Urantia’nın Kitabı
Kısım IV / Bölüm 4
Bu bildiri grubu, bir Melçizedek açığa çıkarıcı yönetmenin denetimi altında hareket eden on iki Urantia yarı-ölümlüden oluşan bir komisyon tarafından desteklendi.
Bu anlatının temeli, bir zamanlar Havari Andrew'un insanüstü gözetimine atanan ikincil bir yarı çocuk tarafından sağlandı.
Urantia’nın Kitabı
120. Makale
120:0.1 (1323.1) Urantia üzerinde ve fani bedenin suretinde bulunduğu haldeki Mikâil’in sahip olduğu yaşamım tekrar aktarımını denetlemek için Cebrail tarafından görevlendirilmiş bir konumdaki, bu görevle emanet edilen açığa çıkarış heyetinin Melçizedek yöneticisi olarak, ben; Yaratan Evlat’ın, evren bahşediliş deneyiminin sonlandırıcı aşamasına adım atmak için Urantia’ya olan varışının hemen öncesindeki belirli olayların bu anlatımını sunmak için görevlendirmiş durumdayım. Tıpkı kendi yaratımının ussal varlıklarına emrettiği bu türden yaşamların aynısını yaşamak, böylece yaratılmış varlıklara ait sahip olduğu çeşitli düzeylerin suretinde kendisini bahşetmek; her Yaratan Evlat’ın, nesnelerden ve varlıklardan oluşan bireysel olarak yarattığı evrenin bütüncül ve yüce egemenliğini elde etmesi için ödemek zorunda olduğu hesabın bir parçasıdır.
120:0.2 (1323.2) Birazdan irdeleyeceğin olaylardan önce, Nebadon’un Mikâili kendisini; kendisinin çeşitli yaratımı olan ussal varlıklara ait altı farklı düzeyin suretinde altı kez bahşetmişti. Bunun sonrasında, o; kâinat âlemlerinin tümünün kutsal Cennet Yöneticileri’ne ait emirler uyarınca, evren egemenliğini elde etme piyesinin son sahnesini yerine getirmek için, maddi âlemin bir insanı biçiminde, kendisinin ussal irade yaratımlarının en alt düzeyi olarak fani bedeninin suretinde, Urantia’ya inmeye hazırlanmıştı.
120:0.3 (1323.3) Bu önceki bahşedilmelerin her birinin süreci boyunca, Mikâil; yalnızca, kendi yaratmış olduğu varlıklarının tek bir topluluğunun sınırlı deneyimini elde etmemişti, aynı zamanda, bağımsız bir biçimde yaratmış olduğu evrenin egemeni olarak kendisini oluşturmaya, tek başına, ileri bir biçimde katkıda bulunacak nitelikteki Cennet eş-güdümündeki olmazsa olmaz bir deneyimi de elde etti. Tüm geçmiş yerel evren zamanı boyunca herhangi bir an içerisinde, Mikâil; bir Yaratan Evlat olarak kişisel egemenliğini ilan edebilir, bir Yaratan Evlat olarak kendi tercih ettiği biçimde sahip olduğu evreni yönetebilirdi. Bu türden bir gelişimde, Emanuel ve onun birliktelik içinde bulunduğu Cennet Evlatları, bu evrenden ayrılırdı. Ancak, Mikâil; bir Yaratan Evlat olarak, yalnızca kendisi için tanınmış hak olduğu için Nebadon’u idare etmeyi arzu etmemişti. O; belirli bir zaman içinde Yüce Varlık’ın yüceltilmiş yönetiminin ayırt edici niteliği haline gelecek, kavrayışın ve bilgeliğin uygulanmasının kusursuzluğuyla kendi evrenini yönetmeye ve onun olaylarını idare etmeye yetkin hale geleceği yer olan evren düzeyindeki bu yüksek konuma, Cennet Kutsal Üçlemesi’ne olan yetkisel nitelikteki işbirliksel bağlılığının mevcut deneyimi boyunca yükselmeyi tercih etti. O; bir Yaratan Evlat olarak yönetimin kusursuzluğunu değil, Yüce Varlık’ın kâinat bilgeliği ve kutsal deneyiminin bütünlüksel temsili olarak idarenin yüceliğini amaçladı.
120:0.4 (1324.1) Mikâil, bu nedenle, sahip olduğu evren yaratılmışlarının çeşitli düzeyleri üzerindeki bu yedi bahşedilişi gerçekleştirmede çifte bir amaca sahipti: İlk olarak, o, bütüncül egemenliği üstlenmeden önce tüm Yaratan Evlatlar’dan istenen yaratılmış anlayışı içindeki gerekli deneyimi tamamlamaktaydı. Herhangi bir zaman zarfı içinde bir Yaratan Evlat, kendi hakkı doğrultusunda kendi evrenini yönetebilir; ancak, o, yalnızca yedi evren-yaratılmış bahşedilişi aşamasından geçtikten sonra Cennet Kutsal Üçlemesi’nin yüce temsilcisi olarak yönetimini gerçekleştirebilir. İkinci olarak, o; bir yerel evrenin doğrudan ve kişisel idaresinde uygulanabilecek, Cennet Kutsal Üçlemesi’ne ait en yüksek yönetimi temsil etme ayrıcalığını amaçlamaktaydı. Bunun uyarınca, Mikâil; evren bahşedilişlerinin her birinin deneyimi boyunca, kendisini, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin bireylerine ait çeşitli ilişkilemlerin farklı biçimlerde oluşturulmuş iradelerine kendisini başarılı ve uygun görülen bir biçimde gönüllü olarak tabi kılmıştı. Bu, birinci bahşedilişte, kendisinin Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in bir araya gelmiş iradesine bağlı olduğu; ikinci bahşedilişte, Yaratıcı ve Evlat’ın iradesine bağlı olduğu; üçüncü bahşedilişte, Yaratıcı ve Ruhaniyet’in iradesine bağlı olduğu; dördüncü bahşedilişte, Evlat ve Ruhaniyet’in iradesine bağlı olduğu; beşinci bahşedilişte, Sınırsız Ruhaniyet’in iradesine bağlı olduğu; altıncı bahşedilişte, Ebedi Evlat’ın iradesine bağlı olduğu; ve, yedinci ve son bahşediliş boyunca, Urantia üzerinde, Kâinatın Yaratıcısı’nın iradesine bağlı olduğu anlamına gelmektedir.
120:0.5 (1324.2) Mikâil, bu nedenle; kendi yerel evren yaratılmışlarının duygudaş deneyimiyle birlikte kâinatsal Yaratanlar’ın yedi katmanlı fazlarına ait kutsal iradeyi, kişisel egemenliği için birleştirmektedir. Böylelikle, onun idaresi; her ne kadar tüm keyfi hakları geride bırakmış olsa da, olası en büyük güç ve yönetimin temsilcisi olan hale gelmiştir. Onun gücü, Cennet İlahiyatları ile olan deneyimlenmiş ilişkilemden kökenini aldığı için sınırsızdır; onun yönetim yetkisi, evren yaratılmışlarının suretindeki mevcut deneyim vasıtasıyla elde edildiği için sorgulanamaz niteliktedir; onun egemenliği yücedir, çünkü o, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin yedi katmanlı bakış açısıyla zaman ve mekâna dair yaratılmışın bakış açısını aynı anda bünyesinde taşımaktadır.
120:0.6 (1324.3) Bu nihai bahşedilişin zamanına karar vermiş ve bu olağanüstü olayın üzerinde gerçekleşeceği gezegeni seçmiş olarak, Mikâil; Cebrail ile olağan bir bahşediliş-öncesi görüş alış-verinde bulunup, bunun sonrasında, Emanuel olarak büyük kardeşinin ve Cennet danışmanının huzuruna çıktı. Cebrail’e daha öncesinde verilmemiş olan evren idaresinin tüm güçleri, bu aşamada, Emanuel’in gözetimi altına verilmişti. Ve, Urantia vücutlaşımı için Mikâil’in ayrılışından hemen önce, Emanuel; Urantia bahşediliş süresi boyunca evrenin gözetimini kabule ederek, âlemin bir fanisi olarak Urantia üzerinde yakın bir zaman içinde büyüdüğünde Mikâil için vücutlaşım rehberi olarak hizmet verecek, bahşedilme önerisini aktarmaya başladı.
120:0.7 (1324.4) Bu iletişimde, Mikâil’in; Cennet Yaratıcısı’nın iradesine bağlı olarak, fani bedenin suretinde bu bahşedilişi yerine getirmeyi seçmiş konumda bulunduğu hatırlanmalıdır. Yaratan Evlat, evren egemenliğine erişmenin bu tek amacı için bahse konu vücutlaşımı yerine getirmek amacıyla hiç kimseden yönergeler almak zorunda değildi; ancak, o, Cennet İlahiyatları’nın çeşitli iradeleri ile eş güdümsel faaliyet göstermeyi içine alan Yüce’nin açığa çıkarılışının bir tasarımsal işleyiş sürecine girişmiş konumda bulunmaktaydı. Böylece, onun egemenliği, nihai ve kişisel olarak elde edildiği zaman; Yüce içinde sonuçlandığı haliyle, İlahiyat’ın yedi-katmanlılığının tamamını kapsayan nitelikte olacaktı. O, bu nedenle, daha öncesinde, çeşitli Cennet İlahiyatları’nın ve onlara ait birlikteliklerin kişisel temsilcileri tarafından altı kez eğitilmiş konumda bulunmaktaydı; ve, bu aşamada o, Kâinatın Yaratıcısı’nın adına hareket etmekte olan, Nebadon yerel evrenindeki Cennet Kutsal Üçlemesi’nin büyükelçisi tarafından eğitilmişti.
120:0.8 (1325.1) Orada; bu sefer Kâinatın Yaratıcısı’nınkine gerçekleşen bir biçimde, bu kudretli Yaratan Evlat’ın Cennet İlahiyatları’nın iradesine kendisini bir kez daha gönüllü olarak tabi kılışının istekliliğinden doğan, derhal gerçekleşen faydalar ve devasa derecedeki telafiler bulunmaktaydı. Bu tür ilişkilenimsel tabi olmayı yerine getirmenin kararıyla, Mikâil, bu vücutlaşımda; yalnızca fani insanın doğasını değil, aynı zamanda, her şeyin Cennet Yaratıcısı’nın sahip olduğu iradeyi deneyimleyecekti. Ve, buna ek olarak, o; yalnızca, Urantia bahşedilişi sebebiyle görevinden uzak kaldığı süre boyunca sahip olduğu evreninin idaresinde Emanuel’in Cennet Yaratıcısı’nın bütüncül yönetim yetkisini uygulayacak oluşu gerçeğiyle değil, aynı zamanda, aşkın-evrene ait Kâinatın Ataları’nın bütüncül bahşedilme süreci boyunca sahip olduğu âleminin güvenliğini emretmiş oluşunun yarattığı rahatlatıcı bilgi niteliğinde, bütüncül güvence ile birlikte bu benzersiz bahşedilmeye başlamıştı.
120:0.9 (1325.2) Ve, bu, Emanuel yedinci bahşediliş görevini sunduğundaki çok önemli gerçekleşimin koşullarıydı. Ve, Emanuel’in; takip eden bir biçimde Urantia’da Nasıralı İsa (Mesih İsa) haline gelen, evren yöneticisine gerçekleştirdiği bu bahşedilme-öncesi görevlendirilişten, şu alıntılarını sunmaya izin verilmiş durumdayım:
120:1.1 (1325.3) “Benim Yaratan kardeşim, ben senin yedinci ve son bahşedilmeni gözlemlemek üzereyim. En sadık ve en kusursuz bir biçimde sen, bundan önceki altı görevlendirmeyi yerine getirdin; ve, ben, sonuçlandırıcı egemenlik bahşedilişin olarak, bunda aynı şekilde utgun olacağından başka hiçbir şey düşünmemekteyim. Buraya kadar sen, tercih ettiğin düzeyin tamamiyle gelişmiş bir varlığı olarak bahşediliş âlemlerinde ortaya çıktın. Şimdi sen; tamamiyle gelişmiş bir fani değil, ancak, yardıma muhtaç bir bebek halinde, tercihin olan bu düzeni bozulmuş ve gelişimi sekteye uğramış gezegen olarak Urantia üzerinde ortaya çıkmak üzeresin. Bu, yol arkadaşım, yeni ve daha öncesinde denenmemiş bir deneyim olacak. Sen; bahşedilişin bütüncül bedelini ödeyerek, bir yaratılmışın sureti içinde bir Yaratan’ın vücutlaşımına ait bütüncül aydınlanmayı deneyimlemek üzeresin.
120:1.2 (1325.4) “Bundan önceki bahşedilmelerin her biri boyunca, sen gönüllü olarak; kendini üç Cennet İlahiyatı’nın ve onların kutsal karşılıklı-ilişkilemlerinin iradesine tabi kılmayı tercih ettin. Yüce’nin iradesine ait yedi faz içinde, sen, bundan önceki bahşedilmelerinde, kendi Cennet Yaratıcı’nın kişisel iradesi dışında hepsine tabi oldun. Şimdi, yedinci bahşedilmen boyunca Yaratıcı’nın iradesine tümüyle tabi olmayı seçmiş bulunarak, bizim Yaratıcımız’ın kişisel temsilcisi olarak ben; vücutlaşımın boyunca sahip olduğun evrenin koşulsuz yönetim yetkisini üstleniyorum.
120:1.3 (1325.5) “Urantia bahşedilmesi sürecine girerken, sen, kendini; böyle bir durumda sahip olduğun yaratımın herhangi bir yaratılmışı tarafından gerçekleştirebilecek bir biçimde, tüm gezegen-ötesi destekten ve özel yardımdan gönüllü olarak mahrum kıldın. Nasıl senin yaratmış olduğun Nebadon evlatları sahip oldukları evren süreçleri boyunca senin güvenli davranışına tamamen bağlıysa, şimdi sen de, senin gerçekleşmekte olan fani sürecinin açığa çıkarılmamış iniş-çıkışları boyunca güvenli davranış için Cennet Yaratıcısı’na tamamiyle ve koşulsuz olarak bağlı hale gelmekte zorundasın. Ve, sen; bu bahşedilme deneyimini tamamladığında, tüm yaratılmışlarından, onların yerel evren Yaratanı ve Yaratıcısı olarak seninle gerçekleştirdikleri gönülden ilişkilerinin bir parçası olarak hiç değişmeksizin şart koştuğun bu inanç-güveninin bütüncül anlamını ve zengin önemini tüm gerçekliğiyle bilmiş olacaksın.
120:1.4 (1326.1) “Urantia bahşedilmen boyunca, sen, sen ve senin Cennet Yaratıcın arasında kesintisiz birliktelik olarak sadece tek bir şeyle ilgilenmeye ihtiyaç duyacaksın; ve, bu türden bir ilişkinin kusursuzlaşmasıyla, bahşediliş dünyan, hatta yaratımın tüm evreni, her şeyin Kâinatsal Yaratıcısı olarak senin Yaratıcın ve benim Yaratıcım’ın yeni ve daha anlaşılabilir bir açığa çıkarılışına gözlerini çevirecekler. Senin ilgin bu nedenle yalnızca, Urantia üzerindeki kişisel yaşamınla ilgili olacak. Gönüllü gerçekleştirdiğin yönetim yetkisini bırakış anından Evren Egemeni olarak bizlere geri dönüşüne kadar, ben, sahip olduğun evrenin güvenliğinden ve kesintisiz devam eden idaresinden bütünüyle ve etkili bir biçimde sorumlu olacağım; ve, Cennet’in kabul edişi üzerine, sen, şu an teslim etmekte olduğun vekâlet yönetimini değil, evreninin yüce gücünü ve yönetim yetkisini benim ellerimden geri alacaksın.
120:1.5 (1326.2) “Ve, (benim, sözümü sadık bir biçimde yerine getireceğime dair tüm Cennet’in güvencesi olduğumu çok bilen bir biçimde) şu an söz vermekte olduğum şeylerin hepsini yapabilme gücüyle donatılmış olduğumu güvenceyle bilebiliyor olsan da, gönüllü bahşedilişinin süreci boyunca Nebadon içinde tüm ruhsal tehlikeyi önleyecek Uversa üzerindeki Zamanın Ataları’nın bir emrinin tarafıma daha yeni iletildiğini sana duyurmak isterim. Fani vücutlaşıma başlaman üzere, bilincini teslim ettiğin andan itibaren, senin kendi yaratımın ve düzenlemen olan bu evrenin yüce ve koşulsuz egemeni olarak bizlere geri dönenmene kadar, dışarıdan hiçbir ciddi etki Nebadon’un hiçbirinde gerçekleşemez. Vücutlaşımının bu ara döneminde, ben; bu bahşedilişin için sen görevinde bulunmazken, Nebadon evreni içinde isyan suçu işleyen veya isyan çıkarmayı tasarlayan her varlığın anlık ve kendiliğinden gerçekleşecek olan yok edilişlerini koşulsuz olarak emreden Zamanın Ataları’nın hükümlerine sahibim. Kardeşim, mevcudiyetim içindeki içkin Cennet yönetimi ve buna eklenmiş Uversa’nın yargısal emri göz önünde bulundurulduğunda, sahip olduğun evren ve onun tüm sadık yaratılmışları bahşedilmen boyunca güvende olacaklar. Görevine tek bir düşünce ile başlayabilirsin — sahip olduğun evrenin ussal varlıkları için bizim Yaratıcımız’ın gelişmiş açığa çıkarılışı.
120:1.6 (1326.3) “Daha önceki bahşedilmelerinin her birinde olduğu gibi, kardeş-emanetçisi olarak sahip olduğun evrenin yönetim yetkisi almış bulunduğumu sana hatırlatmak isterim. Ben, adına tüm yetkiyi kullanmakta ve tüm gücü elimde bulundurmaktayım. Ben; bizim Cennet Yaratımız nasıl yerine getirirse o şekilde faaliyet göstermekte, ve, açık talebin uyarınca bu şekilde sahip olduğun mevkide faaliyet göstermekteyim. Ve, gerçek böyle olduğu için, bu verilmiş yönetim yetkisinin tümü; geri verilişini uygun görmen üzerine her an uygulayabileceğin biçimde, yeniden senindir. Senin bahşedilişin, başından sonuna kadar, tamamiyle gönüllük üzerine gerçekleştirilmektedir. Âlemde bir fani vücutlaşımı olarak, göksel donatımlarından yoksun bir konumda bulunmaktasın; ancak, bıraktığın tüm güç, evren yönetim yetkisi ile kendini tekrar donatmayı tercih edeceğin her an, tekrardan elde edilebilir. Eğer, güç ve yönetimini yeniden ilan etmeyi tercih edersen, bunun tamamiyle kişisel nedenlerden gerçekleşeceğini unutma; zira, ben, taşıdığı mevcudiyeti ve sözü senin Yaratıcı’nın iradesi uyarınca sahip olduğun evrenin güvenli idaresini teminat altına alan, yaşayan ve en yüksek güvenceyim. Nebadon içinde bu gibi üç kez gerçekleştiği biçiminde, isyan, bu bahşedilme için Salvington’da ayrı bulunduğun süreçte ortaya çıkamaz. Urantia bahşedilişinin süreci boyunca, Zamanın Ataları; Nebadon içindeki isyanın, kendi kendisini kendiliğinden yok eden tohumu beraberinde taşımasını emretmiştir.
120:1.7 (1326.4) “Bu son ve olağanüstü bahşedilme için görevinde bulunmadığın sürenin tamamı boyunca, ben (Cebrail’in işbirliği ile birlikte), sahip olduğun evrenin sadık yönetiminin sözünü veriyorum; ve, ben seni, kutsal açığa çıkarılışın bu hizmetinin sorumluluğunu üstlenmek ve kusursuzlaştırılmış insan anlayışının bu deneyim sürecinden geçmek için görevlendirirken, ben, benim Yaratıcım’ın ve senin Yaratıcı’nın adına hareket etmekte, ve, sana, beden içindeki devam eden konukluğunun kutsal görevi ile ilgili ilerleyen bir biçimde öz bilince varır hale gelirken, dünya hayatını yaşamanda seni yönlendirecek şu öneriyi sunmaktayım:
120:2.1 (1327.1) “1. Sonarington’un gelenekleri uyarınca ve onun işleyiş biçimine uygun olarak — Cennet’in Ebedi Evladı’nın emirlerini yerine getiren bir biçimde — ben; senin tarafından düşünülerek oluşturulmuş ve Cebrail tarafından benim korumama verilmiş olan tasarımlar ile uyumlu olarak bu fani bahşedilişe olan anlık girişin için her şeyi yerine getirmiş durumdayım. Sen; âlemin bir çocuğu olarak Urantia üzerinde büyüyecek, insan eğitimini tamamlayacak — sürekli olarak senin Cennet Yaratıcı’nın iradesine tabi olacak bir halde — belirlediğin şekilde Urantia üzerinde yaşayacak, gezegensel konukluğunu sonlandıracak, ve, sahip olduğun evrenin en yüksek egemenliğimi ondan almak amacıyla Yaratıcı’na yükselmeye hazırlanacaksın.
120:2.2 (1327.2) “2. Dünya görevinin ve evren açığa çıkarılışının dışında, ancak her ikisini de içine alabilecek şekilde, ben; kutsal kimliğine dair yerinde bir biçimde öz bilince sahip olduktan sonra, Satania sistemi içinde Lucifer isyanına tam olarak son vermenin ilave görevini üstlenmeni önermekteyim; ve, bu ise, tüm bunların hepsini İnsanın Evladı olarak yerine getirmendir; böylece, âlemin bir fani yaratılmışı olarak, senin Yaratıcı’nın iradesine olan inanç-bağlanışının sonucu olarak güçlünün zayıf halde geldiği konumda, ben, bu günahkâr ve temelsiz isyanın baş gösterişi döneminde fazlasıyla donanımda bulunduğun güç ve kudretle yerine getirmeyi kendi kararın uyarınca tekrar eden bir biçimde reddetmiş olduğun şeylerin hepsini, alçakgönüllülüğünle elde etmeni öneriyorum. Ben; eğer, İnsanın Evladı’na, Urantia’nın Gezegensel Prensi’ne ek olarak, sahip olduğun evrenin en yüksek egemeni biçiminde Tanrı’nın Evladı olarak bizlere geri dönersen, bunun fani bahşedilişinin yerinde bir doruk noktası olacağını düşünmekteyim. Nebadon içindeki ussal yaratılmışın en alt türü olarak fani bir insan; Caligastia ve Lucifer’in hakaretkâr iddialarıyla karşılaşacak ve onlar hakkında karar varacak, ve, yüklendiğin alçakgönüllü düzey içinde, ışığın bu devrik çocuklarının utanç dolu yanlış temsillerine sonsuza kadar son verecek. Sahip olduğun yaratan ayrıcalıklarını kullanarak bu isyankârları değersizleştirmeye oldukça kararlı bir biçimde karşı koymuş bir konum bulunmuşken, şimdi, kendi yaratımının en alçak düzeyindeki yaratılmışların suretinde, bu devrik Evlatlar’ın ellerinden egemenliği geri alman tam da yerinde olacaktır; ve, böylece sahip olduğun bütün yerel evren, tüm gerçekliğiyle açıkça ve sonsuza kadar, bağışlamanın isteksel yönetim gücü ile yapmada seni uyardığı bu şeyleri fani bedenin rolünde gerçekleştirmene dair adaleti tanıyacaktır. Senin bahşedilişinin, Nebadon’da Yüce’nin egemenliğine dair olasılığı bu şekilde var kılışıyla, sen gerçekte; bu kazanımın gerçekleşimde ne kadar az veya çok zamanın geçeceğinden bağımsız olarak, önceki tüm vücutlaşımların içerdiği sonuca varılmamış olaylara bir sonucu sağlamış olacaksın. Bu eylemle, sahip olduğun evrenin beklemekte olan anlaşmazlıkları, özü itibariyle sonlanacaktır. Ve, sahip olduğun evrene ait en yüksek egemenliğin takip eden bir biçimde sana verilişiyle, yönetim yetkine karşı benzer zorluklar hiçbir zaman, senin kişisel nitelikteki büyük yaratımının hiçbir kısmında ortaya çıkmayacaktır.
120:2.3 (1327.3) “3. Urantia dönemini sonlandırmada başarılı olduğunda, kuşkusuz sen bunu gerçekleştirecekken, ben sana, nihai bahşedilme deneyimine dair sahip olduğun evren tarafından ebedi tanınma niteliğindeki Cebrail tarafından sunulacak olan ‘Urantia’nın Gezegensel Prensi’ unvanını kabul etmeni öneriyorum; ve, Caligastia ihaneti ve onun sonrasında gerçekleşen Âdemsel başarısızlık tarafından Urantia’da ortaya çıkmış keder ve kafa karışıklığını telafi etmen için, bahşedilişinin amacıyla tutarlı nitelikte, ilave her bir şeyi yapmanı.
120:2.4 (1328.1) “4. Talebin doğrultusunda, Cebrail ve ilgili olan herkes; âlemin bir yazgı sonu yargısının duyuruluşuyla, bir çağın sonlanışının beraberinde gelişiyle, uyku halindeki fani kurtuluş unsurlarının yeniden dirilişiyle, ve, Gerçeklik’e ait bahşedilmiş Ruhaniyetin yazgı döneminin kuruluşuyla Urantia bahşedilişini sonlandırmak için ifade ettiğin arzun doğrultusunda işbirliğinde bulunacaklardır.
120:2.5 (1328.2) “5. Bahşedilmenin gezegeniyle ve fani konukluğun döneminde üzerinde yaşayan insanların mevcut bulunduğu nesli ile ilgili olarak, ben sana, büyük ölçüde bir öğretmen rolünde faaliyet göstermeni önermekteyim. İlk olarak ilgini, insanın ruhsal doğasının özgürleşimine ve ona ilham olmaya ver. Bunun sonrasında, karanlıkta kalmış insan usunu aydınlat, insanların ruhlarını iyileştir ve onların akıllarını çağlar kadar eski korkularından kurtar. Ve, bunun sonrasında, fani bilgeliğin uyarınca, beden içindeki kardeşlerinin fiziksel refahına ve maddi rahatlığına hizmet et. Sahip olduğun tüm evren için ilham kaynağı olmak ve onun eğitimini sağlamak amacıyla, ideal dini yaşamı yaşa.
120:2.6 (1328.3) “6. Bahşedildiğin gezegen üzerinde, isyan-tarafından-dışlanmış insanları ruhsal olarak özgür kıl. Urantia üzerinde, Yüce’nin egemenliğine ilave bir katkıda bulun, böylece sahip olduğun kişisel yaratıma ait geniş nüfuz alanları boyunca bu egemenliğin oluşumunu genişlet. Beden sureti içindeki maddi bahşedilmen olarak bu bütünlük içinde, senin Cennet Yaratıcın’ın iradesi ile birlikte insanın doğası içerisindeki faaliyette bulunmanın çifte deneyimi olarak, bir zaman-mekân Yaratanı’nın nihai aydınlanışını deneyimlemek üzeresin. Zamansal yaşamın içinde, sınırlı yaratılmışın iradesi ve sınırsız Yaratan’ın iradesi; tıpkı onların aynı zamanda Yüce Varlık’ın evrimleşen İlahiyatı içinde bütünleşmekte olduğu gibi, bir tek haline gelecektir. Bahşediliş gezegeninin üzerine, Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni akıt; ve böylece, bu tecrit edilmiş âlem üzerindeki tüm olağan fanileri, âlemlerin Düşünce Düzenleyicisi olarak Cennet Yaratıcısı’nın ayrışmış mevcudiyetinin hizmetine derhal ve bütünüyle ulaşabilir kıl.
120:2.7 (1328.4) “7. Bahşediliş dünyan üzerinde sergileyeceğin her şeyde, sahip olduğun evrenin tümünün eğitimi ve öğretimi için bir yaşamı yaşamakta olduğunu sürekli olarak aklında tut. Sen, Urantia üzerine olan fani vücutlaşımının bu yaşamını bahşetmektesin; ancak sen, senin idari nüfuz alanına ait çok geniş gökadasının bir parçasını oluşturmuş, oluşturmakta ve ileride oluşturabilecek olan her yerleşik dünya üzerinde yaşamış, yaşamakta ve ileride yaşayabilecek olan her insan ve insan-ötesi usun ruhsal ilhamı için bu türden bir yaşamı yaşamak üzeresin. Fani beden sureti içindeki dünya yaşamın; dünyasal konukluğunun günlerinde Urantia’nın fanileri için, ya da, Urantia üzerindeki veya bir diğer dünya üzerindeki insan varlıklarının daha sonraki herhangi bir nesli için bir örnek oluşturacak şekilde yaşanılmamalı. Bunun yerine, Urantia üzerinde beden içindeki yaşamın; gelecek çağlar içindeki nesillerin tümü boyunca, Nebadon dünyalarının hepsi üzerindeki yaşamların bütünü için ilham kaynağı olmalıdır.
120:2.8 (1328.5) “8. Fani vücutlaşımda gerçekleştirilmesi ve deneyimlenmesi gereken büyük görevin; senin Cennet Yaratıcın’ın iradesini gerçekleştirmek, böylece beden içinde ve özellikle bedenin yaratılmışları için Yaratıcın halindeki Tanrı’yı açığa çıkarmak, için oldukça gönülden güdülenen bir yaşamı yaşamaya karar vermenden oluşmaktadır. Bununla birlikte sen aynı zamanda, yeni bir büyüleyişle, tüm Nebadon’un fani-ötesi varlıkları için Yaratımız’ı yorumlayacaksın. Aklın insan ve insan-ötesi türü için Cennet Yaratıcısı’nın yeni bir açığa çıkarılışının ve derinleşmiş yorumunun bu hizmetiyle birlikte eşit bir biçimde, Tanrı için insanın yeni bir açığa çıkarılışını gerçekleştirecek şekilde faaliyet göstereceksin. Beden içindeki tek bir kısa yaşamın içinde, tüm Nebadon içinde şimdiye kadar hiçbir şekilde görülmemiş olan, fani mevcudiyetin kusa süreci boyunca bir Tanrı-bilen insan tarafından elde edilebilecek aşkın olasılıkları sergile; ve, tüm Nebadon’un ve tüm zamanın insan-ötesi uslarının hepsi için, insana ve onun gezegensel yaşamının iniş-çıkışlarına dair yeni ve aydınlatıcı bir yorumunda bulun. Sen, Urantia’ya fani bedenin suretinde inmektesin; ve, dönenim ve neslin içinde bir insan olarak yaşayarak, sen, geniş yaratımına ait olaylara olası en yüksek katılımda şu ideal ve kusursuzlaştırılmış yöntemi tüm evrenine gösterecek biçimde faaliyet göstereceksin: Tanrı’nın insanı buluşunun gerçekleşimi ve insanın Tanrı’yı arayışı ve onu buluşunun olgusu; ve, bunun tümünü karşılıklı tatmin için, hem de beden içindeki bir kısa yaşam süreci boyunca gerçekleştirmek.
120:2.9 (1329.1) “9. Gerçekte âlemin olağan bir insanı haline gelecek olurken, potansiyel olarak Cennet Yaratıcısı’nın bir Yaratan Evladı olarak mevcudiyetini korumaya devam edecek olmanı sürekli olarak aklında tutman konusunda seni uyarmak isterim. Bu vücutlaşım boyunca, her ne kadar sen, bir İnsan Evladı olarak yaşayıp hareket edecek olsan da; senin kişisel kutsallığının yaratıcı nitelikleri seni Salvington’dan Urantia’ya takip edecek. Düşünce Düzenleyici’nin varışının sonrasında vücutlaşımı herhangi bir an içinde sonlandırmak, sürekli olarak senin iradenin-gücü içinde olacak. Düzenleyici’nin varışı ve alınışından önce, senin kişilik bütünlüğün için destekte bulunacağım. Ancak, Düzenleyici’nin varışını takiben, sen; yaratan ayrıcalıklarının, bu niteliklerin kişisel mevcudiyetinden ayrılamaz konumda olduğu için, fani kişiliğin ile ilişkilem içinde bulunmaya devam edeceği gerçeğini göz önünde bulundurarak, herhangi bir insan-ötesi erişim-iradesi, kazanım veya gücü oluşturmaktan sakınmalısın. Ancak, sen; bilinçli ve istek dâhilinde gerçekleşen iradenin bir eylemi tarafından, tüm-kişilik tercihini sonlandıracak olan kesin bir karara varıncaya kadar, Cennet Yaratıcısı’nın iradesi dışında senin dünyasal sürecinde hiçbir insan-ötesi oluşum eşlik etmeyecektir.
120:3.1 (1329.2) “Ve, şimdi, kardeşim, sen Urantia için ayrılmaya hazırlanırken sana elveda ederken, ve, bahşedilmenin genel davranışına dair sana öneride bulunduktan sonra, Cebrail ile fikir alış-verişimizde ve senin fani yaşamının küçük çaplı fazları ile ilgili vardığımız belirli tavsiyeleri sunmama izin ver. Bizler, ilaveten şunları tavsiye etmekteyiz:
120:3.2 (1329.3) “1. Fani dünyasal yaşamının idealine olan arayışın içinde, sen aynı zamanda, akran insanların için kullanışlı ve ilk elden yardımcı nitelikteki bazı şeylerin yerine getirilişine ve örneklendirilişine belirli bir düzeyde ilgi göster.
120:3.3 (1329.4) “2. Aile ilişkileri ilgili olarak, bahşedilişine ait dönemde veya nesilde kurumsallaşmış olarak bulduğun gibi, aile yaşamının kabul edilmiş adetlerine öncelik ver. Aile ve cemiyet yaşamını, arasında ortaya çıkmayı seçtiğin insanların uygulamaları uyarınca yaşa.
120:3.4 (1329.5) “3. Toplumsal düzen ile ilişkilerinde, bizler; çabalarını fazlasıyla ruhsal yenilenim ve ussal özgürleşim için sınırlamanı tavsiye etmekteyiz. Gününün ekonomik yapısı ve siyasi bağlılıkları ile her türlü ilişkilemden kaçın. Bunun yerine kendini daha fazla, Urantia üzerindeki ideal dini yaşamı yaşamaya ada.
120:3.5 (1329.6) “4. Hiçbir koşulda ve hatta hiçbir önemsiz görünen detayda bile, Urantia ırklarının olağan ve düzen içinde seyreden ilerleyici evrimine müdahalede bulunmamalısın. Ancak, bu yasak; teşvik edici nitelikteki dini etik kurallarının dayanıklı ve gelişmiş bir sitemini Urantia üzerinde geride bırakmana dair çabalarını sınırlar biçimde yorumlanmamalıdır. Bir yazgı-dönem Evladı olarak sana, dünya insanlarının ruhsal ve dini düzeyini ilerletmek ile ilgili belirli ayrıcalıklar sağlanmıştır.
120:3.6 (1330.1) “5. Gerekli gördüğün takdirde, Urantia üzerinde bulabileceğin mevcut dini ve ruhsal hareketler ile kendini özdeşleştireceksin; ancak, olası her durumda, örgütlenmiş bir inancın, sabitleşmiş bir dinin veya fani varlıkların ayrışmış bir etik topluluğunun resmi oluşumundan kaçın. Senin yaşam ve öğretilerin, tüm dinlerin ve tüm insanların ortak mirası haline gelecektir.
120:3.7 (1330.2) “6. Urantia dini inanışlarının veya ilerleyici-olmayan dini bağlılıklarına ait diğer türlerin ileride gerçekleşecek basmakalıplaşmış sistemlerinin yaratımına istemeden de olsa katkıda bulunmamanın önerisi hususunda şunların da ilave tavsiyesinde bulunmak istiyoruz: Gezegen üzerinde arkanda hiçbir yazı bırakma. Kalıcı maddeler üzerine gerçekleşecek her türlü yazımdan uzak dur; birlikteliklerinin, beden içindeki resimlerini veya başka benzerlerini yapmalarını yasakla. Ayrılış zamanında gezegen üzerinde potansiyel nitelikte putsal bir şey bırakmadığından emin ol.
120:3.8 (1330.3) “7. Her ne kadar sen, gezegen üzerindeki mevcut olağan ve ortalama toplumsal hayatı yaşayacak olsan da, erkek cinsinin olağan bir bireyi olarak sen muhtemelen, bahşedilmen bakamından tamamiyle onurlu ve onunla tutarlı nitelikteki bir ilişki olacak, evlilik ilişkisine girmeyeceksin; ancak, ben seni, Sonarington vücutlaşım emirlerinden bir tanesinin, Cennet kökenine ait bir bahşedilme Evladı’nın herhangi bir gezegen üzerinde arkasında insan doğumunu bırakışını yasaklamış olduğu hususunda hatırlatmak zorundayım.
120:3.9 (1330.4) “8. Yaklaşmakta olan bahşedilişine ait tüm diğer detaylarda, bizler; insan rehberliğinin sürekli-mevcut kutsal ruhaniyetine ait öğreti olarak ikamet eden Düzenleyici’nin yönlendirişine ve kalıtımsal donatımdan gelen genişleyen aklının nedensellik-yargısına bağlı olacağız. Yaratılmış ve Yaratan niteliklerinin bu türden bir ilişkilemi; gezegensel âlemler üzerinde tarafımızca, herhangi bir dünya üzerinde (hele Urantia üzerinde hiç olmamak üzere) herhangi bir nesil içinde tek bir insan tarafından değerlendirebilecek şekilde olmak zorunda bulunmayan ancak sahip olduğun uçsuz bucaksız evrene ait daha yüksek düzeyde kusursuzlaşmış ve kusursuzlaşmakta olan dünyalar üzerinde değerlendirildiği biçimiyle tamamiyle ve en yüksek derecede doygun nitelikteki, kusursuz olan yaşamı yaşamana yetkin kılacak.
120:3.10 (1330.5) “Ve, şimdi, geçmiş gerçekleştirimlerimizde sürekli olarak bizlere destek olmuş olan senin Yaratıcın ve benim Yaratım; bizlere elveda ettiğin ve kişilik bilincini teslim ettiğin aşamaya eriştiğin andan itibaren, insan bütünlüğü içinde vücutlaşmış olarak kutsal kimliğinin tanınışına kademeli olarak geri dönüşün boyunca, ve bunun da sonrasında, bedenden kurtuluşuna ve Yaratımız’ın egemenlik sağ koluna yükselene kadar, Urantia üzerindeki bahşedilme deneyiminin bütünü boyunca, seni yönlendirsin, seni desteklesin ve seninle birlikte olsun. Salvington üzerinde seni tekrar gördüğümde, kendi yarattığın, ona hizmet verdiğin ve ona dair tamamlanmış anlayışa eriştiğin bu evrenin en yüksek ve koşulsuz egemeni olarak bizlere geri dönüşünü karşılayacağız.
120:3.11 (1330.6) “Senin koltuğunda şimdi ben yönetimde bulunmaktayım. Ben, Urantia üzerinde senin yedinci ve fani bahşedilişinin ara dönemi boyunca vekâlet halindeki egemen olarak tüm Nebadon’un karar yetkisini üstlenmekteyim. Ve, sana Cebrail; o bana, İnsan Evladı ve Tanrı Evladı olarak yakın zamanda ve güç ve ihtişam içinde dönene kadar, bu olmaya-hazırlanan İnsan Evladı’nın korunuşunda bağlıyım. Ve, Cebrail, ben, Mikâil bu şekilde dönene kadar senin egemeninim.”
* * *
120:3.12 (1330.7) Bunun sonrasında, derhal gerçekleşen bir biçimde, bir araya gelmiş tüm Salvington’un mevcudiyetinde, Mikâil aramazdan ayrıldı; ve, biz onu, Urantia üzerindeki bahşediliş sürecinin tamamlanışından sonra, evrenin en yüksek ve kişisel yöneticisi olarak geri dönüşüne kadar alışılmış konumunda onu bir kere daha görmedik.
120:4.1 (1331.1) Ve, sahip oldukları Yaratan-yaratıyı bencil bir biçimde yönetimi arzulamakla suçlamış, ve, kölesel yaratılmışların elindeki yanlışa düşmüş bir evrenin sorgulamadığı sadakat sayesinde Yaratan Evlat’ın oldukça keyfi ve zorbaca kollandığına dair şüphenin çekiciliğine kapılmış olan Mikâil’in bir takım layıksız çocukları; bu süreçte her zaman “Cennet Yaratıcısı’nın iradesine” bağlı olan bir biçimde — Tanrı Evladı’nın İnsan Evladı’na bu aşamada girmiş olduğu benliğini unutan hizmetinin yaşamı tarafından sonsuza kadar susturulmuş olacak ve kafaları karışmış ve inanışlarını yitirilmiş konumda bırakılacaklardı.
120:4.2 (1331.2) Ancak yanlış anlamayın; Mesih İsa, gerçek bir çifte-köken varlığı olurken, bir çifte kişilik değildi. O, insanla beraber ilişkilem içindeki Tanrı değildi; ancak, o bunun yerine, insan içinde vücutlaşmış Tanrı’ydı. Ve, o her zaman, bu bileşmiş varlık bütünlüğündeydi. Bu tür anlaşılamaz nitelikteki bir ilişki içinde tek gelişimsel biçimde gerçekleşen etken, Tanrı ve insan olmanın bu gerçekliğinin (insan aklı tarafından) gelişimsel biçimde gerçekleşen öz bilinç tarafından fark edilişi ve tanınmasıydı.
120:4.3 (1331.3) Mesih İsa, ilerleyen bir biçimde Tanrı haline gelmedi. Tanrı, İsa’nın dünyasal yaşamı içindeki bir hayati an içinde, insan haline gelmedi. İsa, her zaman ve sonsuza kadar sürecek nitelikte — Tanrı ve insandı. Ve, bu Tanrı ve insan, eskiden, ve şimdi olduğu gibi; nasıl üç varlıktan oluşan Cennet Kutsal Üçlemesi gerçekte bir tek İlahiyat ise, bir tek bütünlüktü.
120:4.4 (1331.4) Mikâil bahşedilişinin en yüksek ruhsal amacının Tanrı’nın açığa çıkarılışını geliştirmek gerçeği olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmayın.
120:4.5 (1331.5) Urantia fanileri, mucizeye dair değişiklik gösteren kavramsallaşmalara sahiptirler; ancak, yerel evrenin vatandaşları olarak yaşayan bizler için, birkaç mucize bulunmaktadır; ve, bunların arasında kıyas edilemez biçimde en ilgi çekici olanları Cennet Evlatları’nın vücutlaşımsal bahşedilmeleridir. Bir kutsal Evlat’ın, görünüşte doğal süreçler vasıtasıyla, dünyanız içinde ve üzerinde ortaya çıkışını — anlayışımızın ötesindeki evrensel yasalarının işleyişi olarak — bizler bir mucize olarak görmekteyiz. Nasıralı İsa mucizevî bir kişiydi.
120:4.6 (1331.6) Bu olağanüstü deneyimin tümü içinde ve onun vasıtasıyla, Yaratıcı Tanrı, her zaman gerçekleştirdiği gibi kendisini; olağan bir biçimde olarak — kutsal eylemin olağan, doğal ve güvenilir biçiminde sergilemeyi tercih etmiştir.
Urantia’nın Kitabı
121. Makale
121:0.1 (1332.1) AİT olduğumuz düzeyin yönetimdeki başı ve kaydın Melçizedek unsuru tarafından ortak bir biçimde sağlanan bir biçimde, Urantia Yarı-Ölümlüleri’nin Birleşmiş Kardeşliği’nin on iki üyesinden oluşan bir heyetin yüksek denetimi altında hareket eden bir biçimde, ben; Havari Andreas’a bir zamanlar verilmiş ikincil yardımcı-ölümlü olup, benim düzeyime ait dünya yaratılmışları tarafından gözlemlendiği biçimiyle ve benim geçici koruyuculuğuma ait olan insan öznesi tarafından daha sonrasında kısmi bir biçimde kaydedildiği gibi, Nasıralı İsa’nın yaşam etkileşimlerine ait anlatımı kayda geçirmek için görevlendirilmiş bulunmaktayım. Üstünü’nün arkasında yazılı kayıtları bırakmaktan oldukça bilinçli olarak nasıl kaçındığını bilen bir biçimde, Andreas, yazılı anlatımına ait nüshaları çoğaltmayı çok kararlı bir biçimde reddetti. İsa’nın diğer havarilerindeki benzer tutum fazlasıyla, Müjdeler’in yazımını geciktirdi.
121:1.1 (1332.2) İsa, ruhsal yozlaşmanın bir çağı boyunca bu dünyaya gelmedi; onun doğduğu zamanda, Urantia, daha önceki tüm Âdem-sonrası dönemde tanık olunmamış veya Âdem’den beri hiçbir dönem içinde deneyimlenmemiş, ruhsal düşüncenin ve dini yaşamın bu türden bir canlanışını deneyimlemekteydi. Mikâil Urantia üzerinde vücutlaştığında, bu dünya Yaratan Evlat’ın bahşedilişi için, daha öncesinde hüküm sürememiş veya bu dönemden beri tekrar elde edilememiş en uygun koşulu sunmuştu. Bu dönemlerin hemen önceki çağlarında Yunan kültürü ve Yunan dili, Batı boyunca ve yakın Doğu’ya yayılmış haldeydi; ve, kökenleri bakımından yarı Batılı ve yarı Doğulu bir biçimde bir Levant ırkı olarak Museviler, hem Doğu ve hem de Batı’ya bu yeni dinin etkili yayılımı için bu türden kültürel ve dilsel koşulları kullanmaya olası en yüksek derecede uygun olan topluluktu. Bu en elverişli koşullar, Romalılar tarafından gerçekleştirilen Akdeniz dünyasının hoşgörülü siyasi yönetimi tarafından daha da gelişmişti.
121:1.2 (1332.3) Dünya etkilerinin bu bütüncül bileşimi, en iyi; kendisi bir Roma vatandaşıyken, Yunan dilinde bir Musevi Mesih’in müjdesini duyurmuş olan, İbranilere ait bir İbrani olarak dini kültür içinde bulunan Pavlus’un etkinlikleri tarafından sergilenmektedir.
121:1.3 (1332.4) İsa’nın dönemine ait medeniyetin benzeri, Batı içinde bu günlerden önce veya onlardan beri görülmemiştir. Avrupa medeniyeti, olağanüstü bir üç-katmanlı etki altında bütünleşmiş ve eş-güdümsel halde bulunmaktaydı:
121:1.4 (1332.5) 1. Romalı siyasi ve toplumsal sistemleri.
121:1.5 (1332.6) 2. Antik Yunan dili ve kültürü — ve bir ölçüye kadar onun felsefesi.
121:1.6 (1332.7) 3. Musevi dini ve ahlaki öğretilerinin hızlı bir biçimde yayılan etkisi.
121:1.7 (1332.8) İsa doğduğunda, bütün Akdeniz dünyası bütünleşmiş bir imparatorluktu. İyi yollar, dünya tarihinde ilk kez olarak, birçok büyük merkezi birbirine bağlamıştı. Denizler korsanlardan temizlenmiş olup, ticaret ve seyahatin büyük bir dönemi tüm hızıyla gelişmekteydi. Avrupa, İsa’dan sonraki on dokuzuncu yüzyıla kadar seyahat ve ticaretin bu türden bir başka dönemini bir daha memnuniyetle deneyimlemedi.
121:1.8 (1333.1) Yunan-Roma dünyasının iç barışına ve görünen refahına rağmen, imparatorluğun sakinlerinin büyük bir çoğunluğu ussal bayağılığa ve fakirliğe düşmüştü. Az sayıdaki daha üst sınıf zengindi; sefil ve yoksul bırakılmış daha alttaki bir sınıf, insanlığın en alt düzeyinden meydana gelmekteydi. Orada bu günlerde, mutlu ve varlıklı orta sınıf bulunmamaktaydı; o, Roma toplumu içinde yeni ortaya çıkışını gerçekleştirmiş bir konumdaydı.
121:1.9 (1333.2) Genişleyen Roma ve Aşkani devletleri arasındaki ilk mücadeleler, Suriye’nin Romalılar’ın ellerinde kalışıyla, bu dönemin yakın geçmişi içinde sonuçlanmış bir konumdaydı. İsa’nın döneminde, Filistin ve Suriye; hem Doğu’ya ve hem de Batı’ya uzanan araziler arasındaki refahın, göreceli barışın ve geniş ticari etkileşimin bir sürecini memnuniyetle deneyimlemekteydi.
121:2.1 (1333.3) Museviler; aynı zamanda Babillileri, Finiklileri ve Roma’nın daha yakın düşmanları olan Kartacalıları içine alan bir biçimde, eski Sami ırkının bir parçalarıydılar. Mesih’den sonraki birinci yüzyılın başlarında, Museviler, Sami topluluklarının en etkili topluluğuydu; ve, onlar, bu dönemde ticaret için yönetilmiş ve düzenlenmiş olarak, dünyada alışılmadık bir coğrafi konumu kaplamış duruma gelmişlerdi.
121:2.2 (1333.4) Antik dönemlerin milletlerini bağlayan büyük yolların çoğu Filistin’den geçmekte olup, bu nedenle o, üç kıtanın buluşma yeri, veya diğer bir değişle kesişim noktası, haline gelmişti. Babil’in, Asur’un, Mısır’ın, Suriye’nin, Yunanistan’ın, Aşkani’nin ve Roma’nın seyahat doğrultuları, ticaret ağları ve orduları birbirini takip eden bir biçimde Filistin’e yayılmıştı. Tarihin en başından beri, Doğu’dan birçok karavan hattı; gemilerin yüklerini tüm deniz hatları boyunca Batı’ya buradan taşıdıkları yer olan, Akdeniz’in doğu ucundaki birkaç iyi deniz limanına bu bölgenin bir kısmı boyunca geçmekteydi. Ve, bu karavan trafiğinin yarıdan fazlası, Celile’deki Nasıra küçük kasabası içinden ve onun yakınından geçmekteydi.
121:2.3 (1333.5) Her ne kadar Filistin Musevi dini kültürünün evi ve Hıristiyanlık’ın doğum yeri olmuş olsa da, Museviler; birçok ülkede ikamet eden ve Roma ve Aşkani devletlerinin her vilayetinde ticaret faaliyeti gerçekleştiren bir biçimde, dünyaya yayılmışlardı.
121:2.4 (1333.6) Yunanistan bir dil ve kültür sağlamış, Roma yollar inşa etmiş ve bir imparatorluk halinde bütünleşmişti; ancak, iki yüzden fazla sinagogla ve Roma dünyası boyunca dört bir tarafa dağılmış çok düzenli dini cemiyetleri ile Museviler’in yayılışı, içinde cennet krallığının yeni müjdesinin ilk kabulünü bulduğu ve buradan daha sonrasında dünyanın en uzak uçlarına yayıldığı, kültürel merkezleri sağlamıştı.
121:2.5 (1333.7) Her Musevi Sinagogu, “dindar” veya diğer bir değişle “Tanrı-korkusu-olan” insanlar biçiminde Musevi-olmayan inanç sahibi kişilerden oluşan bir azınlık topluluğunu hoş görmüştü; ve, Pavlus, dinini Hıristiyanlık’a değiştiren öncül inananların büyük bir çoğunluğunu Musevi dinini sonradan tercih etmişlerin bu azınlık topluluğu arasından gerçekleştirmişti. Kudüs’teki tapınakta bile, Musevi-olmayanların işaretini taşıyan binaya sahipti. Orada, Kudüs’ün ve Antakya’nın sahip oldukları kültürü, alış-verişi ve ibadeti arasında çok yakın bir bağ bulunmaktaydı. Antakya’da, Pavlus’un takipçileri ilk olarak “Hıristiyanlar” olarak adlandırılmıştı.
121:2.6 (1333.8) Musevi tapınağının Kudüs’de merkezileşmesi tek bir seferde; tek-tanrılı dinlerinin kurtuluşuna dair sırrı, ve, tüm milletlerin tek bir Tanrısı’na ve tüm fanilerin Yaratıcısı’na dair yeni ve genişlemiş bir kavramsallaşmanın dünyasını besleme ve onu herkese yayma sözü anlamına geldi. Kudüs’de tapınak hizmeti, Musevi-olmayan devlet yönetimine ait derebeylerinin ve ırksal zorba yöneticilerinin olağan ilerleyişinin bir çöküşü karşısında, dini nitelikteki kültürel bir kavramsallaşmanın kurtuluşunu temsil etti.
121:2.7 (1334.1) Bu dönemin Musevi topluluğu, her ne kadar Roma derebeyliği yönetimi altında bulunuyor olmuş olsa da, özerk yönetimin dikkate değer bir düzeyini memnuniyetle deneyimlemişti; ve, onların kalpleri, Yehuda Makabi ve ondan sonra gelen on varisi tarafından yerine getirilmiş bağımsızlığın bu dönemin çok yakın zamanında gerçekleştirilmiş kahramansal kazanımlarını hatırlayan bir biçimde, uzun zamandır beklenmekte olan Mesih olarak, daha da büyük bir kurtarıcının ansızın ortaya çıkışının beklenişiyle atıyordu.
121:2.8 (1334.2) Museviler’in krallığı halindeki Filistin’in kurtuluş sırrı; bir yarı-bağımsız devlet olarak, Suriye ve Mısır arasındaki seyahatin Filistin yolununkine ek olarak Doğu ve Batı arasındaki karavan hatlarının batı ana duraklarının denetimini sağlamayı amaçlamış olan, Roma hükümetinin yurtdışı siyasasında saklıydı. Roma, Levant’da bu bölgeler içindeki büyümesini gelecekte engelleyebilecek herhangi bir gücün ortaya çıkmasını istemiyordu. Selevkos Suriyesi ve Ptolemaios Mısırı’nı birbirine düşürmeyi amaç edinmiş oyun siyasası, Filistin’in ayrı ve bağımsız bir devlet olarak desteklenişini gerektirmekteydi. Mısır’ın güçsüzleştirilişi olarak Roma siyasasına ek olarak Selevkoslar’ın Aşkaniler’in güçlenmesinden önce ilerleyen bir biçimde gerçeklemiş zayıflayışı; Museviler’in küçük ve gücü olmayan bir topluluğunun birkaç nesil boyunca, hem kuzeyde Selevkoslar’a hem de güneyde Ptolemaioslar'a karşı bağımsızlığını nasıl idare edebildiğini açıklamaktadır. Çevredeki ve daha güçlü toplulukların siyasi yönetiminden şans eseri gerçekleşmiş bu özgürlüğü ve bağımsızlığı, Museviler; Yahveh’in doğrudan müdahalesi biçiminde, kendilerin “seçilmiş topluluk” oldukları gerçeğiyle ilişkilendirdiler. Irksal üstünlüğün bu türden bir tutumu, nihai olarak arazilerine düşen Roma derebeyliği düzenine katlanmayı kendileri için çok daha fazla zor kıldı. Ancak, bu üzücü gerçekleşmede bile, Museviler dünya görevlerinin ruhsal olduğunu, siyasi olmadığını, öğrenmeyi reddettiler.
121:2.9 (1334.3) Museviler, İsa döneminde boyunca olağandışı bir biçimde endişeli ve kuşkucuydu; çünkü onlar bu dönemde, Roma yöneticilerinin güvenini kurnaz yollardan elde ederek Yahudiye’nin derebeyliğini ele geçirmiş bir konumda bulunan Edomlu Hirodes olarak bir yabancı tarafından yönetilmektelerdi. Ve, her ne kadar Hirodes Musevi törensel adetlerine olan bağlılığını ilan etmişse de, birçok duyulmamış tanrı için tapınak inşa etmeye girişmişti.
121:2.10 (1334.4) Hirodes’in Roman yöneticileri ile olan dostane ilişkileri; Musevi seyahati için dünyayı güvenilir kılmış olup, böylece, Roma İmparatorluğu’na ek olarak anlaşmalı dış ülkelerin uzak kısımlarına bile Museviler’in cennet krallığının bu yeni müjdesi ile artış gösteren yayılışları için zemin hazırladı. Hirodes’in hükümranlığı aynı zamanda, İbrani ve Helenistik felsefelerin daha fazla karışımına çok daha fazla katkıda bulundu.
121:2.11 (1334.5) Hirodes, Filistin’in medeni dünyanın kesişim noktası hale gelmesinde daha fazla yardımda bulunmuş olan, Kaysera limanını inşa etti. O M.S. 4. yılda hayatını yitirmiş olup, onun oğlu Hirodes Antipa, İsa’nın gençliği ve M.S. 39. yıla kadar süren hizmeti boyunca Celile ve Perea’yı yönetti. Antipa, tıpkı babası gibi, büyük bir inşacıydı. O, Seforis’in önemli ticaret merkezine ek olarak, Celile’deki birçok şehri yeniden inşa etti.
121:2.12 (1334.6) Celileliler’e, Kudüs dini yöneticileri ve hahami öğretmenler tarafından bütüncül hoşgörüyle bakılmamaktalardı. Celile unsurları, İsa doğduğu zaman Musevi-olmayanlardan daha yabancı konumdalardı.
121:3.1 (1334.7) Her ne kadar Roma devletinin toplumsal ve ekonomik durumu en yüksek düzeyinde bulunmasa da, geniş çaplı iç huzur ve refah, Mikâil’in bahşedilişi için yardımcı nitelikteydi. Mesih’den sonraki ilk çağda, Akdeniz dünyasının toplumu, kesin hatlarla çizilmiş beş tabakadan oluşmaktaydı:
121:3.2 (1335.1) 1. Asiller. Ayrıcalıklı ve yönetici topluluklar olarak, para ve devlet gücüne sahip üst sınıflar.
121:3.3 (1335.2) 2. Ticaret toplulukları. Büyük ihracatçılar ve ihracatçılar halindeki — uluslararası tüccarlardan oluşan ticaret ile uğraşanlar olarak, tüccar prensler ve bankerler.
121:3.4 (1335.3) 3. Küçük orta-sınıf. Her ne kadar bu topluluk gerçekten de küçük halde bulunmuşsa da, o; oldukça etkili olup, çeşitli el sanatlarında ve ticari faaliyetlerinde bu toplulukları teşvik etmeye devam etmiş olan öncül Hıristiyan kilisesinin ahlaki omurgasını oluşturmuştur. Museviler arasında Ferisiler’in çoğu, tüccarların bu sınıfına aitti.
121:3.5 (1335.4) 4. Özgür emekçi sınıfı. Bu topluluk, neredeyse hiçbir toplumsal ayrıcalığa sahip değildi. Her ne kadar onlar sahip oldukları özgürlüklerinden gurur duymuş olsalar da, köle emeği ile mücadele etmek zorunda bırakıldıkları için kendilerine büyük zararda bulunabilen konumdalardı. Daha üst sınıftakiler, “çoğalım amaçları” dışında yararsız olarak tanıyan bir biçimde, hor gören gözlerle bakmışlardı.
121:3.6 (1335.5) 5. Köleler. Roma devletinin yarı nüfusu, kölelerdi; birçoğu üstün bireyler olup, özgür emekçiler ve hatta ticaret insanları arasındaki yerlerini hızlı bir biçimde aldı. Onların büyük bir kısmı, ya vasat veya oldukça alt düzeyde bulunmaktaydı.
121:3.7 (1335.6) Kölelik, hatta üstün toplulukların bile köleliği, Roma’nın askeri başarılarının bir özelliğiydi. Sahibin kölesi üzerindeki gücü koşulsuzdu. Öncül Hıristiyan kilisesi fazlasıyla, alt sınıflardan ve bu kölelerden oluşmuştu.
121:3.8 (1335.7) Üstün köleler sıklıkla, yevmiye almakta ve parasını biriktirerek kazandıklarıyla özgürlüğünü satın alabilmekteydi. Bu türden özgürleşmiş kölelerin çoğu; devlet yönetimi, dini kurumlar ve ticaret dünyasında üst konumlara yükseldiler. Ve, tam da tür olasılıklar; öncül Hıristiyan kilisesinin, köleliğin üzerinde değişimde bulunmuş bu türüne oldukça hoşgörüyle bakmasına neden olmuştu.
121:3.9 (1335.8) Mesih’den sonraki ilk yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nda geniş çaplı hiçbir toplumsal sorun bulunmamaktaydı. Alt sınıfın büyük bir kesimi kendilerini, şans eseri doğmuş oldukları sınıfa ait bir biçimde görmektelerdi. Orada her zaman, aracılığıyla yetenekli ve yetkin bireylerin Roma toplumunun alt tabakasından yüksek tabakasına yükselebilecek açık kapı bulunmaktaydı; ancak, insanlar genellikle, sahip oldukları toplumsal düzeylerden memnunlardı. Onlar, sınıf bilincine sahip değillerdi; ne de, bu sınıfsal farklılıkları adil olmayan veya yanlış biçimde değerlendirmektelerdi. Hristiyanlık hiçbir biçimde, ezilmiş sınıfların sefaletlerini iyileştirme ana gayesine sahip bir ekonomik hareket değildi.
121:3.10 (1335.9) Her ne kadar kadın, Roma İmparatorluğu boyunca, Filistin’deki sınırlandırılmış konumuna kıyasla daha fazla özgürlüğü memnuniyetle deneyimlemiş olsa da, Museviler’in aile sadakati ve doğal şefkati Musevi-olmayan dünyanınkinden çok daha öte bir düzeydeydi.
121:4.1 (1335.10) Musevi-olmayanlar, ahlaki bir açıdan, Museviler’e göre bir ölçüde daha alt düzeydeydiler; ancak, soylu Musevi-olmayanların kalplerinde, bünyesinde Hıristiyanlığın tohumunu yeşertmenin ve ahlaki karakterin ve ruhsal kazanımın cömert bir hasadını ortaya çıkarmanın mümkün olduğu, doğal iyiliğin ve olası insan şefkatinin cömert toprağı mevcut haldeydi. Musevi-olmayan dünya, bu zamanlar; az veya çok Yunanlılar’ın öncül Plâtonculuğu’ndan kökenini almış dört büyük felsefenin egemenliği altındaydı. Bu felsefe okulları şunlardı:
121:4.2 (1335.11) 1. Epikürcü. Bu düşünce okulu, mutluluğun arayışına adanmıştı. Daha iyi Epikürcüler, cinsel aşırılıklara düşmemişlerdi. En azından bu öğreti, Romalıları kaderciliğin daha ölümcül bir türünden kurtarmaya yardımcı oldu; bu düşünce insanlara, dünyasal düzeylerini yükseltmek için bir şeyler yapmalarını öğretti. O etkin bir biçimde, bilgisizlikten kaynaklanan hurafe inancı ile mücadele etti.
121:4.3 (1336.1) 2. Stoacı. Stoacılık, daha iyi sınıfların üstün düzeydeki felsefesiydi. Stoacılar, doğanın tümüne egemen olan Nedensel-Kader’in bir denetimine inandılar. Onlar, insanın ruhunun kutsal olduğunu öğrettiler; bu ruh, fiziksel doğanın sahip olduğu kötü bedende hapsolmuştu. İnsanın ruhu, Tanrı ile olan biçimde, doğayla uyumlu içinde yaşayarak özgürlüğe erişmekteydi; böylelikle, erdem, onun ödülü olarak kendiliğinden gelmekteydi. Stoacılık; ideallerin bu dönemden beri hiçbir zaman, felsefenin tamamiyle insan kökenli olan sisteminin ötesine geçemediği bir biçimde, yüce bir ahlaka yükselmişti. Stoacılar kendilerini “Tanrı’nın doğumu” olarak duyurmuşsalar da, onu tanımada ve böylelikle onu bulmada başarısız oldular. Stoacılık, bir felsefe olarak varlığını korumaya devam etti; o hiçbir zaman, bir din haline gelemedi. Onun takipçileri, Kâinatsal Akıl’ın ahengine sahip oldukları akılları uyumlaştırmayı amaçladı; ancak, onlar, sevgi dolu bir Yaratıcı’nın çocukları olarak kendilerini tahayyül etmede başarısız oldular. Pavlus; “Ben, bugün hangi konumdaysam onunla yetinmem gerektiğini öğrendim” cümlelerini yazdığında, Stoacılığa oldukça keskin bir biçimde meyletmişti.
121:4.4 (1336.2) 3. Kinik. Her ne kadar Kinikler felsefelerini Atinalılar’ın Diyojeni’ne bağlasalar da, sahip oldukları öğretinin büyük bir kısmını Maçiventa Melçizedeği’nin öğretilerinden arta kalanlardan elde etmişlerdi. Kinikçilik daha öncesinde, bir felsefeden ziyade bir din halindeydi. En azından Kinikler, dini-felsefelerini daha demokratik hale getirdiler. Tarlalarda ve pazarlarda, onlar sürekli bir biçimde; “eğer isterse insanın kendisini kurtarabileceği” biçimindeki öğretilerini duyurdular. Onlar; basit olanın erdem olduğunu duyurup, insanların ölümle korkusuzca buluşmasını talep etti. Bu gezgin Kinik duyurucuları, daha sonraki Hıristiyan din-yayıcıları için ruhsal bakımdan aç olan nüfusu hazırlamaya fazlasıyla katkıda bulunmuştu. Onların yaygın duyuru tasarımı, Pavlus’un Mektupları’nın şablonunu takip eden, ve onun sitilini gözeten bütünlükteydi.
121:4.5 (1336.3) 4. Kuşkucu. Kuşkuculuk; bilginin aldatıcı, kesin yargıya varmanın ve emin olmanın imkânsız nitelikte bulunduğunu savundu. O; tamamiyle dışlayıcı tutum olup, hiçbir zaman yaygın hale gelmedi.
121:4.6 (1336.4) Bu felsefeler, yarı-dini nitelikteydiler; onlar sıklıkla canlandırıcı, etiksel ve soylulaştırıcıydı; ancak onlar genellikle, olağan insanların üstündeydi. Kinikçilik’in olası hariçselliği dışında, bu felsefeler, güçlü ve bilge içindi; fakir ve güçsüzü bile kapsayacak kurtuluş dinleri değillerdi.
121:5.1 (1336.5) Daha önceki çağlar boyunca, din başat bir biçimde, kabile veya milletin bir olayı olmuştu; o sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, bireyin ilgilenmesini gerektiren bir durum olmamıştı. Tanrılar, kabilsel veya milletseldi, kişisel değildi. Bu türden dini sistemler, ortalama insanın bireysel nitelikli ruhsal aidiyetlikleri için çok az tatmini sağlamaktaydı.
121:5.2 (1336.6) İsa’nın döneminde Batı’nın dinleri şunları da içine almaktaydı:
121:5.3 (1336.7) 1. Put inançları. Bunlar, Helen ve Latin mitolojilerinin, kahramanlıklarının ve geleneklerinin bir bileşimiydi.
121:5.4 (1336.8) 2. İmparator ibadeti. Devletin simgesi olarak insanın ilahlaştırılışına Museviler ve öncül Hıristiyanlar tarafından ciddi bir biçimde karşı gelinmiş olup, bu doğrudan bir biçimde, Roma hükümeti tarafından her iki din kurumunun da daha sert bir biçimde cezalandırılmasına yol açmıştı.
121:5.5 (1337.1) 3. Astroloji. Babil’in sahip olduğu bu sözde bilim, Yunan-Roma İmparatorluğu boyunca bir dine doğru gelişti. Yirminci yüzyılda bile insan bütünüyle, bu hurafesel inanıştan kurtarılamamıştır.
121:5.6 (1337.2) 4. Gizem dinleri. Ruhsal bakımdan bu kadar aç olan bir dünyaya; olağan insanların kalplerini kazanmış ve onlara bireysel kurtuluşun sözünü vermiş, Levant’dan gelen yeni ve yabancı dinler biçiminde gizem inançlarının bir seli vurdu. Bu dinler hızlı bir biçimde, Yunan-Roma dünyasının daha alt sınıflarının kabul edilmiş inanışı haline geldi. Ve, onlar; bu günlerin bilgisiz ancak ruhsal bakımdan aç olan ortalama insanını da içine alan bir biçimde, herkesin kurtuluşu için ussal ve derin bir sunuşta bulunan ilgili çekici bir din-kuramını beraberinde taşıyan bir konumdaki, İlahiyat’ın görkemli bir kavramsallaşımı sunmuş olan kıyas edilemeyecek düzeyde üstün Hıristiyan öğretilerinin hızlıca yayılımının zemin hazırlanışına fazlasıyla katkıda bulundu.
121:5.7 (1337.3) Gizem dinleri; milli inanışların sonunu hazırlamış olup, sayısız kişisel inancın doğumuna sebebiyet verdi. Gizemler çok fazla sayıdaydı, ancak onların hepsi şunlar tarafından nitelenmekteydi:
121:5.8 (1337.4) 1. Bir gizem olarak bir mitsel efsane — isimlerinin kökeninden alanlar. Bir kural olarak bu gizem; bir süreliğine, Pavlus’un Hristiyanlık inancını yeşertmesiyle aynı dönemde gerçekleşmiş olan, ve onunla çekişen, Mitraizm’in öğretileri tarafından sergilendiği gibi, belirli bir tanrının yaşamı, ve ölümü, ve hayata geri dönüşünün hikâyesiyle ilgiliydi.
121:5.9 (1337.5) 2. Bu gizemler millet-dışı ve ırklar-arasıydı. Onlar; dini kardeşliklerin ve sayısız mezhep cemiyetlerinin ortaya çıkışına temel oluşturan bir biçimde, kişisel ve kardeşsel nitelikteydi.
121:5.10 (1337.6) 3. Onlar, hizmetleri bakımından, inanca kabulün detaylı törenleri ve ibadetin dikkate etkileyici ayinsel adetleri tarafından nitelenmekteydi.
121:5.11 (1337.7) 4. Ancak, törenlerinin doğası ve aşırılıklarının derecesi ne olursa olsun, bu gizemler, her durumda, sahip oldukları adanmış bireyleri; “ölümden sonraki kurtuluş olarak kötülükten kurtulmaya ek olarak keder ve köleliğin bu dünyasının ötesindeki şen âlemlerde kalıcı yaşam biçiminde, özgürleşmenin sözünü vermişti.
121:5.12 (1337.8) Ancak, İsa’nın öğretilerini bu gizemlerle karıştırmanın hatasına düşmeyin. Gizemlerin yaygınlığı; insanın kurtuluş için arayışını, böylece kişisel din ve bireysel doğruluk için gerçek bir açlığı ve susuzluğu temsil eden bir biçimde, açığa çıkarmaktadır. Her ne kadar bahse konu gizemler bu arzuyu yeterince tatmin etmede başarısız olmuş olsa da, yaşamın ekmeğini ve onun suyunu bu dünyaya gerçek anlamıyla getirmiş olan İsa’nın ilerideki ortaya çıkışı için zemin hazırlamıştır.
121:5.13 (1337.9) Pavlus; gizem dinlerinin daha iyi türlerine olan geniş kapsamlı bağlılığı kullanmanın bir çabası içinde, dinini olası biçimde değiştirecek olanların geniş bir sayısına daha kabul edilebilir kılan şekilde, İsa’nın öğretileri üzerinde belirli uyumlaştırıcı düzenlemelerde bulundu. Ancak, Pavlus’un İsa’nın öğretileri üzerindeki tavizkar değişikliği (Hristiyanlık dini), bu gizemlere göre şu açılardan daha üstündü:
121:5.14 (1337.10) 1. Pavlus, bir etik kurtuluşu biçiminde, kötülükten ahlaksal bir arınmayı öğretti. Hristiyanlık yeni bir yaşamı işaret edip, yeni bir ideali duyurdu. Pavlus, büyüsel ayinlerinden ve büyüleyici nitelikteki törensel etkinliklerden ayrıldı.
121:5.15 (1337.11) 2. Hristiyanlık, insan sorununun nihai çözümlerini ile mücadele eden bir din sundu; zira, o, yalnızca kaderden ve hatta ölümden olan özgürleşimi sunmadı, aynı zamanda ebedi kurtuluş niteliklerinde olan doğru bir karakterin elde edilişi sonrasında günahtan olan kurtuluşun sözünde bulundu.
121:5.16 (1338.1) 3. Gizemler, mitler üzerine inşa edilmişlerdi. Pavlus’un duyurduğu haliyle Hristiyanlık, tarihsel bir gerçeklik üzerine kurulmuştu: Tanrı’nın Evladı olarak Mikâil’in insanlık üzerine olan bahşedilişi.
121:5.17 (1338.2) Musevi-olmayanlar arasında ahlak, doğrudan bir biçimde, ne felsefe nede din ile ilişkili nitelikteydi. Filistin’in dışında, dine ait bir din adamının ahlaki bir yaşamın öncülüğünde bulunmasının beklenmesi, insanların her zaman akıllarına gelen şey olmamıştı. Musevi dini, ve daha sonra İsa’nın öğretileri, ve sonradan Pavlus’un evrimleşen Hıristiyanlığı; dindarların her ikisine de önem vermesini ısrar eden bir biçimde, bir elini ahlaki değerleri ve diğerini etik kuralları için sıvazlamış ilk Avrupa dinleriydi.
121:5.18 (1338.3) Felsefenin bu türden tamamlanmamış sistemlerinin egemenliği altında bulunan ve dinin bu türden karmaşık inançları tarafından kafa karışıklığına uğramış haldeki, insanların bu türden bir nesline doğru İsa, Filistin’de doğmuştu. Ve, bu aynı nesle o daha sonra, Tanrı ile olan evlatlık olarak — kişisel dine ait kendi müjdesini vermişti.
121:6.1 (1338.4) Mesih’den önceki ilk çağın sonuna doğru Kudüs’ün dini düşüncesi; Yunan kültürel öğretilerden ve hatta Yunan felsefesinden devasa biçimde etkilenmiş ve bir ölçüde değişikliğe uğramış haldeydi. İbrani düşüncesinin Doğu ve Batı okulları arasındaki uzun süredir gerçekleşmiş çekişmede, Kudüs, ve Batı’nın geri kalanı, ve Levant’ın geneli, Batı Musevi veya diğer bir değişle dönüşüme uğramış Helenistik bakış açısını benimsedi.
121:6.2 (1338.5) İsa’nın döneminde, Filistin’de üç dil hüküm sürmüştü: Alt tabakadaki geniş halk topluluğu Aramice’nin bir dilini; din adamları ve hahamlar İbrani dilini; Museviler’in eğitim görmüş sınıfları ve daha iyi tabakası genel olarak Yunancayı konuşmuştu. İskenderiye’de İbrani yazıtlarının Yunanca’ya olan öncül çevirisi, hiç de az olmayan bir ölçekte, Musevi kültürü ve din-kuramının Yunan ayağına ait ileride gerçekleşecek egemenliğine neden olmuştu. Ve, Hıristiyan öğretmenlerinin yazıları, yakın bir zaman içinde, aynı dilde ortaya çıkacaktı. Yahudiliğin rönesansı, İbrani yazıtlarının Yunanca’dan olan çevirisinden başlar. Bu; daha sonra, Pavlus’un, Doğu yerine Batı’ya doğru Hıristiyan inancını yöneltişini belirleyen hayati bir etki olmuştu.
121:6.3 (1338.6) Her ne kadar Helenleşmiş Musevi inanışları, Epikürcülerin öğretileri tarafından çok az ölçüde etkilenmiş olsa da, onlar; Plato’nun felsefesi ve Stoacılar’ın bireyi reddeden savları tarafından oldukça maddi biçimde etkilenmişlerdi. Stoacılığın kendine bulduğu büyük kanal, örneksel biçimde, Makabiler’in Dördüncü Kitabı tarafından sergilenmektedir; hem Platonik ve hem de Stoacı savların dışarıdan olan katılımı, örneksel olarak, Süleyman’ın Bilgeliği’nde sergilenmektedir. Helenleşmiş Museviler; derinden saygı duydukları Aristocu felsefe ile beraber İbrani din-kuramına uyumda hiçbir zorluk çekmedikleri bu türden bir mecazi yorumu, İbrani yazıtlarına getirdiler. Ancak, bütün bunların hepsi; dini inanış ve uygulamanın bütüncül ve oldukça tutarlı bir sistemine doğru Yunan felsefesini ve İbrani din-kuramını uyumlaştırmaya ve bir düzene oturtturmaya girişmiş olan İskenderiyeli Philon tarafından bu sorunlara el atılıncaya kadar, yıkıcı kafa karışıklığına neden olmuştu. Ve, bu; İsa’nın yaşadığı ve öğretisinde bulunduğu zamanda Filistin’de hâkim olan, ve Pavlus’un Hıristiyanlığa dair kendisinin daha gelişmiş ve aydınlatıcı inancını üzerinde inşa etmek için temel olarak kullandığı, Yunan Felsefesi ve İbrani din-kuramının bu bileşimine ait daha sonraki öğretiydi.
121:6.4 (1338.7) Philon, büyük bir öğretmendi; Musa’dan beri, Batı dünyasının sahip olduğu etik ve dini düşünce üzerinde bu türden derin bir etkide bulunabilmiş bir insan yaşamamıştı. Etik ve dini öğretilerin çağdaş sistemleri içindeki daha iyi etkenlerin bileşimi temel alındığında, öne çıkan şu yedi insan öğretmeni yaşamıştır: Sethart, Musa, Zerdüşt, Lao-tse, Buda, Philon ve Pavlus.
121:6.5 (1339.1) Yunan mitik felsefe ile Romalı Stoacı savları İbraniler’in yasasal din-kuramı ile birleştirmeye dair bir çabadan doğan Philon’un çoğu, ancak hepsini içermeyen nitelikteki, tutarsızlıklarını Pavlus tanımış olup, Hıristiyan-öncesi temel din-kuramından bilgece bir biçimde arındırdı. Philon; Pavlus’un, Yunan din-kuramında uzun bir süreden beridir değişmez konumda bulunmuş olan Cennet Kutsal Üçlemesi’ne dair kavramsallaşmaya daha bütüncül bir biçimde geri dönüşü için zemin hazırladı. Yalnızca tek bir hususta, Pavlus, Philon’a ayak uydurmada veya İskenderiye’nin bu zengin ve eğitim görmüş Musevisi’nin öğretilerinin ötesine geçmede başarısız oldu; bu ise, günahlardan arınmaya dair savdı; Philon, yalnızca kanın akıtılmasıyla bağışlamanın savından devre dışı kalacağını öğretti. O aynı zamanda muhtemelen içten içe, Düşünce Düzenleyicileri’nin gerçekliğine ve mevcudiyetine Pavlus’dan daha net bir biçimde gördü. Ancak, Pavlus’un, kalıtımsal suçluluğa ve içkin kötülüğe dair savları ve onlardan olan kurtuluşu biçiminde ilk günaha dair kuramı; İbrani din-kuramı, Philon’un felsefesi ve İsa’nın öğretileri ile çok az ortak noktaya sahip olan bir biçimde, köken bakımından kısmi olarak Mitraik’di.
121:6.6 (1339.2) İsa’nın dünyasal yaşamına ait anlatımların sonuncusu olarak Yuhanna İncili; Batı topluluklarına sunulmuş olup, hikâyesini, aynı zamanda Philon’un öğretilerine ait takipçileri olan daha sonraki İskenderiye Hıristiyanlarının bakış açısının ışığı altında sunmuştur.
121:6.7 (1339.3) Yaklaşık olarak Mesih’in yaşadığı zamanda, İskenderiye’de Museviler’e dair tuhaf biçimde ortaya çıkmış eski hislere dönen bir değişiklik gerçekleşti; ve, bu eski Musevi kalesinden, binlercesinin kovulduğu Roma’ya kadar bile genişleyen bir biçimde, zulmün kindar bir dalgası yayıldı. Ancak, bu türden yanlış temsilin hareketi kısa süreli oldu; oldukça yakın bir zaman içinde imparatorluk yönetimi tamamiyle, imparatorluk boyunca Museviler’in kısıtlanan özgürlüklerini eski haline getirdi.
121:6.8 (1339.4) Geniş dünyanın tamamı boyunca, Museviler, ticaret veya baskı nedeniyle kendilerini her nereye dağılmış olarak bulsalar, kalplerini tek bir yürek biçiminde Kudüs’de kutsal tapınakta tuttular. Musevi din-kuramı; her ne kadar birkaç kez belirli Babil öğretmenlerinin zamansal müdahalesi tarafından unutulmaktan kurtarılmışsa da, Kudüs’de yorumlandığı ve yerine getirildiği bütünlükte varlığını sürdürebilmişti.
121:6.9 (1339.5) Bu dağılmış Museviler’in iki buçuk milyonluk kadar geniş bir nüfusu, sahip oldukları milli nitelikteki dini festivallerin kutlanışı için Kudüs’e gelmeyi adet edinmişlerdi. Ve, Doğu (Babilli) ve Batı (Helenik) Musevileri’nin din-kuramsal veya felsefi farklılıkları ne olursa olsun, onların hepsi; Kudüs’de, ibadetlerinin merkezi olarak ve Mesih’in gelişini sürekli dört gözle bekler biçimde görüş birliğindeydiler.
121:7.1 (1339.6) İsa’nın döneminde, Museviler; kökenlerine, tarihlerine ve nihai sonlarına dair istikrara kavuşmuş bir kavramsallaşmaya ulaşmış haldelerdi. Onlar, kendileri ve Musevi-olmayan dünya arasındaki ayrımın keskin bir duvarını inşa etmiş haldelerdi. Onlar; kanun mektubuna ibadet etmekte olup, kökenlerine dair aslı bulunmayan gurura dayanmış bir biçimde kendisini haklı gören tutumun bir türünün cazibesine kapılmışlardı. Onlar, söz verilmiş Mesih’e dair temelsiz düşüceler oluşturmuş haldelerdi; ve, bu beklentilerin çoğu, milli ve ırksal tarihlerinin bir parçası olarak gelecek bir Mesih’i hayal etmişti. Bu günlerin İbranileri için Musevi din-kuramı, sonsuza kadar sabitlenmiş bir biçimde geri dönülemez bir bütünlükte oluşumunu tamamlamıştı.
121:7.2 (1339.7) Hoşgörü ve iyiliğe dair İsa’nın öğretileri ve uygulamaları; Museviler’in, başkası olarak gördükleri diğer topluluklara karşı uzun geçmişi olan tutumlarına tezat oluşturmaktaydı. Nesiller boyunca Museviler; dış dünyaya karşı, insanların ruhsal kardeşliği hakkında Üstün’ün öğretilerini kabul etmelerini imkânsız kılmış olan bir tutum beslemiş konumdaydı. Onlar; Yahveh’i Musevi-olmayanlar ile eşit düzeyde paylaşmaya gönülsüz olup, benzer bir biçimde, bu türden yeni ve tuhaf savları öğreten birini Tanrı’nın Evladı olarak kabul etmeye gönülsüzlerdi.
121:7.3 (1340.1) Yazıcılar, Ferisiler ve din-adamlığı; Roma siyasi yönetimininkinden kıyaslanamayacak derecede daha gerçek olan bir esaret biçiminde, Musevileri ayinciliğin ve yasalsılığın çok kötü bir esareti altında tuttu. İsa’nın zamanındaki Museviler, yalnızca kanuna olan taabiyette tutulmamaktalardı, onlar aynı zamanda eşit bir biçimde, kişisel ve toplumsal yaşamın her alanına giren ve onu işgal eden geleneklerin kölesel taleplerine bağlı kılınmışlardı. Davranışın bu çok detaylı yönetmelikleri, her sadık Musevi’yi merkezine alıp, onun üzerinde üstünlük kurdu; ve, kutsal geleneklerini görmezden gelmeye cüret etmiş ve toplumsal davranışın uzunca bir süredir onurlandırılagelen yönetmeliklerine küçük gözle bakmaya cesaret etmiş nüfuslarından birisini hiç vakit kaybetmeden reddetmeleri şaşılacak bir durum değildi. Onlar neredeyse hiçbir biçimde, Baba İbrahim’in kendisi tarafından emredilmiş olarak gördükleri dogmalarla çatışmakta tereddüt göstermemiş birinin öğretilerini onaylayan gözle bakamazlardı.
121:7.4 (1340.2) Mesih’den sonraki ilk çağ içerisinde, yazıcılar olarak tanınmış öğretmenler tarafından konunun sözlü yorumlanışı, yazılı kanunun kendisinden daha yüksek bir yönetici güç halinde gelmiş konumdaydı. Ve, tüm bunların hepsi, Museviler’in belirli dini önderlerinin, yeni bir müjdenin kabul edilişine karşı insanları bir araya toplamasını kolay hale getirdi.
121:7.5 (1340.3) Bu koşullar, Museviler’in; dini özgürlüğün ve ruhsal bağımsızlığın yeni müjdesinin ileticileri olarak kutsal nihai sonlarını yerine getirmelerini imkânsız kıldı. Onlar, geleneğin zincirlerini kıramamışlardı. Yeremya, “insanların kalplerinde yazılacak olan kanundan” bahsetmiş; Zülkifi, “insanın ruhu içinde yaşayacak yeni ruhaniyetin” bir mevcudiyetinden söz etmişti; ve, Zebur, Tanrı’nın “temiz bir kalp yaratması ve doğru bir ruhaniyeti yenilemesi” için dua etmekteydi. Ancak, iyi işlerin ve kanuna olan kölesel bağlılığın Musevi dini gelenekselci eylemsizliğe ait durağanlığın kurbanı haline gelmekten kaçamadığında, dini evrimin devinimi batı doğrultusunda Avrupalı insan topluluklarına doğru geçmişti.
121:7.6 (1340.4) Ve, böylece farklı bir topluluk; Yunanlılar’ın felsefesini bünyesinde taşıyan bir öğreti sisteminden, Romalılar’ın kanunundan, İbraniler’in ahlakından, ve, Pavlus tarafından oluşturuluşuna ek olarak İsa’nın öğretilerine dayanan nitelikteki kişilik temizliği ve ruhsal özgürlüğünün müjdesinden meydana gelmiş, gelişmiş bir din kuramını dünyaya taşımak için davet edilmişti.
121:7.7 (1340.5) Pavlus’un Hristiyanlık inanışı, bir Musevi doğum lekesi olarak sahip olduğu ahlakı sergiledi. Museviler tarihi, Yahveh’in ürünü halindeki — Tanrı’nın yazgısı olarak gördü. Yunanlılar yeni öğretiye, ebedi yaşamın daha kesin kavramsallaşmaları getirdiler. Pavlus’un savları; din-kuramsal ve felsefesi bakımdan, yalnızca İsa’nın öğretileri tarafından değil aynı zamanda Plato ve Philon’dan etkilenmişti. Etik değerler bakımından o, yalnızca Mesih’den değil aynı zamanda Stoacılar tarafından da ilham almıştı.
121:7.8 (1340.6) İsa’nın müjdesi, Pavlus’un Antakya Hıristiyanlığı bünyesinde barındığı biçimiyle, şu öğretiler ile karışmış hale geldi:
121:7.9 (1340.7) 1. Yahudiliğe dinlerini değiştirmiş olan Yunanlılar’ın, ebedi yaşama dair kavramsallaşmalarının bazılarına ek olarak, nedensel felsefi düşünüşleri.
121:7.10 (1340.8) 2. Özellikle, belirli bir tanrı tarafından gerçekleştirilmiş feda etme vasıtasıyla günahlardan arınmaya, kötülükten özgürleşmeye ve kurtuluşa dair Mitrasal savlar olarak, varlığını sürdürmekte olan gizem mitlerinin çekici öğretileri.
121:7.11 (1340.9) 3. Yerleşmiş Musevi dininin güçlü yapıdaki ahlakı.
121:7.12 (1341.1) Akdeniz Roma İmparatorluğu, Aşkani krallığı ve İsa’nın dönemindeki komşu insan topluluklarının tümü; dünyanın coğrafyası, gökbilimi, sağlığı ve hastalığı hakkında ham ve ilkel düşüncelere sahiplerdi, ve, doğal olarak onlar, Nasıralı marangozun yeni ve şaşkınlık verici duyurularıyla hayrete düşmüşlerdi. İyi ve kötü olarak ruhaniyetlerin ele geçirmesi, yalnızca insan varlıkları için geçerli değildi; ancak, her taş ve ağaç birçokları tarafından, ruhaniyetler tarafından ele geçirilmiş olarak görülmüştü. Bu, büyülenmiş bir çağdı; ve, herkes mucizelere, yaygın olarak gerçekleşmiş oluşumlar biçiminde inanmışlardı.
121:8.1 (1341.2) Tarafımıza verilmiş emirle tutarlı bir biçimde, olabildiği kadar bizler; Urantia üzerinde İsa’nın yaşamı ile ilgili mevcut olan kayıtları kullanıp, onları bir ölçüde eş güdümsel hale getirmeye çabalamış bulunmaktayız. Bizler; her ne kadar Havari Andreas’ın kayıp kaydına olan erişimi memnuniyetle gerçekleştirmiş olsak ve (başta onun şu anki Kişileştirilmiş Düzenleyicisi olarak) Mikâil’in bahşedilişi döneminde dünya üzerinde olan göksel varlıkların geniş bir yardımcı birliğinin katılımından yararlanmış bulunsak da, tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın Müjdeleri’ni de aynı zamanda kullanmak bizlerin amacı olmuştu.
121:8.2 (1341.3) Bu Yeni Ahit kayıtları, kaynağını şu takip eden yaşanmışlıklardan almıştı:
121:8.3 (1341.4) 1. Markos’un Müjdesi. Yuhanna Markos, (Andreas’ın notları bir kenara bırakıldığında) İsa’nın yaşamının en öncül, en kısa ve en basit kaydını yazmıştı. O; Üstün’ü, insanlar arasında insan olarak, bir hizmetkâr biçiminde sunmuştu. Her ne kadar Markos, tasvir ettiği sahnelerin çoğunda orada bulunmuş bir genç olsa da, onun kaydı gerçekte Simun Petrus’a göre Müjde’idi. O, öncül bir biçimde Petrus ile birliktelik kurmuştu; bunu daha sonra Pavlus ile gerçekleştirmişti. Markos, bu kaydı; Petrus’un başlangıçsal yazıları ve Roma’da bulunan kilisenin içten talebi üzerine kaleme almıştı. Üstün’ün, dünya üzerinde ve beden içinde bulunurken öğretilerinin yazıya geçirilmesini çok tutarlı bir biçimde nasıl reddettiğini bilir halde, Markos; havariler ve önde gelen diğer takipçiler gibi, onları kaleme almada gönülsüzdü. Ancak, Petrus, Roma’da bulunan kilisenin bu türden yazılı bir anlatımın yardımına ihtiyaç duyduğunu hisseti; ve, Markos, onun hazırlanışa girişmeye razı oldu. Markos, Petrus’un M.S. 67. yılda hayatını yitirişinden önce birçok not almış olup, yazısına, Petrus tarafından onaylanmış bir taslak uyarınca ve Roma’da bulunan kilise için, Petrus’un ölümünden sonra yakın bir süreç içinde başladı. Müjde, M.S. 68. yılın sonuna yakın tamamlanmıştı. Markos, onu tamamen kendi hafızasından ve Petrus’un hatırladıklarından yazmıştı. Bu kayıt, bu zamandan beri kayda değer bir biçimde; metinden alınmış sayısız paragraf, ve, ilk kez kopyalanmasından önce ilk el yazmasından kaybolan özgün Müjde’nin son beşte birlik kısmının yerine eklenen daha sonraki bazı hususlar olarak, değiştirilmişti. Markos tarafından gerçekleştirilmiş bu kayıt, Andreas’ın ve Matta’nın notları ile beraber, İsa’nın yaşamını ve öğretilerini resmetmeyi amaçlamış, daha sonra ortaya çıkmış tüm Müjde anlatılarının yazılı temeliydi.
121:8.4 (1341.5) 2. Matta’nın Müjdesi. Tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle Matta’ya göre Müjde, Musevi Hıristiyanları’nın eğitimi için yazılmış olan Üstün’ün yaşamına dair kayıttır. Bu kaydın yazarı, sürekli olarak; İsa’nın yaşamında, onun yaptığı şeylerin çoğunun, “peygamber tarafından ifade edilmiş şeylerin aynen yerine gelişi” olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Matta’nın Müjdesi İsa’yı; kanun ve peygamberler için büyük bir saygıda bulunur biçimde resmederek, Davud’un bir evladı olarak tasvir eder.
121:8.5 (1341.6) Havari Matta, bu Müjde’yi yazmamıştı. Bu Müjde; eserinde, yalnızca gerçekleşmiş bahse konu olaylara dair Matta’nın kişisel hatırlayışından değil, aynı zamanda, Matta’nın, çarmıha gerilişinden hemen sonra İsa’nın sözlerinden oluşturduğu belirli bir kayıttan da faydalanmış, takipçilerinden biri olarak İsidoros tarafından yazılmıştı. Matta tarafından bu kayıt, Aramice dilinde yazılmıştı; İsidoros, Yunanca’da yazmıştı. Bu yaratımı Matta’ya mal etmede hiçbir aldatma amacı bulunmamaktaydı. Bu dönemlerde, öğrencilerin bu şekilde öğretmenlerini onurlandırmaları adettendi.
121:8.6 (1342.1) Matta’nın özgün kaydı, İsidoros’un dini yayma amacı güden duyurulara katılmak için Kudüs’den ayrılışından hemen önce, M.S. 40. yılda yenilenmişti ve kendi yazılarına eklenmişti. O; son nüshanın M.S. 416. yılda bir Suriye manastırında yanarak yok olduğu biçimde, şahsi bir kayıttı.
121:8.7 (1342.2) İsidoros; Kudüs’den, Matta’nın notlarının bir nüshasını Pella’ya beraberinde alarak, Titus’un orduları tarafından şehrin kuşatılışının ardından, M.S. 70. yılda ayrıldı. 71 yılında, Pella’da yaşarken, İsidoros, Matta’ya göre Müjde’yi yazdı. O da, Markos’un anlatısının ilk dörtte beşlik kısmına sahipti.
121:8.8 (1342.3) 3. Luka’nın Müjdesi. Pisidya’da Antakyalı doktor olarak Luka, Pavlus’un dinine geçen bir Musevi-olmayan kişiydi; o, Üstün’ün yaşamına dair oldukça farklı bir hikâye yazmıştı. O, Pavlus’u takip etmeye ve İsa’nın yaşamı ve öğretilerini öğrenmeye başlamıştı M.S. 47. yılda başlamıştı. Luka; kaydında, bu gerçekleri Pavlus ve diğerlerinden toplamış bir biçimde, “Koruyucu İsa Mesih’in şükranının” çoğunu muhafaza etmektedir. Luka Üstün’ü, “haraç kesenlerin ve günahkârların dostu” olarak temsil etmektedir. O, aldığı birçok notu Pavlus’un ölümünden sonra kadar oluşturmamıştı. Luka, Ahaya’da 82. yılda yazımını gerçekleştirmişti. O; Mesih ve Hıristiyanlık’ın tarihini konu alan üç kitabı tasarlamıştı, ancak o M.S. 90. yılda “Havarilerin Eylemleri” isimli bu eserlerin ikincisini tamamlayışından hemen önce yaşamını yitirdi.
121:8.9 (1342.4) Müjdesi’nin bir araya getirilişi için kaynak hususunda Luka ilk olarak, Pavlus tarafından kendisine aktarıldığı biçimiyle İsa’nın yaşamına dair hikâyeye dayandı. Luka’nın Müjdesi, böylelikle, belirli açılardan Paul’a göre Müjde’dir. Ancak, Luka, bilginin diğer kaynaklarına sahipti. O; yalnızca, kayıt altına almış olduğu İsa’nın yaşamına ait sayısız yaşanmışlığa şahit olanların çok fazla sayıdaki kişisiyle görüşmemişti, aynı zamanda, İsidorus’un anlatımı olarak Matta’nın Müjdesi’nin beş kısmından ilk dördünün nüshasına, ve, Cedes isimli bir inanan tarafından Antakya’da M.S. 78. yılda gerçekleştirilmiş kısa bir kayda da beraberinde sahipti. Luka aynı zamanda, Havari Andreas tarafından yazılmış olduğu söylenen bazı notların kesilmiş ve üzerinde çok fazla değişikliğe gidilmiş bir nüshasına sahipti.
121:8.10 (1342.5) 4. Yuhanna’nın Müjdesi. Yuhanna’ya göre Müjde; İsa’nın Yahudiye’de ve Kudüs çevresinde, diğer kayıtlarda barınmayan, çalışmalarının çoğunu anlatmaktadır. Bu, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle, Zebedi’nin evladı olan Yuhanna’ya göre Müjde’idi; ve, her ne kadar Yuhanna onu yazmamışsa da, onun yazılmasına ilham kaynağı olmuştur. İlk yazılışından beri, Yuhanna’nın kendisi tarafından yazılan bir biçimde gözükmesi için üzerinde birkaç kez üzerinde değişikliğe gidilmiştir. Bu kayıt yazıldığında, Yuhanna diğer Müjdeler’e sahipti; ve, o, birçok şeyin çıkarıldığını görmüştü; böylelikle, o, M.S. 101. yılda, Kayserya’dan gelen bir Yunanlı Musevi olarak yardımcısı Nathan’ı, yazmaya başlaması için teşvik etmişti. Yuhanna kaynağını, anılarından ve hali hazırda mevcut olan üç kayda atıfta bulunarak sağlamıştı. O, kendisine ait hiçbir yazılı kayda sahip değildi. “İlk Yuhanna” olarak bilinen Mektup; Yuhanna’nın kendisi tarafından, Nathan’ın kendi yönlendirişi altında gerçekleşmiş olduğu eserin bir ön sözüydü.
121:8.11 (1342.6) Tüm bu yazarlar; gördükleri, hatırladıkları veya onun hakkında öğrendikleri biçimiyle, ve, bu geçmiş olaylara dair kavramsallaşmalarının Pavlus’un Hristiyanlık din-kuramını daha sonraki kabul edişleriyle etkilendiği şekliyle, İsa’ya ait dürüst tasvirleri sundular. Ve, bu kayıtlar, kusursuz olmayan niteliklerine rağmen, yaklaşık iki bin yıldır Urantia tarihinin gidişatını değiştirmeye yeterli olmuştur.
121:8.12 (1343.1) [Takdim: Nasıralı İsa’nın öğretilerini yeniden dile getirme ve onun yaptıklarını yeniden anlatma görevini yerine getirirken, ben, özgür bir biçimde, kaydın ve gezegensel tüm kaynaklarından yararlandım. Benim ana güdüm; yalnızca, mevcut an içinde yaşayan insanların nesilleri için aydınlatıcı olmayan, ancak aynı zamanda, gelecek nesillerin tümü için yararlı olabilecek bir kaydı hazırlamak olmuştur. Benim için kullanılabilir nitelikteki çok geniş bilgi havuzundan, ben, bu amacın yerine getirilmesi için en uygun olanlarını seçmiş bulunmaktayım. Olabildiği kadar, ben; bilgimi, tamamiyle insan olan kaynaklardan elde etmiş bulunmaktayım. Yalnızca bu kaynaklar başarısız olduğunda, ben; insan-ötesi olan bahse konu kaynaklara başvurmak zorunda kaldım. İsa’nın yaşamı ve öğretilerine ait düşünceler ve kavramsallaşmalar, bir insan aklı tarafından kabul edilebilir bir biçimde ifade edildiğinde, ben hiç değişmeksizin, bu türden bariz insan düşünce şablonlarını tercih ettim. Her ne kadar, ben kelimesel ifademi, Üstün’ün yaşam ve öğretilerinin gerçek anlamı ve doğru niteliğine dair bizlerin kavramsallaşmasına daha iyi uyum sağlaması için ayarlamayı amaç edinmiş olsam da, tüm anlatımlarında mevcut insan kavramsallaşmasına ve düşünce şablonuna bağlı kaldım. Ben; insan aklı içinde kökeni olan bu kavramsallaşmaların, tüm diğer insan akılları için daha kabul edilebilir ve yardımcı olacağını çok iyi bilmekteyim. İnsan kayıtlarında ve insan ifadelerinde gerekli kavramsallaşmaları bulmada yetkin olamadığımda, bir sonraki aşamada, yarı-ölümlüler olarak benim dünya yaratılmışları düzeyimin hafıza kaynaklarına başvurmak zorunda kaldım. Ve, bilginin bu ikincil kaynağı yetersiz kaldığında, ben tereddüt etmeden, bilginin gezegen-ötesi kaynaklarına başvurmak zorunda kaldım.
121:8.13 (1343.2) Toplamış olduğum bu andıç ve ondan — Havari Andreas’ın kaydına ait hafızaya ek olarak olmak üzere — elde etmiş olduğum İsa’nın yaşam ve öğretileri; İsa’nın döneminden, bu açığa çıkarılışların, daha doğrusu bu yeniden anlatılışların kaleme alındığı bu ana kadar dünya üzerinde yaşamış olan iki binden fazla insan varlığından bir araya getirilmiş İsa’nın öğretilerine ait düşünce mücevherlerini ve üstün kavramsallaşmalarını içine almaktadır. Açığa çıkarıma izni yalnızca, insan kaydı ve kavramsallaşmaları yeterli bir düşünce şablonu sağlayamadığında kullanılmıştır. Benim açığa çıkarma görevim; tamamiyle insan kaynakları içinde gereken kavramsal ifadeyi bulma çabalarımda başarısız olduğumu ispatlayabileceğim ana kadar, hem bilgiye hem de ifadeye ait insan-ötesi kaynaklara başvurmamı yasaklamıştır.
121:8.14 (1343.3) Her ne kadar, birliktelik içinde bulunduğum akran on bir yarı-ölümlünün işbirliği içinde ve kaydın Melçizedek yüksek denetimi altında olarak, ben, bu anlatımı, onun etkin düzenlenişine dair kavramsallaşmam doğrultusunda ve onun doğrudan ifadesine dair tercihimin sonucu olarak tasvir etmiş bulunsam da, yine de, bu şekilde kullanmış olduğum düşüncelerin büyük çoğunluğu ve hatta etkili ifadelerin bazıları bile, kökenlerini, bu girişimin gerçekleştiği anda bile hala yaşamakta olan kişilere kadar, aradaki nesiller boyunca dünya üzerinde yaşamış birçok ırkın insanlarının sahip olduğu akıllardan almaktadır. Birçok açıdan, ben daha çok, özgün bir anlatıcı yerine bir derleyici ve düzenleyici olarak hizmet etmiş bulunmaktayım. Ben tereddüt etmeden; İsa’nın yaşamına ait en etkin tasviri yaratacak ve onun benzersiz öğretilerini en etkili nitelikte yardımcı ve evrensel olarak canlandırıcı kelime tercihleriyle yeniden ifade etmemde beni yetkin hale getirecek, tercihen insan kökenli, bu düşünceleri ve kavramları ödünç almış bulunmaktayım. Urantia’nın Birleşmiş Yarı-Ölümlülerin Kardeşliği adına, ben; dünya üzerinde İsa’nın yaşamını yeniden ifade edişimizin daha detaylı açıklanışında bu noktadan itibaren kullanılmış olan kaydın ve kavramsallaşmanın tüm kaynaklarına olan minnettarlığımızı, olası en derin şükran duygularımla takdim etmekteyim.]
Urantia’nın Kitabı
122. Makale
122:0.1 (1344.1) FİLİSTİN’in Mikâil’in bahşediliş yeri olarak tercih edilişine, ve özellikle, tam da neden Yusuf ve Meryem’in ailesinin Urantia üzerinde bu Tanrı’nın Evladı’nın ortaya çıkışı için öncül çevre olarak seçilişine götüren birçok nedeni tamamiyle açıklamak, neredeyse hiçbir biçimde mümkün olamayacaktır.
122:0.2 (1344.2) Melçizedekler tarafından hazırlanmış tecrit altındaki dünyalara dair özel bir rapor üzerinde gerçekleştirilmiş bir incelemeden sonra, Mikâil nihai olarak, son bahşedilişini üzerinde gerçekleştireceği gezegen olarak Urantia’yı seçti. Bu kararı takiben, Cebrail, Urantia’ya kişisel bir ziyarette bulundu; ve, insan topluluklarını inceleyişinin, ve, dünya ve onun insanlarının sahip oldukları ruhsal, ussal, ırksal ve coğrafi nitelikleri üzerinde gerçekleştirdiği çalışmasının bir sonucu olarak, İbraniler’in; bahşedilme ırkı olarak seçilmelerini haklı kılacak görece üstün yanlara sahip olduklarına karar verdi. Bu kararı Mikâil’in kabul etmesi üzerine, Cebrail; kendilerine Musevi aile yaşamı üzerinde bir inceleme başlatılması görevi verilen, evren kişiliklerin daha yüksek düzeyleri arasından seçilmiş haldeki — On İki Üyeli Aile Heyeti’ni Urantia’ya gönderdi. Bu heyet çalışmalarını sonlandırdığında, Cebrail; Urantia üzerinde mevcut bulunup, heyetin görüşüne göre, Mikâil’in tasarlanmış vücutlaşımı için bahşedilme aileleri olarak eşit bir biçimde elverişli haldeki, varlığın üç olası birlikteliğini aday gösteren raporu teslim aldı.
122:0.3 (1344.3) Aday gösterilmiş üç çiften, Cebrail; Yusuf ve Meryem’den yana kişisel tercihinde bulunarak, bahşedilme evladının dünya annesi haline gelmek için seçildiğine dair mutlu haberleri ona aktardığı an olarak, daha sonra Meryem’e kişisel görünüşünü gerçekleştirdi.
122:1.1 (1344.4) (Yeşu bin Yusuf olarak) İsa’nın insan babası olarak Yusuf, her ne kadar, atalarının kadın kolları tarafından zaman zaman kendi soy ağacına zamanında eklenmiş birçok Musevi-dışı ırk kökenlerini taşısa da, Museviler’e ait bir Musevi idi. İsa’nın babasının kökeni; İbrahim’in dönemine, ve bu saygı değer ırk büyüğünden Sümer ve Nod unsurlarına varan kalıtımın öncül kollarına, ve ilk çağ mavi insanların güney kabileleri boyunca ta Andon ve Fonta’ya kadar gitmekteydi. Davut ve Süleyman, Yusuf’un soyunun doğrudan kolu içinde değildi; ne de, Yusuf’un kol kökeni doğrudan Âdem’e kadar uzanmaktaydı. Yusuf’un doğrudan ataları — inşaatçılar, marangozcular, taşçılar ve demirciler olarak — ustalardı. Yusuf’un kendisi, bir marangoz ve daha sonra bir inşaatçıydı. Onun ailesi; Urantia üzerinde dinin evrimi ile ilişkili olarak zamanında kendilerini ön plana çıkarmış görülmemiş bireylerin aralıklarla gerçekleşmiş ortaya çıkışları tarafından belirgin hale gelen, olağan insanların içindeki soylu topluluğunun uzun ve saygın bir koluna aitti.
122:1.2 (1345.1) İsa’nın dünya annesi olarak Meryem, Urantia’nın ırksal tarihi içinde en dikkate değer kadınların çoğunu içine alan benzersiz ataların uzun bir kolunun bir soyuydu. Her ne kadar Meryem, oldukça olağan bir mizaca sahip olan bir biçimde, döneminin ve neslinin ortalama bir kadını olmuş olsa da, Annon, Tamar, Ruth, Bathsheba, Ansie, Cloa, Eve, Enta, ve Ratta gibi çok iyi bilinen kadınları içine alan atalara sahip olduğu bilinmektedir. Bu dönemin hiçbir Musevi kadını, ortak soylarının daha saygın bir koluna veya daha elverişli başlangıçlara uzanan bir kökene sahip değildi. Meryem’in soyu, Yusuf’unki gibi; medeniyetin ilerleyişinde ve dinin ilerleyici evriminde sayısız mükemmel kişilik tarafından aralıklarla destek görmüş bir biçimde, güçlü ancak olağan bireylerin baskınlığıyla nitelenmekteydi. Irksal bakımdan değerlendirildiğinde, Meryem’i bir Musevi kadını olarak görmek neredeyse hiçbir şekilde mümkün değildir. Kültür ve inanış bakımından o bir Musevi’idi; ancak, kalıtımsal edinmişlik bakımından, o, ırksal kalıtımı Yusuf’unkinden daha genel olan bir biçimde, Suriye, Hitit, Finik, Yunan ve Mısırlı ırk kökenlerinin bir bileşimiydi.
122:1.3 (1345.2) Mikâil’in tasarlanmış bahşedilişinin zaman zarfında Filistin’de yaşayan tüm çiftler arasında, Yusuf ve Meryem; geniş bir alana yayılmış ırksal ilişkilerin en ideal bileşimini ve kişilik edinmişliklerinin üstün bir ortalamasını taşımaktaydı. Dünya üzerinde ortalama bir insan olarak ortaya çıkmak Mikâil’in tasarımıydı; olağan insanların onu anlaması ve onlar tarafından karşılık görmesi için; bundan dolayı, Cebrail, bahşedilme ebeveynleri haline gelmesi için Yusuf ve Meryem olarak tam da bu iki bireyi seçmişti.
122:2.1 (1345.3) İsa’nın Urantia üzerindeki yaşam-görevi, gerçekten de, Vaftizci Yahya tarafından başlatılmıştı. Yahya’nın babası olan Zekeriya Musevi din-adamlığına ait iken, annesi olan Elizabet, İsa’nın annesi Meryem’in aynı zamanda ait olduğu aynı büyük aile topluluğunun daha varlıklı bir kolunun bir üyesiydi. Zekeriya ve Elizabet, her ne kadar birçok yıldır evli olsalar da, çocuksuzlardı.
122:2.2 (1345.4) Tıpkı daha sonra mevcudiyetini Meryem’e bildirdiği gibi, Cebrail’in öğlen vakti Elizabet’e kendisini görünür kılışı, Yusuf ve Meryem’in evliliğinden yaklaşık olarak üç ay sonra, M.Ö. 8. yılda Haziran ayının sonunda gerçekleşmişti. Cebrail şunu söylemişti:
122:2.3 (1345.5) “Her ne kadar kocan Zekeriya Kudüs’de sunağından huzurunda dursa da, ve, bir araya gelmiş insanlar bir kurtarıcın gelişi için dua etse de, Cebrail olarak ben; bu kutsal öğretmenin habercisi olacak bir evladı yakın zamanda taşıyacağını ve oğlunu Yahya koyacağını bildirmek için geldim. O; senin Tanrın olan Koruyucu’ya adanmış bir biçimde büyüyecek, ve, erişkin hale geldiğinde, kalbini neşeyle ısıtacak, çünkü o birçok ruhu Tanrı’ya döndürecek, ve, o aynı zamanda, insanlarının ruh-iyileştiricisinin ve tüm insanlığın ruhaniyet-özgürleştiricisinin gelişini duyuracak. Senin kadın akraban Meryem söz verilmiş bu çocuğun annesi olacak, ve ben aynı zamanda ona da kendimi görünür kılacağım.”
122:2.4 (1345.6) Bu görünme Elizabet’i fazlasıyla korkutmuştu. Cebrail’in ayrılışından sonra, o, bu görkemli ziyaretçinin söyledikleri üzerinde uzunca bir süre düşünen bir biçimde, aklında bu deneyim üzerinde etraflıca düşündü; ancak, o, bu açığa çıkarılıştan, daha sonra gerçekleştirdiği ertesi yılın Şubat ayının başında Meryem’i ziyaretine kadar, kocası hariç hiç kimseye bahsetmemişti.
122:2.5 (1345.7) Beş ay boyunca, buna rağmen, Elizabet, sahip olduğu sırrı kocasından bile saklamıştı. Cebrail’in ziyaretine dair hikâyeyi Elizabet’in ortaya çıkarışından sonra, Zekeriya; Elizabet’in çocuk beklediğini artık sorgulamaz olduğunda Cebrail’in karısını olan ziyaretine yalnızca yarı-gönüllü inanır hale gelen biçimde, oldukça kuşkulu olup, haftalar boyunca bütüncül deneyimden şüphe duymuştu. Zekeriya, Elizabet’in olası anneliği ile ilgili oldukça fazla bir biçimde kafası karışmış hale gelmişti; ancak, o, ileri yaşına rağmen, karısının dürüstlüğünden şüphe duymamıştı. Zekeriya’nın, etkileyici bir rüyanın sonucu olarak; Mesih’in gelişi için zemini hazırlayacak birisi niteliğinde, Elizabet’in nihai sonun bir evladının annesi olacağından bütünüyle emin hale gelişi, Yahya’nın doğumundan yaklaşık olarak altı hafta öncesine kadar gerçekleşmemişti.
122:2.6 (1346.1) Cebrail Meryem’e, M.Ö. 8. yılda Kasım ayının yaklaşık olarak ortasında görünüşünü gerçekleştirirken, Meryem Nasıra evinde çalışır haldeydi. Daha sonra, Meryem; bir anne olacağını kuşkusuz olarak bildikten sonra, Yusuf’u, Kudüs’ün dört mil batısındaki Yehuda Şehrine, tepelerinde Elizabet’i ziyaret etmek amacıyla seyahat etmesine izin vermesi için ikna etti. Cebrail bu anne-olacakların her birini, diğerine gerçekleştirmiş olduğu görünümü hakkında bilgilendirmiş konumdaydı. Doğal olarak onlar; bir araya gelmekten, deneyimlerini karşılaştırmaktan ve evlatlarının olası gelecekleri hakkında konuşmaktan çekinmekteydiler. Meryem, üç hafta boyunca uzak kuzeni ile beraber kaldı. Elizabet; âlemin ortalama ve olağan bir bebeği olarak, yardıma muhtaç bir yeni-doğan halinde dünyaya çok yakın zamanda sunacağı nihai sonun evladına olan annelik görevine daha bütüncül bir biçimde adanmış olarak evine geri dönmesi için, Meryem’in Cebrail’in görünüşüne dair inancını kuvvetlendirmeye fazlasıyla çaba sarf etti.
122:2.7 (1346.2) Yahya, M.Ö. 7. yılda Mart ayının 25’inde Yehuda Şehri’nde doğmuştu. Zekeriya ve Elizabet fazlasıyla, Cebrail’in önceden söz vermiş olduğu biçimiyle bir evladın onlara gelişinin gerçekleşmesinden sevinç duymuşlardı; ve, sünnet için çocuğun sunulduğu sekizinci günde, onlar resmi bir biçimde çocuklarını, daha öncesinden yönlendirildiği haliyle, Yahya olarak vaftiz ettiler. Hâlihazırda Zekeriya’nın bir yeğeni; Elizabet’in, bir evladın kendisine doğduğunu ve isminin Yahya olacağını duyuran Meryem’e olan iletisini taşıyan bir biçimde, Nasıra’ya hareket etmek üzere ayrılmıştı.
122:2.8 (1346.3) Bebekliğinin en başından itibaren Yahya, bir ruhsal önder ve dini öğretmen haline gelecek şekilde büyüyeceği düşüncesiyle, ebeveynleri tarafından yerinde bir biçimde etkilenmişti. Ve, Yahya’nın kalbinin toprağı, bu türden destekleyici tohumların yeşermesi için sürekli olarak karşılık gösterir konumdaydı. Bir çocuk olarak bile, o sıklıkla, babasının hizmet verdiği dönemlerde tapınakta bulunmaktaydı; ve, o devasa bir biçimde, gördüğü her şeyin taşıdığı önemden etkilenmişti.
122:3.1 (1346.4) Yusuf’un eve dönüşünden önce, yaklaşık olarak günbatımı sularında bir akşam, Cebrail, alçak bir taş masanın yanında Meryem’e kendini görünür kıldı; ve, Meryem kendisini toparladıktan sonra, Cebrail şunları söyledi: “Ben, benim Üstün’üm ve senin seveceğin ve besleyeceğin kişinin emri üzerine geldim. Sana, Meryem, ben, içinde gebe olduğun varlığın cennetten emredilmiş olduğunu duyurduğumda, neşeli haberleri getirmekteyim; sen onun adını Yeşu koyacak, ve, o, dünya üzerinde ve insanlar arasında cennetin krallığını başlatacak. Yusuf, ve, aynı zamanda kendisine de görünür kıldığım, ve aynı zamanda yakın bir süre içinde, ismi Yahya olacak ve senin evladının büyük güçle ve derin kendinden eminlikle insanlara duyuracağı kurtuluşun iletisi için zemin hazırlayacak, bir evlat dünyaya getirecek olan kadın akraban Elizabet dışında bu konu hakkından kimseye bahsetme. Ve, benim sözümden kuşku duyma, Meryem; zira, bu ev, nihai sonun evladının fani yaşam alanı olarak seçilmiştir. Benim takdisim senin üzerinedir, En Yüksek Unsurlar’ın gücü seni güçlendirecektir, ve tüm yeryüzünün Koruyucusu seni gölgeleyecektir.”
122:3.2 (1346.5) Meryem; kocasına bu olağandışı gelişmeleri ortaya çıkarma cüreti göstermeden önce, çocuğa sahip olduğunu kesin bir biçimde bildiği ana kadar, birçok hafta boyunca kalbinde bu ziyaret üzerinde gizlice düşündü. Yusuf bunların hepsini duyduğunda, her ne kadar Meryem’e büyük bir güven duysa da, fazlasıyla bocalamış, birçok gece uyuyamamıştı. İlk başta Yusuf, Cebrail’in ziyareti hakkında şüphelere sahipti. Daha sonra, o; Meryem’in bu sesi gerçekten duyduğuna ve onun kutsal ileticinin görüntüsüyle karşılaştığına neredeyse tamamen ikna olduğunda, bu tür şeylerin nasıl gerçekleşebileceğini derin derin düşünerek aklı ikiye ayrılmıştı. İnsan varlıklarının doğumu nasıl olurda kutsal nihai sonun bir avladı olabilirdi? Yusuf, düşüncenin birkaç haftasından sonra bu çelişkili düşünceleri nihai olarak bir araya getirebildikten sonra, hem kendisi hem de Meryem; her ne kadar beklenen kurtarıcının kutsal bir doğaya ait oluşu neredeyse hiçbir biçimde Musevi kavramsallaşması olmasa da, Mesih’in ebeveynleri haline gelmek için seçilmiş oldukları sonucuna vardılar. Bu çok önemli yargıya varmaları üzerine, Meryem, Elizabet ile gerçekleştirilecek bir buluşma için ayrılmaya bir an önce hazırlandı.
122:3.3 (1347.1) Geri dönüşü üzerine, Meryem; Yoakim ve Anna olarak ebeveynlerini ziyaret etmeye gitti. Her ne kadar, onlar, bu zaman zarfında tabi ki de, Cebrail’in ziyareti hakkında hiçbir şey bilmeseler de, onun iki abisi ve kız kardeşine ek olarak ebeveynleri, her zaman, İsa’nın kutsal görevi hakkında oldukça kuşku duymaktalardı. Ancak, Meryem, kız kardeşi Soleme ile; evladının büyük bir öğretmen olma nihai sonuna sahip olduğu sırrını paylaştı.
122:3.4 (1347.2) Cebrail’in Meryem’e olan duyuruşu; İsa’nın gebeliğinin ertesi günü gerçeklemiş olup, Meryem’in söz verilmiş çocuğu taşıma ve ona olan hamileliğindeki bütüncül deneyimi ile ilişkili doğa-üstü gerçekleşmiş tek olaydır.
122:4.1 (1347.3) Yusuf; oldukça etkileyici bir rüyayı deneyimleyinceye kadar, Meryem’in olağanüstü bir çocuğun annesi hale geleceği düşüncesine ikna olamamıştı. Bu rüyada, muhteşem bir göksel iletici Yusuf’a kendisini görünür kıldı, ve diğer şeylerle birlikte şunları söyledi: “Yusuf, ben; şu an en yüksekte hükmeden O’nun emri ile ortaya çıkmış bulunmakta olup, Meryem’in taşıyacağı ve dünyada büyük bir ışık haline geleceği evlat hakkında seni bilgilendirmeye emredildim. Onda yaşam olacak, ve onun yaşamı insanlığın ışığı olacak. O ilk olarak, kendi insanlarına gelecek; ancak, o, neredeyse hiçbir biçimde onu kabul etmeyecekler; ancak, birçokları onu kabul etmeye başlayınca, o, kendilerinin Tanrı’nın evlatları olduklarını açığa çıkaracak.” Bu deneyimden sonra, Yusuf bir daha hiçbir zaman; Cebrail’in ziyaretine ve bu doğmamış çocuğun dünyaya kutsal bir iletici haline gelecek olması sözüne dair Meryem’in hikâyesinden kuşku duymamıştı.
122:4.2 (1347.4) Tüm bu ziyaretlerde, Davud’un evi hakkında hiçbir şey söylenmemişti. Hiçbir zaman, İsa’nın bir “Musevilerin kurtarıcısı” haline gelişine ve hatta onun uzun zamandır beklenen Mesih olacağına hiçbir imada bulunulmamıştı. İsa, Museviler’in önceden beklemiş oldukları türden bir Mesih olarak gelmemişti; ancak, o, dünyanın kurtarıcısıydı. Onun görevi, tüm ırk ve insan topluluklarına karşıydı, herhangi bir topluluğa değil.
122:4.3 (1347.5) Yusuf, Kral Davud’un soy koluna ait değildi. Meryem, Yusuf’dan daha çok Davut soyunu taşımaktaydı. Yusuf’un, Roma nüfus sayımı için kaydolmak amacıyla Beytüllahim olarak Davud’un Şehri’ne gidişi doğrudur; ancak, bu, Yusuf’un, altı nesil öncesinde Davud’un doğrudan bir soyu olan bir Zadok tarafından evlat edilmiş bir öksüz olarak, bu nesildeki babadan gelen atası nedeniyle gerçekleşmişti; bu nedenle, Yusuf, “Davud’un evi” içinde sayılmıştı.
122:4.4 (1347.6) Eski Ahit sahip olduğu tarafınızdan adlandırılmakta olan Mesihsel kehanetlerinin çoğu, hayatı dünya üzerinde yaşanıldıktan uzun bir süre sonra İsa’ya atfedilmiş hale getirilmişti. Çağlar boyunca İbrani peygamberleri, bir kurtarıcının gelişini duyurdular; ve, bu sözler, ilerleyen nesiller tarafından, yeni bir Musevi yöneticinin Davud’un tahtına oturacağı ve, Musa’nın ünlü gizemli yöntemleri vasıtasıyla, Musevileri Filistin’de tüm yabancı egemenliğinden arınmış güçlü bir millet olarak kuracağı şeklinde yorumlanmıştı. Tekrar ifade edilecek olursa, İbrani yazıtlarında bulunan birçok mecazi bahis daha sonra, İsa’nın yaşam görevine yanlış bir biçimde eklenmişti. Birçok Eski Ahit sözü, Üstün’ün dünya yaşamının belirli bir dönemine uyar şekilde görünmesi için çarpıtılmıştı. İsa’nın kendisi bir seferinde, Davud’un hanedan soyu ile herhangi bir ilişkisinin bulunduğunu herkese duyuran bir biçimde reddetti. “Bir genç kadın bir erkek taşıyacak” bahsi bile, “bir bakir bir evlat doğuracak” haline getirilerek okundu. Bu durum aynı zamanda, Mikâil’in dünya üzerindeki sürecinin sonrasında, Yusuf ve İsa’nın soyağaçları hakkında yapılan birçok tahmin için gerçeklik taşımaktadır. Bu bağlantıların çoğu, Üstün’ün soyunun çoğunu taşımaktadır; ancak, bütünü itibariyle, onlar, özgün olmayıp, tarihsel bilgi olarak güvenilemeyen niteliktedir. İsa’nın öncül takipçileri, haddinden fazla bir biçimde; eski dönemlerin tüm kehanetsel ifadelerinin, sahip oldukları Koruyucu ve Üstün’ün yaşamında yerine geldiğini göstermenin çekiciliğine düşmüşlerdi.
122:5.1 (1348.1) Yusuf; oldukça sakin, aşırı bir biçimde vicdan sahibi ve insanlarının dini kabulleri ve uygulamalarına her açıdan tabi biriydi. O az konuşur, fakat çok düşünürdü. Musevi insanlarının üzücü durumu, Yusuf’u fazlasıyla üzmüştü. Gençken, sekiz erkek ve kız kardeşi arasında, en neşeli olandı; ancak, evlilik yaşamının öncül yıllarında (İsa’nın çocukluğu boyunca) orta düzeyde ruhsal hayal kırıklığına maruz kalmıştı. Bu ani duygusal değişimlerin dışavurumları, zamansız ölümünden hemen önce ve sahip olduğu ailenin ekonomik durumu bir marangozun seviyesinden varlıklı bir inşaatçı konumuna olan gelişimiyle geliştikten sonra, fazlasıyla iyileşmiş durumdaydı.
122:5.2 (1348.2) Meryem’in mizacı, kocasının sahip olduğundan tam da tersiydi. O oldukça sık bir biçimde; neşeli, oldukça nadiren üzgün, ve sürekli güler yüzlü bir çehreye sahip olmuştu. Meryem; duygusal hislerini özgürce ve sıklıkla ifade etmeye izin verip, Yusuf’un ansızın gerçekleşen ölümünden sonra bile hiçbir zaman kederli gözlenmemişti. Ve, Meryem, bu derin şaşkınlıktan; hayrete düşmüş bakışları altında çok hızlı bir biçimde gerçekleşmekte olan en büyük evladının olağanüstü sürecinin yarattığı endişeler ve sorgular omuzlarına yüklendiğinde, hiç de bütünüyle kurtulabilmiş değildi. Ancak, tüm bu olağandışı deneyim boyunca, Meryem; tuhaf ve az-anlaşılmış ilk-doğan çocuğu ve bu evladın hayattaki erkek ve kız kardeşleri arasındaki ilişkisi içinde serinkanlı, cesur ve oldukça bilge olmuştu.
122:5.3 (1348.3) İsa, sahip olduğu insan doğasının olağandışı inceliğinin ve muhteşem anlayışının çoğunu babasından almıştı; o, büyük bir öğretmen olarak armağanını ve haklı yere gösterilen kızgınlığının devasa yetisini annesinden miras almıştı. Erişkin-yaşam çevresine olan duygusal tepkilerinde, İsa, babası gibi, zaman zaman düşünceli ve ibadetkar, zaman zaman ise gözle görülür biçimde üzgün haldeydi; ancak, daha sıklıkla, o, annesinin ümitli ve kararlı yönelimi içinde ileri doğru hareket etmişti. Son kertede, Meryem’in mizacı; İsa büyürken ve erişkin yaşamının çok önemli gelişmelerine adım atarken, kutsal Evlat’ın süreci üzerinde egemen olma eğilimi göstermişti. Belirli açılardan, İsa, ebeveynlerinin kişilik özelliklerinin bir karışımıydı; diğer açılardan ise, o, bir ebeveyninin diğerine tezat oluşturan kişilik özelliklerini sergilemişti.
122:5.4 (1348.4) Yusuf’dan, İsa; Musevi tören adetlerinindeki ciddi eğitimini ve İbrani yazıtları ile olan olağandışı yakınlaşımını kazanmıştı; Meryem’den, o, dini yaşamın daha geniş bir bakış açısını ve kişisel nitelikli ruhsal özgürlüğün daha özgür bir kavramsallaşmasını elde etmişti.
122:5.5 (1349.1) Hem Yusuf’un hem de Meryem’in ailesi, zamanlarına göre çok iyi eğitim görmüşlerdi. Yusuf ve Meryem, yaşam içindeki dönemleri ve durumlarına göre ortalamanın oldukça çok üzerinde eğitim görmüşlerdi. Yusuf, bir düşünürdü; Meryem, uyum sağlamada uzman ve doğrudan uygulamada eli yatkın olarak, tasarlayıcıydı. Yusuf, bir siyah-gözlü kumraldı; Meryem, kahverengi-gözlü neredeyse sarışın bir tipe sahipti.
122:5.6 (1349.2) Yusuf; yaşamış olsaydı, kuşkusuz olarak, en büyük oğlunun kutsal görevine güçlü bir inanan hale gelirdi. Meryem diğer çocukları, ve, arkadaşları ve akrabalarının bakışından fazlasıyla etkilenen bir biçimde inanma ve kuşku duyma arasında gidip gelmişti; ancak, o her zaman, bu çocuğa gebe kaldıktan hemen sonra Cebrail’in ortaya çıkışının hafızasıyla nihai tutumunu korumuştu.
122:5.7 (1349.3) Meryem uzman bir dokumacı olup, bu dönemin ev sanatlarının çoğunda ortalamadan çok daha yetenekliydi; o, iyi bir ev idarecisi ve üstün bir ev inşacısıydı. Hem Yusuf hem de Meryem, iyi öğretmenlerdi; ve, onlar, bulundukları dönemin eğitiminde yetkin hale gelmelerine önem verdiler.
122:5.8 (1349.4) Yusuf genç bir adamken, Meryem’in babası tarafından evine gerçekleştirdiği bir ek yapının işi için tutuldu; ve, bir öğle yemeği sırasında, Meryem Yusuf’a bir bardak su getirdiğinde, İsa’nın ebeveynleri haline gelme nihai sonuna sahip çiftin yakınlaşması gerçek anlamıyla başlamış oldu.
122:5.9 (1349.5) Yusuf ve Meryem; Yusuf yirmi üç yaşında iken, Nasıra’nın sınırlarındaki Meryem’in evinde, Musevi âdeti uyarınca evlenmişlerdi. Bu evlilik, yaklaşık iki yıl süren olağan bir yakınlaşma sürecini sonlandırdı. Bundan yakın bir zaman sonra onlar, kardeşlerinin ikisinin yardımıyla Yusuf tarafından inşa edilmiş bulunan, Nasıra’daki yeni evlerine taşınmışlardı. Bu ev, şehrin çevreleyen kırsal alanını oldukça büyüleyici bir şekilde üzerinden gören, yakındaki tepe arazinin eteklerinin yanında konumlanmıştı. Özellikle hazırlanmış olarak bu evde, bu genç ve beklenti içindeki ebeveynler; Yahudiye’nin Beytüllahim şehrindeki evlerinden uzakta olduklarında bir evrenin bu çok önemli olayının gerçekleşmekte olacağının çok az farkında olan bir biçimde, söz verilmiş evladı karşılamayı düşünmüşlerdi.
122:5.10 (1349.6) Yusuf’un ailesinin daha büyük bir kısmı, İsa’nın öğretilerinin inananları haline geldi; ancak, Meryem’in akrabalarının çok azı hiçbir şekilde, İsa bu dünyadan ayrılana kadar ona inanmamıştı. Yusuf, beklenen Mesih’e dair ruhsal kavramsallaşmaya daha çok eğilim göstermekteydi; ancak, özellikle onun babası olmak üzere, Meryem ve onun ailesi, Mesih’in düşüncesini geçici bir kurtarıcı ve siyasi yönetici olarak düşünmekteydiler. Meryem’in ataları, bu dönemin özellikle yakın zamanları içinde Makabi etkileriyle baskın bir biçimde özdeşleşmiş konumdalardı.
122:5.11 (1349.7) Yusuf çok etkin bir biçimde, Musevi dininin Doğu, veya diğer bir değişle Babil, görüşlerini benimsemekteydi. Meryem güçlü bir biçimde, kanun ve peygamberlerin daha geniş Batı, veya diğer bir değişle Helenistik, yorumuna eğilim göstermekteydi.
122:6.1 (1349.8) İsa’nın evi; kasabanın doğu bölümünde bulunan köy pınarından biraz uzaktaki, Nasıra’nın kuzeyde kalan bölümü içinde yüksek tepeden çok uzakta değildi. İsa’nın ailesi, şehrin dış çeperlerinde ikamet etmişti; ve, bu, onun daha sonra, şehrin dışındaki kırsalda gerçekleştirdiği sık yürüyüşleri memnuniyetle deneyimlemesini, ve, doğuya uzanan Tabor Dağı sırası ve yaklaşık olarak aynı yükseklikte bulunan Nain’in tepesi dışında, güney Celile’nin tepelerinin tümü içinde en yükseği olan bu yakın yükseltilerin doruklarına ziyaretlerde bulunmasını tamamiyle kolay hale getirmişti. Onların evi; bu tepenin güney burnunun biraz güney ve doğusuna doğru ve bu tepenin ayağı ile Kana’ya doğru giden yolun ortasında konumlanmıştı. Tepeye tırmanmak dışında, İsa’nın gözde yürüyüşü; Sephoris yolu ile birleşen bir noktaya kadar bir kuzeydoğu doğrultusunda, tepenin eteğine doğru kıvrılarak uzanan dar bir patikayı takip etmekti.
122:6.2 (1350.1) Yusuf ve Meryem’in evi, düz bir çatı ve hayvanları barındıran bir yan bina ile birlikte tek odalı bir taş yapıydı. Mobilya; alçak bir taş masadan, çömlek ve taş tabaklar ve tencerelerden, bir dokuma tezgâhından, bir mumluktan, birkaç küçük metal aletten ve taş zeminde uyumak için sedirlerden oluşmaktaydı. Arka bahçede, yan hayvan barınağının yakınında, fırını ve tahıl öğütmek için değirmeni çevreleyen baraka bulunmaktaydı. Bu değirmen çeşidini kullanmak için, birinin öğütmeyi diğerinin ise tahılı koymayı sağlamak durumunda olduğu, iki kişi gerekmekteydi. Bir küçük oğlan olarak İsa çoğu kez, annesi öğütücüyü döndürürken bu değirmene tahıl koymuştu.
122:6.3 (1350.2) Daha sonraki yıllarda, aile büyüklük bakımından genişledikçe, onların hepsi; yemeğin ortak bir tabağından, veya tencereden, beslenerek, yiyeceklerini afiyetle yemek için genişletilmiş taş masanın etrafında çömelirlerdi. Kış boyunca, akşam yemeklerinde masa, zeytinyağı ile doldurulmuş, küçük, düz bir çömlek lambası tarafından aydınlatılırdı. Marta’nın doğumundan sonra, Yusuf; gün boyunca bir marangoz atölyesi ve gece olunca bir yatak odası olarak kullanmış olan, geniş bir odayı bu eve ek olarak inşa etti.
122:7.1 (1350.3) M.Ö. 8. yılda Mart ayında (Yusuf ve Meryem’in evlendikleri ayda), Sezar Augustus; daha iyi vergilendirmeyi gerçekleştirmek için kullanılabilecek bir nüfus sayımının yapılması gerekliliği olarak, Roma İmparatorluğu’nun tüm sakinlerinin sayılmasının emrini verdi. Museviler her zaman, “insanların sayılmasına” dair her girişime karşı ön yargılı bir konumda bulunmaktalardı; ve, bu, Yahudiye’nin Kralı olarak Hirodes’in yaşadığı birçok ciddi zorluk ile ilişkili olan bir biçimde, bir yıllığına Musevi krallığı içinde bahse konu bu nüfus sayımının gerçekleştirilişinin ertelenmesine neden olan gelişmeyi ortaya çıkarmış konumda bulunmaktaydı. Tüm Roma İmparatorluğu boyunca, bu nüfus sayımı; bir yıl sonra, M.Ö. 7.yılda düzenlenmiş olduğu Hirodes’in Filistin krallığı dışında, M.Ö. 8.yılda kaydedilmişti.
122:7.2 (1350.4) Yusuf’un ailesini kaydetmeye yetkisi olan bir biçimde — Meryem’in Beytüllahim’e kaydolmak için gidişi zorunlu değildi; ancak, maceraperest ve ısrarkar bir kişi olarak Meryem, Yusuf’a eşlik etmek için ısrar etti. O, Yusuf yokken çocuğu doğarsa diye yalnız bırakılmaktan korkmuştu; ve, tekrar ifade edilmesi gerekirse, Beytüllahim’in Yahudiye Şehri’nden çok da uzak olması nedeniyle, kadın akrabası Elizabet’e yapılacak olası bir hoş ziyareti öngörmüştü.
122:7.3 (1350.5) Yusuf, Meryem’in kendisine eşlik etmesini neredeyse yasaklamıştı; ancak, bu hiçbir sonuç vermemişti; yolluk yiyeceği üç veya dörtlük için hazırlandığında, o kumanyaları iki katına çıkararak, yolculuk için hazır hale geldi. Ancak, onlar yola tam olarak çıkmadan önce, Yusuf, Meryem’in kendisiyle beraber gelişine razı oldu; ve, onlar neşeli bir biçimde, günün ağarmasıyla Nasıra’dan ayrıldılar.
122:7.4 (1350.6) Yusuf ve Meryem fakirlerdi; ve, onlar, yük taşıyan tek bir hayvana sahip oldukları için, bir çocukla karnı burnunda olarak Meryem, Yusuf hayvanı yönlendirir bir biçimde yürürken, yolculuk eşyaları ile birlikte hayvan üstünde seyahat etti. Bir evi inşa etmek ve döşemek, Yusuf üzerinde büyük bir yük olmuştu; çünkü o aynı zamanda, babası yakın bir zaman içinde elden ayaktan kesildiği için, ebeveynlerine yardım etmek zorundaydı. Ve, bu, Musevi çifti, Beytüllahim’e yolculukları için M.Ö. 7.yılda Ağustos’un 18’nde sabahın erken saatlerinde mütevazı evlerinden ayrıldılar.
122:7.5 (1351.1) Seyahatlerinin ilk günü, Ürdün nehrinin kenarında gece için konakladıkları yer olan Gilboğa dağının etekleri etrafında onları taşıdı; ve, bu ilk gün, Yusuf’un bir ruhsal öğretmenin kavramsallaşmasına bağlı kaldığı ve Meryem’in ise İbrani milletinin bir kurtarıcısı olarak bir Musevi Mesihi’nin düşüncesini beslediği bir biçimde, nasıl bir tür evladın onlara doğacak oluşuna dair birçok varsayım içinde geçti.
122:7.6 (1351.2) Ağustos’un 19’nun berrak ve erken sabah vaktinde, Yusuf ve Meryem, tekrar yola koyuldu. Onlar; Ürdün vadisini üzerinden gören Sartaba dağının eteğinde öğlen yemeklerini yedi, ve, şehrin sınırlarında yol üzerindeki handa durdukları yer olan, gece için Eriha’ya ulaşan bir biçimde seyahatlerine devam ettiler. Akşam yemeğini takiben, ve, Roma yöneticisi Hirodes’in baskıcılığı, nüfus kaydı ve Musevi eğitim ve kültürün merkezleri olarak Kudüs ve İskenderiye’nin karşılaştırmalı etkisi üzerine karşılıklı uzun konuşmalarından sonra, yolcular gece dinlencesi için istirahata çekildi. Ağustos’un 20’nde sabahın erken vakti; öğleden önce Kudüs’e ulaşan, mabedi ziyaret eden, burada kaldıkları yerden yola tekrar koyulan ve ikindi vakti Beytüllahim’e ulaşan bir biçimde, yollarına devam ettiler.
122:7.7 (1351.3) Han haddinden fazla bir biçimde kalabalıktı ve Yusuf bu nedenle uzak akrabalarında kalacak bir yer bulmaya çalıştı; ancak, Beytüllahim’de her oda ağzına kadar doluydu. Hanın bahçesine geri döndüklerinde, Yusuf’a; öncesinde hayvanlardan arındırılmış ve han sakinlerini ağırlamak için köşe bucak temizlenmiş olan, hanın tam altında kaya kenarından oluşturulmuş kervan atlarının ahırlarının bulunduğu bildirildi. Eşeği bahçede bırakarak, Yusuf; giyecek torbalarını ve yolluklarını sırtlayıp, Meryem ile birlikte taş merdiven basamaklarından konakladıkları yere indiler. Onlar kendilerini, ahır bölmeleri ve yemliklerinin karşısındaki öncesinde bir tahıl kileri olan yerde yerleştirdiler. Çadır perdeler öncesinden geriliydi, ve onlar kendilerini, böyle rahat bölmelere sahip oldukları için şanslı saydılar.
122:7.8 (1351.4) Yusuf öncesinde, bir vakit dışarı çıkıp kayıt olmayı düşünmüştü, ancak, Meryem yorgundu; o, dikkate değer bir biçimde rahatsız halde olup, onun yanı başında kalmaya devam etmesini rica etmişti; Yusuf, Meryem’in isteğini yerine getirmişti.
122:8.1 (1351.5) O gecenin tamamı boyunca Meryem o kadar rahatsızdı ki, ikisi de uyuyamamıştı. Gün doğumuyla birlikte, çocuğun doğum sancıları tamamiyle belirgin haldeydi; ve, M.S. 7.yılda Ağustos’un 21’nde öğlen vakti, kadın akran yolcularının yardımı ve iyi niyetli hizmetleriyle, Meryem, bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Nasıralı İsa; dünyaya doğmuş, Meryem’in bu tür olası bir tesadüf nedeniyle öncesinden beraberinde getirmiş olduğu kıyafetlere sarılmış ve yakındaki bir samanlığın üzerine konulmuştu.
122:8.2 (1351.6) Bu güne kadar ve bu günden sonra doğmuş olan tüm bebekler gibi, söz verilmiş evlat aynı şekilde dünya gelmişti; ve, Musevi âdetine uyarınca, sekizinci günde sünnet edilmiş olup, kendisine resmi bir biçimde Yeşu (İsa) verilmişti.
122:8.3 (1351.7) İsa’nın doğumunun ertesi günü Yusuf, nüfuz kaydını gerçekleştirdi. Eriha’da iki gece öncesinde konuşmuş oldukları bir kişi ile buluştuktan sonra, bu kişi tarafından Yusuf; hanın içinde bir odaya sahip olan ve Nasıralı çift ile memnuniyetle yerlerini değiştirecek varlıklı bir arkadaşa götürüldü. O öğleden sonrası onlar, Yusuf’un uzak bir akrabasının evinde kalacak yeri bulana kadar, neredeyse üç hafta boyunca yaşayacakları yer olan hana içine geçtiler.
122:8.4 (1351.8) İsa’nın doğumunun ikinci gününde, Meryem; evladının dünyaya gelmiş olduğu haberini Elizabet’e ulaştırmış olup, karşılığında, Zekeriya ile her şeyi konuşmak için Yusuf’u Kudüs’e kadar davet eden haberi aldılar. Ertesi hafta Yusuf, Zekeriya ile görüş alış-verişinde bulunmak için Kudüs’e gitti. Hem Zekeriya hem de Elizabet; İsa’nın gerçekten de Musevi kurtarıcısı, Mesih olacağına ve evlatları Yahya’nın, nihai sonun sağ kolu olarak İsa’nın yardımcılarının başı haline geleceğine dair samimi yargının egemenliği altında bulunmaktaydılar. Ve, Meryem bu aynı düşünceleri beslediği için, Yusuf’u; İsa’nın, tüm İsrail’in tahtı üzerinde Davud’un varisi haline gelen bir biçimde büyüyebilmesi amacıyla, Davud’un Şehri Beytüllahim’de kalmaları hakkında ikna etmek zor olmamıştı. Bunun uyarınca, onlar; Yusuf’un bu zaman zarfı boyunca bir takım marangoz işinde çalıştığı biçimde, bir yıldan fazla bir süre boyunca Beytüllahim’de kalmaya devam ettiler.
122:8.5 (1352.1) İsa’nın öğle vakti doğumunda, yöneticileri tarafından bir araya toplanmış olarak Urantia’nın yüksek melekleri, Beytüllahim samanlığına doğru ihtişamın marşlarını söylediler; ancak, övgünün bu ifadeleri insan kulakları tarafından duyulmamaktaydı. Hiçbir çoban veya diğer fani yaratılmış, Zekeriya tarafından Kudüs’den gönderilmiş olan Ur’lu belirli din-adamlarının vardığı güne kadar, Beytüllahim bebeğine hürmet ziyaretinde bulunmaya gelmemişti.
122:8.6 (1352.2) Mezopotamya’dan gelen bu din-adamlarına daha öncesinde belirli bir zaman zarfında; ülkelerinin bir tuhaf-dini öğretmeni tarafından, bu öğretmenin gördüğü bir rüyasında kendisinin “yaşam ışığının” bir bebek olarak ve Musevi unsurlarının arasında ortaya çıkacak oluşu hakkında bilgilendirildiği, söylenmişti. Kudüs’de sonuç vermeyen birçok hafta süren arayıştan sonra, onlar; Zekeriya onlarla buluşup, İsa’nın aradıkları kişi olduğuna dair görüşünü ortaya çıkardığında, ve, bebeği buldukları ve dünya annesi olan Meryem’e hediyelerini bıraktıkları yer olan Beytüllahim’e doğru onları gönderdiğinde, Ur’a geri dönmek üzerelerdi. Bu bebek, ziyaretlerinin gerçekleştiği zaman neredeyse üç haftalıktı.
122:8.7 (1352.3) Bu bilge insanlar, Beytüllahim’e onları yönlendiren hiçbir yıldızı görmemişlerdi. Beytüllahim yıldızının alımlı efsanesi şöyle ortaya çıkmıştı: İsa, M.S. 7.yılda Ağustos’un 21’nde öğlen doğmuştu. M.S. 7.yılda Mayıs’ın 29’nda, Pisces takımyıldızında Jüpiter ve Satürn’ün olağanüstü bir birleşimi ortaya çıkmıştı. Ve, aynı yılın Eylül ayının 29’nda ve Aralık ayının 5’nde benzer birleşimler ortaya çıkmış olması dikkate değer bir gökbilimsel gerçekliktir. Bu olağanüstü ancak tamamiyle doğal kökenli olayların temelinde, daha sonraki neslin iyi niyetli fanatikleri; Beytüllahim yıldızının ilgi çekici efsanesini yaratıp, hayranlık duyan Magi’yi, yeni doğmuş bebeği gözlediği ve ona ibadet ettiği yer olan samanlığa doğru göndermiştir. Doğu ve yakın-Doğu akılları, masallardan büyük keyif duymaktadırlar; ve, onlar sürekli olarak, dini önderlerinin ve siyasi kahramanlarının yaşamlarına dair bu tür güzel mitleri yaratmaktadırlar. Matbaanın yokluğunda, insan bilgisinin çoğu bir nesilden diğerine ağızla yayıldığında, mitlerin tarihsel anlatılar haline gelmesi ve tarihsel anlatıların nihai olarak kabul edilmiş bilgiler halinde gelmesi oldukça kolaydı.
122:9.1 (1352.4) Musa Museviler’e öncesinden, her ilk doğan oğlanın Koruyucu’ya ait olduğunu öğretmişti; ve, böyle bir evladın, ebeveynlerinin onaylanmış herhangi bir din-adamına yapılacak beş şekellik ödemeyle kurtarması karşılığında, yaşayabilmesi olarak, yabancı milletler arasında bu evladın feda edilmesi yerine bir adet bulunmaktaydı. Orada aynı zamanda; bir annenin, belirli bir sürecin geçmesinden sonra, kendisinin (veya kendisi adına uygun feda verişi gerçekleştireceği birisinin) arınmak için mabette sunmasını emreden, bir Musa-dönemine-ait yönerge bulunmaktaydı. Bu iki törensel âdeti aynı anda gerçekleştirmek zorunluydu. Bunun uyarınca, Yusuf ve Meryem bizzat; İsa’yı din-adamlarına sunmak ve onun günahlardan arınışını gerçekleştirmek, ve aynı zamanda, çocuk doğumunun iddia edilen kirlenmişliğinden Meryem’in törensel arınışını güvence altına almak için gerekli feda verişte bulunmak için Kudüs’deki mabede çıktılar.
122:9.2 (1353.1) Mabet bahçesi etrafında her zaman, bir şarkıcı olarak Şimon ve bir kadın şair olarak Anne gibi iki çok önemli kişilik dolaşmaktaydı. Şimon bir Yahudiyeli’idi, ancak Anna, bir Celileli’idi. Bu çift sürekli olarak birbirlerine eşlik etmekteydi; ve, her ikisi de, daha öncesinden Yusuf ve İsa’nın sırrını onlarla paylaşmış olan din-adamı Zekeriya’nın candaşlarıydılar. Hem Şimon hem de Anna, Mesih’in gelişini derinden arzulamaktaydılar; ve, onların Zekeriya’ya olan güveni, İsa’nın Musevi topluluğunun beklenen kurtarıcısı olduğuna inanmalarına yol açtı.
122:9.3 (1353.2) Zekeriya, Yusuf ve Meryem’in mabette İsa ile beklenen ortaya çıkışlarının gününü bilmekteydi; ve, Zekeriya, havadaki elinin işareti ile ilk-doğan çocukların ilerleyişinde hangisinin İsa olduğunu Şimon ve Anna’ya göstermeyi önceden ayarlamıştı.
122:9.4 (1353.3) Böyle bir etkinlik için, Anna öncesinden; Yusuf’u, Meryem’i ve mabet bahçesinde toplanan herkesi fazlasıyla şaşırtan bir biçimde, Şimon’un şarkısını söylemeye başladığı bir şiir yazmıştı. Ve, bu, ilk-doğan erkek evladın günahlardan arınışına dair onların ilahileriydi:
122:9.5 (1353.4) Koruyucu’ya minnettar kalın, İsrail’in Tanrısı’na,
122:9.6 (1353.5) O ki bizleri ziyaret etti ve insanları için günahlardan arınışı mümkün kıldı;
122:9.7 (1353.6) O hepimiz için kurtuluşun bir boynuzunu çıkardı
122:9.8 (1353.7) Hizmetçisi Davud’un evinde.
122:9.9 (1353.8) Kutsal peygamberlerinin ağzından konuşurken —
122:9.10 (1353.9) Düşmanlarımızdan ve bizlerden nefret edenlerin hepsinin ellerinden kurtuluşu;
122:9.11 (1353.10) Atalarımızı bağışlamayı ve onun kutsal sözleşmesini hatırlamayı —
122:9.12 (1353.11) Onun atamız İbrahim’e verdiği,
122:9.13 (1353.12) Düşmanlarımızın ellerinden kurtarılmış olarak bizlerin,
122:9.14 (1353.13) Korku duymadan hizmet etmemizi,
122:9.15 (1353.14) Her günümüzde onun karşısında, kutsallığa yaraşır ve doğruluk içinde bulunmamızı sağlayacak yemini.
122:9.16 (1353.15) İşte, sen, söz verilmiş çocuk, En Yüksek Unsur’un peygamberi olarak adlandırılacaksın;
122:9.17 (1353.16) Sen ki, ona ait krallığını kurmak için Koruyucu’nun huzuruna çıkacaksın;
122:9.18 (1353.17) Onun insanlarına kurtuluşun bilgisini,
122:9.19 (1353.18) Günahlarından arınışlarında vermeyi.
122:9.20 (1353.19) Tanrımız’ın iyi kalpli bağışlayışını gönlünüzce yaşayın, çünkü yukarıdan bahar şimdi bizlere geldi
122:9.21 (1353.20) Karanlıkta ve ölümün gölgesinde oturanların üzerine doğmak için;
122:9.22 (1353.21) Barışın yollarına ayaklarımızı yönlendirmek için.
122:9.23 (1353.22) Ve şimdi tıpkı verdiğin söz gibi sen Ey Koruyucumuz, hizmetçinin barışla ayrılışına izin ver,
122:9.24 (1353.23) Zira benim gözlerim senin kurtarışını gördü,
122:9.25 (1353.24) Tüm insanlarının gözleri önünde hazırlamış olduğun kurtuluşu;
122:9.26 (1353.25) Musevi olmayanları bile aydınlatacak bir ışık
122:9.27 (1353.26) Ve, senin İsrail insanlarının ihtişamı.
122:9.28 (1353.27) Beytüllahim’e olan geri dönüş yolculuklarında, Yusuf ve Meryem; kafaları karışmış ve endişelenecek derecede etkilenmiş bir biçimde — sessizlerdi. Meryem, deneyimli kadın şair olan Anna’nın elveda eden el sallaması tarafında fazlasıyla rahatsız olmuş, ve Yusuf, İsa’nın herkese ilan edilen bir biçimde Musevi topluluğunun beklenmekte olan Mesih’i haline getirilme çabasının bu vaktinden önce gerçekleşen çabasını onaylamamaktaydı.
122:10.1 (1353.28) Ancak, Hirodes’in gözcüleri hareketsiz konumda değillerdi. Gözcüler, Ur’dan gelen din adamlarının ziyaretini ona sunduklarında, Hirodes, bu Keldani unsurlarını huzuruna çağırdı. Hirodes etraflıca bir biçimde, bu yeni “Museviler’in kralı” hakkında bahse konu bilge insanları sorguladı; ancak, onlar, kocasıyla birlikte nüfus sayımına kayıt olmak için Beytüllahim’e inmiş olan bir kadından bebeğin doğmuş olduğunu açıklayarak, Hirodes’i çok az tatmin ettiler. Bu cevapla tatmin olmamış bir halde Hirodes, din-adamlarını bir keseyle gönderip, çocuğunda kendisine gelip ibadet edebilmesini için çocuğu bulmalarını emretti; zira, bu din-adamları öncesinden, Hirodes’in krallığının ruhsal olduğunu, zamansal olmadığını, duyurmuş halde bulunmaktaydılar. Ancak, bilge insanlar geri dönmediğinde, Hirodes kuşkulanmaya başladı. Bu meseleleri kafasına döndürüp döndürüp tekrar düşünürken, onun muhbirleri; geri dönüp, kendisine İsa’nın günahlardan arınma törenlerinde söylenmiş olan Şimon şarkısının belli kısımlarının bir nüshasını getiren bir biçimde, mabet içindeki yakın zamanda meydana gelen olayların bütüncül sunumunda bulundular. Ancak, onlar, Yusuf ve Meryem’i takip etmede başarısız olmuşlardı; ve, Hirodes, kendisine hangi çiftin bebeği aldığını söyleyemediklerinde, onlara baya kızgındı. O daha sonra, Yusuf ve Meryem’in yerini bulmak için arayıcılar göndermişti. Hirodes’in Nasıra ailesinin peşine düştüğünü bilen bir biçimde, Zekeriya ve Elizabet, Beytüllahim’den uzak durdular. Erkek bebek, Yusuf’un akrabaları tarafından gizlenmekteydi.
122:10.2 (1354.1) Yusuf, yapacak iş aramaktan korkuyordu; ve, onların küçük çaplı birikimleri hızlıca yok olmaktaydı. Mabetteki arınma törenleri zamanında bile, Yusuf; Musa’nın fakirler arasında annelerin arınması için emrettiği haliyle, iki genç güvercini Meryem için sunuşunu gerektirecek bir biçimde kendisini yeteri kadar yoksul görmekteydi.
122:10.3 (1354.2) Bir yıldan fazla bir süre aramalarından sonra Hirodes’in hafiyeleri İsa’nın yerini tespit edemediklerinde ve bebeğin hala Beytüllahim’de gizlenmekte olduğuna dair kuşkusu nedeniyle, o; Beytüllahim’deki her evde düzenli bir aramanın yapılmasını ve iki yaşın altındaki her erkek bebeğin öldürülmesini hükmeden bir emir hazırladı. Böylelikle, Hirodes, “Museviler’in kralı” haline gelecek olan bu evladın yok edilmesini kesin bir biçimde sağlayacağını ümit etmişti. Ve, böylece, Yahudiye’nin Beytüllahimi’nde bir günde on altı erkek bebek yok olmuştu. Ancak, kendi birinci elden ailesi içinde bile olmak üzere, oyun ve cinayet, Hirodes’in sarayında yaygın olarak gerçekleşen olaylardı.
122:10.4 (1354.3) Bu bebeklerin katliamı, İsa bir yaşının biraz daha fazlasını aldığında, M.S. 6.yılda Ekim’in ortalarında gerçekleşmişti. Ancak, Hirodes’in saray görevlileri arasında bile gelmekte olan Mesih’in inananları bulunmaktaydı; ve, Beytüllahim erkek çocuklarını ortadan kaldıran emri öğrenmiş olarak, onlar bir tanesi, karşılığında Yusuf’a bir iletici göndermiş olan Zekeriya ile iletişime geçti; ve, katliamın öncesindeki akşam, Yusuf ve Meryem bebekleriyle birlikte, Mısır’daki İskenderiye için Beytüllahim’den ayrıldı. İlgi çekmemek için, onlar İsa ile birlikte, Mısır’a yalnız seyahat ettiler. Onlar İskenderiye’ye, Zekeriya tarafından sağlanmış maddi kaynakla gittiler; ve, orada Yusuf işini icra ederken, Meryem ve İsa, Yusuf’un ailesinin varlıklı akrabalarıyla birlikte konakladı. Onlar İskenderiye’de, Hirodes’in ölümüne kadar Beytüllahim’e geri dönmeyen bir biçimde tam iki yıl boyunca konakladıklar.
Urantia’nın Kitabı
123. Makale
123:0.1 (1355.1) BEYTÜLLAHİM’deki konaklamalarının getirdiği belirsizlikler ve endişeler nedeniyle, Meryem; ailenin olağan bir yaşam için yerleşmeye yetkin olduğu yer olan İskenderiye’ye güvenli bir biçimde ulaşana kadar, bebeği sütten kesmemişti. Onlar, kan bağı insanlarıyla beraber yaşamışlardı; ve, Yusuf oldukça yetkin bir biçimde, varışından kısa bir süre sonra işini bulmuş bir olarak, ailesini destekleyebilmekteydi. O birkaç ay boyunca bir marangoz olarak işe alınmıştı, ve daha sonra, bu dönemde yapım aşamasında olan kamu binalarının bir tanesinde işe alınmış işçilerin büyük bir topluluğunun işçi şefliği konumuna yükseltilmişti. Bu yeni deneyim ona, Nasıra’ya geri dönmelerinden sonra bir yapı çalışanı ve ustası haline gelme fikrini verdi.
123:0.2 (1355.2) İsa’nın yardıma muhtaç bebekliğinin tüm bu öncül yılları boyunca, Meryem; refahını tehlike altına alabilecek ve dünya üzerindeki gelecek görevine herhangi bir biçimde müdahalede bulunabilecek herhangi bir şeyin çocuğunun başına gelmemesi için, uzun ve sürekli ibadetsel gece nöbetinde bulundu; başka hiçbir anne bu zamana kadar çocuğuna daha fazla adanmış olmamıştı. İsa’nın şans eseri bulunduğu evde, yaşına yakın diğer iki çocuk bulunmaktaydı; ve, yakın komşularda, kendilerini makul oyun arkadaşları haline getirecek düzeyde yaşları İsa’nınkine yeteri kadar yakın olan altı diğer çocuk bulunmaktaydı. İlk başta Meryem, İsa’yı yanı başında tutma eğilimi gösterdi. O, İsa’nın diğer çocuklar ile bahçede oynamasına izin verilirse başına bir şey gelebileceğinden korkmuştu; ancak, akraba insanlarının yardımıyla Yusuf Meryem’i, böyle bir gidişatın İsa’yı, kendi yaşındaki çocuklara nasıl uyum göstermesi gerektiğini öğrenmenin yararlı deneyiminden mahrum bırakacağına ikna edebilmişti. Ve, Meryem, nihai olarak, gereksiz kollamanın ve olağandışı korumanın bu türden bir izlencesinin onu, öne çıktığını bilerek utangaç ve bir ölçüde benmerkezci yapma eğilimi gösterebileceğinin farkına vararak, söz verilmiş evladın tıpkı diğer her bir çocuk gibi büyümesine izin vermenin tasarımına rıza gösterdi; ve, her ne kadar bu karara itaat etmiş olsa da, Meryem her zaman, evin yakınlarında veya bahçede küçük çocuklar oynarken gözünün İsa’nın üzerinde oluşunu işi haline getirmişti. Yalnızca şefkatli bir anne, İsa’nın bebekliği ve öncül çocukluğunun bu yılları boyunca oğlunun güvenliği için kalbinde taşıdığı yükü bilebilir.
123:0.3 (1355.3) İskenderiye’deki iki yıllık konaklamaları boyunca, İsa, iyi sağlığı keyifle deneyimledi ve olağan bir biçimde büyümeye devam etti. Birkaç arkadaştan ve akrabadan başka hiç kimseye, İsa’nın bir “söz verilmiş çocuk” olduğunu söylenmemişti. Yusuf’un akrabalarından bir tanesi bunu, tarihi Akhenaton’un soyları olarak, Memfis’deki birkaç arkadaşa açığa çıkardı; ve, İskenderiye inananlarının küçük bir topluluğu ile birlikte onlar, Nasıra ailesine iyi dileklerde bulunmak ve çocuğa olan saygılarını yerine getirmek için Filistin’e geri dönmelerinden kısa bir süre önce, Yusuf’un yardımda bulunan akrabasının görkemli evinde bir araya geldi. Bu olayda, toplanmış arkadaşlar İsa’ya, Musevi yazıtlarının Yunanca çevirisinin bütüncül bir nüshasını sundular. Ancak, kutsal Musevi yazılarının bu nüshası; hem Yusuf hem de Meryem’in nihai bir biçimde Memfisli ve İskenderiyeli arkadaşlarının Mısır’da kalma davetlerini reddedişlerine kadar, Yusuf’un ellerine verilmemişti. Bu inananlar nihai sonun evladının; İskenderiye’nin bir sakini olarak, Filistinde belirlenmiş herhangi bir bölgedekinden daha büyük bir dünya etkisinde bulunabileceğinde ısrarcı oldular. Onların iknası, Hirodes’in ölüm haberini almalarından sonra ailenin biraz daha Filistin için ayrılıklarını ertelemelerine neden oldu.
123:0.4 (1356.1) Yusuf ve Meryem nihai olarak; M.Ö. 4.yılda Ağustos ayının sonlarına doğru limana ulaşan bir biçimde, Yafa için arkadaşları Ezraeon’a ait bir tekne ile İskenderiye’den ayrıldılar. Onlar doğrudan bir biçimde; orada mı kalmaları yoksa Nasıra’ya geri dönmeleri mi gerektiği hususunda Eylül ayının tamamını arkadaşlarına ve akrabalarına danışarak geçirdikleri yer olan, Beytüllahim’e gittiler.
123:0.5 (1356.2) Meryem hiçbir zaman; İsa’nın, Davud’un Şehri olan Beytüllahim’de büyümesi gerektiği düşüncesini terk etmemişti. Yusuf gerçekte, oğullarının İsrail’in bir kralsı koruyucusu haline gelecek oluşuna inanmamaktaydı. Bunun yanı sıra, o, kendisinin Davud’un gerçek bir soyu olmadığını bilmekteydi; Davud’un soyu arasında sayılmasının, akrabalarından birinin Davudi soy kolu içinde evlatlık edilmesinden kaynaklanışı bilmekteydi. Meryem, tabiî ki de, Davud’un Şehri’nin, Davud’un krallığı için yeni adayın yetişebileceği en uygun yer olduğunu düşünmekteydi; ancak, Yusuf şansını, kardeşi Hirodes Archelaus yerine Antipa ile denemeyi tercih etmişti. O, çocuğun Beytüllahim’deki veya Yahudiye’deki herhangi bir şehir içindeki güvenliğine dair büyük korkulara sahipti; ve, Archelaus’un, Celiledeki Antipa’ya nazaran daha muhtemel bir biçimde babası Hirodes’in korkutucu siyasalarını izleyeceği fikrini yürüttü. Ve, tüm bu nedenlerin yanı sıra, Yusuf, çocuğu yetiştirmenin ve eğitmenin daha iyi bir mekânı olarak Celile’den yana olan tercihini açık açık belirtmekteydi; ancak, Meryem’in itirazlarına karşı gelmek üç hafta almıştı.
123:0.6 (1356.3) Ekim’in ilk günü, Yusuf; Meryem ve tüm diğer arkadaşlarını, Nasıra’ya geri dönmelerinin onların için en iyisi olduğuna ikna etmiş konumdaydı. Bunun uyarınca, M.Ö. 4.yılda Ekim ayının başında, onlar, Lod ve Bet Şean üzerinden, Nasıra için Beytüllahim’den ayrıldılar. Onlar; Meryem ve çocuk yeni alınmış yük hayvanı üzerinde giderken, Yusuf’un ve ona eşlik eden beş erkek akrabasının yürüyerek ilerlediği biçimde, bir Pazar sabahı yola erken vakit yola çıktılar; Yusuf’un akrabaları, Nasıra’ya tek başlarına seyahat etmelerine izin vermeyi reddetmişlerdi. Onlar Celile’ye, Kudüs ve Ürdün vadisi üzerinden gitmekten korkmaktaydılar; ve, batı yolları hiç de, hassas dönemlerin bir çocuğu ile iki yalnız yolcu için hiç de güvenli değildi.
123:1.1 (1356.4) Yolculuğun dördüncü günü, kafile, istikametine güvenli bir biçimde ulaştı. Onlar, kendilerini görünce gerçekten şaşkınlığa düşmüş olan, Yusuf’un evli kardeşlerinin bir tanesi tarafından üç yıldan fazla bir süredir ikamet edilmekte olan Nasıra evine, haber verilmeden ulaştılar; onlar oldukça sessiz bir biçimde işleri yürütmekteydeler ki, ne Yusuf’un ailesi ne de Meryem’inkiler, çiftin İskenderiye’den ayrılmış olduklarını bile bilmemekteydiler. Bir sonraki gün Yusuf’un ailesi, ailesini taşıdı; ve, Meryem, İsa’nın doğumundan beri ilk kez, kendine ait evde yaşamı keyifle deneyimlemek için kendi küçük ailesiyle yerleşti. Bir haftadan daha az bir süre içinde, Yusuf, bir marangoz olarak iş bulmuş olup, onlar en yüksek derecede mutlulardı.
123:1.2 (1356.5) İsa, Nasıra’ya geri döndüklerinde yaklaşık olarak üç yıl iki aylıktı. O; tüm bu yolculuklara çok iyi dayanmış, ve mükemmel sağlığa sahip olmuş, ve bütünüyle, etrafında koşacağı ve keyifle yaşayacağı kendisine ait alanlara sahip olmanın çocuksu neşesiyle ve heyecanıyla doluydu. Ancak, o fazlasıyla, İskenderiyeli oyun arkadaşlarıyla olan birlikteliğini özlemişti.
123:1.3 (1356.6) Nasıra’ya olan yolculuklarında, Yusuf Meryem’i; Celile arkadaşları ve akrabaları arasında İsa’nın söz verilmiş bir evlat olduğu sözünü yaymanın bilgece olmayacağına ikna etmişti. Onlar, herhangi bir kişiye bu hususlarda herhangi bir şeyden bahsetmekten tamamiyle kaçınmaya karar vermişlerdi. Ve, onların her ikisi de, bu sözü tutmada oldukça sadıklardı.
123:1.4 (1357.1) İsa’nın dördüncü yaşının tamamı, olağan fiziksel gelişim ve olağandışı ussal etkinliğin bir süreciydi. Bu arada, o, Yakup isminde yaklaşık olarak kendi yaşında bulunan bir komşu çocuğuna oldukça yakın bir bağlılık kurmuştu. İsa ve Yakup, oyunlarından her zaman mutlulardı; ve, onlar, büyük arkadaşlar ve sadık dostlar haline gelen bir biçimde büyüdüler.
123:1.5 (1357.2) Bu Nasıra ailesinin yaşamındaki bir sonraki önemli olay, M.Ö. 3.yılda Nisan’ın ikisinin erken sabah saatlerinde James olarak ikinci çocuğun doğumuydu. İsa, bir erkek bebek kardeşe sahip olma düşüncesinden çok büyük heyecan duymaktaydı; ve, o, sadece bebeğin öncül olarak yaptıkları şeyleri gözlemlemek için saatlerce öyle durup izlemekteydi.
123:1.6 (1357.3) Yusuf, köy pınarına yakın ve kervan bekleme bağlama yerinin yakınında küçük bir atölyeyi aynı yılın yaz ortasında inşa etmişti. Bundan sonra o, her gün çok az marangoz işinde bulundu. O; atölyede boyunduruk ve saban yapmak ve diğer ahşap işlerinde bulunmak için kaldığında çalışmaya gönderdiği, kardeşlerinin ikisinden ve başka birkaç zanaatkârdan oluşan yardımcılara sahipti. O aynı zamanda, deri üzerinde ve ip ve branda bezi ile bazı işlerde bulunmuştu. Ve, İsa, büyürken, okulda olmadığında; zamanını eşit bir biçimde ev işlerinde annesine yardım etmeyle ve atölyede babasını gözlemlemeyle geçirirken, bu arada da, dünyanın dört bir köşesinden gelen kervancı başlarının ve yolcularının konuşmalarına ve dedikodularına kulak kabartmaktaydı.
123:1.7 (1357.4) Bu yılın Temmuz ayında, İsa’nın dördüncü yaşına girmesinden bir ay önce, kervan yolcularıyla olan etkileşimden zararlı bağırsak rahatsızlığının bir salgını tüm Nasıra’ya yayılmıştı. Meryem; bu salgın hastalığa İsa’nın maruz kalabilme tehlikesinden o kadar endişelenmiş hale gelmişti ki, her iki çocuğunu da sımsıkı giydirip, Sarid yakınındaki Megiddo yolu üzerinde Nasıra’nın birkaç mil güneyinde kalan bir biçimde, abisinin şehir dışındaki evine kaçmıştı. Onlar Nasıra’ya iki aydan daha fazla bir süre boyunca geri dönmedi; İsa, bundan fazlasıyla keyif duydu, bir çiftlikte bu onun ilk deneyimiydi.
123:2.1 (1357.5) Nasıra’ya geri dönmelerinden bir yıldan biraz daha fazla bir süre içinde, erkek çocuk İsa, ilk kişisel ve samimi nitelikteki ahlaki kararının yaşına gelmişti; ve, oraya, Maçiventa Melçizedeği’ne daha öncesinden hizmet etmiş, böylece fani bedeninin suretinde yaşayan bir fani-ötesi varlığın vücutlaşımı ile birliktelik içinde faaliyet gösterme deneyimini elde etmiş, Cennet Yaratıcısı’nın kutsal bir hediyesi olarak bir Düşünce Düzenleyicisi kendisiyle kalmak için gelmişti. Bu olay, M.Ö. 2.yılda Şubat ayının 11’nde gerçekleşmişti. İsa; akıllarında ikamet etmek, ve, bu akılların nihai ruhanileşimi ve onların evrimleşen ölümsüz ruhlarının ebedi kurtuluşu için görevde bulunmak amacıyla, benzer bir biçimde bu Düşünce Düzenleyicileri’ni, bugünden önce ve bu günden sonra almış milyonlarca diğer çocuktan daha fazla bir biçimde bu kutsal Görüntüleyici’nin farkında değildi.
123:2.2 (1357.6) Şubat ayında bu gün, Mikâil’in çocuksu bahşedilişinin doğruluğundan sorumlu olan Kâinat Yöneticileri’nin doğrudan ve kişisel yüksek denetimi sonlandırılmıştı. Bu andan itibaren, bahşedilişin insan gerçekleşimi boyunca İsa’yı kollama görevi; zaman zaman, gezegensel üstlerinin yönergesi uyarınca bir takım sınırları belirlenmiş sorumluluklarını yerine getirmek amacıyla görevlendirilmiş yarı-ölümlü yaratılmışların hizmeti ile desteklenen bir biçimde, bu ikamet eden Düzenleyici’nin muhafazasına ve ilgili yüksek meleksel koruyuculara bırakılma nihai sonuna sahipti.
123:2.3 (1357.7) İsa, bu yılın Ağustos ayında beş yaşındaydı; ve, bizler bu nedenle bunu, onun beşinci (takvim) yılı olarak adlandıracağız. M.Ö. 2.yıl olarak bu yılda, beşinci doğum gününün yıldönümüne bir aydan biraz daha kısa bir süre önce, İsa; Temmuz’un 11’inin gecesi doğmuş olan kız kardeşi Miryam’ın gelişiyle oldukça mutlu olmuştu. Ertesi günün akşamı boyunca İsa babasıyla; yaşayan şeylere ait çeşitli topluluklarının dünyaya nasıl ayrı bireyler olarak doğduklarına dair uzun bir konuşmada bulundu. İsa’nın öncül eğitiminin en değerli kısmı, derin ve arayış halindeki sorularına karşılık ebeveynlerinden elde edilmişti. Yusuf hiçbir zaman; zahmete katlanıp, oğlunun sayısız sorusuna cevap vererek vaktini harcama görevini eksiksiz yerine getirmede başarısız olmamıştı. Beş yaşındayken on yaşına kadar, İsa, devamlı bir soru işaretiydi. Her ne kadar Yusuf ve Meryem her zaman İsa’nın sorularına cevap veremeseler de, onlar hiçbir zaman, İsa’nın sorgularını bütünüyle tartışmada ve meraklı aklının getirdiği sorunun tatminkâr bir çözümüne ulaşmadaki onun çabalarında kendisine başka her biçimde yardımcı olmada başarısız olmadılar.
123:2.4 (1358.1) Nasıra’ya geri dönmelerinden beri, kendilerininki meşgul bir ev yaşamı olmuştu; ve, Yusuf olağanın dışında bir biçimde, yeni atölyesini inşa etmekle ve işini tekrar yoluna koymakla meşgul haldeydi. Tamamiyle o kadar yoğundu ki, James için bir beşik yapacak vakit bulamamıştı; ancak bu durum Miryam’ın gelişinden uzunca bir süre önce düzeltildi, ve Miryam, ailesi ona hayran hayran bakarken huzurla barınacağı oldukça rahat bir bebek yatağına sahip olmuştu. Ve, çocuk İsa tam da en içinden, tüm bu doğal ve olağan ev deneyimlerine girmişti. O küçük erkek kardeşinden ve bebek kız kardeşinden fazlasıyla keyif duymuş, her ikisinin de bakımında Meryem’e büyük yardımı dokunmuştu.
123:2.5 (1358.2) Bu dönemlerin Musevi-olmayan dünyasında; bir çocuğa, Celile’nin Musevi evlerinden daha iyi nitelikli ussal, ahlaki ve dini hazırlanmayı verebilecek çok az ev bulunmaktaydı. Bu Museviler, çocuklarını yetiştirmek ve eğitmek için düzenli hale getirilmiş bir eğitime sahipti. Onlar, bir çocuğun yaşamını yedi aşamaya ayırmıştı:
123:2.6 (1358.3) 1. Birinci günden sekizinci güne kadar olan süre biçiminde, yeni-doğan çocuk.
123:2.7 (1358.4) 2. Emzirilen çocuk.
123:2.8 (1358.5) 3. Anne sütünden kesilen çocuk.
123:2.9 (1358.6) 4. Beşinci yılın sonuna kadar süren bir biçimde, anneye bağımlılığın süreci.
123:2.10 (1358.7) 5. Çocuğun bağımsızlığının başlangıcı, ve erkek çocuklar ile, babanın eğitim sorumluluğunu üstlenişi.
123:2.11 (1358.8) 6. Ergenlik sürecindeki erkek ve kız çocuklar.
123:2.12 (1358.9) 7. Genç erkek ve kız çocuklar.
123:2.13 (1358.10) Beşinci doğum gününe kadar annenin bir çocuğun hazırlanışı için sorumluluk üstlenişi, ve bunun sonrasında, çocuk eğer erkek ise gencin eğitimi için artık babanın sorumlu tutuluşu Celile Musevileri’nin âdetiydi. Bu yıl, bu nedenle, İsa; bir Celile Musevi çocuğu sürecinin beşinci aşamasına girmişti, ve bu böylece M.S. 2.yılda Ağustos’un 21’nde gerçekleşmişti. Meryem resmi bir biçimde İsa’yı, ilave eğitimi için Yusuf’a yönlendirmişti.
123:2.14 (1358.11) Her ne kadar Yusuf bu aşamada artık İsa’nın ussal ve dini eğitimi için doğrudan sorumluluğu üstlenmekte olsa da, annesi hala İsa’nın ev eğitimi ile doğrudan ilgilenmekteydi. Meryem İsa’ya, ev yerleşke arazisini tamamiyle çevreleyen bahçe duvarları etrafında büyüyen sarmaşıkları ve çiçekleri tanımayı ve onlara bakmayı öğretmişti. Meryem aynı zamanda evin çatısına (yaz yatak odasına); üzerinde, İsa’nın haritalara çalıştığı ve zaman içinde Arami, Yunan ve daha sonrasında İbrani olmak üzere üç dilde de yetkin bir biçimde okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğrendiği küçük kum kutuları koymuştu.
123:2.15 (1358.12) İsa; fiziksel olarak neredeyse kusursuz bir çocuk halinde gelişmiş olup, zihinsel ve hissel olarak olağan ilerleyişinde bulunmaya devam etmekteydi. O; bu, beşinci (takvim) yılının son kısmında, ilk küçük çaplı hastalığı olarak, hafif bir sindirim sorunu yaşadı.
123:2.16 (1359.1) Her ne kadar Yusuf ve Meryem sıklıkla en büyük çocuklarının geleceği hakkında konuşmakta olsalar da, eğer siz orada bulunmuş olsaydınız yalnızca, olağan, sağlıklı, rahat ancak bu zaman ve mekânın aşırı derece sorgulayıcı olan bir çocuğunu gözlemlemiş olurdunuz.
123:3.1 (1359.2) Annesinin yardımı vasıtasıyla, İsa hali hazırda; Arami dilinin Celil aksanı üzerinde üstün hale gelmiş konumdaydı; ve, bu aşamada babası ona Yunanca öğretmeye başladı. Meryem çok az derecede Yunanca konuşabilmekteydi; ancak, Yusuf, hem Aramice ve hem de Yunanca’yı akıcı bir biçimde konuşabilmekteydi. Yunan dilini öğrenmek için ana çalışma kitabı, Mısır’dan ayrılırlarken kendilerine sunulmuş olan — Mezmurlar’ı da içine alan bir biçimde, kanun ve peygamberlerin bütüncül bir metin hali olarak — İbrani yazıtlarının nüshasıydı. Tüm Nasıra içinde yalnızca, Yunan dilinde Yazıtlar’ın tamamlanmış iki nüshası bulunmaktaydı; ve, marangozun ailesi tarafından onlardan birine sahip olmak, Yusuf’un evini fazlasıyla aranılan bir ev haline getirmiş olup, İsa’yı, o büyürken, dürüst öğrencilerin ve içten doğruluk arayıcılarının neredeyse sonu gelmez bir akışıyla tanışmasını sağlamıştır. Bu yıl sonlanmadan önce, İsa; altıncı doğum gününde kendisine, bu kutsal kitabın kendisine İskenderiye arkadaşları ve akrabaları tarafından sunulmuş olduğu söylenmiş bir biçimde, bu paha biçilemez el yazmasının koruyuculuğunu üstlenmişti. Ve, oldukça kısa bir zaman zarfı içinde İsa, onu hali hazırda okuyabilmekteydi.
123:3.2 (1359.3) İsa’nın genç yaşamındaki ilk büyük şaşkınlık, altı yaşını dolduruşundan biraz önce ortaya çıkmıştı. Bu gence daha öncesinde, babasının — en azından annesi ve babasının beraberce — her şeyi bildiği görünmüştü. Bu nedenle; bu sorgulayıcı çocuğun babasına, hemen öncesinde gerçekleşmiş hafif bir depremin nedenini sorduğu zaman, Yusuf’un “Oğlum, bunun cevabını gerçekten bilmiyorum” dediğinde yaşadığı şaşkınlığı bir hayal edin. Böylelikle, İsa’nın; süreç içinde dünyasal ebeveynlerinin her şeyin bilgeliğine sahip ve her şeyi bilen konumda bulunmadıklarını öğrendiği, gerçekleri görüşün bu uzun ve şaşkına çeviren süreci başlamıştı.
123:3.3 (1359.4) Yusuf ilk önce; İsa’ya, depreme Tanrı’nın neden olduğunu söylemeyi düşündü; ancak, bir anlık üzerinde düşünce kendisini, böyle bir cevabın derhal ilave ve daha utandırıcı sorguları tetikleyeceği konusunda onu uyardı. Erken yaşında bile, İsa’nın fiziksel veya toplumsal olgular ile ilgili sorularını, ya Tanrı yâda şeytanın neden olduğu gibi üzerinde düşünmeden cevaplamak çok zordu. Musevi topluluğunun bu zamanlarda hükmünü sürdüren inanışıyla uyumlu bir biçimde, İsa uzunca bir süredir, zihinsel ve ruhsal olguların olası açıklaması olarak iyi ruhaniyetlerin ve kötü ruhaniyetlerin inanış savını kabul etmeye gönüllüydü; ancak, o çok önceden, bu türden görülmemiş etkilerin doğal dünyanın fiziksel gelişimlerinden sorumlu oluşundan kuşku duyar hale gelmişti.
123:3.4 (1359.5) İsa altıncı yaşına girmeden, M.S. 1.yılda yazın başında, Zekeriya ve Elizabet ve onların oğlu Yahya, Nasıra ailesini ziyaret etmeye geldi. İsa ve Yahya; bu, hatırlayabildikleri ilk ziyaretleri boyunca neşeli bir vakit geçirdiler. Her ne kadar ziyaretçiler yalnızca bir kaç gün kalabilseler de, ebeveynler, evlatlarına dair gelecek tasarımlarını da içine alan bir biçimde birçok şey hakkında konuştular. Her ne kadar onlar böyle konuşmalar içinde olsalar da, gençler evin tavanı üzerinde kum içindeki taşlarla oynayıp, birçok açıdan gerçek erkek çocuklar gibi zevk alarak bunu gerçekleştirdiler.
123:3.5 (1359.6) Kudüs’ün yakınından gelmekte olan Yahya ile tanışarak, İsa; İsrail’in tarihine dair olağandışı bir ilgi sergilemiş olup, Şabat adetlerine, sinagog vaazlarına ve anma törenlerinin tekrarlanan ziyafetlerinin anlamına dair büyük çaplı bir sorguda bulunmuştu. Onun babası, bu dönemlerin anlamına ona açıklamıştı. Bu, ilk gece bir mum yakarak ve tekrar eden her gece bir tanesini daha ekleyerek devam eden bir şekilde, sekiz gün süren, kış ortası gerçekleşmekte olan ışık kutlamalarıydı; bu, Yehuda Makabi tarafından Musasal hizmetlerin eski haline getirilişi sonrasında mabedin adanışının anma törenidir. Bunun sonrasında Purim’in erken bahar kutlaması, Ester ziyafeti ve İsrail’in kendisinden olan kurtuluşu gelmektedir. Daha sonra, ebeveynlerin her ne zaman müsait olduklarında Kudüs’de kutlamalarını gerçekleştirirken, evde geride kalan çocukların bu bütün hafta boyunca maya ile yapılmış hiçbir ekmeğin yenmemesi gerektiğini hatırladıkları, önemli Hamursuz izledi. Sonrasında, hasat toplanışı olan ilk-meyvelerin ziyafeti geldi; ve, en sonunda, en önemlisi olarak, günahlardan arınmanın günü olarak, yeni yılın ziyafeti geldi. Her ne kadar bu kutlamaların ve adetlerin bazıları İsa’nın genç aklının anlaması için zor olmuş olsa da, o; onlar hakkında ciddi bir biçimde düşünmüş olup, bunun sonrasında, dışarıda yapraklardan çadırlarda konakladıkları ve kendilerini eğlence ve keyfe verdikleri zaman olarak bütün Musevi topluluğunun yıllık tatil dönemi halindeki, mişkanların ziyafetinin neşesine tamamiyle katılmıştı.
123:3.6 (1360.1) Bu yıl boyunca, Yusuf ve Meryem, duaları ile ilgili İsa ile sorun yaşamışlardı. İsa, tıpkı dünyasal babası olan Yusuf ile konuşur gibi, cennetsel Yaratıcısı ile konuşmada ısrar etmişti. İlahiyat ile olan daha ciddi ve derin saygı duyan iletişim biçimlerinden bu ayrılık, özellikle annesi olmak üzere, ebeveynlerini biraz şaşkına çevirmişti; İsa dualarını, “cennetteki Yaratıcısı ile küçük bir konuşmada” ısrar ettikten sonra, öğretildiği gibi yerine getirirdi.
123:3.7 (1360.2) Bu yılın Haziran ayında, Yusuf; Nasıra’daki atölyesini kardeşlerine devredip, bir inşaatçı olarak işine resmi bir biçimde başlamıştı. Bu yıl sona ermeden, ailenin geliri üç katından fazlasına yükselmişti. İsa’nın ölümüne kadar Nasıra ailesi bir daha hiçbir zaman, fakirliğin etkisini hissetmemişti. Aile gittikçe büyüdü, ve onlar, ilave eğitim ve seyahate daha fazla para harcadılar; ancak, Yusuf’un artan geliri her zaman, büyüyen giderlerle aynı hızda ilerledi.
123:3.8 (1360.3) Sonraki birkaç yıl içinde Yusuf; Cen, (Celile’nin şehri olan) Beytüllahim, Mecdel, Nain, Seforis, Kapernahum ve Endor’da dikkate değer ölçüde çalışmış olup, buna ek olarak, Nasıra’nın içinde ve yakınında birçok inşaat içinde bulundu. James, genç çocukların ev ödevleri ve bakımında annesine yardım edecek kadar büyüdüğünde, İsa babası ile birlikte evden ayrılarak bu çevre kasabaları ve köylerine sık ziyaretlerde bulundu. İsa keskin bir gözlemci olup, evden ayrılarak gerçekleştirdiği bu ziyaretlerden birçok yararlı bilgi edinmişti; o, insan ve onun dünya üzerinde yaşama biçimi hakkında kararlı ve devamlı bir biçimde bilgi biriktirmekteydi.
123:3.9 (1360.4) Bu yıl, İsa, aile işbirliğinin ve ev disiplinin talepleri karşısında güçlü duygularını ve istekli dürtülerini uyumlaştırmada büyük ilerleme kaydetmişti. Meryem sevgi dolu bir anneydi, ancak o oldukça katı bir disiplin gözeticiydi. Birçok şekilde, buna rağmen, Yusuf; küçük çocuk ile oturup, ailenin bütününün refahı ve huzurunu göz önünde bulundurarak kişisel arzuların disiplinsel azaltılışının gerekliliğine dair gerçek ve altında yatan nedenleri bütünüyle açıklamak onun âdeti olduğu için, İsa üzerinde daha büyük bir etkide bulunmuştu. Durum İsa’ya açıklandığında, o her zaman, ussal ve gönüllü bir biçimde ebeveynsel arzular ve aile yönergeleri ile işbirliğinde bulunmaktaydı.
123:3.10 (1360.5) Annesinin ev ile ilgi yardımına ihtiyaç duymadığı zamanlar olarak — boş zamanının büyük bir bölümü, gündüz çiçekler ve bitkiler üzerinde ve akşam ise yıldızlar üzerinde çalışarak geçmişti. O; bu çok düzenli Nasıra hanesinde olağan yatak vaktinden çok sonra, sırtının üzerine uzanıp, yıldızlar ile kaplı göklere doğru bakmanın kendisine sorun çıkaran ama hoşlandığı bir eğilimini sergilemişti.
123:4.1 (1361.1) Bu, gerçekten de, İsa’nın yaşamında önemli olaylara sahne olmuş bir yıldı. Ocağın başında, büyük bir kar fırtınası Celile’de ortaya çıkmıştı. Kar; yaşamı boyunca İsa’nın gördüğü en yoğun kar yağışı ve yüzlerce yıllık bir süre içinde Nasıra’da en derinlerinden bir tanesi olarak, yaklaşık altmış metreyi geçmişti.
123:4.2 (1361.2) Musevi çocuklarının oyun yaşamı İsa’nın zamanında daha kısıtlıydı; haddinden fazla bir biçimde çocuklar, büyüklerini yaparken gözlemledikleri daha ciddi şeyleri oynamaktaydılar. Onlar fazlasıyla; oldukça sık bir biçimde gördükleri ve oldukça dikkate çekici olan biçimindeki törenler olarak, düğünler ve cenazelerde oynadılar. Onlar dans edip şarkı söylediler, ancak, daha sonraki çocukların fazlasıyla keyif alarak gerçekleştirdikleri düzenli oyunların çok azına sahiptiler.
123:4.3 (1361.3) İsa, bir komşu çocuğunun ve daha sonra ise kardeşi James’in eşliğinde; talaşlar ve ahşap parçaları ile büyük zevk aldıkları yer olan, ailenin marangoz atölyesinin uzak köşesinde oynamaktan çok mutlu olmaktaydı. İsa için her zaman, Şabat günü yasaklanmış olan belirli oyun türlerinin yaratabileceği zararı kavramak zordu; ancak o hiçbir şekilde, ebeveynlerinin isteklerine uymada başarısız olmadı. O, dönemi ve neslinin sahip olduğu çevre içinde dışa vurulması için çok az olanak sağlayan mizahın ve oyunun bir yetkinliğine sahipti; ancak, on dört yaşına kadar o çoğu zaman, güler yüzlü ve tasadan uzaktı.
123:4.4 (1361.4) Meryem, evin bitişindeki hayvan barınağının çatısında bir güvercinlik bakmaktaydı; ve, onlar, İsa’nın yüzde onunu kesip sinagogun görevli kişisine verdiği, güvercinlerin satışından gelen karı özel bir yardım hesabı olarak kullandılar.
123:4.5 (1361.5) Bu zamana kadar İsa’nın yaşadığı tek gerçek kaza, branda beziyle kaplı yatak odasına çıkan arka bahçe taş merdivenlerinden bir düşüşüydü. Bu, doğudan gelen beklenmemiş bir Temmuz kum fırtınası süresince gerçekleşmişti. İnce kum tanelerinin şiddetli fırtınasını taşıyan sıcak rüzgârlar, özellikle Mart ve Nisan ayında gerçekleşen bir biçimde, genellikle yağmurlu dönem boyunca esmekteydi. Bu türden bir fırtınayı Temmuz’da yaşamak olağandışı bir durumdu. Fırtına geldiğinde, İsa alışkanlığı olarak çatı üzerinde oyun oynamaktaydı; zira burası onun, kuru mevsimin büyük bir kısmı boyunca onun alışılageldik oyun odasıydı. Merdivenlerden aşağıya inerken kum gözlerini tamamen kapamıştı, ve o düştü. Bu kazadan sonra, Yusuf, merdivenlerin her iki tarafına da merdiven korkulukları inşa etti.
123:4.6 (1361.6) Bu kaza hiçbir biçimde engellenemezdi. Bu, gencin gözetimine verilmiş olan bir birincil ve bir ikincil yarı-ölümlü olarak, yarı-ölümlü geçici koruyucuların ilgisizliğine yüklenebilecek bir durum söz konusu değildi; bu ne de, koruyucu yüksek meleğe yüklenebilecek bir durumdu. Bu olay tamamiyle kaçınılamaz bir yaşanmışlıktı. Ancak, Yusuf’un Endor’da olduğu bir vakit yokluğunda gerçekleşen bir biçimde, bu küçük kaza; Meryem’in aklında, birkaç ay boyunca İsa’yı oldukça yakın gözetim altında yanı başında bilgece olmayan bir biçimde tutmaya çalışır ölçüde büyük bir endişenin büyümesine neden oldu.
123:4.7 (1361.7) Fiziksel doğanın yaygın gelişmeleri olarak maddi kazalara keyfi bir biçimde, göksel kişilikler tarafından müdahalede bulunmamaktadır. Olağan koşullar altında yalnızca yarı-ölümlü yaratılmışlar, nihai sona ait erkek ve kadın bireyleri kollamak için maddi durumlara müdahalede bulunabilir; ve, ruhsal durumlarda bile bu varlıklar bu şekilde, üstlerinin belirli emirlerine uyarak hareket edebilirler.
123:4.8 (1361.8) Ve, bu sorgulayıcı ve maceraperest gencin daha sonra başına gelen bu türden küçük çaplı geniş sayıdaki kazaların yalnızca bir tanesiydi. Eğer fazlasıyla hareketli bir çocuğun ortalama çocukluğunu ve gençliğini gözünüzün önünde canlandıracak olursanız, İsa’nın gençlik sürecine dair oldukça iyi bir fikre sahip olursunuz; ve, sizler, özellikle annesi olmak üzere, ebeveynlerine ne kadar büyük bir endişe kaynağı olabileceğini hayal edebilirsiniz.
123:4.9 (1362.1) Nasıra ailesinin dördüncü üyesi olarak, Yusuf, M.S. 1.yılda Mart’ın 16’sında Çarşamba sabahı doğmuştu.
123:5.1 (1362.2) İsa, bu aşamada; Musevi çocuklarının sinagog okullarında resmi eğitimlerine başlamalarının beklendiği yaş olarak, yedinci yaşındaydı. Bunun uyarınca, bu yılın Ağustos ayında o, Nasıra’daki birçok önemli yaşanmışlıklara sahne olmuş okul yaşamına adım atmıştı. Hâlihazırda bu genç; Arami ve Yunan dilleri olarak, iki dili yetkin bir biçimde okumakta, yazmakta ve konuşmaktaydı. O bu aşamada, İbrani dilinde okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğrenme görevi ile kendisini aşina edecekti. Ve, o gerçekten de, önünde uzanan bu yeni okul yaşamını derinden arzulamaktaydı.
123:5.2 (1362.3) Üç yıl boyunca — onuncu yaşına kadar — Nasıra sinagogunun ilkokuluna gitmişti. Bu üç yıl boyunca, İbrani dilinde kayıt altına alınmış haliyle Kanun Kitabı’nın o döneme kadar ulaşabilmiş kalıntılarını çalışmıştı. Takip eden üç yıl boyunca, o; yüksek düzey okulda çalışmış olup, kutsal kanunun daha derin olan öğretilerini sesli bir biçimde tekrar etme yönetimiyle hafızasına almıştı. O, bu sinagog okulundan on üçüncü yaşı içinde mezun olmuş olup, taşıyan herkesi Kudüs’de Hamursuz’a katılmaya hak kazandıran İsrail ulusunun artık sorumlu bir vatandaşı niteliğinde — eğitilmiş bir “emrin evladı” olarak, sinagog yöneticileri tarafından ebeveynlerine teslim edilmişti; bunun uyarınca o ilk Hamursuzu’na, babası ve annesinin eşliğinde o yıl katılmıştı.
123:5.3 (1362.4) Nasıra’da öğrenciler yarı daire halinde yerde otururlarken, bir sinagog görevlisi halindeki hazzan olarak, onların öğretmeni bu öğrencilere bakan konumda oturmaktaydı. Levililer kitabından başlayarak onlar, kanunun diğer kitaplarının, ve onun ardından da, Peygamberlerin ve Mezmurlar’ın irdelenişine geçmekteydiler. Nasıra sinagogu, İbrani dilinde Yazıtlar’ın bütüncül bir nüshasına sahipti. On ikinci yıla kadar Yazıtlar’dan başka hiçbir şey çalışılmamaktaydı. Yaz aylarında, okul saatleri fazlasıyla kısaltılmaktaydı.
123:5.4 (1362.5) İsa öncül bir biçimde, İbrani dilini üstünlükle kullanan biri haline geldi; ve, Nasıra’da yüksek derecede bir ziyaretçinin bulunmadığı zamanlarda, bir genç birey olarak ondan sıklıkla, olağan Şabat hizmetlerinde sinagogda toplanmış olan inanç sahiplerine İbrani yazıtlarını okuması istenirdi.
123:5.5 (1362.6) Bu sinagog okulları, tabiî ki de, herhangi bir ders kitabına sahip değildi. Eğitimde, hazzan bir ifade de bulunurken, öğrenciler hep birlikte onun arkasından tekrar ederlerdi. Kanunun yazılı kitaplarına başvurmak zorunda kaldıkları zaman, öğrenci dersini, sesli bir biçimde okuyarak ve sürekli olarak tekrar ederek öğrenirdi.
123:5.6 (1362.7) Daha sonra, daha fazla resmi eğitimine ek olarak, İsa; babasının tamir atölyesine giren çıkan, birçok yerden gelen insanlar olarak dünyanın dört bir yanından insan doğasıyla iletişimde bulunmaya başladı. O daha da büyüdüğünde, istirahat ve beslenmek için pınar yakınında dururlarken kervan yolcuları ile özgür bir biçimde kaynaştı. Yunan dilini akıcı bir biçimde konuşur halde o, kervan yolcuları ve kervanbaşlarının büyük bir çoğunluğu ile sohbet ederken çok az sorun yaşadı.
123:5.7 (1362.8) Nasıra bir kervan yolu durağı ve seyahatin kesişim noktası olup, nüfus bakımından fazlasıyla Musevi-olmayanlardan oluşmaktaydı; aynı zamanda o yaygın bir biçimde, geleneksel Musevi kanununun özgürlükçü yorumunun bir merkezi olarak bilinmekteydi. Celile’de Museviler, Yahudiye’deki topluluklarının gerçekleştirdiklerine kıyasla daha özgür bir biçimde Musevi-olmayanlar ile içli dışlı olmaktaydı. Ve, Celile’nin tüm şehirleri içinde, Nasıra’nın Musevileri; Musevi-olmayanlar ile iletişimlerinin bir sonucu olarak, kirlenme korkularına dayanan toplumsal kısıtlılıklara dair yorumlarında en özgürlükçü olanlarıydı. Ve, bu koşullar, Kudüs’de “Nasıra’dan hiç iyi bir şey çıkar mı?” gibi ortak söyleme sebebiyet vermişti.
123:5.8 (1363.1) İsa, ahlaki eğitimini ve ruhsal kültürünü başlıca bir biçimde evinde almıştı. O, ussal ve din-kuramsal eğitiminin çoğunu hazzandan elde etmişti. Ancak, yaşamın zor sorunları ile mücadele vermenin mevcut sınavı için aklının ve kalbinin başlıca aracı olarak — gerçek eğitimini, akran insanları ile işli dışlı olmaktan elde etmişti. İnsan ırkını tanımanın olanağını kendisine sağlayan şey, Musevi ve Musevi-olmayan, genç ve yaşlı fark etmeksizin akran insanları ile olan bu yakın iletişim olmuştu. İsa, bütünüyle insanları anlar ve adanmış bir biçimde onlara derin sevgi besler derecede, oldukça eğitimliydi.
123:5.9 (1363.2) Sinagogdaki yılları boyunca o; üç dil bildiği için büyük bir üstünlüğü elinde bulunduran bir biçimde, muhteşem bir öğrenciydi. İsa’nın okulunda dersini tamamladığı bir seferinde Nasıra hazzanı, Yusuf’a; “gence öğretmeye yetkin olduğundan” daha fazla şeyi, tam tersine, “İsa’nın arayış içindeki sorularından öğrenmiş olduğuna” dair endişesini özellikle belirtmişti.
123:5.10 (1363.3) Her ne kadar eğitim süreci boyunca İsa, sinagogdaki düzenli Şabat vaazlarından çok şey öğrenmiş ve onlardan büyük bir ilham elde etmişti. Nasıra’da Şabat zamanı duran seçkin ziyaretçilerden sinagoga seslenmesini istemek adettendi. İsa büyürken; görüşlerini sunmuş olan Musevi dünyasının tamamına ait büyük düşünürlerin büyük bir kısmını, ve aynı zamanda, Nasıra sinagogu İbrani düşünce ve kültürünün gelişmiş ve özgürlükçü bir merkezi olduğu için neredeyse hiçbir şekilde köktenci Musevi sayılamayacak bireylerin çoğunu dinlemişti.
123:5.11 (1363.4) Yedi yaşında okula başlayarak (bu dönemde Museviler daha yeni bir zorunlu eğitim yasasını yürürlülüğe koymuştu) öğrencilerin; bir dönemler uygulandığı gibi on üç yaşına geldiklerindeki mezuniyetlerinde sıklıkla okumakta oldukları metin olarak, eğitimleri boyunca onları yönlendirecek altın kuralın bir türü niteliğindeki “doğum günü metnini” seçmeleri adettendi. İsa’nın metni İşaya Peygamber’dendi: “Koruyucu Tanrı’nın ruhaniyeti benim üzerimdedir, zira Koruyucu beni kutsadı; o beni, ezilenlere iyi haberleri getirmek, kalbi kırılmışın gönlünü almak, esirlere özgürlüğü duyurmak ve ruhsal mahkûmları serbest bırakmak için gönderdi.
123:5.12 (1363.5) Nasıra, İbrani milletinin yirmi-dört din-adamı merkezinden bir tanesiydi. Ancak, Celile din-adamlığı, Yahudiye yazıcıları ve hahamlarına kıyasla geleneksel kanunların yorumunda daha özgürlükçüydü. Ve, Nasıra’da onlar aynı zamanda, Şabat’ın yerine getirilmesinde daha özgürlükçüydü. Tüm Celile’yi bir ucundan diğerine gören bir manzarayı elde edebilecekleri, evlerinin yakınındaki yüksek tepeye tırmanmanın onların gözde kısa keyifli gezintilerinden bir tanesi olan bir biçimde, Şabat öğleden sonraları yürüyüş yapmak için İsa’yı dışarı çıkarmak bu nedenle Yusuf’un âdetiydi. Havanın açık olduğu günlerde kuzeybatıya doğru onlar, Karmel Dağı’nın uzun dağ sırasının denize doğru uzandığını görebilmektelerdi; ve, birçok kez İsa Yusuf’un, Ahav’ı kınamış ve Baal’in din adamlarının foyasını ortaya çıkarmış olan İbrani din adamlarının uzun koluna ait ilk üyelerden bir tanesi olarak İlyas’ın hikâyesini anlatışını dinlemişti. Kuzey’de Hermon Dağı, sürekli yağan karla bembeyaz parıldayan 900 metreden fazla yükseklikteki yukarı yamaçlarıyla, karlı doruğunu ihtişamlı ışıltısıyla yükselmekte ve tek başına göğü kaplamaktaydı. Doğu ucunda onlar, Ürdün vadisini, ve onun çok uzağında, Moav’ın taş tepelerini seçebilmekteydiler. Aynı zamanda güney ve doğu yönünde, güneş mermer duvarları üzerinde ışıdığı zaman, onlar; amfi-tiyatroları ve gösterişli mabetleriyle, Dekapolis’in Yunan-Romalı şehirlerini görebilmektelerdi. Ve, güneşin batışına doğru bakışlarını uzun süre yönelttiklerinde, batıya doğru çok uzaktaki Akdeniz üzerindeki ilerlemekte olan deniz araçlarını görebilmektelerdi.
123:5.13 (1364.1) Dört bir yandan, İsa, Nasıra’ya girerken ve ondan ayrılırken yollarında ilerlemekte olan kervan kafilelerini gözlemleyebilmekteydi; ve, güneye doğru o, Gilboa Dağı ve Samaria Dağı’na doğru uzanmakta olan, Esdraelon’un geniş ve verimli ovasından meydana gelen şehrini üzerinden görebilmekteydi.
123:5.14 (1364.2) Uzak manzarayı görmek için yükseklere tırmanmadıkları zaman, onlar; şehrin dışına doğru yürüyüşte bulunup, mevsimlere bağlı olarak çeşitli dönemleri içinde doğayı incelediler. Ev ocağınki dışında İsa’nın en öncül eğitimi, doğa ile derin saygısal ve anlayışlı bir iletişim üzerine gerçekleşmişti.
123:5.15 (1364.3) Sekiz yaşından önce, İsa; evinden çok uzakta bulunmayan ve kasabanın bütünü için iletişimin ve dedikodunun toplumsal merkezlerinden bir tanesi olmuş olan pınarda, kendisiyle tanışmış ve konuşmuş Nasıra’nın tüm anneleri ve genç kadınları tarafından bilinmekteydi. Bu yıl, İsa, aile ineğini sağmayı ve diğer hayvanlara bakmayı öğrendi. O on yaşındayken, dokuma tezgâhını çalıştırmada usta olmuştu. Yaklaşık olarak bu dönemde, İsa ve komşu çocuğu Yakup, akan pınarın yanında çalışmış olan çömlekçinin çok iyi arkadaşları haline gelmişti; ve, onlar Nathan’ın mahir parmaklarını çömlekçi çarkında kile şekil verirken izlediklerinde, birçok kez her ikisi de, büyüdüklerinde çömlekçi olmaya karar vermişlerdi. Nathan bu gençleri çok sevmekte olup, sıklıkla onlara, çeşitli nesneleri ve hayvanları yapmada onları yarıştıran çabaları teşvik ederek yaratıcı hayal güçlerini harekete geçirmeyi arzulayan bir biçimde, oynamaları için kil vermekteydi.
123:6.1 (1364.4) Bu yıl, okulda ilgi çekici bir seneydi. Kararlı bir öğrenci olan ve sınıfın daha fazla ilerleme kaydeden üçte birlik kısmında bulunan bir biçimde her ne kadar İsa olağandışı bir öğrenci olmasa da, çalışmasını o kadar güzel bir biçimde yerine getirmekteydi ki, her ayın bir haftası okula katılmaktan muaf tutulmaktaydı. Bu haftayı o genellikle; ya Mecdel yakınındaki Celile Denizi’nin kıyılarında balıkçılık yapmakta olan amcasıyla, veya, Nasıra’nın sekiz kilometre güneyindeki (annesinin abisi olan) diğer amcasının çiftliğinde geçirmekteydi.
123:6.2 (1364.5) Her ne kadar annesi öncesinden İsa’nın sağlığına ve güvenliğine dair haddinden fazla endişeli hale gelmiş bulunsa da, kademeli bir biçimde evden gerçekleştirdiği bu yolculukları kabul eder hale geldi. İsa’nın amacı ve teyzelerinin hepsi onu çok sevmekteydiler; ve orada, bu yıl ve bunun hemen ardındaki yıllar boyunca bahse konu aylık ziyaretlerde onu konuk etmek için araklarında etkili bir rekabet ortaya çıkmıştı. Onun (bebekliğinden beri) amcasının çiftliğindeki ilk haftalık konukluğu bu yılın Ocak ayındaydı; Celile Denizi üzerindeki balıkçılıkta ilk haftalık deneyim, Mayıs ayında gerçekleşmişti.
123:6.3 (1364.6) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında İsa, Şam’dan gelen bir matematik öğretmeni ile tanıştı; ve, sayıların yeni belirli yöntemlerini öğrenen bir biçimde, zamanının büyük bir kısmını bir kaç yıl boyunca matematik üzerine harcadı. O; sayılara, uzaklıklara ve oranlara dair keskin bir anlayış geliştirdi.
123:6.4 (1364.7) İsa; kardeşi James’in varlığından o kadar büyük keyif almaya başlamış olup, bu yılın sonunda hali hazırda ona alfabeyi öğretmeye girişmişti.
123:6.5 (1364.8) Bu yıl İsa, arp üzerine ders alma karşılığında süt ürünlerini takas etmenin anlaşmalarında bulundu. O, müzik ile ilgili her şeye karşı olağandışı bir beğeniye sahipti. Daha sonra o, genç birlikteleri arasında ses müziğine bir ilgi yaratmak için fazlasıyla uğraş verdi On bir yaşında o; yetenekli bir arpist olup, hem ailesini hem de arkadaşlarını olağanüstü yorumlarıyla ve yetkin doğaçlamalarıyla eğlendirmekten fazlasıyla keyif aldı.
123:6.6 (1365.1) İsa, okulda kıskanılacak derecede gelişimde bulunmaya devam ederken, her şey ne ebeveynleri ne de öğretmenleri için kolay bir biçimde ilerlemedi. İsa, özellikle coğrafya ve gök bilimi ile olmak üzere, hem bilim hem de din ile ilgili birçok utandırıcı soru sormaya devam etmişti. O özellikle, Filistin’de neden kuru bir mevsimin ve yağmurlu bir mevsimin bulunduğunu anlamada ısrarcıydı. Tekrar eden bir biçimde, o, Nasıra ve Ürdün vadisi arasındaki büyük sıcaklık farklılığının açıklamasını arzuladı. O tek kelimeyle, bu tür ussal ancak kafa karıştırıcı soruları sormaya hiçbir zaman ara vermedi.
123:6.7 (1365.2) Onun üçüncü kardeşi, Şimon, M.S. 2.yıl olan bu yılın Nisan ayının 14’nde, Cuma akşamı doğmuştu.
123:6.8 (1365.3) Şubat ayında, hahamlara ait bir Kudüs akademisinde öğretmenlerden biri olarak Nahor, Kudüs yakında Zekeriya’nın evine gerçekleştirdiği benzer bir görevde bulunmuş olarak, İsa’yı gözlemlemek için Nasıra’ya gelmişti. O Nasıra’ya, Yahya’nın babası nedeniyle gelmişti. Her ne kadar Nahor ilk başta, İsa’nın dini şeyler ile kendisini ilişkilendirişinin açıklığı ve olağanın dışındaki biçimi nedeniyle bir ölçüde derin şaşkınlık içine düşmüşse de, bunu, Celile’nin İbrani öğrenim ve kültür merkezlerinden olan uzaklığına bağladı; ve, Nahor Yusuf ve Meryem’e, Musevi kültürünün merkezinde eğitim ve hazırlanmanın üstünlüklerini elde edebileceği yer olan Kudüs’e İsa’yı beraberinde götürmesine izin vermelerini tavsiye etti. Meryem, razı göstermeye yarı ikna olmuştu; o, en büyük oğlunun Musevi kurtarıcısı olarak Mesih haline gelecek oluşundan emindi; Yusuf, ikna olmada; o, Meryem ile eşit bir ölçüde, İsa’nın nihai sona ait bir insan haline gelen bir biçimde büyüyeceğine ikna olmuştu; ancak, bu nihai sonun onu tam olarak kim haline getireceğinde çok büyük ölçüde kararsızdı. Ancak, o gerçekten de hiçbir zaman, evladının dünya üzerinde belli bir büyük görevi yerine getirecek oluşundan kuşku duymamıştı. Nahor’un tavsiyesi üzerinde daha fazla düşündüğünde, Kudüs’de önerilen konukluğa dair bilgeliği daha fazla sorgular hale geldi.
123:6.9 (1365.4) Yusuf ile Meryem arasındaki bu görüş farklılığı nedeniyle, Nahor, tüm bu konuyu İsa’nın önüne sermek için izin istedi. İsa dikkatli bir biçimde dinledi; ve, Yusuf, Meryem, ve, çocuğu en gözde oyun arkadaşı olan taş ustası Yakup isminde bir komşu ile konuştu; ve, daha sonra, iki günün sonrasında, ebeveynleri ve danışmanları arasında bu türden bir görüş farklılığının mevcut bulunması, ve, lehte veya aleyhte kesin bir görüşe sahip olmayan bir biçimde bu türden bir karar için sorumluluğu almaya yetkin hissetmediği için, durumun bütünlüğünü göz önüne alarak nihai bir biçimde “cennetteki Yaratıcım ile konuşmaya” karar verdiğini bildirdi; ve, o her ne kadar aldığı cevap hakkında kusursuz bir biçimde emin olamasa da, “sadece bedenime bakabilmeye ve aklımı gözlemleyebilmeye yetkin olan ancak beni gerçekten bilebilmeye neredeyse hiçbir biçimde yetkin olamayacak yabancılara kıyasla, beni bu kadar derinden seven onların benim için daha fazlasını yerine getirebileceğini ve beni daha güvenli bir biçimde yönlendirebileceğini” ekleyerek, bunun yerine “annem ve babam ile” evde kalmaya devam etmesi gerektiğini hissetti. Onların hepsi şaşkına döndü, ve Nahor Kudüs’e geri olan yoluna devam etti. Ve, birçok sene boyunca, İsa’nın evden ayrılma konusu, değerlendirilmesi için tekrar gündeme gelmedi.
Urantia’nın Kitabı
124. Makale
124:0.1 (1366.1) HER ne kadar İsa, okul için İskenderiye’de Celile’ye kıyasla daha iyi bir imkânı memnuniyetle deneyimleyebilecek olmuş olsa da; medeni dünyanın her tarafından akın akın gelmekte olan erkek ve kadınların tüm sınıflarının bu kadar geniş sayıdaki nüfusuyla sürekli iletişimde bulunmanın büyük faydasını aynı zamanda memnuniyetle deneyimlerken, olası en düşük eğitimsel yönlendirmeyle kendi yaşam sorunlarını çözmek için bu türden muhteşem çevreye sahip olamazdı. Eğer İsa İskenderiye’de kalmaya devam etmiş olsaydı, onun eğitimi Museviler tarafından ve tamamiyle Musevi olan doğrultuda yönlendirilecekti. Nasıra’da o; Musevi-olmayanları anlamak için kendisini daha yerinde bir biçimde hazırlamış olan, ve, İbrani din-kuramının Doğu, veya diğer bir değişle Babil, ve Batı, diğer bir değişle Helenik, görüşlerinin sahip oldukları göreceli faydalara dair daha iyi ve daha dengeli bir düşünceyi sağlamış olan bir eğitimi elde etmiş ve bir hazırlanmadan geçmişti.
124:1.1 (1366.2) Her ne kadar İsa’nın hiçbir zaman ciddi bir biçimde hasta olmadığı söylenebilir olsa da, İsa bu yılda, erkek kardeşleri ve bebek kız kardeşleri ile beraber, çocukluğun küçük çaplı rahatsızlıklarından bazılarını yaşamıştı.
124:1.2 (1366.3) Okul devam etmekte olup, İsa, her ayda bir hafta özgürlüğe sahip olarak, hala ayrı bir konumda tutulan öğrenciydi; ve, o, komşu şehirlere babasıyla gerçekleştirdiği seyahatleri, Nasıra’nın güneyindeki amcasının tarlasındaki konuklukları, ve, Mecdel’den gerçekleştirdikleri balıkçılık gezintileri arasında zamanını yaklaşık olarak eşit bir biçimde bölmeye devam etti.
124:1.3 (1366.4) Okulda bu döneme kadar henüz gerçekleşmiş en ciddi sorun, İsa’nın; her türlü resim, fotoğraf ve çizimin özü bakımından putperestlik olduğuna dair öğreti hakkında hazzana karşı koymaya cüret ettiğinde gerçekleşmişti. İsa, manzara resimleri çizmekten ve çömlekçi kilinden büyük bir çeşitlilikte nesneleri tasarlamaktan büyük keyif almaktaydı. Bu türden her şey, Musevi kanunu tarafından katı bir biçimde yasaklanmıştı; ancak, bu zamana kadar o, bu tür etkinliklere devam etmesine izin verecek kadar ebeveynlerinin karşıtlığını etkisiniz hale getirmeyi başarmış konumdaydı.
124:1.4 (1366.5) Ancak sorun tekrar okulda, İsa’nın dersliğin tabanına öğretmenin bir karakalem resmini çizmekte olduğunu, daha gerici öğrencilerden bir tanesi keşfettiğinde alevlendi. Bu resim gün gibi açık bir biçimde orada durmakta olup, kıdemli üyelerin çoğunluğu, en büyük oğlunun kanun tanımazlığını baskılaması için bir şeylerin yapılması gerektiğini talep etmek için Yusuf’u çağırmaya girişiminden önce, görmüşlerdi. Ve her ne kadar bu, Yusuf ve Meryem’e, çok yönlü ve karşıt çocuklarının eylemleri hakkında gelen şikâyetlerin ilki olmasa da, ona karşı bu zamana kadar yöneltilmiş tüm suçlamalar içinde en ciddi olanıydı. İsa belli bir süre boyunca, dışarıda arka kapının hemen yanı başındaki büyük bir kaya üzerinde oturtturulan bir biçimde, sanatsal çabalarına dair getirilmiş suçlamayı dinledi. O, kendisinin suçlandığı yanlış eylemler yüzünden babasının neden gösterilmesine karşı çıktı; bu nedenle o, suçlayıcıları ile korkusuz bir biçimde yüzleşen bir biçimde ilerledi. Kıdemli üyeler şaşkınlığa uğramıştı. Bazıları yaşanılan şeyi mizahla değerlendirme eğiliminde olup, bir veya ikisi, erkek çocuğun dini reddetmese de, kutsallığa karşı geldiği yönünde düşünür görünmekteydi. İsa, görüşünü cesurca savunmuş bir biçimde söyleyeceğini söylemişti; ve, o, tüm diğer tartışmalı hususlarda olduğu gibi bunda da babasının kararına saygı göstereceğini duyurdu. Ve, kıdemli üyelerin heyeti sessizce ayrıldı.
124:1.5 (1367.1) Meryem Yusuf’u; okulda bu sorunlu etkinliklerin hiçbirini artık gerçekleştirmeyeceğine dair söz vermesi koşulu ile, İsa’nın evde kilden nesneler yapmasına izin vermesi için etkimeye çabaladı; ancak, Yusuf, ikinci emrin hahamsal yorumunu devam etmesini kararlaştırmak zorunda hissetti. Ve, böylece İsa artık, babasının evinde yaşadığı müddetçe herhangi bir şeyin suretinde bir şeyi ne çizdi ne de ona şekil verdi. Ancak o; yaptığı şeyin yanlışlığından, ve, genç yaşamının büyük sınavlarından bir tanesini oluşturmuş olan bu türden gözde bir boş zaman etkinliğini bırakmaktan emin olmamıştı.
124:1.6 (1367.2) Haziran’ın sonuna doğru, babasının eşliğinde İsa, Tabor Dağı’nın zirvesine ilk kez çıkmış oldu. Bu açık bir gün olup, manzara mükemmeldi. O dokuz yaşındaki ufaklığa, Mısır, Afrika ve Roma dışında tüm dünyayı gerçekten gördüğü hissi uyandırdı.
124:1.7 (1367.3) İsa’nın ikinci kız kardeşi olan Marta, Eylül’ün 13’unde Perşembe akşamı doğmuştu. Marta’nın gelişinden sonra, bu aralar bir süreliğine evde bulunan Yusuf, hem atölye ve hem yatak odası olarak, evlerine bir ilave binanın inşasına başladı. Küçük bir el tezgâhı İsa için inşa edilmişti; ve, ilk kez o, kendisine ait aletlere sahip oldu. Birçok yıl boyunca günün alışılageldik dışındaki saatlerinde o, bu el tezgâhı üzerinde çalışmış olup, boyundurukların yapılışında oldukça uzman hale gelmişti.
124:1.8 (1367.4) Bu kış ve diğerleri, birçok on yıl boyunca Nasıra’da en soğuk olanlarıydı. İsa dağlarda kar görmüş halde olup, kar, yalnızca kısa bir süre boyunca zemin üzerinde kalan bir biçimde, birkaç sefer Nasıra’ya düşmüştü; ancak, bu kışa kadar o buz görmemişti. Suyun bir katı, sıvı ve gaz olabileceği gerçekliği, kaynayan tencerelerden kaçan buhar üzerine uzunca bir süre düşünmüş olarak — ufaklığın bu fiziksel dünya ve onun oluşumu hakkında uzun boylu düşünmesine neden olmuştu; ama yine de, bu büyüyen gencin içinde barınan kişilik bu sürecin en başından beri, uçsuz bucaksız bir evren boyunca tüm bu şeylerin mevcut yaratıcısı ve düzenleyicisiydi.
124:1.9 (1367.5) Nasıra’nın iklimi sert değildi. Ocak, ortalama 10° C etrafında seyreden bir biçimde en soğuk aydı. En sıcak aylar olarak Ekim ve Ağustos boyunca sıcaklık, 23° ila 32° C derecede arasında değişiklik gösterirdi. Dağlardan Ürdün ve Lut Gölü vadisine kadar Filistin’in iklimi, dondurucu soğuklardan kavurucu sıcaklıklara kadar değişiklik gösterdi. Ve böylece, bir açıdan Museviler, dünyanın çeşitlilik gösteren iklimlerinin herhangi birinde veya hepsinde yaşamaya hazırlanmış haldelerdi.
124:1.10 (1367.6) En sıcak yaz ayları boyunca bile serin bir deniz esintisi genellikle batı yönünden, sabahın 10’undan yaklaşık olarak akşamın 10’una kadar esmişti. Ancak zaman zaman, doğudaki çölden gelen sıcak rüzgârlar tüm Filistin boyunca eserdi. Bu sıcak rüzgâr dalgaları genellikle, yağmur mevsiminin sonuna yakın bir biçimde, Şubat ve Mart ayında gelmişti. Bu dönemlerde yağmur, Kasım’dan Nisan’a kadar canlandırıcı sağanaklar halinde düşmüştü; ancak yağmur düzenli bir biçimde yağmadı. Filistin’de yalnızca, kurak ve yağmurlu mevsimler olarak yaz ve kış halinde iki mevsim bulunmaktaydı. Ocak ayında, çiçekler açmaya başlamakta olup, Nisan’ın sonunda toprakların tamamı kocaman bir çiçek bahçesi haline gelirdi.
124:1.11 (1367.7) Bu yılın Mayıs ayında, amcasının çiftliğinde İsa ilk kez, tahıl harmanına yardım etti. On üç yaşına gelmeden o, metal işçiliği dışında, Nasıra çevresinde erkek ve kadınları yaptıkları neredeyse her işe dair bir şeyler öğrenmeyi becermiş haldeydi; ve, o, babasının ölümünden sonra gerçekleşen bir biçimde büyüdüğünde, bir demirci atölyesinde bir kaç ayını harcadı.
124:1.12 (1368.1) İş ve kervan ticareti azaldığında İsa babası ile birlikte, yakındaki Cana, Endor ve Nain’e birçok eğlence veya ticari gezide bulundu. Bir ufaklık olarak bile o sıklıkla, Nasıra’dan kuzey batı doğrultusunda yalnızca yaklaşık beş kilometre uzaklıkta bulunan Seforis’e ziyaretlerde bulundu; ve, o, M.Ö. 4.yıldan yaklaşık olarak M.S. 25’inci yıla kadar Celile’nin başkentine ve Hirodes Antipa’nın yerleşkelerinden bir tanesine bu sık ziyaretlerini gerçekleştirmişti.
124:1.13 (1368.2) İsa fiziksel, ussal, toplumsal ve ruhsal olarak büyümeye devam etti. Onun evin dışına yaptığı yolculuklar, kendi ailesine dair daha iyi ve daha cömert bir anlayışı sunmada fazlasıyla katkıda bulunmuştu; ve, bu zaman zarfında, ebeveynleri hatta, ona öğretmeye ek olarak ondan öğrenmeye başlamıştı. İsa doğuştan bir düşünür olup, gençliğinde bile, yetkin bir öğretmendi. O, sürekli olarak, sözde “sözlü kanun” ile çatışma halindeydi; ancak, o her zaman kendisini, ailesinin uygulamalarına uyumlu hale getirmeyi amaçlamıştı. O, yaşının çocuklarıyla oldukça iyi bir biçimde anlaştı; ancak, o sıklıkla, onların yavaş hareket eden akılları nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. On yaşında gelmeden önce, o; fiziksel, ussal ve dini olarak — insan olmanın gerekliğini sunmak için bir cemiyet haline gelmiş yedi ufaklıktan oluşan bir topluluğun önderi haline gelmişti. Bu erkek çocukları arasında İsa, fiziksel dinlence etkinliğinden oluşan birçok yeni oyunu ve geliştirilmiş çeşitli yöntemleri getirmede başarı elde etmişti.
124:2.1 (1368.3) Babası ile şehrin dışında yürüyüşte bulunurlarken, İsa, yaşam görevinin sahip olduğu olağandışı doğasın bilincine varmakta olduğunu gösteren hisleri ve düşünceleri ilk kez sergilediğinde, ayın ilk Şabat’ı olarak, Temmuz’un beşiydi. Yusuf, oğlunun tarihi cümlelerini dikkatle dinledi, ancak çok az yorumda bulundu; o, ilave bir bilgi elde etmek için çaba sarf etmedi. Bir sonraki gün İsa, benzer ancak daha geniş bir konuşmayı annesi ile gerçekleştirdi. Meryem benzer bir biçimde ufaklığın duyurularını dinledi, ancak ne de o herhangi ilave bir bilgi elde etme çabası sarf etmedi. İsa, kişiliğinin doğası ve dünya üzerindeki görevinin niteliği ile ilgili kendi bilincinde artan bu ortaya çıkış hakkında ebeveynlerine bu konuşmanın aynısını neredeyse iki yıl önce yapmıştı.
124:2.2 (1368.4) O, Ağustos ayında ileri sinagog okuluna girmişti. Okulda, İsa, yöneltmekte ısrarcı olduğu sorularla sürekli olarak sorun yaratmaktaydı. Artan bir biçimde o, tüm Nasıra’yı neredeyse tamamen birbirine katmaktaydı. Ebeveynleri, bu rahatsızlık yaratan soruları sormayı ona yasaklamaktan nefret etmekteydi; ve, onun başöğretmeni kafası karışan bir biçimde fazlasıyla, bu ufaklığın merakı, kavrayışı ve bilgiye açlığı tarafından etkilenmişti.
124:2.3 (1368.5) İsa’nın oyun arkadaşları, davranışında doğa-ötesi hiçbir şey görmemişti; birçok açıdan o, tamamiyle kendileri gibiydi. Onun çalışmaya ilgisi, bir ölçüde ortalamanın üstündeydi, ancak tamamiyle görülmemiş nitelikte değildi. O okulda, sınıfındaki diğer öğrencilerden daha fazla soru sormaktaydı.
124:2.4 (1368.6) Muhtemelen, en olağandışı ve en dikkat çeken niteliği, sahip olduğu haklar için kavga etmedeki gönülsüzlüğüydü. Yaşına göre çok iyi gelişmiş bir ufaklık olduğu için, oyun arkadaşlarına, adaletsizlikten veya kişisel kötü muameleye maruz kaldığında bile kendisini koruma eğilimi göstermemesi garip görünmekteydi. Böyle bir şey gerçekleştiğinde, bir yaş büyük, bir komşu çocuğu olan Yakup’un arkadaşlığı nedeniyle bu kişilik özelliğinden fazlasıyla zarar görmedi. Yakup, Yusuf’un bir iş arkadaşı olan taş ustasının oğluydu. Yakup; İsa’nın büyük bir hayranı olup, fiziksel çatışmaya olan nefreti nedeniyle herhangi bir kişinin İsa üzerinde üstünlük kurmasına izin vermemeyi kendisinin işi haline getirmişti. Birkaç sefer, daha büyük ve terbiye almamış gençler, meşhur barışseverliğine güvenerek İsa’ya saldırdı; ancak, onlar her defasında, taş ustasının oğlu Yakup olan, kendi kendine görevlendirmiş savaşçısının ve her daim hazır savunucusunun ellerinde, hiç gecikmeden ve belirli düzeydeki karşılıktan muzdarip olmuşlardı.
124:2.5 (1369.1) İsa genel olarak, dönemlerinin ve nesillerinin daha yüksek ideallerinin savunuculuğunu yapmakta olan Nasıra gençlerinin kabul edilmiş önderiydi. O genç birliktelikleri tarafından; yalnızca adil olduğu için değil, aynı zamanda derin sevginin varlığını gösteren ve üstü kapalı merhamete bile dayanan görülmemiş ve anlayış halindeki bir duygudaşlığa sahip olduğu için gerçek anlamıyla sevilmekteydi.
124:2.6 (1369.2) Bu yıl İsa, yaşça daha büyük bireylerin arkadaşlığı için gözle görülür bir tercih sergilemeye başladı. O, yaşça büyük akıllar ile kültürel, eğitimsel, toplumsal, ekonomik, politik ve dini hususlar üzerine konuşmaktan büyük sevk almaktaydı; ve, onun nedensel düşünüşünün derinliği ve gözlem gücünün keskinliği erişkin birlikteliklerini o kadar büyülemekteydi ki, onlar İsa’nın kendilerini ziyaret etmesine gönüllü olmaktan fazlasını hissetmekteydiler. Ev ekonomisine yardım etmek için sorumlu hale geldiğine kadar, ebeveynleri sürekli olarak İsa’yı; onun bu şekilde tercihi olarak gösterdiği, yaşça büyük ve daha iyi bilgi sahibi bireyler yerine, kendi yaşındakilerle, veya yaşına yakın olanlarla, arkadaşlık kurması yönünde etkilemeye çalışmaktaydılar.
124:2.7 (1369.3) Bu yılın sonuna doğru o; Celile Denizi’nde amcasıyla birlikte iki aylık bir balıkçılık deneyiminde bulunmuş olup, oldukça başarılı olmuştu. Erkekliğe adım atmadan önce o, uzman bir balıkçı haline gelmiş konumdaydı.
124:2.8 (1369.4) İsa’nın fiziksel gelişimi devam etti; o okulda, gelişmiş ve ayrıcalıklı bir öğrenciydi; o evde, diğer çocukların en büyüğünden üç buçuk yaş daha büyük olmanın yararlarına sahip olarak, küçük erkek ve kız kardeşleri ile oldukça iyi anlaştı. İsa hakkında; olması gereken alçakgönüllülükten ve çocuksal ağırbaşlılıktan yoksun olarak onun haddinden fazla zeki olduğundan bahseden, akılları yavaş çalışan çocukların bazılarının ebeveynleri dışında, Nasıra’da çok iyi düşünülmekteydi. O, genç birlikteliklerinin oyun etkinliklerini daha ciddi ve düşünceli kanallara yönlendirmek için büyüyen bir eğilim sergiledi. O doğuştan bir öğretmen olup, tek kelimeyle, oyun oynaması gerekirken bile bu şekilde faaliyet göstermekten kendisini alamamaktaydı.
124:2.9 (1369.5) Yusuf öncül bir biçimde İsa’ya, üretim ve ticaret karşısında tarımın üstün yönlerini açıklayan bir biçimde, bir yaşam kazanmanın çeşitli araçlarını öğretmeye başladı. Celile, Yahudiye’ye kıyasla çok daha güzel ve varlıklı bir ilçeydi; ve, burada yaşamak yalnızca, Kudüs ve Yahudiye’de yaşamanın yaklaşık olarak dörtte biri kadar tutmaktaydı. Burası, beş binden fazla nüfusa sahip iki yüz kasabayı ve on beş binden fazla nüfusa sahip otuz kasabayı taşıyan bir biçimde, tarım köylülerinin ve gelişmekte olan üretim şehirlerinin bir vilayetiydi.
124:2.10 (1369.6) Celile’nin gölünde balıkçılık üretimini gözlemlemek için babasıyla birlikte gerçekleştirdiği ilk gezide, İsa neredeyse tamamiyle, bir balıkçı olmaya karar verecekti; ancak, babasının işi ile olan yakın ilişkilemi daha sonra, bir marangoz haline gelmesinde onun üzerinde etkide bulunurken, daha da sonra çeşitli etkilerin bir birleşimi onu, yeni bir düzene ait bir dini öğretmen haline gelmenin nihai tercihine getirdi.
124:3.1 (1369.7) Bu yıl boyunca ufaklık babasıyla birlikte evden uzağa gezilerde bulunmaya devam etmişti; ancak, o aynı zamanda, sıklıkla amcasının çiftliğini ziyaret edip, zaman zaman, Mecdel’in yakında yönetim merkezini kurmuş olan amcası ile birlikte balıkçılıkta bulunmak için bu şehre uğramaktaydı.
124:3.2 (1369.8) Yusuf ve Meryem sıklıkla, İsa için belirli derecede özel bir iltimas göstermenin çekiciliğine kapılmaktaydılar; aksi halde onlar, nihai sona ait bir evlat olarak onun söz verilmiş bir çocuk olduğuna dair bilgiye ihanet edeceklerini düşünmektelerdi. Ancak, ebeveynlerinin her ikisi de olağanüstü bir biçimde, tüm bu hususlarda bilge ve doğru olanı gören niteliktelerdi. Birkaç kez onlar İsa’ya, olası en dolaylı biçimde ve olası en düşük derecede iltimas göstermişti; ancak, bu en küçük düzeyde bile ufaklık, hiç vakit kaybetmeden özel davranışların her türlüsünü reddetmişti.
124:3.3 (1370.1) İsa, kervan malzemeleri satan dükkânda dikkate değer derecede vakit geçirmişti; ve, dünyanın her yerinden gelmekte olan yolcularla konuşarak, dünyada gerçekleşmekte olan şeylere dair çok büyük bir bilgi hazinesi elde etmişti; bu, yaşına göre, çok şaşırtıcıydı. Bu yaş, sınırsız oyunu ve çocuksu neşeyi engelsiz deneyimlediği son yıldı. Bu zaman zarfından itibaren, zorluklar ve sorumluluklar bu gencin yaşamında hızlıca çoğaldı.
124:3.4 (1370.2) M.S. 5.yılda Haziran’ın 24’ünde, Çarşamba akşamı Yude dünyaya geldi. Bu, yedinci çocuğun doğumunda beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Meryem bir kaç hafta boyunca o kadar büyük derecede hastaydı ki, Yusuf evde kalmaya devam etti. İsa; babasının gündelik yapması gereken işleriyle fazlaca meşgul olup, annesinin ciddi hastalığının yarattığı birçok sorumluluğu üstlenmişti. Bu genç için, erken yaşlarının çocuksu tutumuna geri dönmek bir daha mümkün olmadı. On bir yaşına gelmeden önce — annesinin hastalığından beri o; en büyük çocuğun sorumluluklarını yüklenmek zorunda kalmış olup, bütün bunları, bu yükler omuzlarına normalde düşmesi gerekenden bir veya iki bütün yıl öncesinde gerçekleştirmişti.
124:3.5 (1370.3) Hazzan, İbrani yazıtlarında uzmanlaşmasına yardım eden bir biçimde, her hafta bir akşamını İsa ile geçirdi. O, gelecek vaat eden öğrencisinin gelişimiyle fazlasıyla ilgiliydi; bu nedenle o, birçok açıdan ona yardım etmeye gönüllüydü. Bu Musevi pedagogu, İsa’nın büyümekte olan aklı üzerinde büyük bir etkide bulundu; ancak, bu pedagog, eğitimli hahamlar tarafından öğrenimine devam etmesi amacıyla Kudüs’e gitme imkânlarına dair verdiği tavsiyelerin tümüne neden bu kadar ilgisiz olduğunu hiç bir zaman kavrayamamıştı.
124:3.6 (1370.4) Mayıs’ın ortasında, ufaklık; tarihi İbrani şehri Bet Şean, önde gelen Yunan Şehri Dekapolis olarak Scythopolis’e bir iş gezisinde babasına eşlik etti. Bu yol üzerinde Yusuf, Filistinliler olarak Kral Şaul’un eski tarihinin ve bunun sonrasında gerçekleşen İsrail’in çalkantılı tarihi olaylarının büyük bir kısmını anlattı. İsa çok derin bir biçimde, medeniyet yüzü görmemiş olarak bahsedilen bu şehrin temiz görünüşü ve düzenli yaşamı karşısında etkilenmişti. O; açık hava tiyatrosu karşısında gözleri açık kalmış, “medeniyet yüzü görmemiş” tanrılara olan inanca adanmış güzel mermer mabede hayran olmuştu. Yusuf; ufaklığın ilgisi karşısında fazlasıyla şaşkına dönmüş olup, Kudüs’de Musevi mabedinin güzelliği ve ihtişamını göklere çıkararak İsa’nın bu olumlar dışavurumlarına karşılık göstermeyi amaçlamıştı. İsa sıklıkla, Nasıra’nın tepesinden bu muhteşem Yunan şehrine meraklı gözlerle bakan konumda bulunmaktaydı; ve, birçok kez o, bu şehrin detaylı belediye işleri ve süslü yapıları hakkında sorular sormuş konumdaydı; ancak babası her zaman, bu sorulara cevap vermekten kaçınmayı amaçlar konumda bulunmuştu. Bu aşamada artık onlar, bu Musevi-olmayan şehrin güzellikleri ile göz göze gelmiş konumdaydılar; ve, Yusuf, İsa’nın sorularını nazik bir biçimde atlatamamaktaydı.
124:3.7 (1370.5) Tam da bu zaman zarfında Dekapolis’in Yunan şehirleri arasında fiziksel maharetin yıllık mücadele oyunlarının ve toplum gösterimlerinin Scythopolis amfi-tiyatrosunda gerçekleşimi, bu olaya denk gelmişti; ve İsa, babasının onu oyunları izlemeye götürmesinde ısrarcıydı; ve, İsa o kadar ısrar etmekteydi ki, Yusuf onu reddetmekte gönülsüz olmaktaydı. Bu erkek çocuğu; oyunlardan büyük heyecan duymuş olup, fiziksel gelişimin ve atletik yeteneğin gösterimlerine ait ruhaniyete oldukça gönülden bir biçimde katılmıştı. Yusuf tarif edilemez bir biçimde; İsa “medeniyet yüzü görmemiş” gösteriş arzusunun bu dışavurumlarına bakarken, oğlunun ilgisini gözlemlemekten şaşkına dönmüştü. Oyunlar sona erdiğinde, İsa’nın, bu oyunları onayladığına dair görüşünü bildirişini ve açık havada yapılan sağlığa yararlı fiziksel etkinler tarafından bu şekilde faydalanırlarsa Nasıra’nın genç insanları için güzel olacağının tavsiyesinde bulunuşunu duyduğunda, Yusuf hayatının sürprizini yaşamıştı. Yusuf İsa ile, bu tür uygulamaların kötü nitelikteki doğası hakkında İsa ile açık ve uzun bir konuşmada bulundu; ancak, o, ufaklığın ikna olmadığını çok iyi bilmekteydi.
124:3.8 (1371.1) En başından beri İsa’nın, babasının kendisine sinirlendiğini gördüğü tek an; karşılıklı yorumları devam ederken, bu erkek çocuğun, geri dönüp Nasıra’da bir amfi-tiyatronun inşası için çalışmayı tavsiye edecek kadar Musevi düşüncesinin eğilimlerini çok fazlasıyla unutuşu biçiminde, han içinde odalarında olan o akşamdı. Yusuf, en büyük oğlunun bu türden Musevi-dışı eğilimleri ifade edişini duyduğunda, olağan sakin mizacını yitirmişti; ve, İsa’yı omzundan kavrayarak şunu cümleyi kızgın bir biçimde haykırmıştı: “Oğlum, yaşadığın müddetçe bu türden bir şeytani düşünceyi dilinden çıkardığını duymama bir daha asla izin verme.” İsa, babasının duygu dolu tepkisi karşısında fazlasıyla irkilmişti; o daha önce hiçbir kez, babasının gereksiz sinirinin kişisel olarak doğrultulmuş okunu hissetmek zorunda bırakılmamıştı; İsa şaşırıp, tarif edilemez bir biçimde hayrete düşmüştü. O sadece şöyle söyledi: “Peki o zaman, babacığım, istediğin gibi olsun.” Ve, bir daha hiçbir zaman erkek çocuk, babası yaşadığı müddetçe, Yunanlılar’ın oyunlarına ve diğer sportif etkinliklerine dair en küçük derecede bir imada dahi bulunmamıştı.
124:3.9 (1371.2) Daha sonra, İsa; Kudüs’de Yunan amfi-tiyatrosunu görmüş, Musevi bakış açısından bu tür şeylerin ne kadar nefret dolu olduğunu öğrenmişti. Yine de, yaşamı boyunca o; sağlıklı boş zaman etkinlikleri düşüncesini kendi yaşam tasarımlarına aktarmaya, ve, Musevi âdeti izin verdikçe, on iki havarisi için gündelik etkinliklerden oluşan daha sonraki uygulamalar bütününe eklemeyi amaçlamıştı.
124:3.10 (1371.3) Bu on birinci yılın sonunda İsa capcanlı, oldukça gelişmiş, makul derecede mizah sahibi, ve oldukça rahat bir delikanlıydı; ancak, bu yıldan itibaren o, derin düşünüşün ve ciddi fikir yürütüşün görülmemiş dönemlerine gittikçe artan bir biçimde düşmekteydi. O, ailesine olan sorumluluklarını yerine getirecek iken dünyaya olan görev çağrısına aynı zamanda nasıl sadık kalacağı hakkında derin düşüncelere dalmaktaydı; o hali hazırda, hizmetinin Musevi insanlarını iyileştirmek ile sınırlı olmaması gerektiğini düşünmüş haldeydi.
124:4.1 (1371.4) Bu, İsa’nın yaşamında dikkate değer bir yıldı. O, okulda ilerlemeye devam ederken ve doğa üzerindeki çalışmasında alt edilemez hale gelirken, aracılığı ile insanların yaşamlarını kazandıkları yöntemler üzerindeki araştırmasını giderek yoğunlaşan bir biçimde gerçekleştirmekteydi. İsa, evdeki marangoz atölyesinde gündelik işler yapmaya başlamış olup, ona, bir Musevi ailesinde elde edilmesi oldukça görülmemiş bir düzenleme olarak, kazandıklarını idare etme izni verilmişti. Bu yıl o aynı zamanda, bu tür şeyleri aile içinde sır olarak saklamanın bilgeliğini öğrenmişti. O, köyde öncesinden nasıl kargaşaya neden olduğunun bilince varır hale gelmekteydi; ve, bu andan itibaren o, akranlarından farklı olarak görülmesine neden olabilecek her şeyi gizlemede artan bir biçimde seçici hale gelmişti.
124:4.2 (1371.5) Bu yıl boyunca, o; görevinin doğasına dair, birebir kuşku olmasa da, birçok belirsizlik dönemi deneyimlemişti. Onun doğal biçimde gelişmekte olan insan aklı, çifte doğasının gerçekliğini henüz bütünüyle kavramamaktaydı. Tek bir kişiliğe sahip olduğu gerçeği; sahip olduğu bilincin, bu aynı kişilik ile ilişkilendirilmiş doğayı meydana getiren bahse konu etkenlerin çifte kökenini tanımayı zor hale getirmişti.
124:4.3 (1371.6) Bu andan itibaren o, erkek ve kız kardeşleri ile anlaşmada daha başarılı hale gelmişti. O; kardeşlerinin refahına ve mutluluğuna dair her zaman anlayışlı ve düşünceli olan bir biçimde artarak duyarlı hale gelmekte olup, kamu hizmetinin başlangıcına kadar onlar ile iyi ilişkilere keyifle sahip olmuştu. Daha detaylı olmak gerekirse: James ve Miryam ile anlaşmakta olup, Amos ve Ruth olarak daha küçük (henüz doğmamış) iki çocuk ile olası en mükemmel derecede geçinmekteydi. İsa her zaman Marta ile oldukça iyi bir biçimde anlaşmıştı. Evde ne sorun yaşadıysa tümü, Yusuf ve, özellikle, Yude ile deneyimlediği anlaşamazlıktan doğmuştu.
124:4.4 (1372.1) Yusuf ve Meryem için, kutsallığın ve insanlığın bu görülmemiş bileşiminin yetiştirilmesini üstlenmek zorlayıcı bir deneyimdi; ve, onlar, ebeveynsel sorumluluklarını fazlasıyla sadık ve başarılı bir biçimde yerine getirmede büyük bir takdiri hak etmektedirler. Artan bir biçimde İsa’nın ebeveynleri, bu en büyük erkek çocuğun bünyesinde insan-ötesi olan bir şeyin ikamet ettiğinin farkına varmışlardı; ancak, onlar hiçbir zaman, söz verilmiş bu erkek çocuğun gerçekten ve bütün gerçekliğiyle, nesnelerden ve varlıklardan oluşan bu yerel evrenin mevcut yaratanı oluğunu en küçük derece bile hayal etmemişlerdi. Yusuf ve Meryem; oğulları İsa’nın gerçekten de fani beden içinde Kâinat Yaratanı’nın vücutlaşımı olduğunu, hiçbir şekilde öğrenmeden yaşamış ve ölmüşlerdi.
124:4.5 (1372.2) Bu yıl, İsa müziğe, her zamankinden daha çok ilgi göstermişti; ve, o, erkek ve kız kardeşleri için ev okulunda derslerine devam etmişti. Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, ufaklık fazlasıyla belirgin bir biçimde, sahip olduğu görevin özüne dair Yusuf ve Meryem’in bakış açıları arasındaki farklılığın bilincine varmıştı. İsa fazlasıyla, onun derin uykuda olduğunu düşündüklerinde anne ve babasının görüş alışverişlerini sıklıkla duyarak, ebeveynlerinin farklılık gösteren düşünceleri üzerine fikir yürütmekteydi. Annesinin en sonunda, yaşam süreci ile ilgili hususlarda oğlunun kendi yönlendirişini kademeli bir biçimde reddedişinin farkına varmasıyla üzüleceği bir biçimde, giderek artan bir biçimde babasının görüşüne eğilim göstermekteydi. Ve, yıllar böylece ilerlerken, anlayıştaki bu ayrılık derinleşti. Gittikçe azalan bir biçimde Meryem, İsa’nın görevinin önemini kavramıştı; ve, artan bir biçimde bu iyi anne, gözde oğlunu arzuladığı beklentileri yerine getirmedeki başarısızlığı karşında incinmekteydi.
124:4.6 (1372.3) Yusuf, İsa’nın görevinin ruhsal doğasına karşı büyüyen bir inancı beslemişti. Ve, daha da başka ve daha önemli nedenlerle, İsa’nın dünya üzerindeki bahşedilişine dair kavramsallaşmasının yerine gelişini gören bir biçimde yaşamaması talihsiz bir olay olarak görünmektedir.
124:4.7 (1372.4) Okuldaki son yılı boyunca, on iki yaşındayken, İsa babasına; eve her girişte, veya çıkışta, kapı menteşesine çivilenmiş parşömenin bir kısmına dokunma, ve daha sonra, parşömene dokunan parmağı öpmenin Musevi âdeti için karşı koymuştu. Bu âdetin bir parçası olarak şunları söylemek adettendi: “Koruyucumuz bu andan itibaren ve hatta sonsuza kadar, bizim gelişimizi ve gidişimizi korusun.” Yusuf ve Meryem öncesinden sürekli bir biçimde, bu tür yaratımların puta tapınma amaçları için kullanılabileceğini açıklayarak, şekil çizmemenin veya resim yapmamanın nedenleri hakkında İsa’yı yönlendirmekteydiler. Her ne kadar İsa şekillere ve resimlere karşı onların yasaklarını tamamiyle anlamada başarısız olmuş olsa da, o; tutarlılığa dair büyük bir kavramsallaşmaya sahip olup, bu nedenle babasına, kapı menteşesi parşömenine yapılan bu alışkanlıksal gözetimin içerdiği içkin putsal öze değindi. Ve, Yusuf parşömeni, İsa böyle kendisine karşı geldikten sonra çıkardı.
124:4.8 (1372.5) Zaman ilerledikçe, İsa, aile duaları ve diğer adetler olarak dini ibadet biçimleri üzerinde değişiklikte bulunmak için fazlasıyla uğraştı. Ve, Nasıra’da bu tür birçok şeyi gerçekleştirmek mümkündü; zira, sinagog, ünlü Nasıra öğretmeni Hose tarafından temsil edildiği gibi, hahamların özgürlükçü bir okulunun etkisi altındaydı.
124:4.9 (1372.6) Bu ve bunu takip eden iki yıl boyunca İsa; dini uygulamalara ve toplumsal hizmetlere dair kişisel görüşlerini, ebeveynlerinin yerleşmiş inançlar ile sürekli uyumlaştırma çabasının sonucu olarak, büyük bir zihinsel sıkıntıdan muzdarip oldu. O, kendi yargılarına sadık alma dürtüsü ile ebeveynlerine olan görevsel bağlılığının yarattığı vicdani uyarıların çatışması nedeniyle fazlasıyla üzülmüştü; onun yaşadığı en büyük çatışma, genç aklında en başta gelen iki emir arasındaki çatışmaydı. Bir tanesi şuydu: “Gerçek ve doğruluğa dair en yüksek yargılarının emrettiği şeylere sadık ol.” Diğer ise: “Anneni ve babanı onurlandır, zira sana yaşamlarını veren ve seni besleyen onlardır.” Buna rağmen, İsa hiçbir zaman, bir kişinin sahip olduğu kişisel yargılara olan sadakatinden ve bir kişinin ailesine gösterdiği görev duygusundan oluşan bu iki sınır arasında ihtiyaç duyulmakta olan günlük uyumlarda bulunma sorumluluğundan kaçmadı; ve, o, kişisel yargıları ve aile sorumluluklarını, sadakate, adalete, hoşgörüye ve derin sevgiye dayanan toplumsal birlikteliğin üstün bir kavramsallaşmasına doğru olan artan bir biçimde uyumlu harmanlanışını yerine getirmenin tatminini elde etmişti.
124:5.1 (1373.1) Bu yıl içinde, Nasıra’nın ufaklığı, oğlan çocuğu düzeyinden genç delikanlılığın başlangıcına geçmişti; onun sesi değişmeye başlamış olup, aklının ve bedeninin diğer nitelikleri yaklaşmakta olan erkeklik düzeyine işaret etmekteydi.
124:5.2 (1373.2) Pazar gecesi, M.S. 7.yılda Ocak’ın 9’unda bebek kardeşi Amos doğmuştu. Yude daha iki yaşında bile değildi, ve bebek kız kardeşi Ruth, henüz gelmemişti; böylelikle görülebilir ki, İsa, babası ertesi sene kaza eseri gerçekleşen ölümünü yaşadığında, korumasına bırakılmış küçük çocuklardan oluşan büyük bir aileye sahipti.
124:5.3 (1373.3) Yaklaşık olarak Şubat’ın ortasında, İsa, insanın aydınlanışı ve Tanrı’nın açığa çıkarılışı için dünya üzerinde bir görevi yerine getirmenin nihai sonuna sahip olduğundan insansı bir biçimde emin hale geldi. Uzak dönemi kapsayan tasarımlar ile birlikte çok önemli kararlar, dış görünüşü bakımından, Nasıra’nın ortalama bir Musevi ufaklığı olan bu delikanlının aklında kurgulanmaktaydı. Tüm Nebadon’un ussal yaşamı, tüm bunların hepsi bu aşamada ergen olan marangoz çocuğunun düşüncesinde ve eyleminde gerçekleşirken, büyülenmiş ve mest olmuş gözlerle izlemekteydi.
124:5.4 (1373.4) M.S. 7.yılda Mart’ın 20’inde, haftanın ilk günü, İsa, Nasıra sinagogunun bünyesindeki yerel okulda eğitim programından mezun oldu. Bu; bir “En Yüksek Unsur’un evladı” ve tüm dünyanın koruyucusunun hizmetkârı olarak, en büyük erkek çocuğun bir “emir evladı ve İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın ailesinde kurtarılmış ilk erkek çocuğu halinde duyurulduğu gün olarak, her Musevi ailesinin yaşamı için büyük bir gündü.
124:5.5 (1373.5) Bu haftanın öncesindeki Cuma günü, Yusuf, bu mutlu günde hâlihazır olmak için, yeni bir kamu binasındaki görevinde çalıştığı yer olan Seforis’den gelmiş bulunmaktaydı. İsa’nın öğretmeni kendinden emin bir biçimde; bu algıları açık ve kararlı öğrencinin, çok farklı bir görev olarak görülmüşün dışında bir sürece sahip olmanın nihai sonuna ait olduğuna inanmaktaydı. İsa’nın itaatkâr olmayan eğilimleri ile yaşadıkları tüm sıkıntılarına rağmen, kıdemli üyeler; ufaklıktan oldukça fazla bir biçimde gurur duymakta olup, hâlihazırda, meşhur İbrani akademilerinde eğitimine devam etmesi için İsa’nın Kudüs’e gitmesinde onu yetkin hale getirecek tasarımların detaylarını oluşturmaya başlamışlardı.
124:5.6 (1373.6) İsa bu tasarımların tartışıldığını zaman zaman duyduğunda, hahamlar ile çalışmak için Kudüs’e hiçbir zaman gitmeyeceğinden artan bir biçimde emin hale geldi. Ancak o çok az; hali hazırda beş erkek ve üç kız kardeşe ek olarak annesi ve kendisinden meydana gelen geniş bir aileye bakma ve onu yönlendirme sorumluluğunu üstlenmesine neden olan bir biçimde tüm bu tasarımların geride bırakılmasını gerektiren, çok yakın zamanda gerçekleşecek olan trajediyi çok az öngörmüştü. İsa, babası Yusuf’a doğana kıyasla, bu aileye bakmada daha büyük ve daha geniş bir deneyime sahip olmaktaydı, ve, o, kendisi için daha sonra koymuş olduğu ortak ölçütün ne olması gerektiğini tasarlamıştı: bilge, sabırlı, anlayışlı ve verimli bir öğretmen haline gelmek, ve, çok ani bir biçimde gerçekleşmiş biçimde kederle yaralanmış ve hiç beklenmeyen bir biçimde ölümün yokluğunu çekmiş olan bu aileye — kendi ailesine — en büyük kardeş olmak.
124:6.1 (1374.1) Bu aşamada genç erkekliğin sınırına ulaşmış ve sinagog okulundan resmi bir biçimde mezun olmuş olarak, İsa, ilk Hamursuzu’nun kutlamasında ailesine katılmak için ebeveynleri ile Kudüs’e gitmeye yetkin hale gelmişti. Bu yılın Hamursuz ziyafeti, M.S. 7.yılda Nisan’ın 9’unda Cumartesi gününe rastlamaktaydı. Önemli bir büyüklükteki kafile (103 kişi) Kudüs için Nisan’ın 4’ünde erken Pazartesi sabahı Nasıra’dan ayrılmak için hazırlandı. Onlar, Samaria’ya güney yönünde hareket etti; ancak, Jezreel’e ulaştıklarında, Samaria’nın içinden geçmemek için Ürdün Vadisine doğru Gilboğa Dağı etrafından dolanarak, doğuya yöneldiler. Yusuf ve ailesi, Yakup’un kuyusu ve Bethel yolu üzerinde Samaria’dan geçmekten büyük keyif alacaklardı; ancak, Museviler Samiriler ile irtibat kurmaktan hoşlanmadıkları için, akrabalarıyla Ürdün vadisi üzerinden gitmeye karar vermişlerdi.
124:6.2 (1374.2) Kendisinden fazlasıyla korkulmakta olan Hirodes Archelaus tahttan düşmüştü, ve onlar, İsa’yı Kudüs’e götürmede çok az korkuya sahiplerdi. İlk Hirodes’in Beytüllahim’in bebeğini yok etme arzusunun üzerinden o iki yıl geçmiş olup, hiç kimse artık, öncesinde yaşanılmış hadiseyi Nasıra’nın bu seçilmeyen ufaklığı ile ilişkilendirmeyi düşünmemekteydi.
124:6.3 (1374.3) Jezreel dönüş noktasına ulaşmalarından önce, ve yolculuklarına devam ederlerken, oldukça yakın bir zaman içinde, gidiş yönlerinin solunda, onlar, Shunem tarihi köyünden geçtiler; ve, İsa tekrar, bir zamanlar orada yaşamış ve aynı zamanda buranın yakınlarında Elyasa’nın birçok mükemmel eserini sergilediği, tüm İsrail’in en güzel genç kızlarının hikâyesini duymuştu. Jezreel’den geçerken, İsa’nın ebeveynleri, Ahav ve Yezebel’in yaptıklarına ek olarak Yehu’nun gerçekleştirdiklerini anlattı. Gilboğa Dağı etrafından geçtiklerinde, onlar fazlasıyla, bu dağın eteklerinde canına kıymış olan Şaul’dan, Kral Davut’dan ve bu tarihi yer ile ilgili olaylardan bahsettiler.
124:6.4 (1374.4) Gilboğa’nın tabanı etrafından dolanırlarken, kutsal yolcular, gitmiş oldukları yönün sağında Scythopolis Yunan şehrini görebilmekteydiler. Onlar, uzaktan mermer yapılarına baktılar; ancak onlar, bu Musevi-olmayan şehre, Kudüs’te Hamursuz’un çok ciddi ve kutsal törenlerine katılmalarına engel olacak şekilde kendilerini kirletmemek için yaklaşmadılar. Meryem, ne Yusuf’un ne de İsa’nın Scythopolis’den bahsetmeyişini anlamamıştı. Meryem, onlar bu olayı kendisine hiçbir zaman açığa çıkarmadıkları için, bir önceki yılda yaşadıkları tartışma hakkında hiçbir şey bilmemekteydi.
124:6.5 (1374.5) Yol bu aşamada doğrudan bir biçimde, savan iklimine sahip Ürdün vadisine doğru inmekteydi; ve, yakın bir süre içinde İsa, Lut Gölü’ne doğru inerek akmakta olan ışıl ışıl parıldayan ve hafif hafif dalgalanan sularıyla birlikte eğimli ve sürekli-rüzgârlı Ürdün’e bakan meraklı gözlerine sahip olacaktı. Onlar, uçsuz bucaksız tahıl tarlalarından ve pembe çiçekleri ile dolup taşan güzel zakkumlardan büyük keyif alarak bu savan vadisinde güneye doğru hareket ederlerken soğuk için giymiş oldukları üstleri çıkarmışlardı; bunun karşısında, zirvesi karlı çok büyük Hermon Dağı, tarihi vadiye ihtişamlı bir biçimde üstten bakar halde, çok ilerde kuzey yönünde durmaktaydı. Karşı Scythopolis’in karşı yönünde üç saatten biraz daha fazla süren yolculuk sonrasında onlar, baloncuklar çıkaran bir pınara rastlamışlardı; ve, burada onlar, yıldızların aydınlattığı gökyüzünün altında gece için konaklamışlardı.
124:6.6 (1374.6) Yolculuklarının ikinci gününde onlar, doğudan Ürdün’e akmakta olan Jabbok’un olduğu yerden geçtiler; ve, bu ırmak vadisinden yukarı doğru doğu yönünde bakarak onlar, araziyi işgal etmek için Medyen topluluklarının akın ettikleri dönem olan Gideon dönemini anlattılar. İkinci gün yolculuğunun sonuna doğru, onlar; zirvesinde, Hirodes’in öncesinden, eşlerinden bir tanesini hapsettiği ve boğdurduğu iki erkek çocuğunu gömdüğü yer olan, Ürdün Vadisi’ne tepeden bakan en büyük dağ olan Sartaba Dağı’nın tabanında konaklamışlardı.
124:6.7 (1375.1) Üçüncü gün onlar; Hirodes tarafından yakın bir zamanda inşa edilmiş olan iki köyden geçmiş olup, onların üstün mimarisi ve güzel palmiye bahçelerini gözlemlemişlerdi. Hava karardığında onlar, ertesi sabaha kadar kalmaya devam ettikleri yer olan Eriha’ya ulaşmışlardı. Bu akşam Yusuf, Meryem ve İsa; Musevi geleneğine göre, dillerinde İsa olarak adlandırılmaktaki, Yeşu’nun meşhur eylemlerini gerçekleştiği yer olan tarihi Eriha’nın yerleşkesine doğru yaklaşık iki buçuk kilometre yürümüşlerdi.
124:6.8 (1375.2) Dördüncü ve son yolculuk günü, yol, kutsal yolcuların devamlı gerçekleşen bir ilerleyişine sahne olmaktaydı. Onlar tepeye yaklaştıklarında, Ürdün vadisi boyunca dağlar ve ötesine, ve güneyde, Lut Gölü’nün durgun sularına bakabilmekteydiler. Kudüs’e olan yolun yaklaşık olarak yarısında, İsa, (sonraki yaşamının bir kısmını fazlasıyla kaplayacak olan bir bölge olarak) Zeytindağı’nı ilk gez görmüştü; ve, Yusuf ona, Kutsal Şehir’in tam da bu dağ sırasının hemen ötesinde kaldığını gösterdi; ve, ufaklığın kalbi, cennetsel Yaratıcısı’nın şehrine ve evine yakın bir zamanda bakabileceği sevinç dolu bekleyiş ile hızla çarpmaktaydı.
124:6.9 (1375.3) Zeytindağı’nın doğu yamaçları üzerinde onlar, Bethani ismindeki küçük bir köyün sınırlarında dinlenmek için durdular. Misafirperver köylüler, kutsal yolculara hizmet etmek için akın ettiler; ve öyle olmuştu ki Yusuf ve onun ailesi, İsa ile aynı yaşta bulunan — Meryem, Marta ve Lazarus ismindeki — üç çocuğa sahip bir Şimon’un evi yakınında durmuştu. Onlar Nasıra ailesini içecek bir şey ikram etmek için davet etmişti; ve, iki aile arasında yaşam boyu sürecek bir arkadaşlık birden bire ortaya çıkmıştı. Birçok önemli olaya sahne olmuş yaşamı içerisinde, bundan sonra birçok kez, İsa, bu evde durmuştu.
124:6.10 (1375.4) Onlar yolcuklarına devam etmede ısrarcı olup, yakın bir zaman içinde Zeytindağı’nın eşiğine geldiler; ve, İsa, (kendi hafızasında) ilk kez, Kutsal Şehri, gösterişli sarayları ve Yaratıcısı’nın ilham verici mabedini görmüştü. Yaşamında daha önce hiçbir zaman İsa; Kudüs’e olan ilk bakışında mest olur biçimde Zeytindağı üzerinde bu Nisan ikindisinde dururken, bu anda oldukça bütüncül bir biçimde kendisini esir almış bu gibi tamamiyle insan kökenli olan heyecanı deneyimlememişti. Ve, daha sonraki yıllarda, o, bu aynı yerde durmuş, ve, cennetsel öğretmenlerinin sonuncusu ve en büyüğü olan başka bir peygamberi reddetmek üzere olan şehre ağlamıştı.
124:6.11 (1375.5) Ancak, onlar, Kudüs’e acele etmekteydiler. Vakit bu aşamada Perşembe ikindisi olmuştu. Şehre ulaşırlarken, onlar, mabedi geçtiler; ve, İsa daha öncesinde hiçbir zaman, insan varlıklarının bu tür kalabalıklarına bakmamıştı. O; bu Museviler’in nasıl, bilinen dünyanın ücra kısımlarından burada bir araya geldiği üzerinde derin bir biçimde düşünmüştü.
124:6.12 (1375.6) Yakın bir zaman içinde onlar; Zekeriya aracılığı ile hem Yahya hem de İsa’nın öncül tarihine dair bir şeyler bilmekte olan Meryem’in varlıklı bir akrabasının geniş evinde, Hamursuz haftası boyunca konaklamaları için önceden ayarlanmış yere vardılar. Hazırlık günü olarak ertesi gün, onlar, Hamursuz Şabatı’nın olması gereken kutlanışı için hazır hale geldiler.
124:6.13 (1375.7) Her ne kadar tüm Kudüs Hamursuz için hazırlanmada yerine duramaz bir konumda bulunsa da, Yusuf oğlunu, gerekli on beş yaşına ulaşır ulaşmaz, iki yıl sonraki eğitimine devam etmesi için ayarlanmış olan akademiyi ziyaret etmek amacıyla gezdirmeye vakit buldu. Yusuf, dikkatli bir biçimde oluşturulmuş tüm bu tasarımlara İsa’nın ne kadar da az ilgi göstermekte olduğunu gözlemediğinde gerçek anlamıyla şaşırmıştı.
124:6.14 (1375.8) İsa, mabet ve onunla ilişkili tüm hizmetler ve başka etkinlikler tarafından derin bir biçimde etkilenmişti. Dört yaşından beri ilk kez, o, birçok soru soramayacak kadar kendi düşüncelerine dalmıştı. O, buna rağmen, babasına; neden cennetsel Yaratıcı’nın birçok masum ve yardıma muhtaç hayvanın kıyımını gerektirdiği ile ilgili, (daha önceki durumlarda olduğu gibi) birkaç utandırıcı soru sormuştu. Ve, babası oldukça iyi bir biçimde; ufaklığın yüzündeki ifadeden, cevaplarının ve açıklama girişimlerinin, derin düşünceye sahip ve kesin nedensellikte bulunan oğlu için tatmin edilemez nitelikte olduğunu bilmekteydi.
124:6.15 (1376.1) Hamursuz Şabatı’ndan önceki gün, ruhsal aydınlanmanın gelgitsel akıntısı; İsa’nın fani aklına tüm gücüyle girmiş olup, onun insan kalbini, tarihi Hamursuz anma töreninin kutlanışı için bir araya gelmiş olan ruhsal olarak gözleri görmeyen ve ahlaki olarak bilgisiz çok sayıdaki insan için şefkat dolu bir acıma ile dolup taşırmıştı. Bu, Tanrı’nın Oğlu’nun beden içinde geçirdiği en olağanüstü günlerden bir tanesiydi; ve, bu gece boyunca, dünya süreci içinde ilk kez, Emanuel tarafından görevlendirilmiş ve şunu söylemiş olan Salvington’lu bir görevli iletici kendisi tarafından görünür hale geldi: “Beklenen vakit geldi. Zaman artık, Yaratıcı’nın görevi ile ilgilenmeye başlaman gereken zaman.”
124:6.16 (1376.2) Ve, böylece, orada bu aşamada; Nasıra ailesinin ağır sorumluluklarının genç omuzlarına düşmesinden önce bile, bir evrenin sorumluluklarının üstlenilmeye başlamasının vaktinin gelmiş olduğunu, daha on üç yaşını doldurmadan, bu ufaklığa hatırlatmak için göksel iletici ulaşmıştı. Bu; Urantia üzerinde Evlat’ın bahşedilişinin nihai olarak tamamlanışı ile sonuçlanan olayların uzun bir dizisinin ilk sahnesi olup, “bir evrenin yönetimini kendi insan-kutsal omuzlarına” olan yüklenişiydi.
124:6.17 (1376.3) Zaman ilerledikçe, vücutlaşımın gizemi, hepimiz için, gittikçe artan bir biçimde kavranılamaz hale geldi. Bizler neredeyse hiçbir biçimde, Nasıralı bu ufaklığın Nebadon’un tamamının yaratıcısı olduğu gerçeğini kavrayamamaktaydık. Ne de bizler bugünlerde, bahse konu bu Yaratan Evlat’ın ruhaniyeti ile kendi Cennet Yaratıcısı’nın ruhaniyetinin, insanlığın ruhlarında ilişkilenmiş olduğunu anlamaktayız. Zamanın ilerleyişiyle, bizler; kendi insan aklının artan bir biçimdeki, beden içinde yaşamını sürdürürken ruhaniyet bakımından omuzlarına bir evrenin sorumluluğunun yüklü olduğunu ayırt edişini görebilmekteydik.
124:6.18 (1376.4) Nasıra ufaklığının süreci böylece sona ermekte, ve, ebeveynlerinin arzularınkine ek olarak ailesine ve günü ve çağının toplumuna olan sorumlulukları ile genişleyen yaşam gayesini birleştirme arzusunda olan bir biçimde, artık dünya süreci üzerinde derince düşünmeye başlayan, artan bir biçimde kendisinin bilincine varmakta olan kutsal insan olarak — ergen delikanlının anlatımı başlamaktadır.
Urantia’nın Kitabı
125. Makale
125:0.1 (1377.1) İSA’nın çok önemli olaylara sahne olmuş dünya sürecinin tamamı içinde hiçbir olay, bu, Kudüs’e olan hatırladığı ilk ziyaretten, daha insansı bir biçimde heyecan verici olarak, daha etkileyici değildi. Onu özellikle, mabet tartışmalarına kendi başına katılma deneyimi heyecanlandırmıştı; ve, bu hafızasında uzunca bir süre, geç çocukluğunun ve öncül delikanlılığının büyük olayı olarak kalmaya devam etti. Bu, denetleme ve sınırlandırmalar olmadan gelip gitmenin büyük mutluluğu olarak, bağımsız yaşamın bir kaç gününü keyifle deneyimlemek için yakaladığı ilk fırsattı. Hamursuz’un takip eden hafta boyunca gerçekleşen bir biçimde, yönlendirilmemiş yaşamın bu kısa süreci, sorumluluktan bu zamana kadar deneyimlemiş olduğu ilk bütünsel özgürlüktü. Ve, bu yıl üzerinden; kısa bir süreliğine olsa da, onun, sorumluluğun her türünden olan özgürlüğün benzer bir sürecini tekrar yaşayışına kadar birçok sene geçmişti.
125:0.2 (1377.2) Kadınlar nadiren, Kudüs’deki Hamursuz şölenine katılmaktaydı; onların hali hazırda bulunması gerekmemekteydi. İsa, buna rağmen, annesi kendisine eşlik etmezse Hamursuz’a gitmeyi neredeyse tamamen reddetmişti. Ve, annesi gitmeye karar verdiğinde, birçok diğer Nasıra kadını yola çıkmakta ondan feyiz aldı; böylece Hamursuz’a eşlik edenler, Nasıra’dan Hamursuz’a o döneme kadar katılanlar içinde, erkeklere oranla en yüksek kadın inananı taşımıştı. Zaman zaman onlar, Kudüs’e olan yolda, yüz otuzuncu Mezmur’u haykırarak beraberce söylemişlerdi.
125:0.3 (1377.3) Nasıra’dan ayrıldıkları andan Zeytindağı’nın tepesine ulaşana kadar, İsa, beklenti içinde olmanın anlaşılabilen uzun süreli bir sıkıntısını deneyimlemekteydi. Neşeli bir çocukluğun tamamı boyunca o, derin bir saygı içinde Kudüs ve onun mabedini duymuştu; şimdi o, yakın bir zaman içinde onları gerçek olarak görecekti. Zeytindağı’ndan ve yakın bir bakış açısından, dışarından, mabet İsa’nın beklemiş olduğundan çok daha fazlasıydı; ancak, o, bir kez kutsal kapılardan adımını içeri attığında, büyük hayal kırıklığı baş göstermişti.
125:0.4 (1377.4) Ebeveynlerinin eşliğinde, İsa; İsrail’in vatandaşları olarak kutsanmak üzere olan, kanunun yeni evlatlarının topluluğuna katılmak için, mabet odaları boyunca ilerlerdi. O biraz, mabet kalabalıklarının genel tavırları tarafından hayal kırıklığına uğramıştı; ancak, günün ilk büyük şaşkınlığı, annesinin onlardan, kadınların bölmesine gitmek için ayrılmasında gerçekleşti. Daha önce hiçbir kez İsa’nın aklına, annesinin kutsanma törenlerinde kendisine eşlik etmeyecek oluşu gelmemişti; ve, o tamamiyle, annesinin bu türden adil olmayan ayrımdan muzdarip edilmesinden içerlemişti. Her ne kadar buna güçlü bir biçimde karşı koymuş olsa da, babasına gösterdiği birkaç şikâyet belirtisi dışında, hiçbir şey söylememişti. Ancak, yazıcılara ve öğretmenlere olan soruları bir hafta sonra açığa çıkarıldığı gibi, o bunun üzerinde derin derin düşünmüştü.
125:0.5 (1377.5) O, kutsama adetlerinden geçmişti; ancak, onların, mekanik ve rutin gerçekleşen doğaları karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. O, Nasıra’daki sinagogda gerçekleşen törenleri niteleyen kişisel arzuyu özlemişti. O daha sonra annesini karşılamak için geri dönüp, mabet ve onun çeşitli bahçelerine, özel odalarına ve koridorlarına olan ilk gezisinde babasına eşlik etmeye hazırlanmıştı. Mabet odaları, tek seferde iki yüz binden fazla ibadetçiyi bünyesinde barındırabilmekteydi; ve, bu binaların görkemli genişliği — bu zamana kadar gördüğü her şeye kıyasla — aklını fazlasıyla etkilemiş olsa da, o daha çok, mabet törenleri ve onlarla ilişkili ibadetin ruhsal önemi üzerine olan derin düşünce tarafından etkilenmişti.
125:0.6 (1378.1) Her ne kadar mabet adetlerinin çoğu, güzellik ve simgelik anlayışını oldukça duygusal bir biçimde etkilemiş olsa da, o her zaman, ebeveynlerinin araştırıcı birçok sorusuna cevap olarak vermiş olduğu, bu törenlerin gerçek anlamlarına dair açıklamalar karşısında hayal kırıklığına uğramaktaydı. İsa, yalın bir değişle, Tanrı’nın öfkesi veya Her-Şeye-Gücü-Yeten’in kızgınlığını içeren ibadet açıklamalarını ve dini sadakati kabul etmemekteydi. Bu sorular hakkındaki görüş alışverişlerinin ilerleyen bir noktasında, mabet ziyaretinin tamamlanmasından sonra, babası, köktenci Musevi inanışlarının kabul ettiğini duyurması hususunda nazikçe ısrarcı olduğunda, İsa aniden ebeveynlerine döndü, ve babasının gözlerine talepkar biçimde bakarak, şunları söyledi: “Babacığım, bu doğru olamaz — yukarıdaki Baba yeryüzü üzerinde hata yapmakta olan kendi evlatlarına böyle davranamaz. Yukarıdaki Baba çocuklarını, senin beni sevdiğinden daha az sevemez. Ve şunu çok iyi bilmekteyim, ne kadar bilgece olmayan bir şey yapsam da, sen benim üzerime hiçbir zaman öfke saçmaz, veya kızgınlığını benden çıkarmazsın. Eğer sen, benim dünyasal babam, Kutsal’a dair bu tür insansı düşüncelere sahipsen, cennetsel Baba ne kadar da fazla iyilikle dolmuş ve bağışlama ile taşmış olmalıdır. Ben, cennetteki Babam’ın, dünya üzerindeki babamdan beni daha az sevmekte olduğuna inanmayı reddetmekteyim.”
125:0.7 (1378.2) Yusuf ve Meryem en büyük erkek çocuklarından bu sözleri duyduklarında, kendilerine hâkim oldular. Ve, bir daha hiçbir zaman onlar, Tanrı’nın derin sevgisi ve cennetteki Yaratıcı’nın bağışlayışı hakkında İsa’nın aklını değiştirmeye çalışmadılar.
125:1.1 (1378.3) İsa mabet bahçesinde nereye gittiyse, gözlemlediği ortak saygısızlık tutumu karşısında derin bir biçimde şaşkınlığa düşmüş ve tiksinmişti. O, mabet kalabalıklarının davranışlarının “Yaratıcısı’nın evindeki” mevcudiyetleri ile tutarsız olduğunu düşünmekteydi. Ancak, babası onu; para takasçılarınınkine ek olarak kurbanlık hayvanların ve çeşitli diğer ticari malların satıcılarının mevcut olduğunu gösteren, koyunların meleyişleri ve durmak bilmeyen konuşma gürültülerinin ayırt edilemez bir biçimde birbirine karıştığı bağıra çağıra ve kaba konuşma olarak, gürültülü kaba dili ile Musevi-olmayanların bahçesine eşlik ettiğinde, İsa genç yaşamının en derin şaşkınlığını yaşadı.
125:1.2 (1378.4) Ancak, tüm bunların hepsi içinde onun olması gerekene dair hissini en fazla; Seforis’e olan bir ziyarette oldukça yakın bir zaman içinde görmüş olduğu bu tür boyanmış kadınların tıpatıp aynısı olarak, mabedin bu kısmında ortada dolaşmakta olan üst sınıfın umursamaz dost-kadınları ayağa kaldırmıştı. Mabedin bu kutsallık bilmezliği, gençlik sinirini tamamiyle ayağa kaldırmıştı; ve, o, kendi görüşlerini özgürce Yusuf’a ifade etmede tereddüt etmemişti.
125:1.3 (1378.5) İsa, mabedin duygusunu ve hizmetini beğenmişti; ancak, o, düşüncesiz ibadetçilerin çok fazla sayıdaki bireyinin yüzlerinde görmüş olduğu ruhsal çirkinlik karşısında derin bir biçimde şaşkınlığa düşmüştü.
125:1.4 (1378.6) Onlar bu aşamada; hayvan sürülerinin kesilişini ve bronz çeşmede kesim işlemini gerçekleştiren din-adamlarının ellerinden kanın temizlenişi görmek için, sunağın durduğu yer olan tapınağın önündeki kaya eşiğin altından din-adamlarının bahçesine ilerlemişlerdi. Kanla lekelenmiş kaldırımlar, din-adamlarının kanlı elleri, ve ölmekte olan hayvanların sesleri doğa aşığı bu ufaklığın kaldırabileceğinden çok daha fazlasıydı. Bu korkunç manzara Nasıra’nın bu oğlan çocuğunu tiksindirmişti; o, babasının koluna sımsıkı yapışıp, götürülmek için yalvardı. Onlar, Musevi-olmayanların bahçesine veri yürümüşlerdi; ve, orada duymuş olduğu kaba gülüş ve edepsiz hareketler bile, daha henüz görmüş olduğu manzaralardan olan bir rahatlamaydı.
125:1.5 (1379.1) Yusuf; oğlunun tapınak adetlerinin manzarası karşısında nasıl tiksindiğini görmüş olup, bilgece bir biçimde onu, Korintian bronzundan yapılmış sanatsal kapı olan “güzel kapıyı” görmesi için gezdirmeye götürdü. Ancak, İsa, mabetteki ilk ziyaretinde göreceğini görmüştü. Onlar; Meryem için üst bahçeye geri dönmüş olup, Aşmonayim sarayını, Hirodes’in kraliyet evini ve Roma muhafızlarının kalesini gören bir biçimde, bir saatliğine, açık havada ve kalabalıktan uzak bir şekilde açık havada yürümüşlerdi. Bu gezinti boyunca Yusuf İsa’ya; yalnızca Kudüs’ün sakinlerinin mabet içindeki günlük kurban törenlerini görmesine izin verildiğini, ve, Celile’deki sakinlerin mabet ibadetine tapınak ibadetine katılmak için, şu dönemler olarak, yılda sadece üç kez geldiklerini açıklamıştı: Hamursuz, Hamsin Yortusu şöleni (Hamursuz’dan yedi hafta sonrası) ve Ekim ayında gerçekleşen mişkanların şöleniydi. Bu şölenler Musa tarafından oluşturulmuştu. Onlar, daha sonra, adamanın ve Purim’in bunların ertesinde gerçekleşen iki yerleşik şöleni üzerinde görüş alışverişinde bulundular. Tüm bunlardan sonra onlar konakladıkları yere gidip, Hamursuz’un kutlanışı için hazır hale geldiler.
125:2.1 (1379.2) Beş Nasıra ailesi; Şimon’un davetliler için kurbanlık kuzuyu alması biçiminde, Hamursuz’un kutlanışında Bethanili Şimonu’nun ailesi, ve onun birliktelik halinde bulunduğu kişilerin, konuklarıydı. Tapınak ziyaretinde İsa’yı oldukça fazla etkileyen şey, bu kadar devasa sayıda bulunan bu kuzuların kesilmesiydi. Öncesinden, Hamursuz’u Meryem’in akrabalarında yemek tasarlanmıştı; ancak, İsa, Bethani’ye olan daveti kabul etmesinde ebeveynlerini ikna etmişti.
125:2.2 (1379.3) Bu gece, onlar, mayasız ekmek ve sert baharatlar ile birlikte fırınlanmış etin yenişi olarak, Hamursuz adetleri için bir araya gelmişlerdi. Sözleşmenin yeni bir evladı olarak, İsa’dan, Hamursuz’un kökenine dair hikâyeyi anlatması istemişti, ve o, bunu oldukça güzel bir biçimde yerine getirmişti; ancak, o bir biçimde ebeveynlerini, oldukça yakın bir zamanda görmüş ve duymuş olduğu şeyler tarafından genç ve düşünceli aklında bırakmış etkiler üzerine nazikçe kendini ifade eden bir biçimde çeşitli yorumları ekleyerek şaşkınlığa düşürmüştü. Bu, Hamursuz şölenine ait yeni günlük törenlerin başlangıcıydı.
125:2.3 (1379.4) Bu erken tarihte bile, bu türden hususlarda ebeveynlerine hiçbir şey söylemese de, İsa, kesilmiş kuzu olmadan Hamursuz’u kutlamanın olabilirliliği üzerine düşünüp taşınmaktaydı. O kendi aklında, cennetteki Yaratıcı’nın kurbansal sunuşların bu manzarasından hoşnut olmadığı hakkında emin hale geldi; ve, yıllar ilerledikçe o, artan bir biçimde, bir gün kansız bir Hamursuz’un kutlanışını yerleşik hale getirmek için kararlı hale geldi.
125:2.4 (1379.5) İsa, bu gece çok az uyudu. Onun istirahatı, kesim ve acının tiksindirici rüyalarıyla fazlasıyla bölünmüştü. Tüm Musevi tören düzeninin sahip olduğu din-kuramının taşıdığı tutarsızlıklar ve açıklanamaz çelişkileri tarafından, kafası karışmış ve kalbi parçalanmıştı. Onun ebeveynleri benzer aynı şekilde çok az uyumuştu. Onlar fazlasıyla, daha yeni sona eren günde yaşanılan olaylar tarafından şaşkınlığa düşmüşlerdi. Onlar tamamiyle; ufaklığın, kendilerine göre olan, görülmemiş ve kararından sapmaz tutumu tarafından kalplerinde mutsuzluk taşımaktaydı. Meryem gecenin ilk saatleri boyunca, telaşlı bir biçimde rahatsız olmuş haldeydi; ancak Yusuf, her ne kadar Meryem ile eşit derecede şaşkınlık içinde bulunsa da, sakinliğini korudu. Onların her ikisi de bu sorunlar ile ilgili ufaklık ile açık bir biçimde konuşmaktan korkmaktaydı; buna rağmen İsa, eğer kendisini teşvik etmeye cüret etmiş olsalardı ebeveynleri ile memnuniyetle konuşurdu.
125:2.5 (1379.6) Tapınaktaki bir sonraki günün ibadetleri İsa için daha kabul edilebilir halde bulunmuş olup, bir önceki günün hoşnut olmayan anılarını iyileştirmeye fazlasıyla katkıda bulundu. Ertesi sabah, genç Lazarus İsa’nın elinden tutup, onlar, Kudüs ve onun çevresinin detaylı bir plan dâhilindeki keşfine başladı. Gün sona ermeden, İsa, eğitim ve soru konferanslarının gerçekleştiği tapınak etrafındaki çeşitli yerleri keşfetmişti; ve, bölme örtüsünün arkasında gerçekte ne olduğuna meraklı bir biçimde baktığı, kutsal olanların kutsalına yaptığı birkaç ziyaret dışında, vaktinin büyük bir kısmını bu eğitim konferanslarında geçirmişti.
125:2.6 (1380.1) Hamursuz haftası boyunca, İsa, emrin yeni evlatları arasında yerini almıştı; ve, bu onun, İsrail’in tam vatandaşları olmayan tüm kişilerden ayıran ayrım şeridin dışında oturmak zorunda oluşu anlamına gelmekteydi. Gençliğinin bilincinde olmaya bu şekilde maruz bırakılmış olarak, aklında gidip gelen birçok soruyu sormada kendisini tutmaktaydı; en azından o kendisini bundan, Hamursuz kutlanışı sona erene ve yeni kutsanan gençler üzerindeki bu kısıtlamalar kaldırılana kadar kaçınmıştı.
125:2.7 (1380.2) Hamursuz haftasının Çarşamba gününde, İsa’nın, Bethani’de geceyi geçirmek için Lazarus ile birlikte eve gitmesine izin verilmişti. Bu akşam, Lazarus, Marta ve Meryem, İsa’nın insan ve kutsal olarak geçici ve ebedi şeylerden bahsedişini duymuşlardı; ve, bu geceden itibaren onların üçü de İsa’yı, sanki kendi öz kardeşleriymiş gibi derinden sevmişlerdi.
125:2.8 (1380.3) Bu haftanın sonunda, İsa, Lazarus’u daha az sıklıkla görmüştü; çünkü Lazarus, dışarıdaki bahçelerde sunulan kamuya açık konuşmalara katılmış olsa da, mabet görüş söyleşilerinin dış halkasına kabul edilmek için bile yetkin değildi. Lazarus İsa ile aynı yaştaydı; ancak, Kudüs’de gençler nadiren, on üç yaşını tamamiyle doldurana kadar kanunun evlatları olarak kutsanmaya nadiren kabul edilmekteydiler.
125:2.9 (1380.4) Tekrar ve tekrar, Hamursuz haftası boyunca, ebeveynleri İsa’yı, çok derince genç başı ellerinde düşünen bir biçimde, kendi başına otururken bulmaktaydılar. Onlar öncesinde hiçbir kez, onu bu şekilde davranan bir biçimde görmemişlerdi. Ve, kafasının ne kadar karışık ve sürecinden geçmekte olan deneyim nedeniyle ruhani anlamda ne kadar sıkıntıya düşmüş olduğunu bilmeyen bir biçimde, çok ciddi olarak şaşkınlık içerisindeydiler; onlar, ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Ebeveynleri, Hamursuz haftası günlerinin geçmesini iple çekip, tuhaf bir biçimde hareket eden evlatlarının güvenli bir biçimde Nasıra’ya geri dönüşünü derinden arzuladılar.
125:2.10 (1380.5) Gün ve gün İsa sorunlarını düşünmekteydi. Bu haftanın sonunda o, birçok karara varmıştı; ancak, vakit Nasıra’ya geri dönmek için gelip çattığında, genç aklı hala, kafa karıştıran şeylerle dolu olup, cevaplanmamış sorular ve giderilmemiş sorunların binlercesi ile kaplanmıştı.
125:2.11 (1380.6) Yusuf ve Meryem’in Kudüs’den ayrılmalarından önce, İsa’nın Nasıra öğretmeninin eşliğinde, onlar; İsa için, on beş yaşına ulaştığında hahamların en iyi bilinen akademilerinin birinde uzun süreli çalışmasına başlaması amacıyla geri dönüşü için kesin plansal düzenlemelerde bulunmuşlardı. İsa ebeveynlerine ve öğretmenine, okula olan ziyaretlerinde eşlik etmişti; ancak, onların hepsi, söyledikleri ve yaptıkları her şeye İsa’nın ne kadar ilgisiz olduğunu görmekten rahatsız olmuşlardı. Meryem, İsa’nın Kudüs ziyaretine olan tepkileri karşısında derin bir biçimde kırılmıştı; ve, Yusuf derin bir biçimde, ufaklığın tuhaf yorumları ve olağandışı davranışı karşısında şaşkınlık içerisindeydi.
125:2.12 (1380.7) Son kertede, Hamursuz haftası İsa’nın yaşamında çok önemli bir olay olmuştu. O, kutsanma için akran adayları olarak kendi yaşına yakın erkek çocukların binlercesi ile buluşma imkânını memnuniyetle deneyimlemişti; ve, o, bu çocuklar ile olan iletişimi, Mezopotamya, Türkistan, Aşkaniler’e ek olarak Roma’nın Uzak-Batı vilayetleri içinde insanların nasıl yaşadığını öğrenmek için bir vasıta olarak kullanmıştı. O hali hazırda fazlasıyla, Mısır’ın ve yakın Filistin’deki diğer bölgelerin gençlerinin yetişme biçimine aşinaydı. Bu zaman zarfında Kudüs’de binlerce genç insan bulunmaktaydı; ve, Nasıra ufaklığı, yüz ellinden daha fazla gençle kişisel olarak buluşmuş, ve az veya çok etraflıca bir biçimde söyleşide bulunmuştu. O özellikle, Uzak-Doğu ve uzak Batı ülkelerinden gelmekte olanlar ile ilgilenmeydi. Bu iletişimlerin bir sonucu olarak ufaklık, akran insanlarının çeşitli topluluklarının yaşamlarını kazanmak için nasıl emek verdiklerini öğrenmek amacıyla dünyayı gezmenin bir arzusunu taşımaya başladı.
125:3.1 (1381.1) Nasıra kafilesinin, Hamursuz şenliğinin tamamlandıktan sonraki haftanın ilk günü, kahvaltı sonrasında mabet bölgesinde toplanmaları planlanmıştı. Onlar bunu yapıp, Nasıra’ya olan geri dönüş yolcuğu için yola çıktılar. İsa, ebeveynleri akran yolcularının bir araya gelmesini beklerken, söyleşileri dinlemek için mabede gitmiş haldeydi. Yakın bir zaman içinde kafile, Kudüs festivallerine olan varışlarında ve ayrılışlarında seyahat etme adetleri olan bir şekilde, erkeklerin bir kadınların ise diğer bir topluluk içinde, ayrılmaya hazırlanmıştı. İsa öncesinde Kudüs’e, annesi ve kadınların eşliğinde varmıştı. Artık kutsanmış genç bir erkek olarak onun, Nasıra’ya geri dönmek için babası ve erkeklerin eşliğinde seyahat edişi beklenmekteydi. Ancak, Nasıra kafilesi Bethani’ye doğru ilerlerken, İsa tamamiyle, ebeveynlerinin ayrılış vaktinin geçmekte olduğuna hiç dikkat etmeyen bir biçimde, mabet içinde, meleklerin söyleşine dalmıştı. Ve, o, mabet konferanslarının öğle vakti gerçekleşen arasına kadar geride bırakılmış olduğunu fark etmemişti.
125:3.2 (1381.2) Nasıra yolcuları İsa’yı aramadı, çünkü Meryem, onun erkekler ile seyahat etmekte olduğunu düşünmüştü; bunun karşısında, Yusuf, Meryem’in eşeğinde seyahat eden bir biçimde kadınlar ile Kudüs’e varmış olduğu için, kadınlar ile seyahat ettiğini düşünmüştü. Onlar, Eriha’ya ulaşana ve gece için konaklamaya hazırlanana kadar İsa’nın yokluğunu keşfetmemişlerdi. Eriha’ya ulaşan son kafileye sorduktan ve onlardan hiçbirinin kendi çocuklarını görmemiş olduğunu öğrendikten sonra, onlar; kendisi başına ne gelmiş olacağını kafalarında evirip çevirip düşünerek, Hamursuz haftasının süreçlerine olan olağandışı tepkilerinin çoğunu hatırlayarak ve Kudüs’den ayrılmadan önce toplulukta olmadığını görmeyişlerinde birbirlerini aşırı biçimde olmasa da suçlayarak, uykusuz bir gece geçirmişlerdi.
125:4.1 (1381.3) Bu zaman zarfında, İsa; söyleşileri dinleyen, ve, Hamursuz haftasının büyük kalabalıklarının ortadan kaybolmak üzere olduğu süreçteki, daha sessiz ve saygılı ortamdan keyif alan bir biçimde, öğleden sonra boyunca mabette kalmaya devam etti. Hiçbirine İsa’nın katılmadığı öğleden sonraki söyleşilerin tamamlanışında, o kendi başına, Şimon’un ailesinin akşam yemeklerine başlamak için tam da hazırlandığı bir sırada ulaşan bir biçimde Bethani’nin yolunu tuttu. Üç genç, İsa’yı karşılıyor olmaktan çok büyük mutluluk duydu; ve, o, Şimon’un evinde geceyi geçirmek için kalmaya devam etti. İsa, bahçede düşünür biçimde vaktinin büyük bir kısmını yalnız olarak harcayarak, akşam boyunca çok az gezdi.
125:4.2 (1381.4) Ertesi gün İsa erkenden kalkmış olup, mabedin yolunu tutmuştu. O; Zeytindağı’nın yamacında o durup, gelenek tarafından esaret altında ve Roma birliklerinin göz hapsinde bulunan bir biçimde, ruhsal olarak fakir bir topluluk olarak — gözlerinin gördüğü manzara karşısında gözyaşlarını tutamamıştı. Kahvaltı vaktinde o, söyleşilere katılmak için karar vermiş bir biçimde mabette bulunmaktaydı. Bu arada, Yusuf ve Meryem aynı zamanda, Kudüs’e geri gidiş amacıyla sabahın erken vakitlerinde kalkmışlardı. İlk olarak, onlar, Hamursuz haftası boyunca bir aile halinde konaklamış oldukları yer olan akrabalarının evine yetiştiler; ancak, onların sorgusu hiç kimsenin İsa’yı görmemiş olduğu gerçeğini açığa çıkardı. Tüm gün aradıktan ve ona dair hiçbir iz bulamadıktan sonra, gece için akrabalarına geri döndüler.
125:4.3 (1382.1) İkinci konferansta İsa, kimseyi kırma amacı taşımadan nazik bir biçimde soru sorma cesareti gösterdi; ve, o, oldukça şaşırtıcı bir biçimde tapınak söyleşilerine katıldı ancak bunu her zaman kendi delikanlılığı ile bağdaşır bir biçimde gerçekleştirdi. Zaman zaman onun yönelttiği sorular, Musevi kanununda eğitimli öğretmenler için bir ölçüde utandırıcıydı; ancak, o, mabet öğretmenlerinin büyük bir çoğunluğunun kendisini her türlü saygıya ve ilgiye değer bir biçimde davranma eğiliminin gösterilişine kaynaklık eden, bilgi için bariz bir açlıkla beraber dürüst bir tarafsızlığın tutumunu sergilemekteydi. Ancak, İsa, Musevi-olmayanların dışarıdaki bahçesinde başıboş dolaşmış ve bilinçsiz bir biçimde mabedin yasaklanmış ve meşhur derecede kutsal bölmelere girmiş sarhoş bir Musevi-olmayanı idam etmenin adaletini sorgulamaya cüret ettiğinde, daha hoşgörüsüz öğretmenlerden bir tanesi ufaklığın imalı eleştirileri karşısında sabrını yitirdi ve ona dik dik bakmaya başlayıp onun kaç yaşında olduğunu sordu. İsa, “on üç yaşında olmama dört aydan biraz daha fazla var” şeklinde yanıt verdi. “O zaman” diye yanıtladı şimdi öfkelenmiş olan öğretmen, “neden buradasın sen, sen kanunun bir evladının yaşında bile değilsin?” Ve, İsa, Hamursuz boyunca kutsanmasını aldığını, ve Nasıra okullarının mezun bir öğrencisi olduğunu açıkladığında, öğretmenlerin hepsi tek bir ağızdan alaylı bir biçimde gülerek şöyle söyledi: “Bilmeliydik; o Nasıra’dan.” Ancak, öğretmenlerin önderi, Nasıra’daki sinagogun yöneticileri onu, teknik olarak on üç yerine on iki yaşındayken mezun ettiyse, İsa’nın suçlanmaması gerektiğinde ısrarcı oldu; ve, her ne kadar onu eleştirenlerden birkaçı ayağa kalkıp söyleşiyi terk etmişse de, ufaklığın, kâinat söyleşilerine bir öğrenci olarak kesintisiz bir biçimde devam edebileceğine karar verilmişti.
125:4.4 (1382.2) Bu, mabetteki ikinci günü sona erdiğinde, İsa, gece için tekrar Bethani’ye gitti. Ve, tekrar, o, derin bir biçimde düşünmek ve dua etmek için bahçeye çıktı. Onun aklının, derin sorunların üzerinde düşünmek ile ilgili olduğu barizdi.
125:5.1 (1382.3) İsa’nın mabetteki yazıcılar ve öğretmenler ile olan üçüncü günü; Celile’den gelen bu genci duymuş, kanunun bilge insanlarının kafalarını karıştıran bu ufaklığı görme deneyimine keyifle sahip olmak için gelmiş birçok izleyicinin bir araya gelişine şahit oldu. Şimon da Bethani’den, oğlan çocuğunun nasıl bir şey olduğunu görmek için gelmişti. Bu gün boyunca Yusuf ve Meryem; bir seferinde neredeyse tamamen İsa’nın muhteşem sesini duyacak yakınlığa kadar gelmiş olsalar da, birçok söyleşi topluluğuna göz atmayı hiçbir zaman düşünmemiş bir biçimde, birkaç sefer mabede bile giderek, İsa için endişeli arayışlarına devam etti.
125:5.2 (1382.4) Gün sona ermeden önce, mabedin başlıca söyleşi topluluğu, İsa tarafından sorulmakta olan sorulara yoğunlaşmış hale gelmişti. Birçok sorusu arasında şunlar bulunmaktaydı:
125:5.3 (1382.5) 1. Kutsalların kutsalında, örtünün arkasında gerçekten ne vardı?
125:5.4 (1382.6) 2. İsrail’de kadınlar, erkek mabet ibadetçilerinden neden ayrılmak zorundaydılar?
125:5.5 (1382.7) 3. Eğer Tanrı kendi çocuklarını derinden seven bir baba ise, bu kutsal lütfu elde etmek için hayvanların tüm bu katledişi neden gerçekleşmekteydi — Musa’nın öğretisi yanlış mı anlaşılmaktaydı?
125:5.6 (1382.8) 4. Mabet cennetteki Yaratıcı’nın ibadetine adandığı için, din-dışı takas ve ticarete katılanların mevcudiyetine izin vermek tutarlı mıydı?
125:5.7 (1382.9) 5. Beklenmekte olan Mesih, Davud’un tahtına oturan dünyevi bir prens mi olacak, yoksa o, bir ruhsal krallığın kurulumunda yaşamın ışığı olarak mı faaliyet gösterecek?
125:5.8 (1383.1) Ve, tüm gün boyunca, bu sorular karşısında hayretler içinde kalarak dinlemiş olanlar arasında hiç kimse Şimon’dan daha fazla şaşırmamıştı. Dört saatten fazla bir süre boyunca, bu Nasıra delikanlısı bu Musevi öğretmenlerini, doğrudan bir biçimde düşündüren ve gerçek hisleri açığa çıkaran sorulara boğmuştu. O, sorduğu sorularla kendi öğretisini ifade etmekteydi. Bir sorunun mahirane ve ince bir biçimde ifade edilişiyle, aynı anda hem onların öğretisine karşı gelip, hem de kendisininkini savunmaktaydı. Bir soruyu yöneltiş biçiminde; küçüklüğüne az veya çok karşı gelmekte olan kişilere bile kendisini sevdiren, bilgeliğin ve mizahın göze hoş gelen bir bileşimi bulunmaktaydı. O her zaman, bu ilgi çekici soruları sormada çok fazlasıyla adil ve düşünceliydi. Mabetteki bu dikkate değer öğleden sonrasında, İsa, daha sonraki tüm kamu hizmetini niteleyen, karşı görüşte olan biri üzerinden haksız çıkar sağlamadaki aynı isteksizliği gösterdi. Bir delikanlı olarak, ve daha sonra bir ergen erkek olarak; yalnızca şu tek bir şeye olası en yüksek derecede ilgili olarak, yalnızca, akranları üzerinde mantıksal olarak galip gelme deneyimi için bir tartışmayı kazanmanın her türlü bencil arzusundan tamamiyle uzak olan bir görünüş sergiledi: sonsuza kadar geçerli olan gerçeği duyurma ve böylece ebedi Tanrı’nın daha bütüncül bir açığa çıkarılışını yerine getirme.
125:5.9 (1383.2) Bu gün sona erdiğinde, Şimon ve İsa, Bethani’ye olan geri dönüş yolunu tutular. Yolun büyük bir kısmında, hem ergen erkek hem de erkek çocuk sessizdi. Yine İsa, Zeytindağı’nın yamacında durdu; ancak şehre ve mabedi bakarken, gözyaşları dökmedi; o yalnızca, sessiz sadakat içinde başını eğdi.
125:5.10 (1383.3) Bethani’de akşam yemeğinden sonra o, tekrar, mutlu halkaya katılmayı geri çevirerek, bunun yerine; yaşam görevinin içerdiği soruna yaklaşım için bir kesin planı oluşturmaya, ruhsal olarak gözleri görmez hale gelmiş vatandaşlarına cennetsel Yaratıcı’nın daha güzel bir kavramını açığa çıkarmak için en iyi nasıl emek sarf edebileceğine karar vermeye ve onları böylece, ayinsel, törensel ve küflenmiş gelenek halindeki, kanuna olan korkunç esaretten nasıl özgür bırakmaya dair sonuç vermeyen bir biçimde düşünmeye çabalayarak, gece boyunca uzun bir süre kaldığı yer olan, bahçeye gitmişti. Ancak, bariz ışık, gerçeği arayan ufaklığa gelmemişti.
125:6.1 (1383.4) İsa tuhaf bir biçimde, dünyasal ebeveynlerini unutmuş haldeydi; kahvaltıda bile, Lazarus’un annesi ebeveynlerinin şu sularda eve ulaşmak üzere olacaklarını söylediğinde, İsa, kendisinin arkada kalışı karşısında onların bir şekilde üzülecek olacaklarını kavramış görünmemekteydi.
125:6.2 (1383.5) Ve tekrar o, mabede doğru seyahat etti; ancak, Zeytindağı’nın yamacında düşünmek için durmadı. Sabah söyleşilerinin ilerleyişinde, zamanın büyük bir kısmı kanun ve peygamberlere ayrılmıştı; ve, öğretmenler, İsa’nın İbrani diline ek olarak Yunanca’da da Yazıtlar’a oldukça hâkim oluşu karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Ancak, onlar, gerçeğe dair bilgisi karşısında değil gençliği karşısında hayrete düşmüşlerdi.
125:6.3 (1383.6) Öğleden sonraki konferansta, onlar; konferans önderi, ufaklığı öne doğru çıkmasına, yanında oturmasına davet ettiğinde, ve dua ve ibadet hakkındaki kişisel görüşlerini ifade etmesini rica ettiğinde, duanın amacına dair İsa’nın sorusuna daha yeni başlamaktaydılar.
125:6.4 (1383.7) Önceki akşam, İsa’nın ebeveynleri, kanunun savunucuları ile oldukça mahirane bir biçimde tatlı dille tartışan bu tuhaf delikanlıyı duymuşlardı; ancak, bu ufaklığın kendi oğulları olduğu akıllarından geçmemişti. Onlar öncesinden; İsa’nın, Elizabet ve Yahya’yı görmek için onların bulunduğu yöne doğru hareket etmiş olduğunu düşünerek, Zekeriya’nın evine doğru seyahat etmeye karar vermek üzerelerdi. Zekeriya’nın muhtemel bir biçimde mabette olabileceğini düşünerek, Yahudiye Şehri’ne olan yolculukları üzerinde orada durdular. Mabedin bahçelerinde gezinirlerken, kayıp ufaklığın sesini tanıdıklarında ve mabet öğretmenleri arasında kendisini oturmuş gördüklerinde sahip oldukları sürprizi ve şaşkınlığı hayal edin.
125:6.5 (1384.1) Yusuf’un sesi kesilmişti, ancak, Meryem, hayret içindeki ebeveynlerini karşılamak için şimdi ayaktaki ufaklığa doğru koştuğunda, uzun süredir baskılamakta olduğu korkusunu ve endişesini şöyle atmıştı: “Evladım, neden bizlere böyle davrandın? Bugünle birlikte üç günden fazladır baban ve ben kederli bir biçimde seni aramaktayız. Bizleri yalnız bırakmak için ne aklını çeldi?” Bu, gerilimi olan bir andı. Tüm gözler, ne söyleyeceğini duymak için İsa’ya dönmüştü. Babası kınar gözlerle ona baktı, ancak bir şey söylemedi.
125:6.6 (1384.2) İsa’nın, genç bir erkek olarak varsayılmakta olduğu hatırlanmalıdır. O; bir çocuğun olağan okul dönemini tamamlamış, kanun bir evladı olarak tanınmış ve İsrail’in bir vatandaşı olarak kutsanmayı elde etmiş haldeydi. Ama buna rağmen, onun annesi; cennetteki Yaratıcısı’nın sevgi dolu karakterinin bir açığa çıkarıcısı olarak doğruluğun bir duyurucusu halindeki gerçekliğin bir öğretmeni biçiminde faaliyet göstermesi için en başından beri kendisine verilmiş olan en büyük olanaklardan bir tanesinin utandırıcı bir sonlanışını böylelikle getirerek, genç yaşamının en ciddi ve en ulvi çabasının tam ortasında, bir araya gelmiş tüm insanlarından ortasında kendisini hiç de azımsanmayacak derecede azarlamıştı.
125:6.7 (1384.3) Ancak, ufaklık gerilim kadar büyüktü. Bu durumu yaratan bir biçimde bir araya gelmiş tüm etkenler üzerinde adil bir düşüncede bulunacak olursanız, annesinin istemeden gerçekleştirdiği paylayışına oğlan çocuğunun vermiş olduğu karşılığın içerdiği bilgeliği kavramaya daha iyi hazırlanmış olursunuz. Bir dakika düşündükten sonra İsa annesine şöyle cevap verdi: “Beni aramanız neden bu kadar üzün sürdü? Yaratıcım’ın verdiği görevi yerine getirmemin vakti gelmiş olduğundan, beni Yaratıcım’ın evinde bulmayı düşünemediniz mi?
125:6.8 (1384.4) Herkes, ufaklığın konuşma biçimi karşısında hayretler içinde kalmıştı. Sessiz bir biçimde onların hepsi uzaklaşıp, ebeveynleri ile birlikte onu yalnız bıraktı. Yakın bir süre sonra genç adam, üçünün de yaşadığı utançtan şunları sessizce söyleyerek kendilerini kurtarmış oldu: “Gelin, annem ve babam, hiç kimse onun en iyi düşündüğünden başka hiçbir şey yapmadı. Cennetteki Babamız bu şeylerin olmasına emir verdi; hadi artık eve gidelim.”
125:6.9 (1384.5) Onlar, Eriha’ya gece için ulaşan bir biçimde, sessizce yola çıktı. Onlar tek bir sefer durmuşlardı; bu ise, Zeytindağı’nın yamacında, ufaklık asasını olabildiğince yukarı kaldırdığında, ve yoğun duygular içinde titreyen bir şekilde şunları söylediğinde gerçekleşti: “Sen Kudüs, Kudüs, ve senin insanların, ne kadar da kölesiniz — Roma’nın boyunduruğuna itaatkâr, kendi geleneklerinize kurban — ancak, işte oradaki mabedi temizlemek için ve bu esaretten insanlarımı kurtarmak için geri döneceğim!”
125:6.10 (1384.6) Nasıra’ya olan üç günlük yolculuk boyunca İsa çok az şey söyledi; ne de onun ebeveynleri, onun mevcudiyetinde fazla bir şey konuşmuştu. Onlar gerçekten de, en büyük erkek evlatlarının davranışını anlamada tamamen şaşkınlığa düşmüş haldelerdi; ancak onlar, her ne kadar içerdiği anlamlarını tamamen kavrayamamış olsa da, İsa’nın söylemiş olduğu şeyleri kalplerinde önemli bir yere koymuşlardı.
125:6.11 (1384.7) Eve ulaşmaları üzerine İsa; ebeveynlerine olan sevgisinin devam edişine dair onlara güvence vererek, ve, kendi davranışı nedeniyle ebeveynlerini ızdırap dolu endişeye sevk edecek herhangi bir duruma bir daha sebebiyet verebilecek oluşundan korkmamaları gerektiğini ima ederek, ebeveynlerine kısa bir bildirimde bulundu. O, şunu söyleyerek bu çok önemli bildirimi sonlandırdı: “Cennetteki Yaratıcım’ın iradesini gerçekleştirirken, dünya üzerindeki babama aynı zamanda itaatkâr olacağım. Kendi vaktimi bekleyeceğim.”
125:6.12 (1384.8) Her ne kadar İsa, aklında, nasıl düşünmesi gerektiğine dışarıdan salık veren veya dünya üzerindeki görevinin tasarımını oluşturmaya çalışan ebeveynlerinin çok iyi niyetli ancak yanlış yönlendirici çabalarına razı olmayı reddetmişse de, hali hazırda, kendi Cennet Yaratıcısı’nın iradesini yerine getirmeye olan adanmışlığı ile her şekilde tutarlı olarak, dünyasal babasının arzularına ve beden içindeki ailesinin adetlerine anlayışlı bir biçimde uyum göstermişti. Razı gösteremediği zaman bile, o, uyum göstermek için her şeyi yapardı. O; adanmışlığını, aile sadakatine ve toplumsal hizmete olan yükümlülüklerini yerine getirme görevine uyumlu hale getirmede bir sanatçıydı.
125:6.13 (1385.1) Yusuf şaşkınlık içerisindeydi; ancak, Meryem, bu deneyimler üzerine düşündüğü için, İsa’nın Zeytindağı üzerindeki sözlerini sonunda, İsrail’in kurtarıcısı olarak oğlunun sahip olduğu Mesihsel görevin bir gelecek duyuruşu şeklinde gören biçimde, içi rahatlamış haldeydi. Meryem; İsa’nın düşüncelerini ülkesini savunan ve milliyetçi kanallara doğru şekillendirmek için yepyeni bir enerjiyle çalışmaya koyulmuş olup, İsa’nın gözde amcası olan erkek kardeşinin yardımları için onu ikna etti; ve, bunun dışında kalan her biçimde, İsa’nın annesi kendisini, Davut’un tahtını yeniden kuracak ve siyasi esaretin Musevi-olmayanların elinden gelmekte olan boyunduruğundan sonsuza kadar kurtaracak olan kişilerin önderliğini üstlenme görevi için en büyük oğlunu hazırlama görevine kendisini adadı.
Urantia’nın Kitabı
126. Makale
126:0.1 (1386.1) İSA’nın dünyasal yaşam deneyimlerinin tamamı içinde, on dördüncü ve on beşinci yaşlar en önemli olanlarıydı. Kutsallığın ve nihai sonun öz bilincine sahip olmaya başlamasından sonra, ve ikamet eden Düzenleyicisi ile geniş çaplı bir iletişim kazanmasından önce, bu iki yıl, Urantia üzerinde onun önemli anlara sahne olmuş yaşamının en sınayıcı olanlarıydı. Bu, gerçek sınanış olarak büyük sınav biçiminde adlandırılmak zorunda olan iki yıllık süreçti. Ergenlik döneminin öncül kafa karışıklarından ve uyum sorunlarından geçmede bu döneme kadar hiçbir insan genci, İsa’nın çocukluktan genç erkekliğe olan geçişi boyunca yaşamış olduğundan daha önemli bir sınayışı deneyimlememişti.
126:0.2 (1386.2) İsa’nın genç gelişiminde bu önemli süreç, Kudüs’ü ziyaretinin tamamlanışıyla ve Nasıra’ya olan geri dönüşüyle başladı. İlk başta Meryem; görevlerine sadık bir evlat olarak evine geri dönmüş olduğu için — kaldı ki o hiçbir zaman bundan başkası değildi — ve gelecek yaşamı için kendi annesinin tasarımlarına bundan böyle daha fazla karşılık verecek oluşu biçiminde, evinde oğluna tekrar sahip olduğu düşüncesiyle mutluydu. Ancak, o uzun bir süre boyunca, annesel aldanışın ve içten içe gerçekleşen ailesel gururun bu parıltısında uzunca bir süre gözleri görmez halde kalmayacaktı; oldukça yakın bir zaman içinde o, daha bütüncül bir biçimde hayal kırıklığına uğrayacaktı. Gittikçe artan bir biçimde, erkek çocuk, babasına eşlik etmekteydi; gittikçe azalan bir biçimde sorunları için annesine gelmeye başlarken, artan bir biçimde her iki ebeveyni de, bu dünyanın olayları ile Yaratıcısı’nın görevine olan ilişkisi üzerine düşünme arasında gerçekleştirdiği sık sık gelip gidişi kavramada başarısız olmuşlardı. Açıkça söylenmesi gerekirse, onlar İsa’yı anlamamaktaydılar, ancak onu gerçekten derinden sevmekteydiler.
126:0.3 (1386.3) Büyüdükçe, İsa’nın, Musevi insanlarına olan acıyışı ve derin sevgisi derinleşti; ancak, geçen yıllarla birlikte, aklında, Yaratıcısı’nın mabedinde siyasi biçimde atanmış din adamlarına karşı büyümekte olan haklı bir kızgınlık gelişti. İsa, içten Ferisiler’e ve dürüst yazıcılara karşı büyük bir saygı duymaktaydı; ancak o, içten pazarlıklı Ferisiler’i ve dürüst olmayan din-kuramcılarını karşı fazlasıyla küçük görmekteydi; o, içten olmayan tüm bu dini önderlere küçümseyen gözlerle bakmaktaydı. İsrail’in önderliğini incelediğinde, İsa zaman zaman, kendisinin, Musevi beklentisi olan Mesih haline gelme olasılığına olumlar gözle bakmanın çekiciliği ile karşılaştı; ancak, o hiçbir zaman kendisini, bu türden çekiciliğe kendisini bırakmadı.
126:0.4 (1386.4) Kudüs’de mabedin bilge insanları arasında İsa’nın yapmış olduğu şeylere dair hikâye, özellikle sinagog okulundaki eski öğretmenleri olmak üzere, tüm Nasıra’yı tatmin etmekteydi. Bir süreliğine ona olan övgü herkesin dudaklarındaydı. Köyün hepsi, onun çocuksu bilgeliğini ve takdire şayan davranışını anlatırken, onun büyük bir önder haline gelme nihai sonuna sahip olduğunu tahmin etmekteydi; en azından, gerçekten büyük bir öğretmen, Celile’de Nasıra’dan gelmek üzereydi. Ve, onların hepsi; İsa’nın, Şabat günü sinagogda Yazıtlar’ı düzenli bir biçimde okumaya izin verilebileceği yaş olan on beşine gelişini iple çekmekteydi.
126:1.1 (1387.1) Bu onun, takvim yılına göre on dördüncü doğum günüydü. O öncesinden, iyi bir boyunduruk yapıcısı haline gelmiş olup, hem branda hem de deri ile çok yetkin bir biçimde çalışabilmekteydi. O aynı zamanda hızlı bir biçimde, uzman bir marangoza ve ev mobilya yapıcısına doğru gelişmekteydi. Bu yaz o, dua etmek ve derince düşünmek için Nasıra’nın kuzey batısına doğru tepenin başına sık ziyaretlerde bulunmaktaydı. O kademeli olarak, dünya üzerindeki bahşedilişinin doğasına dair daha fazla öz bilince sahip hale gelmekteydi.
126:1.2 (1387.2) Bu tepe, bu dönemin yüz yıldan biraz daha fazla yıl öncesinde, “Baal’ın ibadet doruğuydu,” ve şimdi ise, İsrail’in saygın bir kutsal insanı olan Şimon’un mezarının yerleşkesiydi. Şimon’un bu tepesinin doruğundan, İsa, Nasıra ve onu çevreleyen şehir üzerine doğru bakmaktaydı. O, Megido’ya bakışlarını çevirir, Asya’da Mısır ordusunun ilk büyük zaferini kazanışının hikâyesini hatırlardı; ve, daha sonra, bu türden başka bir ordunun Yahudiye kralı Yoşiyahu’yu nasıl yenilgiye uğrattığını düşünürdü. Çok da fazla gözlerini çevirmeden, Deborah ve Barak’ın Sisera’yı yendiği yer olan Tanah’ı görebilirdi. Uzakta, Yusuf’un kardeşlerinin kendisini Mısır kölesi olarak sattığı haliyle öğretildiği Dothan’ın tepelerini görebilirdi. O bunun sonrasında bakışlarını Ebal ve Gerizim’e yöneltip, İbrahim’e, Yakup’a ve Abimelek’e dair tarihi anlatımları kendisine tekrar söyleyebilirdi. Ve, böylece, o, babası Yusuf’un insanlarına dair tarihi ve geleneksel olayları hatırlar ve onlar üzerinde düşünürdü.
126:1.3 (1387.3) O, sinagog öğretmenlerinin gözetimi altında gelişmiş okuma derslerini almaya devam etti; ve, o aynı zamanda, elverişli yaşa gelmektelerken erkek kardeşleri ve kız kardeşlerinin ev eğitimine devam etti.
126:1.4 (1387.4) Bu yılın başında Yusuf; İsa’nın, on beş yaşına geleceği için ertesi yılın Ağustos ayında Kudüs’e gitmesi tasarlanmış bir biçimde, Nasıra ve Kopernaum mülkünden gelen geliri, onun Kudüs’de uzun süreli eğitimi için bir kenara koyan biçimde düzenlemede bulunmuştu.
126:1.5 (1387.5) Bu yılın başıyla birlikte, hem Yusuf hem de Meryem, en büyük oğullarının nihai sonu hakkında sürekli yaşanan kuşkulara sahip oldular. O gerçekten de muhteşem ve çok sevilesi bir çocuktu; ancak, o, kavranması çok zor bir biçimde, anlaşılması oldukça güçtü; ve, tekrar edilmesi gerekirse, olağanüstü veya diğer bir değişle mucizevî hiçbir şey hiçbir şey ortaya çıkmamıştı. Birçok kez, kendisinden gurur duyan annesi, oğlunun, bir takım insan-ötesi veya diğer bir değişle mucizevî bir dışavuruma katılımını görmeyi bekleyen bir biçimde, nefesini tutmuş bekler bir halde öyle durmuştu, ancak, her seferinde onun ümitleri, acımasız hayal kırıklığıyla sona ermişti. Ve, tüm bunların hepsi, heves kırar, hatta ümitlerini yok eder nitelikteydi. Bu dönemlerin dindar insanları gerçekten de; peygamberlerin ve söz verilmiş insanların her zaman seçilmişliklerini gösterdiklerine, ve, mucizelerde bulunarak ve mucizevî şeyleri yerine getirerek kutsal kabullerini sağladıklarına inanmaktalardı. Ancak, İsa, bu şeylerin hiçbirini yapmamaktaydı; bu nedenlerden dolayı, ebeveynlerinin kafa karışıklığı, İsa’nın geleceği hakkında düşündükçe sürekli olarak artmaktaydı.
126:1.6 (1387.6) Nasıra ailesinin gelişmiş ekonomik durumu; ev yaşamında ve özellikle, kömür ile yazımın gerçekleştiği biçimiyle yazım taş levhası olarak kullanılmış olan yumuşak beyaz tahtaların artan sayısıyla dışa vurulmaktaydı. İsa’nın aynı zamanda müzik derslerine devam etmesine izin verilmişti; o, arp çalmaktan çok hoşlanmaktaydı.
126:1.7 (1387.7) Bu yıl boyunca, İsa’nın “insan ve Tanrı ile büyümüş” olduğu gerçek anlamıyla söylenebilir. Ailenin imkânları iyi görünmekteydi; gelecek parlaktı.
126:2.1 (1388.1) Her şey; Eylül’ün 25’inde dönüm noktası Salı günü bir ulağın, Yusuf’un, valinin malikânesinde çalışırken inşaat iskelesinden düşmesi sonucu çok ciddi bir biçimde yaralanışının acı haberlerini getirişine kadar oldukça iyi gitmekteydi. Seforis’den gelen iletici öncesinden, İsa’yı babasının yaşadığı kaza hakkında bilgilendiren bir biçimde, Yusuf’un evine olan yolu üzerinde atölyede durmuştu; ve, onlar beraberce, Meryem’e üzücü haberleri bildirmek için eve gitmişlerdi. İsa doğrudan bir biçimde babasına gitmeyi arzulamaktaydı; ancak, Meryem, eşinin yanına yetişmekten başka bir şeyi dinler halde değildi. Meryem, on yaşındaki Yakup’un, Seforis’e olan yolunda kendisine eşlik etmesini, bu arada da İsa’nın, Meryem Yusuf’un ne kadar ciddi bir biçimde yaralandığını bilmediği için, kendisi geri dönene kadar küçük kardeşleriyle beraber evde kalmasının emrini verdi. Ancak, Yusuf, Meryem’in ulaşmasından önce yaraları nedeniyle yaşamını yitirmişti. Onlar Yusuf’u Nasıra’ya getirmiş olup, ertesi gün atalarının yanına defnetmişlerdi.
126:2.2 (1388.2) İmkânların iyi olduğu ve geleceğin parlak göründüğü tam da bu zamanda, görünüşte acımasız bir el, bu Nasıra hanesinin başına gelmiş, bu evin günlük yaşantıları sekteye uğramış, ve İsa ve gelecek eğitimi için her tasarlanmış şey ortadan kalmıştı. Bu aşamada on dördüncü yaşını daha yeni geçmiş olan bu marangoz ufaklığı; sadece, dünya üzerinde ve beden içerisinde kutsal doğayı açığa çıkarmak olan kendi cennetsel Yaratıcısı’nın görevlendirmesini yerine getirmek zorunda olmayışını, aynı zamanda, genç insan doğasının, dul kalmış annesine ek olarak yedi erkek ve kız kardeşine — ve doğmak üzere olan bir diğerine — bakmanın sorumluluğunu üstlenmek zorunda oluşunun farkındalığına uyandı. Nasıra’nın bu ufaklığı bu aşamada, çok aniden gerçekleşmiş olan kaybı deneyimleyen bu ailenin tek destekçisi ve tesellisi olmuştu. Nihai sonun bu genç bireyini oldukça öncül bir biçimde; bu dünya üzerinde bileceği tek ev olarak babasının evinin koruyucusu halinde faaliyet gösteren, annesine destek olan ve onu koruyan, kendi erkek ve kız kardeşleri için baba haline gelen bir biçimde, bir insan ailesinin başı haline gelmenin yarattığı bu ağır ancak fazlasıyla eğitici ve düzene sokucu sorumlulukları üstlenmesine zorlayan, Urantia üzerinde olağan bir biçimde gerçekleşen olayların bu gelişmelerine böylelikle izin verilmişti.
126:2.3 (1388.3) İsa güler yüzle, oldukça aniden omuzlarına yüklenmiş olan sorumlulukları kabul etti; ve, o onları sonuna kadar sadık bir biçimde yerine getirdi. En sonunda, yaşamında bir büyük sorun ve öngörülen zorluk acı bir biçimde çözülmüştü — Kudüs’e hahamlar altında eğitim görmek için gitmesi artık kendisinden beklenmeyecekti. İsa’nın, “hiç kimsenin dizinin dibinde oturmamış olması” sonsuza kadar bir gerçek olarak kalmıştır. O her zaman, küçük çocukların en mütevazı olanından bile bir şeyler öğrenmeye gönüllüydü; ancak, o hiçbir zaman, gerçeği öğretmek için insan kaynaklarından yetki almamıştı.
126:2.4 (1388.4) Hala o, doğumundan önce Cebrail’in annesine yaptığı ziyarete dair hiçbir şey bilmemekteydi; o yalnızca bunu, kamu hizmetine başladığı, vaftiz gününde Yahta’dan öğrenmişti.
126:2.5 (1388.5) Yıllar ilerledikçe, Nasıra’nın bu genç marangozu artan bir biçimde; şu değişmez bir süzgeçten, toplumun her kurumunu ve dinin her âdetini geçirmişti: İnsan ruhuna ne gibi hizmeti vardı? Tanrı’yı insana getirmekte miydi? İnsanı Tanrı’ya getirmekte miydi? Bu delikanlı, yaşamın dinlencesel ve toplumsal yönlerini umursamazken, giderek artan bir biçimde vaktini ve enerjisini yalnızca şu iki amaca adamıştı: ailesine bakma ve dünya üzerinde Yaratacısı’nın cennetsel iradesini gerçekleştirmeye hazırlanma.
126:2.6 (1389.1) Bu yıl, komşularının; İsa’nın arp çalmasını dinlemek, hikâyelerini işitmek (zira ufaklık çok yetkin bir meddahtı), ve Yunan yazıtlarını okuyuşunu duymak için kış akşamları boyunca evlerine uğraması adet haline gelmişti.
126:2.7 (1389.2) Ailenin ekonomik yaşantısı, Yusuf’un ölümü zamanında yüklü bir miktardaki paranın elde bulunması nedeniyle, oldukça pürüzsüz bir biçimde devam etmekteydi. İsa öncül bir biçimde, keskin işletme kararlarına ve finansal bilgeliğe sahip olduğunu göstermişti. O eli boldu, ancak hesabını iyi bilmekteydi; o parasını biriktiren türde biriydi, ancak aynı zamanda cömertti de. O, babasının sahip olduğu hanenin bilge ve etkili bir idarecisi haline gelmişti.
126:2.8 (1389.3) Ancak, İsa’nın ve Nasıra komşularının eve neşe getirmek için yapabildikleri her şeye rağmen, Meryem, ve hatta çocuklar bile, üzüntüye boğulmuş haldeydi. Yusuf artık yoktu. Yusuf, olağanın dışında bir eş ve babaydı; ve, onların hepsi kendisini özlemekteydi. Ve onlara Yusuf’un, kendisiyle konuşamadan veya onun elveda dileklerini duymadan ölmüş olduğunu düşünmek çok daha fazla acı bir durum olarak görünmekteydi.
126:3.1 (1389.4) Bu on beşinci yılın ortasında — ve, bizler yirminci yüzyıl takvimini temel almaktayız, Musevi yılını değil — İsa, ailesinin idaresinde sözü geçer bir konuma gelmişti. Bu yıl geçmeden önce, onların birikimleri yok olmak üzereydi; ve, onlar, Yusuf ve komşusu Yakup’un ortak olarak sahip olduğu Nasıra evlerinden bir tanesini elden çıkarmakla karşı karşıya gelmişlerdi.
126:3.2 (1389.5) M.S. 9.yılda Nisan’ın 17’sinde, Çarşamba akşamı ailenin bebeği Ruth dünyaya gelmişti; ve, İsa elinden gelen en iyi biçimde, bu sınayıcı ve görülmemiş nitelikteki üzüntü verici bu zor deneyim boyunca, annesini teselli etmede ve ona hizmet etmede babasını yerini almaya çabalamıştı. Neredeyse yirmi yıllık bir süreç boyunca (kamu hizmetine başlayıncaya kadar), hiçbir baba kızını, İsa’nın bu küçük Ruth’a gösterdiği şefkat dolu ve sadık ilgiden daha fazla derinden sevip, onu yetiştiremezdi. Ve, o, ailesinin tüm diğer üyelerine eşit derecede iyi bir babaydı.
126:3.3 (1389.6) Bu yıl boyunca, İsa ilk olarak; havarilerine daha sonra öğretmiş olduğu, ve birçokları tarafından “Koruyucu’nun Duası” olarak bilir hale gelmiş, duayı ilk oluşturdu. Bir bakımdan, o, aile sunağının bir evrimiydi; onlar, övgünün birçok çeşidine ve birkaç resmi duaya sahiplerdi. Babasının ölümünden sonra, İsa, dua ile kendilerini bireysel olarak ifade etmelerini daha büyük kardeşlerine öğretmeye çalıştı; bunu yapmaktan her ne kadar büyük keyif alsa da — onlar, İsa’nın düşüncesini kavrayamamakta ve sürekli olarak, ezberlemiş oldukları dua türlerine geri dönmekteydiler. Büyük erkek ve kız kardeşlerini bireysel dualarda bulunmak için harekete geçirmenin bu çabasında İsa, örnek ifade kalıplarını kullanarak onlara ön ayak olmaya çalışırdı; ve, yakın bir zaman içinde, İsa’nın hiç de istemeden neden olduğu bir biçimde, hepsinin, büyük ölçüde daha öncesinden öğretmiş olduğu bu örnek kalıpların üzerine inşa edilmiş olduğu bir dua biçimini kullanışı gelişme gösterdi.
126:3.4 (1389.7) En sonunda İsa, ailenin her üyesinin doğaçlama duada bulunması düşüncesini bıraktı; ve, Ekim ayında bir akşam İsa, alçak taş masa üzerindeki abajur lamba yanında oturup, yaklaşık olarak 45 santimetrekare büyüklüğünde yumuşak bir sedir tahta parçası üzerine, bir kömür parçasıyla bu zamandan beri ortak aile ricası haline gelmiş olan duayı etraflıca kaleme aldı.
126:3.5 (1389.8) Bu yıl, İsa, ikiye bölünmüş aklı tarafından fazlasıyla sıkıntı yaşamıştı. Aile sorumluluğu, “Yaratıcısı’nın görevini yerine getirmek için” kendisini yönlendiren Kudüs ziyaretine karşılık vermenin her türlü tasarımını doğrudan bir biçimde yerine getirmenin her düşüncesini oldukça etkin bir biçimde ortadan kaldırmıştı. İsa doğru bir biçimde; dünyasal babasının sahip olduğu ailenin gözetiminin, tüm sorumluluklarından önce gelmesi gerektiğini düşündü; ailesinin desteklenmesi ilk sorumluluğu haline gelmeliydi.
126:3.6 (1390.1) Bu yıl içinde, İsa; Urantia üzerindeki bahşedilme görevi için bir adlandırma biçimindeki, “İnsanın Oğlu” teriminin daha sonra gerçekleşecek kullanımı için kendisini etkilemiş olan, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle Hanok’un Kitabı içindeki bir metni bulmuştu. O; Musevi Mesihi fikri üzerinde etraflıca bir biçimde düşünmüş olup, bu Mesih haline gelmeyeceğine güçlü bir şekilde ikna oldu. O, babasının insanlarına yardım etmeyi arzulamıştı; ancak o, Filistin’in yabancı egemenliğini ortadan kaldırmak için Musevi ordularını yönetmeyi hiçbir zaman öngörmemişti. O, Kudüs’de Davut’un tahtında hiçbir zaman oturmayacağını bilmekteydi. Ne de o, görevinin, yalnızca Musevi insanları için bir ruhsal kurtarıcı veya diğer bir değişle ahlaki öğretmen olduğuna inanmıştı. Hiçbir şekilde, onun yaşam görevi, böylelikle, İbrani yazıtlarına ait yoğun arzuların ve varsayılan Mesihsel kehanetlerin yerine getirilişi olabilirdi; en azından, Museviler’in anlamış olduğu gibi, peygamberlerin bu öngörülerini anlamamaktaydı. Benzer bir biçimde o, Peygamber Daniel tarafından tasvir edilen bir biçimde İnsanın Evladı olarak hiçbir zaman görünmeyeceğinden emindi.
126:3.7 (1390.2) Ancak, bir dünya öğretmeni olarak ilerlemesi için vakit geldiğinde, kendisini nasıl adlandırmalıydı? Görevi ile ilgili ne söylemeliydi? Öğretilerinin inanıcıları haline gelecek insanlar tarafından hangi isimle çağrılmalıydı?
126:3.8 (1390.3) Tüm bu sorunları aklında düşünüp taşınırken, Nasıra’da sinagog kütüphanesinde, üzerinde çalışmakta olduğu kehanette bulunan kitaplar arasında, “Hanok’un Kitabı” olarak adlandırılmakta olan bu el yazmasını buldu; ve, her ne kadar o, bu el yazmasının eskinin Hanok’u tarafından yazılmamış olduğundan emin olsa da, ona çok ilgi çekici gelmişti; ve, o, bu el yazmasını tekrar tekrar okumuştu. Orada, içinde bu “İnsanın Evladı” teriminin geçtiği, kendisini özellikle etkileyen bir yer bulunmaktaydı. Tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle, bu Hanok’un Kitabı’nın yazarı; insanlığa kurtuluşu getirmek için bu dünyaya inmeden önce her şeyin Yaratıcısı olarak kendi Yaratıcısı ile cennetsel ihtişamın bahçeleri boyunca yürümüş olan, ve, kendisine ihtiyaç duyan fanilere kurtuluşu duyurmak için yeryüzüne inerek bu yücelik ve ihtişama sırtını çevirmiş olan, bu İnsanın Evladı’nın dünya üzerinde hangi görevde bulunacağını tarif eden ve onun kim olduğunu açıklayan bir biçimde, bu İnsanın Evladı’na etraflıca bir biçimde yer ayırmaktaydı. İsa bu metinleri okurken (bu öğretilerle karışmış hale gelmiş Doğu gizemciliğinin büyük bir kısmının hatalı olduğunu çok iyi bir biçimde anlar halde), kalbiyle karşılık vererek, ve aklında, İbrani yazıtların tüm Mesihsel tahminleri içinde ve Musevi kurtarıcısı hakkındaki tüm kuramlar içinde hiçbirinin, yalnızca kısmi bir biçimde Hanok’a ait olan bu kitap içinde saklanmış bu hikâye kadar gerçeğe yakınlaşmadığının farkına varmıştı; ve, İsa bunun sonrasında ve orada, kendisini tanıtan “İnsanın Evladı” unvanını almaya karar verdi. Ve, bu, kamu görevine daha sonra başladığında yaptığı şey olmuştu. İsa gerçeğin farkına varmada hatada bulunmaz bir yetkinliğe sahipti; ve, gerçekliği kabul etmede, görünüşte hangi kaynaktan kökenini alırsa alsın, hiçbir zaman tereddüt etmemişti.
126:3.9 (1390.4) Bu zaman zarfında, o oldukça bütüncül bir biçimde, yaklaşmakta olan görevi için birçok şeyin temelini hazırladı; ancak, hala kararlı bir biçimde kendisinin Musevi Mesihi olduğu düşüncesini savunmakta olan annesine bu hususlar hakkında hiçbir şey söylememişti.
126:3.10 (1390.5) İsa’nın genç dönemlerine ait büyük kafa karışıklığı bu aşamada ortaya çıkmıştı. Yaratıcısı’nın sevgi dolu doğasını tüm insanlığa göstermek olarak — “Yaratıcısı’nın görevini gerçekleştirme” halindeki dünya üzerindeki sorumluluğunun doğasına dair belirli birtakım şeyi kesinleştirmiş olarak, o, bir Musevi öğretmeni veya kralı olarak bir ulusal kurtarıcının gelişine atıfta bulunan Yazıtlardaki birçok ifade üzerine yeni baştan düşünmeye başladı. Bu kehanetler hangi olaya atıfta bulunmaktaydı? Kendisi bir Musevi değil miydi? Yoksa kendisi miydi? Kendisi, Davut’un hanesine ait miydi yoksa değil miydi? Annesi, onun ait olduğunu güçlü bir biçimde duyurmuştu; babası öncesinden, onun bu haneye ait oluşuna imkânın bulunmadığını bildirmişti. O, ait olmadığına karar vermişti. Ancak, peygamberler, Mesih’in doğası ve görevini karıştırmaktalar mıydı?
126:3.11 (1391.1) Son kertede, annesinin haklı olabileceği mümkün olabilir miydi? Geçmişte görüş farklılıkları doğduğu zamanlar olarak birçok olayda, annesi haklı çıkmıştı. Eğer kendisi yeni bir öğretmen ise ve Mesih değilse, dünya üzerindeki görev zamanı boyunca Kudüs’te Musevi Mesihi ortaya çıkacak olursa böyle bir kişiye nasıl davranacaktı; ve, buna ek olarak, bu Musevi Mesihi ile olan ilişkisi nasıl olacaktı? Ve, yaşam görevi deneyimine başladığında, ailesiyle ilişkisi nasıl olacaktı? Peki Musevi uluslar topluluğu ve dini ile? Roma İmparatorluğu ile? Musevi-olmayanlar ve onların dinleri ile? Bu çok önemli sorunların her birini bu genç Celileli aklında uzun uzun düşünüp, kendisinin, annesinin ve sekiz diğer aç kursağın geçimini tırnaklarını kazıya kazıya kazanan bir biçimde marangoz tezgâhında çalışmaya devam ederken, üzerinde ciddi bir biçimde fikir yürüttü.
126:3.12 (1391.2) Bu yıl sona ermeden önce, Meryem, aile kaynaklarının erimekte olduğunu gördü. O, güvercinlerin satışını Yakup’a devretti. Yakın bir zamanda onlar, ikinci bir ineği alıp, Miryam’ın yardımıyla Nasıra komşularına süt satışına başladılar.
126:3.13 (1391.3) İsa’nın yalnız bir biçimde derin derin düşünmekte olduğu dönemler, dua etmek için tepenin zirvesine sıklıkla gerçekleştirdiği yolculuklar ve İsa’nın zaman zaman öne sürmüş olduğu birçok tuhaf düşünceler, annesini tamamiyle endişelenen konuma getirmişti. Zaman zaman Meryem; ufaklığın kendinde olduğunu düşünüp, bunun ardından, onun, son kertede, söz verilmiş bir çocuk olduğunu ve bir şekilde diğer gençlerden farklı olduğunu hatırlayarak, korkularını dizginledi.
126:3.14 (1391.4) Ancak, İsa, fikirlerinin hepsini dünyaya, hatta kendi annesine bile, sunmayan bir biçimde, sahip olduğu düşüncelerin hepsinden bahsetmemeyi öğrenmekteydi. Bu yıldan itibaren, aklında ne olup bittiğine dair İsa’nın açığa çıkardığı şeyler düzenli bir biçimde azalma gösterdi; bu, ortalama bir insanın kavrayamayacağı şeyler, ve, tuhaf veya olağan insanlardan farklı olarak görülmesine sebep olacak bu şeyler hakkında daha az konuştuğu anlamına gelmekteydi. Bir yandan sorunlarını anlayacak birini derinden arzulamış olsa da, dışarıdan olan tüm görünüşlerinde olağan ve herkesi gibi hale gelmişti. O; güvenilir ve sır saklayan bir arkadaşı iple çekmekteydiyse de, yaşadığı sorunlar insan birlikteliklerinin kavraması için haddinden fazla karmaşık haldeydi. Bu olağandışı durumun benzersizliği kendisini, yüklerini kendi başına taşımaya zorladı.
126:4.1 (1391.5) On beşinci yaşa gelişiyle birlikte, İsa resmi olarak, Şabat günü sinagog kürsüsüne çıkabilmeye hak kazanmıştı. Daha önce birçok kez, konuşmacıların yokluğunda, İsa’dan Yazıtları okunması istenmişti; ancak, bu aşamada, yasaya göre, ayini yönetebileceği vakit olan gün gelmişti. Böylelikle, on beşinci doğum gününden sonra, hazzan, İsa’nın sinagogun sabah ayinini yönetmesi için düzenlemede bulunmuştu. Ve, Nasıra’da inançlı olanların hepsi bir araya geldiğinde, genç adam, Yazıtlar’dan kendisinin seçmiş olduğu metinleri, ayağa kalkıp, okumaya başladı:
126:4.2 (1391.6) “Koruyucu Tanrı’nın ruhaniyeti benim üzerimde, zira Koruyucu beni kutsamıştır; o beni, acizlere iyi haberleri göndermek, kalbi kırılmışları tekrar bir araya getirmek, esirlere özgürlüğü duyurmak ve ruhsal köleleri serbest bırakmak için göndermiştir; aracılığı ile ihtişamının tanınabilmesi için, Koruyucu’nun tohumları olarak, doğruluğun ağaçları biçiminde adlandırılabilsin diye, yas çekenlere teselli, kayıpları için güzellik, kederleri yerine neşenin ferahlığını, kederin ruhaniyeti yerine övgünün bir şarkısını vermek için.
126:4.3 (1392.1) “Yaşabilmeniz ve böylece meleklerin Tanrısı olan Koruyucu’nun sizler ile olabilmesi için iyiliğin arayışında olun, kötülüğün değil. Kötülükten nefret edin ve iyiliği derinden sevin; kapıdayken kararınızı verin. Belki, Koruyucu Tanrı, Yusuf’dan arta kalana bağışlayıcı olacak.
126:4.4 (1392.2) “Temizlenin, kendinizi temiz hale getirin; yaptıklarınızın içinde olan kötülüğü gözlerimin önünden çekin; kötülüğü yapmaya bir son verin ve iyiliği yapmayı öğrenin; adaleti arzulayın, ezilmişi rahatlatın. Tüyü bitmemişi koruyun ve dula acıyın.
126:4.5 (1392.3) “Böylelikle ben, Koruyucu’nun huzuruna çıkıp, yeryüzündeki her şeyin Koruyucusu karşısında eğilmeli miyim? Yanmış adaklarla, bir yıllık butlarla mı karşısına çıkmalıyım? Koruyucu, bin oğlakla, bin koyunla veya yağlardan oluşan nehirlerle mutlu mu olacak? Kendi yanlışım için benden ilk doğanı kurban mı vermeliyim, ruhumun günahı için bedenimin meyvesini? Hayır! Zira, Koruyucu, bizlere, ey insanlar, neyin iyi olduğunu gösterdi. Ve, Koruyucu sizden, adil olmanızdan, bağışlamayı derinden sevmenizden ve Tanrınız ile alçak gönüllü bir biçimde yürümenizden başka ne istemektedir ki?
126:4.6 (1392.4) “Bundan sonra, dünyanın dairesinde oturan Tanrı’yı kime benzeteceksiniz? Gözlerinizi açın, ve, tüm bu dünyaları yaratmış, kendi hesabına göre onların sayısız ev sahiplerini mevcut kılmış ve hepsini isimleri ile çağırana dikkatlice bakın. O tüm bunların hepsini, kudretinin büyüklüğü ile yerine getirmektedir; ve, gücünde kuvvetli olduğu için, bir kez bile başarısız olmamaktadır. O güçsüze güç vermekte, ve, bitap düşmüşlerin kudretini arttırmaktadır. Korkmayın, zira ben sizinleyim; umutsuzluğa düşmeyin, zira ben sizin Tanrınız’ım. Ben sizi güçlendireceğim ve ben size yardım edeceğim; evet, ben sizi, doğruluğumun sağ eli ile koruyacağım, zira ben Koruyucu, sizin Tanrınız’ım. Ve, ben, sizlerin sağ elinizi tutup, korkmayın, zira ben size yardım edeceğim diyeceğim.
126:4.7 (1392.5) “Ve, sizler benim şahidimsiniz, der Koruyucu; ve, her şeyi bilebilmesi ve bana inanabilmesi ve Kendim’in Ebedi olduğunu anlayabilmesi için seçmiş olduğum, bana hizmet edenlersiniz. Ben, tek başına ben, Koruyucuyum; ve, benden başka hiçbir kurtarıcı yoktur.”
126:4.8 (1392.6) Ve, İsa sözlerini böyle tamamladığında, oturdu, ve insanlar evlerine, onun oldukça şükran dolu bir biçimde kendilerine okumuş oldukları sözler üzerinde derin derin düşünerek, gitti. Daha önce hiçbir zaman, kendi kasaba insanları onu, bu kadar muhteşem bir biçimde ulvi görmemişti; daha önce hiçbir zaman onlar, İsa’nın onun sesini bu kadar ciddi ve bu kadar içten duymamışlardı; onlar daha önce hiçbir zaman onu, kendi gücünden bu kadar emin bir biçimde, bu kadar erişkin ve kararlı görmemişlerdi.
126:4.9 (1392.7) Bu Şabat öğleden sonrası, İsa, Nasıra tepesine Yakup ile çıktı; ve, onlar, eve geri döndüklerinde, iki yumuşak tahtaya On emri Yunan dilinde yazdı. Daha sonra Marta bu tahtaları boyadı ve onları süsledi; ve, uzunca bir süre boyunca bu tahtalar, Yakup’un küçük çalışma tezgâhı üzerinde duvarda asılı durdu.
126:5.1 (1392.8) Kademeli bir biçimde İsa ve ailesi, öncül yıllarının sade yaşamına gerdi döndü. Kıyafetleri ve hatta yiyecekleri bile sadeleşti. Onlar fazlasıyla süte, tereyağına ve peynire sahiplerdi. Mevsimi denk geldiğinde, bahçelerinin ürünlerini memnuniyetle deneyimlemeydiler; ancak, her geçen ay, kaynaklar üzerinde yapılması gereken daha büyük bir denetimi gerektirmekteydi. Onların kahvaltıları oldukça sadeydi; onlar, en iyi yiyeceklerini akşam yemeği için saklamaktaydılar. Buna rağmen, bu Museviler arasında, refahın azlığı toplumsal alt düzeylilik anlamına gelmemekteydi.
126:5.2 (1392.9) Hâlihazırda, bu delikanlı, insanların kendi içinde bulunduğu dönemde nasıl yaşamakta olduğuna dair kavrayışa neredeyse tamamiyle sahip olmuştu. Ve, insan deneyiminin tüm fazlarıyla olan içten ilişkisini çok bütüncül bir biçimde ortaya seren ilerdeki öğretileri tarafından sergilendiği şekliyle, ev, toplum ve iş yaşamını ne de iyi anlamıştı.
126:5.3 (1392.10) Nasıra hazzanı; İsa’nın, muhtemelen Kudüs’deki meşhur Gamliel’in varisi olarak, büyük bir öğretmen haline gelecek oluşuna dair inanca sımsıkı bir biçimde sarılmaya devam etmişti.
126:5.4 (1393.1) İsa’nın kendisine ait bir sürece dair tasarımlarının tümü engellenmiş görünmekteydi. Gelecek, şimdi yaşanan gelişmeler karşısında parlak görülmemekteydi. O, gün be gün, mevcut görevini oldukça iyi bir biçimde yaparak ve yaşamdaki konumunun getirdiği birincil elden yükümlülükleri sadık bir şekilde yerine getirerek, yaşamına devam etti. İsa’nın yaşamı, hayal kırıklığına uğramış tüm idealistler için her zaman geçerliliğini koruyacak bir umuttur.
126:5.5 (1393.2) Marangozun ortalama bir gündeliği yavaşça azalmaktaydı. Bu yılın sonunda, İsa; erkenden çalışmaya başlayıp geç saatlerde işini bırakarak, günde yalnızca yirmi sente denk gelen tutarı kazanmaktaydı. Ertesi yılın sonunda, vatandaşlık vergilerini ödemede zorluk yaşadı, ki daha da buna sinagog ölçüleri ve bir buçuk şekel olan mabet vergisi dâhil değil. Bu yıl boyunca, vergi toplayıcısı, İsa’dan daha fazla gelir elde etmeye, hatta arpını almakla tehdit etmeye bile, çalıştı.
126:5.6 (1393.3) Yunan yazıtları nüshasının vergi toplayıcıları tarafından keşfedilebileceğinden ve ona el konulabileceğinden korkarak, İsa onu, on beşinci doğum gününde, Koruyucu’ya olan ergenlik adağı olarak Nasıra sinagog kütüphanesine sundu.
126:5.7 (1393.4) On beşinci yaşının şaşkınlık yaratan büyük olayı, İsa’nın, kazara gerçekleşen ölümü zamanında Yusuf’un alacaklı olduğu miktara dair anlaşmazlığın çözümlenmesi için kendisine yapılan itiraz üzerine, Hirodes’in kararını öğrenmek için Seforis’e gidişinde gerçekleşti. İsa ve Meryem; Seforis’deki haznedar bir el harçlığı kadar miktarı sunmadan önce, önemli ölçekteki bir miktarı almayı ümit etmekteydiler. Yusuf’un kardeşleri Hirodes’in kendisine kadar giderek bir itirazda bulunmuşlardı; ve, bu aşamada, İsa sarayda, Hirodes’in, babasının ölüm zamanında hiçbir alacağı olmadığına emredişini duymaktaydı. Ve, böyle bir adil olmayan kadar yüzünden, İsa, Hirodes Antipa’ya bir daha hiçbir zaman güvenmedi. Onun bir seferinde Hirodes’den “o tilki” şeklinde bahsedişi şaşırtıcı değildir.
126:5.8 (1393.5) Bu ve ilerleyen yıllardaki marangoz tezgâhında bu aralıksız çalışma, İsa’yı, kervan yolcuları ile kaynaşma olasılığından mahrum bıraktı. Ailenin ekmek teknesi olan atölye çoktan amcası tarafından devralınmış olup, İsa tamamen, ailesi için Meryem’e yardım etmek amacıyla yakında olabildiği ev atölyesinde çalışmaktaydı. Yaklaşık olarak bu zaman zarfında o, Yakup’u, dünyada olup bitenler hakkında bilgi toplaması için kervan durağına kadar göndermeye başlamış olup, böylece, dönemin haberleri ile haberdar olmayı arzulamıştı.
126:5.9 (1393.6) Erişkinliğe doğru büyürken, o, önceki ve sonraki yaşlarda bulunan ortalama genç bireylerin deneyimledikleri tüm bu çatışmalardan ve kafa karışıklıklarından geçmişti. Ve, ailesini desteklemenin zorlayıcı deneyimi, hiçbir şey gerçekleştirmeden düşünmek veya gizemci eğilimlerin cazibesine katılmak için haddinden fazla zamana sahip olmasına karşı kesin bir engelleyici olmuştu.
126:5.10 (1393.7) Bu sene, İsa’nın; bir aile bahçesi arazisi olarak ayrılmış olan, evlerinin tam kuzeyinde dikkate değer bir büyüklükte arazisi kiralamış olduğu yıldı. Büyük çocukların her biri bireysel bir bahçeye sahipti; ve, onlar, tarımsal çabalarında çetin bir rekabete girmişlerdi. Onların en büyük kardeşi, sebze hasadı dönemi boyunca her gün bahçede onlarla birlikte belirli bir zaman harcamaktaydı. İsa bahçede küçük erkek ve kız kardeşleriyle çalışırken, o birçok kez tüm ailenin, hiçbir şeyin etkilemediği bir yaşamın getirdiği bağımsızlık ve özgürlüğü keyifle yaşayabilecekleri yer olan, şehir dışında bir çiftlikte konumlanışını iç çekerek hayal etti. Ancak, onlar kendilerini, şehir dışında büyür halde bulmamışlardı; ve, İsa, tamamiyle günün şartlarına göre hareket edebilen ancak hem de bir idealist genç olarak, sorunla karşılaşır karşılaşmaz onunla ussal ve tüm gücüyle mücadeleye girişti; ve, o, içinde bulundukları durumun gerçekliklerine kendisini ve ailesini uyumlaştırmak ve koşullarını bireysel ve bütüncül arzularının olası en yüksek düzeyde yerine getirilişine doğru dönüştürmek için elinden gelen her şeyi yaptı.
126:5.11 (1393.8) Bir seferinde İsa az da olsa; Hirodes’in sarayındaki işçiliği için babasının alacağı olan ciddi ölçekteki parayı toplayabilirlerse, küçük bir çiftliği alma girişiminde bulunmak için yeterli kaynağı bir araya getirebilecek oluşunu ümit etmişti. O öncesinde, ailesinin dışına taşımanın bu tasarımını ciddi bir biçimde düşünmüştü. Ancak, Hirodes Yusuf’un alacağına dair her türlü miktarı ödemeyi reddettiğinde, şehir dışında bir eve sahip olma arzusundan vazgeçmişlerdi. Böyle olmuş olmasına rağmen, onlar; güvercinlere ilaveten şimdi üç ineğe, dört koyuna, bir tavuk sürüsüne, bir eşeğe ve bir köpeğe sahip olarak, ellerinden geldiğince yaratmış oldukları çiftlik yaşamının deneyiminden büyük keyif almaktaydılar. Küçük çocuklar bile; bu Nasıra ailesinin ev yaşamını nitelemekte olan, etraflıca düzenlenmiş idare oluşum içinde yerine getirmek için olağan sorumluluklara sahipti.
126:5.12 (1394.1) Bu on beşinci yaşın sona ermesiyle birlikte, İsa; çocukluğun daha olmasa-da-olur yılları, ve, bir soylu karakterin gelişimi içinde ileri deneyimi elde etmek için artan sorumlulukları ve imkânları ile yaklaşmakta olan erişkinlik bilinci arasındaki geçiş dönemi olarak, insan mevcudiyetinde tehlikeli ve zorlu dönemi katedişi tamamlamış bulunmaktaydı. Akıl ve beden için büyüme dönemi artık sona ermiş olup, şimdi, Nasıra’nın bu genç erkeğinin gerçek süreci başlamıştı.
Urantia’nın Kitabı
127. Makale
127:0.1 (1395.1) İSA ergenlik yaşlarına girdiğinde, kendisini, büyük bir ailenin başı ve tek destekleyicisi konumunda buldu. Babasının ölümünden sonraki birkaç yıl içinde tüm mülkleri gitmişti. Zaman ilerledikçe, mevcudiyet-öncesi gerçekliğinin artan bir biçimde bilincine varmaktaydı aynı zamanda, o, özellikle, kendi Cennet Yaratıcısı’nı insanların çocuklarına açığa çıkarma görevinde dünya üzerinde ve beden içinde mevcut olduğunun farkına daha bütüncül bir biçimde varmaya başladı.
127:0.2 (1395.2) Bu dünyada veya başka bir dünyada, şu ana kadar yaşamış veya sonsuza kadar yaşayacak olan hiçbir ergen genç, gidermesi için daha ağır sorunlara veya çözmesi için daha çetrefilli zorluklara şimdiye kadar sahip olmamıştır veya şimdiden sonra sahip olmayacaktır. Urantia’nın hiçbir genci gelecekte hiçbir zaman; İsa’nın, on beş yaşından yirmi yaşına kadarki bu zorlu yıllar boyunca bizzat katlandığından daha zorlayıcı çatışmalardan ve daha sınayıcı durumlardan geçmeye çağrılmayacaktır.
127:0.3 (1395.3) Kötülükle çevrilenmiş ve günah tarafından kafası karışmış bir dünya üzerinde bu ergenlik yılları boyunca yaşamanın mevcut deneyimini böylelikle tatmış olarak, İnsanın Evladı, Nebadon âlemlerinin tümüne ait gençliğin yaşam deneyimi hakkında bütüncül bilgiye sahip olur hale gelmişti; ve, böylece o sonsuza kadar, her yaştaki ve yerel evreninin tamamı boyunca dünyaların tümü üzerindeki, sıkıntıya düşmüş ve kafa karışıklığı yaşayan ergenler için anlayışlı bir liman haline gelmişti.
127:0.4 (1395.4) Yavaş, ancak kesin bir biçimde ve mevcut deneyimle, bu kutsal Evlat; her yaştaki ve kişisel donanımın ve deneyimin her düzeyindeki varlıklar için anlayışlı liman olarak, yerel evren dünyalarının tümü üzerinde tüm yaratılmış usların sorgulanmayan ve yüce yöneticisi halinde, kendi evreninin egemeni haline gelme hakkını kazanmaktaydı.
127:1.1 (1395.5) Vücutlaştırılmış Evlat, bebeklikten geçmiş olup, olağan bir çocukluğu deneyimlemişti. Bunun sonrasında o, çocukluk ve genç erkeklik arasındaki sınayıcı ve zorlayıcı geçiş aşamasından alnının akıyla çıkmıştı — o, ergen İsa haline gelmişti.
127:1.2 (1395.6) Bu yıl İsa, bütüncül fiziksel büyümesine erişmişti. O, erkeksi ve çekici bir gençti. O artan bir biçimde aklı başında ve ciddi hale gelmişti; ancak, iyiliksever ve anlayışlıydı. Bakışı yardımseverdi ancak irdeleyiciydi; gülüşü her zaman alımlı ve güven vericiydi. Sesi nameliydi, ancak gücünü hissettirir nitelikteydi; selamı içtendi, ancak yalındı. Her zaman, ilişkilerinin en olağanında bile, insan ve kutsal olarak, iki katmanlı bir doğanın izine dair bir kanıtın olduğu açığa çıkmıştı. Sürekli olarak o, anlayışlı arkadaşın ve gücünü hissettirir öğretmenin bu bileşimini sergilemişti. Ve, bu kişilik nitelikleri, bu ergenlik yaşlarında bile, öncül olarak açığa çıkmaya başlamıştı.
127:1.3 (1395.7) Bu fiziksel olarak güçlü ve gürbüz genç aynı zamanda; insan düşünüşünün bütüncül deneyimini değil, bu tür ussal gelişim için yetkinliğin bütününü elde eden bir biçimde, insan usunun bütüncül büyümesini elde etmişti. O; tüm bu etkenlerin güçlü, dikkat çekici ve etkileyici bir kişiliğe doğru bir bütün haline geldiği, sağlıklı ve çok dengeli ölçütlerde bir bedene, keskin ve irdeleyici bir akla, iyi niyetli ve anlayışlı bir eğilime, bir ölçüde değişken ancak kendinden emin bir mizaca sahipti.
127:1.4 (1396.1) Zaman ilerledikçe, annesine ek olarak erkek ve kız kardeşlerinin kendisini anlaması daha zor hale geldi; onlar, onlar öncesinden tasarlamamış bir biçimde onun sözleriyle karşılaşmış olup, onun yaptıklarını yanlış yorumladı. Onların hepsi, en büyük ağabeylerinin yaşamını anlamaya yetkin konumda bulunmamaktaydı, çünkü anneleri onlara öncesinden, İsa’nın Musevi insanlarının kurtarıcısı haline gelme nihai sonuna sahip olduğunu ima etmişti. Meryem’den bu tür anıştırmaları aile sırları olarak almış olduktan sonra, İsa’nın bu tür düşünce ve amaçların tümünü içtenlikle reddedişte bulunduğunda yaşamış oldukları kafa karışıklığını hayal edin.
127:1.5 (1396.2) Bu yıl Şimon, okula başlamıştı ve, onlar, başka bir evi satma zorunda kalmışlardı. Yakup artık, ikisinin ciddi eğitime başlamak için büyüdüğü bir konumda, üç kız kardeşinin eğitiminin sorumluluğunu üstlenmişti. Ruth büyür büyümez, onun sorumluluğu Miryam ve Marta tarafından üstlenilmişti. Alışılageldiği haliyle Musevi ailenin kızları çok az eğitim görmekteydi; ancak, İsa (annesinin de hem fikir olduğu bir biçimde) kızların erkekler gibi okula gitmesini savundu; ve, sinagog okulu onları almayacağı için, özellikle onlar için bir ev okulu kurmadan başka yapacakları bir şey yoktu.
127:1.6 (1396.3) Bu yıl boyunca, İsa, yoğun bir biçimde çalışma tezgâhına bağlanmak zorunda kalmıştı. Şans eseri, yapacağı çok fazla iş vardı onun zanaatı o kadar üstün bir düzeydeydi ki, bu bölgede işler ne kadar durgun olursa olsun o hiçbir zaman boş kalmamıştı. Yapacağı çok fazla iş olduğunda, Yakup ona yardım ederdi.
127:1.7 (1396.4) Bu yılın sonunda, o; ailesini yetiştirdikten ve onları evlendirdikten sonra, gerçekliğin bir öğretmeni ve dünya için cennetsel Yaratıcının bir açığa çıkarıcısı olarak, görevine resmi bir biçimde başlayacağına karar verme aşamasındaydı. O, beklenmekte olan Musevi Meshi haline gelmeyeceğini bilmekteydi; ve, o, annesi ile bu hususları tartışmanın neredeyse nafile olduğuna karına varmıştı o, annesinin, neyi düşünmek istiyorsa onu düşünmesine izin vermeye karar verdi; zira, İsa’nın geçmişte söylemiş olduğu her şey, onun üzerinde çok az etkide bulunmuştu, ve İsa, babasının öncesinden, annesinin aklını değiştirebilecek herhangi bir şeyi söyleyememiş olduğunu hatırlamıştı. Bu yıldan itibaren o, bu sorunlar hakkında, annesi ile, veya başka herhangi biri ile, daha az konuşmuştu. Onunki o kadar tuhaf bir görevdi ki, dünya üzerinde yaşayan hiçbir kişi bu görevin yerine getirilmesine ona akıl veremezdi.
127:1.8 (1396.5) O, ailesine gerçek fakat genç bir babaydı İsa her olası saati çocuklar ile harcamıştı, ve onlar İsa’yı gerçekten çok sevmişlerdi. İsa’yı o kadar çok çalışır görmekten annesinin içi parçalanmaktaydı annesi, Yusuf ile çok arzu duyan bir biçimde tasarlamış oldukları bir şekilde Kudüs’de hahamlar ile çalışmak yerine, ailenin yaşamını idame ettirmek için marangoz tezgâhında her bir gün kan-ter içinde emek verişi karşısında çok üzülmekteydi. Her ne kadar çocuğuna dair Meryem’in anlamadığı birçok şey olsa da, Meryem İsa’yı derinden sevmekteydi; ve, Meryem, İsa’nın istekli bir biçimde evin sorumluluğunu omuzlamasını olabildiği en derinden bir biçimde takdir etmekteydi.
127:2.1 (1396.6) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, özellikle Kudüs’de ve Yahudiye’de, Roma’ya olan vergilerin ödemesine karşı olan bir isyanı desteklemede dikkate değer derecede hoşnutsuzluktan doğan kamuoyu eğilimi bulunmaktaydı. Orada, yakın bir zamanda Fanatikler olarak adlandırılacak olan, güçlü bir milliyetçi parti ortaya çıkmaktaydı. Fanatikler, Ferisiler’in aksine, Mesih’in gelişini beklemeye gönüllü değillerdi. Onlar, siyasi başkaldırıyla işleri derhal doğru yoluna koymayı önermişlerdi.
127:2.2 (1396.7) Kudüs’den olan düzenleyicilerin bir topluluğu, Celile’ye varmış olup, Nasıra’ya ulaşmalarından önce iyi bir başlangıç göstermekteydiler. İsa’yı görmeye geldiklerinde, İsa onları dikkatle dinledi ve birçok soru sordu; ancak, partilerine katılmayı reddetti. O, partiye katılmama nedenlerini açığa çıkarmayı tamamiyle geri çevirmiş olup, onun reddedişi, Nasıra’daki genç akranlarının bu partiden uzak durmasına neden oldu.
127:2.3 (1397.1) Meryem, onu kaydolmaya ikna etmek için elinden geleni yaptı ancak o, İsa’nın görüşlerini değiştiremedi. Meryem İsa’yı Kudüs’den geri dönmeleri üzerine ebeveynlerine tabi olacağına dair sözünü yerine getirmemek olarak, annesinin onun milliyetçi davaya destek vermesi emrine karşı gelmesinin itaatsizlik olduğuyla korkutmaya kadar gitmişti; ancak, bu imaya cevap olarak o yalnızca, elini annesinin omzuna nazikçe koyup, ve yüzüne bakıp, şunu söyledi: Annem, bunu nasıl yaparsın?” Ve, Meryem, sözünü geri aldı.
127:2.4 (1397.2) İsa’nın amcalarından bir tanesi (Meryem’in kardeşi Şimon), sonrasında Celile birliğinde bir görevli hale gelerek, hâlihazırda bu topluluğa katılmış haldeydi. Ve, birkaç yıl boyunca, İsa ve amcası arasında ilişki kopukluğuna benzer bir şey vardı.
127:2.5 (1397.3) Ancak, karışıklığın tohumları Nasıra’da tutmaya başlamıştı. İsa’nın bu hususlara karşı tutumu, şehrin Musevi gençleri arasında bir ayrışmaya neden olmuş haldeydi. Gençlerin yaklaşık olarak yarısı, milliyetçi örgüte katılmış haldeydi; ve, bu gençlerin diğer yarısı, İsa’nın önderliği üstlenişini bekleyerek, daha ılımlı vatanseverlerin bir karşıt topluluğunun kurulumuna başlamıştı. Onlar, ağır aile sorumluluklarını bir neden olarak göstererek bağışlanmasını isteyen bir biçimde, kendisine önerilen onuru reddettiğinde hayretler içinde kalmışlardı onların hepsi İsa’ya izin verdi. Ancak, durum; yakın bir zaman içinde, Musevi-olmayanlara borç para veren bir kişi olarak varlıklı bir Yahudi İshak’ın öne çıkıp, İsa’nın, marangoz aletlerini bırakıp bu Nasıra vatanseverlerinin önderliğini üstlenmesi karşılığında, onun ailesine destek vermeye karar verdiğinde, daha da karmaşık bir hale geldi.
127:2.6 (1397.4) İsa, bu zamanlar daha neredeyse on yedinci yaşını doldurmamışken, öncül yaşamının en kırılgan ve zor durumlarından bir tanesiyle karşı karşıya geldi. Vatanseverlik hususları, özellikle vergi toplayan yabancı ve baskıcı yöneticiler tarafından daha çetrefilli hale geldiğinde, ruhsal önderler için müdahil olma bakımından her zaman zorluk teşkil etmekteydi; ve, bu, bahse konu böyle bir durumda olağandan daha fazlaydı, çünkü Musevi dini Roma’ya olan tüm bu hoşnutsuzluğun tam da içine girmişti.
127:2.7 (1397.5) İsa, annesi ve amcası nedeniyle daha da zor bir konuma getirilmişti; ve, küçük erkek kardeşi Yakup’un bile dâhil olduğu bir şekilde, hepsi İsa’dan, milliyetçi davaya katılmasını talep etti. Nasıra’nın tüm iyi Musevileri katılmış partiye yazılmış konumdalardı ve, harekete katılmamış bu genç erkekler, İsa kararını değiştirdiği anda ona yazılacaklardı. O, tüm Nasıra içinde kendisine tavsiyede bulunabilecek tek bir bilge danışmana sahipti, bu kişi onun eski öğretmeni, hazzandı hazzan, Nasıra’nın vatandaşları heyeti İsa’ya geldiğinde, İsa’nın, kendisine yönetilmiş olan toplum itirazına ne cevapta bulunacağını sorduğunda, bu yanıt hususunda İsa’ya tavsiyede bulunmuştu. İsa’nın genç yaşamının tamamında, bu, bilinçli bir biçimde toplum stratejisine başvurmuş olduğu ilk seferdi. Bu zamana kadar o, her seferinde, duruma açıklık kazandırmak için gerçekliğin bir dürüst ifadesine dayanmaktaydı ancak, şimdi o, bütüncül doğruluğu açığa çıkaramazdı. O, bir insandan daha fazlası olduğunun imasında bulunamazdı o, daha olgun bir erişkinliğe erişimini bekleyen görev düşüncesini açığa çıkaramazdı. Bu sınırlılıklara rağmen, dinine olan bağlılığı ve milletine olan sadakati doğrudan bir biçimde sorgulanmaktaydı. Ailesi bir kargaşa içindeydi, genç arkadaşları bölünmüştü, ve kasabanın Musevi bölümünün tamamında her kafadan bir ses çıkmaktaydı.
127:2.8 (1397.6) Bir şeylerin yapılması gerekliydi. O, tarafını belli etmek zorundaydı ve, bunu cesurca ve diplomatik bir biçimde yerine getirişi birçoklarını tatmin etti, ancak herkesi değil. İsa; bir babanın gözetimine ve yönlendirişine ihtiyaç duymaları gibi, dul kalmış bir anneye ilaveten erkek ve kız sekiz kardeşin, yaşamın fiziksel gereklilikleri olarak— yalın paranın satın alabileceğinden daha fazla bir şeye ihtiyaç duyduğunu, ve, eğer acımasız bir kaza başına gelecek olursa sorumlu olmadığına vicdanının izin vermeyeceğini ifade eden bir biçimde, ilk sorumluluğunun ailesi olduğunu öne sürerek, özgün savunmasının çerçevesine bağlı kaldı. Annesine ve en büyük kardeşine, kendisini serbest bırakmakta istekli oldukları için teşekkür etti; ancak, o, vefat etmiş bir babaya olan sadakatin, babasının hiçbir-zaman-unutulmayacak “para sevgide bulunamaz” ifadesinde bulunarak, ne kadar para ailesine maddi destek için gelecek olursa olsun ailesinden ayrılışına engel olduğunu tekrarladı. Bu açıklama boyunca İsa, “yaşam görevine” birkaç üstü kapalı atıfta bulundu; ancak o bu görevin, askeri düşünce ile tutarlı veya tutarsız olmasından bağımsız olarak, yaşamındaki başka her şey ile beraber, ailesine olan sorumluluğunu sadık bir biçimde yerine getirebilmesi için terk edilmiş olduğunu açıkladı. Nasıra’daki herkes, İsa’nın ailesine iyi bir baba olduğunu çok iyi bilmekteydi; ve, bu, her soylu Musevi’nin kalbine o kadar yakın olan bir husustu ki, İsa’nın savunması, kendisini dinleyenlerin birçoğunun kalbinde takdir eden bir karşılık buldu; ve, bu görüşte bulunmayanların bazılarının silahları, Yakup’un, her ne kadar takvimde yer almasa da ayın zamanda sunmuş olduğu bir konuşması tarafından etkisiz hale geldi. Bahse konu bu günde, hazzan İsa’yı bu konuşma için hazırlamıştı ancak, bu ikisinin sırrıydı.
127:2.9 (1398.1) Yakup; ailesinin sorumluluğunu üstlenecek kadar büyür büyümez, İsa’nın, ait bulunduğu insanları özgürleştirmeye yardımda bulunacağından emin olduğunu ifade etti; ve, şunu ilave etti: eğer bir kez olsun İsa’nın “babamız ve öğretmenimiz olarak için bizlerle beraber kalmaya devam etmesine rıza gösterecek olursanız, bunun sonucunda sizler Yusuf’un ailesinden yalnızca tek bir öndere değil, yakın bir zaman içinde beş sadık milliyetçiye sahip olacaksınız, zira ağabey-babamızın yönlendirişinden milletimize hizmet etmek için büyümekte ve yetişmekte olan beşimiz yok muyuz?” Ve, böylece ufaklık, fazlasıyla gerilimli ve tehditkâr bir duruma oldukça mutlu olan bir sonu getirdi.
127:2.10 (1398.2) Kriz bir süreliğine giderilmişti; ancak, hiçbir zaman bu olay, Nasıra’da unutulmamıştı. Hoşnutsuzluk varlığını sürdürmüştü; İsa artık bir daha herkesin iyi gözle baktığı konumda olmamıştı görüş ayrılığın üstesinden hiçbir zaman bütüncül bir biçimde gelinmemişti. Ve, bu, diğer ve daha sonraki olayların beraberinde getirdiği bir sonuç olarak, onun ileriki yıllarda Kapernaum’a taşınmasının ana sebeplerinden bir tanesini oluşturmuştu. Bu andan itibaren, Nasıra, İnsanın Evladı’na dair bir görüş ayrılığı besledi.
127:2.11 (1398.3) Yakup bu yılda okuldan mezun olup, marangoz atölyesinde tam zamanlı çalışmaya başladı. Yakup öncesinden, aletlerle zeki bir çalışan haline gelmişti; o artık bu aşamada boyunduruk ve sabanların yapımını İsa’dan devralırken, İsa daha fazla ev dekorasyonu ve uzman ev eşyaları işi yapmaya başladı.
127:2.12 (1398.4) Bu yıl İsa, aklını düzene sokmada büyük bir ilerleme kaydetti. Öncesinden kademeli bir biçimde o, kutsal ve insani doğalarını bir arya getirmiş halde bulunmaktaydı ve, o, kendi öz kararlarının gücü ile, ve, bahşedilme-Evlat-sonrası dünyaların üzerindeki tüm olağan fanilerin akılları içinde sahip oldukları bir Görüntüleyici’nin tıpatıp aynısı olarak, yalnızca ikamet eden Görüntüleyici’nin yardımıyla, usun tüm bu düzenlenişini gerçekleştirmişti. Bu ana kadar; Kudüs’de kendisine bir seferinde görünür hale gelmiş olan, abisi Emanuel tarafından gönderilmiş bir ileticinin ziyareti dışında, bu genç adamın sürecinde doğa-ötesi hiçbir şey gerçekleşmemişti.
127:3.1 (1398.5) Bu yıl boyunca, ev ve bahçe dışında, tüm aile mülkü elden çıkarılmıştı. Hâlihazırda ipotek edilmiş olan Kapernaum mülkünün son parçası (bir başkasında olan hisse dışında) satılmıştı. Buradan gelen gelir; vergilerde, Yakup için bir takım yeni aletler almada, ve, Yakup, ev atölyesinde çalışacak ve Meryem’e ev işlerinde yardım edecek kadar büyüdüğü için İsa’nın bu aşamada geri almayı teklif ettiği, ailenin yapım ve tamir atölyesine bir yatırımda bulunmada kullanılmıştı. Mali baskının bir süreliğine bu şekilde hafiflemesiyle, İsa Yakup’u Hamursuz’a götürmeye karar vermişti. Onlar Kudüs’e, yalnız olmak için, Samarya üzerinden giderek bir gün önce ulaşmışlardı. Onlar yürümüşlerdi, ve İsa Yakup’a yol üzerinde, babasının beş yıl önce benzer bir seyahatte öğretmiş olduğu gibi, tarihi yerlerden bahsetmişti.
127:3.2 (1399.1) Samarya’dan geçerken, onlar birçok tuhaf manzarayla karşılaştı. Bu seyahat boyunca onlar, kişisel, ailevi ve milli olmak üzere sorunlarının birçoğu üzerine konuşmuşlardı. Yakup, oldukça dindar türden bir ufaklıktı ve, her ne kadar o, İsa’nın yaşam görevi hakkında çok az şeyi bildiğine dair annesiyle tamamiyle hem fikir olmasa da, İsa’nın görevine başlayabilmesi için ailesinin sorumluluğun üstlenmeye yetkin olacağı zamanı dört gözle beklemekteydi. O, İsa’nın kendisini Hamursuz’a elleriyle götürmesini oldukça takdir etmekteydi; ve, onlar gelecek hakkında, daha önce olduğundan çok daha bütüncül bir şekilde konuşmuşlardı.
127:3.3 (1399.2) İsa; Samarya boyunca seyahat ederlerken, özellikle Bethel’de ve Yakup’un kuyusundan su içerken, fazlasıyla düşünmüştü. O ve kardeşi; İbrahim, İshak ve Yakup’a dair tarihi anlatılar üzerine görüş alışverişinde bulundu. O; mabede olan ilk ziyaretinde benzer bir biçimde kendisinin deneyimlemiş olduğu büyük şaşkınlığı azaltmayı arzulayarak, Kudüs’de gözlemlemek üzere olduğu şeyler hakkında Yakup’u hazırlamak için böylece büyük emek sarf etti. Ancak, Yakup, bu tür manzaraların bazılarına karşı çok hassas değildi. O, mekanik ve duygusuz bir biçimde din adamlarının bazılarının görevlerini yerine getirmesi hakkında yorumda bulundu, ancak bütünü bakımından Kudüs’deki ikametinden çok büyük bir keyif aldı.
127:3.4 (1399.3) İsa Yakup’u Bethani’ye Hamursuz akşam yemeği için götürmüştü. Şimon babalarının yanında toprağa verilmişti, ve İsa bu haneye, mabetten kurbanlık kuzu getirerek, Hamursuz ailesinin başı olarak önderlik etmişti.
127:3.5 (1399.4) Hamursuz akşam yemeğinden sonra Meryem Yakup ile konuşmak için özel bir vakit ayırmışken, Marta, Lazarus ve İsa beraberce gece boyu konuştular. Bir sonraki gün onlar mabet ayinlerine katılmışlardı ve, Yakup, İsrail ulusuna kabul edildi. Bu sabah, Zeytindağı’nın yamacında mabede bakmak için durduklarında, Yakup büyülenmiş bir biçimde haykırırken, İsa sessiz bir şekilde Kudüs üzerinde göz gezdirdi. Yakup, abisinin tutumunu kavrayamamaktaydı. Bu gece onlar tekrar Bethani’ye geri döndü ve bir sonraki gün eve doğru ayrılacaklardı ancak, Yakup, öğretmenleri duymak istediğini açıklayarak, ertesi gün mabede geri dönmelerinde ısrar etmişti. Ve, her ne kadar bu doğruysa da, kalbinde gizlice o, önceden annesinin bahsedişini duymuş olarak, İsa’nın söyleşilere katılışını duymak istemekteydi. Bunun uyarınca onlar mabede gidip, söyleşileri dinlemişlerdi; ancak, İsa hiçbir soru sormadı. İnsan ve Tanrı’nın bu uyanmakta olan aklı için yaşanan her şey çok çocuksu ve önemsiz göründü — o ancak bu insanlara acıyabilirdi. Yakup, İsa’nın hiçbir şey söylememiş olmasından hayal kırıklığına uğramıştı. Onun sorgularına karşı İsa yalnızca şu yanıtı verdi: “Vaktim henüz gelmedi.”
127:3.6 (1399.5) Bir sonraki gün onlar, Eriha ve Ürdün vadisi üzerinden evlerine doğru hareket ettiler; ve, İsa, on üç yaşındayken bu yol üzerindeki bir önceki seyahatini de içeren, birçok eski şeyden konuştular.
127:3.7 (1399.6) Nasıra’ya geri dönmeleri üzerine, İsa, eski aile tamir atölyesinde çalışmaya başlayıp, her gün şehrin ve çevre bölgelerin dört bir tarafından gelmekte olan çok fazla sayıdaki insan ile buluşabilme imkânıyla fazlasıyla mutlu olmuştu. İsa, insanları — ayırt etmeksizin, akla ilk gelen sıradan insanları — gerçek anlamıyla çok derinden sevmekteydi. Her ay, atölye ödemelerini yerine getirip, Yakup’un yardımı ile ailesine destek olmaya devam etti.
127:3.8 (1399.7) Yılda birkaç kez, ziyaretçiler bu şekilde faaliyet göstermek için mevcut bulunmadığı zaman İsa, sinagogda Şabat yazıtlarını okumaya devam etmiş olup, birçok kez ana fikir hakkında yorumlarını sundu; ancak, o, metinlerini öyle bir biçimde seçmekteydi ki, yorumda bulunmak gereksiz kalmaktaydı. O mahirdi; çeşitli metinleri öyle bir okuma sırasında bir araya getirmekteydi ki, bir metin diğerini aydınlatmaktaydı. O, havanın izin verdiği zamanlarda, erkek ve kız kardeşlerini Şabat öğleden sonraları dışarı doğa gezintilerine çıkarmayı hiçbir zaman ihmal etmedi.
127:3.9 (1400.1) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, hazzan, felsefi söyleşiler için, farklı üyelerin evlerinde ve sıklıkla kendi evinde buluşan bir delikanlılar topluluğu başlatmıştı ve, İsa, bu topluluğun başat bir üyesi haline gelmişti. Böylelikle, o, yakın dönemde yaşanmış olan milliyetçi anlaşmazlıklar zamanında yitirmiş olduğu yerel saygınlığının bir kısmını yeniden kazanmaya yetkin hale getirilmişti.
127:3.10 (1400.2) Onun toplumsal yaşamı, her ne kadar kısıtlı olmuş olsa da, bütünüyle görmezden gelinmiş halde değildi. O, Nasıra’nın hem genç erkekleri hem de genç kadınları arasında birçok sıcak arkadaşa ve sadık hayrana sahipti.
127:3.11 (1400.3) Eylül ayında, Elizabet ve Yahya, Nasıra ailesini ziyaret etmek için geldi. Babasını kaybetmiş olarak, Yahya; eğer İsa marangozluk işi veya başka bir meslek işi yapmak için Nasıra’da kalmasını kendisine tavsiye etmezse, tarıma ve koyun yetiştiriciliğine atılmak için Yahudiye tepelerine geri dönme arzusundaydı. Onlar, Nasıra ailesinin neredeyse bir kuruşa bile sahip olmadığını bilmemekteydiler. Meryem ve Elizabet erkek çocukları hakkında daha fazla konuştukça, onlar, iki delikanlının beraber çalışmasının ve birbirlerini daha sıklıkla görmesinin kendileri için iyi olacağından emin oldular.
127:3.12 (1400.4) İsa ve Yahya beraberce birçok yürüyüşte bulundu; ve, onlar, oldukça özel ve kişisel olan belli başlı hususlar üzerine konuştular. Onlar bu ziyareti tamamladıklarında; onları görevlerine “cennetsel Yaratıcı’nın çağıracağı” zamandan sonra, kamu hizmetinde buluşacakları vakte kadar birbirlerini tekrar görmemeye karar vermişlerdi. Yahya Nasıra’da gördüğü karşısında çok devasa bir biçimde etkilenmişti ki, eve geri dönüp annesine destek olması gerektiğinin çıkarımında bulunmuştu. O, İsa’nın yaşam görevinin bir parçası olacağından emin hale gelmişti; ancak, o, İsa’nın, ailesini yetiştirmek için birçok yıl bekleyecek olduğunu görmüştü; böylelikle, o, evine geri dönmekten, küçük çiftliklerinin bakımı için ve annesinin ihtiyaçlarına hizmet etmek için buraya yerleşmekten çok daha fazla tatminkâr olmuştu. Ve, bir daha tekrar, Yahya ve İsa birbirlerini, Ürdün vadisi yakınlarında İnsan’ın Evladı kendisini vaftiz için sunduğunda görmemişti.
127:3.13 (1400.5) Bu yılda, Aralık’ın 3’ü, Cumartesi öğleden sonrası, ölüm ikinci kez bu Nasıra ailesini vurmuştu. Bebek kardeşleri olan Küçük Amos, yüksek ateşli bir hafta süren hastalıktan sonra yaşamını yitirdi. Tek destekçisi olarak en büyük oğlu ile bu keder döneminden geçtikten sonra, Meryem, en sonunda ve en bütüncül anlamıyla İsa’nın ailenin gerçek başı olduğunu tanıdı ve, o gerçekten de layık bir önderdi.
127:3.14 (1400.6) Dört yıl boyunca, onların ortalama yaşam kalitesi düzenli bir biçimde düşmüş haldeydi; her yıl, artan fakirliğin baskısını hissetmişlerdi. Bu yılın sonuna yakın, onlar, çetin mücadelelerinin tümü içinde en zorlu deneyimlerinden bir tanesi ile karşılaşmışlardı. Yakup henüz çok kazanmaya başlamamıştı, ve her şeyin üstüne bir cenazenin masrafları onları fazlasıyla sarstı. Ancak, İsa, endişeli ve yas içindeki annesine yalnızca şunu söylerdi: “Meryem Anne, keder bizlere yardım etmeyecek; hepimiz elimizden gelenin en iyisi yapıyoruz, ve, eğer olursa, annenin gülücüğü bizlerin daha iyisini yapmasına ilham kaynağı bile olabilir. Gün ve gün, daha iyi günlerin önümüzde olduğuna dair ümit ile, bu görevler için güçlü hale gelmekteyiz.” Onun sarsılmaz ve ayakları yere değen iyimserliği gerçekten de herkese yayılır nitelikteydi; çocukların tümü, daha iyi dönemlerin ve daha iyi şeylerin beklentisinde olan bir çevrede yaşamıştı. Ve, bu ümit dolu cesaretlendirme, fakir oluşlarının getirdiği ruhsal çöküntüye rağmen, güçlü ve soylu karakterlerin gelişimine çok güçlü bir biçimde katkıda bulunmuştu.
127:3.15 (1400.7) İsa; yapılması gereken herhangi bir işte, hemen elinin altında bulunan tüm akıl, ruh ve beden güçlerini etkin bir biçimde harekete geçirme yetkinliğine sahipti. O, çözmeyi arzuladığı bir sorun üzerinde derin-düşünen aklını yoğunlaştırabilirdi; ve, yorulmak bilmez sabrı ile ilişkili bir biçimde, onun bu yetisi kendisini, sanki “görülmez Olanı görür” gibi yaşar bir halde — zor bir fani mevcudiyetin sınavlarına sakince katlanmasına yetkin hale getirdi.
127:4.1 (1401.1) Bu zaman zarfında, İsa ve Meryem, çok daha iyi anlaşmaktaydı. Meryem onu daha az bir oğlan çocuğu gibi görmekteydi; İsa Meryem’in gözünde, kendisinin çocuklarına daha fazla bir baba gibi olan hale gelmişti. Her günün getirdiği yaşam, gündelik ve derhal çözülmesi gereken sorunlar ile dolup taşmaktaydı. Daha az sıklıkla onlar, İsa’nın yaşam görevi hakkında konuşmaktaydı zira, zaman ilerledikçe, tüm düşünceleri ortak bir biçimde, dört erkek ve üç kız çocuktan oluşan ailelerine bakmaya ve onları yetiştirmeye adanmıştı.
127:4.2 (1401.2) Bu yılın başlarında, İsa; kötülüğü yasaklamadan oluşan eski Musevi yöntemi yerine iyi bir şeyi gerçekleştirmenin olumlar talebi biçiminde — çocukları eğitmeye dair kendi yöntemlerini annesinin kabul edilişini bütünüyle elde etmiş haldeydi. Kendi evinde ve kamu-eğitimin süreci boyunca, İsa her seferinde, insanlardan beklenilen isteğin olumlar türünü uygulamıştı. Her zaman ve her yerde o şunu söylemişti; “Bunu yapmalısın — onu yapman iyi olur.” O hiçbir zaman, kökenini ilk çağlardaki tabulardan alan yasaklar türden öğretiyi uygulamamıştı. O, yasaklar biçimde kötülük üzerinde vurguda bulunmaktan kaçınmıştı bunun karşısında o, dışa vurulmasını talep eden bir biçimde iyiliği yüceltmişti. Bu hanede dua zamanı, ailenin refahı ile ilgili, küçük veya büyük, her ne varsa onun üzerinde görüş ifade etmek için bir fırsattı.
127:4.3 (1401.3) İsa; erkek ve kız kardeşleri üzerinde bilge bir disipline öyle erken bir yaşta başlamıştı ki, kendisine olan kuşkusuz ve içten bağlılığı elde etmek için neredeyse hiçbir ceza hiçbir zaman gerekmemişti. Tak istisna; kendisine karşı ara ara tekrar eden durumlarda, ev kurallarına karşı gelmesi yüzünden cezalar uygulamayı gerekli gördüğü, Yude’idi. Yude’nin, itiraf etmiş ve kasten gerçekleştirmiş olduğu aile davranış kurallarına karşı gelişi için cezalandırılmasının bilgece olarak görüldüğü üç olayda da, cezası, büyük çocukların hem fikir hükmüyle sabit hale getirilmiş olup, uygulanmasından önce Yude’nin kendisine bildirilmişti.
127:4.4 (1401.4) Her ne kadar İsa yaptığı her şeyde olabilecek en fazla ölçüde yöntemsel ve düzensel olsa da, orada aynı zamanda, İsa’nın tüm idari hükümlerinde, baba-ağabeylerini harekete geçirmiş olan bir adalet duygusunun tüm çocukları fazlasıyla etkilediği, yorumun canlandırıcı bir esnekliği ve kişiye göre farklılık gösteren bir uyumlaştırma bulunmaktaydı. İsa hiçbir zaman, erkek ve kız kardeşlerini keyfi bir biçimde cezalandırmadı ve, bu türden tek-tip ortak adalet ve kişisel gözetim, İsa’yı tüm ailesine fazlasıyla sevdirmişti.
127:4.5 (1401.5) Yakup ve Şimon, kavgacı ve zaman zaman sinirli olan oyun arkadaşlarını iknayla ve karşılık göstermeyerek sakinleştirme yöntemini takip etmeye çalışarak büyüdü; ve, onlar, oldukça başarılı olmuştu; ancak, Yusuf ve Yude, bu tür öğretilere evde razı olurken, oyun arkadaşları tarafından saldırıya uğradıklarında kendilerini savunmak için acele etmekteydiler; özellikle, Yude, bu öğretilerin özüne karşı gelmede suçlu olmuştu. Ancak, karşılık göstermemek ailenin bir kuralı değildi. Kişisel öğretilere yerine getirmemenin karşılığında herhangi bir cezada bulunulmamıştı.
127:4.6 (1401.6) Genel olarak, çocukların tümü, özellikle kızlar, İsa’ya çocukluk sorunları hakkında danışır ve şefkatli bir babayla yapacakları gibi kendisiyle sırlarını paylaşırlardı.
127:4.7 (1401.7) Yakup, çok dengeli ve duyguları sağlam bir çocuk olarak büyümekteydi; ancak, o, İsa kadar ruhsal olarak eğilimli değildi. Yakup; sadık bir çalışan olsa da, daha bile az ruhsal akılda bulunan Yusuf’dan çok daha iyi bir öğrenciydi. Yusuf ağır gelişen bir çocuk olup, diğer çocukların ussal seviyesinde değildi. Şimon iyi niyetli bir oğlandı, ancak haddinden fazla hayalci biriydi. O, hayatında istikrarlı bir konuma gelmekte yavaş kalmakta olup, İsa ve Meryem için ciddi derecede endişeye sebebiyet vermekteydi. Ancak, o her zaman, iyi ve iyi niyetli bir gençti. Yude, duyguları ateşli olan yaramaz bir çocuktu. O ideallerin en yükseğine sahipti, ancak dengeli olmayan bir huya sahipti. O, annesinin kararlılığının ve kendinden eminliğinin tümüne, hatta daha bile fazlasına sahipti; ancak, o, annesinin orantılılığından ve muhakeme gücünden yoksundu.
127:4.8 (1402.1) Miryam, soylu ve ruhsal olan şeylere dair kesin bir beğeniyi beraberinde taşıyan oldukça dengeli ve sakin bir kızdı. Marta düşünce ve eylemde yavaştı, ancak oldukça güvenilir ve düzenli bir çocuktu. Bebek Ruth, evin güneş ışığıydı her ne kadar ne söylediğini bilmese de, en içten olan kalbe sahipti. O neredeyse tamamen, en büyük abisine ve babasına ibadet etmişti. Ancak, onlar, Ruth’u şımartmamışlardı. O, güzel bir çocuktu, ancak, eğer şehrin değilse bile ailenin prensesi olan Miryam kadar fazlasıyla alımlı değildi.
127:4.9 (1402.2) Zaman ilerledikçe, İsa; aile öğretilerindeki ve Şabat âdetininkine ek olarak dinin diğer fazları ile ilgili uygulamalardaki katılıkları gidermek ve onlar üzerinde değişiklikte bulunmak için fazlasıyla uğraş verdi; ve, tüm bu değişikliklere, Meryem içtenlikle onay verdi. Bu zaman zarfında, İsa, evin sorgulanmayan başı haline gelmiş konumdaydı.
127:4.10 (1402.3) Bu yıl, Yude okula başlamıştı, ve İsa için, bu giderleri karşılamak için kendi arpını satmak gerekli olmuştu. Böylelikle, onun boş zaman keyiflerinin sonuncusu da ortadan kaybolmuştu. İsa, aklı yorulduğunda ve bedeni bitap düştüğünde arpını çalmayı çok fazlasıyla sevmekteydi; ancak, o kendisini, arpının en azından vergi toplayıcısının el koyamayacağı güvenli bir yerde olduğunu düşünerek teselli etti.
127:5.1 (1402.4) Her ne kadar İsa fakir olsa da, Nasıra’daki toplumsal konumu hiçbir şekilde zedelenmemişti. O şehrin en başta gelen genç erkeklerinden biri olup, genç kadınların büyük bir çoğunluğu tarafından çok yüksek bir düzeyde görülmekteydi. İsa, gürbüz ve ussal olan erkekliğin bu türden muhteşem bir örneği olduğu için, ve bir ruhsal önder olarak sahip olduğu saygınlığını da hesaba katınca, Nasıra’nın varlıklı bir tüccarı ve ticaret erbabı olan Üzeyir’in en büyük kızı Rebeka’nın, Yusuf’un bu oğluna yavaş yavaş âşık olmakta oluşunu fark etmesi şaşılası bir durum değildi. Rebeka beslediği sevginin sırrını ilk olarak İsa’nın kız kardeşi Miryam ile paylaştı ve, Miryam buna karşılık olarak, bunların hepsini annesi ile konuştu. Meryem’in heyheyleri başına toplanmıştı. O, artık ailesinin hayati derecede önemli hale gelmiş başı olan oğlunu kaybetmek üzereydi? Sorunlar hiç bitmeyecek miydi? Başlarına daha ne gelecekti? Ve, bunun sonrasında, evliliğin İsa’nın gelecek süreci üzerinde ne tür bir etki bırakacağı üzerinde durup düşünmeye başladı sıklıkla olmasa da, ancak en azından zaman zaman Meryem, İsa’nın “söz verilmiş bir evlat olduğu” gerçeğini hatırlamıştı. Ve, o ve Miryam’ın bu husus hakkında konuşmalarından sonra, ikisi; doğrudan bir şekilde Rebeka’ya gidip, tüm vaziyeti önüne serip, ve kendisine dürüst bir biçimde, İsa’nın nihai sonun bir evladı olduğuna, ve büyük bir dini önder, muhtemelen Mesih, olacağına dair görüşlerini söyleyip, İsa’nın bu hususu öğrenmesinden önce onu son vermek için bir girişimde bulunmaya karar vermişlerdi.
127:5.2 (1402.5) Rebeka tüm dikkatiyle dinledi; anlatılandan fazlasıyla heyecan duymuş olup, şansını tercih ettiği bu erkek ile denemeye ve onun önderlik sürecini paylaşmaya eskisinden daha da çok kararlı hale geldi. O (kendi kendisine, içinden), bu tür bir erkeğin her şeyden daha fazla bir ölçüde sadık ve düzenli kadına ihtiyaç duyacağını savundu. O Meryem’in kendisini vazgeçirme çabalarını, ailesinin başı ve tek destekçisini yitirme kaygısına karşı doğal bir tepki olarak yorumladı ancak, babasının, marangozun oğluna karşı kendisinin beslemek olduğu ilgiyi onaylamış olduğunu bilerek, onun, İsa’nın kazancının kaybını bütünüyle telafi etmek için yeterli bir gelir ile aileye destek olacağını haklı bir biçimde öngörmekteydi. Babası bu türden bir tasarıma hem fikir olduğunda, Rebeka Meryem ve Miryam ile ileri düzeyde görüş alış-verişinde bulunmuştu; ve, onların desteğini kazanmada başarısız olduğunda, doğrudan bir biçimde İsa’ya gitme cüretinde bulunmuştu. Bunu Rebeka, kendisinin on yedinci doğum gününü kutlamak için İsa’yı evlerine davet eden babasının işbirliğiyle gerçekleştirmişti.
127:5.3 (1403.1) İsa; ilgili ve anlayışlı bir biçimde, ilk başta babadan, daha sonra Rebeka’nın kendisinden, bu şeylerin ifade edilişini dinledi. O; “bir kişinin kendi beden ve kanına olan sadakati biçiminde — insan sorumluluklarının en kutsalını yerine getirmek olarak”, babasının ailesini bizzat yetiştirmenin ödevinin yerini hiçbir ölçekte paranın alamayacağı anlamına gelen bir biçimde çok nazik bir biçimde onlara cevabını verdi. Rebeka’nın babası, aile sadakatine dair İsa’nın sözlerinden duygusal olarak çok derinden etkilenmiş olup, konuşmadan çekildi. Eşi Meryem’e tek yorumu: “Biz ona bir evlat olarak sahip olamayız; o bizler için çok fazla soylu.”
127:5.4 (1403.2) Bunun sonrasında, Rebeka ile o önemli konuşma başladı. Yaşamında bu ana kadar, İsa, genç erkekler ve genç kadınlar olarak oğlanlar ve kızlar arasındaki birlikteliklerinde çok az ayrımda bulunmuştu. Onun aklı tamamiyle, günlük dünyasal olayların baskıcı sorunlarıyla ve “Yaratıcısı’nın görevine” dair nihai süreci üzerindeki ilgisini alı koyan düşünüşüyle oldukça fazla bir biçimde meşguldü ki, bu zamana kadar hiçbir şekilde, kişisel sevginin insan evliliği ile tamamlanışına dair ciddi bir düşünüşte bulunmamıştı. Ancak, şimdi, o, ortalama her insan varlığının yüzleşmek ve karar vermek zorunda olduğu bu sorunların bir başkasıyla yüz yüze bulunmaktaydı. Gerçekten de o, “sizler gibi her yönden sınanmıştı.”
127:5.5 (1403.3) İlgili bir biçimde dinledikten sonra, İsa; “bu yaşamımın her günü bana neşe verecek ve beni teselli edecek” de deyip, ifade etmiş olduğu beğenisi için Rebeka’ya içten bir biçimde teşekkür etti. İsa, yalın kardeşsel tutumdan ve tamamiyle arkadaşsal amaçlardan başka herhangi bir kadın ile ilişki içine girmekte özgür olmadığını açıkladı. O; ilk ve en yüksek görevinin babasının ailesini yetiştirmek olduğunu, bu yerine gelene kadar evliliği düşünemeyeceğini oldukça açık bir biçimde ortaya koydu; ve, bunun sonrasında şunu ekledi: “Eğer ben bir nihai sonun evladı isem, nihai sonumun kendisini ortaya sereceği vakte kadar yaşam boyu sürecek sorumlulukları üstlenmemeliyim.”
127:5.6 (1403.4) Rebeka’nın kalbi kırılmıştı. O, teselli olmayı reddetmişti; ve, babası nihai bir biçimde Seforis’e taşınmaya razı olana kadar, ona Nasıra’dan ayrılmaları için durmak bilmeden ısrarcı oldu. Daha sonraki yıllarda, elini evlilikte tutmak isteyen birçok erkeğe, Rebeka’nın tek bir cevabı vardı. O sadece tek bir amaç için yaşadı — kendisine göre şimdiye kadar yaşamış olan en büyük insanın, sürecine, yaşayan gerçekliğin bir öğretmeni olarak başlayacağı vakti beklemekti. Ve, Rebeka, İsa’nın Kudüs’e utkulu bir biçimde at üstünde gittiği gün (İsa tarafından görülmemiş bir biçimde) hâlihazırda mevcut olarak, kamu hizmetinin çok önemli olaylara sahne olmuş yılları boyunca İsa’yı sadık bir biçimde takip etti; ve, o, kendisi için, buna ek olarak yukarıdaki sayısız dünya için de, “tamamiyle sevgi dolu ve on binlerin içinde en muhteşemi olarak” İnsan’ın Evladı’nın çarmığa gerildiği o vahim ve trajik öğleden sonrası Meryem’in yanı başında “diğer kadınların arasında” yerini almıştı.
127:6.1 (1403.5) Rebeka’nın İsa’ya olan derin sevgisinin hikâyesi Nasıra çevresinde ve daha sonra Kapernaum’da kulaktan kulağa öyle bir biçimde yayılmıştı ki, takip eden yıllarda erkeklerle birlikte birçok kadının İsa’yı derinden sevmesine rağmen, o bir kez daha, başka bir iyi kadının kişisel bağlılık teklifini reddetmek zoruna kalmamıştı. Bu dönemden itibaren, İsa’ya olan insan sevgisi, ibadetsel doğaya ve hayransal ilgiye dönüştü. Hem erkekler hem de kadınlar; adanmış bir biçimde ve kim olduğu için onu derinden sevmekteydi, en küçük düzeyde bile kendilerini tatmin etmek için veya sevgisel sahiplik arzusu için değil. Ancak, birçok yıl boyunca, İsa’nın insan kişiliğinin hikâyesi ne zaman anlatıldıysa, Rebeka’nın bağlılığı vurgulanmıştı.
127:6.2 (1404.1) Miryam, Rebeka olayının oldukça farkında olan ve abisinin güzel bir genç kızın sevgisini bile nasıl feda ettiğini gören bir biçimde; İsa’yı fazlasıyla yüksek bir konumda görmeye ve onu, bir ağabeyininkine ek olarak bir babaya besler gibi çok duygusal ve derin bir şefkat ile sevmeye başlamıştı.
127:6.3 (1404.2) Her ne kadar onlar neredeyse hiçbir biçimde karşılayacak durumda bulunmasalar da, Hamursuz için Kudüs’e kadar gitmek için tuhaf bir arzu duymuştu. Annesi, Rebeka ile yakın zamanda yaşadığı deneyimin farkında olan bir biçimde, onun bu yolculukta bulunmasında ısrarcı oldu. İsa dikkate değer bir biçimde bilincinde değildi, ancak, en istediği şey, Lazarus ile konuşmanın bir imkânına sahip olmak ve Marta ve Meryem’i ziyaret etmekti. Kendi ailesinden sonra, en fazla bu üçünü sevmişti.
127:6.4 (1404.3) Kudüs’e olan bu yolculuğunu; kısmen de olsa, Mısır’dan Nasıra’ya olan geri getirilişindeki yolu aynen kat eden bir biçimde, Megido, Antipatris ve Lida’dan üzerinden gerçekleştirmişti. O dört gününü Hamursuz’a gitmek için harcamış olup, vaktinin çoğunu, Filistin’in uluslar arası savaş alanı olan, Megido ve çevresinde ortaya çıkmış geçmiş olaylar hakkında düşünerek geçirmişti.
127:6.5 (1404.4) İsa; yalnızca mabede ve ziyaretçilerin toplanmakta olan kalabalıklarına bakmak için durarak, Kudüs içinden geçti. O; siyasi bir biçimde atanmış din-adamlığı ile birlikte bu Hirodes-inşası olan mabede karşı tuhaf ve artış gösteren derin bir hoşnutsuzluğa sahipti. O, her şeyden fazla Lazarus, Marta ve Meryem’i görmek istemekteydi. Lazarus İsa ile aynı yaştaydı, ve şimdi, evinin başı haline gelmişti; bu ziyaretin gerçekleştiği zaman zarfında, Lazarus’un annesi de toprağa verilmiş haldeydi. Marta İsa’dan bir yaştan biraz daha büyük iken, Meryem ondan iki yaş küçüktü. Ve, İsa üçü için de, derin sevgi ve saygı duyulan bir biçimde örnek konuma getirilmiş bir idealdi.
127:6.6 (1404.5) Bu ziyarette; İsa’nın, cennetteki Yaratıcısı’nı yanlış temsil eder gördüğü törensel uygulamalara karşı haksızlık duygusundan doğan kızgınlığın bir ifadesi olarak — geleneğe karşı bu dönemsel isyan parlamalarından bir tanesi ortaya çıktı. İsa’nın gelmekte olduğunu bilmeyerek, Lazarus Hamursuz’u, Eriha yolunun aşağısında bir komşu köyde arkadaşları ile birlikte kutlamanın hazırlıklarında bulunmuştu. İsa bu aşamada şöleni, şimdi bulundukları yerde, Lazarus’un evinde, kutlamalarını önerdi. “Yalnız” dedi Lazarus, “bizim kurbanlık kuzumuz yok.” Ve, bunun sonrasında İsa; cennetteki Yaratıcı’nın gerçekte, bu türden çocuksu ve anlamsız törensel adetler ile ilgilenmediği anlamına gelen uzun ve ikna edici bir tezi ortaya koydu. Onların ciddi ve içten dile getirdikleri duadan sonra, İsa şunu söyledi: “Bırakın, insanlarım içindeki çocuksu ve karanlıkta akıllar Tanrıları’na Musa’nın yönlendirdiği gibi hizmet etsin; onların bunu yapmaları iyi bir şey, ancak hadi yaşamın ışığını görmüş olan bizler artık, Yaratıcımız’a ölümün karanlığı ile yaklaşmayalım. Hadi, Yaratıcımız’ın ebedi sevgisine ait gerçekliğin bilgisinde özgür olalım.
127:6.7 (1404.6) O akşam günbatımı zamanlarında, bu dördü; sofraya kurulup, o zamana kadar kurbanlık koyun olmadan dindar Museviler tarafından kutlanmış ilk Hamursuz şölenine katılmışlardı. Mayasız ekmek ve şarap öncesinden, bu Hamursuz için hazır hale getirilmişti; ve, İsa’nın “yaşam ekmeği” ve “yaşam suyu” olarak adlandırdığı bu simgeleri İsa dostlarına sunmuştu; ve, onlar, daha yeni aktarılmış bu öğretilere dinsel ciddilikte uyarak yemeklerini yemişlerdi. Bethani’ye gerçekleştirdiği daha sonraki ziyaretlerin her birinde bu kutsal dini âdeti yerine getirmek onun alışılagelmiş davranışıydı. Eve geri döndüğünde, İsa, tüm bunları annesine anlattı. Annesi ilk başta büyük şaşkınlık yaşamıştı, ancak kademeli bir biçimde onun bakış açısını anlamaya başladı yine de, Meryem, İsa’nın, bu yeni Hamursuz düşüncesini ailelerine tanıştırma amacında olmadığına karşı kendisine güvence vermesiyle fazlasıyla rahatlamıştı. Evde çocuklar ile birlikte o, her yıl, “Musa’nın kanununa göre” Hamursuz’u yemeğe devam etti.
127:6.8 (1404.7) Bu yıl boyunca, Meryem, evlilik hakkında İsa ile uzun bir konuşmada bulundu. Meryem açık bir biçimde İsa’ya, eğer aile sorumluluklarının getirdiği engellere sahip olmasaydı, evlenip evlenmeyeceğini sordu. İsa Meryem’e, doğrudan gelen ödevi evliliğine izin vermediği için, bu düşünce hakkında çok az düşünmüş olduğunu açıkladı. O, evlilik aşamasına herhangi bir zaman zarfında gireceğine dair kuşkuları olduğunu ifade etti; İsa, tüm bu şeyler, “Yaratıcım’ın görevinin başlamak zorunda olacağı” zaman olan “benim vaktimi” beklemek zorunda, dedi. Aklında, beden içinde çocukların babası haline gelmeyecek oluşunu çoktan kararlaştırmış bir biçimde, insan evliliği hususunda çok az düşünmüştü.
127:6.9 (1405.1) Bu yıl, İsa; fani ve kutsal doğaları bir bütünlük içerisinde yalın ve etkin bir insan bireyselliğine doğru birleştirmenin ilave görevine tekrar başladı. Ve, o, ahlaki düzeyde ve ruhsal anlayışta büyümeye devam etti.
127:6.10 (1405.2) Her ne kadar tüm Nasıra mülkleri (evleri dışında) gitmişse de, bu yıl onlar, Kapernaum’daki bir mülkteki hissenin satışından küçük bir finansal destek gördüler. Bu, Yusuf’un tüm malvarlığının sonuydu. Kapernaum’daki bu ticari emlak ilişkisi, Zübeyde ismindeki bir gemi yapıcısı ile yapılmıştı.
127:6.11 (1405.3) Yusuf bu yıl sinagog okulundan mezun olup, ev marangoz atölyesinde küçük bir tezgâhta çalışmaya hazırlandı. Her ne kadar babalarının mal varlığı bitmişse de, üçünün artık düzenli olarak çalışması nedeniyle fakirliği başarılı bir biçimde yenmek için imkânları bulunmaktaydı.
127:6.12 (1405.4) İsa hızlı bir biçimde bir erkek haline gelmekteydi; yalnızca genç bir delikanlı değil, bir ergen olarak. O, sorumluluğu üstlenmeyi çok iyi bir biçimde öğrenmişti. O, hayal kırıklığı karşısında nasıl devam etmesi gerektiğini bilmekteydi. O, planları engellendiğinde ve amaçları geçici olarak anlamsız hale geldiğinde yürekli bir biçimde tüm cesaretini toplamaktaydı. Adaletsizlik karşısında bile nasıl hakkaniyeti gözetir ve adil olması gerektiğini öğrenmişti. O, ruhsal yaşama dair ideallerini dünyasal mevcudiyetin gündelik taleplerine nasıl uyumlaştırması gerektiğini öğrenmekteydi. İdealizmin daha yüksekteki ve uzak bir hedefini elde etmek için nasıl tasarlamada bulunması gerektiğini öğrenirken, zorundalığın daha yakın ve doğrudan hedefine erişmek için içtenlikle emek vermekteydi. O düzenli bir biçimde ilerler halde, geleceğe dair arzularını insanın karşılaştığı durumların olağan talepleri ile uyumlaştırmanın sanatını kazanmaktaydı. O; ruhsal güdünün sahip olduğu enerjiyi, maddi kazanımın sürecine dönüştürme yöntemi üzerinde neredeyse bütüncül bir biçimde üstünlük sağlar hale gelmişti. O yavaşça, dünyasal mevcudiyeti ile beraber devam ederken, cennetsel yaşamını nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmekteydi. Dünya ailesinin çocuklarına rehberlik etmenin ve onları yönlendirmenin babasal rolünü üstlenirken, giderek artan bir biçimde, cennetsel Babası’nın nihai yönlendirişine başvurur hale gelmekteydi. O, başarısızlığın gerçek dişlerinden galibiyeti mahirane bir biçimde söküp almada deneyimli hale gelmekteydi; o, zamanın zorluklarını ebediyetin zaferlerine nasıl dönüştürmesi gerektiğini öğrenmekteydi.
127:6.13 (1405.5) Ve böylece, yıllar geçtikçe, Nasıra’nın bu genç delikanlısı yaşamı, zaman ve mekân dünyaları içinde fani bedende yaşandığı gibi deneyimlemeye devam etmekteydi. O, Urantia üzerinde bütüncül, temsili ve eksiksiz bir yaşam yaşadı. O; kendi yaratılmışlarının, beden içindeki yaşam olarak ilk yaşamlarının kısa ve zorlu yılları boyunca süreçlerinden geçmiş olduğu deneyim bakımından, bu dünyadan eksiksiz olarak ayrıldı. Ve, tüm bu insan deneyimi, Evren Egemeni’nin ebedi bir iyeliğidir. O bizlerin; anlayışlı kardeşi, duygudaş arkadaşı, deneyimli egemeni ve bağışlayıcı babasıdır.
127:6.14 (1405.6) Bir çocuk olarak o, çok engin bir bilgi dağarcığını biriktirdi; bir genç olarak o bu bilgiyi tasnif etti, sıraladı ve ilişkilendirdi; ve, bu aşamada âlemin bir ergeni olarak, bu dünya üzerinde ve Nebadon’un bütüncül evreni boyunca ikametin tüm diğer âlemlerinde akran fanileri adına, ilerideki öğretiminde, hizmetkârlığında ve hizmetinde kullanmaya hazırlık olarak bu akılsal iyelikleri düzenlemeye başlamaktadır.
127:6.15 (1405.7) Dünyaya ailemin bir bebeği olarak doğmuş halde, o, çocukluk hayatını yaşamış olup, gençliğin ve delikanlılığın ilerleyen aşamalarından geçmiştir; o bu aşamada, insan yaşamı deneyiminde zengin, insan doğasını anlamada eksiksiz ve insan doğasının zayıflıklarına karşı tamamiyle duygudaş halde, bütüncül erişkinliğin eşiğinde bulunmaktadır. O sahip olduğu Cennet Yaratıcısı’nı, fani yaratılmışlarının tüm çağlarına ve aşamalarına açığa çıkarmanın kutsal sanatında uzman hale gelmektedir.
127:6.16 (1406.1) Ve bu aşamada — âlemin bir erişkini halinde — tamamiyle büyümüş bir insan olarak o, insanlara Tanrı’yı açığa çıkarmadan ve Tanrı’ya insanları yönlendirmeden oluşan yüce görevine devam etmeye hazırlanmaktadır.
Urantia’nın Kitabı
128. Makale
128:0.1 (1407.1) NASIRALI İSA erişkin yaşamının öncül yıllarına adım atarken, öncesinde, dünya üzerinde olağan ve ortalama bir insan yaşamı yaşamış olup, bu yaşamı yaşamaya devam etmiştir. İsa bu dünyaya, tıpkı diğer çocukların geldiği gibi gelmişti; o, ebeveynlerini tercih etmeye herhangi bir biçimde müdahil olmamıştı. O kesin bir biçimde tam da bu dünyayı, fani bedenin sureti içerisindeki vücutlaşımı olarak, üzerinde yedinci ve son bahşedilişini gerçekleştirmek için gezegen olarak seçmişti; ancak, bunun dışında o bu dünyaya, tıpkı diğer fanilerin bu ve benzer dünyalar üzerinde gerçekleştirdiği gibi, âlemin bir çocuğu olarak büyüyen ve çevresinin getirdiği inişli-çıkışlı koşullarla mücadele ederek, doğal bir biçimde bu dünyaya giriş yapmıştır.
128:0.2 (1407.2) Her zaman, Urantia üzerinde Mikâil’in bahşedilişinin iki katmanlı amacını göz önünde bulundurun:
128:0.3 (1407.3) 1. Nebadon’da ki sahip olduğu egemenliğin tamamlanışı olarak, fani beden içinde bir insan yaratılmışının bütüncül hayatını yaşama deneyimi üzerinde üstünlük kurmak.
128:0.4 (1407.4) 2. Kâinatın Yaratıcısı’nın zaman ve mekân dünyaları üzerindeki fani sakinler için açığa çıkarılışı ve bahse konu bu fanileri Kâinatın Yaratıcısı’nın daha iyi bir anlayışına daha etkin bir biçimde yönlendirme.
128:0.5 (1407.5) Tüm diğer yaratılmış yararları ve evren faydaları, fani bahşedilişin bu ana amaçları karşısında sonuçsal olarak ortaya çıkmış olup, ikinci derecede öneme sahiptir.
128:1.1 (1407.6) Erişkin yaşlara erişmesiyle birlikte, İsa, tüm ciddiyetiyle ve bütüncül öz bilinciyle; kendisinin ussal yaratılmışlarının en alt türünün sahip olduğu yaşama dair bilgi üzerinde üstünlük kurma deneyiminin tamamlanma görevine, böylece nihai ve bütüncül bir biçimde kendi yarattığı evrenin koşulsuz yöneticiliğinin hakkını kazanışına başlamıştı. O, çifte doğasını bütünüyle yerine getirmenin bu muhteşem görevine adım atmıştı. Ancak, o hâlihazırda, Nasıralı İsa olarak — bu iki doğayı etkin bir biçimde bir bütün haline getirmiş haldeydi.
128:1.2 (1407.7) Yeşu bin Yusuf oldukça iyi bir biçimde; kadından doğmuş, fani bir insan olarak bir insanoğlu olduğunu bilmekteydi. Bu, İnsanın Evladı olarak seçmiş bulunduğu ilk unvanda görülmektedir. O gerçekten de, beden ve kandan oluşmaktaydı ve, mevcut an içerisinde bile, bir evrenin nihai sonları üzerinde egemenlik yönetim makamında otururken, o hala, çok fazlasıyla hak ederek kazanmış olduğu unvanların arasında İnsanın Evladı’nınkini taşımaktadır. Kâinatın Yaratıcısı’nın — Yaratan Evlat olarak — yaratıcı Sözü’nün, “bedene büründürüldüğü ve Urantia üzerinde âlemin bir insanı olarak ikamet ettirildiği” kelimenin tam anlamıyla doğrudur. O emek verdi, yorgun düştü, dinlendi ve uyudu. O, acıktı ve bu tür arzularını yiyecekle tatmin etti; o, susadı ve susuzluğunu suyla giderdi. O, insan hislerini ve duygularını başından sonuna kadar deneyimledi; o, “tıpkı sizlerin şu an yaşadığı gibi, her bakımdan sınandı” ve, o, acı çekip, ölümle yüzleşti.
128:1.3 (1407.8) O; tıpkı âlemin diğer fanilerinin gerçekleştirdiği gibi, bilgiyi öğrendi, deneyim kazandı ve bu ikisini bilgeliğe dönüştürdü. Vaftizine kadar, o, kendisinin herhangi bir doğa-ötesi güçten yararlanmasına izin vermedi. O; Yusuf ve Meryem’in bir evladı olarak kalıtımsal insan kazanımlarının bir parçası olmayan hiçbir aracı kullanmadı.
128:1.4 (1408.1) İnsan-öncesi mevcudiyetinin sahip oldukları nitelikler hususunda ise, o, kendisini tamamen bunlardan mahrum kıldı. Kamu görevinin başlangıcından önce onun insanlara ve olaylara dair bilgisi tamamiyle, kendi bireysel doğası ile sınırlıydı. O, insanlar arasında gerçek bir insandı.
128:1.5 (1408.2) Şu sonsuza kadar ve tüm ihtişamıyla gerçektir: “Bizler, zayıflıklarımıza dair his ile duygulanabilecek yüksek bir yöneticiye sahibiz. Bizler, her yönden sınanmış ve cezp edilmiş, ancak yine de günahsız çıkmış olan, bir Egemen’e sahibiz.” Ve, kendisi bizzat, acı çekmiş, sınanmış ve zorlanmış olduğu için, kafası karışmış ve sıkıntıya düşmüş olanları anlamaya ve onlara hizmet etmeye çok fazlasıyla yetkindir.
128:1.6 (1408.3) Nasıralı marangoz bu aşamada, önünde uzanmakta olan görevi bütünüyle anlamıştı ancak, o, sahip olduğu insan hayatını doğal akışı içerisinde yaşamayı tercih etmişti. Ve, bu hususların bazılarında o, tıpkı şu ifadelerin kayda geçirildiği gibi, gerçekten de sahip olduğu fani yaratılmışlara örnek konumundadır: “Birbirleriniz ile olan ilişkilerinizde tutumunuzu, Tanrı’nın doğasına ait olmuş olsa da, Tanrı’ya olan eşliğini kendi yararına kullanmamış olan Mesih İsa gibi takının. Ancak, o kendisini çok az öneme sahip kılıp, bir yaratılmışın bedenini kendisine biçerek, insanlığın suretinde doğdu. Ve, bir insan olarak böyle ortaya çıkarak, o, alçak gönüllülüğünü sergileyip, ölüme, hatta çarmıhtaki ölüme, tabi haline geldi.”
128:1.7 (1408.4) O fani hayatını “bedenin günlerinde, tüm kötülükten kurtarmaya yetkin olan O’na, oldukça sıkça dualarını ve ricalarını, güçlü duygularla ve gözyaşlarıyla bile, sunmuş, ve, duaları inanmış olduğu için etkili olmuş biri olarak,” insan ailesinin tüm diğerlerinin yaşayabileceği gibi kendi fani hayatını yaşamıştı. Bu nedenle, kardeşleri üzerinde bağışlayıcı ve anlayışlı bir egemen yönetici haline gelebilmesi için, her bakımdan onlar gibi yapılması gerekmişti.
128:1.8 (1408.5) Sahip olduğu insan doğasından, o hiçbir zaman kuşku duymadı o, bariz olup, bilincinde her daim mevcuttu. Ancak, sahip olduğu kutsal doğasına dair, orada her zaman, en azından vaftizinin gerçekleştiği ana kadar gerçek olmak üzere, kuşku ve varsayıma yer bulunmuştu. Kutsallığı benliği içinde fark edişi, yavaş, ve, insan bakış açısından, doğal nitelikte görünen evrimsel bir açığa çıkarılıştı. Kutsallığın bu açığa çıkarılışı ve benlik içindeki farkındalığı, Kudüs’de, henüz on üç yaşını doldurmamışken, insan mevcudiyetinin ilk doğa-üstü olayı ile başlamıştı ve, bu, sahip olduğu kutsal doğanın benliği içinde farkına varışını yerine getirme deneyimi, hizmet ve öğretimden oluşan kamu sürecinin başlangıcını simgeleyen olay olarak, Ürdün vadisinde Yahya tarafından gerçekleştirilen vaftizi sırasında yaşanılmışlık olarak, beden içindeyken ikinci doğa-üstü deneyiminin zamanında tamamlanmıştı.
128:1.9 (1408.6) Biri on üçüncü yaşı ve diğeri vaftizi olmak üzere, bahse konu iki göksel ziyaret arasında, bu vücutlaşmış Yaratan Evlat’ın yaşamında, doğa-üstü veya insan-üstü hiçbir şey ortaya çıkmamıştı. Buna rağmen, Beytüllahim’in bebeği, Nasıra’nın ufaklığı, delikanlısı ve erişkini, gerçekte, bir evreninin vücutlaşmış Yaratanı’idi; ancak, o hiçbir zaman, bir kez dahi olsun, bu gücün zerresini dahi kullanmamıştır; ne de, o, koruyucu yüksek meleğininki dışında, insan hayatını yaşamaya başlamasından Yahya tarafından gerçekleştirilen vaftizinin gününe kadar, göksel kişiliklerinin yönlendirişine başvurmuştur. Ve, buna böylece şahitlik etmiş olanlar olarak bizler, neden bahsettiğimizi çok iyi bilmekteyiz.
128:1.10 (1408.7) Ama yine de, beden içindeki yaşamının tüm bu yılları boyunca, o gerçek anlamıyla kutsaldı. O gerçekte, Cennet Yaratıcısı’nın bir Yaratan Evladı’idi. Egemenlik erişiminin bir parçası olan fani deneyimi bütünüyle kazanımının teknik olarak tamamlanışından sonra, kendisini kamu sürecine bir kez verdiğinde, kendisinin Tanrı’nın Evladı olduğunu herkese açık bir biçimde kabul etmekten çekinmemişti. O şunu duyurmaktan çekinmemişti: “Ben Alfa ve Omega, başlangıç ve bitiş, ilk ve sonum.” O, daha sonraki yıllarda; İhtişam’ın Koruyucusu, bir Evrenin Yöneticisi, tüm yaratımın Koruyucu Tanrısı, İsrail’in Kutsal Kişisi, her şeyin Koruyucusu, bizimin Koruyucumuz ve bizim Tanrımız, bizler ile beraber olan Tanrı, ismi her ismin üzerinde ve her dünyada var olan, bir evrenin Her-Şeye-Gücü-Yeterliliği, bu yaratımın Evren Aklı, bilgelik ve bilginin tüm zenginliklerinin bünyesinde barındığı Kişi, bütünlüğü her şeyi bütüncül kılan O, ebedi Tanrı’nın ebedi Sözü, her şeyden önce var olmuş olan ve benliğinde her şeyin varlığına sahip olduğu kişi, göklerin ve yeryüzünün Yaratanı, bir evrenin Kollayıcısı, tüm yeryüzünün Hâkim’i, ebedi yaşamın Sağlayıcısı, Gerçek Önder, dünyaların Kurtarıcısı, kurtuluşumuzun Rehberi isimleri ile çağrıldığında hiçbir itirazda bulunmamıştı.
128:1.11 (1409.1) O hiçbir zaman; tamamiyle insan olan yaşamından, bu dünya üzerindeki ve tüm diğer dünyalar için, insanlık içinde, ve insanlık için, ve insanlığa olan kutsallık hizmetinin öz bilincine varışının daha sonraki yıllarına olan gelişiminin sonrasında, kendisine yakıştırılan bahse konu bu unvanların hiçbirine itirazda bulunmamıştı. Bir seferinde Emanuel olarak çağrıldığında, o sadece şunu söyledi: “Ben o değilim, o benim büyük ağabeyim.”
128:1.12 (1409.2) Her zaman, dünya üzerinde daha büyük bir yaşama olan gelişiminden sonra bile, İsa, gökteki Yaratıcı’nın iradesine itaatkâr bir biçimde tabiydi.
128:1.13 (1409.3) Vaftizinden sonra, o, samimi inananlarının ve minnettar takipçilerinin kendisine ibadet etmesine izin vermede sakınca görmedi. Fakirlikle boğuşurken ve elleriyle ailesi için yaşam ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla emek verirken bile, bir Tanrı Evladı oluşuna dair farkındalık büyümekteydi; o, göklerin, ve, üzerinde özünden farklı bir biçimde o anda insan mevcudiyetini yaşamakta olduğu tam da bu dünyanın yaratanı olduğunu bilmekteydi. Ve, büyük ve gözlerini çevirmiş seyreder halde olan evren boyunca göksel varlıkların birlikleri benzer bir biçimde, Nasıra’nın bu insanının kendilerinin çok derinden sevdikleri Egemeni ve Yaratan-babası olduğunu bilmekteydi. Bu yıllar boyunca, Nebadon evreni soluğunu tutmuş beklemekteydi; tüm göksel gözler devamlı bir biçimde, Filistin’de olmak üzere — Urantia’ya odaklanmıştı.
128:1.14 (1409.4) Bu yıl, İsa, Hamursuz’u kutlamak için Yusuf ile birlikte Kudüs’e çıkmıştı. Öncesinden kutsama için Yakup’u mabede götürmüş olarak, o, Yusuf’u götürmeyi görevi olarak görmekteydi. İsa, ailesi ile olan ilişkilerinde herhangi bir düzeyde iltiması hiçbir zaman sergilememişti. O Yusuf ile birlikte Kudüs’e, her zamanki Ürdün vadisi yolu üzerinden gitmişti; ancak, o, Nasıra’ya, Amathus’un içinden geçen, doğu Ürdün yolundan geri dönmüştü. Ürdün vadisinden aşağıya inerken, İsa, Yusuf’a Musevi tarihini anlatmıştı ve, geri dönüş yolunda ona, geleneksel olarak nehrin bu doğu bölgelerinde ikamet etmiş olan saygın Ruben, Gad ve Gilead kabilelerinin deneyimlerinden bahsetmişti.
128:1.15 (1409.5) Yusuf İsa’ya, kendisinin yaşam görevine dair önde gelen birçok soru sormuştu; ancak, bu sorunların çoğuna İsa söyle yanıt vermişti: “Vaktim henüz gelmedi.” Buna rağmen, bu içten söyleşilerde, Yusuf’un, ileriki yılların heyecan verici olayları boyunca hatırlamış olduğu birçok söz ağızdan çıkmıştı. Yusuf ile birlikte, İsa Hamursuz’u, Kudüs’de bu şölen anma törenlerine katılırken âdeti haline gelmiş olarak, Bethani’de üç arkadaşıyla birlikte geçirmişti.
128:2.1 (1409.6) Bu yıl; İsa’nın erkek ve kız kardeşlerinin, ergenliğin sorunlarına ve ona uyum sağlamaya özgün zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşmış olduğu birkaç seneden bir tanesiydi. İsa bu aşamada, yaşları yediden başlayıp on sekize kadar uzanan erkek ve kız kardeşlere sahipti; ve, İsa’nın vaktinin büyük bir kısmını, onların ussal ve duygusal yaşamlarının yeni uyanışlarına kendilerini uyumlu hale getirmelerine yardımcı olmak almaktaydı. O böylece, küçük erkek ve kız kardeşlerinin yaşamlarında açığa çıkar hale gelirken, ergenliğin sorunlarıyla uğraşmak zorundaydı.
128:2.2 (1410.1) Bu yıl, Şimon, okuldan mezun olup, taş ustası Yakup olan, İsa’nın eski çocukluk oyun arkadaşı ve her-daim koruyucusu ile çalışmaya başlamıştı. Birkaç aile toplantısının sonucunda, erkeklerin hepsinin marangozluk işini seçmesinin bilgece olmadığına karar verilmişti. Ticaret alanlarını çeşitlendirerek, bir binanın tamamını yapmak için iş almaya hazır hale gelebilecekleri düşünülmüştü. Tekrar edilmesi gerekirse, onların hepsi iş bakımından yoğun değillerdi, çünkü onların üçü tam zamanlı bir biçimde marangoz olarak çalışmaktaydı.
128:2.3 (1410.2) İsa bu yıl, ev dekorasyonu ve mobilya yapımında çalışmaya devam etti; ancak, zamanının büyük bir kısmını, kervan tamir atölyesinde geçirdi. Yakup, atölyede kendisiyle dönüşümlü bir biçimde çalışmaya başlamaktaydı. Bu yılın sonuna doğru, marangozculuk işi Nasıra’da durgunlaştığında, İsa, Yakup’u tamir atölyesinin ve Yusuf’u ev tezgâhının başına geçirip, bir demir ustasıyla birlikte çalışmak için Seforis’in yolunu tuttu. O metallerle altı ay çalışıp, örs üzerinde dikkate değer bir beceriyi kazandı.
128:2.4 (1410.3) Seforis’de yeni işini almasından önce, İsa; dönemsel aile toplantılarının bir tanesini düzenleyip, tüm ciddiyetiyle, bu zaman zarfında daha yeni on sekizinci yaşına girmiş olan, Yakup’u ailenin vekil başı konumuna getirdi. O; kardeşine içten desteğin ve bütüncül işbirliğinin sözünü verip, ailenin her üyesinden Yakup’a olan bağlılığın resmi yeminlerini talep etti. Bu günden itibaren, Yakup; İsa’nın haftalık ödemelerini kardeşine gerçekleştirdiği biçimde, ailesi için tüm mali sorumluluğu üstlendi. İsa bir daha Yakup’un ellerinden dinginleri almadı. Seforis’de çalışırken, gerektiğinde eve her gece yürüyebilirdi; ancak, o bilinçli bir biçimde, hava ve diğer şeyleri gerekçe göstererek evden uzak kaldı ancak, onun gerçek güdüsü, aile sorumluluğunu üstlenmede Yakup ve Yusuf’u hazırlamaktı. İsa, ailesinden ayrılışının yavaş sürecine başlamış haldeydi. Her Şabat, İsa Nasıra’ya geri dönmekteydi; ve, zaman zaman hafta içleri boyunca gerektiğinde bunu, yeni tasarımının işleyişini görmek, tavsiyede bulunmak ve yararlı önerileri sunmak için gerçekleştirmekteydi.
128:2.5 (1410.4) Altı ay boyunca vaktinin büyük bir kısmını Seforis’de geçirmek, Musevi-olmayan hayat görüşü ile daha iyi tanışır hale gelmesinin yeni bir olanağını sundu. O; Musevi-olmayanlar ile çalıştı, onlar ile birlikte yaşadı, ve her olası biçimde, Musevi-olmayanların yaşam alışkanlıklarının ve düşünce yapılarının yakın ve detaylı bir irdeleyişinde bulundu.
128:2.6 (1410.5) Hirodes Antipa’nın evi olan bu şehirdeki ahlaki ölçütler, Nasıra kervan şehrininkilerden bile o kadar alt bir düzeydeydi ki, Seforis’de altı aylık konukluğundan sonra İsa, Nasıra’ya geri dönmek için bir gerekçe bulmayı yadırgamadı. Beraber çalıştığı topluluk, hem Seforis’de hem de yeni şehir Tiberyas’da kamu işlerine girmek üzere olup, İsa, Hirodes Antipa’nın yüksek denetimi altında herhangi bir işe alımla uzaktan yakından ilgisinin bulunmasına isteksizdi. Ve, orada bunlara da ek olarak, Nasıra’ya geri dönmeyi kendisi için, İsa’nın görüşüne göre, bilgece kılan başka nedenler de bulunmaktaydı. Tamir atölyesine geri döndüğünde, aile olaylarının kişisel yönetimini bir daha üstlenmedi. O; Yakup ile birliktelik halinde atölyede çalışmış olup, olabildiği kadar Yakup’un evin yönetimine devam etmesine izin verdi. Yakup’un aile giderlerini idaresi ve ev bütçesini yönetimi, sekteye uğramadan devam etmişti.
128:2.7 (1410.6) Ailesinin olaylarına olan etkin katılımından nihai çekilişinin zemini, İsa, tam da bu türden bilgece ve akılcı planlama ile gerçekleştirdi. Yakup ailesinin vekil başı olarak, evlenişinden tam da iki yıl öncesinde gerçekleşmiş olarak — iki yıllık deneyime sahip olduğunda, Yusuf hane kaynaklarının yönetimine getirilmiş olup, kendisine evin genel idare görevi verilmişti.
128:3.1 (1411.1) Bu yıl mali baskı, dördü de çalıştığı için az da olsa hafiflemişti. Miryam, süt ve tereyağının satışından dikkate değer düzeyde gelir elde etmişti; Marta hâlihazırda, uzman bir dokumacı haline gelmişti. Tamir atölyesinin satın alınan tutarının üçte birinden fazlası ödenmişti. Koşulları öyle bir durumdaydı ki, İsa, Şimon’u Kudüs’e Hamursuz için götürmek için üç haftalığına çalışmaya ara verebilmişti; ve, bu, babasının ölümünden beri günlük çalışmadan uzaklaşmayı memnuniyetle deneyimlediği en uzun süreçti.
128:3.2 (1411.2) Onlar Kudüs’e Dekapolis üzerinden ve Pella, Gerasa, Philadelphia, Heşbon ve Eriha içinden geçerek seyahat ettiler. Onlar Nasıra’ya; Lida, Yopa, Kaysera’dan teğet geçerek böylece Karmel Dağı etrafından Ptolemais’e ve oradan da Nasıra’ya ulaşan bir biçimde sahil yolundan geri döndüler. Bu seyahat, İsa’yı, Kudüs bölgesinin kuzey Filistin bölümünün tamamına oldukça aşina kıldı.
128:3.3 (1411.3) Philadelphia’da, İsa ve Şimon; Nasıra ikilisi için, Kudüs’deki ana merkezinde durmalarında ısrarcı olacak kadar büyük bir beğeniyi zamanla beslemiş olan Şamlı bir tüccar ile tanışmışlardı. Şimon tapınakta katılımını gerçekleştirirken, İsa vaktinin büyük bir kısmını dünya olaylarına oldukça hâkim bu çok iyi eğitimli ve çok gezmiş olan insanla konuşmakla harcamıştı. Bu tüccar, dört binden fazla kervan devesine sahipti; o, tüm Roma dünyası üzerinde ticari ilişkilere sahip olmuş olup, bu aşamada Roma’ya yolu üzerindeydi. O İsa’ya, Şam’a gelmesini ve onun sahip olduğu Doğu ithalat işine girmesini teklif etti; ancak, İsa, bahse konu bu dönemde ailesinden bu kadar uzak bir yere gitmeyi gerekçelendirememekteydi. Ancak, eve geri dönüş yolculuğunda, İsa; kervan yolcuları ve kervancıbaşları tarafından bahsedilişini çok sıklıkla duyduğu ülkeler olarak, bu uzak şehirler hakkında ve hatta Uzak Batı ve Uzak Doğu’nun daha da ücra ülkeleri üzerine fazlasıyla düşünmüştü.
128:3.4 (1411.4) Şimon, Kudüs’e olan ziyaretinden fazlasıyla keyif almıştı. O olması gerektiği gibi, emrin yeni erkek evlatlarının Hamursuz kutsanışında İsrail ulusuna kabul edilmişti. Şimon Hamursuz törenlerine katılırken, İsa ziyaretçilerin kalabalıklarına karışıp, Museviliği sonradan tercih etmiş sayısız Musevi-olmayan inanan ile birçok ilgi çekici kişisel görüş alışverişlerinde bulunmuştu.
128:3.5 (1411.5) Galiba, tüm bu iletişimleri içinde en dikkate değeri, Stefan ismindeki bir genç Helenist ile olandı. Bu genç adam Kudüs’e gerçekleştirmiş olduğu ilk ziyaretinde bulunup, Hamursuz haftasının Perşembe öğleden sonrası İsa ile buluşma imkânına sahip olmuştu. Her ikisi de Aşmonayim sarayına bakan bir biçimde etrafta gezinirlerken, İsa; birbirlerine ilgi duymalarıyla sonuçlanan ve yaşamın işleyişine ek olarak gerçek Tanrı ve ona ibadet hakkında dört saatlik bir söyleşiye yol açan gündelik konuşmayı başlattı. Stefan, İsa’nın söyledikleri tarafından çok büyük bir biçimde etkilenmişti; o, hiçbir zaman İsa’nın sözlerini unutmadı.
128:3.6 (1411.6) Ve, bu kişi, daha sonra İsa’nın öğretilerinin bir inananı haline gelmiş, ve bu öncül müjdeyi duyurmadaki cüretkârlığı kızgın Museviler tarafından ölene kadar taşlanmasıyla sonuçlanmış aynı Stefan’idi. Stefan’ın, kendi bakışından yeni müjdeyi duyuruşundaki olağanüstü cüretkârlığın bir kısmı, İsa ile öncül fikir alışverişinin doğrudan sonucuydu. Ancak, Stefan, bir on beş sene önce konuşmuş olduğu Celileli’nin; dünyanın Kurtarıcısı olarak daha sonra duyurmuş olduğu, kendisi için çok yakın zamanda öleceği, böylece yeni evrimleşen Hıristiyan inancının ilk şehidi olacağı, aynı kişi olduğunu ufacık dahi olsa hiçbir zaman aklının ucundan geçirmedi. Stefan, Musevi mabedine saldırının bedeli olarak kendi yaşamından vazgeçtiğinde, orada, Tarsuslu bir vatandaş olan Şaul isminde biri durmaktaydı. Ve, Şaul, bu Yunanlı’nın inancı için nasıl ölebildiğini gördüğünde, kalbinde, Stefan’ın uğruna öldüğü amacı üstlenmesine nihai olarak yol açan duygular doğmuştu; daha sonra, o, Hıristiyan dininin tek kurucusu olarak görülmeyecek olsa bile en azından kesinlikle onun filozofu olan, kararlı ve yenilmez Pavlus haline gelmişti.
128:3.7 (1412.1) Hamursuz haftasından sonra Pazar günü, Şimon ve İsa, Nasıra’ya olan geri dönüş yolculuklarına başladılar. Şimon, bu yolculukta İsa’nın ona öğretmiş olduğu şeyi hiçbir zaman unutmadı. O her zaman İsa’yı sevmişti, ancak bu aşamada baba-kardeşini tanımaya başladığını hissetmekteydi. Onlar; şehir dışına doğru hareket ederlerken ve yol kenarında yiyeceklerini hazırlarken, çok samimice gerçekleşen konuşmalarda bulunmuşlardı. Onlar eve Perşembe öğleni ulaştılar, ve Şimon aileyi, deneyimlerini anlatarak gece geç saatlere kadar uyanık tuttu.
128:3.8 (1412.2) Meryem; İsa’nın Kudüs’de vaktinin büyük bir kısmını “yabancıları, özellikle uzak ülkelerden gelenleri, ziyaret ederek” geçirmiş oluşuna dair Şimon’un yaşananları anlatımı karşısında fazlasıyla üzülmüştü. İsa’nın ailesi hiçbir zaman; onun insanlara olan büyük ilgisini, onları ziyaret etmeye, yaşam biçimlerini öğrenmeye ve ne düşündüklerini keşfetmeye dair sahip olduğu güçlü dürtüyü anlayamamıştı.
128:3.9 (1412.3) Gittikçe artan bir biçimde, Nasıra ailesi, doğrudan ve insani sorunları ile fazlasıyla meşgul hale gelmişti; İsa’nın gelecekteki görevi hakkında hiç de sıklıkla bahsedilmemekte, ve onun kendisi, gelecek süreci hakkında oldukça nadiren konuşmaktaydı. Annesi seyrek olarak, İsa’nın söz verilmiş bir çocuk olduğunu düşünmekteydi. O yavaşça, İsa’nın dünya üzerinde herhangi bir kutsal görevi yerine getirecek oluşu düşüncesini terk etmekteydi; yine de, bazen onun inancı, çocuk doğmadan önce Cebrail’in ziyaretini durup hatırladığında yeniden canlanmaktaydı.
128:4.1 (1412.4) Bu yılın son dört ayını İsa, Kudüs’e olan yolu üzerinde ilk olarak Philadelphia’da tanışmış olduğu tüccarın misafiri konumunda Şam’da geçirmişti. Bu tüccarın bir temsilcisi, Nasıra’dan geçerken İsa’yı aramış olup, ona Şam’a kadar eşlik etmişti. Bu yarı-Musevi tüccar olağanüstü ölçekteki bir parayı, Şam’da dini felsefenin bir okulunun kurulmasına adamayı teklif etmişti. O, İskenderiye’ninkini alt edecek bir öğrenme merkezini oluşturmayı planlamıştı. Ve, o; İsa’nın derhal, bu yeni projenin başı haline gelmesine hazırlık amacıyla, dünyanın eğitim merkezlerine uzun süreli bir gezide bulunmaya başlamasını teklif etti. Bu İsa’nın, tamamiyle insan olan sürecinin gidişatında en başından sonuna kadar karşılaşmış olduğu en büyük cezp edici tekliflerden bir tanesiydi.
128:4.2 (1412.5) Yakın bir zaman içinde bu tüccar, İsa’nın karşısına, bu yeni tasarlanmış okulu desteklemeye razı olmuş on iki kişiden oluşan bir tüccar ve bankacı topluluğunu getirdi. İsa öne sürülen okula karşı derin bir ilgiyi göstermiş olup, düzenlenişindeki tasarlamada onlara yardım etti; ancak o her zaman, diğer ve teker teker dile dökülmemiş fakat bu gelişimin öncesinden gelen sorumluluklarının bu türden çok büyük bir girişimin yönetimini kabul etmesine engel olacağını korkarak belirtti. Kabul etmesi durumunda onun bağışçısı olacağı kişi ısrarcıydı ve, o evinde İsa’yı belirli bir çeviri işi için cömert bir biçimde işe almışken, kendisi ve eşine ek olarak erkek ve kız çocukları, sunulmuş olan bu onuru kabul etmesi için İsa’yı ikna etmeye çalışmışlardı. Ancak, İsa, buna rıza göstermezdi. O dünya üzerindeki görevinin, öğrenim kurumları tarafından desteklenecek bir şey olmadığını çok iyi bilmekteydi; o kendisini, her ne kadar iyi niyetli olursa olsun, en küçük derecede bile “insanların heyetleri tarafından” yönlendirilmeye bağlı kılmaması gerektiğini bilmekteydi.
128:4.3 (1412.6) Önderliğini sergilemiş oluşundan sonra bile, Kudüs dini önderleri tarafından reddedilmiş olan, o, Şam’ın ticaret adamları ve bankacıları tarafından üstün bir öğretmen olarak tanınmakta ve saygıyla karşılanmaktaydı ve, tüm bunların hepsi, Nasıra’nın belirsiz ve bilinmeyen marangozu olduğunda gerçekleşmekteydi.
128:4.4 (1412.7) O hiçbir zaman, ailesine bu teklif hakkında bahsetmedi; ve, bu yılın sonu kendisini Nasıra’da, sanki o Şam arkadaşlarının yüceltici sıfatları tarafından hiç cezp edilmemiş gibi, gündelik sorumluluklarını yerine getiren bir konumda bulmuştu. Ne de Şam’ın bu insanları bir kez dahi olsun; Musevi toplumunun tamamını alt üst etmiş olan daha sonrasında Kapernaum’un vatandaşı haline gelmiş kişi ile, bir araya geldiğinde servetlerinin alabilecek olduğu onuru reddetmeye cüret etmiş olan Nasıra’nın eski marangozunu ilişkilendirmişlerdi.
128:4.5 (1413.1) İsa, olabilecek en akıllı ve bilinçli bir biçimde; yaşamında gerçekleşen çeşitli olayları, dünyanın gözlerinde, tek bir bireyin faaliyetleri ile ilişkilendirilecek hale gelmemesi için kendisinden soyutlamaya çabalamıştı. Daha sonraki yıllarda birçok kez, o, İskenderiye ile yarışacak bir okulu Şam’da kurma imkânının reddetmiş olan tuhaf Celile’nin tam da bu hikâyesinin anlatımını dinlemişti.
128:4.6 (1413.2) Dünyasal deneyiminin belirli yönlerini ayrıştırmaya amaçladığında, aklında olan hedeflerinden biri; ilerideki nesillerin, yaşamış ve öğretmiş olduğu gerçekliğe tabi olma yerine öğretmene derin saygı beslemesine neden olacak, bu türden çok yönlü ve göz kamaştırıcı süreci inşa etmeyi önlemekti. İsa, öğretilerinden başka yöne ilgiyi çekecek, böyle bir insan kazanım geçmişini inşa etmek istememekteydi. O çok öncül bir biçimde; dünya duyurmayı amaçladığı krallığın müjdesine rakip hale gelebilecek, takipçilerinin kendi kişiliği hakkında bir din oluşturma cazibesine kapılacağını görmüştü. Bunun uyarınca o tutarlı bir biçimde, çok önemli olaylara sahne olmuş süreci boyunca, öğretilerini duyurma yerine öğretmeni yüceltmenin bu doğal insan eğilimine hizmet eder biçimde kullanılabileceğini düşündüğü her şeyi baskılamayı amaçlamıştı.
128:4.7 (1413.3) Bu aynı güdü aynı zamanda, dünya üzerinde çeşitlenmiş yaşamına ait çeşitli dönemler boyunca farklı unvanlarla tanınmasına neden izin verdiğini açıklamaktadır. Tekrar edilmesi gerekirse, o; dürüst yargılarına tezat oluşturan bir biçimde kendisine inanmalarıyla sonuçlanacak haksız hiçbir baskıcı etkiyi, ailesi ve diğerlerinin üzerine getirmek istememişti. O her zaman, insan aklının yersiz veya diğer bir değişle adil olmayan faydasından yararlanmaya karşı çıkmıştı. O; kalpleri, kendi öğretilerinde açığa çıkarılmış ruhsal gerçekliklere karşılık göstermeden, insanların kendisine inanmalarını istememekteydi.
128:4.8 (1413.4) Bu yılın sonuna doğru Nasıra evinin idaresi, oldukça pürüzsüz bir biçimde ilerlemekteydi. Çocuklar büyümekte olup, Meryem İsa’nın evden uzakta oluşuna alışkın hale gelmekteydi. İsa, doğrudan kişisel harcamaları için yalnızca küçük bir miktarı kendisinde tutarak, ailenin bakımı amacıyla kazandıklarını Yakup’a teslim etmeye devam etmişti.
128:4.9 (1413.5) Yıllar ilerledikçe, bu insanın dünya üzerindeki bir Tanrı Evladı olduğunun farkına varmak daha zor hale geldi. O, insanlar arasında tıpkı başka bir insan olarak, fazlasıyla âlemin bir olağan bireyi haline gelmiş görünüme sahipti. Ve, gökteki Yaratıcı tarafından, bahşedilmenin tam da bu şekilde gerçekleşmesi emredilmişti.
128:5.1 (1413.6) Bu, İsa’nın aile sorumluluğundan olan göreceli sorumluluğunun ilk yılıydı. Yakup, İsa’nın danışma ve mali konulurdaki yardımıyla, evin idaresinde oldukça başarılıydı.
128:5.2 (1413.7) Bu yılın Hamursuzu’nu takip eden hafta, İskenderiye’den genç bir adam; yılın daha sonrasındaki bir tarihte, İsa ve İskenderiye Musevileri’nin bir topluluğu arasında Filistin sahil bölgesindeki bir yerde gerçekleşecek biçimde, bir buluşma düzenlemek için Nasıra’ya geldi. Bu toplantı Haziran’ın ortası için belirlenmiş olup, İsa; başlangıçsal bir teklif olarak ana sinagoglarının hazzanına yardımcı konumunda çalışmasını öneren bir biçimde, bir dini öğretmen halinde şehirlerinde kendisini ortaya sermesini güçlü bir şekilde talep etmiş olan İskenderiye’nin başta gelen beş Musevisi ile buluşmak için Kaysera’ya gitti.
128:5.3 (1414.1) Bu heyetin sözcüsü, İskenderiye’nin, dünyanın tümü için Musevi kültürünün ana merkezi haline gelme nihai sonuna sahip olduğunu açıkladı Musevi olaylarının Helenistik kolunun, Babil düşünce okulunu neredeyse tamamiyle saf dışı bırakmış olduğunu söyledi. Onlar İsa’ya, Kudüs’de ve Filistin’in tamamında isyanın her yerde kendisini göstermekte olan serzeniş seslerinin varlığını hatırlattı ve, Filistin Musevileri’nin herhangi bir isyanının milli intihara denk düşeceğini, Roma’nın demir yumruğunun isyanı üç ayda bastıracağını, buna ek olarak, Kudüs’ün yok olacağını ve mabedin yıkılacağını, taşın taş üstünde kalmayacak oluşunu kesin bir dille ifade ederek onu ikna etmeye çalıştı.
128:5.4 (1414.2) İsa, onların söylemek istedikleri her şeyi dinleyip, duymuş oldukları güven için onlara teşekkür etti; ve, İskenderiye’yi gitmeyi reddederek, özetle, “Vaktim henüz gelmedi” dedi. Onlar, İsa’ya bahşetmeyi amaçlamış oldukları onura onun göstermiş olduğu kayıtsızlık karşısında şaşkına dönmüşlerdi. İsa’dan ayrılmadan önce, onlar kendisine; İskenderiye arkadaşlarının saygısının bir simgesi olarak ve Kaysera’ya onlar ile birlikte görüşmek için gelişi nedeniyle harcadığı vakit ve yol giderlerini telafi etmek amacıyla bir kese sunmuştu. Ancak, o benzer bir biçimde, şunu söyleyip parayı reddetti: “Yusuf’un evi hiçbir zaman sadaka kabul etmedi; ben güçlü kollara sahip ve kardeşlerim çalışabilir oldukça, bizler başka birinin ekmeğini yiyemeyiz.”
128:5.5 (1414.3) Mısır’dan gelen arkadaşları evin yolunu tuttu; ve, ilerleyen yıllarda, Filistin’de öyle bir gürültü koparan Kapernaumlu gemi ustasına dair söylentileri duyduklarında, çok azı onun, İskenderiye’de büyük bir öğretmen olma davetini bir kılı dahi kıpırdamadan reddetmiş olan bu Beytüllahim bebeği ve tuhaf bir biçimde hareket eden bu aynı Celile erişkini olduğunu çıkarmıştı.
128:5.6 (1414.4) İsa, Nasıra’ya geri döndü. Bu yılın geride kalan kısmı, tüm sürecinin en dikkate değer olaysız geçen altı ayı olmuştu. O, çözülmesi gereken sorunların ve üzerinden gelinmesi gereken zorlukların olağan gidişatından olan bu geçici arayı memnuniyetle deneyimlemişti. O; gökteki Yaratıcısı ile fazlasıyla birlikte olup, insan aklı üzerindeki üstünlüğünde devasa bir ilerlemede bulundu.
128:5.7 (1414.5) Ancak, zaman ve mekânın dünyalarında insan olayları, uzunca bir süre boyunca pürüzsüz olarak gitmemekteydi. Aralık ayında, Yakup; Nasıralı genç bir kadın olan, Esta’ya fazlasıyla âşık olduğunu, eğer düzenlenirse belli bir zaman zarfında onunla evlenmek istediğini açıklayarak, İsa ile özel bir konuşmada bulundu. Yakup; Yusuf’un yakın bir zaman içinde on sekiz yaşına geleceği, ve, ailenin vekil başı olarak hizmet verme şansına sahip olmasının kardeşi için iyi bir deneyim olacağı gerçeğini vurguladı. İsa, arada kalan zaman zarfında evin yönetimi için Yusuf’u yerinde bir biçimde eğitmesi karşılığında, iki yıl sonra geçerli olacak şekilde Yakup’un evliliğine onay verdi.
128:5.8 (1414.6) Ve, bu aşamada bir şeyler olmaya başlamıştı — havada evlilik vardı. Yakup’un evliliği için İsa’nın onayını almadaki başarısı, Miryam’ın ağabey-babasına planları hakkında yaklaşmasında kendisine cesaret verdi. Şimdi Yakup ve Yusuf’un iş arkadaşı, bir zamanlar kendi kendisini İsa’nın koruyucusu olarak belirlemiş, genç taş ustası Yakob, uzunca bir süredir Miryam’ın elini evlilikte tutmayı arzulamıştı. Miryam planlarını İsa’nın önüne serdiğinde, İsa; Yakup’un Miryam için resmi bir talepte bulunmak amacıyla gelmesini isteyip, Marta’nın en büyük kız kardeş olarak kendisinin sorumluluklarını üstlenmeye yetkin hale geldiğini Miryam hisseder hissetmez, evlilik için mutluluklarını dileyeceği sözünü verdi.
128:5.9 (1414.7) İsa; evde olduğunda haftada üç kez akşam okulunda öğretimde bulunmaya, sıklıkla Şabat günü sinagogda Yazıtları okumaya, annesiyle ziyaretlerde bulunmaya, çocuklara bir şeyler öğretmeye, ve genel olarak kendisini, İsrail ulusu içinde Nasıra’nın değerli ve saygılı bir vatandaşı olarak davranır kılmaya devam etti.
128:6.1 (1415.1) Bu yıl; Nasıra ailesinde her şey en iyi şekilde başlamış olup, Marta’nın Ruth için yapmak zorunda olduğu belirli bir görev dışında, çocukların tümünün olağan okul dönemini bitirmelerine şahit oldu.
128:6.2 (1415.2) İsa; insanlığın, Âdem’in döneminden beri dünya üzerinde ortaya çıkmış en gürbüz ve seçkin örneklerinden bir tanesiydi. Onun fiziksel gelişimi muhteşemdi. Onun aklı etkin, keskin ve derindi — çağdaşlarının ortalama aklına kıyasla, devasa ölçeklerde gelişmiş haldeydi — ve, onun ruhaniyeti gerçekten de insansı biçimde kutsaldı.
128:6.3 (1415.3) Ailenin mali durumu, Yusuf’un mal varlığının yok oluşundan beri en iyi düzeydeydi. Son ödemeler, kervan tamir atölyesi için yapılmış haldeydi; onların hiç kimseye borcu bulunmamaktaydı, ve senelerdir ilk kez, belli bir miktar kaynak artmıştı. Bu gerçekleşirken, ve öncesinde diğer kardeşlerini ilk Hamursuz törenleri için Kudüs’e götürmüş olduğu için, İsa, (sinagog okulundan daha henüz mezun olmuş) Yude’ye mabede olan ilk ziyaretinde eşlik etmeye karar verdi.
128:6.4 (1415.4) Onlar Kudüs’e çıkıp, kardeşini Samarya’nın içinden geçirirse sorun çıkabileceğinden çekinerek, Ürdün vadisi üzerinden aynı yoldan geri döndüler. Hâlihazırda Nasıra’da Yude, güçlü vatansever eğilimleri ile birlikte sabırsız eğilimi nedeniyle birkaç kez ufak çaplı olaya karışmıştı.
128:6.5 (1415.5) Onlar Kudüs’e beklenen sürede varmış olup, mabede olan ilk hareketleri üzerinde, Bethanili Lazarus ile buluşma imkânı yakaladıklarında, tam da mabedin görünüşü ruhunun en derinlerine kadar Yude’yi fazlasıyla etkileyip onu heyecanlandırdı. İsa Lazarus ile konuşurken ve Hamursuz’u ortak kutlamaları için düzenlemelerde bulunmaya çalışırken, Yude hepsi için gerçek bir sorun çıkarmaya başladı. Hemen yakında, geçmekte olan bir Musevi kızı hakkında belli bir uygunsuz yorumda bulunmuş olan bir Roma muhafızı durmaktaydı. Yude aşırı sinirden kıpkırmızı kesildi, ve, bu türden bir uygunsuzluğu onaylamayışını doğrudan bir biçimde askerin duyabileceği şekilde ifade etmekte hiç de yavaş davranmadı. Bu dönemde Roma askeri birlikleri, Musevilerin gösterebilecekleri saygısızlığa karşılık gelebilecek her şeyde oldukça hassaslardı böylece, muhafız hiç vakit kaybetmeden Yude’yi tutukladı. Bu, genç vatanseverin kaldırabileceğinden çok daha fazlaydı ve, İsa’nın uyarıcı bir bakış ile onu ikaz edebilmesinden önce, hepsinin kötü bir durumu sadece daha da kötü yapan bir biçimde, ifade edemeyeceği Roma-karşıtı hislerini hiç sakınmadan gerçekleştirdiği bir haykırış dilinden çıkarmış oldu. Yude, yanında İsa ile birlikte, hemen doğrudan askeri hapishaneye götürüldü.
128:6.6 (1415.6) İsa, Yude için olabilecek en yakın duruşma zamanını elde etmeyi, bu olmaz ise, o akşam Hamursuz kutlamasına onun salıverilmesini sağlamaya çabaladı ancak, o, bu girişimlerinde başarısız oldu. Bir sonraki gün Kudüs’de bir “büyük kutsal buluşma” olduğu için, Romalılar bile, bir Musevi’ye karşı getirilecek olan suçlamaları görüşmeye cüret edemezlerdi. Bunun uyarınca, Yude, tutuklanmasından sonraki, ikinci günün sabahına kadar zindanda kalmaya devam etti; ve, İsa, hapishanede onunla birlikte kaldı. Onlar mabette, kanunun evlatlarının İsrail’in bütüncül vatandaşlığına olan kabul töreninde mevcut bulunmamışlardı. Yude; üyesi bulunduğu ve içinde çok faal olduğu vatansever örgüt olan Zeolotlar’ın adına kendisine verilmiş propaganda görevi ile ilişkili olarak bir Hamursuz dönemi Kudüs’de bir daha bulunacağı zaman kadar, birkaç yıl boyunca bu resmi törenden geçmeyecekti.
128:6.7 (1415.7) Hapiste ikinci günlerinin ertesi sabahı, İsa, Yude adına askeri hâkimin karşısına çıktı. Kardeşinin küçüklüğü için özürde bulunarak ve onun tutuklanmasıyla sonuçlanmış olayın kışkırtıcı doğasına dair ilave nitelikte açıklayıcı ancak adil bir ifade ile İsa meseleyi öyle bir biçimde sundu ki, hâkim, genç Musevi’nin şiddetli taşkınlığı için kabul edilebilir belli bir gerekçesi olabileceği yönünde görüşünü bildirdi. Kendisinin bu tür sabırsızlık yüzünden tekrar suçlu duruma düşmemesi hususunda Yude’yi uyarmasından sonra, o İsa’ya şunları söyleyerek davayı sonlandırdı: “Gözünü ufaklıktan ayırmamakla iyi ederdin; onun, hepiniz için fazlasıyla sorun çıkarma potansiyeli var.” Ve, Roma hâkimi, doğruyu söylemişti. Yude İsa için dikkate değer düzeyde sorun yaratmıştı ve, her zaman orada — düşüncesizliği ve bilgesizce gerçekleştirdiği vatansever taşkınlıkları nedeniyle resmi makamlar ile yaşanılmış çatışmalar halinde — bu nitelikte sorun var olmaya devam etmişti.
128:6.8 (1416.1) İsa ve Yude gece için Bethani’ye yürüyerek hareket etmişler, onlara Hamursuz yemeği için verdikleri buluşma sözüne neden uyamadıklarını açıklamışlar, ertesi gün ise Nasıra için dönüş yoluna koyulmuşlardı. İsa ailesine, küçük kardeşinin Kudüs’deki tutuklanmasından bahsetmedi; ancak, o Yude ile, geri dönüşlerinin yaklaşık olarak üç hafta sonrasında bu olay hakkında uzunca bir konuşmada bulundu. İsa ile bu konuşmadan sonra, Yude’nin kendisi olayı aileye söyledi. O hiçbir zaman, bu zorlu deneyimin tamamı boyunca ağabey-babasının sergilemiş olduğu sabrı ve tahammülü unutmadı.
128:6.9 (1416.2) Bu, kendi ailesinin herhangi bir üyesi için katıldığı son Hamursuz’ idi. Artan bir biçimde İnsan’ın Evladı, kendi beden ve kanı ile olan yakın ilişkileminden ayrılmaya başlamaktaydı.
128:6.10 (1416.3) Bu yıl, derin düşünce aralıkları sıklıkla, Ruth ve onun oyun arkadaşları tarafından kesilmekteydi. Ve, her zaman İsa; dünya ve evren için olan gelecek görevi üzerindeki düşünüşünü, Kudüs’e olan çeşitli ziyaretlerinde yaşamış oldukları şeyleri anlatışından hiçbir zaman yorulmayan bu küçüklerin çocuksu neşesi ve taptaze mutluluğunu paylaşabilmesi için ertelemeye hazırdı. Onlar aynı zamanda, İsa’nın hayvanlar ve doğa hakkındaki hikâyelerinden büyük bir keyif duymaktaydı.
128:6.11 (1416.4) Çocuklar her zaman tamir atölyesinde çok iyi karşılanmaktaydı. İsa, atölyenin yanı başına kumlar, bloklar ve kayalar koymuştu; ve, küme küme çocuklar, kendilerini eğlendirmek için buraya akın etmekteydi. Oyunlarından sıkıldıklarında, daha kendine güvenir olanları atölyeyi gizli gizli kolaçan ederdi; ve, eğer atölye sahibi meşgul değilse, cesaretlerini toplayan biçimde içeri gidip şunları söylerlerdi: “Yeşu amca, dışarı gel ve bize uzun bir hikâye anlat.” Bunun ardından, onlar İsa’yı, karşısındaki yerde yarı daire olmuş çocuklar ile birlikte atölyenin köşesindeki meşhur kaya üzerine oturtana kadar ellerinden çekiştirerek dışarı çıkartırlardı. Ve, Yeşu Amcaları’ndan küçük çocuklar böyle keyif almaktaydılar. Onlar gülmeyi, ve kalpten gülmeyi öğrenmekteydiler. Çocukların en küçük olanlarının bir veya ikisinin, İsa hikâyelerini anlatırken onun mimiklerine büyülenmiş bir şekilde bakan bir biçimde, dizlerinin üzerine çıkıp, orada oturması adet olmuştu. Çocuklar İsa’yı derinden sevmişti, ve İsa çocukları derinden sevmişti.
128:6.12 (1416.5) Arkadaşları için; İsa’nın nasıl bu kadar ani ve bütüncül bir biçimde siyaset, felsefe ve dine ait derin söyleşilerden, beş ila on yaşında değişen bu küçük çocukların rahat ve neşeli oyunculuğuna geçebildiğine dair, onun ussal etkinliklerinin kapsamını kavramaları zordu. Daha fazla boş zamana sahip olan bir biçimde erkek ve kız kardeşleri büyüdükçe, ve torunlar gelmeden önce, bu küçüklere çok fazla bir ilgi göstermişti.
128:7.1 (1416.6) Bu yıl başlarken, Nasıralı İsa artan bir biçimde, potansiyel gücün geniş bir kapsamına sahip olduğunun bilincine vardı. Ancak, o benzer bir biçimde, bu gücün, en azından vakti gelene kadar, İnsan Evladı olan kişiliği tarafından kullanmamasına gerektiğine tamamen ikna olmuştu.
128:7.2 (1417.1) Bu zaman zarfında, o, kendisinin gökteki Babası ile olan ilişkisi hakkında çok az düşündü fakat ondan çok az bahsetti. Ve, şunu söylediğinde, tüm bu düşünmenin sonucu tepebaşındaki duasında bir seferinde ifade edildiği gibi: “Kim olduğumdan ve hangi gücü taşıyıp taşımadığımdan bağımsız olarak, Cennet Yaratıcım’ın iradesine her zaman bağlı oldum, ve her zaman bağlı olacağım.” Ve yine de, bu insan Nasıra etrafında işe gelir giderken, uçsuz bucaksız bir evren ile ilişkili olarak — “kendisinde bilgeliğin ve bilginin tüm hazinelerinin saklı olduğu” kelimenin tam anlamıyla doğruydu.
128:7.3 (1417.2) Tüm bu yıl, aile olayları Yude haricinde pürüzsüz bir biçimde ilerlerdi. Yıllar boyunca Yakup; çalışan biçimde yerleşik yaşama adım atma eğiliminde bulunmayan, ne de aile giderlerinin kendisine ait payı için hesaba katılabilen, en küçük kardeşi ile sorun yaşamıştı. Her ne kadar evde yaşarsa da, ailenin idaresi için kendisine düşen kısmı kazanmada vicdani bir biçimde hareket etmemekteydi.
128:7.4 (1417.3) İsa, bir barış insanıydı ve, zaman zaman onun yüzü, Yude’nin kavgacı eylemleri ve vatansever nitelikli sayısız taşkınlıkları nedeniyle kızarmıştı. Yakup ve Yusuf ondan ayrılma yanlısıydı, ancak İsa buna izin vermezdi. Sabırları çok ciddi bir biçimde zorlandığı zaman, o yalnızca şunu tavsiye etti: “Sabırlı olun. Tavsiyenizde bilgeli ve yaşamlarınızda doğru olun ki, küçük kardeşiniz ilk önce doğru yolu öğrenebilsin, daha sonra bu yolda sizleri takip etme zorunluluğu hissetsin.” İsa’nın bilge ve sevgi dolu tavsiyesi ailede gerçekleşebilecek bir kopmayı önledi; onlar beraber yaşamaya devam ettiler. Ancak, Yude, evlenene kadar aklı başında haline hiçbir zaman getirilememişti.
128:7.5 (1417.4) Meryem nadiren, İsa’nın gelecek görevi hakkında konuşmaktaydı. Bu konu ne zaman kendisine açıldığında, İsa yalnızca “Vaktim henüz gelmedi” şeklinde yanıt vermekteydi. İsa ailesini, kişiliğinin dolaylı mevcudiyetine olan bağlılığından ayırmanın zorlu görevini neredeyse tamamlamış haldeydi. O hızlı bir biçimde; insanlara olan gerçek hizmetinin daha etkin girişine başlamak amacıyla bu Nasıra evinden düzen içinde ayrılacağı gün için hazırlanmaktaydı.
128:7.6 (1417.5) Yedinci bahşedilişinde İsa’nın ana görevinin, Nebadon egemenliğini elde etme olarak, yaratılmış deneyiminin kazanılması olduğu gerçeğini hiçbir zaman gözden kaçırmayın. Ve, tam da bu deneyimin elde edilişinde, o, Cennetin Yaratıcısı’nın en yüksek derecedeki açığa çıkarılışını Urantia’ya ve onun içinde bulunduğu bütün yerel evrene gerçekleştirmişti. Bu amaçların sonucu olarak gerçekleşmiş bir biçimde, o aynı zamanda, bu dönemde Lucifer isyanı ile ilişkili konumda bulunan bu gezegenin karmaşık hale gelmiş olaylarını çözme sorumluluğunu üstlenmiştir.
128:7.7 (1417.6) Bu yıl, İsa, olağandan fazla boş zamanı keyifle deneyimlemiş olup, tamir atölyesinin idaresinde Yakup’u ve ev olaylarının yönetiminde Yusuf’u hazırlamaya daha fazla zaman ayırmıştı. Meryem, İsa’nın onlardan ayrılmak için hazırlanmakta olduğunu hissetti. Kendilerini bırakıp nereye gidecekti? Ne yapmak için bu gerçekleştirecekti? O neredeyse, İsa’nın Mesih olduğuna dair düşüncesini bırakmış haldeydi. Meryem, İsa’yı anlamamaktaydı o yalın bir ifade ile, en büyük oğlunu kavrayamamaktaydı.
128:7.8 (1417.7) İsa bu yıl zamanının büyük bir kısmını, ailesinin bireysel üyeleri ile geçirdi. İsa onları, uzun ve sıklıkla gerçekleşen tepebaşı ve şehir dışı gezintilerine çıkarmaktaydı. Hasattan önce, o Yude’yi, Nasıra’nın güneyinde bulunan çiftçi amcasının yanına götürdü; ancak, Yude, hasattan sonra uzunca bir süre boyunca orada kalmaya devam etmedi. Yude buradan kaçmıştı, ve Şimon daha sonra onu göldeki balıkçılarla bulmuştu. Şimon onu eve getirdiğinde, İsa kaçak ufaklıkla yaşananlar hakkında konuştu; Yude bir balıkçı olmak istediği için, İsa kendisiyle Mecdel’e kadar gidip, onu, balıkçı olan bir akrabasının gözetimine verdi; ve, Yude, oldukça iyi bir biçimde ve bu zaman zarfından evliliğine kadar düzenli bir biçimde çalışmıştı ve, o, evliliğinden sonra da bir balıkçı olmaya devam etmişti.
128:7.9 (1418.1) En sonunda, İsa’nın tüm erkek kardeşlerinin yaşam mesleklerini seçtiği ve onun içinde kendilerini ispatladıkları gün gelmişti. Bu aşama, İsa’nın evden olan ayrılışı için hazırlanmaktaydı.
128:7.10 (1418.2) Kasım ayında, çifte düğün gerçekleşti. Yakup ve Esta, ve, Meryem ve Yakob evlendi. Bu gerçekten de sevinç dolu bir olaydı. Meryem bile, arada sırada İsa’nın ayrılmaya hazırlık yaptığını fark edişi dışında, daha da mutluydu. O, büyük bir belirsizliğin altında ızdırap çekmekteydi: bir çocuk iken yapmış olduğu gibi onunla bir otursa ve her şeyi özgürce konuşsa ne de güzel olurdu, ancak İsa, tutarlı bir biçimde, konuşmamasını sürdürmekteydi; geleceği hakkında o çok derin bir biçimde sessizdi.
128:7.11 (1418.3) Yakup ve gelin eşi Esta, Esta’nın babasının hediyesi olan, kasabanın batı yakasında güzel küçük bir eve taşınmıştı. Yakup annesinin evine yardım etmeyi sürdürdüğünde, payına düşen miktar evliliği nedeniyle iye bölünmüştü; ve, Yusuf resmi olarak, İsa tarafından ailenin başına getirilmişti. Yude bu aşamada, her ay kendi payına düşen kaynağı aslına oldukça uygun bir biçimde eve göndermekteydi. Yakup ve Miryam’ın evlilikleri, Yude üzerinde oldukça iyi bir etkiye sahip oldu; ve, o, çifte evlilikten sonraki gün, balık sahaları için evden ayrıldığında, “üzerime düşen görevi tamamiyle yerine getireceğim, ve gerekirse daha da fazlasını yapacağım” hususunda kendisine güvenebileceğine dair Yusuf’a güvence verdi.
128:7.12 (1418.4) Miryam, baba Yakob’un kendi babalarıyla birlikte toprağa verilişiyle, oğul Yakob’un evinde, Meryem’in evinin yanında yaşadı. Marta evde Miryam’ın yerini aldı ve, yeni düzen, yıl sona ermeden pürüzsüz bir biçimde işlemekteydi.
128:7.13 (1418.5) Çifte düğünün ertesi günü, İsa, Yakup ile önemli bir görüşmede bulundu. O Yakup’a, özel bir biçimde, evden ayrılmaya hazırlanmakta olduğunu söyledi. İsa tamir atölyesinin tüm iyeliğini Yakup’a sunmuş olup, Yusuf’un evinin reisliğini resmi bir biçimde ve tüm ciddiyetiyle kendisinden ayırıp, oldukça dokunaklı bir biçimde kardeşi Yakup’u “babamın evinin reisi ve koruyucu olarak” atadı. İsa; tamir atölyesi hediyesi karşılığında, Yakup’un bundan böyle ailenin tüm mali sorumluluğunu üstleneceğini, böylece gelecekte gerçekleşecek bu hususlardaki tüm sorumluluktan kendisinin azat olduğunu, belirten gizli bir anlaşmayı kaleme alıp, her ikisi de imzaladı. Anlaşma imzalandıktan sonra, bütçe, ailenin mevcut giderleri İsa’nın gelecekteki herhangi bir katkısı olmadan karşılanabilecek şekilde düzenlendikten sonra, İsa Yakup’a şunu söyledi: “Ama, benim oğlum, vaktimin geleceği ana kadar sana her ay bir şeyler göndermeye devam edeceğim, ancak sana gönderdiklerim senin tarafından şartlar gerektiğinde kullanılacak. Benim gönderdiğim kaynakları, uygun düştüğünü gördükçe aile ihtiyaçları veya zevkleri için kullan. Onlardan hastalık durumunda faydalan veya ailenin herhangi bir bireysel üyesinin başına gelebilecek beklenmeyen acil durum koşullarını karşılamak için kullan.”
128:7.14 (1418.6) Ve, böylece İsa, Yaratıcısı’nın görevini yerine getirmek üzere kamuya çıkışından önce, erişkin yaşamının ikinci ve evden-ayrı fazına giriş yapmak için hazırlanmıştı.
Urantia’nın Kitabı
129. Makale
129:0.1 (1419.1) İSA KENDİSİNİ, Nasıra ailesinin iç olaylarının idaresinden ve onun bireylerinin doğrudan yönlendirilişinden bütünüyle ve nihai olarak ayırmış haldeydi. O, tam da vaftiz ediliş anına kadar, aile mali durumuna katkıda bulunmaya ve erkek ve kız kardeşlerinin her birinin ruhsal refahına güçlü bir kişisel ilgi duymaya devam etti. Ve, her zaman o, dul kalmış annesinin rahatı ve mutluluğu için insan tarafından gerçekleştirebilecek her şeyi yapmaya hazırdı.
129:0.2 (1419.2) İnsan Evladı bu aşamada, Nasıra evinden kendisini kalıcı bir biçimde ayırmanın her hazırlığını gerçekleştirmiş haldeydi; ve, bu kendisi için yapılması kolay bir şey değildi. İsa içkin olarak, insanlarını derinden sevmekteydi; o ailesini derinden sevmekteydi, ve bu içkin sevgi, onlara olan olağanüstü bağlılıkla devasa bir biçimde çoğalmış haldeydi. Akranlarımıza daha fazla kendimizi bahşedersek, onları daha fazla derinden sever hale geliriz; ve, İsa kendisini olukça bütüncül bir biçimde ailesine vermiş olduğu için, onları çok büyük ve çok güçlü bir şefkat ile derinden sevmişti.
129:0.3 (1419.3) Ailenin tamamı yavaşça bir biçimde, İsa’nın onlardan ayrılmaya hazırlanmakta oluşunun farkındalığı ile uyanmaktaydı. Beklenen ayrılığın üzüntüsü, yalnızca, amaçladığı ayrılığın duyuruşu için onları hazır hale getirmenin bu gelişmiş yöntemi ile azalmaktaydı. Dört yıldan fazla bir süredir, onlar, İsa’nın nihai ayrılığı için hazırlık yapmakta olduğunu hissetmekteydiler.
129:1.1 (1419.4) M.S. 21 olan bu yılın Ocak ayında, yağmurlu bir Pazar sabahı, İsa; yalnızca, Tiberya’ya kadar gidip oradan da Celile Denizi etrafındaki diğer şehirlere bir ziyarette bulunacağının açıklamasını yaparak, ailesinden törensiz bir biçimde ayrıldı. Ve, böylece İsa, bu hanenin düzenli bir üyesi haline bir daha gelmeyerek, onlardan ayrıldı.
129:1.2 (1419.5) O bir haftasını, yakın zaman içerisinde Celile’nin başkenti olarak Seforis’i geçecek olan yeni şehir Tiberya’da geçirdi; ve, kendisini ilgilendirecek çok az şey bularak o, sırasıyla, Mecdel ve Bethsaida’dan, babasının arkadaşı Zübeyde’ye bir ziyarette bulunmak için durduğu yer olan Kapernaum’a geçti. Zübeyde’nin oğulları balıkçıydı kendisi ise bir gemi ustasıydı. Nasıralı İsa, hem tasarımda ve hem de yapımda bir uzmandı o, ahşapla çalışmada bir ustaydı ve, Zübeyde uzunca bir süredir Nasıralı zanaatkârın becerisini bilir haldeydi. Uzunca bir süre boyunca Zübeyde, gelişmiş tekneler yapma üzerine düşünmüş haldeydi; o bu aşamada planlarını İsa’nın önüne serip, ziyaret halindeki marangozu girişimine katılmaya davet etti, ve İsa bu teklifi hemen kabul etti.
129:1.3 (1419.6) İsa Zübeyde ile yalnızca, bir yıldan biraz daha uzunca bir süre boyunca çalıştı ancak, bu zaman zarfında o, yeni türde bir tekne icat etmiş olup, tekne yapımının tamimiyle yeni yöntemlerini oluşturmuştu. Üstün teknikle ve kamara tahtalarının fazlasıyla gelişmiş buharlanma yöntemleriyle, İsa ve Zübeyde; eski türdeki teknelere kıyasla gölde seyahat etmek için kıyas edilmeyecek kadar güvenli sandal olarak, çok üstün bir türde olan tekneleri inşa etmeye başladı. Birkaç yıl boyunca Zübeyde, bu yeni tür teknelere dönen bir biçimde, küçük kuruluşunun kaldırabileceğinden çok daha fazla iş aldı beş yıldan az bir sürede, göldeki sandalların neredeyse hepsi, Kapernaum’daki Zübeyde’nin atölyesinde inşa edilmiş haldeydi. İsa, yeni teknelerin tasarımcısı olarak Celile balıkçı insanları tarafından oldukça iyi bilinir hale gelmişti.
129:1.4 (1420.1) Zübeyde orta düzeyde varlıklı bir kişiydi; onun gemi yapım atölyeleri Kapernaum’un güneyinde kalan göl üzerinde bulunup, onun evi, Bethsaida’nın ana balıkçılık merkezinin yanındaki göl kıyısının aşağısında konumlanmıştı. İsa bu yıl boyunca Zübeyde’nin evinde yaşamış olup, bu yıl geçince de Kapernaum’da kalmaya devam etti. O bu zamana kadar, dünyada uzunca bir süredir yalnız, yani bir babaya sahip olmadan, çalışmıştı ve, o, bir baba-iş arkadaşı ile çalışmanın bu döneminden fazlasıyla keyif duymuştu.
129:1.5 (1420.2) Zübeyde’nin eşi Şalom; daha yalnızca sekiz yıl önce görevinden alınmış bir biçimde, bir zamanlar Kudüs’de yüksek bir din-adamı ve hala Sadukiler topluluğunun en etkili bireyi olan, Annas’ın bir akrabasıydı. Şalom İsa’yı, Yakup Yahya ve Davut olarak kendi erkek çocuklarını nasıl sevdiyse öyle derinden sevmişti; bunun karşısında, onun dört kızı, İsa’yı büyük ağabeyleri olarak görmüşlerdi. İsa sıklıkla, Yakup, Yahya ve Davut ile balık tutmaya gitmekteydi; ve, bu çocuklar, İsa’nın uzman bir gemi ustası oluşuna ek olarak deneyimli bir balıkçı olduğunu öğrendiler.
129:1.6 (1420.3) Bu yılın tamamı boyunca İsa her ay Yakup’a para gönderiminde bulundu. O Nasıra’ya Ekim ayında, Marta’nın düğününe katılmak için geri döndü; ve, o Nasıra’ya, Şimon ve Yude’nin çifte evliliğinden kısa bir süre önce geri döndüğü zaman olarak, iki yıldan daha fazla bir süre boyunca tekrar uğramadı.
129:1.7 (1420.4) Bu yıl boyunca, İsa, tekneler inşa edip, insanların dünya üzerinde nasıl yaşamakta olduğunu gözlemlemeye devam etti. O sıklıkla; Kapernaum’un, Şam’dan güneye olan doğrudan seyahat hattı üzerinde konumlandığı bir biçimde, kervan durağını ziyaret etmek için aşağıya inerdi. Kapernaum güçlü bir Roma ordu bölgesiydi; ve, garnizonun başında bulunan rütbeli asker, inancını kendi inançlarına sonradan değiştirenler için Museviler’in adlandırdığı biçimiyle “inançlı bir adam” olarak, Yahveh’e inanmakta olan bir Musevi-olmayan kişiydi. Bu asker, varlıklı bir Roma ailesine aitti; ve, o kendi kendisine, İsa’nın Zübeyde ile yaşamak için gelişinden kısa bir süre önce Museviler’e sunulmuş olan, Kapernaum’da güzel bir sinagog inşa etmeyi görev edinmişti. İsa bu sinagogda, bu yılın yarısından daha fazla bir süre boyunca ayinleri yönetti; ve, ayinlere katılma imkânı bulmuş kervan insanlarının bazıları kendisini Nasıra’dan gelmek olan marangoz olarak tanıdı.
129:1.8 (1420.5) Vakit vergilerin ödenmesine geldiğinde, İsa kendisini, bir “Kapernaum’un usta zanaatkârı” olarak kaydetti. Bu günden dünya yaşamının sonuna kadar, Kapernaum’un bir sakini olarak bilindi. O hiçbir zaman başka bir yasal ikametgâh bildirmedi; buna rağmen o diğerlerinin, çeşitli nedenlerden dolayı, Şam, Bethani, Nasıra ve hatta İskenderiye’de kendi ikametini göstermesine izin verdi.
129:1.9 (1420.6) Kapernaum sinagogu içerisinde, o, kütüphane çekmecelerinde birçok yeni kitap buldu. Bir akşam toplumsal yaşamını diğer insanlara ayırırken, diğerinde onu gençlerle geçirmekteydi. İsa’nın kişiliğinde, istisnasız her genç insanı kendisine çeken sevecen ve ilham verici bir şey bulunmaktaydı. O her seferinde bu kişileri, kendi varlığında huzurlu hissettirmekteydi. Galiba, bu kişilerle iyi anlaşmasının altıda yatan büyük sır; her zaman yapmak istediklere şeylere ilgi duymasından, ve, onlar talepte bulunmadıkça nadiren tavsiyesini sunmasından oluşan iki katmanlı gerçekliğe dayanmaktaydı.
129:1.10 (1420.7) Zübeyde ailesi neredeyse İsa’ya ibadet etmişti; ve, onlar, çalışmak amacıyla sinagog için ayrılmasından önce, akşam yemeği sonrasında her akşam soru ve cevaptan oluşan söyleşilere hiçbir zaman katılmazlık etmemişlerdi. Küçük komşular da, sıklıkla, bu akşam-yemeği-sonrası buluşmalara katılmak için gelmekteydiler. Küçüklerden oluşan bu topluluklara, İsa, tam da kavrayacakları derinlikte, çeşitli ve gelişmiş yönergelerde bulundu. İsa onlarla; siyaset, sosyoloji, bilim ve felsefe hakkındaki görüş ve ideallerini ifade eden bir biçiminde, oldukça özgür bir şekilde konuşmaktaydı ancak, o hiçbir zaman, insanın Tanrı ile olan ilişkisi olarak — din hakkında konuşması dışında, en doğru bilgi kaynağıymışçasına olan kesinlikte konuşmaya cüret etmedi.
129:1.11 (1421.1) Bir hafta, İsa, tüm hane halkıyla, atölye çalışanlarıyla ve kıyı yardımcıları ile görüşme düzenledi; zira, Zübeyde birçok çalışana sahipti. Ve, bu çalışanlar arasında İsa ilk kez “Üstün” olarak çağrıldı. Onların hepsi kendisini derinden sevmekteydi. O, Zübeyde ile Kapernaum’da emek vermekten büyük keyif aldı ancak, o, Nasıra marangoz atölyesinin yanı başında çocukların açık havada oynayışını aramaktaydı.
129:1.12 (1421.2) Zübeyde’nin oğulları arasında, Yakup, İsa’ya bir filozof halinde bir öğretmen olarak en fazla ilgi beslemiş olandı. Yahya en fazla, İsa’nın dini öğretisi ve görüşleriyle ilgilenmişti. Davut ona bir makina ustası olarak saygı duymuştu, ancak onun dini görüşleri ve felsefi öğretilerine az ilgi beslemişti.
129:1.13 (1421.3) Sık sık Yude, sinagogla İsa’nın konuşmasını duymak için Şabatları buraya gelir, onu ziyaret etmek için ayin sonrasına kalırdı. Ve, Yude, en büyük abisine dair daha fazla şey gördükçe, İsa’nın gerçekten büyük bir insan olduğundan emin hale gelmişti.
129:1.14 (1421.4) Bu yıl, İsa, insan aklı üzerindeki yükseliş üstünlüğünde büyük ilerlemeler kaydetmiş olup, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi ile bilinçli iletişimin yeni ve daha yüksek seviyelerine erişmişti.
129:1.15 (1421.5) Bu, onun yerleşim yaşamının son yılıydı. Bir daha İsa, bir yerde ve bir sorumluluk içinde tam bir yıl harcamamıştı. Dünya üzerindeki kutsal yolculuklarının günleri hızlı bir biçimde yaklaşmaktaydı. Yoğun etkinliğin dönemleri çok da uzak gelecekte değildi; ancak, bu aşamada, geçmişteki yalın ancak yoğun haldeki etkin yaşamı ile daha da yoğun ve zorlayıcı kamu hizmeti arasına, fazlasıyla faal seyahat ile oldukça çeşitlenmiş kişisel etkinliğin bir kaç yılı girmek üzereydi. Âlemin bir insanı olarak hazırlanışı, Urantia bahşedilişinin kutsal ve insan-ötesi fazlarına ait kusursuzlaşmış Tanrı-insanı olarak öğretme ve duyurma sürecine girişinden önce tamamlanmak zorundaydı.
129:2.1 (1421.6) M.S. 22.yılında, Mart ayında, İsa, Zübeyde’ye ve Kapernaum’a elveda etti. O, Kudüs’e olan yolculuğunun giderlerini karşılamak için küçük miktarda bir para talep etti. Zübeyde ile çalışırken o, yalnızca küçük miktarlarda para alır, bu parayı da her ay Nasıra’da bulunan ailesine gönderirdi. Bir ay Yusuf Kapernaum’a para için inerdi; diğer ay ise Yude, İsa’dan para alıp onu Nasıra’ya götürmek için Kapernaum’a uğrardı. Yude’nin çalıştığı ana balıkçılık merkezi, Kapernaum’un yalnızca birkaç kilometre güneyindeydi.
129:2.2 (1421.7) İsa Zübeyde’nin ailesine elveda ettiğinde, Hamursuz zamanına kadar Kudüs’de kalmaya devam etmeye razı oldu; ve, onların hepsi, bu etkinlik için orada mevcut bulunacaklarını söz verdi. Onlar hatta, Hamursuz akşam yemeğini beraberce kutlamak için düzenlemelerde bulundular. Onların tümü, özellikle Zübeyde’nin kızları, İsa onlardan ayrıldığında çok kederlenmişti.
129:2.3 (1421.8) Kapernaum’dan ayrılmadan önce, İsa, yeni bulmuş olduğu arkadaşı ve yakın dostu olan Yahya Zübeyde ile uzunca bir konuşma gerçekleştirmişti. O Yahya’ya, “vaktim gelene kadar” fazlasıyla seyahat etmeyi düşündüğünü söylemiş olup, kendisinin alacaklı olduğu kaynaklar tükenene kadar her ay Nasıra’daki ailesine belli bir miktarda para gönderme hususunda kendi yerine hareket etmesini rica etti. Ve, Yahya, ona bu sözde bulundu: Benim öğretmenim, görevinin yolunda ve onun için git, dünyadaki görevini gerçekleştir; ben senin için bu veya başka hangi hususta gerekirse onda hareket edeceğim, ve ben, tıpkı kendi anneme baktığım ve kendi erkek ve kız kardeşimler ile ilgilendiğim gibi ailene göz kulak olacağım. Babamın muhafaza ettiği kaynakları emrettiğin gibi ve onlara ihtiyaç duyulabileceği gibi dağıtacağım, ve senin fazla olan paran son kuruşuna kadar tükenirse, eğer o zamana kadar senden daha fazlasını almazsam, ve eğer annen ona ihtiyaç duyarsa, kendi kazancımı onunla paylaşacağım. Huzurla kendi yoluna git. Ben, tüm bu hususlarda senin yerine hareket edeceğim.”
129:2.4 (1422.1) Böylelikle, İsa’nın Kudüs için ayrılışından sonra, Yahya babası Zübeyde’ye İsa’nın alacağı olan para hakkında danıştı ve, Yahya, onun bu kadar büyük bir tutarda oluşu karşısında şaşırdı. İsa bu hususu oldukça bütüncül bir biçimde onlara bırakmış olduğu için, onlar, bu kaynakların gayrimenkullere yatırılmasının ve buralardan gelecek gelir ile Nasıra ailesinin desteklenmesinin daha iyi bir plan olduğunda hem fikir oldular; ve, Zübeyde Kapernaum’da rehinli ve satılığa çıkarılmış küçük bir evi bildiği için, Yahya’nın bu evi İsa’nın parası ile almasını ve evin sahipliğini arkadaşı adına tutmasını emretmişti. Ve, Yahya bunu, babasının tavsiye ettiği gibi yaptı. İki yıl boyunca, evden gelen kira evin taksitleri için kullanılmış olup, bu gelir, İsa’nın yakın bir zamanda aile tarafından ihtiyaç duyulduğunda kullanılması için Yahya’ya göndermiş olduğu büyük miktardaki bir kaynakla birleşen bir biçimde, rehinin sonlanışına denk düşmekteydi; ve, Zübeyde, Yahya’nın vakti geldiğinde ev taksitlerinin geriye kalan tüm kısmını ödeyebilmesi için, böylelikle bu iki odalı evin mülkiyetini rehinden kurtarması için, aradaki farkı karşıladı. Böylelikle, İsa, Kapernaum’da bir evin sahibi haline geldi; ancak, ona bundan bahsedilmemişti.
129:2.5 (1422.2) Nasıra’daki aile İsa’nın Kapernaum’dan ayrılmış olduğunu duyduğunda, Yahya ile olan bu mali anlaşmayı bilmeyen bir konumda, geçimlerini İsa’dan artık herhangi bir yardım almadan sağlamanın vaktinin gelmiş olduğuna inandılar. Yakup İsa ile olan anlaşmasını hatırladı, ve derhal, kardeşlerinin yardımlarıyla birlikte, ailenin bakımı için tüm sorumluluğu üstlendi.
129:2.6 (1422.3) Ancak, Kudüs’de İsa’yı gözlemlemek için geri dönmemize izin verin. Yaklaşık olarak iki ay boyunca o, vaktinin büyük bir kısmını hahamların çeşitli okullarına zaman zaman gerçekleştirdiği ziyaretler ile beraber mabet söyleşilerini dinlemek ile harcadı.
129:2.7 (1422.4) İsa Kudüs’e beraberinde, eski bir yüksek din adamı olan Annas’a kendisini “benim öz olum gibi biri” olarak tanıştıran, Zübeyde’nin eşinden gelen bir mektubu taşımıştı. Annas vaktinin büyük bir kısmını, Kudüs dini öğretmenlerinin birçok akademik kurumuna ziyarette bulunmak için kendisini kişisel olarak gezdiren bir biçimde, onunla harcamıştı. İsa tepeden tırnağa bu okulları gözden geçirip, öğretim yöntemlerini titiz bir biçimde gözlemlerken, kesinlikle, herkes önünde tek bir soru dahi sormadı. Her ne kadar Annas İsa’yı büyük bir kişi olarak gördüyse de, ona nasıl tavsiyede bulunması gerektiğine dair kafa karışıklığı içerisindeydi. O, Kudüs’ün herhangi bir okuluna bir öğrenci olarak girmesini tavsiye edişinin mantıksızlığının farkına varmıştı, ama yine de, bu okullarda daha öncesinde hiç hazırlanmadığı için, İsa’nın düzenli ders veren bir öğretmen konumuna hiçbir zaman getirilmeyecek oluşunu oldukça iyi bilmekteydi.
129:2.8 (1422.5) Yakın bir zaman için içinde Hamursuz vakti geldi çattı ve, her bir taraftan gelen kalabalıklarla birlikte, Zübeyde ve onun tüm ailesi Kapernaum’dan Kudüs’e ulaştı. Onların hepsi, tek vücut haline gelmiş mutlu bir aile olarak Hamursuz’u kutlamış oldukları yer olan, Annas’ın büyük evinde durdu.
129:2.9 (1422.6) Bu Hamursuz haftasının bitişinden önce, tam da şans eseri bir biçimde, İsa, varlıklı bir yolcu ve, on yedi yaşında genç bir adam olan, oğlu ile tanıştı. Bu yolcular Hindistan’dan gelmişti; ve, Roma ve Akdeniz bölgesi üzerindeki çeşitli başka bölgeleri de ziyaret ederlerken yollarının üstünde bulunarak, öncesinden, her ikisi için de tercüman ve oğlu için özel öğretmenlik yapabilecek birini bulabilmeleri umuduyla Hamursuz boyunca Kudüs’e ulaşacak şekilde düzenlemelerini yapmışlardı. Baba, İsa’nın onlarla birlikte seyahat etmeye razı oluşunda ısrar etmekteydi. İsa ailesinden bahsedip, bu süreç içinde kendilerini yardıma ihtiyacı olan bir konumda bulabilecekleri, neredeyse iki yıla varan bir süreliğine ayrılmanın hiç de adil olamayacağını ifade etmişti. Bunun üzerine, Doğu’dan gelen bu yolcu, yoksulluğa karşı ailesini koruma amacıyla arkadaşlarına bu türden kaynakları emanet edebilmesi için, bir yıllık maaşını İsa’ya önceden verme teklifinde bulundu.
129:2.10 (1423.1) İsa bu büyük tutarı, Zübeyde’nin oğlu olan Yahya’ya aktardı. Ve, sizlere, Yahya’nın bu parayı Kapernaum emlağı üzerindeki rehinin kaldırılışında nasıl kullanmış olduğu anlatılmıştır. İsa Zübeyde’yi, bu Akdeniz seyahati hakkında bütünüyle kendisinin sırdaşı yaptı ancak, İsa ondan, hiç kimseye, hatta kendi beden ve kanından gelenlere bile, bunu söylememesi hususunda resmi talepte bulundu; ve, Zübeyde, neredeyse iki yıl süren bu uzun süreç boyunca İsa’nın nerede bulunduğuna dair sahip olduğu bilgiyi hiçbir zaman açığa çıkarmadı. İsa’nın bu seyahatten dönüşünden önce, Nasıra’da bulunan ailesi, ölmüş olduğu fikrine vararak onun hakkında daha fazla düşünmekten vazgeçmek üzere olan bir konumda bulunmaktaydı. Yalnızca, bir kaç sefer oğlu Yahya ile birlikte Nasıra’ya kadar çıkmış olan, Zübeyde’nin güvenceleri Meryem’in kalbindeki ümidi canlı kılmaktaydı.
129:2.11 (1423.2) Bu zaman zarfında, Nasıra ailesi oldukça iyi geçinmekteydi; Yude dikkate değer bir biçimde payına düşen miktarı attırmış olup, evlenene kadar ilave olan katkısını devam ettirmiş konumda bulunmaktaydı. Her ne kadar onlar az yardıma ihtiyaç duymaktaydılarsa da, İsa’nın yönlendirmiş olduğu gibi, her ay Meryem ve Ruth’a armağanlarda bulunma Yahya Zübeyde’nin âdeti olmuştu.
129:3.1 (1423.3) İsa’nın yirmi dokuzuncu yaşının tamamı, Akdeniz dünyası üzerindeki gezintiyi tamamlamakla harcandı. Onun ana olayları, bu deneyimleri açığa çıkarma iznine sahip olduğumuz kadarıyla, bu makalenin hemen sonrasında gelen anlatımların konusunu oluşturmaktadır.
129:3.2 (1423.4) Roma dünyası üzerindeki bu gezinti boyunca, birçok nedenden dolayı, İsa, Şam yazıcısı olarak bilinmişti. Dönüş yolculuğu üzerindeki Korint’de ve diğer duraklarda, o buna rağmen, Musevi özel öğretmeni olarak tanınmıştı.
129:3.3 (1423.5) Bu, İsa’nın yaşamında önemli olaylara sahne olmuş bir dönemdi. Bu seyahat üzerinde o, akran insanlarıyla birçok iletişimde bulundu; ancak, bu deneyim yaşamının, ailenin hiçbir üyesine ne de havarilerin herhangi birine açığa çıkarmamış olduğu, bir fazıdır. İsa beden içindeki hayatını yaşamaya devam edip, bu dünyadan bu geniş kapsamlı ziyarette bulunduğunu (Bethsaidalı Zübeyde dışında) hiç kimsenin bilmediği bir şekilde ayrıldı. Arkadaşlarından bazıları, onun Şam’a geri dönmüş olduğunu düşündü; diğerleri ise, onun Hindistan’a gitmiş olduğuna dair fikir yürüttü. Kendi ailesi, bir seferinde bir hazzan yardımcısı olma amacıyla buraya gitmek için davet edilmiş olduğunu bildikleri için, İskenderiye’de olduğuna dair inanca eğilim gösterdi.
129:3.4 (1423.6) İsa Filistin’e geri döndüğünde, Kudüs’den İskenderiye’ye gitmiş olduğuna dair ailesinin görüşünü değiştirmek için hiçbir şey yapmadı o, Filistin’de bulunmadığı zamanın tümünün bu eğitim ve kültür şehrinde geçirilmiş olduğuna dair inancı sürdürmelerine izin verdi. Yalnızca, Bethsaida’nın gemi ustası bu hususlardaki gerçekleri bilmekteydi, ve Zübeyde bunu kimseye söylemedi.
129:3.5 (1423.7) Urantia üzerinde İsa’nın sahip olduğu yaşamın anlamını çözmedeki tüm çabalarınızda, Mikâil bahşedilişini neyin harekete geçirdiğini göz önünde bulundurmak zorundasınız. Eğer sizler, görünüşte garip olan eylemlerinin çocuğunun anlamını kavrayacak olursanız, onun sizin dünyanız üzerindeki konukluğunun amacını kesin bir biçimde algılar konuma gelirsiniz. O tutarlı bir biçimde, haddinden fazla ilgi çekici ve dikkatleri sürekli olarak üzerine çeken kişisel bir süreci yaratmamaya dikkat etmekteydi. O, akran insanları karşısında olağandışı veya diğer bir değişle onları aşırı bir biçimde kendi etkisine alan bir ilgiyi yaratmak istememekteydi. O; cennetsel Yaratıcıyı akran fanileri için açığa çıkarmaya adanmış olup, aynı zamanda, tam da bu Cennet Yaratıcısı’nın iradesine tabi olurken fani dünya hayatını yaşamanın yüce görevine kutsal olarak bağlanmıştı.
129:3.6 (1424.1) Bu kutsal bahşedilişin tüm fani öğrencileri, onun Urantia üzerindeki bu vücutlaşma hayatını yaşarken, bu hayatı tüm evreni için yaşamış olduğunu hatırlarlarsa, bu aynı zamanda, İsa’nın dünya üzerindeki yaşamını anlamaya her zaman yardımcı olur. Orada, tüm Nebadon evreni boyunca her bir yerleşik âlem için, fani doğaya ait beden içinde yaşamış olduğu hayat ile ilgili özel ve ilham verici bir şey bulunmaktaydı. Bu durumun aynısı, Urantia üzerindeki konukluğunun önemli olaylara sahne olduğu dönemlerden beri yerleşik hale gelmiş tüm dünyalar için de doğruluk taşımaktadır. Ve, bu durum benzer bir biçimde, bu yerel evrenin tüm gelecek tarihi içinde irade sahibi yaratılmışlar tarafından ikamet edilir hale gelebilecek dünyaların tümü için de eşit bir şekilde gerçeklik taşıyacaktır.
129:3.7 (1424.2) İnsan Evladı neredeyse tamamen, Roma dünyasının bu gezintisi boyunca ve bu gezintinin deneyimleri vasıtasıyla, kendi dönem ve neslinden oluşan dünyaya ait çeşitli insan toplulukları ile olan eğitimsel nitelikli iletişim-hazırlanma sürecini bitirmiş oldu. Nasıra’ya olan geri dönüşü zamanında, bu seyahat-hazırlanışının aracı vasıtasıyla, o, Urantia üzerinde insanın nasıl yaşadığını ve mevcudiyetini nasıl idame ettirdiğini neredeyse tamamen öğrenmiş konumdaydı.
129:3.8 (1424.3) Akdeniz havzası etrafındaki gezintisinin gerçek amacı insanları tanımaktı. O bu seyahatte, insanlığın binlercesi ile oldukça yakın hale gelmişti. O; zenginden fakirine, üst konumdan alt konumda olana, siyahından beyazına, eğitimli olandan eğitimsizine, kültürlüsünden kültürsüzüne, hayvansal olandan ruhsal olana, dindar olandan dinden yoksun olana, ahlaklısından ahlaki değerlere sahip olmayana kadar insanların her türlüsü ile buluşmuş olup, onları derinden sevmişti.
129:3.9 (1424.4) Bu Akdeniz seyahati üzerinde, İsa; maddi ve ölümlü akıl üzerinde üstünlük kurmanın insani sorumluluğunda büyük ilerlemeler kaydetmiş olup, onun ikamet eden Düzenleyicisi, bu bahse konu insan usunun yükselişinde ve onun ruhsal olarak egemenlik altına alınışında büyük ilerleme göstermişti. Bu gezintinin sonuna doğru, İsa neredeyse tamamen, tüm insansı kesinlik ile — Kâinatın Yaratıcısı’nın bir Yaratan Evladı olarak, bir Tanrı Evladı olduğunu bilmekteydi. Düzenleyici gittikçe artan bir biçimde; bu Nebadon yerel evrenini düzenlemek ve onu yönetmek için daha gelmeden önce, kutsal Yaratıcısı ile ilişkili olan Cennet deneyiminin belirsiz anılarını İnsanın Evladı’nın aklına getirmeye yetkin hale gelmekteydi. Böylelikle, Düzenleyici, azar azar, neredeyse ebedi olan geçmişin çeşitli çağlarında onun önceki ve kutsal mevcudiyetine ait bu gerekli anıları İsa’nın insan bilincine getirmişti. Düzenleyici tarafından gün ışığına getirilmiş onun insan-öncesi deneyiminin son yaşanmışlığı, Urantia vücutlaşım sürecine adım atmak için bilinci yerindeki kişiliğini bırakmadan hemen önce Salvington’un Emanuel’i gerçekleştirmiş olduğu elveda görüşmesiydi. Ve, insan-öncesi mevcudiyete ait bu nihai hafıza imgesi, Ürdün vadisinde Yahya tarafından gerçekleştirilmiş olan vaftiz edilişinin o gününde İsa’nın bilincinde belirgin hale geldi.
129:4.1 (1424.5) Gözlemlemekte olan yerel evrenin göksel usları için, bu Akdeniz seyahati, en azından çarmıha gerilme olayına ve fani ölümüne kadar uzanan tüm süreci içinde, İsa’nın bütün dünya deneyimleri içinde en ilgi çekici olanıydı. Bu, kamu hizmetinin yakın bir zaman içinde onu takip edecek olan çağına tezat oluşturan bir biçimde, kişisel hizmetinin büyüleyici dönemiydi. Bu benzersiz yaşanılmışlık her şeyden önce çok etkileyiciydi, çünkü İsa bu zaman zarfında hala Nasıralı marangoz, Kapernaumlu gemi ustası ve Şamlı yazıcıydı o hala İnsan Evladı’idi. O henüz, insan aklının bütüncül üstünlüğünü elde etmiş halde bulunmamaktaydı Düzenleyici, fani kimliğin bütünüyle üstesinden gelememiş ve ona ortak eş olamamıştı. O hala, insanlar arasında bir insandı.
129:4.2 (1425.1) İnsan Evladı’nın tamamiyle insan kökenli olan dini deneyimi — kişisel nitelikli ruhsal büyüme olarak — bu, yirmi dokuzuncu yaşta kazanımın neredeyse doruk noktasına ulaşmıştı. Ruhsal gelişimin bu deneyimi; Düşünce Düzenleyicisi’nin varış anından, Ürdün vadisindeki bahşedilişinin gününde âlemin vücutlaştırılmış bir fanisi olarak İnsan Evladı’nın kesinlikte ve tamamlanışta erişmiş olduğu deneyim olan bu iki aklı bir yapmanın olgusu biçimindeki — insanın maddi aklı ile ruhaniyetin akıl-bahşedilişi arasında olan bu doğal kökenli ve olağan insan iletişiminin tamamlandığı ve onaylandığı güne kadar, tutarlı nitelikteki kademeli bir biçimde artan büyümeydi.
129:4.3 (1425.2) Bu yıllar boyunca, her ne kadar o, cennetteki Yaratıcısı ile resmi birlikteliğin birçok dönemine katılır görülmemişse de, Cennet Yaratıcısı’nın ikamet eden ruhaniyet mevcudiyeti ile olan kişisel iletişiminin artan bir biçimde etkin hale gelmiş yöntemlerini kusursuzlaştırdı. O beden içinde; bütüncül bir yaşam olarak gerçek bir yaşam, ve tam anlamıyla doğal kökenli olağan ve ortalama bir yaşamı yaşadı. O, zaman ve mekânın maddi dünyaları üzerinde insan varlıklarının yaşamlarını yaşayışlarına dair özün gerçekte neye denk düştüğünü kişisel deneyiminden bilmektedir.
129:4.4 (1425.3) İnsan Evladı, muhteşem neşeden derin kedere kadar uzanan insan duygusunun bu geniş kapsamlarını deneyimlemişti. O, neşenin bir çocuğu, nadiren görülen iyi mizahın bir varlığıydı benzer bir biçimde, o, bir “kederlerin insanı olup, acı ile tanışmıştı.” Ruhsal bir açıdan, o, fani yaşam boyunca başlangıcından bitişine kadar gerçekleşen bir biçimde, en alttan en üst noktasına kadar yaşamıştı. Maddi bir açıdan o, insan mevcudiyetinin toplumsal olan bu iki aşırı ucu boyunca yaşamaktan kaçmış bir görünüm sergileyebilir, ancak, o, insanlığın bütüncül ve eksiksiz deneyimi ile tamamiyle aşina olan hale gelmişti.
129:4.5 (1425.4) İsa; doğumdan ölüme kadar, âlemlerin evrimsel ve yükseliş fanilerine ait, dürtüler ve uyarımlar olarak, düşünceleri ve hisleri bilmektedir. O insan hayatını fiziksel, ussal ve ruhsal başlangıçlarından bebekliğe, çocukluğa, gençliğe ve erişkinliğe — hatta insanın ölüm deneyimine kadar — yaşamıştır. O yalnızca, ussal ve ruhsal ilerlemenin bu olağan ve benzer insan dönemlerinden geçmemişti; o aynı zamanda, çok az Urantia fanisinin sonsuza kadar erişebileceği insan ve Düzenleyici bütünleşmesinin daha yüksek ve daha gelişmiş fazlarını bütüncül bir biçimde deneyimlemişti. Ve, böylece o; yalnızca dünyanız üzerine yaşanıldığı haliyle değil, aynı zamanda zaman ve mekânın tüm diğer evrimsel dünyaları üzerinde, ve hatta ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmuş olan dünyalarının tümü içinde en yüksekte ve en gelişmiş olanında bile, yaşanıldığı gibi fani insanın bütüncül yaşamını deneyimlemişti.
129:4.6 (1425.5) Her ne kadar fani bedenin suretinde yaşamış olduğu bu kusursuz yaşam, zamanında fani akranlarının koşulsuz ve evrensel onayını almamış olabilse de, Nasıralı İsa’nın beden içinde ve Urantia’da yaşamış olduğu yaşam, hâlihazırda; aynı anda ve tek ve aynı kişilik-yaşamı içerisinde, ebedi Tanrı’nın fani insan için açığa çıkarılışının bütüncüllüğünü ve Sınırsız Yaratan’ın tatmini için kusursuzlaştırılmış insan kişiliğinin sunumunu bünyeleştirir olarak, Kâinatın Yaratıcısı’nın bütüncül ve koşulsuz kabulünü almıştır.
129:4.7 (1425.6) Ve, bu onun gerçek ve yüce amacıydı. O Urantia üzerinde; erkek veya kadın, bu çağda veya diğerinde, herhangi bir çocuk veya erişkin için kusursuz ve ayrıntılı örnek olarak yaşamak amacıyla inmemişti. Dolu dolu, zengin, güzel ve soylu yaşamı içerisinde hepimizin, kutsal bir biçimde ilham verici olarak seçkin bir biçimde örnek oluşturabilecek fazlasıyla şey bulabilecek oluşu gerçekten de doğrudur; ancak, bu, onun gerçek ve tamamiyle özgün bir insan hayatını yaşamış olmasından kaynaklanmaktadır. İsa dünya üzerindeki hayatını, tüm diğer varlıklarının birebir tekrar etmesi amacıyla bir örnek yaratmak amacıyla yaşamadı. O beden içindeki bu hayatı, hepinizin dünya üzerinde hayatlarınızda yaşayabilme ihtimaline sahip olduğunuz aynı bağışlama hizmeti vasıtasıyla yaşadı ve, o fani yaşamını kendi gününde ve kendisi olarak yaşadı böylece, o, hepimiz için, yaşamlarımızı kendi günümüzde ve biz olarak yaşaması amacıyla örnek oluşturdu. Siz onun hayatını yaşama arzusuna sahip olmayabilirsiniz, ancak siz, tam da onun kendi yaşamını yaşadığı gibi, ve aynı araçlarla, kendi yaşamlarınızı yaşamadaki sorunlarınızı çözebilirsiniz. İsa, bu yerel evrenin tüm âlemleri üzerinde her çağdaki fanilerin tümü için gündelik ihtiyaca doğrudan cevap veren ve ayrıntılı örnek olmayabilir; ancak, o sonsuza kadar, başlangıç yükselişinin dünyalarından kâinat âlemleri boyunca ve oradan Havona’ya ve son olarak Cennet’e kadar tüm Cennet kutsal yolcuları için ilham kaynağı ve onların rehberidir. İsa; insandan Tanrı’ya, eksik olandan kusursuz olana, dünyevi olandan cennetsel olana, zamandan ebediyete yeni ve yaşayan yoldur.
129:4.8 (1426.1) Yirmi dokuzuncu yaşın sonuna doğru Nasıralı İsa neredeyse tamamen, beden içinde konuklukta bulunanlar olarak faniler için gerekmekte olan hayatı yaşamayı tamamlamıştı. O dünyaya, Tanrı’nın bütüncüllüğünü insan için görünür kılmak amacıyla gelmişti; o bu aşamada, Tanrı için görünür hale gelmek için fırsat bekleyen bir biçimde, insanın neredeyse kusursuz olan konumuna gelmiş haldeydi. Ve, o tüm bunları, otuz yaşına gelmeden önce gerçekleştirmişti.
Urantia’nın Kitabı
130. Makale
130:0.1 (1427.1) ROMA dünyası gezintisi, İsa’nın dünya üzerindeki yirmi sekizinci yılın büyük bir kısmını ve yirmi dokuzuncu yaşının tamamını kapladı. İsa ve Hindistanlı — Gonod ve onun oğlu Ganid ismindeki — iki yerli Kudüs’den, M.S. 22.yılında Nisan’ın 26’ında, bir Pazar yola çıkmışlardı. Onlar yolculuklarını planlamış oldukları zaman zarfında gerçekleştirmiş olup, İsa baba ve oğluna, M.S. 23.yılında olarak, ertesi yılın Aralık ayının onuncu günü Basra Körfezi üzerindeki Çaraks şehrinde elveda etmişti.
130:0.2 (1427.2) Kudüs’den onlar Kayserya’ya Yafa üzerinden gittiler. Kayserya’da onlar İskenderiye için bir bota bindiler. İskenderiye’den Lasea’ya Girit’de denizden yol aldılar. Girit’den onlar, Kirene önünden, Karaca’ya için denizde ilerlediler. Kartaca’da onlar; Malta, Siraküza ve Messina’da durarak, Napoli için bir tekneye bindiler. Napoli’den onlar, Appian Yolu üzerinden Roma’ya gittikleri yer olan Capua’ya vardılar.
130:0.3 (1427.3) Roma’daki ikametlerinden sonra onlar, Nikopolis ve Korint’de duran bir biçimde, Yunanistan’daki Atina için demir aldılar. Atina’dan onlar, Troas üzerinden Efes’e gittiler. Efes’den, Rodos’u deniz yollarının içine katan bir biçimde, Kıbrıs için demir aldılar. Onlar önemli miktardaki zamanlarını Kıbrıs üzerinde ziyarette ve dinlenmede harcamış olup, bunun sonrasında Suriye’de bulunan Antakya’ya denizden hareket ettiler. Antakya’dan Sidon’a güney doğrultusunda hareket etmiş olup, bunun sonrasında Şam’a uğradılar. Buradan kervan ile, Tipsakus ve Larissa’dan geçen bir şekilde, Mezopotamya’ya seyahat ettiler. Onlar, Ur ve diğer yerleri ziyaret eden bir biçimde, vakitlerinin belli bir kısmını Babil’de harcamış olup, bunun sonrasında Susa’a gittiler. Susa’dan, Gonod ve Ganid’in Hindistan için yola çıktıkları yer olan, Çaraks’a seyahat ettiler.
130:0.4 (1427.4) İsa, Gonod ve Ganid tarafından konuşulmakta olan dilin başlangıç düzeylerini, Şam’da dört ay boyunca çalışırken kazanmıştı. Burada bulunurken, İsa zamanının büyük bir kısmını, Gonod’un gelmekte olduğu yöreden olan bir yurttaşı tarafından yardım gören bir biçimde, Yunan dilinden Hindistan dillerinden bir tanesine olan çeviriler üzerinde emek harcayarak geçirmekteydi.
130:0.5 (1427.5) Bu Akdeniz gezintisi üzerindeyken, İsa gününün yaklaşık olarak yarısını, Gonod’un iş görüşmeleri ve toplumsal iletişimleri süresince Ganid’e öğretmenlik yaparak harcamaktaydı. Kendi idaresinde olmuş olan, her günün geride kalan kısmını, o; kamu hizmetinin hemen öncesindeki bu yıllar boyunca sahip olduğu etkinlikleri oldukça bütüncül bir biçimde temsil etmiş olan, âlemin fanileriyle gerçekleştirmiş olduğu içten birliktelikler olarak, akran insanlarıyla birlikte bu yakın kişisel iletişimlerde bulunmaya harcamıştı.
130:0.6 (1427.6) İlk elden gözlemle ve kişisel olarak gerçekleştirdiği iletişimle İsa, Doğu ve Levant’ın daha yüksek bir konumda bulunan maddi ve ussal medeniyeti ile kendisini tanıştırdı Gonod ve onun parlak oğlundan, Hindistan ve Çin’in sahip olduğu medeniyet ve kültür hakkında fazlasıyla şey öğrenmişti, zira kendisi Hindistan’ın bir vatandaşı olarak Gonod, sarı ırkın krallığına geniş çaplı üç ziyarette bulunmuştu.
130:0.7 (1427.7) Genç adam Ganid, bu uzun ve yakın iletişim boyunca İsa’dan çok fazla şey öğrenmişti. Onlar, birbirleri için büyük bir sevgi besler hale gelmişlerdi; ve, ufaklığın babası birçok kez İsa’yı, Hindistan’a onlarla birlikte geri dönmek için ikna etmeyi denemişti; ancak, İsa her seferinde, Filistin’de bulunan ailesine geri dönmesinin gerekliliğini sebep göstererek bu teklifi geri çevirmişti.
130:1.1 (1428.1) Yafa’daki konaklıkları boyunca, İsa, bir Şimon için tabakacı konumunda çalışmış, bir Filistin çevirmeni olan Gadiah ile tanışmıştı. Gonod’un Mezopotamya’da bulunan temsilcileri bu Şimon ile fazla sayıda iş ilişkisinde bulunmuşlardı böylece Gonod ve oğlu, Kayserya’ya olan ziyaretlerinde kendisine bir uğrama arzusu duydu. Yafa’da konaklarlarken, İsa ve Gadiah yakın arkadaş hale geldiler. Bu genç Filistinli, gerçekliğin bir arayıcıydı. İsa, gerçekliğin bir sağlayıcısıydı o, Urantia üzerinde bu nesil için gerçekliğin tam da kendisiydi. Büyük bir gerçeklik aracısı ile büyük bir gerçeklik sağlayıcısı bir araya geldiğinde, sonuç, yeni gerçekliğin deneyiminden doğan büyük ve özgürleştirici bir aydınlanma olmuştu.
130:1.2 (1428.2) Bir gün akşam yemeğinden sonra, İsa ve genç Filistinli, deniz kenarında yürüyüşe çıktı ve, Gadiah İsa’ya, karşısındaki bu “Şamlı yazıcının” tarihsel İbrani anlatımlarıyla çok fazlasıyla bilgili olduğunu bilmez halde, Yunus’un Tarşiş’e olan talihsiz seyahatine çıkmış olduğu söylenen meşhur gemi limanını göstermişti. Ve, Gadiah yorumlarını bitirdiğinde İsa’ya şu soruyu yöneltti: “Ama, büyük balığın gerçekten de Yunus’u yuttuğunu mu düşünüyorsun?” İsa, bu genç adamın yaşamının bu tarihsel anlatım tarafından devasa bir biçimde etkilenmiş bulunduğunu, ve, bunun üzerinde düşünmenin görevden kaçmaya çalışmadaki akılsızlığın çıkarımında bulunmasına neden olduğunu sezmişti; İsa bu nedenle, Gadiah’ın gündelik yaşamını mevcut bir biçimde güdüleyen amaçların temellerini aniden yıkacak hiçbir şey söylemedi. Bu soruya cevap olarak İsa şunu söyledi: “Dostum, hepimiz, Tanrı’nın iradesi uyarınca yaşayacak hayatlara sahip olan bir biçimde Yunus’uz; ve, ne zaman bizler, çok uzakta bulunan çekiciliklere varmak için yaşamın hâlihazırdaki sorumluluğundan kaçmaya çalışırsak, böylelikle kendimizi, gerçekliğin güçleri ve doğruluğun kuvvetleri tarafından yönlendirilmemekte olan etkilerin doğrudan denetimine teslim etmekteyiz. Görevden olan kaçış, gerçeklikten olan feragattir. Işık ve yaşamın hizmetinden kaçmak, sadece; şayet Tanrı’yı arkalarında bırakmış olan bu gibi Yunuslar kalplerini, hayal kırıklıklarının en derinlerinde bulunurken bile, Tanrı’yı ve onun iyiliğini aramaya çevirmezlerse, nihai olarak karanlığa ve ölüme götürecek olan bencilliğin çetin balinalarıyla gerçekleşecek bu sıkıntı dolu çatışmalarla sonuçlanacaktır. Ve, bu türden ümitsizliğe kapılmış olan ruhlar içten bir biçimde Tanrı’yı ararlarsa — gerçekliğin açlığını ve doğruluğun susuzluğunu duyarlarsa — orada onları bir dakika bile esarette tutabilecek hiçbir şey olamaz. Ne kadar büyük derinliklere düşmüş olmalarından bağımsız olarak, bütün bir kalp ile ışığı aradıkları zaman, cennete ait Koruyucu Tanrı’nın ruhaniyeti onları esaretlerinden kurtaracaktır; yaşamın kötü nitelikli durumları onları, yenilenmiş hizmet ve daha bilgeli hale gelmiş yaşam için yeni olasılıkların kurak toprağına terk edecektir.”
130:1.3 (1428.3) Gadiah, İsa’nın öğretisi tarafından çok derin bir biçimde etkilendi; ve, onlar deniz kenarında gece boyunca uzun söyleşilerde bulunup, konakladıkları yerlere gitmelerinden önce beraber ve birbirleri için dua ettiler. Bu; Petrus’un daha sonraki duyuruşunu dinlemiş, Nasıralı İsa’ya derinen bir biçimde inanan biri haline gelmiş ve bir akşam Dorkas’ın evinde Petrus ile dikkate değer bir tartışmada bulunmuş olan aynı Gadiah’idi. Ve, Gadiah’ın, varlıklı deri tüccarı olan Şimon’un Hıristiyanlık’ı kabul edişindeki nihai kararıyla fazlasıyla alakası bulunmuştu.
130:1.4 (1428.4) (Bu Akdeniz turunda akran fanileri ile beraber gerçekleştirmiş olduğu İsa’nın kişisel görevine ait bu anlatımda, kendisine ait sözleri kısıtlama olmaksınız, tarafımıza verilmiş olan izin doğrultusunda, bu sunum zamanında Urantia üzerinde mevcut olan kavramlara çevireceğiz.)
130:1.5 (1429.1) İsa’nın Gadiah ile gerçekleştirdiği son birliktelik, iyi ve kötüye dair bir söyleşi üzerineydi. Bu genç Filistinli; dünya üzerinde iyinin yanı başında mevcut olan kötülüğün mevcudiyeti nedeniyle, bir adaletsizlik hissi tarafından fazlasıyla rahatsız haldeydi. O şunu söylemişti: “Nasıl olur da Tanrı, şayet sınırsız bir biçimde iyi ise, kötülüğün yarattığı kederlerden acı çekmemize izin verir; sonuçta, kim kötülüğü yaratmaktadır ki?” Bu dönemlerde birçokları tarafından hala Tanrı’nın hem iyiliği hem de kötülüğü yaratmış olduğuna inanılmaktaydı ancak, İsa hiçbir zaman bu türden hatalı bir şeyi öğretmedi. Bu soruya cevap olarak, İsa şunu söyledi: “Dostum, Tanrı derin sevgidir; bu nedenle o iyi olmalıdır, ve onun iyiliği o kadar büyük ve gerçektir ki kötülüğün küçük ve gerçek olmayan niteliklerini bünyesinde barındıramaz. Tanrı o kadar olumlu bir biçimde iyidir ki, mutlak olarak kendisinde, olumsuz nitelikteki kötülüğe hiçbir yer yoktur. Kötülük; iyiliğe karşı duranların, güzelliği reddedenlerin ve gerçekliğe sadakatsiz olanların olgun olmayan tercihleri ve düşünmeden atmış oldukları yanlış adımlardır. Kötülük sadece, olgunlaşmamışlığın getirdiği yanlış uyum veya bilgisizliğin neden olduğu engelleyici ve çarpıtıcı etkidir. Kötülük, ışığı bilgece olmayan bir biçimde reddetmenin sonucunda gerçekleşen kaçınılmaz karanlıktır. Kötülük; karanlık ve gerçek olmayan, ve, bilinçli bir biçimde kabul edildiğinde ve irade dâhilinde benimsendiğinde, günah haline gelebilendir.
130:1.6 (1429.2) “Cennetteki Yaratıcın, gerçeklik ve hata arasında tercihte bulunma gücünü sana bahşederek, ışık ve yaşamın olumlu yoluna ait potansiyel olumsuzluğu yaratmış oldu; ancak, kötülüğün bu türden hataları gerçekten de, bir ussal yaratılmışın yaşamın olması gerektiği biçimi yanlış bir biçimde seçerek onların mevcudiyetleri için iradede bulunduğu gibi bir ana kadar gerçek anlamıyla mevcudiyet-dışıdır. Ve, bunun sonrasında, bu türden kötülükler daha sonra; bu gibi irade dâhilinde hareket eden ve isyankâr bir yaratılmışın farkındalık içindeki ve kasti tercihiyle günah seviyesine çıkar. Bu nedenle, cennetteki Yaratıcımız iyi ve kötünün; tıpkı doğanın buğday ile tahıl yabani otunun harman vaktine kadar yan yana büyümesine imkân sağlayışı gibi, yaşamın sonuna kadar beraber bulunmasına izin vermektedir.” Gadiah, bu çok önemli ifadelerin taşıdığı gerçek anlamı aklında kesinliğe kavuşturan hemen sonraki söyleşilerinden sonra, İsa’nın kendi sorusuna vermiş olduğu cevaptan bütünüyle tatmin olmuştu.
130:2.1 (1429.3) İsa ve arkadaşları, binmeyi amaçlamış oldukları tekneye ait çok büyük olan yön küreklerinden bir tanesinin ortadan ayrılma tehlikesi taşıdığı keşfedilince, beklenilenden çok daha uzunca bir süre Kayserya’da vakit geçirmişlerdi. Gemi kaptanı, yeni bir kürek yapılırken limanda kalmaya karar vermişti. Orada bu görev için yetenekli bir tahta ustası kıtlığı bulunmaktaydı bu nedenle, İsa yardım etmeye gönüllü oldu. Akşamları, İsa ve arkadaşları, liman etrafında hoşça bir gezinti yerine geçmiş olan, güzel bir iskelede yürüyüşe çıkmaktaydılar. Ganid İsa’nın; şehrin sulama sistemini, ve, aracılığıyla, gelgitlerin şehrin sokaklarını ve kanalizasyonlarını temizlemekte olduğu yöntemi açıklayışından fazlasıyla keyif almıştı. Hindistanlı bu genç, yüksek bir yere konumlanmış ve Roma imparatoruna ait çok büyük bir heykel tarafından süslenmiş olan, Augustus’un mabedi karşısında fazlasıyla etkilenmişti. Konukluklarının ikinci öğleden sonrası onların üçü, yirmi bin kişiyi oturtabilecek devasa bir amfi tiyatroda bir gösteriye katılmış olup, bu gece, tiyatroda bir Yunan oyununu izlemeye gitti. Bunlar, Ganid’in bu zamana kadar şahit olmuş bulunduğu bu türdeki ilk gösteriler olup, İsa’ya onlar hakkında birçok soru yöneltmişti. Üçüncü günün sabahında onlar, valinin sarayına resmi bir gezide bulunmuşlardı zira Kayserya, Filistin’in başkenti olup, Romalı defterdarın ikamet yeriydi.
130:2.2 (1429.4) Konaklamakta oldukları yerleşkede, Moğolistan’dan gelen bir tüccar da kalmaktaydı ve, bu Uzak-Doğulu Yunanca’yı oldukça iyi bir biçimde konuşmakta olduğu için, İsa onunla birlikte birkaç uzun gezintide bulunmuştu. Bu kişi İsa’nın hayat felsefesi karşısında fazlasıyla etkilenmiş olup, “cennetsel Yaratıcı’nın iradesine her gün gerçekleştirilen bağlılığın araçlarıyla dünya üzerindeyken cennetsel yaşamı yaşama” hakkındaki onun bilge sözlerini hiçbir zaman unutmamıştı. Bu tüccar bir Tao takipçisi olup, böylelikle, kâinatsal bir İlahiyat’a dair inanç savının güçlü bir inananı konumundaydı. Moğolistan’a geri döndüğünde, bu ileri gerçeklikleri komşularına ve iş birlikteliklerine öğretmeye başladı ve, bu türden etkinliklerinin doğrudan bir sonucu olarak, en büyük oğlu bir Tao din-adamı olmaya karar verdi. Bu genç adam yaşamı boyunca ileri gerçeklik adına büyük bir etki bıraktı ve, onu, Cennetin Yüce Yöneticisi olarak — Tek Tanrı inanç savına adanmış bir biçimde sadık olan bir evlat ve bir torun takip etti.
130:2.3 (1430.1) Her ne kadar, Philadelphia’da ana merkezine sahip olarak, öncül Hıristiyan kilisesinin doğu kolu, İsa’nın öğretilerini Kudüs kardeşine kıyasla daha aslına uygun bir biçimde benimsemiş olsa da, bu zamanlar, krallığa ait yeni müjdenin tohumu ekmede ruhsal toprağın oldukça elverişli olduğu yerler olarak, Çin’e gidebilecek Petrus gibi bir kişinin, veya Hindistan’a adım atabilecek Pavlus gibi bir kişinin bulunmaması çok üzülesi bir durumdu. Philadelphialılar tarafından benimsenmiş olduğu haliyle, İsa’nın bahsi geçen bu öğretileri, tam da Batı’da Petrus ve Pavlus’un duyurusunun gerçekleştirdiği gibi, ruhsal olarak aç olan Asya insan topluluklarının akıllarında doğrudan ve etkin bir ilgi uyandırmış olacaktı.
130:2.4 (1430.2) Yön küreği üzerinde İsa ile bir gün çalışmakta olan genç erkeklerden biri, tersanede emek verirlerken saat başı onun ağzından dökülmekte olan kelimelere karşı fazlasıyla ilgi besler hale geldi. İsa, cennetteki Yaratıcı’nın dünya üzerindeki evlatlarının refahına ilgi beslemekte olduğuna dair vurguda bulununca, Anaksand ismindeki bu genç Yunanlı şöyle söyledi: “Eğer Tanrılar benimle ilgileniyorlarsa, o zaman neden bu atölyenin kaba ve adaletsiz işçibaşını buradan almıyorlar?” İsa ona şöyle cevap verdiğinde Anaksand şaşırdı: “İyiliğin yollarını bildiğiniz ve adalete değer verdiğiniz için, belki de Tanrılar bu hata yapmakta olan insanı, onu bu daha iyi yola doğru yönlendirmeniz için yanınıza getirdi. Belki siz, bu kardeşi tüm diğer insanlara daha kabul edilebilir hale getirecek olan tuzsunuz; tabii ki bu, eğer siz özünüzü kaybetmemişseniz doğrudur. Böyleyken bile, bu kişi, kötü tutumlarının olumsuz bir biçimde sizi etkilediği haliyle sizlerin öğreticisidir. Neden iyiliğin gücü vasıtasıyla kötülük üzerindeki deneyimsel üstünlüğünüzü olumlu bir biçimde kabullenmeyesiniz, ve böylece, tüm ikili ilişkilerinizde üstün konuma gelmeyesiniz? Ben, ona adil ve capcanlı bir şans verdiğinizde, içinizdeki iyiliğin onun içindeki kötülüğün üstesinden gelebileceğini ön görmekteyim. Fani mevcudiyetin sürecinde, ruhsal enerjinin ve kutsal gerçekliğin hata ve kötülükle verdiği utkun mücadelelerden birinde maddi yaşam eşi haline gelmenin beraberinde getirdiği yenilenme hissini memnuniyetle deneyimlemekten daha büyüleyici başka bir serüven bulunmamaktadır. Ruhsal karanlıkta oturmakta olan fani için ruhsal ışığın yaşayan aracı haline gelmek muazzam ve bireyi dönüştüren bir deneyimdir. Eğer siz bu kişiden daha fazla bir biçimde gerçeklikle kutsanmış haldeyseniz, onun duyduğu ihtiyaç sizi harekete geçirmeli. Tabii ki sizler, kıyıda durup, akranınız olan bir bireyin yüzemediği için yok oluşunu izleyebilecek korkaklardan değilsiniz! Suda boğulmakta olan bedenine kıyasla, karanlıkta çırpınmakta olan bu insanın ruhu ne kadar da çok değere sahiptir!”
130:2.5 (1430.3) Anaksand, İsa’nın sözleri tarafından çok güçlü bir biçimde etkilenmişti. Yakın bir zaman içinde o üstünde bulunan kişiye İsa’nın söylemiş oldukları şeyleri aktarmış olup, o gece ikisi de ruhlarının refahı için İsa’nın tavsiyesine başvurdular. Ve daha sonra, Hıristiyan iletisinin Kayserya’da duyuruluşundan sonra, biri Yunan ve diğeri ise bir Romalı olarak bu iki kişi de, Filip’in duyurusuna inanmış olup, onun kurmuş olduğu kilisenin başta gelen üyeleri haline geldiler. Daha sonra Yunanlı olan bu genç, Petrus’un hizmetiyle bir inanan haline gelmiş olan bir Roma centuriosu Cornelius’un baş temsilcisi olarak atandı. Anaksand; acı çekmekte ve ölmekte olanlara hizmet ederken, yirmi bin Musevi’den oluşan büyük kıyımda, kaza eseri, yaşamını kaybetmiş olduğu, Kayserya’da Pavlus’un hapisliği dönemine kadar karanlıkta oturmakta olanlara aydınlığı sağlama hizmetine devam etmişti.
130:2.6 (1431.1) Ganid bu zaman zarfında, özel öğretmeninin boş vaktini nasıl da akran insanlarına olan bu olağandışı kişisel hizmetle geçirmekte olduğunu öğrenmeye başlamaktaydı ve, bu genç Hintli, bu durmak bilmez faaliyetlerin temelinde yatan güdüyü yavaş yavaş keşfetmeye başlamaktaydı. O, “Neden kendini yabancılarla olan bu sohbetlerle hiç durmadan meşgul kılıyorsun? diye sordu. Ve, İsa şöyle cevap verdi: “Ganid, Tanrı’yı bilen biri için hiçbir insan bir yabancı değildir. Cennetteki Yaratıcı’yı bulma deneyiminde, tüm insanların senin kardeşlerin olduğunu keşfedersin; yoksa, yeni keşfedilmiş bir kardeş ile buluşmanın verdiği yenilenmeden birinin keyif duyması garip mi görünmektedir? Bir kişinin sahip olduğu erkek ve kız kardeşleriyle tanışması, onların sorunlarını bilmesi ve onları derinden sevmeyi öğrenmesi, yaşamda olası en yüksek deneyimdir.”
130:2.7 (1431.2) Bu süreci içerisinde; genç adamın İsa’dan, Tanrı’nın iradesi ile, aynı zamanda irade olarak adlandırılmakta olan insan aklının tercih eylemi arasındaki farkı kendisine söylemesini talep ettiği, gecenin geç saatlerine kadar sürmüş bir söyleşiydi. Özü itibariyle İsa şunu söylemişti: Tanrı’nın iradesi, herhangi bir potansiyel alternatif karşısında Tanrı’nın tercihi ile olan ortak birliktelik olarak, Tanrı’nın yoludur. Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmek, bu nedenle, gittikçe artan bir biçimde Tanrı gibi olmanın ilerleyici deneyimidir; ve, Tanrı, iyi ve güzel ve gerçek olan her şeyin kökeni ve nihai sonudur. İnsanın iradesinin özü, bir faninin olmayı tercih ettiği ve yaptığı şeyden meydana gelmektedir. İrade, ussal düşünme sürecine dayalı karar-davranışla sonuçlanmakta olan bir öz bilince sahip varlığın kasıtlı tercihidir.
130:2.8 (1431.3) O öğleden sonrası hem İsa hem de Ganid, oldukça akıllı bir çoban köpeği ile oynamaktan büyük keyif almışlardı ve, Ganid, köpeğin bir iradeye sahip olup olmadığı, bir ruhu barındırıp barındırmadığını öğrenmek istedi; ve, onun sorularına karşılık olarak İsa şunu söyledi: “Köpek, üstünü olan, fani insanı tanıyabilecek bir akla sahiptir, ancak, o, ruhaniyet olan Tanrı’yı bilemez; bu nedenle, köpek, ruhsal bir doğayı elinde bulundurmayıp, ruhsal bir deneyime memnuniyetle sahip olamaz. Köpek, kökeni doğadan kazanılmış ve hazırlanma ile derinleşmiş bir iradeye sahip olabilir; ancak, bu türden bir akıl gücü, ruhsal bir kuvvet değildir; ne de o, daha yüksek ve ahlaki anlamları ayrıştırmanın veya ruhsal ve ebedi değerleri seçmenin sonucu olmayan bir biçimde — detaylı fikir yürütme niteliği taşımaması bakımından, insan iradesi ile karşılaştırılabilir konumdadır. Ruhsal sorumluluğun nitelikleri ve ebedi kurtuluşun potansiyeli ile bahşedilmiş bir yaratılmış olarak, fani insan bir ahlaki varlık haline getiren, ruhsal ayrımın ve gerçekliği tercih edişin bu türden güçlerine olan iyeliktir.” İsa; zaman içinde dil geliştirmeyi veya ebediyetteki kişilik kurtuluşuna denk düşebilecek herhangi bir şeyi deneyimlemeyi hayvan dünyası için sonsuza kadar imkânsız kılan şeyin, hayvanda bu türden zihinsel güçlerin yokluğu olduğunu ilave bir biçimde açıkladı. Bugünkü eğitimin bir sonucu olarak, Ganid bir daha hiçbir zaman, insanların ruhlarının hayvanların bedenlerine yeniden doğan bir biçimde göç edişlerine dair inancı beslemedi.
130:2.9 (1431.4) Ertesi gün Ganid, bunların hepsi hakkında babası ile konuştu; ve, Gonod’un sorusuna cevap olarak İsa şunun açıklamasında bulunmuştu: “Yalnızca, hayvan mevcudiyetine ait maddi sorunlar ile ilgili olarak geçici kararlara varma ile bütünüyle meşgul olan insan iradelerinin alın yazısında, zaman içinde yok olma bulunmaktadır. İçtenlikle gerçekleştirilen ahlaki kararlara varan ve koşulsuz ruhsal tercihlerde bulunanlar, bu nedenle, ilerleyici bir biçimde ikamet eden ve kutsal ruhaniyet ile özdeşleşmekte olup, böylelikle onlar, kutsal hizmetin sonu gelmez ilerleyişi olarak — artan bir biçimde ebedi kurtuluşun değerlerine dönüşmektedir.”
130:2.10 (1431.5) Bizler, çağdaş terimler ile ifade edildiği haliyle, şu anlama denk düşecek çok önemli gerçekliği ilk kez bu aynı gün duymuştuk: “İrade, taraf olan kişisel bilincin kendisini tarafsız bir biçimde ifade edişini ve Tanrı-gibi olmayı amaç edinme olgusunu deneyimleyişini mümkün kılan insan aklının dışa vurumudur.” Ve, tam da bu bakımdan, irdeleyici ve ruhsal olarak akıl bahşedilişmiş her insan varlığı, yaratıcı halde gelebilir.
130:3.1 (1432.1) Bu, Kayserya’ya, önemli olaylara ev sahipliği yapmış bir ziyaret olmuştu; ve, tekne hazır hale geldiğinde, İsa ve onun iki arkadaşı, bir gün öğle vakti Mısır’da bulunan İskenderiye için buradan ayrıldı.
130:3.2 (1432.2) Üçü, İskenderiye’ye, olabilecek en güzel deniz geçişlerinden birini memnuniyetle deneyimledi. Ganid, gemi yolculuğundan büyük keyif almış olup, İsa’yı kendisinin sormuş olduğu sorulara cevap vermekle meşgul etmişti. Şehrin limanına yaklaşırlarken, genç adam; aracılığıyla iki muhteşem limanı yaratan ve sonuçsal olarak İskenderiye’yi Afrika, Asya ve Avrupa’nın deniz yollarının ticari kavşaklarından bir tanesi haline getiren bir biçimde, zamanında İskender’in bir yer altı tüneli ile ana karaya bağlamış olduğu ada üzerinde konumlanmış, Faros büyük deniz feneri karşısında derin bir heyecana kapılmıştı. Bu büyük deniz feneri, dünyanın yedi harikasından bir tanesi olup, daha sonra yapılmış tüm deniz fenerlerinin öncülü konumundaydı. Onlar, insanın bu muazzam hayat-kurtarıcı aygıtını görmek için sabah erkenden ayaklamıştı ve, Ganid’in haykırışları arasında İsa şunu söylemişti: “Ve sen, benim evladım, Hindistan’a geri döndüğünde, baban toprağa verildikten sonra bile, bu deniz feneri gibi olacaksın; sen, derinden arzulayan herkese güvenli bir biçimde kurtuluşun limanına varan yolu göstererek, yakınlarında karanlık içinde vakitlerini geçirenlere yaşam ışığı haline geleceksin.
130:3.3 (1432.3) Ve, tekrar edilmesi gerekirse, bizler; Hıristiyan dininin öncül öğretmenleri çok ayrıcalıklı bir biçimde Roma dünyasının batı medeniyetine bakışlarını yönelttiklerinde, büyük bir hata yapmış olduklarının altını çizmek isteriz. İlk çağının Mezopotamyalı inananları tarafından benimsendiği haliyle, İsa’nın öğretileri, Asya dindarlarının çeşitli toplulukları tarafından çok hazır bir biçimde kabul edilmiş olurdu.
130:3.4 (1432.4) Karaya adım atışlarının dördüncü saatine yaklaşırken onlar, bir milyonluk bu şehrin batı sınırlarına doğru uzanmış olarak, yaklaşık olarak otuz buçuk metre genişliğinde ve sekiz buçuk kilometre uzunluğundaki uzun ve geniş sokağın doğu ucu yakınında yerleşmişlerdi. Şehrin — üniversite (müze), kütüphane, İskender’in kraliyet anıtmezarı, saray, Neptün mabedi, tiyatro ve atletizm salonu olarak — başta gelen görülecek yerlerinin bir kez gözden geçirmelerinden sonra, Gonod kendisini işe verirken, İsa ve Ganid, dünyanın en büyüğü olan, kütüphaneye gitmişlerdi. Burada; Yunanistan, Roma, Filistin, Aşkani, Hindistan, Çin ve hatta Japonya olarak, medenileşmiş dünyanın tümünden gelen neredeyse bir milyon el yazması bir araya toplanmıştı. Bu kütüphanede, Ganid, Hint edebiyatının dünyanın tümünde mevcut olan en büyük koleksiyonunu görmüştü; ve, onlar, İskenderiye’de kaldıkları süre boyunca vakitlerinin bir kısmını her gün burada harcamıştı. İsa Ganid’e, İbrani yazıtlarının burada Yunan diline olan çevirisinden bahsetmişti. Ve, onlar tekrar ve tekrar; İsa’nın bu genç akla her seferinde şunu ekleyen bir biçimde gerçekliği göstermeye çabaladığı halde, dünyanın tüm dinlerinden konuşmuşlardı: “Ama, Yahveh, Melçizedek açığa çıkarılışlarından ve İbrahim anlaşmasından gelişmiş Tanrı’dır. Museviler, İbrahim’in soyundan gelmekte olup, ilerleyen zamanlarda, tam da Melçizedek’in yaşamış ve öğretisinde bulunmuş, ve buradan tüm dünyaya öğretmenler göndermiş olduğu araziye yerleşmişlerdi; ve, onların dini nihai bir biçimde, başka herhangi bir dünya dinine kıyasla, cennetteki Kâinatsal yaratıcı olarak İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın daha belirgin bir tanıyışını sergiledi.”
130:3.5 (1432.5) İsa’nın yönlendirişi altında Ganid; her ne kadar bazıları aynı zamanda bağımlı-alt ilahiyatları belirli bir düzeyde tanımış olsa da, bir Kâinatsal İlahiyatı tanımış olan dünyanın tüm dinlerinin içerdiği öğretilerden bir derlemede bulundu. Birçok görüş alış-verişinden sonra, İsa ve Ganid; Romalılar’ın dinlerinde gerçek herhangi bir Tanrı’ya sahip olmadıklarına, dinlerinin neredeyse bir imparator ibadetinden fazlasını içermediğine karar getirmişlerdi. Nihai yargılarına göre; Yunanlılar bir felsefeye sahipti, ancak neredeyse hiçbir biçimde, bir kişisel Tanrı’yı beraberinde taşıyan bir dine sahip olmamışlardı. Çok çeşitlikli niteliğinin yarattığı kafa karışıklığı nedeniyle ve onların değişkenlik gösteren İlahiyat kavramları diğer ve eski dinlerden elde edilmiş görünüm sergilediği için, gizem inanışlarını göz ardı etmişlerdi.
130:3.6 (1433.1) Her ne kadar bu çeviriler İskenderiye’de yapılmış olsa da, Ganid, Roma’daki konukluğunun sonuna yaklaşana kadar, kendi tercihiyle gerçekleştirmiş olduğu bu derlemeleri düzenleyip, onlara kişisel yargılarını eklememişti. O; dünya kutsal edebiyatının en iyi yazarlarının hepsinin belirli bir düzeyde bir ebedi Tanrı’nın mevcudiyetini açık bir biçimde tanımış oldukları, ve, onun kişiliğine ek olarak fani insanla olan ilişkisine dair büyük bir ölçüde hem fikir halde bulunduklarını keşfetmekten fazlasıyla şaşırmıştı.
130:3.7 (1433.2) İsa ve Ganid İskenderiye’deki konuklukları boyunca vakitlerinin büyük bir kısmını müzede geçirmişlerdi. Bu müze, bulunması ender olan nesnelerin toplanmış olduğu bir yapı değildi; bunun yerine o, güzel sanatların, bilimin ve edebiyatın bir üniversitesiydi. Eğitimli profesörler burada, günlük olarak ders vermekteydiler; ve, bu zamanlarda burası, Batı dünyasının ussal merkeziydi. Gün be gün İsa, anlatılmakta olan dersleri Ganid’e çevirmekteydi; ikinci hafta içinde bir gün, genç adam şöyle haykırdı: “Öğretmen Yeşu, sen bu profesörlerden daha fazla şey biliyorsun; sen onların karşısına durup, bana söylemiş olduğun o büyük şeyleri onlara söylemelisin; fazla düşünmekten onlar gerçekleri net bir biçimde görmez olmuşlar. Ben babama bu durumu söylemeli ve böyle bir görüşmeyi onun düzenlemesini sağlamalıyım.” İsa güldü ve şöyle söyledi: “Sen hayran olunası bir öğrencisin, ancak bu öğretmenler, senin ve benim onlara öğreteceğimiz olan şeylerin akıllarında değillerdir. Ruhsallaşmamış öğrenmeden gelen gurur, insan deneyimi içinde aldatıcı nitelikte zararlı olan bir şeydir. Gerçek öğretmen ussal dürüstlüğünü, sürekli bir öğrenen olarak korumaktadır.”
130:3.8 (1433.3) İskenderiye, Batı’nın iç içe geçmiş kültürlerinden meydana gelmiş bir şehir olup, dünyanın Roma’dan sonra en büyük ve en muhteşem olanıydı. Burada dünyanın, yönetimde bulunan yetmiş kıdemli üyeden meydana gelen, İskenderiye Sanhedrin’e ait hükümet birimi olarak, en büyük Musevi sinagogu konumlanmıştı.
130:3.9 (1433.4) Gonod’un iş ilişkilerinde bulunduğu birçok insan arasında, Philon isimli kardeşi bu dönemin önemli bir dini filozofu olan İskender adında belirli bir Musevi bankacısı bulunmaktaydı. Philon, Yunan felsefesi ve İbrani din kuramını uyumlaştırmadan meydana gelen takdire değer ancak oldukça zor olan bir görev üstlenmişti. Ganid ve İsa, Philon’un öğretileri hakkında fazlasıyla konuşmuş olup, onun derslerinden bazılarına katılmayı istemişlerdi; ancak, İskenderiye’deki konuklukları boyunca bu ünlü Helenci Musevi hasta bir biçimde yatağında yatmaktaydı.
130:3.10 (1433.5) İsa Ganid’e, Yunan felsefesi ve Stoacı inanç savlarındaki birçok şey tavsiye etmişti; ancak, o ufaklığa, bu inanış düzenlerinin, tıpkı kendi insanlarının bazılarına ait tam belirgin olmayan öğretiler gibi, yalnızca, insanları Tanrı’yı bulmaya ve Ebedi’yi bilen bir biçimde yaşayan bir deneyime memnuniyetle sahip olmaya yönlendirişi bakımından dinler olduğu gerçeğinin altını çizmişti.
130:4.1 (1433.6) İskenderiye’den ayrılmadan önceki gece, Ganid ve İsa, üniversitede Plato’nun öğretileri üzerine ders vermekte olan hükümet profesörlerinden bir tanesiyle uzun bir sohbette bulunmuşlardı. İsa bu eğitimli Yunan öğretmeninin söylediklerini çevirmişti, ancak bu çevirilerine, Yunan felsefesini reddeden bir tavırla kendisine ait öğretileri katmadı. Gonod, bu akşam iş için dışarıdaydı böylece, profesör ayrıldıktan sonra, öğretmen ve öğrenci, Plato’nun inanış savları hakkında uzun ve samimi bir konuşmada bulundular. Her ne kadar İsa, dünyadaki maddi şeylerin görünmez ancak daha önemli ruhsal gerçekliklerin gölgemsi yansımaları olduğunu savunan kuram ile ilişkili Yunan öğretilerinden bazılarına sınırlı onay vermişse de, ufaklığın düşünüşü için daha güvenilir nitelikte olan bir temeli yaratmayı amaçlamıştı böylelikle, o, evren içinde gerçekliğin doğası ile ilgili uzun bir konuşmaya başlamıştı. Özü itibariyle ve çağdaş kavramlara çevrilmiş haliyle, İsa Ganid’e şunları söylemişti:
130:4.2 (1434.1) Evren gerçekliğinin kökeni Sonsuz Olan’dır. Sınırlı yaratıma ait maddi şeyler, ebedi Tanrı’nın Cennet Şablonu ve Kâinatsal Aklı’nın zaman-mekân sonuçsal etkileridir. Fiziksel dünyadaki nedensellikle meydana gelen oluşum, ussal dünyadaki öz bilinç ve ruhani dünyada ilerlemekte olan benlik; kâinatsal bir kapsamda düşünülür, ebedi ilişkilerde bir araya getirilir ve niteliğin kusursuzluğu ve değerin kutsallığı ile deneyimlenir halde bu gerçeklikler olarak — Yüce Olan’ın gerçekliğini meydana getirir. Ancak, sürekli değişen bir kâinat içinde, nedenselliğin, usun ve ruhani deneyimin Kökensel Kişiliği, mutlak olarak değişmez niteliktedir. Her şey, sonsuz değerlerin ve kutsal niteliklerin ebedi bir evreni içinde bile; Mutlak Olanlar ve mutlak nitelikte bulunan fiziksel düzeye, ussal bütünleşmeye veya ruhsal kimliğe erişmişlerin dışında her şey değişebilir, ve sıklıkla değişmektedir.
130:4.3 (1434.2) Sınırlı bir yaratılmışın ilerleyebileceği en yüksek düzey, Kâinatsal Yaratıcı’nın tanınması ve Yüce Olan’ın bilinmesidir. Ve, bu gerçekleşince bile, bir sonraki aşamada, kesinlik nihai sonuna ait bu varlıklar, fiziksel dünyanın işleyişlerinde ve onun maddi olgularında gerçekleşen değişimi deneyimlemektedirler. Benzer bir biçimde onlar; ruhsal evrendeki aralıksız süre gelen yükselişlerinde meydana gelmekte olan benlik ilerleyişlerinin, ve, ussal kâinata olan derinleşir haldeki takdirlerine ve onlara olan karşılıklarına dair büyüyen bilinçlerinin farkında olmaya devam ederler. Yalnızca kusursuzlukta, ahenkte ve iradenin bütüncül kararlılığında yaratıcı Yaratan ile bir bütün haline gelebilir; ve, kutsallığın bu türden bir düzeyine, yalnızca, yaratılmışın sınırlı olan kişisel iradesini Yaratan’ın kutsal iradesine tutarlı bir biçimde uyumlu hale getirişi vasıtasıyla zamanda ve ebediyette yaşamaya devam edişi tarafından erişilir ve bu düzey bahse konu biçimde korunur.
130:4.4 (1434.3) Bir gözlü bir kişi, hiçbir zaman, bir açı ile bakılan şeyin ne kadar derin olduğunu kafasında canlandırmayı aklının ucundan dahi geçiremez. Ne tek gözlü maddi bilim adamları, ne de tek gözlü ruhsal gizemciler ve bilmece ustaları, kâinat gerçekliğinin gerçek derinliklerini doğru bir biçimde tahayyül edemez ve yeterli bir biçimde kavrayamaz. Yaratılmış deneyimine ait tüm gerçek değerler, farkındalığın derinliğinde gizlidir.
130:4.5 (1434.4) Ardında aklın etkin bir biçimde rol almadığı nedensellik, kendiliğinden, gelişmemiş ve basit olanı seçkin ve çok katmanlı olana evrimleştiremez; ne de, ruhani olmayan deneyim, zaman fanilerinin maddi akıllarını ebedi kurtuluşun kutsal karakterlerine evrimleştirebilir. Sınırsız olan İlahiyat’ı çok ayrıcalıklı bir biçimde tanımlamakta olan evrenin bir niteliği, ilerleyici İlahiyat erişimi sürecinden varlığını kaybetmeden çıkabilen kişiliğin bu sonu gelmez yaratıcı bahşedilişidir.
130:4.6 (1434.5) Kişilik; sınırı olmayan değişim ile eş zamanlı bir biçimde var olabilen ve aynı anda tüm bu değişiklerin tam da mevcudiyetinde, ve onun sonsuza kadar sonrasında kimliğini koruyabilen, kâinatsal gerçeklik fazı, kâinatsal bahşedilmişliktir.
130:4.7 (1434.6) Hayat, evren durumlarının taleplerine ve imkânlarına karşı kökensel nitelikteki kâinatsal nedenselliğin bir uyumudur; ve, o, Kâinatsal Aklın eylemi ve ruhaniyet olan Tanrı’ya ait ruhaniyet kıvılcımının etkinleşimi ile varlığına sahip olmaktadır. Yaşamın anlamı, onun uyumlaşma niteliğidir; yaşamın sahip olduğu değer, Tanrı-bilincinin doruklarına kadar dahi uzanabilir haldeki — onun ilerleyebilme niteliğidir.
130:4.8 (1434.7) Öz bilince sahip olunan yaşamın evrene olan yanlış uyumu kâinatsal ahenksizlik ile sonuçlanmaktadır. Kişilik iradesinin evrenlerin gidişatından olan nihai ayrılışı, kişilik kopuşu olarak ussal tecrit ile sonlanır. İkamet eden ruhaniyet rehberliğinin kaybı, süreç içinde beklenmeyen bir biçimde mevcudiyetin ruhsal sonlanışı ile sonuçlanır. Ussal ve ilerleyen yaşam bunun sonucunda, özü itibariyle ve kendi özünde, bir kutsal Yaratan’ın iradesini dışa vuran amaçsal bir evrenin mevcudiyetine ait tartışmasız nitelikteki bir kanıt haline gelmektedir. Ve, bu yaşam, bütünlüğü bakımından, Kâinatın Yaratıcısı olarak nihai amacına sahip bir biçimde daha yüksek değerlere doğru mücadele vermektedir.
130:4.9 (1435.1) Usun daha yüksek ve ruhsal görünüme sahip hizmetleri dışında, insan yalnızca belli bir ölçüde hayvan düzeyinin üstünde bulunan akla sahiptir. Bu nedenle hayvanlar (ibadet ve bilgeliğe sahip olmayan bir konumda bulunarak), bir bilince sahip olmanın bilincinde olarak, bilinç-öteliliği deneyimleyemezler.
130:4.10 (1435.2) Bilgi, maddi veya diğer bir değişle gerçeği ayırt edebilen aklın alanıdır. Gerçeklik, Tanrı’yı tanımanın bilincindeki, ruhsal olarak bahşedilmiş usun nüfuz alanıdır. Bilgi gösterilebilir niteliktedir; gerçeklik deneyimlenebilendir. Bilgi, aklın bir iyeliğidir; ruhun bir deneyimi olarak gerçeklik, ilerleyen benliğe ait bir şeydir. Bilgi, ruhsal-olmayan düzeyin bir işlevidir; gerçeklik, evrenlerin akıl-ruhaniyet düzeyinin bir fazıdır. Maddi aklın gözü, gerçeksel bilginin bir dünyasını algılar; ruhsallaşmış usun gözü, gerçek değerlerden oluşan bir dünyayı ayrıştırır. Eş zamanlı hale gelmiş ve uyumlaşmış bu iki bakış açısı içinde bilgeliğin, evren olaylarını ilerleyici nitelikteki kişisel deneyim bakış açısından yorumladığı, gerçekliğin dünyasını açığa çıkarır.
130:4.11 (1435.3) Hata (kötülük), kusurlu olmanın beraberinde getirdiği, kendisinden olumsuz yönde etkilenilen sonuçtur. Kusurlu olmanın nitelikleri veya yanlış uyumun gerçekleri, irdeleyici gözlem ve bilimsel inceleme vasıtasıyla maddi düzey üzerinde ortaya çıkmaktadır; onlar ahlaki düzeyde ise, insan deneyimi vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Kötülüğün mevcudiyeti, aklın hatalarının ve evrimleşen benliğin henüz olgunlaşmamış konumunun kanıtıdır. Kötülük aynı zamanda, bu nedenle, kâinat yorumundaki kusurluluğun bir ölçüm birimidir. Yanlış yapma olasılığı, göreceli ve kusurlu olandan nihai ve kusursuz olana doğru olarak, kısmi ve geçici olandan bütüncül ve ebedi olana ilerleyiş düzeni halindeki bilgeliğin erişiminde içkin niteliktedir. Hata, insanın Cennet kusursuzluğuna giden yukarı doğru uzanmaktaki kâinat yolunda zorunluluk gereği önüne düşmek durumunda olan göreceli nitelikteki tamamlanmamışlığın gölgesidir. Hata (kötülük) mevcut bir kâinat niteliği değildir; o, yalın bir değişle, tamamlanmamış nitelikteki sınırlılığa ait kusurluluğun Yüce ve Nihai Olan’ın yükseliş düzeylerine olan içkin ilişkisinde ortaya çıkan bir göreceliliğin gözlenişidir.
130:4.12 (1435.4) Her ne kadar İsa tüm bunları ufaklığa, kavrayışına en uygun dille söylemişse de, görüş alışverişinin sonunda Ganid’in gözleri kapanmakta olup, yakın bir süre sonra uykuya dalmıştı. Onlar, Girit adasında Lasea için yol alacak olan tekneye binmek için bir sonraki sabah erkenden kalktılar. Ancak, yola çıkmadan önce, ufaklık hala, İsa’nın şu cevabı vermiş olduğu, kötülük hakkında yöneltmesi gereken ilave sorulara sahipti:
130:4.13 (1435.5) Kötülük, bir görecelilik kavramsallaşmasıdır. O; tıpkı bir kâinatın, Sınırsız Olan’a ait ebedi gerçekliklerin evrensel dışavurumunun yaşayan ışığını görmeyi zorlaştırışı gibi, nesnelerden ve varlıklardan oluşan sınırlı bir evrenin yarattığı gölgede ortaya çıkan kusurlulukların gözlenişinden doğmaktadır.
130:4.14 (1435.6) Potansiyel kötülük kökensel olarak, sonsuzluk ve ebediyetin zaman-mekân-tarafından-kısıtlı bir dışavurumu olarak Tanrı’nın açığa çıkarılışının olması zorunlu nitelikteki tamamlanmamışlığından doğmaktadır. Bütüncül olanın mevcudiyeti içinde kısmi olanın gerçeksel konumu; gerçekliğin göreceliliğini meydana getirmekte, ussal tercihin gerekliliğini yaratmakta ve ruhaniyet farkındalığına ve ona gösterilen karşılığa ait değer düzeylerini oluşturmaktadır. Geçici ve sınırlı olan yaratılmış aklı tarafından inanılmakta olan Sınırlı Olan’a dair tamamlanmamış ve sınırlı nitelikteki kavramsallaşma, kendisi içinde ve özü itibariyle, potansiyel kötülüktür. Ancak, bu özü itibariyle doğal olan ussal ahenksizlikleri ve ruhsal yetersizlikleri kabul edilebilir bir biçimde ruhsal olarak düzeltmede gerekçelendirilemeyecek nitelikteki yoksunluğun yarattığı ilave hata, mevcut kötülüğün gerçekleşmesine denk düşmektedir.
130:4.15 (1436.1) Yaşamını yitirmiş olarak, durağan kavramsallaşmaların tümü potansiyel olarak kötüdür. Göreceli ve yaşayan gerçekliğin sınırlı gölgesi sürekli bir biçimde hareket etmektedir. Durağan kavramsallaşmalar her durumda, bilimi, siyaseti, toplumu ve dini yavaşlatmaktadır. Durağan kavramsallaşmalar belirli bir bilgiyi temsil edebilir; ancak, onlar, bilgelik bakımından yetersiz olup, gerçeklikten yoksundur. Ancak, görecelik kavramsallaşmasının sizleri; kâinatsal aklın rehberliği altındaki kâinatın eşgüdümünü ve Yüce’nin enerji ve ruhaniyeti tarafından sağlanan onun istikrara kavuşturulmuş denetimini tanımanıza engel olacak bir biçimde yanlış yönlendirmesine izin vermeyin.
130:5.1 (1436.2) Yolcuların Girit’e gidişinde yalnızca tek bir amacı vardı ve, bu ise, hoşça vakit geçirmek, adada gezmek ve dağlara çıkmaktı. Bu zamanın Giritlileri, çevre insan toplulukları arasında kıskanılabilir bir üne memnuniyetle sahip değillerdi. Yine de, İsa ve Ganid, düşünme ve yaşamanın daha yüksek düzeylerine birçok ruhu kazandırmış olup, böylece, Kudüs’den ilk duyurucular buraya ulaştığında daha sonraki müjde öğretilerinin hızlı bir biçimde kabulü için altyapıyı oluşturmuşlardı. İsa bu Girit insanlarını her ne kadar Pavlus daha sonrasında, Titus’u adaya kiliselerini yeniden düzenlemesi için ilerleyen zamanlarda gönderdiğinde onlar hakkında ağır sözler söylemiş olmasına rağmen, derinden sevmişti.
130:5.2 (1436.3) Girit’in dağlık bölgesinde İsa, din hakkında Gonod ile olan ilk uzun konuşmasında bulunmuştu. Ve, baba fazlasıyla etkilemiş olup, şunu söylemişti: “Oğlanın ona söylediğin her şeye inanmasına şaşmamak gerek; ama ben hiç, bırak Şam’ı, Kudüs’de bile onların böyle bir dine sahip olduklarını bilmiyordum.” Adadaki konaklamaları boyunca Gonod İsa’ya ilk kez, kendisinin Hindistan’a beraberlerinde geri dönmesini teklif etmişti; ve, Ganid, İsa’nın böyle bir şeyin sağlanmasına razı olabileceği düşüncesi karşısında çok mutlu olmuştu.
130:5.3 (1436.4) Bir gün Ganid İsa’ya, neden kendisini halkın bir öğretmeni görevine adamamış olduğunu sorduğunda, İsa şunu söyledi: “Benim evladım, her şey kendi vaktinin gelmesini beklemek zorundadır. Sen dünyaya doğmuş bulunmaktasın; ancak, ne kadar endişelenirsen endişelen ve ne kadar sabırsızlık gösterirsen göster, bunlar büyümene yardımcı olmayacak. Sen, tüm bu durumlarda, zamanı beklemek zorundasın. Tek başına zaman, ağaçtaki yeşil meyveyi olgunlaştıracaktır. Yalnızca akıp giden zamanla mevsimler mevsimi ve gün batımı gün doğumunu izler. Ben şimdi sen ve baban ile Roma yolumun üzerindeyim; ve, bu, bugün için bana yeterlidir. Benim yarınım tamamiyle, cennet içindeki Yaratıcım’ın ellerindedir.” Ve, bunun sonrasında o Ganid’e, Musa ve kırk yıllık dikkatli bekleme ve süregelen hazırlanmanın hikâyesini anlattı.
130:5.4 (1436.5) İyi Limanlar’a olan bir gezintide Ganid’in hiçbir zaman unutmayacağı bir şey yaşandı bu yaşanılmışlığın hafızası her zaman, doğduğu ülkesi Hindistan’ın kast sistemini değiştirmek için bir şeyler yapabilmeyi dilemesine neden oldu. Sarhoş bir bayağı kişi, her kesin kullandığı ortak yolda bir köle kıza saldırmaktaydı. İsa kızın içinde bulunduğu kötü durumu gördüğünde, ileri atılıp, aklını yitirmiş adamın saldırısından genç kızı çekip aldı. Korkmuş çocuk ona sıkıca sarılmışken, güçlü olan uzun sağ koluyla, acınası akranı havayı kızgın yumruklarıyla döverek kendisini yorana kadar öfkeden kendini kaybetmiş adamı güvenli bir mesafede tutmuştu. Ganid, İsa’nın olayı denetim altına alışına yardım etmek için güçlü bir dürtü hissetti; ancak, babası ona engel oldu. Her ne kadar onlar kızın dilinden konuşamasalar da, kız, duydukları merhamet sonucu onların gerçekleştirmiş oldukları eylemi anlamıştı ve, içten takdirinin simgesi olan bir şeyi, üçü de kendisini evine eşlik ederken onlara vermişti. Bu muhtemelen, beden içindeki tüm yaşamı boyunca İsa’nın akranlarıyla karşılaşmış olduğu kişisel bir yüzleşmeye en yakın olaydı. Ancak, onu bu akşam, neden sarhoş adama el kaldırmayışını Ganid’e açıklamanın zor bir görevi beklemişti. Ganid bu adamın, en azından kıza vurmuş olduğu kadar dayak yemesi gerektiğini düşünmüştü.
130:6.1 (1437.1) Dağ eteklerindeyken, İsa, korku duymakta ve ümitsizlik içinde bulunmakta olan bir genç adamla uzun bir konuşma yaptı. Akranlarıyla olan birlikteliğinden huzur ve cesaret bulmada başarısız olarak bu genç, tepelerde yalnızlığı aramış haldeydi; o, bir acizlik ve aşağılık duygusuyla büyümüş haldeydi. Bu doğal kökenli eğilimler; en dikkate değer olanı on iki yaşında babasını yitirişi olarak, ufaklığın büyürken karşılaşmış olduğu sayısız zorlu durumla çoğalmıştı. Onlar karşılaştıklarında, İsa şunu söylemişti: “Selamlar, dostum! böyle güzel bir günde neden bu kadar üzüntü içerisinde görünmektesin? Eğer seni sıkıntıya sokan bir şey olmuşsa, ben, belki bir şekilde sana yardımcı olabilirim. Her ne olursa olsun, yardımlarımı sunmak bana büyük keyif vermektedir.”
130:6.2 (1437.2) Genç adam konuşmaya isteksizdi, ve bu yüzden İsa şunları söyleyerek onun ruhuna ikinci kez yaklaşımda bulunmuştu: “Senin bu tepelere insanlardan kurtulmak için gelmiş olduğunu anlayabiliyorum; bu nedenle, tabiî ki de, sen, benle konuşmak istememektesin; ama, ben, bu tepelere aşina olup olmadığını öğrenmek isterim; dağ patikalarına giden yolu biliyor musun? ve, ki eğer şanlıysam, Feniks’e en iyi hangi yoldan gidebileceğim hakkında beni bilgilendirebilir misin?” Bu zaman zarfında bu genç, bu dağları oldukça iyi bilir hale gelmişti; ve, o gerçekten de, Feniks’e giden yolu İsa’ya söylemede çok fazla ilgili hale gelmişti ki; o kadar çok ki, arazi üzerindeki tüm patika yolları eliyle göstermiş ve her detayı bütünüyle açıklamıştı. Ancak, o, İsa güle güle dedikten ve ayrılırmış gibi yaptıktan sonra birden kendisine dönüp şu sözleri söyleyişiyle, şaşkına dönüp ve meraklanmıştı: “Ben, huzur bulamayışınla yalnız başına bırakılma arzusu duyduğunu oldukça iyi biliyorum; ancak, Feniks’e yolumu en iyi şekilde nasıl bulacağıma dair senden böyle cömert bir yardımı aldıktan sonra, burada dağ eteklerinde bekleyerek vaktini geçirirken kalbinde arayışına düşmüş olduğun nihai son amacına gidecek en iyi yolla ilgili hoşa giden yardım ve rehberlik ricana cevap vermek için en küçük bir çabada bile bulunmadan senden düşüncesizce ayrılmak benim için ne iyi ne de adil bir şey olurdu. Sen, onları birçok kez katetmiş olarak, Feniks’e giden dağ patikalarını nasıl çok iyi biliyorsan, ben de, hayal kırıklığına uğramış ümitlerinin ve engellenmiş gelecek arzularının şehrine giden yolu çok iyi bilmekteyim. Ve, sen benden yardım istediğin için, seni hayal kırıklığına uğratmayacağım.” Genç, hissettiği yoğun duygulardan neredeyse hiçbir şekilde konuşacak bir şey bulamıyordu; ama, o şunları, kesik kesik dile getirmeyi başarabildi: “Ama — ben senden hiçbir şey istemedim ki — ” Ve, İsa, elini onun omzuna usulca koyarak, şunu söyledi: “Hayır evlat, sözcüklerle değil, arayan bakışlarınla sen benim kalbime geldin. Küçük oğlum benim, akranlarını derinden seven biri için, hayal kırıklığı ve ümitsizlik içindeki çehrende yardım için kendini çok güzel ifade eden bir talep bulunmaktadır. Sana; benliğin kederlerinden, insanların kardeşliğindeki ve cennetin Tanrısı’na olan hizmetteki sevgi dolu etkinliklerin neşelerine götüren hizmet patikaları ve mutluluk ana yollarından bahsederken, gel yanıma otur.”
130:6.3 (1437.3) Bu zaman zarfında genç adam, oldukça fazla bir biçimde İsa ile konuşma arzusu duymaktaydı ve, o, kişisel keder ve yenilgiden oluşan dünyasından kaçışı işin kendisine yol göstermesi amacıyla, kendisine yardım etmesini ondan çok güçlü bir biçimde talep ederek ayaklarına kapanmıştı. İsa şöyle söyledi: “Dostum, ayağa kalk! Bir insan gibi dimdik dur! Küçük düşmanlarla çevrilmiş, birçok engel tarafından durdurulmuş olabilirsin; ancak, bu dünyanın ve kâinatın büyük şeyleri ve gerçek şeyleri senin yanındadır. Güneş her sabah, tıpkı dünya üzerindeki en güçlü ve en varlıklı insana yaptığı gibi, seni saygıyla selamlamak için doğmaktadır. Bir bak —kuvvetli bir bedene ve güçlü kaslara sahip olarak — fiziksel yapın ortalamanın üstünde. Tabii ki de, böyle olman, burada böyle dağ eteklerinde dışarıda otururken ve kimisi gerçek kimisi de hayal ürünü olan talihsizliklerin üzerine yas tutarken neredeyse anlamsızdır. Ancak, sen, mükemmel şeylerin yapılmayı beklediği yere bir an önce giderek kurtulursan, bedeninle büyük şeyleri yapabilirsin. Sen, mutsuz olan benliğinden kaçmaya çalışıyorsun; ancak, bu gerçekleştirilemez niteliktedir. Sen ve yaşamaya dair sorunların gerçektir; sen, yaşadığın müddetçe onlardan kaçamazsın. Ancak, bir daha bak, aklın açık ve yetkin. Kuvvetli bedenin, yönlendirmek için us sahibi olan bir akla sahip. Aklını, sahip olduğu sorunları çözmesiyle görevlendir; usuna, senin için çalışmasını öğret; artık, düşünmeyen bir hayvan gibi korkunun egemenliği altına girmeyi reddet. Aklın; senin, şimdiye kadar olduğun gibi, onun ümitsiz korku-kölesi ve umutsuzluğun ve yenilginin esir hizmetçisi olacağına, yaşam sorunlarının çözümünde cesur müttefikin olsun. Ancak, hepsi içinde en değerlisi olarak, gerçek kazanımında sahip olduğun potansiyel; senin içinde yaşayan, ve eğer onu korkunun zincirlerinden özgür bırakacak olursan ve böylelikle elinde bulundurduğun ruhsal doğanın, yaşayan inancın güç-mevcudiyeti ile eylemsizlikten kaynaklanan kötülüklerden kurtulmaya başlamasını mümkün kılarsan, kendisini denetlemesi ve bedeni harekete geçirmesi için aklını uyaracak ve ona ilham kaynağı olacak olan ruhaniyettir. Ve bunun sonrasında, hiç aralıksız gerçekleşen bir biçimde, bu inanç; senin Tanrı’nın bir evladı olduğunun kalbinde doğmuş olduğu bilinç nedeniyle ruhunu çok yakın bir süre içinde dolup taşıracak olan, bu yeni ve her şeyi egemenliği altına alan akranlarının derin sevgisinin karşı konulmaz mevcudiyeti ile insanlardan duyulan korkuyu alt edecektir.
130:6.4 (1438.1) “Şu gün, benim evladım, sen, yeniden doğacak, kendini inancın bir insanı olarak yeniden oluşturacak, Tanrı için, insana olan hizmete bağlanacaksın. Ve, kendin içinde yaşama oldukça bütüncül bir biçimde yeniden uyumlu hale geldiğinde, benzer bir biçimde kâinata yeniden uyumlu hale gelirsin; sen, ruhaniyetten doğmuş olarak — yeniden doğmuş olup, senin bütüncül yaşamın artık, utkun kazanımdan biri olacaktır. Sorunlar seni canlandıracak; hayal kırıklıkları seni gelecek için kamçılayacak; zorluklar seni, onların üstesinden gelmen için kışkırtacak; ve, engeller, seni harekete geçirecek. Doğrul, genç adam! Korkuya kul köle olan ve her zorluktan kaçan korkak yaşama elveda et. Bir an önce göreve geri dönmek için acele et, ve beden içinde sahip olduğun yaşamını, dünya üzerinde insanın soylulaştırıcı hizmetine adanmış ve ebediyet içindeki Tanrı’ya olan muhteşem ve ebedi hizmetin nihai sonuna ait bir fani olarak, Tanrı’nın bir evladı halinde yaşa.”
130:6.5 (1438.2) Ve, Fortune ismindeki bu genç, ilerleyen zamanlarda; Girit’de bulunan Hıristiyanlar’ın önderi, ve, Girit inananlarını canlandırmadaki çabalarında Titus’un yakın birlikteliği haline gelmişti.
130:6.6 (1438.3) Yolcular; Kirene’de iki günlük bir süre boyunca durarak, kuzey Afrika’da bulunan Kartaca için bir gün öğlen vakti suları hazır hale geldiklerinde, gerçekten dinlenmiş ve yenilenmişlerdi. İsa ve Ganid, yüklü bir öküz arabasının dağılması sonucu yaralanmış olan Rufus adındaki bir ufaklığa burada ilk yardımda bulunmuşlardı. Onlar Rufus’u; eve annesine ve, bir Roma askerinin verdiği emirlerle yapmış olduğu çarmıha ileride gerilmiş olan kişinin bir zamanlar oğluna arkadaşlık yapmış bu yabancı olduğunu çok az aklından geçirmiş olan, Şimon ismindeki babasına götürmüştü.
130:7.1 (1438.4) Çoğu zaman, Kartaca’ya olan yol üzerinde, İsa, akran yolcularıyla, toplumsal, siyasi ve ticari olan şeyler hakkında konuşmuştu; neredeyse tek bir söz din hakkında söylenmemişti. İlk kez Gonod ve Ganid, İsa’nın iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu keşfetmişti; ve, onlar kendisini, Celile’deki öncül yaşamı hakkında hikâyeler anlattırarak kendisini meşgul tutmuşlardı. Onlar aynı zamanda, İsa’nın, ne Kudüs’de ne de Şam’da değil, ancak Celile’de yetişmiş olduğunu öğrenmişlerdi.
130:7.2 (1438.5) Ganid, şans eseri karşılaştıkları kişilerin büyük bir çoğunluğunun İsa’yı ilgi çekici bulduğunun farkına vararak, bir kişinin arkadaşlık kurabilmek için ne yapması gerektiğini öğrenmek istediğinde, onun öğretmeni İsa şunu söylemişti: “Akranlarına karşı ilgi duyar hale gel; onları nasıl derinden sevebileceğini öğren, ve onların yararına, gerçekleşmesini arzuladıklarına emin olduğun şeylere katkıda bulunmak için fırsat kolla.” Ve, bunun sonrasında o, eski Musevi atasözüne alıntı yapmıştı — “Arkadaşlara sahip olacak bir kişi kendisini arkadaşça göstermek zorundadır.”
130:7.3 (1439.1) Kartaca’da İsa, bir Mitraik din-adamı ile, zaman ve ebediyet hakkında olarak, ölümsüzlük üzerine uzun ve dikkate değer bir konuşmada bulunmuştu. Bu Farslı kişi İskenderiye’de eğitim görmüş olup, gerçekten de İsa’dan bir şeyler öğrenmeyi arzulamıştı. Bugünün sözcükleri ile ifade edilmiş biçimde, özetle İsa, onun birçok sorusuna cevap olarak şunları söylemişti:
130:7.4 (1439.2) Zaman, yaratılmış bilinci tarafından algılandığı haliyle, ilerlemekte olan geçici olayların bir akımıdır. Zaman, aracılığı ile olayların yeniden düzenlendiği ve ayrıştırıldığı, şeylerin birbirini izleyişine-bir düzen için konumlanışına verilen bir isimdir. Mekân evreni, Cennet’in sabit yerleşkesinin dışında bulunan içteki herhangi bir konumdan gözlendiği haliyle, bir zaman-ilişkili olgudur. Zamanın hareketi yalnızca, bir zaman olgusu olarak mekânda hareket etmeyen bir şeyle ilişkili olarak açığa çıkar konumdadır. Kâinat âlemlerinin tümünde, Cennet ve ona ait İlahiyatlar, hem zaman hem de mekânın ötesinde bulunmaktadır. İkamet edilen dünyalarda, (Cennet Yaratıcısı’nın ruhaniyeti tarafından ikamet edilen ve onun aracılığı ile yönlendirilen) insan kişiliği, geçici olayların maddi ilerleyişinin ötesine geçebilen fiziksel olarak ilişkili tek gerçekliktir.
130:7.5 (1439.3) Hayvanlar zamanı insanlar gibi hissetmemektedirler; ve, insan için bile, onun bölünmüş ve kısıtlı bakış açısı nedeniyle, zaman, olayların birbirlerini takip edişi olarak görünmektedir; ancak, içe doğru ilerleyen bir biçimde, insan yükseldikçe, bu olayların birbirlerini takip edişine dair genişleyen bakış açısı öyle bir konuma gelir ki, gittikçe artan bir biçimde onun bütüncüllüğü algılanır. Öncesinde olaylar arasında bir takip ediş olarak görülen şey, sonrasında bütüncül ve kusursuz bir biçimde birbiriyle ilişkili olan çevrim olarak görülecektir; böylelikle, döngüsel eş zamanlılık artan bir biçimde, bir zamanlar olayların dairesel sıralanışına dair sahip olunan bilincin yerine geçecektir.
130:7.6 (1439.4) Orada, zaman tarafından belirlenen haliyle, mekâna ait yedi farklı kavramsallaşma bulunmaktadır. Mekân zaman tarafından ölçülür; zaman mekân tarafından değil. Bilim adamının yaşadığı kafa karışıklığı, mekânın gerçekliğini tanımadaki başarısızlıktan doğmaktadır. Mekân yalnızca, kâinat nesneleri ile ilişkili çeşitlenişe dair ussal bir kavramsallaşma değildir. Mekân boş değildir; ve, insanın, mekânın kısmen bile olsa ötesine geçebilecek olarak bildiği tek şey akıldır. Akıl, maddi nesnelerin mekân-ilişkiselliği kavramsallaşmasından bağımsız olarak faaliyet gösterebilir. Mekân görecesel ve karşılaştırmasal olarak, yaratılmış düzeye ait tüm varlıklar için sınırlıdır. Bilinç, yedi kâinat boyutunun farkındalığına yaklaştıkça, potansiyel mekân kavramsallaşması, daha fazla bir biçimde nihayete yaklaşmaktadır. Ancak, mekân potansiyeli, yalnızca mutlak düzeyde gerçekten nihaidir.
130:7.7 (1439.5) Kâinatsal gerçekliğin, kâinatın yükseliş ve kusursuzlaşma halindeki düzeyleri üzerinde genişleyen ve her zaman göreceli bir anlamı olduğu sizler için bariz nitelikte olmalıdır. Nihai olarak, kurtuluş halindeki faniler, yedi-katmanlı bir evrende kimliklerini kazanırlar.
130:7.8 (1439.6) Maddi kökene ait bir aklın zaman-mekân kavramsallaşması, bilinçli ve kavrayış halindeki kişilik evrenlerin aşamalarında yükseldikçe, birbirini takip eden genişlemelerden geçme nihai sonuna sahiptir. İnsan, mevcudiyetin maddi ve ruhsal düzlemleri arasında bulunan akla eriştiğinde, onun zaman-mekân düşünceleri devasa bir biçimde, hem algının niteliği hem de deneyimin niceliği bakımından genişleyecektir. İlerleyen bir ruhaniyet kişiliğinin sahip olduğu genişlemekte olan kâinatsal kavramsallaşmalar, hem kavrayışın derinliğindeki ve hem de bilincin kapsamındaki çoğalmalar sebebiyle gerçekleşmektedir. Ve, kişilik, yukarı ve içe doğru olarak, İlahiyat-benzerliğinin aşkın düzeylerine doğru ilerledikçe, zaman-mekân kavramsallaşması artan bir biçimde, Mutlak Olanlar’a ait zamansız ve mekânsız kavramsallaşmalara yaklaşacaktır. Göreceli bir biçimde, ve aşkın nitelikteki kazanım ile uyumlu olarak, mutlak düzeyin bu kavramsallaşmaları, nihai kutsal sonun çocukları tarafından tahayyül edilir hale gelecektir.
130:8.1 (1440.1) İtalya yolunda ilk olarak durdukları yer Malta adası olmuştu. Burada İsa, Klaudus isminde hayal kırıklığına uğramış ve güveni kırılmış genç bir kişiyle uzun bir konuşmada bulunmuştu. Bu akran öncesinden, canını almayı düşünmüştü; ancak, Şamlı kâtip ile konuşmasını bitirince şöyle söyledi: “Ben yaşamla bir erkek gibi yüzleşeceğim; korkağı oynadığım günler artık geride kaldı. Ben insanlarıma geri gidip, yaşama yeni baştan başlayacağım.” Yakın bir süre içinde o, Kinik inanışının şevkli bir duyurucusu haline gelip, daha da sonra, Petrus ile birlikte, Roma ve Napoli’de Hıristiyanlığı duyurma çabalarını birleştirmişlerdi; ve, Petrus’un ölümünden sonra, o, müjdeyi duyurmak için İspanya’ya geçmişti. Ancak, o hiçbir zaman; Malta’da kendisine ilham kaynağı olmuş kişinin, daha sonra dünyanın Kurtarıcısı olarak duyurduğu İsa olduğunu öğrenmemişti.
130:8.2 (1440.2) Syracuse’de onlar bir tam hafta geçirmişlerdi. Duraklarında yaşanılmış dikkate değer olay, İsa ve onun dostlarının durakladıkları yer olan hanı idare eden, inancını terk etmiş Musevi olan Üzeyir’in yeniden kazanılışı olmuştu. Üzeyir İsa’nın yaklaşımıyla büyülenmiş olup, İsa’dan, İsrail’in inancına olan geri dönüşünde kendisine yardım etmesini istemişti. O ümitsizliğini şöyle söyleyerek ifade etmişti: “Ben İbrahim’in gerçek bir evladı olmak istiyorum, ama Tanrı’yı bulamıyorum.” Buna karşılık olarak İsa: “Eğer gerçekten Tanrı’yı bulmak istiyorsan, bu arzu kendi içinde, onu çoktan bulmuş olduğunun kanıtıdır. Senin yaşadığın zorluk, Tanrı’yı bulamama oluşun değildir, zira, Yaratıcı, çoktan seni bulmuş haldedir; senin yaşadığın zorluk, yalın bir değişle, Tanrı’yı bilmeyişindir. Yeremya Peygamberi’nde okumadın mı, ‘Beni tüm kalbinle aramış olduğun zamanı, benim ardıma düşmüş ve beni bulmuş olursun?’ Ve, tekrar edilmesi gerekirse, bu aynı peygamber şunu söylemiyor mu: ‘Ve, ben sana beni tanıması için bir kalp veriyorum, ben Koruyucunuz olan; ve, sen benim insanlarıma aitsin, böylece ben senin Tanrın oluyorum?’ Ve, sen, Yazıtlar’da şunların ifade edildiği metinleri de mi okumadın: ‘O aşağıya, insanlara doğru bakarken eğer biri “ben günah işledim ve doğru olandan ayrıldım, ve hiçbir yararını da görmedim” derse, bunun sonucunda Tanrı bu insanın ruhunu karanlıktan kurtarır ve bu kişi ışığı görür?” Ve, Üzeyir Tanrı’yı bulmuş olup, bunu ruhunun tatmin olduğu düzeyde gerçekleştirdi. Daha sonra, bu Musevi, dinini yakın zamanda değiştirmiş bir Yunanlı ile birliktelik halinde, Syracuse’de ilk Hıristiyan din kurumunu kurdu.
130:8.3 (1440.3) Messina’da onlar, yalnızca bir günlüğüne durmuşlardı ancak, bu, İsa’nın kendisinden meyve aldığı ve karşılığında yaşamın ekmeği ile beslediği bir meyve satıcısı olan küçük bir erkek çocuğunun yaşamını değiştirecek kadar yeteri kadar uzunlukta bir süreydi. Ufaklık; elini erkek çocuğun omzuna koyup şunları söylediğinde, İsa’nın söylemiş olduğu kelimeleri ve bu kelimelere eşlik eden onun arkadaşçıl bakışını bir daha unutmamıştı: “Sağlıcakla kal, benim ufaklığım, erkekliğe büyürken cesur ol ve yılma; bedeni besledikten sonra, ruhu nasıl beslemen gerektiğini de öğren. Ve, cennetteki Yaratıcım, seninle beraber olup, senin önünden gidecektir.” Ufaklık, Mitraik dinin bir takipçisi haline gelip, daha sonra Hıristiyan inancına bağlandı.
130:8.4 (1440.4) En sonunda onlar Napoli’ye ulaşmış olup, istikametleri olan Roma’dan çok uzakta olmadıklarını hissetmişlerdi. Gonod’un Napoli’de, ilgilenmesi gereken birçok iş ilişkisi bulunmaktaydı kendisine mütercim olarak ihtiyaç duyulan zaman dışında, İsa ve Ganid boş vakitlerini, şehirde gerçekleştirdikleri gezintilerde ve keşiflerde harcamaktaydılar. Ganid, yardıma muhtaç oldukları görülen bireylerin yarattığı manzaraya fazlasıyla aşina hale gelmekteydi. Onlar bu şehirde fazlasıyla fakirlik görmüş olup, etrafa fazlasıyla para yardımında bulunmuşlardı. Ancak, Ganid; bir sokak dilencisine bir miktar bozukluk verdikten sonra, İsa’nın durup, bu kişiyle onu teselli eder biçimde konuşmayı reddettiğinde söylemiş olduğu sözcüklerin anlamını hiçbir zaman kavramamıştı. İsa şunları söylemişti: “Ne söylediğinin içerdiği anlamı algılayamayacak biri üzerinde neden kelimeler israf edilsin? Yaratıcı’nın ruhaniyeti, evlatlık için herhangi bir yetkinliğe sahip olmayan birine bir şeyler öğretemez ve onu kurtaramaz.” İsa’nın söylemek istediği şey, bu kişinin olağan bir akla ait olmadığıydı onun, ruhaniyet yönlendirişine karşılık verme yetisinden yoksunluğuydu.
130:8.5 (1441.1) Napoli’de hiçbir olağandışı deneyim yaşanmamıştı İsa ve genç adam şehri tamamiyle katetmiş ve yüzlerce erkeğe, kadına ve çocuğa, birçok gülücükle birlikte cesaret vermişti.
130:8.6 (1441.2) Buradan onlar, Capua’da üç günlüğüne yolculuklarına bir ara vererek, Capua üzerinden Roma’ya gitmişlerdi. Appian Yolu üzerinden, üçününde imparatorluğun bu en güçlü kraliçesi ve tüm dünyanın en büyüğü olan bu şehri görmeyi derinden arzuladığı bir biçimde, seyahat hayvanlarının yanında Roma’ya hareket etmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
131. Makale
131:0.1 (1442.1) İSA, Gonod ve Ganid’in İskenderiye konukluğu boyunca, genç adam vaktinin büyük bir kısmını ve babasının hiç de azımsanmayan ölçekteki parasını, Tanrı ve onun fani insan ile ilişkileri üzerine olan dünya dinlerinin öğretilerinden oluşan bir derlemeye harcadı. Ganid, İlahiyatlar’a dair dünyanın sahip olduğu dini inanç savlarından bu özet metni çıkarmak için, altmıştan fazla eğitimli çevirmeni işe almıştı. Ve, bu kayıtta şu açık bir biçimde ortaya konulmalıdır ki, tektanrılı dini tasvir eden bu öğretilerin tümü geniş bir ölçüde, sahip oldukları Salem yönetim merkezlerinden — En Yüksek Unsur olarak — tek bir Tanrı’nın inanç savını yaymak için dünyanın en ücra yerlerine kadar gitmiş Maçiventa Melçizedeği’nin din-yayıcılarının gerçekleştirdikleri duyurulardan, doğrudan veya dolaylı olarak, elde edilmişti.
131:0.2 (1442.2) Burada, böylelikle; İskenderiye ve Roma’da hazırlanmış olan, ve, ölümünden sonra yüzlerce yıl boyunca Hindistan’da muhafaza edilmiş, Ganid’in el yazmasının bir özeti sunulmaktadır. Ganid, derlemiş oldukları bilgileri şu şekilde on başlık altında toplamıştı:
131:1.1 (1442.3) Melçizedek takipçilerine ait geçmişten kalan öğretiler, Musevi dini içerisinde varlığını sürdürmeye devam edenler dışında, en iyi bir biçimde Kinikçiler’in inanç savlarında muhafaza edilmişti. Ganid’in seçici derleyişi şunlardan oluşmuştu:
131:1.2 (1442.4) “Tanrı, en yüksek düzeyde olandır; o, yeryüzü ve gökyüzünün En Yüksek Unsuru’dur. Tanrı, ebediyetin kusursuzlaştırılmış dairesidir; ve, o, Kâinat evrenlerinin tümünü yönetmektedir. O, yerlerin ve göklerin tek yaratıcısıdır. O bir şeye emrettiğinde, o şey var kılınır. Bizlerin Tanrısı, tek Tanrı’dır; ve, o, merhamet sahibi ve bağışlayıcıdır. Yüksek, kutsal, gerçek ve güzel olan her şey, Tanrımız gibidir. En Yüksek Unsur, yeryüzü ve gökyüzünün ışığıdır; o, doğunun, batının, kuzeyin ve güneyin Tanrısı’dır.
131:1.3 (1442.5) “Yeryüzü yok olsa bile, En Yüce Olan’ın parıldayan yüzü görkem ve ihtişam içinde ışımaya devam edecektir. En Yüksek Unsur, her şeyin başlangıcı ve sonu olarak ilk ve sondur. Bu tek bir Tanrı’dan başkası yoktur; ve, onun ismi Gerçeklik’dir. Tanrı, mevcudiyetini kendinden almış olandır; ve, o, her türlü kızgınlık ve düşmanlıktan yoksundur; o, ölümsüz ve sonsuzdur. Bizlerin Tanrısı, her şeye gücü yeten ve fazlasıyla cömerttir. O birçok dışavuruma sahip olsa da, biz yalnızca, Tanrı’nın kendisine ibadet etmekteyiz. Tanrı — sırlarımız ve eğilimlerimiz olarak — her şeyi bilmektedir; o aynı zamanda, her birimizin neye layık olduğunu bilmektedir. Onun kudreti her şeye kadirdir.
131:1.4 (1442.6) “Tanrı, ondan korku duyan ve ona güvenen herkesin bir huzur vericisi ve sadık bir koruyucusudur. O, kendisine hizmet eden herkese kurtuluş bahşetmektedir. Yaratımın tümü, En Yüksek Unsur’a ait güç içinde mevcudiyetine sahip olmaktadır. En Yüksek Unsur, beden ve ruhun birlikteliğini emretmiş olup, insana kendi öz ruhaniyetini bahşetmiştir. İnsan ne yaparsa bir sona ermek zorundadır; ancak, Yaratan’ın yaptıkları sonsuza kadar devam eder. Bizler, insanın deneyiminden bilgi kazanırız; ancak, bizler, En Yüksek Unsur’un derin düşüncesinden bilgelik elde ederiz.
131:1.5 (1443.1) “Tanrı; yeryüzüne yağmur yağdırır, güneşin filizlenen tahılına ışık vermesini sağlar, ve bu yaşamın iyi şeylerinden olan çok verimli harmanını ve gelecek dünya içindeki ebedi kurtuluşu verir. Bizlerin Tanrısı, büyük bir yönetim gücüne memnuniyetle sahiptir; onun ismi Mükemmel olup, onun doğası kavranılamaz niteliktedir. Hasta olduğunuzda, sizleri iyileştiren En Yüksek Unsur’dur. Tanrı tüm insanlara karşı olabilecek en bütüncül halde iyidir; bizler, en Yüksek Unsur gibi başka bir arkadaşa sahip olamayız. Onun bağışlaması her yere uzanmakta, ve iyiliği ruhların tümünü içine almaktadır. En Yüksek Unsur değişmezdir; ve, o, her ihtiyaç duyduğumuzda bizlerin yardımcısıdır. Ne zaman dua etmek için başını çevirsen, orada En Yüksek Unsur’un yüzünü ve Tanrımız’ın hazır kulağını bulursun. Sen kendini insanlardan saklayabilirsin, ancak Tanrı’dan değil. Tanrı bizlerden çok uzakta olan bir yerde değildir; o her yerdedir. Tanrı her yeri kaplamakta olup, onun kutsal isminden korkan insanın kalbinde yaşamaktadır. Yaratılmış Yaratan’ın içinde, ve Yaratan yaratılmışın içindedir. Bizler En Yüksek Unsur’u arar, ve bunun sonrasında onu kalplerimizde buluruz. Sizler sevgili bir arkadaşı bulmak için aramaya koyulur, ve bunun sonrasında onu ruhunuzun içinde keşfedersiniz.
131:1.6 (1443.2) “Tanrı’yı bilen kişi, tüm insanları eşit olarak görür; onlar, kendisinin kardeşleridir. Beden içindeki kendi kardeşlerini görmezden gelenler olarak, bencil kişiler, ödülleri olarak yalnızca yılgınlığa sahip olurlar. Akranlarını derinden seven ve saf kalplere sahip olanlar, Tanrı’yı göreceklerdir. Tanrı hiçbir zaman içtenliği unutmaz. O kalplerin dürüst olanını gerçekliğe yönlendirir; zira, Tanrı, gerçekliktir.
131:1.7 (1443.3) “Yaşamlarınızda hatayı ortadan kaldırın, ve kötülüğün, yaşayan gerçekliğin derin sevgisi ile üstesinden gelin. İnsanlar ile olan tüm ilişkilerinizde, kötülük karşısında iyilik yapın. Koruyucu Tanrı, merhamet sahibi ve sevgi doludur; o, bağışlayandır. Hadi, Tanrı’yı derinden sevelim; zira, bizleri derinden seven ilk o oldu. Tanrı’nın derin sevgisi ve bağışlamasıyla, bizler kurtarılacağız. Fakir insanlar ve zengin insanlar kardeştirler. Tanrı, onların Yaratıcısı’dır. Kendinize yapmayacağınız kötülüğü, başkalarına yapmayınız.
131:1.8 (1443.4) “Her zaman onun ismini anın; ve, siz onun ismine inandıkça, etmiş olduğunuz dua duyulacaktır. En Yüksek Unsur’a ibadet etmek ne de büyük bir onurdur! Tüm dünya ve evrenler En Yüksek Unsur’a ibadet etmektedir. Ve, tüm dualarınızla teşekkürlerinizi sunun — ibadete yükselin. Duayı içeren ibadet, kötülükten uzak durup, günahı yasaklar. Her zaman, hadi, En Yüksek Unsur’un ismini yüceltelim. En Yüksek Unsur’a sığınan, kusurlarını Kâinatın görüşünden örter. Tanrı’nın önünde temiz bir kalple durduğunuzda, yaratımın tümüne karşı bütün korkularınızdan arınır hale gelirsiniz. En Yüksek Unsur, sevgi dolu bir baba ve anne gibidir; o gerçekten, yeryüzü üzerindeki çocukları olarak bizleri derinden sever. Tanrımız bizleri bağışlayacak ve kurtuluşun yollarına adımlarımızı yönlendirecektir. O bizleri elimizden tutacak olup, kendisine götürecektir. Tanı, kendisine inananı kurtarır; o insanı, kendi ismine hizmet etmesi için zorlamaz.
131:1.9 (1443.5) “Eğer En Yüksek Unsur’un inancı kalplerinize girdiyse, bunun sonucunda sizler, yaşamınızın her gününde korkudan uzak yaşayacaksınız. Tanrı inancı olmayanın varlığına bakıp, içi içinizi yemeyin; kötülüğü kuranlardan korkmayın; ruhun günahtan ayrılmasını ve bütüncül inancını kurtuluşun Tanrısı’ndan yana koymasına izin verin. Arayış içindeki faninin yorgun ruhu, En Yüksek Unsur’un kollarında ebedi istirahatı bulur; bilge kişi, kutsal olanın kucaklayışının açlığını duyar; yeryüzü evladı, Kâinatın Yaratıcısı’nın kollarındaki güvenceyi arzular. Soylu insan, içinde faninin ruhu ile Yüce Olan’ın ruhaniyetinin birleştiği en yüksek düzeyi amaçlar. Tanrı adildir: Ektiklerimizden bu dünyada hangi meyveyi alamamışsak, diğerinde onlara sahip olacağız.”
131:2.1 (1444.1) Filistinli Ken toplulukları, Melçizdek öğretisinin büyük bir kısmını yok olmaktan kurtarmıştı; ve, muhafaza edildiği ve Museviler tarafından değişikliğe uğratıldığı haliyle, bu kayıtlardan, İsa ve Ganid, şu seçilmiş derlemede bulunmuşlardı:
131:2.2 (1444.2) “Her şeyin tam da en başında Tanrı gökleri ve yeryüzünü ve onların üzerindeki her şeyi yarattı. Ve, bir bakın, onun yarattığı her şey çok iyiydi. Koruyucu olan, o Tanrı’dır; yukarıdaki gökyüzünde veya aşağıdaki yeryüzünde ondan başka hiç kimse yoktur. Bu nedenle, Koruyucunuz olan Tanrınızı, tüm kalbinizle, ve tüm ruhunuzla, ve tüm kudretinizle sevmelisiniz. Yeryüzü, suların denizleri kapladığı gibi Koruyucuya ait engin bilgi ile kaplanmalıdır. Gökler Tanrı’nın ihtişamını haykırmakta, gök kubbe zanaatını göstermektedir. Takip eden her gündüz bir şeyler anlatmaktadır; takip eden her gece bilgiyi göstermektedir. Onların sözlerinin duyulmadığı hiçbir söz veya dil bulunmaktadır. Koruyucu’nun yaptığı muhteşem olup, bilgelik içinde o her şeyi var kılmıştır; Koruyucu’nun büyüklüğünün ucu bucağı yoktur. O yıldızların sayısını bilir; onları isimleriyle çağırır.
131:2.3 (1444.3) “Koruyucu’nun gücü büyük olup, anlayışı sonsuzdur. Şöyle söyler Koruyucu: ‘Gökler yeryüzünden ne kadar yüksekse, benim yöntemlerim sizinkilerden o kadar yüksek, düşüncelerim düşüncelerinizden o kadar yukarıdadır.’ Tanrı derin ve gizli şeyleri açığa çıkarır, çünkü ışık onun içinde ikamet eder. Tanrı bağışlayıcı ve şükran sahibidir; o hoşgörülü olup, iyilik ve gerçeklikle doludur. Koruyucu iyi ve dosdoğrudur; ağırbaşlı olanı, kendi kararıyla yönlendirecektir. Koruyucu’nun iyi olduğunu deneyin ve görün! Tanrı’ya inanan insan kutsanmış olandır. Tanrı bizlerin limanı, zorda olanların tam da yanı başında bir yardım olarak, bizlerin gücüdür.
131:2.4 (1444.4) “Tanrı’nın bağışlaması sonsuzluktan gelip sonsuzluğa giden bir biçimde, kendisinden ve onun çocuklarımızın dahi çocuklarına olan doğruluğundan korkan olanlar üzerinedir. Koruyucu, şükran ve tamamiyle merhamet sahibidir. Koruyucu herkese karşı iyi olup, onun duygusal bağışlamaları kendi yaratımının tümü üzerinedir; o kalbi kırılmışı iyileştirir, yaralarını sarar. Tanrı’nın ruhaniyetinden nereye gidebilirim? Kutsal mevcudiyetten nereye kaçabilirim? Ebediyette ikamet eden, ismi Kutsal olan Yüksek ve Yüce Unsur şöyle söyler: ‘Ben yüksek ve kutsal bir yerde ikamet etmekteyim; aynı zamanda, alçakgönüllü bir kalbe ve ağırbaşlı bir ruhaniyete ait olanla beraberim.’ Hiç kimse Tanrımız’dan saklanamaz; zira o, göğü ve yeri kaplamaktadır. Bırakınız gökler şen olsun, ve yeryüzü neşeye boğulsun. Bırakınız tüm milletler şöyle söylesin: Koruyucu egemendir! Tanrı’ya teşekkürlerinizi sunun; zira onun bağışlayışı sonsuza kadar sürmektedir.
131:2.5 (1444.5) “Gökler Tanrı’nın doğruluğunu haykırmakta olup, insanların tümü onun ihtişamını görmüştür. Bizleri var kılan Tanrı’dır, kendimiz değil; biz, sahip olduğu otlağın koyunu olarak, onun insanlarıyız. Onun bağışlayışı sonsuza kadar varlığını sürdürür nitelikte olup, gerçekliği her nesilde bütünlüğünü korur. Tanrımız, milletlerin üstünde hükmedendir. Bırakınız yeryüzü onun ihtişamıyla dolup taşsın! Haydi ey insanlar, iyiliği için ve insanların çocuklarına olan muhteşem hediyeleri için Koruyucu’yu yüceltin.
131:2.6 (1444.6) “Tanrı insanı kutsaldan biraz daha düşük yaratıp, onu derin sevgi ve bağışlama ile taçlandırdı. Koruyucu, doğrunun yolunu bilmektedir; ancak, Tanrı inancı olmayanın yolu kaybolmalıdır. Koruyucu’dan duyulan korku, bilgeliğin başlangıcıdır; Yüce Olan’a dair bilgi, anlamanın göstergesidir. Şöyle söyler Her Şeye Gücü Yeten Tanrı: ‘Önümde yürü ve kusursuz ol.’ Yıkımdan önce gururun, bir çöküşten önce kibirli bir ruhaniyetin gelmekte olduğunu unutma. Kendi ruhaniyetini yöneten kişi, bir şehri alandan daha kudretlidir. Kutsal Olan, Koruyucu Tanrı şöyle söylemektedir: ‘Ruhsal istirahatına geri döndüğünde kurtulmuş olacaksın; sessizlik ve kendine güven senin gücün olacak.’ Koruyucu’yu bekleyenlerin gücü yenilenecek; kartallar gibi kanatlara sahip olacaklar. Onlar koşacak ve yorgun düşmeyecekler; yürüyecek ve bitap düşmeyecekler. Koruyucu korkularınıza son verecek. Şöyle söyler Koruyucu: ‘Korkmayın, zira ben sizinleyim. Ümitsizliğe düşmeyin, zira ben sizin Tanrınızım. Ben sizi daha güçlü kılacağım; ben size yardım edeceğim; evet, ben sizi doğruluğumun sağ koluyla koruyacağım.’
131:2.7 (1445.1) “Tanrı bizlerin Yaratıcısı’dır; Koruyucu, bizlerin kurtarıcısıdır. Tanrı Kâinatsal yardımcıları yaratmış olup, onların hepsini korumaktadır. Onun doğruluğu dağlar kadar yüksek, yargısı yeraltı kadar derindir. O, güzelliklerinin nehirlerinden içmemize sebep olmaktadır; ve, ışığında bizler ışığı görürüz. Koruyucuya teşekkürleri sunmak ve En Yüksek Unsuru yücelten şarkılar söylemek iyi bir şeydir; sabahları derin sevgi dolu-iyiliği, akşamları kutsal bağlılığı göstermek. Tanrı’nın krallığı sonsuza kadar süren bir krallık olup, onun nüfuzu tüm nesiller boyunca varlığını korur. Koruyucu benim çobanımdır; başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktur. O beni yeşil otlaklarda dinlendirir; durgun su kenarlarına götürür. O benim ruhumu tamir eder. O bana, doğruluğun yollarında yolumu gösterir. Evet, her ne kadar ölümün karanlık vadi boyunca yürüsem de, hiçbir kötülükten korkmayacağım; zira, Tanrı benimledir. Kesin olarak, iyilik ve bağışlama, yaşamımın her gününde beni takip edecektir; ve, ben, Koruyucu’nun evinde sonsuza kadar ikamet edeceğim.
131:2.8 (1445.2) “Yahveh, kurtuluşumun Tanrısı’dır; bu nedenle, ben, kutsal isime güvenimi koymaktayım. Ben, tüm kalbimle Koruyucu’ya güveneceğim; ben, kendi anlayışıma dayanmayacağım. İçinde bulunduğum her tutumda onu sayacağım; ve, o bana, yollarımı gösterecek. Koruyucu, doğruluğa sadıktır; o, kendisine hizmet edenlere sözünü tutar; adil olan, inancı uyarınca yaşamalıdır. İyi şeyler yapmıyorsanız, o günahın kapınızda beklediği içindir; insanlar sürmüş oldukları kötülüğü, ekmiş oldukları günahı biçer. Kötülüğü gerçekleştirenlerden dolayı içi içinizi yemesin. Kalplerinizde doğru yoldan ayrılmışlığı görürseniz, Koruyucu sizi duymaz; Tanrı’ya karşı günah işlerseniz, sizler kendi öz ruhunuza da karşı yanlış yapmış olursunuz. Tanrı; ister iyi isterse de kötü olsun, her bir sır dolu şey ile beraber insanın yaptığı her şeyi adalete kavuşturacaktır. Bir insan kalbinde ne düşünüyorsa, gerçekte o’dur.
131:2.9 (1445.3) “Koruyucu, onu dürüst bir biçimde ve gerçekten çağıran herkesin yanındadır. Yaşlı gözler bir gece sürebilir; ancak, neşe, sabaha gelmektedir. Şen bir kalp, bir ilaç gibi iyi şeyler yapmaktadır. Dosdoğru yürüyenlerden Tanrı hiçbir şeyi esirgemeyecektir. Tanrı’dan korkun ve onun emirlerine uyum; zira, bu, insanın bütüncül görevidir. Gökleri yaratmış ve yeryüzünü meydana getirmiş olan Koruyucu şöyle söyler: ‘Orada, benden başka hiçbir Tanrı yoktur; bir tek Tanrı ve bir tek koruyucu bulunmaktadır. Yeryüzünün tamamı, bana dönün ve kurtuluşa erin. Eğer beni amaç edinirseniz, tüm kalbinizle aradığınız vakit beni bulacaksınız.’ Ağırbaşlı dünyanın sahibi olacak olup, huzurun bolluğunda yaşamının keyfini sürecektir. Kim adaletsizlik ekerse, felaket biçer; rüzgâr ekenler, fırtına biçer.
131:2.10 (1445.4) “Gelin şimdi, hadi, beraber fikir yürütelim’ der Koruyucu, ‘Günahlarınız al al olsa da, onlar kar kadar beyaz olacaklar. Her ne kadar kopkoyu kırmızı olsalar da, yün gibi olacaklar.’ Ancak, doğru yoldan ayrılmışa hiçbir huzur yoktur; güzel olan şeyleri sizlerden esirgeyen sizin kendi günahlarınızdır. Tanrı, yüzümdeki gülümseme ve ruhumdaki neşedir. Ebedi Tanrı, benim gücümdür; o bizlerin ikamet ettiği yer olup, altında sonsuza kadar uzanan kollar bulunmaktadır. Koruyucu, kalbi kırılmış olanların yanındadır; o, bir çocuksu ruhaniyete sahip olan herkesi kurtarmaktadır. Doğru insanın sıkıntıları birçoktur; ancak, Koruyucu onu hepsinden kurtarır. Yolunu Koruyucu’nunkine bağla — güven ona, o seni güneşli günlere çıkaracaktır. En Yüksek Unsur’un gizli mekânında ikamet eden kişi, Her Şeye Gücü Yeten’in gölgesinde yaşayacaktır.
131:2.11 (1445.5) “Komşunu kendin gibi sev; herhangi bir insana karşı bir kin bile besleme. Nefret ettiğin şeylerden hiçbirini, hiçbir insana yapma. Kardeşini sev, zira Koruyucu, ‘Ben çocuklarımı hiçbir sınır olmadan seveceğim’ demiştir. Adil olanın yolu, kusursuz gün gelene kadar gittikçe daha fazla yanan parıltılı bir ışık gibidir. Bilge olanlar gök kubbenin berraklığı gibi parıldayacak olup, birçoklarını doğruluğa yönlendirmiş olanlar yıldızlar gibi hiç sona ermeden, sonsuza kadar. Doğru yoldan ayrılmışın kötü yolunu geride bırakmasına, doğru olmayan kişinin isyankâr düşüncelerden vazgeçmesine yardım edin. Koruyucu şöyle söyler: ‘Onlara yardım edin bana geri dönsünler, ve ben onlara merhamet göstereceğim; ben, cömert bir biçimde onları affedeceğim.’
131:2.12 (1446.1) “Gökyüzü ve yeryüzünün yaratıcısı olan Tanrı şöyle söyler: ‘Benim kanunumu derinden sevenler büyük huzura sahiptirler. Benim emirlerim: Beni tüm kalbinizle derinden sevmelisiniz; benim karşımda hiçbir tanrıya sahip olmamalısınız; benim ismimi saygıyla anmalısınız; kutsal olarak muhafaza etmek için Şabat gününü hatırlayın; babanızı ve annenizi onurlandırın; öldürmemelisiniz; eşinizden başkasıyla ilişki yaşamamalısınız; çalmamalısınız; yalancı şahitlikte bulunmamalısınız; başkalarının sahip oldukları şeyleri kıskanmamalısınız.’
131:2.13 (1446.2) “Ve, Koruyucu’yu olası en yüksek düzeyde ve komşularını kendileri gibi derinden sevenler için, cennetin Tanrısı şöyle söyler: ‘Ben sizi, mezarın ellerinden kurtaracağım; ölümün kollarından özgürleştireceğim. Ben çocuklarınıza, adil olmanın yanı sıra bağışlayıcı olacağım. Yeryüzü üzerindeki yaratılmışlarım olan sizler hakkında, yaşayan Tanrı’nın evlatları olduğunuzu söylemedim mi? Ve, ben sizi, sonsuza kadar sürecek derin bir sevgi ile sevmedim mi? Ben, sizlerin benim gibi olmanız ve benimle beraber Cennet’de sonsuza kadar ikamet etmeniz için çağrıda bulunmadım mı?’”
131:3.1 (1446.3) Ganid; Budizm’in, kişisel ve Kâinatsal bir İlahiyat’a sahip olmayan bir biçimde, Tanrı olmadan büyük ve güzel bir dine nasıl bu kadar yaklaşabilmiş olduğunu keşfetmede fazlasıyla şaşkınlık yaşamıştı. Buna rağmen, o; Buda dönemine kadar dahi Hindistan’da görevlerini sürdürmüş olan Melçizedek din-yayıcılarına ait öğretilerinin etkisini bir ölçüde yansıtmış bulunan belli başlı öncül inanışların bir kaydını bulmuştu. İsa ve Ganid, Buda edebiyatından şu ifadeleri derlemişlerdi:
131:3.2 (1446.4) “Saf bir kalpten, iyilik Sınırsız Olan’a doğru akmalı; varlığımın tümü, bu fani-ötesi neşeyle barışık olmalı. Ruhum tatminkârlıkla dolu olup, kalbim barışçıl güvenin derin mutluluğu ile dolup taşmaktadır. Ben hiçbir korkuya sahip değilim; ben endişeden tamamiyle uzağım. Güven içinde ikamet etmekteyim, ve düşmanlarım huzurumu bozamaz. Ben, sahip olduğum güvenin meyvelerinden memnunum. Ben, Ölümsüz Olan’a kolay yoldan nasıl ulaşacağımı buldum. Ben inancın, uzun yolculuğumda bana her zaman göz kulak olması için dua etmekteyim; ben, öteye duyulan inancın beni yüzüstü bırakmayacağını biliyorum. Ben; alçak gönüllülük, doğruluk, bilgelik, cesaret, bilgi ve kararlılık yaratan inancın kendisi bile olarak, Ölümsüz Olan’ın inancı ile dolup taşar hale geldiklerinde kardeşlerimin kalkınacağını bilmekteyim. Haydi, kederi geride bırakalım ve korkularımızı bir kenara atalım. İnanç ile, haydi gelin, gerçek doğruluğa ve içten insanlığa sımsıkı sarılalım. Haydi, adalet ve bağışlama üzerine derince düşünmeyi öğrenelim. İnanç, insanın gerçek servetidir; o, erdem ve ihtişamın bahşedilmişliğidir.
131:3.3 (1446.5) “Doğru olmamak, horgörülesidir; günah, kınanılasıdır. İster düşüncede olsun isterse de eylemlere geçirilmiş olsun, kötülük insanı bayağılaştırmaktadır. Toz nasıl rüzgârı izlerse, acı ve keder, kötülüğün yolunu öyle takip eder. Gölge nasıl maddi şeylerin bedenini izlerse, mutluluk ve iç huzur, temiz düşünceyi ve erdemli yaşamı öyle takip eder. Kötülük, yanlış yönlendirilmiş düşüncenin meyvesidir. Günah olmayan yerde günahı görmek kötülüktür; günah olan yerde hiçbir günahı görmemek. Kötülük, sahte inanışların yoludur. Şeyleri oldukları gibi görerek kötülükten kaçınanlar, böylelikle gerçeklikle bütünleşerek neşeye sahip olurlar. Günahtan tiksinti duyarak, acınıza bir son verin. Soylu Olan’a dönüp yukarı baktığınızda, günahtan bütün bir kalp ile ayrılın. Kötülük için hiçbir özürde bulunmayın; günah için hiçbir bahaneyi öne sürmeyin. Geçmiş günahlarınızı telafi etmek için çabada bulunarak, ona olacak gelecek eğilimlerinize karşı koymada kuvvet elde edersiniz. Bireyin kendisine getirdiği sınır, pişmanlıktan doğmaktadır. Soylu Olan’a itiraf edilmemiş hiçbir kusur bırakmayın.
131:3.4 (1447.1) “Güler yüzlülük ve memnuniyetlik, iyi yapılmış ve Ölümsüz Olan’ın ihtişamı için gerçekleştirilmiş eylemlerin ödülleridir. Hiçbir insan seni, sahip olduğun aklın özgürlüğünden mahrum bırakamaz. Dininin inancı kalbini özgürleştirdiğinde, akıl, bir dağ gibi, istikrara kavuştuğunda ve olduğu yerde güçlü durur hale geldiğinde, ruhun barışıklığı bir nehrin suları gibi huzur akacaktır. Kurtuluştan emin olanlar, sonsuza kadar; şehvetten, kıskançlıktan, nefretten ve servetin aldatıcılıklarından uzaktırlar. Her ne kadar inanç daha iyi yaşamın enerjisi ise de, yine de, kendi kurtuluşunuzun gerekliliklerini kararlılıkla yerine getirmek zorundasınız. Nihai kurtuluşunuzu teminat altına almak istiyorsanız, o zaman, tüm doğruluğu içtenlikle yerine getirmeyi arzuladığınızdan emin olun. İçten doğup gelen kalbin hissettiği kendinden eminliğini emek vererek elde edin, ve böylece, ebedi kurtuluşun derin mutluluğunu memnuniyetle deneyimleyen konuma erin.
131:3.5 (1447.2) “Üşengeçlikte, tembellikte, düşkünlükte, hareketsizlikte, utanmazlıkta ve bencillikte ısrar eden hiçbir dindar, ölümsüz bilgeliğin aydınlanmasına erişmeyi hayal dahi edemez. Ancak, her kim düşünceli, sağgörülü, irdeleyici, istekli ve içten olursa — dünya üzerinde hâlihazırda yaşarken bile — huzurun olası en yüksek düzeydeki aydınlanmasına ve kutsal bilgeliğin özgürlüğüne erişebilir. Unutmayın, her eylem kendisine ait karşılığı alacaktır. Kötülük kederle sonuçlanmakta olup, günah acıyla son bulur. Neşe ve mutluluk, iyi bir yaşamın neticesidir. Kötülük yapan kişi bile, kötü eylemlerinin tamamiyle sonuçlanma vaktinden önce bir müsamaha dönemini keyifle deneyimler; ancak, kaçınılmaz olarak orada, işlenen kötülüğün bütüncül hasadı gelmek zorundadır. Kalbinden şöyle geçirerek, hiçbir kişinin günahı hafife alır biçimde düşünmesine izin vermeyin: ‘Suçun cezası bana gelmesin.’ Ne gerçekleştirirseniz, aynısı, bilgeliğin yargısı içinde, size yapılacaktır. Akranlarınıza gerçekleştirilmiş olan haksızlık size geri dönecektir. Yaratılmış, eylemlerinin nihai sonundan kaçamaz.
131:3.6 (1447.3) “Düşüncesiz kişi kalbinde söyle söyledi: ‘Kötülük beni avucunun içine alamaz’; ancak, güvenceye, ruh reddedilmeyi arzuladığında ve akıl bilgeliği aradığında sahip olunur. Bilge kişi; düşmanları arasında dostane, kargaşa çıkaran karşısında huzurlu, ve açgözlü karşısında cömerttir. Kişinin kendini beğenmişliği, sağlıklı bir tarladaki ayrık otları gibidir. Bencillik, büyük üzüntüyle sonuçlanır; hiç durmadan gerçekleştirilen önemseme yaşamı sonlandırır. Denetim altına alınmış akıl mutluluğa kavuşturur. Kendi benliğinin üstesinden gelen ve onu denetim altına alan, savaşçıların en büyüğüdür. Her şeyde gözetildiği haliyle sınırlılık iyidir. Erdemi başının tacı yapan ve görevini sadakat ile yerine getiren kişi, yalnızca bu nitelikler neticesinde bile, üstün bir kişidir. Kızgınlığın ve kinin sizler üzerinde üstünlük kurmasına izin vermeyin. Hiç kimse hakkında acımasız sözcüklerde bulunmayın. Tatminkârlık, en büyük servettir. Bilgece verilen, hiç elden çıkmamıştır. Kendinize yapılmasını istemeyeceğiniz şeyleri diğerlerine yapmayınız. Kötülük karşısında iyilikle cevap veriniz; kötülüğün üstesinden iyilikle geliniz.
131:3.7 (1447.4) “Doğru bir ruh, tüm dünyaya olan egemenlikten daha çok arzu edilmesi gereken şeydir. Ölümsüzlük, içtenliğin hedefidir; ölüm, düşüncesiz yaşamın sonudur. En içten olanlar ölmemektedir; düşüncesiz olanlar, çoktan ölüdürler. Ölümün olmadığı düzeye dair kavrayışa sahip olanlar kutsanmış olanlardır. Yaşamakta olana işkence edenler, ancak zerre kadar ölümden sonra mutluluğu bulabilir. Fedakâr olan, sınırsız bağımsızlığın derin yoğun mutluluğunu keyifle deneyimlediği ve soylu cömertlikle büyümeye devam ettiği cennete gider. Doğruluk içinde düşünen, soyluca konuşan ve fedakârca eylemde bulunan her fani, yalnızca burada, bu kısa yaşam boyunca erdemi keyifle deneyimlemeyecek, aynı zamanda, bedenin ayrışımından sonra da, cennetin güzelliklerini keyifle deneyimlemeye devam edecektir.”
131:4.1 (1447.5) Melçizedek din-yayıcıları, her nereye seyahat ettilerse tek Tanrı’ya dair öğretileri kendileriyle beraber taşımıştı. Bu tek-tanrı inanç savının büyük bir kısmı, diğer ve önceki kavramsallaşmalar ile birlikte, Hinduizm’in ilerideki öğretileri içinde vücutlaşmış hale geldi. İsa ve Ganid, şu alıntı metinlerini çıkarmışlardı:
131:4.2 (1448.1) “O, büyük Tanrı’dır; her bakımdan olası en yüksek düzeydedir. O, her şeyi içine olan Koruyucu’dur. O, Kâinatların tümünün yaratanı ve denetleyenidir. Tanrı, tek Tanrı’dır; o tek başına olup, yanında hiç kimse bulunmamaktadır; o, bir tektir. Ve, bu tek Tanrı, bizlerin Mevcut Kılıcısı ve ruhun en nihai sonudur. Yüce Olan, tarif edilebilenin ötesinde göz alıcıdır; o, Işıkların Işığı’dır. Her kalp ve her dünya, bu kutsal ışık tarafından aydınlanır. Tanrı — yaratılmışlarının yanı başında bulunduğu bir biçimde — bizlerin koruyucusudur; ve, onu bilmeyi öğrenenler ölümsüz hale gelir. Tanrı, enerjinin muazzam büyüklükteki kaynağıdır; o, Büyük Ruh’dur. O, her şey üzerinde Kâinatsal koruyuculuğu gerçekleştirmektedir. Bu tek Tanrı sevgi dolu, ihtişam sahibi ve hayran olunasıdır. Tanrımız güç bakımından en yüce olup, en yüce konumda ikamet etmektedir. Bu gerçek Kişi, ebedi ve kutsaldır; o, cennetin başat Koruyucusu’dur. Sen, varlıkların kaynağı, yaratımın Koruyucusu ve evrenin yöneticisi olan En Yüce Kişi; yaratılmışların olarak bizlere, aracılığıyla her yerde mevcut olabildiğin gücü açığa çıkar. Tanrı, güneşi ve yıldızları yarattı; o berrak, saf ve varlığını kendinden alandır. Onun ebedi bilgisi kutsal bir biçimde bilgedir. Ebedi Olan’a, kötülük işlememiştir. Her ne kadar Kâinat Tanrı’dan türemiş olsa da, o Kâinatı olması gerektiği gibi yönetmektedir. O, yaratımın nedenidir; ve, böylece, her şey onun içinde oluşmuştur.
131:4.3 (1448.2) “Tanrı, ihtiyaç duyulduğuna her iyi insanın güvenli sığınağıdır; Ölümsüz Olan, tüm insanlıkla ilgilenmekte ve onu gözetmektedir. Tanrı’nın kurtarışı güçlü olup, iyiliği şükran sahibidir. O, kutsanmış bir savunucu olarak sevgi dolu bir koruyucudur. Şöyle söyler Koruyucu: ‘Ben, onların sahip oldukları ruhlarda bir bilgelik lambası olarak ikamet etmekteyim. Ben, göz alıcı olanın berraklığı ve iyi olanın iyilik özüyüm. İki veya üç kişinin bir araya geldiği yerde, ben de orada bulunmaktayım.’ Yaratılmış, Yaratan’ın mevcudiyetinden kaçamaz. Koruyucu, her faninin sahip olduğu gözlerin sonu gelmez kırpışlarını bile saymaktadır; ve, bizler, bu kutsal Varlık’a ayrılmaz dostumuz olarak ibadet ederiz. O; her yere nüfuz eden, eli bol, her yerde mevcut bulunan ve sonsuz bir biçimde iyi olandır. Koruyucu, bizlerin yöneticisi, sığınağı ve yüce denetleyicisidir; ve, onun en başından beri var olan ruhaniyeti fani ruhun içinde ikamet etmektedir. Ahlaki olmayanın ve erdemli olanın Ebedi Şahit’i, insanın kalbinde ikamet eder. Haydi, hayran olunası ve kutsal Canlandırıcı üzerinde uzun uzun düşünelim; ruhaniyetinin düşüncelerimizi bütünüyle yönlendirmesine izin verelim. Bu gerçek olmayan dünyadan bizi gerçek olana götür! Karanlıktan bizi ışığa götür! Ölümden bizi ölümsüzlüğe yönlendir!
131:4.4 (1448.3) “Her türlü nefretten temizlenmiş olan kalplerimizle, haydi, Ebedi Olan’a ibadet edelim. Tanrımız, duanın Koruyucusu’dur; o, çocuklarının haykırışını duymaktadır. Her insanın iradesini Kararından Dönmeyen’e vermesine izin verin. Haydi, duanın Koruyucusu’nun yüce gönüllülüğünden mest olalım. Duanı seni en içten bilen arkadaşın yap, ve ruhunun yardımcısı olana ibadet et. ‘Eğer bana sadece sevgi içinde bile ibadet edecek olursanız’ der Ebedi Olan, ‘sizlere bana erişmeniz için bilgeliği vereceğim; zira, bana olan ibadet, tüm yaratılmış için ortak erdemdir.’ Tanrı karanlıkta kalmışın aydınlatıcısı, ve güçsüz düşmüşlerin gücüdür. Tanrı bizlerin güçlü arkadaşı olduğu için, artık hiçbir korkuya sahip değiliz. Bizler, hiçbir zaman alt edilmemiş olan Fatih’in ismini yüceltmekteyiz. Bizler ona ibadet etmekteyiz, çünkü o insanın sadık ve ebedi yardımcısıdır. Tanrı, bizlerin mutlak önderi ve hata yapmaz rehberidir. O, sonsuz enerjiyi ve sınırsız bilgeliği elinde bulundurarak yer ve göğün büyük ebeveynidir. Onun ihtişamı ulvi olup, güzelliği kutsaldır. O, Kâinatın yüce sığınağı ve sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan kanunun değişmez koruyucusudur. Tanrımız, yaşamın Koruyucusu ve tüm insanların Huzur Vericisi’dir; o, insanlığın derinden seveni ve sıkıntıya düşmüşlerin yardımcısıdır. O yaşamlarımızı veren olup, insan sürülerinin İyi Çobanı’dır. Tanrı bizlerin babası, kardeşi ve arkadaşıdır. Ve, bizler, varlığımızın en derinimizde bu Tanrı’yı bilmeyi arzulamaktayız.
131:4.5 (1448.4) “Bizler, kalplerimizin duyduğu arzu ile inancı başarıyla elde etmeyi öğrenmiş bulunmaktayız. Bizler, duygularımız üzerine getirdiğimiz kısıtlama ile bilgiye ulaşmış haldeyiz; ve, bilgelik vasıtasıyla bizler, En Yüce Olan’da huzuru deneyimlemiş haldeyiz. İnanca bütüncül olarak sahip olan kişi, iç benliği Tanrı’da kararlı olduğunda gerçek anlamda ibadet etmektedir. Tanrımız, bir palto olarak gökleri giymektedir; o aynı zamanda, diğer altı genişçe uzanan evrende ikamet etmektedir. O, her şey üzerinde ve her şey bakımından en yüce olandır. Bizler, akranlarımıza karşı gerçekleştirdiğimiz tüm hak ihlallerimiz için Koruyucu’dan bağışlama arzulamaktayız; ve, bizler arkadaşımızı, tarafımıza gerçekleştirmiş olduğu yanlıştan özgür bırakacağız. Ruhaniyetimiz kötülüğün tümünden tiksinmektedir; bu nedenle, ey Koruyucu, günahın tüm lekesinden bizleri arındır. Biz Tanrı’ya, bizleri derinden seven biri olarak — bir huzur verici, bir koruyucu ve bir kurtarıcı halinde dua etmekteyiz.
131:4.6 (1449.1) “Kâinat Bekçisi’nin ruhaniyeti, basit yaratılmışın ruhuna girmektedir. Tek Tanrı’ya ibadet eden kişi bilgedir. Kusursuzluğun peşine düşmüş olan kişi, gerçekten de, Koruyucu En Yüce’yi bilir olmalıdır. En Yüce Olan’ın neşe içindeki güvencesini bilen kişi hiçbir zaman korku duymamaktadır, zira En Yüce Olan kendisine hizmet edenlere ‘Korkma, çünkü ben yanındayım’ der. Yazgının Tanrı’sı, Yaratıcımız’dır. Tanrı, gerçekliktir. Ve, yaratılmışları kendisini, tamamiyle gerçekliği bilen hale gelen bir biçimde — Tanrı arzusu ile anlamalıdır. Gerçeklik ebedidir; o, Kâinatı idame ettirmektedir. Bizlerin en yüce arzusu, En Yüce Olan ile birliktelik olmalıdır. Büyük Denetleyici, her şeyin var kılıcısıdır — her şey ondan evirilmektedir. Ve, görevin tamamı şudur: Herhangi bir insanın diğerine, kendisi için kınanacak nitelikte olan bir şeyi yapmasına izin vermeyin; hiçbir kötü niyeti onaylamayın, size cebir kullanana aynısını göstermeyin, kızgınlığı bağışlama ile alt edin, ve nefreti iyilik ile ezin. Ve, bizler bunların hepsini gerçekleştirmeliyiz çünkü Tanrı, dünyevi cürümlerin hepsini bozan iyi bir arkadaş ve şükran sahibi bir babadır.
131:4.7 (1449.2) “Tanrı Babamız, yeryüzü annemiz, ve Kâinat doğum yerimizdir. Tanrı olmadan, ruh bir esirdir; Tanrı’yı tanımak ruhu özgür bırakmaktadır. Onunla birlik olan bir biçimde Tanrı üzerinde düşünerek, kötülüğün yanıltıcılıklarından özgürleşme ve tüm maddi zincirlerden nihai kurtuluş gelmektedir. İnsanın mekânı bir parça deri gibi katladığı zaman, kötülüğün sonu gelecektir çünkü insan bu aşamada Tanrı’yı bulmuş konumdadır. Ey Tanrı; şehvet, kin ve açgözlülük olarak — cehennemin üç katmanlı yıkımından bizleri kurtar! Ey ruh, ölümsüzlüğün ruhaniyet mücadelesi için kendini hazırla! Fani yaşamın sonu geldiğinde, daha yetkin ve daha güzel bir bütünlük için bu bedenden vazgeçmede ve korkunun, kederin, açlığın, susuzluğun ve ölümün bulunmadığı Yüce ve Ölümsüz Olan’ın âlemlerinde uyanmada tereddüt etme. Tanrı’yı bilmek, ölüm ile olan bağları koparmaktadır. Tanrı-bilen ruh evrende, sütün yüzeyinde ortaya çıkan kaymak gibi yükselmektedir. Bizler, sürekli yaratılmışların kalbinde oturmakta olan Büyük Ruh olarak, her daim çalışan Tanrı’ya ibadet etmekteyiz. Ve, insan kalbinde taht kurmuş olan Tanrı’yı bilenler, ölümsüz olarak — onun gibi olma nihai sonuna sahiptir. Kötülük bu dünyada geride bırakılmalıdır; ancak, erdem ruhu cennete kadar takip etmektedir.
131:4.8 (1449.3) “Şunu söyleyen kişi yalnızca doğru yoldan ayrılmış kişidir: “Kâinat ne gerçekliğe ne de yöneticiye sahiptir; o yalnızca, bizim şehvetle arzuladığımız şeyler için tasarlanmıştır. Bu tür ruhlar, uslarının küçüklüğü tarafından aldanmaktadırlar. Onlar böylelikle, kendilerini şehvetlerinin tatminine terk etmekte, ruhlarını erdemin sevinçlerinden ve doğruluğun zevklerinden mahrum bırakmaktadır. Günahtan olan kurtuluşu deneyimlemekten daha ne büyük olabilir ki? En Yüce’yi görmüş olan ölümsüzdür. Beden içinde bulunan insanın arkadaşları ölümden varlığını kurtaramaz; yalnızca erdem, insanın Cennet’in mesut ve güneşin aydınlattığı tarlalara olan sürekli ilerleyişinde onun yanı başında yürümektedir.”
131:5.1 (1449.4) Zerdüşt’ün kendisi, doğrudan bir biçimde, öncül Melçizedek din-yayıcılardan gelen soylar ile iletişim halindeydi; ve, tek Tanrı’dan oluşan onların inanış savları, Fars’da kurmuş olduğu din içinde ana bir öğreti haline gelmişti. Musevilik dışında, bu günün hiçbir dini, bahse konu bu Salem öğretilerinden daha fazlasını taşımamıştı. Bu dinin kayıtlarından, Ganid, şu metin alıntılarında bulunmuştu:
131:5.2 (1450.1) “Her şey; tüm bilgeliğe sahip, iyi, doğru, kutsal, muhteşem ve ihtişamlı olarak — Tek Tanrı’dan gelmekte olup, ona aittir. Bu, bizim Tanrımız, tüm aydınlığın kaynağıdır. O; tüm iyi niyetlerin Tanrısı olarak Yaratan olup, Kâinat adaletinin koruyucusudur. Yaşamı bilgece bir biçimde idame ettirmek, gerçekliğin ruhaniyeti ile uyumlu olarak hareket etmektir. Tanrı her şeyi görmekte olup, hem doğruluktan ayrılmış olanın kötü eylemlerine hem de doğru olanın iyi işlerine faaliyetlerine bakmaktadır; Tanrımız her şeyi, parıldayan bir gözle gözlemlemektedir. Onun eli, iyileştirme dokunuşudur. Koruyucu, her şeye gücü yeten yardımcıdır. Tanrı yardım eden elini, hem doğruya hem de ondan ayrılmışa uzatır. Tanrı dünyayı oluşturmuş olup, hem iyi hem de kötünün karşılıklarını belirlemiştir. Her şeyi bilen Tanrı, temiz kalplilikle düşünen ve doğru bir biçimde hareket eden dindar ruhlara ölümsüzlük sözü vermiştir. En yüce bir biçimde arzu ettikçe, siz arzu ettiğiniz şey olursunuz. Güneşin ışığı, Kâinatta Tanrı’yı kavrayabilenler için bilgeliktir.
131:5.3 (1450.2) “Bilge Olan’ın keyfini arayarak Tanrı’yı yüceltin. Onun açığa çıkarılmış dini tarafından emredilen doğrultularda neşeyle yürüyerek ışığın Tanrısı’na ibadet edin. Orada yalnızca, Işıkların Koruyucusu olarak tek bir En Yüce Tanrı bulunmaktadır. Bizler; suları, bitkileri, hayvanları, yeryüzünü ve gökleri yaratmış olana ibadet etmekteyiz. Bizler, ebedi ışık ile bahşedilmiş cömert Ölümsüz olarak en güzel olana ibadet etmekteyiz. Tanrı bizlerden en uzakta olandır; ama aynı zamanda, o, ruhlarımızda ikamet edişi bakımından bizleri en yakın olandır. Tanrımız, ilahi ve en kutsalı olan Cennetin Ruhaniyeti’dir; ve yine de, o insanlara, tüm yaratılmışlar içindeki en arkadaşçıl olanından daha arkadaşçıldır. Tanrı, onun bilgisini elde etme olarak bu, tüm uğraşların en büyüğünde bizlere en yardımcı olandır. Tanrı, en fazla hayran duyulası ve doğru olan arkadaştır; o bizlerin bilgeliği, yaşamı, ve ruh ve beden gücüdür. İyi olan düşüncemiz vasıtasıyla bilge Yaratan bizleri; iradesini gerçekleştirmemize yetkin hale getirecek, böylece kutsal bir biçimde kusursuz olan her şeyin gerçekleşimine erişmemizi sağlayacaktır.
131:5.4 (1450.3) “Koruyucu, bizlere, ruhaniyetin bir sonraki yaşamı için hazırlanırken beden içindeki bu yaşamı nasıl yaşayacağımızı öğret. Konuş bizlere, Koruyucu, biz senin arzu ettiğin şeyleri gerçekleştireceğiz. İyi yolları öğret bizlere, ve biz doğru yoldan gideceğiz. Senine olan birlikteliğe erişebilmemize izin ver. Bizler, doğruluk ile birlikteliğe götüren dinin doğru olduğunu bilmekteyiz. Tanrı; bizlerin bilge doğası, en iyi düşüncesi ve doğru olan eylemidir. Dileriz Tanrı, kutsal ruhaniyet ile olan bütünlüğü ve kendisi içindeki ölümsüzlüğü bizlere layık görür.
131:5.5 (1450.4) “Bilge Olan’ın bu dini, inanmakta olanı her kötü düşünceden ve günahkâr eylemden temizler. Düşüncede, sözde veya eylemde — ister bilinç dâhilinde isterse istemeden olsun — doğru olana karşı gelmişsem, cennetin Tanrısı önünde pişmanlık içinde eğilmekteyim; ve, ben, merhamet için dualarımı ve bağışlama için yüceltmelerimi sunmaktayım. Ben bilmekteyim ki, itirafta bulunduğum zaman, kötü olan şeyi tekrar yapmamayı amaç edindiğimde, bu günah ruhumdan temizlenecektir. Bilmekteyim ki, bağışlama günahın bağlarını koparmaktadır. Kötülük yapan cezasını bulacaktır, ancak gerçekliği takip edenler ebedi bir kurtuluşun derin mutluluğunu memnuniyetle yaşayacaktırlar. Şükranla bizleri sarmala ve kurtarıcı gücünü ruhlarımızın yararına kullan. Bizler merhamet istemekteyiz çünkü kusursuzluğa erişmeyi amaçlıyoruz; bizler, Tanrı gibi olacağız.”
131:6.1 (1450.5) Hindistan’da — Melçizedek öğretisinin kurtuluşu olarak — tek Tanrı’nın inanış savını muhafaza etmiş dini inanç sahiplerinin üçüncü topluluğu, bu dönemlerde Suduanistler olarak bilinmekteydi. Daha sonra bu inananlar, Jainizm’in takipçileri olarak bilinir hale gelmişlerdir. Onlar şunun öğretilerinde bulunmuşlardı:
131:6.2 (1450.6) “Cennetin Koruyucusu en yücedir. Günah işlemiş olanlar gökte yükselmeyeceklerdir; ancak, doğruluğun yollarında yürümekte olanlar, cennette bir yer bulacaklardır. Bizlere, gerçekliği bildiğimiz takdirde, buradan sonraki yaşamın güvencesi verilmiştir. İnsanın ruhu gökteki en yüksek yere yükselebilir, burada gerçek ruhsal doğasını geliştirebilir, kusursuzluğa erişebilir. Cennetin yerleşkesi, insanı günahın esaretinden kurtarmakta ve ona nihai güzellikleri takdim etmektedir; doğru olan insan hâlihazırda, günahın ve onunla ilişkili tüm olumsuz şeylerin sonlanmış olduğu bir konumu deneyimlemiş bulunmaktadır. Benlik, insanın alt edilemez düşmanıdır; ve, benlik, insanın şu en büyük dört tutkusu tarafından dışa vurulmaktadır: sinir, gurur, aldatma ve açgözlülük. İnsanın en büyük zaferi, kendisi üzerinde gerçekleştirdiği fetihtir. İnsan bağışlama için Tanrı’ya yöneldiğinde ve ağırbaşlılıkla bu türden bir özgürlüğü keyifle deneyimlediğinde, o bunun aracılığıyla korkudan kurtarılır. İnsan yaşam boyunca, kendisine davranılmasını istediği bir biçimde akran yaratılmışlarına davranarak ilerlemelidir.”
131:7.1 (1451.1) Tam da yakın bir zaman içinde, bu Uzak-Doğu dininin el yazmaları ilk kez İskenderiye kütüphanesine alınmıştı. Bu, Ganid’in daha öncesinde hiçbir şekilde duymamış olduğu bir dünya diniydi. Bu inanç da, şu özet metinlerde sergilendiği gibi, öncül Melçizedek öğretilerinin varlığını sürdürmekte olan kalıntılarını taşımıştı:
131:7.2 (1451.2) “Koruyucu şöyle söyler: ’Sizler, hepiniz, benim kutsal gücümün alıcılarısınız; insanların tümü, benim bağışlama hizmetimi memnuniyetle deneyimlemektedir. Ben, her bir ülkede gerçekleşen doğru olan insanlarını çoğalımının tamamından büyük keyif duyarım. Hem doğanın güzelliklerinde hem de insanların erdemlerinde, Cennetin Prensi, kendisini açığa çıkarmayı ve doğru olan doğasını göstermeyi arzular. Eskinin insanları ismimi bilmediği için, ben kendimi; görünülebilir bir mevcudiyet içinde dünyaya doğmuş olarak dışa vurmuş olup, insanın ismimi unutmaması için bu türden alçalmaya bile katlandım. Ben, göğün ve yerin yaratanıyım; güneş ve aya ek olarak yıldızların tümü benim irademe itaat eder. Ben, karadaki ve dört denizdeki tüm yaratılmışların yöneticisiyim. Her ne kadar ben muhteşem ve en yüce olsam da, hala, en fakir insanın duasına kulak veririm. Eğer her yaratılmış bana ibadet edecek olursa, onun ettiği duayı duyar, kalbinin arzusunu kendisine veririm.’
131:7.3 (1451.3) “‘Ne zaman insan endişeye kendini bıraksa, kalbinin ruhaniyetinin gösterdiği rehberlikten bir adım geri atar.’ Gurur, Tanrı’nın açık bir biçimde görünüşünü kapatmaktadır. Eğer cennetsel yardımı alacak olursanız, gururunuzu bir tarafa bırakınız; gururun her bir zerresi, sanki kocaman bir bulut gibi, hayat kurtaran ışığı engellemektedir. Eğer içte haklı olmazsanız, dışta dua etmeniz nafiledir. ‘Eğer dualarınızı duyarsam, yalan ve ikiyüzlülükten tamamen uzak olarak, temiz bir kalp ve onunla beraber gerçekliği bir ayna gibi yansıtan bir ruh ile huzuruma çıktığınız içindir. Eğer ölümsüzlüğü elde edecek olursanız, dünyayı ardınızda bırakın ve bana gelin.’”
131:8.1 (1451.4) Melçizedek’in ileticileri, Çin’in derinlerine kadar girmişti; ve, tek Tanrı’ya dair inanç savı, birkaç Çin dininin öncül öğretilerinin bir parçası haline gelmişti; en uzun süreli olarak varlığını korumuş ve tek-tanrısal gerçekliğin en fazlasının taşımış olan Taoizm’di; ve Ganid, onun kurucusunun sahip olduğu öğretilerden şunları derlemişti:
131:8.2 (1451.5) “Ne kadar katışıksız ve ne kadar da barış içerisindedir Yüce Olan; ve aynı zamanda ne kadar güçlü ve kudretli, ne kadar derin ve kavranılamazdır O! Cennetin bu Tanrısı, her şeyin onur duyulan atasıdır. Eğer Ebedi Olan’ı biliyorsanız, siz aydınlanmış ve bilgesinizdir. Eğer siz Ebedi Olan’ı bilmiyorsanız, o zaman, bilgisizlik kendini kötülük olarak dışa vurmakta, ve böylece günahın tutkuları doğmaktadır. Bu muhteşem Varlık, gökler ve yeryüzü olmadan önce vardı. O, gerçekten ruhsaldır; o tek başına mevcudiyetine sahip olup, değişmemektedir. O gerçekten de, dünyanın doğuranıdır; ve, tüm yaratım onun etrafında dönmektedir. Bu Muhteşem Olan kendisini insanlara aktarmakta, ve böylelikle, onları gelişmeye ve kurtuluşa ermeye yetkin kılmaktadır. Biri çok az bir bilgiden fazlasına bile sahip olmasa bile, hala, En Yüce Olan’ın yollarında yürüyebilir; o, cennetin iradesine tabi olabilir.
131:8.3 (1452.1) “Gerçekliğin tüm iyi işleri, En Yüce Olan’dan gelmektedir. Her şey yaşam için, Büyük Kaynak’a bağlıdır. Muhteşem En Yüce, bahşettikleri için hiçbir karşılık beklememektedir. O güç bakımından en yüce olandır, ama yine de, görüşümüzden gizli kalmaya devam etmektedir. O, yaratılmışlarını kusursuzlaştırırken, aralıksız bir biçimde kendi niteliklerini başkalaştırmaktadır. Cennetsel Neden, tasarımlarında yavaş ve sabırlı, ancak kazanımlarından emindir. En Yüce Olan, Kâinatın tamamını sarmalamakta ve her şeyi idame ettirmektedir. Onun dolup taşan etkisi ve her şeyi kendisine çeken gücü ne kadar da büyük ve kudretlidir! Gerçek iyilik, her şeyi kutsaması ve hiçbir şeye zarar vermemesi bakımından su gibidir. Ve, su gibi, gerçek iyilik; en alt düzeylerin, hatta diğerlerinin kaçındığı düzeylerin bile, ve En Yüce Olan’ın tutumunu temsil ettiği için, peşine düşmektedir. En Yüce Olan; her şeyi yaratmakta, doğa içerisinde onları beslemekte ve ruhaniyet içinde onları kusursuzlaştırmaktadır. Ve, Yüce’nin, zorlamadan yaratılmışı nasıl desteklediği, koruduğu ve kusursuzlaştırdığı bir gizdir. O, rehberlik etmekte ve yönlendirmektedir, ama bunu kendi üstünlüğünü öne çıkararak gerçekleştirmemektedir. O ilerlemeyi sağlayan bir biçimde hizmet etmektedir, ama bunu bütüncül teslimiyet altına alarak yapmamaktadır.
131:8.4 (1452.2) “Bilge kişi, kalbini evrenselleştirir. Azcık bir bilgi tehlikeye açık bir şeydir. Gelecekten büyük olmayı arzulayanlar, kendilerini alçak gönüllü kılmayı öğrenmek zorundadırlar. Yaratırken En Yüce Olan, dünyanın annesi hale gelmişti. Bir kişinin annesini bilmesi, o kişinin evlatlığını tanıması anlamına gelmektedir. Kısımların tamamını bütünün bakış açısından değerlendiren kişi bilge bir insandır. Her insanı, sen onun yerindeymişçesine gibi düşün. Zarar vermiş olan yanlışı iyilik ile telafi et. Eğer insanları derinden seversen, onlar yanına doğru gelecektir — onları kazanmakta hiçbir zorluk yaşamayacaksın.
131:8.5 (1452.3) “Muhteşem En Yüce, her yeri kaplayandır; o sağda ve sol taraftadır; o, tüm yaratımı desteklemekte olup, tüm gerçek varlıklarda ikamet etmektedir. Siz En Yüce’yi bulamazsınız; ne de siz, onun bulunmadığı bir yere gidebilirsiniz. Eğer bir insan yapmakta olduğu şeylerin kötülüğünün farkına varırsa ve kalbinden gelerek günahlarından pişmanlık duyarsa, bunun sonucunda o bağışlama talep edebili; o, cezalandırmadan kaçabilir; o, felaketi derin mutluluğuna dönüştürebilir. En Yüce, tüm yaratım için güvenli sığınaktır; o, insanlığın koruyucusu ve kurtarıcısıdır. Eğer siz onu her gün arzularsanız, onu bulacaksınız. O günahları bağışlayabildiği için, gerçekten de, tüm insan için en kıymetli olandır. Tanrı’nın insanı, ne yaptığı için değil, kim olduğu için ödüllendirmekte olduğunu her zaman hatırlayın; böylelikle, sizler, karşılık düşüncesi beslemeden akranlarınıza el uzatmalısınız. Benliğe olan yararını düşünmeden iyi olan şeyleri yapın.
131:8.6 (1452.4) “Ebedi Olan’ın yasalarını bilenler bilgedirler. Kutsal kanundan olan bilgisizlik, acı ve yıkımdır. Tanrı’nın kanunlarını bilenler açık görüşlüdürler. Eğer Ebedi Olan’ı bilecek olursanız, her ne kadar bedeniniz yok olsa da, ruhunuz ruhaniyet hizmetinde kurtuluşa erişecektir. Sizler, önemsizliğini tanıdığınız zaman gerçekten bilgesinizdir. Ebedi Olan’ın ışığında durduğunuzda, En Yüce Olan’ın aydınlatışını memnuniyetle deneyimleyeceksiniz. Kişiliklerini En Yüce Olan’ın hizmetine adayanlar, Ebedi Olan’ın bu arayışında derin neşe içindedirler. İnsan öldüğünde, ruhaniyeti evine olan muhteşem yolculuğunda uzun süreli uçuşu için kanat çırpmaya başlamaktadır.”
131:9.1 (1452.5) Dünyanın büyük dinleri içinde en az Tanrı-tanıyanı olanı bile, Melçizedek din-yayıcılarının tek-tanrıcılığını ve onların kararlı varislerini kabul etmişti. Ganid’in Konfüsyüsçülük özeti şuydu:
131:9.2 (1452.6) “Büyük Cennet neyi gerçekleştirirse, o hatasızdır. Gerçeklik, gerçek ve kutsaldır. Her şey, Büyük Cennet’den kaynaklığını almaktadır; ve, Büyük Cennet hiçbir hata yapmamaktadır. Büyük Cennet, alt düzeyde bulunan yaratılmışları eğitmede ve onları geliştirmede yardımcı olması için birçok bağımlı görevli atamıştır. Büyük, çok büyüktür, yukarıdan insanları yönetmekte olan Tek Tanrı. Tanrı güç bakımından ihtişam sahibi, adalet bakımından hayretler içinde bırakıcıdır. Ancak, bu Büyük Tanrı, alt düzeydeki birçok insan topluluğu üzerine bile ahlaki bir duyuş aktarmıştır. Büyük Cennet’in cömertliği hiçbir zaman kesilmemektedir. İyilik, Büyük Cennet’in insanlara verdiği en seçkin hediyesidir. Büyük Cennet, insanın ruhuna kendi soyluluğunu bahşetmiştir; insanın erdemleri, Büyük Cennet’in soyluluğunun bu bahşedilmişliğinin meyveleridir. Büyük Cennet her şeyin farkında olup, yapmış olduğu her şeyde insanı takip etmektedir. Ve, bizler, Büyük Cennet’i Babamız ve Annemiz olarak adlandırdığımızda çok iyi bir şey yapmaktayız. Eğer bizler kutsal atalarımızın bu şekilde hizmetlileri olursak, artık güven içince Cennet’e dua edebiliriz. Her zaman ve her şeyde, haydi gelin, Cennet’in sahip olduğu ihtişam karşısında huşuyla duralım. Bizler, En Yüksek Unsur ve egemen Hükümdar olan ey Tanrı, yargının sende olduğunu ve bağışlamanın tümünün kutsal kalpten geldiğini kabul etmekteyiz.
131:9.3 (1453.1) “Tanrı, bizlerle birliktedir; bu nedenle bizler, kalplerimizde hiçbir korkuyu taşımamaktayız. Eğer içimde bir parça olsun erdem bulmaktaysa, bu, benimle birlikte var olan Cennet’in dışavurumudur. Ancak, benim içimde olan bu Cennet sıklıkla, inancımda güç şeyler talep etmektedir. Eğer Tanrı benimle birlikteyse, kalbimde hiçbir şüpheyi taşımamakta kararlıyım. İnanç, şeylerin gerçekliğine oldukça yakın olmalıdır; ve, ben, bu iyi inanış olmadan bir insanın nasıl yaşayabileceğini görememekteyim. İyi ve kötü şeyler sebepsiz insanların başına gelmemektedir. Cennet, sahip olduğu amaç doğrultusunda insanın ruhu ile ilişki içerisine girmektedir. Kendini yanlış olan şeyde bulduğun zaman, hatanı itiraf etmeden ve onu hızlı bir biçimde telafi etmeden çekinme.
131:9.4 (1453.2) “Bilge bir insan, gerçekliği aramakla meşguldür; yalnız ve yalnız yaşamın maddi olarak nasıl idame ettirileceği ile değil. Cennet’in kusursuzluğuna erişmek, insanın hedefidir. Üstün insan; benliğin içinde bulunduğu koşullara olan uyumlu hale gelişine kendisini bırakmakta olup, endişe ve korkudan uzaktır. Tanrı, sizlerle birliktedir; kalbinizde hiçbir şüpheye yer bırakmayın. Her iyi eylem, kendisine ait karşılığa sahiptir. Üstün insan Cennet’e karşı fısıldamaz; ne de o, insanlara karşı bir kin tutar. Tarafınıza yapılmasını sevmediğiniz şeyleri başkasına yapmayın. Merhamet, cezalarınızın tümün bir parçası olsun; her şey de, cezanın bir kutsanma olmasına çabalayın. Bu, Büyük Cennet’in yoludur. Tüm yaratılmışlar ölmek ve dünyaya geri dönmek zorunda iken, soylu insanın ruhaniyeti, yüksekte sergilenmek ve nihai berraklığın ihtişamlı ışığına çıkmak için ilerlemektedir.
131:10.1 (1453.3) Cennet Yaratıcısı hakkında dünya dinlerinin sahip oldukları bu öğretilerin derlemesini yerine getirmenin bu yorucu emeğinden sonra, Ganid kendisini; İsa’nın öğretiminin bir sonucu olarak Tanrı’da dair vardığı inanışın bir özeti olarak gördüğü metni oluşturma görevine koyuldu. Bu genç adam, bu tür inanışları “bizlerin dini” olarak adlandırma alışkanlığı içerisindeydi. Şu, onun tuttuğu kayıttı:
131:10.2 (1453.4) “Tanrımız olan Koruyucu tek Koruyucu’dur; ve, kendinizi derinden sevdiğiniz gibi onun tüm çocuklarını derinden sevmek için elinizden gelenin en iyisini yaparken, tüm aklınızla ve kalbinizle onu derinden sevmelisiniz. Bu tek Tanrı; içinde her şeyin mevcut hale geldiği, ruhaniyeti aracılığı ile, her içten insan ruhu içinde ikamet ettiği cennetsel Yaratıcımızdır. Ve, Tanrı’nın çocukları olan bizler, doğru bir Yaratan olarak ruhlarımızı ona nasıl bağlı kılmamız gerektiğini öğrenmeliyiz. Cennetsel Yaratıcı ile birlikte her şey mümkündür. Her nesneyi ve varlığı mevcut hale getirmiş olarak, o Yaratan olduğu için, bunun aksi düşünülemezdi. Her ne kadar bizler Tanrı’yı görmesek de, bizler onu bilebiliriz. Ve, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gün be gün yaşayarak, onu akran insanlarımıza açığa çıkarabiliriz.
131:10.3 (1453.5) “Tanrı’nın sahip olduğu karakterin kutsal zenginlikleri sonsuz bir biçimde derin ve ebedi bir biçimde bilge olmalıdır. Bizler Tanrı’yı, bilgiyle arayınca bulamayız; ancak, bizler onu, kişisel deneyimle kalplerimizde bilebiliriz. Her ne kadar onun adaleti kavranılamaz olsa da, onun bağışlamasına dünya üzerinde en alt düzey varlık tarafından sahip olunabilir. Yaratıcı Kâinatı doldururken, o aynı zamanda kalplerimiz içinde yaşar. İnsanın aklı, fani olarak insanidir; ancak, insanın ruhaniyeti, ölümsüz olarak kutsaldır. Tanrı yalnızca her şeye gücü yeten değildir, aynı zamanda her şeyin bilgiliğine sahip olandır. Eğer, kötülüğün eğilimine ait varlık olarak dünyasal ebeveynlerimiz çocuklarını nasıl derinden sevmeleri ve onlara iyi armağanlar vermeleri gerektiğini biliyorlarsa, cennetteki iyi Yaratıcımız, çocuklarını bilge bir biçimde nasıl derin sevmesi ve onlara yerinde kutsanmışlıklar bahşetmesi gerektiğini daha ne kadar da çok bilmek zorundadır.
131:10.4 (1454.1) “Şayet bir çocuk Yaratıcı’yı bulmaya dair bir arzuya sahip olursa ve gerçek bir biçimde onun gibi olmayı derinden isterse, Cennet içindeki Yaratıcı dünya üzerinde bir çocuğunun bile yok oluşundan muzdarip olmayacaktır. Yaratıcımız; doğrudan ayrı olanı bile derinden sevmekte, minnet olmayana her zaman iyi davranmaktadır. Eğer daha fazla sayıdaki insan varlığı Tanrı’nın iyiliğini azıcık dahi olsun bilse, sonuç olarak kesin bir biçimde, kötü yollarından pişmanlık duyup, tüm bilinen günahlarını terk ederler. İyi şeylerin tümü; kendisinde hiçbir değişkenlik bulunmayan, ne de değişimin gölgesi mevcut olan, ışığın Yaratıcısı’ndan gelmektedir. Gerçek Tanrı’nın ruhaniyeti, insanın kalbindedir. O, insanların tümünün kardeş olmasını arzular. İnsanlar Tanrı’nın ardına düşmeye başladıklarında, bu; Tanrı’nın onları bulduğunun kanıtı ve insanların kendisi hakkında bilginin arayışında oldukları anlamına gelir. Bizler Tanrı içinde yaşamaktayız, ve Tanrı içimizde ikamet etmektedir.
131:10.5 (1454.2) “Ben artık, Tanrı’nın kendi insanlarımın tümünün Yaratıcısı olduğuna inanmakla tatmin olmayacağım; ben bundan böyle, onun aynı zamanda benim Babam olduğuna inanacağım. Her zaman ben, gerçek anlamda Tanrı-bilen hale geldiğimde benim yardımcım olan Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin yardımı ile Tanrı’ya ibadet etmeye çalışacağım. Ancak, ilk olarak, Tanrı’nın iradesini yeryüzünde nasıl gerçekleştireceğimi öğrenerek Tanrı’ya olan ibadette bulunacağım; bu ise, akran fanilerimin her birine, onlara davranılmasını Tanrı’nın isteyeceğini düşündüğüm biçimde eksiksiz olarak davranmak için elimden gelenin en iyisini yapmak olacaktır. Ve, bizler bu türden bir yaşamı beden içinde yaşadığımızda, Tanrı hakkında birçok soru sorabiliriz, ve o bizlere, akranlarımıza hizmet etmek için daha iyi hazırlanabilmemiz için kalplerimizin arzuladığı şeyleri verecektir. Ve, Tanrı’nın çocuklarının sahip olduğu tüm bu sevgi dolu hizmet, cennetin ruhaniyetine olan hizmetin yüksek keyifleri olarak cennetin neşelerini alma ve onları deneyimleme yetkinliğimizi genişletmektedir.
131:10.6 (1454.3) “Ben her bir gün Tanrı’ya, tarif edilemez armağanları için teşekkür edeceğim; ben onu, insanların çocuklarına olan muhteşem işleri için yücelteceğim. Benim için o Her-Şeye-Gücü-Yeten, Yaratan, Güç ve Bağışlama’dır; ancak, bunların arasında en iyisi olarak, o benim ruhaniyet Babam’dır; ve, onun dünya evladı olarak, bir gün kendisini görmeye gideceğim. Ve, benim özel öğretmenim, kendisini arayarak onun gibi olacağımı söyledi. Tanrı’ya olan inanç vasıtasıyla ben, kendisiyle olan ilişkimde huzura eriştim. Bizlerin bu yeni dini oldukça bütüncül bir biçimde neşe doludur; ve, o, devamlılığı olan bir mutluluk yaratmaktadır. Ben; ölümüme kadar bile inançlı kalacağıma, ve kesin bir biçimde ebedi yaşamın tacına hak kazanacağıma eminim.
131:10.7 (1454.4) “Ben, her şeyi denemeyi ve onların içinde güzel olanlara sadık kalmayı öğrenmekteyim. İnsanların bana yapmasını arzu ettiğim ne varsa, onları akranlarıma sunacağım. Bu yeni inanç vasıtasıyla, insanın Tanrı’nın evladı haline gelebileceğini bilmekteyim; ancak, zaman zaman insanların tamamının benim kardeşlerim olduğunu durup düşünmek beni fazlasıyla korkutuyor düşürüyor; fakat, yine de bu doğru olmalı. İnsanlığın kardeşliğini kabul etmeyi reddederken, Tanrı’nın babalığından büyük keyif duymanın nasıl mümkün olabileceğini göremiyorum. Koruyucu’nun ismine kim başvurursa, o kişi kurtarılacaktır. Eğer bu gerçekse, o zaman insanların tümü benim kardeşlerim olmak zorundadır.
131:10.8 (1454.5) “Bundan böyle, iyi eylemlerimi giz içinde gerçekleştireceğim; ben aynı zamanda, duamı en çok yalnız başıma olduğumda edeceğim. Akranlarım karşısında adil bulunmamaya özen göstereceğim. Düşmanlarımı derinden sevmeyi öğreneceğim; ben gerçek anlamıyla, Tanrı-gibi-olmanın bu devamlı uygulamasında üstün bir konuma gelmedim. Tanrı’yı bu diğer dinlerde görebilsem de, ben onu ‘bizlerin dini içerisinde’ daha güzel, daha sevgi dolu, daha bağışlayıcı, daha kişisel ve daha olumlu olarak bulmaktayım. Ancak, bunların arasında en önemlisi olarak, bu muhteşem ve ihtişam sahibi Varlık, benim ruhsal Babam’dır; ben onun çocuğuyum. Ve, onun gibi olmanın dürüst arzusundan başka herhangi bir vasıtayla, onu nihai olarak bulamayacak ve ona ebedi olarak hizmet veremeyeceğim. Sonunda ben, Tanrı ile, muhteşem bir Tanrı ile, bir dine sahibim; ve, o, ebedi kurtuluşun bir Tanrısı’dır.”
Urantia’nın Kitabı
132. Makale
132:0.1 (1455.1) GONOD, Hindistan’ın prenslerinden Roma yöneticisi olan Tiberius’a selamlar getirdiği için, Roma’ya olan varışlarının üçüncü gününde, iki Hintli ve İsa kendisinin huzuruna çıktı. Suratı asık imparator bu günde görülmemiş bir biçimde neşeli olup, üçlü ile uzunca bir süre sohbet etmişti. Ve, onlar kendisinin huzurundan ayrıldığında, imparator, İsa hakkında sağındaki duran yardımcısına şu yorumda bulunmuştu: “Eğer ben şu akranın hükümdarsı duruşuna ve şükran sahibi tutumuna sahip olsaydım, gerçek bir imparator olurdum, hı?”
132:0.2 (1455.2) Roma’da iken, Ganid, çalışmak ve şehrin etrafındaki ilgi çekici yerleri ziyaret etmek için düzenli saatlere sahipti. Babasının, yerine getirmek için birçok işi bulunmaktaydı ve, çok geniş ticari çıkarlarının idaresinde layık bir varis haline gelen bir biçimde büyümesini arzular bir şekilde, o, küçük çocuğu iş dünyasına tanıştırma vaktinin geldiğini düşürmüştü. Roma’da Hindistan’ın birçok vatandaşı bulunmaktaydı ve, Gonod’un kendi çalışanlarından bir tanesi o kadar sık bir biçimde kendisine tercüman olarak eşlik etmekteydi ki, tüm günler İsa’ya kalmaktaydı bu İsa’ya, iki milyon sakinden oluşan bu şehir ile bütünüyle tanışır hale gelmesi için zaman sağlamıştı. O sürekli olarak, siyasi, yasal ve iş yaşamının merkezi olan forumda bulunurdu. Sıklıkla Kapitolium’a kadar çıkıp, Jüpiter, Juno ve Minerva’ya adanmış olan bu muhteşem mabede bakarken, bu Romalılar’ın içinde tutulduğu bilgisizliğin esareti üzerinde düşünmüştü. O aynı zamanda zamanının büyük bir kısmını imparatorun malikânesinin, Apollo’nun mabedinin ve Yunan ve Latin kütüphanelerinin bulunduğu yer olan Palatine tepesi üzerinde harcamıştı.
132:0.3 (1455.3) Bu zaman zarfında, Roma İmparatorluğu, güney Avrupa, Küçük Asya, Suriye, Mısır ve kuzeybatı Afrika’nın tümünü içine almaktaydı ve, imparatorluğun sakinleri, Doğu Yarımküre’nin her ülkesinden olan vatandaşları bünyesinde barındırmaktaydı. İsa’nın; Urantia fanilerinden meydana gelen, bu dünyanın her bir tarafından katılan birliktelik üzerinde incelemede bulunması ve onlara karışması, onun bu seyahatte bulunmaya razı olmasının başlıca nedeniydi.
132:0.4 (1455.4) İsa, Roma’da bulunurken insanlar hakkında fazlaca şey öğrenmişti; ancak, bu şehirdeki altı aylık konukluğunun çok katmanlı deneyimlerinin tümü içinde en değerli olanı, imparatorluğun başkentindeki dini önderler ile olan iletişimi, ve onlar üzerindeki etkisiydi. Roma’daki ilk hafta sona ermeden önce, İsa, Kinikler’in, Stoacılar’ın ve, özellikle Mitraik topluluk olarak, gizem inanış sahiplerinin değerli önderleri ile tanışmalarda bulunmuş konumdaydı. Museviler’in İsa’nın görevini reddedecekleri oluşunun kendisi için bariz görünüp görünmemesinden bağımsız olarak, İsa oldukça kesin bir biçimde, ileticilerinin yakın bir zaman içinde cennetin krallığını duyurmak için Roma’ya geleceklerini öncesinden görmüştü; ve, o bu nedenle, olabilecek en muhteşem bir biçimde, iletilerinin daha iyi ve daha kesin bir algısı için zemin hazırlamaya koyulmuştu. O; önde gelen Stoacılar’dan beş bireyi, Kinikler’den on biri üyeyi ve gizim-inanış önderlerinden on sekiz kişiyi tercih etmiş olup, boş zamanının büyük bir kısmını neredeyse altı ay boyunca, bu dini öğretmenler ile olan yakın birliktelik içinde harcamıştı. Ve, şu, onun eğitim yöntemiydi: Bir kez bile olsun hatalarına saldırıda bulunmamış veya öğretileri içindeki kusurlardan bile bahsetmemişti. Her seferinde İsa onların öğretmiş oldukları şeydeki gerçekliği seçer, ve ondan sonra, bir sonraki aşamada, bu gerçekliği akıllarında öyle bir derecede derinleştirir ve aydınlatırdı ki, çok kısa bir süre içinde gerçekliğin bu gelişimi etkin bir biçimde onunla ilişkili olan hatayı saf dışı bırakırdı ve, böylece, İsa’nın-öğretimde-bulunduğu bu erkek ve kadınlar, öncül Hıristiyan din adamlarının öğretileri içerisinde, ilave ve benzer gerçekliklerin ileriki tanınışı için hazırlanmışlardı. Roma’da ve buradan tüm imparatorluğa olan Hıristiyanlık’ın hızlı yayılımı için güçlü etkiyi sağlayan şey, müjde duyurucuların sahip oldukları öğretilerinin bu öncül kabulü olmuştu.
132:0.5 (1456.1) Bu dikkate değer eylemin önemi, Roma’da İsa’nın-öğretimde-bulunduğu dini önderlerden oluşan bu topluluk içinde yalnızca ikisinin başarısız olduğu gerçeğini belirttiğimizde, daha iyi anlaşılabilir; otuzu, Roma’daki Hıristiyanlık’ın oluşumu içinde başat bireyler haline gelmişti; ve, onlardan bazıları aynı zamanda, en başta gelen Mitraik mabedini bu şehrin ilk Hıristiyan kilisesine dönüştürmede yardım etmişti. İnsan etkinliklerini geri plandan izleyen ve dönemin on dokuz ülkesinin ışığı altında görmüş olan bizler, Avrupa boyunca Hıristiyanlık’ın hızlı bir biçimde yayılımı için altyapıyı öncül bir biçimde hazırlamada hayati değerde önemli olan yalnızca üç etkeni tanımaktayız; ve, bunlar şunlardır:
132:0.6 (1456.2) 1. Şimon Petrus’un bir havari olarak tercihi ve bu karara bağlılık.
132:0.7 (1456.3) 2. Ölümü Tarsuslu Şaul’un kazanılmasına yol açmış olan Stefan ile Kudüs’de yapılmış konuşma.
132:0.8 (1456.4) 3. Roma’da ve imparatorluğun bütününde yeni dinin ileriki önderliği için bu otuz Romalı’nın öncül olarak hazırlanışı.
132:0.9 (1456.5) Deneyimlerinin tamamı boyunca, ne Stefan ne de otuz seçilmiş kişi, sahip olduğu ismi dini öğretilerinin öznesi hale gelmiş kişi ile bir zamanlar konuşmuş bulunduklarının hiçbir zaman farkına varmadı. İlk otuz iki birey adına İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu çaba, tamamiyle kişisel nitelikteydi. Bu bireyler için verdiği emeklerde, Şamlı kâtip hiçbir zaman, bir seferde üçünden fazlasıyla buluşmamıştı o, nadiren ikiden fazla kişiyle buluşmuş, çoğu zaman onlara birer birer öğretilerde bulunmuştu. Ve, o, dini hazırlamanın bu büyük çabasını, bahse konu bu erkek ve kadınların geleneğin egemenliği altında bulunmaması sayesinde gerçekleştirebilmişti; onlar, gelecekteki tüm dini gelişmelere dair değişmez hale gelmiş bir önyargının kurbanları değillerdi.
132:0.10 (1456.6) Yakın zamanda gelmiş yıllarda birçok kez, Petrus, Pavlus ve Roma’daki diğer Hıristiyan öğretmenleri; kendilerinden önce gelmiş ve çok bariz bir biçimde (ancak onun şans eseri gerçekleştirdiğine inanarak) yeni müjdeyle gelişleri için zemin hazırlamış olan bu Şamlı kâtibi duymuşlardı. Her ne kadar Pavlus hiçbir zaman, Şamlı bu kâtibin kimliğini gerçek anlamıyla tahmin edememiş olsa da, ölümünden kısa bir süre önce o, kişisel tasvirlerin benzerliğinden dolayı, “Antakyalı çadırcının” aynı zamanda “Şamlı kâtip” olduğu sonucuna kesin bir biçimde varmıştı. Roma’da duyurusunu gerçekleştirirken bir seferinde Şimon Petrus, Şamlı kâtibe dair bir tasviri dinlerken, bu kişinin İsa olabileceğini aklına getirmişti; ama, o bu fikri hızlı bir biçimde, Üstün’ün Roma’da hiçbir zaman bulunmadığını (böyle düşündüğü biçimiyle) çok iyi bildiği için, aklından kovmuştu.
132:1.1 (1456.7) İsa, Stoacılar’ın önderi olan Angamon ile, Roma’daki konukluğunun başında tüm gece süren bir konuşmada bulunmuştu. Bu kişi ileride Pavlus’un çok iyi bir arkadaşı haline gelip, Roma’daki Hıristiyan kilisesinin güçlü destekleyicilerinden biri haline gelmişti. Özü itibariyle, ve çağdaş kavramlar içinde yeniden ifade edildiği haliyle, İsa Angamon’a şunu öğretmişti:
132:1.2 (1457.1) Gerçek değerlerin ortak ölçüsü, ruhaniyet dünyasında ve ebediyet mevcudiyetinin kutsal düzeylerinde aranmalıdır. Bir yükseliş fanisi için, tüm daha alt düzey ve maddi ortak ölçütler, geçici, kısmi ve düşük nitelikte tanınmak zorundadır. Bilim adamı, böyle bir duruma örnek olarak, maddi bilgilerin ilişkileminin keşfiyle sınırlıdır. Kuramsal olarak, o, maddiyatçı veya düşünselci oluşunu savunacak herhangi bir hakka sahip değildir; zira, böyle yaparak o, gerçek bir bilim adamının sahip olduğu tutumdan ayrılan bir duruş üstlenmektedir; çünkü, bu savunma tutumların her biri, tam da felsefenin özüne girmektedir.
132:1.3 (1457.2) İnsanlığın ahlaki kavrayışı ve ruhsal erişimi orantısal olarak çoğalmadıkça, tamamiyle maddiyatçı olan bir kültürün sınırsız ilerleyişi, medeniyet için nihai olarak bir tehdit haline gelebilir. Tamamiyle maddiyatçı olan bir bilim bünyesinde, her türlü bilimsel arayışın beraberinde getirebileceği yıkımın potansiyel bir tohumunu bünyesinde barındırmaktadır; zira, tam da bu tutum, ahlaki değerlere olan bakışını bir kenara itmiş ve erişimin ruhsal hedefinden vazgeçmiş olan bir medeniyetin nihai çöküşünün kötüye olan işaretini meydana getirmektedir.
132:1.4 (1457.3) Maddiyatçı bilim adamı ve olası en yüksek düzeyde bulunan fikirselci, her zaman görüş ayrılığında bulunma nihai sonuna sahiptir. Bu; yüksek ahlaki değerlerin ve ruhsal aidiyetlik aşamalarının ortak bir ölçütüne sahip olan bilim adamları ve fikirselciler için gerçeklik taşımamaktadır. Her çağ içinde, bilim adamları ve din üzerinde yoğun bir biçimde faaliyet gösteren bireyler, insan ihtiyacı ölçüsünde sınav vermekte olduklarının farkına varmak zorundadırlar. Onlar, insan ilerleyişinin hizmetine olan gelişmiş bağlılık vasıtasıyla devam eden kurtuluşlarını kararlı bir biçimde haklı gösteremeye çabalarken, aralarında bulunan her türlü çatışmadan kaçınmak zorundadırlar. Eğer, herhangi bir çağa ait tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle bilim veya din yanlış ise, o zaman bu disiplin ya etkinliklerini temizlemek zorunda veya daha doğru ve daha değerli düzeyde bulunan bir maddi bilimin veya ruhsal dinin ortaya çıkışına sebebiyet veren bir biçimde ortadan kalkmalıdır.
132:2.1 (1457.4) Mardus; Roma Kinikleri’nin kabul edilmiş bir önderi olup, Şamlı kâtibin çok iyi bir arkadaşı haline gelmişti. Gün be gün İsa ile konuşmalarda bulunup, her gece onun ulvi öğretisini dinlemekteydi. Mardus ile gerçekleştirdiği daha önemli söyleşileri arasında, bir tanesi, bu içten Kinik’in iyilik ve kötülük hakkında sormuş olduğu soruya cevap vermek için gerçekleştirilmişti. Özü itibariyle, ve yirminci yüzyılın kavramları içindeki haliyle, İsa şunu söylemişti:
132:2.2 (1457.5) Benim kardeşim, iyilik ve kötülük yalnızca, gözlenebilen kâinata dair insan kavrayışının göreceli düzeylerini simgeleyen kelimelerdir. Eğer sizler etik kurallar bakımından üşengeç ve toplumsal olarak vurdumduymaz olursanız, sahip olduğunuz iyilik ortak ölçütünü mevcut toplumsal kabuller olarak görürsünüz. Eğer sizler ruhsal olarak tembel ve ahlaki olarak gelişimsel olmazsanız, iyilik ortak ölçütlerinizi çağdaşlarınıza ait dini adet ve gelenekler olarak görürsünüz. Ancak, zamanda kurtuluşa eren ve ebediyette ortaya çıkan ruh; insanın kalbi içinde ikamet etmek için cennetteki Yaratıcı tarafından gönderilmiş olan kutsal ruhaniyet tarafından oluşturulmuş ruhsal ölçütlere ait gerçek değerler tarafından belirlenen bir biçimde, iyilik ve kötülük arasında yaşayan ve kişisel bir tercihte bulunmak zorundadır. Bu ikamet eden ruhaniyet, kişilik kurtuluşunun ortak ölçüsüdür.
132:2.3 (1457.6) İyi olma, gerçeklik gibi, her zaman göreceli ve her seferinde kötülük karşısında görülerek değerlendirilen bir nitelikte bulunmaktadır. İnsanların evrimleşen ruhlarını, ebedi kurtuluş için hayati derecede önemli olan bu kişisel tercih kararlarına varmaya yetkin hale getiren, iyi olmanın ve gerçekliğin bu niteliklerin algılanışıdır.
132:2.4 (1458.1) Mantıksal bir biçimde bilimsel emri, toplumsal âdeti ve dini dogmayı takip eden ruhsal olarak gözleri görmez birey, ahlaki özgürlüğünü feda etmenin ve ruhsal bağımsızlığını kaybetmenin çok büyük tehlikesi içindedir. Bu türden bir ruh; ussal bir papağan, toplumsal bir kukla ve dini yönetim gücünün bir kölesi haline gelmenin nihai sonuna sahiptir.
132:2.5 (1458.2) İyi olma her zaman; ikamet eden Düzenleyici’nin keşfi, ve onunla gerçekleştirilen özdeşleşme olarak — ahlaki nitelikteki bireyin kendisini gerçekleştirişinin ve ruhsal kişilik erişiminin içerdiği artan bağımsızlığın yeni düzeylerine doğru büyümektedir. Bir deneyim; güzellik takdirini arttırdığında, ahlaki iradeyi çoğalttığında, gerçekliğin algılanışını geliştirdiğinde, bir kişinin sahip olduğu akranları derinden sevme ve onlara hizmet etme yetisini büyüttüğünde, ruhsal idealleri daha yüksek bir yere getirdiğinde ve ikamet eden Düzenleyici’nin ebedi tasarıları ile zamanın en yüce insan amaçlarını birleştirdiğinde, iyidir. Tüm bu niteliklerin hepsi doğrudan bir biçimde, Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için artmış bir arzuyla sonuçlanmakta, böylelikle Tanrı’yı bulmanın ve daha da fazla onun gibi olmanın kutsal tutkusunu teşvik etmektedir.
132:2.6 (1458.3) Yaratılmış gelişiminin kâinat ölçeğinde çıktıkça, sizler; iyi-olma-deneyimi ve gerçeklik-algılayışı için sahip olduğunuz yetkinlik ile kusursuz uyum ilişkisi içerisinde, artış gösteren iyiliği ve azalış gösteren kötülüğü bulacaksınız. Hatada bulunma veya kötülüğü deneyimleme yetkinliği, yükseliş halindeki insan ruhu nihai ruhaniyet seviyelerini elde edene kadar bütünüyle kaybolmayacaktır.
132:2.7 (1458.4) İyilik; yaşayan, göreceli, her zaman ilerleyen, her durumda bir kişisel deneyim olup, sonsuza kadar, gerçeklik ve güzelliğin algılanışı ile ortak bir biçimde ilişkilidir. İyi olma; insan deneyimi içerisinde — potansiyel kötülüğün gölgeleri olarak — olumsuz eşi ile karşılaştırılmak durumunda bulunan, ruhsal düzeye ait olumlu gerçeklik-değerlerinin tanınmasında kendi yerine sahiptir.
132:2.8 (1458.5) Sizler Cennet aşamalarına erişene kadar, iyi olma her zaman; erişimin bir deneyimden çok bir hedef halinde, bir iyelik yerine daha çok bir arayış niteliğinde bulunacaktır. Ancak, doğruluk için açlık ve susuzluk çekerken bile, sizler, iyi olmanın kısmi erişiminde artış gösteren bir tatmini deneyimleyeceksiniz. Dünyadaki iyi olmanın ve kötülüğün mevcudiyeti, kendi içinde; bu değerleri bu şekilde tanıyan ve aynı zamanda onlar arasında tercihte bulunmaya yetkin olan kişilik olarak, insanın ahlaki iradesinin mevcudiyeti ve gerçekliğinin olumlu kanıtıdır.
132:2.9 (1458.6) Cennet’e olan erişim zamanında, yükseliş halindeki faninin benliğini gerçek ruhani değerler ile özdeşleştirme yetisi, yaşam ışığının elde edilişindeki kusursuzluğa ulaşma ile sonuçlanacak kadar fazlasıyla artar. Bu türden kusursuzlaştırılmış ruhaniyet kişiliği, iyi olmanın, güzelliğin ve gerçekliğin olumlu ve en yüce nitelikleri ile o kadar bütüncül, kutsal ve ruhsal olarak bütünleşir ki, bu türden doğru bir ruhaniyet; sınırsız Cennet Yöneticileri’nin sahip olduğu kutsal ışığın aydınlığına çıktıklarında, potansiyel kötülüğün hiçbir olumsuz gölgesini barındırmazlar. Tüm bu ruhaniyet kişiliklerinde, iyi olma artık, kısmi, karşıtsal ve karşılaştırmalı nitelikte bulunmamaktadır; o, kutsal bir biçimde bütüncül ve ruhsal bir biçimde tamamlanmış hale gelmiştir; o, En Yüce Olan’ın saflığına ve kusursuzluğuna yaklaşmaktadır.
132:2.10 (1458.7) Kötülüğün olasılığı, ahlaki tercih için gereklidir, ancak onun mevcut varlığı için değil. Bir gölge, yalnızca göreceli olarak gerçektir. Mevcut kötülük, bir kişisel deneyim için gerekli değildir. Potansiyel kötülük, ruhsal gelişimin daha alt düzeyleri üzerinde fani ilerleyişin âlemleri içinde bir karar uyarımı olarak eşit düzeyde yerinde faaliyet göstermektedir. Kötülük; yalnızca, ahlaki bir akıl kötülüğü tercihi haline getirdiğinde, kişisel deneyimin bir gerçekliği haline gelir.
132:3.1 (1459.1) Nabon bir Yunan Musevisi olup, Mitraik ismindeki Roma’da baş gizem inanışının en başta gelen bireyiydi. Mitraizm’in bu yüksek din-adamı Şam kâtibi ile birçok görüşmede bulunmuşsa da, o en kalıcı bir biçimde, bir akşam gerçeklik ve inanç üzerine gerçekleştirmiş oldukları söyleşi tarafından etkilenmişti. Nabon; İsa’yı kendi dinlerini kabul etmiş bir inanan haline getirmeyi düşünmüş olup, ona hatta, bir Mitraik öğretmen olarak Filistin’e geri dönüşünü teklif etmişti. O İsa’nın kendisini, dini inanışlarını krallığın müjdesine ilk değiştirenlerden bir haline getirmek için hazırlamakta olduğunu çok az aklından geçirmişti. Çağdaş kavramlarda tekrar ifade edildiği haliyle, İsa’nın öğretisinin özü şuydu:
132:3.2 (1459.2) Gerçeklik kelimeler ile tanımlanamaz, ancak yaşayarak yapılabilir. Gerçeklik her zaman, bilgiden fazladır. Bilgi, gözlemlenen şeyler ile ilgilidir; ancak, gerçeklik, bilgelik ile bağ kurması ve insan deneyimi olarak, hatta ruhsal ve yaşayan gerçekler niteliğinde bile bulunarak, bu tür ölçülemezleri içine alması bakımından bu türden tamamiyle maddi olan düzeylerin ötesine geçmektedir. Bilgi, bilimden kaynağını almaktadır; bilgelik, gerçek felsefeden; gerçeklik, ruhsal yaşamın dini deneyiminden. Bilgi, gerçekler ile ilgilenmektedir; bilgelik, ilişkiler ile; gerçeklik, mevcudiyet değerleri ile.
132:3.3 (1459.3) İnsan, bilimi değişmez kalıplara oturtmaya, felsefeyi denklemselleştirmeye ve gerçekliği dogmasal hale getirmeye eğilim göstermektedir; çünkü, insan, yaşamın ilerleyici nitelikteki mücadelelerine uyum sağlamada zihinsel olarak üşengeç olup, aynı zamanda, bilinmez karşısında alabildiğine korku duymaktadır. Doğal halinde insan, düşünce alışkanlıklarında ve yaşamı idame yöntemlerinde değişikliklerde bulunmada yavaştır.
132:3.4 (1459.4) Kişisel olarak keşfedilmiş gerçeklik olarak, açığa çıkarılmış gerçeklik, insan ruhunun duyduğu en yüce keyiftir; o, maddi aklın ve ikamet eden ruhaniyetin ortak yaratımıdır. Bu gerçekliği-algılayan ve güzelliği-derinden-seven ruhun ebedi kurtuluşu; bu faniyi, Tanrı’yı bulmaktan ve onun gibi olmaktan oluşan Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için birleşmiş tek bir amacı geliştirmeye yönlendiren, iyilik için bu açlık ve susuzluk tarafından teminat altına alınır. Orada hiçbir zaman, gerçek bilgi ve gerçeklik arasında çatışma bulunmamaktadır. Orada; ön yargı tarafından etkilenmiş, korku tarafından bozulmaya uğramış ve maddi keşfin veya ruhsal ilerleyişin yeni gerçekleri ile karşılaşmanın büyük endişesi altındaki inanışlar olarak, bilgi ve insan inanışları arasında çatışma bulunabilir.
132:3.5 (1459.5) Ancak, gerçeklik hiçbir zaman, inanç beslenmeden insanın iyeliği haline gelemez. Bu gerçektir, çünkü insanın düşünceleri, bilgeliği, etik değerleri ve idealleri, en yüksek nitelikteki umudu olarak, onun inancından daha yüksek bir konuma gelemez. Ve, tüm bu tür gerçek inanç; derin düşünce, içten öz eleştiri ve tavizde bulunmayan ahlaki bilince dayanmaktadır. İnanç, ruhanileşmiş yaratıcı hayal gücünün ilham kaynağıdır.
132:3.6 (1459.6) İnanç; insanın aklı içinde yaşayan ve ebedi kurtuluşun potansiyeli olan ölümsüz yaşam özü olarak, kutsal kıvılcımın insan-ötesi etkinliklerini serbest bırakmak için faaliyet göstermektedir. Bitkiler ve hayvanlar zamanın içinde varlıklarını, bir nesilden diğerine kendilerine ait özdeş birimleri aktarma yöntemi ile muhafaza ederler. Bir kişinin insan ruhu (kişiliği); ölümsüz olan, ve ilerleyici evren mevcudiyetinin devam eden ve daha yüksek bir aşamasına insan kişiliğinin devamlılığını sağlamak için faaliyet göstermekte olan, kutsallığın bu ikamet eden kıvılcımı ile benlik ilişkilemi vasıtasıyla fani ölümden kurtulur. İnsan ruhunun gizlenmiş tohumu, ölümsüz bir ruhaniyettir. Ruhun ikinci doğumu; bu kutsal oluşum ancak, Kâinatın Yaratıcısı, Tanrı, tüm mevcudiyetin kişisel kaynağı olarak, varoluşunun kaynağına eriştiğinde sonlanan bir biçimde, ruhsal ve ilerleyici mevcudiyetlere ait kişilik dışavurumunun bir ilerleyici dizisinin ilkidir.
132:3.7 (1459.7) İnsan yaşamı — kurtuluşa erişen bir biçimde — devam etmektedir çünkü, Tanrı’yı bulma görevi olarak bir kâinat işlevine sahiptir. İnsanın inanç tarafından etkin hale gelmiş ruhu, nihai sonun bu hedefine erişmeden duramaz; ve, bu kutsal hedefe bir kez eriştiğinde ise, hiçbir zaman sonlanamaz çünkü o — ebedi olarak — Tanrı gibi olmuştur.
132:3.8 (1460.1) Ruhsal evrim; kötülüğün olasılığının eşit ve ilerleyen bir biçimde azalışıyla beraber gerçekleşen, iyi olmanın artan ve gönüllü tercihinin bir deneyimidir. İyi olma için nihai tercihe ve gerçeklik takdiri için tamamlanmış yetkinliğe erişimle birlikte; sahip olduğu doğruluğun ebedi bir biçimde, potansiyel kötülüğün kavramsallaşmasının bile ortaya çıkma olasılığını engellediği, güzellik ve kutsallığın bir kusursuzluğu mevcut hale gelir. Bu türden bir Tanrı-bilen ruh; kutsal iyiliğin bu türden yüksek bir ruhaniyet düzeyinde faaliyet gösterdiği zaman, kuşku duyan kötülüğün hiçbir gölgesini barındırmaz.
132:3.9 (1460.2) Cennet ruhaniyetinin insan aklı içindeki mevcudiyeti; Kâinatın Yaratıcısı’nın bu ölümsüz ve ikamet eden ruhaniyet nüvesi ile özdeşlemeyi başarmayı amaçlayan her ruh için, kutsal ilerleyişe ait bir ebedi mevcudiyetin açığa çıkarılış sözünü ve inanç vaadini oluşturmaktadır.
132:3.10 (1460.3) Kâinat ilerleyişi artan kişilik özgürlüğü ile nitelenmektedir; çünkü o, bireyin kendi kendine farkına varışın gittikçe artan seviyelerine olan ilerleyici erişimle ve bunun sonucunda bireyin kendisini gönüllü olarak sınırlayışı ile ilişkilidir. Ruhsal nitelikteki bireyin kendi kendisini sınırlayışında olan kusursuzluk erişimi, kâinat özgürlüğüne ve kişilik bağımsızlığına denk düşmektedir. İnanç, bu türden uçsuz bucaksız bir kâinatta öncül yönleniminin içerdiği kafa karışıklığın ortasında insanın ruhunu desteklemekte ve onu idare etmektedir; bunun karşısında, dua ise, ikamet eden ve ilişkilem içindeki kutsal mevcudiyetin sahip olduğu ruhaniyet idealleri ile kendisini özdeşleştirmeye çalışan bir ruhun, yaratıcı hayal gücü ile inanç taleplerinin içerdiği çeşitli ilhamların muhteşem bütünleştiricisidir.
132:3.11 (1460.4) Nabon, tıpkı İsa ile yaptığı her konuşmada olduğu gibi, bu sözler karşısında derinden etkilenmişti. Bu gerçeklikler kalbi içinde yanmaya devam etmiş olup, kendisi, İsa’nın müjdesinin daha sonra gelen duyurucularına büyük yardımlarda bulunmuştu.
132:4.1 (1460.5) İsa Roma’da iken boş vaktinin tümünü, yaklaşmakta olan krallıkta gelecek takipçiler haline gelmesi için erkek ve kadınları hazırlamanın bu görevine adamamıştı. O vaktinin büyük bir kısmını, dünyanın bu, en büyük ve en çok uluslu şehrinde yaşamış olan tüm insan ırklarına ve sınıflara dair yakın bir bilgi elde etmede harcamıştı. Bu sayısız insan iletişiminin her birinde İsa çifte bir amaca sahipti: O; beden içinde yaşamakta oldukları hayata karşı tepkilerini öğrenme arzusu duymuş olup, aynı zamanda, yaşamı daha zengin ve daha değerli kılacak bir şeyi söyleme ve yapma hassasiyeti göstermekteydi. Bu haftalar boyunca onun dini öğretilerinin, on iki havarisin öğretmeni ve toplulukların duyurucusu olarak daha sonraki yaşamını nitelemiş olanlardan hiçbir farkı bulunmamaktaydı.
132:4.2 (1460.6) Her zaman onun iletisinin özü şuydu: insanın derin sevgi olan Tanrı’nın bir inanç-evladı oluşunun iyi haberleri ile birlikte, bu aynı cennetsel Yaratıcı’nın derin sevgisi ve onun merhametinin gerçeğiydi. İsa’nın olağan toplumsal ilişki yöntemi, insanları kendisine doğru çekmek ve onlara sorular yönelterek kendileriyle konuşmaya çalışmaktı. Karşılıklı görüşme genellikle, İsa’nın kendilerine sorular sormasıyla başlar ve onların İsa’ya sorular yöneltmesiyle son bulunurdu. O eşit bir biçimde, ya soru sorarak ya da sorulara cevap vererek öğretmede mahirdi. Bir kural olarak, en fazla öğretimde bulunduklarına, en az şeyi söylemişti. Kişisel hizmetinden en fazla yararı elde etmiş olanlar, duygudaş ve anlayışlı bir dinleyiciye ruhlarını boşaltmanın bir olanağı sayesinde fazlasıyla rahatlamış olan haddinden fazla sorumluluk verilmiş, endişe içindeki ve reddedilmiş fanilerdi; ve, İsa, duygudaş ve anlayışlı olup, bunlardan çok daha fazlasıydı. Ve, uyum sağlamada sorun yaşamış bu insanlar İsa’ya sorunlarından bahsettikleri zaman, İsa her seferinde; her ne kadar derhal sakinleştirme ve doğrudan bir biçimde rahatlatma kelimelerini söylemezlik etmemişse de, yaşamakta oldukları gerçek zorlukların düzeltilmesine yönelik işlevsel ve ilk elden yararlı tavsiyelerde bulunmaya yetkin olmuştu. Ve, hiç değişmeksizin İsa, bu sıkıntı içindeki fanilere Tanrı’nın sevgisinden bahsetmiş olup, onlara, çeşitli ve ayrı yöntemler aracılığıyla, kendilerinin cennet içindeki bu sevgi dolu Yaratıcı’nın çocukları olduğu bilgisini aktarmıştı.
132:4.3 (1461.1) Bu şekilde, Roma’daki konukluğu boyunca, İsa kişisel olarak, âlemin beş yüz fanisine kadar varmış kişi ile sevgi dolu ve canlandırıcı iletişimde bulundu. O böylelikle; insanlığın farklı ırklarına dair, Kudüs’de hiçbir zaman elde edemeyeceği ve İskenderiye’de bile ise neredeyse hiçbir şekilde sahip olamayacağı, bir bilgi kazanmıştı. O her zaman bu altı ayı, dünya yaşamının böyle bir sürecinin en zengin ve en bilgilendirici olanı biçiminde görmüştü.
132:4.4 (1461.2) Beklenebileceği gibi, bu türden çok yönlü ve ne yaptığını bilen kararlı bir insan; bir iş ile ilişkili olarak, veya daha sıklıkla, bir eğitim, toplumsal köklü değişiklik veya dini hareket projesi için hizmetini elde etmeyi arzulamış sayısız insan tarafından yaklaşılmadan, dünyanın bu çok kültürlü şehrinde altı ay faaliyet gösteremezdi. Ondan daha fazla kez, bu türden desteklerde bulunulmuştu; ve, o her birini, çok iyi seçilmiş kelimelerle veya yardımcı belli bir hizmet ile ruhsal soylulaştırmanın belirli bir düşüncesini aktarmak için bir imkân olarak görmüştü. İsa, insanların her türlüsü için bir şeyler yapmayı — ufak şeyler bile olsun — çok sevmekteydi.
132:4.5 (1461.3) O, bir Romalı senatör ile siyaset ve devlet adamlığı üzerine konuşmuştu; ve, İsa’nın gerçekleştirdiği bu bir iletişim bu yasa koyucu üzerinde öyle bir etkide bulunmuştu ki, bu senatör yaşamının geri kalan kısmını, her ne kadar başarısız bir biçimde de olsa, insanları destekleyen ve onları besleyen hükümet düşüncesinden hükümeti destekleyen insanların düşüncesine olan yönetim siyasa anlayışı üzerindeki değişikliğini gerçekleştirmek için görev arkadaşlarını ikna etmeye çalışmıştı. İsa bir akşamını, insanın Tanrı’nın bir evladı olduğundan bahseden bir biçimde varlıklı bir köle-sahibi ile geçirmişti; ve, bir sonraki gün Cladius ismindeki bu adam, yüz on yedi kölesine özgürlüklerini vermişti. İsa bir akşam yemeğini, akranlarının bedenlere ek olarak akıllara ve ruhlara sahip olduğunu söyleyen bir biçimde bir Yunanlı doktor ile sohbet ederek geçirmişti; ve, bu, bahse konu yetkin doktoru, akran insanlarına daha kapsamlı bir hizmette bulunmayı denemeye yönlendirmişti. İsa, yaşamın her türlüsünü deneyimlemekte olan her tür insan ile konuşmuştu. Roma’da ziyaret etmediği tek yer, halkın ortaklaşa kullanmakta olduğu hamamlardı. İsa; hamamlara gidişlerinde arkadaşlarına eşlik etmeyi, orada yaygın haldeki kısa süreli ve rastgele gerçekleştirilen cinsel ilişkiler nedeniyle reddetmişti.
132:4.6 (1461.4) Bir Romalı askere, Tiber nehri boyunca yürürlerken, şunları söylemişti: “Elde cesur olmanın yanı sıra kalpte de cesur ol. Adalette bulunmaya cüret et, ve bağışlama gösterecek kadar büyük ol. Üstlerine itaat ettiğin gibi, alt düzeyde bulunan doğanın üst düzeyde bulunan doğana itaat etmesini zorla. Akranlarını derinden sev ve bütün bir kalp ile Tanrı’ya uzan; zira, Tanrı, cennet içindeki Yaratıcın’dır.”
132:4.7 (1461.5) Forumdaki bir konuşmacıya o şunları söylemişti: “Hitabetin keyif verici, mantığın hayranlık uyandırıcı ve sesin güzel ama öğrettiğin şey neredeyse hiçbir şekilde doğru değil. Ruhsal Yaratıcın olarak Tanrı’yı bilmenin ilham veren tatminini bir keyifle deneyimleyecek olursan, o zaman sahip olduğun hitap güçlerini, akranlarını karanlığın esaretinden ve bilgisizliğin köleliğinden kurtarmak için kullanabilirsin.” Bu kişi, Roma’da Petrus’un duyurusunu işitmiş ve onun varisi haline gelmiş Markus’idi. Şimon Petrus’u çarmıha gerdikleri zaman, Roma savcılarına karşı gelmiş ve bu yeni müjdeyi duyurmaya cesurca devam etmiş olan bu kişiydi.
132:4.8 (1462.1) Yanlış yere suçlanmakta olan fakir bir kişiyle karşılaşmış olarak, İsa, onun adına mahkemede görünmek için kendisine özel izin verilmiş biçimde, hâkimin karşısına onunla bir çıkmıştı ve, bu savunma boyunca o şu muhteşem konuşmayı gerçekleştirmişti: “Adalet bir ülkeyi büyük yapmaktadır; ve, bir ülke daha büyük hale geldikçe, en mütevazı vatandaşına bile adaletsizliğin düşmediğinden daha emin olmak isteyecektir. Bir ülkenin mahkemeleri önünde, yalnızca parayı ve etkiyi elinde bulunduranlar adaleti elde edebildiklerinde, o ülkeyi ne de büyük sorunlar beklemektedir! Suçluyu cezalandırmanın yanı sıra suçsuz olanı aklamak bir hâkimin kutsal görevidir. Mahkemelerinin tarafsızlığı, hakkaniyeti ve dürüstlüğü üzerine, bir milletin devamlılığı dayanmaktadır. Her nasıl gerçek din bağışlama üzerine dayanıyorsa, toplumsal yönetim de adalet üzerine kurulmuştur.” Hâkim davayı tekrar açtı, ve kanıtlar irdelendiğinde, o mahkûmu serbest bıraktı. Kişisel hizmetin bu dönemi boyunca İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu etkinliklerin tümü içinde bu, bir kamu önüne çıkışa en yakın yaşanmışlıktı.
132:5.1 (1462.2) Bir Roma vatandaşı ve bir Stoa takipçisi olan, bir zengin adam, Angamon tarafından tanıştırılmış bir biçimde, İsa’nın öğretisine fazlasıyla ilgili hale geldi. Birçok içten söyleşiden sonra bu varlıklı vatandaş İsa’ya, eğer sahip olsaydı servetiyle ne yapacağını sordu; ve, İsa, ona şu yanıtı verdi: “Her nasıl bilgiyi, bilgeliği ve ruhsal hizmeti ussal yaşamın zenginleşmesi, toplumsal yaşamın soylulaşması ve ruhsal yaşamın gelişmesi hizmeti için kullanacak olursam, maddi serveti de maddi yaşamın gelişimi için bahşederdim. Maddi serveti, bir neslin sahip olduğu kaynakların bilge ve etkin bir gözcüsü olarak, bir sonraki ve onu takip eden nesillerin yararı ve soylulaşması için idare ederdim.”
132:5.2 (1462.3) Ancak, zengin adam İsa’nın yanıtıyla tam anlamıyla tatmin olmamıştı. O, cesaretini toplayıp şunu tekrar sormuştu: “Ama, sen, benim durumumda birinin sahip olduğu servet ile ne yapması gerektiğini düşünüyorsun? Ben onu tutmalı mıyım, yoksa dağıtmalı mıyım?” Ve, İsa, Tanrı’ya olan sadakatinin ve insanlara olan görevinin gerçekliği hakkında bu kişinin daha fazlasını öğrenme arzusunda olduğunu hissettiği anda, şu ilave cevabı vermişti: “Benim iyi dostum, senin, bilgeliğin gerçek bir arayıcısı ve gerçekliğin dürüst bir aşığını olduğunu fark etmekteyim; bu nedenle, ben, servetle olan sorumluluklar ile ilgili sahip olduğun sorunların çözümüne dair kendi görüşümü önüne sermeyi isterim. Ben bunu, sen tavsiyemi sorduğun için yapıyorum; ve, sana bu öneriyi verirken, yorumumu başka her zengin insanın servetinden muaf tutuyorum; ben tavsiyemi, yalnızca senin ve senin kişisel yönlendirmen için yapıyorum. Eğer sen, sahip olduğun serveti bir emanet olarak görme arzusu duyacak olursan, sen gerçekten de, biriktirdiğin servetin bilge ve verimli gözcüsü olmayı arzu edecek olursan, o zaman, zenginliklerinin kaynakları ile ilgili şu irdelemelerde bulunmanı tavsiye ederim: Kendine sor, ve dürüst cevabı vermek için elinden gelenin en iyisini yap, nerden geliyor bu servet? Ve, büyük malvarlığının kaynaklarını incelerken bir yardımda bulunması için, maddi servetin şu on farklı kazanılma yönetimini aklında tutmanın önerisinde bulunacak olurum:
132:5.3 (1462.4) “1. Miras alınan servet — ebeveynlerden ve diğer atalardan elde edilmiş zenginlikler.
132:5.4 (1462.5) “2. Keşfedilmiş servet — toprak ananın ekilmemiş kaynaklarından elde edilmiş zenginlikler.
132:5.5 (1462.6) “3. Ticaret serveti — maddi eşyaların değiş tokuşu ve takası içinde adil bir kar olarak kazanılmış zenginlikler.
132:5.6 (1462.7) “4. Haksız servet — bir kişinin, akranlarının adil olmayan kullanılışından veya köleleştirilişinden elde ettiği zenginlikler.
132:5.7 (1463.1) “5. Faiz serveti — yatırılmış bir malvarlığının hakkani ve adil bir biçimde getirisiyle elde edilmiş gelirdir.
132:5.8 (1463.2) “6. Deha serveti — insan aklının yaratıcı ve keşfedici bahşedilmişliklerinin ödüllerinden gelen zenginlikler.
132:5.9 (1463.3) “7. Kaza eseri elde edilmiş servet — bir kişinin sahip olduğu akranın cömertliğinden gelen veya yaşam durumlarından kaynağını alan zenginlikler.
132:5.10 (1463.4) “8. Çalınmış servet — hakkaniyet gözetmemekle, dürüst olmamakla, hırsızlıkla veya dolandırıcılıkla kazanılmış zenginlikler.
132:5.11 (1463.5) “9. Emanet kaynaklar — akranlarınız tarafından, şimdi veya gelecekte olmak üzere, belirli bir kullanım için ellerinize verilmiş olan servet.
132:5.12 (1463.6) “10. Kazanılmış servet — günlük akıl ve beden çabalarınızın hakkani ve adil karşılığı olarak doğrudan bir biçimde kendi kişisel emeğinizden elde edilmiş zenginlikler.
132:5.13 (1463.7) “Ve, işte böyle, benim dostum, eğer sen, geniş malvarlığının doğru ve adil bir gözcüsü olursan, Tanrı huzurunda ve insanlara olan hizmet içerisinde, servetini kabaca bu on büyük parçaya ayırıp, bunun sonrasında, her bir parçayı, adaletin, adil payın, hakkaniyetin, ve gerçek verimliliğin kanunlarını bilge ve dürüst bir biçimde yorumlayan bir biçimde idare etmeye girişeceksin; buna rağmen, zaman zaman sen, muğlâk durumlar içerisinde, fani yaşama ait talihsiz durumların acı çekmekte olan kurbanlarının sıkıntısını bağışlayıcı ve kendinden veren bir biçimde görmede hata yapacak olursan, cennetin Tanrısı seni kınamayacaktır. İçinde bulunduğun maddi durumların hakkaniyeti ve adaleti hakkında kuşkuya düştüğün zaman, kararlarını ihtiyacı olanlar yararına kullan, hak etmemiş zorlulukların talihsizliğinden acı çekmekte olanlar lehine.”
132:5.14 (1463.8) Birkaç saat boyunca bu hususlar hakkında söyleşide bulunduktan sonra ve bu zengin kişinin ilave ve daha detaylı yönerge talebine karşılık olarak, İsa, vermiş olduğu tavsiyeyi açarak, şöyle söylemişti: “Servete dair tutumuna yönelik ilave önerileri sunsam da, verdiğim tavsiyeyi yalnızca kendin ve senin kişisel yönlendirilişin için alman gerektiğin konusunda seni uyarmak isterim. Ben yalnızca kendi adıma ve belli bir şeyi öğrenme arzusunda olan arkadaş olarak sana konuşmaktayım. Ben, diğer zengin insanların sahip oldukları servetleri nasıl değerlendirmesi gerektiği hususunda mutlak bir hâkim haline gelmeyeceğinin sözünü vermeni istiyorum. Sana tavsiyem şudur:
132:5.15 (1463.9) “1. Miras alınmış servetin gözcüsü olarak, onun nerelerden gelmiş olduğunu düşünmelisin. Sen; mevcut neslin yararı için adil bir kesintiyi düştükten sonra, yasal servetin takip eden nesillere olan dürüst bir biçimde aktarımında bir önceki nesli temsil etmede ahlaki sorumluluk altında bulunmaktasın. Ancak, ataların tarafından haksız yere elde edilmiş servet ile ilgili herhangi bir aldatmacayı veya adaletsizliği devam ettirme durumunda değilsin. Miras olarak elde ettiğin kazanç içinde, sonradan aldatmaca veya adaletsizlikle elde edilmiş olduğu anlaşılmış her türlü kısmı adalet, cömertlik ve telafi yargıların uyarınca yeniden dağıtabilirsin. Miras alınmış servetin geriye kalan meşru kısmını, hakkaniyet ölçüsünde kullanabilir ve bir neslin diğeri için olan emaneti olarak güvenli bir biçimde aktarılmak üzere saklayabilirsin. Bilgece doğru olanı seçme ve güçlü yargı, varislerine aktaracağın zenginlikler ile ilgili kararlarına yön vermelidir.
132:5.16 (1463.10) “2. Keşfetmenin bir sonucu olarak serveti memnuniyetle deneyimleyen herkes; bir bireyin dünya üzerinde yalnızca kısa bir dönem yaşayabildiğini ve, bu nedenle, bahse konu keşifleri akranlarının en fazla sayıdaki bireyi ile onlara yardımcı olan şekillerde paylaşmak için yeterli yönergesel tedbirlerde bulunması gerektiğini hatırlamalıdır. Her ne kadar keşifte bulunmuş olan kişi keşif çabaların karşılığı olarak hiçbir ödülden mahrum bırakılmamalıysa da, bu kişi bencil bir biçimde de, doğanın birikmiş hazine kaynaklarının ortaya çıkarılmasından elde edilecek tüm yararlar ve takdisler üzerinde sahiplik iddia edecek cüreti göstermemelidir.
132:5.17 (1464.1) “3. İnsanlar dünya ticaretini paraya dayalı değiş-tokuşla ve takasla gerçekleştirmeyi tercih ettikçe, adil ve meşru bir kazanç onların haklarıdır. Her ticaret insanı, vermiş olduğu hizmetleri için düzenli kazancı hak eder; tüccar için, vakti için kazanmak hakkıdır. Dünyanın düzenli hale getirilmiş ticaret faaliyetleri içinde, para ile gerçekleştirilen alım ve satımın hakkaniyeti ve bir kişinin akranlarına layık gördüğü dürüst davranış, kar servetinin birçok türünü yaratmaktadır; ve, servetin tüm bu kaynakları, adaletin, dürüstlüğün ve hakkaniyetin en yüksek prensipleri ile görülmek zorundadır. Dürüst tüccar, benzer bir etkileşim içinde akran tüccarına mutlulukla layık göreceği aynı karı kendisine almada tereddüt etmemelidir. Her ne kadar bu türden servet iş anlaşmaları büyük bir ölçekte yapıldığı zaman bireysel olarak kazanılmış gelir ile özdeş olmasa da, bu türden dürüstçe elde edilmiş servet, ilerideki dağıtımı için bir söz hakkı olarak ona sahip olana dikkate değer bir hisseyi vermektedir.
132:5.18 (1464.2) “4. Tanrı’yı bilen ve onun kutsal iradesini yerine getirmeyi arzulayan hiçbir fani, servetin baskılarına kulak vermek için eğilmez. Hiçbir soylu insan, beden içindeki kardeşlerini köleleştirerek veya onları adil olmayan bir biçimde kullanarak zenginlikleri biriktirmez ve servet-gücünü toplamaz. Zenginlikler, ezilmiş fani insanın yaşamını güç bela idame ettirişinin alın terinden elde edildiği zaman, ahlaki bir lanet ve ruhsal bir utanç lekesidir. Bu türden servetin tümü, bu şekilde soyulmuşlara veya onların çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına geri verilmelidir. Kalıcı bir medeniyet, tutmuş olduğu emekçiyi aldatma eylemi üzerine inşa edilemez.
132:5.19 (1464.3) “5. Faiz, dürüst servetin hakkıdır. İnsanlar borç almaya ve borç vermeye devam ettikçe, adil olan faiz, kredilendirilen anapara meşru servet oldukça, toplanabilir. Faizi hakkınız olarak talep etmeden önce, ilk olarak kredilendirilecek anaparanızı temizleyiniz. Tefecilik uygulamasına eğilecek kadar küçülen ve para için gözünü en küçük şeye bile diker hale gelmeyin. Zor günler geçirmekte olan akranlarınız üzerinden adil olmayan kazancı elde etmek için para-gücünü kullanacak kadar bencil hale gelmenize hiçbir zaman izin vermeyiniz. Mali sıkıntı içinde bulunan kardeşinizden aşırı derecede yüksek faiz olmanın çekiciliğine kapılmayınız.
132:5.20 (1464.4) “6. Sahip olduğun zenginliklerinin icat edici bahşedilmişliğin karşılıklarından elde edildiği haliyle, eğer servete tesadüfî bir biçimde dehanın bir dizi dışavurumu tarafından sahip olduysan, bu türden karşılıkların hakkani olmayan bir kısmı üzerinde sahiplikte bulunma. Dahi olan kişi, hem atalarına ve hem de kendi soyundan geleceklere bir şey borçludur; benzer bir biçimde o, ırka, millete ve icatçı keşiflerinin koşullarına karşı sorumlu bulunmaktadır; o aynı zamanda, insan olarak insanlar arasında emek verip, icatlarını açığa çıkardığını hatırlamalıdır. Deha’yı, sahip olduğu servetin düzenli olarak artışından mahrum bırakmak eşit düzeyde adaletsizlik olacaktır. Ve, insanlar için her zaman, servetin hakkani bir biçimde dağıtımının tüm bu sorunlarına eşit bir biçimde uygulanabilecek kurallar ve yönergeler oluşturmak imkânsız nitelikte bulunacaktır. Sizler ilk olarak, insanı kardeşiniz olarak tanımak zorundasınız; ve, şayet siz, dürüst bir biçimde ona, kendinize davranılmasını istediğiniz cömertlikte davranmayı arzu ederseniz, sizlere, ekonomik karşılıkların ve toplumsal adaletin her tekrar eden sorununun adil ve tarafsız çözümünde, adaletin, dürüstlüğün ve hakkaniyetin ortak gereklilikleri rehberlik edecektir.
132:5.21 (1464.5) “7. İdaresinde kazanılan adil ve meşru ücretler dışında, hiçbir kişi; zaman ve şansın kendi eline düşmesine neden olduğu servetin üzerinde kişisel hak iddia etmemelidir. Kaza eseri elde edilen zenginlikler, bir ölçüde; bir kişinin toplumsal veya ekonomik topluluğunun yararına genişletilecek nitelikte, bir emanetin ışığında görülmelidir. Bu türden serveti ellerinde bulunduranlara, bahse konu kazanılmamış nitelikteki kaynakların bilge ve etkin dağıtımına kadar vermede daha büyük söz hakkı verilmelidir. Medeni insan her zaman, kişisel ve özel iyeliğinde bulundurduğu şeylerin hepsine iyi gözle bakmayacaktır.
132:5.22 (1465.1) “8. Eğer mal varlığınızın herhangi bir kısmı bilinçli bir biçimde aldatmacadan elde edilmişse; eğer servetinizin en küçük bir kısmına bile, dürüst olmayan uygulamalarla veya adil olmayan yöntemlerle sahip olunmuşsa; eğer sahip olduğunuz zenginlikleriniz, akranlarınızla olan adil iş ilişkileriniz sonucunda gerçekleşmemiş ise, bir an önce, haksız yere sahip olduğunuz kazançların hepsini hakkı olan sahiplere geri vermeye davranınız. Bütüncül telafide bulunup, böylece, dürüst olmayan tüm zenginliklerden mal varlığınızı temizleyiniz.
132:5.23 (1465.2) “9. Bir kişinin sahip olduğu serveti, başkalarının yararına emanet olarak tutması ulvi ve kutsal bir sorumluluktur. Bu türden bir emaneti tehlike altına atmayın veya şansa bırakmayın. Yalnızca, dürüst insanların tümünün bırakabileceği türden bir emaneti kendinize yük edinin.
132:5.24 (1465.3) “10. Kendi zihinsel ve fiziksel emeklerinizin kazançlarını temsil eden mal varlığınızın kısmı, şayet yaptıklarınız adalet ve hakkaniyet içinde gerçekleşmişe — gerçekten de sizindir. Hiçbir kişi; bu hakkı kullanmanızın akranlarınıza zarar getirmeyeceği müddetçe, bu serveti elinizde bulundurma ve gerekli gördüğünüz biçimde kullanma hakkını reddedemez.”
132:5.25 (1465.4) İsa ona olan tavsiyesini tamamladığında, bu varlıklı Romalı oturduğu koltuktan kalktı ve gece için elvedada bulunurken şu sözü omuzlarından atmış oldu: “Benim iyi dostum, senin büyük bilgelikte ve iyilikte bir insan olduğunu görebiliyorum, ve yarından itibaren, tavsiyen doğrultusunda tüm servetimi idare etmeye başlıyorum.”
132:6.1 (1465.5) Burada, Roma’da aynı zamanda, bir evrenin Yaratanı’nın kaybolmuş bir çocuğu endişe içinde bekleyen annesine geri ulaştırmayla birkaç saatini harcamış olduğu duygusal bir olay da gerçekleşmişti. Bu küçük çocuk evinden uzaklaşarak etrafı gezintiye çıkmıştı, ve İsa onu sıkıntılı bir biçimde ağlar halde buldu. O ve Ganid kütüphaneye olan yolları üzerindelerdi, ama onlar kendilerini çocuğu eve geri ulaştırmaya adadılar. Ganid hiçbir zaman İsa’nın şu yorumunu unutmamıştı: Bilir misin, Ganid, insan varlıkların çoğu kaybolmuş çocuklar gibidir. Onlar; her nasıl bu çocuk yalnızca küçük bir mesafe kadar evinden uzakta bulunduysa, tam da gerçekte, güvenlikten ve güvenceden yalnızca kısa bir mesafe uzakta bulunurken, vakitlerinin büyük bir kısmını korku içinde ağlayarak ve keder içinde sıkıntı çekerek geçirmektedirler. Ve, gerçekliğin yolunu bilenlerin ve Tanrı’yı bilmenin güvencesini memnuniyetle deneyimleyenlerin hepsi, yaşamın tatminlerini bulma çabalarında akranlarına rehberlik etmeyi ayrıcalık olarak takdir etmeli, bir görev olarak değil. Çocuğu annesine geri kavuşturmanın bu hizmetinden olabilecek en yüksek derecede memnuniyet duymadık mı? Benzer bir biçimde, Tanrı’ya insanları götürenler, insan hizmetinin en yüce tatmini deneyimlerler.” Ve, bu günden itibaren, doğa yaşamının sonuna kadar, Ganid sürekli bir biçimde, evlerine geri götürebileceği kayıp çocukları aramıştı.
132:6.2 (1465.6) Orada, eşi kaza eseri öldürülmüş olan beş çocuklu dul bir anne bulunmaktaydı. İsa Ganid’e, babasını bir kaza sonucu yitirişinden bahsetti; ve, onlar tekrar tekrar bu anne ve çocuklarına onları teselli etmek için uğramışken, Ganid babasından, yiyecek ve kıyafet sağlamak için para istemişti. Onlar; ailenin bakımına yardım edebilmesi amacıyla en büyük çocuk için çalışacağı bir işi buluncaya kadar kadar, emeklerine son vermediler.
132:6.3 (1465.7) Bu gece, Gonod, bu deneyimlerin anlatısını dinlediğinde, İsa’ya iyi-niyetli bir biçimde şunları söylemişti: “Ben, evladımın bir âlim veya bir iş adamı olmasını istiyorum, ve sen ise şimdi onu, bir filozof veya bir hayırsever hale getirmeye başlıyorsun.” Ve, İsa gülerek şu cevabı verdi: Galiba biz, ondan bu dördünü de yapacağız; bunun sonucu olarak kendisi, insan melodisini ayırt etmek için kulağı bir yerine dört tonu fark etmeye yetkin hale geleceği için, yaşamda dört katmanlı bir tatmini memnuniyetle deneyimlecek.” Bunun üzerine Gonod şunu söyledi: “Senin gerçekten de bir filozof olduğunu görmekteyim. Sen, gelecek nesiller için bir kitap yazmalısın.” Ve, İsa, cevap olarak “Bir kitap değil — benim görevin bu nesil içinde ve tüm nesiller için bir yaşamı yaşamaktır. Ben —” dedi, fakat Ganid’e “Benim evladım, yatma vakti geldi” diyerek konuşmasını yarıda bıraktı.
132:7.1 (1466.1) İsa, Gonod ve Ganid Roma’dan dışarı doğru, çevre bölgelerde ilgilerini çeken beş ziyarette bulunmuşlardı. Kuzey İtalyan göllerine olan gezide, İsa Ganid ile, eğer bir kişi Tanrı’yı bilme arzusu duymuyorsa ona Tanrı hakkında bir şeyleri öğretmenin imkânsızlığıyla ilgili uzun bir konuşmada bulunmuştu. Onlar, göllere olan seyahatlerinde şans eseri, derin düşünceden yoksun bir pagan ile karşılaşmışlardı ve, Ganid, İsa’nın, doğal bir biçimde ruhsal soruların söyleşisine götürecek olan bir konuşmaya dâhil etmeden oluşan olağan alışkanlığını bu kişi ile göstermeyişine şaşırmıştı. Ganid öğretmenine neden pagana bu kadar az ilgi gösterdiğini sorduğunda, İsa şöyle cevap vermişti:
132:7.2 (1466.2) “Ganid, bu kişi gerçeklik için aç değildi. O, kendisi ile tatmin olmayan bir halde değildi. O, yardım istemek için hazır değildi; ve, aklının gözleri, ruh için ışığı almaya açık değildi. Bu kişi, kurtuluşun hasadı için henüz olgun değildi; kendisine, bilgeliği ve daha yüksek öğrenimi alması için kendisini hazırlamak amacıyla yaşamın sınayışları ve zorluluklarıyla geçecek daha fazla zaman verilmelidir. Veya, bizimle birlikte yaşamasını sağlasaydık, yaşamlarımız ile, cennet içindeki Yaratıcı’yı kendisine gösterebilirdik; ve, böylelikle o, Tanrı’nın evlatları olarak yaşamlarımızı o kadar çekici bulurdu ki, bizlerin Yaratıcısı hakkında bir şeyler öğrenmek zorunda kalırdı. Siz, kendisinin arayışında bulunmayanlara Tanrı’yı açığa çıkaramazsınız; gönülsüz ruhları, kurtuluşun neşelerine yönlendiremezsiniz. İnsan, yaşamaya ait olan deneyimlerin bir sonucu olarak gerçeklik için aç halde bulunmalıdır; veya, o, bir insan varlığının bu türden akran bir faniyi cennet içindeki Yaratıcı’ya götürmede aracı olarak hareket edişinden önce, kutsal Yaratıcı ile tanışmış olanların yaşamlarıyla iletişimin sonucu olarak Tanrı’yı bilme arzusu duymalıdır. Eğer bizler Tanrı’yı biliyorsak, yeryüzü içindeki gerçek işimiz, Yaratıcı’nın yaşamlarımız içinde kendisini açığa çıkarmasına izin verecek şekilde yaşamak olmalıdır; ve, böylece, Tanrı’yı-arayan tüm kişiler Yaratıcı’yı görüp, bizlerden, yaşamlarımızda bu şekilde dışavurumuna sahip olan Tanrı hakkında daha fazla şeyi öğrenmede yardımımızı isteyeceklerdir.”
132:7.3 (1466.3) İsviçre’ye, dağlara olan ziyaretleri üzerinde İsa, hem baba hem de oğlu ile Budizm hakkında tüm gün süren bir konuşmada bulundu. Birçok kez Ganid İsa’ya, Buda hakkında doğrudan sorularda bulunmuştu; ancak, o İsa’dan her seferinde, az çok geçiştirmeci nitelikte cevaplar almıştı. Bu aşamada, oğlunun mevcudiyetinde, baba İsa’ya, doğrudan bir soru yöneltti; ve, o, doğrudan bir yanıt aldı. Şöyle söyledi Gonod: “Ben, Buda hakkında ne düşündüğünü öğrenmeyi gerçekten çok istiyorum.” Ve, İsa, şu cevabı verdi:
132:7.4 (1466.4) “Sizlerin sahip olduğunuz Buda, Budizm dininizden çok daha iyidir. Buda, büyük bir insan, hatta insanları için bir tanrı elçisi idi; ancak, o, öksüz bir tanrı elçisi idi; bununla aslında şunu söylemek istiyorum ki, o öncül bir biçimde, cennet içindeki Baba olarak ruhsal Babası’nı gözden yitirdi. Onun deneyimi acıklı idi. O, Tanrı’nın bir ileticisi olarak yaşamaya ve öğretiminde bulunmaya çalıştı ancak bunu Tanrı olmadan gerçekleştirdi. Buda kendi kurtuluş gemisini, güvenli limana kadar, ta fani kurtuluşun cennetine olan girişe kadar yönlendirdi; ve, orada, hatalı gemi yol haritaları nedeniyle, iyi olan gemisi karaya oturdu. Ve, tam da burada, insanlarınızın çoğu bunca yıl boyunca kalmaya devam etmektedir. Onlar dingin güvenli sulardan, ses verseler oradan duyacakları kadar uzakta yaşamaktadırlar; ancak, onlar buraya, limanın hemen dışında karaya oturma talihsizliğini yaşamış olan iyi Buda’nın soylu gemisi nedeniyle girmeyi reddetmektedirler. Ve, Budist insan toplulukları bu limana, tanrı elçilerinin felsefi zanaatını terk etmeden ve onun soylu ruhaniyetini elde etmeden, hiçbir şekilde giremeyeceklerdir. İnsanlarınız Buda’nın ruhaniyetine sadık kalmış olsalardı, sizler çok öncesinden; ruhaniyet huzurundan, ruh istirahatından ve kurtuluşun güvencesinden olan cennetinize girmiş olurdunuz.
132:7.5 (1467.1) “Görüyor musun, Gonod, Buda Tanrı’yı ruhaniyet içinde bilmekteydi, ama bariz bir biçimde, onu aklı içinde keşfetmede başarısız olmuştu; Museviler Tanrı’yı akıl içinde keşfetmişlerdi, ama büyük ölçüde, onu ruhani olarak bilmekte başarısız oldular. Bugün, Budistler Tanrı olmadan bir felsefeye sahip olmanın sorunlarıyla boğuşurken, benim insanlarım acınacak bir biçimde, yaşam ve özgürlüğün kurtarıcı bir felsefesine sahip olmadan bir Tanrı korkusu altında köleleşmiş halde bulunmaktalar. Sizler, bir Tanrı’nın olmadığı bir felsefeye sahipsiniz; Museviler bir Tanrı’ya sahiptirler, ama büyük ölçüde, onunla ilişkili bir yaşam felsefesinden yoksun haldedirler. Tanrı’yı bir ruhaniyet ve bir Baba olarak hayal etmede başarısız olarak, Buda; bir dinin, eğer bir ırkı değiştirme ve bir milleti yüceltme amacı taşıyorsa sahip olmak zorunluluğunda bulunduğu bir biçimde, ahlaki enerjiyi ve ruhsal yönlendirme gücünü öğretisi içinde sağlamada başarısız olmuştu.”
132:7.6 (1467.2) Bunun sonrasında Ganid şunu haykırdı: “Öğretmen, haydi sen ve ben, Hindistan için yeteri kadar iyi ve Roma için yeteri kadar büyük, yeni bir dini kuralım; ve, belki de biz onu Museviler ile Yahveh için değiş tokuş edebiliriz.” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Ganid, dinler kurulmaz. İnsanlara ait dinler zamanın çok uzun süreçleri boyunca büyürken, Tanrı’nın açığa çıkarılışları, akranlarına Tanrı’yı açığa çıkaran insanların yaşamlarıyla dünya tarafından fark edilir hale gelir.” Ancak, onlar, bu gelecekten haber veren kelimelerin anlamını kavramamışlardı.
132:7.7 (1467.3) Bu gece, yataklarına çekildiklerinden sonra Ganid uyuyamamıştı. Babası ile uzun bir süre konuşmuş olup, nihai olarak şunları söylemişti: “Biliyor musun, baba, ben zaman zaman, Yeşu’nun bir tanrı elçisi olduğunu düşünüyorum.” Ve, babası yalnızca uykulu bir şekilde şunları söyledi, “Evladım, orada diğerleri de —”
132:7.8 (1467.4) Bu günden itibaren, dünya yaşamının geri kalan kısmı boyunca, Ganid, kendine ait dini evrimleştirmeye devam etti. O çok derin bir biçimde, kendi aklı içerisinde İsa’nın geniş ufkundan, adaletinden ve hoşgörüsünden etkilenmişti. Felsefe ve din söyleşilerinin tümünde bu genç hiç bir zaman, haksızlık duygusundan doğan kızgınlık hislerini ve düşmansı tepkileri deneyimlememişti.
132:7.9 (1467.5) Hintli ufaklığın bir evrenin Yaratıcısı’na yeni bir dini kurmayı önerişinden olan bu tablo, göksel usların dört gözle izlemesi için ne de sahneydi! Ve, her ne kadar bu genç adam bilmiyor olsa da, onlar; kurtuluşun yeni bir yolu, İsa aracılığıyla, ve onun bünyesinde, Tanrı’nın insana olan açığa çıkarılışı olarak — yeni ve sonsuza kadar sürecek bir dini tam da o an içerisinde ve oracıkta kurmaktalardı. Ve, ufaklığın en fazla yapmak istediği şeyi, kendisi fark etmeden gerçekte yapmaktaydı. Ve, bu, her zaman böyle olagelmiştir ve şimdi de böyledir. Ruhsal öğreti ve yönlendirme altındaki aydınlanmış ve irdeleyici insan hayal gücünün içten bir biçimde ve fedakârca yapmayı ve olmayı istediği şey, takip edilemez bir biçimde; Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmenin kutsallığına fani adanışının derecesi uyarınca yaratıcı hale gelir. İnsan Tanrı ile ortak birlikteliğe girdiği zaman, büyük şeyler gerçekleşebilir, ve hâlihazırda gerçekleşmektedir.
Urantia’nın Kitabı
133. Makale
133:0.1 (1468.1) ROMA’dan geri dönmeye hazırlanırken, İsa, hiçbir arkadaşına güle güle demedi. Şamlı kâtip Roma’da duyurulmadan ortaya çıkmış olup, benzer bir biçimde ortadan kaybolmuştu. Kendisini bilenlerin ve derinden sevenlerin, onu bir daha tekrar görme umudundan vazgeçmesi tam bir bütün yıl almıştı. İkinci yıl sona ermeden, kendisini tanımış olanların küçük toplulukları kendilerini, İsa’nın öğretilerine olan ortak ilgileri tarafından ve kendilerinin İsa ile geçirdikleri iyi zamanların müşterek hafızası vasıtasıyla bir birlerine çekilmiş halde buldular. Ve, Stoacıların, Kiniklerin ve gizem inanışlarını besleyenlerin bu küçük toplulukları, Hıristiyan dininin ilk duyurucularının Roma’daki ortaya çıkışlarının vaktine kadar düzensiz ve gayrı-resmi buluşmaları gerçekleştirmeye devam ettiler.
133:0.2 (1468.2) Gonod ve Ganid İskenderiye ve Roma’da o kadar çok şey almışlardı ki, kendilerine ait tüm eşyalarını seyahatlerinden önce kervanlar ile Taranto’ya göndermişlerdi; bu gerçekleşirken, bu üç yolcu, büyük Appian Yolu üzerinden İtalya boyunca rahatça gezmişlerdi. Bu yolculuk boyunca her türlü insan varlığı ile karşılaşmışlardı. Birçok soylu Roma vatandaşı ve yeni yerleşmiş Yunan sakini bu yol boyunca yaşamaktaydı ve, hâlihazırda, alt düzeyde bulunan kölelerin çok fazla sayıdaki nüfusundan gelen kuşaklar ortaya çıkmaya başlamaktaydı.
133:0.3 (1468.3) Taranto’ya olan yolun yaklaşık olarak yarısında, yemek molası için dinlenirlerken bir gün, Ganid İsa’ya, Hindistan’ın kast sistemi hakkında ne düşünmekte olduğuna dair doğrudan bir soru yöneltti. İsa şunu söylemişti: “Her ne kadar insan varlıkları birçok yönden, birbirlerinden olmak üzere, farklılık göstermekteyse de, Tanrı önünde ve tüm fanilerin ruhsal dünyasında eşit bir düzeyde bulunmaktadır. Tanrı’nın gözünde yalnızca iki fani topluluğu bulunmaktadır: kendi iradesini gerçekleştirme arzusunu duyanlar ve duymayanlar. Kâinat bir yerleşik dünyayı değerlendirirken, benzer bir biçimde iki büyük sınıfı algılar: Tanrı’yı bilenler ve onu bilmeyenler. Tanrı’yı bilemeyenler, herhangi bir âlemin hayvanları arasında görülmektedir. İnsanlık yerli yerince, ister fiziksel, zihinsel, toplumsal, mesleksel veya isterse de ahlaksal bakımdan değerlendirilecek olsun, farklılık gösteren yeterlilikleri ölçüsünde birçok sınıfa ayrılabilir; ancak, fanilerin bu farklı sınıfları Tanrı’nın yargı huzuruna çıktığında, eşit düzeyde bulunmaktadır; Tanrı gerçekten de, hiçbir kişiye iltimas göstermez. Her ne kadar sizler, ussal, toplumsal ve ahlaki hususlarda farklılık gösteren insan yetileri ve bahşedilmişliklerini ayırt etmeden kaçamazsanız da, Tanrı’nın mevcudiyetinde ibadet etmek için bir araya geldikleri zaman insanların ruhsal kardeşliğinde bu türden herhangi bir ayrımlaşmayı gözleyemezsiniz.”
133:1.1 (1468.4) Onlar Taranto’ya yaklaşırlarken, yol kenarında bir öğleden sonrası oldukça ilgi çekici bir olay gerçekleşti. Onlar, kaba ve ezmeye çalışan bir gencin daha küçük bir ufaklığa acımasız bir biçimde saldırışına tanıklık etmişlerdi. İsa hemen, saldırıya uğramış gencin yardımına koşmuştu; ve, İsa onu, kaçışını gerçekleştirinceye kadar saldıran kişiyi sıkıca tutarak kurtarmıştı. İsa’nın bu küçük zorbayı serbest bıraktığı an, Ganid oğlanın üzerine atılıp, onu şiddetli bir biçimde tartaklamaya koyuldu, ve, Ganid’i büyük bir biçimde şaşkınlığa uğratarak, İsa olaya derhal müdahale etti. İsa’nın Ganid’i engelleyip, korku içindeki çocuğun kaçmasına izin verişinden sonra, genç adam, nefesini tekrar kazanır kazanmaz, heyecanlı bir ses tonuyla şöyle haykırmıştı: “Ben seni anlayamıyorum, Öğretmenim. Eğer merhamet senin daha küçük olan çocuğu kurtarmanı gerektiriyorsa, adalet, daha büyük ve suç işlemekte olan gencin cezalandırılmasını talep etmemektedir?” Cevap olarak, İsa şunu söyledi:
133:1.2 (1469.1) “Ganid, doğrudur, sen anlamamaktasın. Bağışlama hizmeti her zaman bireyin gerçekleştirdiği şeydir; ancak, adalet cezası, toplumsal, hükümetsel veya evren idari topluluklarının işlevidir. Bir birey olarak ben, merhamet göstermekle yükümlüyüm; saldırıya uğramış ufaklığı kurtarmaya gitmek zorundayım, ve bütüncül bir tutarlılık içerisinde saldıran kişiyi engellemek için yeterli kuvveti kullanabilirim. Ve, bu tam da yaptığım şeydi. Ben, saldırıya uğramış olan ufaklığı kurtarmayı başardım; bu, benim merhamet hizmetimin bittiği yerdi. Bunun sonrasında, ben saldırıda bulunan kişiyi, güçsüz olan tarafın kaçmayı düşünmesine izin verecek kadar yeterli bir süre boyunca kuvvet kullanarak etkisiz hale getirdim; böylece olaydan çekilmiş oldum. Ben; saldırıda bulunan kişi hakkında yargıda bulunmaya, böylece — akranına saldırmasına dâhil olan her durum hakkında nihai hükme vararak — güdüsü hakkında kararda bulunmaya ve bunun sonrasında ise, yapmış olduğu yanlış eyleme karşı aklımın yönlendireceği adil telafi olarak, cezayı uygulamaya geçmedim. Ganid, merhametin eli haddinden fazla bol olabilir; ancak, adalet tam kararında olmalıdır. Herhangi iki kişinin, adalet taleplerini tatmin edebilecek bir ceza üzerinde muhtemel bir biçimde anlaşamayacak oluşunu görememektesin? Biri kırk kırbaç verecek, diğeri yirmi, ve hala bir diğeri de adil bir ceza için tek başına hücre hapsini önerecektir. Bu dünya üzerinde bahse konu sorumlulukların, topluluğa yüklenmesinin veya topluluğun seçilmiş temsilcileri tarafından yerine getirilmesinin daha iyi olduğunu görmemekte misin? Kâinat içinde, yargı, yanlış yapılmış şeylerin tümünün gerçekleştirilme amacına ek olarak onun başlatıcı koşullarını bütünüyle bilen kişilere emanet edilmiştir. Medenileşmiş toplumda ve düzenlenmiş bir evrende, adalet iradesi, adil yargının üzerine verilmiş olan adil hükmü öngörmektedir; ve, bu türden ayrıcalıklı haklar, dünyaların yargıçsal topluluklarına ve tüm yaratım içindeki daha yüksek evrenlerin her-şeyin-bilgisine-sahip idarecilerine verilmiştir.”
133:1.3 (1469.2) Günlerce, onlar, merhamet gösterme ve adaleti uygulamanın bu sorunu hakkında konuşmuşlardı. Ve, Ganid, en azından bir düzeye kadar, İsa’nın neden kişisel kavgaya girişmeyeceğini anlamıştı. Ancak, Ganid, tamamiyle tatmin edici bir cevabı hiçbir zaman alamamış olduğu, son bir soru sormuştu: “Ama, Öğretmenim, eğer daha güçlü ve kendini sinirinden kaybetmiş bir yaratılmış sana saldıracak olursa ve seni yok edecek noktaya yaklaşırsa, ne yapardın? Kendini savunmak için hiçbir çaba göstermez miydin? Her ne kadar İsa, ufaklığın sorusuna bütüncül ve tatmin edici bir biçimde cevap verememiş olsa da, kendisinin (İsa’nın) yeryüzü üzerinde, izlemekte olan bir evren için Cennet Yaratıcısı’nın derin sevgisinin örneği olarak yaşamakta olduğunu Ganid’e açığa çıkarmaya gönüllü olmasa da, şu kadarını söylemişti:
133:1.4 (1469.3) “Ganid, bu sorunların bazılarının seni nasıl kafa karışıklığına düşürdüğünü çok iyi anlamakta olup, sorunu cevaplamaya çabalayacağım. İlk olarak, benim şahsıma yapılabilecek tüm saldırılarda, saldıran kişinin — beden içindeki kardeşim olarak — Tanrı’nın bir evladı olup olmadığını belirlerdim; ve, eğer bu türden bir yaratılmışın ahlaki yargıyı ve ruhsal nedenselliği taşımamakta olduğunu düşünürsem, ben hiçbir tereddüde sahip olmadan, saldıranda yaratacağı sonuçlardan bağımsız olarak, karşı koyma gücümün son noktasına kadar kendimi savunurdum. Ancak, kendimi savunma içinde bile, evlatlık düzeyine ait bir akran insanına bu şekilde bile saldırmazdım. Yani bu, bana karşı olan saldırısı için onu önceden ve yargısız cezalandırmayacağım anlamına gelmektedir. Ben, bu türden bir saldırıyı gerçekleştirmesini engellemek ve onu vazgeçirmek, ve durdurmada başarısız olmam durumunda ise onu hafifletmek için her şeyi yapardım. Ben, cennetsel Yaratıcım’ın üst-gözetiminden mutlak bir biçimde eminim; ben, cennet içindeki Yaratıcım’ın iradesini gerçekleştirmeye adanmış bulunmaktayım. Ben, gerçek anlamda zararın başıma geleceğine inanmıyorum; ben, yaşam emeğimin, düşmanlarımın başıma gelmesini arzu edebileceği herhangi bir şey tarafından tehlike altına düşebileceğine inanmamaktayım; ve, kesin bir biçimde, bizler, arkadaşlarımızdan gelebilecek herhangi bir şiddetten korku duymamalıyız. Ben mutlak bir biçimde, tüm kâinatın bana karşı arkadaşçıl olduğundan eminim — bu her-şeye-gücü-yeten gerçekliğe, buna tezat tüm görünenlere rağmen duyduğum içten bir güven ile inanmakta ısrarcıyım.”
133:1.5 (1470.1) Ancak, Ganid, bütünüyle tatmin olmamıştı. Birçok kez onlar bu hususlar üzerine konuşmuştu; ve, İsa ona, çocukluk deneyimlerinden bazısından, ve aynı zamanda, taş ustasının oğlu olan Yakub’dan bahsetmişti. Yakob’un İsa’yı savunmak için nasıl kendisini atamış olduğunu öğrenmesi üzerine, Ganid şunu söylemişti: “Oh, şimdi anlamaya başlıyorum! İlk olarak, herhangi bir normal insan varlığı senin gibi böyle iyi bir insana saldırmak istemeyecektir; ve, herhangi biri böyle bir şeyi yapacak kadar düşüncesiz olsa bile, her nasıl senin her zaman sıkıntıda olduğunu gördüğün herhangi bir kişiyi kurtarmak için yardıma gitmen gibi, senin yardımına koşacak başka bir faninin her zaman yakında bulunması neredeyse kesin bir durumdur. Kalbim içinde, Öğretmenim, seninle hem fikirim; ancak, aklım içinde ben hala düşünmekteyim ki, eğer Yakub olsaydım, sırf kendini savunmayacağını düşündükleri için sana saldırmaya cüret eden bu kaba akranları cezalandırmadan büyük keyif alırdım. Ben öngörmekteyim ki, sen; zamanının büyük bir kısmını başkalarına yardım etmede ve sıkıntı içindeki akranlarına hizmet etmede harcadığın için yaşamdaki yolculuğun boyunca oldukça güvende olacaksın — yani, kuvvetle muhtemel ki her zaman, yakınında seni savunacak biri olacak.” Ve, İsa şu cevabı verdi: “O sınav henüz gelmedi, Ganid; ve, o geldiği zaman, bizler Yaratıcı’nın iradesine sadık kalmak zorunda olacağız.” Ve, bunlar, bireyin kendisini savunuşundan ve karşılık göstermemesinden olan bahse konu çetrefilli hususta öğretmeninden ağzından söylemesi için aldığı sözlerin neredeyse tümüydü. Bir diğer seferinde o kesin bir biçimde İsa’nın ağzından; düzenlenmiş toplumun, vermiş olduğu adil olan hükümlerin uygulamasında kuvvet kullanmak için her türlü hakka sahip olduğu görüşünü almıştı.
133:2.1 (1470.2) Gemiye biniş yerinde oylanırlarken, tekneyi yükünü boşaltması için beklerlerken, yolcular, bir erkeğin eşine yanlış bir biçimde davranışını gözlemlemişti. Âdeti olarak, İsa, saldırıya maruz kalan kişi adına araya girdi. Sinirli olan kocaya arkadan yaklaşıp, nazik bir biçimde onun omzuna dokunarak şunu söyledi: “Arkadaşım, bir dakikalığına seninle özel olarak konuşabilir miyim? Kızgın adam bu türden bir yaklaşım karşısında şaşkına dönmüştü, ve bir dakikalık utandırıcı bocalamadan sonra, şunu ağzından zorla çıkarabildi — ee — neden — evet, beni rahatsız etmenin sebebi nedir?” İsa onu bir kenara doğru çektiğinde, şunları söyledi: “Arkadaşım, düşünüyorum ki korkunç bir şey başına gelmiş olmalı bu kadar güçlü bir erkeğin, çocuklarının annesi olan eşine ve tam da burada herkesin önünde saldırmasına iten şeyin nedenini söylemeni çok arzu ediyorum. Ben, bu saldırı için iyi bir nedene sahip olduğunu düşündüğünden eminim. Bu Kadın eşinden böyle bir davranışı hak etmek için ne yaptı? Sana şöyle bir baktığımda, yüzünde, merhamet göstermenin arzusu değilse bile, adaletin derin sevgisini algıladığımı düşünüyorum. Zannediyorum ki, beni soyguncular tarafından saldırıya uğramış olarak yol kenarında bulmuş olsaydın, tereddüt etmeden beni kurtarmak için koşardın. Sanıyorum ki, sen, yaşamın boyunca bu tür birçok cesur şeyde bulundun. Şimdi, arkadaşım, söyle bana mesele nedir? Bu kadın yanlış bir şey mi yaptı, yoksa sen, budala bir biçimde aklını yitirip düşüncesizce ona saldırdın?”Bu adamın kalbine İsa’nın ne söylemiş olduğundan çok, sözlerini bitirirken onun kendisine bahşetmiş olduğu iyi bakışı ve anlayış dolu gülüşü dokunmuştu. Şöyle söyledi adam: “Görüyorum ki, sen, Kinikler’in bir din-adamısın, ve ben, beni engellediğin için sana minnettarım. Karım büyük bir yanlış yapmadı o, iyi bir kadın; ancak, onun, insanların içinde beni eleştirme şekli beni sinirlendiriyor, ve öfkemi tutamıyorum. Kendimi denetlemedeki eksikliğim için özür dilerim, ve, yıllar öncesinde bana daha iyi yolu öğretmiş olan senin kardeşlerinden bir tanesine vermiş olduğum eski söze yakışır bir biçimde yaşamaya çalışacağıma söz veriyorum. Sana söz veriyorum.”
133:2.2 (1471.1) Ve, bunun sonrasında, kendisine elvedada bulunurken, İsa şunu söylemişti: “Benim kardeşim, her zaman; erkeğin, kadın irade dâhilinde ve gönüllü olarak kendisine bu türden bir yetkiyi vermedikçe, kadının üzerinde hiçbir haklı yönetim gücüne sahip olmadığını hatırla. Eşin, seninle birlikte yaşam boyunca ilerlemeye, verdiğin savaşlarda sana yardımcı olmaya ve çocuklarına bakma ve büyütme yükünün çok, çok daha fazlasını paylaşma sorumluluğunu üstlenmeye katılmıştır; ve, bu özel hizmetin karşılığı olarak, senden, çocukları taşımak, onlara bakmak ve onları beslemek zorunda olan eş olarak, erkeğin kadına verebileceği özel korumayı alması adil olan tek şeydir. Bir erkeğin eşine ve ortak sahip olduğu çocuklarına bahşetme iradesinde bulunduğu sevgi dolu ilgi ve onları düşünme, bu insanın yaratıcı ve ruhsal öz bilincinin daha yüksek olan aşamalara eriştiğinin göstergesidir. Erkekler ve kadınların; kendilerinde ölümsüz ruhların potansiyelini taşıyan bir biçimde büyümekte olan varlıkları yaratmada işbirliği içine girmeleri bakımından, Tanrı’nın ortak birliktelikleri olduğunu bilmiyor musun? Cennet içindeki Yaratıcı, kâinat çocuklarının Ruhaniyet Annesi’ne kendisinin ortak eşi gibi davranır. Çocuklarınızın yaşamlarında kendinizi yeniden dünyaya getirmenin o kutsal deneyimini oldukça bütüncül bir biçimde seninle paylaşmakta olan anne ortağı ile, yaşamını ve onunla ilişkili her şeyi eşit düzeyde paylaşman Tanrısal’dır. Eğer sen çocuklarını Tanrı’nın seni sevdiği gibi bir sevsen, sen eşini; cennet içindeki Yaratıcı’nın uçsuz bucaksız bir kâinatın ruhaniyet çocuklarının tümünün annesi olan Sınırsız Ruhaniyeti onurlandırdığı ve yücelttiği gibi, derinden sevecek ve onun üzerine titreyeceksin.”
133:2.3 (1471.2) Gemiye binmek için ilerlerken, onlar arkalarına dönüp, sessizce kucaklaşır biçimde durmakta olan gözleri yaşlı çiftin haline baktılar. İsa’nın adama olan iletisinin ikinci yarısını duymuş olarak, Gonod, bu husus hakkındaki düşüncelerle bütün gün boyu meşgul olmuştu; ve, Hindistan’a geri döndüğünde evini yeniden düzenlemeye kesin bir biçimde karar vermişti.
133:2.4 (1471.3) Nikopolis’e olan yolculuk güzeldi, ama rüzgâr elverişli olmadığı için yavaştı. Üçü birçok saati, Roma’daki deneyimlerini anarak ve Kudüs’de ilk buluştukları andan beri başlarına gelmiş her şeyi tekrar hatırlayarak geçirmişlerdi. Ganid, kişisel hizmetin ruhaniyeti ile gittikçe içli dışlı hale gelmekteydi. O, geminin servis bölümünde çalışmaya başlamıştı ancak, ikinci günde, dini olarak kutsal görülen suya düştüğünde, kendisini kurtarması için Yeşu’dan yardım istemişti.
133:2.5 (1471.4) Onlar; bu yerleşkenin savaştan önce ordusunu üzerinde konaklattığı arazi olarak, Aktium savaşını anan bir biçimde “galibiyetin şehri” olarak Augustus’un yaklaşık elli yıl önce kurmuş olduğu şehir olan, Nikopolis’de birkaç gün geçirmişlerdi. Onlar, geminin güvertesinde tanışmış oldukları, Musevi inancına sahip dinini daha sonradan değiştirmiş olan bir Yunanlı olan, Yerami isminde birinin evinde kalmışlardı. Havari Pavlus, üçüncü din-yayım seyahati boyunca bu aynı evde Herami’nin oğlu ile bir bütün kış geçirmişti. Nikopolis’den onlar aynı tekne ile, Ahaya ismindeki Roma vilayetinin başkenti olan Korint’e hareket etmişlerdi.
133:3.1 (1471.5) Onlar Korint’e ulaştıkları zaman, Ganid Musevi dini ile oldukça ilgili hale gelmişlerdi; ve, bu nedenle Ganid’in, bir gün bir sinagogun önünden geçerlerken ve insanların içeriye girmekte olduklarını görünce, İsa’dan kendisini ayine götürmesini talep etmesi şaşılası bir durum değildi. O gün onlar, eğitimli bir hahamın “İsrail’in Nihai Sonu” üzerine verdiği bir konuşmayı dinlediler; ve, ayinden sonra onlar, bu sinagogun baş yöneticisi olan Krispus ismindeki biriyle buluştular. Birçok sefer onlar sinagog ayinlerine katılmışlardı ancak, bunu başlıca olarak Krispus ile buluşmak için yapmışlardı. Ganid zaman içinde, Krispus’dan, onun eşinden ve ailesi olan beş çocuğundan çok hoşlanmıştı. O, bir Musevi’nin aile yaşamını nasıl idame ettirdiğini gözlemlemekten fazlasıyla keyif duymuştu.
133:3.2 (1472.1) Ganid aile yaşamını incelerken, İsa Krispus’a dini yaşamın daha iyi biçimlerini öğretmekteydi. İsa, bu ileri görüşlü Musevi ile yirmiden fazla eğitim buluşmasını gerçekleştirmişti; ve, aradan geçen yıllar sonra, Pavlus tam da bu sinagogda duyurusunu gerçekleştirirken, ve öncesinde Museviler onun iletisini reddetmiş ve sinagog içindeki ilave her türlü duyurusunu yasaklamaya oy vermişken, ve Pavlus daha sonra Musevi-olmayanlara yöneldiğinde, tüm ailesi ile birlikte bu Krispus’un bu yeni dini kucaklamış, ve Pavlus’un daha sonra Korint’de düzenlemiş olduğu Hıristiyan din-kurumunun başlıca destekleyicilerinden bir tanesi haline gelmiş oluşu hiç de şaşırtıcı değildir.
133:3.3 (1472.2) Daha sonra Silas ve Timoti’nin kendisine katıldığı bir biçimde, Korint’de on sekiz aylık duyurusunu gerçekleştirdiği süre boyunca Pavlus, “bir Hintli tüccar oğlunun özel Musevi hocası” tarafından öncesinde eğitilmiş bulunan birçokları ile karşılaşmıştı.
133:3.4 (1472.3) Korint’de onlar, üç kıtadan gelmekte olan her ırktan insanlar ile karşılaşmışlardı. İskenderiye ve Roma’dan sonra, burası, imparatorluğun Akdeniz bölümünün en çok uluslu şehriydi. Bu şehirde bir kişinin ilgisini çekebilecek birçok şey bulunmaktaydı ve, Ganid bir an olsun, deniz seviyesinden neredeyse altı yüz metre yukarıda bulunan kaleyi gezmekten yorgun düşmemişti. O aynı zamanda boş vaktinin çok büyük bir kısmını, sinagog çevresinde Krispus’un evinde geçirmişti. O ilk başta Musevi evinde kadının düzeyi karşısında şaşkına düşmüş, daha sonrasında ise büyülenmişti; o, bu genç Hintli için bir açığa çıkarılış idi.
133:3.5 (1472.4) İsa ve Ganid sıklıkla, sinagogun yanında yaşamakta olan Yustus isimli bir dindar tüccarın evi olmak üzere, başka bir Musevi evinde ziyaretçi olarak kabul edilmekteydiler. Ve, daha sonra, birçok kez olmak üzere, Havari Pavlus bu evde konakladığında, kesin bir biçimde, Hintli ufaklık ve onun Musevi özel öğretmeninin yapmış oldukları bu ziyaretlerin hikâyesini dinlemişlerdi; bu gerçekleşirken, hem Pavlus hem de Yustus, böyle bilge ve muhteşem bir İbrani öğretmeninin nerelere gelmiş olduğunu merak etmişlerdi.
133:3.6 (1472.5) Roma’da iken Ganid İsa’nın, halka banyolarına olan gidişlerinde onlara eşlik etmeyi reddetmiş olduğunu gözlemlemişti. Bundan sonra birkaç sefer genç adam, cinslerin aralarındaki ilişkiler ile ilgili kendisini daha etraflıca bir biçimde ifade etmesi için İsa’yı teşvik etmeye çabalamıştı. Her ne kadar İsa ufaklığın sorularını cevap verirse de, o hiçbir zaman bu hususlar üzerinde uzun uzadıya konuşma eğilimi içerisinde gözlenmemişti. Bir akşam Korint çevresinde kale duvarının denize uzandığı yerin yakınında gezinirlerken, iki hayat kadının kendilerini çağırışlarıyla karşılaşmışlardı. Ganid anlatılanları özümsemişti, ve doğrusuyla, İsa yüksek ideallerin bir insanıydı, ve temiz olmayandan payını almış ve içine kötülüğün karıştığı her şeyden iğrenmekteydi; bunun uyarınca, Ganid, bu kadınlara sert bir biçimde konuşup, kaba bir biçimde onları kovmuştu. İsa bunu gördüğünde, Ganid’e şunu söylemişti: “İyi niyetli bir biçimde bunları yapmaktasın, ama Tanrı’nın çocuklarına bu şekilde konuşmaya cüret etmemelisin, her ne kadar onlar tesadüfen hata halindeki çocukları olsa da.” Bizler kimiz de bu kadınlar hakkında yargıya varabilelim? Yoksa, eğer şanslıysam, onları hayatta bir geçim sağlamanın bu türden yöntemlerine başvurmalarına iten koşulların tamamını biliyor musun? Bu hususlar hakkında konuşmak için şurada bir duralım.” Hayat kadınları İsa’nın söylemiş olduğu şeyler karşısında Ganid’den daha da fazla şaşkınlığa uğramışlardı.
133:3.7 (1472.6) Ay ışığının altında orada dururlarken, İsa şunları söyleyen bir biçimde konuşmasına devam etti: “Her insan aklı içerisinde, cennet içindeki Yaratıcı’nın hediyesi olan kutsal bir ruhaniyet yaşamaktadır. Bu iyi ruhaniyet sürekli olarak, bizlerin Tanrı’yı bulmasına ve Tanrı’yı bilmesine yardım etmek amacıyla, Tanrı’ya doğru yönlendirmek için çabalar; ancak, aynı zamanda faniler içinde, Yaratan’ın bireyin ve ırkın refahına hizmet etmesi için koymuş olduğu birçok doğal nitelikli kişisel eğilim bulunmaktadır. Bu aşamada, sıklıkla, erkekler ve kadınlar; kendilerini anlama, ve, bencilliğin ve günahın oldukça geniş ölçüde egemenliği altında bulunan bir dünyada bir geçim sağlamanın çok katmanlı zorluklarıyla baş etme çabalarında kafaları karışmış hale gelmektedirler. Görüyorum ki, Ganid, bu kadınların hiçbiri idare dâhilinde ahlaki çöküntü içerisinde bulunmamaktadır. Yüzlerine bakarak söyleyebilirim ki, onlar çok fazla kederi deneyimlemişlerdir; onlar, acımasız olarak görülen bir kaderin ellerinden çok fazla çekmişlerdir; onlar isteyerek böyle bir yaşam türünü seçmemişler; onlar, ümitsizliğe yaklaşan hayal kırıklığı içinde, içinde bulundukları koşulların baskısına boyun eğip, kendilerine umutsuz olarak görülmüş bir durumdan en iyi şekilde çıkış olarak, bir geçim elde etmenin hoşa gitmeyecek bu yollarını kabul etmişlerdir. Ganid, bazı insanlar gerçekten kalplerinde ahlak yoksunudurlar; onlar kasıtlı bir biçimde, iyi olmayan şeyleri yapmayı tercih etmektedirler; ancak, söyler misin bana, bu gözyaşlarına bulanmış yüzlere baktığın zaman, iyi olmayan veya ahlak yoksunu herhangi bir şey görebiliyor musun?” Ve, vereceği cevap için İsa durakladığında, Ganid yanıtını kekeleyerek çıkarırken sesini güç bela toplayabildi: “Hayır, Öğretmenim, göremiyorum. Ve, onlara karşı kabalığımdan dolayı özür diliyorum — onların bağışlamasını derinden arzu etmekteyim.” Bunun üzerine İsa şunu söyledi: “Ve, nasıl cennet içindeki Yaratıcım adına kendisinin onları affetmiş olduğu hakkında konuşuyorsam, onlar adına da seni affetmiş olduklarını söyleyebilirim. Şimdi, hepiniz; içinde, önümüzde uzanan yeni ve daha iyi bir yaşam için yenileneceğimiz ve tasarımda bulunacağımız bir arkadaşın evine benimle birlikte gelin.” Bu zamana kadar şaşkınlığa uğramış kadınlar ağızlarından bir kelime dahi çıkarmamışlardı onlar birbirlerine bakıp, sessizce, erkekler önden ilerlerken onları takip ettiler.
133:3.8 (1473.1) Böyle geç bir vakit, İsa’nın Ganid ve bu iki yabancı ile birlikte, şunları söyleyerek ortaya çıkışı karşısında Justus’un eşinin yaşadığı şaşkınlığı bir hayal edin: “Sizler bu geç saatte gelişimizi maruz görün, ama Ganid ve ben bir şeyler yemeyi arzu ediyoruz, ve onu, aynı zamanda besine ihtiyaç duyan bu yeni bulduğumuz arkadaşlar ile paylaşmak isteriz; ve, tüm bunların dışında, bizler size, bu bayanların hayatlarında yeni bir başlangıcı gerçekleştirmelerinde yardım etmek için en iyi yol hakkında bizlerle birlikte tavsiyede bulunmaya istekli olacağınız düşüncesiyle geldik. Onlar size hikâyelerini anlatabilirler; ancak, ben, onların fazlasıyla sorunu yaşamış olduklarını çıkarmakta olup, sizlerin evlerindeki tam da bu mevcudiyetlerinin, nasıl içten bir biçimde iyi insanları tanıma arzusu duyduklarının ve nasıl da isteyerek tüm dünyaya — ve hatta cennetin meleklerine bile — ne kadar cesur ve soylu kadınlar haline gelebilecekleri olasılığını kaçırmayacaklarının kanıtını oluşturmaktadır.
133:3.9 (1473.2) Justus’un eşi olan Marta yemeği masaya dağıttığında, beklenmeyen bir elvedada bulunarak İsa şunları söyledi: “Vakit geç olurken, ve genç adamın babası bizleri bekleyeceği için, En Yüksek Unsur’un derinden sevilen çocukları olarak sizi — üç kadını — burada baş başa bırakırken umarım bizi mazur görürsünüz. Ve, ben; sizler, dünya üzerinde ve onun muhteşem büyüklükteki ötesinde bulunan ebedi yaşamda yeni ve daha iyi yaşam için tasarımlarda bulunurken, ruhsal rehberliğiniz için dua edeceğim.”
133:3.10 (1473.3) Böylece İsa ve Ganid, kadınlara elveda da bulundu. Bu vakte kadar iki hayat kadını hiçbir şey söylememişti; benzer bir biçimde Ganid söyleyecek kelime bulamamıştı. Ve, birkaç dakika boyunca Marta’da bu haldeydi; ancak, yakın bir süre içinde o, kendisinden beklenen konuma gelip, İsa’nın öncesinden umut etmiş olduğu her şeyi bu yabancılar için yerine getirdi. Bu iki kadından yaşça daha büyük olanı, bu yaşanılmışlıktan kısa bir süre sonra, ebedi kurtuluşun capcanlı ümitleri ile birlikte, yaşamını yitirmişti; ve, genç olan kadın, Justus’un ticaretini gerçekleştirdiği yerde çalışmış olup, daha sonra, Korint’deki ilk Hıristiyan din-kurumunun yaşam boyu bağlılığını sürdürmüş bir üyesi haline gelmişti.
133:3.11 (1473.4) Birkaç sefer Krispus’un evinde İsa ve Ganid, ilerleyen zamanlarda Pavlus’un sadık bir destekleyici konumuna gelmiş olan, Gaius ismindeki biri ile tanışmıştı. Korint’deki bu iki ay boyunca, onlar, birçok sayıda kıymetli birey ile içten konuşmalarda bulunmuşlardı ve, resmi olmayan görünüme sahip tüm bu iletişimlerin bir sonucu olarak, oldukça etkilenmiş olan bu bireylerin yarısından fazlası, ilerleyen dönemlerdeki Hıristiyan toplumsal birlikteliğinin üyeleri haline gelmişti.
133:3.12 (1473.5) Pavlus ilk olarak Korint’e gittiği zaman, çok uzun süreli bir ziyarette bulunmayı amaçlamamıştı. Ancak, o, Musevi özel öğretmeninin çabaları için nasıl güzel zemin hazırlamış olduğunu bilmiyordu. Ve, buna ek olarak, o; İsa’nın Roma’da iken tanışmış olduğu Kinikler’in bir üyesi olan Aquila’ya ilaveten Priscilla tarafından hali hazırda büyük ilginin yaratılmış olduğunu keşfetmişti. Bu çift Roma’dan gelmiş Musevi mülteciler olup, hızlı bir biçimde Pavlus’un öğretilerini kucaklamışlardı. Pavlus onlar ile birlikte yaşayıp, onlarla beraber çalışmışlardı zira, onlar da çadır ustalarıydı. Bu koşullardan dolayı Pavlus Korint’deki ziyaretini uzatmıştı.
133:4.1 (1474.1) İsa ve Ganid, Korint’de çok daha fazla ilgi çekici deneyime sahip olmuştu. Onlar, İsa’dan almış oldukları yönergeden fazlasıyla faydalanmış olan çok büyük sayıdaki kişi ile yakın iletişim içinde bulunmuşlardı.
133:4.2 (1474.2) Bir değirmenciye o; kutsal yaşamın zor şeylerini, bir kişinin akran fanileri arasında zayıf ve düşkün olanlar tarafından bile hazır bir şekilde alınabilecek hale getirmesi amacıyla, yaşam deneyiminin değirmeni içinde gerçeğin tahıllarını öğütmeyi öğretmişti. Şunu söyledi İsa: “Gerçekliğin sütünü, ruhsal algıda bebek aşamasında bulunanlara verin. Yaşayan ve derin sevgi dolu hizmetinizde, ruhsallık besinini, ilgi çekici biçimde ve sizlere sorularıyla gelmekte olan her birinin algı yetisine uygun olarak verin.”
133:4.3 (1474.3) Bir Romalı centurioya şunları söylemişti: “Sezar’ın olan şeyleri Sezar’a, Tanrı’nın olan şeyleri Tanrı’ya teslim et. Tanrı’ya olan içten hizmet ve Sezar’a olan sadık hizmet; Sezar, yalnızca İlahiyat tarafından hak olarak gösterilebilecek özel saygıyı şahsına isteyecek kadar kendini büyük görmeye cüret etmedikçe, birbiriyle çatışmamaktadır. Tanrı’ya olan sadakat, ki eğer onu bilir hale gelirseniz, değerli bir imparatora olan adanmışlığınızda sizleri daha da sadık ve bağlı kılacaktır.”
133:4.4 (1474.4) Mitraik inanışının içten bir önderine şunu söylemişti: “Sen, ebedi kurtuluşun bir dinini aramakta çok iyi yapıyorsun; ancak, bu türden ihtişamlı bir gerçekliği insanların gerçekleştirmiş olduğu gizemler ve insan felsefeleri içinde aramakta hata yapmaktasın. Ebedi kurtuluşun gizeminin kendi öz ruhunun içinde ikamet etmekte olduğunu bilmemekte misin? Cennetin Tanrısı’nın içinde seninle birlikte yaşaması için ruhaniyeti göndermiş olduğunu, ve bu ruhaniyetin, gerçeklik aşığı ve Tanrı hizmetindeki fanilerin tümünü bu yaşamın dışına, ölümün kapılarından ta, Tanrı’nın kendi çocuklarını almak için beklediği yer olan ışığın ebedi doruklarına kadar yönlendirmekte olduğunu bilmiyor musun? Ve, şunu hiçbir zaman unutma: Tanrı’yı bilmekte olan sizler, gerçekten onun gibi olma arzu duyduğunuz zaman, Tanrı’nın evlatlarısınızdır.”
133:4.5 (1474.5) Bir Epikür öğretmenine şunu söylemişti: “Sen, en iyisini seçmede ve iyi olanı yüceltmede çok iyi yapıyorsun; ancak, insan kalbi içinde Tanrı’nın mevcudiyetinin gerçekleşiminden kökenini alan ruhani nüfuz alanları haliyle, fani yaşamın daha büyük özelliklerini algılamada başarısız olunca bilge bir şey mi yapıyorsun? İnsan deneyiminin tümü içinde büyük olan bir şey; sahip olduğu ruhaniyeti, evrenlerin Koruyucusu biçiminde tüm yaratımın Tanrısı olan ortak Yaratıcımız’ın kişisel mevcudiyetine erişmenin uzun ve neredeyse sonsuz olan seyahati boyunca, sizler içinde yaşayan ve bu ileri doğru yolculukta sizlere öncülük etmeyi arzulayan Tanrı’yı bilmenin gerçekleşimidir.”
133:4.6 (1474.6) Bir Yunan yüklenicisine ve inşaat ustasına şunu söylemişti: “Benim dostum, insanların maddi yapılarını inşa ederken, ruhunun içinde bulunan kutsal ruhaniyetin suretinde ruhsal bir karakteri yetiştir. Dünyevi bir inşaat ustası olarak gerçekleştirdiğin kazanımın, cennetin krallığına ait bir ruhsal evlada olan erişimini ilerleme bakımından gölgede bırakmasına izin verme. Zamana ait malikâneleri bir başkası için inşa ederken, ebediyetin malikânelerinin sahipliğini kendi iyeliğin altına kesin olarak almayı ihmal etme. Sürekli olarak; orada, temelleri doğruluk ve gerçeklik, inşa edicisi ve yapıcısı ise Tanrı olan bir şehrin bulunduğunu hatırla.”
133:4.7 (1474.7) Bir Romalı hâkime şunu söylemişti: “İnsanları yargılarken, günün birinde kendinin de, bir evrenin Yöneticileri’nin huzuruna yargılanmak için çıkacak oluşunu hatırla. Adil bir biçimde yargıda bulun, hatta, her nasıl sen bir gün En Yüce Karar Verici’nin ellerinde böyle merhametli düşünüşün arzusunu duyacak olacaksan, merhametli bir biçimde. Benzer durumlarda yargılanabileceğin gibi yargıda bulun; böylece, kanunun yazdıklarına ek olarak onun sahip olduğu ruhaniyeti rehberin al. Ve, her nasıl sen, önüne çıkarılmış olanların ihtiyacı ışığında hakkaniyetin egemenliği altındaki adaleti teslim etmekteysen, benzer bir biçimde, bir gün tüm dünyanın Hâkimi önüne çıktığında merhamet tarafından hafifletilmiş adaleti bekleme hakkına sahip olacaksın.
133:4.8 (1475.1) Yunan konağının bir kadın sahibine şunu söylemişti: “Konukseverliğini, En Yüksek Unsur’un çocuklarını ağırlar gibi sun. Günlük emeğinin zorundalıkla gerçekleşen niteliğini; insanların kalpleri içinde yaşamak, böylece akıllarını dönüştürmek ve ruhlarını kutsal ruhaniyete ait bahşedilmiş tüm bu hediyelerin Cennet Yaratıcısı’na dair bilgiye yönlendirmek amacıyla alçalmış olan kendi ruhaniyeti vasıtasıyla ikamet ettiği kişilerde Tanrı’ya hizmet etmekte olduğunun artan farkındalığıyla, güzel sanatların bir kolunun yüksek düzeylerine çıkar.”
133:4.9 (1475.2) İsa, bir Çinli tüccar ile birçok sohbette bulunmuştu. Elveda ederken, onu şöyle uyarmıştı: “Yalnızca, senin gerçek ruhaniyet atan olan Tanrı’ya ibadet et. Yaratıcı’nın ruhaniyetinin sürekli içinde yaşamakta olduğunu ve onun her zaman ruhun yönünü cennete doğru çevirmekte olduğunu hatırla. Şayet sen, bu ölümsüz ruhaniyetin bilinç dışı yönlendirilişlerini takip edersen, Tanrı’yı bulmanın daha yüksek hale gelmiş doğrultusunda devam etmeden emin olabilirsin. Ve, cennet içindeki Yaratıcı’ya eriştiğin zaman, bu, onu ararken gittikçe artan bir biçimde onun gibi olman nedeniyle gerçekleşecektir. Ve, böyle sağlıcakla kal, Çang, ama yalnızca kısa bir süreliğine; zira, biz, üzerinde, ruhaniyet ruhlarına ait Yaratıcı’nın Cennet yolunda olanlar için birçok muhteşem durak noktası sağladığı yer olan, ışığın dünyalarında tekrar buluşacağız.”
133:4.10 (1475.3) Britanya’dan olan bir yolcuya şunu söylemişti: “Benim kardeşim, gerçekliğin ardına düşmüş olduğunu görebiliyorum; ve, ben, tüm gerçekliğin Yaratıcısı’na ait ruhaniyetin kendi içinde ikamet ediyor olabileceğini düşünüyorum. Hiç içten bir biçimde, kendi öz ruhunun sahip olduğu ruhaniyet ile konuşmayı çabaladın mı? Bu türden bir şey gerçekten de zor olup, nadiren başarılı bir bilinçlilik hali ortaya çıkarmaktadır; ancak, maddi aklın, sahip olduğu ikamet eden ruhaniyeti ile iletişimde bulunmaya çabalayışının her dürüst girişimi belirli bir başarı ile sonuçlanmaktadır, her ne kadar tüm bu muhteşem insan deneyimlerinin çoğunluğu, uzun bir süre boyunca, bu türden Tanrı bilen fanilerin ruhlarında bilinç-üstü kavrayışlar olarak kalsa da.”
133:4.11 (1475.4) Evden kaçmış bir ufaklığa İsa şunu söylemişti: “Hatırla, kaçamayacağın iki şey bulunmaktadır — Tanrı ve kendin. Nereye gidersen git, beraberinde kendini ve kalbin içinde yaşamakta olan cennetsel Yaratıcı’nın ruhaniyetini götürmektesin. Benim evladım, kendini kandırmaya çabalamaya son ver; kesin bir biçimde, yaşamın gerçekleriyle yüzleşmenin cesur alışkanlığına geç; sana öğretmiş olduğum gibi, Tanrı ile olan evlatlığın güvencelerine ve ebedi yaşamın kesinliğine sımsıkı sarıl. Bu günden itibaren, yaşamla cesurca ve ussal bir biçimde yüzleşmeye kararlı bir adam olarak, gerçek bir erkek olmaya çalış.”
133:4.12 (1475.5) Kınanmış bir suçluya son dakikalarında şunları söylemişti: “Benim kardeşim, sen, sık sık kötülüğe düştün. Sen yolunu kaybettin; suçun ağlarına takılmış hale geldin. Seninle konuşmamdan, geçici yaşamına biraz sonra mal olacak şeyi yapmayı tasarlamamış olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak, sen bu kötülüğü yaptın, ve akranların senin suçlu olduğunu yargıladılar; senin ölmen gerektiğine karar verdiler. Sen veya ben, devleti, kendisinin tercih etmiş olduğu biçimde bu kendisini koruma hakkından alıkoyamayız. Yapmış olduğun yanlışın cezasından kaçmak için insansı hiçbir yol görünmemektedir. Akranların, yapmış olduğun şey ile seni yargılamak zorundadır; ancak, bağışlama için kendisine başvurabileceğin ve seni gerçek güdülerin ve daha iyi amaçların için yargılayacak olan bir Hâkim bulunmaktadır. Pişmanlığın gerçek ve inancın içten ise, Tanrı’nın yargısıyla yüzleşmekten korkmana gerek bulunmamaktadır. Yaptığın hatanın beraberinde insan tarafından verilmiş olan ölüm cezası taşıyışı, ruhunun, cennetsel mahkemeler önünde adaleti elde etme ve merhameti memnuniyetle deneyimle şansına kendiliğinden gölge düşürmemektedir.”
133:4.13 (1476.1) İsa, bu kayıtta kendisine bir yer bulamayacak kadar çok olarak, geniş bir sayıdaki aç ruh ile birçok içten konuşmada bulundu. Üç yolcu, Korint’deki konukluklarını memnuniyetle deneyimlemişlerdi. Bir eğitim merkezi olarak daha ünlü konumda bulunmuş olan Atina dışında, Korint, bu Roma dönemlerinde Yunanistan’ın en önemli şehriydi; ve, onların bu başarılı bir biçimde kalkınmakta olan ticari merkezdeki iki aylık ikametleri, üçü içinde, fazlasıyla değerli deneyim kazanma imkânını sundu. Onların bu şehirdeki konuklukları, Roma’dan geri dönüş yolcuklarındaki tüm durakları arasında en ilgi çekici olanlarından bir tanesiydi.
133:4.14 (1476.2) Gonod Korint’de birçok amaca sahipti; ancak, nihai olarak onun buradaki işi bitmiş olup, Atina için demir almaya hazırlanmışlardı. Onlar, Korint’in bir limanından on beş kilometre uzaklığındaki bir diğer limanına kara üzerinden, arazi üzerinde ayrılmış özel hattan taşınabilecek küçük bir teknede seyahat etmişlerdi.
133:5.1 (1476.3) Onlar, Yunan bilimi ve eğitiminin tarihi merkezine yakın bir süre içinde varmışlardı ve, Ganid, sınırlarını kendi toprakları olan Hindistan’a kadar genişletmiş bulunan, bir zamanların İskenderiye imparatorluğunun kültürel merkezi olan Yunanistan’da, Atina’da bulunuyor olma düşüncesinden büyük heyecana kapılmıştı. Orada gerçekleştirilmesi gereken çok az ticari iş bulunmaktaydı böylece Gonod vaktinin büyük bir kısmını, ilgi çekici birçok yeri ziyaret ederek ve ufaklık ve onun çok yönlü öğretmeninin ilgi çekici konuşmalarını dinleyerek, İsa ve Ganid ile birlikte geçirmişti.
133:5.2 (1476.4) Büyük bir üniversite, Atina’da hala gelişir halde bulunmaktaydı ve, üçlü, onun eğitim binalarına sıkça gerçekleşen ziyarette bulunmuşlardı. İsa ve Ganid, İskenderiye’deki müzede verilmiş derslere katıldıklarında Plato’nun öğretileri üzerine detaylı bir biçimde konuşmuşlardı. Onların hepsi, hala şehir yerleşkesi içinde tek tük bulunabilen örnekleri olarak, Yunan sanatını memnuniyetle deneyimlemişlerdi.
133:5.3 (1476.5) Hem baba hem de çocuk fazlasıyla, konakladıkları yerde İsa’nın bir akşam bir Yunanlı filozof ile bilim üzerine yapmış olduğu söyleşiden büyük keyif almıştı. Bu kitap eğitimini haddinden fazla öne çıkaran kişi, neredeyse üç saat boyunca konuştuktan sonra, ve söyleşisini bitirdiğinde, İsa, çağdaş düşünce diliyle, şunları söylemişti:
133:5.4 (1476.6) Bilim adamları bir gün, yer çekiminin, ışığın ve elektriğin enerjisini veya diğer bir değişle kuvvet dışavurumları ölçebilen hale gelebilir; ancak, bu aynı bilim adamları hiçbir zaman (bilimsel olarak), bu kâinat olgularının özü itibariyle ne olduklarını söyleyemezler. Bilim, fiziksel-enerji etkinlikleri ile ilgilenir; din, ebedi değerler ile ilgilenir. Gerçek felsefe, bu niceliksel ve niteliksel gözlemleri ortak bir biçimde ilişkilendirmeye elinden geldiği tüm gayreti ile çabalayan bilgelikten doğar. Orada her zaman; tamamiyle fiziksel olan bilim adamının, bırakınız ruhsal görmezliğinin, matematik temelli gururunun veya istatistiksel temelli benliğini öne çıkarışının yaratacağı tehlike bulunmaktadır.
133:5.5 (1476.7) Mantık maddi dünyada geçerlidir; ve, matematik, uygulaması fiziksel şeyler ile sınırlandırıldığı zaman güvenilirdir; ancak, bunların ikisi de yaşam sorunlarına uygulandığı zaman, bütünüyle güvenilebilir veya hatasız bir biçimde sonuç verir değildir. Aritmetik hesap yöntemi; bir kişi bir koyunu on dakikada derisinden ayırır ise, on kişi onu bir dakikada derisinden ayırır der. Bu güvenilir matematiktir, ama gerçek değildir; zira, gerçekte on kişi bir araya gelse bu işi böyle yapamaz; onlar birbirlerinin ayağına öyle kötü bir biçimde dolanırlar ki, iş fazlasıyla uzar.
133:5.6 (1477.1) Matematik; eğer bir kişi belirli bir birimde ussal ve ahlaki değere karşılık gelir ise, on kişinin bütünlüğü bu değerin on katı kadar değere karşı gelir yönergesinde bulunur. Ancak, konu insan kişiliği ile olan iletişim olduğunda, bu türden bir kişilik ilişkileminin; basit aritmetik toplamı yerine, denklemin parçası olan kişiler sayısının misli kadar bir değere eşit olduğunu söylemek gerçekliğe daha yakın bir yönerge olacaktır. Eş güdümsel hale getirilmiş olan çalışır uyum içindeki insan varlıklarının toplumsal bir bütünlüğü, onu oluşturan kısımların yalın toplamından çok daha büyük bir kuvvete karşılık gelmektedir.
133:5.7 (1477.2) Nicelik; bir gerçek, ve böylece bir bilimsel ortak ölçütlülük haline gelen bir biçimde, tanımlanabilir. Nitelik, aklın yorumunu konu alan bir husus olarak, değerlere dair değer biçimini temsil etmekte olup, bu nedenle, bireyin bir deneyimi olarak kalmak zorundadır. Hem bilim hem de din, daha az dogmatik ve eleştiriye daha fazla hoşgörülü hale geldiğinde, felsefe bunun sonrasında, kâinatın ussal kavrayışı içinde bütünlüğü elde etmeye başlayacaktır.
133:5.8 (1477.3) Mevcut halde çalışma biçimlerini bir anlayacak olsaydınız, kâinatsal evrende bütünlük bulunmaktadır. Mevcut evren, ebedi Tanrı’nın her çocuğuna arkadaşçıl niteliktedir. Gerçek sorun şudur: İnsanın sınırlı aklı nasıl olur da, düşüncenin mantıklı, gerçek ve ilişkili bütünlüğünü elde edebilir? Aklın bu kâinatı-bilen-düzeyine yalnızca; niceliksel gerçekliğin ve niteliksel değerin, Cennet Yaratıcısı içinde ortak bir kökensellikten kaynağını almış olduğunu kavramakla erişilebilir. Gerçekliğin bu türden bir kavramsallaşması, kâinat olgularının sahip olduğu amaçsal bütünlüğüne dair daha geniş bir kavrayışı açığa çıkarır; o, ilerleyici kişilik kazanımının ruhsal olan bir gayesini bile açığa çıkarır. Ve, bu; sürekli değişmekte olan kişilik-dışı ilişkilerden ve evrimleşen kişilik ilişkilerinden oluşan bir yaşayan evrenin değişmeyen arka planını hissedebilen, bir bütünlük kavramsallaşmasıdır.
133:5.9 (1477.4) Madde ve ruhaniyet ve onların arasında kalan düzey, mevcut evrenin gerçek bütünlüğünün karşılıklı ilişkili ve ortak birliktelik içindeki üç aşamasıdır. Gerçek ve değerin evrensel olguları ne kadar ayrı görülebilirse görülsün, onlar, son kertede, En Yüce Olan içinde bütüncül haldedir.
133:5.10 (1477.5) Maddi mevcudiyetin gerçekliği, görülebilir haldeki maddeye ek olarak fark edilemeyen enerji ile ilişkilidir. Kâinatın enerjileri, gereken düzeyde hareketi elde eden bir biçimde yavaşladığında, bunun sonrasında, elverişli koşullar altında, bu aynı enerjiler kütle haline gelmektedirler. Ve, unutmayın, görünür gerçekliklerin mevcudiyetini tek başına algılayabilen aklın da, kendisi içinde gerçek olduğunu unutmayın. Ve, enerji-kütleden, akıldan ve ruhaniyetten oluşan bu evren, ebedidir — o, Kâinatın Yaratıcısı ve onun mutlak eş güdüm unsurlarının doğasında ve tepkilerinde mevcut bulunmakta olup, bunlardan oluşmaktadır.
133:5.11 (1477.6) Onların hepsi, İsa’nın sözcükleri karşısında şaşkınlığa uğramışlardı ve, Yunanlı, onlara elveda ettiğinde şöyle söylemişti: “En sonunda benim gözlerim, ırksal üstünlükten başka bir şey düşünen ve dinden başka bir şey konuşan bir Musevi’ye bakıyor.” Ve, onlar gece için istirahata çekilmişlerdi.
133:5.12 (1477.7) Atina’daki konaklama keyifli ve faydalı olmuştu; ancak, o, insan ilişkileri bakımından dikkate değer bir biçimde verimli geçmemişti. Bu dönemin Atinalıları’nın haddinden fazla büyük bir kısmı ya ussal olarak belirli bir dönemdeki ünleri nedeniyle gururlu, yâda, zihinsel olarak, Yunanistan’da ihtişamın ve onun insanlarının akıllarında bilgeliğin bulunduğu bu öncül dönemlerdeki alt düzey kölelerin doğumları olarak, yetersiz ve cahildi. Böyleyken bile, hala, Atina’nın vatandaşları arasında birçok keskin akıl bulunabilmekteydi.
133:6.1 (1477.8) Atina’dan ayrılırlarken, onlar Roma’nın Asya vilayetinin başkenti olan Efes’e, Biga Yarımadası üzerinden gitmişlerdi. Onlar, şehrin merkezinden yaklaşık olarak üç buçuk kilometre uzaklığında bulunan, Efesliler’in ünlü Artemis tapınağına birçok ziyarette bulunmuşlardı. Artemis, tüm Küçük Asya’nın sahip olduğu en ünlü tanrıça olup, ilkçağ Anadolu dönemlerinin daha da öncül ana tanrıçasının bir devamıydı. Kendi ibadetine adanmış olan devasa mabet içindeki detaylı olmayan putunun, yaygın bir biçimde cennetten düşmüş olduğuna inanılmaktaydı. Ganid’in, kutsallığın simgeleri olarak imgelere saygı duymasından olan öncül eğitiminin tümü silinmemişti, ve o, Küçük Asya’nın bu bereket tanrıçasının onuruna, gümüş olan küçük bir kutsal parçayı satın almanın en iyisi oluğunu düşündü. Bu gece onlar, insan elleriyle yapılmış olan şeylere ibadet hakkında çok uzun süren bir konuşmada bulunmuşlardı.
133:6.2 (1478.1) Konukluklarının üçüncü gününde onlar, limanın ağzında gerçekleşen su tabanının temizlenişi görmek için nehir boyunca yürümüşlerdi. Öğlen onlar, evini çok özlemekte olan ve fazlasıyla hayal kırıklığına uğramış genç bir Fenikeli ile konuşmuşlardı ancak, her şeyden çok o, kendinin üzerine geçen bir biçimde terfi almış genç bir adamı kıskanır halde bulunmaktaydı. İsa ona teselli edici sözlerde bulunup, eskilerin şu Musevi atasözünü söylemişti: “Bir insanın mahareti, kendi yerini yapar ve kendisini büyük insanların karşısına çıkartır.”
133:6.3 (1478.2) Onların, Akdeniz’in bu turu içinde ziyaret etmiş olduğu tüm büyük şehirler içinde, Hıristiyan din-yayıcılarının ilerdeki çabaları için en az değerde bulunan şeyi burada elde etmişlerdi. Hıristiyanlık Efes’deki başlangıcını, geniş ölçüde; bir geçim sağlamak için çadırlar yapan ve her gece Tiranüs okulunun ana amfi odasında din ve felsefe üzerine ders veren bir biçimde, iki yıldan daha uzun bir süre boyunca burada ikamet etmiş olan Pavlus’un çabaları vasıtasıyla elde etmişti.
133:6.4 (1478.3) Orada, bu yerel felsefe okulu ile ilişkili olan gelişen düşüncelere açık bir düşünür bulunmaktaydı ve, İsa, kendisiyle birkaç yararlı görüşme oturumunda bulunmuştu. Bu konuşmalar boyunca İsa tekrar eden bir biçimde “ruh” kelimesini kullanmıştı. Bu eğitimli Yunan nihai olarak “ruh” ile neyi kastetmekte olduğunu sorunca, o şöyle yanıtladı:
133:6.5 (1478.4) “Ruh; insanın, insan varlığını hayvan dünyası seviyesinin üzerine sonsuza kadar çıkartmakta olan kendi kendisini irdeleyici, gerçeklik-kavrayıcı ve ruhaniyet algılayıcı kısmıdır. Öz bilinç, tek başına, ruh değildir. Ahlaki öz bilinç, insanın gerçek nitelikli öz gelişimi olup, insan ruhunun temelini oluşturmaktadır; ve, ruh, insan deneyiminin potansiyel kurtuluş değerini temsil etmektedir. Tanrı’yı bilme yetkinliği ve onun gibi olma dürtüsü olarak, ahlaki tercih ve ruhsal kazanım ruhun temel özellikleridir. İnsanın ruhu, ahlaki düşünceden ve ruhsal etkinlikten ayrı bir biçimde mevcut olamaz. Durağan bir ruh, ölmekte olan bir ruhtur. Ancak, insanın ruhu, akıl içinde ikamet eden kutsal ruhaniyetten farklıdır. Kutsal ruhaniyet, insan akılının ilk ahlaki etkinliği ile eş zamanlı olarak gelmektedir; ve, bu, ruhun doğum anıdır.
133:6.6 (1478.5) “Bir ruhun kurtuluşu veya yitirilişi; fani bilincin, birliktelik içinde bulunduğu ölümsüz ruhaniyet bahşedilmişliği ile ebedi ortaklık boyunca kurtuluş düzeyine erişip erişmemesiyle ilişkilidir. Kurtuluş, aracılığıyla kurtuluş değerine sahip olur hale geldiği, fani bilincin kendisini gerçekleştirişinin ruhsallaşmasıdır. Ruhsal çatışmanın tüm türleri, ister ahlaki isterse de ruhsal olan, öz bilinç ile tamamiyle ussal olan öz bilinç arasındaki uyum eksikliğinden meydana gelmektedir.
133:6.7 (1478.6) “İnsan ruhu; olgunlaştığı, soylulaştığı ve ruhsallaştığı zaman, maddi benlik ile kutsal ruhaniyet olarak maddi ve ruhsal arasında bulunan bir bütünlüğe yakınlaşması bakımından, cennetsel düzeye yaklaşır. Bir insan varlığının evrimleşen ruhu, tarif edilmesi zor ve gösterilmesi ize daha da zor olan konumdadır; çünkü, ne maddi araştırmanın ne de ruhsal kanıtlamanın yöntemleri tarafından keşfedilmez niteliktedir. Maddi bilim, bir ruhun mevcudiyetini gösteremez; ne de saf ruhaniyet-testi bunu gerçekleştirebilir. Hem maddi bilimin hem de ruhsal ölçütlerin insan ruhunun mevcudiyetini keşfetmedeki başarısızlığına rağmen, ahlaki olarak bilince sahip her fani, gerçek ve mevcut bir kişisel deneyim olarak kendi ruhunun varlığından haberdardır.”
133:7.1 (1479.1) Yakın bir zaman içinde yolcular, Rodos’da mola vererek, Kıbrıs için denizden yola almışlardı. Onlar uzun deniz seyahatinden büyük keyif duymuş olup, istikametleri olan adaya beden olarak fazlasıyla dinlenmiş ve ruhaniyet olarak fazlasıyla canlanmış halde vardılar.
133:7.2 (1479.2) Akdeniz turları sona yaklaşırken, Kıbrıs’a olan bu seyahatlerinde gerçek anlamda dinlenmenin ve eğlenmenin bir sürecini deneyimlemek, onların öncesinden tasarlamış oldukları bir şeydi. Onlar Paphos’da karaya çıkmış olup, derhal, yakındaki dağlarda birkaç haftalık konaklamaları için ihtiyaçlarına tedarik etmeye başlamışlardı. Varışlarından sonraki üçüncü günde, oldukça yüklü taşıma hayvanları ile tepeleri arşınlamaya koyuldular.
133:7.3 (1479.3) İki hafta boyunca üçlü fazlasıyla kendilerini eğlendirmişti; ve, bunun sonrasında, hiçbir ön belirti olmadan, genç Ganid birden çok ciddi bir biçimde hastalanmıştı. İki hafta boyunca o, sıklıkla bilincini yitirir hale gelerek, şiddetli bir ateşe maruz kalmıştı hem İsa hem de Gonod, hasta çocuğa refakat etmekle meşguldü. İsa mahirane bir biçimde ve hassasiyetle ufaklığa bakmıştı ve, baba, İsa’nın sıkıntı içindeki gence olan tüm hizmetindeki hem inceliğini ve hem de uzmanlığı karşısında hayretler içinde kalmıştı. Onlar, insan yerleşkelerinden çok uzaktaydı ve, çocuk, taşınamayacak kadar çok hastaydı böylelikle onlar, tam da oracıkta, dağlarda çocuğu sağlığa kavuşturmak için ellerinden gelenin en iyi koşullarını hazırlamışlardı.
133:7.4 (1479.4) Ganid’in üç haftalık iyileşme süreci boyunca, İsa ona, doğa ve onun çeşitli halleri hakkında birçok ilgi çekici şey söylemişti. Ve, çocuğun sorular sorarak, İsa’nın onları cevaplayarak ve babanın ise tüm bu olanları gözleri kamaşmış halde izleyerek, onlar dağlar üzerinde keşfeder halde gezerken ne eğlenmişlerdi.
133:7.5 (1479.5) Dağlardaki konukluklarının son haftasında, İsa ve Ganid, insan aklının işlevleri hakkında uzun bir konuşmada bulunmuştu. Konuşmadan birkaç saat sonra ufaklık şu soruyu sormuştu: “Ama, Öğretmenim; insanın, daha yüksek düzeyde bulunan hayvanlardan daha yüksek bir öz benlik türünü deneyimlediğini söylediğinde neyi kastetmek istiyorsun?” Ve, modern kavramsallaşmalar içinde tekrar ifade edildiği biçimiyle, İsa bu soruyu şöyle cevapladı:
133:7.6 (1479.6) Benim evladım, ben sana, insanın aklı ve onun içinde yaşamakta olan kutsal ruhaniyet hakkında fazlasıyla şeyi çoktan söylemiş bulunmaktayım; ancak, şimdi, öz benliğin bir mevcudiyet olduğunun altını çizmeme izin ver. Herhangi bir hayvan öz bilince sahip hale geldiğinde, o ilkel bir insan konumuna gelmektedir. Bu türden bir kazanım, kişilik-dışı enerji ile ruhaniyet-algılayan akıl arasındaki bir eş güdüm ilişkisinden kaynaklanmaktadır; ve, cennet içindeki Yaratıcı’nın ruhaniyeti olarak, insan kişiliği için mutlak bir odak noktasının bahşedilmişliğine kanıtlık oluşturan şey bu olgudur.
133:7.7 (1479.7) Düşünceler yalın bir biçimde hislerin bir kaydı değildir; düşünceler, hisler ve ona ek olarak kişisel benliğin irdeleyici yorumlarıdır; ve, benlik, bir kişinin sahip olduğu hislerin toplamından daha fazlasıdır. Burada, evrimleşen bir benlik içerisinde bütünlüğe olan yaklaşıma benzer bir şey başlamaktadır; ve, bu bütünlük, bu türden öz bilince sahip hayvan-kökenli aklı ruhsal olarak etkinleştiren, mutlak bütünlüğüne ait bir nüvenin ikamet mevcudiyetinden elde edilmektedir.
133:7.8 (1479.8) Hiçbir basit hayvan, bir zaman-bilincine sahip bulunmamaktadır. Hayvanlar, birliktelik halindeki his-farkındalığın fizyolojik bir eş güdümünü ve onunla beraber gelen hafızayı ellerinde bulundurur; ancak, onlardan hiçbiri, hissin anlamlı bir farkındalığını deneyimlememekte veya, ussal ve irdeleyici insan yorumlamalarından gelen nihai yargılarda sergilenmekte olduğu gibi, bu bir araya gelmiş insan deneyimlerinin bilinç dâhilindeki bir ilişkilemini sergilememektedir. Ve, öz bilince sahip haldeki mevcudiyetinin bu gerçeği, ilerideki ruhsal deneyimin mevcudiyeti ile birliktelik halinde, insanı kâinatın potansiyel bir evladı haline getirmekte olup, kâinatın En Yüce Bütünlüğüne olan nihai erişiminin habercisi olmaktadır.
133:7.9 (1480.1) Ne de insan benliği, sadece bilincin birbirini takip eden aşamalarının toplamı değildir. Bir bilinç ayrıştırıcısının ve ilişkilendiricisinin etkin bir biçimde gerçekleşen faaliyeti olmadan, benlik olarak tanımlanacak bir şeye kanıtlık edecek yeterli bütünlük bulunamaz. Bu türden bütünleşmemiş bir akıl neredeyse hiçbir biçimde, insan düzeyinin bilinç seviyelerine erişemez. Eğer bilincin ilişkilemleri yalnızca bir kaza olsaydı, insanların tümünün akılları, bunun sonrasında, zihinsel deliliğin belirli fazlarının denetimsiz ve rastgele ilişkilemlerini sergilerdi.
133:7.10 (1480.2) Yalnızca fiziksel hislerin bilincinden inşa edilmiş olan bir insan aklı, ruhsal düzeylere hiçbir zaman erişemezdi; maddi aklın bu türü, ahlaki değerlerin bir duyuşundan bütünüyle yoksun olup, zaman içinde uyumlu haldeki kişilik bütünlüğüne erişmek için oldukça hayati olan ve ebediyet içindeki kişilik kurtuluşundan ayrılamaz nitelikte bulunan, ruhsal baskınlığın yönlendirici bir duyuruşuna sahip olmayacaktı.
133:7.11 (1480.3) İnsan aklı öncül bir biçimde, madde-ötesinde bulunan nitelikleri sergilemeye başlamaktadır; gerçek anlamıyla ilerleyici olan insan usu, zamanın sınırları tarafından tümüyle bağlı değildir. İnsanların yaşamda gerçekleştirmekte oldukları şeylerin oldukça farklılıklar gösterişi; yalnızca, kalıtımın çeşitli bahşedilmişliklerini ve çevrenin farklı etkilerini değil, aynı zamanda, benlik tarafından elde edilmiş Yaratıcı’nın ikamet eden ruhaniyeti ile olan bütünleşmenin düzeyini de göstermektedir.
133:7.12 (1480.4) İnsan aklı oldukça iyi bir biçimde, çifte birlikteliğin çatışmasına karşı duramamaktadır. Hem iyi hem de kötüye hizmet etmenin bir çabası deneyiminden geçmek ruh üzerinde ciddi bir gerginlik yaratmaktadır. Olası en yüksek derecede mutlu ve etkin bir biçimde bütünleşmiş akıl; bütünüyle, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye adanmış olan akıldır. Çözümlenmemiş çatışmalar bütünlüğü yok etmekte olup, akıldaki aksamaya neden olabilir. Ancak, bir ruhun kurtuluş karakteri; ne pahasına olursa olsun akıl huzurunu teminat altına alma girişimiyle, soylu gelecek arzularını bırakmakla ve ruhsal ideallerden taviz vermekle desteklenilmemektedir; bunun yerine, bu türden huzur, gerçek olanın zaferinin kararlı bir biçimde olumlanması ile elde edilir; ve, bu zafer, iyiliğin muktedir kuvveti ile kötülüğün üstesinden gelmek ile elde edilir.
133:7.13 (1480.5) Bir sonraki onlar, Suriye sahili üzerindeki Antakya için demir aldıkları yer olan, Salamis için ayrıldılar.
133:8.1 (1480.6) Antakya, Roma vilayeti olan Suriye’nin başkentiydi; ve, imparator valisinin ikameti buradaydı. Antakya, yarım milyondan fazla sakine sahipti; büyüklük bakımından imparatorluğun üçüncü şehri olup, kötülüğü tercihte ve pervazsız ahlaki düşkünlükte birinciydi. Gonod’un, gerçekleştirmesi gereken ciddi ölçüde iş ilişkisi bulunmaktaydı böylelikle İsa ve Ganid çoğu zaman kendi başlarınaydılar. Onlar, Dafni’nin mezarı dışında bu çok dilli şehirde her yeri ziyaret etmişti. Gonod ve Ganid, utancın bu çok ünlü mabedini ziyaret etmişti; ancak, İsa, onlara eşlik etmeyi geri çevirmişti. Bu türden sahneler, Hintliler için çok hayrete düşürücü değildi; ancak, onlar, idealist bir İbrani için tiksindiriciydi.
133:8.2 (1480.7) İsa, Filistin’e yaklaşırken ve yolculuklarının sonuna gelirken, ciddi ve düşünceli hale geldi. O, Antakya’da birkaç kişiyi ziyaret etmişti; nadiren şehir etrafında dolaşmıştı. Öğretmeninin Antakya’ya neden bu kadar az ilgi gösterdiğini öğrenmek için sorgulayışından sonra, Ganid nihai olarak İsa’nın ağzından şu cümleleri alabilmişti: “Bu şehir, Filistin’den çok da uzak değil; muhtemelen bir gün buraya tekrar geri dönebilirim.”
133:8.3 (1481.1) Ganid, Antakya’da oldukça ilgi çekici bir deneyim yaşamıştı. Bu genç adam kendisini yetkin bir öğrenci olarak kanıtlamış olup, hâlihazırda, İsa’nın öğretilerinden bazılarını gündelik yaşamda kullanmaya başlamıştı. Antakya’da babasının işi ile ilişkili, kovulması düşünülecek kadar çirkin ve istenmeyen hale gelmiş belli başlı bir Hintli bulunmaktaydı. Ganid bunu duyduğunda, babasının iş yerinin yolunu tutup, akran ülkedaşı ile uzun bir görüşmede bulundu. Bu kişi, yanlış bir işte çalıştırılmış olduğunu hissetmişti. Ganid ona cennet içindeki Yaratıcı’dan bahsedip, birçok yönden onun din hakkındaki görüşlerini genişletti. Ancak, tüm bunların içinde, Ganid, bu kişiye en fazla katkıda bulunmuş olan bir Musevi atasözünü söylemişti; ve, bu bilgelik sözü: “Elin yapılacak neyi buluyorsa, onu tüm gücünle yerine getir.”
133:8.4 (1481.2) Eşyalarını deve kervanı için hazırladıktan sonra, Sayda ve oradan da Şam’a indiler; ve, üç gün sonra, çöl kumları arasındaki zorlu uzun bir yolculukları için hazır hale geldiler.
133:9.1 (1481.3) Çöl boyunca gerçekleşen bu kervan seyahati, bu fazlasıyla seyahatte bulunmuş kişiler için yeni bir deneyim değildi. Ganid öğretmeninin, on iki devenin yüklenişinde yardım edişini izlediğinde ve kendi hayvanını sürüşünde gönüllü oluşunu gözlemlediğinde, hayretle şöyle bağırmıştı: “Öğretmenim, senin yapamayacağın bir şey var mı?” İsa şöyle söyleyerek sadece gülmüştü: “Öğretmen kesinlikle, kararlı bir öğrencinin gözlerinde onurdan yoksun değildir.” Ve, böylece onlar, tarihi Ur şehri için yola koyuldular.
133:9.2 (1481.4) İsa, İbrahim’in doğum yeri olan, Ur’un öncül tarihi ile fazlasıyla ilgilenmişti; ve, o eşit bir biçimde, Susa’nın kalıntıları ve gelenekleri ile büyülenmişti; bu öyle bir düzeydeydi ki, Gonod ve Ganid, incelemelerini gerçekleştirebilmesi için İsa’ya daha çok zaman sağlamak ve aynı zamanda Hindistan’a kendileri ile birlikte geri dönmesi için onu ikna etmenin daha iyi bir imkânını vermesi amacıyla bu kısımlarda konukluklarını üç hafta uzatmışlardı.
133:9.3 (1481.5) Ganid’in İsa ile; bilgi, bilgelik ve gerçeklik arasındaki farka dair uzun bir konuşmada bulunması Ur’da gerçekleşmişti. Ve, Ganid, bir Musevi bilgenin sözünden fazlasıyla etkilenmişti: “Bilgelik, başat bir şeydir; bu nedenle, bilgeliği elde edin. Bilgi için tüm arayışlarınızda, anlayışı elde edin. Bilgeliği yüceltin ki o sizi yüceltsin. Eğer onu sadece kucaklayacak olursanız, o sizi onura götürecektir.”
133:9.4 (1481.6) Sonunda onların ayrılma günü geldi. Onların hepsi, özellikle ufaklık olmak üzere, metindi; ancak, bu ayrılık zorlayıcı bir deneyimdi. Onların, gözleri yaşlı ama kalpleri sağlamdı. Öğretmenine elvedada bulunurken, Ganid şöyle söyledi: “Elveda, Öğretmenim, ama sonsuza kadar değil. Şam’a tekrar geldiğimde, seni arayacağım. Seni çok seviyorum, zira cennet içindeki Yaratıcı’nın sana benzer bir varlık olduğunu düşünüyorum; en azından, senin, onun hakkında söylediğin şeye çok benzediğini biliyorum. Senin öğretini hatırlayacağım, ancak en önemlisi, seni hiçbir zaman unutmayacağım.” Baba ise şunu söylemişti: “Bizleri daha iyi insanlar haline getirmiş ve Tanrı’yı bilmemize yardım etmiş büyük bir öğretmene elveda.” Ve, İsa onları şöyle cevap verdi: “Huzurla kalın, ve cennet içindeki Yaratıcı’nın kutsayışı her zaman sizlerle olsun.” Ve, İsa sahilde durup, küçük tekne onları demir atmış beklemekte olan gemilerine götürürken izledi. Böylece Üstün Hindistan’dan gelen arkadaşlarını, bu dünya üzerinde bir daha hiçbir zaman görmeyecek bir biçimde, Çaraks’da bırakmıştı ne de onlar, bu dünya içinde olarak, daha sonra Nasıralı İsa halinde ortaya çıkmış kişinin, öğretmenleri Yeşu olan — daha yakın zamanda elvedada bulundukları bu aynı arkadaşları olduğunu hiçbir zaman bilmeyeceklerdi.
133:9.5 (1481.7) Hindistan’da Ganid, önde gelen babasının layık bir varisi olarak etkili güce sahip bir kişi haline geldi; ve, o, çok sevdiği öğretmeni İsa’dan öğrenmiş olduğu soylu gerçekliklerin çoğunu kendi ülkesinin dışlarına kadar yaymıştı. Hayatının daha sonraki devresinde, Ganid, Filistin’de bir çarmıhta süreci son bulmuş garip bir öğretmeni duyduğunda; her ne kadar bu İnsan Evladı’nın müjdesi ile Musevi özel öğretmeninin öğretileri arasındaki benzerleri fark etmişse de, bu iki kişinin gerçekte aynı insanlar olduğu hiçbir zaman aklına gelmemişti.
133:9.6 (1482.1) Böylece, İnsan Evladı’nın yaşamında şöyle adlandırılabilecek bir dönem sona ermiş oldu: Öğretmen Yeşu’nun görevi.
Urantia’nın Kitabı
134. Makale
134:0.1 (1483.1) AKDENİZ seyahati boyunca, İsa dikkatli bir biçimde, karşılaştığı insanları ve üzerinden geçtiği ülkeleri incelemişti; ve, yaklaşık olarak bu zaman zarfında, dünya üzerindeki yaşamının geri kalan kısmı hakkında nihai bir karara varmıştı. O, Filistin’de Musevi ebeveynlerinden doğmuş olduğu ve bunun için de gerçekliğin bir halk öğretmeni olarak yaşam görevine başlamayı beklemek amacıyla Celile’ye bilinçli bir biçimde geri dönmeyi içine alan tasarımı bütünüyle düşünmüş konumdaydı; ve, şimdi onu nihai olarak onaylamıştı; o, babası Yusuf’un insanlarının topraklarında bir kamu sürecini gerçekleştirmek için tasarımlarda bulunmaya başladı; ve, o, bunu kendi özgür iradesiyle gerçekleştirmişti.
134:0.2 (1483.2) İsa, kişisel ve insani olan deneyimi vasıtasıyla, Filistin’in; üzerinde, açılmış ara sahne perdelerini sonlandırmaya başlamak, ve, yeryüzü içindeki yaşamına ait, son sahneleri sergilemek için, tüm Roma dünyası üzerindeki en iyi yer olduğunu keşfetmişti. İlk defa o bütünüyle, gerçek doğasını açık bir biçimde dışa vurmanın ve kendisinin gelmiş olduğu Filistin’e ait Museviler ve Musevi-olmayanlar arasında kutsal kimliğini açığa çıkarmanın tasarlanmış izlencesinden tatmin olmuştu. O kesin bir biçimde; dünya üzerindeki yaşamını sonlandırmaya, ve, fani mevcudiyetinden olan bu sürecini, yardıma muhtaç bir bebek olarak insan deneyimine girmiş olduğu bu aynı topraklarda tamamlamaya karar vermişti. Onun Urantia süreci Filistin’de Museviler arasında başlamıştı; ve, o, yaşamını Filistin’de ve Museviler arasında sonlandırmayı tercih etmişti.
134:1.1 (1483.3) Çaraks’da Gonod ve Ganid’e (M.S. 23.yılın Aralık ayında) elveda ettikten sonra, İsa, Şam’a gitmekte olan bir çöl kervanına katıldığı yer olan, Babil’e Ur üzerinden geri dönmüştü. Şam’dan o, yalnızca, Zübeyde’nin ailesi ile görüşmek için yoluna ara vermiş olduğu, Kapernaum’da bir kaç saat durarak, Nasıra’ya gitmişti. Burada o, Zübeyde’nin tekne atölyesinde İsa’nın yerine çalışmak için yakın bir zaman önce gelmiş olan kardeşi Yakob ile buluşmuştu. Yakob ve (şans eseri Kapernaum’da bu zaman zarfında bulunmakta olan) Yude ile konuştuktan ve Yahya Zübeyde’nin kendi çabalarıyla almış olduğu küçük evi Yakob’a devrettikten sonra, İsa Nasıra’ya gitti.
134:1.2 (1483.4) Akdeniz seyahatinin sonunda İsa, nerdeyse kamu hizmetinin başlangıcına kadar kendisini karşılayacak miktarda yeterli para almıştı. Ancak, Kapernaumlu Zübeyde’den ve bu olağandışı seyahatte tanışmış olduğu insanlar dışında, tüm dünya böyle bir ziyareti hiçbir zaman bilmemişti. Onun ailesi her zaman, İsa’nın bu zaman zarfını İskenderiye’de çalışarak geçirmiş olduğuna inandı. İsa hiçbir zaman bu inanışları onaylamadı; ne de, bu tür yanlış anlaşılmaları açık bir biçimde yalanlamadı.
134:1.3 (1483.5) Nasıra’daki bir kaç haftalık ikameti boyunca İsa, vaktinin belirli bir kısmını kardeşi Yusuf ile tamir atölyesinde geçirerek, aile ve arkadaşlarını görmüştü; ancak, ilgisinin büyük bir kısmını Meryem ve Ruth’a ayırmıştı. Ruth bu zamanlar neredeyse on beş yaşındaydı; ve, bu İsa’nın, genç bir kadın haline gelişinden beri onunla uzun konuşmalarda bulunmak için yakaladığı ilk fırsattı.
134:1.4 (1484.1) Hem Şimon hem de Yude, belirli bir süredir evlenmek istemekteydiler; ancak, onlar bunu, İsa’nın rızası olmadan gerçekleştirme düşüncesinden hoşlanmamaktaydılar; bunun uyarınca, onlar, en büyük ağabeylerinin geri dönüşünü umarak bu mutlu etkinliği ertelemişlerdi. Her ne kadar onların hepsi Yakob’u birçok konuda ailenin başı olarak görmüşlerse de, konu evlenmeye geldiğinde onlar, İsa’nın iyi dileklerini almak istediler. Böylece Şimon ve Yude, M.S. 24.yıl olarak bu yılın Mart başında bir çifte düğün ile evlendi. Tüm büyük çocuklar bu aşamada evlenmiş haldeydiler; yalnızca, en gençleri olan, Ruth, Meryem ile evde kalmayı sürdürmüştü.
134:1.5 (1484.2) İsa, ailesinin bireysel üyelerini oldukça normal ve her zamanki doğallıkta ziyaret etmişti; ancak, onların hepsi bir araya geldiğinde, İsa o kadar az konuşmuştu ki, diğerleri kendi aralarında bunun yorumunda bulunmuşlardı. Meryem özellikle, en büyük oğlunun bu olağandışı düzeydeki tuhaf davranışı karşısında şaşkınlık içerisine düşmüştü.
134:1.6 (1484.3) İsa’nın Nasıra’dan ayrılma hazırlıklarında bulunduğu bir dönemde, şehir içinden geçmekte olan büyük bir kervanın kervancı-başı, çok şiddetli bir biçimde hasta düşmüştü; ve, İsa, çok dilli bir kişi olarak, onun yerini almaya gönüllü olmuştu. Bu seyahat onun bir yıllık yokluğunu gerektirdiği için, ve erkek kardeşlerinin tümü evlendiği ve annesinin evde Ruth ile birlikte yaşıyor olması nedeniyle, İsa; annesi ve Ruth’un Kapernaum’a, oldukça yakın bir süre önce Yakob’a vermiş olduğu evde yaşamak için gitmesini önerdiği bir aile görüşmesi düzenledi. Bunun uyarınca, İsa’nın kervan ile ayrılmasından bir kaç gün sonra, Meryem ve Ruth, beraberce İsa’nın sağlamış olduğu evde Meryem’in yaşamının sonuna kadar yaşamış olduğu, Kapernaum’a taşınmışlardı.
134:1.7 (1484.4) Bu, İnsan Evladı’nın içsel deneyiminde daha olağanüstü olan yıllardan bir tanesiydi; insan aklı ile ikamet eden Düzenleyici arasında uyumlu çalışmayı gerçekleştirmede büyük ilerleme sağlanmıştı. Düzenleyici, bu zamanlarda çok daha uzak geçmişte bulunmayan büyük olaylar için düşünceyi yeniden düzenlemeye ve aklı hazırlamaya etkin bir biçimde katılmış haldeydi. İsa’nın kişiliği, dünyaya olan tutumundaki büyük değişim için hazır hale gelmekteydi. Bu süreçler; yaşama insan-halinde-görünmekte-olan Tanrı olarak adım atmış, ve bu aşamada, dünya sürecini, Tanrı-halinde-görünmekte-olan insan olarak tamamlamaya hazırlanmaktaki varlığın geçiş aşaması olarak, ara dönemlerdi.
134:2.1 (1484.5) İsa Nasıra’dan, Hazar Denizi bölgesine olan kervan yolculuğu için ayrıldığında, tarih, M.S. 24.yılın Nisan ayının birini göstermekteydi. İsa’nın Kervancı-başı olarak katılmış olduğu kervan; Şam ve Urmiye Gölü yolu üzerinden, Asuriye, Med ve Aşkani sınırları içinden güneydoğu Hazar Denizi bölgesine gitmekteydi. Bu yolculuktan geri dönmeden önce tam bir yıl geçmişti.
134:2.2 (1484.6) İsa için bu kervan yolculuğu, başka bir keşif macerası ve kişisel hizmetti. O; yolcular, muhafızlar ve kervan sürücüleri olarak — kervan ailesi ile ilgi çekici bir deneyim yaşamıştı. Kervanın takip etmiş olduğu istikamet boyunca ikamet etmekte olan çok sayıdaki erkek, kadın ve çocuk; kendilerine göre olağan bir karavanın olağandışı kervancı-başı olarak, İsa ile olan iletişimlerinin bir sonucu olarak daha zengin yaşama sahip olmuşlardı. Kişisel hizmetinin bu yarattığı olanakları memnuniyetle deneyimlemiş olanların hepsi ondan faydalanmamıştı; ancak, kendisiyle karşılaşmış ve konuşmuş olanların çok büyük bir çoğunluğu, doğal yaşamlarının geride kalan kısımlarında daha iyi hale gelmişlerdi.
134:2.3 (1484.7) Dünya seyahatlerinin içinde bu Hazar Denizi ziyareti İsa’yı, Doğu’ya en yakın olan konuma getirmiş ve onun Uzak-Doğu insan topluluklarına dair daha iyi bir anlayışı elde etmesini sağlamıştı. O, kırmızı ırk dışında, Urantia’nın varlığını sürdürmüş olan ırklarının her biri ile yakından ve kişisel iletişimde bulunmuştu. O eşit bir biçimde, bu çeşitlilik gösteren ırkların ve birbirine karışmış insan topluluklarının her birine olan kişisel hizmeti memnuniyetle deneyimlemişti; ve, onların hepsi, kendisinin onlara getirmiş olduğu yaşayan gerçekliğe açık konumdaydı. Uzak Batılı Avrupalılar ve Uzak Doğulu Asyalılar, birbirine tıpatıp aynı biçimde, İsa’nın ümit ve ebedi yaşam sözcüklerine eşit ilgi göstermişti; ve, onlar eşit bir biçimde, aralarında oldukça şükran dolu bir biçimde gerçekleştirmiş olduğu sevgi dolu yardım ve ruhsal hizmetin yaşamı karşısında etkilenmişlerdi.
134:2.4 (1485.1) Kervan yolculuğu her açıdan başarılıydı. Bu, İsa’nın insan yaşamında en ilgi çekici bir kısımdı; zira, bu yıl boyunca İsa, idaresine emanet edilmiş maddi şeylerden ve kervan kafilesini oluşturan yolcuların güvenliğinden sorumlu olarak, yönetici bir yetki ile faaliyet göstermişti. Ve, o çok çeşitli olan sorumluluklarını, olabilecek en sadık, verimli ve bilge bir biçimde yerine getirmişti.
134:2.5 (1485.2) Hazar bölgesinden geri dönüşte, iki haftadan biraz daha fazla herhangi bir sorumluluktan uzak vakit geçirmiş olduğu yer olan, Urmiye Gölü’nde karavanının yönetimini teslim etmişti. O, deve sahiplerinin kendisinden verdiği hizmetini sürdürmesini çok güçlü bir biçimde talep ettiği yer olan Şam’a, daha sonraki bir kervan ile yolcu olarak geri dönmüştü. Bu teklifi reddederek İsa, M.S. 25.yılında, Nisan ayının birinde varan bir biçimde, kervan kafilesi ile Kapernaum’a seyahat etti. Artık o Nasıra’yı evi olarak görmemekteydi. Kapernaum; İsa’nın, Yakob’un, Meryem’in ve Ruth’un evi haline gelmişti. Ancak, İsa, bir daha tekrar ailesi ile birlikte yaşamadı; Kapernaum’da iken evini Zübeydeleri’ninki yapmıştı.
134:3.1 (1485.3) Hazar Gölü’ne olan yolculuk üzerinde İsa, Urmiye Gölü’nün batı kıyıları üzerinde bulunan eski Fars şehri Urmiye’de dinlenmek ve gücünü tekrar depolamak için birkaç günlüğüne durmuştu. Urmiye şehrinin yakınında hemen kıyıdan görülebilen bir uzaklıkta konumlanmış bir adalar topluluğunun en büyüğünde, “dinin ruhaniyetine” adanmış olan — bir derslik amfi-tiyatrosu olarak — büyük bir bina bulunmaktaydı. Bu yapı gerçekten de, dinlerin felsefesine ait bir tapınaktı.
134:3.2 (1485.4) Dinin bu tapınağı, Urmiye vatandaşı olan varlıklı bir tüccar ve onun üç oğlu tarafından inşa edilmişti. Bu kişi Kimboyton olup, çok çeşitli insan topluluklardan gelmekte olan atalarının soyuydu.
134:3.3 (1485.5) Bu din okulundaki dersler ve karşılıklı görüş alışverişleri, hafta içi her sabah saat onda başlamaktaydı. Öğleden sonraki oturumlar saat üçte başlamış olup, akşam münazaraları saat sekizde açılmıştı. Kimboyton veya onun üç oğlundan biri her zaman, bu eğitim, söyleşi ve münazara oturumlarına başkanlık etmekteydi. Dinlerin bu benzeri olmayan okulunun kurucusu, sahip olduğu dini inanışları bir kez olsun açıklamamış halde yaşadı ve öldü.
134:3.4 (1485.6) Birkaç sefer İsa bu söyleşilere katılmıştı; ve, İsa’nın Urmiye’den ayrılışından önce, Kimboyton, onun buraya tekrar dönüşünde iki hafta boyunca kendileriyle konaklayıp, “İnsanların Kardeşliği” üzerine yirmi dört oturumdan oluşan bir dersi vermesini, ve, verdiği ders hususunda özel olarak ve insanların kardeşliği üzerine genel olarak sorulardan, tartışmalardan ve münazaralardan meydana gelen on iki akşam oturumunu idare etmesini tertiplemişti.
134:3.5 (1485.7) Bu düzenleme uyarınca İsa, geri dönüş yolculuğunda buraya uğrayıp, bu dersleri vermişti. Bu, Urantia üzerinde Üstün’ün öğretilerinin tümü içinde en düzenli ve resmi olanıydı. Bunun öncesinde veya sonrasında hiçbir kez, insanların kardeşliği üzerine olan bu dersler ve söyleşilerde barındığı haliyle, bir konu hakkında bu kadar şey söylememişti. Gerçekte bu dersler, “Tanrı’nın Krallığı” ve “İnsanların Krallıkları” üzerineydi.
134:3.6 (1486.1) Dini felsefenin bu fakültesinde, otuzdan fazla din ve dini inanış temsil edilmekteydi. Bu öğretmenler kendilerinin ilgili dini toplulukları tarafından seçilmekte, desteklenmekte ve bütüncül bir biçimde tescillenmekteydi. Bu zaman zarfında fakültede, yaklaşık olarak yetmiş beş öğretmen bulunmaktaydı; ve, bu öğretmenler, her biri bir düzine kişiyi alan küçük müstakil evlerde yaşamaktaydılar. Ay takvimine göre her yeni ayda, bu topluluklar zar atarak değişmekteydiler. Hoşgörüsüzlük, münakaşacı bir tutum veya özel topluluğun huzurlu işleyişini sekteye uğratacak başka her türlü eğilim, bu yanlışı işlemiş öğretmenin derhal ve ivedilikle gerçekleştirilen kovuluşuna yol açardı. O törensiz bir biçimde uzaklaştırılır, bekler haldeki onun yedeği hiç vakit kaybetmeden kendi yerine getirilirdi.
134:3.7 (1486.2) Çeşitli dinlerin bu öğretmenleri, dinlerinin, bu yaşama ve bir sonrakine dair temel şeylerde ne kadar benzerliğe sahip olduğuna dair büyük bir çabada bulunmaktalardı. Bu fakültede bir koltuğa sahip olmak için; orada, her öğretmenin Tanrı’yı tanımakta olan bir dini temsil edişi biçiminde — en yüce İlahiyat’ın bir türü olarak, kabul edilmesi gereken yalnızca tek bir inanış savı bulunmaktaydı. Fakültede, herhangi bir düzenlenmiş dini temsil etmemiş olan beş bağımsız öğretmen bulunmaktaydı; ve, İsa, onların karşısına bu türden bağımsız bir öğretmen olarak çıkmıştı.
134:3.8 (1486.3) [Yarı-ölümlüler olarak bizler, İsa’nın Urmiye’deki öğretilerinin özetini ilk kez düzenlediğimizde, Urantia Açığa Çıkarılışı içine bu öğretileri dâhil etmenin bilgeliği hususunda din kurumları yüksek melekleri ile ilerleyiş yüksek melekleri arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Hem din ve hem de insan yönetimlerinde mevcut konumda bulunanlar olarak yirminci yüzyılın koşulları İsa’nın gününde hâkim olanlardan o kadar farklı bir nitelikte bulunmaktadır ki, Üstün’ün Urmiye’deki öğretilerini, bu dünyaların işlevlerinin yirminci yüzyılda mevcut olduğu haliyle Tanrı’nın krallığına ve insanların krallıklarına uyarlamak gerçekten de zor haldeydi. Bizler hiçbir zaman, gezegensel hükümetin bu yüksek melek topluluklarının her ikisi içinde kabul edilebilir nitelikte bulunan Üstün’ün öğretilerinin bir ifadesini oluşturmaya muktedir olamadık. Nihai olarak, açığa çıkarılış heyetinin Melçizedek başkanı; Urantia üzerindeki yirminci-yüzyıl din ve toplumsal koşullarına uyarlanmış haldeki, Üstün’ün Urmiye öğretilerine dair kendi bakışımızı hazırlamak için düzeyimizden olan üç kişilik bir kurul atadı. Bunun uyarınca, üç ikinci-düzey yarı-ölümlü olarak bizler; mevcut andaki dünya koşullarına uygular halde onun duyurularını yeniden ifade eden bir biçimde İsa’nın öğretilerinin bu türden bir uyarlamasını tamamlamış olup, şimdi, açığa çıkarılış heyetinin Melçizedek başkanı tarafından metinsel düzenlemesinde bulunduktan sonra olduğu haliyle bu ifadeleri sunacağız.]
134:4.1 (1486.4) İnsanların krallığı, Tanrı’nın babalığı üzerine kuruludur. Tanrı’nın ailesi kökenini, Tanrı’nın derin sevgi oluşu haliyle — Tanrı’nın derin sevgisinden almaktadır. Baba olarak Tanrı kutsal bir biçimde, çocuklarını derinden sevmektedir, her birini.
134:4.2 (1486.5) Kutsal yönetim olarak, cennetin krallığı, Tanrı’nın ruhaniyet oluşu haliyle — kutsal egemenliğin gerçeği üzerine kuruludur. Tanrı ruhaniyet olduğu için, bu krallık ruhsaldır. Cennetin krallığı ne maddidir, ne de yalnızca ussaldır; o, Tanrı ve insan arasındaki ruhsal bir ilişkidir.
134:4.3 (1486.6) Eğer farklı dinler Baba olarak Tanrı’nın ruhaniyet egemenliğini tanırlarsa, bunun sonucunda, bu tür dinlerin tümü huzur içinde bulunacaktır. Sadece, bir din tüm diğerlerine kıyasla bir biçimde üstün olduğunun ve diğer dinler üzerinde ayrıcalıklı bir yönetim yetkisine sahip olduğunun varsayımında bulunduğu zaman, bu türden bir din; diğer dinlere tahammül edememe cüreti göstermekte veya gerçekte hakkı olmayan başka din inananlarını yargılama işine kalkışmaktadır.
134:4.4 (1487.1) Dini huzur — kardeşlik olarak; dinlerin tümü iradede dâhilinde, tüm din-kurumsal yönetim güçlerini kendilerinden arındırıp, ruhsal egemenliğin bütüncül kavramsallaşmasına tamamiyle teslim olmadıkça, hiçbir zaman var olamaz. Tek başına Tanrı ruhaniyet egemenidir.
134:4.5 (1487.2) Sizler; dinlerin tümü tüm dini egemenliği, Tanrı’nın kendisi olarak belli bir insan-ötesi düzeyine aktarmaya razı olmadıkça, din savaşları yaşamadan dinler arasında (dini özgürlük niteliğindeki) eşitliğe sahip olamazsınız.
134:4.6 (1487.3) İnsanların kalplerinde olan cennetin krallığı, dini birlikteliği yaratacaktır (bu oluşum doğrudan bir biçimde dini tek tiplilik ile sonuçlanma zorunluluğunda bulunmamaktadır); çünkü, bu tür din inananlarından meydana gelen dini toplulukların her biri, dini egemenlik halindeki — din-kurumsal yönetim gücüne dair tüm mefhumlardan uzak olacaklardır.
134:4.7 (1487.4) Tanrı ruhaniyettir; ve Tanrı, insanın kalbinde ikamet etmesi için kendi ruhani benliğine ait bir nüve vermektedir. Ruhsal olarak insanların tümü eşittir. Cennetin krallığı; toplumsal kastlardan, sınıflardan, tabakalardan ve ekonomik topluluklardan uzaktır. Sizlerin hepsi, birbirinizin kardeşidir.
134:4.8 (1487.5) Ancak, Baba olarak Tanrı’nın ruhaniyet egemenliğinizi gözden kaçırdığınız an, belli bir din, diğer dinlerin üzerinde üstünlüğünü kendinden emin bir biçimde öne sürmeye başlayacaktır; ve, bunun sonrasında, dünya üzerinde huzurun ve insanlar arasında iyi niyetin yerine, ihtilaflar, karşılıklı suçlamalar, en azından dindarlar arasında gerçekleşen bir biçimde, dini savaşlar bile ortaya çıkmaya başlayacaktır.
134:4.9 (1487.6) Birbirlerini eşit olarak değerlendiren özgür-irade-varlıkları; karşılıklı bir biçimde kendilerini, üzerlerinde ve ötelerinde bir yönetim gücü olarak belirli bir egemenlik-ötesi unsura tabi halde tanımadıklarında, er ya da geç, diğer bireyler ve topluluklar üzerinde güç ve yönetim yetkisi elde etmeye olan yetkinliklerini deneme cazibesine düşmektedirler. Eşitliğin kavramsallaşması hiçbir zaman, egemenlik-ötesindeki bütünlüğe ait bir üst-denetim etkisinin karşılıklı olarak tanınışı dışında, barış getirmemektedir.
134:4.10 (1487.7) Urmiye dindarları beraberce, dini egemenliğe dair tüm mefhumlarını bütüncül bir biçimde teslim ettikleri için, görece barış ve huzur içinde yaşamışlardı. Ruhsal olarak, onların tümü egemen bir Tanrı’ya inanmıştı; toplumsal olarak, bütüncül ve karşı gelinemez yönetim yetkisi — Kimboyton olarak — onlara başkanlık eden başkişide toplanmıştı. Onlar çok iyi bir biçimde, kendi akran öğretmenleri üzerinde üstünlükte bulunmaya kalkışan herhangi bir öğretmenin başına neyin gelebilecek olduğunu bilmekteydi. Urantia üzerinde, dini toplulukların tümü özgür irade dâhilinde kutsal iltimasa, seçilmiş insanlara ve dini egemenliğe dair tüm mefhumlarını teslim etmedikçe, hiçbir kalıcı barış mevcut olamaz. Yalnızca Baba olan Tanrı en yüce haline geldiği zaman, insanlar dini kardeşler konumuna gelip, dünya üzerinde dini barış içerisinde beraber yaşayacaklardır.
134:5.1 (1487.8) [Her ne kadar Üstün’ün Tanrı’nın egemenliğine dair öğretisi — yalnızca dünya dinleri arasında kendisi hakkındaki dinin daha sonraki ortaya çıkışı tarafından karmaşıksal bir bütünlüğe girmiş olarak — bir gerçeklik olsa da, onun siyasi egemenliğe dair sunumları çok fazlasıyla, son bin dokuz yüz yıl öncesi ve daha fazlası boyunca gerçekleşmiş milli yaşamın siyasal evrimi tarafından çetrefilli hale gelmiştir. İsa’nın dönemlerinde yalnızca, Batı’da Roma İmparatorluğu ve Doğu’da Hun İmparatorluğu olarak — iki büyük dünya gücü bulunmaktaydı; ve, bu imparatorluklar geniş bir biçimde, Aşkani krallığı ve Hazar ve Türkistan bölgeleri arasındaki diğer araziler tarafından ayrılmıştı. Bizler, bu nedenle, bir sonraki sunumda; siyasal egemenliğe dair Üstün’ün Urmiye’deki öğretilerinin özünden daha geniş bir ölçüde ayrılmış bulunmakta olup, aynı zamanda da, Mesih’den sonraki yirminci yüzyıl içinde siyasal egemenliğin evriminin sahip olduğu bu özellikle görülmemiş aşamaya uygulanabilir halde bu tür öğretilerin içerdiği anlamı tasvir etmeye girişmiş bulunmaktayız.]
134:5.2 (1487.9) Urantia üzerinde savaş, milletler sınırsız milli egemenliğin aldatıcı mefhumlarına tutunmayı sürdürdükçe, hiçbir zaman sona ermeyecektir. Yerleşik bir dünya üzerinde görece egemenliğin yalnızca iki düzeyi bulunmaktadır: bireysel faninin sahip olduğu özgür irade ve bir bütün olarak insanlığın sahip olduğu ortak egemenlik. Bireysel insan varlığın düzeyi ile insanlığın bütününün düzeyi arasında tüm topluluklar ve birliktelikler; geçici nitelikte göreceli bulunup, yalnızca — insan ve insanlık olarak — bireysel ve geleneksel büyük bütünlüğün refahı, iyi hali ve ilerleyişini geliştirmesi bakımından bir değere sahiptir.
134:5.3 (1488.1) Dini öğretmenler her zaman; Tanrı’nın ruhsal egemenliğinin, arada bulunan ve aracısal tüm ruhsal sadakatlerin üstünde olduğunu hatırlamak zorundadır. Bir gün toplum yöneticileri, En Yüksek Unsurlar’ın insanların krallıklarını yönetmekte olduğunu öğreneceklerdir.
134:5.4 (1488.2) İnsanların krallıklarındaki En Yüksek Unsurlar’ın sahip olduğu bu yönetim, fanilerin özellikle gözetilmiş herhangi bir topluluğunun ayrıcalıklı bir yararı için gerçekleşmemektedir. “Seçilmiş insanlar” gibi bir şey bulunmamaktadır. Siyasi evrimin üst-denetimcileri olarak En Yüksek Uusurlar’ın bu yönetimi, tüm insanların olabilecek en fazla sayıdaki bireyinin yararına en fazla olacak şekilde ve zamanın olabilecek en uzun süreci için hizmet etmek amacıyla tasarlanmış bir yönetimdir.
134:5.5 (1488.3) Egemenlik güç olup, örgütlenme ile büyümektedir. Siyasi gücün örgütlenişindeki bu büyüme iyi niteliğe sahip olup, yerindedir; zira, o, insanlığın tümünün sürekli genişlemekte olan birimlerini kapsama eğilimi göstermektedir. Ancak, siyasi örgütlenmelerin bu aynı büyümesi; aile olarak — siyasi gücün başlangıçsal ve doğal örgütlenişi ile tüm insanlığın sahip olduğu, onun tarafından gerçekleştirilen ve onun için yerine getirilen hükümet olarak — siyasi büyümenin nihai tamamlanışı arasındaki her ara aşamada bir sorun yaratmaktadır.
134:5.6 (1488.4) Aile topluluğu içindeki ebeveynsel güçten başlayarak, siyasi egemenlik; aileler, aynı kökenden gelen siyasi toplulukların ötesindekiler olarak — birçok nedenden dolayı kabilesel birimlere doğru bütünleşmiş hale gelen aynı kökenden gelen kavimler ile karşılaştıkça, örgütlenme ile evirilmeye uğramaktadır. Ve, bunun sonrasında, ticaret, alışveriş ve fetihler ile kabileler bir millete doğru bütünleşirken, milletlerin kendileri zaman zaman imparatorluk çatısı altında bütünleşir.
134:5.7 (1488.5) Egemenlik küçük topluluklardan büyük topluluklara geçtikçe, savaşlar azalmaktadır. Bu, küçük milletler arasındaki küçük çaplı savaşların azalmakta olduğu anlamına gelir; ancak, milletlerin sahip olduğu egemenlik artış gösteren bir biçimde genişlediğinde, daha büyük savaşların potansiyeli artmaktadır. Yakın bir zaman içinde, dünyanın tümü keşfedildiğinde ve tümünde ikamet edildiğinde, milletler az, kuvvetli ve güçlü olduğunda, bu büyük ve varsayıldığı haliyle egemen milletlerin sınırları birbirine komşu hale geldiğinde, yalnızca okyanuslar onları ayırdığında, bunun sonrasında, koşullar, dünyasal boyutlu çatışmalar olarak büyük çaplı savaşlar için hazır hale gelecektir. Tarafınızdan egemen olarak adlandırılan milletler, çatışmalar yaratmadan ve savaşlara neden olmadan barışçıl iletişimlerde bulanamamaktadır.
134:5.8 (1488.6) Aileden tüm insanlığa kadar uzanan bir biçimde siyasi egemenliğin evrimindeki zorluk, arada kalan tüm aşamalarda görülmekte olan eylemsizliksel-direniş içinde yatmaktadır. Aileler, zaman zaman, kavimlerine karşı çıkmışlardır; bunun karşısında ise, kavimler ve kabileler sıklıkla, sınırsal devletin egemenliğini ortadan kaldırabilen nitelikte bulunmuştur. Siyasal egemenliğin her yeni ve ileri evrimi, siyasi örgütlenme içindeki öncül gelişmelerin sahip olduğu “iskele aşamaları” tarafından zor duruma düşürülmekte ve kesintiye uğratılmakta olup, bu her zaman böyle süregelmiştir. Ve, bu, bir kez harekete geçirildiği zaman, insani bağlılıklarının değiştirilmesinin zor oluşu nedeniyle gerçeklik göstermektedir. Kabilenin evrimini mümkün kılan bu aynı bağlılık, sınırsal devlet olarak — kabile-ötesi bütünlüğün evrimini güç kılmaktadır. Ve, sınırsal devletin evrimini mümkün kılan bu aynı bağlılık (vatanperverlik), tüm insanlığın hükümetinin evrimsel bir biçimde gelişimini çok fazlasıyla çetrefilli hale getirmektedir.
134:5.9 (1488.7) Siyasi egemenlik; ilk önce aile içindeki birey tarafından ve daha sonra ise kabile ve daha büyük topluluklara kıyasla aileler ve kavimler tarafından gerçekleştirilen bir biçimde, bireysel özerkliğin teslimi ile yaratılmıştır. Daha küçük siyasi örgütlenmelerden sürekli genişleyenlere uzanan bir biçimde özerliğin bu ilerleyici aktarımı, Ming ve Moğol hanedanlarının kuruluşundan beri tüm hızıyla bu şekilde ilerlemiştir. Batıda bu ilerleme, bin yıldan daha fazla bir süre boyunca; talihsiz gerici bir hareket geçici bir süreliğine bu olağan akışı, Avrupa içinde çok fazla sayıdaki küçük topluluğun, bir zamanlar ortadan kalkmış siyasi egemenliğinin yeniden kuruluşu ile tersine çevirdiği an olan ta Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yol almıştı.
134:5.10 (1489.1) Urantia; tarafınızdan adlandırıldığı haliyle bu egemen milletler, sahip oldukları egemen güçleri, insanlık hükümeti olarak — insanların kardeşliğinin ellerine ussal ve bütüncül bir biçimde bırakmadıkça kalıcı barışı memnuniyetle deneyimleyemeyecektir. Milletler Cemiyeti olarak —milletlerarası ilişkide bulunma tutumu, hiçbir zaman kalıcı barışı insanlığa getiremez. Milletlerin dünya çapındaki konfederasyonu, etkin bir biçimde küçük savaşları engelleyecek ve kabul edebilir düzeyde küçük milletleri deneyleyecektir; ancak, onlar, ne dünya savaşlarını engelleyecek, ne de, üç, dört veya beş tane güçlü hükümeti denetim altında bulundurabilecektir. Gerçek çatışmalar karşısında, bu dünya güçlerinden biri Cemiyet’den çekilip, savaş ilan edecektir. Sizler milletlerin, onlar milli egemenliğin aldatıcı salgın hastalığına yakalanır halde bulunduğu müddetçe, savaşa gitmelerini engelleyemezsiniz. Milletlerarası ilişkide bulunma tutumu, doğru yolda bir adımdır. Uluslararası bir polis kuvveti, birçok küçük çaplı savaşı önleyebilir; ancak, dünya üzerinde büyük askeri hükümetler arasındaki çatışmalar olarak, büyük savaşları engellemede etkili olamayacaktır.
134:5.11 (1489.2) (Büyük güçler olarak) gerçek anlamıyla egemen milletlerin sayısı azaldıkça, insanlık hükümetinin hem olanağı hem de ona olan ihtiyaç artmaktadır. Orada (büyük olarak) gerçekten egemen yalnızca birkaç güç bulundukça; ya milli (emperyal) üstünlük için ölüm ve kalım mücadelesine atılmak zorunda olacaklar, ya da, egemenliğin belirli ayrıcalıklarını gönüllü bir biçimde teslim ederek, tüm insanlığın asıl egemenliğinin başlangıcını oluşturacak millet-ötesi gücün olmazsa olmaz çekirdeğini yaratmak durumunda kalacaklar.
134:5.12 (1489.3) Barış Urantia’ya; tarafınızdan adlandırıldığı haliyle her egemen milletin, sahip olduğu savaşta bulunma gücünü tüm insanlığın temsili bir hükümetinin ellerine teslim etmeden gelmeyecektir. Siyasi egemenlik, dünyanın insan toplulukları içinde içkin bir niteliktedir. Urantia’nın insan topluluklarının tümü bir dünya hükümeti yarattığında, onlar bu türden bir hükümeti EGEMEN kılma hakkı ve gücüne sahiptir; ve, bu türden bir temsili veya demokratik dünya gücü dünyanın kara, hava ve deniz kuvvetlerini denetimi altında bulundurduğu zaman, dünya üzerindeki barış ve insanlar arasındaki iyi niyet hüküm sürecektir — ama bu gerçekleşene kadar değil.
134:5.13 (1489.4) On dokuzuncu ve yirminci yüzyılın önemli bir temsilini kullanmak gerekirse: Amerika Federal Birliği’nin kırk sekiz eyaleti uzun bir süreden beri huzuru keyifle deneyimlemektedir. Onlar, kendileri arasında artık hiçbir savaşta bulunmamaktadır. Sahip oldukları egemenliği federal hükümete teslim etmiş olup, savaşa karar verme hakkını deneyimlemenin sonucunda, özerkliğin aldanışlarına ait tüm hak iddialarını terk etmişlerdir. Her devlet kendi iç olaylarını düzenlerken, uluslararası ilişkilerle, gümrüklerle, göçle, askeri hususlarla veya eyaletler arası ticaret ile ilgilenmemektedirler. Ne de bireysel eyaletler kendilerini, vatandaşlık hususları ile sorumlu görmektedirler. Kırk sekiz eyalet savaşın yıkıcı etkilerinden, yalnızca federal hükümetin egemenliği bir biçimde tehlikeye düştüğü zaman muzdarip olmaktadır.
134:5.14 (1489.5) Egemenlik ve özerkliğin gerçekte doğru temeli bulunmayan ikiz kardeşsel kavramını terk etmiş olarak, bu kırk sekiz eyalet, eyaletler arası huzur ve barışı keyifle deneyimlemektedir. Böyle bir şekilde, Urantia’nın milletleri, ilgili egemenliklerini dünyanın tümü ölçeğindeki bir hükümetin ellerine özgür bir biçimde teslim ettiklerinde, barışı keyifle yaşamaya başlayacaktır. Böyle bir dünya halinde, her nasıl küçük bir eyalet olan Rhode Island Amerika Kongresi’nde tıpkı çok nüfuslu New York eyaleti veya geniş Texas gibi iki senatöre sahipse, küçük milletler büyükler kadar güçlü olacaktır.
134:5.15 (1490.1) Bu kırk sekiz eyaletin (yerel devletsel olarak) sınırlı egemenliği, insanlar tarafından ve insanlar için yaratılmıştı. Amerika Federal Birliği’nin (tüm ülke çapında milli olarak) eyalet-ötesi egemenliği, bu eyaletlerin ilk baştaki on üçü tarafından kendi çıkarları ve insanları için yaratılmıştı. Gelecekte belirli bir zaman zarfında, insanlığın gezegensel hükümetinin millet-ötesi egemenliği benzer bir biçimde, milletler tarafından kendilerinin yararına ve tüm insanların yararına oluşturulacaktır.
134:5.16 (1490.2) Vatandaşlar, hükümetlerin yararına doğmamaktadır; hükümetler, insanların yararı için oluşturulmuş ve onun için düzenlenmiş örgütlenmelerdir. İnsanların tümünün egemenliğine ait hükümet ortaya çıkmadan, siyasi egemenliğin evriminin sonu bulunmamaktadır. Tüm diğer egemenlikler; değeri bakımından göreceli, anlamı bakımından araçsal ve düzeyi bakımından bağımlı konumdadır.
134:5.17 (1490.3) Bilimsel ilerleme ile savaşlar, neredeyse ırksal olarak intiharsı hale gelene kadar gittikçe artan bir biçimde yıkıcı hale gelecektir. Daha kaç fazla dünya savaşında bulunulmalı ve daha kaç milletlerin cemiyetleri başarısız olmalı ki, insanlar, insanlığın hükümetini kurmaya gönüllü olup, kalıcı barışın nimetlerini memnuniyetle deneyimlemeye ve — dünyanın tamamındaki iyi niyet olarak — insanlar arasında iyi niyetin huzurunda gelişmeye başlasın?
134:6.1 (1490.4) Eğer bir insan — bağımsızlık olarak — özgürlüğü derinden arzularsa, bu kişi, tüm diğer insanların aynı bağımsızlığın arzusunu duymakta olduğunu hatırlamak zorundadır. Bu türden bağımsızlık-aşığı fanilerin toplulukları; her bireye aynı düzeyde özgürlüğü hak olarak verirken, aynı zamanda da, akran fanilerinin tümü için eşit derecede bir özgürlüğün gözetiminde bulunacak böyle yasalara, kurallara ve yönergelere tabi hale gelmeden barış içerisinde beraberce yaşayamaz. Eğer bir insan mutlak bir biçimde özgür olacaksa, bunun sonucunda, diğeri, bir mutlak köle haline gelmek zorundadır. Ve, özgürlüğün göreceli doğası; toplumsal, ekonomik ve siyasi olarak gerçeklik göstermektedir. Özgürlük, KANUN’un uygulanması ile mümkün kılınmış olarak, medeniyetin bir hediyesidir.
134:6.2 (1490.5) Din, insanların kardeşliğini gerçekleştirmeyi ruhsal olarak mümkün kılmaktadır; ancak, insan mutluluğunun ve verimliliğinin bu türden bir hedefi ile ilgili toplumsal, ekonomik ve siyasi olan sorunları düzenlemek insanlık hükümetini gerektirmektedir.
134:6.3 (1490.6) Tam da, dünyanın siyasal egemenliği bölünmüş halde bulunduğu ve adil olmayan bir biçimde ulus devletlerinin bir topluluğu tarafından elinde bulundurulduğu müddetçe, orada savaşlar ve — bir ulusun diğerine karşı durduğu biçimde — savaş söylentileri mevcut olacaktır. İngiltere, İskoçya ve Galler her zaman, Birleşik Krallık’a emanet eden bir biçimde ilgili egemenliklerini bırakana kadar birbirleriyle savaşmaktaydı.
134:6.4 (1490.7) Bir başka dünya savaşı; belirli bir türde federasyonu oluşturmayı, ve böylece, daha mütevazı milletler arasındaki savaşlar olarak küçük savaşları önlemek için araçsal düzeni yaratmayı, tarafınızdan adlandırılmakta olan egemen milletlere öğretecektir. Ancak, küresel savaşlar, insanlığın hükümeti yaratılana kadar mevcut hale gelmeye devam edecektir. Küresel egemenlik, küresel savaşları engelleyecektir — başka hiçbir şey buna mani olamaz.
134:6.5 (1490.8) Kırk sekiz Amerikalı özgür eyalet, barış içinde beraberce yaşamaktadır. Bu kırk sekiz eyaletin vatandaşları arasında, Avrupa’nın sürekli savaşan milletleri içinde yaşamakta olan çeşitli millet ve ırkın her bireyi bulunmaktadır. Bu Amerikalılar; neredeyse tüm dinleri, dini mezhepleri ve koca dünyanın tamamına ait inanışları temsil etmektedir; ancak yine de, burada Kuzey Amerika’da onlar, barış içerisinde beraberce yaşamaktadır. Ve, tüm bunların hepsi, kırk sekiz eyalet sahip oldukları egemenliği teslim edip, özerkliğin varsayılmakta olan haklarına dair tüm mefhumları geride bıraktıkları için mümkün hale gelebilmiştir.
134:6.6 (1490.9) Bu bir silahlanmaya veya silahsızlanma meselesi değildir. Ne de, askerlik zorunluluğu veya gönüllü askeri hizmet meselesi, dünya çapındaki barışı sağlamaya ait bu sorunlar ile ilişkilidir. Eğer siz güçlü milletlerden; çağdaş mekanik silahlanmanın her türünü ve patlayıcıların her çeşidini alacak olursanız, milli egemenliğin sahip olduğu kutsal hakka dair aldanmalarına bağlı kaldıkları müddetçe, yumruklarla, taşlarla ve sopalarla savaşacaklardır.
134:6.7 (1491.1) Savaş, insanın büyük ve vahim hastalığı değildir; savaş, bir sonuç olarak bir hastalık belirtisidir. Gerçek hastalık, milli egemenlik virüsüdür.
134:6.8 (1491.2) Urantia milletleri, gerçek egemenliği ellerinde bulundurmamışlardır; onlar hiçbir zaman, dünya savaşlarının felaketlerinden ve yıkımlarından kendilerini koruyabilecek bir egemenliğe sahip olmamıştır. İnsanlığa ait küresel hükümetin yaratımında, milletler; oluşumundan sonraki her türlü savaştan kendileri korumaya bütünüyle yetkin olabilecek, özbeöz olarak, gerçek ve kalıcı bir dünya egemenliğini mevcut bir biçimde yaratacak kadar sahip oldukları egemenliklerini bırakmamaktadırlar. Yerel hususlar yerel hükümetler tarafından idare edilecek; milli hususlar, milli hükümetler tarafından; uluslararası hususlar, küresel hükümet tarafından yönetilecektir.
134:6.9 (1491.3) Dünya barışı; antlaşmalarla, diplomasiyle, dış politikalarla, ittifaklarla, güç dengeleriyle veya milliyetçiliğe ait egemenlikler ile geçici bir süreliğine cambazlıkta bulunmakla korunamaz. Dünya kanunu oluşturulmalı ve — tüm insanlığa ait egemenlik olarak — dünya hükümeti tarafından uygulanmalıdır.
134:6.10 (1491.4) Birey, dünya hükümeti altında kıyasa gelmeyecek düzeydeki bağımsızlığa keyifle sahip olacaktır. Bugün, büyük güçlerin vatandaşları, neredeyse baskıcı bir biçimde vergilendirilmekte, düzenlenmekte ve denetlenmektedir; ve, bireysel özgürlüklere yapılmakta olan bu mevcut müdahalenin çoğu, milli hükümetler, uluslararası hususlar ile ilgili sahip oldukları egemenliği küresel hükümetin ellerine emanet etmeye gönüllü olduklarında ortadan kalkacaktır.
134:6.11 (1491.5) Global hükümet altında, milli topluluklara, asli demokrasinin sunduğu kişisel özgürlükleri gerçekleştirmenin ve onlara keyifle sahip olmanın gerçek bir olanağı sağlanacaktır. Özerkliğin yanlış olan savı sona erecektir. Para ve ticaretin küresel düzenlenişi ile, dünya çapındaki barışın yeni bir dönemi ortaya çıkacaktır. Yakın bir zaman içinde küresel bir dil evirilebilir; ve, orada en azından, gelecekte bir gün küresel bir dine — veya küresel bir bakış açısına sahip dinlere — sahip olmanın bir umudu ortaya çıkacaktır.
134:6.12 (1491.6) Ortaklaşa gerçekleştirilen güvenlik, ortaklık tüm insanlığı içine dâhil etmedikçe barışı hiçbir zaman hiçbir zaman sağlayamaz.
134:6.13 (1491.7) Temsili insanlık hükümetinin sahip olduğu siyasi egemenlik, dünyaya kalıcı barışı getirecektir; ve, insanlığın ruhsal kardeşliği sonsuza kadar, insanların tümü arasında iyi niyeti teminat altına alacaktır. Ve, aracılığı ile dünya üzerinde barışın ve insanlar arasında iyi niyetin gerçekleştirilebileceği başka hiçbir yol bulunmamaktadır.
* * *
134:6.15 (1491.8) Kimboyton’un ölümünden sonra oğulları, huzurlu bir fakülteyi idare etmede büyük zorluklarla karşılaşmıştı. İsa’nın öğretilerinin sonuçsal etkileri, eğer Urmiye fakültesine katılmış olan daha sonraki Hıristiyan öğretmenleri daha fazla bilgelik ve daha fazla hoşgörü göstermiş olsalardı, çok daha büyük olurdu.
134:6.16 (1491.9) Kimboyton’un en büyük oğlu, Philadelphia’daki Abner’e yardım için başvurmuştu; ancak, Abner’in tercih ettiği öğretmenler o kadar talihsiz olmuştu ki, esneklik göstermez ve tavizde bulunmaz çıkmışlardı. Onlar hiçbir zaman, sıklıkla kervancı başının dersleri olarak adlandırdıkları anlatımların İsa’nın kendisi tarafından verilmiş olduğunu akıllarının ucundan geçirmemişlerdi.
134:6.17 (1491.10) Kafa karışıklığı fakülte içinde artınca, üç kardeş mali desteklerini geri çekti; ve, beş yıl sonra okul kapandı. Daha sonra, o, bir Mitraik mabet olarak tekrar açılmış olup, nihai olarak, kendinden geçici kutlamalarının bir tanesi ile ilişkili biçimde ortaya çıkmış halde tamamiyle yandı.
134:7.1 (1492.1) İsa Hazar Denizi’ne olan yolculuğundan geri döndüğünde, dünya seyahatlerinin yakın bir süre içinde tamamlanacak oluşunu bilmekteydi. O Filistin’in dışına yalnızca bir ilave ziyarette bulunmuştu, ve bunu ise Suriye’ye gerçekleştirmişti. Kapernaum’a kısa bir yolculukta bulunduktan sonra, ziyaret etmek için birkaç günlüğüne uğrayarak Nasıra’ya gitmişti. Nisan ayının ortasında, o, Nasıra’dan Sur için ayrılmıştı. Buradan, Sidon’da birkaç günlüğüne vakit geçiren bir biçimde, kuzeye seyahat etmişti; ancak, onun nihai istikameti Antakya’idi.
134:7.2 (1492.2) Bu sene, İsa’nın Filistin ve Suriye boyunca yalnız başına dolaşımının yılıydı. Bu yolculuk yılı boyunca o, ülkenin farklı kısımlarında şu çeşitli isimler ile tanınmıştı: Nasıralı marangoz, Kapernaumlu gemi ustası, Şamlı kâtip ve İskenderiyeli öğretmen.
134:7.3 (1492.3) Antakya’da İnsan Evladı, iki aydan daha fazla bir süreyi; çalışarak, gözlemleyerek, inceleyerek, ziyaretlerde bulunarak, hizmet vererek ve bunları gerçekleştirirken de bir yandan, insanın nasıl yaşadığını, düşündüğünü, hissettiğini ve insan mevcudiyetine ait çevreye nasıl tepkide bulunduğunu öğrenerek geçirmişti. Bu sürecin üç haftası boyunca o, bir çadır ustası olarak çalışmıştı. İsa Antakya’da, bu yolculukta ziyaret etmiş olduğu herhangi bir yerden daha fazla kalmıştı. On yıl sonra, Havari Pavlus Antakya’da duyurusunu gerçekleştirdiğinde ve takipçilerinin Şamlı kâtibin inanış savları hakkındaki konuşmalarını duyduğunda, öğrencilerinin Üstün’ün kendisine ait olan sesi duymuş ve onun öğretileri dinlemiş olduğunu hiç de bilmemekteydi.
134:7.4 (1492.4) Antakya’dan, İsa, birkaç haftalığına durmuş olduğu Kayserya sahili boyunca Yafa’ya kadar inen bir biçimde güneye hareket etmişti. Yafa’dan o; Yavne, Aşdod ve Gazze’ye giden bir biçimde içerilere seyahat etmişti. Gazze’den, iç yolu kullanarak bir hafta kalmış olduğu yer olan Beerşeba’ya gitmişti.
134:7.5 (1492.5) İsa daha sonra, güneydeki Beerşeba’dan kuzeyde bulunan Dan’a giderek Filistin’in kabine doğru hareket eden bir biçimde, bireysel bir şahıs niteliğinde son gezisine başlamıştı. Bu kuzeye doğru olan seyahatte Hebron’da, (doğumunu yaşadığı yer olan) Beytüllahim’de, Kudüs’de (ki bu sefer Bethani’ye uğramamıştır), Beeroth’da, Lebonah’da, Sychar’da, Shechem’de, Samarya’da, Geba’da, En-Gannim’de, Endor’da ve Madon’da durmuştu; Mecdel ve Kapernaum’dan geçerek kuzeye hareket etmişti; ve, Hula Vadisi’nin doğusundan geçerek Karahta üzerinden Dan’a, veya bir diğer ismiyle Kayserya-Philippi’ye gitmişti.
134:7.6 (1492.6) İkamet eden Düşünce Düzenleyicisi bu aşamada İsa’yı; insanların yerleşim bölgelerinden kaçınıp, sahip olduğu insani aklı üzerindeki üstünleşimini bitirmesine ve dünya üzerindeki hayat görevinin geride kalan kısmına bütüncül bir biçimde adanmayı gerçekleştirme sorumluluğunu tamamlayabilmesi için Hermon Dağı’na kendisini götürmesine yönlendirmişti.
134:7.7 (1492.7) Bu, Urantia üzerindeki Üstün’ün dünya yaşamında en olağandışı ve olağanüstü dönemlerden bir tanesiydi. Bir diğer ve oldukça benzer olanı, vaftizinin hemen sonrasında Pella yakınındaki tepelerde tek başına olduğunda yaşadığı deneyimdi. Bu Hermon Dağı’ndaki tecrit dönemi, onun tamamiyle insani olan sürecinin sonlanışını simgelemişti; bu insani süreç, fani bahşedilişin teknik sonlanışı anlamına gelirken, daha sonraki tecrit ise, bahşedilişinin daha kutsal olan fazının başlangıcını simgelemektedir. Ve, İsa, Hermon Dağı’nın eteklerinde altı hafta boyunca Tanrı ile beraber yaşadı.
134:8.1 (1492.8) Kayserya-Philippi’nin yakınında belirli bir vakit harcadıktan sonra İsa erzaklarını hazırlamıştı; bir yük hayvanı ayarlayıp ve Tiglat isminde bir ufaklığı ile anlaşarak o, Şam yolu boyunca, Hermon Dağı’nın eteklerinde zaman zaman Beit Jenn olarak da adlandırılmış bulunan bir köye ilerledi. Burada, M.S. 25.yılda, Ağustos ayının ortasına yakın bir zamanda, kendisine ait merkezi oluşturdu; ve, erzaklarını Tiglat’ın gözetimine bırakarak, dağın ıssız yamaçlarına çıkışını gerçekleştirdi. Tiglat İsa’ya bu ilk gün; deniz seviyesinden yaklaşık 1850 metre yukarına bulunan, içine Tiglat’ın iki haftada bir yiyecek bırakacağı bir taş kileri inşa ettikleri yer olan belirlenmiş bir noktaya kadar dağda eşlik etmişti.
134:8.2 (1493.1) Tiglat’dan ayrıldıktan sonraki ilk gün, İsa dua etmek için durduğunda, dağda yukarı doğru ancak küçük bir yol ilerlemişti. Babası’ndan rica ettiği diğer şeyler arasında, koruyucu yüksek meleğin “Tiglat ile beraber” durması için kendisinden uzaklaştırılışı bulunmaktaydı. O, fani mevcudiyetin gerçeklikleriyle olan son mücadelesine yalnız başına yüzleşmesine izin verilmesini istedi. Ve, onun talebi kabul edildi. O bu büyük sınava, yalnızca ikamet eden Düzenleyicisi’nin rehberliğinde ve yardımında girdi.
134:8.3 (1493.2) İsa, dağda iken kaynaklarının sınırlılığını bilen bir biçimde yemek yemişti; o, her türlü yiyecekten her seferinde yalnızca bir veya iki gün uzak durmuştu. Bu dağ üzerinde kendisi ile yüzleşmiş, ve ruhaniyet içinde kendisinin mücadele etmiş, ve güçle yenik uğratmış olduğu insan-ötesi varlıklar gerçek idi; onlar, Satania sistemi içinde kendilerinin baş düşmanlarıydı; onlar, düzenini yitirmiş bir aklın, gördüğü hayallerden gerçeği ayırt edemeyen, halsizleşmiş ve açlık içindeki bir faninin ussal gelgitlerinden doğan hayal ürünü şeyler değildi.
134:8.4 (1493.3) İsa, Ağustos’un son üç haftasını ve Eylül’ün ilk üç haftasını Hermon Dağı’nda geçirdi. Bu haftalar boyunca, o, akıl-anlama ve kişilik-deneyim aşamalarını kaydetmenin fani görevini tamamladı. Cennetsel Babası ile olan bütünlüğün bu süreci boyunca, ikamet eden Düzenleyici aynı zamanda, kendisine atanmış olan hizmetleri yerine getirmişti. Bu dünya yaratılmışın fani gayesi orada erişilmişti. Geriye yalnızca, akıl ve Düzenleyici uyumunun nihai fazının tamamlanması kalmıştı.
134:8.5 (1493.4) Cennet Babası ile beş haftadan fazla olan kesintisiz bütünlükten sonra, İsa mutlak bir biçimde, sahip olduğu doğasından ve zaman-mekân kişilik dışavurumunun maddi düzeyleri üzerindeki üstünlüğünün kesinliğinden emin hale gelmişti. O, sahip olduğu kutsal doğasının insan doğasının üzerinde bulunduğuna bütünüyle inanmış olup, bunu kendine güvenen bir biçimde ifade etmede çekince göstermedi.
134:8.6 (1493.5) Dağ konukluğunun sonuna doğru, İsa Babası’na; Yeşu bin Yusuf olarak İnsan Evladı konumunda, Satania düşmanları ile bir görüşmede bulunmasına izin verilip verilemeyeceğini sordu. Bu talep kabul edildi. Hermon Dağı’ndaki son hafta boyunca, evren sınavı olarak, büyük cezp ediş yaşandı. Şeytan (Lucifer’i temsil eden konumda) ve isyankâr Gezegensel Prens, Caligastia İsa’nın yanında mevcut olup, ona bütünüyle görünür kılındılar. Ve, isyankâr kişiliklerin aslına uygun olmayan temsilleri karşısında insan sadakatinin bu nihai sınavı olarak, bu “cezp ediş”; yiyecekle, mabet tepeleri veya haddini bilmez eylemler ile ilgili değildi. Bu dünyanın krallıklarıyla ilişkili değildi; ancak o, çok büyük ve ihtişamlı bir evrenin egemenliği ile ilgiliydi. Kayıtlarınızın içerdiği simgesel anlatım, dünyanın çocuksu düşüncesinin geri kalmış çağları için tasarlanmıştı. Ve, ilerleyen nesiller, İnsan Evladı’nın Hermon Dağı’ndaki büyük öneme sahip o günde ne tür bir büyük mücadeleden geçmiş olduğunu anlamalıdır.
134:8.7 (1493.6) Lucifer’in elçilerinin teklif ve karşı tekliflerinin çoğuna, İsa yalnızda şu cevabı vermişti: “Dilerim Cennet Babam’ın iradesi üstün gelir, ve sana gelince, benim isyankâr evladım, dilerim Zamanın Ataları seni kutsal bir biçimde yargılar. Ben senin Yaratan-babanım; ben seni neredeyse hiçbir biçimde adil olarak yargılayamam, ve benim bağışlamamı sen çoktan elinin tersiyle reddettin. Ben seni, daha büyük bir evrene ait Hakimler’in yargısına havale ediyorum.”
134:8.8 (1494.1) Lucifer’in vücutlaşım bahşedilişi hakkındaki başta güzel görünen tüm teklifleri olarak, tavsiye etmiş olduğu tüm tavizlere ve geçici çözümlere, İsa yalnızca tek bir cevapta bulunmuştu: “Cennet içindeki Babam’ın iradesi gerçekleştirilecektir.” Ve, bu zorlu sınav tamamlandığında, ayrılmış olan koruyucu yüksek melek İsa’nın yanına geri dönmüş olup, ona hizmet etmeye devam etmişti.
134:8.9 (1494.2) Yazın sonlarına doğru bir öğleden sonrası, ağaçlar ve doğanın sessizliği içinde, Nebadon’un Mikaili, kendi evreninin sorgulanamaz egemenliğini kazanmış oldu. Bu gün o; Yaratan Evlatlar için hazırlanmış olan, zaman ve mekânın evrimsel dünyaları üzerinde fani bedenin suretinde vücutlaşmış yaşamı bütüncül olarak yaşama sorumluluğu yerine getirmiş oldu. Bu çok önemli kazanımın evren duyurusu, aylar sonrasında olmak üzere, vaftizinin yapıldığı güne kadar gerçekleştirilmemişti; ancak, bu kazanım, gerçekten de dağdaki o gün elde edilmişti. Ve, İsa, Hermon Dağı’ndaki ikametinden aşağıya indiğinde, Satania’daki Lucifer isyanı ve Urantia üzerindeki Caligastia ayrılıkçığı neredeyse tamamen kesinliğe kavuşmuştu. İsa; kendi içinde tüm isyankârların düzeyini belirlemekte ve (eğer gerçekleşirse) bu türden tüm gelecek isyanlarla kısa süre içinde ve etkin bir biçimde yüzleşilmesini kesinleştirmekte olan, sahip olduğu evrenin egemenliğine erişmek için geriye kalmış son bedeli de ödemiş haldeydi. Bunun uyarınca, sizler tarafından İsa’nın “büyük cezp edilişi” olarak adlandırılmakta olan olayın, vaftizinden önceki bir zaman aralığında gerçekleşmiş olduğu, bu olaydan hemen sonra yaşanmadığı, görülebilir.
134:8.10 (1494.3) Dağ üzerindeki bu konukluğun sonunda, İsa aşağıya inişini gerçekleştirirken, Tiglat ile, o buluşma yerine yiyecek ile gelirken karşılaştı. Ona tekrar dönüp, yalnızca şunu söylemişti: “Dinlenme dönemi bitti; Babam’ın görevine geri dönmek zorundayım.” İsa, eşeği kendisine vererek ufaklıktan ayrıldığı yer olan Dan’a geri dönerlerken sessiz ve fazlasıyla değişmiş bir kişiydi. O bunun sonrasında, gelmiş olduğu aynı yoldan güneye, Kapernaum’a ilerledi.
134:9.1 (1494.4) Vakit bu aşamada, yaklaşık olarak günahlardan arınma döneminin ve mişkan festivallerinin zamanı olarak, yazın sonuna yakındı. İsa’nın Şabat zamanı Kapernaum’da bir aile buluşması olup, bir sonraki gün, gölün doğusuna giden ve Gerasa üzerinden ilerleyip Ürdün vadisinden aşağıya inen bir biçimde, Zübeyde’nin oğlu Yahya ile Kudüs yoluna çıktı. Yol üzerinde dostu ile bir süre vakit geçirirken Yahya, İsa’da büyük bir değişikliğin olduğunu fark etti.
134:9.2 (1494.5) İsa ve Yahya, bir sonraki sabah erkenden Kudüs’e giden bir biçimde, Lazarus ve onun kız kardeşleri ile beraber Bethani’de geceledi. Onlar şehir içinde ve etrafında neredeyse üç hafta geçirdi, en azından Yahya bunu yaptı. Günlerin birçoğunda Yahya Kudüs’e yalnız bir biçimde giderken, İsa yakın tepelerde yürümüş olup cennetteki Babası ile ruhsal bütünlüğün birçok sürecine katıldı.
134:9.3 (1494.6) Onların her ikisi de, günahlardan arınma gününün tüm ciddiyetiyle gerçekleştirilen ayinlerinde hazır bulunmuştu. Yahya, Musevilerin dini adetlerinden oluşan tüm günler içinde bu günün törenlerinden fazlasıyla etkilenmişti; ancak, İsa, düşünceli ve sessiz bir izleyici olarak kaldı. İnsan Evladı için bu sergilenenler acınası ve üzücüydü. O tüm bu olanları, cennet içindeki Babası’na ait kişiliğin ve niteliklerin yanlış temsili olarak görmekteydi. O bu günde yapılanları, kutsal adaletin gerçekleri ve sınırsız bağışlamanın gerçeklikleri üzerine bir karikatür olarak görmüştü. O, evren içinde Babası’nın derin sevgi dolu kişiliği ve bağışlayıcı tutumu hakkında asli gerçekliği duyurmayı bir an önce kendisinden çıkarmak için yanıp tutuşmaktaydı; ancak, onun aslına uygun hareket eden Görüntüleyicisi, kendi saatinin henüz gelmemiş olduğuna dair onu uyardı. Ancak, o gece, Bethani’de, İsa, Yahya’yı fazlasıyla rahatsız etmiş sayısız yorumu arkadaşçıl bir biçimde ifade etmişti; ve, Yahya, kendilerinin paylaştıkları bu ortamda İsa’nın söylemiş olduğu şeyin asli önemi hiçbir zaman bütünüyle anlamamıştı.
134:9.4 (1495.1) İsa, mişkan festivallerinin haftası boyunca Yahya ile beraber kalmayı tasarlamıştı. Bu festival, tüm Filistin’in her yıl tekrar eden tatiliydi; o, Musevilerin dinlenme dönemiydi. Her ne kadar İsa bu olayın coşkusuna bizzat katılmamış olsa da, gencin ve yaşlının rahat ve neşeli bir biçimde işlerine ara verişlerine bakarken keyif alıp, tatmin oluşu bariz bir biçimde görülmekteydi.
134:9.5 (1495.2) Kutlama haftasının ortasında ve festivaller bitmeden, İsa Yahya’dan, Cennet Babası ile daha iyi bütüncül hale gelebileceği yer olan tepelere çekilme arzusunu duymakta olduğunu söyleyerek ayrıldı. Yahya ona eşlik edecekti, ancak İsa şunu söyleyerek, kendisinin festivaller boyunca kalmasında ısrarcı oldu: “İnsan Evladı’nın yükünü taşımak senin için gerekli olan bir şey değildir; şehir huzur içinde uyurken yalnızca bekçi gece nöbetinde beklemelidir.” İsa, Kudüs’e geri dönmedi. Bethani yakınındaki tepelerde neredeyse bir hafta yalnız başına kaldıktan sonra, Kapernaum için ayrıldı. Eve olan yolda o, Kral Şaul’un canına kıydığı yer olan Gilboa’nın eteklerinde bir gün ve bir gece geçirdi; ve, Kapernaum’a ulaştığında, Kudüs’de Yahya’dan ayrıldığı zamana kıyasla çok daha neşeli göründü.
134:9.6 (1495.3) Bir sonraki sabah, İsa; Zübeyde’nin atölyesinde bulunmaya devam etmiş olan, içinde kişisel eşyalarının olduğu sandığa gitti, iş elbisesini giydi ve şunu söyleyerek, çalışmaya hazır halde kendisini sundu: “Vaktimin gelmesini beklerken, meşgul olmam herkesin yararınadır.” Ve, o, ertesi yılın Ocak ayına kadar olmak üzere, birkaç ay boyunca, tekne atölyesinde kardeşi Yakub’un yanı başında çalıştı. İsa ile birlikte çalışmanın bu sürecinden sonra, Yakub’un, İnsan Evladı’nın yaşam görevine dair anlayışını gölgeleyecek hangi şüphe gelmiş olursa olsun, o bir daha gerçek anlamıyla ve bütüncül bir biçimde, İsa’nın görevine beslediği inançtan vazgeçmemişti.
134:9.7 (1495.4) Tekne atölyesinde çalışmasının bu son dönemi boyunca, İsa vaktinin çoğunu, daha büyük bir deniz aracının iş dekorasyonu ile geçirmişti. O, kendisine ait tüm zanaat işlerinde fazlasıyla titiz olup, alkışlanacak düzeyde bir el işini tamamladığında, insan başarısından duyulan tatmini deneyimler halde görünmüştü. Her ne kadar o küçük düzeydeki önemsiz şeylere az zaman ayırırken, mesele herhangi bir girişimin temel niteliklerine geldiğinde titiz bir ustaydı.
134:9.8 (1495.5) Zaman ilerledikçe, Kapernaum’a, Ürdün vadisinde tövbekârları vaftiz ederken duyuruda bulunan Yahya isminde birinin olduğu haberi gelmişti; ve, Yahya şunu duyurmuştu: “Cennetin krallığı yakında; tövbe et ve vaftiz ol.” İsa; Yahya yavaşça, Kudüs’e olan en yakın ırmağın sığ geçidinden Ürdün vadisine olan yolunu açıp gelirken, bu söylenenlere kulak kabartmaktaydı. Ancak, İsa; aletlerini elinden bırakıp, “Vaktim geldi” diyerek bekleyişinin tamamlandığını duyurduğu ve yakın bir zaman içerisinde kendisini vaftiz edilmek için Yahya’ya sunduğu an olan, Yahya, M.S. 26.yıl olarak, ertesi yılın Ocak ayında, nehir boyunca yukarı doğru seyahat ederek Pella yakınındaki bir noktaya gelinceye kadar, tekne inşa eden bir biçimde işine devam etmişti.
134:9.9 (1495.6) Ancak, İsa’da büyük bir değişim yaşanmaktaydı. Yöre çevresinde gerçekleştirmiş olduğu ziyaretlerden ve hizmetlerden büyük keyif almış insanların az bir kısmı, daha sonrasında sürekli olarak; İsa’nın kamu öğretmeni bünyesinde, önceki yıllarda özel bir şahıs olarak tanımış ve sevmiş oldukları aynı insanı ayırt etmişti. Ve, kendisinin öncül olarak yardımının dokunduğu bireylerin, daha sonraki kamu ve yetki sahibi öğretmen konumunda İsa’yı tanımadaki başarısızlıklarının bir nedeni bulunmaktaydı. Uzun yıllar boyunca, aklın ve ruhaniyetin bu dönüşümü gelişim içerisindeydi; ve, bu gelişim, Hermon Dağı üzerindeki o büyük öneme sahip konuklukta tamamlanmıştı.
Urantia’nın Kitabı
135. Makale
135:0.1 (1496.1) VAFTİZCİ YAHYA, bir önceki yılın Nisan ayında Cebrail’in Elizabet’e vermiş olduğu söz uyarınca, M.Ö. 7.yılda, Mart’ın 25’inde dünyaya gelmişti. Beş ay boyunca Elizabet, Cebrail’in ziyaretini sır olarak saklamıştı ve, bunu eşi Zekeriya’ya söylediğinde, Zekeriya fazlasıyla sıkıntı içine düşmüş olup, ancak, Yahya’nın doğumundan yaklaşık olarak altı hafta önce görmüş olduğu olağandışı bir rüyadan sonra eşinin hikâyesine bütünüyle inanmıştı. Cebrail’in Elizabet’e olan ziyareti ve Zekeriya’nın rüyası dışında, Vaftizci Yahya’nın doğumu ile ilişkili olağandışı ve olağan-ötesi hiçbir şey gerçekleşmemişti.
135:0.2 (1496.2) Sekizinci günde, Yahya, Musevi âdetine uyarınca sünnet edilmişti. O, Kudüs’ün yaklaşık altı buçuk kilometre batısında Yehuda Şehri olarak bu günlerde bilinmekte olan küçük bir köyde, gün be gün ve yıl be yıl olağan bir çocuk olarak yetişti.
135:0.3 (1496.3) Yahya’nın öncül çocukluğunda en büyük öneme sahip olay, ebeveynleri eşliğinde, İsa ve Nasıra ailesine olan ziyaretti. Bu ziyaret, Yahya’nın bu zaman zarfında altı yaşından biraz daha büyük olduğu, M.Ö. 1.yılda, Haziran ayı içinde gerçekleşmişti.
135:0.4 (1496.4) Nasıra’dan geri döndükten sonra, Yahya’nın ebeveynleri ufaklığın düzenli eğitimine başlamıştı. Bu küçük köyde hiçbir sinagog okulu bulunmamaktaydı bir din adamı olarak Zekeriya, oldukça iyi eğitim almış haldeydi, ve Elizabet, ortalama bir Yehuda kadınından daha iyi eğitimliydi; o da, “Harun’un kızlarından” gelen bir soya ait olarak, din-adamlığı kurumunun bir parçasıydı. Yahya tek bir çocuk olduğu için, onlar, kendisinin zihinsel ve ruhsal eğitimi üzerinde büyük bir zaman harcamışlardı. Zekeriya, vaktinin büyük bir kısmını oğluna ders vererek adamayabilmesi için Kudüs’deki mabette yalnızca kısa süren ayinlerde bulunmaktaydı.
135:0.5 (1496.5) Zekeriya ve Elizabet, içinde koyun yetiştirdikleri küçük bir çiftliğe sahiplerdi. Onlar neredeyse hiçbir biçimde, bu arazi üzerinden geçimlerini sağlayamamıştı ancak, Zekeriya, din-adamlığına ayrılmış olan tapınak kaynaklarından düzenli bir destek almaktaydı.
135:1.1 (1496.6) Yahya’nın on dört yaşında mezun olacağı hiçbir okulu bulunmamaktaydı ancak, onun ebeveynleri bu seneyi, resmi Nazir andında bulunması için uygun yıl olarak seçmişlerdi. Bunun uyarınca, Zekeriya ve Elizabet oğullarını, Lut Gölü’nün aşağısında bulunan Engedi’ye götürdü. Burası, Nazir kardeşliğinin güney ana merkeziydi; ve, orada, ufaklık bu düzeye, olması gerektiği gibi ve tüm ciddiyetiyle katıldı. Bu törenlerden, ve, bilinci kaybettiren tüm içeceklerden uzak durmanın, vücudun her türlü tüyünü uzatmanın ve ölüye dokunmaktan sakınmanın sözlerinde bulunduktan sonra, aile; Yahya’nın, bu Nazire yeminlerinde bulunanlar için gerekli olan bağışında bulunmayı huzurunda tamamladığı yer olan Kudüs’e geçti.
135:1.2 (1496.7) Yahya, Samson ve tanrı-elçisi Samuel olarak, görkemli öncüllerine içirilmiş olan aynı yaşam antlarında bulunmuştu. Bir yaşam Naziri, arındırılmış ve kutsal bir kişilik olarak görülürdü. Museviler bir Nazir’e, neredeyse, yüksek bir din-adamına gösterilen saygı ve huşu ile bakmaktaydı ve, bu durum, yaşam boyunca kutsal bir biçimde adanmış olan Nazirler’in, en başından beri, yüksek din-adamları haricinde, mabet içindeki en kutsal olan yerlere girmelerine izin verilmiş tek topluluk olması dolayısıyla, garip değildi.
135:1.3 (1497.1) Yahya Kudüs’den eve, babasının koyunlarına bakmak ve soylu bir karaktere sahip güçlü bir insan haline gelen bir biçimde büyümek için geri dönmüştü.
135:1.4 (1497.2) On altı yaşına geldiğinde, Yahya, İlyas hakkında yapmış olduğu okumaların bir sonucu olarak, Karmel Dağlı tanrı-elçisinden fazlasıyla etkilenmiş olup, onun kıyafet tarzını benimsemeye karar vermişti. Bu günden itibaren, Yahya her zaman, deri bir kuşağın çevrelediği tüylü bir elbise giymişti. On altı yaşında, bir metre seksen santimden uzun ve neredeyse tamamen büyümüş haldeydi. Dalgalı saçıyla ve alışık olunmayan türdeki elbisesiyle, o gerçekten de, resmi çizilesi bir gençti. Ve, onun ebeveynleri, söz verilmiş bir evlat ve yaşam boyu bir Nazir olarak, bu, tek olan oğullarından büyük şeyler beklemekteydi.
135:2.1 (1497.3) Birkaç ay süren bir hastalıktan sonra, Zekeriya, Yahya on sekizini henüz yeni geçmişken, M.S. 12.yılda Temmuz ayında yaşamını yitirdi. Bu Yahya için fazlasıyla utandırıcı bir dönemdi, çünkü Nazir yemini bir ölüyle olan iletişimi, kişinin kendi ailesi bile olsa yasaklamaktaydı. Her ne kadar Yahya, ölünün tecrit edilişi ile ilgili verdiği yeminin sınırlamalara uymaya çabalamışsa da, Nazir düzeyine tamamiyle itaatkâr bulunduğu konusunda kuşku duymuştu; bu nedenle, babasının defnedilişinden sonra, kadınların bahçesindeki Nazir köşesinde arınması için feda sunumlarında bulunduğu yer olan Kudüs’e gitmişti.
135:2.2 (1497.4) Bu yılın Eylül ayında, Elizabet ve Yahya, Meryem ve İsa’yı ziyaret etmek için bir yolculukta bulunmuşlardı. Yahya, yaşam görevinde yeni bir şeyde bulunak için aklını daha yeni hazır hale getirmişti; ancak, o, yalnızca İsa’nın sözleriyle değil aynı zamanda onun oluşturmuş olduğu örnek ile, eve geri dönmesi, annesine bakması ve “Yaratıcı’nın vaktinin gelişini” beklemesi yönünde uyarılmıştı. Bu keyifli ziyaretin sonunda İsa ve Meryem’e elveda ettikten sonra, Yahya, Ürdün vadisindeki vaftiz olayına kadar İsa’yı bir daha görmemişti.
135:2.3 (1497.5) Yahya ve Elizabet evlerine geri dönüp, gelecek için tasarımlarda bulunmaya başladılar. Yahya tapınak kaynaklarından kendisinin alacaklı olduğu din-adamlığı desteğini kabul etmeyi reddettiği için, onlar iki yılın sonunda, evleri hariç her şeylerini yitirmişlerdi; böylece, onlar, koyun sürüsüyle birlikte güneye gitmeye karar vermişlerdi. Bunun uyarınca, Yahya’nın yirminci yaşında olduğu yaz, Hebron’a olan taşınmalarına şahit olmuştu. Tarafınızdan “Yehuda’nın derinlikleri” olarak adlandırılan yerde Yahya, Engedi’de Lut Gölü’ne dökülen büyük bir nehre bağlı bir ırmak boyunca koyunlarını yetiştirdi. Engedi sakinlerinin bu topluluğu; yalnızca yaşam boyu Nazarileri’ni ve onların belli bir süreliğine kutsal olarak adanmış bireylerinden değil, bu bölgede sürüleri ile toplanmış ve Nazari kardeşliği ile dostane biçimde bütünleşmiş olan katı münzevi hayatını tercih etmiş sayısız diğer sürü sahiplerinden oluşmaktaydı. Onlar yaşamlarını, koyun yetiştirerek ve varlıklı Museviler’in bu düzeye vermiş olduğu hediyelerle idame ettirmişlerdi.
135:2.4 (1497.6) Zaman ilerledikçe, Yahya, Hebron’a daha az sıklıkla geri dönerken, Engedi’ye daha sık gerçekleşen ziyaretlerde bulunmaktaydı. O Nazariler’in çoğunluğundan o kadar bütüncül bir biçimde farklıydı ki, bu kardeşlik ile sosyal olarak bütünleşmek ona oldukça zor gelmekteydi. Ancak, o, Engedi topluluk sakinlerinin sayılan önderi ve başı olan Abner’i fazlasıyla beğenmekteydi.
135:3.1 (1497.7) Bu küçük ırmağın vadisi boyunca, Yahya; içinde, koyunlardan ve keçilerden oluşan sürülerini izleyebileceği ve onları gözetleyebileceği, taşların üst üste konulmasından oluşmuş kaya sığınakları ve gece ağıllarından bir düzineden fazla inşa etmişti. Yahya’nın bir çoban olarak yaşamı, kendisine düşünmek için büyük bir zaman tanımıştı. O fazlasıyla; Şabat ayinleri için Engedi’ye indiği zamana ek olarak Hebron’a annesini görmek ve koyun satmak için ziyaretlerde bulunduğunda sürülere bakan, ve kendisinin de bir biçimde evlat edinmiş olduğu, Beth-zur’lu öksüz bir ufaklık olan Ezda ile konuşmaktaydı. Yahya ve genç; koyun eti, keçi sütü, yaban balı ve bu bölgenin yenilebilen çekirgeleriyle beslenen bir biçimde, oldukça basit bir hayat yaşamıştı. Onların bu, sürekli tekrar eden yiyecek listesi, zaman zaman Hebron ve Engedi’den getirilmiş olan erzaklarla desteklenmişti.
135:3.2 (1498.1) Elizabet Yahya’yı sürekli olarak, Filistin’de ve dünyada yaşananlar hakkında bilgilendirmekteydi; ve, onun, eski dünya düzeni sonlanmak üzere olduğunda vaktinin hızla yaklaşmakta olduğuna dair yargısı gittikçe derinleşti; kendisinin, “cennetin krallığı” olarak, yeni bir çağın yaklaşımının habercisi haline gelecek olduğuydu. Bu keskin hatlara sahip olan çoban, Danyal Peygamber’e ait yazıtları fazlasıyla benimsemiş bir eğilim göstermekteydi. O; Babil’den başlayarak, daha sonra Fars, Yunan ve nihai olarak Roma imparatorluğuna kadar dünyanın büyük krallıklarının tarihini temsil etmiş olan, zamanında ilk olarak Zekeriya’nın kendisine anlatmış olduğu, Danyal’ın tasviri olan büyük rüyayı bin kere okumuştu. Yahya; Roma’nın hali hazırda, temelleri sağlam ve kuvvetli bir bütünlük içerisinde bulunan bir imparatorluk haline gelemeyecek düzeyde çok uluslu insan topluluklardan ve ırklardan meydana geldiğini görmüştü. O, Roma’nın bu dönemde bile, Suriye, Mısır, Filistin ve diğer vilayetler halinde bölünmüş olduğuna inanmıştı ve, bunun sonrasında o şu metni daha ilgili bir biçimde okumuştu: “bu kralların zamanlarında, cennetin Tanrısı, hiçbir zaman yıkılmayacak olan bir krallığı kuracaktır. Ve, bu krallık, başka bir insan topluluğun olmayacak, ama bahse konu bu krallıkların tümünü parçalara ayırıp, onları yok edecektir; ve, o sonsuza kadar varlığını sürdürecektir.” “Ve, ona; egemenlik ve ihtişam, ve, tüm insan topluluklarının, milletlerin ve dillerin kendisine hizmet etmesi gereken bir krallık verilmişti. Onun egemenliği, geçmeyecek biçimde, sonsuza kadar sürecek bir egemenliktir; ve, onun krallığı hiçbir zaman yok edilmeyecektir.” “Ve, krallık ve egemenlik, ve tüm cennet altında bu krallığın yüceliği; krallığı sonsuza kadar sürecek bir krallık olan ve tüm egemenliklerin kendisine hizmet ve itaat etmesi gereken, En Yüksek Unsur’un azizlerinin sahip olduğu insanlara verilecektir.”
135:3.3 (1498.2) Yahya, hiçbir zaman; İsa hakkında ebeveynlerinden duyduklarının ve Yazıtlar’da okumuş olduğu bu metinlerin yarattığı kafa karışıklığını bütüncül bir biçimde aşmaya yetkin olamamıştı. Danyal’da şunu okumuştu: “Ben gece rüyalarımda, bir de ne olsun, İnsan Evladı gibi cennetin bulutlarıyla gelmiş birini gördüm, ve bu kişiye egemenlik ve ihtişam ve krallık verilmişti.” Ancak, tanrı-elçisinin bu sözleri, ebeveynlerinin kendisine öğretmiş olduğu şeyler ile uyuşmamaktaydı. Ne de o İsa ile, on sekiz yaşındayken gerçekleştirdiği ziyaret sürecinde, Yazıtlar’da geçen bu ifadeler üzerine konuşmuştu. Bu kafa karışıklığına rağmen, yaşadığı şaşkınlık süreci boyunca annesi Yahya’yı uzak kuzeni olan Nasıralı İsa’nın gerçek Mesih olduğu, onun Davud’un tahtında oturmak için gelmiş olduğunu ve kendisinin (Yahya’nın) İsa’nın öncül habercisi ve başlıca destekçisi haline geleceği üzerine teskin etmişti.
135:3.4 (1498.3) Roma’nın ahlaki olmayan davranışları ve ahlak yoksunu niteliğininkine ek olarak imparatorluğun ahlakı görmezden gelişi ve ahlak bakımından kısır koşulları hakkında duymuş olduğu şeylerden, Hirodes Antipa ve Yehuda’nın valilerinin kötü eylemlerinden bildikleri kadarıyla, Yahya, çağın sonunun gelmekte olduğuna inanma eğilimine sahipti. Doğanın bu keskin hatlara sahip ve soylu çocuğuna göre, dünya, cennetin krallığı olarak — insan çağının sonu ve yeni ve kutsal çağın başlangıcı için hazırdı. Yahya’nın kalbinde, kendisinin eski tanrı-elçilerinin sonuncusu ve yenilerinin ilki olduğuna dair bir his büyümüştü. Ve, o önemli derecede, yola çıkıp, tüm insanlara şunu duyurmak için büyüyen bir arzuyla yanıp tutuşur haldeydi: “Tövbe et! Tanrı ile doğru olana gel! Sona hazırlan; cennetin krallığı olarak, dünya olaylarının yeni ve ebedi düzeyinin ortaya çıkışı için kendinizi hazırlayın.”
135:4.1 (1499.1) M.S. 22.yılda, Ağustos ayının 17’sinde, Yahya yirmi sekiz yaşındayken, annesi aniden yaşamını yitirdi. Kişinin kendi ailesini bile içine alır halde ölümle iletişimde bulunmaya dair Nazir düzeyinin sınırlamalarının bilincinde olarak Elizabet’in arkadaşları, Yahya’ya göndermeden önce Elizabet’in defnedilişi için tüm düzenlemeleri gerçekleştirmişlerdi. Annesinin ölüm haberini alınca, Yahya Ezda’ya, sürülerini Engedi’ye götürmesini emredip, Hebron’un yolunu tutmuştu.
135:4.2 (1499.2) Annesinin cenazesinden Engedi’ye geri dönerken, sürülerini kardeşliğe sunup, bir mevsim boyunca, süresince oruç tutan ve dua eden bir biçimde elini dış dünyadan çekmişti. Yahya yalnızca, kutsallığa olan eski yaklaşım yöntemlerini bilmekteydi; o sadece, İlyas, Samuel ve Danyal gibilerinin kayıtlarını bilmekteydi. İlyas, onun bir tanrı-elçisine dair idealiydi. İlyas, İsrail’in bir tanrı-elçisi olarak görülebilecek öğretmenlerinin ilkiydi; ve, Yahya gerçekten de, İlyas’ın cennetin bu uzun ve görkemli kuşağının ilki olduğuna inanmaktaydı.
135:4.3 (1499.3) İki buçuk yıl boyunca Yahya Engedi’de yaşamıştı ve, o kardeşliğin çoğunu, “çağın sonunun çok yakında olduğuna” ikna etmişti; “cennetin krallığı yakın bir zamanda ortaya çıkacak”idi. Ve, onun öncül öğretilerinin tümü; Musevi milletinin, Musevi-olmayan yöneticilerin baskısından söz verilmiş kurtarıcısı halindeki, bugünün Musevi düşüncesine ve Mesih kavramsallaşmasına dayanmaktaydı.
135:4.4 (1499.4) Bu süreç boyunca, Yahya, Nazire düzeyinin Engedi evinde bulmuş olduğu kutsal yazıtların büyük bir kısmını okumuştu. O özellikle, bahse konu bu döneme göre en yakın zamanda gelmiş tanrı-elçileri olarak, İlyas ve Malaki’den etkilenmişti. O, İlyas’ın kitabının son beş kısmını tekrar tekrar okumuş olup, bu kâhinlere inanmıştı. Bunun sonrasında o, Malaki’nin şu metnini okurdu; “Dikkatlice bak, Koruyucu’nun büyük ve korku duyulası günü gelmeden önce size peygamber İlyas’ı göndereceğim; ve, o, benim yeryüzüne gelip, dünyayı bir lanet ile cezalandırmamam için, babaların kalplerini çocuklara ve çocukların kalplerini babalarına döndürecektir.” Ve, başlı başına Malaki’nin bu sözü, İlyas’ın bünyesinde korku içindeki Yahya’nın, krallığın gelmekte oluşunu duyurmak için atılmasından ve yaklaşmakta olan gazaptan kaçmaları için akran Musevileri’ni ikna etmeye çalışmasından geri dönmesini sağlardı. O, İlyas olmadığını bilmekteydi. Malaki ne demek istemişti? Kehanet birebir gerçeği mi anlatmaktaydı, yoksa mecazi bir anlamı mı ifade etmekteydi? Gerçeği nasıl bilebilirdi? O sonunda; tanrı-elçilerinin ilki İlyas olarak adlandırıldığı için, bilinecek sonuncusunun da, nihai olarak, aynı isimle çağrılacağını düşünmeye cüret etti. Yine de, o, kendisini bir kez dahi olsun İlyas olarak adlandırmasına engel olmaya yeterli kuşkular olarak, şüphelere sahipti.
135:4.5 (1499.5) Yahya’nın, çağdaşlarının günahlarına ve ahlaki olmayan davranışlarına karşı doğrudan ve hiçbir sakınca görmeyen saldırı yöntemlerini üstlenmesine neden olan şey İlyas’ın etkisiydi. O İlyas gibi giyinmeye çalıştı ve, İlyas gibi konuşmaya çaba sarf etti; her bir dış yönden, o, eskilerin tanrı-elçisi gibiydi. O, doğanın böyle bir gözü kara ve resmi çizilesi evladıydı, doğruluğun böyle bir korkusuz ve cüretkâr duyurucusuydu. Yahya okuma yazması olmayan biri değildi, Musevi kutsal yazıtlarını oldukça iyi bilmekteydi; ancak, neredeyse hiçbir biçimde kültürel olarak yetişmemiş haldeydi. O açık bir düşünür, güçlü bir konuşmacı ve ateşli bir eleştiriciydi. O neredeyse hiçbir biçimde, çağı için bir örneği oluşturmaktaydı ancak, o, bu çağa karşı etkileyici bir itirazdı.
135:4.6 (1499.6) En sonunda o, Tanrı’nın krallığı olarak yeni bir çağı duyurmanın yöntemini oluşturdu; o, kendisinin Mesih’in habercisi haline geleceğinde nihai olarak karar kıldı tüm kuşkuları atıp, bir kamu duyurucusu olarak kısa ancak muhteşem sürecine başlamak için M.S. 25.yılda, Mart ayının bir gününde Engedi’den ayrıldı.
135:5.1 (1500.1) Yahya’nın iletisini anlamak için, eylem sahnesine çıkmış olduğu dönemdeki Musevi insanlarının düzeyi esas alınmalıdır. Yaklaşık olarak yüz yıl boyunca, tüm İsrail bir kafa karışıklığı içerisindeydi; onlar, Musevi-olmayan derebeyi yöneticileri altındaki aralıksız süregelen itaatkâr durumlarını açıklayamamaktaydılar. Musa, doğruluğun her zaman refah ve güç ile ödüllendirildiğini öğretmemiş miydi? Onlar Tanrı’nın seçilmiş insan topluluğu değiller miydi? Neden Davud’un tahtı terk edilmiş halde ve boş durmaktaydı? Musa inanç-savlarının ve tanrı-elçilerinin yönergeleri ışığında, Museviler, uzun süredir devam etmekte olan mili umutsuz durumlarını açıklamakta zorluk çekmekteydi.
135:5.2 (1500.2) İsa ve Yahya’nın dönemlerinden yaklaşık olarak yüz yıl önce, kıyamet-güncüler olarak, Filistin’de dini öğretmenlerin yeni bir okulu oluşmuştu. Bu yeni öğretmenler zamanla; milletin günahları için bir cezayı ödemekte olduklarının temelinde, Museviler’in çekmiş oldukları sıkıntıları ve yaşadıkları küçük düşürülmeyi açıklayan bir inanış sistemi geliştirdiler. Onlar, eski dönemlerin Babil ve diğer tutsaklıklarını açıklamaya bağlanmış çok iyi bilinen gerekçelere geri dönmüşlerdi. Ancak, kıyamet-güncüler böyle düşünürlerken, İsrail’in metin olması gerektiğini söylemekteydiler; başlarına gelmiş sıkıntının günleri neredeyse sonlanmaktaydı Tanrı’nın seçilmiş insan topluluğunun terbiyesi bitmek üzereydi; Tanrı’nın Musevi-olmayan yabancılara karşı sabrı tükenmekteydi. Roma idaresinin sonu; bu çağın sonu, ve bir bakımdan, dünyanın sonu ile eş anlama gelmekteydi. Bu yeni öğretmenler fazlasıyla, Danyal’ın tahminlerine dayanmaktaydı ve, onlar tutarlı bir biçimde, yaratımın nihai aşamasına geçmekte olduğunu öğretmişlerdi; bu dünyanın krallıkları, Tanrı’nın krallığı haline gelmek üzereydi. Dönemin Musevi aklı için bu, hem Yahya hem de İsa’nın öğretileri boyunca geçmekte olan — cennetin krallığı olarak — bahse konu fazın içermiş olduğu anlamdı. Filistin Musevileri için “cennetin krallığı” ifadesi, sadece tek bir anlama gelmekteydi: içinde, Tanrı’nın (Mesih’in) yeryüzünün milletlerini, “Senin iraden yeryüzünde, gökyüzünde olduğu gibi yerine getirilecektir” ifadesinde olduğu gibi — tıpatıp gökyüzünde gerçekleştirdiği haliyle gücün kusursuzluğunda yönettiği mutlak bir nitelikteki doğru devlet idi.
135:5.3 (1500.3) Yahya’nın döneminde, tüm Museviler bekler bir halde şu soruyu sormaktaydı: “Ne kadar yakın zaman içerisinde krallık gelecek?” Musevi-olmayan milletlere ait idarenin sonunun yaklaşmakta olduğuna dair genel bir his bulunmaktaydı. Musevi topluluğunun tamamı boyunca, çağlardır duyulmakta olan arzunun nihai bir biçimde gerçekleşiminin, bu neslin yaşam süreci içinde ortaya çıkacağına dair canlı bir ümit ve kararlı bir beklenti mevcuttu.
135:5.4 (1500.4) Her ne kadar Museviler, gelmekte olan krallığın doğası üzerindeki tahminlerinde fazlasıyla farklılık göstermiş olsa da, bu olayın yaklaşmakta olduğuna, çok yakın olduğuna, hatta bugün veya yarın gerçekleşeceğine dair inanışlarında tıpatıp aynılardı. Eski Ahit’i okumuş olan birçok kişi, kelimenin tam anlamıyla, Filistin’de yeni bir kralı, düşmanlarından kurtulmuş ve Kral Davud’un varisi olan, ve kısa bir süre içerisinde tüm dünyanın haklı ve doğru yöneticisi olarak tanınacak, Mesih’in önderliğindeki yenilenmiş bir Musevi milletini bekler bir halde aramıştı. Her ne kadar daha küçük olsa da, dindar Museviler’in diğer bir topluluğu, Tanrı’nın bu krallığına dair çok fazlasıyla farklı olan bir görüşü benimsemişti. Onlar, gelen krallığın bu dünyada olmadığını, dünyanın kendisine ait belirli bir sona yaklaşmakta olduğunu ve “yeni bir gökyüzü ve yeni bir yeryüzünün” Tanrı’nın krallığının oluşumundan önce ona işaret eder halde ortaya çıkacağını öğretmişlerdi; bu krallık sonsuza kadar sürecek olan bir egemenlik olacaktı, günah sona erecekti ve bu yeni krallığın vatandaşları sonsuz mutlulukları keyifle deneyimler halde ölümsüz olacaklardı.
135:5.5 (1500.5) Herkes, dünya üzerinde bu yeni krallığın kuruluşunun öncesinde kökten gerçekleşecek belirli bir ayrıştırma veya saflaştırma disiplinin gerekecek oluşunda hem fikirdi. Bunu kelimenin tam anlamıyla görenler, inanmayanların tümünü ortadan kaldırmakla sonuçlanacak dünya-çapındaki bir savaşı öğretmişlerdi; bunun karşısında ise, inananların evrensel ve ebedi olan bir zaferi kolayca elde edeceklerine inanmaktalardı. Ruhaniyet temelinde bakanlar ise; doğru olmayanları fazlasıyla hak etmiş oldukları cezalandırılmanın ve nihai yok oluşun düzeyine indirecek, aynı zamanda da, seçilmiş insan topluluğuna ait inanmakta olan azizleri, Tanrı’nın adıyla kurtarılmış milletleri yönetecek İnsan Evladı’nın onurunun ve yönetim yetkisinin yüksek düzeylerine çıkaracak olan Tanrı’nın büyük yargısıyla ortaya çıkacağını öğretmişlerdi. Ve, adı geçen bu son topluluk, yeni krallığın akran topluluğuna birçok dindar Musevi-olmayanın kabul edilebileceğine bile inanmaktaydı.
135:5.6 (1501.1) Musevilerden bazıları, Tanrı’nın muhtemel bir biçimde bu yeni krallığı doğrudan ve kutsal müdahale ile oluşturabileceği görüşünü benimsedi; ancak, çok büyük bir çoğunluk, Mesih olarak belirli bir temsilci aracılığı ile araya gireceğine inanmıştı. Ve, bu, Yahya ve İsa’nın nesline ait Museviler’in akıllarında, Mesih kavramının içerebileceği tek mümkün anlamdı. Mesih herhangi bir biçimde, sadece Tanrı’nın iradesini öğretmiş veya doğru yaşamın gerekliliğini duyurmuş olan birine karşılık gelmemekteydi. Tüm bu kutsal bireylere, Museviler tanrı-elçisi unvanını vermişlerdi. Mesih, bir tanrı-elçisinden çok daha fazlası olacaktı Mesih, Tanrı’nın krallığı olarak, yeni krallığın oluşumunu sağlayacaktı. Bunu gerçekleştirmede başarısız olan herhangi bir kişi, geleneksel Musevi duyuşu bakımından Mesih olamazdı.
135:5.7 (1501.2) Bu Mesih kim olabilirdi? Tekrar edilmesi gerekirse, Musevi öğretmenler farklılık göstermekteydi. Yaşça büyük olanlar, Davud’un oğluna dair inanç savına bağlı haldeydiler. Yeni olanlar; yeni krallık bir cennetsel krallık olduğu için, yeni yöneticinin, uzunca bir süredir cennette Tanrı’nın sağ kolunda oturmuş olan biri halinde, bir kutsal kişilik de olabileceğini öğretmişlerdi. Ve, garip görünebilirse de, yeni krallığın yöneticisini bu şekilde düşünmüş olanlar, kendisini; sadece bir insan olarak, bir insan Mesih’i halinde değil, ancak, yeni hale getirilmiş dünyanın yöneticiliğini bu şekilde üstlenmek için uzunca bir süredir bekler konumda tutulmakta olan bir cennetsel Prens olarak — bir Tanrı Evladı halindeki — “İnsan Evladı” konumunda görmüşlerdi. Bu, Yahya “Tövbe et, cennetin krallığı yakın!” biçiminde duyurusunda bulunduğunda, Musevi dünyasının dini arka planıydı.
135:5.8 (1501.3) Yahya’nın gelmekte olan krallığa dair duyurusunun, kendisinin tutkulu duyurusunu dinlemiş olanların akıllarında yarım düzineden az olmayan farklı anlama sahip oluşu böylece açığa çıkmaktadır. Ancak, Yahya’nın kullandığı ifadelere hangi anlamı yakıştırdıklarından bağımsız olarak, Musevi krallığını beklemekte olanlara ait bu çeşitli topluluğun her biri; dinleyicilerinden fazlasıyla dini ciddiyet içerisinde “gelecek gazaptan kaçmalarını” talep eden, doğruluğun ve tövbenin bu içten, istekli ve henüz yeterince seçkin olmayan ancak olumlu bir şeyi gerçekleştiren duyurucunun duyurmuş oldukları şeylere ilgi duymuşlardı.
135:6.1 (1501.4) M.S. 25.yılda, Mart ayının başında, Yahya, Yeşu ve İsrail çocuklarının söz verilmiş topraklara ilk girdiklerinde geçmiş olduğu ilk çağ sığ ırmağı olan, Eriha’nın karşısındaki Ölü Deniz’in batı sahili etrafında Ürdün nehrine kadar seyahat etmişti; ve, nehrin diğer tarafına geçerek, o, sığ ırmağa olan girişin yakınında kendisini yerleşik hale getirmiş olup, nehir boyunca geliş ve gidiş yönünde geçmekte olan insanlara duyurusunda bulunmaya başladı. Bu, Ürdün geçişlerinin tümü içinde en sık gerçekleştirilmiş olanıydı.
135:6.2 (1501.5) Yahya’yı duymuş olanların tümü için, kendisinin bir duyurucudan fazlası olduğu barizdi. Yehuda’nın derinliklerinden gelmiş olan bu tuhaf kişiyi dinleyenlerin çok büyük bir kısmı, bir tanrı-elçisinin sesini duymuş olduklarına inanan bir biçimde ayrılmışlardı. Bu ümitsiz ve bekler haldeki Musevilerin ruhlarının, bu türden bir olgu karşısında derince bir biçimde etkilenmelerine şaşmamak gerekir. Musevi tarihinin tümü içinde İbrahim’in dindar çocukları hiçbir zaman, bundan daha fazla “İsrail’in acılarının dinmesini” arzulamamış veya bundan daha tutkun bir biçimde “krallığın eski haline getirilişinin” beklentisi içinde olmamışlardı. Musevi tarihinin tümü içinde Yahya’nın “cennetin krallığı yakında” iletisi, hem de o kadar gizemli bir biçimde Ürdün ırmağının bu güney geçişinin kıyısında ortaya çıkarken, bu kadar derin ve evrensel bir ilgide bulunamazdı.
135:6.3 (1502.1) O, Amos gibi, sürücülükten gelmekteydi. Eskinin İlyas’ı gibi giyinmiş olup, uyarılarını hararetle söyleyip, geleceğe dair olumsuz yaşanacakları “İlyas’ın ruhaniyeti ve gücüyle” yağdırmıştı. Yolcular Ürdün boyunca onun duyurusuna dair haberleri dışa doğru taşırlarken, bu tuhaf duyurucunun tüm Filistin boyunca kudretli bir devinim yaratması şaşırtıcı değildir.
135:6.4 (1502.2) Bu Nazir duyurucusunun gerçekleştirmiş olduğu eylemlerde daha da başka, yeni bir nitelik bulunmaktaydı. O, “günahların bağışlanması için” Ürdün’deki inananlarının her birini vaftiz etmişti. Her ne kadar vaftizde bulunma Museviler arasında yeni bir tören olmamışsa da, onlar hiçbir zaman, Yahya’nın bu aşamada kullandığı biçimde uygulandığını görmemişlerdi. Bu uygulama uzunca bir süredir, yakın zamanda Museviliği benimsemiş olan yabancıların mabedin dış bahçesi topluluğuna kabul edilişinde kullanılmaktaydı ancak, hiçbir zaman Museviler’in kendilerinden, tövbenin vaftizine başvurmaları istenmemişti. Yahya’nın duyurusuna ve vaftizine başladığı an ile Hirodes Antipa’nın emriyle tutuklanması ve hapsedilişi arasında yalnızca on beş ay geçmişti; ancak, bu kısa süre içinde o, yüz binden fazla tövbekârdan fazlasını vaftiz etmişti.
135:6.5 (1502.3) Yahya, kuzeye Ürdün vadisine olan çıkışından önce Bethani sığ ırmak geçişinde dört ay duyuruda bulunmuştu. Bazıları meraklı ancak çoğu samimi ve ciddi olan on binlerce dinleyici, Yehuda, Perea ve Samaria’nın tüm bölgelerinden kendisini dinlemek için gelmişti. Hatta birkaç kişi Celile’den bile gelmişti.
135:6.6 (1502.4) Bu yılın Mayıs ayında, Yahya hala vaktini Bethani sığ ırmak geçişinde geçirmekteyken, din-adamları ve Leviler, onun kendisini Mesih olarak ilan edip etmediğini sormak için bir araştırma heyeti göndermişlerdi. Yahya bu sorulara şunu söyleyerek yanıt vermişti: “Gidin ve sizden sorumlu olan üstlerinize söyleyin ki, ‘Tanrı’nın yolunu hazırlayın, Tanrımız için onu dümdüz yapın’ diyen bir tanrı-elçisinin sözü olarak ‘ıssızlarda haykırmakta olan birinin sesini’ duyduğunuzu söyleyin. Her vadi doldurulup, her dağ ve tepe dümdüz hale getirilecek; inişli çıkışlı araziler bir düzlük haline gelirken, engebeli yerler pürüzsüz bir vadi olacak; ve, her beden, Tanrı’nın kurtuluşunu görecek.”
135:6.7 (1502.5) Yahya cengâver ancak ince düşünce ve tasarıma sahip olmayan bir duyurucuydu. Ürdün nehrinin batı kıyısında duyurusunu ve vaftizini gerçekleştirdiği bir gün, Ferisiler’den bir topluluk ve Sadukiler’den belli bir sayıdaki kişi Yahya’ya gelip, vaftiz için kendisini sundular. Onların suya batımlarını yönlendirmeden önce, bu kalabalığa bir topluluk olarak hitaben şunu söylemişti: “Sizi, engerek yılanlarının ateşi görüp kaçışı gibi, gelen gazaptan kaçmanızı kim uyardı? Ben sizleri vaftiz edeceğim, ancak eğer günahlarınız bağışlanırsa, içten tövbeye layık meyveleri vermeniz konusunda sizleri uyarıyorum. O İbrahim’in babanız olduğunu söylemeyin bana. Ben, İbrahim’e layık çocukları yetiştirmenizden önce Tanrı’nın burada on iki taştan aynısını yapabilmeye muktedir olduğunu haykırıyorum. Ve, şimdi bile balta, ağaçların tam da köklerinde durmaktadır. İyi meyveyi vermeyen her ağaç, kesilmeye ve ateşe verilme nihai sonuna sahiptir.” (Bahsedilen on iki taş, söz verilmiş topraklara ilk girişlerinde tam da bu noktada “on iki kabilenin” geçişini anmak için Yeşu tarafından oluşturulmuş meşhur hatırlatıcı taşlardı.)
135:6.8 (1502.6) Yahya takipçileri için; süresi boyunca, yeni yaşamlarının detayları hakkında bilgilendirmede bulunduğu ve birçok sorularını cevaplamaya çalıştığı dersler vermişti. O öğretmenlere, öğretimlerini, kanunda yazılanlara ek olarak ruhaniyet hakkında da gerçekleştirmelerini tavsiye etmişti. O, zenginin fakiri beslemesini öğretmişti; vergi toplayıcılarına şunu söylemişti: “Sizlere söylenenden fazlasını zorla almayın.” Askerlere şunu söylemişti: “Zorbalık yapmayın ve hiçbir şeyi doğru olmayan biçimlerde talep etmeyin — aylıklarınızla tatmin olun.” Bunun yanında da herkese şunun tavsiyesinde bulunmuştu: “Çağın onu için hazırlanın — cennetin krallığı yakında.”
135:7.1 (1503.1) Yahya hala, gelen krallık ve onun krallı hakkında kafası karışık düşüncelere sahipti. Daha fazla duyurdukça, kafası daha karışık hale gelmişti; ancak, gelen krallığın doğasına dair bu ussal belirsizlik, hiçbir zaman, krallığın doğrudan bir biçimde ortaya çıkışının kesinliğine dair yargısını en ufak ölçüde bile azaltmadı. Aklı içinde Yahya bocalamış olabilirdi, ancak ruhaniyeti içerisinde bu hiçbir zaman olmadı. O, gelmekte olan krallığa dair hiçbir kuşkuyu taşımamaktaydı ancak, o, İsa’nın bu krallığın yöneticisi olup olmayacağından hiç de emin değildi. Yahya, Davud’un tahtının yeniden kurulacağına dair düşünceyi benimsediği müddetçe, ebeveynlerinin, Davud’un Şehri’nde doğmuş olan İsa’nın uzun süredir beklenilmekte olan kurtarıcı oluşuna dair öğretileri tutarlı görünmüştü; ancak, daha çok, bir ruhsal krallığa ve dünya üzerinde zamansal çağın sonuna dair inanç-savlarına yönelmiş olduğu zamanlarda, o oldukça ciddi bir biçimde, İsa’nın bu türden olaylarda alacağı role dair kuşku içerisindeydi. Zaman zaman o her şeyi sorgulamıştı, ancak bu uzunca bir süreliğine gerçekleşmemişti. O gerçekten de, bunu kuzeni ile başından sonuna konuşabilmeyi arzulamıştı ancak, bu, kelimelere dökmüş oldukları anlaşmaya tezat nitelikteydi.
135:7.2 (1503.2) Yahya kuzeye doğru seyahat ederken, İsa hakkında fazlasıyla düşünmüştü. Ürdün vadisine doğru çıkarken bir düzineden fazla yerde durmuştu. Takipçilerinin “Sen Mesih misin?” şeklinde sormuş olduğu doğrudan soruya yanıt olarak “benden sonra gelecek başka biri var” şeklindeki ilk atfı Âdem’de yaşanmıştı. Ve, Yahya, buna ek olarak şunları söylemişti: “Arkamdan, giydiği sandalları önünde eğilip, çözmeye layık olmadığım, benden daha büyük biri gelecek. Ben sizleri su ile vaftiz etmekteyim; o ise sizi Kutsal Ruhaniyet ile vaftiz edecek. Ve, onun küreği, buğdayın diğer otlardan ayrıldığı yerinde baştan sona temizlemek için elindedir; ancak, diğer otlar, yargının ateşi ile tamamiyle yanıp kül olacaktır.”
135:7.3 (1503.3) Takipçilerinin sorularına yanıt halinde Yahya; öncül ve şifreli “Tövbe et ve vaftiz ol” iletisine kıyasla yardımcı ve teselli edici daha fazla içeriği katan bir biçimde, öğretilerini genişletmeye devam etti. Bu zaman zarfında, Celile ve Dekapolis’den kalabalıklar gelir haldeydi. Samimi inananların çok sayıdaki bir kısmı, hayran oldukları öğretmen ile günlerce vakit geçirmişti.
135:8.1 (1503.4) M.S. 25.yılın Aralık ayında, Yahya, Ürdün vadisine çıkan yolculuğu üzerinde Pella yakınlarına ulaştığında, ünü tüm Filistin boyunca yayılmış bir halde olup, yaptığı şeyler Celile gölü çevresindeki kasabaların tümünde insanların konuştuğu başlıca konu haline gelmişti. İsa, Yahya’nın iletisi hakkında olumlu görüş belirtmiş bir haldeydi; ve, bu, Kapernaum’dan olan birçok kişinin Yahya’nın tövbe ve vaftiz inanışına katılışına sebebiyet vermişti. Zübeyde’nin balıkçı çocukları Yakub ve Yahya, Pella yakınında duyuruculuğunu üstlenişinden kısa bir süre sonra olarak, Yahya’nın bulunduğu bölgeye Aralık ayında inmiş olup, kendilerini vaftiz için sunmuşlardı. Onlar Yahya’yı haftada bir kez görmeye gitmiş olup, göçebe duyurucunun yaptıklarına dair raporları ilk elden sundular.
135:8.2 (1503.5) İsa’nın kardeşleri Yakub ve Yude, vaftiz için Yahya’nın yanına inmekten bahsetmişlerdi; ve, bu aşamada, Yude Şabat ayinleri için Kapernaum’a uğramış olarak, hem o hem de Yakub, İsa’nın sinagogdaki verdiği konuşmayı dinledikten sonra, tasarımları hakkında İsa’nın tavsiyesini almaya karar verdi. Bu, M.S. 26.yılda, Ocak ayının 12’nci gününde, Cumartesi akşamı yaşanmıştı. İsa onlardan, yanıtını vereceği vakit olarak, ertesi güne kadar onların bu konu hakkında kendisiyle konuşmasını ertelemelerini rica etti. İsa o gece, cennetteki Babası ile yakın birliktelik içerisinde bulunarak çok az uyumuştu. O, kardeşleri ile beraber öğlen yemeği yemeyi ve Yahya tarafından gerçekleştirilmekte olan vaftiz ile ilgili tavsiyesinde bulunmayı planlamıştı. O Pazar sabahı İsa, her zamanki gibi tekne atölyesinde çalışmaktaydı. Yakub ve Yude öğlen yemeği için gelmiş olup, henüz öğlen paydosunun vakti gelmediği için kereste odasında İsa’yı beklemekteydiler; ve, onlar, İsa’nın bu gibi hususlarda oldukça düzenli olduğunu biliyorlardı.
135:8.3 (1504.1) Öğlen paydosundan hemen önce, İsa aletlerini bıraktı, çalışma kıyafetini çıkardı, ve kendisiyle birlikte aynı odada bulunan üç çalışana yalnızca “Vaktim geldi” diyerek duyurusunda bulundu. Kardeşleri Yakub ve Yude için dışarı çıktığında, tekrar ederek, “Vaktim geldi — hadi Yahya’ya gidelim” dedi. Ve, onlar derhal, yolculukları üzerinde öğlen yemeklerini yiyerek Pella için yola çıktı. Bu gün, Ocak ayının 13’ü, Pazar günüydü. Onlar, Ürdün vadisinde gece için durmuş olup, Yahya’nın vaftiz yerine bir sonraki günün öğlen sularında varmışlardı.
135:8.4 (1504.2) Yahya, günün adaylarını vaftiz etmeye yeni başlamıştı. Tövbekârların çok sayıdaki kişisi, Yahya’nın duyurmakta olduğu gelen krallığın inananları haline gelmiş samimi erkek ve kadınların bu kuyruğunda İsa ve iki kardeşi yerlerini alırken, sıralarını bekler halde ayakta durmaktaydılar. Yahya öncesinden, Zübeyde’nin oğullarına İsa’nın yaptıklarını soruyordu. O, İsa’nın kendi duyurusu hakkındaki yorumlarını duymuş olup, her gün İsa’nın, bunu gerçekleştirmekte olduğu yere gelişini beklemekteydi; ancak, Yahya İsa’yı, vaftiz adayları sırasında karşılamayı beklemiyordu.
135:8.5 (1504.3) Ruhsal olarak dönüşmek isteyen bu kadar büyük sayıdaki kişiyi hızlı bir biçimde vaftiz etmenin detaylarıyla fazlasıyla meşgul halde, Yahya, İnsan Evladı tam önünde durana kadar kafasını kaldırıp sıra içinde İsa’yı görmemişti. Yahya İsa’yı tanıdığı zaman, törenlere bir dakikalığına ara verilmişti; bu arada o beden içindeki kuzenini selamlayıp, “Ama neden selam vermek için neden suyun içine kadar geliyorsun?” diye sordu. Ve, İsa, “Senin vaftizini almak için” şeklinde cevap verdi. Yahya: “Ama benim senin tarafından vaftize ihtiyacım var. Neden bana geldin?” karşılığını verdi. Ve, İsa Yahya’ya şunları fısıldadı: “Bana şimdilik izin ver; zira, ikimizin bunu, burada benimle birlikte bekleyen kardeşlerim için bu örneği oluşturmamız, ve, insanların vaktimin gelmiş olduğunu bilebilmesi için yapmamız gerekmektedir.”
135:8.6 (1504.4) İsa’nın sesinde, bir kesinlik ve yönetim gücü tonu bulunmaktaydı. Yahya, M.S. 26 yılında, Ocak ayının 14’üncü günü, Pazartesi öğleni Ürdün nehrinde Nasıralı İsa’yı vaftiz etmek için hazırlanırken, yoğun hislerle titremekteydi. O böylece, İsa ve onun Yakub ve Yude isimlerindeki kardeşlerini vaftiz etmişti. Ve, Yahya bu üçünü vaftiz ettiğinde, vaftizlere ertesi günün öğle vakti devam edeceğini bildirerek o günlüğüne diğerlerini geri çevirmişti. İnsanlar ayrılırlarken, suda hali hazırda bekleyen dört kişi garip bir ses duymuştu; ve, kısa bir süre sonra, İsa’nın tam başının üstünde bir anlığına doğa-ötesi bir şey görünmüş olup, bir sesin şunu söylediğini duydular: “Bu, kendisinden oldukça tatmin olduğum sevgili evladımdır.” İsa’nın çehresine oldukça büyük bir değişiklik gelmişti; ve, sudan sessizce çıkarken, doğunun tepelerine doğru giden bir biçimde onlara elveda etti.
135:8.7 (1504.5) Yahya İsa’yı annesinin ağzından birçok kez duymuş olarak, Cebrail’in, daha ikisi de doğmadan önce annesine gerçekleştirmiş olduğu ziyaretin hikâyesini anlatabilecek kadar yakın mesafeden takip etmişti. O, şunu söyledikten sonra İsa’nın yoluna devam etmesine izin vermişti: “Şimdi kesin bir biçimde bilmekteyim ki, sen o Kurtarıcı’sın.” Ancak, İsa hiçbir cevapta bulunmadı.
135:9.1 (1505.1) Yahya, (onun bu aşamada kendisiyle beraber aynı yerde sürekli kalan yirmi beş ila otuz arasında değişen) takipçilerine geri döndüğünde onları, daha yeni İsa’nın vaftizi sürecine gerçekleşmiş olan şeyler üzerinde konuşur halde, istekli bir görüş alışverişi içerisinde bulmuştu. Onlar; Yahya’nın bu aşamada, İsa’nın doğumundan önce Cebrail’in Meryem’e olan ziyaretinin hikâyesini, ve aynı zamanda, bunu ona söylediğinde İsa’nın kendisine hiçbir şey söylemeyişini anlattığında daha da şaşkınlık içerisine düşmüşlerdi. Bu akşam hiç yağmur yağmamıştı, ve otuz veya daha fazla kişiden oluşan bu topluluk, yıldızların aydınlattığı gece boyunca uzun uzun konuşmuştu. Onlar, İsa’nın nereye gitmiş olduğunu ve kendisini tekrar ne zaman göreceklerini merak etmişlerdi.
135:9.2 (1505.2) Bu günün deneyimlenmesinden sonra, Yahya’nın duyurusu, gelmekte olan krallık ve beklenen Mesih hakkında bildirimin yeni ve belirli detayların içeriğine sahip oldu. İsa’nın geri dönmesini bekler halde, bu kırk günü öylece geçirmek gergin bir zamandı. Ancak, Yahya, büyük bir güç ile duyurusuna devam etmiş olup, takipçileri bu zaman zarfında, Ürdün nehrinde Yahya’nın etrafını çevrelemiş olan taşan kalabalıklara duyuruda bulunmaya başladı.
135:9.3 (1505.3) Bu kırk günlük bekleyiş sürecinde, birçok söylenti, şehrin dışına ve hatta Tiberya ve Kudüs’e kadar yayılmıştı. Binlerce kişi, meşhur Mesih olarak, Yahya’nın yerleşkesinde ilgi çekici yeni yeri görmeye gelmişti; ancak, İsa, ortalarda yoktu. Yahya’nın takipçileri Tanrı’nın bu garip adamının tepelere doğru gitmiş olduğunu ısrarla söylediğinde, birçokları anlatılmış olan hikâyesinin tümü hakkında kuşku duydu.
135:9.4 (1505.4) İsa’nın kendilerinden ayrılışından yaklaşık olarak üç hafta sonra, Kudüs’de bulunan din-adamları ve Ferisiler’den yeni bir görevlendirilmiş heyet Pella’daki olay yerine ulaştı. Onlar Yahya’ya doğrudan bir biçimde, kendisinin İlyas veya Musa’nın söz vermiş olduğu tanrı-elçisi olup olmadığını sordu; ve, Yahya “Ben değilim” deyince, onlar “Sen Mesih misin?” sorusunu soracak kadar cüretkâr davrandı ve, Yahya onların sorusuna “Ben değilim” şeklinde yanıt verdi. Bunun sonrasında Kudüs’den gelen bu kişiler şunu söylemişti: “Eğer sen İlyas değilsen, ne tanrı-elçisi, ne de Mesih isen, o zaman neden insanları vaftiz edip, tüm bu kargaşaya neden oluyorsun?” Ve, Yahya şöyle yanıtladı: “Kim olduğumu duymak beni duymuş ve vaftizimi almış kişilere özel olmalıdır; ancak, şunu sizlere resmi bir biçimde bildirmek isterim ki, ben su ile vaftizde bulunurken, aramızda, Kutsal Ruhaniyet ile sizleri vaftiz etmek için geri gelecek biri bulunmaktadır.”
135:9.5 (1505.5) Bu kırk gün, Yahya ve onun takipçileri için zor bir süreçti. Yahya’nın İsa ile olan ilişkisi ne olmalıydı? Yüzlerce soru tartışılmak için ortaya çıkmıştı. Siyasi hesaplar ve kişisel çıkarlar su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Mesih’e dair çeşitli fikirler ve kavramsallaşmalar etrafında yoğun konuşmalar artmaktaydı. O bir askeri önder veya bir Davudi kral mı olacaktı? O, Yeşu’nun Kenaniler topluluğunu cezalandırdığı gibi, Roma ordularını cezalandıracak mıydı? Yoksa o, bir ruhsal krallığı oluşturmaya mı gelmişti? Yahya aksi bir biçimde, bir azınlık topluluğu ile hem fikir olarak, İsa’nın; her ne kadar, cennet krallığının bu kurulum görevinin tam da neyi içereceğine dair aklında net bir görüşe hiç de sahip olmasa da, cennetin krallığını kurmaya geldiğine kadar vermişti.
135:9.6 (1505.6) Yahya’nın deneyiminde zorlu günler yaşanmış olup, o İsa’nın geri dönüşü için dua etmişti. Yahya’nın takipçilerinden bazıları, ayrılıp İsa’yı bulmak amacıyla küçük izcilik birimleri örgütlemişti; ancak, Yahya bunu, şunu söyleyerek yasaklamıştı: “Vakitlerimiz, cennetin Tanrısı’nın ellerindedir; o, kendi seçtiği Evladı yönlendirecektir.”
135:9.7 (1505.7) Yahya’nın birliktelikleri, sabah öğünlerini yerlerken, kuzeye doğru yukarı bakışlarını çevirip, İsa’nın kendilerine gelmekte olduğunu dikkatlice gördüklerinde, Şubat’ın 23’ü, erken Şabat sabahı idi. İsa onlara yaklaşırken, Yahya büyük bir kaya üzerinde durmakta olup, haşmetli sesini yükselterek şunu söylemişti: “Dünyanın kurtarıcısı, Tanrı’nın Evladı’na dikkatlice bakın! Bu kişi, ‘Arkamdan, benden daha öncedir var olduğu için önümde tercih edilmiş biri gelecek’ dediğim kişidir. Bu nedenle, ben, cennetin krallığının yakında olduğunu bildirerek, tövbekârlığı duyurmak ve suyla vaftiz etmek için ıssızlıktan geldim. Ve, şimdi, sizleri Kutsal Ruhaniyet ile vaftiz edecek biri gelmekte. Ve, ben, bu kişiye doğru alçalmakta olan kutsal ruhaniyeti dikkatlice görmüş, ve Tanrı’nın bildirici ‘Bu, kendisinden oldukça tatmin olduğum sevgili evladımdır’ sesini duymuş bulunmaktayım.”
135:9.8 (1506.1) İsa Yahya ile birlikte yemek için otururken, diğerlerinden yemeklerine geri dönmelerini istemişti; bu arada, onun kardeşleri Yakub ve Yude hali hazırda Kapernaum’a dönmüşlerdi.
135:9.9 (1506.2) Bir sonraki günün sabahı erken vakti, İsa, Celile’ye geri dönen bir biçimde, Yahya ve onun takipçilerine elveda etti. O, onların kendisini tekrar ne zaman göreceğine dair hiçbir şey söylememişti. Yahya’nın kendi duyurusu ve görevi hakkındaki sorguları karşısında İsa yalnızca şunu söylemişti: “Babam seni, geçmişte olduğu gibi, şimdi ve gelecekte yönlendirecektir.” Ve, bu iki büyük şahıs o sabah, beden içinde bir daha birbirlerini selamlamamış olarak, Ürdün nehrinin kıyılarında ayrılmıştı.
135:10.1 (1506.3) İsa Celile’ye kuzeye doğru gitmiş olduğu için, Yahya, gelmiş olduğu yoldan geri dönen bir biçimde güneye doğru hareket etmesi gerektiğini hisseti. Bunun uyarınca, Mart ayının 3’ünde, Pazar sabahı, Yahya ve onun takipçilerinin geriye kalan kısmı güneye doğru yolculuklarına başladılar. İsa’nın doğrudan takipçilerinin yaklaşık olarak dörtte biri bu zaman zarfı içerisinde, İsa’nın arında Celile için ayrılmış halde bulunmaktaydı. Yahya’nın üzerinde, kafa karışıklığının getirdiği bir üzüntü bulunmaktaydı. O hiçbir zaman, İsa’yı vaftiz etmeden önceki gibi duyurusunu gerçekleştirememişti. O bir şekilde, gelen krallığa ait sorumluluğun artık omuzlarında olmadığını hissetmekteydi. Görevinin neredeyse bitmiş olduğunu hissetmişti; o çöküntü içerisinde ve yalnızdı. Ancak, o, duyurusunda bulunmuş, vaftizini yapmış ve güneye doğru hareket etmişti.
135:10.2 (1506.4) Âdem köyünün yakınında, Yahya birkaç hafta vakit geçirmişti; ve, burada, Hirodes Antipa’nın bir başkasının eşini kanunsuz bir biçimde alışına dair çok dikkate değer bir eleştiride bulunmuştu. Bu yılın (M.S. 26 yılının) Haziran ayı sonunda Yahya, geçmiş bir yıldan fazla bir süre önce krallığın gelişini duyurmuş olduğu yer olan, Ürdün nehrinin Bethani geçidine geri dönmüştü. İsa’nın vaftizini takip eden haftalarda, Yahya’nın duyuruşunun niteliği, kademeli bir biçimde, insanların geneli için bir bağışlama bildirisine doğru dönüşürken, yolsuz siyasetçiler ve dini yöneticileri yenilenmiş bir yoğunlukta kötülemekteydi.
135:10.3 (1506.5) Sahibi olduğu topraklarda Yahya’nın duyuruşunu gerçekleştirmiş olduğu, Hirodes Antipa, Yahya ve onun takipçilerinin bir isyanı başlatmaları korkusuyla tetikte bekler hale gelmişti. Bunların tümü uyarınca, Hirodes, Yahya’yı hapse atmaya karar verdi. Böylece, Haziran ayının 12’si sabahı çok erken bir vakit, çok fazla sayıda kişi duyuruyu dinlemek ve vaftize şahit olmak için gelmeden önce, Hirodes’in muhbirleri Yahya’yı tutukladı. Haftalar geçip ve o serbest bırakılmazken, birçoğu İsa’nın takipçilerine katılmak için Celile’ye giden bir biçimde, takipçileri tüm Filistin’e dağıldı.
135:11.1 (1506.6) Yahya, hapishanede yalnız ve bir şekilde acı bir deneyime sahip oldu. Takipçilerinin çok az sayıdaki bir kısmının kendisini görmesine izin verilmişti. O İsa’yı görmeyi derinden arzulamaktaydı, ama İnsan Evladı’nın inananları haline gelmiş olan onun bu takipçileri aracılığıyla İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu şeyleri duymakla tatmin olmak zorundaydı. O sıklıkla, İsa ve onun kutsal görevi hakkında şüpheye düşme çekiciliğine kapılmıştı. Eğer İsa gerçekten Mesih ise, neden kendisini bu dayanılmaz tutsaklıktan kurtarmak için herhangi bir şey yapmamıştı? Bir buçuk yıldan daha fazla bir süredir, Tanrı’nın yaban topraklarına ait olan bu keskin hatlara sahip adam, bu hor görülesi zindana atılmıştı. Ve, bu deneyim, onun İsa’ya olan inancının ve sadakatinin büyük bir sınavıydı. Gerçekten de bu deneyimin tümü, Yahya’nın Tanrı’ya bile olan inancının büyük bir sınavıydı. Birçok sefer o, kendi görevi ve deneyiminin gerçekliğine bile şüphe duyma çekiciliğine kapılmıştı.
135:11.2 (1507.1) Hapiste bulunduğu birkaç ayın sonrasında, takipçilerinden oluşan bir topluluk kendisine gelip, İsa’nın kamu eylemlerini haber ettikten sonra şunu söylemişti: “İşte görüyorsun ya, Öğretmenimiz, yukarı Ürdün nehrinde seninle birlikte olan kişi serpilmekte ve kendisine gelen herkesi kabul etmekte. O, Roma için vergi toplayan Musevilerle ve günahkârlarla bile yemek yemekte. Sen ona cesur bir biçimde kefil oldun, ama gel gör ki, onu senin kurtuluşunu gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmıyor.” Ancak, Yahya, arkadaşlarına şöyle yanıt verdi: “Bu kişi, cennetteki Babası tarafından kendisine izin verilmedikçe hiçbir şey yapamaz. ‘Ben Mesih değilim, ama ben, ona zemin hazırlamak için önceden gönderilmiş kişiyim’ dediğimi oldukça iyi hatırlayacaksınız.’ Ve, ben bunu gerçekleştirdim. Geline sahip olan kişi damattır; ancak, onun yanında duran ve onun söylediklerine şahit olan damadın arkadaşı, damadın sesinden fazlasıyla mutluluk duymaktadır. Bu, benim neşem, böylelikle yerine gelmiştir. O artmakta, ama ben azalmak zorundayım. Ben bu dünyaya ait olup, iletimimi bildirdim. Nasıralı İsa dünyaya cennetten gelmekte olup, hepimizden üst bir konumdadır. İnsan Evladı Tanrı’dan inmiş olup, Tanrı’nın sözlerini size bildirecektir. Cennet içindeki Baba kendi öz Evladına, ruhaniyeti ölçüsüyle vermemektedir. Baba Evladı’nı derinden sevmekte olup, yakın bir zaman içinde her şeyi, bu Evlad’ın ellerine verecektir. Evlad’a inanan kişi, ebedi yaşama sahiptir. Ve, söylediğim bu sözler gerçek ve kalıcıdır.
135:11.3 (1507.2) Takipçiler Yahya’nın resmi bir biçimde görüşünü açıklayışı karşısında o kadar hayretler içine düşmüşlerdi ki, onun yanından sessizce ayrılmışlardı. Yahya da fazlasıyla gerilmişti; zira, o, dilinden bir kehanetin çıktığını fark etmişti. Bir daha hiçbir zaman, Yahya, İsa’nın görevi ve kutsallığına dair bütüncül bir kuşku duymadı. Ancak, Yahya için; İsa’nın kendisine hiçbir söz göndermemiş, kendisini görmeye gelmemiş ve kendisini hapishaneden kurtarmak için büyük olan gücünün bir kısmını bile kullanmamış olması acı bir hayal kırıklığıydı. Ancak, İsa, bunların hepsini bilmekteydi. O, Yahya için çok derin bir sevgiyi beslemekteydi; ancak, bu aşamada kutsal doğasının farkında, ve, bu dünyadan ayrıldığında Yahya için büyük şeylerin hazırlanmakta olduğunun bütünüyle bilincinde, ve aynı zamanda da, Yahya’nın dünya üzerindeki görevinin tamamlanmış olduğunun bilgisine sahip olarak, kendisini, büyük duyurucu-tanrı-elçisinin sahip olduğu sürecin doğal bir biçimde sonlanışına karışmamak için kısıtlamıştı.
135:11.4 (1507.3) Hapishanedeki bu uzun bekleyiş, insani bir biçimde katlanılamaz nitelikteydi. Ölümünden tam da birkaç gün önce, Yahya tekrar, şu sorunların cevabını öğrenmek isteyerek İsa’ya güvendiği elçileri göndermişti: “Benim görevim bitti mi? Neden hala hapishanede tutulmaktayım? Sen gerçekten de Mesih misin, yoksa biz başkasını mı aramalıyız?” Ve, bu iki takipçi İsa’ya bu iletiyi teslim ettiğinde, İnsan Evladı şu cevabı vermişti: “Yahya’ya geri dönün ve ona deyin ki bana da böyle acı veren bir şeyi tabii ki unutmadım, zira doğruluğun tamamını yerine getirmek için ikimizin de bunu böyle yapması gerekmektedir. Yahya’ya — fakirlerin kendisine verilmiş iyi haberleri olarak — görmüş ve duymuş olduğunuz şeyleri söyleyin; ve, son olarak, benim dünya görevimin çok sevgili habercisine söyleyin ki, o, eğer benden şüphe duymanın ve alınmanın içine düşmezse, gelecek çağ içerisinde çok cömert bir biçimde takdis edilecektir.” Ve, bu, Yahya’nın İsa’dan almış olduğu son sözdü. Bu ileti onu fazlasıyla onu teselli etmişti olup, inancını istikrarlı konuma getirmiş ve kendisini, bu çok dikkate değer olayın ardında çok yakın bir zaman içinde gelmiş beden içindeki yaşamının acı sonuna hazırlamıştı.
135:12.1 (1508.1) Yahya güney Perea’da çalışırken tutuklandığı için, doğrudan bir biçimde, idamına kadar hapsedilmiş olduğu yer olan Makherus kalesinin zindanına götürülmüştü. Hirodes Celile’ye ek olarak Perea’yı da yönetmekteydi; ve, o, ikametini bu zaman zarfında Perea bölgesindeki hem Yulias hem de Makherus’da gerçekleştirmekteydi. Celile’deki resmi ikameti, Seforis’den Tiberya’daki yeni başkente taşınmış haldeydi.
135:12.2 (1508.2) Hirodes, isyan çıkarmasından çekinerek Yahya’nın serbest bırakılmasından korkmuştu. O, başkentte çok sayıda isyanın gerçekleşmemesi için Yahya’yı öldürtmekten korkmuştu; zira, binlerce Perealı Yahya’nın, bir tanrı-elçisi olarak, kutsal bir adam olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle, Hirodes Nazir duyurucusunu, kendisiyle başka ne yapacağını bilmeyen bir biçimde, hapiste tutmuştu. Birkaç sefer Yahya, Hirodes’in karşısına çıkarılmıştı ancak, o hiçbir zaman, ne Hirodes’in nüfuz bölgelerinden ayrılmayı, ne de, serbest bırakılacak olursa tüm kamu etkinliklerinden uzak duracağını kabul etmemişti. Ve, Nasıralı İsa ile ilgili, düzenli bir biçimde artmakta olan, huzursuzluk Hirodes’e, Yahya’yı serbest bırakmanın zamanı olmadığını uyarmıştı. Bunun yanı sıra, Yahya aynı zamanda, Hirodes’in kanunsuz eşi olan, Hirodias’ın yoğun ve keskin nefretinin bir kurbanıydı.
135:12.3 (1508.3) Birçok sefer Hirodes Yahya ile, cennetin krallığı hakkında konuşmuştu; ve, her ne kadar o zaman zaman Yahya’nın iletisinden ciddi bir biçimde etkilenmişse de, kendisini hapishaneden serbest bırakmaktan korku duymaktaydı.
135:12.4 (1508.4) Tiberya’da birçok inşaat hala devam etmekte olduğu için, Hirodes vaktinin dikkate değer bir kısmını Perea ikametlerinde harcamış olup, Makherus kalesine karşı özel bir beğeniye sahipti. Tiberya’daki bütün kamu binalarının ve resmi konutun tam anlamıyla bitmesinin bir kaç yılı vardı.
135:12.5 (1508.5) Doğum gününün kutlanışında, Hirodes, baş çalışanları ve Celile ve Perea hükümetinin heyetlerinde yüksek makamlarda bulunan diğer kişiler için Makherus sarayında büyük bir ziyafette bulundu. Hirodias Yahya’nın ölümünü Hirodes’e yapmış olduğu doğrudan bir taleple gerçekleştirmede başarısız olduğu için, bu aşamada kendisine, Yahya’yı kurnaz planlama ile öldürtmeyi görev edinmişti.
135:12.6 (1508.6) Akşam şölenleri ve eğlenceleri devam ederken, Hirodias kızını, yemek misafirleri önünde dans etmesi için takdim etti. Hirodes, küçük kızının performansından fazlasıyla memnun olmuştu, ve onu kendisine çağırıp şunu söyledi: “Sen büyüleyicisin. Senden fazlasıyla memnunum. Bu doğum gününde neyi arzu istersen sor, sana onu vereceğim, krallığımın yarısını bile.” Ve, Hirodes bunların hepsini, birçok şarap kadehinin fazlasıyla etkisi altında yapmıştı. Genç kız kenara çekilip, annesine Hirodes’den neyi istemesi gerektiğini sordu. Hirodias “Hirodes’e git ve Vaftizci Yahya’nın başını iste” dedi. Ve, yemek masasına geri dönen bir biçimde, genç kız Hirodes’e “Ben senden, bana derhal Vaftizci Yahya’nın başını bir tepsi içinde vermeni istemekteyim” dedi.
135:12.7 (1508.7) Hirodes’in içi korku ve kederle doldu; ancak, verdiği söz ve kendisiyle birlikte et sofrasında oturan herkes nedeniyle, yapılmış isteği reddedemezdi. Ve, Hirodes Antipa, kendisine Yahya’nın başını getirmesi emrini vererek, bir askeri göndermişti. Böylece, bu gece Yahya’nın başı, askerin tanrı-elçisinin başını bir tepsi içinde getirip yemek salonunun arkasında genç kıza sunduğu bir biçimde, kesilmişti. Ve, küçük kız tepsiyi annesine vermişti. Yahya’nın takipçileri bunu duyduğunda, Yahya’nın bedeni için hapishaneye geldiler; ve, onu bir kabre koyduktan sonra, İsa’ya gidip onları anlattılar.
Urantia’nın Kitabı
136. Makale
136:0.1 (1509.1) İSA kamu görevine, Yahya’nın duyurusuna olan yaygın ilginin en yüksek olduğu ve Filistin’in Musevi topluluklarının Mesih’in ortaya çıkışını dört gözle bekledikleri bir zamanda başlamıştı. Yahya ve İsa arasında büyük bir fark bulunmaktaydı. Yahya heyecanlı ve ciddi bir çalışanken, İsa ise, sakin ve mutlu bir biçimde emeğini vermekteydi; o, tüm yaşamında yalnızca bir kaç kez telaş içinde bulunmuştu. İsa, dünya için huzur verici bir teselli ve bir ölçüde bir örnekti; Yahya neredeyse hiçbir şekilde, ne huzur verici ne de bir örnek niteliğinde bulunmuştu. O cennetin krallığını duyurmuştu, ama neredeyse hiçbir biçimde onun mutluluğuna girmemişti. Her ne kadar İsa Yahya’dan eski düzene ait tanrı-elçilerinin en büyüğü olarak bahsetmişse de, kendisi aynı zamanda da, yeni yolun büyük ışığını görmüş olanlar ve böylece cennetin krallığına girmiş olanların en küçük bir kısmının bile Yahya’dan gerçek anlamıyla daha da büyük olduğunu belirtmişti.
136:0.2 (1509.2) Yahya gelmekte olan krallığı duyurduğunda, iletisinin taşıdığı yük şuydu: Tövbe et! Gelecek gazaptan kaç. İsa duyurusuna başladığı zaman, tövbe edilmesi için güçlü talep varlığını sürdürmeye devam etti; ancak, bu türden bir iletiye her zaman, yeni krallığa ait neşenin ve özgürlüğün iyi haberleri olarak, müjde eşlik etti.
136:1.1 (1509.3) Museviler beklenen kurtarıcıya dair birçok düşünceyi yürütmüş olup, Mesihsel öğretinin bu farklı okullarının her biri, tezlerinin ispatı için İbrani yazıtlarında geçen ifadeleri göstermeye yetkindi. Genel bir tutum olarak, Museviler milli tarihlerini, İbrahim ile başlayıp, Mesih ve Tanrı’nın krallığına ait yeniçağ ile sonlanan halde gördüler. Öncül zamanlarda, onlar bu kurtarıcıyı, “Koruyucu’nun hizmetkârı” ve daha sonra “İnsan Evladı” olarak tahayyül etmişken, daha sonraları bazıları, Mesih’i “Tanrı’nın Evladı” olarak adlandıracak kadar ileri gitmişti. Ancak, ister “İbrahim’in tohumu” veya “Davud’un oğlu” olarak adlandırılsın, onların tümü bu kişinin, “kutsanmış olan” biçiminde Mesih olduğu üzerinde hem fikirdi. Böylece, bu kavramsallaşma; “Koruyucu’nun hizmetkarı”ndan “Davud’un oğluna,” “İnsan Evladı”ndan “Tanrı’nın Evladı”na evirilmişti.
136:1.2 (1509.4) Yahya ve İsa’nın dönemlerinde, daha eğitimli Museviler gelen Mesih’e dair; “Koruyucu’nun hizmetkârı” olarak kendisinde tanrı-elçisi, din-adamı ve kralın üç katmanlı makamını bir araya getirmiş bir biçimde, kusursuzlaştırılmış ve temsili bir İsrailli düşüncesini geliştirmiş haldeydiler.
136:1.3 (1509.5) Museviler derinden; Musa atalarını Mısır köleliğinden mucizevî harikalar ile kurtarmış olduğu için, böylece gelecek olan Mesih’in, Musevi toplulukları Roma baskısından, gücün daha da büyük mucizeleri ve ırksal zaferin hayretler içinde bırakacak şeyleri ile kurtaracağına inanmaktaydı. Hahamlar Yazıtlar’dan, görünür tezatlıklarına rağmen doğrulamakta oldukları, gelecek olan Mesih’i öncül bir biçimde duyuran neredeyse beş yüz metni bir araya getirmişlerdi. Ve, zamana, yönteme ve işleve dair tüm bu detayların ortasında onlar neredeyse tamamen, söz verilmiş Mesih’in kişiliğini gözden kaçırmışlardı. Onlar, dünyanın kurtuluşu yerine, İsrail’in dünyevi yüceltilişi olarak — Musevi ulusal ihtişamının bir eski haline dönüşümünü arzulamaktalardı. Böylelikle bariz hale gelmektedir ki, Nasıralı İsa hiçbir zaman, Musevi düşünüşüne ait bu maddiyatçı Mesihsel kavramsallaşmayı tatmin edemezdi. Ünlü Mesihsel tahminlerinin çoğu akıllarını, eğer kendileri sadece bu kehanetsel ifadeleri farklı bir ışık altında görmüş olsalardı, bir çağın sonlandırıcısı ve milletlerin tümü için bağışlama ve kurtuluşun yeni ve daha iyi dağıtımının başlatıcısı olarak bir İsa tanıyışına oldukça doğal bir biçimde hazırlamış olurdu.
136:1.4 (1510.1) Museviler, Şekinah inanç-savına inanır biçimde eğitilmiş haldeydiler. Ancak, Kutsal Mevcudiyet’in bu ünlü simgesi, tapınakta görülebilen bir konumda bulunmamaktaydı. Onlar, Mesih’in gelişinin onun eski haline getirilişini yerine getireceğine inanmışlardı. Onlar, ırksal günah ve insanın varsayılmakta olan kötü doğasına dair kafa karıştırıcı düşünceleri benimsemekteydiler. Bazıları, Âdem’in günahının insan ırkını lanetlemiş olduğunu, ve Mesih’in bu laneti kaldıracağını ve insanı, öncesinde görmüş olduğu kutsal iltimasın eski yerine geri getireceğini öğretmekteydi. Diğerleri Tanrı’nın, insanı yaratırken, kendine ait varlığa hem iyi hem de kötü doğaları koymuş bulunduğunu öğretmişti; bu düzenlemenin sonucunu gözlemlediğinde, kendisinin fazlasıyla hayal kırıklığına uğramış olduğunu, ve “İnsanı bu şekilde yaratmış olduğundan pişman hale geldiğini.” Ve, bunu öğretmiş olanlar, Mesih’in bu içkin olan kötü doğadan insanı özgürleştirmek için gelecek oluşuna inanmışlardı.
136:1.5 (1510.2) Musevilerin büyük bir kısmı Roma yönetimi altında sürünmeye devam etmelerinin, milli günahları ve dinini yeni değiştirmiş Musevi-olmayan inananların tam anlamıyla dine bağlı bulunmamaları nedeniyle gerçekleşmekte olduğuna inanmışlardı. Musevi milleti tamamiyle içten bir biçimde tövbe etmemiş haldeydi; bu nedenle Mesih gelişini ötelemişti. Orada tövbe hakkında fazlaca söylem mevcuttu; bu nedenle, Yahya’nın duyurusunun çok güçlü ve doğrudan talebi “Tövbe et ve vaftiz ol, zira cennetin krallığı yakında” olmuştu. Ve, herhangi bir dindar Musevi için cennetin krallığı tek bir anlam ifade edebilirdi: Mesih’in gelişi.
136:1.6 (1510.3) Mikâil’in, Museviler’in Mesih kavramsallaşmasına tamamiyle yabancı olan bir niteliği bulunmakta olup, bu, insan ve kutsal olarak, iki doğanın bütünlüğüydü. Museviler Mesih’i, kusursuzlaştırılmış insan, insan-ötesi birey ve hatta kutsal bile olmak üzere çeşitli biçimlerde düşünmüşlerdi; ancak, onlar hiçbir zaman, insan ve kutsalın bütünlüğü kavramsallaşması hakkında fikir yürütmemişlerdi. Ve, bu, İsa’nın öncül takipçileri için büyük bir tökezletici engel olmuştu. Onlar, öncül tanrı-elçileri tarafından sunulduğu haliyle, Davud’un evladı olarak Mesih’in insan kavramsallaşmasını kavramışlardı Danyal’ın ve daha sonraki tanrı-elçilerinin bazılarının sahip oldukları insan-ötesi düşüncesini; ve, Enohun Kitabı’nın yazarı ve onun belirli çağdaşları tarafından tasvir edildiği haliyle Tanrı’nın Evladı’nı bile; ancak, onlar bir anlığına bile, insan ve kutsal olarak, iki doğaya ait bir insan kişiliği içinde olan bütünlüğün gerçek kavramsallaşması üzerinde fikir yürütmemişlerdi. Yaratan’ın yaratılmışın bütünlüğü halinde vücutlaşımı daha öncesinden açığa çıkarılmamıştı. Bu yalnızca İsa içinde açığa çıkarılmıştı dünya, Yaratan Evlat beden içinde kılınana ve âlemin fanileri arasında ikamet edilene kadar bu tür şeyler hakkında hiçbir şey bilmemekteydi.
136:2.1 (1510.4) İsa; Musevi camiasının tümünün ciddi ve dini ağırlık içindeki bir öz incelemeyi gerçekleştirdiği zaman olarak, Filistin, “Tanrı’nın krallığı yakında” olarak — iletisinin gerçekleşmesini bekler halde yerinde duramadığı bir süreçte, Yahya’nın duyurusunun tam da doruk noktasında vaftiz olmuştu. Musevi ırksal bütünlük duyuşu oldukça derindi. Museviler yalnızca, babalarının günahlarının çocuklarına zarar vereceğine inanmamışlardı ancak, onlar ciddi bir biçimde, bir bireyin günahının milleti lanetleyebileceğine inanmıştı. Bunun uyarınca, Yahya’nın vaftizine başvurmuş olanların hepsi kendilerini, Yahya’nın kötülemiş olduğu belirli günahlardan suçlu görmemişti. Birçok dindar ruh, Yahya tarafından İsrail’in yararı için vaftiz edilmişti. Onlar, kendilerinin sebep oldukları gözden kaçırılmış bir günahın Mesih’in gelişini öteleyebileceğinden korkmuşlardı. Onlar kendilerini suçlu ve günahın-lanetlemiş olduğu bir millete ait olarak hissetmiş olup, ırksal pişmanlığın eylemlerini aracılığıyla gösterebilme umuduyla için kendilerini vaftize sunmuşlardı. Bu nedenle; İsa’nın Yahya’nın vaftizini, hiçbir biçimde tövbenin bir töreni veya günahların bağışlanması için almadığı bariz bir durumdur. Yahya’nın ellerinde vaftizi kabul ederek İsa yalnızca, birçok dindar İsrailli’nin örneğini takip etmekteydi.
136:2.2 (1511.1) Nasıralı İsa vaftiz edilmek için Ürdün nehrine indiğinde, o; aklın üzerindeki bütüncül üstünlük ve ruhaniyet ile benlik özdeşlemişi ile ilgili tüm hususlarda insani evrimsel yükselişin en yüksek noktasına erişmiş halde bulunan âlemin bir fanisiydi. İsa Ürdün nehrinde o gün, zaman ve mekânın evrimsel dünyalarının kusursuzlaşmış bir fanisi olarak durmuştu. Kusursuz eş uyumluluk ve bütüncül iletişim, İsa’nın fani aklı ve, Cennet içindeki Babası’nın kutsal hediyesi olan, ikamet etmekteki ruhaniyet Düzenleyicisi arasında oluşturulmuş haldeydi. Ve, tam da bu türden bir Düzenleyici; İsa’nın düzenleyicisinin, Maçiventa Melçizedeği olarak, fani bedenin suretinde vücutlaştırılmış başka bir insan-ötesi varlıkta benzer bir biçimde ikamet ederek bu özel görev için önceden hazırlanmış olması dışında, Mikâil’in, sahip olduğu evrenin yöneticiliğine yükselişinden beri Urantia üzerinde yaşayan tüm olağan varlıklarda ikamet etmektedir.
136:2.3 (1511.2) Genelde, âlemin bir fanisi kişilik kusursuzluğunun bu türden yüksek aşamalarına eriştiğinde, bu faninin olgunlaşmış ruhu ile onun ilişkili kutsal Düzenleyicisi’nin nihai bütünleşimiyle sonuçlanan ruhsal yükselişin hazırlıksal olguları gerçekleşir. Ve, bu türden bir değişim dışarıdan göründüğü biçimiyle, Yahya tarafından vaftiz edilmek için iki kardeşi ile birlikte Ürdün nehrine inmiş olduğu o günde Nasıralı İsa’nın kişilik deneyimde gerçekleşmesi beklenen konumdaydı. Bu tören Urantia üzerindeki tamamiyle insani olan yaşamının son eylemi olup, birçok insan-ötesi düzeydeki gözlemci, Düzenleyici’nin, içinde ikamet etmekteki akıl ile bütünleşimine şahit olmayı beklemişti; ancak, onların hepsinin nihai sonunda hayal kırıklığına maruz kalmak vardı. Yeni hatta daha da büyük bir şey gerçekleşmişti. Yahya ellerini İsa’nın üzerine vaftiz etmek için koyduğunda, ikamet eden Düzenleyici, Yeşu bin Yusuf’un kusursuzlaşmış insan ruhundan nihai bir biçimde ayrıldı. Ve, birkaç dakika içerisinde bu kutsal bünye Divinington’dan, bir Kişiselleşmiş Düzenleyici ve tüm Nebadon yerel evreni boyunca türünün başı olarak geri dönmüştü. Böylece İsa, sahip olduğu önceki kutsal ruhaniyetin kişileşmiş bütünlük içerisinde kendisine geri dönen biçimde alçalışını gözlemlemişti. Ve, Cennet kökenine ait olan bu aynı ruhaniyetin bu aşamada şunu söyleyen bir biçimde konuştuğunu duymuştu: “Bu, kendisinden oldukça memnun olduğum çok sevgili Evladım’dır.” Ve, Yahya, İsa’nın iki kardeşi ile birlikte, aynı zamanda bu sözleri işitmişti. Suyun kenarında bekler haldeki Yahya’nın takipçileri bu sözleri duymamıştı ne de onlar Kişileşmiş Düzenleyici’nin doğa-ötesi görünümüne tanık olmuşlardı. Yalnızca İsa’nın gözleri, Kişileşmiş Düzenleyici’ye dikkatli bir biçimde bakabilmişti.
136:2.4 (1511.3) Geri dönmüş ve bu aşamada yükseltilmiş olan Kişileşmiş Düzenleyici bunları söyledikten sonra, bütüncül bir sessizlik hâkim olmuştu. Ve, onların dördü su içinde beklerlerken, İsa, yakındaki Düzenleyici’ye doğru yukarı bakar halde, şöyle dua etmişti: “Cennetlere hükmeden Babacığım, sen kutsal olan. Krallığın geldi! İraden dünya üzerinde, tıpkı cennette olduğu gibi yerine getirilecek.” O duasını ettiğinde, “cennetler açılmış,” ve İnsan Evladı, bu aşamada Kişileşmiş olan Düzenleyici tarafından sunulmuş, fani bedenin suretinde yeryüzüne gelmeden önce olduğu gibi ve vücutlaşmış yaşam sona erdiğinde olacağı gibi, kendisinin bir Tanrı Evladı halindeki görüntüsü gördü. Bu cennetsel görüntü yalnızca İsa tarafından görülmüştü.
136:2.5 (1512.1) Kâinatın Yaratıcısı adına konuşan bir biçimde Yahya ve İsa’nın duymuş olduğu Kişileşmiş Düzenleyici’nin sesiydi; zira, Düzenleyici, Cennet Yaratıcısı’na ait, ve onu bütünüyle temsil eden kendisidir. İsa’nın yeryüzündeki yaşamın geri kalan kısmı boyunca Kişileşmiş Düzenleyici, tüm emeklerinde kendisiyle ilişkilem içindeydi; İsa, bu yüceltilmiş Düzenleyici ile sürekli bütünlük içerisindeydi.
136:2.6 (1512.2) İsa vaftiz edildiğinde, hiçbir bir kötü eylemi hakkında tövbede bulunmamıştı o, hiçbir günahın itirafında bulunmamıştı. Onunki, cennetsel Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmeye olan kutsal adanmanın vaftiziydi. Vaftizinde o, Babası’nın görevini yerine getirmek için yapılmış son çağrılar olarak, Babası’nın karıştırılamaz nitelikteki çağırışını duymuştu; ve, o, bu çok katmanlı sorunlar üzerine düşünmek için kırk gün boyunca tek başına gerçekleştirdiği inzivasına çekilmek için ayrılmıştı. Bir süreliğine yeryüzündeki birliktelikleriyle etkin kişilik iletişiminden böylece çekilerek, İsa; bir yükseliş fanisi ne zaman Kâinatın Yaratıcısı’nın içsel mevcudiyeti ile bütünleşirse morontia dünyaları üzerinde uygulanmakta olan aynı gerekli işlemi, bireysel olarak ve Urantia üzerinde, yerine getirmekteydi.
136:2.7 (1512.3) Vaftizin bu günü, İsa’nın tamamiyle insani olan yaşamını sonlandırdı. Kutsal Evlat Babası’nı bulmuş, Kâinatsal Baba vücutlaştırılmış Evladı’nı bulmuştu; ve, onlar, birbirleriyle baş başa konuşmaktaydılar.
136:2.8 (1512.4) (Vaftiz edildiğinde İsa, neredeyse otuz bir yaşındaydı. Her ne kadar Luka İsa’nın, Augustus M.S. 14.yılda öldüğü için M.S. 29.yıla denk gelecek olan, Tiberius Sezar’ın hükümdarlığının on beşinci yılında vaftiz edildiğini söylese de, Tiberius’un, kendi onuruna M.S. 11.yılın Ekim ayında sikkeler basılmış olarak, Augustus’un ölümünden iki buçuk yıl öncesi kadar bir süreç boyunca ortak imparatorlukta bulunduğu hatırlanmalıdır. Onun mevcut yönetiminin on beşinci yılı, bu nedenle, İsa’nın vaftizinin gerçekleştiği yıl olan, M.S. 26.yıldı. Ve, bu aynı zamanda, Pontius Pilatus’un Yehuda’nın valisi olarak idaresine başlamış olduğu yıldı.)
136:3.1 (1512.5) İsa; Hermon Dağı’nın çiğleriyle altı hafta boyunca ıslanmış olduğunda, vaftizinin öncesinde, fani bahşedilişinin büyük çekiliciliğine dayanmıştı. Âlemin yardımsız bulunan bir fanisi olarak, orada, Hermon Dağı’nda, bu dünyanın prensi, Urantialıymış gibi görünen Caligastia ile buluşmuş ve onu alt etmişti. Evren kayıtlarına göre, bu çok önemli günde Nasıralı İsa, Urantia’nın Gezegensel Prensi haline gelmişti. Ve, çok yakın bir zaman içinde Nebadon’un en yüksek Egemeni olarak duyurulacak olan, bu Urantia Prensi bu aşamada, insanların kalplerinde Tanrı’nın yeri krallığını duyurma tasarımlarını oluşturmak ve onun yöntemini belirlemek için kırk günlük inzivaya çekilmişti.
136:3.2 (1512.6) Vaftizinden sonra, o, Düzenleyicisi’nin kişileşimiyle gerçekleşmiş olan dünya ve evrenin değişmiş ilişkilerine kendisini uyumlu hale getirmenin kırk günlük sürecine adım atmıştı. Perean tepelerindeki bu inziva boyunca, o, yakın bir zaman içinde başlayacak olduğu yeryüzü yaşamının yeni ve değişmiş fazında uygulanacak siyasalara ve kullanılacak yöntemlere karar kılmıştı.
136:3.3 (1512.7) İsa inzivaya, her şeyden uzak durmak ve ruhunu tamir etmek amacıyla çekilmemişti. O, maddi şeyleri reddetme tutumunu savunan biri olmayıp, Tanrı’ya olan yaklaşımla ilgili tüm bu düşünceleri sonsuza kadar yıkmak için gelmişti. Onun bu inzivaya çekilişi arzulamasının nedenleri, Musa’yı ve İlyas’ı, ve hatta Vaftizci Yahya’yı bile harekete geçirenlerden tamamiyle farklıydı. İsa bu süreçte, kendisinin yarattığı evrenle ve aynı zamanda, cennet içindeki Babası olarak, Cennet Yaratıcısı tarafından yüksek denetimde bulunan kâinatın tüm evrenleri ile olan ilişkisinin öz bilincine tümüyle sahipti. O bu aşamada tümüyle, Urantia vücutlaşımına girmeden yakın bir süre önce abisi Emanuel tarafından yerine getirilmekte olan, bahşediliş görevini ve onun yönergelerini hatırlamıştı. O bu aşamada, bu uçsuz bucaksız olan ilişkiler ağının tümünü net ve bütüncül bir biçimde kavramıştı ve, o, bu dünya adına ve kendi yerel evreninin diğer dünyaları için kamu emeklerini yerine getirmenin tasarımlarını oluşturabilmesi ve onun işleyişlerine karar verebilmesi amacıyla sessiz bir kişisel derin düşünme süreci için uzakta olmayı arzulamıştı.
136:3.4 (1513.1) Elverişli bir sığınak arayan bir biçimde tepelerde dolaşırken, İsa, Nebadon’un Berrak ve Sabahyıldızı olan, kendi evren baş idarecisi Cebrail ile karşılaştı. Cebrail bu aşamada, evrenin Yaratan Evladı ile kişisel iletişimi yeniden kurmuştu; onlar, Mikâil, Urantia bahşedilişine adım atmaya hazırlık için Edentia’ya giderken Salvington üzerinde kendi birlikteliklerine elvedada bulunduğundan beri, doğrudan bir biçimde ilk defa buluşmuşlardı. Emanuel’in emriyle ve Uversa Zamanın Ataları’nın verdiği yetki ile, Cebrail bu aşamada; Urantia üzerindeki bahşediliş deneyiminin, sahip olduğu evrenin kusursuzlaşmış egemenliğini kazanmış olması ve Lucifer isyanının sonlanmış olması bakımından neredeyse tamamen bitmiş olduğunu içeren bilgiyi İsa ile paylaştı. İlk bahsi geçen şey, Düzenleyicisi’nin kişiselleşiminin, fani beden suretindeki kendi bahşedilişinin kusursuzluğunu ve tamamlanışını gösterdiği vaftizi gününde elde edilmişti; ve, ikincisi ise, Hermon Dağı’ndan Tiglat ismindeki kendisini bekleyen gence katılmak için indiği o gün gerçekleşmiş, tarihin bir gerçeğiydi. İsa’ya bu aşamada, yerel evren ve aşkın-evrenin en yüksek yönetim birimlerinin onayıyla, egemenlik ve isyan hususlarında kişisel durumuyla ilişkili olduğu ölçüde bahşedilme görevinin tamamlanmış olduğu hakkında bilgilendirilmişti. O hâlihazırda bu güvenceyi, vaftizindeki açığa çıkmış görünümde ve ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin kişiselleşme olgusunda, doğrudan bir biçimde Cennet’den almıştı.
136:3.5 (1513.2) O, Cebrail ile konuşur bir biçimde, dağda vaktini geçirirken, Edentia’nın Takımyıldız Yaratıcısı, İsa ve Cebrail’e bizzat görünür hale gelip, şunları söylemişti: “Kayıtlar tamamlandı. 611,121 numaralı Mikâil’in kendi evreni Nebadon üzerindeki egemenliği, Kâinatın Yaratıcısı’nın sağ kolunda tamamlanmış olarak bulunmaktadır. Ben, Urantia vücutlaşımı için senin destekçi-ağabeyin olan Emanuel’in bahşediliş bağımsızlığını getirdim. Sen, kendi seçtiğin biçimde, şu an içersinde veya daha sonraki bir zaman zarfında, vücutlaşma bahşedilişini sonlandırmaya, Babanın sağ koluna yükselmeye, kendine ait olan egemenliği almaya ve tüm Nebadon’un oldukça hak ederek kazanılmış koşulsuz idareciliğini üstlenmeye özgürsün. Ben aynı zamanda; evreninde tüm günahkâr-isyanın sonlanışı ile ilgili, Zamanın Ataları’nın yetkilendirmesi vasıtasıyla, aşkın-evrenin kayıtlarının tamamlanışına şahitlik etmekte olup, sana, gelecekte bu türden olası başkaldırışların herhangi biriyle veya hepsiyle başa çıkmanın bütüncül ve sınırsız yönetim yetkisini veriyorum. Teknik olarak, Urantia üzerindeki ve fani yaratılmış bedeni içindeki görevin tamamlanmıştır. Bu aşamadan itibaren izleyeceğin yol, senin tercihine kalmış bir durumdur.”
136:3.6 (1513.3) Edentia’nın En Yüksek Yaratıcısı ayrıldığında, İsa evrenin refahı hakkında Cebrail ile uzun bir konuşmada bulunmuş olup, kendisine selamlarını gönderen bir biçimde, Emanuel’e, Urantia üzerinde yakın bir zaman içinde yerine getirmek için üstlenecek olduğu görevde, Salvington üzerinde resmi olarak gerçekleştirilmiş bahşediliş-öncesi görevlendirme ile ilişkili aldığı tavsiyeyi her zaman göz önünde bulunduracak oluşunu onaylanmak üzere bildirmişti.
136:3.7 (1514.1) Bu kırk günlük inzivanın tamamı boyunca, Zübeyde’nin oğulları Yakub ve Yahya, İsa’yı aramaya koyulmuşlardı. Birçok sefer onlar kendisinin kalmakta olduğu mekânın çok da uzağında olmayan yerlerde bulunmuşlardı, ama onlar kendisini hiçbir zaman bulamamışlardı.
136:4.1 (1514.2) Gün be gün, tepelerin başında, İsa, Urantia bahşedilişinin geride kalan kısmı için tasarımlarda bulunmaktaydı. O ilk olarak, Yahya ile eş zamanlı olarak öğretide bulunmamaya karar vermişti. O; Yahya’nın görevi amacına erişene, veya Yahya, hapsedilen bir biçimde aniden durdurulana kadar, göreceli olarak geri çekilmiş bir konumda kalmaya devam etmeyi tasarlamıştı. İsa; Yahya’nın korkusuz ve koşulları hesaba katmayan duyuruşunun yakın bir zaman içinde, kamu yöneticilerinde korku ve düşmanlık oluşturacağını çok iyi bilmekteydi. Yahya’nın hiç de sağlam olmayan durumunu gören bir biçimde, İsa kesince, uçsuz bucaksız evreni boyunca her yerleşik dünya adına olmak üzere, insanları ve dünya adına kamu görevlerinin izlencesini tasarlamaya başladı. Mikâil’in fani bahşedilişi Urantia üzerindeydi, ama o Nebadon’un her bir dünyası içindi.
136:4.2 (1514.3) Yahya’nın hareketi ile kendi izlencesini eş güdümsel hale getirmenin genel tasarımı üzerinde detaylıca düşündükten sonra, İsa’nın yaptığı ilk şey, Emanuel’in vermiş olduğu yönlendirmeleri aklında tekrar gözden geçirmek olmuştu. Dikkatli bir biçimde o, görevde bulunma yöntemleri üzerinde verilmiş tavsiyenin ve gezegen üzerinde kalıcı hiçbir yazı bırakmayacak oluşunun üzerinden geçmişti. Bir daha İsa, kum dışında herhangi şeyin üzerine hiçbir yazı yazmamıştı. Nasıra’ya olan bir sonraki ziyaretinde, fazlasıyla erkek kardeşi Yusuf’un kederlenmesine neden olan bir biçimde, İsa, marangoz atölyesinin etrafındaki levhalarda bulunan ve eski evin duvarlarında asılı olan tüm yazılarını yok etmişti. Ve, İsa, bulduğu haldeki dünyaya olan ekonomik, toplumsal ve siyasi tavrı ile ilgili Emanuel’in vermiş olduğu tavsiyeyi zihninde uzun tartmıştı.
136:4.3 (1514.4) İsa, kırk günlük inziva boyunca oruç tutmamıştı. Yiyeceksiz geçirdiği en uzun süreç, yeme-içme ile ilgili her şeyi unutacak düzeyde kendi düşünüşüne fazlasıyla kapılmış olduğu tepelerdeki ilk iki gündü. Ancak, üçüncü günde o, yiyecek aramaya gitmişti. Ne de o bu süreç içerisinde, bu dünya üzerinde bulunan veya herhangi bir dünyadan gelen herhangi bir kötü ruhaniyetin veya isyankâr kişiliğin cezbediciliği ile karşılaşmıştı.
136:4.4 (1514.5) Bu kırk gün, insan ve kutsal akıl arasındaki nihai görüş alışverişinin gerçekleşmiş olduğu olaydı veya diğer bir değişle, bu aşamada artık bir hale gelmiş olan iki aklın mevcut bir biçimde ilk faaliyetinin yaşanmışlığıydı. Derin düşünmenin bu dikkate değer döneminin sonucu kesince, kutsal aklın utgun ve ruhsal bir biçimde insan usunu etkisi altına almış olduğunu göstermişti. İnsanın aklı bu zaman zarfından itibaren Tanrı’nın aklı haline gelmişti; ve, her ne kadar insanın aklığının bireyselliği taşıyan benliği sürekli olarak mevcut bulunsa da, bu ruhsallaşmış insan aklı her zaman “benim değil senin iraden yerine getirilecek” demektedir.
136:4.5 (1514.6) Bu büyük öneme sahip olan süreçteki etkileşimler, aç ve zayıf düşmüş bir aklın görmüş olduğu hayal ürünü şeyler değildi; ne de onlar, “ıssız yerlerde İsa’nın karşılamış olduğu cezp edici şeyler” olarak daha sonrasında kayda geçmiş, karmakarışık ve çocuksu simgesel anlamlardı. Bunun yerine bahse konu dönem; Urantia bahşedilişinin çok önemli olaylara sahne olmuş ve zengin sürecinin bütünü üzerine düşünmeye, ve, bu dünyaya en iyi şekilde hizmet edecek ve aynı zamanda da tüm diğer isyan sebebiyle tecrit edilmiş âlemlerin yararına bir şeyler katacak olan ilave hizmetin tasarımlarını ciddi bir biçimde oluşturmaya ayrılmış bir süreçti. İsa; Andon ve Fonta günlerinden başlayarak, Âdem’in görevdeki başarısızlığına, ve oradan Salemli Melçizedek’in hizmetine kadar insan yaşamının tüm yaşanmışlığının gözden geçirmişti.
136:4.6 (1514.7) Cebrail İsa’ya öncesinden, belli bir süre boyunca Urantia üzerinde kalmaya devam etmeyi tercih etmesi durumunda dünyaya kendisini dışa vuracağı iyi biçimi hatırlatmıştı. Ve, İsa’ya, bu husustaki tercihinin ne kendi evren egemenliği ile ne de Lucifer isyanının sonlanması ile ilişkisinin olmayacağı kesin bir biçimde ifade edilmişti. Dünya hizmetinin bu iki biçimi şunlardı:
136:4.7 (1515.1) 1. Kendi tercih ettiği yol — bu dünyanın doğrudan ihtiyaçları ve kendi sahip olduğu evrenin mevcut gelişimi bakımından en olumlu ve yararlı görülen yol.
136:4.8 (1515.2) 2. Yaratıcı’nın yolu — kâinat âlemlerinin tümünün sahip olduğu Cennet yönetimine ait yüksek kişilikler tarafından tahayyül edilmiş olan, yaratılmış yaşamının çok ileri görüşlü bir idealini örnek olarak yerine getirme.
136:4.9 (1515.3) Vasıtasıyla dünya yaşamının geriye kalan kısmını düzenleyebileceği iki yolun bulunduğu İsa’ya böylelikle kesinliğe kavuşturulmuştu. Bu yollardan her biri, mevcut bir durumun ışığında daha yararlı olarak gösterilebilecek bir şeyler taşımaktaydı. İnsan Evladı, bu iki davranış biçimi arasındaki tercihinin evren egemenliğini elde edilişi ile hiçbir ilişkisinin bulunmayacağını açık bir biçimde görmüştü; o çoktan kesinleşmiş bir olay olup, kâinat âlemlerinin tümüne ait kayıtlarda mühürlenmiş ve yalnızca kendisinin bizzat gerçekleştireceği talebi bekler haldeydi. Ancak, İsa’ya; eğer, Yaratıcı’nın iradesine her zaman tabi olarak, çok soylu bir biçimde başlamış olduğu dünya vücutlaşım sürecini tamamlamaya kendisini müsait görecek olursa, bunun Cennet kardeşi olan Emanuel’i çok tatmin edeceği belirtilmişti. Bu inzivanın üçüncü gününde, İsa kendisine, yeryüzü sürecini tamamlamak için dünyaya geri döneceğinin sözünü verdi; ve, o, iki yolu içeren bir durumda her zaman Yaratıcı’nın iradesini tercih ederdi. Ve, o yeryüzü yaşamının geride kalan kısmını, her zaman bu amaca sadık bir biçimde tamamladı. Tam en sonuna kadar bile o hiç değişmeden, egemen olan iradesini cennetsel Babası’nınkine tabi kaldı.
136:4.10 (1515.4) Issız dağdaki kırk günlük süreç büyük cezbedilişin bir dönemi değil, bunun yerine Üstün’ün büyük kararlarının dönemiydi. Kendisiyle ve — Kişileşmiş Düzenleyici olarak (ki bu aşamada artık kişisel bir yüksek melek koruyucusuna sahip değildi) — Babası’nın doğrudan mevcudiyeti ile olan yalnız birlikteliğin bu günleri boyunca, o birer birer, kendi yeryüzü sürecinin geride kalan kısmı için siyasalarını düzenleyecek ve onları işler hale getirecek olan büyük kararlara varmıştı. İlerleyen zamanlarda, büyük bir cezbedilişin tarihsel anlatısı bu inziva sürecine; Hermon Dağı mücadelelerinin parça parça haldeki hikâyeleri ile karıştırılarak, ve buna ilaveten, büyük tanrı-elçilerinin ve insan önderlerinin tümünün kamu süreçlerine bu varsayılan oruç tutma ve dua etme dönemlerinden geçerek başladıklarına dair sahip olunan adet nedeniyle bağlanmış hale gelmişti. Öncesinde, herhangi yeni ve ciddi bir kararla karşı karşıyayken, Tanrı’nın iradesini öğrenmeyi amaçlayabilmesi için kendi öz ruhaniyetiyle bir bütün hale gelmek amacıyla insanlardan ayrılmak, her zaman İsa’nın yapmış olduğu bir şeydi.
136:4.11 (1515.5) Yeryüzü yaşamının geriye kalan kısmı için tüm bu tasarlama sürecinde, İsa’nın kalbi sürekli olarak, şu iki karşıt eylem izlencesi ile iki arada kalmıştı:
136:4.12 (1515.6) 1. O, kendisine inanmaları ve yeni ruhsal krallığını kabul etmeleri amacıyla insanlarının — ve tüm dünyanın — rızasını kazanmak için güçlü bir arzu duymuştu. Ve, o, gelmekte olan Mesih’e dair onların düşüncelerini oldukça iyi bilmekteydi.
136:4.13 (1515.7) 2. Babası’nın onaylayacağını bildiği biçimde yaşamak ve emeğini vermek, görevini ihtiyacı olan diğer dünyaların adına gerçekleştirmek, ve, krallığın kuruluşu içerisinde, Yaratıcı’yı açığa çıkarmaya ve onun kutsal olan derin sevgi karakterini göstermeye devam etmek.
136:4.14 (1515.8) Bu büyük öneme sahip olan günlerde İsa, zaman zaman Beyit Adis olarak adlandırılmış bir köyün yakınında bulunan tepelerin yanı başında bir sığınak halindeki, ilkçağdan gelen büyük bir kaya mağarasında yaşamıştı. O, bu kaya sığınağının yakınındaki tepenin yanından gelen küçük bir pınardan içmişti.
136:5.1 (1516.1) Kendisiyle ve kişileşmiş Düzenleyicisi ile olan görüş alışverişine başladıktan sonraki üçüncü günde, İsa’ya, kumandanları tarafından çok sevgili Egemenleri’nin iradesini beklemek için gönderilmiş olan toplanmış Nebadon göksel birliklerinin görüntüsü sunulmuştu. Bu çok büyük birlik, yüksek meleklerin on iki alayını ve evren usunun her düzeyinden gelen orantılı sayıdaki bireyi içermekteydi. Ve, İsa’nın inzivasının ilk büyük kararı, Urantia üzerindeki kamu görevine ait izlenceyi yerine getirmekte bu kudretli kişiliklerden faydalanıp faydalanmamakla ilişkili olmuştu.
136:5.2 (1516.2) İsa, onun Babası’nın iradesi olduğu bariz hale gelene kadar bu çok büyük topluluğa ait bir tek kişiliği bile kullanmayacak oluşuna karar vermişti. Bu genel karara rağmen bu çok büyük birlik, her zaman Egemenleri’nin iradesinin en ufak bir ifadesine bile itaat etmek için hazır bir biçimde, yeryüzü yaşamının geriye kalan kısmında kendisi ile birlikte kalmaya devam etti. Her ne kadar İsa insan gözleri ile kendisine eşlik eden bu kişilikleri sürekli olarak görmemiş olsa da, birliktelik içinde bulunduğu Kişileşmiş Düzenleyici onların hepsini görebilmekte, ve onlar ile iletişim içinde bulunabilmekteydi.
136:5.3 (1516.3) Tepelerdeki kırk günlük inzivadan aşağıya inmeden önce, İsa, evren kişiliklerinin bu eşlik eden birliğinin doğrudan yönetimini, yakın bir zaman içinde Kişileşmiş olan Düzenleyicisi’ne görevlendirdi; ve, Urantia zamanına göre dört yıldan daha fazla bir süre boyunca, evren uslarının her bir biriminden gelen bu seçilmiş kişilikler, bu yüceltilmiş ve deneyimli Kişileşmiş Gizem Görüntüleyicisi’nin bilge rehberliği altında itaatkâr ve saygılı biçimde faaliyet gösterdiler. Bu kudretli topluluğun idaresini üstlenirken, bir zamanlar Cennet Yaratıcısı’nın parçası ve özü olmuş olarak, Düzenleyici İsa’ya; bu insan-ötesi birimlerin herhangi bir biçimde, Yaratıcı’nın bu türden müdahaleye irade göstermesi gerçekleşene kadar, onun yeryüzü süreci ile ilişkili, onun kendisi adına, hizmet etmesine veya kendilerini dışa vurmasına izin verilmeyeceğinin güvencesini verdi. Böylelikle, bir büyük kararla İsa; Babası bağımsız bir biçimde Evlat’ın dünya çabalarının elli bir kısmına veya sürecine katılmayı tercih edene kadar, dünya sürecinin geriye kalan kısmı ile ilgili tüm hususlarda insan-ötesi işbirliğinin tümünü kendisinden gönüllü olarak mahrum kılmış oldu.
136:5.4 (1516.4) Hazreti Mikâil’e yardım eder halde evren birliklerinin bu emrini kabul ederken, Kişileşmiş Düzenleyici İsa’ya; evren yaratılmışlarının bu türden bir topluluğunun, Yaratanları’nın aktarmış olduğu yönetim yetkisi ile kendi mekân etkinliklerinde sınırlandırılabilecek iken, bu türden sınırlandırılmaların zaman içindeki işlevlerinde işlerlik göstermeyeceğini belirtmenin zorlu açıklamasını gerçekleştirmişti. Ve, bu sınırlılık, bir kez kişileştiklerinde Düzenleyiciler’in artık zamansı-olmayan varlıklar olduğu gerçeğine dayanmaktaydı. Bunun uyarınca İsa; mekân ile ilişkili tüm hususlarda kendi emrine verilmiş yaşam uslarına dair Düzenleyici’nin denetimi bütüncül ve kusursuz olacak iken, orada, zaman ile ilgili bu türden kusursuz kısıtlamaların bulunamayacağı konusunda uyarıldı. Şunu söyledi Düzenleyici: “Ben, senin emrettiğin gibi; Cennet Yaratıcısı bana, tercih etmiş olduğun onu kutsal iradesinin gerçekleşebilmesi için bu türden birimleri tutmama emri vermesi, ve, yalnızca, zamanla ile ilgili doğal olan dünya düzeninden uzaklaşmaları içerecek kendi kutsal-insan iradenin herhangi bir tercihine veya eylemine katıldığın durumlar dışında, evren uslarının bu eşlik eden birliğinin senin yeryüzü sürecin ile herhangi bir biçimde ilişkili olarak kullanımını yasaklayacağım. Bu türden olaylarda ben güçsüz olup, burada kusursuz ve güç birliği içinde bir araya gelmiş senin yaratılmışların benzer bir biçimde aciz durumdadır. Eğer senin birleşik hale gelmiş doğaların bir kez olsun bu türden arzuları taşıdıklarında, tercihinin bu emirleri derhal yerine getirilecektir. Bu türden hususlarda senin arzun zamanın kısalışını gerektirecek olup, emrettiğin şey var hale gelecek. Bana verilmiş emir altında bu durum, senin potansiyel egemenliğine getirilmiş olası en bütüncül sınırlılığı oluşturmaktadır. Benim öz bilincimde zaman mevcutluğu olmayan nitelikte bulunmaktadır; ve, bu nedenle ben, senin yaratılmışlarını onunla ilgili hiçbir şeyde kısıtlayamam.
136:5.5 (1517.1) Böylelikle İsa, insanlar arasında bir insan olarak yaşamaya devam etme kararının nasıl işleyeceğine dair ilgilendirilmiş oldu. O tek bir kararla, yalnızca zaman ile ilgili bu türden durumlar dışında, kendisine eşlik etmekte olan çeşitli uslardan oluşan evren birliklerinin tümünü kamu hizmetini yerine getirişine katılmalarından muaf tutmuş oldu. Böylece, cennet içindeki Yaratıcı’nın özel olarak aksi bir biçimde hüküm vermesi dışında, İsa’nın hizmetinin olası her doğa-ötesi veya muhtemel insan-ötesi refakatçisinin, tamamiyle zamanın devre dışı bırakılması ile ilişkili halde oluşu açıklığa kavuşmaktadır. İsa’nın geride kalan dünya emekleri ile ilişkili olarak yaşanabilecek herhangi bir mucize, bağışlama hizmeti veya olası başka bir olay, kesinlikle; bu özellikle ifade edilmiş zaman hususu dışında, Urantia üzerinde kendisinin yaşadığı halde insanı içine olan olaylarda oluşturulmuş ve düzenli bir biçimde işlemekte olan doğal kanunların ötesine geçen bir eylemin doğasında veya niteliğinde bulunamazdı. Hiçbir sınır, tabii ki, “Yaratıcı’nın iradesi”nin dışa vuruluşuna getirilemezdi. Bir evrenin bu potansiyel Egemeni’nin özellikle belirtilmiş bir arzusu ile ilişkili zamanın devre dışına bırakılışı yalnızca, ilgili eylem veya olayla ilgili olarak, bu Tanrı-insanın iradesinin “zaman kısaltılmasın veya devre dışı bırakılmasın” şeklindeki doğrudan ve açık eylemi ile kaçınılabilirdi. Bariz zaman mucizelerinin ortaya çıkışını engellemek için, İsa’nın sürekli olarak zamanın bilincinde bulunmaya devam etmesi gerekliydi. Kendisinden kaynaklanan zaman bilincindeki her kayma, belirli bir arzuyu duymakla ilişkili olarak, bu Yaratan Evlat’ın düşündüğü şeyin gerçekleştirilmesine denk düşmekteydi, ve bu zamana müdahale etmeden yaşanmaktaydı.
136:5.6 (1517.2) Sahip olduğu ilişkilem içindeki ve Kişileşmiş Düzenleyicisi’nin yüksek denetimi vasıtasıyla Mikâil için, mekân ile ilişkili kişisel yeryüzü etkinliklerini kusursuzca sınırlamak mümkündü; ancak, İnsan Evladı için, zaman ile ilgili, Nebadon’un potansiyel Egemeni olarak yeni yeryüzü düzeyini bu şekilde sınırlaması mümkün değildi. Ve, bu, Urantia üzerinde kamu hizmetine başlamaya adım attığında Nasıralı İsa’nın mevcut düzeyiydi.
136:6.1 (1517.3) Yeni kutsallık düzeyinin içkin potansiyeli altında karara varılabilecek nitelikte bulunarak, kendi yaratmış olduğu usların tüm sınıflarına ait kişilikler ile ilgili siyasasını oluşturmuş konumda İsa, artık düşünceleri kendisine çevirmişti. Artık, bu evren içinde mevcut olan her şeyin ve varlığın tamamiyle öz bilinç içindeki yaratanı olarak kendisi; insanlar arasındaki çalışmasına devam etmek için Celile’ye geri döndüğünde kendisini doğrudan bir biçimde karşılayacak olan tekrar eder nitelikteki yaşam durumlarında bu yaratan ayrıcalıklarıyla ne yapacaktı? Gerçekte, hâlihazırda tam da bu yalnız tepelerde bu sorun, yiyecek elde etme konusunda kendisini tüm gücüyle göstermişti. Yalnız derin düşünüşlerinin üçüncü gününde insan bedeni aç düştü. Olağan bir insanın yapacağı gibi yiyecek arayışı için çıkmalı mıydı, yoksa sadece olağan yaratılmış güçlerini kullanıp, elverişli beden besinini elinde hazır halde yaratmalı mıydı? Ve, Üstün’ün bu büyük kararı sizlere — “taşların somun ekmelere dönmesini emret” şeklinde, varsayılan düşmanları tarafından kendisine getirilmiş bir zorlu deneme olarak — bir cezbedicilik niteliğinde sunulmuştu.
136:6.2 (1518.1) İsa böylece, dünya emeklerinin geri kalan kısmı için bir diğer ve tutarlı siyasayı oluşturmuş oldu. Kişisel ihtiyaçları mevzu bahis olduğunda, ve genel olarak diğer kişiler ile olan ilişkilerinde bile, o artık kasıtlı bir biçimde, olağan dünyasal mevcudiyetin yolunu tercih etmeyi seçmişti; o kesin bir biçimde, kendisinin oluşturmuş olduğu doğa kanunlarının ötesine geçecek, onları ihlal edecek veya onlara saldırı niteliği gösterecek bir siyasaya karşı karar almıştı. Ancak, o, kendisine söz veremez bir haldeydi; hâlihazırda Kişileşmiş Düzenleyicisi tarafından uyarıldığı biçimiyle, bu doğal kanunlar, mümkün olan belirli durumlarda, fazlasıyla hızlandırılamazdı. Temel olarak, İsa, yaşam görevinin doğal kanunlar uyarınca ve mevcut olan toplumsal örgütlenme ile uyum halinde düzenlenmesine ve yerine getirilmesine karar vermişti. Üstün bunun aracılığıyla, mucizelere ve harikalara karşı verilmiş karara denk düşen bir yaşam biçim düzenini tercih etmişti. Yine o, “Yaratıcı’nın iradesi” yönünde karar vermişti; yine o, her şeyi Cennet Yaratıcısı’nın ellerine teslim etmişti.
136:6.3 (1518.2) İsa’nın insan doğası, ilk görevin, benliğin mevcudiyetini tehdit eden şeylerden uzak durulmasını emretmekteydi; bu, zaman ve mekânın dünyaları üzerindeki doğal olan insanın olağan tutumu olup, bu nedenle, bir Urantia fanisinin yasal bir tepkisiydi. Ancak, İsa sadece, bu dünya ve onun yaratılmışlarıyla ilgili değildi; o, uçsuz bucaksız bir evrenin çok katmanlı yaratılmışlarını eğitmek ve onlara ilham kaynağı olmak için tasarlanmış bir yaşamı yaşamaktaydı.
136:6.4 (1518.3) Vaftizindeki aydınlatılışından önce o, cennetsel Babası’nın iradesine ve rehberliğine kusursuz bağlılık içinde yaşamıştı. O çok kesin bir biçimde, Yaratıcı’nın iradesine tam da bu türden sorgulanmaz fani bağlılığına devam etmeye karar vermişti. O, doğal olmayan gidişatı takip etmeyi amaç edinmişti — benliğin mevcudiyetini tehdit eden şeylerden uzak durmayı amaçlamamaya karar vermişti. O, kendisini korumayı reddeden siyasayı izlemeye devam etmeyi seçmişti. O, insan olan aklının aşina olduğu, Yazıtlar’ın kelimelerinde çıkarımlarını oluşturmuştu: “İnsan yalnızca ekmekle yaşamamalı, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözcükle de yaşamalı.” Yiyecek için duymuş olduğu açlıkta ifade edilmiş olduğu gibi, fiziksel doğasının gereksinimleri ile ilgili bu yargıya vararak, İnsan Evladı, insan doğasının tüm diğer beden arzuları ve doğal uyarımları ile ilgili nihai duyuruşunu gerçekleştirmişti.
136:6.5 (1518.4) İnsan-ötesi gücünü, muhtemel bir biçimde başkaları için kullanabilirdi; ancak, kendisi için bunu hiçbir koşulda gerçekleştirmeyecekti. Ve, o bu siyasayı, kendisi hakkında alay eder biçimde şu sözlerin söylenmiş olduğu en son ana kadar tutarlı bir biçimde izledi: “O başkalarını kurtardı, kendisi kendisini kurtaramıyor” — çünkü o bunu yapmayacaktı.
136:6.6 (1518.5) Museviler, çöl bir yerde kayadan su çıkarmakla ve kendilerinin atalarını ıssızlarda manna ile beslemekle ünlü olan Musa’dan daha da büyük harikaları gerçekleştirecek bir Mesihi beklemekteydiler. İsa, kendi milletinin üyelerinin beklemekte olduğu Mesih türünü bilmekteydi; ve, o, onların umut dolu biçimde kendinden en emin beklentilerine karşılık verecek tüm güçlere ve ayrıcalıklara sahipti; ancak, o, güç ve ihtişamın bu türden gösterişli izlencesine karşı karar almıştı. İsa, beklenilen mucize gerçekleştiriminin böyle bir gidişatını, ilkel sağlıkçıların cahil büyülerinin ve bayağı uygulamalarının eski günlerine istekli bir geri dönüş olarak görmüştü. Muhtemel bir biçimde, yaratılmışlarının kurtuluşu için, doğal kanunları hızlandırabilirdi; ancak, kendisinin yararı veya akran insanlarının korku temelli saygısı için, kendi getirmiş olduğu kanunların ötesine geçmeyi gerçekleştirmeyecekti. Ve, Üstün’ün kararı nihaiydi.
136:6.7 (1518.6) İsa, insanları için keder duydu; o oldukça bütüncül bir biçimde, “dünyanın, meyvelerini bin katı vereceği, bir asmada bin dal olacağı, bir dalın ise bin salkım vereceği, ve bir salkımın bin üzüm vereceği, her bir üzümün ise dört litre şarap vereceği” zaman olarak, gelmekte olan Mesih’in beklentisine onların nasılda yönlendirilmiş olduklarını anlamıştı. Museviler, Mesih’in mucizevî bolluğun bir dönemine götüreceğine inanmışlardı. İbraniler uzun bir süre boyunca, mucizelerin tarihi anlatımlarıyla ve harikaların efsaneleriyle beslenmişlerdi.
136:6.8 (1519.1) O, ekmek ve şarabı çoğalmaya gelmiş bir Mesih değildi. O yalnızca, dünyevi ihtiyaçlara hizmet olmak için gelmemişti; o, cennet içindeki Babası’nı dünya üzerindeki çocukları için açığa çıkarmak için gelmişken, dünya çocuklarını, cennet içindeki Baba’nın iradesini gerçekleştirecek bir biçimde yaşamanın içten çabasında kendisine katılmaları için yönlendirmeyi amaçlamıştı.
136:6.9 (1519.2) Bu kararda, Nasıralı İsa gözlemlemekte olan evrene, kişisel ilgi veya tamamiyle bencil kazanç veya ihtişam için kutsal yetenekleri ve Tanrı’nın vermiş olduğu yetileri amacından sapan bir biçimde kullanmanın düşüncesizliğini ve günahını sergilemişti. Bu Lucifer ve Caligastia’nın günahıydı.
136:6.10 (1519.3) İsa’nın bu büyük kararı bencil tatminin ve hazları yerine getirmenin, tek başına ve kendisi içinde, evrimleşen insan varlıklarına mutluluk sağlamaya yetkin olmadığı gerçekliğini açık bir biçimde sergilemektedir. Fani mevcudiyet içinde, insanın tamamiyle fiziksel olan arzularının ve uyarımlarının gerekli tatmininin çok fazlasıyla ötesine geçen, ussal üstünlük ve ruhsal kazanım olarak — daha büyük değerler bulunmaktadır. İnsanın doğal donanımı olan yetenek ve kabiliyeti, başlıca bir biçimde, kendisinin sahip olduğu akıl ve ruhaniyetin daha yüksek güçlerinin gelişimine ve onların soylu haline getirilişine adanmalıdır.
136:6.11 (1519.4) İsa böylece kendi evreninin yaratılmışlarına, mekânın dünyaları üzerinde evrimsel insan mevcudiyetinin yaşayan ve daha derin olan ruhsal tatminlerine ait daha yüksek ahlaki değerleri niteliğinde, yeni ve daha iyi bir yolun yöntemini açığa çıkarmıştı.
136:7.1 (1519.5) Yiyecek, ve, kendisinin ve birliktelik içinde bulunduklarının sağlığının gözetimi olarak maddi bedeninin ihtiyaçlarına fiziksel hizmet gibi bu türden hususlar hakkında karara varmış olarak, çözümlemesi gereken daha başka sorunlar bulunmaya devam etmişti. Kişisel bir tehlike ile karşı karşıya geldiğinde tutumu ne olacaktı? O; kendi insan güvenliği üzerinde olağan bir gözetimi göstermeye ve beden içindeki sürecinin zamansız bir biçimde sonlanmasını engellemek için makul önlemi almaya, ama, beden içinde yaşamının büyük sorunu gelirse de tüm insan-ötesi nitelikteki müdahaleden sakınmaya karar vermişti. Bu kararı oluştururken, İsa, tam da önünde uçurumun bulunduğu asılı bir kaya parçası üzerindeki bir ağacın gölgesinde oturmaktaydı. O bütünüyle; eğer asılı kayadan ilerlese ve kendisini boşluğa bıraksa, Urantia üzerindeki yaşam görevinin uygulanmasında göksel usların müdahalesine başvurmamaya dair ilk büyük kararını kaldırması ve benliğin mevcudiyetini tehdit eden şeylerden uzak durmayı amaçlamamaya dair tutumunu içeren ikinci kararını yok sayması koşuluyla, kendisine zarar verecek hiçbir şeyin olmayacağının farkındaydı.
136:7.2 (1519.6) İsa, akran millettaşlarının doğal kanunların üzerinde olacak bir Mesih’i beklediklerini bilmekteydi. Yazıtlarda o çok iyi bir biçimde öğretilmiş haldeydi: “Başınıza hiçbir kötülük gelmeyecek, ne de herhangi bir salgın ikametinize yaklaşacak. Zira, o, her açıdan sizleri korumak için, meleklerini sizlerin gözetimine atayacak. Onlar sizi, ayağınız bir taş parçasına çarpmasın diye, elleri içinde koruyacak.” Babası’nın yerçekimi kanunlarına bu şekilde karşı gelme olarak, bu türden cüretkârlık, kendisini muhtemel zarardan, veya hani olur da, yanlış eğitilmiş ve ilgileri yanlış yere çekilmiş olan insanlarının güvenini kazanmak için kullanmada haklı görülebilir miydi? Ancak, bu türden bir gidişat, her ne kadar işaretler aramakta olan Musevileri tatmin edecek olsa da, Babası’nın bir açığa çıkarılışı olamazdı o yalnızca, kâinat âlemlerinin tümüne ait kurumsallaşmış kanunlara karşı sorgulanacak nitelikteki bir saygısızlık olurdu.
136:7.3 (1519.7) Tüm bunları anlayarak, ve, Üstün’ün, kişisel davranışı mevzu bahis olduğu kadarıyla, kendisinin kurumsallaştırdığı doğa kanunlarına karşı gelecek bir biçimde emeklerini vermeye karşı çıkmış olduğunu bilerek, sizler, onun suda hiçbir zaman yürümediğini veya dünya idaresinin maddi düzeyine karşı gelecek başka hiçbir yapmadığını kesin bir biçimde bilmektesiniz; sizler bunu her zaman, tabii ki de, Kişileşmiş Düzenleyici’nin karar yetkisine verilmiş olan hususlar ile ilişkili olarak zaman etkeni üzerindeki denetim eksikliğinden aracılığıyla kurtulabileceği hiçbir yolun, henüz, bulunmamış olduğunu aklınızda bulundurarak gerçekleştirmektesiniz.
136:7.4 (1520.1) Dünya yaşamının tümü boyunca, İsa tutarlı bir biçimde, bu karar sadık kalmıştı. Her ne kadar Ferisiler bir iz görebilmek için onu alaycı bir biçimde kışkırtmaya çalışmışsa da, veya Kalvari’deki izleyiciler onun çarmıhtan aşağıya inmesine davet etmişse de, o tepe kenarındaki bu saatte vermiş olduğu karara kararlı bir biçimde bağlı kaldı.
136:8.1 (1520.2) Bu Tanrı-insanın mücadele vermiş olduğu ve yakın bir zaman içinde cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesi uyarınca karar vermiş bulunduğu bir sonraki büyük sorun, insan-ötesi güçlerinin herhangi birinin, ilgi toplamak ve akran insanlarının bağlılığını kazanmak için kullanılması veya kullanılmaması sorusu ile ilgiliydi. O herhangi bir ölçüde, olağanüstü ve büyüleyici şeylere karşı güçlü Musevi arzusunun tatmini için kendi evren güçlerine başvurmalı mıydı? O, görevini insanların ilgisine getirmenin yöntemi olarak bu türden tüm uygulamaları saf dışı bırakan bir işleyiş siyasasında karar kılmıştı. Ve, o tutarlı bir biçimde, bu büyük karar uyarınca yaşadı. Bağışlamanın birçok zaman-kısaltıcı hizmetinin dışavurumuna izin verdiğinde bile, neredeyse her seferinde, iyileştirme hizmetini alanları, görmüş olduğu yardımlardan kimseye söz etmemeleri konusunda uyarmıştı. Ve, o her zaman, kutsallığının kanıtı ve sergilenişinde düşmanlarının “bizlere bir işaret göster” şeklindeki kışkırtıcı nitelikteki alaycı davetlerini reddetmişti.
136:8.2 (1520.3) İsa oldukça bilge bir biçimde, mucizeleri gerçekleştirmenin ve harikaları yaratmanın yalnızca, korku temelinde saygı duyan maddi aklın dışa dönük bağlılığını ortaya çıkaracağını öngörmüştü; bu türden uygulamalar Tanrı’yı açığa çıkarmayacak, ne de insanları kurtaracaktı O, yalnızca sürekli bir biçimde harikalarda bulunan biri haline gelmeyi reddetmişti. O, cennet krallığının oluşturuluşu halinde — sadece tek bir görevle meşgul olmayı kararlaştırmıştı.
136:8.3 (1520.4) İsa’nın kendisiyle olan bir araya gelişindeki bu çok büyük öneme sahip karşılıklı iletişimin tamamı boyunca, orada, sorgulamaya ve şüphe-duymaya-yakın-nitelikte bulunan bir insan etkeni mevcuttu; zira, İsa, Tanrı oluşuna ek olarak insandı da. Eğer harikaları gerçekleştirmez ise, Museviler tarafından Mesih olarak karşılanmayacağı barizdi. Bunun yanında, eğer doğal olmayan tek bir şeyi gerçekleştirmeye razı olursa, insan aklı kesin bir biçimde, onun, gerçek bir kutsal aklın istediği için ortaya çıktığını bilecekti. Kutsal aklın, insan aklının şüphe duyan doğası için bu tavizde bulunması “Yaratıcı’nın iradesi” ile tutarlı olur muydu? İsa bunun tutarlı olmayacağına karar verip, Kişileşmiş Düzenleyici’nin mevcudiyetinin insanlık ile kutsallığın ortak birlikteliğinin yeterli kanıtı olduğu hatırladı.
136:8.4 (1520.5) İsa fazlasıyla seyahatte bulunmuştu; Roma’yı, İskenderiye’yi ve Şam’ı hatırlamıştı. O, insanların amaçlarını siyasette ve ticarette taviz ve diplomasi ile nasıl elde edişleri olarak — dünyanın yöntemlerini bilmekteydi. Görevini ilerletmek için bu bilgiyi kullanacak mıydı? Hayır! O benzer bir biçimde, krallığın oluşumunda dünyanın bilgeliği ve zenginlerin etkisi ile olacak her türlü tavize karşı karar almıştı. O tekrar, ayrıcalıklı bir biçimde Yaratıcı’nın iradesine bağlı kalmayı tercih etmişti.
136:8.5 (1520.6) İsa tamamiyle, güçlerinden bir tanesine gidecek kısa yolların farkındaydı. O, milletin, ve tüm dünyanın, ilgisini doğrudan bir biçimde kendisini toplayabilecek birçok yolu bilmekteydi. Yakın bir süre içinde Hamursuz Kudüs’de kutlanacaktı şehir, ziyaretçilerle dolup taşacaktı. O, mabedin en ucuna yükselebilir, şaşkınlık içindeki kalabalıkların önünde havada yürüyebilirdi; bu, aradıkları bir Mesih türü olabilirdi. Ancak, o daha sonrasında kendilerini hayal kırıklığına uğratırdı zira o, Davud’un tahtını yeniden oluşturmak için gelmemişti. Ve, o; Caligastia’nın, kutsal amacı elde etmenin doğal, yavaş ve kesin yolunun önüne geçmeye çalışma yönteminin taşıdığı beyhudeliği bilmekteydi. Tekrar, İnsan Evladı itaatkâr bir biçimde, Yaratıcı’nın İradesi olarak, Yaratıcı’nın yolunda eğildi.
136:8.6 (1521.1) İsa insanlığın kalplerinde; tıpkı, bu cennetsel krallığı büyütme ve genişletme emeklerinde kendi dünya çocuklarının ilerleyen zamanlarda takip etmesi zorunlu izlenceler gibi, doğal, olağan, zorlu ve zorlayıcı yöntemler ile cennetin krallığını oluşturmayı tercih etmişti. Zira, İnsan Evladı, “bütün çağların çocuklarının büyük bir kısmının, krallığa birçok zorluk sürecinden geçerek girecek” oluşunu oldukça iyi bilmekteydi. İsa bu aşamada; güce sahip olup, bu gücü tamamiyle bencil veya kişisel amaçlar için kullanmayı kararlı bir biçimde reddetmek olarak, medeni hale gelmiş insanın büyük sınavından geçmekteydi.
136:8.7 (1521.2) İnsan Evladı’nın yaşam ve deneyimi üzerine düşünüşlerinizde, Tanrı Evladı’nın bir ilk çağ insan varlığının aklında vücutlaştırılmış olduğu, bunun yirminci veya başka bir yüzyıl insanının aklında gerçekleştirilmediği, her zaman göz önünde tutulmalıdır. Bununla birlikte bizler, İsa’nın insan donanımlarının doğal kazanım olduğu düşüncesini oluşturmak istiyoruz. O, hazırlanışının ve eğitiminin etkisine ek olarak, zamanının kalıtımsal ve çevre etkenlerinin ürünüydü. Onun insanlığı tamamiyle, o gün ve neslin mevcut ussal düzeyinin ve toplumsal ve ekonomik koşullarının geçmişinden kökenini almış, ve onlar tarafından desteklenmiş olarak, doğal nitelikte, gerçekti. Her ne kadar bu Tanrı-insanının deneyiminde, kutsal aklın insan usunun ötesine geçebileceği her zaman mümkün bulunmuşsa da, yine de, kendisinin insan aklı işlevini yerine getirdiği zaman, ve bu süreç boyunca, o günün insan çevresinin koşulları altında gerçek bir fani akıl gibi çalışmıştı.
136:8.8 (1521.3) İsa, kendi uçsuz bucaksız evreninin sahip olduğu dünyaların tümüne, keyfi yönetim gücünü sergileme amacıyla suni koşulları yaratmanın ve ahlaki değerleri geliştirme veya ruhsal ilerleyişi ilerletme amacıyla ayrıcalıklı gücün cazibesine kapılmanın düşüncesizliğini sergilemişti. İsa görevinin, Makabiler’in yönetiminin yarattığı hayal kırıklığının bir tekrarına neden olmamasına karar vermişti. O kutsal nitelikleri, herkesin desteğini emeksiz kazanmak veya siyasi itibar elde etmek için amacı dışında kullanmayı reddetmişti. O kutsal ve yaratıcı enerjinin, ulusal güce veya uluslararası itibara başkalaşımına izin vermezdi. Nasıralı İsa, bırakınız günaha eşlik etmeyi, kötülüğe taviz vermeyi bile reddetmişti. Üstün utkun bir biçimde Yaratıcı’nın iradesini, dünyasal ve geçici olan başka tüm düşüncelerin üstüne koymuştu.
136:9.1 (1521.4) Doğa kanunuyla ve ruhsal güçle olan bireysel ilişkileri ile siyasanın bu tür sorunlarını kesinleştirmiş olarak, o ilgisini, Tanrı’nın krallığının duyuruluşunda ve oluşturuluşunda kullanılabilecek olan yöntemlerin tercihine yönlendirmişti. Yahya hâlihazırda kendi çalışmasına başlamıştı o iletiyi nasıl sürdürebilirdi? Yahya’nın görevini nasıl devralmalıydı? Akranlarını, etkin çaba ve ussal eş güdüm için nasıl örgütlemeliydi? İsa bu aşamada; kendisini, en azından bahse konu bu dönemde yaygın bir biçimde düşünülmekte olan Mesih olarak, Musevi Mesih halinde daha fazla düşünmeyi yasaklayacak nihai karar varmaktaydı.
136:9.2 (1522.1) Museviler; İsrail’in düşmanlarını yok etmek ve Musevileri, yoksulluktan ve baskıdan uzak bir biçimde, dünyanın yöneticileri haline getirmek için mucizevî güçte gelecek olan bir kurtarıcıyı tahayyül etmişlerdi. İsa, bu umudun hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olduğunu bilmekteydi. O cennetin krallığının, insanların kalplerinden kötülüğü indirmekle ilgili ve bunun tamamiyle ruhsal öneme sahip bir durum olduğunu bilmekteydi. O ruhsal krallığı, parlak ve göz alıcı bir güç gösterisiyle başlatmanın makul durumu üzerine düşünmüştü — ve, bu türden bir gidişat onaylanan nitelikte bulunacak olup, tamamiyle Mikâil’in karar yetkisi alanına düşmekteydi; ancak, o nihai olarak, bu türden bir tasarıma karşı karar vermişti. O Caligastia’nın devrimsel yöntemlerinden, taviz veren bir biçimde faydalanmayacaktı. O potansiyel halde dünyayı, Yaratıcı’nın iradesine itaat ederek kazanmış olup, görevini başlamış olduğu gibi, ve İnsan Evladı olarak, bitirmeyi amaçlamıştı.
136:9.3 (1522.2) Sizler; eğer, gökyüzündeki ve yeryüzündeki güçlerin tümünü potansiyel olarak elinde barındırmakta olan bu Tanrı-insanı bu aşamada, bir kez dahi olsun, egemenlik zırhını geçirip, harika-yaratan taburlarını askeri birlikler halinde yürütseydi, Urantia’ya ne olacağını neredeyse hiçbir biçimde hayal dahi edemezsiniz. Ancak, o, bundan taviz vermeyecekti. O, Tanrı’ya olan ibadetin muhtemel biçimde kaynağını alabileceği kötülüğe hizmet etmeyecekti. O, Yaratıcı’nın iradesine sadık kalacaktı. O, izler haldeki bir evrene şunu duyuracaktı: “Siz, Tanrınız olan Koruyucu’ya ibadet etmeli, yalnızca ona hizmet etmelisiniz.”
136:9.4 (1522.3) Günler ilerledikçe, sürekli artan bir kesinlikle beraber İsa, nasıl bir tür gerçeklik-açığa-çıkarıcısı haline gelecek oluşunu anladı. O, Tanrı’nın yolunun kolay yol olmayacağını kavradı. O, insan deneyiminin geride kalan kadehinin muhtemel bir biçimde acı olabileceğinin farkına varmaya başladı ancak, o, bunu içmeye karar verdi.
136:9.5 (1522.4) İnsan aklı bile, Davud’un tahtına elveda etmekteydi. Aşama aşama insan aklı, kutsalın yolunu takip etmekteydi. İnsan aklı hala sorular sormaktaydı ancak, her seferinde hiç bir yanılgıya düşmeden, dünyada bir insan olarak yaşamanın aynı zamanda da Yaratıcı’nın ebedi ve kutsal iradesini yerine getirmeye kendisini koşulsuz olarak teslim edişin bu bir araya gelmiş yaşamının son emirleri olarak, kutsal cevapları kabul etmekteydi.
136:9.6 (1522.5) Roma, Batı Dünyası’nın en güçlü yerleşkesiydi. Bu aşamada inziva içinde ve bu çok büyük öneme sahip olan kararları elde ederek, İnsan Evladı, emri altındaki cennet birlikleriyle beraber, Museviler’in dünya egemenliğine erişmelerinin son şansını temsil etmekteydi; ancak, bu türden devasa bilgeliği ve gücü elinde barındırmakta olan, bu yeryüzüne ait Musevi, sahip olduğu evren bahşedilmişliklerini ne kendisinin büyümesi ne de insanlarının tahta geçmesi için kullanmayı geri çevirmişti. O, olduğu gibi, “bu dünyanın krallığını görmüştü”; ve, o, onları elde etmek için gücü elinde bulundurmaktaydı. Edentia’nın En Yüksek Unsurları, tüm bu güçleri kendi ellerine teslim etmişti; ancak, kendisi, bunları istememişti. Yeryüzünün krallıkları, bir evrenin Yaratan ve Yöneticisi için çok küçük şeylerdi. O; Tanrı’nın insana olan ilave açığa çıkarılışı, krallığın oluşturuluşu halinde insanlığın kalplerindeki cennetsel Yaratıcı’nın hükümdarlığı olarak tek bir amaca sahipti.
136:9.7 (1522.6) Savaş, çatışma ve kırım düşüncesi İsa için tiksindiriciydi; o bunların hiçbirinin yakınından bile geçmeyecekti. O yeryüzü üzerinde, Barışın Prensi olarak derin sevgi olan bir Tanrı’yı açığa çıkarmak amacıyla ortaya çıkacaktı. Vaftizinden önce, o, zulüm eden Romalılara karşı isyanda kendisine önderlik etmesi için Köktenciler’in yaptığı teklifi yine reddetmişti. Ve, bu aşamada o, şu ifade gibi annesinin kendisine öğretmiş olduğu Yazıtlar ile ilgili nihai kararını vermişti: “Koruyucu bana dedi ki: ‘Sen benim Evladımsın; bugün ben seni dünyaya getirdim. İste benden, ben mirasına ulusları ve iyeliğine dünyanın en kıymetli yerlerini vereceğim. Sen onları demir bir çubukla bölüp, bir çömlekçinin tası gibi parçalara ayıracaksın.”
136:9.8 (1522.7) Nasıralı İsa, bu tür ifadelerinin kendisine işaret etmediği sonucuna varmıştı. En sonunda, ve nihai olarak, İnsan Evladı’nın insan aklı, Musevi yazıtları, ebeveynsel eğitim, hazzan öğretimi, Musevi beklentileri ve insanın geleceğe dair amaçsal arzuları olarak — tüm bu Mesihsel zorlukları ve çelişkileri tamamiyle bir kenara bırakmıştı ilk ve son olarak o, gidişatına karar vermişti. O, Celile’ye geri dönecek, ve krallığın duyurusuna başlayacak, ve gün ve gün izlencelerinin detaylarının açığa çıkıp gerçekleşmesi için Babasına (Kişileşmiş Düzenleyici’ye) güvenecekti.
136:9.9 (1523.1) Bu kararlar aracılığıyla İsa; doğa kanunlarına cüretkâr bir biçimde karşı gelmeyi reddettiğini an olarak, ruhsal sorunlardan geçerken maddi güçlere başvurmayı reddettiğinde, uçsuz bucaksız bir evren boyunca her dünya üzerindeki her birey için değerli bir örneği oluşturmuş oldu. Ve, o, ruhsal ihtişama hazırlık olarak zamansal gücü elinde bulundurmayı reddettiğinde, evren sadakatin ve ahlaki soyluluğun ilham verici bir örneğini oluşturmuş oldu.
136:9.10 (1523.2) Eğer İnsan Evladı vaftizinden sonra tepelere çıktığında görevi ve bu görevin doğasına dair herhangi bir kuşkuya sahip olmuşsa bile, kırk günlük inziva ve kararlar sürecinden hemen sonra akranlarının yanına geri geldiğinde bunlardan hiçbirine sahip değildi.
136:9.11 (1523.3) İsa, Yaratıcı’nın krallığının oluşumu için bir düzenli izlence oluşturmuştu. O, insanlarının fiziksel tatminine yönelik bir şeyde bulunmayacaktı. O, Roma’da çok yakın bir zaman içinde yapılmış olarak gördüğü gibi kalabalıklara ekmek dağıtmayacaktı. O, her ne kadar Museviler tam da bu türden bir kurtarıcı bekleseler bile, harikaları gerçekleştirerek ilgiyi kendisine çekmeyecekti. Ne de o, siyasi yönetim yetkisinin veya zamansal gücün bir gösterisi ile bir ruhsal iletinin kabulünü kazanmaya çalışmayacaktı.
136:9.12 (1523.4) Bekleyiş halindeki Museviler’in gözlerinde gelmekte olan krallığı geliştirmedeki bu yöntemleri reddederek, İsa, bu aynı Museviler’in kesin bir biçimde ve nihai olarak kendisinin yönetim yetkisine ve kutsallığa dair tüm iddialarını da reddetmelerini kesinleştirmiş oldu. Tüm bunların bilincinde, İsa uzun bir süre boyunca, öncül takipçilerinin kendisini Mesih olarak ima edişlerini engellemeye çabaladı.
136:9.13 (1523.5) Kamu hizmeti boyunca o, sürekli tekrar eden üç durumla uğraşmanın gerekliliği ile karşılaşmıştı: doyurulmak için haykırış, mucizeler için ısrar, ve akranlarının kendisini kral yapmasına izin vermesi için nihai rica. Ancak, İsa hiçbir zaman, Perea tepelerindeki bu inziva günleri boyunca vermiş olduğu kararlardan hiçbir zaman ayrılmadı.
136:10.1 (1523.6) Bu çok önemli inziva sürecinin son gününde, Yahya ve onun takipçilerine katılmak için dağdan inmeye başlamadan önce, İnsan Evladı nihai kararına varmıştı. Ve, bu kararı o, Kişileşmiş Düzenleyici’ye şu kelimler ile aktarmıştı: “Ve, tıpkı bu karar-kayıt anlarında olduğu gibi tüm diğer hususlarda, ben sana, Babam’ın iradesine tabi olacağıma söz veriyorum.” Ve, o böyle konuştuğunda, dağdan aşağıya doğru hareket etti. Ve, onun yüzü, ruhsal zaferin ve ahlaki kazanımın ihtişamı ile parladı.
Urantia’nın Kitabı
137. Makale
137:0.1 (1524.1) M.S. 26.YILDA Şubat’ın 23.günü, erken Cumartesi sabahı İsa, Pella’da konaklamakta olan Yahya’nın topluluğuna yeniden katılmak için tepelerden aşağıya indi. Bu günün tamamı boyunca o, kalabalık ile kaynaştı. O, bir düşme sonucu kendisini sakatlamış olan bir ufaklık ile ilgilenip, bu oğlan çocuğunu güvenli bir biçimde ebeveynlerinin ellerine teslim etmek için Pella’nın bir yakın köyüne seyahat etmişti.
137:1.1 (1524.2) Bu Şabat boyunca, Yahya’nın başta gelen takipçilerinden ikisi İsa ile fazla bir zaman geçirmişti. Yahya’nın takipçilerinin tümü içinde İsa’dan en derin biçimde etkilenmiş olanı Andreas isminde biriydi; o, sakatlanmış çocuk ile birlikte Pella’ya olan yolculukta İsa’ya eşlik etmişti. Yahya’nın yerleşkesine olan geri dönüş yolunda o İsa’ya birçok soru sormuştu; ve, gidecekleri yere varmadan tam önce ikisi, süresince Andreas’ın şunu söylemiş olduğu, küçük bir konuşma için durmuşlardı: “Ben Kapernaum’dan geldiğinden beri seni gözledim, ve ben senin yeni Öğretmen olduğuna inanıyorum; ve, her ne kadar öğretilerinin hepsini anlamasam da, seni takip etmek için nihai kararımı verdim; ben senin dizinin dibinde oturup, yeni krallık hakkında tüm gerçekliği öğrenmek istiyorum.” Ve, İsa Andreas’ı, gönülden destekle; insanların kalplerinde Tanrı’nın yeni krallığını oluşturma görevinde kendisiyle birlikte emek verecek olan on iki kişilik topluluk biçimindeki, havarilerin ilki olarak karşıladı.
137:1.2 (1524.3) Andreas, Yahya’nın çalışmalarının sessiz bir gözlemcisi, ve içten bir inananıydı ve, o, Yahya’nın başta gelen takipçilerinden bir tanesi olan, Şimon isminde oldukça yetkin ve istekli bir kardeşe sahipti. Şimon’un, Yahya’nın başlıca destekleyicilerinden bir tanesi olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmazdı.
137:1.3 (1524.4) İsa ve Andreas topluluğun konakladığı yere geri döndükten yakın bir süre sonra, Andreas, kardeşi Şimon’u aradı, onu bir kenara çekti, ve kendisini, aklında İsa’nın büyük Öğretmen olduğunu kesinleştirmiş ve İsa’ya bir takipçi olarak bağlılık sözün vermiş olduğu hususunda bilgilendirdi. O buna ek olarak; İsa’nın, kendisinin hizmetini sunuşunu kabul etmiş olup, kardeşinin de (Şimon’un da) benzer bir biçimde İsa’ya gidip yeni krallığın hizmetinde özünü birliktelik için sunmasını tavsiye etmiş olduğunu söyledi. Şimon şunu söyledi: “Bu kişi tam Zübeyde’nin atölyesinde çalışmak için geldiğinden beri, ben onun Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inandım; ama, Yahya ne olacak? Biz onu geride mi bırakacağız? Bunu yapmak doğru bir şey mi olur?” Bunun üzerinde onlar, hep beraber Yahya’ya danışmak için gitmeye karar verdiler. Yahya, yetkin danışmanlarından ve en umut vadeden takipçilerinden ikisini kaybetme düşüncesi karşısında üzülmüştü; ancak, o, şunu söyleyerek, bu sorgulara cesur bir biçimde cevap vermişti: “Bu yalnızca başlangıç; yakın bir zamanda benim çalışmam sona erecek, ve hepimiz onların takipçileri haline geleceğiz.” Bunun sonrasında Andreas, kardeşinin yeni krallığın hizmetinde kendisine katılmayı arzuladığını duyuracağı İsa ile yalnız konuşma için işarette bulundu. Ve, Şimon’u kendisinin ikinci havarisi olarak kabul edişinde, İsa şunu söyledi: “Şimon, senin istekliliğin takdire layık nitelikte, ama krallık için çalışmak tehlikeli bir şey. Ben, konuşmalarında daha düşünceli hale gelmen konusunda seni uyarıyorum. Ben senin ismini Petrus’a değiştirmek isterdim.”
137:1.4 (1525.1) Pella’da yaşamakta olan yaralanmış ufaklığın ebeveynleri, geceyi kendilerinde geçirmesi, evlerini evi yapması için İsa’ya güçlü bir biçimde ricada bulunmuşlardı ve, İsa, kendilerine söz vermişti. Andreas ve onun kardeşinden ayrılmadan önce, İsa kendilerine, “Ertesi sabah erken Celile’ye gidiyoruz” dedi.
137:1.5 (1525.2) İsa Pella’ya gece için geri döndükten sonra, ve Andreas ve Şimon hala gelmekte olan krallığın oluşumundaki hizmetlerinin görevi üzerine konuşurlarken, Zübeyde’nin oğulları Yakub ve Yahya, tepelerde İsa’yı uzun ve nafile arayışlarından tam da yeni geri gelmiş olarak, buraya varmışlardı. Onlar; Şimon Petrus’un, nasıl kendisi ve abisinin yeni krallığın ilk kabul edilmiş danışmanları haline geldiklerinin ve Celile için ertesi gün yeni Üstünleri ile ayrılacaklarının anlatışını duyduklarında, hem Yakub hem de Yahya üzüntüye kapılmışlardı. Onları İsa’yı belli bir süredir tanımakta olup, kendisini derinden sevmekteydiler. Onlar tepelerde kendisini birçok gün boyunca aramış, şimdi geri döndüklerinde ise, diğerlerinin kendilerinden önce özlerini ona sunduklarını öğrenmişlerdi. Onlar, İsa’nın nereye gittiğini öğrenip, hiç vakit kaybetmeden onu bulmaya koyuldular.
137:1.6 (1525.3) İsa, onlar kendisinin kaldığı yere ulaştıklarında uykudaydı ancak, onlar, şunu söyleyerek, kendisini uyandırdı: “Nasıl olurda, seninle beraber çok uzun bir süredir yaşamakta olan bizler tepelerde seni ararken, sen, bizlerden önce diğerlerini tercih edip, Andreas ve Şimon’u yeni krallıkta ilk birlikteliklerin olarak seçersin.” İsa onların sorusunu şöyle cevaplamıştı: “Kalplerinizde sakinliği bulun ve kendinize ‘Babası’nın görevindeyken kimin sizleri İnsan Evladı’nı aramanız gerektiğine yönlendirdiğini’ bir sorun.” Tepelerdeki uzun arayışlarının detaylarını anlatmalarından sonra, İsa onlara şu ilave yönergede bulundu: “Sizler, yeni krallığın sırrını kalplerinizde aramayı öğrenmelisiniz, tepelerde değil. Aramış olduğunuz şey hâlihazırda ruhlarınızda mevcuttu. Sizler gerçekten de benim kardeşlerimsiniz — sizlerin, benim tarafımdan kabul edilmenize gerek yoktu, sizler hâlihazırda krallığa aitsiniz, ve şimdi, yarın Celile’ye bizlerle birlikte gitmek için hazırlanarak, kalplerinizi serin tutun.” Yahya bunun sonrasında cüretkâr bir biçimde şu soruyu sormuştu: “Ancak, Üstünümüz, Yakup ve ben, tıpkı Andreas ve Şimon gibi mi yeni krallıkta senin birlikteliklerin olacağız?” Ve, İsa, ikisinin de omzuna bir elini koyarak, şunu söyledi: “Benim kardeşlerim, sizler hâlihazırda, bu diğerleri kabul edilmek için talepte bulunmadan önce bile, benimle birlikte krallığın ruhaniyeti içindeydiniz. Sizlerin, benim kardeşlerim, krallığa girmek için herhangi bir talepte bulunmanızın hiçbir gereği yok; sizler, en başından beri krallıkta benimle birliktesiniz. İnsanlar arasında, diğerleri sizlerin önüne geçebilir; ancak, kalbimde ben sizi aynı zamanda, bana bu ricada bulunmayı düşünmenizden önce bile, krallığın heyetlerinde saydım. Ve, çok iyi niyetli ancak kendinizin karar vermiş olduğu, kaybolmamış olan, birini arama görevine katılmak için yerlerinizden ayrılmamış olsanız bile, sizler, insanların arasında ilki olabilirdiniz. Gelecek krallıkta, endişenizin önünden gidecek olan bu şeyler hususunda dikkatli olun, bunun yerine her zaman kendinizi, cennet içinde bulunan Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmekle ilgili kılın.”
137:1.7 (1525.4) Yakub ve Yahya, uyarıyı iyi bir incelikle ile almıştı onlar artık bir daha Andreas ve Şimon’a dair kıskançlık duymamıştı. Ve, onlar, ertesi sabah Celile için ayrılmak amacıyla, iki birliktelik içindeki havari ile birlikte, hazırlanmışlardı. Bu günden itibaren, havari kavramı, İsa’nın danışmanlarından oluşan kendisinin seçmiş olduğu aileden, daha sonra kendisini takip etmiş olan çok büyük çoğunluktaki inanan takipçileri ayırt etmek için kullanılmıştı.
137:1.8 (1525.5) Bu akşamın geç saatlerinde, Yakub, Yahya, Andreas ve Şimon, Vaftizci Yahya ile konuşmak için bir araya gelmişlerdi; ve, yaşlı gözlerle ancak karları bir ses ile sadık Yehuda tanrı-elçisi, başta gelen iki takipçisini gelecek krallığın Celile Prensi’nin havarileri haline gelmek için serbest bıraktı.
137:2.1 (1526.1) M.S. 26.yılda, Şubat ayının 24’ünde, Pazar sabahı, İsa, Pella yakınındaki nehir kenarında Vaftizci Yahya’dan, beden içinde kendisini bir daha görmemek üzere, ayrıldı.
137:2.2 (1526.2) İsa ve dört takipçi-havarisinin Celile için ayrıldığı, o gün, Yahya’nın takipçilerinin yerleşkesinde büyük bir kargaşa çıkmıştı. İlk büyük bölünme gerçekleşmek üzereydi. Bir gün önce, Yahya Andreas’a ve Üzeyir’e, İsa’nın kurtarıcı olduğuna dair olumlu duyurusunda bulunmuştu. Andreas İsa’yı takip etmeye karar vermişti; ancak, Üzeyir, şunu birlikteliklerine duyurarak, Nasıra’nın ılımlı marangozunu reddetmişti: “Tanrı-elçisi Danyal, İnsan Evladı’nın, güç ve büyük ihtişam içinde cennetin bulutlarından gelecek olduğunu duyurmaktadır. Bu Celileli marangoz, bu Kapernaumlu gemi ustası, Kurtarıcı olamaz. Tanrı’nın bu türden bir hediyesi Nasıra’dan gelebilir mi? Bu İsa, Yahya’nın bir akrabasıdır; ve, fazlasıyla iyi niyeti yüzünden öğretmenimiz yanılgı içine düşmüştür. Bırakınız bizler, bu sahte Mesih hakkında kayıtsız olalım.” Yahya Üzeyir’i bu sözler için uyardığında, birçok takipçiyi kendisiyle birlikte çekmiş olup, doğuya hızla uzaklaşmıştı. Ve, bu topluluk, Yahya’nın adına vaftizde bulunmaya devam edip, nihai olarak, Yahya’ya inanmış ama İsa’yı kabul etmeyi reddetmiş olanların bir mezhebini kurmuşlardı. Bu topluluğun kalıntılarından biri, bu güne kadar bile hala Mezopotamya’da varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
137:2.3 (1526.3) Yahya’nın takipçileri arasında bu sıkıntı büyümekteyken, İsa ve dört takipçi-havarisi Celile’ye doğru iyice yol almışlardı. Nain üzerinden Nasıra’ya gitmek için Ürdün vadisini geçmeden önce, uzakta yolun üstünde, Betsaydalı Filip isminde birinin ve onun bir arkadaşının kendilerine yaklaşmakta olduğunu gördü. İsa öncesinden Filip’i tanımaktaydı ve, o aynı zamanda, dört havarinin hepsi tarafından oldukça iyi bilinmekteydi. O arkadaşı Nataniyel ile birlikte, Tanrı’nın krallığının söylenen gelişi hakkında daha fazla şey öğrenmek amacıyla Pella’da Yahya’yı ziyaret etmek için yola çıkmış olup, İsa’yı selamlamaktan fazlasıyla mutlu olmuştu. Filip, Kapernaum’a ilk gelişinden beridir İsa’nın bir hayranıydı. Ancak, Celile’nin Kana kasabasında yaşamakta olan Nataniyel, İsa’yı tanımamaktaydı. Filip arkadaşlarını selamlamak için ileri atılmışken, Nataniyel, yol kenarında bir ağacın gölgesinde dinlenmeye çekilmişti.
137:2.4 (1526.4) Petrus Filip’i bir kenara çekip, hemen sonrasında, kendisini, Andreas’ı, Yakub’u ve Yahya’yı işaret ederek, hepsinin yeni krallıkta İsa’nın birliktelikleri haline gelmiş olduğunu açıklayıp, hizmet için Filip’in gönüllü olması hususunda güçlü bir biçimde ricada bulunmuştu. Filip bir çıkmaz içine düşmüştü. Ne yapması gerekirdi? Ürdün vadisi yakınındaki yol kenarında olarak — oracıkta, bir dakikalık öncül uyarıda dahi bulunmadan, bir yaşam sürecinin en büyük öneme sahip sorusu olarak anında karar vermesi gereken vakit gelmişti. Bu süreç içinde o, Petrus, Andreas ve Yahya ile içten gerçekleşen bir konuşmada bulunurken, İsa Yakub’a, Celile boyunca ve oradan Kapernaum’a olan yolculuğun genel doğrultusunu göstermekteydi. Nihai olarak, Andreas Filip’e şu tavsiyede bulundu: “Neden Öğretmenimize sormuyorsun?”
137:2.5 (1526.5) Aniden Filip’e, İsa’nın gerçekten de büyük bir kişi, muhtemelen Mesih, olduğu düşüncesi doğmuş olup, bu hususta İsa’nın kararına sadık kalmaya karar verdi; ve, o, İsa’ya şu soruyu sorarak, doğrudan bir biçimde kendisine gitmişti: “Öğretmenim, Yahya’ya gitmek için aşağıya mı ineyim, yoksa seni takip eden arkadaşlarıma mı katılayım?” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Beni takip et.” Filip, kendisinin Kurtarıyıcı’yı bulmuş olduğu bu güvence karşısında büyük heyecan duymuştu.
137:2.6 (1526.6) Filip bu aşamada; Vaftizci Yahya, gelmekte olan krallık, beklenen Mesih ile ilgili duymuş olduğu birçok şeyi aklında uzun uzadıya düşünen bir biçimde, geride hala dut ağacının altında beklemekte olan arkadaşı Nataniyel’e daha yeni vermiş olduğu kararın haberini ulaştırmak için çabucak bir şekilde gelmiş olduğu yere geri dönerken, topluluğa bulundukları yerde kalmaları için el işaretinde bulundu. Filip Nataniyel’in bu düşüncelerini şunu haykırarak bölmüştü: “Ben, kendisi hakkında Musa’nın ve tanrı-elçilerinin yazdığı ve Yahya’nın duyurmuş olduğu Kurtarıyıcı’yı buldum.” Nataniyel, kafasını kaldırıp, şunu sordu: “Nerden gelmekte bu öğretmen?” Ve, Filip cevap verdi: “O, yakın bir zaman içinde Kapernaum’da ikamet etmeye başlamış, marangoz, Yusuf’un oğlu olan Nasıralı İsa.” Ve, bunun sonrasında, bir ölçüde şaşkınlığa düşmüş olan Nataniyel şunu sordu: “Böyle herhangi bir güzel şey Nasıra’dan çıkabilir mi?” Ancak, Filip, onun kolundan tutarak, “Gel ve gör” dedi.
137:2.7 (1527.1) Filip Nataniyel’i, içten bir biçimde kuşku duymakta olanın yüzüne iyi gözlerle bakarak şunu söylemiş olan, İsa’nın yanına götürdü: “Kendisinde hiçbir aldatmaca olmayan bir samimi İsrailoğluna bak. Beni takip et.” Ve, Filip’e dönen bir biçimde, Nataniyel şunu söyledi: “Sen haklısın. O gerçekten de insanların bir üstünü. Eğer o değere sahip isem, onu ben de takip edeceğim.” Ve, İsa, tekrar şunu söyleyerek, Nataniyel’i başıyla onayladı: “Beni takip et.”
137:2.8 (1527.2) İsa bu aşamada; belirli bir süredir kendisi tarafından bilinmekte olan bireylerden ve bir yabancıdan oluşan beş kişi olarak, yakın birlikteliklerinden meydana gelen gelecek birliğinin yarısını bir araya toplamıştı. Daha fazla gecikmeden onlar Ürdün vadisini geçmiş, ve, Nain köyü üzerinden geçerek, Nasıra’ya o akşamın geç saatlerinde ulaşmışlardı.
137:2.9 (1527.3) Onların hepsi geceyi, İsa’nın çocukluk evinde Yusuf ile beraber geçirmişti. İsa’nın birliktelikleri; neden yeni buldukları öğretmenlerinin oldukça fazla bir biçimde, on emir ve diğer özlü sözler ve deyişler halinde evin etrafında bulunmaya devam etmiş olan kendi el yazısının her bir kalıntısını tamamiyle yok etmekle ilgilenme sebebini çok az anlayabilmişlerdi. Ancak, onun bu yaptığı şey toz veya kum üzerinde gerçekleştirilenlerin dışında olmak üzere — onu ilerleyen zamanlarda bir daha hiçbir şeyi yazmamış halde görmeleri gerçeğiyle birlikte, akıllarında büyük bir etki bırakmıştı.
137:3.1 (1527.4) Bir sonraki gün İsa, Mecdel’de kardeşi Yude’yi görmek için durmuş bir biçimde, Kapernaum’daki annesine çabucak bir ziyarette bulunmaya hazırlanırken, tümü bu kasabanın başta gelen genç bir kızının düşününe davet edildiği için havarilerini Kana’ya göndermişti.
137:3.2 (1527.5) Nasıra’dan ayrılmadan önce, İsa’nın yeni birliktelikleri Yusuf’a ve İsa’nın ailesinin diğer üyelerine, daha yakın geçmişte gerçekleşmiş olan muhteşem olaylardan bahsetmişler ve İsa’nın uzun-zamandır beklenilen kurtarıcı oluşuna dair özgür düşüncelerini ifade etmişlerdi. Ve, İsa’nın ailesinin bu üyeleri bu konu üzerinde tekrar konuşmuş olup, Yusuf, “Belki de, son kertede, Annemiz haklıydı — belki de bizim garip ağabeyimiz gelecek olan kraldır” demişti.
137:3.3 (1527.6) Yude, İsa’nın vaftizinde oradaydı ve, kardeşi Yakub ile birlikte, İsa’nın yeryüzü üzerindeki görevinin güçlü bir inananı haline gelmişti. Her ne kadar hem Yakub hem de Yude, ağabeylerinin görevinin doğasına dair fazlasıyla kafa karışıklığı içinde bulunmuş olsalar da, anneleri, İsa’ya dair, Davud’un oğlu halinde Mesih olarak öncül umutlarının hepsini yeniden dirilmişti; ve, o evlatlarının, İsrail’in kurtarıcısı olarak ağabeylerine inanç beslemelerini teşvik etmişti.
137:3.4 (1527.7) İsa Kapernaum’a Pazartesi gecesi varmıştı ancak, o, Yakub ve annesinin yaşadığı yer olan kendi evine gitmemişti; o doğrudan bir biçimde Zübeyde’nin evine gitmişti. Kapernaum’daki arkadaşlarının tümü kendisinde büyük ve hoş bir değişim görmüşlerdi. Bir kez daha o, Nasıra’daki öncül yıllarında olduğu gibi, göreceli olarak güleç ve daha kendisinde görülmüştü. Vaftizinden önceki yıllarda ve onun hemen öncesindeki ve hemen sonrasındaki inziva süreçlerinde o, gittikçe ciddi ve bağımsız hale gelmişti. Bu aşamada o arkadaşlarının hepsi tarafından, tam da kendi eski kişiliği olarak görünmüştü. Ona, eskisinde olmayan bir ihtişam ve yüceltilmiş bir özellik gelmişti; ancak, o, bir kez daha rahat ve neşeliydi.
137:3.5 (1528.1) Meryem, bu beklenti karşısında büyük heyecan duymuştu. O, Cebrail’in vermiş olduğu sözün yerine getirilmeye yaklaşmakta olduğu öngörmekteydi. O, Filistin’in tamamının yakın bir zaman içinde, Museviler’in doğa-ötesi kralı olarak oğlunun mucizevî açığa çıkarılışı karşısında hayretler içinde kalacağını ve ne yapacağını bilmez duruma düşeceğini beklemekteydi. Ancak, annesinin, Yakub’un, Yude’nin ve Zübeyde’nin sormuş olduğu birçok sorunun tamamına İsa, yalnızca gülümseyerek şu cevabı vermişti: “Burada bir süre daha kalmak benim için daha iyi olacak; cennette olan Babamın iradesini yerine getirmek zorundayım.”
137:3.6 (1528.2) Bir sonraki gün, Salı günü, hepsi, ertesi gün gerçekleşecek olan Naomi’nin düğünü için Kana’ya hareket etti. Ve, İsa’nın tekrarlamış olduğu, “Yaratıcı’nın saati gelene kadar” kendisi hakkında hiç kimseye herhangi bir şey söylememelerine dair uyarılarına rağmen, onlar, Kurtarıcı’yı bulmuş olduklarına dair haberleri etrafa sessiz bir biçimde yaymada ısrar ettiler. Onların her biri kendinden emin bir biçimde; İsa’nın Mesihsel yönetim gücünü, Kana’da yaklaşan düğünde üstlenmeye resmi bir biçimde başlayacağını, ve bunun büyük bir güçle ve ulvi bir ihtişamla gerçekleştireceğini beklemekteydi. Onlar, vaftiziyle gerçekleşmiş olan şeyler hakkında kendilerine söylenenleri hatırlamışlardı ve, onlar, İsa’nın yeryüzü üzerindeki gelecek gidişatının, doğa-ötesi nitelikteki harikalar ve mucizevî gösterilerin artan dışavurumlarıyla nitelenecek oluşuna inanmışlardı. Bunun uyarınca, şehrin çevresindeki herkes Naomi ve Nathan’ın oğlu Yohab’ın evlilik ziyafeti için Kana’da bir araya gelmeye hazırlanmaktaydı.
137:3.7 (1528.3) Meryem senelerdir hiç bu kadar neşeli olmamıştı. O Kana’ya, evladının tacı giyişini gözlemleyecek olarak kraliçe anne edasıyla seyahat etmişti. On üç yaşından beri, İsa’nın aile ve arkadaşları kendisini; bu kadar rahat ve mutlu, bu denli etkileyici bir biçimde duygudaş halde birlikteliklerinin istek ve arzuları karşısında bu kadar düşünceli ve anlayışlı görmemişlerdi. Ve, onların hepsi, küçük topluluklar halinde, kendileri arasında, bir sonraki aşamada ne gerçekleşeceğini merak eden bir biçimde fısıldaşmaktaydı. Bu garip kişi şimdi ne yapacaktı? O, gelen krallığın ihtişamını nasıl başlatacaktı? Ve, onların tümü, İsrailin Tanrısı’nın kudret ve gücünün açığa çıkarılışını görmek için hazır halde bulundukları düşüncesiyle büyük heyecana kapılmışlardı.
137:4.1 (1528.4) Çarşamba günü öğlen vakti, düğün ziyafetine çağrılmış olan sayıdan dört katından daha fazlası olmak üzere, yaklaşık olarak bin kadar ziyaretçi Kana’ya varmıştı. Düğünleri Çarşamba günü kutlamak bir Musevi âdetiydi, ve düğün için davetiyeler bir ay öncesinden dışarıya gönderilmişti. Öğleden öncesi ve öğleden sonrasının erken saatleri etkinlik, bir düğünden çok İsa için verilmiş bir kamu kabul töreni görünümündeydi. Herkes, bu neredeyse meşhur haldeki Celileliyi selamlamak istemişti; ve, o, genç ve yaşlı, Musevi ve Musevi-olmayan, herkese karşı olabilecek en üst düzeyde içtenlik içinde davranmaktaydı. Ve, herkes, İsa öncül evlilik yürüyüşünün başında bulunmaya razı olduğunda, büyük sevinç duymuştu.
137:4.2 (1528.5) İsa bu aşamada, tamamiyle; kendi insan mevcudiyeti, kutsal-mevcudiyet-öncesi niteliği, ve, kendisinin bir araya gelmiş, veya diğer bir değişle bütünleşmiş, insan ve kutsal doğalarının düzeyine dair öz bilince sahip haldeydi. Kusursuz bir soğukkanlılıkla, bir anda insan rolünü oynayabilir, ya da doğrudan bir biçimde, kutsal doğanın kişilik ayrıcalıklarını üstlenebilirdi.
137:4.3 (1528.6) Gün ilerledikçe, İsa artan bir biçimde, insanların kendisinden bir harikada bulunmasını beklemekte olduğunun bilincine varmıştı daha da özel bir biçimde, ailesi ve altı takipçi-havarisi kendisinden, hayretler içinde bırakıcı veya doğa-üstü nitelikteki bir dışavurumla yaklaşmakta olan krallığının duyurusunu yerinde bir biçimde yapmasını beklemekteydiler.
137:4.4 (1529.1) Öğleden sonrasının ilk saatlerinde Meryem Yakub’u çağırmıştı ve, beraberce onlar İsa’ya, düğün törenleriyle ilişkili olarak hangi saatte ve hangi noktada kendisini “doğa-ötesi biri” olarak dışa vurmayı tasarlamakta olduğunu bilgilendirecek ölçüde ikisiyle sırrını paylaşabilmesini soracak kadar cüretkâr bir yaklaşımda bulunmuşlardı. Onlar İsa’ya bu hususlardan bahseder bahsetmez, onun kendisine has derin hoşnutsuzluğuna neden olduklarını görmüşlerdi. O sadece şunu söylemişti: “Eğer beni derinden seviyorsanız, ben cennet içindeki Babam’ın iradesi için beklerken benimle birlikte vakit geçirmeye istekli olun.” Ancak, uyarısının inceliği yüz ifadesinde saklıydı.
137:4.5 (1529.2) Annesinin bu hareketi, insan İsa için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu; o, kendi sahip olduğu kutsallığın dışsal belli bir gösterimine kendisini serbest bırakışına dair annesinin cezp edici önerisine vermiş olduğu karşılıkla fazlasıyla ciddileşmişti. Bu tam da, oldukça yakın bir süre önce tepelerde inzivaya çekildiğinde yapmamaya karar vermiş olduğu şeylerden bir tanesiydi. Birkaç saat boyunca Meryem fazlasıyla üzüntülü haldeydi. O Yakub’a: “Ben onu anlayamıyorum; bütün bunlar ne anlama geliyor ki? Onun tuhaf davranışının hiç sonu yok mu?” Yakub ve Yude annesini teselli etmeye çalışırken, İsa bir saatlik yalnızlık için ortalıktan çekildi. Ancak, o topluluğa geri dönmüş olup, bir kez daha rahat ve neşeliydi.
137:4.6 (1529.3) Evlilik, sessizlik içinde herkesin bir şey bekler haldeki bir süreciyle ilerlemişti; ancak, törenin tamamı sonlanmış ve onurlandırılmış misafirden tek bir kelime olarak tek bir hareket gerçekleşmemişti. Bunun sonrasında, Yahya tarafından “Kurtarıcı” olarak duyurulmuş, marangoz ve gemi ustası hakkında, muhtemelen akşam evlilik yemeğinde gerçekleşecek biçimde, akşam etkinlikleri süresince kendisini açığa çıkaracağının fısıltıları dolaşmıştı. Ancak, bu türden bir gösteriye dair beklentilerin tümü, kesin bir biçimde; İsa, akşam olan düğün yemeğinden tam önce kendilerini toplayıp, büyük içtenlikle şunu söylediğinde, altı takipçi-havarisinin akıllarından silinmişti: “Benim buraya, meraklı olanları tatmin veya şüphe duymakta olanları ikna için bir harikayı gerçekleştirmeye gelmiş olduğumu düşünmeyin. Bunun yerine, bizler, cennet içindeki Babamızın iradesi üzerine beklemekteyiz.” Ancak, Meryem ve diğerleri, İsa’yı birlikteliklerine danışırken gördüklerinde, akıllarında, olağanüstü bir şeyin gerçekleşecek olacağına tamamen ikna olmuşlardı. Ve, onların tümü, akşam düğün yemeğinin ve iyi şölen birlikteliğinin tadını çıkarmak için sofraya oturmuştu.
137:4.7 (1529.4) Damat tarafının babası, evlilik ziyafetine çağırılmış davetlilerin tümü için bolca şarap tedarik etmiş haldeydi; ancak, oğlunun evliliğinin, Mesihsel kurtarıcı olarak İsa’nın beklenen dışavurumu ile oldukça yakın bir biçimde ilişkilenmiş bir etkinlik olacağını nasıl bilebilecekti? O, davetlileri arasında bulunan hatırı sayılır Celileli’nin onurlandırışına sahip olmaktan çok mutlu olmuştu; ancak, akşam yemeği sona ermeden önce hizmetliler ona, şarabın bitmekte olduğuna dair rahatsız edici haberi getirmişti. Resmi akşam yemeği bittiğinde ve davetliler bahçede gezinirlerken, damat tarafının annesi Meryem’e, ellerinde bulunan şarabın tükendiği sırrını paylaşmıştı. Ve, Meryem kendisine güvenen bir biçimde şunu söylemişti. “Sen hiç üzülme — Ben oğlumla konuşacağım. O bizlere yardım edecek.” Ve, böylece Meryem, tam da bir kaç saat önce kendisine yöneltilmiş uyarıya rağmen, konuşma hakkında kendinde görmüştü.
137:4.8 (1529.5) Geçmiş birçok yıllık bir süreç boyunca, Meryem her zaman İsa’ya, Nasıra’daki ev yaşamlarının her buhranında yardım bakmıştı ki, bu seferde onu düşünmüş olması kendisi için oldukça doğal bir durumdu. Ancak, bu geleceğe dair arzulara sahip olan anne, bu durumda en büyük oğluna başvurmada başka diğer güdülere sahipti. İsa bahçenin bir köşesinde tek başına dururken, annesi, şunu söyleyerek kendisine yaklaşmıştı: “Oğlum, onların şarabı bitmiş.” Ve, İsa şu cevabı vermişti: “Benim güzel annem, bunun benle ne ilgisi var?” Meryem: “Ama, ben, senin vaktinin gelmiş olduğuna inanıyorum; bize yardım edemez misin?” İsa cevap olarak: “Tekrar duyuruyorum, ben bu türden şeyleri yapmak için gelmedim. Niçin beni bu hususlarla tekrar zorlamaktasın?” Ve, bunun sonrasında, gözyaşları içinde kendisini tutamamış halde, Meryem şunu ondan derinden bir biçimde talep etti: “Ama, oğlum, ben onlara senin bizlere yardım edeceğinin sözünü verdim; benim için lütfen bir şey yapamaz mısın?” Ve, bunun sonrasında İsa şöyle konuştu: “Anne, bu türden sözlerde bulunmakta senin ne işin olabilir ki? Böyle bir şeyi bir daha yapmamaya dikkat et. Bizler her şeyde, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini beklemeliyiz.”
137:4.9 (1530.1) İsa’nın annesi Meryem yıkılmıştı neye uğradığını şaşırmış hale gelmişti! O İsa’nın önünde, yüzünden yaşlar boşalır halde, hareketsiz halde dururken, İsa’nın insan kalbine, bedende kendisini dünyaya getirmiş olan kadın için merhamet hâkim olmuştu; ve, ileri doğru eğilen bir biçimde İsa, şunu söyleyerek, elini nazikçe Meryem’in başına koymuştu: “Ama, ama işte, Meryem Anne, benim görünüşte sert olan sözlerime kederlenme, zira birçok sefer sana söylememiş miydim ki, ben sadece cennetsel Babamın iradesini gerçekleştirmek için geldim? Eğer Babamın iradesinin bir parçası olsaydı, senin benden rica ettiğin şeyi olabilecek en derin memnuniyetle yerine getirirdim — ” ve, İsa sözünü yarıda bıraktı, konuşmaya çekince gösterdi. Meryem, bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu hisseder göründü. Ayağa kalktı, kollarını İsa’nın boynuna doladı ve onu öptü; ve, hizmetçilerin bulunduğu bölgeye aceleyle gidip, şunu söyledi: “Oğlum ne derse, onu yapın.” Ancak, İsa, hiçbir şey söylemedi. O bu aşamada, hâlihazırda çok fazla şey söylemiş olduğunun — veya diğer bir değişle arzu eder bir biçimde düşünmüş olduğunun — farkına varmıştı.
137:4.10 (1530.2) Meryem sevinçten dans etmekteydi. O, şarabın nasıl elde edileceğini bilmiyordu; ancak kendinden emin bir biçimde en büyük oğlunu, yönetim yetkisini ortaya koyan bir biçimde öne çıkmaya cüret etmeye ve mevkisini duyurup ve Mesihsel gücünü sergilemeye nihai bir şekilde ikna etmiş olduğuna inanmaktaydı. Ve, orada bulunan herkesin tamamiyle bilgiden noksan olduğu, belirli evren güçlerinin ve kişiliklerinin mevcudiyeti ve ilişkilemi nedeniyle, Meryem, hayal kırıklığına uğramayacaktı. Meryem’in arzu ettiği ve Tanrı-insanı olan İsa’nın insansı ve duygudaş bir biçimde istediği şarap gelmekteydi.
137:4.11 (1530.3) El altına yakın bir yerde, her biri yaklaşık olarak yetmiş beş litre alan, su ile dolu altı büyük taş testi durmaktaydı. Bu su, düğün kutlamalarının nihai arıma törenlerinde daha sonra kullanma amacıyla orada bulundurulmuştu. Bu büyük taş kaplarının yakınında, annesinin yoğun emirleri altındaki, hizmetlilerin yaratmış olduğu hengâme İsa’nın ilgisini oraya yöneltti; ve, oraya doğru gidince, İsa onların, sürahi dolusu miktarlarla bu kaplardan şarap çekmekte olduklarını gözlemledi.
137:4.12 (1530.4) Neyin gerçekleşmekte olduğu İsa’nın aklında kademeli bir biçimde açıklığa kavuşmaktaydı. Kana’daki evlilik ziyafetinde mevcut olan kişilerin tümü içinde İsa, en fazla şaşırmış olanıydı. Diğerleri, onun bir harikayı gerçekleştirmesini beklemiş haldeydi; ancak, bu, tam da onun gerçekleştirilmemesini amaçlamış olduğu bir şeydi. Ve, bunun sonrasında, İnsan Evladı, Kişileşmiş Düşünce Düzenleyicisi’nin tepelerdeki uyarısını hatırladı. O Düzenleyici’nin; zamandan bağımsızlığına olan yaratan ayrıcalığında kendisini hiçbir gücün veya kişiliğin mahrum bırakamama yetisine dair nasıl uyarmış olduğunun üzerinden aklında bir kez daha geçti. Bu olayda, güç dönüştürücüleri, yarı-ölümlüler, ve tüm diğer gerekli kişilikler su ve diğer gerekli elementlerin yakınında bir araya gelmişti; ve, Kâinat Yaratan Egemeni’nin ifade edilmiş arzusu karşısında, şarabın anlık olarak ortaya çıkışı kaçınılmaz bir biçimde gerçekleşecekti. Ve, bu gerçekleşim; Kişileşmiş Düzenleyici’nin, Evlat’ın arzusunun yerine getirilişinin hiçbir biçimde Yaratıcı’nın iradesine karşı gelmediğine işaret etmesiyle, daha da kesinlik kazanmıştı.
137:4.13 (1530.5) Ancak, bu, hiçbir açıdan bir mucize değildi. Doğanın hiçbir kanunu değişikliğe uğratılmamış, ortadan kaldırılmamış veya onun ötesine dahi geçilmemişti. Şarabın oluşturulması için gerekli olan kimyasal elementlerin göksel düzlemde bir araya gelişi ile ilişkili zamanın kısaltılmasından başka hiçbir şey gerçekleşmemişti. Kana’da bu olayda, Yaratan’a ait birimler şarabı zamandan bağımsız olarak ve gerekli olan kimyasal içeriklerin mekânda bir araya getirilişine dair insan-ötesindeki birimler üzerindeki müdahalenin etkisi altında gerçeklenişi dışında, tıpkı olağan doğal süreçle meydana getirildiği yapmışlardı.
137:4.14 (1531.1) Buna ilaveten, bu, tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle mucizenin yerine getirilişinin Cennet Yaratıcısı’nın iradesine tezat nitelikte bulunmadığı barizdi; aksi takdirde bu gerçekleşmezdi, çünkü, İsa her şeyde kendisini, hâlihazırda Yaratıcı’nın iradesine tabi kılmış konumdaydı.
137:4.15 (1531.2) Hizmetçiler bu yeni şarabı çekip, “şölenin hâkimi” olan, sağdıca götürmüşlerdi; ve, o bu şarabı tattığında, şunu söylemek için, damadı çağırmıştı: “İyi şarabı ilk önce çıkarmak, ve davetliler iyiden iyiye sarhoş olduğunda, alt kalite üzümlerden olan şarabı getirmek adettir; ama, sen, en iyi şarabı şölenin sonuna kadar beklettin.”
137:4.16 (1531.3) Meryem ve İsa’nın takipçileri, İsa’nın bilinçli bir biçimde gerçekleştirmiş olduğunu düşündükleri varsayılan mucize karşısında büyük keyif duymuşlardı ancak, İsa, bahçenin ıssız bir köşesine çekilip, küçük birkaç dakika boyunca ciddi düşünceye dalmıştı. O nihai bir biçimde gerçekleşmiş olan şeyin; kendi kişisel denetiminin ötesinde bulunduğuna, ve, Babası’nın iradesine tezat olmayarak, her koşulda kaçınılmaz olduğuna karar vermişti. İnsanlara geri döndüğünde, onlar kendisini korkuyla karışık saygıyla karşılamıştı onların tümü kendisine, Mesih olarak inanmıştı. Ancak, İsa; yalnıza, kısa bir süre önce istemeden görmüş oldukları olağandışı olay nedeniyle kendisine inanmakta olduklarını bilerek, ciddi bir biçimde şaşkınlık içerisine düşmüştü. Tekrar İsa, bir süreliğine, her şeyi en başından düşünebilmesi için binanın tepesine çekilmişti.
137:4.17 (1531.4) İsa bu aşamada; anlayışa ve acımaya kendisini serbest bırakışının, bu türden tekrarlanacak olaylardan sorumlu hale gelmesini engellemek için sürekli tetikte olması gerektiğini bütüncül bir biçimde kavramıştı. Yine de, İnsan Evladı beden içindeki fani yaşamına nihai bir biçimde elveda etmeden önce, bu türden birçok benzer olay ortaya çıkmıştı.
137:5.1 (1531.5) Her ne kadar ziyaretçilerin çoğu, bir tam hafta süren düğün etkinlikleri için burada kalmaya devam etmiş olsa da, İsa ve — Yakub, Yahya, Andreas, Petrus, Filip ve Nataniyel olarak — onun yeni seçmiş olduğu takipçi-havarileri, hiç kimseye elveda etmeden ayrılan bir biçimde, ertesi sabah oldukça erken vakit Kapernaum için yola çıkmışlardı. Kana’da bulunan İsa’nın ailesi ve tüm arkadaşları, onun oldukça anlık bir biçimde kendilerinden ayrılmış olmaları nedeniyle fazlasıyla mutsuz olmuşlardı ve, İsa’nın en küçük erkek kardeşi, Yude onu aramaya koyulmuştu. İsa ve onun havarileri doğrudan bir biçimde, Bethsayda’da bulunan Zübeyde’nin evine gitmişlerdi. Bu yolculukta, İsa; yeni seçmiş olduğu birliktelikleri ile gelen krallığın önemine dair birçok şeyden bahsetmiş olup, onların özellikle, suyun şaraba dönüşünden hiçbir biçimde bahsetmemeleri konusunda uyarmıştı. O aynı zamanda, gelecekteki emeklerinde Seforis ve Tiberya şehirlerinden kaçınmalarını tavsiye etmişti.
137:5.2 (1531.6) Bu akşam yemekten sonra, Zübeyde ve Salome’nin bu evinde, İsa’nın yeryüzü sürecinin tümü içinde en önemli görüşmelerden bir tanesi düzenlenmişti. Bu buluşmada yalnızca altı havari mevcuttu; Yude, onlar dağılmaya yakın varmıştı. Bu altı seçilmiş kişi Kana’dan Bethsayda’ya, sanki havada yürüyerek seyahat etmişlerdi. Onlar bir şeyler bekler halde capcanlı olup, İnsan Evladı’nın yakın birliktelikleri halinde seçilmiş olduklarının düşüncesiyle büyük heyecan içindeydiler. Ancak, İsa; kim olduğunu, ve yeryüzü üzerindeki görevinin ne olacağını, ve bu görevin muhtemel bir biçimde nasıl sona ereceğini, kesin bir biçimde ifade etmeye koyulduğunda, onlar neye uğradıklarını şaşırmıştı. Onlar, İsa’nın kendisine ne söylediğini kavrayamamışlardı. Konuşacak kelime bulamamaktaydılar; Petrus bile tarif edilemez düzeyde yıkılmıştı. Yalnızca derin düşünceye sahip Andreas, İsa’nın tavsiye cümlelerine cevapta bulunmaya cüret etmişti. İsa, onların iletisini kavramadıklarını anladığında, Musevi Mesih'e dair düşüncelerinin oldukça bütüncül bir biçimde sabitleşmiş olduğunu gördüğünde, onları dinlenmeye göndermiş olup, bu arada da kardeşi Yude ile yürümüş ve onunla konuşmuştu. Ve, Yude İsa’ya elveda ettiğinde, güçlü hislerle birlikte ona şunu söylemişti: “Benim baba-ağabeyim, ben seni hiçbir zaman anlamadım. Senin, annemin bizlere öğretmiş olduğu kişi olup olmadığını kesin bir biçimde bilmiyorum; ve, ben, bu gelen krallığı bütüncül bir biçimde kavramamaktayım; ancak, kesin bir biçimde, senin Tanrı’nın kudretli bir insanı olduğunu biliyorum. Ben Ürdün nehrindeki sesi duydum, ve ben, her kim olursan ol sana inanlardan bir tanesiyim.” Ve, o bu sözleri söylediğinde, Mecdel’deki kendi evinin yolunu tutan bir biçimde, ayrılmıştı.
137:5.3 (1532.1) O gece İsa uyumamıştı. Gece kıyafetleri üstünde, bir sonraki günün sabahına kadar göl kıyısında düşünerek, düşünerek oturmuştu. Derin düşüncenin bu gecesinin uzun saatleri içinde, İsa, takipçilerinin kendisini uzun süredir beklenmekte olan Mesih’den başka bir ışık altında görmelerini hiçbir zaman sağlayamayacağını kesin bir biçimde kavramaya başlamıştı. En sonunda o, Musa’nın tahminini yerine getirme ve Museviler’in aramakta olduğu biri olma dışında krallığa dair iletisini hayata geçirmek için başka hiçbir yolun olmadığının farkına varmıştı. Son kertede, her ne kadar Davudsal bir Mesih değilse de, İsa gerçekten de, eskinin kâhinlerinin daha ruhsal akılda bulunanlarına ait kehanetsel ifadelerin yerine gelişiydi. Bir daha o, kendisinin Mesih olduğunu bütünüyle reddetmedi. Bu karmaşık durumun nihai çözümlenişini Yaratıcı’nın iradesinin gerçekleşmesine bırakmaya karar verdi.
137:5.4 (1532.2) Ertesi sabah İsa, kahvaltıda arkadaşlarına katıldı ancak, onlar neşesiz bir topluluktu. İsa onlarla sohbet etmiş, ve yemeğin sonunda kendilerini etrafında toplayıp şunu söylemişti: “Buralarda bir süre boyunca vakit geçirmemiz Babamın iradesidir. Sizler Yahya’nın, krallığın zemini hazırlamak için gelmiş olduğunu duydunuz; bu nedenle, bizlere, Yahya’nın duyurusunun tamamlanışını beklemek düşmektedir. İnsan Evladı’nın öncüsü görevini tamamladığında, bizler, krallığın iyi haberlerini duyurmaya başlayacağız.” O havarilerine, balıkçı ağlarına geri dönmeleri için yönlendirmişken, kendisi, konuşacak olduğu sinagogda ertesi gün kendilerini göreceğinin sözünü veren ve Şabat öğleden sonrası kendileri ile bir görüşme düzenleyen bir biçimde, Zübeyde ile birlikte gemi atölyesinin yolunu tutmaya hazırlandı.
137:6.1 (1532.3) Vaftizinden sonra İsa’nın kamu önüne ilk çıkışı, M.S. 26.yılda, Mart ayının 2’sinde, Şabat günü Kapernaum’da gerçekleşmişti. Sinagog, binadan taşacak kadar kalabalıktı. Ürdün nehrindeki vaftiz hikâyesi bu aşamada, su ve şaraba dair Kana’dan gelen taze haberlerle derinleşmişti. İsa altı havarisine, onurlandırılmış yerleri vererek, beden içindeki kardeşleri olan Yakub ve Yude’nin yanına oturtturmuştu. Önceki akşam Yakub ile birlikte Kapernaum’dan geri dönmüş halde, annesi de, sinagogun kadın bölümünde oturan bir biçimde, oradaydı. Katılanların tamamı tetikteydi; onlar, kendilerine o gün konuşacak olan kişinin doğasına ve yönetim gücüne uyacak bir kanıttaki, doğa-ötesindeki gücün belli bir görülmemiş dışavurumunu seyretmeyi beklemekteydi. Ancak, onlar hayal kırıklığına uğrayacaklardı.
137:6.2 (1532.4) İsa ayağa kalktığında, sinagogun yöneticisi kendisine Yazıtların kâğıt metnini verdi; ve, o, Tanrı-elçisi İşaya’dan şu metni okudu: “Şöyle söyler Koruyucu: ‘Gökyüzü benim tahtım, ve yeryüzü benim ayaklığım. Nerede benim için inşa etmiş olduğunuz ev? Hem, nerede benim ikamet edeceğim yerleşke? Tüm bunların hepsini benim ellerim yaptı’ der Koruyucu. ‘Ancak, bu insana bakacağım, fakir olan ve günahkâr bir ruhaniyetteki, ve sözümde titreyen ona bile.’ Titremekte ve korkmakta olan sen, Koruyucu’nun şu sözünü duy: ‘Benim ismim yüzünden kardeşlerin senden nefret etti ve seni dışladı.’ Ancak, Tanrı’yı yüceltin. O sizlere neşe içinde görünmeli, ve tüm diğerleri bundan utanmalı. Şehirden bir ses, tapınaktan bir ses, Koruyucu’dan bir ses şunu söyler: ‘O kadın doğum sancısı çekmeden, onu dünya getirdi; ona acı gelmeden, bir insan çocuğunu doğurdu.’ Kim böyle bir şey duydu? Yeryüzü bir günde mi oluşturulur? Veya, bir millet bir sefer de mi dünyaya getirilir? Ancak, şöyle söyler Koruyucu: “Görün, ben barışı bir nehir gibi uzatacağım, ve Musevi-olmayanların bile ihtişamı akan bir ırmak gibi olacak. Annesi bir kişiye nasıl huzur verirse, ben de size öyle huzur vereceğim. Ve, siz, Kudüs’de bile huzuru bulacaksınız. Ve, siz, bu şeyleri gördüğünüzde, kalbiniz mutlulukla dolacak.”
137:6.3 (1533.1) O bu okumayı tamamladığında, İsa kâğıt metni onun koruyucusuna verdi. Oturmadan önce, o yalın bir biçimde şunu söyledi: “Sabırlı olun, sizler Tanrı’nın ihtişamını göreceksiniz; bu, benimle birlikte bekleyerek vakit geçiren ve böylece cennet içindeki Babamın iradesini gerçekleştirmeyi öğrenen herkes için böyledir.” Ve, insanlar, tüm bunların ne anlama geldiğini merak eden bir biçimde, evlerinin yolunu tutmuşlardı.
137:6.4 (1533.2) O öğleden sonrası İsa ve takipçileri, Yakub ve Yude ile birlikte, bir tekneye binip, İsa gelmekte olan krallık hakkında onlarla konuşurken demir attıkları yer olan kıyıdan biraz uzakta yavaşlamışlardı. Ve, onlar bu konuşmayı, Perşembe akşamından daha fazla anlamışlardı.
137:6.5 (1533.3) İsa onlara, “krallık vakti gelinceye” kadar olağan sorumluluklarını yeniden üstlenmelerinin yönergesinde bulundu. Ve, onları teşvik etmek için, tekne atölyesinde düzenli bir biçimde çalışmaya geri dönerek bir örnek oluşturdu. Gelecek görevleri için çalışma ve hazırlanmada her akşam üç saat harcamaları gerektiğinin açıklanışında, İsa ilave olarak şunları söyledi: “Hepimiz, Yaratıcı sizleri çağırmamı rica edene kadar buralarda bulunmaya devam edeceğiz. Her biriniz aşina olduğunu işlere sanki hiçbir şey olmamış gibi geri dönmek zorundasınız. Hiç kimseye benden bahsetmeyin, ve benim krallığımın gürültü veya ilgi çekici şeylerle gelmeyeceğini hatırlayın; ama, benim krallığım gerçekte, Babamın iradesinin kalplerinizde ve krallığın heyetlerinde size katılmak için çağrılacakların kalplerinde gerçekleştirmiş olacağı büyük değişimle gelmek zorundadır. Sizler şimdi benim arkadaşlarımsınız; ben sizlere güvenmekte ve sizleri derinden sevmekteyim; sizler yakın bir süre içinde benim kişisel birlikteliklerim haline geleceksiniz. Sabırlı olun, nazik olun. Her zaman Yaratıcı’nın iradesine tabi olun. Kendinizi, krallığın çağrısı için hazırlayın. Babamın hizmetinde büyük neşeyi deneyimlecek olurken, sizler aynı zamanda da sıkıntılar için hazırlanmalısınız; zira, ben sizleri, sadece, birçok zorluktan geçerek çoğu kişinin krallığa girecek olacağı hususunda uyarıyorum. Ancak, krallığı bulmuş olanlara mesele gelince, onların neşeleri bütüncül olup, yeryüzünün tümünün takdis edilmişleri olarak adlandırılacaklardır. Ancak, gerçekleşmeyecek hayallere kapılmayın; dünya benim sözlerimde bocalayacak. Siz bile, benim arkadaşlarım, kafası karışmış akıllarınız için neyi açıklığa kavuşturmakta olduğumu bütüncül bir biçimde algılamıyorsunuz. Yanlış anlaşılma olmasın; bizler, işaretleri arayan bir nesile emek vermek yola koyulmuş bulunmaktayız. Onlar harikaları gerçekleştirmeyi, Babam tarafından gönderilmiş olduğumun kanıtı olarak talep edecekler; ve, onlar, Babam’ın derin sevgisinin açığa çıkarılışında görevimin asli niteliklerinin farkına varmada yavaş olacaklar.”
137:6.6 (1533.4) O akşam, karaya geri döndüklerinde, kendi yollarına ayrılmadan önce, İsa, suyun kenarında duran bir biçimde, şöyle dua etti: “Babacığım, kuşkularına rağmen, şimdi bile bana inanmakta olan bu küçük topluluk için teşekkür ediyorum. Ve, onlar için, ben kendimi senin iradeni gerçekleştirmeye adayacağım. Ve, şimdi isterim ki, tıpkı senin ve benim bir olduğumuz gibi, onlar da bir olmayı öğrensinler.”
137:7.1 (1533.5) Mart, Nisan, Mayıs ve Haziran olarak — dört uzun ay boyunca, bu bekleyerek vakit geçirme dönemi sürdü; İsa bu altı birlikteliği ve kendi öz kardeşi Yakub ile, yüzden fazla, her ne kadar güleç ve neşeli olsa da, uzun ve samimi oturum düzenledi. Ailesindeki hastalık nedeniyle, Yude nadiren bu derslere katılabilmişti. İsa’nın kardeşi, Yakub, ona olan inancını kaybetmemişti; ancak, erteleyiş ve eylemsizliğin bu ayları boyunca, Meryem, neredeyse tamamen oğlundan ümidi kesmişti. Onun, Kana’da o çok yüksek seviyelere çıkmış olan, inancı bu aşamada, yeni en düşük düzeylerini görmüştü. O yalnızca, oldukça fazla bir biçimde tekrar etmekte olduğu şu serzenişini çıkar yol olarak görmekteydi: “Ben onu anlayamıyorum; bütün bunların ne anlama geldiğini çözemiyorum.” Ancak, Yakub’un eşi, Meryem’in cesaretini arttırmak için fazlasıyla şeyde bulunmuştu.
137:7.2 (1534.1) Bu dört ay boyunca, biri beden içindeki kendi öz kardeşi olmak üzere, bu yeni inanan, İsa ile tanışık olmaya başlamaktaydı onlar, bu Tanrı-insanı ile birlikte yaşama düşüncesine alışmaya başlamaktaydı. Her ne kadar kendisi Haham olarak çağırsalar da, onlar kendisinden korkmamaları gerektiğini öğrenmekteydi. İsa, onlar arasında kendi kutsallığı karşısında ürkmeyecekleri bir biçimde yaşamaya kendisini yetkin kılmış kişiliğin benzersiz büyüklüğüne sahipti. Onlar gerçekten de, fani bedenin sureti içinde vücutlaşmış Tanrı olarak, “Tanrı ile arkadaş olmayı” kolay bulmaktaydı. Bu bekleyiş süreci ciddi bir biçimde, inananların bütün topluluğunu sınamıştı. Mucizevî hiçbir şey, mutlak bir biçimde hiçbir şey, yaşanmamıştı. Gün be gün onlar olağan işlerine gitmişken, her gece İsa’nın dizinin dibinde oturmuşlardı. Ve, onlar, kendisinin benzersiz kişiliği ve her takip eden akşam konuşmuş olduğu incelikli sözlerle bir arada tutulmuşlardı.
137:7.3 (1534.2) Bekleyişin ve öğretimin bu dönemi özellikle Şimon Petrus için zordu. O tekrar eden bir biçimde İsa’yı Yahya Yehuda’da duyurusuna devam ederken, Celile’de krallığı duyurmayı başlatması için ikna etmeyi amaçlamıştı. Ancak, İsa’nın Petrus’a olan cevabı her zaman şöyle olmuştu: “Sabırlı ol, Şimon. İlerleme kaydet. Yaratıcı çağırdığında, bizler hiçbir zaman haddinden fazla hazır olamayız.” Ve, Andreas Şimonu ara ara, kendisinin daha olgun ve felsefi tavsiyesi ile yatıştırırdı. Andreas, İsa’nın insani doğallığından devasa bir biçimde etkilenmişti. O hiçbir zaman, Tanrı’ya bu kadar yakın bir konumda yaşayan birinin o kadar arkadaşçı ve insanları düşünen nitelikte bulunması üzerine düşünmeden sıkılmamıştı.
137:7.4 (1534.3) Bu bütün süreç boyunca, İsa, sinagogda yalnızca iki sefer konuşmuştu. Bekleyişin bu birçok haftası sona erdiğinde, vaftizine ve Kana’daki şaraba dair anlatıların tonu küçülmeye başlamış haldeydi. Ve, İsa, bu süreç boyunca görünür hiçbir mucizenin gerçekleşmemesine dikkat etti. Ancak, her ne kadar onlar oldukça sessiz bir biçimde Bethsayda’da yaşamış olsalar da, İsa’nın garip eylemleri; karşılığında, kendisinin kim olduğundan emin olmak hafiyelerini göndermiş olan Hirodes Antipa’ya taşınmıştı. Ancak, Hirodes, daha çok Yahya’nın duyurusundan endişe duymaktaydı. O, emekleri Kapernaum’da oldukça sessizce devam etmiş olan İsa’ya düşmansı bir biçimde müdahale etmemeye karar verdi.
137:7.5 (1534.4) Bu bekleyiş sürecinde, İsa birlikteliklerine, Filistin’in çeşitli dini topluluklarına ve siyasi partilerine karşı onların tutumlarının nasıl olması gerektiğini öğretmeyi amaçlamıştı. İsa’nın sözleri her zaman, “Biz onların hepsini kazanmayı arzuluyoruz, ama bizler onların hiçbirine ait değiliz” olmuştu.
137:7.6 (1534.5) Bir arada tutulduğunda, kâtipler ve hahamlar Ferisiler olarak adlandırılmaktaydı. Onlar kendilerini “birliktelikler” şeklinde çağırmaktaydılar. Birçok açıdan onlar; yalnızca, Danyal olarak daha sonraki bir tanrı-elçisi tarafından bahsedilmiş bir inanç-savı biçiminde ölünün yeniden dirilişi gibi, İbrani yazıtlarında açık bir biçimde bulunmayan birçok öğretiyi almış olarak, Museviler arasında ilerleyici bir topluluktu.
137:7.7 (1534.6) Sadukiler; din adamlığı kurumundan meydana gelmiş olup, belirli düzeyde varlıklı olan Museviler’idi. Onlar, kanunun uygulanışının detaylarında bu türden katıcılar değillerdi. Ferisiler ve Sadukiler gerçekten de, mezheplerden ziyade, dini partilerdi.
137:7.8 (1534.7) Esseniler; şartları belirli açılardan Ferisiler’inkilerden daha talepkar olan, Makabi isyanı sürecinde ortaya çıkmış bir biçimde, gerçek bir dini mezhepti. Onlar; birçok Ferisi inanışı ve uygulamalarını almış, manastırlarda bir kardeşlik olarak yaşamış, evlilikten uzak durmuş ve her şeye ortak bir biçimde sahip olmuştu. Onlar, melekler hakkındaki öğretilerde uzmanlaşmıştı.
137:7.9 (1535.1) Köktenciler, ateşli Musevi vatanseverlerden oluşmuş bir topluluktu. Onlar, Roma boyunduruğunun esaretinden kurtulmak için verilen mücadelede her türlü yolun mubah olduğunu önermişlerdi.
137:7.10 (1535.2) Hirodesçiler, Hirodes hanedanın bir yeniden kuruluşuyla doğrudan Roma yönetiminden özgürleşmeyi önermişlerdi.
137:7.11 (1535.3) Filistin’in tam ortasında, Musevi öğretilerine oldukça benzer görüşlere sahip olmalarına rağmen, “Museviler’in hiçbir alakalarının olmadığı” Samiriler yaşamıştı.
137:7.12 (1535.4) Küçük Nazari kardeşliğini de içine alan bir biçimde, bu partiler ve mezheplerin tümü, Mesih’in belli bir zaman zarfında gelişine inanmıştı. Onların hepsi, bir milli kurtarıcıyı aramışlardı. Ancak, İsa, kendisi ve takipçilerinin, bu düşünce ve uygulama okullarının herhangi biriyle ortaklık kuran konuma gelmeyeceğini kesin bir biçimde ortaya koymada oldukça açık ve netti. İnsan Evladı, ne bir Nazari ne de bir Esseni olacaktı.
137:7.13 (1535.5) Her ne kadar İsa daha sonra, havarilerin, Yahya’nın yapmış olduğu gibi, müjdeyi duyurmaya ve inananlara öğretimde bulunmaya koyulmalarını emretmişse de, o vurgusunu, “cennetin krallığının iyi haberlerini”nin duyurusunda yapmıştı. O her seferinde birlikteliklerine, “derin sevgiyi, merhameti ve anlayışı” açığa çıkarmaları zorunluluğunun altını çizmişti. O öncül bir biçimde takipçilerine, cennetin krallığının, insanların kalplerinde Tanrı’nın tahta çıkışı ile ilgili olan bir ruhsal deneyim olduğu öğretmişti.
137:7.14 (1535.6) Ve, onlar böylece, etkin kamu duyurusuna adım atmadan önce bekleyerek vakit geçirirlerken, İsa ve bu yedi kişi, her haftanın iki akşamını sinagogda İbrani yazıtlarının çalışarak geçirmişti. Daha sonraki yıllarda, yoğun kamu çalışmasının süreçlerinden sonra, havariler bu dört ayı, Üstün ile birlikteliklerinin tümü içinde en kıymetli ve en yararlı olanı şeklinde görmüşlerdi. İsa bu kişilere, anlayabilecekleri her şeyi öğretmişti. O, kendilerine haddinden fazla öğretmenin hatasında bulunmamıştı. O, kavrama yetilerinin çok fazlasıyla ötesinde bulunan gerçekliğin sunumuyla kafa karışıklığına neden olmamıştı.
137:8.1 (1535.7) Haziran ayının 22’sinde, Şabat günü, ilk duyuru gezilerine çıkmadan önce ve Yahya’nın hapsedilişinden yaklaşık olarak on gün sonra, İsa, Kapernaum’a havarilerini getirişinden beri ikinci kez sinagogun vaaz kürsünde bulunmuştu.
137:8.2 (1535.8) “Krallık” üzerine olan bu vaazın verilişinden birkaç gün önce, İsa gemi atölyesinde çalışırken, Petrus kendisine, İsa’nın tutuklanışının haberini getirmişti. İsa aletlerini bir kez daha tezgâha koymuş, iş elbisesini çıkarmış, ve Petrus’a şunu söylemişti: “Yaratıcı’nın vakti geldi. Haydi hep beraber, krallığın müjdesini duyurmak için hazırlanalım.”
137:8.3 (1535.9) İsa marangoz tezgâhındaki son işini, M.S. 26.yılda, Haziran ayının 18’nde, bu Salı günü gerçekleştirmişti. Petrus, öğleden sonrasının ortalarında atölyeden çabucak ayrılmış olup, birlikteliklerinin hepsini bir araya toplamıştı ve, onları kıyıda bir küçük bir ağaç topluluğunda bırakıp, İsa’yı bulmak için ayrılmıştı. Ancak, Petrus İsa’yı bulamamıştı zira, Üstün, dua etmek için başka bir ağaç topluluğuna gitmişti. Ve, onlar İsa’yı, kendisi Zübeyde’nin evine geri dönüp, yiyecek istediği o geç akşama kadar görmemişti. Ertesi gün İsa kardeşi Yakub’u, yaklaşmakta olan Şabat günü için sinagogda konuşma ayrıcalığı talep etmek amacıyla göndermişti. Ve, sinagogun yöneticisi, İsa’nın bir kez daha ayini yönetmeye gönüllü olmasından fazlasıyla mutluluk duymuştu.
137:8.4 (1536.1) İsa, kamu sürecinin doğrudan bir biçimde arzu edilmiş çabası olarak Tanrı’nın krallığı üzerinde bu çok önemli vaazı vermeden önce, Yazıtlar’dan şu metinleri okumuştu: “Sizler bana, bir kutsal insan topluluğu olarak, din-adamlarının bir krallığı olacaksınız. Yahveh bizlerin yargıcı, Yahveh bizlerin yasa koyucusu, Yahveh bizlerin kralıdır; o bizleri koruyacaktır. Yahveh benim kralım ve benim Tanrım’dır. O, tüm yeryüzünün üzerinde büyük bir kraldır. Derin sevgi dolu iyilik, bu krallıkta İsrail’in üzerinedir. Koruyucu’nun ihtişamı kutsansın, çünkü o bizim Kralımız’dır.”
137:8.5 (1536.2) Okumayı bitirdiğinde, İsa şunu söyledi:
137:8.6 (1536.3) “Ben, Yaratıcı’nın krallığının oluşumunu duyurmak için geldim. Ve, bu krallık, zengin ve fakir olan, özgür ve esaret altındaki, Musevi ve Musevi-olmayanların ibadet eden ruhlarını içine alacaktır; zira, Babam, hiçbir biçimde kişileri ayırmaz; onun derin sevgisi ve merhameti herkes üzerinedir.
137:8.7 (1536.4) “Cennet içindeki Yaratıcı, insanların akıllarında ikamet etmek için kendi ruhaniyetini göndermektedir; ve, ben yeryüzü üzerindeki görevimi tamamladığımda, benzer bir biçimde Gerçekliğin Ruhaniyeti her bedenin üzerine yağdırılmış olacak. Ve, Babamın Ruhaniyeti ve Gerçekliğin Ruhaniyeti sizleri, ruhsal anlayışa ve kutsal doğruluğa ait gelen krallığının bir parçası kılacak. Benim krallığım bu dünyaya ait değildir. İnsan Evladı, bir gücün tahtının veya bir dünyasal ihtişamın krallığının kuruluşu için savaşlarda orduları yönlendirmeyecektir. Benim krallığım geldiğinde sizler İnsan Evladını, sonsuza kadar süren Yaratıcı’nın açığa çıkarılışı niteliğindeki Barışın Prensi olarak tanıyacaksınız. Bu dünyanın çocukları, bu dünyanın krallıklarının oluşumu ve genişlemesi için savaşmaktadır; ancak, benim takipçilerim cennetin krallığına, ahlaki kararlarıyla ve ruhaniyet zaferleri ile gireceklerdir; ve, onlar bir kez bu krallığın içine girdiklerinde, neşeyi, doğruluğu ve ebedi yaşamı bulacaklardır.
137:8.8 (1536.5) “İlk önce, krallığa girmeyi arzulamış olanlar, ve böylece Babamınki gibi karakterin bir soyluluğunu amaç edinmeye başlayanlar, yakın bir zaman içinde ihtiyaç duyulan her şeyi ellerinde bulunduracaklardır. Ancak, size şunu tüm içtenliğimle söylüyorum: Krallığa, küçük bir çocuğun inancı ve güven duyan bağlılığı ile girmeyi amaçlamadığınız müddetçe, hiçbir biçimde buraya kabul alamazsınız.
137:8.9 (1536.6) “Krallık burada veya krallık orada gibi şeyler söyleyerek sizlere gelenlere aldanmayın; zira, Babamın krallığı, görünebilen ve maddi şeylerle ilgili değildir. Ve, bu krallık, şu an içinde bile aranızdadır; zira, Tanrı’nın ruhaniyetinin insan ruhuna öğretimde bulunduğu ve onu yönlendirdiği yerde, hâlihazırda cennetin krallığı bulunmaktadır. Ve, Tanrı’nın bu krallığı, Kutsal Ruhaniyet’deki doğruluk, barış ve neşedir.
137:8.10 (1536.7) “Yahya gerçekten de sizleri, tövbenizin simgesi ve günahlarınızın bağışlanması için vaftiz etmiştir; ancak, cennetsel krallığa girdiğinizde, sizler, Kutsal Ruhaniyet ile vaftiz edileceksiniz.
137:8.11 (1536.8) “Babamın krallığında, ne Museviler, ne de Musevi olmayanlar bulunacak, yalnızca hizmet vasıtasıyla kusursuzluğu arayanlar olacak; zira, şunu duyuruyorum ki, Babamın krallığında çok iyi bireyler olacaklar, ilk önce herkese hizmet eder hale gelmek zorundadırlar. Eğer sizler akranlarınıza hizmet etmeye gönüllüyseniz, tıpkı, yaratılmışın suretinde hizmet ederek, onun krallığı içinde Babam ile yakın bir zaman içinde oturacağım gibi, benim krallığımda benimle bir oturmalısınız.
137:8.12 (1536.9) “Bu yeni krallık, bir tarlanın iyi toprağında büyüyen bir tohum gibidir. O bütüncül meyveye birden erişmemektedir. İnsan ruhunda krallığın oluşumu ile, krallığın, sonsuza kadar sürecek doğruluğun ve ebedi kurtuluşun bütüncül meyvesine doğru olgunlaştığı an arasında belirli bir zaman zarfı geçmektedir.
137:8.13 (1536.10) “Ve, sizlere duyurmakta olduğum bu krallık, gücün ve bolluğun bir hükümdarlığı değildir. Cennetin krallığı, bir et veya içki hususu değildir; bunun yerine o, cennette olan Babam için kusursuz hale gelmiş hizmette, ilerleyen doğruluğun ve artan neşenin bir yaşamıdır. Baba dünyasının çocuklarına, “Sizlerin nihai olarak kusursuz, tıpkı benim gibi kusursuz olmanız benim iradem değil midir?” demedi mi?
137:8.14 (1537.1) “Ben, krallığın iyi haberlerini duyurmak için geldim. Bu krallığa girecek olanların ağır yüklerine yenileri eklemek için gelmedim. Ben yeni ve daha iyi yolu duyuruyorum; ve, gelmekte olan krallığa girmeye yetkin olanlar memnuniyetle, kutsal huzuru deneyimleyeceklerdir. Ve, cennetin krallığına girmek için ödeyeceğiniz her türlü bedelden bağımsız olarak, dünyanın şeylerinde size ne mal olduysa, bu dünya içinde, ve gelecek ebedi yaşamın çağında, neşe ve ruhsal ilerleyişin kat be katını alacaksınız.
137:8.15 (1537.2) “Yaratıcı’nın krallığına giriş orduların ilerleyişini, bu dünyanın yıkılmış krallıklarını, esaret boyunduruğundan kurtuluşu beklememektedir. Cennetin krallığı yakındadır; ve, oraya girenlerin hepsi, cömert bağımsızlığı ve neşeli kurtuluşu bulacaktır.
137:8.16 (1537.3) “Bu krallık, sonsuza kadar sürecek bir egemenliktir. Krallığa girenler, Babam’a yükseleceklerdir; onlar kesin bir biçimde, Cennet içinde onun ihtişamının sağ koluna erişeceklerdir. Ve, cennetin krallığına girmiş olan herkes, Tanrı’nın evlatları haline geleceklerdir; ve, gelecek çağda böylece onlar, Yaratıcı’ya yükseleceklerdir. Ve, ben, doğru hale gelecek kişileri çağırmak için değil, günahkârları ve kutsal kusursuzluğun doğruluğu için açlık ve susuzluk duymakta olan herkesi çağırmak için geldim.
137:8.17 (1537.4) “Yahya, krallığa sizleri hazırlamak amacıyla tövbeyi duyurarak geldi; şimdi ben size, cennetin krallığına girmenin bedeli olarak, Tanrı’nın hediyesi niteliğindeki inancı duyurmak için geldim. Eğer siz, yalnızca, Babamın sizi sonsuz bir sevgi ile derinden sevdiğine inanacak olursanız, bunun sonrasında sizler, Tanrı’nın krallığı içinde olacaksınız.”
137:8.18 (1537.5) İsa böyle konuştuktan sonra, oturdu. Onu duymuş olan herkes, sözleri karşısında hayretler içinde kaldı. Onun takipçileri şaşkınlık içerisindelerdi. Ancak, insanlar, bu Tanrı-insanının dudaklarından iyi haberleri almaya hazır değillerdi. Onu duymuş olanların yaklaşık olarak üçte biri, İsa’nın iletisine, onu bütünüyle kavrayamamış olsalar da inanmışlardı yaklaşık olarak başka üçte biri, kalplerinde, beklenilen krallığın bu türden tamamiyle ruhsal olan bir kavramsallaşmasını reddetmeye hazırken, geride kalan üçte biri ise, birçoğu onun gerçekten de “kendini kaybetmiş olduğuna” inanan bir biçimde, İsa’nın öğretisini kavrayamamıştı.
Urantia’nın Kitabı
138. Makale
138:0.1 (1538.1) “Krallık” üzerine olan vaazın duyuruluşundan sonra İsa o öğleden sonrası altı havarisini toplayıp, Celile Denizi çevresinde ve onun yakınındaki şehirleri ziyaret etme tasarımlarını açığa çıkarmaya başladı. Kardeşleri Yakub ve Yude, bu görüşmeye çağrılmadıkları için oldukça kırılmışlardı. Bu vakte kadar onlar kendilerini, İsa’nın çok yakın birlikteliklerinden oluşan küçük topluğa ait olarak görmüşlerdi. Ancak, İsa hiçbir yakın akrabasını, krallığın havarisel yöneticilerinden oluşan bu birliğin üyeliğine almamaya karar vermişti. Tam da Kana’daki deneyiminden beri annesinden olan gözle görülen uzaklığıyla beraber, seçilmiş birkaç kişi arasına Yakub ve Yude’yi dâhil etmedeki bu bekleneni yerine getirmeme, İsa ve ailesi arasında sürekli genişlemekte olan bir uçurumun başlangıç noktasını oluşturmuştu. Bu durum, onların neredeyse kendisini reddedişine kadar varmış bir biçimde — kendisinin kamu hizmeti boyuna devam etmişti; ve, bu farklılıklar, ölümüne ve yeniden dirilişine kadar bütünüyle giderilememişti. Annesi sürekli bir biçimde, dalgalanan düzeylerdeki inançla ve umutla, ve hayal kırıklığının, alçalmanın ve ümitsizliğin yoğunlaşmış duyguları arasında gidip gidip gelmekteydi. En gençleri olarak, yalnızca Ruth, baba-kardeşine hiç ayrılmadan sadık kalmaya devam etmişti.
138:0.2 (1538.2) Yeniden dirilişe kadar İsa’nın tüm ailesi, onun hizmetine çok az ilgi duymuştu. Eğer bir tanrı-elçisi, kendi öz ülkesi dışında onurdan yoksun değilse, o, kendi öz ailesi dışında da anlayış ve takdirden yoksun değildi.
138:1.1 (1538.3) M.S. 26.yılda, Haziran ayının 23’ünde, Pazar günü, İsa, altılıya nihai yönergelerini aktardı. O kendilerine, ikili topluluklar halinde, krallığın iyi haberlerini öğretmelerini yönlendirdi. O kendilerine vaftizde bulunmayı yasaklamış olup, kamuya doğrudan bir biçimde duyuru yapmaya karşı tavsiye etmişti. O konuşmasına devam ederek; daha sonra kendilerinin kamu karşısında duyuruda bulunmalarına izin vereceğini, ama bir süreliğine, ve birçok nedenden olayı, kendilerinin akran insanlarıyla kişisel olarak iletişimde bulunmalarının işlevsel deneyimini elde etmelerini arzuladığını açıklamıştı. İsa onların ilk gezisinin, tamamiyle kendilerinin kişisel çalışmalarından bir tanesi olmasını amaçlamıştı. Her ne kadar İsa’nın yapmış olduğu bu duyuru, havariler için hayal kırıklığına yakın bir nitelik taşımış olsa da, yine de onlar, en azından kısmi bir biçimde, krallığın duyurusunun bu şekilde başlamasına dair İsa’nın nedenini görmüştü; ve, onlar olumlu hislerle ve kendinden emin isteklilikle yola çıkmışlardı. O havarileri; Yakub ve Yahya Kıresa’ya, Andreas ve Petrus Kapernaum’a giderken, Filip ve Nataniyel’in Tariça’ya hareket ettiği biçimde, ikili topluluklar halinde göndermişti.
138:1.2 (1538.4) Onlar bu ilk iki haftalık hizmetlerine başlamalarından önce, İsa onlara, ayrılışından sonra krallık çalışmasına devam etmek için on iki havari toplamayı arzuladığını duyurmuş olup, her birine, havarilerin tasarlanmış birliğine üyelik için kendisinin kazanmış olduğu ilk kişiler arasından bir kişiyi seçmelerinin yetkisini vermişti. Yahya cüretkâr bir biçimde söz alıp, şunu sormuştu: “Ama, Üstünümüz, bu altı kişi aramıza gelip, Ürdün nehrinden beri seninle birlikte olan, krallık için bizlerin ilk emeği nitelikteki, bu geziye hazırlanmak için öğretilerin hepsini duymuş olan bizler ile her şeyi eşit bir biçimde mi paylaşacak?” Ve, İsa bunu şu şekilde cevapladı: “Evet, Yahya, sizlerin seçtiği kişiler bizler ile bir bütün olacak, ve sen onlara, tıpkı benim sana öğretmiş olduğum gibi, krallık ile ilgili her şeyi öğreteceksin.” Böyle konuştuktan sonra, İsa onlardan ayrılmıştı.
138:1.3 (1539.1) Altılı İsa’nın, her birinin yeni bir havari bulmasına dair yönergesi üzerinde görüş alış verişinde birçok şeyi ifade edene kadar, görevlerine gitmek için ayrılmamışlardı. Andreas’ın tavsiyesi nihai olarak üstün geldi, ve onlar, emeklerini vermek için hareket ettiler. Özü itibariyle Andreas şunu söylemişti: “Üstün haklı bu görevin üstesinden gelebilmek için biz çok az kişiyiz. Daha fazla öğretmene ihtiyaç var, ve Üstün, bu altı havariyi seçme görevini bizlere emanet etmesi bakımından, bizlere çok fazlasıyla güvendiğini gösterdi.” Bu sabah, onlar görevlerine gitmek için ayrılırlarken, her birinin kalbinde örtülü bir parça derin üzüntü bulunmaktaydı. Onlar, İsa’yı özleyecek olduklarını bilmekteydi; ve, korkularının ve ürkekliklerinin yanı sıra, bu, cennetin krallığının başlangıcı için hayal etmiş oldukları resim değildi.
138:1.4 (1539.2) Altılının, iki haftalığına emeklerinde bulunması ve onun ardından bir görüşme için Zübeyde’nin evine geri dönmeleri düzenlenmişti. Bu arada, İsa, Yusuf, Şimon ve bu bölgedeki ailesinin diğer üyelerini ziyaret etmek için Nasıra’ya uğramıştı. İsa, Babasının iradesini gerçekleştirmeye olan adanmışlığı ile tutarlı bir biçimde, ailesinin güvenini ve şefkatini elinde bulundurmak için insani bir biçimde mümkün olan her şeyi yapmıştı. Bu hususta, o bütün sorumluluğunu yerine getirip, ondan da fazlasını gerçekleştirmişti.
138:1.5 (1539.3) Altılı görevde iken, İsa, bu aşamada hapiste bulunan, Yahya’yı fazlasıyla düşünmekteydi. Onu serbest bırakmak için potansiyel güçlerini kullanmak kendisini cezbeden büyük bir şeydi; ancak, bir kez daha, “Yaratıcı’nın iradesini beklemekle” kendisini sınırlandırdı.
138:2.1 (1539.4) Altılının ilk ileti-yayma gezisi, çok dikkate değer bir biçimde başarılıydı. Onların tümü, insanlarla doğrudan ve kişisel iletimde bulunmayan büyük değerini keşfetmişlerdi. Onlar İsa’ya, dinin başlı başına ve bütünüyle bir kişisel deneyim olayı olduğunun daha bütüncül bir biçimde farkına vararak geri dönmüşlerdi. Onlar, olağan insanların dini tesellinin ve ruhsal neşenin kelimelerini duymaya nasıl aç olduklarını hissetmeye başlamışlardı. İsa etrafında toplandıklarında, onların hepsi, birden konuşmaya başlama arzusu duymuştu; ancak, Andreas yetkiyi ele almış, her birini teker teker çağırmıştı ve, onlar, resmi raporlarını Üstün’e aktarmış ve yeni altı havari için adaylarını kendisine sunmuştu.
138:2.2 (1539.5) İsa, her kişi yeni havari görevleri için kendi tercihini sunduktan sonra, tüm diğerlerine adaylar için oy kullanmalarını istedi; böylece, yeni havarilerin altısı da, eski altılının tümü tarafından resmi bir biçimde kabul edilmiş oldu. Bunun sonrasında İsa, bu adayların hepsini ziyaret edip, kendilerine hizmet görevi vereceğini duyurdu.
138:2.3 (1539.6) Yeni seçilmiş havariler şu kişilerdi:
138:2.4 (1539.7) 1. Matta Levi, Batanea sınırlarının yakınında olmak üzere, şehrin tam da doğusunda görevini gerçekleştirmiş olan, Kapernaumlu vergi toplayıcısı. O, Andreas tarafından seçilmişti.
138:2.5 (1539.8) 2. Tomas Didymus, Tariçalı bir balıkçı ve bir zamanlar Gadara’da marangozluk ve taş ustalığı yapmış kişi. O, Filip tarafından seçilmişti.
138:2.6 (1539.9) 3. Yakub Alpheus, Keresalı bir balıkçı ve çiftçi, Yakub Zübeyde tarafından seçilmişti.
138:2.7 (1539.10) 4. Yudas Alpheus, kendisi de bir balıkçı olan, Yakub Alpheus’un ikiz kardeşi, Yahya Zübeyde tarafından seçilmişti.
138:2.8 (1540.1) 5. Şimon Zelotes, İsa’nın havarilerine katılmak için bırakmış olduğu bir makam olarak, Köktenciler’in vatansever örgütünde yüksek bir sorumluydu. Köktenciler’e katılmadan önce, Şimon bir tüccardı. O, Petrus tarafından seçilmişti.
138:2.9 (1540.2) 6. Yudas İscariot, Eriha’da yaşayan varlıklı Musevi ebeveynlerinin tek oğluydu. O, Vaftizci Yahya’ya bağlı hale gelmiş olup, Saduki ebeveynleri kendisini evlatlıktan reddetmişti. O, İsa’nın havarileri kendisini bulduğunda bu yörelerde iş aramaktaydı ve, başlıca mali konularda olan deneyimi nedeniyle, Nataniyel kendisini, düzeylerine katılmak için davet etmişti. Yudas İscariot, on iki havari arasında Yehuda’dan olan tek kişiydi.
138:2.10 (1540.3) İsa bir bütün günü, onların sorularına cevap vererek ve raporlarının detaylarını dinleyerek bu ilk altılı ile geçirmişti; zira, onlar, anlatacak birçok ilgi çekici ve yararlı deneyime sahipti. Onlar bu aşamada; daha doğrudan ve görünür kamu çalışmalarını uygulamaya geçirmeden önce, Üstün’ün kendilerini, sessiz ve kişisel bir biçimde emek vermeye göndermesinin bilgeliğini görmektelerdi.
138:3.1 (1540.4) Bir sonraki gün İsa ve altılı, vergi toplayıcısı, Matta’yı davet etmeye gitti. Matta, işlerini tamamlayıp, görevi ilgili tüm hususları kardeşine devretmeye hazır bir halde, kendilerini beklemekteydi. Onlar vergi binasına yaklaştıklarında, Andreas, Matta’nın yüzüne bakan bir biçimde “Beni takip et” demiş olan İsa ile birlikte öne çıktı. Ve, o yerinden kalktı ve kendi evine İsa ve havarilerle birlikte gitti.
138:3.2 (1540.5) Matta İsa’ya, o akşam için düzenlemiş olduğu büyük bir yemekten söz etmişti; en azından o, bu türden bir akşam yemeğini, eğer İsa onaylarsa ve bu yemeğin onur konuğu olmaya rıza gösterirse, ailesi ve arkadaşlarına vermeyi arzulamıştı. Ve, İsa, onayını başıyla göstermişti. Petrus bunun sonrasında Matta’yı kenara çekip, Şimon isimli birini havarilere katılmak için davet etmiş bulunduğunu söylemiş ve Şimon’un da aynı zamanda bu şölene çağrılmasına dair kendisinin rızasını almıştı.
138:3.3 (1540.6) Matta’nın evinde bir öğlen yemeğinden sonra, onların hepsi Petrus ile birlikte, bu aşamada yeğeni tarafından idare edilmekteki, ona ait eski ticaret yerinde kendisini bulmuş oldukları, Köktenci Şimon’u davet etmeye gitti. Petrus İsa’yı Şimon’a götürdüğünde, Üstün ateşli vatanseveri selamlamış olup, ona yalnızca “Beni takip et” dedi.
138:3.4 (1540.7) Onların hepsi, akşam yemeği vaktine kadar siyaset ve din hakkında fazlasıyla konuşmuş oldukları yer olan, Matta’nın evine geri dönmüştü. Levi ailesi uzun bir süredir, ticaret ve vergi toplama işleriyle iç içe haldeydi; bu nedenle, Matta tarafından bahse konu verilmiş resmi yemeğe davet edenlerin çoğu, Ferisilerce “Romalı vergiciler ve günahkârlar olarak” adlandırılırdı.
138:3.5 (1540.8) Bu zamanlarda, bu türden bir yemek-davet töreni önemli bir birey için düzenlendiğinde, ilgi duyan kişilerin hepsinin; ana yemeğin başındaki davetlileri gözlemlemek ve onur konuklarının kişisel sohbetlerini ve kalabalığa verdiği konuşmalarını gözlemlemek için yemek odasında dolaşmaları adetti. Bunun uyarınca, Kapernaum Ferisileri’nin büyük bir kısmı bu olayda, bu olağandışı toplumsal buluşmada İsa’nın davranışını gözlemlemek için hazır haldelerdi.
138:3.6 (1540.9) Akşam yemeği ilerledikçe, yemek davetlilerinin neşesi, yaşamdan memnuniyetin doruk noktasına ulaştı ve, herkes o kadar muhteşem bir vakit geçirmekteydi ki, gözlemler haldeki Ferisiler, kalplerinde, İsa’nın, bu türden rahat ve tasasız olaya katılışını eleştirmeye başlamıştı. Daha sonra bu akşam, onların konuşmalarda bulunduğu süreçte, Ferisiler içinde daha art niyetli bulunan biri Petrus’a, şunu söyleyerek, İsa’nın davranışını eleştirmişti: “Nasıl cüretle siz; o vergiciler ve günahkârlarla yemek yerken, ve böylece kendi mevcudiyetinin, kaygısız keyif çatmanın bu türden sahnelerinin bir parçası olmasına izin verirken, bu kişinin doğru olduğunun öğretiminde bulunuyorsunuz.” Petrus bu eleştiriyi, toplanmış bu insanlara yapmış olduğu veda takdisinden önce İsa’ya fısıldamıştı. İsa konuşmaya başladığında, şunu söylemişti: “Bu akşam buraya, Matta ve Şimon’un bizlerin birlikteliğine kabulü için gelişinizde, sizlerin rahatlığınızı ve sosyal neşenizi görmekten mutluluk duymaktayım; ancak, sizler, daha da fazla neşelenmelisiniz, çünkü birçoklarınız, içinde cennetin krallığının iyi şeylerini daha bolluk içerisinde memnuniyetle deneyimleyeceğiniz yer olan, ruhaniyetin gelmekte olan krallığına giriş hakkı elde edeceksiniz. Ve, bu arkadaşları mutlu etmek amacıyla buraya geldiğim için kalplerinde beni eleştirir halde bulunmakta olanlara; toplumsal olarak ezilmişlere neşeyi ve ahlaki esirlere ruhsal özgürlüğü duyurmak için buraya gelmiş olduğumu söylememe izin verin. Sağlıklı olanların değil, hasta olanların bir doktora ihtiyaç duyduğunu sizlere hatırlatmak zorunda mıyım? Ben, doğruyu değil, günahkârları çağırmak için geldim.”
138:3.7 (1541.1) Ve, bu, tüm Musevi cemiyeti için tuhaf bir sahneydi; bu tuhaflığa neden olan şey, doğru karaktere ve soylu hislere sahip olan bir kişiyi, hiçbir kısıtlama olmadan ve neşe içerisinde, olağan insanlarla, ve hatta vergicilerin ve iyi bilinen günahkârların din tanımayan ve her koşulda arzularını tatmin etmeyi amaçlayan bir kalabalığıyla karışır halde görmekti. Şimon Zelotes, Matta’nın evindeki bu kalabalığa bir konuşmada bulunmayı arzulamaktaydı ancak, Andreas, İsa’nın gelen krallığın Köktenci hareket ile karıştırılmamasını istediğini bilen bir biçimde, kamuya karşı herhangi bir yorumda bulunmadan kaçınmasında onun ikna etmişti.
138:3.8 (1541.2) İsa ve havariler, o gece Matta’nın evinde kalmaya devam etmişti; ve, insanlar evlerine giderken, yalnızca tek bir şeyden bahsetmekteydiler: İsa’nın iyiliği ve dostluğu.
138:4.1 (1541.3) Ertesi sabah, dokuzu da tekne ile; Yakub ve Yahya Zübeyde’nin adayları halindeki, Alpheus’un Yakub ve Yudas isimli iki evladı olan bir sonraki iki havarinin resmi görevlendirilişini yerine getirmek için Kıresa’ya gitmişlerdi. Balıkçı ikizleri İsa ve onun havarilerini beklemekte olup, bu nedenle kıyıda hazır haldelerdi. Yakub Zübeyde Üstün’ü Kıresa balıkçılarına sundu; ve, İsa, dikkatli bir biçimde onların gözlerinin içine bakarak, başını sallayıp, “Beni takip edin” dedi.
138:4.2 (1541.4) Beraber geçirmiş oldukları o öğleden sonrası, İsa bütüncül bir biçimde kendilerine, şölen etkinliklerine katılımları hususunda yönergelerde bulunmuştu; ve, o, sözlerini şunu söyleyerek tamamladı: “İnsanların hepsi benim kardeşlerimdir. Cennetteki Babam, bizlerin yaratmış olduğu hiçbir yaratılmışı hor görmemektedir. Cennetin krallığı, erkek ve kadınların tümüne açıktır. Hiçbir kişi, buraya giriş hakkı kazanmayı arzulayan aç bir ruhun yüzüne bağışlamanın kapısını kapatamaz. Bizler, krallığı duymayı arzulayan herkes ile yemek sofrasına oturacağız. Cennetteki Babamız aşağıya, insanlara doğru bakarken, onların hepsi eş düzeyde görünür. Bu nedenle; Ferisi veya günahkâr, Saduki veya vergici, Romalı veya Musevi, zengin veya fakir, özgür veya esir, hiçbir kimseyle aynı ekmeği paylaşmayı reddetmeyin. Krallığın kapısı, gerçeği bilmeyi ve Tanrı’yı bulmayı arzulayan herkes için ardına kadar açıktır.”
138:4.3 (1541.5) Alpheus’un evinde sade bir akşam yemeğindeki o gece, ikiz kardeşler havarisel aileye kabul edildi. Akşamın ilerleyen saatlerinde, İsa havarilerine, temiz olmayan ruhaniyetlerin kökeni, doğası ve nihai sonu ile ilişkili ilk derslerini vermişti; ancak, onlar, İsa’nın kendilerine aktarmış olduğu şeyi kavrayamamışlardı. Onlara, İsa’yı derinden sevmek ve kendisine hayranlık duymak oldukça kolay gelmekteydi; ancak, onlar için, kendisinin öğretilerinin çoğunu anlamak oldukça zordu.
138:4.4 (1542.1) Bir gecelik istirahattan sonra, bu aşamada on bir kişi olan, kafilenin tümü, tekne ile Tariça’ya gitti.
138:5.1 (1542.2) Balıkçı Tomas ve gezgin Yudas, Tariça’daki balıkçı tekne limanında İsa ve havarileri ile buluştu; ve, Tomas kafileyi, yakında bulunan evine götürdü. Filip bu aşamada Tomas’ı, havarilik için kendi adayı olarak sunmuş, ve Nataniyel Yehuda’lı Yudas İscariot’u, benzer değerlerde takdim etmişti. İsa Tomas’a bakmış ve şunu söylemişti: “Tomas, senin inancın eksik; yine de, ben seni kabul ediyorum. Beni takip et.” Yudas İscariot’a, Üstün şöyle söyledi: “Yudas, hepimiz bir bedendeniz, ve ben seni aramıza kabul ederken, senin her zaman kendi Celile kardeşlerine sadık olman için dua ediyorum. Beni takip et.”
138:5.2 (1542.3) Onlar yeniden yanlandıklarında, İsa on ikisiyle, kendileriyle birlikte dua etmek ve onları Kutsal Ruhaniyet’in doğası ve faaliyetine ilişkin eğitmek için, bir süreliğine baş başa vakit geçirdi; ancak, yine onlar, İsa’nın kendilerine öğretmek için çabalamış olduğu bu muhteşem gerçeklerin anlamına kavramada büyük ölçüde başarısız oldular. Biri bir noktayı kavramakta, diğeri ise başkasını anlamaktaydı ancak, onların hiçbiri etraflıca bir biçimde, onun öğretisinin tamamını özümseyememekteydi. Her seferinde onlar, İsa’nın yeni müjdesini, kendilerinin sahip olduğu dini inanışın eski kalıplarına oturtmaya çalışmanın hatasını yapmaktaydılar. Onlar İsa’nın, kurtuluşun yeni bir müjdesini duyurmaya ve Tanrı’yı bulmanın yeni bir yöntemini oluşturmaya gelmiş olduğu düşüncesini kavrayamadılar, onlar İsa’nın, cennet içindeki Yaratıcı’nın yeni bir açığa çıkarılışının tam da kendisi olduğunu algılayamadılar.
138:5.3 (1542.4) Bir sonraki gün İsa, on iki havarisini tamamiyle yalnız bırakmıştı o, birbirleriyle tanışmalarını ve kendisinin onlara öğretmiş olduğu şeyler üzerine yalnız bir biçimde konuşmalarını arzulamıştı. Üstün akşam yemeği için geri dönmüştü; ve, yemeğin ertesindeki saatler boyunca, o havarileriyle, yüksek meleklerin hizmeti hakkında konuşmuş olup, bazıları onun bu öğretisini kavramıştı. Onlar bir geceliğine dinlenmiş olup, ertesi gün Kapernaum için tekne ile ayrılmışlardı.
138:5.4 (1542.5) Zübeyde ve Şalome, sahip oldukları büyük evlerinin İsa ve onun on iki havarisine devredilebilmesi için, oğulları Davud ile birlikte yaşamak amacıyla ayrılmıştı. Burada İsa, seçilmiş ileticileri ile sessiz bir Şabat günü geçirmişti; o dikkatli bir biçimde, krallığın duyurusu için planlarını teker teker ifade etmiş, ve, şunu söyleyerek, kamu idaresinde yönetim gücüne sahip olanlarla herhangi bir çatışmadan kaçınmanın önemini bütüncül bir biçimde açıklamıştı. “Eğer kamu yöneticileri uyarılacaksa, o görevi bana bırakın. Sezar veya ona hizmet edenlere dair herhangi bir kınamalarda bulunmaya dikkat edin.” Yudas İscariot’un İsa’yı, Yahya’yı hapisten çıkarmak için neden bir şeyin yapılmadığını öğrenmek amacıyla kenara çekmesi bu aynı akşam gerçekleşmişti. Ve, Yudas, İsa’nın tutumundan tamamiyle tatmin olmamıştı.
138:6.1 (1542.6) Ertesi hafta, bir yoğun çalışma izlencesine adanmıştı. Her gün altı yeni havari, krallık görevi için öğrenmiş ve deneyimlemiş olduğu her şeyin bütüncül bir gözden geçirilişi için onları aday gösterenlerin ellerine teslim edilmekteydi. Daha eski olan havariler, genç olan altılının yararı için, o vakte kadar olan İsa’nın tüm öğretilerini gözden geçirdiler. Akşamları onların hepsi, İsa’nın yönergesini almak için Zübeyde’nin bahçesinde bir araya gelmekteydi.
138:6.2 (1542.7) İsa’nın hafta ortasını dinlenmenin ve boş zaman etkinliklerinin vakti olarak düzenleyişi bu zaman zarfında gerçekleşmişti. Ve, onlar, onun maddi yaşamının geride kalan süreci boyunca her haftada bir günlüğüne bu dinlenme planını takip ettiler. Genel bir kural olarak, onlar hiçbir zaman, olağan etkinliklerini Çarşamba günü yerine getirmemişlerdi. Bu haftalık tatilde, İsa genellikle, şunu söyleyerek, kendisini onlardan ayırırdı: “Benim çocuklarım, bu eğlence gününü dolu dolu yaşayın. Krallığın zorlayıcı çabalarından kendinizi dinlendirin; ve, önceki mesleklerinize geri dönmeden veya boş zamanlarınızı değerlendirecek yeni etkinlik türlerini keşfetmeden gelecek yenilenmeyi keyifle yaşayın.” Her ne kadar, İsa’nın, yeryüzü yaşamının bu sürecinde, bu dinlenme gününe mevcut halde gereksinimi olmasa da, kendisi bunun, insan birliktelikleri için en iyisi olduğunu bilmekteydi. İsa havarileri için, Üstün; birlikteliklerinin kendisinin öğrencileri olduğu nitelikte — öğretmendi.
138:6.3 (1543.1) İsa havarilerine, öğretileri ile kendileri arasında sahip olduğu yaşamın ve ileride kendisine dair türeyebilecek öğretiler arasındaki farkı açık bir hale getirmek için çaba sarf etmişti. İsa şöyle söylemişti: “Benim krallığım ve ona dair müjdem, sizlerin iletisinin özünü oluşturmalıdır. Bana dair ve öğretilerime dair duyuruda bulunarak amacınızdan sapmayın. Krallığın müjdesini duyurun ve cennet içindeki Yaratıcı’ya olan benim açığa çıkarışımı sergileyin; ancak, kendinizin, efsaneler yaratmanın ve benim inanışlarıma ve öğretilerime dair inanışlardan ve öğretilerden bir inanç düzenini inşa etmenin tali yollarıyla yanlış yönlendirilmesine izin vermeyin.” Ancak, yine onlar, İsa’nın neden böyle konuşmuş olduğunu anlamamıştı ve, hiçbir kişi, onun kendilerine neden böyle bir öğretimde bulunmuş olduğunu sormaya cüret etmemişti.
138:6.4 (1543.2) Bu öncül öğretimlerde, İsa havarileriyle, cennetin içindeki Babası’na dair yanlış kavramsallaşmaları içine alanlar dışında, tartışmaya girmekten mümkün olabildiğince kaçınmayı arzulamıştı. Babasına dair bu hususlardaki her şeyde, İsa, hatalı inanışları düzeltmede hiçbir zaman çekince göstermedi. İsa’nın Urantia üzerindeki vaftiz-sonrası yaşamı içinde, kendisini başlıca harekete geçiren yalnızca tek bir amaç bulunmaktaydı ve, bu, kendi Cennet Babası’nın daha iyi ve daha gerçek bir açığa çıkarılışıydı o, inancın ve derin sevginin yolu olan, Tanrı’ya giden yeni ve daha iyi yolun öncüsüydü. Havarilerden güçlü ricası her zaman şu olmuştu: “Günahkârları bulmaya gidin; ezilmişleri ve endişe içindekileri bulun.”
138:6.5 (1543.3) İsa, bulunduğu konuma dair kusursuz bir kavrayışa sahipti; o, görevinin gelişimi için kullanılabilecek, kusursuz gücü elinde bulundurmaktaydı ancak, o tamamiyle, birçok insanın yetersiz olarak düşüneceği ve önemsiz olarak göreceği araçlarla ve kişilikler ile tatmin haldeydi. O, devasa derecede etkilere neden olacak bir göreve katılmıştı ancak, o, Babası’nın görevinde olabilecek en sessiz ve en gösterişsiz biçimde ilerlemede ısrarcıydı o titiz bir biçimde, gücün her türlü sergilenişinden kaçındı. Ve, o bu aşamada on iki havarisiyle birlikte, en azından birkaç ay boyunca, Celile Denizi’nin çevresinde sessizce çalışmayı tasarlamıştı.
138:7.1 (1543.4) İsa, beş aylık kişisel çalışmanın sessiz bir iletimsel izlencesini tasarlamaktaydı. O havarilerine, bunun ne kadar süreceğini söylememişti; onlar, haftadan haftaya çalışmaktaydılar. Ve, öncesinden, haftanın bu ilk günü tam da on iki havarisine bu duyuruyu yapacakken, Şimon Petrus, Yakub Zübeyde ve Yudas İscariot kendisiyle birlikte özel bir konuşmada bulunmak için geldi. İsa’yı kenara çekerek, Petrus şunu cüretkâr biçimde ifade etmişti: “Üstünümüz, bizler birlikteliklerimizin ricası üzerine, zamanın bu aşamada krallığa girmek için uygun olup olmadığını öğrenmeye geldik. Ve, krallığı Kapernaum’da mı duyuracaksın, yoksa bizler Kudüs’e mi ilerleyeceğiz? Ve, ne zaman bizler, her birimizin seninle birlikte krallığın oluşumunda hangi yerleri aldığımızı öğreneceğiz — ” ve, Peter, buna ilaveten başka sorularda soracaktı, ama İsa uyarır biçimde elini kaldırarak, kendisini durdurdu. Ve, eliyle yakında durmakta olan diğer havarilerin kendilerine katılmalarına işaret ederek, İsa şunu söylemişti: “Benim küçük çocuklarım, daha ne kadar fazla sizlere karşı sabırlı olmalıyım! Krallığımın bu dünyaya ait olmadığını açık bir biçimde sizlere ifade etmedim mi? Sizlere birçok kez, Davud’un tahtında oturmak için gelmediğimi söyledim; ve, şimdi nasıl olurda, sizler benden Yaratıcı’nın krallığında her birinizin hangi yeri alacağını öğrenmek istersiniz? Benim sizleri ruhsal bir krallığın elçileri olarak çağırmış olduğumu algılayamamakta mısınız? Yakın bir zamanda, oldukça yakın bir zamanda sizlerin; tıpkı şu an cennet içinde olan Babamı temsil ettiğim gibi, dünyada ve krallığın duyuruluşunda beni temsil edecek oluşunuzu anlamamakta mısınız? Benim sizleri, krallığın ileticileri olarak seçmiş ve ona göre eğitmiş olmama rağmen, sizlerin, insanların kalplerinde olan kutsal başatlığa ait bu gelmekte olan krallığın doğasını ve önemini kavrayamamanız mümkün olabilir mi? Benim arkadaşlarım, bir kere daha beni dinleyin. Akıllarınızdan, benim krallığımın bir güç idaresi veya ihtişamın bir hâkimiyeti olduğunun bu düşüncesini atın. Gerçekten de, gökyüzü ve yeryüzü içindeki güçlerin tümü yakın bir zaman içinde ellerime verilecektir; ancak, bizlerin bu kutsal bahşedilmişliği, bu çağ boyunca kendilerimizi yüceltmek için kullanmamız Yaratıcı’nın iradesi değildir. Bir başka çağda, sizler gerçekten de, benimle birlikte güç ve ihtişam içinde oturacaksınız; ancak, şimdi bizlerin, Yaratıcı’nın iradesine tabi olmamız, ve alçak gönüllü bağlılık içerinde, yeryüzü üzerindeki onun vermiş olduğu görevini yerine getirmek için ilerlememiz gerekmektedir.”
138:7.2 (1544.1) Bir kez daha onun birliktelikleri, neye uğradıklarını şaşırmış halde, hayretler içinde kalmışlardı. İsa onları, öğle vakti kendisine geri dönmelerini isteyen bir biçimde, ikişerli topluluklar halinde dua etmeye gönderdi. Bu hassas öneme sahip öğle öncesi, onların her biri Tanrı’yı bulmayı amaçladı ve, her biri, diğerini neşelendirmeye ve güçlendirmeye çalışıp, kendisinin istemiş olduğu gibi İsa’ya geri dönmüşlerdi.
138:7.3 (1544.2) İsa bu aşamada onlar için, Yahya’nın gelişini, Ürdün nehrindeki vaftizini, Kana’daki evlilik ziyafetini, yakın bir zamanda gerçekleşmiş ilk altılının seçilişini ve beden içindeki kendi öz kardeşlerinden olan uzaklaşmasını yeniden anlatmıştı ve, o kendilerini, krallığın düşmanlarının krallıktan kendilerini ayırmayı amaçlayacağı konunda uyarmıştı. Bu kısa ama içten konuşmadan sonra, havarilerin hepsi, Petrus’un önderliğinde, ayağa kalkıp, Tomas’ın şöyle ifade etmiş olduğu gibi, Üstünlerine sonu gelmeyecek bağlılıklarını duyurmuş ve krallığa ayrılmaz sadakatlerinin sözünü vermişti: “Bu gelecek krallığa, o bütünlüğü itibariyle ne olursa olsun, ve ben tamamiyle anlamamış olsam da.” Onların tümü gerçekten de, her ne kadar onun öğretisini tamamen kavramamış olsalar da, İsa’ya inanmaktaydılar.
138:7.4 (1544.3) İsa bu aşamada, kendilerinin yanlarında ne kadar paralarının olduğunu sordu; o aynı zamanda, ailelerinin desteklenmesi için hangi önlemlerin alınmış olduğunu öğrenmek istedi. Onların, kendilerini iki haftalığına idare etmek için yeterli kaynağa neredeyse hiçbir şekilde sahip olmadığı ortaya çıkınca, o şunu söyledi: “Çalışmamıza böyle başlamak Babamın iradesi değildir. Bizler burada deniz çevresinde iki hafta kalmaya devam edeceğiz, ve balık tutup veya elimiz hangi işi tutuyorsa onu yapacağız; ve, bu arada, ilk seçilmiş havari olan Andreas’ın rehberliği altında, sizler, hem şimdiki kişisel hizmet için, hem de, yakın zaman içinde müjdeyi duyurmanıza ve inananları eğitmenize izin vereceğin an için olarak, gelecek çalışmanızda gerekli her şeyi tedarik eden bir biçimde kendinizi düzenleyeceksiniz.” Onların tümü bu kelimeler karşısında fazlasıyla neşelenmişti; bu havarilerin, daha faal ve daha gösterişli olan kamu çabalarına giriş amacıyla İsa’nın daha sonrası için tasarlamış oluğu, sınırları oldukça belirli ve yapıcı nitelikteki ilk duyurusuydu.
138:7.5 (1544.4) Havariler günün geri kalan kısmı örgütlenişlerini kusursuzlaştırmak, ve hepsi kendilerini balıkçılığa vermeye karar vermiş olduğu için, tekneler ve ağların düzenlemelerini tamamlamakla harcadı onların çoğu öncesinden balıkçılık yapmışlardı, İsa bile deneyimli bir tekneci ve balıkçıydı. Onların ilerleyen birkaç yılda kullanmış olduğu teknelerin çoğu, İsa’nın kendi elleriyle üretilmişti. Ve, bunlar, iyi ve güvenilir teknelerdi.
138:7.6 (1544.5) İsa onlardan, şunu da ekleyen bir biçimde, iki haftalığına kendilerini balık tutmaya vermelerini istedi: “Ve, bunun sonrasında sizler, insanları tutanlar haline gelmek için ilerleyeceksiniz.” Onlar, İsa’nın her gece diğer bir toplulukla çıktığı bir biçimde, üçerli topluluklar halinde balık tutmuşlardı. Ve, onların hepsi, İsa’nın mevcudiyetinden çok büyük keyif duymuştu! O iyi bir balıkçı, neşeli bir dost ve ilham verici bir arkadaştı onunla daha fazla çalıştıkça, kendisine daha derin sevgi duymuşlardı. Bir Matta şunu söylemişti: “Bazılarını insan daha fazla anladıkça, onlara daha az hayranlık duyuyor; ancak, bu kişiyle, onu daha az anlamama rağmen, onu daha derin bir biçimde seviyorum.”
138:7.7 (1545.1) İki haftalığına balık tutmanın ve iki hafta boyunca krallık adına gidip kişisel çalışmada bulunmanın bu planı beş aydan daha fazla bir süre boyunca, esaret edilişinin sonrasında Yahya’nın takipçilerine özel olarak getirilmiş idamların sonlanışına kadar olarak, M.S. 26.yılın sonuna kadar dahi takip edilmişti.
138:8.1 (1545.2) İki haftalık balıkları sattıktan sonra, on ikilinin hazinecisi olarak faaliyet göstermek için seçilmiş kişi olan, Yudas İscariot havarisel kaynakları, hâlihazırda desteklenmekte olan bağımlı ailelerin bakımı için oluşturulmuş kaynaklar olarak, altı eşit parçaya ayırmıştı. Ve, bunun sonrasında, M.S. 26.yılda, Ağustos ayının ortalarına doğru onlar, Andreas tarafından belirlenmiş olan çalışma alanlarına ikişerli guruplar halinde gittiler. İlk iki hafta, İsa, Andreas ve Petrus ile, ikinci iki hafta Yakub ve Yahya ile, ve böyle devam eden bir biçimde diğer çiftlerle onların seçmiş olduğu sırayla gitmişti. Böylelikle, o, kamu hizmetlerine başlamak için onları bir araya toplayışından önce her çiftle en azından bir kere gidebilmişti.
138:8.2 (1545.3) İsa onlara; pişmanlığı ispat etmek için bir şeylerde bulunmadan veya kurban vermeden, Tanrı’ya olan inanç vasıtasıyla günahların bağışlanışını, ve, cennet içindeki Yaratıcı’nın çocuklarının tümünü aynı ebedi derin sevgi ile sevmekte olduğunu duyurmayı öğretti. O havarilerinden, şu hususların tartışılmasından kaçınmalarını istedi:
138:8.3 (1545.4) 1. Vaftizci Yahya’nın çalışması ve hapse atılışı.
138:8.4 (1545.5) 2. Vaftizde duyulmuş olan ses. İsa şunu söylemişti: “Yalnızca sesi duymuş olanlar ondan bahsedebilir. Sadece benden duymuş olduğunuz şeyleri konuşun; kulaktan dolma şeyleri konuşmayın.”
138:8.5 (1545.6) 3. Suyun Kana’da şaraba olan dönüşümü. İsa, şunu söyleyerek, ciddi bir biçimde onlardan şunu talep etmişti: “Sudan ve şaraptan hiç kimseye bir şey söylemeyin.”
138:8.6 (1545.7) Onlar; her bir diğer iki hafta boyunca balıkçılar olarak çalıştıkları, ve bunun aracılığıyla, ertesi iki haftadaki krallığın iletimsel görevi için sahada kendilerine bakacak yeterli miktardaki parayı kazanarak, bu beş veya altı aylık süreç boyunca muhteşem anlar yaşamışlardı.
138:8.7 (1545.8) Olağan insanlar, İsa’nın ve onun havarilerinin öğretisi ve hizmeti karşısında şaşkınlık duymuşlardı. Hahamlar uzunca bir süredir Musevilere, bilgisiz olanların dindar veya doğru olamayacağını öğretmişlerdi. Ama, İsa’nın havarileri, hem dindar hem de doğruydu; buna rağmen, onlar mesut bir biçimde, hahamların eğitiminden ve dünyaya dair bilgiden habersizlerdi.
138:8.8 (1545.9) İsa havarilerine; Museviler tarafından öğretilmekte olan, adlandırıldığı biçimiyle, tövbekârlığın iyi eylemleri ile, krallığa kabul edilişin bedeli olarak gerekli olan — yeni doğum niteliğindeki — inanç vasıtasıyla aklın değişimi arasındaki farklılığı açık bir biçimde ortaya koymuştu. O havarilerine inancın, Yaratıcı’nın krallığına girmek için tek gereklilik olduğunu öğretmişti. Yahya öncesinden onlara, “tövbekârlık — gelecek gazaptan kaçmayı” öğretmişti. İsa “İnancın, Tanrı’nın mevcut, kusursuz ve ebedi derin sevgisine girişin açık kapısı olduğunu” öğretmişti. İsa, Tanrı’nın sözünü duyurmak için gelen biri şeklinde bir tanrı-elçisi gibi konuşmamıştı. O, yönetim yetkisine sahip biri olarak, kendisinden konuşur biçimde görülmüştü. İsa onların akıllarını mucize arayışından, ikamet eder haldeki Tanrı’nın derin sevgi ruhaniyetinin ve kurtarıcı şükranlığının verdiği memnuniyet ve güvence içerisinde gerçek ve kişisel bir deneyimi bulmaya yöneltmeyi amaçlamıştı.
138:8.9 (1545.10) Takipçiler öncül bir biçimde, Üstün’ün karşılaşmış olduğu her bir insan varlığı için derin bir saygıya ve anlayışlı bir duyuşa sahip olduğunu öğrenmişlerdi; ve, onlar devasa bir biçimde, kendisinin oldukça tutarlı bir biçimde, erkeklerin kadınların ve çocukların her türlüsüne vermiş olduğu bu özdeş ve değişme göstermeyen ilgi karşısında etkilenmişlerdi. O derin bir söyleşi ortasında, uzaktan geçer halde bedeni ve ruhunun yükü altında ezilmekte olan kadına cesaretlendirici bir neşede konuşmak için yola çıkabilirdi. O ciddi bir söyleşini, konuşmaya giren bir çocuk ile bütünleşmek için keserdi. İsa’ya hiçbir zaman hiçbir şey, şans eseri onun doğrudan mevcudiyetinde bulunmuş bireysel insandan daha önemli görünmemişti. O üstün ve öğretmendi; ancak, o, bunlardan daha da fazlasıydı — o aynı zamanda, anlayışlı bir yoldaş olarak, bir arkadaş ve komşuydu.
138:8.10 (1546.1) Her ne kadar İsa’nın kamu öğretileri başlıca, derin anlamı olan kısa hikâyelerden ve küçük çaplı söyleşilerden oluşmuşsa da, o her seferinde havarilerine, sorular ve cevaplarla öğretimde bulunmuştu. O her zaman, daha sonraki kamu söyleşileri boyunca içten sorulara cevap vermek için durmuştu.
138:8.11 (1546.2) Havariler ilk başta, hayretler içinde kalmışlardı ancak, öncül bir biçimde, onlar, İsa’nın kadınlara olan davranışına alışır hale gelmişlerdi; o kendilerine, kadınların krallık içinde erkekler ile eşit haklara sahip kılınacağını açık bir biçimde ifade etmişti.
138:9.1 (1546.3) Bu, bir bakımdan, on iki havari için sonuç itibariyle uzun süreler boyunca çok yorucu bir deneyim olarak kendisini göstermiş bulunan, balıkçılık ve kişisel hizmetin değişmeceli süreçlerinden meydana gelmiş tekdüze dönemdi; ancak, onlar, bu sınava dayanmışlardı. Serzenişlerinin, kuşkularının ve geçici tatminsizliklerinin tümüne rağmen, onlar, Üstün’e vermiş oldukları adanmışlık ve sadakat yeminlerine bağlı kalmışlardı. Hepsi için (Yudas İscariot hariç), mahkemenin ve çarmıhın karanlık saatlerinde İsa’ya sadık ve doğru kalmaya devam edecek kadar kendisini onlar için sevgili kılmış olan şey, sınanışın bu ayları boyunca onların İsa ile gerçekleştirmiş olduğu kişisel birliktelikti. Gerçek insanlar, İsa gibi, kendilerine oldukça yakın bir biçimde yaşamış ve onlara oldukça adanmış birini hiç de terk edememişlerdi. Üstün’ün ölümünün karanlık saatlerinde, nedenselliğin, muhakemenin ve mantığın tümü bu havarilerin kalplerinde, arkadaşlık-bağlılığının en yüce olan hissi biçiminde — bu bir tek olağanüstü insan duygusuna olan teslimiyette bir kenara itilmişti. İsa ile birlikte çalışmanın bu beş ayı bu havarileri, her birinin İsa’yı tüm dünya içindeki en iyi arkadaşları olarak görmelerine neden oldu. Ve, bu insan duygusu, ve İsa’nın muhteşem öğretileri ve muazzam eylemleri değil; krallığın müjdesinin duyuruluşunun yeniden hayata geçirilmesine ve yenilenmesine kadar kendilerini bir arada tutmuştu.
138:9.2 (1546.4) Sadece sessiz çalışmanın bu ayları, geçtikleri bir sınav olarak, havariler için büyük bir sınayış olmamıştı ancak, kamusal düzeydeki eylemsizliğin bu dönemi, İsa’nın ailesi için büyük bir sınanış olmuştu. İsa kamu görevini başlatmak için hazır olduğu zaman zarfında, onun ailesinin tamamı (Ruth dışında) kendisini neredeyse tamamen terk etmişti. Yalnızca az sayıdaki birkaç durumda onlar, daha sonrasında kendisiyle bir iletişimde bulunmaya girişmişti; ve, bu durumlarda da iletişim, onun eve geri dönüşüne ikna etmek için yapılmıştı zira, onlar, İsa’nın kendinde olmadığına inanmaya yaklaşmıştı. Onlar, yalın bir ifadeyle, ne kendi felsefesini kavrayabilmekte ne de öğretisini anlayabilmekteydi; bütün bunlar, onun kendi bedeni ve kanından olanlar için çok fazlaydı.
138:9.3 (1546.5) Havariler kişisel çalışmalarını Kapernaum’da, Bethsayda-Yulias’da, Çorazin’de, Gerasa’da, Hippos’da, Mecdel’de, Kana’da, Celile’nin Beytüllahimi’nde, Yotapata’da, Ramah’da, Safed’de, Gişhala’da, Gadara’da, and Abila’da sürdürmüşlerdi. Bu kasabaların yanı sıra onlar, kasabaların dışındaki yerlere ek olarak birçok köyde de çalışmışlardı. Bu sürecin sonunda, on ikili, sahip olduğu ailelerin bakımı için oldukça tatmin edici tasarımlarda bulunmuştu. Bazılarının birkaç çocuğa sahip olduğu biçimde, havarilerin çoğu evliydi; ancak, onlar ev ahalilerinin desteklenmesi için, havarisel kaynaklardan gelen küçük bir yardımla beraber, ailelerinin mali refahı hakkında endişe duymak zorunluluğunda kalmadan Üstün’ün çalışmasına bütüncül enerjilerini adayabilecekleri düzeyde düzenlemelerde bulunmuşlardı.
138:10.1 (1547.1) Havariler öncül bir biçimde, kendilerini şu düzende örgütlemişlerdi:
138:10.2 (1547.2) 1. İlk seçilmiş havari olarak, Andreas, on ikinin atanmış başkanı ve genel yöneticisiydi.
138:10.3 (1547.3) 2. Petrus, Yakub ve Yahya, İsa’nın kişisel dostları olarak adanmışlardı. Onlar kendisine gündüz ve gece katılmakta, fiziksel ve küçük ihtiyaçlarına yardımcı olmakta, ve ona, dua ve cennet içindeki Yaratıcı’yla olan gizemli birlikteliğin bu gece bekleyişlerinde eşlik etmekteydiler.
138:10.4 (1547.4) 3. Filip, topluluğun baş sorumlusu yapılmıştı. Yiyecek tedarik etmek ve ziyaretçilerin, ve hatta bazı zamanlarda çok sayıdaki dinleyicilerin, yiyecek bir şeyleri olmasına dikkat etmek onun göreviydi.
138:10.5 (1547.5) 4. Nataniyel, on ikinin sahip olduğu ailelerin ihtiyaçlarını gözetlemekteydi. O; her bir havarinin ailesinin gereksinimleri hakkında düzenli bildirileri almakta, ve, hazineci olan, Yudas’a resmi taleplerde bulunarak, her hafta ihtiyacı olanlara kayna aktarımında bulunurdu.
138:10.6 (1547.6) 5. Matta, havari birliğinin mali birimiydi. Hazinenin yeniden dolması olarak, bütçenin dengede olmasına dikkat etmek onun göreviydi. Eğer karşılıklı destek için kaynaklar gelmeyecekse, topluluğun idaresi için bağışlar alınmayacak olursa, Matta, on ikilinin sahip oldukları ağlara bir dönemliğine geri dönmeleri emrini verecek güce sahip kılınmıştı. Ancak, bu, kamu görevlerine başladıktan sonra hiçbir zaman gerekli olmamıştı o her zaman haznedarın elinde, topluluklarının etkinliklerini maddi destekle yerine getirmek için yeterli miktarda kaynağa sahip olmuştu.
138:10.7 (1547.7) 6. Tomas, seyahat güzergâhlarının yöneticisiydi. Kalınacak yerleri tertiplemek ve belirli bir düzeye kadar öğretme ve duyurma mekânlarını seçmek, ve böylece pürüzsüz ve olabilecek en verimli ve yerli yerinde seyahat çizelgesinden emin olmak ona aktarılmıştı.
138:10.8 (1547.8) 7. Alpheus’un ikiz çocukları olan Yakub ve Yudas, kalabalıkların idaresiyle görevlendirilmişlerdi. Duyurma sürecinde kalabalıklar arasındaki düzeni sağlamak için yeterli sayıdaki yardımcı rehberi kendilerine bağlı halde görevlendirmek onların göreviydi.
138:10.9 (1547.9) 8. Şimon Zelotes’e, boş zaman etkinliklerinin ve eğlencenin sorumluluğu verilmişti. O, Çarşamba programını idare etmiş olup, aynı zamanda da, her gün dinlenme ve dikkati başka yere toplamanın bir kaç saati için bir şeyleri sağlamayı amaçlamıştı.
138:10.10 (1547.10) 9. Yudas İscariot haznedar olarak atanmıştı. O, keseyi taşımaktaydı. O, masrafları ödemekte ve muhasebeyi tutmaktaydı. O, haftadan haftaya Matta’ya bütçe tahminlerinde bulunmuş olup, aynı zamanda da Andreas’a, haftalık bildirimleri gerçekleştirmişti. Yudas, Andreas’ın onayı üzerine kaynakları dağıtmaktaydı.
138:10.11 (1547.11) On ikili; öncül örgütlenişinden, ihanet eden, Yudas’ın terk edişinin gerektirmiş olduğu yeniden düzenleniş zamanına kadar bu şekilde faaliyet göstermişti. Üstün ve onun takipçi-havarileri; onun kendilerini bir araya topladığı ve resmi bir biçimde krallığın elçileri ve onun iyi haberlerinin duyurucuları olarak atadığı, M.S. 27.yılda, Ocak ayının 12’si, Pazar gününe kadar bu yalın halde yaşamlarına devam etmişlerdi. Ve, bu günden yakın bir süre sonra havariler, ilk kamu duyuru gezilerine Kudüs ve Yehuda’dan başlamaya hazırlanmışlardı.
Urantia’nın Kitabı
139. Makale
139:0.1 (1548.1) Her ne kadar kendisi tekrar eden bir biçimde, havarilerinin umutlarını kırmış, ve onların kişisel yüceltiliş için her bir gelecek arzusunu parçalara ayırmış olsa da, yalnızca bir kişinin onu terk etmiş olması, İsa’nın yeryüzü yaşamının çekici güzelliğinin ve doğruluğunun apaçık bir göstergesidir.
139:0.2 (1548.2) Havariler İsa’dan, cennetin krallığını öğrenmişti; ve, İsa onlardan, Urantia ve zaman ve mekânın diğer evrimsel dünyaları üzerinde yaşamakta olan insan doğası olarak, insanların krallığı hakkında çok şey öğrenmişti. Bu on iki kişi, insan mizacının birçok türünü temsil etmekteydi; ve, onlar, düzenli eğitimden geçirilerek birbirlerinin özdeşi yapılmamışlardı. Bu Celile balıkçılarının çoğu, yüz yıl öncesinde, Celile’nin Musevi-olmayan nüfusunun güç kullanarak din değiştirilmesinin bir sonucu olarak, Musevi-olmayan kökenin baskın kollarını taşımaktaydı.
139:0.3 (1548.3) Havarileri tamamiyle bilgisiz ve eğitimsiz kişiler olarak görme hatasında bulunmayın. Alpheus ikizleri dışında, onların tümü, İbrani yazıtlarında ve bu günün mevcut bilgisinin çoğuyla etraflıca bir biçimde eğitilmişti. Onların yedisi, Kapernaum sinagog okullarının mezunuydu; ve, tüm Celile içinde bundan daha iyi Musevi okulları bulunmamaktaydı.
139:0.4 (1548.4) Sizlerin kayıtlarız krallığın bu ileticilerine “bilginizi ve eğitimsiz” olarak atıfta bulunduğunda, onların; hahamların uzmanlığında eğitimsiz ve Yazıtların hahamsal yorum yöntemlerinde eğitilmemiş olarak, din-adamlığı düzeni dışından gelenler düşüncesini aktarmak istemişti. Onlar, tarafınızdan adlandırılmış olduğu biçimiyle, daha yüksek eğitimden yoksundu. Çağdaş zamanlar içinde, onlar kesin bir biçimde, eğitilmemiş, ve hatta toplumun bazı çevrelerinde medeniyet görmemiş olarak bile görülürdü. Tek bir şeyin gerçekliği şüphesizdir: onların hiçbiri, aynı olan katı ve kalıplaşmış bilgilere dayanan eğitim müfredatından geçirilmemişti. Ergenlik dönemlerinden beri, onlar memnuniyetle, nasıl yaşanması gerektiğini öğrenmenin ayrı deneyimlerine sahip olmuşlardı.
139:1.1 (1548.5) Krallığın havarisel birliklerinin başkanı olan, Andreas, Kapernaum’da doğmuştu. O; kendisinden, kardeşi Şimon’dan ve üç kız kardeşinden meydana gelen — beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. Bu aşamada hayatını yitirmiş bulunan, onun babası, Kapernaum’un balıkçı limanı olan Bethsayda’da balık kurutma işinde Zübeyde’nin bir ortağı halindeydi. Bir havari haline geldiğinde, Andreas, bekârdı ancak, o evini, evli kardeşi Şimon Petrus’un evi yapmıştı. Onların her ikisi de balıkçı olup, Zübeyde’nin evlatları Yakup ve Yahya’nın ortaklarıydılar.
139:1.2 (1548.6) M.S. 26.yılda, bir havari konumunda seçildiği sene olarak, Andreas, İsa’dan ve havarilerin en büyüğünden bir tam yıl daha büyük olarak, 33 yaşındaydı. O, soylarının muhteşem bir kolundan türemiş olup, on iki içinde en yetkin kişiydi. Hitabet dışında o, akla gelecek neredeyse her yetenekte birlikteliklerinin eşitiydi. İsa hiçbir zaman Andreas’a, bir kardeşlik ismi olarak bir takma isim vermemişti. Ancak, havariler yakın bir süre içinde İsa’yı Üstün olarak çağırmaya başlarken bile, benzer bir biçimde Andreas’ın ismini, Başkan’a denk düşen bir unvanla adlandırmışlardı.
139:1.3 (1549.1) Andreas iyi bir örgütleyiciydi, ama o daha iyi bir yöneticiydi. O, dört havariden oluşan yakın çevreye ait bir üyeydi; ancak, İsa tarafından havarisel topluluğun başkanı olarak atanması, kendisi için, diğer üçü Üstün ile oldukça yakın bir birliktelikte bulunurken görev üzerinde bulunmaya devam edişini gerekli kılmıştı. Tam da en sonuna kadar, Andreas, havarisel birliğin baş sorumlusu olarak kalmaya devam etmişti.
139:1.4 (1549.2) Her ne kadar Andreas hiçbir zaman etkin bir hatip olamamışsa da; en önce seçilmiş havari olarak, daha sonrasında krallığın en büyük duyurucularından biri haline gelmiş olan kardeşi Şimon’u doğrudan bir biçimde İsa’ya getirmiş olması bakımından, krallığın öncü ileticisi halinde, verimli bir kişisel çalışandı. Andreas, krallığın ileticileri konumunda on ikiliyi eğitme araçlarından biri olarak, kişisel çalışma izlencesini uygulamaya dair İsa’nın siyasasının başlıca destekleyicisiydi.
139:1.5 (1549.3) İster İsa özel bir biçimde havarilerini eğitiyor olsun veya kalabalıklara duyuruda bulunuyor olsun, Andreas genellikle, neyin gerçekleşmekte olduğunu bilmekteydi; o, derin kavrayışa sahip bir yönetici olup, etkin bir idareciydi. O; böyle bir durumda doğrudan bir biçimde İsa’ya götüreceği, bir sorunun yönetim yetkisinin ötesine düştüğünü düşündüğü durumlar dışında, önüne getirilmiş veya önüne çıkmış her hususta çabucak karara varabilmekteydi.
139:1.6 (1549.4) Andreas ve Petrus, karakter ve mizaç bakımından birbirlerine benzememekteydiler; ancak, onların muhteşem bir biçimde anlaşmış oluşunun, ikisinin de başarısı olduğu gerçeğinin altı ölümsüz bir biçimde çizilmelidir. Andreas türündeki yaşça büyük olan bir kişinin, genç ve yetenekli bir kardeşi üzerinde bu kadar derin bir etkide bulunması çok sıklıkla görülebilecek bir şey değildir. Andreas ve Petrus hiçbir zaman, birbirlerinin yetenekleri ve başarılarına karşı en ufak derecede bile kıskançlık besler halde görülmemişlerdi. Hamsin Yortusu akşamının geç saatlerinde, büyük ölçüde Petrus’un enerjik ve ilham verici duyurusu vasıtasıyla, iki bin ruh krallığa eklendiğinde, Andreas kardeşine şöyle söylemişti: “Ben bunu yapamazdım, ama buna yapabilen bir kardeşe sahip olduğum için mutluyum.” Bu sözler karşısında Petrus şu cevabı vermişti: “Ve, ama, Üstün’ü bana getirmen ve senin kararlılığın beni onunla tutuyor olmasaydı, ben burada bunu yapıyor olamazdım.” Andreas ve Petrus, kardeşlerin bile huzurlu biçimde yaşayabilir ve verimli bir biçimde çalışabilir oluşunu ispat eden bir biçimde, genel kanıyı boşa çıkaran kişilerdi.
139:1.7 (1549.5) Hamsin Yortusu’ndan sonra Petrus meşhur olmuştu; ancak, bu hiçbir zaman, yaşamının geri kalan kısmı boyunca “Şimon Petrus’un kardeşi olarak” tanıştırılarak geçirmesine neden olan ağabey Andreas’ı sinirlendirmemişti.
139:1.8 (1549.6) Havarilerin tümü içinde, Andreas, insanlara dair en iyi yargıya varan kişiydi. O; diğerlerinden hiçbiri, hazinedarda herhangi bir şeyin ters gitmekte olduğundan şüphelenmediğinde bile, Yudas İskarot’un kalbinde sıkıntı yaratacak bir şeyin büyümekte olduğunu bilmekteydi. Andreas’ın krallığa olan büyük hizmeti; müjdeyi duyurmak için gönderilmiş olan ilk iletici yayıcılardaki tercihte Petrus, Yakub ve Yahya’ya danışmanlık yapması, ve aynı zamanda da, krallığın idari işlerinin düzenlenişinde bu öncül önderlere tavsiyelerde bulunmasıydı. Andreas, genç insanların gizli kaynaklarını ve saklı yeteneklerini keşfetmede büyük bir bahşedilmişliğe sahipti.
139:1.9 (1549.7) İsa’nın yukarı çıkışından yakın bir süre sonra, Andreas, ayrılmış Üstünü’ne ait sözlerin ve eylemlerin çoğunun kişisel bir kaydını yazıya geçirmeye başlamıştı. Andreas’ın ölümünden sonra, bu özel kaydın diğer nüshaları üretilmiş olup, Hıristiyan kilisesinin öncül öğretmenleri arasında hiçbir bir kısıtlama olmadan dağıtılmıştı. Andreas’ın bu resmi olmayan notları ilerleyen zamanlarda, Üstün’ün yeryüzü üzerindeki yaşamına dair oldukça bütüncül bir hikâye oluşturana kadar, düzenlenmiş, düzeltilmiş, değiştirilmiş ve ona eklemeler yapılmıştır. Bu düzeltilmiş ve değiştirilmiş nüshaların en son kalanları, on iki havarinin en önce seçileni tarafından orijinalinin yazılışının yaklaşık olarak yüz yıl sonrasında, İskenderiye’deki yangında yok olmuştu.
139:1.10 (1550.1) Andreas; sahip olduğu karakterin en güçlü yanı onun muhteşem istikrarlılığı olarak, kesin bir kavrayışın, mantıksal düşüncenin ve güçlü kararın bir kişisiydi. Onun mizaçsal kısıtlılığı, isteklilik bakımından noksan oluşuydu; o birçok sefer, bilge yargılara dayanan takdir ile birlikteliklerini teşvik etmede başarısız olmuştu. Ve, bu, arkadaşlarının hak etmiş oldukları başarılarını takdir etmedeki gönülsüzlüğü, pohpohlama ve samimiyetsizlikten duymuş olduğu iğrenmeden doğmuştu. Andreas, çok yetenekli, dengeli, kendi kendisini yetiştirmiş ve alçak gönüllü mizaçtaki başarılı insanlardan bir tanesiydi.
139:1.11 (1550.2) Havarilerin her biri İsa’yı derin bir biçimde sevmişti; ancak, on ikiliden her birinin, İsa’nın taşımış olduğu bir karakter özelliğinin belirli bir havariye özel olarak çekici gelmesi nedeniyle kendisine bağlanmış olması da bir gerçektir. Andreas İsa’yı, onun hiçbir şeyden etkilenmez soyluluğu olarak, tutarlı samimiyeti nedeniyle takdir etmekteydi. İsa’yı bir kez gördüğü zaman, insanları, onu sahip oldukları arkadaşlarla paylaşma dürtüsü kaplamaktaydı onlar gerçekten de, tüm dünyanın kendisini tanımasını istemişlerdi.
139:1.12 (1550.3) Daha sonraki idamlar nihai olarak havarileri Kudüs’den dört bir tarafa dağıttığında, Andreas, Ermenistan, Küçük Asya ve Makedonya boyunca seyahat etmişti; ve, birçok binleri krallığa getirdikten sonra, o, nihai olarak yakalanmış ve Ahaya’da bulunan Patras şehrinde çarmıha gerilmişti. Bu güçlü adamın çarmıhta yaşamının sona ermesi iki bütün günü almıştı ve, bu acı saatler boyunca, o etkin bir biçimde, cennetin krallığının kurtuluşuna ait mutlu haberleri duyurmaya devam etmişti.
139:2.1 (1550.4) Şimon havarilere katıldığında, otuz yaşında bulunmaktaydı. O, evli ve üç çocuğa sahip olup, Kapernaum yakınlarındaki Bethsayda’da yaşamaktaydı. Ağabeyi Andreas ve eşinin annesi kendisiyle birlikte yaşıyordu. Hem Petrus hem de Andreas, Zübeyde’nin oğullarının balıkçı ortaklarıydı.
139:2.2 (1550.5) Üstün belirli bir süredir, Andreas’ın onu havarilerin ikincisi olarak sunuşundan önce, Şimon’u tanır haldeydi. İsa, Şimon’a Petrus ismini verdiğinde, onu bir gülümseme ile gerçekleştirmişti; o, bir takma isim gibi olacaktı. Şimon tüm arkadaşları tarafından oldukça, ne yapacağı fazlaca belli olmayan ve yeterince düşünüp taşınmadan hareket eden birisi olarak bilinmekteydi. Doğrudur ki, daha sonrasında, İsa, bu çok ciddi olmayan bir biçimde bahşedilmiş takma isme yeni ve dikkate değer bir anlam katmıştı.
139:2.3 (1550.6) Şimon Petrus, bir iyimser olarak, güçlü devinimler ile hareket eden birisiydi. O, kendisini güçlü hislere serbest bırakmaya izin verir halde yetişmişti; o sürekli bir biçimde, düşünmeden konuşmada ısrarcı oluşundan dolayı zor durumlara düşmekteydi. Bu türden düşünce eksikliği aynı zamanda, onun arkadaşları ve birlikteliklerinin tümü için sürekli bir biçimde sorun çıkarmış olup, Üstünü tarafından birçok hafif uyarı alışının nedenini oluşturmuştu. Petrus’un, düşünmeden konuşması nedeniyle daha fazla karışıklığa karışmamasının nedeni, kamu karşısında önerilerde bulunmaya girişmesinden önce, Andreas olan abisi ile beraber tasarımlarının ve yapacağı şeylerin çoğu hakkında konuşmayı çok öncül bir biçimde öğrenmiş olmasıydı.
139:2.4 (1550.7) Petrus, kendisini çok iyi bir biçimde ifade edebilen ve etkileyici bir biçimde konuşabilen bir biçimde, akıcı bir konuşmacıydı. O aynı zamanda, hızlı düşünen ama derin bir biçimde nedensel fikir yürütemeyen halde, insanların doğal ve ilham verici bir önderiydi. O, geri kalan havarilerin hepsinden daha çok olmak üzere, birçok soru sormaktaydı ve, her ne kadar bu soruların büyük bir çoğunluğu iyi ve yerinde olmuşsa da, birçoğu da düşünmeden ve budalaca yöneltilmiş sorulardı. Petrus derin bir akla sahip değildi; ancak, o, aklını oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi. O bu nedenle, hızlıca karar veren ve aniden hareket eden bir insandı. Diğerleri İsa’yı sahilde görmekten dolayı hayretler içinde konuşurlarken, Petrus suya atlamış ve Üstün ile buluşmak için kıyıya kadar yüzmüştü.
139:2.5 (1551.1) Petrus’un İsa’da en çok hayran olduğu kişilik özelliği, onun ulvi inceliğiydi. Petrus hiçbir zaman, İsa’nın sahip olduğu sabır üzerinde düşünmeden yorgun düşmemişti. O hiçbir zaman, sadece yedi kez değil yetmiş yedi kez yanlış yapan birini affetme dersini unutmadı. O fazlasıyla; yüksek mevkideki din-adamının bahçesinde İsa’yı düşüncesiz ve istemeden bir biçimde reddedişinin hemen sonrasındaki bu karanlık ve kasvetli günler boyunca, Üstün’ün bağışlayıcı karakterinin bu dışavurumlarını düşünmüştü.
139:2.6 (1551.2) Şimon Petrus, endişe veren bir biçimde dengesizlik göstermekteydi; o aniden, bir aşırı uçtan diğerine kayardı. O ilk önce, İsa’nın, kendi ayaklarını yıkamasını reddetmişti; ve, bunun sonrasında, Üstün’ün cevabını duyması üzerine, ayaklarının tekrar yıkanması için yalvarmıştı. Ancak, on kertede, İsa, Petrus’un hatalarının, kalbinden değil aklından geldiğini bilmekteydi. O, dünya üzerinde o ana kadar yaşamış, cesaret ve ürkekliğin en açıklanmaz birleşimlerinden bir tanesiydi. Onun karakterinin en güçlü yanlarından biri, arkadaşlık olarak sadakatti. Petrus gerçekten de ve en gerçek anlamıyla, İsa’yı derinden sevmişti. Ama yine de, bağlılığın bu çok yüksek güçlü yanına rağmen, kendisi o kadar istikrarsız ve değişkendi ki, bir hizmetçi genç kızın Koruyucusu ve Üstünü’nü reddedişine kadar kendisini cezp etmesine izin vermişti. Petrus, idama ve doğrudan saldırının her türüne karşı durabilirdi; ancak, o, kendisiyle alay edildiğinde cesaretini yitirmiş ve ezilmişti. O, karşıdan gelecek bir saldırı karşısında cesur bir askerdi; ancak, arkadan gelen bir saldırıyla şaşkınlığa uğradığında, korkudan ne yaptığını bilmeyen ürkek biriydi.
139:2.7 (1551.3) Petrus, Samiriler arasında Filip’in ve Musevi-olmayanlar arasında Pavlus’un çalışmasını savunmak için İsa’nın havarileri içinde öne ilk çıkan kişi olmuştu; ancak, daha sonrasında Antakya’da, Musevi-olmayanlardan geçici bir süreliğine sadece Pavlus’un korkusuz kınayışına hedef olmamak için çekilmiş olarak, alay eden Hıristiyan Musacılar ile karşılaştığında geri adım atmıştı.
139:2.8 (1551.4) O; İsa’nın insan ve kutsal olan doğasına dair ilk itirafı yapmış, ve onu — Yudas sayılmadığında — ilk reddetmiş olan havariydi. Petrus, çok da hayalperest biri değildi; ancak, o, derin coşkunun bulutlarından ve büyüleyici şeylere kendini bırakmanın verdiği derin neşeden, gerçekliğin yalın ve dümdüz olan gerçekliğine inmekten hoşlanmamaktaydı.
139:2.9 (1551.5) İsa’yı takip ederek, hem kelimenin gerçek anlamında ve hem de mecazi olarak, o ya ilerlemenin önündeydi, ya da — “çok gerilerden takip ederek” — arkadan gelmekteydi. Ancak, o, on ikilinin olağanüstü duyurucusuydu; o, Pavlus dışında, krallığın oluşturuluşunda ve bir nesil içerisinde onun ileticilerini yeryüzünün dört bir köşesine göndermede, başka her havariden fazlasını yapmıştı.
139:2.10 (1551.6) Düşünmeden karar vermiş halde Üstün’ü reddedişlerinden sonra, o, kendisini bulmuştu; ve, Andreas’ın duygudaş ve anlayışlı rehberliği ile o, havariler çarmıhtan sonra neyin gerçekleşeceğini öğrenmek için bekler halde vakit geçirirlerken, tekrar balık ağlarının yolunu tutarak öncü olmuştu. Bütünüyle, İsa’nın kendisini affetmiş olduğunun güvencesini aldığında ve Üstün’ün kendi topluluğuna tekrar kabul edilmiş olduğunu öğrendiğinde, krallığın ateşleri ruhunda o kadar parlak bir biçimde yanmıştı ki, o, karanlıkta duran binler için kocaman ve hayat kurtarıcı bir ışık haline gelmişti.
139:2.11 (1551.7) Kudüs’den ayıldıktan sonra ve Pavlus’un Musevi-olmayan Hıristiyan kiliseleri arasında önder ruhaniyet haline gelmesinden önce, Petrus, Babil’den Korint’e kadar din-kurumlarının hepsini ziyaret eden bir biçimde, çok fazlasıyla seyahatte bulunmuştu. O hatta, Pavlus tarafından dikilmiş kiliselerin birçoğunu ziyaret etmiş ve onlara yardımda bulunmuştu. Her ne kadar Peter ve Pavlus mizaç ve eğitim bakımından fazlasıyla farklılık göstermişse de, din-kuramında bile, daha sonraki yılları boyunca kiliselerin gelişiminde uyumlu bir biçimde çalışmışlardı.
139:2.12 (1552.1) Petrus’un tarzına ve öğretisine dair bazı şeyler, Luka tarafından kısmi bir biçimde kaydedilmiş vaazlarda ve Markus’un Müjdesi’nde görülmektedir. Onun yüksek enerjiye sahip tarzı daha iyi, Petrus’un İlk Mektubu olarak bilinen kendi mektubunda görülmektedir; en azından, bu onun, Pavlus’un bir takipçisi tarafından daha sonra değiştirilmesinden önce gerçeklik taşımaktaydı.
139:2.13 (1552.2) Ancak, Petrus; İsa’nın, son kertede, gerçekten ve kesin bir biçimde Musevi Mesihi olduğuna dair Musevileri ikna etmeye çalışma hatasında bulunmaya ısrarcı olmuştu. Aralıksız olarak hayatını yitirdiği güne kadar, Şimon Petrus’un, İsa’ya ait, dünyanın kurtarıcısı niteliğindeki Mesih olarak Musevi Mesihi ile tüm insanlığın sevgi dolu Babası olarak Tanrı’nın açığa çıkarılışı halindeki İnsan Evladı kavramsallaşmaları arasında aklında yaşadığı kafa karışıklığından muzdarip olmaya devam etmişti.
139:2.14 (1552.3) Petrus’un eşi oldukça yetkin bir kadındı. Yıllar boyunca, o, kadınların birliğinin bir üyesi olarak başarılı bir biçimde emek verdi; ve, Petrus Kudüs’den dışarı sürüldüğünde, onun iletimi yayma gezilerine ek olarak kiliselere olan tüm ziyaretlerinde kendisine eşlik etti. Ve, saygın eşi yaşamını teslim ettiğinde, o, Roma arenasında yabani hayvanlara atılmıştı.
139:2.15 (1552.4) Ve, böylece, en yakın çevrenin bir üyesi halinde, İsa’ya oldukça yakın biri olarak, bu kişi, Petrus, sahip olduğu hizmetin bütünlüğü erişilene kadar güç ve ihtişamla krallığın mutlu haberlerini duyurmak için Kudüs’den yola çıkmıştı ve, o, kendisini esir edenler onu, çarmıhın üstünde olarak — onun Üstünü’nün öldüğü biçimde ölmek zorunda oluşunu bilgilendirdiğinde, kendini yüksek onura layık görülmüş konumda düşünmüştü. Ve, bu halde Şimon Petrus, Roma’da çarmıha gerilmişti.
139:3.1 (1552.5) İsa’nın “yıldırım çocukları” lakabı verdiği, Zübeyde’nin iki havari çocuğundan büyüğü olarak, Yakub, bir havari haline geldiğinde otuz yaşındaydı. O evli ve dört çocuğa sahip olup, Bethsayda’nın çevre bölgelerinde ebeveynlerine yakın bir yerde yaşamaktaydı. O, küçük kardeşi Yahya’nın eşliğinde ve Andreas ve Şimon’un birlikteliğinde hayat uğraşını gerçekleştirmekteydi. Yakub ve kardeşi Yahya, diğer havarilerin tümünden daha fazla bir biçimde İsa’yı tanımış olmanın artı yönlerini memnuniyetle deneyimlemişlerdi.
139:3.2 (1552.6) Bu yetkin havari, mizaçsal bir çelişkiydi; o gerçekten de, her ikisinin de güçlü duygularla güdülenmiş, iki doğaya sahip bir görünüm içerisindeydi. O özellikle, siniri bir kez olsun doruk noktasına ulaştığında, öfkeden kendisini kaybetmekteydi. O, yeterli bir biçimde bir kez kışkırtılığında, çok kızgın bir sinire sahip olmaktaydı ve, fırtına dindiğinde, o her zaman sinirinin, haklı öfkenin bir dışa vurumu gerekçesiyle haklı ve maruz görülmesi isteğinde bulunma eğilimi göstermişti. Öfkenin bu dönemsel isyanları dışında, Yakub’un kişiliği oldukça Andreas’ınkine benzemekteydi. O, Andreas’ın insan doğasına dair sağduyusuna veya kavrayışına sahip olmamıştı ancak, o, kamu karşısında çok daha iyi bir konuşmacıydı. Petrus’dan sonra, eğer Matta değilse kesinlikle Yakub, on ikili arasında en iyi kamu hatibiydi.
139:3.3 (1552.7) Her ne kadar Yakub herhangi bir biçimde, duyguları sıklıkla değişkenlik gösteren biri olmamışsa da, bir gün sessiz ve konuşmak istemeyen halde olabilirken, diğer gün oldukça iyi konuşan ve hikâye anlatan biri olabilirdi. O genellikle, İsa ile özgür bir biçimde konuşmuştu; ancak, on ikili içinde, bir seferde günlerce kez hiç konuşmayan biri olabilirdi. Onun bir büyük zaafı, gizemli sessizliğin bu süreçleriydi.
139:3.4 (1552.8) Yakub’un kişiliğinin olağanüstü yanı, bir durumu tüm yönleriyle görebilme yetisiydi. On ikinin tümü içinde, o, İsa’nın öğretisinin aktarılmak istenen gerçek içeriğini ve önemini kavramaya en yaklaşmış kişiydi. O da, ilk başta Üstün’ün neyi kastetmekte olduğunu kavramada yavaş kalmıştı ancak, havariler olarak onlar hazırlanışlarını tamamlamadan önce, o, İsa’nın iletisinin üstün bir kavramsallaşmasına sahip olmuştu. Yakub, insan doğasının geniş bir kapsamını anlamaya yetkindi; o, çok yönlü Andreas ile, düşünmeden hareket eden tutkulu Petrus ile ve kendine özgü haldeki kardeşi Yahya ile oldukça iyi anlaşmaktaydı.
139:3.5 (1553.1) Her ne kadar Yakub ve Yahya, beraber çalışmayı gerçekleştirme çabalarında kendilerine ait zorluklara sahip olmuşlarsa da, onların nasıl iyi anlaştığını gözlemlemek ilham verici nitelikteydi. Onlar ikili olarak, Andreas ve Petrus kardeşleri çok başarılı bir biçimde takip edememişlerdi; ancak, onlar, özellikle bu ölçüde dik başlı ve kendinden emin kardeşler olarak, iki kardeşten olağan biçimde beklenenden çok daha fazlasını yerine getirmişlerdi. Ancak, garip gelebilecek olsa da, Zübeyde’nin iki oğlu, yabancılara kıyasla birbirlerine karşı çok hoşgörüye sahipti. Onlar, birbirleri için büyük bir sevgi beslemekteydi; onlar her zaman mutlu oyun arkadaşları olmuşlardı. Üstünleri’ne saygısızlıkta bulunma cüreti göstermiş olan Samirileri yok etmek içi cennetten ateşi indirme çağrısında bulunmak isteyenler, bu “yıldırım çocuklarıydı.” Ancak, Yakub’un zamansız gerçekleşen ölümü, küçük kardeşi Yahya’nın ateşli mizacı üzerende fazlasıyla değişiklikte bulunmuştu.
139:3.6 (1553.2) Yakub’un, İsa’da en fazla beğendiği kişilik özelliği, Üstün’ün duygudaş şefkatiydi. İsa’nın, küçüğe büyüğe, zengine ve yoksula duymuş olduğu anlayışlı ilgi, Yahya’yı fazlasıyla kendisine çekmişti.
139:3.7 (1553.3) Yakub Zübeyde, oldukça dengeli bir düşünür ve tasarlayıcıydı. Andreas ile birlikte, o, havarisel topluluğun daha fazla sağduyuya sahip bireylerinden bir tanesiydi. O, oldukça enerjik bir kişiydi; ancak, hiçbir zaman aceleci olmamıştı. O, Petrus’un mükemmel bir dengeleyici unsuru olmuştu.
139:3.8 (1553.4) O; ılımlı ve aşırılıklardan uzak, bir kez olsun krallığın gerçek anlamına dair bir şeyler kavradıktan sonra hiçbir ödül beklemeyen bir halde, alçakgönüllü bir çalışan olarak günü gününe, aralıksız hizmet veren bir hizmetkârdı. Ve, oğullarının İsa’nın sağ ve sol kolu olmalarının ricasında bulunmuş Yakub ve Yahya’nın annesinin hikâyesinde bile, annenin bu istekte bulunmuş olduğu hatırlanmalıdır. Ve, bu sorumlulukları üstlenmek için hazır olduklarına işaret ettiklerinde, kendilerinin; varsayılmakta olan Üstün’ün Roma gücüne olan başkaldırısının getireceği tehlikelerin farkında oldukları ve aynı zamanda da bunun bedelini ödemeye hazır oldukları tanınmalıdır. İsa, kendilerinin kadehten içmeye hazır olup olmadıklarını sorduğunda, onlar buna hazır olduklarının cevabını vermişti. Ve, konu Yakub olduğunda, bu ifade kelimenin tam anlamıyla doğruluğa sahiptir — o, Hirodes Agrippa’nın kılıcıyla erkenden hayatını yitiren bir biçimde, şehitliği deneyimleyen havarilerin ilki oluşunu görerek, Üstün ile birlikte kadehten içmişti. Yakub böylece, on ikili arasında, krallığın yeni mücadele cephesinde kendi yaşamını ilk feda veren olmuştu. Hirodes Agrippa Yakub’dan, tüm diğer havarilerden daha fazla korkmuştu. O gerçekten de, sıklıkla sakin ve sessizdi; ancak, yargıları kesinliğe kavuştuğunda ve bu yargılara karşı gelindiğinde, gözü pek ve kararlıydı.
139:3.9 (1553.5) Yakub dolu dolu bir yaşama sahip olmuştu; ve, sonu geldiğinde, kendisi o kadar fazla üstünlüğe ve metanete sahipti ki, yargılanışına ve idamına katılmış olan suçlayıcısı ve ihbarcısı bile, kendisini İsa’nın takipçilerinin arasına katmak için Yakub’un ölümünün gerçekleştiği yerden hızlıca uzaklaşan düzeyde etkilenmişti.
139:4.1 (1553.6) Bir havari haline geldiğinde, Yahya, yirmi dört yaşında olup, on ikilinin en genci halinde bulunmuştu. Kendisi bekâr halde olup, Bethsayda’da ebeveynleri ile birlikte yaşamaktaydı o, balıkçılık yapmakta olan biri olup, Andreas ve Petrus ile ortaklaşa bir biçimde abisi Yakub ile beraber çalışmıştı. Bir havari haline gelişinin hem öncesinde hem de sonrasında, Yakub, Üstün’ün ailesi ile olan ilişkilerde İsa’nın kişisel bir sorumlusu olarak faaliyet göstermişti; ve, o bu sorumluluğu, İsa’nın annesi Meryem yaşadığı müddetçe taşımaya devam etmişti.
139:4.2 (1553.7) Yahya, on ikilinin en genci olduğu ve ailesi ile olan hususlarda İsa ile oldukça yakın bir biçimde ilişkide bulunduğu için, Üstün’de özel bir yere sahip kişiydi; ancak, Yahya’nın, “İsa’nın derinden sevdiği havari” oluşu kelimenin tam anlamıyla söylenemezdi. Sizler neredeyse hiçbir biçimde, İsa gibi muhteşem büyüklükteki bir kişiliği, havarilerinden bir tanesini diğerlerinden daha fazla seven bir biçimde, iltimas gösterir halde düşünemezsiniz. Yahya’nın, İsa’nın üç kişisel yardımcısından bir tanesi oluşu gerçeği, bu yanlış düşünceye ilave bir biçimde destekleyici dayanak olmuştu; kaldı ki biz daha, abisi Yakub ile birlikte Yahya’nın, İsa tarafından diğerlerinden daha uzun bir süredir tanınmakta olduğundan bahsetmiyoruz.
139:4.3 (1554.1) Petrus, Yakub ve Yahya, havari oluşlarından yakın bir süre sonra İsa’nın kişisel yardımcıları olarak görevlendirildiler. On ikilinin seçiminden çok kısa bir süre sonra ve Andreas’ı topluluğun yöneticisi olarak hakaret etmeye görevlendirdiğinde, İsa kendisine şunu söylemişti: “Ve, şimdi ben senden, birlikteliklerinin arasından, bana destek olması ve günlük ihtiyaçlarıma yardım etmesi için benimle birlikte olacak ve benimle kalmaya devam edecek iki veya üç kişiyi görevlendirmeni arzuluyorum.” Ve, Andreas bu özel görev için, bir sonraki üç ilk-seçilmiş-havariyi belirlemede en iyisini düşünmüştü. O, bu türden kutsanmış bir görevi bizzat yerine getirmek için gönüllü olmayı çok isterdi; ancak, Üstün kendisine, hâlihazırda taşıyacağı görevi vermişti; böylelikle, o derhal, Petrus, Yakub ve Yahya’nın kendilerini İsa’nın sorumluluğuna vermelerinin yönergesinde bulundu.
139:4.4 (1554.2) Yahya Zübeyde, derinden sevilesi birçok kişilik özelliğine sahipti; ancak, böyle olmayan yanlarından bir tanesi, aşırı derecedeki ancak oldukça iyi saklanmış haldeki gururuydu. Onun İsa ile olan uzun birlikteliği, karakterinde birçok ve büyük çaplı değişiklikte bulunmuştu. Bu gurur fazlasıyla azalmıştı ancak, olgunlaştıktan sonra ve çocukluğunu belli bir düzeyde attıktan sonra, bu kişiliğine duymuş olduğu derin önem, mevcut anda kendisinin ismini taşımakta olan Müjde’nin yazımında Nathan’ı yönlendirirken, yaşını almış olan havari kendisinden tekrar eden bir biçimde “İsa’nın derinden sevdiği takipçi” olarak bahsetme tereddüdü göstermeyen derecede yeniden ortaya çıkmıştı. Yahya’nın, herhangi bir diğer yeryüzü fanisine kıyasla İsa’nın yakın dostu düzeyine yaklaşmış olduğu, ve oldukça fazla hususta İsa’nın seçmiş olduğu kişisel temsilci gerçeği altında, onun, kendisini “İsa’nın derinden sevdiği takipçi” olarak gören konuma gelmiş olması şaşırtıcı değildir, zira, o kendisinin, İsa’nın oldukça sık bir biçimde güvenmiş olduğu takipçi olduğunu çok kesin bir şekilde bilmekteydi.
139:4.5 (1554.3) Yahya’nın karakterindeki en güçlü özellik, onun güvenirliğiydi; o, sadık ve adanmış bir biçimde her daim hazır ve cesurdu. Onun en büyük zafiyeti, bu tipik gururdu. O, babasının ailesinin en genç üyesi olup, havarisel topluluğun en genciydi. Muhtemelen, o, birazcık şımartılmıştı belki, ona, biraz haddinden fazla rahat davranılmıştı. Ancak, birçok yıldan sonra Yahya, yirmi dört yaşındayken İsa’nın havarilerinin düzeyine katılmış olan kendisine hayran ve keyfi bir gençten oldukça farklı bir kişilik niteliğini barındırmaktaydı.
139:4.6 (1554.4) İsa’ya ait, Yahya’nın en fazla takdir ettiği kişilik niteliği, Üstün’ün derin sevgisi ve fedakârlığıydı bu nitelikler onun üzerinde öyle bir etkide bulunmuştu ki, Yahya’nın ilerideki tüm yaşamı, derin sevgi duygusunun ve kardeşsel bağlılığın üstünlüğü altına girmişti. O, derin sevgi hakkında konuşmuş olup, bunun üzerine yazılarda bulunmuştu. Bu “yıldırım çocuğu,” “derin sevgi havarisi” haline gelmişti; ve, Efes’de, yaşını almış Piskopos, vaiz kürsüsünde durup duyurusunu gerçekleştirmeye artık yetkin olmadığında, kiliseye ancak bir sandalye ile taşınmak durumunda bulunduğunda, ve, ayinlerin bitimine yakın inananlara bir kaç cümlede bulunması rica edildiğinde, seneler boyunca sözleri yalnızca şu olmuştu: “Benim küçük çocuklarım, birbirinizi derinden sevin.”
139:4.7 (1554.5) Yahya, siniri ayağa kaldırılmadıkça, çok az konuşan bir kişiydi. O çok düşünmekte, ancak çok az söz ifade etmekteydi. Yaşlandıkça, onun siniri, daha iyi denetlenmiş olarak, daha fazla sindirilmiş hale gelmişti; ancak, o hiçbir zaman, konuşmaya olan isteksizliğinin üstünden gelememişti; o hiçbir zaman, bu suskunluğu bütünüyle aşamamıştı. Ancak, o, dikkate değer düzeyde ve yaratıcı olan bir hayal gücüne bahşedilmiş konumdaydı.
139:4.8 (1555.1) Yahya’nın, bir kişinin bu sessiz ve içsel bir biçimde irdeleyici olan kişilik türünde bulmayı beklemeyecek başka yönü bulunmaktaydı. O, belirli bir düzeyde köktenci ve olağandışı bir düzeyde hoşgörüsüzdü. Bu açıdan, o ve Yakub birbirlerine fazlasıyla benzemekteydiler — onların ikisi de, saygısız Samiriler’in başlarına gökten ateşi çağırmışlardı. Yahya, bir takım yabancının İsa adına öğretide bulunmasıyla karşılaştığında, o bu kişileri derhal yasaklamıştı. Ancak, o on ikili içinde, bu türden kendisine hayranlık besler ve üstünlük bilincine sahip nitelikler taşıyan tek kişi değildi.
139:4.9 (1555.2) Yahya’nın yaşamı İsa’nın kendi annesi ve ailesinin bakımı için ne kadar da adanmış bir biçimde hazırlıklarda bulunmuş olduğunu bilerek, İsa’nın kendi yoluna bir evi olmadan çıkışının gözlemi karşısında devasa bir biçimde etkilenmişti. Yahya aynı zamanda, onların kademeli bir biçimde kendisinden uzaklaştığının farkında olarak, ailesinin İsa’yı anlamadaki başarısızlığı nedeniyle İsa’nın durumuna derinden üzüntü duymaktaydı. Bu durumun tamamı, İsa’nın sürekli olarak en küçük bir arzusunu bile cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesine, günlük yaşamının saklı emanetçisine aktarışı ile beraber, Yahya üzerinde o kadar derin bir etkiye sahip olmuştu ki, ilerleyen yaşamının tamamı boyunca kendilerini göstermiş değişiklikler olarak, karakterinde dikkate değer ve kalıcı değişiklerde bulunmuştu.
139:4.10 (1555.3) Yahya, diğer havarilerin birkaçının sahip bulunduğu serinkanlı ve cüretkâr bir cesareti taşımıştı. O, tutuklanışının gecesinde İsa’yı aralıksız takip etmiş ve Üstünü’ne ölümün tam da pençelerine kadar eşlik etme cüreti göstermiş olan havarilerden bir tanesiydi. O, dünyasal yaşamının son saatine kadar dahi mevcut ve yardıma hazır haldeydi; ve, onun, İsa’nın annesi ile ilgili kendisine verilmiş görevi aslına uygun bir biçimde yerine getirmiş olduğu görülmüş olup, Üstün’ün fani mevcudiyetinin son anları boyunca kendisine verilebilecek bu türden ilave yönergeleri almak için hazır halde beklemişti. Kesin olan şey, Yahya’nın tamamiyle güvenilebilir olduğuydu. Yahya genellikle, on ikili yemek sofrasına kurulduğunda İsa’nın sağ kolunda oturmuştu. O, yeniden dirilişe gerçek anlamıyla ve bütüncül bir biçimde inanmış ilk kişi olacaktı ve, o, yeniden dirilişinden sonra deniz kıyısı üzerinde kendilerine geldiğinde Üstün’ü ilk tanıyan kişi olmuştu.
139:4.11 (1555.4) Zübeyde’nin bu evladı, Kudüs kilisesinin başlıca destekleyicilerinden bir tanesi haline gelerek, Hıristiyan hareketinin öncül etkinliklerinde Petrus ile oldukça yakın bir biçimde ilişkilem halindeydi. O, Hamsin Yortusu gününde Petrus’un sağ kolundaydı.
139:4.12 (1555.5) Yakub’un şehitliğinden birkaç yıl sonra, Yahya, abisinin dul eşi ile evlenmişti. Yaşamının son yirmi yılı, sevgi dolu bir kız torununun bakımıyla geçmişti.
139:4.13 (1555.6) Yahya, birkaç kez hapse atılmış olup, başka bir imparator Roma’da göreve gelene kadar, dört yıllık bir süre boyunca Patmos Adası’na sürülmüştü. Yahya dikkatli ve bilge olmasaydı, kuşkusuz bir biçimde o, düşündüğünü daha kaygısız bir biçimde ifade eden kardeşi Yakub gibi öldürülürdü. Yıllar ilerledikçe, Yahya, Koruyucu’nun kardeşi olan Yakub ile birlikte, kamu hâkimleri huzuruna çıktıklarında bilgece uzlaşmayı yerine getirmeyi öğrendi. Onlar, “uysal cevabın gazabı geri çevirdiğini” fark etti. Onlar aynı zamanda, kiliseyi, “cennetin krallığı” yerine “insanlığın toplumsal hizmete adanmış ruhsal kardeşlik” olarak sunmayı öğrendi. Onlar, krallık ve kral olarak — başat yönetim gücü yerine sevgi dolu hizmeti öğretti.
139:4.14 (1555.7) Patmos’da geçici sürgündeyken, Yahya, şu an sizlerin fazlasıyla kısaltılmış ve bozulmaya uğramış bütünlüğünde sahip olduğu, Açığa Çıkarılış Kitabı’nı yazmıştı. Bu Açığa Çıkarılış Kitabı Yahya’nın yazımından sonra, büyük bir kısmı kaybolmuş, diğerleri ise çıkarılmış olan, büyük bir açığa çıkarılışın varlığını sürdürmekte olan nüvelerini taşımaktadır. O, sadece parçasal ve bozulmuş halde korunmaktadır.
139:4.15 (1555.8) Yahya, aralıksız çalışan bir biçimde, fazlasıyla seyahatte bulundu; ve, Asya kiliselerinin piskoposu olduktan sonra, Efes’e yerleşti. O birlikteliği olan Nathan’a, Efes’de, doksan dokuz yaşında iken, tarafınızdan adlandırılmakta olan “Yahya’ya göre Müjde”nin yazım emrini verdi. On iki havarinin tümü içinde Yahya Zübeyde, nihai olarak, olağanüstü bir din-kuramcı haline geldi. O Efes’de, yüz bir yaşındayken, M.S. 103 yılında doğal nedenlerle yaşamını yitirdi.
139:5.1 (1556.1) Filip; İsa ve onun ilk dört havarisinin, Ürdün nehrindeki Yahya ile olan buluşma yerinden Celile’nin Kana’sına olan yolculuklarında çağrılmış olan, seçilecek beşinci havariydi. Bethsayda’da yaşamakta olduğu için, Filip belli bir süredir İsa’yı bilmekteydi; ancak, ona, İsa’nın gerçekten de büyük bir kişi olduğu düşüncesi, kendisinin Ürdün vadisi üzerinde ona “Beni takip et“ dediği güne kadar aklında oluşmamıştı. Filip aynı zamanda belirli bir düzeyde; Andreas, Petrus, Yakub ve Yahya’nın, İsa’yı kurtarıcı olarak kabul etmiş olması gerçekliğinden etkilenmişti.
139:5.2 (1556.2) Filip, havarilere katıldığında yirmi yedi yaşındaydı o yakın bir dönemde evlenmiş olup, bu zaman zarfında hiçbir çocuğa sahip değildi. Havarilerin kendisine vermiş olduğu takma isim, “meraklı” anlamına gelmekteydi. Filip her zaman, kendisine her şeyin gösterilmesini istemekteydi. O hiçbir zaman, söylenen bir şeyin ötesini görebilen görünümü sergilememişti. Onun anlayışı tam da yavaş değildi; ancak, o, hayal gücünden yoksunluk çekmekteydi. Bu hayal gücü eksinliği, karakterinin en büyük zaafıydı. O, olağan ve alışılagelmiş nitelikteki bir kişiydi.
139:5.3 (1556.3) Havariler hizmet için örgütlendiğinde, Filip gözetmen yapılmıştı havarilerin her zaman yeterli miktarda erzaka sahip olduklarını gözlemlemek onun göreviydi. Ve, o iyi bir gözetmendi. Onun en güçlü kişisel özelliği, oldukça düzenli bir biçimde her şeyi harfi harfine yerine getirişiydi; o, hem matematiksel hem de plancıldı.
139:5.4 (1556.4) Filip, üç erkek ve dört kız olarak, yedi çocuklu bir aileden gelmekteydi; O, ailenin en büyük çocuğundan sonra gelmekteydi; ve, yeniden dirilişten sonra, o, tüm ailesini krallık için vaftiz etmişti. Filip’in ailesi, balıkçılıkla uğraşan insanlardı. Babası, derin bir düşünür olarak, oldukça yetkin bir kişiydi; ancak, onun annesi, oldukça ortalama bir aileye aitti. Filip, büyük şeyleri gerçekleştirmesi beklenebilecek bir kişi değildi; ancak, o, küçük şeyleri, oldukça iyi ve yerinde bir biçimde gerçekleştirir halde, büyük bir şekilde yapabilen bir kişiydi. Dört yılda yalnızca birkaç kez, o, herkesin ihtiyaçlarını tatmin edecek yiyeceği bulundurmada başarısız olmuştu. Yaşamın beraberinde getirmiş olduğu birçok acil durum ihtiyacında bile onlar kendisini, nadiren hazırlıksız görmüşlerdi. Havarisel ailenin temin birimi, ussal ve etkin bir biçimde idare edilmekteydi.
139:5.5 (1556.5) Filip’in güçlü yanı, onun matematiksel güvenilirliğiydi; onun bünyesindeki zayıf nokta, iki noktayı birleştirmedeki yetkinliğin yokluğu olarak, onun bütüncül hayal gücü yoksunluğuydu. O, soyut düşüncede matematikseldi; ancak, hayal gücünde yaratıcı değildi. O neredeyse tamamen, belirli hayal gücü türlerinden yoksundu. O, tipik olağan ve sıradan nitelikteki ortalama bir kişiydi. İsa’yı öğretirken ve duyurusunu gerçekleştirirken duymak için gelmiş olan kalabalıklar arasında birçok sayıda bu türden erkek ve kadın bulunmuştu; ve, onlar, kendileri gibi olan bir kişiyi Üstün’ün heyetlerinde onurlu bir konuma yükseltilmiş olarak gözlemlemekten büyük teselli duymuşlardı onlar, kendileri gibi olan birinin, krallığa ait hususlarda hâlihazırda yüksek bir mevkiine gelmiş olması gerçekliğinden cesaret duymuşlardı. Ve, İsa, Filip’in mantıklıca olmayan sorularını dinlerken ve birçok kez gözetmeninin “gösterilme” arzusunu yerine getirirken, belirli insan akıllarının nasıl faaliyet göstermekte olduğuna dair birçok şey öğrenmişti.
139:5.6 (1556.6) İsa’ya dair, Filip’in oldukça tutarlı bir biçimde hayranlık duyduğu bir özellik, Üstün’ün bitmek tükenmez bilmeyen cömertliğiydi. Bir kez bile olsun Filip İsa’da, küçük, esirger veya layık görmez hiçbir şey bulmamıştı ve, Filip, bu sürekli mevcut ve değişmez gönül bolluğuna ibadet etmişti.
139:5.7 (1557.1) Filip’in kişiliğinde etkileyici nitelikte oldukça az şey bulunmaktaydı. Ondan sıklıkla, “Andreas ve Petrus’un yaşadığı kasaba olan, Betsaydalı Filip” olarak bahsedilmekteydi. O neredeyse tamamen, kavrayıcı öngörüden yoksundu; o, belirli bir durumun içerdiği aşırı uçtaki olasılıkları kavramaya yetkisizdi. O, karamsar değildi; o sadece sıradandı. O aynı zamanda, ruhsal kavrayıştan fazlasıyla yoksundu. O, Üstün’ün en derin söyleyişilerinden birinin ortasında, bariz bir biçimde mantıksızca olan bir soruyu sormak için İsa’yı bölmeye çekinmezdi. Ancak, İsa hiçbir zaman, onu bu türden düşüncesizlik için uyarmamıştı o, Filip’e karşı her zaman sabır göstermiş ve öğretinin derin anlamlarını kavramaya dair onun yetkin olmayışını gözetmişti. İsa; bir kez olsun bu rahatsız edici soruları sorduğu için Filip’i tersleyecek olursa, yalnızca bu dürüst ruhu yaralamış olmayacağını, aynı zamanda da, bu türden bir uyarının Filip’in kendisini bir daha soru sormaya özgür hissetmeyecek derecede inciteceğini oldukça iyi bilmekteydi. İsa, mekânın kendisine ait dünyalarında, benzer yavaş-düşünen fanilerin bilinmeyen milyonları olduğunu bilmekteydi; ve, İsa, onların hepsinin kendisine yönelmesini ve soruları ve sorunları ile kendisine adım atması için kendilerini her zaman özgür hissetmelerini teşvik etmek istemişti. Son kertede, İsa gerçekten de, o anda duyurmakta olduğu belli bir vaazdan ziyade Filip’in mantıksızca olan sorularına daha çok ilgi duymuştu. İsa, olabilecek en yüksek düzeyde, insanların her türlüsü olarak, insanlara ilgi duymaktaydı.
139:5.8 (1557.2) Havarisel gözetmen, iyi bir hatip değildi; ancak, o, oldukça ikna edici ve başarılı bir kişisel çalışandı. Onun teşviki kolay kolay kırılmazdı o, üstlenmiş olduğu her şeyde ağır ancak düzenli bir biçimde ilerleyen ve oldukça kararlı bir şekilde çalışan biriydi. O, şunu söylemede çok önemli ve ender bulunan bir yeteneğe sahipti: “Gel.” Kendi aracılığıyla dinini değiştirmiş olanlardan ilki, Nathanyel İsa ve Nasıra’nın olumlu ve olumsuz yanları tartışmak istediğinde, Filip’in etkileyici cevabı “Gel ve gör” olmuştu. O dinleyicilerine katı bir biçimde — şunu yap, bunu gerçekleştir şeklinde — “Git” diyen dogmatik bir duyurucu değildi. O, emekleri boyunca ortaya çıkmış durumların tümünde, “benimle gel; sana doğru yolu göstereceğim” anlamında — “Gel” ifadesiyle yaklaşmıştı. Ve, bu, öğretimin her türünde ve fazında etkin bir yöntemdir. Ebeveynler bile Filip’den; çocuklarına “Git şunu yap, bunu gerçekleştir” değil, bunun yerine, “Daha iyi yolu sana göstermemiz ve seninle paylaşmamız için bizlerle birlikte gel” demenin daha iyi yolunu öğrenebilirler.
139:5.9 (1557.3) Filip’in yeni bir duruma kendisini uyarlayışındaki yetkinsizlik, Yunanlılar, şunu söyler halde, kendisine geldiklerinde, oldukça bariz bir biçimde sergilenmişti: “Bayım, bizler İsa’yı görmeyi arzuluyoruz.” Bu aşamada Filip, böyle bir soruyu soran her Musevi’ye “Gel” derdi. Ancak, bu kişiler yabancıydı, ve Filip, bu tür hususlarda üstlerinden herhangi bir yönergeyi almamış olduğunu hatırlayabilmekteydi; böylece, onun yapabilmeyi düşündüğü tek şey, baş olan Andreas’a danışmaktı ve, bunun sonrasında, iki havari de, ilgili Yunanlıları İsa’ya götürmüştü. Benzer bir biçimde, o, Samarya’ya inananlara duyuruda bulunmak ve onları vaftiz etmek için gittiğinde, öncesinden Üstün tarafından eğitildiği biçimde, Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni almış olmalarını simgeler halde, elini dinini değiştirdiği kişilerin başlarına koymaktan kaçınmıştı. Bu elin konulma uygulaması, yakın bir zaman içinde ana kilise adına Filip’in çalışmalarını gözlemlemek için Kudüs’den inmiş olan, Petrus ve Yahya tarafından gerçekleştirilmişti.
139:5.10 (1557.4) Filip, on ikilinin yeniden örgütlenişine katılmış olarak, Üstün’ün ölümünün zorlu süreçlerinden geçmişti; ve, o, özellikle en fazla Samiriler için gerçekleştirmiş olduğu çalışmalarında ve daha sonrasında müjde adına vermiş bulunduğu tüm emeklerinde başarılı olarak, krallık için doğrudan Musevi düzeylerinin dışındaki ruhları kazanmak amacıyla gidenlerin ilki olmuştu.
139:5.11 (1557.5) Kadın birliğinin etkin bir üyesi olan, Filip’in eşi, Kudüs idamlarından kaçışlarından sonraki din-yayıcı çalışmalarında kocası ile etkin bir biçimde ilişkili halde gelmişti. Onun eşi korkusuz bir kadındı. O, katillerine bile müjdeli haberleri duyurmak amacıyla eşini cesaretlendirmek için Filip’in çarmıhının ucunda durmuştu; ve, eşinin gücü tükendiğinde o, İsa’ya olan inançla kurtuluşun gerçekleşeceğine dair hikâyeyi anlatmaya başlamış olup, yalnızca, kızgın Museviler kendisine yetişip, onu öldürene kadar taşladığında susturulmuştu. Onların en büyük kızı Lea, daha sonra Hierapolis’in meşhur bir kadın tanrı-elçisi haline gelen bir biçimde, ebeveynlerinin çalışmasını sürdürmüştü.
139:5.12 (1558.1) On ikilinin bir zamanlar gözetmeni olmuş, Filip, gitmiş olduğu her yerde ruhları kazanan bir biçimde, krallık içinde kudretli biriydi; ve, o, nihai olarak inancı için çarmıha gerilmiş olup, Hierapolis’de toprağa verilmişti.
139:6.1 (1558.2) Üstün’ün kendisi tarafından seçilmiş havarilerin altıncısı ve en sonuncusu olarak, Nathanyel İsa’ya, arkadaşı Filip aracılığıyla getirilmişti. O öncesinden Filip ile, birkaç iş ilişkisinde birliktelik içinde bulunmuştu; ve, İsa ile karşılaştıkları zaman, Filip ile birlikte o, Vaftizci Yahya’yı görmeye inen yolları üzerindelerdi.
139:6.2 (1558.3) Nathanyel, havarilere katıldığı zaman yirmi beş yaşında olup, bu topluluğun ikinci en genç üyesiydi. O, yedi çocuklu bir ailenin en genci olup, bekâr halde ve Kana’da yanlarında yaşadığı yaşlı ve elden ayaktan düşmüş ebeveynlerinin tek destekleyicisiydi; onun erkek ve kız kardeşleri ya evli ya da hayatta değildi, ve hiç kimse Kana’da yaşamamaktaydı. Nathanyel ve Yudas İskaryot, on ikili arasında en iyi eğitilmiş iki kişiydi. Nathanyel öncesinden, bir tüccar olmayı düşünmüştü.
139:6.3 (1558.4) İsa kişisel olarak, Nathanyel’e bir lakap vermeyi düşünmemişti; ancak, on ikili yakın bir süre içinde onun hakkında, içtenlik olarak, dürüstlük anlamına gelen sıfatla konuşmaya başlamıştı. O, “hesabı olmayan” idi. Ve, bu, onun sahip olduğu büyük erdemdi; o, hem dürüst hem de içtendi. Onun karakterinin zafiyeti, gururuydu; o, haddinden fazla anlam yüklenilmedikçe hepsinin takdire layık şeyler olduğu, ailesinden, şehrinden, sahip olduğu ünden ve milletinden oldukça gurur duymaktaydı. Ancak, Nathanyel, kişisel ön yargılarıyla aşırı uçlara gitme eğilimindeydi. O insanları, kendi kişisel görüşleri uyarınca önceden yargılamaya meyilliydi. O, soru sormadan önce belli bir süre beklemeyi tercih eder halde değildi, İsa ile buluşmadan önce sorduğu gibi “Nasıra’dan hiç de güzel bir şey gelir mi?” Ancak, Nathanyel, gururlu olmasına rağmen, inatçı değildi. O, bir kez İsa’nın yüzünü görmesiyle birlikte, hemen tutumunu düzeltmişti.
139:6.4 (1558.5) Birçok açıdan, Nathanyel, on ikinin tuhaf dehasıydı. O, havarisel filozof ve düşçüydü; ancak, o, oldukça gündelik koşullarda düşünen türden bir düşçüydü. O, derin felsefenin anları ile ender ve şaşırtıcı mizahın zamanları arasında gelip gitmekteydi; yerinde hissettiği zaman, o muhtemelen, on ikili arasında en iyi hikâye anlatıcıydı. İsa, Nathanyel’in hem ciddi olan hem de şaşırtıcı nitelikteki mizahi söyleşilerini duymaktan keyif almıştı. Nathanyel ilerleyen bir biçimde İsa’yı ve krallığı ciddiye almıştı ancak, o hiçbir zaman kendisini önemli görmemişti.
139:6.5 (1558.6) Havarilerin hepsi, Nathanyel’i derinden sevip ona saygı göstermişti; ve, o, Yudas İşkariyot dışında, onların hepsi ile muhteşem bir biçimde anlaşmıştı. Yudas, Nathanyel’in havariliği yeteri kadar ciddiye almadığını düşünmüş olup, o bir seferinde, gizlice İsa’ya gidip, Judas hakkında ona şikâyetini bildirme cüretini göstermişti. İsa şöyle söylemişti: “Yudas, adımlarını dikkatlice gözet; sahip olduğun makamı haddinden önemli görme. Hangimiz, sahip olduğumuz bir kardeşi yargılamaya yetkiniz ki? Sahip olduğu çocuklarının sadece yaşamın ciddi şeylerinden beslenmesi Baba’nın iradesi değildir. Tekrar etmeme izin ver: Ben, beden içindeki kardeşlerimin, neşeye, sevince ve yaşama daha bolca sahip olabilmeleri için geldim. Böylece şimdi git, Yudas, ve sana verilmiş olanı iyi bir biçimde yerine getir, ancak, kardeşin olan Nathanyel’i, Tanrı’nın kendi hesabına bırak.” Ve, birçok benzer deneyiminkiler ile birlikte, bunun anısı, Yudas İskarot’un kendi kendisini kandırmakta olan kalbinde uzunca bir süre yaşamıştı.
139:6.6 (1559.1) Birçok sefer, İsa, Petrus, Yakub ve Yahya ile birlikte dağda ayrı iken, ve havariler arasındaki hava gergin ve çetrefilli bir hal almaktayken, Andreas bile huzursuz kardeşlerine ne söyleyeceğini tam bilemezken, Nathanyel, gerilimi bir parça felsefe veya anlık bir mizah ile giderirdi; güzel bir mizah anlayışla da.
139:6.7 (1559.2) Nathanyel’in görevi, on ikilinin ailelerine bakmaktı. O sıklıkla, havarisel heyetlerde yerini almamaktaydı zira, hastalığın veya olağanın dışında bir şeyin, bakmakla yükümlü olduklarından bir tanesinin başına geldiğini duyduğunda, bu eve ulaşmada hiç vakit kaybetmemekteydi. On ikili, kendi ailelerinin refahının Nathanyel’in ellerinde güvende olduğunun bilgisiyle, huzurla uyumaktaydı.
139:6.8 (1559.3) Nathanyel İsa’ya, en fazla onun sahip olduğu hoşgörüsü için derin saygı beslemişti. O hiçbir zaman, İnsan Evladı’nın sahip olduğu açık görüşlülük ve cömert anlayış üzerine düşünmekten yorulmamıştı.
139:6.9 (1559.4) Nathanyel’in babası (Bartolomeus), sonrasında bu havarinin Mezopotamya’ya ve Hindistan’a krallığın mutlu haberlerini duyurmak ve inananları vaftiz etmek için gittiği, Hamsin Yortusu’ndan kısa bir süre sonra yaşamını yitirmişti. Onun canları, bir zamanlar filozof, şair ve nüktedan olan kardeşlerinin daha sonrasında nasıl geliştiğini hiçbir zaman öğrenememişleri. Ancak, o aynı zamanda krallık içinde büyük bir kişi olup, her ne kadar daha sonraki Hıristiyan kilisesinin örgütlenişine katılmamış olsa da, kendi Üstünü’nün öğretilerinin yayılmasına fazlasıyla katkıda bulunmuştu. Nathanyel Hindistan’da yaşamını yitirmişti.
139:7.1 (1559.5) Yedinci havari olarak, Matta, Andreas tarafından seçilmişti. Matta, vergi toplayıcı, veya tahsildarcı, bir aileden gelmekteydi; ancak, Matta’nın kendisi, yaşadığı yer olan, Kapernaum’da gümrük toplayıcısıydı. O, otuz bir yaşında olup, evli ve dört çocuk babasıydı. Matta, topluma iyi bir biçimde karışmış olarak iyi bir ticaret erbabı olup, arkadaşlık kurma ve insanların çok çeşitli türleriyle oldukça iyi bir biçimde anlaşma yeteneğine bahşedilmiş haldeydi.
139:7.2 (1559.6) Andreas Matta’yı, havarilerin mali temsilcisi olarak atadı. Bir bakımdan, o, havarisel örgüt için mali görevli ve kamuya hesap veren sözcüydü. O, insan doğasının keskin bir hâkimi ve oldukça etkin bir söylem ileticisiydi. Onunki, imgelenmesi zor olan bir kişilikti; ancak, o, oldukça içten bir takipçi olup, İsa’nın görevine ve krallığın kesinliğine artan bir düzeyde inanan bir kişiydi. İsa hiçbir zaman Levi’ye bir lakap vermemişti; ancak, onun akran havarileri ortak bir biçimde kendisini, “para-toplayan” şeklinde çağırmışlardı.
139:7.3 (1559.7) Levi’nin güçlü yanı, onun amaca olan tüm samimiyetiyle bağlılığıydı. Bir tahsildarcı olarak, onun İsa ve İsa’nın takipçileri tarafından aralarına kabul edilişi, eski vergi toplayıcısının adına çok büyük bir şükran sebebiydi. Buna rağmen, özellikle Şimon Zelotes ve Yudas İskariot olarak, havarilerin geri kalanları için, aralarında bir vergicinin mevcudiyetini bütüncül olarak kabul etmek belirli bir süre almıştı. Matta’nın zayıf noktası, onun dar görüşlü ve maddiyatçı bir yaşam bakışıydı. Ancak, aylar ilerledikçe, o, tüm bu hususlarda büyük ilerleme kaydetti. O, tabii ki; görevi hazineyi sürekli olarak dolu tutmak olduğu için, eğitimin çok önemli dönemlerinin birçoğuna katılamamak durumunda kalmıştı.
139:7.4 (1559.8) Matta’nın en fazla takdir ettiği şey, Üstün’ün bağışlayıcı eğilimiydi. O hiçbir zaman, Tanrı’yı bulmak için yalnızca inancın gerekli oluşunu söylemekten yorulmadı. O her zaman, krallıktan “bu Tanrı’yı bulma hususu” olarak bahsetmeyi sevdi.
139:7.5 (1560.1) Her ne kadar Matta kaçınılmaz geçmişe sahip biri olmuşsa da, o kendisini oldukça güzel bir biçimde anlatmaktaydı ve, zaman ilerledikçe, onun birliktelikleri, tahsildarcının bu icralarından gurur duyar hale gelmişlerdi. O, İsa’nın sözlerinden çok detaylı notlar tutmuş havarilerden bir tanesiydi; ve, bu notlar, Matta’ya göre Müjde olarak zamanla bilinir hale gelmiş olan, İsador’un İsa’nın sözleri ve eylemlerinin daha sonraki anlatısının temeli olarak kullanılmıştı.
139:7.6 (1560.2) Kapernaum’un ticaret erbabı ve gümrük toplayıcısı olan, Matta’nın çok önemli ve yararlı yaşamı ilerleyen çağlar boyunca, diğer ticaret erbaplarının, kamu görevlilerinin ve siyasetçilerin binlerce ama binlercesinin aynı zamanda Üstün’ün şu etkileyici sesini duymasının aracısı olmuştur: “Beni takip et.” Matta, gerçekten de kurnaz bir siyasetçiydi; ancak, o, ayrılmaz bir biçimde İsa’ya sadık olup, olabilecek en üstün bir şekilde, gelen krallığın ileticilerin yeterli düzeyde mali olarak desteklenişini gözetme görevine adanmıştı.
139:7.7 (1560.3) Matta’nın on ikili arasındaki mevcudiyeti; uzunca bir süredir kendilerini dini tesellinin hoşgörüsünden uzak olarak görmüş olan, umudunu yitirmiş ve reddedilmiş ruhların binlercesine krallığın kapılarını açık tutmanın aracısı olmuştu. Reddedilmiş ve umutsuzluk içerisindeki erkek ve kadınlar İsa’yı duymak için kendisine akın akın gelmekteydi; ve, o hiçbir zaman, bir tanesini bile geri çevirmemişti.
139:7.8 (1560.4) Matta, inanan takipçilerden ve Üstün’ün öğretilerinin doğrudan dinleyicilerinden gönüllerinden kopmuş bağışları almıştı ancak, o hiçbir zaman, açık seçik bir biçimde kalabalıklardan maddi kaynak talep etmemişti. O; tüm mali çalışmalarını sessiz ve kişisel düzeyde gerçekleştirmiş olup, bağışlanan paranın büyük bir kısmını ilgilenen inananların daha varlıklı sınıfından toplamıştı. O, neredeyse mütevazı servetinin tamamını, Üstün ve onun havarilerinin çalışmalarına bağışlamıştı ancak, bu havariler hiçbir zaman, hakkında her şeyi bilen İsa dışında, bu cömertlik hakkında hiçbir şey bilmemişti. Matta, İsa ve onun birlikteliklerinin kendi parasını lekeli olarak değerlendireceği korkusuyla havarisel kaynaklara açık bir biçimde katkıda bulunmaya çekinmişti; böylelikle, o, bu paranın büyük bir kısmını, diğer insanların adına bağışlamıştı. Öncül aylar boyunca, havariler arasındaki mevcudiyetinin neredeyse bir sınanış olduğunu bildiği süreçte, Matta birçok kez, kendisine ait kaynakların sıklıkla havarilerinin günlük ekmeklerini karşıladığını onlara söylemenin güçlü cazibesiyle karşılamıştı ancak, o, buna yenik düşmemişti. Tahsildara karşı duyulan hoşnutsuzluğun kanıtı ortaya çıktığında, Levi onlara, cömertliğini açığa çıkarmakla yanıp tutuşmaktaydı ancak, o her zaman, soğukkanlılığını sürdürmeyi başarmıştı.
139:7.9 (1560.5) Önlerindeki herhangi bir hafta için var olan kaynaklar hesaplanan gereksinimlerden daha az olduğunda, Levi sıklıkla kendi kişisel kaynaklarına başvururdu. Buna ek olarak, o, zaman zaman İsa’nın öğretilerine fazlasıyla ilgi duyduğunda, her ne kadar, gerekli kaynaklar için yardım istemeyişini kişisel olarak telafi etmek zorunda olduğunu bilmesine rağmen, orada kalıp, öğretilen şeyi dinlemeyi tercih etmişti. Ancak, bunu yaparken, Levi İsa’nın, paranın büyük bir kısmının kendi cebinden geldiğini bilmesini arzulamıştı! O, Üstün’ün tüm bunların hepsini bildiğinin neredeyse hiç farkına varmadı. Havarilerin tümü; idamların başlamasından sonra krallığın müjdesini duyurmak için yola çıktığında, neredeyse tamamen parasız kaldığı bir düzeyde Matta’nın kendilerinin bağışçısı olduğunu bilmeden yaşamlarını yitirdi.
139:7.10 (1560.6) Bu isyanlar inananların Kudüs’ü terk etmesine neden olduğunda, Matta, krallığın müjdesini duyurarak ve inananları vaftiz ederek, kuzeye doğru hareket etti. O, eski havarisel birliktelikleri tarafından unutuldu; ancak, kendisi, duyurusunu gerçekleştirerek ve vaftizini sürdürerek, Suriye, Kapadokya, Galatlar, Bitinya ve Trakya boyunca ilerleyişine devam etti. Ve, bir takım kuşkucu Musevi’nin Romalı askerler ile bir olup onun ölümünü kurgulayışı Trakya bölgesindeki Gelibolu’da gerçekleşmişti. Ve, bu yeniden doğmuş olan tahsildarcı, yeryüzünde en yakın süre içinde gerçekleşmiş konukluğu boyunca, Üstün’ün öğretilerinden oldukça kesin bir biçimde öğrenmiş olduğu, bir kurtuluş inancı içerisinde utgun bir biçimde yaşamını yitirdi.
139:8.1 (1561.1) Tomas, sekizinci havari olup, Filip tarafından seçilmişti. Daha sonraki zamanlarda o, “kuşku duyan Tomas” olarak bilinmişti; ancak, onun akran takipçileri neredeyse hiçbir biçimde, kendisini sürekli kuşku duyan bir halde düşünmemişlerdi. Şu gerçektir ki, o, kuşkucu bir akıl türünde olarak, mantıksaldı ancak, kendisini yakından tanıyanların onu önemsiz bir kuşkucu olarak görmelerini engelleyen bir cesur sadakat türüne sahipti.
139:8.2 (1561.2) Tomas havarilere katıldığında, yirmi dokuz yaşında olup, evli ve dört çocuk babasıydı. Öncesinde o, bir marangoz ve taş ustasıydı ancak, daha sonrasında, bir balıkçı olup, Celile Denizi’nden dışarı doğru akan Ürdün Nehri’nin batı kıyısında yerleşir hale gelmişti; ve, o, bu küçük köyün önde gelen vatandaşı olarak görülmekteydi. Tomas çok az eğitime sahipti; ancak, o, nedensel düşünen, keskin bir akla sahip olup, Tiberya’da yaşamış olan, muhteşem ebeveynlerin oğluydu. O, on ikili arasında gerçekten de çözümlemeli düşünen bir akla sahipti; o, havarisel topluluğun gerçek bilim adamıydı.
139:8.3 (1561.3) Tomas’ın öncül ev yaşamı talihsizdi; ebeveynleri evlilik yaşamlarından tamamiyle mutlu değildi, ve bu Tomas’ın ergenlik deneyiminde kendisini yansıttı. O, oldukça hoşnutsuz ve tartışmacı bir eğilime sahip olarak yetişti. Eşi bile, kendisinin havarilere katılmasından mutluluk duymuştu; o, karamsar kocasının evden çoğu zaman uzak olacağı düşüncesiyle rahatlamıştı. Tomas aynı zamanda, kendisiyle huzurlu bir biçimde geçinmeyi oldukça zor kılan bir kuşkucu kökene sahipti. Petrus ilk başta; abisi Andreas’a, Tomas’ın “kaba, çirkin ve her zaman kuşkucu” olduğunu söyleyerek onu şikâyet eden bir biçimde, bu havariden fazlasıyla rahatsız olmuştu. Ancak, birliktelikleri Tomas’ı daha iyi tanıdığında, onu daha çok sevdiler. Onlar, kendisinin muhteşem bir biçimde dürüst ve yılmaz bir biçimde sadık olduğunu keşfettiler. O, kusursuz bir biçimde içten ve kuşku duyulmayacak bir biçimde doğruyu söyleyen biriydi; ancak, o, içkin bir biçimde hata bulan biri olup, gerçek bir karamsar hale gelen biçimde yetiştirilmişti. Onun çözümleyici düşünen aklını, kuşku istila eder hale gelmişti. O, on ikili ile birliktelik içine girmeden ve böylece İsa’nın soylu karakterini tanımadan önce, akran insanlarına olan inancını hızlı bir biçimde yitirmekteydi. Üstün ile olan bu birliktelik doğrudan bir biçimde, Tomas’ın tüm eğilimlerini dönüştürmeye ve onun akran insanlara olan zihinsel tepkilerinde büyük değişiklerde bulunmaya başladı.
139:8.4 (1561.4) Tomas’ın en güçlü yanı, bir kez aklında kesinliğe ulaştığında — yılmaz cesareti ile birlikte olan muhteşem çözümleyici aklıydı. Onun en büyük zaafı, beden içindeki tüm yaşamı boyunca hiçbir zaman bütünüyle üstesinden gelemediği, şüphe duyan kuşkuculuğuydu.
139:8.5 (1561.5) On ikilinin örgütlenişinde Tomas’a, seyahat güzergâhlarını düzenleme ve onları idare etme görevi verilmişti; ve, o, havarisel birliğin çalışması ve hareketlerinin yetkin bir yöneticisiydi. O, muhteşem bir işadamı olarak, iyi bir yönetendi; ancak, o, birçok farklı duygu hali tarafından kısıtlanmış haldeydi; o, bir gün biri, diğer gün farklı bir kişi olmaktaydı. Havarilere katıldığı sularda o, önce kasvetli düşüncelere eğilim gösterir haldeydi; ancak, onun İsa ve havarilerle olan iletişimi, kendisini bu ürkütücü irdeleyişlere düşmekten fazlasıyla kurtarmıştı.
139:8.6 (1561.6) İsa, Tomas’ın varlığından fazlasıyla keyif almış olup, onunla çok uzun süren birçok kişisel konuşmada bulunmuştu. Onun havariler arasındaki mevcudiyeti; dürüst olan tüm kuşkuculara büyük bir teselli vermiş olup, her ne kadar İsa’nın öğretilerinin sahip olduğu ruhsal ve felsefi yönlere dair her şeyi tamamen anlayamasalar da, endişe içerisindeki birçok aklı cesaretlendirmişti. Tomas’ın on ikili içindeki üyeliği, İsa’nın dürüst kuşkucuları bile derinden sevdiğinin bariz duyurusuydu.
139:8.7 (1562.1) Diğer havariler İsa’ya, onun dopdolu, bütüncül kişiliğinin belirli bir özel ve olağandışı yönü nedeniyle derin saygı duymuştu; ancak, Tomas Üstünü’ne, onun muhteşem düzeydeki dengeli karakteri nedeniyle derin saygı duymuştu. Tomas artarak, oldukça derinden seven bir biçimde bağışlayıcı ve oldukça sapmaz biçimde adil ve hakkaniyet gözeten birini takdir etmekte ve ondan onur duymaktaydı o oldukça kararlıydı, ancak hiçbir zaman inatçı değildi; oldukça sakindi, ancak hiçbir zaman umursamaz değildi; oldukça yardımcı ve anlayışlıydı, ancak hiçbir zaman sorulmadan karışan veya amirane değildi; oldukça güçlüydü, ancak aynı zamanda da oldukça hassastı oldukça açık sözlüydü, ancak hiçbir zaman incelikten uzak veya kaba değildi; oldukça nazikti, ancak görüşlerini sıklıkla değiştiren biri değildi; oldukça saf ve masumdu, ancak aynı zamanda cebbar, tuttuğunu koparan ve gücünü kararlıca kullanan biriydi; gerçekten de çok cesurdu, ancak hiçbir zaman düşünmeden veya pervazsızca hareket eden biri değildi; doğaya karşı derin bir sevgi beslemekteydi, ancak doğaya inanca varan düzeyde saygı göstermenin her türlü eğiliminden oldukça uzaktı oldukça şakacı ve oyun severdi, ancak ciddi olanı ayırt edemez ve ne zaman şakanın yapılmayacağını bilmez değildi. Tomas’ı bu kadar kendisine çeken, bu benzersiz kişilik simetrisiydi. O muhtemelen, on ikilinin içinde herkesten fazla İsa’ya dair en yüksek düzeydeki ussal anlayışı ve kişilik takdirini memnuniyetle deneyimlemişti.
139:8.8 (1562.2) On ikilinin heyetleri içinde, Tomas, ilk önce güvenliğin gelmesini savunan bir siyasayı destekleyen bir biçimde, her zaman temkinliydi; ancak, o, kendi koruyuculuğu oy çokluğu altında kaldığında veya bu koruyuculuğa karşı karar alındığında, karar verilen izlencenin uygulamasında hareket etmek için korkusuzca ilk hareket eden olmuştu. Tekrar ve tekrar o, pervazsız ve cüretkâr konuma gelen bir biçimde belli bir tasarıya karşı çıkardı ancak, on ikili, onun çok güçlü bir biçimde karşı durduğu bir şeyi yapmayı tercih ettiğinde, “Haydi gidelim” diyen de ilk Tomas olurdu. O, iyi bir kaybedendi. O, kin tutmazdı ne de, yaralı duyguları beslerdi. Tekrar eden bir biçimde, o, İsa’nın kendisini tehlikeye atmasına izin vermeyi reddetmişti; ancak, Üstün, bu türden tehlikeleri göze almaya karar verdiğinde, havarileri “Haydi, yoldaşlar, toplanalım ve onunla birlikte ölelim” gibi cesur kelimelerle hareketlendiren de her zaman Tomas olmuştu.
139:8.9 (1562.3) Tomas bazı yönlerden Filip gibiydi; o da “gösterilmek” istemekteydi; ancak, onun dışa dönük kuşku ifadeleri, tamamiyle farklı ussal işleyişlere dayanmaktaydı. Tomas çözümlemeciydi, yalnızca kuşkucu değildi. Kişisel düzeydeki fiziksel cesaret mevzu bahis olduğunda, o on ikili arasında en gözü pek olanlardan bir tanesiydi.
139:8.10 (1562.4) Tomas, oldukça kötü birkaç gün yaşamıştı o zaman zaman, ümitsiz ve yüzü düşmüş halde bulunmuştu. Dokuz yaşındayken ikiz kız kardeşini yitirişi, genç yaşında fazlaca kedere neden olmuş, ileriki yaşamındaki sinirsel sorunlarına katkıda bulunmuştu. Tomas ümitsiz hale geldiğinde, zaman zaman onu eski haline getiren Nathanyel olmuştu, zaman zaman da Petrus; ve, Alpheus ikizlerinden birinin bunu gerçekleştirmesi hiç de nadir yaşanmamıştı. O, en umutsuz halde olduğunda, ne yazık ki her zaman, İsa ile doğrudan iletişime geçmekten kaçınmıştı. Ancak, Üstün, buna dair her şeyi bilmekte olup, bu şekilde umutsuzluktan muzdarip olduğunda ve kuşkuların altında ezildiğinde kendi havarisi için anlayış dolu bir üzüntüyü beslemişti.
139:8.11 (1562.5) Zaman zaman Tomas, bir veya iki günlüğüne kendisi başına uzaklaşmak için Andreas’dan izin alırdı. Ancak, Tomas yakın bir zaman içinde, bu türden bir tutumun bilgece olmadığını öğrendi; öncül bir biçimde o, umutsuzluğa düştüğünde, görevine sıkıca sarılmanın ve birliktelik içinde bulunduğu kişilerin yakınında kalmaya devam etmenin en iyisi olduğunu keşfetti. Ancak, duygusal yaşamında ne gerçekleşirse gerçekleşsin, o her zaman, bir havari olarak doğru olanı yapmaya devam etti. Zaman gerçekten de ileri doğru hareket etmeye geldiğinde, “Haydi gidelim!” diyen her zaman Tomas olmuştu.
139:8.12 (1562.6) Tomas; kuşkulara sahip olan, onlarla yüzleşen ve bu kuşkuların üstesinden gelen bir insan varlığının muhteşem örneğidir. O, muhteşem bir akla sahipti; yok yere hata arayan bir eleştirmen değildi. O, mantıklı bir düşünürdü; İsa ve onun akran havarilerinin turnusol kâğıdıydı. Eğer İsa ve onun emekleri özgün olmasaydı, en başından sonuna kadar Tomas gibi birini içinde barındıramazdı. O, keskin ve kesin bir gerçek algısına sahipti. Dolandırmanın ve aldatmanın ilk belirtisinde, Tomas onların hepsini terk ederdi. Bilim adamları belki bütüncül bir biçimde, İsa’nın ve onun yeryüzü üzerindeki görevine dair her şeyi anlayamaz; ancak, orada, aklı gerçek bir bilim adamınınkine sahip olmuş olan Üstün ve onun insan birliktelikleri ile beraber yaşamış ve onlarla çalışmış — Tomas Didimus olarak — bir kişi bulunmaktaydı ve, o, Nasıralı İsa’ya inanmıştı.
139:8.13 (1563.1) Tomas, mahkeme ve çarmıh döneminde zorlu bir süreç yaşamıştı. O, bir süreliğine umutsuzluğun derinliklerinde bulunmuştu; ancak, o, havarilere bağlı kalan bir biçimde, cesaretini toplamıştı o, Celile Denizi üzerinde İsa’yı karşılamak için onlarla hazır bulunmuştu. Bir süreliğine, o, kuşku duyan ümitsizliğine yenik düşmüştü; ancak, nihai olarak, inancını ve cesaretini topladı. O, Hamsin Yortusu’ndan sonra havarilere bilgece tavsiyede bulundu; ve, idamlar inananları dağıttığında, krallığın müjdesini duyuran ve inananları vaftiz eden bir biçimde, Kıbrıs’a, Girit’e, Kuzey Afrika sahiline ve Sicilya’ya hareket etti. Ve, Tomas, Roma hükümetinin hafiyeleri tarafından yakalanana kadar duyurusuna ve vaftizine devam etmiş olup, Malta’da öldürülmüştü. Ölümünden tam da birkaç hafta önce, o, İsa’nın yaşamının ve öğretilerinin yazımına başlamıştı.
139:10.1 (1563.2) Keresa yakınlarında yaşamış ikiz balıkçılar olarak, Alpheus’un oğulları Yakub ve Yudas, dokuzuncu ve onuncu havariler olup, Yakub ve Yahya Zübeyde tarafından seçilmişlerdi. Onlar, yirmi altı yaşında olup, evlilerdi; Yakub üç çocuk, Yudas ise iki çocuk babasıydı.
139:10.2 (1563.3) Bu iki olağan balıkçı insanları hakkında söylenilecek çok bir şey bulunmamaktadır. Onlar Üstünleri’ni derin sevmiş olup, İsa’da onları derinden sevmişti; ancak, onlar hiçbir zaman, İsa’nın söyleşilerini sorularla bölmemişlerdi. Akran havarilerinin felsefi konuşmalarını veya din-kuramsal tartışmalarını oldukça az anlamışlardı ancak, onlar, kudretli insanların bu türden bir topluluğu içinde sayılmış olarak kendilerini bulmaktan derin mutluluk duymuşlardı. Bu iki adam; kişisel görünüşlerinde, zihinsel niteliklerinde ve ruhsal kavrayışlarının ölçüsünde neredeyse özdeşlerdi. Biri hakkında ne söylenebilirse, diğeri hakkında da o kayda geçirilebilirdi.
139:10.3 (1563.4) Andreas onları, kalabalıkları gözetme görevine atamıştı. Onlar, duyuru zamanlarının başlıca görevlileriydi; ve, gerçekte onlar, on ikinin genel hizmetkârları ve onların gündelik işlerini yerine getiren kişilerdi. Filip’e erzaklarda yardım etmiş, Nathanyel’in ailelerine para taşımış, ve havarilerin herhangi birine bir yardım eli uzatmada her zaman hazır bulunmuşlardı.
139:10.4 (1563.5) Normal insanlardan meydana gelen kalabalıklar, kendileri gibi olan bu iki kişiye havariler arasında yer alma onurunun verilmiş olduğunu görmekten fazlasıyla cesaretlenmişlerdi. Havariler olarak tam da bu kabul edilişleriyle bahse konu ortalama ikiz, ürkek inananların büyük bir topluluğunun krallığa bağlanışının aracı olmuştu. Ve, aynı zamanda da, normal insanlar, kendilerine oldukça benzeyen resmi görevliler tarafından yönlendirilme ve idare edilme düşüncesini oldukça beğenmişlerdi.
139:10.5 (1563.6) Aynı zamanda Tadeus ve Lebeus olarak da çağrılmış olan Yakub ve Yudas, ne güçlü niteliklere ne de zayıf niteliklere sahipti. Takipçiler tarafından onlara verilmiş olan lakaplar, olağanlığın iyi niyetli isimlendirmeleriydi. Onlar, “havarilerin tümü içinde en son gelenlerdi;” onlar, bunu bilip, bundan mutluluk duymuşlardı.
139:10.6 (1563.7) Yakub Alpheus İsa’yı özellikle, Üstün’ün yalınlığını nedeniyle derinden sevmişti. Bu ikizler, İsa’nın aklını kavrayamamaktaydılar; ancak, onlar kesin bir biçimde, kendileri ile Üstünleri’nin kalbi arasındaki duygudaş bağı anlamışlardı. Onların akılları, yüksek bir düzeye ait değildi; onlar, kendilerine saygı duyulan bir biçimde akılları kıt olarak bile çağrılabilirlerdi; ancak, ruhsal doğalarında gerçek bir deneyime sahip olmuşlardı. Onlar, İsa’ya inanmışlardı onlar, Tanrı’nın evlatları ve krallığın takipçileriydi.
139:10.7 (1564.1) Yudas Alpheus’u İsa’ya, Üstün’ün gösterişsiz alçak gönüllüğü çekmişti. Bu türden bir soyluluğun beraberin taşıdığı bu denli alçakgönüllülük, Yudas üzerinde büyük bir çekici etkide bulunmuştu. İsa’nın her zaman, kendisinin olağanüstü eylemleri hakkında sessizliği emretmesi, doğanın bu sade çocuğunda çok büyük bir etki yaratmıştı.
139:10.8 (1564.2) İkizler iyi niyetli, sade akıllı yardımcılar olup, herkes onları derinden sevmişti. İsa, tek bir yeteneğe sahip olan bu genç adamları krallık içindeki kişisel görevlilerinin arasındaki onurlu yerlere kabul etmişti, çünkü, mekânın dünyaları üzerinde, benzer bir biçimde kendisiyle ve kendisinin dağıttığı Gerçekliğin Ruhaniyeti ile etkin ve inanan birlikteliğe kabul etmeyi arzuladığı, bu türden sade ve korku altındaki ruhların söylenmemiş milyonları bulunmaktaydı. İsa, küçüklüğü hor görmemişti; yalnızca kötülüğe ve günaha böyle bakmıştı. Yakub ve Yudas, küçüktü; ancak, onlar aynı zamanda, inançlıydı. Onlar sade ve bilgisizdi; ancak, büyük bir kalbe sahip olup, iyi ve cömertlerdi.
139:10.9 (1564.3) Ve, bu alçakgönüllü insanlar; Üstün’ün belirli bir zengin adamı, tüm eşyalarını satıp, fakirlere yardım etmedikçe onu bir din-yayıcı olarak kabul etmeyi reddettiği o gün, ne kadar da minnettar bir biçimde gurur duymuşlardı. İnsanlar bunu duyduğunda ve İsa’nın danışmanları arasında bu ikizlere baktığında, onun hiç kimseyi ayırt etmediğini kesin bir biçimde bilmekteydiler. Ancak, cennetin krallığı olarak — yalnızca tek bir kutsal kurum, bu türden ortalama bir insan temeli üzerine inşa edilebilirdi!
139:10.10 (1564.4) İsa ile olan tüm ilişkilemleri içinde yalnızca bir veya iki kez, ikizler, herkes karşısında soru sorma cesareti göstermişlerdi. Yudas İsa’ya, Üstün kendisini olduğu gibi dünyaya açığa çıkarma hakkında konuşurken, bir soruya cevap almak istedi. O, on ikili arasında artık sırrın olmayacağı karşısında biraz hayal kırıklığına uğramış olup, şu cüretkâr soruyu sormuştu: “Ama, Üstünümüz, sen bu şekilde kendini dünyaya duyurduğun zaman, bizlere nasıl, iyiliğinin özel dışavurumları ile iltimas göstereceksin?”
139:10.11 (1564.5) İkizler; mahkemenin, çarmıhın ve umutsuzluğun karanlık günlerine kadar olmak üzere, en sonuna kadar inançlı bir biçimde hizmet verdi. Onlar hiçbir zaman, İsa’ya olan kalpten inançlarını yitirmedi; ve, (Yahya haricinde) onlar, İsa’nın yeniden dirilişine ilk inananlar olmuşlardı. Ancak, onlar, krallığın kuruluşunu kavrayamamışlardı. Üstünleri çarmıha gerildikten yakın bir süre sonra, onlar, ailelerine ve ağlarına geri dönmüşlerdi; onların görevleri bitmişti. Onlar, krallığın daha çetrefilli mücadeleleri içinde devam etme yetisine sahip değillerdi. Ancak, onlar; bir evrenin egemen yaratıcısı olarak, bir Tanrı Evladı ile yakın ve kişisel ilişkilemin dört yılı ile onurlandırılmış ve kutsanmış olmanın bilincinde yaşamlarını sürdürüp, ölmüşlerdi.
139:11.1 (1564.6) On birinci havari, Şimon Zelotes, Şimon Petrus tarafından seçilmişti. O, iyi bir atasal kökene sahip yetkin bir kişi olup, ailesi ile birlikte Kapernaum’da yaşamıştı. O, havarilere bağlandığında yirmi sekiz yaşındaydı. Ateşli bir eylemci olup, aynı zamanda düşünmeden fazlaca konuşan biriydi. O, bütüncül ilgisini Köktenciler’in vatansever örgütüne çevirmeden önce, Kapernaum’da bir tüccardı.
139:11.2 (1564.7) Şimon Zelotes’e, havarisel topluluğun dinlence ve rahatlama görevi verilmişti; ve, o, on ikilinin oyun yaşamının ve boş zaman etkinliklerinin oldukça verimli bir düzenleyicisiydi.
139:11.3 (1564.8) Şimon’un güçlü yanı, onun ilham verici sadakatiydi. Havariler, krallığa girmede kararsız halde bocalamakta olan bir erkek veya kadınla karşılaştıklarında, onlar Şimon’u gönderirlerdi. Tanrı’ya olan inanç vasıtasıyla gelen kurtuluşun bu coşkulu savunucusu için, genellikle; “inancın özgürlüğü ve kurtuluşun neşesine” yeni bir ruhun doğuşunu görme niteliğinde, tüm kuşkuları dindirmek ve kararsızlığın her türlüsünü ortadan kaldırmak sadece on beş dakikasını alırdı.
139:11.4 (1565.1) Şimon’un en büyük zafiyeti, onun maddiyatçı aklıydı. O kendisini hızlı bir biçimde, bir Musevi milliyetçiden ruhsal bir zihniyete sahip ulusların-birlikteliğine dönüştürememişti. Dört yıl, süresince bu türden ussal ve duygusal dönüşümü gerçekleştirmek için haddinden kısa bir süreydi; ancak, İsa, ona karşı her zaman sabırlıydı.
139:11.5 (1565.2) İsa’ya dair Şimon’un çok fazlasıyla hayranlık duyduğu şey, Üstün’ün sakinliği, kendine güveni, dik duruşu ve tarif edilemez soğukkanlılığıydı.
139:11.6 (1565.3) Her ne kadar Şimon, korkusuz bir ateşli eylemci halinde durdurulamaz bir devrimci olmuşsa da, o kademeli bir biçimde, “Dünya üzerinde barışın ve insanlar arasında iyi niyetin” güçlü ve etkili bir duyurucusu haline gelinceye kadar, bu ateşli doğasını denetim altına altına almıştı. Şimon muhteşem bir münazaracıydı o kesin bir biçimde tartışmayı sevmekteydi. Ve, mesele eğitimli Museviler’in yasacı akıllarıyla veya Yunanlılar’ın ussal kelime oyunlarıyla ilgilenmeye geldiğinde, görev her zaman Şimon’a verilmişti.
139:11.7 (1565.4) O, doğası bakımından isyankâr, ve eğitimi bakımından gelenekçiliğe karşı duran birisiydi; ancak, İsa onu, cennetin krallığının daha yüksek kavramsallaşmaları için kazanmıştı. Şimon öncesinde kendisini her zaman, karşıt taraf ile özdeşleştirmişti; ancak, o bu aşamada, ruhaniyet ve gerçekliğin sınırsız ve ebedi yürüyüşü olarak, ilerleyiş tarafına katılmıştı. Şimon, yoğun sadakatliklerin ve sıcak kişisel bağlılıkların bir kişisiydi; ve, o kesinlikle, oldukça derin bir biçimde İsa’yı sevmişti.
139:11.8 (1565.5) İsa kendisinin işadamlarıyla, işçilerle, iyimserlerle, karamsarlarla, filozoflarla, kuşkucularla, tahsildarcılarla, siyasetçilerle ve vatanseverlerle görülmesinden korkmamaktaydı.
139:11.9 (1565.6) Üstün, Şimon ile birçok konuşmada bulundu; ancak, o hiçbir zaman, bu ateşli Musevi milliyetçisinden ulusların-birlikteliğine inanan birini yapmada bütünüyle başarılı olamadı. İsa sıklıkla Şimon’a, toplumsal, ekonomik, siyasal düzenlerin gelişmesini görmek istemenin yerinde olduğunu söyledi; ancak, o her zaman şunu eklerdi: “Bu, cennetin krallığının işi değildir. Bizler, Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye adanmalıyız. Bizlerin işi, gökteki bir ruhsal hükümetin elçileri olmaktır; ve, bizler kendimizi, emanetini bizlerin taşımakta olduğu hükümetin başında bulunan kutsal Yaratıcı’nın iradesi ve karakterinin temsili dışında hiçbir şey ile doğrudan ilgili kılmamalıyız.” Bütün bunlar Şimon için kavranılması zor olan şeylerdi; ancak, kademeli bir biçimde o, Üstün’ün öğretisinin anlamına dair bir şeyleri anlamaya başladı.
139:11.10 (1565.7) Kudüs idamları nedeniyle dağılmadan sonra, Şimon, geçici bir süreliğine çalışmasına ara verdi. O, kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştı. Bir milliyetçi vatansever olarak o kendisini, İsa’nın öğretilerinin yönergesine teslim etmişti; bu aşamada, her şey yitirilmişti. Şimon umutsuzluk içindeydi; ancak, bir kaç yıl içerisinde umudunu toparladı, ve krallığın müjdesini duyurmak için yola çıktı.
139:11.11 (1565.8) O, İskenderiye’ye gitti; Nil’e çıkıp çalıştıktan sonra, her yerde İsa’nın müjdesini duyuran ve inananları vaftiz eden bir biçimde, Afrika’nın kalbine hareket etti. Böylelikle o, yaşlı ve elden ayaktan düşen biri hale gelene kadar, emek verdi. Ve, o, Afrika’nın kalbinde yaşamını yitirip, burada toprağa verildi.
139:12.1 (1565.9) On ikinci havari, Yudas İskariot, Nathanyel tarafından seçilmişti. O, güney Yehuda’da küçük bir kasaba olan, Kerioth’da doğmuştu. Küçük bir çocuk iken ebeveynleri, Vaftizci Yahya’nın duyurusuna ve çalışmalarına ilgi duyana kadar yaşamını sürdürdüğü ve babasının çeşitli iş girişimlerinde çalıştığı yer olan Eriha’ya taşınmışlardı. Yudas’ın ebeveynleri Sadukiler’dendi; ve, onlar, oğulları Yahya’nın takipçilerine katıldığında, kendisini evlatlıktan reddetmişlerdi.
139:12.2 (1566.1) Nathanyel Yudas ile Teriça’da buluştuğunda, Yudas, Celile Denizi’nin alt ucunda bir balık kurutum girişiminde iş aramaktaydı. O havarilere katıldığında on üç yaşında olup, bekârdı. Yudas, muhtemel bir biçimde on iki arasında en iyi eğitimli kişi olup, Üstün’ün havarisel ailesinde tek Yehudalı’idi. Her ne kadar kültürün dışa yansıyan birçok karakter özelliğine ve eğitim alışkanlığına sahip olsa da, Yudas, kişisel nitelikte olağanüstü hiçbir güçlü özelliği barındırmamaktaydı. O, iyi bir düşünürdü; ancak, her zaman, gerçek anlamıyla dürüst bir düşünür değildi. Yudas, gerçekten kendisini anlamamaktaydı o, kendisiyle olan ilişkisinde gerçek anlamıyla samimi değildi.
139:12.3 (1566.2) Andreas Yudas’ı, olabilecek en yüksek düzeyde yerine getirmeye yetkin bir konum olarak, on ikilinin haznedarlığına atamıştı ve, Üstünü’nün ihanet vaktine kadar, o, makamının sorumluluklarını dürüstçe, doğruluktan sapmadan ve oldukça etkin bir biçimde yerine getirmişti.
139:12.4 (1566.3) Üstün’ün genel olarak çekici ve seçkin bir biçimde büyüleyici kişiliğinin üstünde, Yudas’ın İsa’da hayranlık duyduğu hiçbir özel kişilik niteliği yoktu. Yudas hiçbir zaman, Celileli birlikteliklerine karşı olan Yehuda önyargılarının üstesinden gelmeye yetkin olamamıştı o kendi aklında bile, İsa’ya dair birçok şeyi eleştirirdi. “Tamamiyle sevgi dolu ve on bin kişi içinde en başta gelen” olarak, havarinin on birinin kendisini kusursuz insan halinde gördüğü bu kişiyi, bu kendisinden tamamiyle memnun olan Yehudalı kalbinde sıklıkla eleştirmeye cüret etmişti. O gerçekten de, İsa’nın ürkek ve bir ölçüde kendi öz gücü ve yönetim yetkisini ortaya koymaktan korkan biri olduğu düşüncesini beslemişti.
139:12.5 (1566.4) Yudas, iyi bir ticaret erbabıydı. İsa gibi idealist bir kişiliğin finansal hususlarını idare etmek, zorlayıcı adanmışlığa ek olarak, maharet, yetenek ve sabrı gerektirmekteydi; kaldı ki daha, onun bazı havarilerinin yolsuz yordamsız, aceleci ticaret yöntemleri ile mücadele etmekten bahsetmiyoruz. Ve, o, örgütlenmenin elzem olduğunu düşünen biriydi. On ikili içinde hiç kimse Yudas’ı bir kez bile eleştirmemişti. Görebildikleri kadarıyla, Yudas İskariot; eşi olmayan bir haznedar, eğitimli bir kişi, (her ne kadar zaman zaman eleştirel olsa da) sadık bir havari, ve kelimenin her anlamıyla büyük bir başarıydı. Havariler Yudas’ı derinden sevmişti; o gerçekten de onlardan biriydi. O, İsa’ya inanmış olmalı ancak, biz, gerçek anlamıyla Üstün’ü tüm kalbi ile derinden sevmiş olduğundan şüphe duymaktayız. Yudas’ın durumu, şu sözün gerçekliğini göstermektedir: “Biri için bir yol doğru görünür, ama onun sonu ölüme gider.” Günah ve ölümün yollarına farkında olmadan, mutluluk içinde düşmenin yarattığı huzurlu aldanmanın kurbanı olmak tamamiyle mümkündür. Yudas’ın her zaman, mali olarak Üstünü’ne ve onun akran havarilerine sadık bulunduğundan her zaman emin olun. Para hiçbir zaman, onun Üstünü’ne olan ihanetinin güdüsü olamazdı.
139:12.6 (1566.5) Yudas, bilge olmayan ebeveynlerin tek oğluydu. Oldukça genç yaşta, pohpohlanmış ve maruz görülmüştü; o, şımartılmış bir çocuktu. Büyüdükçe o, kendi benliğinin taşıdığı öneme dair abartılı düşünceleri beslemekteydi. O, kötü bir kaybedendi. Hakkaniyete dair gevşek ve çarpıtılmış düşüncelere sahipti; o kendisini, nefret ve şüphenin cazibesine bırakmıştı. O, arkadaşlarının kelime ve eylemlerini yanlış yorumlamada bir uzmandı. Yaşamının tamamı boyunca, Yudas, kendisine kötü davrandıklarını düşündüğü kişilerle ödeşme alışkanlığını geliştirmişti. Onun değerlere ve sadakatlere dair duyuşu eksikti.
139:12.7 (1566.6) İsa’ya göre Yudas, bir inanç serüvencisiydi. En başından beri Üstün bütünüyle, bu havarinin zafiyetini anlamış olup, onun birlikteliğe kabul etmenin tehlikelerini oldukça iyi bilmekteydi. Ancak, kurtulma ve kurtuluş için her yaratılmış varlığa bütüncül ve eşit bir şans verme Tanrı Evlatları’nın doğasıdır. İsa, yalnızca bu dünyanın fanilerinin değil, sayısız diğer dünyalara ait gözetleyicilerin; bir yaratılmışın, krallığa olan bağlılığının içtenliğine ve samimiyetine dair şüpheler mevcut olduğunda, insanların Hâkimleri’nin şüphe içindeki adayı bütünüyle kabul etmesinin her zaman uygulanması gereken bir eylem olduğunu bilmesini istedi. Ebedi yaşamın kapıları, herkese ardına kadar açıktır; “her kim gelecek olursa olun;” orada, gelecek olan kişinin duyduğu inanç dışında hiçbir kısıtlama veya yeterlilik bulunmamaktadır.
139:12.8 (1567.1) Bu; bahse konu zayıf ve kafası karışmış havariyi dönüştürmek için her zaman mümkün olan her şeyi yapan bir biçimde, İsa’nın tam da en sonuna kadar Yudas’a neden izin vermiş oluşunun tam da sebebidir. Ancak, ışık, dürüst bir biçimde alınmadığında ve ona uygun bir biçimde yaşanılmadığında, ruh içinde karanlığa dönüşme eğilimi göstermektedir. Yudas, İsa’nın krallığa dair öğretileri hususunda ussal bir biçimde gelişmişti; ancak, o, diğer havarilerin gerçekleştirmiş olduğu gibi ruhsal karakteri elde etmede ilerleme göstermemişti. O, ruhsal deneyim içinde kişisel düzeyde tatmin edici bir ilerleme göstermede başarısız olmuştu.
139:12.9 (1567.2) Yudas artan bir biçimde, kişisel hayal kırıklığını üzerine durmadan düşünür hale gelmişti; ve, nihai olarak, o, kendisine haksızlığın yapıldığını düşünmesinden doğan kızgınlığın kurbanı olmuştu. Onun hisleri, öncesinde birçok kez incinmişti; ve, o, en yakın arkadaşlarından, hatta Üstün’den bile, hiç de normal olmayan düzeylerde şüphe duyar hale gelmişti. Yakın bir süre içinde o; evet, birlikteliklerine ve Üstünü’ne ihanet etmeye kadar giden bir biçimde, intikamını alacak ne olursa, ödeşme düşüncesine saplantılı hale gelmişti.
139:12.10 (1567.3) Ancak, bu kötü ve tehlikeli düşünceler; minnettar bir kadının İsa’nın ayaklarında kokuları taşıyan pahalı bir kutuyu kırmasına kadar kesin bir hal almamıştı. Bu Yudas için savurgan görünmüştü; ve, onun kamu önündeki itirazı oracıkta İsa tarafından herkesin duyduğu bir biçimde bütünüyle reddedilince, bu onun için çok fazla gelmişti. Bu olay, bir hayat boyunca birikmiş olan kinin, incinmenin, zarar verme amacı taşıyan kötü düşüncelerin, ön yargıların ve intikamın harekete geçmesini belirlemişti; ve, o aklında, kiminle olduğunu bilmedikleriyle bile ödeşmeye karar vermişti; ancak, o, ışığın ilerleyici krallığından bireyin-kendi tercih-etmiş-olduğu karanlığın bölgelerine geçişini belirlemiş etmiş olan yaşanmışlıkta yalnızca İsa şans eseri başrollerde bulunmuş olduğu için, kendi talihsiz yaşamının riyakâr oyunun tamamı içinde tek bir masum olan insana sahip olduğu doğanın tüm kötülüğünü odaklamıştı.
139:12.11 (1567.4) Hem özel olarak hem de herkes içinde, üstün birçok kez Yudas’ı, kendisini kaybetmekte olduğu hususunda uyarmıştı ancak, kutsal uyarılar genellikle, düşmancıl hale gelmiş insan doğası ile yüzleşirken genellikle nafile niteliktedir. İsa, Yudas’ın yanlış yola gitmeyi tercih edilişini engellemek için, insanın ahlaki özgürlüğü ile tutarlı halde, mümkün olan her şeyi yapmıştı. Büyük sınav nihai olarak gelip çatmıştı. Hıncın evladı başarısız olmuştu; kendisini, benliğini abartılı biçimde önemli görmenin sahip olduğu gururlu ve intikam dolu bir aklın tatsız ve çirkin emirlerine kendisini bırakmış olup, hızlıca bir biçimde kafa karışıklığına, umutsuzluğa ve bayağılığa dalmıştı.
139:12.12 (1567.5) Yudas bunun sonrasında, kendi Koruyucusu ve Üstünü’nü aldatmanın bayağı ve utanç dolu istekliliğini duymuş olup, hızlıca oldukça ahlaksız bir planı yürürlüğe koydu. Kızgınlığının yaratmış olduğu ihanetsel aldatmanın tasarımlarında bulunurken, o zaman zaman pişmanlığı ve utancı deneyimledi; ve, kafa karışıklığından kurtulmuş olduğu bu aralıklarda, kendi aklında gerçekleşmiş olduğu bir savunma olarak, İsa’nın muhtemel bir biçimde son anda gücünü ortaya koyup, kendisini kurtaracağını düşünmüştü.
139:12.13 (1567.6) Bu çirkin ve günahkâr şey tamamen sona erdiğinde, arkadaşını, uzunca bir süredir duymuş olduğu intikam duygusunu tatmin etmek için otuz parça gümüşe satmış olmanın hafifliğini düşünmüş olan inancına ihanet etmiş bu kişi, koşup, intihar olarak — fani mevcudiyetin gerçekliklerinden kaçışın bu dramında son rolünü oynamıştı.
139:12.14 (1567.7) On bir havari, ne yapacaklarını bilmez halde, dehşet içinde kalmışlardı. İsa, kendisine ihanet edene yalnızca acıyan gözlerle bakmıştı. Dünyalar Yudas’ı bağışlamada zorlanmış olup, ismi uçsuz bucaksız bir evrende kaçınılır hale gelmiştir.
Urantia’nın Kitabı
140. Makale
140:0.1 (1568.1) M.S. 27.YILDA, Ocak ayının 12’sinde, pazar günü öğleden önce, İsa, krallığın müjdesinin kamu duyurucuları olarak görevlendirilişleri için havarilerini bir araya topladı. On ikili, neredeyse her gün çağrılmayı beklemekteydi; bu nedenle, bu sabah onlar, balık tutmak için kıyıdan çok uzaklaşmamışlardı. Onların birkaçı, ağlarını tamir eden ve balıkçılık ekipmanları ile uğraşan bir şekilde kıyıya yakın bir yerde vakit geçiriyorlardı.
140:0.2 (1568.2) İsa havarilerini çağırmaya kıyıdan başlarken, ilk önce, kıyıya yakın bir yerde balık tutmakta olan Andreas ve Petrus’a el sallamıştı daha sonra, o, babaları Zübeyde ile sohbet eder ve ağlarını onarır halde bulunan yakında bir teknedeki Yakub ve Yahya’ya işaret etti. İkişerli gruplar halinde onlar, diğer havarileri topladılar; ve, İsa, on ikilinin hepsini bir araya topladığında, onlarla birlikte, resmi görevlendirilişlerine hazırlamak için eğitimde bulunmaya başlamış olduğu yer olan Kapernaum’un kuzeyindeki dağlara hareket etti.
140:0.3 (1568.3) İlk başta havarilerin on ikisi de sessizdi; Petrus bile düşünceli bir haldeydi. En sonunda uzunca beklenmiş olan vakit gelip çatmıştı! Onlar, Babası’nın krallığının gelişini duyurmada Üstünleri’ni temsil etmenin kutsal görevine kişisel olarak bağlanmalarının ve ortaklaşa bir biçimde adanmalarının bir tür ciddi törenine katılmak için Üstün’den ayrılacaklardı.
140:1.1 (1568.4) Resmi görevlendirme ayininden önce, İsa, onlar kendisi etrafında otururken, on ikiliye şunu söylemişti: “Kardeşlerim, krallığın bu vakti gelip çattı. Ben sizi, bulunduğunuz yerlerden buraya yanımda, sizleri Yaratıcı’ya krallığın elçileri olarak tanıtmak için getirdim. İlk kez çağrıldığınız zaman, bazılarınız beni, bu krallıktan bahsederken duymuştu. Her biriniz, Celile Denizi çevresindeki şehirlerde benimle birlikte çalıştığınızdan beri Yaratıcı’nın krallığı hakkında daha fazla şey öğrendiniz. Ancak, şimdi benim şimdi size, bu krallık hakkında söyleyecek daha çok sözüm var.
140:1.2 (1568.5) “Babam’ın, onun yeryüzü çocuklarının kalplerinde kurmaya hazır olduğu bu yeni krallık, sonsuza kadar sürecek olan bir hükümranlıktır. Onun kutsal iradesini gerçekleştirme arzusu duyanların kalplerinde Babam’ın bu yönetiminin sonu yoktur. Ben sizlere, Babam’ın Musevilerin veya Musevi-Olmayanların Tanrısı olmadığını duyuruyorum. Birçokları, Babam’ın krallığında bizlerle birlikte oturmak için doğudan ve batıdan geleceklerken, İbrahim’in çocuklarının çoğu, insanların çocuklarının kalplerinde olan Baba’nın ruhaniyetine ait bu yönetimin kardeşliğine girmeyi reddedecektir.
140:1.3 (1568.6) “Bu krallığın gücü, ne orduların kuvvetinden ne de zenginliklerin kudretinden oluşmaktadır; bunun yerine, o, Tanrı’nın evlatları olarak bu cennetsel krallığın yeniden doğmuş vatandaşlarının akıllarını eğitmek ve kalplerini yönetmek için gelecek kutsal ruhaniyetin ihtişamından kaynağını almaktadır. Bu, içinde doğruluğun egemen olduğu ve mücadele andının şu olduğu derin sevgi kardeşliğidir: “Dünyada barış ve insanların tümüne karşı iyi niyet. Oldukça yakın bir süre içinde sizlerin duyurmak için yola düşeceğiniz olan bu krallık, çağlar boyunca yaşamış her iyi insanın arzusu, dünyanın tümünün umudu ve tanrı-elçilerinin hepsinin bilge sözlerinin yerine getirilişidir.
140:1.4 (1569.1) “Ancak, sizler için, benim çocuklarım, ve, bu krallığa sizleri takip edecek olan tüm diğerleri için orada ciddi bir sınav bulunmaktadır. İnanç tek başına sizleri onun kapılarından geçirecektir; ancak, sizler, kutsal birlikteliğin ilerleyici yaşamında yükselmeye devam etmek isteyecek olursanız, Babam’ın ruhaniyetinin meyvelerini hayata geçirmek zorundasınız. Gerçekten de, gerçekten de, sizleri şu hususta uyarmak isterim: “Koruyucum, Koruyucum” diyen herkes cennetin krallığına girmeyecektir; bunun yerine, cennette olan Babam’ın iradesini yerine getiren buraya girecektir.
140:1.5 (1569.2) “Sizlerin dünyaya olan iletisi şu olmalıdır: İlk önce Tanrı’nın krallığını ve onun doğruluğunu ara; ve, bunları bulduğunda, ebedi kurtuluş için hayati derecede önemli olan diğer her şey orada çoktan kazanılmış olacaktır. Ve, şimdi size oldukça açık bir biçimde ifade etmek isterim ki, Babam’ın bu krallığı dışa dönük bir güç gösterisiyle veya daha öncesinde hiç görülmemiş bir temsille gelmeyecektir. Sizler, bu nedenle, “krallık burada” veya “krallık orada” diyen bir biçimde, krallığın duyurusunu yapmayacaksınız; zira, sizlerin duyurduğu bu krallık içinizde olan Tanrı’dır.
140:1.6 (1569.3) “Her kim, Babam’ın krallığında muhteşem olursa, o herkesin yardımcısı hale gelecektir; ve, sizlerin arasında her kim önde gelirse, onun, kardeşlerinin hizmetkârı haline gelmesini teşvik edin. Ancak, bir kez, cennetsel krallık içinde vatandaşlar olarak gerçek anlamıyla kabul edildiğinizde, sizler artık hizmetçiler değil, evlatlar, yaşayan Tanrı’nın evlatlarısınızdır. Ve, böylece bu krallık, her engeli kırana, ve, insanların tümünü, Babamı tanımaya ve duyurmak için gelmiş olduğum kurtarıcı doğruluğa inanmaya getirmene kadar, dünyada ilerlemeye devam edecektir. Şimdi bile krallık yakındadır; ve, sizlerden bazıları, muhteşem güçte Tanrı’nın hükümranlığını görmeden ölmeyeceksiniz.
140:1.7 (1569.4) “Ve, gözlerinizin şu an bakmakta olduğu on iki olağan insanın bu küçük başlangıcı çoğalacak ve tüm dünya Babam’a olan takdirle dolana kadar büyüyecektir. Ve, konuşmuş olduğunuz sözlerle değil, daha çok yaşamakta olduğunuz yaşamlarla insanlar sizlerin benimle birlikte olduğunuzu bilecek ve krallığın gerçekliklerini öğrenmiş olacak. Ve, akıllarınıza altından kalkamayacak hiçbir yükü yüklemezken, ruhlarınıza ben; beden içinde yaşamakta olduğum bu yaşamda şu anda Babamı temsil ederken, yakın bir zaman içinde sizlerden ayrılacağım zaman dünyada beni temsil etmenin ciddi sorumluluğunu vermeye hazır bulunmaktayım.” Ve, o, konuşmasını tamamladığında ayağa kalktı.
140:2.1 (1569.5) İsa bu aşamada, krallığa dair duyurusunu henüz dinlemiş olan bu on iki faniden etrafında bir dair halinde diz çökmelerini istedi. Bunun sonrasında Üstün, Yudas İşkariyot’tan başlayan ve Andreas ile bitiren bir biçimde, her havarinin başına ellerini koydu. O havarilerini kutsadığında, ellerini kaldırıp, şu duayı etti:
140:2.2 (1569.6) “Babacığım, şimdi ben bu insanları sana, benim ileticilerim olarak getiriyorum. Yeryüzü üzerindeki çocuklarımız arasında ben bu on ikiliyi, seni temsil etmek için gelmiş biri olarak, beni temsil etmesi amacıyla yola çıkması için seçmiş bulunmaktayım. Beni derinden sevmiş ve benimle beraber bulunmuş olduğun gibi onları derinden sev ve onların yanında ol. Ve, şimdi, Babacığım, ben gelen krallığın tüm hususlarını onların eline verirken, bu insanlara bilgelik ver. Ve, ben, eğer senin iraden ise şayet, yeryüzü üzerinde krallık için emeklerinde onlara yardım etmek için bir süre daha vakit geçireceğim. Ve, tekrar, Babacığım, bu insanlar için sana teşekkür ediyorum; ve, ben, bana yapılması için vermiş olduğu görevi bitirmeye devam ederken, onları senin koruyuculuğuna emanet ediyorum.”
140:2.3 (1570.1) İsa duasını bitirdiği zaman, havarilerin her biri olduğu yerde kalakalmışlardı. Ve, Petrus’un gözlerini kaldırıp Üstün’e doğru bakmaya cüret edişine kadar bile birçok dakika geçmişti. Teker teker onlar İsa’yı kucaklamıştı, ama onların hiçbiri bir kelime dahi etmemişti. Göksel varlıkların bir büyük topluluğu aşağıdaki bu ciddi ve kutsal sahneye doğru bakarken, ortalığı büyük bir sessizlik kaplamıştı — bir evrenin Yaratanı, insanların kutsal kardeşliğine ait hususları insan akıllarının idaresine teslim etmekteydi.
140:3.1 (1570.2) Bunun sonrasında, İsa, şunu söyleyerek konuşmasında bulundu: “Şimdi, Babam’ın krallığının elçileri haline gelmiş bulunarak sizler, yeryüzü üzerinde tüm diğer insanlardan ayrı ve farklı bir insanlar sınıfı oldunuz. Sizler şimdi; insanlar arasındaki insanlar değil, bu karanlık dünyanın bilgisiz yaratılmışları arasında diğer ve cennetsel ülkenin aydınlanmış vatandaşları olarak bulunmaktasınız. Bu vakitten önce yaşamış olduğunuz gibi yaşamak yeterli değildir; bundan böyle sizler, daha iyi bir yaşamın ihtişamını tatmış ve bu yeni ve daha iyi dünyanın Egemenine ait elçiler olarak yeryüzüne gönderilmiş olanlar gibi yaşamak zorundasınız. Öğretmenden, öğrenciden daha fazlası beklenir; üstünden, hizmetçisinden daha fazla şey istenir. Cennetsel krallığın vatandaşlarından, dünyasal hükümetin vatandaşlarınkinden daha fazla şeyi gerçekleştirmesi zorunlu görülür. Sizlere birazdan söyleyecek olduğum şeylerin bazılara tarafınıza zor gelebilir; ancak, sizler dünyada, tıpkı benim şu anda Yaratıcı’yı temsil ettiğim gibi beni temsil etmeyi seçmiş bulunmaktasınız; ve, yeryüzü üzerinde benim unsurlarım olarak sizler, mekânın dünyaları üzerinde fani yaşama dair benim ideallerimi yansıtan, ve, cennet içinde olan Yaratıcı’yı açığa çıkarmadan oluşan yeryüzü yaşamımda örnek olarak sergilemekte olduğum öğretilere ve uygulamalara sadık kalmakla yükümlü olacaksınız.
140:3.2 (1570.3) “Ben sizleri; korkunun esareti altında bulunanlara neşe olarak, ruhsal esirlere özgürlüğü duyurmak, ve, cennetteki Babam’ın iradesini uyarınca hasta olanları iyileştirmek için gönderiyorum. Sıkıntı içindeki çocuklarımı bulduğunuz zaman, şunları söyleyerek, onlarla cesaretlendirici bir biçimde konuşun:
140:3.3 (1570.4) “Alçak gönüllü olarak, ruhaniyette eksiklik çekenler mutlu olsunlar, zira onlarınki, cennetin krallığının hazineleridir.”
140:3.4 (1570.5) “Doğruluk için açlık ve susuzluk çekenler mutlu olsunlar, zira onların bu ihtiyaçları giderilecektir.”
140:3.5 (1570.6) “Ağırbaşlılar mutlu olsunlar, zira dünyanın mirası onlara kalacak.”
140:3.6 (1570.7) “Kalpleri temiz olanlar mutlu olsunlar, zira onlar Tanrı’yı görecekler.”
140:3.7 (1570.8) “Ve, çocuklarıma ruhsal tesellinin ve sözün şu ilave sözlerini bile söyleyin:
140:3.8 (1570.9) “Yas tutanlar mutlu olsunlar, zira onlar teselli edileceklerdir. Ağlayanlar mutlu olsunlar, zira onlar sevincin ruhaniyetini alacaklardır.”
140:3.9 (1570.10) “Bağışlayıcı olanlar mutlu olsunlar, zira onlar bağışlanmaya hak kazanacaklardır.”
140:3.10 (1570.11) “Huzuru inşa edenler mutlu olsunlar, zira onlar Tanrı’nın evlatları olarak çağırılacaklardır.”
140:3.11 (1570.12) “Doğruluk adına idam edilmiş olanlar mutlu olsunlar, zira onlarınki, cennetin krallığıdır. İnsanlar sizlerden nefret ettiklerini gösterdiklerinde ve sizleri yargıladığında ve sizlere hak etmediğiniz biçimde her türlü kötü sözü söylediğinde, mutlu olun. Neşelenin ve olabildiğince mutluluk duyun, zira asıl önemli olan şey cennet içindeki ödülüzdür.
140:3.12 (1570.13) “Benim kardeşlerim, sizleri gönderirken şunu bilin ki, sizler, kurtarıcı bir tada sahip bir tuz olarak, yeryüzünün tuzusunuz. Ancak, eğer bu tuz tadını kaybederse, nasıl eski haline gelir? Onun bundan sonra atılmaktan ve insanların ayakları altına alınmaktan başka yararı yoktur.
140:3.13 (1570.14) “Sizler dünyanın ışığısınız. Bir tepenin üstüne inşa edilmiş bir şehir gizlenemez. Ne de insanlar bir mumu yakıp, bir leğenin içine kapatır; bir mum bir mumluğa, evdeki herkese ışık vermesi için konulur. Bu şekilde ışığınızı insanlar önünde, onların iyi işlerinizi görebilmesi ve cennetteki Babanızın yüceltilişine gelebilmesi için parlatın.
140:3.14 (1571.1) “Ben sizleri dünyaya, beni temsil etmek ve Babamın krallığı için elçiler olarak hareket etmeniz için gönderiyorum; ve, sizler mutlu haberleri duyurmak için yola çıkarken, güveninizi, sizlerin kendisinin ileticileri olduğu Yaratıcı’ya emanet edin. Cebir kullanarak adaletsizliğe karşı çıkmayın; güveninizi bedenin koluna emanet etmeyin. Eğer komşunuz sağ yanağınıza bir tokat atarsa, ona diğer yanağınızı da uzatın. Adaleti kendiniz tarafından yerine getirmek yerine adaletsizlikten muzdarip olmaya gönüllü olun. İyilik ve bağışlamayla, sıkıntı ve ihtiyaç halindekilere hizmet edin.
140:3.15 (1571.2) “Sizlere şunu söylüyorum: Düşmanlarınızı derinden seviniz, sizlerden nefret edenlere iyilikle karşılık veriniz, sizleri lanetleyenleri kutsayınız, ve sizleri hor görerek kullananlar için dua ediniz. Ve, sizlerden her kim benim bir şeyi insanlara yapacağımı düşünüyorsa, aynı zamanda onu da kendilerine yapın.
140:3.16 (1571.3) “Cennet içindeki Babanız güneşi, iyi olanlara ilaveten kötü olanların da üstüne ışıtmaktadır; benzer bir biçimde, yağmuru, adil ve adil olmayanların üzerine göndermektedir. Sizler Tanrı’nın evlatlarısınız; bundan da fazla, sizler şimdi, Babamın krallığının elçilerisiniz. Bağışlayıcı olun, tıpkı Tanrı’nın olduğu gibi; ve, krallığın ebedi geleceğinde sizler, tıpkı cennetsel Babanızın kusursuz olduğu gibi, kusursuz olacaksınız.
140:3.17 (1571.4) “Sizler, insanları kurtarmak için görevlendirilmiş haldesiniz, onları yargılamak için değil. Yeryüzü yaşamınızın sonunda, hepiniz, bağışlamayı bekleyeceksiniz; bu nedenle, ben sizlerden, fani yaşamınız boyunca beden içindeki kardeşlerinizin tümüne merhamet göstermenizi şart koşuyorum. Kendi gözünüzde kocaman bir odun parçası varken, kardeşinizin gözündeki bir toz parçasını çıkarmaya çalışma hatasında bulunmayın. Kendi gözünüzdeki odun parçasını bir kez attıktan sonra, kardeşinizin gözündeki toz parçasını atmayı daha iyi yaptığınızı görebilirsiniz.
140:3.18 (1571.5) “Gerçekliği net bir biçimde kavrayın; doğru olan yaşamı korkusuz bir biçimde yaşayın; ve, böylece sizler benim havarilerim ve Babamın elçileri olacaksınız. Şu sözü duydunuz: ‘Eğer gözleri görmeyen bir diğer gözleri görmeyeni yönlendirse, onların her ikisi de çukura düşer.’ Eğer sizler, diğerlerini krallığa doğru yönlendirecek olursanız, bizzat kendiniz, yaşayan gerçekliğin berrak ışığı altında yürümek zorundasınız. Krallığa dair her işte, güçlü bir biçimde ben sizlerden, adil kararı ve keskin bilgeliği göstermenizi rica ediyorum. Köpekler için kutsal olanı sunmayın; ne de domuzların önüne, ayakları altına alıp sonunda sizleri parçalamalarını istemiyorsanız, elmasları serpin.
140:3.19 (1571.6) “Ben sizleri, içinde, içlerinde saldırmak için kendini zor tutan kurtlar iken, koyun kıyafetinde sizlere gelecek olan sahte tanrı-elçileri hakkında uyarıyorum. Verdikleri meyvelerden siz onları tanıyacaksınız. İnsanlar, üzümleri dikenlerden, incirleri devedikenlerinden toplarlar mı? Öyle olsa bile, her iyi ağaç, iyi meyveyi verir; ancak, bozuk ağaç, kötü meyveyi taşır. İyi bir ağaç kötü meyveyi vermez; ne de, bozuk bir ağaç iyi meyveyi verebilir. İyi meyveyi vermeyen her ağaç, yakın bir süre içinde kütüklere ayrılır ve ateşe atılır. Cennetin krallığına olan bir giriş hakkının elde edilişinde, taşınan güdü önemlidir. Babam, insanların kalplerine bakmakta ve onları sahip oldukları içten arzuları ve samimi amaçları ile yargılamaktadır.
140:3.20 (1571.7) “Krallık yargısının büyük gününde, birçok kişi bana şunu söyleyecek: “Bizler senin adına geleceği söylemedik mi ve adınla birçok muhteşem emekte bulunmadık mı?” Ancak, ben onlara şunu söylemek zorunda kalacağım: ‘Ben sizi hiç tanımadım ki; yanımdan uzaklaşın, siz sahte öğretmenler.’ Ancak, bu görevi duyan, ve tıpkı benim, Babamı sizlere temsil etmiş olduğum gibi beni temsil etme görevini içten bir biçimde yerine getiren herkes, benim hizmetime ve cennetsel Yaratıcı’nın krallığına kısıtsız bir girişi bulacaklardır.”
140:3.21 (1571.8) Daha önce hiçbir kez, havariler İsa’nın bu şekilde konuştuğunu duymamıştı zira, o kendilerine, olabilecek en yüksek yönetim gücüne sahip biri halde konuşmuştu. Onlar, günbatımı dağdan inmişlerdi; ancak, hiçbir kişi, İsa’ya bir soru dahi sormamıştı.
140:4.1 (1572.1) Tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle “Dağdaki Vaaz” İsa’nın müjdesi değildir. O, yararlı nitelikte fazlaca yönergeyi taşımaktadır; ancak, o, on iki havari için İsa’nın görevlendirişiydi. O, müjdeyi duyurmaya, ve, tıpkı kendisinin çok seçkin ve kusursuz bir biçimde Babası’nın temsilcisi olduğu gibi insanların dünyasında kendisini temsil etmeye devam edecek olanlar için Üstün’ün kişisel görevlendirmesiydi.
140:4.2 (1572.2) “Sizler, kurtarıcı bir tada sahip bir tuz olarak, yeryüzünün tuzusunuz. Ancak, eğer bu tuz tadını kaybederse, nasıl eski haline gelir? Onun bundan sonra atılmaktan ve insanların ayakları altına alınmaktan başka yararı yoktur.”
140:4.3 (1572.3) İsa’nın zamanında tuz kıymetliydi. Tuz hatta para olarak bile kullanılmıştı. Çağdaş kelime olan “maaş”, tuzdan kökenini almaktadır. Tuz yalnızca yiyeceklere tat vermemekte, o aynı zamanda bir koruyucu işlevi görmektedir. Diğer şeyleri daha lezzetli kılmakta, böylece harcanarak amacına hizmet etmektedir.
140:4.4 (1572.4) “Sizler dünyanın ışığısınız. Bir tepenin üstüne inşa edilmiş bir şehir gizlenemez. Ne de insanlar bir mumu yakıp, bir leğenin içine kapatır; bir mum bir mumluğa, evdeki herkese ışık vermesi için konulur. Bu şekilde ışığınızı insanlar önünde, onların iyi işlerinizi görebilmesi ve cennetteki Babanızın yüceltilişine gelebilmesi için parlatın.”
140:4.5 (1572.5) Işık karanlığı kovarken, o aynı zamanda, kafa karıştıran ve sinirleri ayağa kaldıran bir biçimde “kör edici” olabilir. Bizler, ışıklarımızın; gelişmiş yaşamlarımızın yeni ve tanrısal yollarına akranlarımızı yönlendiren biçimde parlaması hususunda uyarılmaktayız. Bizlerin ışığı, ilgiyi benliğe çekmek için parıldamamalıdır. Birinin sahip olduğu meslek bile, yaşamın bu ışığının dağıtımı için etkin bir “yansıtıcı” olarak kullanılabilir.
140:4.6 (1572.6) Güçlü karakterler kökenini, yanlışı yapmamaktan değil, gerçekte doğru olanı yapmaktan alır. Fedakârlık, insan büyüklüğünün nişanıdır. Benliğin kendisini gerçekleştirişinin en yüksek düzeylerine, ibadet ve hizmet ile ulaşılır. Mutlu ve verimli kişi, yanlış olanı yapmanın korkusuyla değil, doğru olanı yapmanın derin sevgisiyle harekete geçer.
140:4.7 (1572.7) “Verdikleri meyvelerinden siz onları tanıyacaksınız.” Kişilik temel olarak değişmezdir; büyüyen bir biçimde — onun değişen yanı ahlaki karakterdir. Çağdaş dinlerin en büyük hatalarından biri, onların yasaklayıcı vurgusudur. Meyve taşımayan ağaç “kütüklere ayrılır ve ateşe atılır.” Ahlaki değerlilik, “Yapmayacaksınız” emrine uyan bir biçimde — yalnızca baskıyla elde edilemez. Korku ve utanç, dini yaşam için değeri bulunmayan güdülerdir. Din yalnızca, Tanrı’nın babalığını açığa çıkardığı ve insanların kardeşliğini geliştirdiği zaman geçerlidir.
140:4.8 (1572.8) Yaşama dair etkin bir felsefe, kâinatsal kavrayışa ve bir kişinin toplumsal ve mali çevresine olan duygusal tepkilerinin toplamına ait bir bileşimle oluşturulur. Şunu hatırlayın: Kalıtsal olarak alınmış uyarımlar üzerinde temel olarak değişiklikte bulunulamazken, bu türden uyarımlara olan duygusal tepkiler değiştirilebilir; bu nedenle, ahlaki doğa üzerinde değişiklikte bulunulabilir, karakter geliştirilebilir. Güçlü karakterde, duygusal tepkiler bir bütün haline gelmiş ve eş güdümsel nitelikte bulunmakta olup, böylelikle o bütünleşmiş bir kişiliğin yaratımını temsil etmektedir. Eksik olan bütünleşme ahlaki doğayı zayıflatmakta ve mutsuzluğu yaratmaktadır.
140:4.9 (1572.9) Değerli bir amaca sahip olmadan, yaşam amaçsız ve yararsız hale gelmekte ve daha fazla mutsuzluk ortaya çıkmaktadır. İsa’nın, on ikilinin görevlendirilişinde gerçekleştirmiş olduğu konuşma, yaşamın üstün bir felsefesini oluşturmaktadır. Güçlü bir biçimde İsa takipçilerinden, deneyimsel inancın uygulanmasını istemiştir. O kendilerini, sadece ussal ilerleyişe, sorgulamadan inanmaya ve kurulu otoriteye bağlı olmamaları konusunda uyarmıştı.
140:4.10 (1573.1) Eğitim, bizlerin doğadan gelen ve kalıtımsal uyarımlarımızı tatmin etmenin daha iyi yolarını öğrenmenin (keşfetmenin) bir yöntemi olmalıdır; ve, mutluluk, duygusal tatminlere ait bu gelişmiş yöntemlerin bir toplamından doğmaktadır. Mutluluk, her ne kadar çevredeki keyif veren şeyler ona fazlasıyla katkıda bulunabilse de, çevreye çok az bağlıdır.
140:4.11 (1573.2) Her fani gerçekten de, tıpkı cennet içindeki Baba gibi kusursuz olma biçiminde, bütüncül bir insan olmayı derinden arzulamaktadır; ve, bu türden bir erişim olanak dâhilindedir, çünkü son kertede “kâinat gerçek anlamıyla babasaldır.”
140:5.1 (1573.3) Dağdaki Vaaz’dan Son Akşam Yemeği’ndeki söyleşiye kadar, İsa takipçilerine, kardeşsel sevgi yerine babasal sevgiyi dışa vurmalarını öğretmişti. Kardeşsel sevgi, komşunuzu kendiniz gibi sevme anlamına gelmekte olup, bu başlı başına, “altın kuralın” yeterli bir biçimde yerine getirilişi anlamına gelecekti. Ancak, babasal şefkat, akran fanilerinizi İsa’nın sizleri derinden sevdiği sevmenizi gerektirmektedir.
140:5.2 (1573.4) İsa insanlığı, çifte bir şefkat ile derinden sevmişti. O yeryüzü üzerinde, insan ve kutsal halinde — bir çifte katmanlı kişilik olarak yaşamıştı. Tanrı Evladı olarak, o, insanları babasal bir sevgi ile derinden sevmektedir — o, kendisinin evren Babası olarak insanın Yaratanı’dır. İnsan Evladı olarak, İsa fanileri bir kardeş gibi derinden sevmektedir — o gerçek anlamıyla, insanlar arasında bir insandı.
140:5.3 (1573.5) İsa takipçilerinden, kardeşsel derin sevginin imkânsız bir dışavurumunu elde etmelerini beklememişti; ancak, o, insana Tanrı’nın kendi yaratılmışlarına baktığı gibi bakmaya ve böylece — babasal bir şefkatin ilk adımlarını herkese gösteren bir biçimde — insanları Tanrı’nın onları derinden sevdiği gibi sevmeye başlayan bir düzeyde — tıpkı cennet içindeki Yaratıcı gibi kutsal olarak — Tanrı gibi olmayı amaçlamalarını beklemişti. On iki havariye yapılmış olan bu güçlü ricalar boyunca, İsa, toplumsal düzeyde olan sayısız çevresel uyumla ilgili belirli duygusal tutumlarda ilişkili halde bulunarak, babasal sevginin bu yeni kavramsallaşmasını açığa çıkarmayı amaçlamıştı.
140:5.4 (1573.6) Üstün; salt kardeşsel sevginin kısıtlılıklarına karşıt bir biçimde, onun babasal sevgiye ait dört aşkın ve yüce tepkisinin ilerleyen süreçlerdeki tasvirine olan giriş olarak, dört inanç tutumuna dikkatleri çekerek hazırlıksal nitelikteki bu çok önemli söyleşiyi gerçekleştirmişti.
140:5.5 (1573.7) O ilk önce; ruhsal yoksunluğu çekenler, doğruluğun açlığını duyanlar, ağırbaşlılığını koruyanlar ve kalpleri yönünden saf olanlar hakkında konuşmuştu. Bu türden ruhaniyet-kavrayan fanilerin, babasal şefkatin muhteşem uygulanışını gerçekleştirme girişimine yetkin olan bir biçimde, kutsal fedakârlığın bu türden düzeylerine erişmeleri beklenilebilir; yas tutacak konumda bile onlar, merhamet gösterme, barışı destekleme ve haksız yargılamalara göğüs germe gücüne sahip, tüm bu zorlu koşullar süresince sevilesi olmayan haldeki insanlığı bile babasal bir sevgi ile sevmeye. Bir babanın şefkati, bir kardeşin şefkatini kıyas edilemeyecek düzeyde bile aşan bağlılık düzeylerine erişebilir.
140:5.6 (1573.8) İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu kutsanmışlara dair bu sekiz ifadenin içerdiği inanç ve derin sevgi, fani karakteri güçlendirmekte ve mutluluğu yaratmaktadır. Korku ve kızgınlık, karakteri zayıflatmakta ve mutluluğu yok etmektedir. Bu çok önemli vaaz, mutluluğa olan vurgu ile başlamıştı.
140:5.7 (1573.9) 1. “Ruhaniyette eksiklik çekenler — alçakgönüllüler — mutlu olsunlar.” Bir çocuk için mutluluk, keyif duyulan bir arzunun doğrudan bir biçimde yerine getirilişidir. Erişkin, daha fazla mutluluğun ilerideki hasatlarını toplamak için kendisini reddetme tohumlarını ekmeye gönüllülük gösterir. İsa’nın döneminde ve bu dönemden beri, mutluluk çok sıklıkla, maddi servete sahip olmanın düşüncesiyle ilişkilendirilmişti. Ferisi ve mabette dua eden tahsildarcı hikâyesinde, biri — bencil olarak — ruhaniyet bakımından zengin hissetmiş diğeri — alçakgönüllü olarak — “ruhaniyet bakımından fakir” hissetmişti. Biri, sadece kendi kendisine yeter; diğer, öğretilebilir ve gerçekliği arayandı. Ruhaniyette eksiklik çekenler — Tanrı’yı — ruhsal servetin hedeflerini amaç edinirler. Ve, gerçekliğin bu türden arayanları, uzak bir gelecekteki ödülleri için beklemek zorunda değildir; onlar hâlihazırda şimdi ödüllendirilmiş haldedir. Onlar, cennetin krallığını kalpleri içinde bulmakta olup, bu türden mutluluğu şimdi deneyimler.
140:5.8 (1574.1) 2. “Doğruluk için açlık ve susuzluk çekenler mutlu olsunlar, zira onların bu ihtiyaçları giderilecektir.” Yalnızca ruhaniyette açlık çekenler, bir kez bile olsun, doğruluğun açlığını duyabileceklerdir. Yalnızca alçakgönüllü olan, kutsal kuvveti aramakta ve ruhsal gücün derin arzusunu duymaktadır. Ancak, bilerek, ruhsal kazanımlar amacıyla kişinin iştahını geliştirmek için ruhsal oruca girişmek olabilecek en tehlikeli şeydir. Fiziksel oruç, beş veya altı gün sonra tehlikeli hale gelmektedir; kişi, yiyecek için tüm arzusunu yitirme eğilimine sahip olur. İster fiziksel isterse de ruhsal olsun, haddinden fazla süren oruç, açlığı yok etme eğilimi gösterir.
140:5.9 (1574.2) Deneyimsel doğruluk bir keyiftir, bir görev değil. İsa’nın doğruluğu, babasal-kardeşsel şefkat olarak — bir faal sevgiydi. O, yasaklayıcı veya diğer bir değişle “yapmayacaksın” türündeki doğruluk değildi. Nasıl olur da biri, bir kez bile olsun, “yapmayacaksın” türünde bir şey olarak — yasaklayıcı bir şeyin açlığını duyabilirdi ki?
140:5.10 (1574.3) Bir çocuk aklına İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu kutsanmışlara dair bu sekiz ifadenin ilk ikisini öğretmek o kadar da kolay değildir; ancak, olgun akıl, onların önemini kavrayan niteliktedir.
140:5.11 (1574.4) 3. “Ağırbaşlılar mutlu olsunlar, zira dünyanın mirası onlara kalacak.” İçten ağırbaşlılığın korkuyla hiçbir ilişkisi yoktur. O bunun yerine — “Senin iraden yerine gelecek” biçiminde — insanın Tanrı ile birlikte eş güdümde bulunuşunun bir tutumudur. Bu sabrı ve tahammülü içine alıp, kanunlar tarafından idare edilmekte ve arkadaşsal bir evrene olan sarsılmaz bir inancın ana güdüsündedir. O, kutsal rehberliğe isyan etmenin her türlü cezbediciliğinin üstesinden gelir. İsa, Urantia’nın ideal bir ağırbaşlı kişisiydi, ve ona uçsuz bucaksız bir evren miras kalmıştı.
140:5.12 (1574.5) 4. “Kalpleri temiz olanlar mutlu olsunlar, zira onlar Tanrı’yı görecekler.” Ruhsal saflık, şüpheyi ve intikamı barındırmayışı dışında, yasaklayıcı bir nitelik değildir. Saflıktan bahsederken, İsa ayrıcalıklı bir biçimde insanların cinsel tutumlarını ima etmeyi amaçlamamıştı. O daha çok, insanın akran insanlarına karşı beslemesi gereken inanca atıfta bulunmuştu; bir ebeveynin çocuğuna beslemekte olduğu, ve, akranlarını bir babanın onları derinden seveceği gibi sevmeye yetkin kılan inanç. Bir babanın sevgisi pohpohlamaya ihtiyaç duymaz; ve, o, kötülüğe göz yummaz; ancak, o her zaman, bireysel çıkarcılığın karşısındadır. Babasal derin sevgi, tek bir amaca sahiptir; ve, o her zaman, insan içinde en iyi olan şeyi arar; bu, gerçek bir ebeveynin tutumudur.
140:5.13 (1574.6) Tanrı’yı — inanç vasıtasıyla — görmek, gerçek ruhsal kavrayışı elde etme anlamına gelmektedir. Ve, ruhsal kavrayış, Düzenleyici rehberliğini arttırmaktadır; ve, bunlar, sonuç olarak, Tanrı-bilincini çoğaltmaktadır. Ve, sizler Tanrı’yı tanıdığınız zaman, onun kutsal evlatlığının güvencesinden emin hale gelirsiniz; ve, sizler, yalnızca bir kardeş olarak değil — kardeşsel derin sevgiyle birlikte — ama aynı zamanda bir baba olarak — babasal şefkat ile, beden içindeki kardeşlerinizin her birini artan bir biçimde sevebilirsiniz.
140:5.14 (1574.7) Bu uyarıyı bir çocuğa bile öğretmek kolaydır. Çocuklar içkin olarak güvenir nitelikteydiler; ve, ebeveynler, onların bu basit inancı yitirmemelerine dikkat etmelidirler. Çocuklar ile ilişkilerinizde, her türlü aldatmacadan kaçının ve şüphe duymayı teşvik etmekten sakının. Bilge bir biçimde, onların kahramanlarını ve yaşam görevlerini seçmelerine yardım edin.
140:5.15 (1574.8) Ve, bunun sonrasında, İsa takipçilerine; kusursuzluk— ve hatta kutsal erişim olarak — insan mücadelesinin tümünün başlıca amacının gerçekleşiminde eğitimine başladı. Her zaman, o, takipçilerine şu uyarıda bulunmuştu: “Kusursuz olun, tıpkı cennet içindeki Yaratıcınız gibi.” Güçlü bir biçimde o on ikiliden, kendilerini sevmiş oldukları komşularını derinden sevmelerini talep etmemişti. O, değerli bir kazanım olurdu; kardeşsel sevginin kazanımı anlamına gelirdi. O bunun yerine havarilerini; kardeşsel bir şefkate ek olarak babasal bir biçimde derinden sever nitelikte — kendisinin insanları derinden sevdiği gibi onları sevmeleri konusunda uyardı. Ve, o bunu, babasal sevginin en yüksek düzeydeki dört tepkisine işaret ederek örneklendirmişti:
140:5.16 (1575.1) 1. “Yas tutanlar mutlu olsunlar, zira onlar teselli edileceklerdir.” Tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle sağduyu veya en mantıklı düşünüş, hiçbir zaman, mutluluğun yastan elde edilebileceğini önermeyecektir. Ancak, İsa, dışa dönük ve herkesin görebileceği bir yasa atıfta bulunmamıştı. O, hassas duyuşun bir duygusal tutumunu kastetmişti. Erkek çocuklara ve genç adamlara, hassasiyeti göstermenin veya başka durumlarda duygusal hissin veya fiziksel ıstırabın belirtilerini göstermenin erkekliğe yakışmadığını öğretmek büyük bir hatadır. Duygudaşlık, kadınlarınkine ek olarak erkeklerin değerli bir niteliğidir. Erkekçe olmak için katı olmak gerekmemektedir. Bu, cesur erkekleri yaratmanın yanlış yoludur. Dünyanın büyük adamları, yas tutmaktan korkmayan insanlar olagelmiştir. Yas tutmuş bulunan Musa, hem Samson’dan hem de Golyat’dan daha büyük bir kişiydi. Musa, muhteşem bir önderdi; ancak, o aynı zamanda, ağırbaşlılığın bir adamıydı. İnsan ihtiyacına karşı hassasiyet duymak ve ona karşılık veriyor olmak samimi ve kalıcı mutluluk yaratırken, bu türden iyi tutumlar, kızgınlığın, nefretin ve şüphenin yıkıcı etkilerinden ruhu korumaktadır.
140:5.17 (1575.2) 2. “Bağışlayıcı olanlar mutlu olsunlar, zira onlar bağışlanmaya hak kazanacaklardır.” Bağışlama burada, sevgi-dolu-iyilik olarak — en gerçekçi arkadaşlığın yüksekliği ve derinliği ve genişliği anlamına gelmektedir. Bağışlama zaman zaman eylemsiz bir nitelikte bulunabilir; ancak, burada bağışlama — olası en yüksek düzeydeki babalık tutumu olarak — faal ve devinimseldir. Sevgi dolu bir ebeveyn, kendi çocuğunu affetmede, hatta birçok kez bunu yapmada, çok az zorluk çekmektedir. Ve, şımartılmamış olan bir çocukta ızdırabı giderme uyarımı içkindir. Çocuklar genel olarak, mevcut koşulları anlayacak kadar büyüdüklerinde iyiliksever ve anlayışlıdırlar.
140:5.18 (1575.3) 3. “Huzuru inşa edenler mutlu olsunlar, zira onlar Tanrı’nın evlatları olarak çağırılacaklardır.” İsa’nın dinleyicileri, barışı inşa edenleri değil askeri bir biçimde kurtuluşa erişmeyi arzulamaktaydılar. Ancak, İsa’nın barışı, eylemsiz ve yasaklayıcı türde değildi. Mahkemeler ve idamlar karşısında, İsa, “Sana huzurumu veriyorum.” “İçin rahat tut, ne de onun korku duymasına izin ver.” Bu, yıkıcı çatışmaları önleyen huzurdu. Kişisel huzur, kişiliği bir bütün haline getirmektedir. Toplumsal huzur, korkuyu, açgözlülüğü ve kızgınlığı engellemektedir. Siyasi barış, ırkların karşıtlıklarını, milli kuşkuları ve savaşı önlemektedir. Huzuru inşa etmek, güvensizliğin ve kuşkunun çaresidir.
140:5.19 (1575.4) Çocuklara kolayca, barışın inşa edicileri olarak faaliyet göstermeleri öğretilebilir. Onlar, ekip etkinliklerinden keyif duymaktadırlar; onlar, beraber oynamayı sevmektedirler. Başka bir sefer Üstün şöyle söylemişti: “Her kim hayatını kurtarmak isterse onu kaybetmeli, ancak her kim hayatını kaybedecek olursa onu bulmalıdır.”
140:5.20 (1575.5) 4. “Doğruluk adına idam edilmiş olanlar mutlu olsunlar, zira onlarınki, cennetin krallığıdır. İnsanlar sizlerden nefret ettiklerini gösterdiklerinde ve sizleri yargıladığında ve sizlere hak etmediğiniz biçimde her türlü kötü sözü söylediğinde, mutlu olun. Neşelenin ve olabildiğince mutluluk duyun, zira asıl önemli olan şey cennet içindeki ödülüzdür.
140:5.21 (1575.6) Oldukça sıklıkla, idamı barış takip etmektedir. Ancak, genç insanlar ve cesur erişkinler hiçbir zaman zorluktan veya tehlikeden kaçınmamaktadır. “Kişi, kendi yaşamını arkadaşlarının önüne sermesinden daha büyük bir derin sevgiye sahip olmaz.” Ve, bir babasal derin sevgi, kardeşsel sevginin neredeyse hiçbir biçimde tamamiyle çevreleyemeyeceği şeyler olarak — tüm bunların hepsini hiçbir kısıtlama olmadan yerine getirebilir. Ve, ilerleme her zaman, idamın nihai hasadı olmuştur.
140:5.22 (1575.7) Çocuklar her zaman, cesaretin sınanışına karşılık verir. Gençlik sürekli olarak, “bir şeyi cüret etme” arzusu duymaktadır. Ve, her çocuk öncül bir biçimde, feda etmeyi öğrenmelidir.
140:5.23 (1575.8) Ve, böylece Dağdaki Vaaz’ın içermiş olduğu kutsanmışların sekizi ifadesi, inanç ve derin sevgiye dayanmaktadır, etik kurallar ve görev olarak — kanuna değil.
140:5.24 (1575.9) Babasal sevgi, adaletsizliğin doğrudan karşılığı olarak iyiyi yapma biçiminde — kötülüğe iyilikle karşılık vermekten büyük keyif duymaktadır.
140:6.1 (1576.1) Pazar akşamı, Kapernaum’un kuzeyindeki tepelerden Zübeyde’nin evine ulaştıklarında, İsa ve on ikili sade bir yemek yedi. Bunun sonrasında, İsa kumsal boyunca bir yürüyüşe çıkarken, on ikili kendi arasında konuşmuştu. Kısa bir görüş alış-verişinden sonra, ikizlerin onlara ısı ve daha fazla ışık vermesi için küçük bir ateş yaktıkları esnada, Andreas İsa’yı aramak için dışarı çıktı ve, onu yakaladığında, kendisine şunu söylemişti: “Üstünümüz, benim kardeşlerim krallık hakkında söylemiş olduğun şeyleri anlayamamaktadır. Sen daha fazla açıklamada bulunana kadar, bizler kendimizi bu göreve başlamaya yetkin hissetmiyoruz. Ben senden, bahçede bizlere katılmanı ve sözlerinin anlamını kavramamıza yardım etmeni rica etmek için geldim.” Ve, İsa Andreas ile birlikte, havariler ile buluşmak için hareket etmişti.
140:6.2 (1576.2) Onlar bahçeye girdiklerinde, İsa havarileri etrafında toplayıp, şunları söyleyerek, ilave öğretilerinde bulunmuştu: “Sizlere benim iletimi almanız zor gelmektedir, çünkü sizler, eskinin tam da üstüne yeni öğretiyi inşa etme eğilimindesiniz; ancak, ben, sizlerin yeninden doğmak zorunda oluşunuzu duyuruyorum. Sizler, küçük çocuklar gibi tam da en başından başlamak ve öğretilerime güvenme ve Tanrı’ya inanma istekliliği göstermek zorundasınız. Krallığın yeni müjdesi, mevcut olana uyumlu hale getirilen bir biçimde uyarlanamaz. Sizler, İnsan Evladı ve onun yeryüzü üzerindeki görevine dair yanlış düşüncelere sahipsiniz. Ancak, benim, kanun ve tanrı-elçilerini bir kenara atmak için gelmiş olduğumu düşünme hatasında bulunmayın; ben, yıkmak için değil, yerine getirmek, genişletmek ve göstermek için geldim. Kanuna karşı gelmek için değil, onun yerine, kalplerinizdeki levhalara yeni emirleri yazmak için geldim.
140:6.3 (1576.3) “Ben sizlerden, Yaratıcı’nın iltimasını sadaka vererek, dua ederek ve oruç tutarak elde etmeyi amaçlayanların doğruluğunu aşacak olan bir doğruluğu talep ediyorum. Eğer sizler krallığa girecek olursanız, cennet içindeki Babamın iradesini yerine getirmenin içten arzusu biçiminde — derin-sevgi, bağışlama ve gerçeklikten meydana gelen bir doğruluğa sahip olmak zorundasınız.”
140:6.4 (1576.4) Bunun sonrasında Şimon Petrus şunu söyledi: “Üstünümüz, sen eğer yeni bir emre sahipsen, bizler onu uygulayacağız. Yeni yolu göster bize.” İsa Petrus’a şu cevabı verdi: “Sizler, kanunu öğretenler tarafından şunların söylenmiş olduğunu duydunuz: ‘Öldürmeyeceksiniz; her kim öldürürse, o yargılanacaktır.’ Ancak, ben, eylemin arkasındaki güdüyü açığa çıkarmadan fazlasını arıyorum. Ben sizlere, kardeşine kızgın olan herkesin kınanma tehlikesi içinde bulunduğunu duyuruyorum. Kalbinde kini besleyen ve aklında intikamı tasarlayan, yargılanma tehlikesi içindedir. Sizler akranlarınızı, onların eylemleri ile yargılamak zorundasınız; cennet içindeki Yaratıcı onları, onların niyetleri ile yargılar.
140:6.5 (1576.5) “Sizler, kanunun öğretmenlerinin şunu söylemiş olduğunu duydunuz: ‘Evlilik-dışı ilişkide bulunmayacaksınız.’ Ancak, ben size, bir kadına onu şehvetle arzular biçimde bakan her erkeğin hâlihazırda kalbinde onunla bir evlilik-dışı ilişkide bulunmuş olduğunu söylüyorum. Sizler insanları yalnızca eylemleri ile yargılayabilirsiniz; ancak, Babam, çocukların kalplerine bakmakta, ve onlar hakkında, niyetleri ve gerçek arzuları uyarınca bağışlama içinde karara varmaktadır.”
140:6.6 (1576.6) İsa; Yakub Zübeyde’nin kendisini, şunu soran bir biçimde böldüğü esnada, diğer emirleri tartışmayı istemekteydi; “Üstünümüz, bizler boşanma hakkında insanlara neyi öğretmeliyiz? Bizler, bir erkeğin eşini Musa’nın emrettiği gibi boşamasına izin vermeli miyiz?” Ve, İsa bu soruyu duyduğunda, şunu söylemişti: “Ben yasa koymak için değil, aydınlatmak için geldim. Ben, bu dünyaya ait krallıkları yeniden inşa etmek için gelmedim; bunun yerine, ben, cennetin krallığını kurmak için geldim. Benim kendimi; benim sizlere, bugün için iyi olabilecek ama bir başka çağın toplumu için elverişliliğin ötesinde bulunabilecek, hükümetin, ticaretin veya toplumsal davranışın kurallarını öğretme cazibesine bırakmak Yaratıcı’nın iradesi değildir. Ben yeryüzü üzerinde sadece, insanların akıllarına huzur vermek, onların ruhaniyetlerini özgürleştirmek ve onların ruhlarını kurtarmak için bulunmaktayım. Ancak, bu boşanma sorusu hakkında, sizlere şunu söyleyeceğim: Her ne kadar Musa bu türden şeyleri olumlu görmüşse de, bu, Âdem’in döneminde ve Cennet Bahçesi’nde böyle değildi.”
140:6.7 (1577.1) Havarileri kendi aralarında kısa bir süreliğine konuştuktan sonra, İsa konuşmasını şöyle sürdürmüştü: “Sizler her zaman, her fani davranışın — insan ve kutsal olarak — iki bakış açısını görmek zorundasınız; bedenin yollarını ve ruhaniyetin yolunu; zamanın hesabını ve ebediyetin bakış açısını.” Ve, her ne kadar on ikili, İsa’nın kendilerine anlatmış olduğu her şeyi kavrayamamış olsa da, bu eğitimin gerçek anlamıyla yararını görmüşlerdi.
140:6.8 (1577.2) Ve, bunun sonrasında İsa şunu söylemişti: “Ama, sizler benim öğretime takılmaktasınız, çünkü iletimi, kelimenin harfi harfine olan anlamıyla yorumlama alışkanlığındasınız; sizler, öğretimimin ruhaniyetini kavramakta yavaş kalmaktasınız. Tekrar edilmesi gerekirse, hazırlamak zorundasınız ki sizler benim ileticilerimsiniz; sizler yaşamlarınızı, ruhaniyet içinde benim yaşadığım gibi yaşamaya özen göstermelisiniz. Sizler benim kişisel temsilcilerimsiniz; ancak, herkesten yaşamını, sizler ile her bir yönden aynı şekilde yaşamasını bekleme hatasında bulunmayınız. Sizler aynı zamanda; benim bu sürünün dışında da koyunlara sahip olduğumu, ve onlara da bakmakla yükümlü olduğumu, ve bunun için onlara, fani doğanın yaşamını yaşarken Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmenin yönetimini sağlamak zorunda oluşumu hatırlamak durumundasınız.”
140:6.9 (1577.3) Bunun sonrasında Nathanyel şunu sordu: “Üstünümüz, adaletten hiç mi bahsetmeyeceğiz? Musa’nın yasası, ‘Göze göz, ve dişe diş’ der. Bizler ne söylemeliyiz?” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Sizler, kötülüğe iyilikle karşılık vermelisiniz. Benim ileticilerim, insanlarla cebirle mücadele etmemelidir; ancak, herkese karşı nazik olun. Misline misli, sizlerin yasası olmamalıdır. İnsanların idarecileri böyle yasalara sahip olabilir, ancak bu, krallıkta böyle olamaz; her zaman, bağışlama yargılarınızı ve derin sevgi davranışlarınızı belirlemelidir. Ve, eğer bunlar duyması zor olan şeyler ise, sizler şimdi bile geri dönebilirsiniz. Eğer siz havariliğin gereksinimlerini haddinden fazla zor buluyorsanız, takipçiliğin daha az kuralcı olan yoluna geri dönebilirsiniz.”
140:6.10 (1577.4) Bu çok şaşırtıcı sözleri duymaları üzerine, havariler bir süreliğine kendilerinin isteği ile dağıldı ancak, onlar, kısa bir süre sonrasında geri dönmüş olup, Petrus şunu söylemişti: “Üstünümüz, bizler seninle devam etmek istiyoruz; hiçbirimiz geri dönmeyecek. Bizler tamamiyle ilave bedeli ödemeye hazırız; bizler kadehten içeceğiz. Havariler olacağız, yalnızca takipçiler değil.”
140:6.11 (1577.5) İsa bunu duyduğunda, şunu söyledi: “Öyleyse, sorumluluklarınızı üstlenip beni takip etmeye gönüllü olun. İyi eylemlerinizi gizlice yapın; sadaka verdiğinizde, sol elinizin sağ eli bilmesine izin vermeyin. Ve, dua ettiğinizde, kendinize çekilin ve gösterişli tekerlemeleri ve anlamsız tabirleri kullanmayın. Her zaman, Yaratıcı’nın, daha sormadan önce bile sizin neye ihtiyacınız olduğunu bildiğini hatırlayın. Ve, kendinizi oruca, insanlara üzgün bir yüzde görülecek halde vermeyin. Benim seçilmiş havarilerim olarak, şimdi krallığımın hizmeti için ayrılın; yeryüzü üzerindeki hazineleri kendiniz için toplamayın; fedakâr hizmetinizle cennet içindeki hazineleri kendiniz için toplayın; zira, hazineleriniz neredeyse, aynı zamanda kalbinizde orada olacaktır.
140:6.12 (1577.6) “Bedenin feneri gözdür; bu nedenle, eğer gözünüz cömert ise, bedeniniz tamamiyle ışık içinde olacaktır. Ancak, eğer gözünüz bencil ise, tüm bedeniniz karanlıkla dolacaktır. Şayet içinizde olan tam da bu ışık sönerse, bu karanlık ne de devasa olacaktır!”
140:6.13 (1577.7) Ve, bunun sonrasında, Tomas İsa’ya, “her şeye ortaklaşa bir biçimde sahip olmaya devam edip etmemeleri” gerektiğini sordu. Üstün şöyle söyledi: “Evet, benim kardeşlerim, bizlerin, bir anlayışlı aile olarak beraberce yaşamasını arzu ediyorum. Sizler, büyük bir görev emanet edilmiş konumdasınız; ve, ben, sizlerin tümüyle odaklanmış olan hizmetinizi derinden arzuluyorum. Şunun çok yerinde bir biçimde söylenmiş olduğunu biliyorsunuz: ‘Hiç kimse iki üstüne hizmet edemez.’ Sizler Tanrı’ya içten bir biçimde ibadet edip, aynı zaman da tüm kalbinizle maddi gereksinimlere hizmet edemezsiniz. Krallığın görevine şimdi koşulsuz olarak yazılmış bulunarak, yaşamlarınız için endişe etmeyin; kaldı ki, neyi yiyeceğinizi veya neyi içeceğinizi hiç dert etmeyin; ne de bedenlerinizden, hangi kıyafeti giyeceğinizden. Hâlihazırda sizler, istekli ellerin ve içten kalplerin aç kalmayacağını öğrenmiş bir konumdasınız. Ve şimdi, enerjilerinizin tümünü krallığın görevine adamak için hazırlanırken, Yaratıcı’nın ihtiyaçlarını gözetmezlikten gelmeyeceğine emin olun. İlk önce Tanrı’nın krallığını arayın; ve, sizler onun girişini bulduğunuz zaman, gerekli olan her şey tarafınıza eklenecektir. Bu nedenle, ertesi gün için gereksiz yere endişelenmeyin. Her gün kendisine ait yeterli sıkıntıya sahiptir.”
140:6.14 (1578.1) İsa, havarilerin tüm gece boyunca soru sormak için ayakta kalma eğiliminde bulunduğunu görünce, onlara şunu söylemişti: “Benim kardeşlerin, sizler yeryüzüne aitsiniz; ertesi günün görevi için hazır olmak amacıyla istirahata çekilmeye gitmek sizin için en iyisidir.” Ancak, uyku öncesinden gözlerinden kaçmıştı. Petrus, Üstünü’nden şunun ricasında bulunmaya girişti: “Seninle çok küçük özel bir konuşmada bulunmak istiyorum. Kardeşlerimden sakladığım sırlar yok ama, sorunlu bir ruhaniyetim var; ve, eğer, şayet gerçekleşirse, Üstünüm’den bir uyarıyı hak edeceksem, seninle yalnız bir halde ona daha iyi dayanırım.” Ve, İsa, eve doğru ilerleyen bir biçimde — “Benimle birlikte gel, Petrus” dedi. Petrus, Üstünü’nün mevcudiyetinden çokça neşelenmiş ve fazlasıyla cesaretlenmiş halde geri döndüğünde, diğer havariler birer birer Üstün ile konuşmaya gitti. Ve, onların tümü, daha öncesinden uykuya dalmış ikizler haricinde, kişisel kendisiyle görüşmelerde bulunduğunda, Andreas İsa’nın yanına gidip, şunu söyledi: “Üstünümüz, ikizler bahçede ateşin yanında uyuya kaldı onları, seninle konuşmak isteyip istemediklerini sormak için kaldırayım mı?” Ve, İsa gülümseyerek Andreas’a şunun söyledi: “Onlar doğru olanı yapıyor — kendilerini rahatsız etme.” Ve, bu aşamada gece geçmekteydi; ertesi günün ışığı doğmaktaydı.
140:7.1 (1578.2) Birkaç saatlik uykudan sonra, on iki İsa ile birlikte geç bir kahvaltı için bir araya geldiğinde, İsa şunları söyledi: “Şimdi sizler, mutlu haberleri duyurmadaki ve inananları eğitmedeki görevlerinize başlamak zorundasınız. Kudüs’e gitmeye hazırlanın.” İsa’nın konuştuktan sonra, Tomas şunu söylemek için cesaretini topladı: “Biliyorum, Üstünümüz, göreve başlamak için şimdi hazır olmalıyız, ancak korkarım ki, bizler bu büyük sorumluluğu yerine getirmeye henüz yetkin değiliz. Acaba sen, krallığın görevine başlamamızdan önce bizlerin yalnızca birkaç günlüğüne buralarda kalmasına rıza gösterir misin?” Ve, İsa, havarilerin hepsinin aynı korkunun etkisi altında bulunduğunu gördüğünde, şunu söyledi: “Rica ettiğiniz gibi olacak; bizler Şabat gününe kadar burada kalmaya devam edeceğiz.”
140:7.2 (1578.3) Öncesinde haftalar üstüne haftalar boyunca, samimi gerçeklik arayıcılarının küçük toplulukları, meraklı izleyiciler ile birlikte, İsa’yı görmek için Bethsayda’ya gelmekteydi. Hâlihazırda, ona dair söz, çevre yerleşkelere yayılmış haldeydi; soruları olan topluluklar, Tire, Sidon, Şam, Kaysera ve Kudüs kadar uzak şehirlerden gelmişti. Bunun öncesinde, İsa bu insanları karşılamış ve onlara krallık hakkında öğretimde bulunmuştu; ancak, Üstün bu yeni aşamada bahse konu görevi on ikiliye aktarmıştı. Andreas havarilerden bir tanesi seçmekte ve onu ziyaretçilerin bir topluluğuna atamaktaydı ve, zaman zaman onların on ikisi de bu sürece birebir katılmış halde bulunmaktaydı.
140:7.3 (1578.4) İki gün boyunca, onlar, gündüzleri öğretimde bulunarak ve gece geç saatlere kadar özel görüşmelerde bulunarak çalışmışlardı. Üçüncü gün, İsa Zübeyde ve Şalomi’yi ziyaret etmişken, havarilerini, “balığa çıkmaya, tüm sorumluluklardan uzak değişikleri aramaya, veya eğer mümkün ise ailelerini ziyaret etmeye” göndermişti. Perşembe günü onlar, öğretimin üç ilave günü için geri dönmüşlerdi.
140:7.4 (1578.5) Bu prova haftası boyunca, İsa birçok kez havarilerine, kendisinin yeryüzü üzerindeki vaftiz-sonrası görevinin iki büyük güdüsünü tekrarlamıştı:
140:7.5 (1578.6) 1. Yaratıcı’yı insan için açığa çıkarmak.
140:7.6 (1578.7) 2. İnsanları evlat-bilincinde kılmak — En Yüksek Unsur’un çocukları olduklarını inançla-farkında kılar hale getirmek.
140:7.7 (1579.1) Bu çeşitli deneyimlerin bir haftası on ikiliye büyük katkıda bulundu; bazıları hatta, haddinden fazla kendisine güvenir hale geldi. Son görüşmelerinde, Şabat’ın sonrasındaki gece, Petrus ve Yakub, şunları söyleyerek, İsa’ya gelmişlerdi: “Bizler hazırız — krallığı almak için yola çıkmamıza şimdi izin ver.” Buna İsa şu cevabı vermişti: “Dilerim bilgeliğiniz arzunuza denk olur ve cesaretiniz bilgisizliğinizi kapatır.”
140:7.8 (1579.2) Her ne kadar havariler onun öğretisinin çoğunu kavramada başarısız olmuşsa da, onlar, İsa’nın kendileriyle yaşamış olduğu büyüleyici nitelikteki güzel yaşamın anlamını kavramada başarısız olmadılar.
140:8.1 (1579.3) İsa, havarilerinin kendi öğretilerini tamamiyle özümsememekte olduklarını oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi. O; birlikteliklerinin düşünceleri daha açık hale getirmeye yetkin olacaklarını umut eden bir biçimde, Petrus, Yakub ve Yahya’ya belli bir özel eğitimde bulunmaya karar verdi. İsa; bir ruhsal krallığa dair düşünenin belirli niteliklerini on ikili tarafından kavranılırken, onların kararlı bir biçimde, bu yeni ruhsal öğretimleri doğrudan bir şekilde, Davud’un tahtının bir yeniden kuruluşu ve İsrail’in yeryüzü üzerindeki zamansal bir güç halinde yeniden kuruluşu olarak, cennetin krallığına dair eski ve zaman içinde fazlasıyla katılaşmış olan harfi harfine yorumladıkları kavramsallaşmalarına eklemlemekte ısrarcı olduklarını görmüştü. Bunun uyarınca, Perşembe öğleden sonrası İsa, krallığın hususları üzerine konuşmak için Petrus, Yakub ve Yahya ile birlikte bir tekne ile kıyıdan ayrıldı. Bu, düzinelerce soruyu ve cevabı içine alan bir biçimde, dört saatlik bir öğretim görüşmesiydi; ve, bu görüşme, Şimon Petrus tarafından Andreas’a ertesi gün sabahı verilmiş olan bu büyük öneme sahip öğleden-sonrasının özeti, yeniden düzenlenerek olabilecek şu en yararlı bir biçimde bu kayda eklenebilir:
140:8.2 (1579.4) 1. Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmek. Cennetsel Yaratıcı’nın üstün gözetimine olan güvene dair İsa’nın öğretisi, gözü kapalı ve eylemsiz bir kadercilik değildi. O, bu öğleden sonrası, şu eski bir İbrani sözüne olumlar bir biçimde atıfta bulunmuştu: “Çalışmada emeği olmayan kişinin yemekte yeri olmaz.” O, öğretilerini yeterli bir biçimde açıklayan örnek olarak kendi deneyimine işaret etmişti. Onun Yaratıcı’ya olan güvene dair vermiş olduğu salıklar, çağdaş dönemlerin veya başka bir çağın toplumsal veya ekonomik koşulları ile yargılanmamalıdır. Onun öğretimi, her çağda ve her dünya üzerinde Tanrı’ya yakın bir biçimde yaşamanın ideal prensiplerini içinde alır.
140:8.3 (1579.5) İsa üçlü için, havariliğin ve takipçiliğin gereklilikleri arasındaki farklılıklara açıklık getirdi. Ve, bunda bile, on ikili tarafından mantıklılığın ve öngörünün kullanımını yasaklamamıştı. Onun duyurusunu karşıt olarak konumlandırdığı şey geleceğe dair öngörüsel düşünüş değil, tasalanma olarak endişeydi. O, Tanrı’nın iradesine olan etkin ve tetikte bağlılığı öğretmişti. Onların eli sıkılığa ve tutumluluğa dair birçok sorusuna yanıt olarak, İsa yalın bir biçimde; marangoz, gemi ustası ve balıkçı olarak kendi yaşamına ve on ikiliyi planlı bir biçimde örgütleyişine dikkat çekmişti. O, dünyanın bir düşman olarak görülmemesinin açıklığa kavuşturulmasını amaçlamıştı yaşamın koşullarının Tanrı’nın çocukları ile beraber çalışmayı içeren bir kutsal işleyiş olduğunun.
140:8.4 (1579.6) İsa onların, kendisinin kişisel karşılıkta-bulunmama uygulamasını anlamalarını sağlamada büyük zorluk çekmişti. O mutlak bir biçimde, kendisini savunmayı reddetmişti; ve, havarileri, eğer kendileri de bu aynı siyasayı uygularlarsa onun memnun olacağını düşünmüştü. İsa onlara, adaletsizlikle veya verilmiş zarar ile birebir mücadele etme biçiminde, kötülüğe karşı koymamayı öğretmişti; ancak, o, yanlış yapılan bir şeyi eylemsiz bir biçimde hoş görmemeyi öğretmemişti. Ve, o bu öğleden sonrası kötülükte bulunanların ve suçluların toplumsal bir biçimde cezalandırılışını onayladığını, ve sivil yönetimin zaman zaman, toplumsal düzeni idare etmede ve adaletin uygulanışında kuvvet kullanmak zorunda oluşunu çok açık bir biçimde ortaya koymuştu.
140:8.5 (1579.7) O, intikam alıcı karşılıkta bulunmanın kötü nitelikteki uygulaması hakkında takipçilerine uyarıda bulunmaya bir an olsun ara vermemişti; o, ödeşme düşüncesi olarak intikama hiçbir şekilde müsamaha göstermemişti. O, göze göz ve dişe diş’e dair düşünceyi yasaklamıştı. Özel ve kişisel intikama dair kavramsallaşmanın bütününe, bu hususları bir tarafta sivil yönetime ve diğer tarafta ise Tanrı’nın kararına atayan bir biçimde, hoşgörü ile bakmayı reddetmişti. O üçlüye, kendi öğretilerinin bireyi kapsadığını, devleti kapsamadığını açık bir biçimde ortaya koydu. İsa, bahse konu hususlarda bu vakte kadar vermiş olduğu öğretileri şu yönergelerde özetlemişti:
140:8.6 (1580.1) Düşmanlarınızı derinden sevin — insan kardeşliğinin ahlaki ilkelerini hatırlayın.
140:8.7 (1580.2) Kötülüğün nafile niteliği: Bir yanlış öç alınarak doğru hale getirilemez. Kötülük ile mücadele etmede onun silahları kullanmanın hatasında bulunmayın.
140:8.8 (1580.3) İnançlı olun — kutsal adaletin ve ebedi iyiliğin nihai zaferine güvenin.
140:8.9 (1580.4) 2. Siyasi tutum. O havarilerini; onların, Musevi insanlar ile Roma hükümeti arasında bu zamanlar mevcut bulunmuş gergin ilişkiler hakkındaki yorumlarında kelimelerini seçmeleri konusunda uyarmıştı o, kendilerinin bu sıkıntılara herhangi bir biçimde dâhil olmalarını yasaklamıştı. O her zaman, sürekli şu cevabı vererek, düşmanlarının siyasi tuzaklarından kaçmaya dikkat etmişti: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin.” O, kurtuluşun yeni bir yolunu oluşturma görevinden ilgisini başka yere çekebilecek her şeyi reddetmişti; o, kendisinin başka bir şeyle ilgilenmesine izin vermeyecekti. Kişisel yaşamında, o her zaman, sivil yasaların ve yönergelerin tümüne olması gerektiği gibi uymuştu; kamu öğretimlerinin tümünde İsa, sivil, toplumsal ve ekonomik nüfuz alanlarından kaçınmıştı. O üç havariye, kendisinin yalnızca insanın içsel ve kişisel nitelikli ruhsal yaşamının ilkeleri ile ilgili olduğunu söylemişti.
140:8.10 (1580.5) İsa, bu nedenle, siyasi bir yenileyici değildi. O, dünyayı yeniden düzenlemek için gelmemişti; o bunu yapmış olsaydı bile, yalnızca onun içinde bulunduğu dönem ve nesil için geçerli olurdu. Yine de, o insana, yaşamı en iyi biçimde yaşamının yolunu göstermişti; ve, hiçbir nesil, İsa’nın yaşamının bu neslin sahip olduğu sorunlara nasıl en iyi şekilde uyarlanacağını keşfetme emeğinden dışlanmış değildir. Ancak, hiçbir zaman İsa’nın öğretilerini; herhangi bir toplumsal veya üretimsel düzen olarak, herhangi bir siyasi veya ekonomik kuram ile ilişkilendirmenin hatasında bulunmayın.
140:8.11 (1580.6) 3. Toplumsal tutum. Musevi hahamları öncesinde şu soru hakkında uzun bir süre boyunca tartışmalarda bulunmuştu: Benim komşum kim? İsa; bir kişinin akran insanlarını, komşuluğun tüm dünyayı içine alacak bir biçimde genişleyeceği, ve böylece insanların hepsinin bir kişinin komşuları yapan düzeyde, samimi bir sevgi olarak, etkin ve düşünmeden gerçekleştirilen iyiliği sunmak için gelmişti. Ancak tüm bunlarda, İsa yalnızca birey ile ilgiliydi, kalabalıklarla değil. İsa bir toplum bilimci değildi; ancak, o kesin bir biçimde, bencil yalnızlaşımın her türünü yıkmak için emek vermişti. O, merhamet olarak, katışıksız duygudaşlığı öğretmişti. Nebadon’un Mikâili, bağışlamanın üzerinde egemen olduğu bir Evlat’idi; merhamet, onun doğasının özüydü.
140:8.12 (1580.7) Üstün, insanlar hiçbir zaman arkadaşlarını yemek sofrasında eğlendirmemelidir demedi; o kesin bir biçimde, kendi takipçilerinin fakir ve talihsizler için ziyafetlerde bulunmasını tavsiye etti. İsa keskin bir adalet duyuşuna sahipti; ancak, o her zaman bağışlamayla inceltilmişti. O havarilerine, toplumsal asalaklara veya onu meslek edinmiş sadaka toplayanlara karşı sorumlu kılınmış olduklarını öğretmemişti. Toplum bilimsel duyurularda bulunmaya en yaklaştığı nokta onun şu sözü olmuştur: “Yargılamazsan yargılanmazsın.”
140:8.13 (1580.8) O, ölçüsüz iyiliğin birçok toplumsal kötülüğün nedeni haline gelebileceğini açık bir biçimde ortaya koymuştu. Ertesi gün İsa kesin bir biçimde Yudas’a, havarisel kaynakların hiçbirinin kendisinin ricası veya havarilerin herhangi bir ikisinin ortak talebi dışında, sadaka olarak verilmemesinin yönergesinde bulundu. Bu hususların tümünde her zaman şunu söylemek İsa’nın âdeti olagelmişti: “Yılanlar kadar bilge, ancak güvercinler kadar zararsız olun.” Tüm toplumsal durumlarda onun amacının, sabrı, hoşgörüyü ve bağışlamayı öğretmek olduğu gözlenmişti.
140:8.14 (1581.1) Aile İsa’nın — bu dünyada ve sonrasında olmak üzere — yaşam felsefesinin tam da merkezini kaplamıştı. O Tanrı hakkındaki öğretilerini aile üzerine inşa ederken, ataları haddinden fazla onurlandırmaya dair Musevi eğilimini düzeltmeye çalıştı. O, aile yaşamını en yüksek insan görevi olarak yüceltmişti; ancak, aile ilişkilerinin dini yükümlülüklere müdahalede bulunmamasını açık bir biçimde ortaya koymuştu. O, ailenin zamansal bir kurum olduğu gerçekliğine vurguda bulunmuştu; onun ölümden kurtulamayışına. İsa, ailesi Yaratıcı’nın iradesine karşı geldiği zaman, ondan vazgeçmede tereddüt etmedi. O, Tanrı’nın evlatları olarak — insanların yeni ve daha büyük olan kardeşliğini öğretmişti. İsa’nın döneminde boşanma uygulamaları, Filistin’de ve Roma İmparatorluğu’nun tamamı boyunca gevşekti. O sürekli bir biçimde, evlilik ve boşanma hususunda yasalarda bulunmayı reddetmişti; ancak, İsa’nın öncül takipçilerinin çoğu, boşanmaya dair güçlü yargılara sahip bulunup, bunları kendisine atfetmeden çekinmedi. Yeni Ahit yazarlarının tümü, Yahya Markus haricinde boşanmaya dair bu daha katı ve gelişmiş düşünceleri benimsemişlerdi.
140:8.15 (1581.2) 4. Ekonomik tutum. İsa dünyada, bulmuş olduğu gibi çalıştı, yaşadı ve ticaret yaptı. O, her ne kadar sıklıkla refahın eşitsiz dağıtımının taşıdığı adaletsizliğe dikkat çekmişse de, ekonomik bir yenileyici değildi. Ancak o, çözücü bir biçimde hiçbir tavsiye sunmamıştı. O üçlüye; her ne kadar havarilerden taşınmaz mülkleri ellerinde bulundurmamaları istenmişse de, kendisinin refaha ve mülke karşıt bir biçimde duyuruda bulunmadığını, onun karşıtlığının yalnızca servetin eşitsiz ve hakkaniyetsiz dağıtımına olduğunu açıkça ifade etmişti. O, toplumsal adalet ve üretimsel hakkaniyet ihtiyacını tanımıştı ancak, onların erişimi için hiçbir kuralı önermemişti.
140:8.16 (1581.3) O hiçbir zaman takipçilerinden, dünyasal iyeliklerden kaçınmalarını öğretmemişti, bunu sadece on iki havarisinden talep etmişti. Doktor olan Luka, toplumsal eşitliğin güçlü bir inananı olup, fazlasıyla, İsa’nın sözlerini kendi kişisel inançlarıyla uyumlu olarak yorumladı. İsa hiçbir zaman kişisel olarak takipçilerine, komünsel bir yaşam türünü benimsemeleri emrini vermişti; o, bu hususlara dair hiçbir türden duyuruda bulunmamıştı.
140:8.17 (1581.4) İsa sıklıkla dinleyicilerini, “bir insanın mutluluğunun maddi iyeliklerinin çokluğundan gelmediğini” duyuran bir biçimde, başkalarının sahip olduğu şeylere göz koymaya karşı uyarmıştı. O sürekli olarak, “Bir kişi dünyayı kazanıp ruhunu kaybederse, bu kişinin kazancı ne olur?” sorusunu yinelemişti. O, mülkiyetin iyeliğine hiçbir doğrudan eleştiride bulunmamıştı ancak, o kesin bir biçimde, ruhsal değerlerin ilk başta gelişinin ebedi olarak temel nitelikte bulunduğunda ısrarcı olmuştu. Daha sonraki öğretilerinde o, kamu hizmeti boyunca sunmuş olduğu, birçok mecazi hikayeyi aktararak yaşama dair birçok Urantia görüşünü düzeltmeyi amaçlamıştı. İsa hiçbir zaman, ekonomik kuramları tasarlamayı amaçlamamıştı o, her çağın, sahip olduğu mevcut sorunlar için kendisine ait çözümleri evrimsel bir biçimde geliştirmek zorunda olduğunu oldukça iyi bilmekteydi. Eğer İsa bugün, beden içinde hayatını yaşayan bir biçimde, yeryüzü üzerinde olsaydı, tam da, mevcut günün siyasi, toplumsal veya ekonomik anlaşmazlıklarında herhangi bir tarafı tutmayacak oluşunun yalın nedeniyle, iyi erkek ve kadınların çoğunluğu için büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktı. O; sizleri, tamamiyle insani olan sorunlarınızın çözümüne girişmeye misliyle daha yetkin kılan bir biçimde içsel olan ruhsal yaşamınızı nasıl kusursuz hale getireceğinizi sizlere öğretirken, çok büyük bir ölçüde bulunduğunuz koşullara uzak olan bir konumda duracaktı.
140:8.18 (1581.5) İsa insanların tümünü Tanrı-gibi yapacak, ve bunun sonrasında ellerini kavuşturup anlayışlı bir biçimde, bu Tanrı evlatlarının kendilerine ait siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunlarını çözüşlerini gözlemleyecekti. Onun kınadığı şey servet değildi; servetin, ona adanmış çoğunluğuna yaptığı şeydi. Bu Perşembe öğleden sonrası İsa birlikteliklerine ilk kez, “Vermek almaktan daha kutsaldır” ifadesinde bulunmuştu.
140:8.19 (1581.6) 5. Kişisel din. Sizler, tıpkı havarilerin gerçekleştirmiş oldukları gibi, İsa’nın öğretilerini daha iyi bir biçimde onun yaşamına bakarak anlamalısınız. O Urantia üzerinde kusursuz hale gelmiş bir yaşamı yaşamıştı ve, onun benzersiz öğretileri yalnızca, bu yaşam onun doğrudan temeli göz önüne getirilince anlaşılabilir. Yaratıcı’nın kutsal karakterini ve sevgi dolu kişiliğini açığa çıkarmada en fazla yardımda bulunacak olan şey onun yaşamıdır, on ikilere anlattığı dersler veya kalabalıklara vermiş olduğu vaazlar değil.
140:8.20 (1582.1) İsa, İbrani peygamberlerin veya Yunan ahlakçılarının öğretilerine eleştiride bulunmamıştı. Üstün, bu büyük öğretmenlerin savunmuş oldukları birçok iyi şeyi tanımıştı ancak, o dünyaya, “insanın Tanrı’nın iradesine olan gönüllü uyumu” olarak, ilave olan bir şeyi öğretmek için inmişti. İsa yalnızca, tamamiyle dini hislerle dolu ve sadece ruhsal uyarımlarla harekete geçen bir fani olarak, bir dindar insanı yaratmak istemiyordu. Eğer ona bir kez bakmış olsaydınız, İsa’nın, bu dünyanın meselelerine dair büyük deneyime sahip olan gerçek bir birey olduğunu anlardınız. Bu bakımdan İsa’nın öğretileri, Hristiyanlık döneminin ilerleyen çağları boyunca muazzam ölçüde saptırılmış ve fazlasıyla yanlış temsil edilmiştir; sizler aynı zamanda, Üstün’ün ağırbaşlılığına ve alçakgönüllülüğüne dair saptırılmış düşünceleri benimsemektesiniz. Onun yaşamı içinde amaçladığı şey, kişinin kendisine duymuş olduğu muhteşem bir saygı olarak gözlenmektedir. O insana yalnızca, gerçek anlamda yüceltilir hale gelebilmesi için alçakgönüllü olmasının tavsiyesinde bulunmuştu; onun gerçekten arzuladığı şey, Tanrı’ya karşı gerçek alçakgönüllülüktü. O, temiz bir kalp olarak — içtenliğe büyük bir değer biçmişti. Bağlı kalabilmek onun karakter ölçüsünde en yüksek erdemken, cesaret öğretilerinin tam kalbindeydi. “Korkma,” onun kendisini simgeleyen düsturuydu; ve, sabırlı bir biçimde dayanma, onun bir karakterin gücüne dair gördüğü idealdi. İsa’nın öğretileri, gözü pekliliğin, cesaretin ve kahramanlığın bir dinini oluşturmaktadır. Ve, bu; çoğunluğunun çetin, cebbar ve yiğit balıkçılar olduğu, on iki olağan kişiyi kişisel temsilcisi olarak seçmiş oluşunun nedenidir.
140:8.21 (1582.2) İsa, içinde bulunduğu dönemin toplumsal düzeydeki ahlaki yoksunlukları hakkında çok az şey söylemişti; nadiren o, süregelmekte olan ahlaki ihlallere atıfta bulunmaktaydı. O, gerçek erdemin olumlayıcı bir öğretmeniydi. O titiz bir biçimde, eğitimi yasakçı bir yöntemle aktarmadan kaçınmıştı o, kötülüğü ilan etmeyi reddetmişti. O, ahlaki bir yenileyici bile değildi. O; insanlığın fiziksel arzularının ne dinsel uyarılarla ne de yasal yasaklamalarla baskı altına alınamayacak oluşunu iyi bilmekte olup, havarilerine bunun uyarınca eğitimde bulunmuştu. Onun sayısı çok az olan kınayışı büyük ölçüde; gurura, kabalığa, baskıya ve ikiyüzlülüğe yöneltilmişti.
140:8.22 (1582.3) İsa, Yahya’nın yapmış olduğu gibi Ferisileri şiddetli bir biçimde kınamamıştı. O, kâtiplerin ve Ferisilerin çoğunun dürüst kalpte olduklarını bilmekteydi; o bu bireylerin, dini geleneklere olan kölesel esaretini anlamıştı. İsa, “ilk önce üç iyi şeyi yapma” üzerine büyük bir vurguda bulunmuştu. O üçlüye, tüm yaşamı değerli gördüğünün, yalnızca belli başlı bir kaç özel erdemi görmediğinin altını özenle çizmişti.
140:8.23 (1582.4) Yahya’nın bu günün öğretisinden kazanmış olduğu bir şey; İsa’nın dininin kalbinde, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmenin ana güdüsündeki bir kişilikle beraber merhamet sahibi bir karakteri elde etmenin bulunduğuydu.
140:8.24 (1582.5) Petrus, duyurmak üzere oldukları müjdenin gerçekten de tüm insan ırkı için yeni bir başlangıç olduğu düşüncesini kavramıştı. Petrus bu düşünceyi daha sonra, ondan “ikinci Âdem” olarak kendi Mesih inanç-savını oluşturmuş bulunan Pavlus’a taşımıştı.
140:8.25 (1582.6) Yakub; İsa’nın, onun yeryüzü üzerindeki kendisine ait çocuklarının hâlihazırda tamamlanmış cennetsel krallığın vatandaşlarıymış gibi yaşamalarını arzulamakta olduğunun çok heyecan verici gerçekliğini kavramıştı.
140:8.26 (1582.7) İsa insanların farklı olduğunu bilmekte olup, bunun uyarınca havarilerine öğretimde bulunmuştu. Güçlü bir biçimde o sürekli olarak kendilerinden, sahip oldukları takipçileri ve inananları belirli bir kalıplaşmış şablona oturtmaya çalışmaktan kaçınmalarını talep etmişti. O her ruhun, Tanrı önünde kusursuzlaşır haldeki ve ayrı bir birey olarak, kendisine ait yolu geliştirmesine izin vermeyi amaçlamıştı. Petrus’un birçok sorusu içinde bir tanesine yanıt olarak, Üstün şunu söylemişti: “Ben insanları, yeni ve daha iyi bir yaşama küçük çocuklar gibi taptaze başlayabilmeleri için özgür bırakmak istiyorum.” İsa her zaman, yardımı bahşederken sol elin sağ elin ne yaptığını bilmesine izin vermeyen bir biçimde, gerçek iyiliğin bilinçsiz olması gerektiğinde ısrar etmişti.
140:8.27 (1583.1) Üç havari bu öğleden sonrası, Üstünleri’nin dininin ruhsal öz önceleme için hiçbir yasada bulunmadığını fark ettiklerinde derin şaşkınlık içine düşmüşlerdi. İsa’nın döneminden önceki ve sonraki tüm dinler, hatta Hristiyanlık bile, özenli bir biçimde, vicdana dayanan bir öz incelemeyi öne sürmektedir. Ancak, bu, Nasıralı İsa’nın dininde böyle değildir. İsa’nın yaşam felsefesi, din temelli benlik irdeleyişini taşımamaktaydı. Marangoz-oğlu hiçbir zaman, karakterin tamamlanmış bir biçimde inşasını öğretmemişti; o, cennet krallığının bir hardal tohumu gibi olduğunu duyuran bir biçimde, karakterin sürekli olarak gelişimini öğretmişti. Ancak, İsa, kendini üstün gören bencilliği bir önleme yöntemi olarak, benlik inceleyişini yasaklayacak hiçbir şey söylememişti.
140:8.28 (1583.2) Krallığa giriş hakkı, kişisel inanış olarak, inançla belirlenmektedir. Krallığın ilerleyici yükselişi içinde kalmaya devam etmenin bedeli, çok değerli bir incininkisidir; onu elde etmek için biri sahip olduğu her şeyi satmaktadır.
140:8.29 (1583.3) İsa’nın öğretisi, sadece mağdurlar ve köleler için değil, herkes için olan bir dindi. Onun dini (yaşam süreci boyunca) hiçbir zaman, mezheplere ve din-kuramsal yasalara doğru evirilen bir biçimde katı kalıplara dönüşmemişti; o, arkasında bir satır bile yazı bırakmamıştı. Onun yaşamı ve öğretileri evrene, her bir dünyanın her bir çağının ruhsal yönlendirişi ve ahlaki eğitimi için yararlı nitelikte bulunan ilham verici ve idealist bir miras olarak bırakılmıştı. Ve, bugün bile, İsa’nın öğretisi; her ne kadar her birinin yaşayan umudu olsa da, din olarak görünen her inanıştan oldukça farklı bir yerde durmaktadır.
140:8.30 (1583.4) İsa havarilerine, dinin insanın tek bir dünyasal amacı olduğunu öğretmemişti; böyle bir düşünce, Museviler’in Tanrı’ya hizmet etme duyuşuydu. Ancak, kesin bir biçimde o dinin, on ikilinin ayrıcalıklı işi olduğunda ısrar etmişti. İsa inanlarına, özgün kültürü amaçlamalarından onları caydırmada hiçbir şey öğretmemişti; o yalnızca, Kudüs’ün geleneğin egemenliğindeki dini okullarının olumsuz yönlerine dikkati çekmişti. O özgürlükçü, gönlü bol, eğitimli ve hoşgörülü biriydi. Belirli duyuşlara göre sürekli vicdanını sorgulayan dindarlık, onun doğru yaşama dair felsefesi içinde hiçbir yere sahip değildi.
140:8.31 (1583.5) Üstün, kendi çağına veya ilerideki herhangi bir çağa ait dini-olmayan sorunlar için hiçbir çözümü öne sürmemişti. İsa, ebedi gerçekliklere dair ruhsal bir kavrayışı geliştirmeyi ve yaşamın özgün bir biçimde yaşanılmasında bireye kişisel nitelikte yaratıcı bir rolü teşvik etmeyi arzulamıştı o kendisini ayrıcalıklı bir biçimde, insan ırkının temel ve kalıcı nitelikteki ruhsal ihtiyaçlarıyla ilgili kılmıştı. O, Tanrı’ya eş olan bir iyiliği açığa çıkarmıştı. O, kutsal ideal ve ebedi mevcudiyetlik olarak — gerçeklik, güzellik ve iyilik biçiminde — derin sevgiyi yüceltmişti.
140:8.32 (1583.6) Üstün; tıpkı cennet içindeki Yaratıcı’nın kusursuz olduğu gibi kusursuz hale gelmek için ebedi dürtü ile birlikte Tanrı’nın iradesiyle ahenk içerinde bulunma iradesi olarak — gerçekliği bilmek, merhameti deneyimlemek ve iyiliği tercih etmek için yeni bir yetkinliği aktarma amacıyla, yeni bir irade niteliğindeki yeni bir ruhaniyeti insan içinde yaratmak için gelmişti.
140:9.1 (1583.7) Ertesi Şabat gününü İsa, üzerinde onları görevlendirmiş olduğu dağa geri hareket eden bir biçimde, havarilerine adamıştı ve, orada, cesaretlendirilişin uzun ve çok güzel bir biçimde duygusal olan kişisel iletisinden sonra, on ikilinin çok ciddi bir biçimde yerine getirilmiş resmi adanış eyleminde bulunmuştu. Bu Şabat öğleden sonrası İsa, havarileri tepe yamacında çevresine toplayıp, onları, dünyada kendilerini yalnız bırakma zorunda kalacağı güne hazırlanan bir biçimde, cennetsel Babası’nın ellerine emanet etmişti. Bu etkinlikte yeni bir öğreti gerçekleşmemişti, yalnızca sohbet ve birliktelikte bulunulmuştu.
140:9.2 (1584.1) İsa; bu aynı yerde sunulmuş olan görevlendirme vaazının birçok kısmını tekrar edip, bunun sonrasında, onları teker teker huzuruna çağıran bir biçimde, havarileri, kendisinin temsilcileri olarak dünyada yola çıkmakla görevlendirdi. Üstün’ün vermiş olduğu adanma sorumluluğu şuydu: “Dünyanın her bir tarafında gidin ve krallığın mutlu haberlerini duyurun. Ruhsal esirleri özgürleştirin, ezilmişleri teselli edin, ve mağdurlara yardım edin. Hiçbir kısıtlama olmadan aldığınız gibi, hiçbir kısıtlama olmadan verin.”
140:9.3 (1584.2) İsa onlara, şunu söyleyen bir biçimde, ne para ne de ilave kıyafet almalarının tavsiyesinde bulunmuştu: “Emekçi, layık görüldüğünü hak eder.” Ve, o, son olarak şunu söylemişti: “Bakın, ben sizleri kurtlar arasına koyun olarak gönderiyorum; bu nedenle, yılanlar kadar bilge, güvercinler kadar zararsız olun. Ancak, dikkatli olun, zira düşmanlarınız sizleri heyetleri önüne çıkaracak, sinagoglarında kınayacak. Valiler ve yöneticiler huzuruna bu müjdeye inandığınız için çıkarılacaksınız; ve, sizlerin tam da bu şahitliğiniz onların için, benim tüm bütün bunların sebebi olduğumun bir şahitliği anlamına gelecek. Ve, onlar sizleri bu yargıya doğru sürüklediğinde, ne söyleyeceğinizden endişe etmeyin; zira, Babamın ruhaniyeti içinizde ikamet etmekte olup, böyle bir zamanda sizin aracılığınızla konuşacaktır. Sizlerden bazıları ölüm cezasına çarptırılacak; ve, yeryüzü üzerinde krallığı oluşturmanızdan önce, sizler, bu müjde nedeniyle birçok insan topluluğu tarafından nefret duyulacaksınız; ancak, korkmayın; ben sizler ile birlikte olacağım; ve, benim ruhaniyetim sizlerden önce tüm dünyaya uğrayacak. Ve, Babamın mevcudiyeti, sizler ilk olarak Musevilere, daha sonra Musevi-olmayanlara giderken, sizlerle birlikte bulunmaya devam edecek.”
140:9.4 (1584.3) Ve, dağdan aşağıya indiklerinde onlar, Zübeyde’nin yerleşkesindeki evlerine geri hareket ettiler.
140:10.1 (1584.4) Bu akşam evin içinde öğretimini gerçekleştirirken, ki öncesinden yağmur yağmaya başlamıştı, İsa; on ikiliye ne yapmaları gerektiğini değil, kim olmaları gerektiğini göstermeye çalışan bir biçimde, uzunca bir süre konuşmuştu. Havariler yalnızca, kurtuluş olarak — doğruluğa erişmenin aracı halinde belirli şeyleri yapmayı salık veren bir dini bilmekteydiler. Ancak, İsa şunu tekrar tekrar ifade ederdi: “Krallıkta emek verebilmek için hâlihazırda doğru olmak zorundasınız.” Birçok kez şunu tekrarlamıştı: “Bu nedenle, tıpkı cennet içindeki Babanızın kusursuz olduğu gibi, kusursuz olun.” Tüm bunlarla birlikte, Üstün şaşkınlık içerisindeki havarilerine; dünyaya getirmek için gelmiş bulunduğu kurtuluşa, yalın ve içten inanç olarak, sadece inanmayla sahip olunacağını açıklamaktaydı. İsa şöyle söylemişti: “Yahya, eski yaşam biçimine duyulan keder olarak, tövbenin bir vaftizini duyurmuştu. Sizler, Tanrı ile olan birlikteliğin vaftizini duyuracaksınız. Böyle bir öğretiye ihtiyacı olanlara tövbekârlığı duyurun, ancak, hâlihazırda krallığa içten bir biçimde girişi arayanlara kapıları ardına kadar açın ve onları, Tanrı’nın evlatları ile olan neşeli birlikteliğe girmeye davet edin.” Ancak, bu Celileli balıkçılarını inanç vasıtasıyla gelmekte olan hâlihazırda doğru halde bulunmanın, yeryüzünün fanilerine ait gündelik yaşamda doğruluğu yapmadan önce gelmek zorunda olduğuna ikna etmek zor bir görevdi.
140:10.2 (1584.5) On ikiliye öğretimde bulunmanın bu görevinde bir diğer büyük kısıtlılık, onların; dini gerçekliğin oldukça yüksek derecede idealist ve ruhsal ilkelerini alıp, bunları kişisel davranışın somut kurallarına dönüştürme eğilimleriydi. İsa onlara, ruhun tutumunun taşıdığı güzel ruhaniyeti sergilerdi; ancak, onlar bu türden öğretimleri kişisel davranışın kurallarına dönüştürmede ısrar ederlerdi. Onlar birçok kez Üstün’ün ne söylemiş olduğunu kesin bir biçimde hatırlamayı sağladıklarında, neredeyse her seferinde, onun neyi söylememiş olduğunu unutmaktaydılar. Ancak, onlar; İsa, öğretmiş olduğu her şeyin tam da kendisi olduğu için, onun öğretisini yavaşça özümsemekteydiler. Onun sözlü eğitimlerinden kazanamadıkları şeyleri, kademeli bir biçimde onunla beraber yaşamaktan elde etmekteydiler.
140:10.3 (1585.1) Havariler için; Üstünleri’nin, uçsuz bucaksız bir evreninin her dünyası üzerinde her yaşta bulunan her bir birey için ruhsal ilhamın bir hayatını yaşama içinde olduğu açık bir biçimde gözlenebilir nitelikte değildi. İsa’nın onlara zaman zaman söylemiş olduğu şeylere rağmen havariler, kendisinin bu dünya üzerinde kendi engin yaratımı bünyesindeki tüm diğer dünyalar için bir görevde bulunduğu düşüncesini kavrayamamışlardı. İsa Urantia üzerindeki yeryüzü yaşamını bu dünyanın erkek ve kadınları için fani yaşamın kişisel bir örneğini oluşturmak amacıyla değil, bunun yerine, dünyaların tümü içindeki her fani varlık için bir yüksek düzeyde ruhsal ve ilhamsal ideal yaratmak için yaşamıştı.
140:10.4 (1585.2) Bu aynı akşam Tomas İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, sen bizlere, Yaratıcı’nın krallığına giriş hakkı kazanmak için küçük çocuklar haline gelmek zorunda olduğumuzu söylüyorsun, ancak bir taraftan da bizleri, sahte peygamberlere aldanmamamız, hem de domuzların önüne elmaslarımızı serpmekten suçlu hale gelmememiz için uyarıyorsun. Şimdi, ben cidden şaşkınlık içerisindeyim. Senin öğretini anlayamıyorum.” İsa Tomas’a şu cevabı vermişti: “Benim sana daha ne kadar tahammül etmem gerecek! Sen sürekli olarak öğrettiğim her şeyi harfi harfine yorumlamakta ısrar ediyorsun. Ben sizden, krallığa girmenin bedeli olarak küçük çocuklar haline gelmenizi rica ettiğimde, aldatmanın kolaycılığına başvurmanızı değil, yalnızca inanmaya gönüllü olmanıza atıfta bulundum; bu atıfta bulunurken de iyi görünen yabancılara güvenmede çabuk davranmanızı kastetmedim. Verdiğim örnekten almanızı arzulamış olduğum şey, çocuk-baba ilişkisiydi. Sizler çocuksunuz, ve girmeyi arzuladığınız şey sizlerin Babasının krallığıdır. Her olağan çocuk ve onun babası arasında, anlayış ve sevgi dolu bir ilişkiyi teminat altına alan ve Baba’nın sevgisi ve bağışlaması için pazarlıkta bulunmanın her türlü eğilimini sonsuza kadar engelleyen bir doğal şefkat bulunmaktadır. Ve, sizlerin duyurmak için yola çıkmakta olduğunuz müjde, tam da bu ve ebedi çocuk-baba ilişkisinin inanç-gerçekleşiminden doğan bir kurtuluş ile ilgilidir.”
140:10.5 (1585.3) İsa’nın öğretisinin bir belirleyici niteliği, tam da bu çocuk-baba ilişkisi olarak — bireyin Tanrı ile olan kişisel ilişkisinden kökenini almakta olan onun felsefesinin içerdiği ahlaktı. İsa vurgusunu birey üzerinde yapmıştı, ırk veya millet üzerine değil. Akşam yemeğini yerlerken, İsa Matta ile; içinde, her bir eylemin ahlaklılığının bireyin taşıdığı güdü ile belirlendiğini açıklamış olduğu konuşmada bulunmuştu. İsa’nın ahlaklılığı her zaman olumlayıcıydı. İsa tarafından güçlü bir biçimde yinelenmiş altın kural, faal bir toplumsal anlaşmayı talep etmektedir; eskinin yasaklayıcı altın kuralına ancak bireysel düzeyde uyulabilirdi. İsa ahlakı, tüm kurallardan ve seremonilerden ayıklamış olup, ruhsal düşünüşün ve gerçek anlamıyla doğru olan yaşamın ihtişamlı seviyelerine yüceltmişti.
140:10.6 (1585.4) İsa’nın bu yeni dini, gündelik uygulamalardan yoksun değildi; ancak, onun öğretisinde gündelik yaşama ait siyasi, toplumsal veya ekonomik değerde her ne bulunacak olursa bunun, içten olan kişisel düzeydeki dini deneyimin kendiliğinden gerçekleşen günlük hizmeti içinde ruhaniyetin meyvelerini temsil eden bir biçimde, ruhun bu içsel deneyiminin doğal işleyişinin ürünüdür.
140:10.7 (1585.5) İsa Matta ile olan konuşmasını bitirdikten sonra, Şimon Zelotes şunu sormuştu: “Ama, Üstünümüz, insanların tümü Tanrı’nın evlatları mıdır?” Ve, İsa şunu yanıtı verdi: “Evet, Şimon, insanların tümü Tanrı’nın evlatları olup, senin bunu duyuracak olman iyi bir haberdir.” Ancak, havariler, bu türden bir inanış-savını kavrayamadılar; o yeni, tuhaf ve şaşırtıcı bir duyuruydu. Ve, İsa’nın takipçilerine, insanların tümüne kendi kardeşleri olarak davranmalarını öğretmesi, bu gerçekliğin onlar tarafından nihai bir biçimde benimsenmesini arzulaması nedeniyleydi.
140:10.8 (1585.6) Andreas tarafından yöneltilmiş bir soruya yanıt olarak, Üstün, öğretisinin içerdiği ahlakın kendisinin yaşamakta olduğu dininden ayrılmaz nitelikte bulunduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştu. O ahlakı insanın doğasından temelini alan bir biçimde değil, onun Tanrı ile olan ilişkisine dayanarak öğretmişti.
140:10.9 (1585.7) Yahya İsa’ya, “Üstünümüz, cennetin krallığı neden oluşur?” diye sormuştu. Ve, İsa şu yanıtı vermişti: “Cennetin krallığı şu üç temelden meydana gelir: ilk olarak, Tanrı’nın egemenliğine dair gerçekliğin tanınması ikinci olarak, Tanrı ile olan evlatlığın gerçekliğine olan inanış ve, üçüncü olarak, Tanrı gibi olma biçimindeki — Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmeye dair en yüksek düzeydeki insan arzusunun etkinliğine olan inanç. Ve, bu, müjdenin taşıdığı iyi haberlerdir; her faninin inanç vasıtasıyla kurtuluşun bu temel niteliklerinin hepsine sahip olabilmesidir.”
140:10.10 (1586.1) Ve, bu aşamada bekleme haftası sona ermişti; ve, onlar, Kudüs için ertesi gün ayrılma hazırlıklarına koyulmuşlardı.
Urantia’nın Kitabı
141. Makale
141:0.1 (1587.1) M.S. 27.YILDA, Ocak ayının 19’u, haftanın ilk gününde İsa ve on iki havarisi, Bethsayda’daki ana merkezlerinden ayrılmaya hazır hale geldiler. On ikili; Nisan’da Hamursuz şölenine katılmak için Kudüs’e doğru çıkacak oluşları, ve amaçlarının Ürdün vadisi üzerinden hareket etmek oluşu dışında hiçbir şey bilmemekteydiler. Onlar Zübeyde’nin evinden; havarilerinin aileleri ve takipçilerinin diğerleri kendilerine güle güle demek ve başlamaya hazır oldukları bu yeni emeklerinde iyi dileklerde bulundukları için, öğleden öncesine kadar çıkamamışlardı.
141:0.2 (1587.2) Tam ayrılmalarından önce, havariler Üstün’ü özlemiş olup, Andreas onu bulmak için dışarı çıkmıştı. Kısa bir arayıştan sonra, Andreas İsa’yı aşağıda sahilde bir teknenin içinde otururken bulmuştu, ve İsa ağlamaktaydı. On ikili öncesinde sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, Üstünleri keder duyan bir görüntü içinde görmüşlerdi; ancak, onların hiçbir biri o vakte kadar kendisini ağlarken görmemişti. Andreas bir ölçüde, Kudüs için ayrılışlarının arifesinde Üstün’ü bu denli etkilenmiş bir biçimde görmekten dolayı şaşkınlığa uğramıştı ve, o, İsa’ya yaklaşıp şunu sorma girişiminde bulundu: “Bu büyük günde, Üstün, Yaratıcı’nın krallığını duyurmak amacıyla Kudüs için yola çıkmaya hazırken, bu ağlaman nedendir? Hangi birimiz seni kırdı?” Ve, İsa, on ikiliye katılmak için Andreas ile birlikte giden bir biçimde, ona şu cevabı vermişti: “Hiçbiriniz beni kederlendirmedi. Ben, babam Yusuf’un ailesinden hiçbir kişinin Tanrı’ya emanet olun demek için bizlere uğramayı hatırlamamasına üzüldüm.” Bu zaman zarfında Ruth, Nasıra’da abisi Yusuf’a gerçekleştirmiş olduğu bir ziyaretteydi. Ailesinin diğer üyeleri; gurur, hayal kırıklığı, yanlış anlama ve kırılmış hislerin bir sonucunda etkisine bırakılmış küçük haksızlık düşüncesi nedeniyle uzak durmuşlardı.
141:1.1 (1587.3) Kapernaum, Tiberyas’dan uzak değildi; ve, İsa’nın ünü, Celile’nin tamamına ve hatta onu ötesinde bulunan yerleşkelere bile oldukça iyi bir biçimde yayılmıştı. İsa, Hirodes’in yakın bir zaman içinde kendi çalışmasını not etmeye başlayacağını bilmekteydi; bu nedenle, o, havarileri ile birlikte güneye ve Yehuda’ya hareket etmenin en iyisi olduğunu düşündü. Yüzden fazla inanandan meydana gelen bir kafile, onlarla beraber gelmeyi arzulamıştı ancak, İsa onlarla konuşmuş olup, güneye Ürdün vadisine olan yollarında havarisel topluluğu takip etmemelerini onlardan güçlü bir biçimde rica etmişti. Her ne kadar onlar geride kalmaya razı olmuşlarsa da, onların birçoğu Üstün’ü birkaç günden sonra takip etmişti.
141:1.2 (1587.4) İlk gün, İsa ve havariler yalnızca, gece için dinlendikleri yer olan Teriça’ya hareket etmişlerdi. Ertesi gün onlar, Yahya’nın yaklaşık bir yıl önce duyurusunda bulunduğu, ve İsa’nın vaftizini almış olduğu yer olan, Pella yakınında bulunan Ürdün üzerindeki bir yere gittiler. Burada onlar, öğretimde ve duyuruda bulunan bir biçimde, iki haftadan daha fazla bir süreliğine vakit geçirdiler. İlk haftanın sonunda, İsa ve on ikilinin kalmış olduğu yerin yakınında konaklanılan bir yerleşkede birkaç yüz insan toplanmış hale gelmiş olup, onlar, Celile’den, Finikya’dan, Suriye’den, Dekapolis’den, Perea’dan ve Yehuda’dan gelmişlerdi.
141:1.3 (1588.1) İsa hiçbir kamu konuşmasında bulunmamıştı. Andreas, kalabalıkları bölmüş ve onlara öğleden önce ve sonrası toplulukluluklar olarak duyurucular görevlendirmişti; akşam yemeğinden sonra İsa, on ikili ile konuşmaktaydı. İsa onlara yeni bir şey öğretmemişti, ancak öncül öğretisini gözden geçirmiş olup onların birçok sorusuna cevap vermişti. Bu akşamların bir tanesinde kendisi on ikiye, bu yerin yakınındaki tepelerde geçirmiş olduğu kırk güne dair bir şeyler söylemişti.
141:1.4 (1588.2) Perea ve Yehuda’dan gelmiş olanların çoğu Yahya tarafından vaftiz edilmiş olup, İsa’nın öğretilerine dair daha fazla şeyi öğrenmeye ilgili duymuştu. Havariler; Yahya’nın öğretisi hakkında olumsuz hiçbir şey söylemedikleri gibi, ve bu zaman zarfında yeni takipçileri bile vaftiz etmemeleri sayesinde, Yahya’nın takipçilerinin eğitilmesinde büyük ilerleme sağlamışlardı. Ancak, Yahya’nın takipçileri için her zaman; eğer İsa Yahya’nın duyurmuş olduğu kişinin tamamiyle kendisi ise, onun Yahya’yı hapisten çıkarmak için hiçbir şey yapmaması kafalarını kurcalayan bir gerçeklik olmuştu. Yahya’nın takipçileri hiçbir zaman, çok sevgili önderlerinin barbarca ölümüne İsa’nın neden engel olmadığını anlayamamışlardı.
141:1.5 (1588.3) Her gece, Andreas akran havarilerine, Vaftizci Yahya’nın takipçileri ile iyi bir şekilde anlaşmanın hassas ve zor görevinde dikkatli bir biçimde yönergelerde bulunmuştu. İsa’nın kamu hizmetinin bu ilk yılında, İsa’nın takipçilerinin dörtte üçünden fazlası, öncesinden Yahya’yı takip etmiş olup, onun vaftizini almıştı. M.S. 27 olarak, bu yılın tamamı, Perea ve Yehuda’da Yahya’nın görevinin sessiz bir biçimde devralınışında harcanmıştı.
141:2.1 (1588.4) Pella’dan ayrılmalarından önceki gece, İsa, havarilerine yeni krallıkla ilgili belli başlı ilave eğitimde bulunmuştu. Üstün şöyle söylemişti: “Siz şimdiye kadar, Tanrı’ya ait krallığının gelişini aramak için eğitildiniz; ve, ben şimdi, bu uzun-süredir-aranılmakta-olan-krallığın yakında, hatta hâlihazırda burada ve aramızda, olduğunu duyurmaya geldim. Her krallıkta, tahtına oturmuş ve nüfuz alanının yasalarını emretmekte olan bir kral olmaktadır. Ve, böylece sizler; Davud’un tahtında oturmakta olan ve bu mucizevî güç yerinden tüm dünyanın yasalarını duyuran Mesih ile birlikte, yeryüzünün tüm insan toplulukları üzerinde Musevi insanlarının yüceltilmiş bir yönetimi olarak, cennet krallığına dair bir kavramsallaştırmayı geliştirdiniz. Ancak, benim evlatlarım, sizler inancın gözleriyle görmemekte, ruhaniyetin anlayışıyla duymamaktasınız. Ben sizlere; cennetin krallığının, insanların kalplerinde olan Tanrı’nın yönetiminin gerçekleşimi ve onun tanınışı olduğunu duyurmaktayım. Gerçektir, bu krallıkta bir Kral bulunmaktadır, ve bu Kral, benim Babam ve sizlerin Babası’dır. Bizler gerçekten de onun sadık özneleriyiz; ancak, bundan çok daha aşkın olan gerçek, bizlerin onun evlatları oluşunun dönüştürücü gerçekliğidir. Benim yaşamım içerisinde bu gerçeklik, herkes için apaçık bir biçimde görünen hale gelecektir. Babamız da bir tahta oturmaktadır, ama ellerden yapılmış olana değil. Sınırsız’ın tahtı, cennetlerin tümü içindeki Yaratıcı’nın ebedi ikamet yeridir; o her şeyi var kılmakta olup, her bir evrene yasalarını duyurmaktadır. Ve, Yaratıcı aynı zamanda, fani insanların ruhları içinde yaşaması için göndermiş olduğu ruhaniyet vasıtasıyla yeryüzü üzerinde çocuklarının kalplerinde yönetimine sahiptir.
141:2.2 (1588.5) “Sizler bu krallığın özneleri olduğunuzda, Kâinat Yöneticisi’nin yasasını duymaya gerçekten de hazır hale gelirsiniz; ancak, sizlere duyurmak için gelmiş olduğum krallığın müjdesi sayesinde, inanç-kâşifleri olan sizler evlatlar haline geldiğinizde, artık kendinizi, bir her-şeye-gücü-yeten kralın yasalara-tabi yaratılmışları olarak değil, ancak, sevgi dolu ve kutsal bir Yaratıcı’nın ayrıcalıklı evlatları olarak göreceksiniz. Gerçekten de, gerçekten de sizlere şunu söylemek isterim ki, Yaratıcı’nın iradesi sizlerin yasası olduğu zaman, sizler neredeyse hiçbir biçimde krallıkta değilsinizdir. Ancak, Yaratıcı’nın iradesi gerçekten sizlerin iradesi haline geldiği zaman, sizler her anlamda krallık içindesinizdir, çünkü krallık böylece sizler içinde istikrara ulaşmış bir deneyim haline gelmiştir. Tanrı’nın iradesi sizlerin yasası olduğunda, sizler soylu nitelikteki köle öznelersiniz; ancak, kutsal evlatlığın bu yeni müjdesine inandığınız zaman, Babamın iradesi sizlerin iradesi haline gelmekte olup, sizler, krallığın özgürleştirilmiş evlatları olarak, Tanrı’nın özgür çocuklarının yüksek düzeyine yüceltilirsiniz.”
141:2.3 (1589.1) Havarilerden bazıları bu öğretilere dair bir takım şeyi kavramıştı ancak, onların hiçbiri, Yakub Zübeyde dışında, bu çok büyük öneme sahip olan duyurunun bütüncül anlamını kavramamıştı. Ancak, bu sözler kalplerine girmiş ve hizmetin daha sonraki yılları boyunca yardımlarına güç verir biçimde tekrar ortaya çıkmıştır.
141:3.1 (1589.2) Üstün ve onun havarileri, neredeyse üç hafta boyunca Amathus yakınlarında kalmaya devam etti. Havariler kalabalıklara günde iki kez duyuruda bulunmaya devam etmiş olup, İsa her Şabat öğleden sonrası duyurusunu gerçekleştirmekteydi. Çarşamba günlerini oyun günü olarak sürdürmek imkânsız hale gelmişti; bu nedenle, Andreas, bir hafta içerisindeki altı günün her birinde iki havarinin dinlenişini ve Şabat ayinleri boyunca da herkesin görev başında oluşunu düzenlemişti.
141:3.2 (1589.3) Petrus, Yakup ve Yahya, kamu konuşmalarının çoğunu gerçekleştirmekteydi. Filip, Nathanyel, Tomas ve Şimon, kişisel görevin çoğunu yapıp, sorusu olanların özel toplulukları için sınıfları yönetmekteydi; ikizler genel emniyet gözetimlerine devam ederken, Andreas, Matta ve Yudas, her ne kadar her biri aynı zamanda ciddi ölçekte dini görevde bulunmuşsa da, üç kişiden oluşan genel bir idari heyeti geliştirmişlerdi.
141:3.3 (1589.4) Andreas fazlasıyla, Yahya’nın takipçileri ile İsa’nın yeni takipçileri arasında sürekli tekrar eden yanlış anlaşılmaları ve anlaşmazlıkları uyumlaştırma göreviyle meşguldü. Her birkaç gün içerisinde ciddi durumlar ortaya çıkardı ancak, Andreas, havarisel birlikteliklerinin yardımıyla birlikte, en azından geçici olarak, ihtilaflı tarafları belli bir düzeyde anlaşmaya çekmeyi başarmaktaydı. İsa, bu görüşmelerin herhangi birine katılmayı reddetmişti; ne de o, bu sorunların yerli yerinde uyumlaştırılması için herhangi bir tavsiyede bulunurdu. O bir kez bile olsun, havarilerin bu kafa karıştırıcı sorunları nasıl çözmesi gerektiğine dair bir öneride bulunmamıştı. Andreas İsa’ya bu sorularla geldiği zaman, o her zaman şunu söylerdi: “Ev sahibinin, misafirlerinin sahip olduğu ailevi sorunlarının içine girmesi bilgece bir şey değildir; bilge bir ebeveyn hiçbir zaman, kendi çocuklarının küçük tartışmalarında herhangi bir tarafı tutmaz.”
141:3.4 (1589.5) Üstün, havarileriyle ve takipçilerinin tümüyle olan her ilişkisinde büyük bilgelik sergilemiş ve kusursuz adaleti dışa vurmuştu. İsa gerçekten de insanların bir uzmanıydı o, kişiliğinin bir araya gelmiş haldeki cezbediciliği ve gücü nedeniyle kendi akran insanları üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştu. Onun çetin, göçebe ve evsiz yaşamında, ilk bakışta hemen fark edilmeyen ama yönlendirici olan bir etki bulunmaktaydı. Onun kendinden emin ve ikna edici öğretim tutumunda, berrak mantığında, nedensellikteki gücünde, bilgesel kavrayışında, aklının her daim tetikte bulunuşunda, benzersiz kendine güveninde ve yüce olan hoşgörüsünde, ussal etkileyicilik ve ruhsal çekim gücü bulunmaktaydı. O yalın, insansı, dürüst ve korkusuzdu. Üstün’ün mevcudiyetinde dışa vurulmakta olan tüm bu fiziksel ve ussal etkinin yanı sıra orada aynı zamanda; sabır, hassaslık, ağırbaşlılık, zariflik ve alçak gönüllülük olarak — onun kişiliği ile ilişkili hale gelmiş olan varlığın tüm bu ruhsal çekicililikleri bulunmaktaydı.
141:3.5 (1589.6) Nasıralı İsa gerçekten de, güçlü ve fazlasıyla etkiye sahip olan kişilikti; o, ussal bir güç ve ruhsal bir kaleydi. Onun kişiliği yalnızca akranları arasındaki ruhsal akılda bulunan kadınlara çekici gelmemişti; onun kişiliği aynı zamanda, eğitimli ve ussal Nikodemus’a ve, Üstün’ün ölüşünü izlemeyi sonlandırdığında şunu söylemiş olan, çarmıh başında koruma halinde konumlandırılmış çavuş olarak sert Roma askerine de çekici gelmişti: “Gerçekten de bu kişi bir Tanrı Evladı’ydı.” Ve, yerinde durmaz, çetin Celile balıkçıları kendisini Üstün olarak adlandırmıştı.
141:3.6 (1590.1) İsa’nın imgeleri en talihsiz olanları olarak süregelmiştir. Mesih’in bu resimleri, gençlik üzerinde zarar verici bir etki bırakagelmiştir; eğer İsa, sizlerin sanatçılarınız tarafından sıklıkla tasvir edildiği gibi bir erkek olsaydı, tapınak tüccarları onun huzurundan neredeyse hiçbir şekilde kaçmazlardı. Onunki, yüceltilmiş bir insanlıktı o, iyiydi, ancak doğaldı. İsa; yumuşak başlı, şirin ve sevecen bir biçimde Tanrı ile bütünleşmeye çalışan biri olarak durmamaktaydı. Onun öğretisi heyecan verici bir biçimde dinamikti. O, sadece iyiyi söyleyen biri değildi; aynı zamanda o bunu hayata geçiren bir biçimde iyiyi gerçekleştirmekteydi.
141:3.7 (1590.2) Üstün hiçbir zaman şunu söylememişti: “Hepiniz bana gelin, siz çalışmak istemeyenler, siz hayalperestler.” Ancak, o, birçok kez şunu söylemişti: “Siz emek verenler, hepiniz bana gelin ve ben size — ruhsal direnç olarak — istirahatı vereceğim.” Üstün’ün boyundurukluğu, gerçekten de, kolaydı ancak böyle olmasına rağmen, o hiçbir zaman bunu dayatmamıştı her birey, kendisinin sahip olduğu özgür iradeyle bu boyundurukluğu üstlenmek zorundaydı.
141:3.8 (1590.3) İsa zaferi, gurur ve bencillikten verilen feragat olarak, fedada bulunmakla temsil etmişti. Merhamet göstererek, o; kinin, hoşnutsuzlukların, kızgınlığın ve bencil güç ve intikam şehvetinin tümünden ruhsal kurtuluşu tasvir etmeyi amaçlamıştı. Ve, o “Kötülüğe karşılık vermeyin” dediğinde, sonrasında bu tavsiyesinin, günahı hoş görme veya haksızlıkla bütünleşme önerisinde bulunma anlamına gelmediğini açıklamıştı. O daha çok, “birinin kişiliğine kötü davranılmasına karşılık vermeyin, bir kişinin sahip olduğu kişisel saygınlığa dair hislerine kötü amaçlı verilmiş zarara karşılık vermeyin” biçiminde, bağışlamayı öğretmeyi amaçlamıştı.
141:4.1 (1590.4) Amathus’da konaklarken, İsa vaktinin büyük bir kısmını, Tanrı’ya dair yeni kavramsallaşmada onlara öğretimde bulunan bir biçimde havarilerle geçirmişti; tekrar ve tekrar o kendilerine, Tanrı’nın bir baba olduğunun altını çizmişti; sorumluluğu başlıca, tüm yaratımın adil Yargıcı olarak ileride onları yargıladığı zaman kendilerine karşı kullanılabilecek olan günah ve kötülüğün kayıtları olarak, yeryüzü üzerindeki hatada bulunan çocuklarına karşı zarar verici kayıtları tutmak olan büyük ve yüce bir kayıt-tutucu olmadığını. Bu döneme kadar Museviler uzunca bir süredir Tanrı’yı, herkes üzerindeki bir kral, hatta milletin bir Babası olarak bile görmekteydi; ancak, bunun öncesinde hiçbir zaman, fani insanların geniş sayıdaki bireyleri, Tanrı’yı bireyin sevgi dolu bir Babası olarak gören düşünceyi taşımamıştı.
141:4.2 (1590.5) Tomas’ın “Krallığın bu Tanrısı da kimdir” sorusuna İsa şu cevabı vermişti: “Tanrı, senin Babandır; ve, benim müjdem olarak — din, senin onun oğlu olmana dair inanç beslenen farkındalığından fazlası veya azı değildir. Ve, ben, beden içinde sizlerin aranızda, hem yaşamım ve hem de öğretilerimin bünyesinde mevcut bulunmakta olan bu düşünceleri açıklığa kavuşturmak amacıyla buradayım.
141:4.3 (1590.6) İsa aynı zamanda havarilerinin akıllarından, dini bir görev olarak hayvan kurbanlarını sunma düşüncesini kurtarmayı amaçlamıştı. Ancak, gündelik bir biçimde fedada bulunmanın bu dininde eğitilmiş olarak, bu insanlar, onun ne demek istediğini kavramada yavaş kalmışlardı. Yine de, Üstün, öğretiminden yorulmamıştı. Havarilerin hepsinin akıllarına bir örneğin aracılığıyla ulaşmada başarısız olduğunda, iletisini yeniden başka bir biçimde ifade edip, örneklendirme amacıyla başka türden bir benzetmeyi kullanırdı.
141:4.4 (1590.7) Yine bu zaman zarfında İsa on ikiliye, onların “zarar görmüşleri teselli etme ve hastalara yardım etme” görevlerine dair daha bütüncül bir biçimde eğitimde bulunmuştu. Üstün onlara, fazlasıyla, bireysel erkek veya kadını meydana getiren beden, akıl ve ruhaniyet bütünlüğü olarak — bütüncül insan üzerine öğretide bulunmuştu. İsa birlikteliklerine; kendilerinin karşılaşacağı başa gelen üç zarardan bahsetmiş olup, bunun sonrasında, insan hastalığının kederlerinden muzdarip olan herkese onların nasıl yardım edecekleri hususunda açıklamada bulunmuştu. O havarilere, şunları tanımalarını öğretmişti:
141:4.5 (1591.1) 1. Bedene ait hastalıklar — genel olarak fiziksel hastalık şeklinde görülen zararlar.
141:4.6 (1591.2) 2. Sıkıntı içindeki akıllar — daha sonrasında duygusal ve zihinsel sıkıntılar ve rahatsızlıklar olarak görülmüş fiziksel-dışı zararlar.
141:4.7 (1591.3) 3. Kötü ruhaniyetlerin idaresinde bulunma.
141:4.8 (1591.4) İsa havarilerine; bu dönemlerde sıklıkla aynı zamanda kirli ruhaniyetler biçiminde adlandırılmakta olan, bu kötü ruhaniyetlerin doğasına, ve kökenine dair bir takım şeyleri, belirli oturumlarda açıklamıştı. Üstün, kötü ruhaniyetlerin idaresinde bulunma ile delilik arasındaki farkı oldukça iyi bilmekteydi; ancak, havariler bunu bilmemekteydi. Ne de, onların Urantia’nın öncül tarihine dair sınırlı bilgisi göz önüne alındığında, İsa’nın bu hususu bütüncül bir biçimde anlaşılır kılmaya girişmesi mümkün değildi. Ancak, o birçok kez kendilerine, bu kötü ruhaniyetleri kastederek, şunu söylemişti: “Ben cennet içindeki Babama yükseleceğim zaman, ve krallığın büyük güçle ve ruhsal ihtişamla geleceği dönemde ruhaniyetimi her bedene aktarmamdan sonra, onlar artık, istismara uğratılmış tek bir kişiye bile sahip olmayacak.”
141:4.9 (1591.5) Haftadan haftaya ve aydan aya olmak üzere, bu bütüncül yılın tamamı boyunca havariler, hastanın iyileştirilme hizmetine giderek artan bir biçimde dikkat etmişti.
141:5.1 (1591.6) Amathus’da akşam görüşmelerinin tümü içerisinde en önemli olanlarından bir tanesi, ruhsal bütünlüğe dair konuşmayı içine alan oturumdu. Yakub Zübeyde şöyle bir soruda bulunmuştu: “Üstün, bizler nasıl özdeş bir biçimde görmeyi öğrenebiliriz ve böylece kendi aramızda daha fazla ahengi keyifle deneyimleyebiliriz?” İsa bu soruyu duyunca, ruhaniyetinde dehşete kapılmıştı, o kadar ki şu cevabı vermişti: “Yakub, Yakub, ben size, hepinizin aynı şekilde görmeniz gerektiğini ne zaman öğrettim? Ben bu dünyaya; fanilerin, Tanrı karşısında özgünlüğün ve özgürlüğün bireysel yaşamlarını yaşama gücüyle donatılabilmesi amacıyla, ruhsal özgürlüğü duyurmak için geldim. Ben, toplumsal ahengin ve kardeşsel huzurun, özgür kişilikten ve ruhsal özgünlükten feragat edilerek satın alınmasını arzulamamaktayım. Havarilerim, benim sizden beklentim, ruhaniyet bütünlüğüdür — ve, siz bunu, cennet içindeki Babamın iradesini tüm samimiyetle yerine getirmeye olan bütünleşmiş adanmışlığınızdan gelen neşede deneyimleyebilirsiniz. Ruhsal olarak özdeş nitelikte bulunabilmeniz için, aynı şekilde görmek, veya aynı şekilde hissetmek, hatta aynı şekilde düşünmek zorunda bile değilsiniz. Ruhsal bütünlük, her biriniz içinde ikamet etmekte bulunan bilinçten kaynağını almaktadır; ve, bu bütünlük, cennetsel Yaratıcı’nın ruhaniyet hediyesi tarafından artan bir biçimde egemen hale gelir. Sizlerin havarisel uyumunuz; her birinizin, köken, doğa ve nihai son bakımından özdeş olmanıza dair ruhaniyet umudu gerçeğinden doğmak zorundadır.
141:5.2 (1591.7) “Bu şekilde sizler, ikamet eden Cennet ruhaniyetlerinizin her birinin kimliğine dair karşılıklı bilinçten doğan ruhaniyet amacı ve ruhaniyet anlayışının kusursuz hale gelmiş bir birlikteliğini deneyimleyebilirsiniz; ve, sizler, bu derin ruhsal bütünlüğün tamamını, ussal düşünceye, mizaçsal hisse ve toplumsal davranışa dair bireysel tutumlarınızın en büyük düzeydeki çeşitliliğinin tam da karşısında bile memnuniyetle deneyimleyebilirsiniz. Sizlerin kişilikleri, canlandırıcı bir biçimde çeşitlilik gösterebilip, dikkate değer bir biçimde farklı olabilir; bunun karşısında, ruhsal doğalarınız ve kutsal ibadete ve kardeşsel derin sevgiye ait ruhaniyet meyveleriniz muhtemel bir biçimde o kadar bütünleşmiş hale gelebilir ki, yaşamlarınızı irdeleyen herkes, kesin bir biçimde bu ruhaniyet kimliğinin ve ruhsal bütünlüğün farkına varacaktır; onlar, sizlerin benimle vakit geçirmiş olduğunuzu ve böylelikle, ve yerinde bir biçimde, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini nasıl yerine getirmeyi öğrenmiş olduğunuzu ayırt edecekler. Sizler; akla, bedene ve ruhaniyete ait kişisel nitelikteki özgün bahşedilmişliklerinizin yöntemi uyarınca Tanrı’ya olan hizmeti gerçekleştirirken, böyle bir hizmetin özdeşliğine erişebilirsiniz.
141:5.3 (1592.1) “Sizlerin ruhaniyet bütünlüğü, bireysel inananların yaşamlarında her zaman uyumlaştırıcı işlevde gözlemlenecek olan iki şeye karşılık gelmektedir: Birincisi, sizlere, yaşam hizmeti için ortak bir güdü hâkim bulunmaktadır; hepiniz, cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeyi her şeyin üstünde arzulamaktadır. İkincisi, hepiniz, ortak bir mevcudiyet amacına sahiptir; hepiniz, cennet içindeki Yaratıcı’yı bulmayı, ve böylece kâinata nihayeten onun gibi olduğunuzu ispat etmeyi amaçlamaktadır.”
141:5.4 (1592.2) Birçok kez, on ikilinin eğitimi sırasında İsa bu konuya geri dönmüştü. Tekrar eden bir biçimde İsa havarilere; kendisine inananların, iyi insanların bile dini yorumları uyarınca dogmasal hale gelmesinin ve tek tipleşmesinin arzunu duyduğu bir şey olmadığını ifade etmişti. Yine ve yeniden o havarilerini, krallığın müjdesine olan inananları yönlendirme ve onları denetim altına alma amacıyla, mezheplerin oluşturulmasına ve geleneklerin kurulmasına karşı uyarmıştı.
141:6.1 (1592.3) Amathus’daki son haftanın sonuna doğru Şimon Zelotes İsa’ya, Şam’da ticaretle uğraşan bir Farslı olan Terma ismindeki birini getirmişti. Terma öncesinden, İsa’yı duymuş ve Kapernaum’a onu görmeye gelmişti; ve, burada, İsa’nın havarileri ile birlikte Kudüs’e doğru Ürdün vadisi üzerinden indiklerini öğrendiğinde, kendisini aramaya koyulmuştu. Andreas Terma’yı, eğitimi için Şimon ile tanıştırmıştı. Her ne kadar Terma, ateşin Saf ve Kutsal Olan’ın tek görünen simgesi olduğunu açıklamak için elinden ne geliyorsa yapmışsa da, Şimon bu Farslı’yı bir “ateşe tapan” olarak görmüştü. İsa ile konuştuktan sonra bu Farslı, öğretiyi duymak ve duyuruyu dinlemek için birkaç günlüğüne boyunca burada kalmaya devam etme arzusunu belirtmişti.
141:6.2 (1592.4) Şimon Zelotes ve İsa tek başlarına kaldıklarında, Şimon Üstün’e şu soruyu sormuştu: “Neden oldu da ben onu ikna edemedim? Neden o bana bu kadar karşı geldi de, sana bu denli hazır bir biçimde kulak verdi?” İsa şu cevabı verdi: “Şimon, Şimon, ben sana kaç sefer, kurtuluşu arzulayanların kalplerinden bir şeyleri almanın her türlü çabasından kaçınmanı öğrettim? Ne kadar sıklıkla ben sana, bu açlık duyan ruhlara yalnızca bir şeyler koymayı çabalamanı söyledim? İnsanları krallığa yönlendir, ve krallığın büyük ve yaşayan gerçeklikleri yakın bir süre içinde her türlü ciddi hatayı uzaklaştıracaktır. Fani insana, Tanrı’nın kendisinin Babası olduğunun iyi haberlerini sunduğunda, kendisinin gerçekte Tanrı’nın bir evladı olduğu hususunda onu daha kolay ikna edebilirsin. Ve, bunu yaparak sen, kurtuluş ışığını karanlıkta oturan bir kişiye daha getirmiş olursun. Şimon, İnsan Evladı sana ilk geldiği zaman, Musa’yı ve peygamberleri kötüleyip, yaşamın yeni ve daha iyi bir yolunu duyurarak mı geldi? Hayır. Ben, atalarından sahip olduğun şeyi almak için gelmedim; ancak, babalarının yalnızca kısmi olarak görmüş olduğunun kusursuz hale getirilmiş imgesini göstermek için geldim. Şimdi bu şekilde, krallığı öğretmeye ve duyurmaya koyul, Şimon; ve, krallık içerisinde bir insana güven içerisinde ve güvencede sahip olduğun zaman, bu türden birinin sana sorularıyla gelirse, işte o vakit, kutsal kurallığın içerisindeki ruhun ilerleyici bir biçimde gelişimiyle ilgili öğretimi aktarma vaktidir.”
141:6.3 (1592.5) Şimon bu sözcükler karşısında şaşkınlık içerisinde kalmıştı ancak, o, İsa’nın kendisine öğretmiş olduğu gibi hareket etti; ve, Farslı, Terma, krallığa katılanlar arasına girdi.
141:6.4 (1592.6) O gece İsa havarilerine, krallık içindeki yeni yaşam üzerine söyleşide bulunmuştu. Sözlerinin bir kısmı şöyleydi: “Krallığa girdiğiniz zaman, sizler tekrar doğarsınız. Sizler, yalnızca bedenden doğmuş olanlara ruhaniyetin sahip olduğu derin şeyleri öğretemezsiniz; ruhaniyetin ileri yöntemlerine dair öğretimde bulunmayı amaçlamadan, ilk önce, insanların ruhaniyetten doğmuş olduklarına dikkat edin. İlk önce kendilerini mabede götürmeden önce, mabedin güzelliklerini insanlara göstermeye girişmeyin. Tanrı’nın babalığına ve insanların evlatlığına dair inanç-savları üzerine söyleşide bulunmadan önce, Tanrı’yı insanlara ve Tanrı’nın çocukları olarak tanıtın. İnsanlar ile mücadeleye girişmeyin — her zaman sabırlı olun. O, başlı başına size ait bir krallık değildir; sizler yalnızca onun elçilersiniz. Yalın bir biçimde şunu duyurmaya gidin: Bu, cennetin krallığıdır — Tanrı sizlerin babası ve sizler onun evlatlarısınız, ve eğer tüm samimiyetinizle ona inanacak olursanız, bu iyi haberler sizlerin ebedi kurtuluşunuzun tam da kendisidir.
141:6.5 (1593.1) Havariler, Amathus’daki konukluk boyunca büyük ilerleme kaydetmişti. Ancak, onlar, İsa’nın, Yahya’nın takipçileri ile nasıl bir ilişkide bulunacaklarına dair kendilerine hiçbir tavsiyede bulunmayacak oluşu karşısında fazlasıyla hayal kırıklığına uğramıştı. Vaftiz gibi önemli bir hususta bile İsa’nın tüm söylediği şey şu olmuşu: “Yahya gerçekten de su ile vaftiz etti; ancak, sizler cennetin krallığına girdiğinizde, Ruhaniyet ile vaftiz edileceksiniz.”
141:7.1 (1593.2) Şubat’ın 26’sı, İsa, onun havarileri ve takipçilerden oluşan geniş sayıdaki bir topluluk; güneyde Ürdün vadisinden, Yahya’nın gelen krallığa dair ilk duyurusunda bulunmuş olduğu yer olan Perea’daki Bethani yakınındaki nehir geçidine seyahat etmişti. İsa havarileri ile birlikte, Kudüs’e çıkmalarından önce, dört hafta boyunca, öğretimde ve duyuruda bulunan bir biçimde, burada kalmıştı.
141:7.2 (1593.3) Ürdün Vadisi’ni geçtikten sonra Bethani’deki konukluğun ikinci haftası, İsa; Petrus, Yakub ve Yahya’yı, bir üç günlük istirahat için ırmak boyunca uzanan tepelere ve Eriha’nın güneyine götürmüştü. Üstün bu üçlüye, cennetin krallığı hakkında yeni ve ileri gerçeklikleri öğretmişti. Bu kaydın taşıdığı amaç doğrultusunda, bizler bu öğretileri şu şekilde yeniden düzenleyip, sınıflandıracağız:
141:7.3 (1593.4) İsa; krallığın iyi ruhaniyet mevcudiyetlerini tatmış olarak havarilerinin, insanların onların yaşamlarını görerek krallığın bilincine sahip hale gelecek ve inananların böylece krallığın yolları ile ilgili sorular sormasına yönlendirecek bir biçimde yaşamalarını kendilerinden arzulamakta olduğunu açık bir hale getirmeye çabaladı. Gerçekliğin tüm bu türden içten arayıcıları, her zaman, ebedi ve kutsal ruhaniyet gerçeklikleri ile krallığa girmek için katılım hakkını teminat altına alan, inancın beraberinde getirmiş olduğu armağanın mutlu haberlerini duymaktan mutluluk hissetmektedirler.
141:7.4 (1593.5) Üstün krallığın müjdesinin tüm öğretmenlerine, onların tek görevinin — bireyi nihai bir biçimde evlat-bilincine olan sahipliğe götüren bir biçimde — bireysel insana Babası olarak Tanrı’yı açığa çıkarmak olduğunun altını çizmeyi amaçlamıştı bunun sonrasında ise, bu aynı insanı Tanrı’ya onun inanç evladı olarak sunmanın. Bu her iki temel açığa çıkarılış, İsa içinde başarılı bir biçimde yerine getirilmişti. O, gerçekten de, “yol, gerçeklik ve yaşam” haline gelmişti. İsa’nın dini tamamiyle, yeryüzü üzerindeki bahşedilme yaşamını yaşama üzerine dayanmaktaydı. İsa bu dünyadan ayrıldığı zaman, gerisinde herhangi bir kitap, veya bireyin dini yaşamını etkileyen nitelikte insan örgütlenmesinin herhangi bir türünü bırakmamıştı.
141:7.5 (1593.6) İsa, insanlarla, tüm diğer insan ilişkilerinden sonsuza kadar önce gelecek olan, kişisel ve ebedi ilişkileri kurmak için gelmiş olduğunu açık bir biçimde ifade etmişti. Ve, o; bu sıcak ruhsal birlikteliğin, her çağın ve insan topluluklarının tümü içindeki her bir toplumsal durumdaki her insanına genişleyecek olduğunun altını çizmişti. Çocukları için göstermiş olduğu tek ödül şuydu: bu dünya içinde olarak — ruhsal neşe ve kutsal bir-bütünlük; bir sonraki dünya içerisinde olarak — Cennet Yaratıcısı’na ait kutsal ruhaniyet gerçekliklerinin ilerleyişinde ebedi yaşam.
141:7.6 (1593.7) İsa, kendisinin, krallığın öğretileri içinde ilk aktarıma ait iki gerçeklik olarak adlandırmış olduğu şeylere büyük bir önem göstermişti, ve onlar şunlardı: yalnız, ve yalnız inançla vasıtasıyla erişilebilen kurtuluş, ve bununla birlikte, gerçekliğin içten tanınmasıyla gelen insan özgürlüğüne olan erişime dair devrimsel öğreti; “Sizler gerçekliği bileceksiniz, ve gerçeklik sizi özgür kılacaktır.” İsa, beden içinde dışa-vurulmuş olan gerçeklikti; ve, o, cennet içindeki Yaratıcı’ya geri dönüşünden sonra çocuklarının tümünün kalbine sahip olduğu Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni göndereceğinin sözünü vermişti.
141:7.7 (1594.1) Üstün bu havarilere, yeryüzü üzerindeki bütün bir çağ için gerçekliğin temel niteliklerini öğretmekteydi. Onlar sıklıkla İsa öğretilerini kulak vermişlerdi; gerçekte İsa’nın söylemiş olduğu şeyler, diğer dünyaların ilhamı ve eğitimi için amaçlanmıştı. O, yaşamın yeni ve özgün bir tasarımının örneği olmuştu. İnsandan bakıldığında, o gerçekten bir Musevi’idi; ancak, o yaşamını, âlemin bir fanisi olarak tüm dünya için yaşamıştı.
141:7.8 (1594.2) Krallığın tasarımının gerçekleşiminde Babası’nın tanınmasını teminat altına almak için, İsa, “yeryüzünün büyük insanlarını” bilinçli bir biçimde es geçmiş olduğunu açıklamıştı. O çalışmasına; tam da, önceki dönemlere ait evrimsel dinlerin çoğu tarafından oldukça ihmal edilmiş olan sınıf olarak, fakir olanlarla başlamıştı. O, hiçbir insanı hor görmemişti; onun tasarımı dünya çapında, hatta evrenseldi. O bu duyurularında oldukça cüretkâr ve ısrarcıydı ki, Petrus, Yakub ve Yahya bile İsa’nın aklının muhtemel bir biçimde yerinde olmadığı düşüncesinin cazibesine kapılmıştı.
141:7.9 (1594.3) O havarilerine yerinde bir yoğunlukta; bu bahşedilme görevinde, bir kaç yeryüzü yaratılmışı için bir örnek oluşturma amacıyla değil, ancak kendi bütüncül evreni boyunca her bir dünya üzerindeki her bir insan topluluğu için insan yaşamının olması gereken bir ortak ölçütünü oluşturmak ve onu sergilemek amacıyla gelmiş olduğu gerçekliğini aktarmıştı. Ve, bu ortak ölçüt, en yüksek kusursuzluğa, hatta Kâinatın Yaratıcısı’nın nihai iyiliğine bile yaklaşmıştı. Ancak, havariler, onun kelimelerinin taşımakta olduğu anlamı kavrayamamıştı.
141:7.10 (1594.4) O, maddi akıla ruhsal gerçekliği sunmak amacıyla cennetten gönderilmiş bir öğretmen olarak, bir öğretmen işlevinde faaliyet göstermek için gelmiş olduğunu duyurdu. Ve, bu, harfi harfine onun yapmış olduğu şeydi; o, bir öğretmendi, bir duyurucu değildi. İnsan bakış açısından bakıldığında, Petrus İsa’dan çok çok daha fazla etkin bir duyurucuydu. İsa’nın duyurusu benzersiz kişiliği nedeniyle çok etkiliydi, çok da fazlaca ikna edici hitabeti veya duygusal olarak yarattığı etki nedeniyle değildi. İsa, doğrudan bir biçimde insanların ruhlarına konuşmuştu. O, insanın ruhaniyetinin bir öğretmeniydi; ancak, akıl vasıtasıyla bu öğretimini gerçekleştirmekteydi. O, insanlarla birlikte yaşamıştı.
141:7.11 (1594.5) Bu fırsatta İsa, yeryüzü üzerindeki çalışmasının, Emanuel olan Cennet abisinin bahşedilme-öncesi yönergelerine atıfta bulunan bir biçimde, “yukarıdaki birlikteliğinin” heyeti tarafından belirli açılardan kısıtlanmış olduğu üstü kapalı bir biçimde belirtmişti. İsa onlara, yalnızca, ve yalnızca Babasının iradesini gerçekleştirmek için gelmiş olduğunu söylemişti. Amacın içten bir tekilliği ile bu şekilde güdülenen bir biçimde, onu, dünya içindeki kötülük endişeli bir biçimde rahatsız etmemişti.
141:7.12 (1594.6) Havariler, İsa’nın değişmez arkadaşçıllığını tanımaya başlamaktaydı. Her ne kadar İsa’ya kolay bir biçimde yaklaşılabilse de, o her zaman, tüm insan varlıklarından bağımsız olarak, ve onların üstünde, yaşamıştı. Bir an bile olsun o hiçbir şekilde, tamamiyle fani nitelikli olan etkinin egemenliği altına girmemiş veya güçsüz insan yargısına tabi olmamıştı. O, toplumun yaygın görüşüne hiçbir zaman önem vermemişti; o, övgüden etkilenmemekteydi. O nadiren, yanlış anlaşılmaları düzeltmek veya yanlış bilgilendirmeye itiraz etmek için dururdu. O hiçbir zaman, herhangi bir insana tavsiye almak için soru sormamıştı o hiçbir zaman, dua için talepte bulunmamıştı.
141:7.13 (1594.7) Yakub, İsa’nın nasıl da sonu en başından görüyor oluşunun gözlemi karşısında hayretler içinde kalmıştı. Üstün nadiren, şaşkınlığa uğramış halde görülmüştü. O hiçbir zaman heyecan içerisinde, kızgın veya neye uğradığını şaşırmış halde bulunmamıştı. O hiçbir zaman hiçbir insandan özür dilememişti. O zaman zaman üzüntü duymuştu, ancak ümidini hiçbir zaman yitirmemişti.
141:7.14 (1594.8) Daha açık bir biçimde, Yahya, her ne kadar kutsal bahşedilmişliklerinin tümüne sahip olmuş bulunsa da, son kertede İsa’nın insan olduğunun farkına vardı. İsa, insanlar arasında bir insan olarak yaşamış, onları anlamış ve onları derinden sevmişti; ve, o, onların nasıl idare edilmeleri gerektiğini bilmekteydi. Kişisel yaşamında o, oldukça insaniydi; ancak, yine o kadar da hatasızdı. O her zaman fedakârdı.
141:7.15 (1595.1) Her ne kadar Petrus, Yakub ve Yahya İsa’nın bu seferde ne söylemiş olduğunu fazlaca anlayamamış olsa da, onun şükran dolu sözleri kalplerinde kalmıştı ve, çarmıhtan ve yeniden dirilişten sonra, bu sözler fazlaca, kendilerinin ilerideki hizmetini zenginleştirmek ve onu neşeli kılmak için içlerinden dışa doğru akmıştı. Bu havarilerin Üstün’ün sözlerini bütünüyle anlamamış olması ne de az şaşılası şeydir; zira, İsa onlara, yeni bir çağın tasarımını yansıtmaktaydı.
141:8.1 (1595.2) Ürdün vadisinden sonraki Bethani’de dört haftalık konukluk boyunca, her hafta birkaç kez Andreas, havarisel çiftleri bir veya iki günlüğüne Eriha’ya çıkmaları için görevlendirirdi. Yahya Eriha’da birçok inanana sahipti, ve onların büyük bir kısmı İsa’nın ve onun havarilerinin daha gelişmiş öğretilerini sıcak bir biçimde karşılamışlardı. Bu Eriha ziyaretlerinde havariler daha özel bir biçimde, İsa’nın hasta olanlara yardım etmeye dair yönergelerini yerine getirmeye başlamışlardı onlar, şehirdeki her evi ziyaret etmiş olup, acı içindeki her kişiyi teselli etmeyi amaçlamıştı.
141:8.2 (1595.3) Havariler Eriha’da, belirli düzeyde bir kamu çalışmasında bulunmuştu; ancak, onların çabaları başlıca olarak, daha sessiz ve kişisel bir doğadaydı. Onlar bu aşamada, krallığa dair iyi haberlerin hasta olanlar için oldukça teselli verici olduğunu keşfetmişti; onların iletisinin, acı içindekilere iyileşmeyi getirmekte olduğunu. Ve, İsa’nın, krallığın iyi haberlerini duyurmak ve zarar görmüşlere yardım etmek için on ikiliyi görevlendirişi ilk kez gerçek hayata Eriha’da geçirilmişti.
141:8.3 (1595.4) Onlar, Kudüs’e olan kuzey istikametindeki yollarında Eriha’da durmuş olup, İsa ile bir görüşmede bulunmak için Mezopotamya’dan gelmiş olan bir heyet tarafından duraklatılmışlardı. Havariler öncesinden, burada bir gün geçirmeyi tasarlamıştı ancak, Doğu’dan gelen bu gerçek arayıcıları vardıklarında, İsa onlar ile üç gün geçirmişti; ve, onlar, Fırat boyunca uzanan çeşitli yerleşkelerdeki evlerine geri, cennetin krallığına dair yeni gerçekliklerin bilgisi içinde mutlu dönmüşlerdi.
141:9.1 (1595.5) Pazartesi, Mart ayının son günü, İsa ve havariler, Kudüs’e giden tepelere olan tırmanış yolculuklarına başlamıştı. Bethanili Lazarus öncesinden, İsa’yı görmek için Ürdün vadisine iki kez inmişti; ve, Üstün ve onun havarilerinin ana yerleşkelerini, Kudüs’de kalmayı arzuladıkları süre boyunca Lazarus ve onun kız kardeşlerinin evi yapmaları için her düzenlemede bulunulmuştu.
141:9.2 (1595.6) Yahya’nın takipçileri, öğretide bulunan ve kalabalıkları vaftiz eden bir biçimde Ürdün vadisinin ötesinde bulunan Bethani’de kalmaya devam etmişti; bu nedenle, Lazarus’un evine ulaştığında, İsa’ya yalnızca on iki kişi eşlik etmekteydi. Burada İsa ve havariler, Hamursuz için Kudüs’e devam etmeden önce istirahat eden ve kendilerini yenileyen bir biçimde, beş gün boyunca vakitlerini geçirmişlerdi. Üstün’ün ve onun havarilerinin ihtiyaçlarına yardımda bulunabildikleri yer olan, ağabeylerinin evinde kendilerini konukluyor olmak Marta ve Meryem’in yaşamlarında büyük bir olaydı.
141:9.3 (1595.7) Pazar günü, 6 Nisan’da, İsa ve havariler Kudüs’e doğru indiler; ve, bu, Üstün ve on ikilinin tamamının burada beraber olduğu ilk seferdir.
Urantia’nın Kitabı
142. Makale
142:0.1 (1596.1) NİSAN ayında İsa ve havariler, Bethani’de geceyi geçirmek için her akşam şehirden ayrılan bir biçimde, Kudüs’de çalışmışlardı. İsa’nın kendisi her hafta, önde gelen birçok Musevi’nin gizlice kendisiyle konuşmak için gelmiş olduğu, bir Yunan Musevisi olan Flavius’un evinde bir veya iki gece geçirmişti.
142:0.2 (1596.2) Kudüs’deki ilk gün İsa, bir zamanlar yüksek bir mevkide görev yapmış olan bir din-adamı ve Zübeyde’nin eşi Şalome’nin akrabası olan, önceki yıllardan arkadaşı Annas’ı çağırmıştı. Annas, İsa ve onun öğretilerini duymaktaydı ve, İsa yüksek din-adamının evine uğradığında, fazlasıyla temkinle karşılanmıştı. İsa Annas’ın soğukluğunu algılandığında, ayrılırken şunları söyleyen bir biçimde, derhal onun evini terk etti: “Korku insanın başlıca köleleştiricisi ve gururu büyük zayıflığıdır; sen kendine, hem neşenin ve hem de özgürlüğün bu yok edicilerine esir eden bir biçimde ihanet mi edeceksin?” Ancak, Annas cevap vermedi. Üstün Annas’ı, damadının İnsan Evladı hakkında yargıda bulunduğu güne kadar bir daha görmedi.
142:1.1 (1596.3) Bu ay boyunca, İsa veya havarilerden bir tanesi, günlük bir biçimde mabette öğretimde bulunmuştu. Hamursuz kalabalıkları mabet öğretisine giremeyecek kadar büyük olduğunda, havariler birçok öğretiyi dışarıda kutsal bölmelerde gerçekleştirmişti. Onların iletisinin özü şuydu:
142:1.2 (1596.4) 1. Cennetin krallığı çok yakındadır.
142:1.3 (1596.5) 2. Tanrı’nın babalığına olan inanç vasıtasıyla cennetin krallığına girebilir, böylece Tanrı’nın evlatları haline gelebilirsiniz.
142:1.4 (1596.6) 3. Komşunu kendin gibi severken Tanrı’ya olası en yüksek sadakat olarak — derin sevgi, krallık içerisindeki yaşamın kuralıdır.
142:1.5 (1596.7) 4. Bir kişinin kişisel yaşamında ruhaniyetin meyvelerini vermesi olarak, Yaratıcı’nın iradesine taabi olmak krallığın kanunudur.
142:1.6 (1596.8) Hamursuz’u kutlamak için gelmiş olan kalabalıklar İsa’nın bu öğretisini duymuş olup, onların yüzlercesi bu iyi haberlerden büyük keyif duymuşlardı. Museviler’in baş din-adamları ve yöneticileri, İsa ve onun havarilerinden fazlasıyla endişe duyar hale gelmiş olup, kendi aralarında onlar hakkında neyin yapılması gerektiğini tartışmışlardı.
142:1.7 (1596.9) Mabet içi ve çevresindeki öğretinin yanı sıra havariler ve diğer inananlar, Hamursuz kalabalıkları arasında kişisel çalışmaya fazlasıyla katılmış haldeydi. Bu ilgili erkek ve kadınlar, İsa’nın iletisine dair haberi bu Hamursuz kutlamasından Roma İmparatorluğu’nun uç kısımlarına ve aynı zamanda Doğu’ya da taşımıştı. Bu, krallığın müjdesinin dış dünyaya olan yayılımının başlangıcıydı. Artık İsa’nın çalışması Filistin ile sınırlı değildi.
142:2.1 (1597.1) Kudüs’de Hamursuz şölenlerine katılmakta, Giritli zengin bir Musevi tüccarı olan Yakup isminde biri bulunmaktaydı ve, o, İsa ile özel bir biçimde görüşme ricasında bulunan bir biçimde, Andreas’a gelmişti. Andreas, İsa ile olan bu gizli buluşmayı bir sonraki günün akşamı Flavius’un evinde olarak düzenlemişti. Bu kişi Üstün’ün öğretilerini kavrayamamış olup, Tanrı’nın krallığına dair daha bütüncül bir biçimde bilge almayı arzulamak için gelmişti. Yakup İsa’ya şöyle söylemişti: “Ancak, Hahamımız, Musa ve eskinin peygamberleri bize Yahveh’in, büyük gazaba ve dehşetli kızgınlığa sahip bir Tanrı olarak, kıskanç bir Tanrı olduğundan bahsediyor. Peygamberler bize, onun kötülük yapanlardan nefret ettiğini ve yasasına uymayanlardan intikam aldığını söylüyor. Sen ve senin takipçilerin bizlere Tanrı’nın, senin çok yakında olduğunu duyurduğun, cennetin bu yeni krallığına kabul edeceği her insanı çok derin bir biçimde seven iyiliksever ve merhamet sahibi bir Baba olduğunu öğretiyorsunuz.”
142:2.2 (1597.2) Yakup konuşmasını bitirdiği zaman, İsa şu cevabı vermişti: “Yakup, sen, nesillerinin evlatlarına dönemlerinde var olan aydınlık uyarınca öğretide bulunmuş olan eskinin tanrı-elçilerinin öğretilerini oldukça iyi bir biçimde ifade ettin. Cennet içindeki Babamız, değişmezdir. Ancak, onun doğasına dair kavramsallaşma, Musa’nın döneminden Amos zamanına, ve hatta tanrı-elçisi İşaya’nın nesline kadar genişlemiş ve olgunlaşmıştır. Ve, bu aşamada ben beden içerisinde, Babayı yeni ihtişam içerisinde açığa çıkarmak ve onun derin sevgisi ve merhametini dünyaların her biri üzerindeki her bir insanın dikkatine çekmek için geldim. Bu krallığın müjdesinin taşımış olduğu memnuniyet ve iyi niyet iletisi insanların tümüne yayıldığında, millet ailelerinin tümü arasında gelişmiş ve iyileşmiş ilişkiler yeşerecektir. Zaman ilerledikçe, babalar ve çocukları birbirlerini daha çok sevecek ve böylelikle cennet içindeki Baba’nın yeryüzü üzerindeki çocukları için olan derin sevgisine ait daha iyi bir anlayış ortaya çıkacak. Şunu hatırla, Yakup: iyi ve gerçek bir baba yalnızca, kendi ailesini — bir aile olarak — bir bütün halinde derinden sevmez; o aynı zamanda, ailesinin her bir bireysel üyesini gerçek anlamıyla derinden sever ve onu şefkatli bir biçimde önemser.”
142:2.3 (1597.3) Cennetsel Baba’nın karakterine dair ciddi ölçekteki konuşmadan sonra, İsa durup şunu söylemişti: “Sen, Yakup, birçok çocuğun bir babası olarak, sözlerimin gerçekliğini oldukça iyi bilmektesin.” Ve, Yakup şunu dedi: “Ancak, Üstünümüz, kim sana benim altı çocuk babası olduğumu söyledi? Benim hakkımda bunu nasıl bildin?” Ve, Üstün yanıtladı: “Baba ve Evlat’ın her şeyi bildiğini söylemek yeterli olacaktır; zira, onlar gerçekten de her şeyi görürler. Yeryüzü üzerinde bir baba olarak kendi çocuklarını seven bir halde, şimdi sen; yalnızca İbrahim’in tüm çocukları için değil, senin bireysel ruhun olarak özellikle senin için olan nitelikteki — cennetsel Baba’nın senin için olan derin sevgisini bir gerçeklik şeklinde kabul etmek zorundasın.
142:2.4 (1597.4) Bunun sonrasında, İsa, şunları söyleyerek konuşmasına devam etmişti: “Çocukların çok genç ve henüz daha olgunlaşmamışken ve sen onları uyarmak zorunda kaldığında, onlar babalarını kızgın ve sinirli gazapla dolu olarak düşünebilirler. Onların henüz olgunlaşmamış düzeyi, babanın ileriyi gören ve düzeltici nitelikli şefkatini kavrayan bir biçimde verilen cezalandırılışın ötesine geçemez. Ancak, bu aynı çocuklar erişkin erkek ve kadınlar haline geldiklerinde, babaları hakkında bu öncül ve yanlış düşünülmüş fikirlere bağlı kalmaları onlar için bir bilgeden yoksunluk olmaz mı? Erkek ve kadınlar olarak onlar bu aşamada, tüm bu öncül disiplin önlemleri içinde bulunan babalarının sevgisini kavramalıdırlar. Ve, çağlar ilerlerken insanlık, cennet içindeki Baba’nın gerçek doğası ve sevgi dolu karakterini daha iyi bir biçimde anlar hale gelmemeli midir? Eğer sen Tanrı’yı Musa ve diğer peygamberler gibi görmekte ısrar edersen, ruhsal aydınlanmanın ilerleyen nesillerinden nasıl bir yarar elde etmiş olursun ki? Sana söylüyorum, Yakup, sen, bu dönemin aydınlık ışığı altında Baba’yı, çok önceden göçmüş olanların devamlı bir biçimde gördüklerinden bambaşka bir biçimde görmelisin. Ve, onu bu şekilde gören bir halde sen, bu türden merhametli bir Baba’nın hükmettiği krallığa girmekten dolayı büyük keyif duymalı, ve bundan böyle, onun derin sevgi iradesinin yaşamına egemen olmasını amaçlamalısın.”
142:2.5 (1598.1) Ve, Yakup cevabını verdi: “Hahamımız, ben inanıyorum; ben senin beni Yaratıcı’nın krallığına götürmeni arzuluyorum.”
142:3.1 (1598.2) Çoğu Tanrı’nın karakterine dair bu söyleşiyi dinlemiş olarak, on iki havari o gece İsa’ya, cennet içindeki Baba hakkında birçok soru sormuştu. Üstün’ün bu sorulara olan cevapları, çağdaş kavramsallaşmalar içinde en iyi bir biçimde şöyle özetlenebilir:
142:3.2 (1598.3) İsa, özünde şunları söyleyen bir biçimde, on ikiliyi ılımlı bir biçimde eleştirmişti: “Yahveh düşüncesinin gelişimi ile ilgili İsrail’in tarihsel anlatımlarını bilmiyor musunuz, Tanrı’ya dair inanç-savı ile ilgili Yazıtlar’ın öğretisinden habersiz misiniz? Ve, bunun sonrasında Üstün, Musevi insanlarının gelişimi süreci boyunca İlahiyat’a dair kavramsallaşma hakkında havarilerini eğitmeye geçti. O, Tanrı düşüncesinin gelişiminin şu fazlarına dikkat çekti:
142:3.3 (1598.4) 1. Yahveh — Sina kavimlerinin tanrısı. Bu; Musa’nın, İsrail’in Koruyucu Tanrısı olarak daha yüksek düzeye yüceltmiş olduğu İlahiyat’a dair ilkel kavramsallaşmaydı. Cennet içindeki Baba, hiçbir zaman; onların İlahiyat’a dair kavramsallaşmaları her ne kadar gelişmemiş düzeyde bulunursa bulunsun veya onlar onun kutsal doğasını hangi isim altında sembolleştirirlerse sembolleştirsin, yeryüzü üzerindeki çocuklarının içten ibadetini kabul etmemezlikte bulunmaz.
142:3.4 (1598.5) 2. En Yüksek Unsur. Cennet içindeki Baba’ya dair bu kavramsallaşma; Melçizedek tarafından İbrahim’e duyurulmuş olup, İlahiyat’ın bu büyümüş ve genişlemiş düşüncesine daha sonra inanmış olanlar tarafından Salem’den çok uzaklara taşınmıştır. İbrahim ve onun kardeşi Ur’dan güneşe olan ibadetin yaygınlığı nedeniyle ayrılmış olup, En Yukarıdaki Tanrı olarak — El Elyon’a dair Melçizedek öğretisinin inananları haline gelmişti. Onlarınki, eski Mezopotamya düşünceleri ile En Yüksekte Olan inanç-savının bir karışımından meydana gelen bir biçimde, farklı unsurlardan bir araya gelmiş bir Tanrı kavramsallaşmasıydı.
142:3.5 (1598.6) 3. El Şaddai. Bu öncül dönem boyunca İbraniler’in çoğu, Nil topraklarındaki esaretleri boyunca hakkında öğrenmiş oldukları, cennetin Tanrısı’na dair Mısırlı kavramsallaşma olarak, El Şaddai’ye ibadet etmişlerdi. Melçizedek döneminden uzun bir süre sonra, Tanrı’nın bu üç kavramsallaşması da bir araya gelip, İsrail’in Koruyucu Tanrısı olarak, yaratan İlahiyat’a dair inanç-savını oluşturmuştu.
142:3.6 (1598.7) 4. Elohim. Âdem’in zamanından beri, Cennet Kutsal Üçlemesi’ne dair öğreti varlığını sürdürmüştür. Yazıtlar’ın nasıl, “Her şeyin en başında Tanrılar gökyüzünü ve yeryüzünü yarattı” ifadesiyle başladığını hatırlamıyor musunuz? Bu, kayıtların oluşturulduğu zaman zarfında, bir bütünlükte olan üç Tanrı’ya dair Kutsal Üçleme kavramsallaşmasının atalarımızın dinin kendisine yer bulmuş olduğunu göstermektedir.
142:3.7 (1598.8) 5. En Yüce Yahveh. İşaya’nın döneminde Tanrı’ya dair bu inanışlar, aynı zamanda her-şeye-gücü-yeten ve her-şeyi-bağışlayan bir Kâinatsal Yaratan kavramsallaşmasına doğru genişlemiş haldeydi. Ve, Tanrı’nın bu evrimleşen ve genişleyen kavramsallaşması, İlahiyat’a dair atalarımızın dininde bulunan tüm öncül düşünceleri neredeyse tamamen saf dışı bırakmıştı.
142:3.8 (1598.9) 6. Cennet içindeki Baba. Ve, şimdi bizler Tanrı’yı, cennetteki babamız olarak biliyoruz. Bizim öğretimiz, içerisinde inananın Tanrı’nın bir evladının tam da kendisi olduğu bir dini sunmaktadır. Bu, cennetin krallığına dair müjdenin taşıdığı mutlu haberlerdir. Baba ile birlikte Evlat ve Ruhaniyet ortak bir biçimde mevcuttur; ve, bu Cennet İlahiyatları’nın doğası ve hizmetinin açığa çıkarılışı, Tanrı’nın yükseliş halindeki evlatlarına ait ebedi ruhsal ilerleyişin sonu bulunmayan çağları boyunca genişlemeye ve apaçık hale gelmeye devam edecektir. Her zaman ve çağların tümü boyunca, herhangi bir insan varlığının — bireysel nitelikteki ruhsal ilerleyiş ile ilgili olarak — gerçek ibadeti, cennet içindeki Baba’ya gösterilen hürmet olarak ikamet eden ruhaniyet tarafından ayırt edilmektedir.
142:3.9 (1599.1) Daha öncesinde hiçbir sefer havariler, önceki nesillere ait Musevi düşünceleri içinde Tanrı kavramsallaşmasının gelişimine dair bu anlatımı duydukları denli şaşkınlığa düşmemişlerdi; onlar soru soramayacak kadar şaşkınlık içerisindeydiler. Onlar İsa’nın karşısında sessizlik içerisinde otururlarken, Üstün konuşmasını şöyle sürdürmüştü: “Ve, sizler, şayet Yazıtları okumuş olsaydınız, bu gerçeklikleri bilirdiniz. Samuel’de şunun geçtiği metni okumadınız mı: ‘Ve, Koruyucu’nun kızgınlığı İsrail’e karşı ateşlenmişti; o kadar ki, Davud, İsrail ve Yudah’da kaç kişi var sayın, diyerek onlara karşı yürümemiş miydi?’ Ve, bu garip bir şey değildi, zira Samuel’in döneminde İbrahim’in çocukları gerçekten de, Yahveh’in hem iyiyi hem de kötüyü yaratmış olduğuna inanmıştı. Ancak, Tanrı’nın doğasına dair Musevi kavramsallaşmasının genişlemesinin sonrasında meydana gelmiş olarak, daha sonraki bir yazar bu olayları aktardığında kötülüğü Yahveh ile ilişkilendirmemişti; bu nedenle o şöyle söylemişti: ‘Ve, Şeytan İsrail’in karşısına durmuş ve Davud’u İsrail’i saymaya ayartmıştı.’ Yazıtlardaki bu türden kayıtların açık bir biçimde, Tanrı’nın doğasına dair kavramsallaşmanın bir nesilden diğerine nasıl büyümeye devam etmiş olduğunu gösterdiğini algılayamıyor musunuz?
142:3.10 (1599.2) “Tekrar etmek gerekirse, sizler, kutsallığın bu genişleyen kavramsallaşmaları ile çok doğrudan bir ilişki içerisinde gerçekleşmiş olan kutsal kanuna dair anlayışın bu gelişimini kavramalıydınız. İsrail’in çocukları, Yahveh’e dair genişlemiş açığa çıkarılıştan öncesi bir dönemde Mısır’dan çıktıklarında, Sina’da topluca konaklamış oldukları döneme kadar kanunları olarak onlara hizmet etmiş on emre sahipti. Ve, bu on emir şunlardı:
142:3.11 (1599.3) “1. Başka hiçbir Tanrı’ya ibadet etmeyeceksiniz; zira, Koruyucunuz, kıskanç bir Tanrı’dır.
142:3.12 (1599.4) “2. Puttan tanrılar yapmayacaksınız.
142:3.13 (1599.5) “3. Mayasız ekmekten olan orucunuzu tutmayı ihmal etmeyeceksiniz.
142:3.14 (1599.6) “4. İnsanların veya sığırların erkekleri içinde, ilk doğan her zaman benimdir, der Koruyucu.
142:3.15 (1599.7) “5. Altı gün çalışabilirsiniz, ancak yedinci günde istirahat edeceksiniz.
142:3.16 (1599.8) “6. İlk meyvelerin hasadının orucunu ve yılın sonundaki Mişkan orucunu tutmamazlık etmeyeceksiniz.
142:3.17 (1599.9) “7. Mayalı ekmekle birlikte herhangi bir fedanın kanını sunmayacaksınız.
142:3.18 (1599.10) “8. Hamursuz orucunun fedası ertesi güne kalmayacak.
142:3.19 (1599.11) “9. Toprağın ilk meyvelerinin ilkini, Koruyucunuz olan Tanrınızın evine getireceksiniz.
142:3.20 (1599.12) “Genç bir keçiyi annesinin sütünde pişirmeyeceksiniz.
142:3.21 (1599.13) “Ve, bunun sonrasında, Sina’nın şimşekleri ve yıldırımları arasında, Musa onlara; hepinizin, İlahiyat’a dair genişleyen Yahveh kavramsallaşmalarına daha değerli bir biçimde eşlik eder halde göreceği, on yeni emri vermişti. Ve, sizler; ilkinde Mısır’dan olan kurtuluşun Şabat ibadetinin nedenselliğine bağlanışı, daha sonraki bir kayıtta ise, öncül atalarımızın gelişmekte olan dini inanışlarının, Şabat’ı yerine getirme sebebinin dünyanın yaratımına dair gerçekliğin farkındalığını içeren bir biçimde değişim göstermesini gerekli kılışı olarak, bu emirlerin iki kez Yazıtlarda kayıt altına alınmış olduğunu hiç mi fark etmediniz?
142:3.22 (1599.14) “Ve, bunun sonrasında sizler bir kez daha — İşaya’nın döneminin daha büyük olan ruhsal aydınlanması içinde olarak, bu on emrin; Tanrı’yı olası en yüksek düzeyde ve komşunuzu kendiniz gibi derinden sevme olarak, derin sevginin bu büyük ve olumlu kanununa doğru dönüşmüş olduğunu hatırlayacaksınız. Ve, ben de size, Tanrı ve insan için olan derin sevginin bu en yüce düzeydeki kanununun insanın tek bütüncül görevini oluşturmakta olduğunu duyurmaktaydım.”
142:3.23 (1600.1) Ve, İsa konuşmasını bittirdikten sonra, hiçbir kişi ona bir soru sormamıştı. Onlar, her biri kendi uykusuna çekilen bir biçimde, ayrılmışlardı.
142:4.1 (1600.2) Yunan Musevisi olan, Flavius, ne sünnet ne de vaftiz olmuş bir halde, İsrail’in yarı-yeni üyesiydi; ve, o, sanattaki ve heykeltıraşlıktaki güzelliğin büyük bir seveni olduğu için, Kudüs’de konuklarken içinde bulunduğu ev güzel bir yapıydı. Bu ev, Flavius’un dünya seyahatleri üzerinde çeşitli yerlerden toplamış olduğu paha biçilmez hazineler ile seçkin bir biçimde süslenmişti. O İsa’yı evine davet etmeyi ilk kez düşündüğünde, Üstün’ün, bu put olarak varsayılmaktaki imgeleri görmekten rahatsız olacağından korkmuştu. Ancak, Flavius; İsa’nın eve girdiğinde, evin dört bir tarafında dağıtılmış olan bu varsayıldığı haliyle putsal nesnelere sahip olmaktan dolayı kendisini uyarmak yerine, bütün koleksiyona dair büyük bir ilgiyi sergilemesi, ve, kendisinin gözde heykellerinin tümünü İsa’ya gösteren bir biçimde, ona bir odadan diğerine eşlik ederken onun her bir nesne hakkında birçok takdir edici soru sorması karşısında olumlu bir şekilde şaşkınlığa uğramıştı.
142:4.2 (1600.3) Üstün, ev sahibinin sanata karşı olan dostane tutumu karşısında şaşkınlık içerisinde bulunuşunu görmüştü; bu nedenle, onlar bütün koleksiyonu gözden geçirmeyi tamamladığında, İsa şunu söylemişti: “Babam tarafından yaratılmış ve insanın sanatsal elleri tarafından süslenmiş olan şeylerde güzelliği takdir ettiğin için, neden uyarılmayı beklemektesin? Musa bir kez, putlara tapınmakla ve sahte tanrılara olan ibadetle savaşmayı amaçladığı için, neden insanların tümü şükran ve güzelliğin yeniden tasvirine dudak bükmek zorundadır ki? Sana söylüyorum, Flavius, Musa’nın çocukları kendisini yanlış anlamıştır; ve, şimdi onlar, Musa’nın yasaklamış olduğu yeryüzünde ve gökyüzünde olan şeylerin imgelerinden ve suretlerinden bile sahte tanrılar yapmaktadırlar. Ancak, her ne kadar Musa, bu dönemin karanlıkta kalmış akıllarına bu türden kısıtlamaları öğretmiş olsa da, cennet içindeki Baba’nın her şeyin üzerindeki kâinatsal Ruhaniyet Yöneticisi olarak açığa çıkarıldığı bugün ile ne ilişkisi vardır? Ve, Flavius, gelmekte olan krallıkta onların artık, ‘Ona ibadet etme, buna ibadet etme’ öğretisinde bulunmayacaklarını duyuruyorum; onlar artık kendilerini, şundan uzak dur, buna yapmamaya dikkat gibi emirlerle meşgul kılmayacak; ancak, bunun yerine herkes, tek bir en yüce görev ile ilgili olacak. Ve, insanın bu görevi, iki büyük ayrıcalık içinde ifade edilmiş haldedir: Cennet Babası olarak sınırsız Yaratan’a gerçekleştirilen içten ibadet ve bir kişinin akran insanlarına bahşedilmiş sevgi dolu hizmet. Eğer siz komşunuzu kendinizi sever gibi derinden seviyorsanız, siz gerçekten de, Tanrı’nın bir evladı olduğunuzu biliyorsunuz.
142:4.3 (1600.4) “Babam’ın çok iyi bir biçimde anlaşılmadığı bir çağda, Musa, puta tapınmaya karşı gelmede meşru görülen yerde olmuştur; ancak, gelmekte olan çağ içerisinde Baba, Evlat’ın yaşamında açığa çıkarılmış olacaktır; ve, Tanrı’nın bu yeni açığa çıkarılışı, Yaratan Babayı taştan putlarla veya altından ve gümüşten imgelerle karıştırmayı sonsuza kadar gereksiz kılacaktır. Bu aşamadan itibaren ussal insanlar, sanat hazinelerini, her şeyin ve her varlığın Tanrısı olarak Cennet içindeki Baba’ya olan ibadet ve hizmet ile bu türden güzelliğin maddi bir takdirini karıştırmadan keyifle deneyimleyebilirler.”
142:4.4 (1600.5) Flavius, İsa’nın kendisine öğretmiş olduğu her şeye inanmıştı. Ertesi gün Ürdün vadisinden sonra gelen Bethani’ye gitmiş olup, Yahya’nın takipçileri tarafından vaftiz edilmişti. Ve, o bunu, İsa’nın havarileri henüz inananları vaftiz etmediği için yapmıştı. Flavius Kudüs’e geri döndüğünde, İsa için büyük bir şölen vermiş olup, kendisinin altmış arkadaşını çağırmıştı. Ve, bu davetlilerden çoğu da, gelmekte olan krallığın iletisinin inananları haline gelmişti.
142:5.1 (1601.1) İsa’nın bu Hamursuz haftasında mabet içinde vermiş olduğu muhteşem vaazlardan bir tanesi, Şamlı bir kişi olan, dinleyicilerinden bir tanesinin sorduğu bir soruya cevap olarak gerçekleşmişti. Bu kişi İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Ancak, Hahamımız, senin Tanrı tarafından gönderilmiş olduğunu nasıl kesin olarak bilebiliriz? Sen ve takipçilerinin çok yakında olduğunu duyurmuş bulunduğunuz bu krallığa gerçek anlamda girebileceğimizi?” Ve, İsa yanıtladı:
142:5.2 (1601.2) “Benim iletim ve takipçilerimin öğretisi hususunda, siz onları vermiş oldukları meyveler ile yargılamalısınız. Eğer biz size ruhaniyete ait gerçeklikleri duyuruyorsak, ruhaniyet kalpleriniz içinde, bizlerin iletisinin asli olup olmadığına şahitlik edecektir. Krallık ve cennetsel Baba tarafından kabul edilişinize dair güvence hakkında olarak, aranızda bulunan değerli ve iyi niyetli hangi bir babanın, aile içindeki düzeyine veya babasının kalbindeki şefkat bakımından güvenli konumuna dair kendi çocuğunu endişe içinde ve sürüncemede bırakır ki? Siz, yeryüzü babaları, insan kalpleriniz içinde ikamet ettikleri sevgi konumlarına dair çocuklarınızı belirsizlik içinde bırakarak içkence etmekten zevk mi duyarsınız? Ne de cennet içindeki Babanız sahip olduğu ruhaniyete ait inanç çocuklarını, krallık içindeki konumlarına dair kuşkucu belirsizlik için bırakmaz. Eğer siz Tanrı’yı Babanız olarak karşılarsanız, bunun sonucunda, gerçekten de ve gerçeklik içerisinde, sizler Tanrı’nın evlatlarısınızdır. Ve, eğer siz evlatlarsanız, bunun sonucunda, ebedi ve kutsal evlatlık ile ilişkili olan her şeyin konumunda ve düzeyinde güvende olan bir konumdasınızdır. Eğer sizler benim sözlerime inanırsanız, sizler bunun sonucunda, kendisinin beni göndermiş olduğu O’na inanırsınız; ve, Baba’ya böylece inanır halde sizler, cennetsel vatandaşlık içindeki düzeyinizi kesin hale getirmiş olursunuz. Eğer siz cennet içindeki Baba’nın iradesini yerine getirirseniz, hiçbir zaman, kutsal krallık içinde ilerleyişin ebedi yaşamına erişmede başarısız olamazsınız.
142:5.3 (1601.3) “Yüce Ruhaniyet, sahip olduğunuz ruhaniyetler ile birlikte sizlerin gerçekten de Tanrı’nın çocukları olduğunuza tanıklık edecektir. Ve, eğer sizler Tanrı’nın evlatları iseniz, bunun sonucunda, sizler Tanrı’nın ruhaniyetinden doğmuş haldesinizdir; ve, her kim ruhaniyetten doğmuş ise, o kişi kendisinde her türlü kuşkunun üzerinden gelme gücüne sahiptir; ve, bu, tüm belirsizliği aşan, hatta sahip olduğunuz inancın ötesine geçen, bir zaferdir.
142:5.4 (1601.4) “Tanrı-elçisi İşaya, böyle zamanlardan bahseden bir biçimde, şöyle söylemişti: ‘Ruhaniyet bizlere gökten yağdırıldığı zaman, doğruluğun emekleri barış, huzur ve sonsuza kadar sürecek olan güvence olur.’ Ve, bu müjdeye gerçekten inanan herkes için, ben; onların, Babamın krallığının ebedi bağışlamalarına ve sonsuza kadar sürecek yaşamına olan kabullerinin güvencesi olacağım. Bu iletiyi duymuş ve krallığın bu müjdesine insanmış olan, sizler, bunun sonrasında, Tanrı’nın evlatlarısınızdır; ve, sizler, sonsuza kadar sürecek yaşama sahipsinizdir; ve, sizlerin ruhaniyetten doğmuş olmanızın tüm dünyaya olan kanıtı, birbirinizi içten bir biçimde derinden sevmenizdir.”
142:5.5 (1601.5) Dinleyicilerden meydana gelen kalabalıklar, kendisine sorularda bulunan ve onun huzur verici cevaplarını ilgiyle dinleyen bir biçimde, İsa ile beraber birçok saat boyunca kalmaya devam etmişti. Havariler bile, İsa’nın krallığa ait müjdeyi daha güçlü ve kendinden emin bir biçimde duyurmandan cesaret bulmuşlardı. Kudüs’deki bu deneyim on ikili için büyük bir ilham olmuştu. Bu, onların bu türden devasa kalabalıklarla olan ilk iletişimiydi; ve, onlar, daha sonraki çalışmalarında kendilerine büyük yardımda bulunmuş olan birçok değerli dersi öğrenmişti.
142:6.1 (1601.6) Flavius’un evinde bir akşam, İsa’yı, Musevi Sanhedrin heyetinin zengin ve yaşlı bir üyesi olan, Nikodemus isminde biri görmeye gelmişti. O, bu Celileli’nin öğretileri hakkında birçok şey duymuş olup, mabet bahçelerinde öğretide bulurken kendisini duymak amacıyla bir akşamüzeri katılmıştı. O, İsa’nın öğretisini duymaya sıklıkla gitmek istiyordu, ancak, onun öğretisine katılmış olan insanlar tarafından görülmekten korkuyordu; zira, Musevi yöneticileri İsa’nın görüşlerini o kadar onaylamaz haldeydi ki, Sanhedrin heyetinin hiçbir üyesi onunla herhangi bir biçimde açık bir şekilde ilişkilendirilmek istemezdi. Bunun uyarınca, Nikodemus, İsa’yı kişisel olarak ve tam da bu akşam karanlık çöktükten sonra görmeyi Andreas ile birlikte düzenlemişti. Petrus, Yakub ve Yahya, konuşma başladığında Flavius’un bahçesindeydi; ancak, daha sonra onların tümü söyleşinin devam ettiği yer olan eve geçmişlerdi.
142:6.2 (1602.1) Nikodemus’un karşılanmasında, İsa, özel hiçbir saygı gösterisinde bulunmamıştı onunla olan konuşmasında, hiçbir taviz veya yerinde olmayan ikna bulunmamaktaydı. Üstün, sır dolu bir biçimde hareket eden arayıcısını geri çevirmek için hiçbir girişimde bulunmamıştı ne de o herhangi bir kinayede bulunmuştu. Bu, toplumda seçkin konumda bulunmuş olan ziyaretçi ile olan tüm ilişkilerinde, o sakin, içten ve soyluydu. Nikodemus, Sanhedrin heyetinin resmi bir temsilcisi değildi; o İsa’yı tamamiyle, Üstün’ün öğretilerine olan kişisel ve içten ilgisi nedeniyle görmek için gelmişti.
142:6.3 (1602.2) Flavius tarafından tanıştırılması üzerine Nikodemus şunu söyledi: “Hahamımız, bizler senin Tanrı tarafından gönderilmiş olan bir öğretmen olduğunu biliyoruz; zira, eğer Tanrı ile birlikte değilse, sıradan bir insan bu şekilde öğretide bulunamaz. Ve, ben, gelen olan krallığa dair senin öğretilerin hakkında daha fazla şeyi öğrenmenin arzusunu duymaktayım.”
142:6.4 (1602.3) İsa Nikodemus’u şöyle cevapladı: “Gerçekten de, gerçekten de, sana söylüyorum, Nikodemus, bir kişi yukarıdan doğmamışsa, Tanrı’nın krallığını göremez.” Bunun sonrasında Nikodemus şu karşılığı verdi: “Ancak, bir insan yaşlı olduğunda tekrar nasıl doğabilir? O annesinin rahmine tekrar doğmak için ikinci kez giremez.”
142:6.5 (1602.4) İsa şunu söylemişti: “Yine de, ben sana duyuruyorum, bir insan ruhaniyetten doğmamışsa, Tanrı’nın krallığına giremez. Bedenden doğan bedendir, ruhaniyetten doğan ise ruhaniyettir. Ancak, benim sana gökten doğmuş olmak zorundasın sözüme şaşırmamalısın. Rüzgâr estiğinde, sen yaprakların hışırtısını duyarsın; ancak, sen, nerden gelip, nereye gittiği biçiminde — rüzgârı görmezsin; ve, bu durum aynen, ruhaniyetten doğan herkes için böyledir. Bedenin gözleriyle ruhaniyetin dışavurumlarına bakabilirsin, ancak ruhaniyeti mevcut biçimde algılayamazsın.”
142:6.6 (1602.5) Nikodemus buna karşılık olarak: “Ama ben anlamıyorum — bu nasıl olabilir ki?” İsa ise: “Sen İsrail’de bir öğretmensin ve tüm bunların hala bilgisine sahip değilsin, bu mümkün müdür? O zaman, yalnızca maddi dünyanın dışavurumlarını algılayanlara bu şeyleri açığa çıkarmak, ruhaniyetin gerçekliklerine dair bilgiye sahip olanların görevi haline gelmektedir. Ancak, sana cennetsel gerçeklikleri söyleyecek olursan, bizlere inanacak mısın? Cennetten inmiş olana, hatta İnsan Evladı’na bile, inanmaya cesaretin var mı, Nikodemus?”
142:6.7 (1602.6) Ve, Nikodemus: “Ama, ben, krallığa girmek için beni yeniden yaratacak olan bu ruhaniyete nasıl erişmeye başlayabilirim?” İsa buna cevap olarak: “Hâlihazırda, cennet içindeki Babanın ruhaniyeti senin içinde ikamet etmektedir. Eğer sen, gökten olan bu ruhaniyetin rehberliği altına girersen, çok yakın bir süre içinde ruhaniyetin gözleri ile görmeye başlarsın; ve, bunun sonrasında, ruhaniyet rehberliğine olan samimi tercih ile sen, ruhaniyetten doğmuş olursun, çünkü yaşamda senin tek amacın, cennet içinde olan Baban’ın iradesini yerine getirmek olur. Ve, kendini ruhaniyetten doğmuş olarak ve mutlu bir biçimde Tanrı’nın krallığı içinde bulan bir biçimde, günlük yaşamın içerisinde ruhaniyetin cömert meyvelerini vermeye başlarsın.”
142:6.8 (1602.7) Nikodemus, tamamiyle içtendi. O, derin bir biçimde etkilenmişti, ancak kafası karışmış bir şekilde ayrılmıştı. Nikodemus; birey-gelişiminde, bireysel-disiplinde ve hatta yüksek ahlaki niteliklerde bile belirli bir yere gelmiş, başarılı biriydi. O seçkin, ben merkezcil ve fedakârdı ancak, o, küçük bir çocuğun bilge ve sevgi dolu bir dünyasal babanın rehberliğine ve önderliğine kendisini bırakmaya gönüllü oluşu gibi kutsal Baba’nın iradesine kendi iradesini nasıl emanet etmesi gerektiğini, böylece ebedi krallığın ilerleyici bir varisi olarak Tanrı’nın bir evladı haline gelmeyi, bilmiyordu.
142:6.9 (1603.1) Ancak, Nikodemus, yine de krallığı elde etmek için inancını toparlamıştı. O, Sanhedrin’deki arkadaşları İsa’yı, ona söz hakkı tanımadan kınamayı amaçladığında sesi az çıkmış olsa da itirazda bulunmuştu; ve, Arimatheyalı Yusuf ile o, takipçilerin çoğu Üstünleri’nin son ızdırabı ve ölümünün sahnelerinden korku içinde kaçtıklarında bile, onun inancını kabul etmiş ve İsa’nın bedenine sahiplenmişlerdi.
142:7.1 (1603.2) Kudüs’de Hamursuz haftasının öğretimle ve kişisel emeklerle geçen yoğun bir sürecinden sonra, İsa bir sonraki Çarşamba’yı Bethani’de, istirahat eden bir biçimde, havarileri ile birlikte geçirdi. Bu akşamüzeri, Tomas, uzun ve eğitici bir cevabı zorunlu kılan bir soru sormuştu. Tomas şunu demişti: “Üstünümüz, krallığın elçileri olarak ayrı yollara dağıldığımız günde, sen bizlere birçok şey anlattın, kişisel haldeki yaşamımız ile ilgili bizleri eğittin, ancak, şimdi biz kalabalıklara ne öğreteceğiz? Bu insanlar, krallık daha bütüncül bir biçimde geldiği zaman nasıl yaşayacaklar? Takipçilerin kölelere sahip olacak mı? İnananların sefareti mi tercih edecek, mülkü dışlayacaklar mı? Bağışlama tek başına egemen olacak ve böylece bizler artık kanun ve adalete ihtiyaç duymayacak mıyız?” İsa ve on ikili, bu öğleden sonrasının ve, yemekten sonra, akşamın tamamını Tomas’ın soruları üzerine konuşmayla geçirmişti. Bu kaydın taşıdığı amaç doğrultusunda, bizler, Üstün’ün yönergelerinin şu özetini sunmaktayız:
142:7.2 (1603.3) İsa ilk olarak havarilerine, kendisinin yeryüzü üzerinde olarak beden içinde benzeri bulunmayan bir yaşam yaşamakta olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaya amaçlamıştı ve, on ikili olarak, onların, İnsan Evladı’nın bu bahşedilme deneyimine katılmaya çağrılmış olduklarının; ve, bu türden ortak çalışanlar olarak, onların da, bahşedilme deneyiminin bütününün taşımakta olduğu özel sınırlandırılmışlıkların ve sorumlulukların çoğunu paylaşmak zorunda bulunduklarının. Burada; İnsan Evladı’nın, Tanrı’nın tam kalbini ve insan ruhunun en derinliklerini aynı anda görebilen yeryüzü üzerinde o ana kadar yaşamış tek insan oluşu sırrının üstü örtülü bir paylaşımı vardı.
142:7.3 (1603.4) Oldukça açık bir biçimde İsa cennetin krallığının, burada yeryüzü üzerinde başlayan ve Cennet’e olan ilerleyici yaşam istasyonları boyunca ilerleyen bir biçimde, evrimsel bir deneyim olduğunu açıkladı. Akşama doğru o kesin bir biçimde, krallığın gelişimine ait belirli bir gelecek aşamasında ruhsal güç ve kutsal ihtişam içinde bu dünyayı tekrar ziyaret edecek oluşunu ifade etmişti.
142:7.4 (1603.5) O daha sonra, “krallık düşüncesinin,” insanın Tanrı ile olan ilişkisini örneklendirmek için en iyi yöntem olmadığını açıklamıştı o, Musevi insanlarının krallığı bekliyor oluşu nedeniyle ve Yahya’nın duyurusunu gelmekte olan krallık üzerine gerçekleştirmiş olması sebebiyle bu türden mecazi deyişleri kullanmış olduğunu. İsa şunu söylemişti: “Bir başka çağa ait insanlar, krallığın müjdesini; insanın, dini, Tanrı’nın babalığının ve Tanrı ile olan evlatlığı halinde insanın kardeşliğinin öğretisi şeklinde anladığı zaman olarak — aile ilişkisini çağrıştıran kavramlarda sunulduğu zaman daha iyi anlayacaklar.” Bunun sonrasında Üstün, yaşamın bu iki temel kanununu tekrar ifade eden bir biçimde, cennetsel ailenin bir temsili olarak yeryüzü üzerindeki aile üzerine belirli uzunluktaki bir konuşmada bulunmuştu: ailenin başı olarak, baba için duyulacak derin sevginin ilk emri ve kardeşi bireyin kendisi gibi sevmesi olarak çocuklar arasındaki ortak derin sevginin ikinci emri. Ve, bunun sonrasında o, kardeşsel şefkatin bu türden bir niteliğinin her koşulda, fedakâr ve sevgi dolu toplumsal hizmette kendisini göstereceğini açıklamıştı.
142:7.5 (1603.6) Bunun sonrasında, aile yaşamının temel niteliklerine ve bu niteliklerin Tanrı ve insan arasında mevcut olan ilişkiye uyarlanmasına dair çok önemli konuşma gerçekleşmişti. İsa, gerçek bir ailenin şu yedi gerçek üzerine dayanmakta olduğunu ifade etmişti:
142:7.6 (1604.1) 1. Mevcudiyetin gerçeği. Doğaya ait ilişkiler ve fani benzerliğe ait olgular bütünlüğü aile içinde ayrılmaz nitelikte iç içedir: Çocuklar belirli ebeveynsel özellikleri kalıtımsal olarak devralırlar. Çocuklar kökenlerini ebeveynlerinden alır; kişilik mevcudiyeti, ebeveynlerin eylemine bağlıdır. Baba ve çocuğun ilişkisi doğanın tümünde içkin olup, tüm yaşayan mevcudiyetlerde egemendir.
142:7.7 (1604.2) 2. Güvenlik ve haz. Gerçek babalar, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaktan büyük haz alırlar. Birçok baba, sadece çocuklarının isteklerini karşılamakla yetinmez; aynı zamanda onların arzularını da tatmin etmekten keyif duyarlar.
142:7.8 (1604.3) 3. Öğretim ve eğitim. Bilge babalar, erkek ve kız çocuklarının öğretimi ve yeterli eğitimi için dikkatli bir biçimde plan yaparlar. Gençken onlar, daha sonraki yaşamın daha büyük sorumlulukları için hazırlanırlar.
142:7.9 (1604.4) 4. Disiplin ve kısıtlama. İleri görüşlü babalar aynı zamanda gerekli disiplin, yönlendirme, düzeltme için eylemlerde bulunup, zaman zaman ise genç ve henüz olgunlaşmamış doğumlarına kısıtlamalar getirirler.
142:7.10 (1604.5) 5. Dostluk ve sadakat. Şefkat sahibi baba, çocukları ile içten ve sevgi dolu ilişkilerde bulunur. Kulağı her zaman onların arzularına açıktır; o her seferinde, onların zorluklarını paylaşmaya ve yaşadığı sıkıntılarda onlara destek vermeye hazırlardır. Baba, kendinden gelenin ilerleyici refahına karşı olası en yüksek derecede ilgi beslemektedir.
142:7.11 (1604.6) 6. Derin sevgi ve bağışlama. Merhamet sahibi bir baba sınırsız bir biçimde bağışlayıcıdır; babalar çocuklarına karşı intikamcıl anıları tutmazlar. Babalar hâkimler, düşmanlar veya alacaklılar gibi değillerdir. Gerçek aileler hoşgörü, sabır ve bağışlama üzerine dayanmaktadır.
142:7.12 (1604.7) 7. Geleceği destekleme. Zamansal babalar evlatlarına bir miras bırakmak isterler. Aile bir nesilden diğerine devam etmektedir. Ölüm yalnızca, bir nesli sonlandırıp, diğerinin başlangıcını simgelemektedir. Ölüm, bir bireysel yaşamı sonlandırmaktadır, ancak aileyi kesin bir biçimde sonlandıracak gibi zorunluluk bulunmamaktadır.
142:7.13 (1604.8) Saatler boyunca Üstün; aile yaşamının bu niteliklerinin, yeryüzüsel evlat olarak insanların ilişkilerine, Cennet Yaratıcısı olarak Tanrı’nın ilişkilere uygulanmasına dair konuşmada bulunmuştu. Ve, şu, onun konuşmasının kapanış kısmı olmuştu: “Bir evladın Baba ile olan bu bütüncül ilişkisini ben kusursuz derecede bilmekteyim; zira, ebedi gelecek içerisinde sizlerin evlatlığa dair erişmek zorunda olduğunuz her şeye, ben hâlihazırda erişmiş bulunmaktayım. İnsan Evladı, Babanın sağ koluna yükselmeye hazırlanmaktadır; bu nedenle, bende, kusursuz hale gelmek, hatta sizlerin cennet içindeki Babanız gibi kusursuz olmak biçimindeki, ihtişamlı ilerleyişinizi bitirmenizden önce, hepinizin Tanrı’yı görmesi için kapı şimdi daha da çok ardına kadar açıktır.”
142:7.14 (1604.9) Havariler bu şaşırtıcı cümleleri duyduklarında, İsa’nın vaftiz anında Yahya’nın herkese doğru yapmış olduğu duyuruyu hatırlamışlardı ve, onlar aynı zamanda oldukça net bir biçimde, Üstün’ün ölümü ve yeniden dirilişinin sonrasında kendilerinin gerçekleştirmiş oldukları duyularda ve öğretimlerde bu deneyimi tekrar anımsamışlardı.
142:7.15 (1604.10) İsa, Kâinatın Yaratıcısı’nın bütüncül bir biçimde kendisine güven beslediği biri olarak, bir kutsal Evlat’idi. O Baba’nın yanında bulunmuş olup, kendisini bütüncül bir biçimde kavramıştı. O bu aşamada, yeryüzü yaşamını Baba’yı bütüncül bir biçimde tatmin ederek yaşamıştı ve, beden içindeki bu vücutlaşım kendisini, insanı bütünüyle kavramaya yetkin kılmıştı. İsa, insanın kusursuzlaşımıydı o tıpkı, tüm gerçek inananların kendisi içinde ve onun vasıtasıyla erişmenin nihai sonuna sahip olduğu türden bir kusursuzluğa erişmişti. İsa insana, kusursuzluğa ait bir Tanrı’yı açığa çıkarmış olup, kendisi içinde Tanrı’ya, âlemlerin kusursuz hale gelmiş evlatlarını temsil etmişti.
142:7.16 (1605.1) Her ne kadar İsa birkaç saat boyunca konuşmuş olsa da, Tomas tatmin olmamıştı, zira o şunu söylemişti: “Ancak, Üstünümüz, cennet içindeki Babanın bizlere her zaman iyi bir biçimde ve merhamet içinde davrandığını görmemekteyiz. Birçok kez bizler, yeryüzü üzerinde oldukça ciddi bir biçimde acı çekmekteyiz; ve, dualarımız her zaman karşılık bulmamaktadır. Acaba bizler senin öğretinin anlamını kavramada nerede hata yapmaktayız?”
142:7.17 (1605.2) İsa şöyle yanıtlamıştı: “Tomas, Tomas, acaba ruhaniyetin kulağı ile dinleme yetisini elde etmene kadar daha ne kadar süre geçecek? Bu krallığın bir ruhsal krallık olduğunu, Babamın da aynı zamanda bir ruhsal varlık olduğunu kavraman daha ne kadar sürecek? Benim sizlere, ona ait babalığın sonsuz ve ebedi bir ruhaniyet olduğu cennetin ruhsal ailesi içindeki ruhsal çocuklar olarak öğretimde bulunmakta olduğumu anlamamakta mısın? Öğretimi maddi olaylara kelimesi kelimesine uyarlamadan yeryüzü ailesini terimini kutsal ilişkilerin bir örneği olarak kullanmama izin vermeyecek misin? Akıllarınız içinde sizler, krallığın ruhsal mevcudiyetliklerini çağın maddi, toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlarından ayıramamakta mısınız? Ruhaniyetin dilini konuştuğum zaman, yalnızca örneklendirmenin genel amacıyla ortak ve herkes tarafından kabul edildiği haldeki ilişkileri kullanma cüreti göstermemden dolayı, kastettiğim anlamları bedenin diline çevirmekte ısrar etmektesiniz? Benim çocuklarım, sizden ciddi bir biçimde; ruhaniyetin krallığına ait öğretiyi, köleliğin, yoksulluğun, evlerin ve arazilerin bayağı hususlarına ve insan hakkaniyetine ve adaletine dair maddi sorunlara uyarlamaya son vermenizi talep etmekteyim. Bu zamansal hususlar, bu dünyanın insanlarını ilgilendirmektedir; ve, her ne kadar bir biçimde onlar insanların tümünü etkilemekteyse de, sizler, tıpkı benim şu an Babamı temsil ettiğim gibi, dünya üzerinde beni temsil etmek için çağrılmış bulunmaktasınız. Sizler, ruhaniyet Babası’nın özel temsilcileri olarak, ruhsal bir krallığın ruhsal temcilerisiniz. Şu ana kadar çoktan, benim sizlere, ruhsal krallığın tamamiyle erişkin hale gelmiş bireyleri olarak yönergelerde bulunmam mümkün olmalıydı. Sizlere sürekli bir biçimde yalnızca çocuklarım olarak hitap etmek zorunda mıyım? Ruhaniyet algısında hiçbir zaman büyümeyecek misiniz? Yine de, ben sizleri derinden sevmekte olup, sizler ile beraber olmaya devam edeceğim, beden içindeki birlikteliğimizin en sonuna kadar bile. Ve, o zaman bile benim ruhaniyetim, sizden önce dünyanın tamamına gitmeye devam edecek.
142:8.1 (1605.3) Nisan ayının sonuna doğru Ferisiler ve Sadukiler arasındaki İsa’ya olan karşıtlık o kadar gözle görülür olmuştu ki, Üstün ve onun havarileri, Beytüllahim ve Hebron’da çalışmak için güneye giden bir biçimde, Kudüs’den bir süreliğine ayrılmaya karar vermişti. Mayıs ayının tamamı, bu şehirlerde ve çevre köylerin insanları arasında kişisel çalışmalarda bulunmakla geçirilmişti. Bu seyahatte hiçbir kamu duyurusunda bulunulmamıştı, yalnızca evden eve gerçekleştirilen ziyaretlerde bulunulmuştu. Bu dönemin bir kısmını, havariler müjdeyi öğretirken ve hastaya yardım ederken, İsa ve Abner Naziri birliktelik topluluğunu ziyaret ederek geçirmişti. Vaftizci Yahya bu yerden yola çıkmış olup, Abner bu topluluğun başını çekmekteydi. Naziri kardeşliğinin birçok üyesi, İsa’nın inananları haline gelmişti; ancak, bu benliğin arzularını reddeden ve ne yapacakları kestirilemeyen insanların büyük bir çoğunluğu onu, kendisinin orucu ve diğer birey-reddi türlerini öğretmemesi nedeniyle cennetten gönderilmiş bir öğretmen olarak kabul etmeyi reddetmişti.
142:8.2 (1605.4) Bu bölgede yaşayan insanlar İsa’nın Beytüllahim’de doğmuş olduğunu bilmemekteydi. Onlar her zaman, takipçilerinin çok büyük bir çoğunluğu gibi, Üstün’ün Nasıra’da doğmuş olduğunu varsaymıştı ancak, on ikili, gerçekleri bilmekteydi.
142:8.3 (1605.5) Yehuda’nın güneyindeki bu konukluk, dinlendirici ve verimli bir emek dönemiydi; birçok ruh krallığa eklenmişti. Haziran’ın ilk günlerinde, İsa’ya olan kızgınlık Kudüs’de o kadar dinmişti ki, Üstün ve havariler inananlara eğitimde bulunmak ve onları teselli etmek için buraya geri dönmüştü.
142:8.4 (1606.1) Her ne kadar İsa ve havariler tüm Haziran ayını Kudüs içinde veya yakınında geçirmişse de, onlar bu süreç boyunca hiçbir kamu öğretisinde bulunmamışlardı. Onlar çoğunlukla, gölgelik bir parkta, veya diğer bir değişle bu dönemde Gethsemane olarak bilinen bahçede, kurmuş oldukları çadırlar içinde yaşamışlardı. Bu park, Kidron ırmağından çok da uzak olmayan bir yerde, Zeytindağı’nın batı yamacında konumlanmıştı. Şabat hafta sonlarını onlar genellikle Lazarus ve onun kardeşleri Bethani ile geçirmekteydiler. İsa, Kudüs duvarlarının içine yalnızca bir kaç kez girmişti; ancak, sorulara sahip ilgili kişilerin geniş sayıdaki bir topluluğu, kendisiyle sohbet etmek için Gethsemane’de onu bulmuştu. Bir Cuma akşamı, Nikodemus ve Arimathealı bir Yusuf, İsa’yı görmeye cesaret etmişlerdi; ancak, onlar, Üstün’ün çadırının girişine kadar geldikten sonra bile korku içinde geri dönmüşlerdi. Ve, tabii ki, onlar İsa’nın, kendilerinin yapmış oldukları her şeyden haberdar bulunduğunu algılamamışlardı.
142:8.5 (1606.2) Musevilerin yöneticileri İsa’nın Kudüs’e geri dönmüş olduğunu öğrendiklerinde, onu tutuklamaya hazırdılar; ancak, onun hiçbir kamu duyurusunda bulunmadığını gözlemlediklerinde, önceki kızgınlıklarından dolayı İsa’nın korktuğu sonucuna varıp, ona daha fazla müdahalede bulunmadan onun bu özel bir şekilde gerçekleştirdiği öğretisine devam etmesine izin vermeye karar vermişlerdi. Ve, böylece; Sanhedrin heyetinin bir üyesi, Şimon adındaki bir kişinin İsa’nın öğretilerini herkese açık bir biçimde benimseyip, bu şekilde onun ismini Museviler’in yöneticilerinin üzerinde haykırdığı, Haziran’ın son günlerine kadar işler sessiz bir biçimde rast gitmişti. Derhal İsa’nın yakalanması için yeni bir huzursuzluk doğmuş olup, o kadar güçlü bir düzeye ulaşmıştı ki, Üstün Samarya ve Dekopolis şehirlerine çekilmeye karar vermişti.
Urantia’nın Kitabı
143. Makale
143:0.1 (1607.1) M.S. 27 YILINDA, Haziran ayının sonunda, Musevi dini yöneticilerinin artan karşıtlığı nedeniyle, İsa ve on ikili, Bethani’de Lazarus’un evinde tutulması için çadırlarını ve oldukça mütevazı kişisel eşyalarını gönderdikten sonra, Kudüs’den ayrılmıştı. Kuzey’e Samarya’ya giden bir doğrultuda, onlar, Bethel’de Şabatı geçirmek için durdular. Burada onlar, Gofna ve İbrahim’den gelmiş olan insan topluluklarına yedi gün boyunca duyuruda bulundular. Arimathealı ve Tahamnalı vatandaşlardan olan bir topluluk, köylerine ziyarete İsa’yı davet etmek için gelmişlerdi. Üstün ve havarileri, çoğunun krallığın iyi haberlerini duymak için tam da Antipatris kadar uzak bir yerden geldiği, bu bölgenin Musevi ve Samirileri’ne iki haftadan daha uzun bir süre öğretimde bulunarak geçirmişlerdi.
143:0.2 (1607.2) Güney Samarya’nın insanları İsa’yı memnuniyetle dinlemişlerdi; ve, havariler, Yudas İskarot’un dışında, Samiriler’e karşı olan önyargılarının büyük bir kısmını aşmışlardı. Yudas için bu Samirileri derinden sevmek oldukça zordu. Haziran ayının son haftası İsa ve onun birliktelikleri, Ürdün vadisi yakınındaki Faselis ve Arçelis ismindeki yeni Yunan şehirleri için ayrılmaya hazırdılar.
143:1.1 (1607.3) Ağustos ayının ilk yarısı havarisel kafile, ana merkezlerini; Yunanlılar, Romalılar ve Suriyeliler olarak — Musevi-olmayanların neredeyse tamamen ayrıcalıklı topluluklarına, zira çok az sayıda Musevi bu iki Yunan kasabasında ikamet etmekteydi, duyuruda bulunmanın ilk deneyimine sahip oldukları yer olan Arçelis ve Faselis ismindeki Yunan şehirlerinde kurmuşlardı. Bu Roma vatandaşları ile bulundukları iletişimde, havariler, gelmekte olan krallığın iletisinin duyurusunda yeni zorluklar ile karşılaşmış olup, İsa’nın öğretilerine olan yeni itirazlarla yüzleşmişlerdi. Havariler ile gerçekleştirmiş olduğu birçok akşam konuşmasının birinde, İsa; on ikili, kişisel emeklerini birebir verdikleri kişilerle olan deneyimlerini tekrar anlatırken, bu kişilerin krallığın duyurusuna olan itirazlarını dikkatle dinlemişti.
143:1.2 (1607.4) Filip’in sormuş olduğu bir soru, yaşamış oldukları zorluğun tipik bir örneğiydi. Şöyle söylemişti Filip: “Üstünümüz, bu Yunanlılar ve Romalılar, bu türden öğretilerin yalnızca zayıflara ve kölelere göre olduğunu söyleyen bir biçimde, iletimizi hafife alıyorlar. Onlar, dinsiz gibi görülen inanışın bizlerin öğretisinden daha üst düzeyde bulunduğunu, çünkü bu inanışın, güçlü, kuvvetli ve girişken bir karakterin elde edilişine ilham kaynağı olduğunu öne sürüyorlar. Onlar kendilerinden fazlasıyla emin bir biçimde; bizlerin tüm insanları, yeryüzü üzerinden yakın bir süre sonra yok olacak durağan itirazda-bulunmayanların zayıf düşürülmüş türleri haline dönüştüreceğimizi düşünüyorlar. Onlar senden hoşlanıyorlar, Üstünümüz, ve senin öğretinin cennetsel ve ideal olduğunu amasız kabul ediyorlar; ancak, onlar bizleri ciddiye almıyorlar. Onlar güçlü bir biçimde, senin dininin bu dünya için olmadığını öne sürüyorlar; insanların senin öğrettiğin gibi yaşayamayacağını. Ve, şimdi, Üstünümüz, bizler bu Musevi-olmayanlara ne demeliyiz?”
143:1.3 (1607.5) Tomas, Nathanyel, Şimon Zelotes ve Matta tarafından sunulmuş olan krallığın müjdesine karşı benzer itirazları duyduktan sonra, İsa on ikiliye şunları söylemişti:
143:1.4 (1608.1) “Ben bu dünyaya, Babamın iradesini gerçekleştirmek ve onun sevgi dolu karakterini tüm insanlık için açığa çıkarmak için geldim. Bu, benim kardeşlerim, benim görevimdir. Ve, bu, bu günün veya başka bir neslin Musevileri veya Musevi-olmayanları tarafından öğretilerimin yanlış anlaşılmasına rağmen, yapacak olduğum tek şeydir. Ancak, sizler, kutsal derin sevginin bile kendine ait çetin takipçilere sahip olduğu gerçeğini gözden kaçırmamalısınız. Bir babanın evladı için olan derin sevgisi, birçok kez babayı, düşüncesiz doğumunun bilgece olmayan eylemlerini sınırlamaya itmektedir. Evlat her zaman, babanın sınırlandırıcı disiplinine ait bilge ve sevgi dolu güdüleri kavramamaktadır. Ancak, ben sizlere şunu duyuruyorum, Cennet içindeki Babam, kâinat âlemlerinin tümünün âlemini sevgisinin zorlayıcı gücü ile yönetmektedir. Derin sevgi, tüm ruhaniyet gerçekliklerinin en büyüğüdür. Gerçeklik, özgürleştirici bir açığa çıkarılıştır; ancak, sevgi, olası en yüce ilişkidir. Ve, akran insanlarınız bugünün dünya idaresinde hangi hatalarda bulunursa bulunsunlar, gelecek çağ içerisinde sizlere duyurmakta olduğun bu müjde tam da bu dünyayı yönetecektir. İnsan ilerleyişinin nihai amacı, Tanrı’nın babalığının saygı dolu bir biçimde tanınması ve insanlığın kardeşliğinin sevgi dolu bir biçimde gerçekleştirilişidir.
143:1.5 (1608.2) “Ancak, kim size, müjdemin yalnızca köleler ve düşkünler için amaçlanmış olduğunu söyledi? Sizler, benim seçilmiş havarilerim, düşkünlere benziyor musunuz? Yahya düşkün biri gibi mi duruyor? Benim, korku tarafından köleleşmiş olduğumu mu gözlemliyorsunuz? Gerçektir, bu neslin fakirleri ve ezilmişleri kendilerine duyurulmuş olan müjdeye sahiptir. Bu dünyanın dinleri fakirleri görmezden gelmiştir; ancak, benim Babam kişileri ayırt etmez. Bunun yanı sıra, bu günün fakirleri, tövbe çağrısına ve evlatlığın kabulüne ilk kulak verenlerdir. Krallığın müjdesi; Musevi Musevi-olmayan, Yunanlı Romalı, zengin fakir, özgür esir olarak — insanların tümüne, ve, genç yaşlı, erkek kadın herkese eşit bir biçimde duyurulacaktır.
143:1.6 (1608.3) “Babamın derin sevginin bir Tanrısı olması ve bağışlamayı gerçekleştirmekten büyük haz duyması, nihai bir biçimde, krallığın hizmetinin yeknesak bir kolaycılıkta olacağı anlamını yaratmamaktadır. Cennet yükselişi, ebediyetin çetin kazanımı olarak, tüm zamanların en yüce serüvenidir. Yeryüzü üzerinde krallığın hizmeti, sizlerin ve sizlerle beraber çalışanların bir parçası olabilmeye yetkin olduğunuz, tüm cesur insanlığı çağıracaktır. Sizlerin çoğunuz, bu krallığın müjdesine sadakatiniz için ölümle cezalandırılacaksınız. Cesaretinizin, savaşan yoldaşlarınızın mevcudiyetiyle güçlendiği yer olan fiziksel savaş hattında ölmek kolaydır; ancak, yaşamınızı sakin bir biçimde ve tek başınıza, ölümlü kalbiniz içinde kutsal bir yere gelmiş olan bir gerçekliğin derin sevgisi için yere sermek insan cesareti ve adanmışlığının daha yüksek ve daha derin bir türünü gerektirmektedir.
143:1.7 (1608.4) “Bugün inanmayanlar, itirazsız bir müjdeyi duyurmakta ve şiddetsiz bir yaşamı yaşamakta olduğunuzu söyleyerek, sizlere sataşabilir; ancak, sizler, bu öğretilere olan kahramanca adanmışlıklarıyla tüm insanlığı hayretler içinde bırakacak olan bu krallığın müjdesinin içten inananlarına ait uzun listenin ilk gönüllülerisinizdir. Dünyanın hiçbir ordusu, şimdiye kadar hiçbir kez; Tanrı’nın babalığı ve insanların kardeşliği olarak — tüm dünyaya iyi haberleri duyuran bir biçimde yola çıkacak sizler ve sizlerin sadık varisleriniz tarafından sergilenecek olan cesaret ve gözü pekliği göstermemiştir. Bedenin cesareti, gözü pekliğin en alt düzeyidir. Akılsal gözü peklik, daha yüksek bir insan cesaretidir; ancak, en yüksek ve en yüce olan, derin ruhsal gerçekliklere ait aydınlanmış yargılara duyulan tavizsiz bağlılıktır. Ve, bu türden cesaret, Tanrı-bilen insanın kahramanlığını oluşturmaktadır. Ve, hepiniz, Tanrı’yı bilen insanlarsınız; sizler en gerçek haliyle, İnsan Evladı’nın kişisel birlikteliklerisiniz.”
143:1.8 (1608.5) Bu, İsa’nın bu seferde dile getirmiş olduğu her şey değildi; ancak, onun konuşmasının giriş kısmıydı ve, o konuşmasına, bu resmi nitelikteki duyuruyu açmak ve örneklendirmek için uzunca bir süre devam etmişti. Bu konuşma, İsa’nın on ikiliye yöneltmiş olduğu en tutkulu hitaplardan bir tanesiydi. Nadiren Üstün havarilerine gözle görülür nitelikteki güçlü duygular ile konuşurdu; ancak, bu, dikkate değer düzeydeki duyguların eşlik etmiş olduğu, çok bariz görülen içtenlikle gerçekleştirdiği birkaç az konuşmadan bir tanesiydi.
143:1.9 (1609.1) Havarilerin kamu duyurusu ve kişisel hizmetinin sonuçları derhal ortaya çıkmıştı bahse konu günden itibaren onların iletisi, cesaretin egemen olduğu yeni bir bütünlüğü içermekteydi. On ikili, krallığın yeni müjdesi içinde olumlu girişkenlik ruhaniyetini elde etmeye devam etmişti. Bu günden itibaren, onlar kendilerini, yasaklayıcı erdemleri duyurmakla ve Üstün’ün birçok anlamı beraberinde taşımış olan pasifliğin emirleri öğretisiyle eskisi kadar meşgul kılmadılar.
143:2.1 (1609.2) Üstün, insansı öz-denetimin kusursuz hale gelmiş bir örneğiydi. Kendisine çok kötü davranıldığında, karşı tarafa aynı hisleri beslememişti; acı çektiğinde, kendisine acı çektirenlere hiçbir tehdidi savurmamıştı düşmanları tarafından kınandığında, o sadece kendisini, cennet içindeki Babasının doğru yargısına adamıştı.
143:2.2 (1609.3) Akşam konuşmalarının bir tanesinde, Andreas İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, Yahya’nın bizlere öğretmiş olduğu gibi arzularımızı dışlamayı mı yerine getireceğiz, yoksa, senin öğretimin olan öz denetimi mi amaçlayacağız? Hangi bakımdan senin öğretin Yahya’nınkinden farklılık göstermektedir?” İsa şu cevabı vermişti: “Yahya gerçekten de sizlere, atalarının ışığı ve kanunu uyarınca doğruluğun yolunu öğretmişti, ve bu, bireyin kendisini sürekli denetleyici ve arzularını dışlayıcı dindi. Ancak, ben size, benliğin unutuluşunun ve benliğin denetiminin yeni bir iletisiyle gelmekteyim. Ben sizlere, bana cennet içindeki Babam tarafından açığa çıkarılmış olan yaşam biçimini göstermekteyim.
143:2.3 (1609.4) “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, kendi öz benliğini yöneten kişi, bir şehri ele geçirenden daha büyük bir kişidir. Bireyin kendisi üzerindeki üstünlük, bir insanın ahlaki doğasının ölçüsü ve onun ruhsal gelişiminin göstergesidir. Eski düzen içinde, sizler oruç tuttunuz ve dua ettiniz; ruhaniyetin yeniden doğumuna ait yeni yaratılmış olarak, sizlere inanmak ve derin neşe duymak öğretilmiştir. Babanın krallığında, sizler yeni yaratılmış haline geleceksiniz; eski şeyler hükmünü yitirecektir; bakın, ben size her şeyin nasıl yeni haline geleceğini göstermekteyim. Birbirinize duymuş olduğunuz sevginiz vasıtasıyla, sizler dünyayı, ölümden sonsuza kadar sürecek yaşama olan bir biçimde, esaretten özgürlüğe geçmiş olduğunuza ikna edeceksiniz.
143:2.4 (1609.5) “Eskinin yoluyla sizler, yaşamın kuralları içinde kalmayı, onlara uymayı ve tabi olmayı amaçladınız; yeni yolla sizler, ilk önce Gerçekliğin Ruhaniyeti tarafından dönüşmüş hale bulunursunuz; ve, böylece, aklınızın sürekli olarak ruhsal yenilenişi ile içsel ruhunuzda güçlenirsiniz; ve, bunun sonucu olarak sizler, Tanrı’nın şükran sahibi, tatmin edici ve kusursuz iradesini belirli bir biçimde ve neşeli bir şekilde yerine getirme gücüne sahip hale gelirsiniz. Unutmayın — sizlerin kutsal doğanın bir parçası haline gelmenizi teminat altına alan şey, Tanrı’nın çok fazlasıyla muhteşem ve kıymetli vaatlerine olan kişisel inancınızdır. Böylece, inancınız ve ruhaniyetin dönüşümü vasıtasıyla sizler, gerçek bir biçimde Tanrı’nın mabetleri haline gelirsiniz; ve, onun ruhaniyeti mevcut bir halde sizler içinde ikamet etmektedir. İşte, ruhaniyet sizler içinde ikamet ediyorsa, sizler artık bedenin köleleri değil, ruhaniyetin özgür ve özgürleştirilmiş evlatlarısınız. Ruhaniyetin yeni yasası sizlere; korkuyla bireyin kendisini köleleştirmesinden ve bu kölelikle kendi arzularını reddedişinden meydana gelen eski kanunun yerine, bireyin kendisi üzerindeki üstünlüğünün özgürlüğünü bahşedecektir.
143:2.5 (1609.6) “Birçok sefer, kötü olanı yaptığınızda, eylemlerinizi kötü olanın etkisine bağlamayı düşünegeldiniz, ancak gerçekte sizler yalnızca, doğru yolunuzdan kendinizin doğal eğilimleri tarafından ayrıldınız. Tanrı-elçisi Yeremya uzunca bir süre önce sizlere, insan kalbinin her şeyden önce ve onların üstünde aldatıcı olduğunu ve hatta onun zaman zaman iflah olmaz bir biçimde ahlaktan yoksun bulunduğunu söylemedi mi? Kendi kendinizi aldatır hale gelip, böylece budalaca korkulara, sınır getirilmemiş her türlü arzuya, köleleştirici tutkulara, başkalarına zarar vermek isteyen düşüncelere, kıskançlığa ve hatta intikam alıcı kine bile düşmek sizler için ne kadar da kolaydır!
143:2.6 (1610.1) “Kurtuluş ruhaniyetle gelen yenilenme ile sağlanır, beden içindeki benliğin doğruluk olarak gördüğü şeyleri sürekli olarak yerine getirmesiyle değil. Sizler inancınızla aklanıp, sahip olduğunuz şükranla ortak beraberliğe erişirsiniz; korkuyla ve bireyin kendi bedeni reddedişiyle değil, her ne kadar ruhaniyetten doğmuş olan Yaratıcı’nın çocukları her zaman ve sürekli olarak benliğin ve beden arzuları ile ilgili ne varsa her şeyin üstünleri olsa da. Sizler, sahip olduğunuz inanç ile kurtuluşa eriştirilmiş olduğunuzu bildiğinizde, Tanrı ile olan ilişkiniz gerçek bir huzura kavuşur. Ve, bu cennetsel huzurun yolunda takip eden herkes, ebedi Tanrı’nın sürekli gelişmekte olan evlatlarının ebedi hizmetiyle kutsanma nihai sonuna sahiptirler. Bundan böyle, Tanrı’nın derin sevgisi içinde kusursuzluğun arayışı içindeyken aklın ve bedenin tüm kötülüklerinden kendinizi arındırmanız bir görev değil, sizlere verilmiş olan yüceltilmiş bir ayrıcalık haline gelir.
143:2.7 (1610.2) “Sizlerin evlatlığı inanç temeline dayanmaktadır; ve, sizler, korku tarafından etkilenmeyecek bir bütünlüğe sahip olur hale geleceksiniz. Sizlerin neşesi, kutsal söze olan inançtan doğmaktadır; ve, sizler bu nedenle, Baba’nın derin sevgisinin ve merhametinin gerçekliğinden kuşku duymaya sürüklenmemelisiniz. İnsanları gerçek ve içten tövbeye yönlendiren şey Tanrı’nın tam da bu, iyi oluşudur. Benlik üzerindeki üstünlüğünüzün sırrı, sürekli olarak derin sevgi tarafından faaliyet gösterir halde bulunan, ikamet eden ruhaniyete duyduğunuz inancınız ile yakından ilişkilidir. Bu kurtarıcı inanca bile sizler kendinizden sahip değilsiniz; o aynı zamanda Tanrı’nın hediyesidir. Ve, eğer sizler bu yaşayan inancın çocukları olursanız, artık benliğin köleleri değil, bunun yerine Tanrı’nın özgürleştirilmiş evlatları olarak kendinizin utgun üstünleri haline gelirsiniz.
143:2.8 (1610.3) “Bunun sonucunda, benim çocuklarım, eğer ruhaniyetten doğmuş olursanız, benlik reddinden meydana gelen bir yaşamın bilinçli esaretinden ve bedenin arzuları üzerindeki sürekli gözetimde bulunmaktan sonsuza kadar kurtulursunuz; ve, sizler, günlük yaşamlarınızda ruhaniyetin meyvelerini kendiliğinden göstereceğiniz kaynak olan ruhaniyete ait neşeli krallığa aktarılmış olursunuz; ve, ruhaniyetin meyveleri, keyif veren ve soylulaştıran öz denetimin en yüksek türünün, ve hatta — benlik üzerindeki gerçek üstünlük olarak — dünyasal ahlaki erişimin en yüksek düzeylerinin özüdür.”
143:3.1 (1610.4) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, havariler ve onların doğrudan takipçi birliktelikleri arasında büyük bir endişeli ve duygusal gerilim hali ortaya çıkmıştı. Onlar neredeyse hiçbir biçimde, beraber yaşamaya ve çalışmaya alışamamışlardı. Onlar, Yahya’nın takipçileri ile uyumlu ilişkileri sağlamada artış gösteren zorlukları deneyimlemekteydiler. Musevi-olmayanlar ve Samiriler ile olan iletişim, bu Museviler için büyük bir sınav olmuştu. Ve, tüm bunların yanı sıra, İsa’nın yakın zaman içinde söylemiş oldukları şeyler, onların kafalarındaki huzursuzlukları çoğaltmıştı. Andreas neredeyse her durumda aklıselim halde kalmıştı o, bir sonraki aşamada neyin yapılması gerektiğini bilmemekte olup, bu nedenle sorunları ve kafa karışıklıkları için Üstün’e gitmişti. İsa havarisel başın yaşamakta olduğu sorunları duyduğunda, şunu söyledi: “Andreas, insanlar birbiriyle bu düzeyde tartışır düzeye geldiğinde ve birçok kişinin güçlü duyguları söz konusu olduğunda, onların yaşamış oldukları kafa karışıklıkları konuşarak çözülemez. Ben, senin benden talep etmekte olduğun şeyi yerine getiremem — ben, bu kişisel nitelikli toplumsal sorunlara karışmayacağım; ancak, ben, üç günlük bir dinlenme ve rahatlama döneminin keyifle deneyimlenişinde sana katılacağım. Kardeşlerine git ve onlara; hepinizin, bir veya iki gün için dinlenmeyi arzu ettiğim yer olan Sartaba Dağı’na dağına benimle bir çıkacaklarını söyle.
143:3.2 (1610.5) “Şimdi on iki kardeşinin her birine gidip, şunları söyleyen bir biçimde, onlarla kişisel olarak konuşmalısın: ‘Üstünümüz, bir süreliğine dinlenmek ve rahatlamak için bizlerin kendisiyle birlikte ayrılmasını arzu ediyor. Hepimiz yakın bir zaman içinde ruhaniyete ait gerginlikleri ve akla ait sıkıntıları deneyimlediğimiz için, bu tatil boyunca zorluklarımıza ve sorunlara dair hiçbir bahsin geçmemesini öneriyorum. Bu hususta benimle iş birliği yapacağınıza dair size güvenebilir miyim?’ Bu şekilde, özel ve kişisel bir biçimde her bir kardeşinle iletişim kur.” Ve, Andreas, Üstün’ün kendisine yönergesini vermiş olduğu gibi yapmıştı.”
143:3.3 (1611.1) Bu, her birinin deneyimi bakımından muhteşem bir olaydı onlar hiçbir zaman dağa çıkış gününü unutmamıştı. Bu yolculuğun tamamı boyunca sorunlarına dair neredeyse hiçbir kelime edilmemişti. Dağın tepesine ulaşılmasıyla, şunları söylerken İsa onları etrafında oturtturmuştu: “Kardeşlerim, hepiniz dinlenmenin değerini ve rahatlamanın yararını öğrenmek zorundasınız. İç içe girmiş belirli sorunları çözmenin en iyi yönteminin, bir süre boyunca onları bir kenara atmak olduğunun farkına varmak zorundasınız. Bunun sonrasında, dinlencenizden veya ibadetinizden geri canlanmış bir şekilde döndüğünüzde, çözmek için sorunlarınıza daha açık bir zihinle ve daha kararlı bir elle yaklaşmaya yetkin hale gelirsiniz; kaldı ki daha, kendinden bir kalbe sahip olacağınızdan bahsetmiyorum. Tekrar etmek gerekirse, sizler birçok sorununuzu, aklınızı ve bedeninizi dinlendirirken sorunlarınızı hem büyüklük ve yaşamlarınızda teşkil ettiği önem bakımından küçülmüş halde bulacaksınız.”
143:3.4 (1611.2) Ertesi gün, İsa, üzerine söyleşmek için on ikilinin her birine bir konu verdi. Bu bütün gün, anılara ve onların dini çalışmaları ile ilişkisi bulunmayan konular üzerinde konuşmaya adanmıştı. Onlar bir anlığına olsa da, öğle vakti yemekleri için İsa yemeği açtığında onun — ifadesel olarak — yiyecekler için şükür duasında bile bulunmaması karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. Bu onların kendisini, bu türden resmiyetleri göz ardı eder halde ilk kez gözlemleyişleriydi.
143:3.5 (1611.3) Onlar dağa çıktıklarında, Andreas’ın kafası tamamiyle sorunlar üzerineydi. Yahya kalbinde, hiç olmadığı kadar duyguları karışmış haldeydi. Yakub ruhunda oldukça ciddi bir biçimde sorunlara sahipti. Matta, onlar bu dönemde Musevi-olmayanlar arasında fazlasıyla konakladıkları için, kaynak bulmada zorluk çekmekteydi. Petrus, endişeye kapılmış halde olup, bu zamanlarda normalden daha az bir biçimde sinirine hâkim olabilmekteydi. Yudas, hassaslık ve bencilliğin dönemsel bir ziyaretinden muzdaripti. Şimon, insanın kardeşliğine olan derin sevgi ile kendisinin vatanseverliğini birleştirmedeki çabalarında her zamankinden daha çok hayal kırıklığına uğramış haldeydi. Filip, işlerin aldığı gidişattan gittikçe artan bir biçimde kafa karışıklığı duyar hale gelmişti. Nathanyel, Musevi-olmayan nüfuslarla iletişime geçtiklerinden beri daha az şakacı olmuştu, ve Tomas, ümitsizlik halinin ciddi bir döneminin ortasında bulunmaktaydı. Sadece ikizler normal ve etkilenmemiş haldeydiler. Onların tümü, Yahya’nın takipçileri ile nasıl barışçıl bir biçimde anlaşacaklarına dair fazlasıyla kafa karışıklığı içindeydiler.
143:3.6 (1611.4) Dağdan aşağıya inmeye ve konakladıkları yere geri dönmeye başladıkları üçüncü gün, onlara büyük bir değişiklik gelmişti. Onlar; birçok insani kafa karışıklığının gerçekte mevcut olmadığının, birçok zorlayıcı sorunun abartılmış korkunun yaratımları ve artmış endişenin doğumu olduğunun önemli keşfinde bulundular. Onlar, tüm bu kafa karışıklarının en iyi kenara bırakılarak çözüleceğini öğrenmişlerdi; bulundukları yerden ayrılarak onlar bu tür sorunları, kendi kendilerine çözülmesine bırakmışlardı.
143:3.7 (1611.5) Onların bu tatilden dönüşleri, Yahya’nın takipçileriyle oldukça fazla iyileşmiş ilişkilerinin bir döneminin başlangıcına işaret etmektedir. On ikilinin çoğu; herkesin zihinsel halinin değişmiş olduğunu fark ettiklerinde ve yaşamın olağan sorumluluklarından üç günlük ayrılışlarının bir sonu olarak kendilerine gelmiş olan sinirsel hassasiyetten kurtuluşlarını gözlemlediklerinde, kendilerini gerçekten de neşe bırakmışlardı. Orada her zaman, insan ilişkisinin yeknesaklığının kafa karışıklıklarını çoğaltma ve sorunları büyütme tehlikesi mevcut bulunmaktadır.
143:3.8 (1611.6) Yunan Arçelis ve Faselis şehirlerindeki Musevi-olmayanların küçük bir kısmı müjdeye inanmıştı ancak, on ikili, tamamiyle Musevi-olmayan nüfuslar ile gerçekleştirmiş oldukları ilk geniş çaplı çalışmalarından değerli bir deneyim elde etmişlerdi. Bir Pazartesi sabahı, yaklaşık olarak ayın ortasında, İsa Andreas’a şunu söyledi: “Samarya’ya gidiyoruz.” Ve, onlar derhal, Yakup’un kuyusu yakınında bulunan, Secem şehri için yola çıktılar.
143:4.1 (1612.1) Altı yüz yıldan daha fazla bir süre boyunca Yehuda’nın Musevileri, ve aynı zamanda daha sonrasında Celile’nin Musevileri de olmak üzere, Samiriler ile düşmanlık içerisindeydiler. Museviler ve Samiriler arasındaki bu kötü duygular şu şekilde açığa çıkmıştı: “M.Ö. yaklaşık olarak yedi yüzlü yıllarda Asurîlerin kralı olan Sargon, merkezi Filistin’de bir isyanı bastırırken İsrail’in kuzey krallığına ait yirmi beş binden fazla Musevi’yi sürüp ve esir edip, onların yerine Kutiler, Sefarviler ve Hamatiler’in soylarından olan neredeyse eşit sayıdaki bir nüfusu buraya konumlandırmıştı. Daha sonrasında Asurbanipal, Samarya’da yaşaması için daha da başka toplum birlikteliklerini göndermişti.
143:4.2 (1612.2) Museviler ve Samiriler arasındaki dini düşmanlık, Samariler’in Kudüs’ün yeniden inşasını engellemek için çaba sarf ettiği zaman zarfı olarak, Museviler’in Babil esaretinden geri döndükleri tarihten gelmektedir. Daha sonra onlar Musevileri, İskender’in ordularına dostane destekte bulunmayla incitmişlerdi. Arkadaşlıklarının karşılığı olarak İskender Samaryalılar’a, Yahveh’e ve kabilesel tanrılarına ibadet ettikleri ve Kudüs’deki mabet ayinleri düzeninin içerdiğinden çok daha fazlasını feda olarak sundukları yer olan, Gerizim Dağı üzerinde bir mabet inşa etme izni vermişti. En azından onlar bu ibadetlerine, Yahya Hurkanus’un Gerizim Dağı üzerindeki mabetlerini yıkmış olduğu, Makabiler’in zamanına kadar dahi devam etmişlerdi. İsa’nın ölümünden sonra Samaryalılar için verdiği emeklerde, Havari Filip, bu eski Samarya mabet yerleşkesinde birçok buluşmayı düzenlemişti.
143:4.3 (1612.3) Museviler ve Samariler arasındaki düşmanlık, atasal geleneklerden gelmekte olup tarihseldi; İskender’in döneminden beri artan bir biçimde onlar, birbirleri ile ilişki kurmamaya başladılar. On iki havari, Dekapolis ve Suriye gibi diğer Musevi-olmayan şehirlerde Yunan dilinde duyuru yapmaktan çekince duymamaktaydılar; ancak, orada, Üstün “Haydi Samarya’ya gidelim” dediği zaman, onların kendisine olan sadakati için çetin bir sınav ortaya çıkmıştı. Ancak, bir yıldan daha fazla bir süre boyunca İsa ile beraber yaşayışlarında, onun öğretilerine duydukları inançlarını ve Samiriler’e karşı duymuş oldukları önyargıları bile aşan nitelikte kişisel bağlılığın bir türünü geliştirmişlerdi.
143:5.1 (1612.4) Üstün ve on ikili Yakub’un kuyusuna ulaştığı zaman, Filip Secem’den yiyecekler ve çadırlar getirmede yanına havarileri alırken, yolculuktan yorulmuş olarak İsa kuyu başında vakit geçirmişti; zira, onların bir süreliğine bu yörede kalacağı görünmekteydi. Petrus ve Zübeyde kardeşleri normalde İsa ile birlikte kalmaya devam ederlerdi; ancak, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, onların diğer kardeşleri ile birlikte gitmesini talep etmişti: “Benim için korkmayın; bu Samiriler arkadaşçıl olacak; yalnızca bizim kardeşlerimiz olan Museviler bize zarar vermeye çalışıyor.” Ve, İsa kuyu etrafında havarilerin geri dönmesini beklemek için oturduğunda, bu yaz akşamında saat neredeyse altıydı.
143:5.2 (1612.5) Yakup’un kuyusunun suyu Secem’in kuyularından daha az minerali barındırmaktaydı, bu nedenle içme suyu olarak daha fazla değerli görülmekteydi. İsa susamıştı, ancak kuyudan su alacak bir yol bulunmamaktaydı. Bu nedenle, Secemli bir kadın su testisi ile gelip kuyudan su çekmeye hazırlandığında, İsa ona “Bana da bir tas ver” dedi. Samaryalı bu kadın İsa’nın bir Musevi olduğunu görünüşünden ve kıyafetinden bilmiş olup, onun aksanından onun bir Celileli Musevi olduğuna dair fikir yürütmüştü. Bu kadının ismi Nalda’ydı ve o çekici bir yaratılmıştı. O, kuyu başında kendisiyle böyle konuşan ve su isteyen bir Musevi adamıyla karşılaşmaktan fazlasıyla şaşkınlık duymuştu; zira, bu zamanlarda, kendisine saygı besleyen bir insanın halk önünde bir kadın ile konuşmasının yerinde olmadığı düşünülmekteydi, kaldı ki bir Musevi’nin bir Samaryalı ile konuşması çok daha kötüydü. Bu nedenle, Nalda İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Nasıl olur da, bir Musevi olarak sen bir Samaryalı kadın olarak benden bir tas su istersin?” İsa: “Ben gerçekten de senden bir tas su istedim; ancak, bir bilecek olsan, sen benden yaşayan suyun bir fıçısını isterdin.” Bunun sonrasında Nalda: “Ancak, Bayım, sizin çekecek hiçbir şeyiniz yok ve kuyu derin; peki siz nereden bu yaşayan suyu getireceksiniz? Sen, bizlere bu kuyuyu vermiş olan ve ondan kendisinin, evlatlarının ve sürülerinin de içmiş olduğu atamız Yakup’dan daha mı büyüksün?”
143:5.3 (1613.1) İsa şöyle yanıtlamıştı: “Bu sudan için herkes tekrar susuz kalacak; ancak, her kim yaşayan ruhaniyetin suyundan içerse, o hiçbir zaman susuzluk çekmeyecek. Ve, bu yaşayan su onun içinde, ebedi yaşama kadar bile su verecek bir yenilenme kuyusu haline gelecek.” Nalda bunun sonrasında şöyle söyledi: “Susamayacağım, ne de çekmek için ta buraya kadar gelmeyeceğim bu suyu ver bana. Ayrıca, bir Samaryalı kadının, takdir edilesi böyle bir Musevi’den alacağı her şey onun için bir zevk olacaktır.”
143:5.4 (1613.2) Nalda, İsa’nın onunla konuşmaya olan istekliliğini nasıl yorumlayacağını bilmiyordu. O Üstün’ün yüzünde, dosdoğru ve kutsal bir insanın çehresini görmüştü; ancak, kendisi, onun arkadaşcıllığını bilenen türde yakın bir ilişki kurma şeklinde yanlış anlamıştı ve, Nalda İsa’nın mecazi ifadesini, kendisine cinsel bir ilişki arzusuyla yaklaşmanın bir biçimi olarak yanlış yorumlamıştı. Ve, sıkı olmayan ahlaki değerlere sahip bir kadın olarak onun aklı, İsa’nın doğrudan bir biçimde gözlerinin içine bakıp emreden bir sesle, “Hanımefendi, eşini al ve onu buraya getir” deyişinden önce kura tamamiyle açıktı. Bu emir Nalda’yı kendisine getirmişti. O, İsa’nın iyiliğini yanlış değerlendirmiş olduğunu görmüştü; o, İsa’nın mecazi ifadesini yanlış yorumladığını anlamıştı. Nalda birden korkuya kapılmıştı o, olağandışı bir insanın mevcudiyeti karşısında bulunduğunu fark etmeye başlamıştı ve, aklında yerinde bir cevap vermek için telaşla bir şeyler ararken, büyük bir kafa karışıklığı içerisinde şunu söylemişti: “Ancak, Bayım, ben eşimi çağıramam, çünkü benim bir eşim yok.” Bunun sonrasında ise İsa: “Sen doğruyu söyledin, zira bir zamanlar bir eşe sahip olmuş bulunsan da, senin şu an birlikte yaşadığın kişi eşin değildir. Sözcüklerimle oynayacağına, bu gün sana önermiş bulunduğum yaşayan suyun peşine düşsen daha iyi olacak.”
143:5.5 (1613.3) Bu zaman zarfında Nalda aklıselimliğine kavuşmuş ve iyi olan benliği uyanmıştı. O, tercihiyle gerçekleşmiş bir biçimde tamamen ahlaktan yoksun bir kadın değildi. O acımasızca ve adil olmayan bir biçimde kocası tarafından terk edilmiş olup, ve fazla tercih şansı bulunmayan koşullar altında evlenmeden bir Yunanlı ile onun eşi olarak yaşamaya razı olmuştu. Nalda bu aşamada, İsa ile oldukça düşünmeden bir biçimde konuşmuş olmasından fazlasıyla utanç duymuştu; ve, o, olabilecek en yüksek pişmanlıkla, şunu söyleyerek, Üstün’e seslenmişti: “Efendimiz, senle olan konuşma biçimimden tövbe etmekteyim, zira ben senin kutsal bir insan veya muhtemelen bir tanrı-elçisi olduğunu görüyorum.” Ve, o, birçoğunun öncesinde ve ilk yaptıklarından beri gerçekleştirdiği gibi — kişisel günahlardan arınmaya dair konuyu din-kuramı ve felsefe üzerine olan söyleşiye çeviren bir biçimde — Üstün’den doğrudan ve kişisel bir yardım almaya hazır hale gelmişti. O hızlıca bir biçimde konuşmanın yönünü, kendisinin ihtiyacı olan şeylerden din-kuramsal anlaşmazlığa doğru çevirmişti. Gerizim Dağı’na doğru işaret ederek, şunu söylemeyi sürdürmüştü: “Atalarımız bu dağ üzerinde ibadet etti, ve buna rağmen sen, insanların ibadet etmesi gerektiği yerin Kudüs’de olduğunu mu söyleyeceksin? Eğer öyle değilse Tanrı’ya ibadetin doğru yeri neresidir?”
143:5.6 (1613.4) İsa, kadının ruhunun onun Yaratıcısı ile doğrudan ve arayış halindeki iletişimden kaçınma girişimini görmüştü; ancak, o aynı zamanda, onun ruhunda daha iyi bir yaşam yolunu öğrenmeye dair bir arzunun mevcut olduğunu da görmüştü. Son kertede, Nalda’nın kalbinde yaşayan su için gerçek bir susuzluk vardı bu nedenle, İsa, şunu söyleyerek, ona sabırlı bir biçimde yaklaşmıştı: “Hanımefendi, şimdilik sadece, ne bu dağda ne de Kudüs’de Yaratıcı’ya ibadet etmeyeceğin günün gelmekte olduğunu söylememe izin ver. Ancak, sen şu anda, birçok pagan tanrısı ve Musevi-olamayan felsefi düşüncelerden meydana gelmiş bir dinin karışımı olarak, bilmediğin bir şeye ibadet etmektesin. Museviler en azından ibadet ettikleri kişiyi biliyorlar; onlar, ibadetlerini Yahveh olarak tek bir Tanrı’ya yoğunlaştırarak tüm kafa karışıklığını kaldırmışlardır. Ancak, sen, tüm samimi ibadet edenlerin ruhaniyet ve gerçeklik içindeki Yaratıcı’ya ibadet edeceği zaman olarak, zira yalnızca bu tür ibadet edenler Yaratıcı’yı aramaktadır, vaktin yakın bir zaman geleceğini — hatta onun şimdi bile gelmiş olduğunu — söylediğimde bana inanmalısın. Tanrı ruhaniyet olup, ona ibadet edenler kendisine ruhaniyet ve gerçeklik içinde ibadet etmelidir. Sizlerin kurtuluşu, diğerlerinin nasıl ve nerede ibadet etmesi gerektiğini öğrenmekten gelmemektedir; o, şu an bile sana önermekte olduğum bu yaşayan suyu kendi kalbine almanla gelmektedir.
143:5.7 (1614.1) Ancak, Nalda, yeryüzü üzerindeki kişisel yaşamına ve Tanrı önündeki sahip olduğu ruhun düzeyine dair utandırıcı soruyu tartışmaktan kaçınmak için bir ilave çabada daha bulunacaktı. Bir kez daha o, şunu söyleyen bir biçimde, genel din üzerine olan sorulara başvurmuştu: “Evet, biliyorum Bayım, Yahya, Kurtarıcı olarak adlandırılacak bir Dönüştürücü’nün gelişine ve bu kişi geldiği zaman her şeyi bizlere duyuracak oluşuna dair vaazda bulunmuştu” — ve, İsa, bu aşamada Nalda’nın sözünü keserek, şaşkınlık içerisinde bırakan bir güvence ile, “Şu an senle konuşmakta olan kişi ben, oyum” dedi.
143:5.8 (1614.2) Bu, İsa’nın dünya üzerinde gerçekleştirmiş olduğu, kutsal doğasına ve evlatlığına dair ilk doğrudan, olumlayıcı ve apaçık duyuruydu; ve, bu duyuru, bir Samaryalı kadın olarak, bir kadına ve bu ana kadar insanların gözünde kişiliği su götürür bir kadına yapılmıştı ancak, bu kadın, kendi öz arzusundan dolayı günah işlediğinden çok kendisine günah işlenmiş olan bir kadın olarak kutsal gözün görmüş olduğu ve bu an içinde kurtuluşu arzulamış, onu içten ve samimi bir biçimde arzulamış, bir insan ruhu halindeki kadındı, ve bu yeterliydi.
143:5.9 (1614.3) Nalda, daha iyi şeylere ve daha soylu bir yaşam biçimine dair gerçek ve kişisel arzusunu dile getirecekken, kalbinin gerçek arzusundan tam bahsetmeye hazırken, on ikili Secem’den geri dönmüştü; ve, İsa’nın oldukça içten bir biçimde bu kadınla — bu Samaryalı kadın olarak, ve tek başına — konuşması sahnesine gelmeleri üzerine, şaşkınlığa düşmekten çok daha büyüğünü deneyimlemişlerdi. Onlar hızlıca erzaklarını indirip, hiç kimsenin İsa’yı kınamaya cüret etmediği bir halde, ortalıktan çekilmişlerdi; bu esnada, İsa Nalda’ya şunu söylemişti: “Hanımefendi, kendi yoluna git; Tanrı seni bağışlamış haldedir. Bundan böyle sen yeni bir yaşam yaşayacaksın. Sen yaşayan suyu teslim aldım, ve yeni bir neşe senin ruhunun içinden fışkıracaktır; ve, sen, En Büyük’ün bir kızı haline geleceksin.” Ve, havarilerin olumsuz düşüncelerini algılayan bir biçimde, bu kadın, su kâsesini bırakıp, şehre doğru hızlıca uzaklaşmaya başladı.
143:5.10 (1614.4) Şehre girer girmez, gördüğü herkese şunu duyurdu: “Yakup’un kuyusuna gidin, ve hızlıca yetişin, çünkü orada şimdiye kadar yaptığım her şeyi bana söylemiş bir adamı göreceksiniz. Bu Dönüştürücü olabilir mi?” Ve, güneş batmadan büyük bir kalabalık, İsa’yı duymak için Yahya’nın kuyusunda bir araya gelmişti. Ve, Üstün onlara, ikamet eden ruhaniyetin hediyesi olarak, yaşamın suyuna dair daha fazla şey anlatmıştı.
143:5.11 (1614.5) Havariler hiçbir zaman, İsa’nın, karakteri sorgulanır kadınlar olarak, hatta ahlaktan yoksun kadınlarla bile olmak üzere, kadınlarla konuşmaya olan gönüllülüğü karşısında büyük şaşkınlığa düşmekten kendini alamamışlardı. Onun havarilere; kadınların, hatta diğerleri tarafından ahlaksız kadınlar adlandırılmakta olan kadınların bile, Tanrı’yı Babaları olarak tercih edebilecek ruhlara sahip olduklarını, böylece Tanrı’nın kızları ve sonsuza kadar sürecek yaşamın adayları haline gelebileceklerini anlatmak İsa için oldukça zor olmuştu. On dokuz yüzyıl sonrasında bile birçok kişi, Üstün’ün öğretilerini kavramada aynı gönülsüzlüğü göstermektedir. Hıristiyan dini bile kararlı bir biçimde, İsa’nın yaşamının taşımış olduğu gerçeklik yerine onun ölümü gerçeği etrafında inşa edilegelmiştir. Dünya, acıklı ve kederli ölümünden çok onun mutlu ve Tanrı’yı-açığa-çıkaran yaşamı ile ilgilenmelidir.
143:5.12 (1614.6) Nalda bu bütün hikâyeyi bir sonraki gün Havari Yahya’ya anlatmıştı ancak, o bunu hiçbir zaman, diğer havarilere bütüncül bir biçimde açığa çıkarmamıştı ve, İsa bundan on ikiliye detaylı bir biçimde bahsetmemişti.
143:5.13 (1615.1) Nalda Yahya’ya, İsa’nın kendisine “o zamana kadar yapmış olduğu her şeyi” söylediğini anlatmıştı. Yahya birçok kez İsa’ya, Nalda ile olan bu sohbet hakkında soru sormak istemişti; ancak, o hiçbir zaman bunun yapmamıştı. İsa Nalda’ya, kendisi hakkında yalnızca bir şeyi söylemişti; ancak, onun kendisinin gözlerine olan bakışı ve kendisiyle olan iletişim biçimi, bir an içerisinde iyi ve kötü yönleriyle yaşamının tamamını tüm kapsamıyla aklının önüne öyle bir biçimde getirmişti ki, geçmiş yaşamını bu kendi kendine açığa çıkarışının tamamını Üstün’ün bakışı ve sözleri ile ilişkilendirmişti. İsa hiçbir şekilde Nalda’ya, beş eşe sahip olduğunu söylememişti. O, kocası kendisini terk ettiğinden beri dört farklı erkek ile yaşamıştı ve, tüm geçmiş yaşamı ile birlikte bu, İsa’nın Tanrı’nın bir insanı olduğunu fark ettiği an aklına tüm detayıyla gelmişti ki, kendisi daha sonra Yahya’ya tekrar eden bir biçimde İsa’nın gerçekten de kendisine dair her şeyi söylemiş olduğunu tekrarlamıştı.
143:6.1 (1615.2) Nalda’nın Secem’den İsa’yı görmeleri için kalabalıkları toplamış olduğu akşam, on ikili yemekle daha yeni dönmüş haldeydi; ve, güçlü bir biçimde onlar İsa’dan, onun insanlar ile konuşması yerine kendileri ile birlikte yemek yemesini talep etmişlerdi, zira onlar bütün gün yiyeceksiz olup, açlardı. Ancak, İsa karanlığın yakın bir zamanda çökeceğini biliyordu; böylece o, kendilerini göndermeden önce insanlarla konuşmada kararlılığını korumuştu. Andreas, kalabalığa konuşmasından önce bir lokma alması için onu ikna etmeye çalıştığında, İsa, “senin bilmediğin yemeği yiyeceğim” demişti. Havariler bunu duyduklarında, aralarında şunu konuşmuşlardı: “Birisi ona yiyecek bir lokma mı getirdi ki? Acaba o kadının kendisine suyun yanı sıra yiyecek de vermiş olması mümkün mü?” İsa onların kendileri arasında konuştuklarını duyduğunda, insanlara konuşmasından önce, kendilerine doğru yönelip, on ikiliye şunları söylemişti: “Benim yemeğim, beni göndermiş olan O’nun iradesini yerine getirmek ve O’nun görevini başarı ile tamamlamaktır. Sizler artık, hasat çıkıncaya kadar kesin bir biçimde konuşmaktan kaçınmalısınız. Bir Samarya şehrinden ayrılıp bizleri duymak için gelen şu insanlara bakın; ben sizlere, tarlaların hasat için çoktan olgunlaşmış olduğunu söylüyorum. Hasada her kim katılırsa karşılığını alır ve bu topladığı meyveyi ebedi yaşama taşır; nihayeten, ekenler ve biçenler beraberce neşe duyarlar. Bu açıdan şu söz doğrudur: ‘Biri eker, diğeri biçer.’ Ben şimdi sizleri, üzerinde emek vermediğiniz olan şeyi biçmeye gönderiyorum; diğerleri emeklerini vermiştir, ve şimdi sizler onların emeklerine katılmak üzeresiniz.” Bunu o, Vaftizci Yahya’nın duyurusuna atfen söylemişti.
143:6.2 (1615.3) İsa ve havarileri, Gerizim Dağı üzerindeki konakladıkları yere kurulmalarından önce Secem’e gidip, iki gün boyunca duyuruda bulunmuşlardı. Ve, Secem’in sakinlerinden çoğu müjdeye inanmış olup, vaftiz için ricada bulunmuşlardı ancak, İsa’nın havarileri henüz vaftizde bulunmamaktaydılar.
143:6.3 (1615.4) Gerizim Dağı üzerinde konaklamış oldukları yerdeki ilk gece, havariler, Yakup’un kuyusundaki kadına dair tutumları hususunda İsa’nın onları uyaracak oluşunu beklemişlerdi; ancak, o, bu konuya hiçbir atıfta bulunmamıştı. Bunun yerine İsa onlara, “Tanrı’nın krallığında merkezi olan gerçeklikler” üzerine çok önemli bir konuşmada bulunmuştu. Herhangi bir din içerisinde, değerlerin orantısız hale gelmesine müsaade etmek ve birinin sahip olduğu din-kuramında gerçeklerin gerçekliğin yerini almasına izin vermek oldukça kolaydır. Çarmıhın gerçeği, daha sonraki Hıristiyanlık’ın tam da merkezini oluşturur hale gelmişti; ancak, bu, Nasıralı İsa’nın yaşam ve öğretilerinden elde edilebilecek olan dine ait merkezi gerçeklik değildir.
143:6.4 (1615.5) İsa’nın Gerizim Dağı üzerimdeki öğretisinin teması şuydu: Onun; insanların tümünün Tanrı’yı, tıpkı kendisini (İsa’yı) bir kardeş-arkadaşı gördükleri gibi, bir Baba-arkadaşı olarak görmelerinin isteğiydi. Ve, tekrar ve tekrar o; derin sevginin, tıpkı gerçekliğin kutsal ilişkilerin gözlenişine dair en büyük duyuruş olması gibi, evrenin kendisi olarak — bu dünya içinde en büyük ilişki olduğunun altını çizmişti.
143:6.5 (1616.1) İsa kendisini Samaryalılara oldukça bütüncül bir biçimde duyurmuştu, çünkü o bunu güvenli bir biçimde gerçekleştirebilmekteydi ve krallığın müjdesini duyurmak için Samarya’nın kalbine bir daha ziyaret etmeyeceğini bilmekteydi.
143:6.6 (1616.2) İsa ve on ikili, Ağustos’un sonuna kadar Gerizim Dağı üzerinde kamp kurmuştu. Onlar, şehirler içinde gündüz ve kampta geceleri olmak üzere Samaryalılara — Tanrı’nın babalığı olarak — krallığın iyi haberlerini duyurmuştu. İsa ve on ikilinin bu Samarya şehirleri içinde gerçekleştirmiş oldukları çalışma krallık için birçok ruhu biçmiş ve, Kudüs’deki inananların çok gaddarca gerçekleşmiş idamları nedeniyle dünyanın ücra yerlerine havarilerin dağılımından sonra yaşanmış bir biçimde, İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişinden sonra bu bölgelerde Filip’in muhteşem çalışması için fazlasıyla zemin hazırlamıştı.
143:7.1 (1616.3) Gerizim Dağı’ndaki akşam söyleşilerinde İsa birçok büyük gerçekliği öğretmiş olup, özel olarak şunlara vurguda bulunmuştu:
143:7.2 (1616.4) Gerçek din, bireysel bir ruhun Yaratan ile bilinç dâhilinde gerçekleşen ilişkilerinde yapmış olduğu eylemler bütünüdür; düzenlenmiş din, insanın bireysel dindarların ibadetini sosyalleştirme girişimidir.
143:7.3 (1616.5) Ruhsal olanın üzerinde düşünülmesi niteliğindeki — ibadetin, maddi gerçeklikle iletişim olarak, hizmet ile değişmeceli bir biçimde gerçekleşmesi gerekmektedir. Çalışma, eğlence ile değişmeceli bir biçimde gerçekleşmelidir; din, mizah tarafından dengelenmelidir. Derin felsefe, ritmin şiir tarafından inceltilmelidir. Kişiliğin sahip olduğu zaman baskısı olarak — yaşamın gerilimi, ibadetin verdiği dinginlik ile rahatlatılmalıdır. Evren içindeki kişilik tecridinden duyulan korkunun yaratmış olduğu güvensizliğe dair hislere, Yaratıcı üzerine inançla düşünülmesi ile ve Yüce’nin gerçekleştirilmesine girişmekle karşı gelinmelidir.
143:7.4 (1616.6) Dua, insanın daha az düşünmesi ancak daha çok farkındalığa erişmesi için tasarlanmıştır; bilgiyi arttırmak için değil, kavrayışın genişletilmesi için tasarlanmıştır.
143:7.5 (1616.7) İbadet, ileride uzanan daha iyi yaşamı öngörmek ve bunun sonrasında mevcut anda sahip olunan yaşama bu yeni ruhsal önemlilikleri yansıtmak için amaçlanmıştır. Dua, ruhsal olarak koruyucudur; ancak, ibadet, kutsal olarak yaratıcıdır.
143:7.6 (1616.8) İbadet, birçoğa hizmet etmeye ilhamı kaynağı olması için Bir Tek’e bakma yöntemdir. İbadet; ruhun maddi evrenden olan ayrışımının ve bunun hemen sonrasında gelen tüm yaratımın ait olduğu ruhsal gerçekliklere olan güvenli bağlılığın ölçeğini gösteren bir belirteçtir.
143:7.7 (1616.9) Dua, ulvi düşünme olarak — benliği hatırlatıcı niteliktedir; ibadet, aşkın düşünme olarak — benliği unutturan niteliktedir. İbadet çabasız dikkat, gerçek ve ideal ruh dinlencesi, rahatlatıcı ruhsal etkinliğin bir türüdür.
143:7.8 (1616.10) İbadet, bir kısmın Bütün ile olan kendisini özdeşleştirme eylemidir; sınırlı olanın Sınırsızla; evladın Baba’yla; zamanın ebediyetle olan nihai buluşmasıdır. İbadet; insan ruh-ruhaniyeti tarafından canlandırıcı, yaratıcı, kardeşsel ve romantik tutumların elde edilişi olarak, evladın kutsal Yaratıcı ile kişisel birlikteliğinin eylemidir.
143:7.9 (1616.11) Her ne kadar havariler kampta onun öğretilerinin yalnızca birkaçını kavramış olsalar da, başka dünyalar anlamış olup, yeryüzü üzerindeki diğer nesiller onları kavrayacaktır.
Urantia’nın Kitabı
144. Makale
144:0.1 (1617.1) EYLÜL ve Ekim, Cilboğa Dağı’nın yamaçlarında, insanların arasından çekilinmiş bir biçimde herkesten uzak bir kampta geçirilmişti. Eylül ayını İsa burada, krallığın gerçeklikleri ile ilgili kendilerine öğretide ve yönergelerde bulunan bir biçimde, havarileriyle yalnız geçirmişti.
144:0.2 (1617.2) Orada, İsa ve havarilerinin bu zaman zarfını Samarya ve Dekapolis sınırlarında herkesten uzak bir biçimde geçirmelerinin birçok nedeni bulunmaktaydı. Kudüs dini yöneticileri oldukça düşmancıldı Hirodes Antipa, kendisini hem serbest bırakmadan hem de öldürmeden korkan bir biçimde, Yahya’yı hala hapiste tutmaktaydı bunun yanı sıra o, Yahya ve İsa’nın bir biçimde ilişkili oluşuna dair ara ara kuşkulara sahip olmaya devam etmişti. Bu koşullar, ne Yehuda’da ne de Celile’de oldukça faal bir biçimde çalışmada bulunmayı tasarlamanın bilgece olmayacağını göstermişti. Orada üçüncü bir neden de bulunmaktaydı: artan sayıdaki inananla birlikte daha da kötüleşmiş bulunan, Yahya’nın takipçi önderleri ile İsa’nın havarileri arasındaki yavaşça büyümekte olan gerilim.
144:0.3 (1617.3) İsa, başlangıçsal öğretim ve duyuru çalışma döneminin neredeyse sona ermiş olduğunu, bir sonraki eylemin yeryüzü üzerindeki bütüncül ve nihai çabalarına başlamayı içerdiğini bilmekteydi; ve, o bu girişime başlamanın, herhangi bir biçimde Vaftizci Yahya’ya karşıt veya onu utandırıcı bir halde olmamasını arzu etmekteydi. İsa bu nedenle, insanlardan çekilmiş bir halde havarilerini hazırlayarak belirli bir süre boyunca vakit geçirmeye, ve bunun sonrasında, Yahya idam edilene veya o serbest bırakılıp bütünleşmiş bir çaba içinde kendilerine katılana kadar, Dekapolis’in şehirlerinde biraz sessiz çalışmada bulunmaya karar vermişti.
144:1.1 (1617.4) Zaman ilerledikçe on ikili, İsa’ya daha adanmış hale gelmiş olup, krallığın çalışmasına artan bir biçimde bağlanmışlardı. Onların bağlılığı büyük ölçüde bir kişisel sadakat meselesiydi. Onlar, İsa’nın birçok anlamı taşıyan öğretisini kavramamışlardı İsa’nın doğasını veya onun yeryüzü üzerindeki bahşedilmişliğinin taşımış olduğu önemi bütünüyle kavramamışlardı.
144:1.2 (1617.5) İsa havarilerine, insanlardan çekilmiş konumda bulunmalarının şu üç nedene dayanmakta olduğunu açık bir biçimde ifade etmişti:
144:1.3 (1617.6) 1. Krallığın müjdesine dair sahip oldukları anlayıştan ve ona duymuş oldukları inançtan emin olmak için.
144:1.4 (1617.7) 2. Hem Yehuda’da hem de Celile’deki çalışmalarına karşı var olan karşıtlığın dinmesine izin verme.
144:1.5 (1617.8) 3. Vaftizci Yahya’nın kaderini bekleme.
144:1.6 (1617.9) Cilboğa Dağı’nda vakit geçirirlerken, İsa on ikiliye, öncül yaşamından ve Hermon Dağı üzerindeki deneyimlerinden fazlasıyla bahsetmişti; o aynı zamanda, vaftizinden hemen sonra kırk gün boyunca tepelerde gerçekleşmiş olanlara dair bir takım şeyleri açığa çıkarmıştı. Ve, o doğrudan bir biçimde kendilerine, kendisi Yaratıcı’ya geri döndükten sonra bile bu deneyimler hakkında hiç kimseye bir şey söylememelerini tembihlemişti.
144:1.7 (1618.1) Bu Eylül haftaları boyunca onlar; dinlemiş, sohbetlerde bulunmuş ve İsa’nın kendilerini ilk kez hizmete çağırdığında yaşamış oldukları deneyimleri hatırlamış olup, Üstün’ün bu vakte kadar kendilerine öğretmiş oldukları şeyleri içten bir çaba içinde anlamlı bir bütünlüğe getirmeye girişmişlerdi. Bir bakımdan onların tümü, uzunca bir dinlence için bunun son imkânları olduğunu hissetmişlerdi. Onlar, ya Yehuda ya da Celile’deki bir sonraki kamu çabalarının gelmekte olan krallığın nihai duyurusunun başlangıcını simgeleyeceğinin farkına varmışlardı ancak, onlar, geldiği zaman krallığın nasıl bir şey olacağına dair neredeyse hiçbir düşünceye sahip değillerdi. Yahya ve Andreas, krallığın çoktan gelmiş olduğunu düşünmüştü; Petrus ve Yakub, onun henüz gelecek olan bir şey olduğuna inanmıştı Nathanyel ve Tomas, kafalarının karışık olduğunu dürüst bir biçimde itiraf etmişlerdi; Matta, Filip ve Şimon Zelotes emin olmayıp, kafa karışıklığı içerisindeydi; ikizler, bu anlaşmazlığa hiçbir düşünceye sahip olmamanın mutluluğu içerisindeydi; ve, Yudas İşkariyot, herhangi bir görüşe bağlı olmayan halde, sessizdi.
144:1.8 (1618.2) Bu sürenin büyük bir kısmı boyunca İsa, kamp yakınındaki dağda yalnızdı. Arada sırada, o yanına Petrus’u, Yakub’u veya Yahya’yı almıştı ancak, daha sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, o dua etmeye veya Baba ile birliktelik içinde bulunmaya yalnız başına gitmişti. İsa’nın vaftizinden ve Perean tepelerindeki kırk gününden sonra, onun Babası ile olan bu bütünlük dönemlerinden dua şeklinde bahsetmek neredeyse hiçbir biçimde yerinde olmaz; ne de onun hakkında ibadet olarak konuşmak tutarlı olur; bütünü itibariyle, bu dönemlere, Babası ile olan kişisel birlikteliği şeklinde atıfta bulunmak doğru olacaktır.
144:1.9 (1618.3) Eylül ayının tamamı boyunca söyleşilerin ana teması dua ve ibadetti. Onlar ibadet hakkında birkaç gün boyunca görüş bildirdikten sonra, İsa nihai bir biçimde, Tomas’ın “Üstünümüz, bize nasıl dua edileceğini öğret” ricasına karşılık olarak, dua üzerine çok önemli konuşmasını gerçekleştirmişti.
144:1.10 (1618.4) Yahya takipçilerine, gelen krallık içinde kurtuluş için yapılan bir dua olarak, bir duayı öğretmişti. Her ne kadar İsa hiçbir zaman, takipçilerine Yahya’nın dua ediş biçimini kullanmayı yasaklamamışsa da, havariler oldukça öncesinden Üstünleri’nin, kalıpsal ve resmi duaları tekrarlamanın uygulamasını bütünüyle onaylamadığını anlamışlardı. Yine de inananlar sürekli olarak, nasıl dua edilmesinin öğretilmesini talep etmekteydi. Onlar uzunca bir süredir, İsa’nın onaylayacağı bir rica biçimini öğrenmeyi arzulamaktaydılar. Ve, Tomas’ın ricasına cevap olarak İsa’nın onlara bu zaman zarfında duanın tavsiyesel bir türünü öğretmeye razı oluşu başlıca bir biçimde, olağan insanlar için belli bir basit ricanın bu ihtiyacı nedeniyle gerçekleşmişti. İsa bu dersi, Cilboğa Dağı’ndaki konukluklarının üçüncü haftası içinde bir öğleden sonrasında vermişti.
144:2.1 (1618.5) “Yahya gerçekten de sizlere duanın basit bir türünü öğretmişti: ‘Ey Babamız, bizleri günahlarımızdan arındır, bizlere ihtişamını göster, sevgini açığa çıkar ve ruhaniyetinin sonsuza kadar kalplerimizi kutsamasına izin ver, Âmin!’ O bu duayı sizlere, sizin kalabalıklara öğretebileceğiniz bir şey olabilsin diye öğretmişti. O bunun, ruhlarınızın dua içindeki dışavurumu olarak kalıpsal ve resmi bir rica biçiminde kullanmanız gerekliliğini amaçlamamıştı.
144:2.2 (1618.6) “Dua, ruhun ruhaniyete dair beslediği duyuşun tamamiyle kişisel ve kendiliğinden gerçekleşen bir ifadesidir; dua, evlatlığın Baba ile olan birlikteliği ve kardeşsel bütünlüğün ifadesi olmalıdır. Dua, ruhaniyet tarafından dile getirildiğinde, işbirliksel ruhsal ilerleyişe götürmektedir. İdeal dua, ussal ibadete götüren ruhsal birlikteliğin bir türüdür. Gerçek dua, ideallerinize olan erişim için cennete doğru uzanmanın içten tutumudur.
144:2.3 (1619.1) “Dua, ruhun nefesi olup, Baba’nın iradesinden emin olma girişiminizde sizleri kararlı hale getirmelidir. Eğer birinizin bir komşusu varsa ve siz ona gecenin bir yarısı, ‘Arkadaş, bana üç dilim ekmek ödünç verir misin, bir arkadaşım beni görmek için yolunda durmuş da, onun önüne serecek hiçbir şeyim yok’ derseniz ve eğer komşunuz size, ‘Beni rahatsız etme, kilerin kapısı şimdi kilitli, çocuklar ve ben yataktayım, kalkıp sana ekmeğini veremem’ biçiminde cevap verirse, siz arkadaşınızın aç olduğunu ve ona verecek hiçbir yiyeceğinizin bulunmadığını açıklayan bir halde ısrarcı olursunuz. Size söylüyorum, komşunuz kalkıp ekmeği size arkadaşınız olduğu için vermeyecektir; o, birazda rahatsız eder haldeki ısrarcılığınız nedeniyle yatağından ayrılıp istediğiniz kadar dilim ekmeği verecektir. Eğer öyleyse, ısrarcılık fani insanın bile iltimasını elde edecekse, ruhaniyetteki ısrarcığınız daha ne kadar da fazla, sizler için cennet içindeki Baba’nın gönüllü ellerinden yaşam ekmeğini alacaktır. Sizlere tekrar söylüyorum: İsteyin, o size verilecek; arayın, onu bulacaksınız; çalın, o kapı size açılacak. Zira isteyen her bir kişi, istediğini alır; arayan, bulur; ve, kurtuluşun kapılarını çalana, bu kapı açılır.
144:2.4 (1619.2) “Bir baba olan hanginiz, şayet evladı ricasını bilgece olmayan bir şekilde yaparsa, çocuğun hatalı bir biçimde dile getirilmiş isteği yerine ebeveynsel bilgelik uyarınca bir şeyi vermede çekince gösterirsiniz? Eğer çocuk bir dilim ekmek isterse, sadece onu bilgece olmayan bir biçimde istediği için kendisine bir taş mı verirsiniz? Eğer evladınız bir balığa ihtiyaç duyarsa, sadece balıkla birlikte ağda çıkabilir ve sonuç olarak budalaca bir biçimde onu isteyebilir diye kendisine bir su yılanı mı verirsiniz? Eğer öyleyse, fani ve sınırlı olarak sizler, isteği nasıl karşılayıp çocuklarınıza iyi ve yerinde armağanlar vermeyi biliyorsanız, Cennetsel Babanız, kendisinden talep edenlere ruhaniyet ve başka birçok bahşedilmişliğin daha ne kadar da fazlasını verecektir? İnsanlar her zaman dua etmeli ve bundan caydırılmamalıdırlar.
144:2.5 (1619.3) “Ahlak bilmeyen bir şehirde yaşamış olan bir hâkimin hikâyesini anlatmama izin verin. Bu hâkim ne Tanrı’dan korkmakta, ne de insana saygı duymaktaydı. Bir gün bu şehirde, ‘Beni düşmanımdan koru’ diyerek başına sürekli gelmiş olan ihtiyaç içinde bir dul ortaya çıkmıştı. Bir süre boyunca bu hâkim onu duymadı, ancak yakın bir zaman içinde kendisine şunu söyledi: ‘Her ne kadar Tanrı’dan korkmasam da, ne de insana saygı duysam da, bu dul bana huzur vermeyeceği için, sürekli gelerek beni bitap düşürmesinden önce onu koruyayım.’ Bu hikâyeleri sizlere, dua etmeye kararlılığınızı teşvik etmek için söylüyorum, ricalarınızın yukarıdaki adil ve doğru Babayı değiştirecek olacağını ima etmek için değil. Sizin kararlılığınız, buna rağmen, Tanrı’nın iltimasını kazanmak için değil, yeryüzü tutumunuzu değiştirmek ve ruhaniyetin algılanışı için ruhunuzun yetkinliğini arttırmak amacıyladır.
144:2.6 (1619.4) “Ancak, sizler dua ettiğinizde, çok az inancı kullanırsınız. İçten inanç, ruhun genişlemesinin ve ruhsal ilerleyişin yolunda bulunabilecek maddi zorluklardan meydana gelen dağları ortadan kaldıracaktır.”
144:3.1 (1619.5) Ancak, havariler henüz tatmin olmamışlardı onlar, İsa’nın kendilerine yeni takipçilere öğretebilecekleri bir örnek duayı vermelerini arzulamaktalardı. Dua üzerindeki bu söyleşiyi dinledikten sonra, Yakub Zübeyde şöyle söyledi: “Oldukça güzel, Üstünümüz, ancak, oldukça sık bir biçimde bizlerden ‘cennetteki Baba’ya nasıl yerinde bir biçimde dua edeceğimizi bizlere öğret’ diyerek güçlü bir biçimde ricada bulunan yeni inananlara kıyasla bir dua biçimini çok da kendimiz için istemiyoruz.”
144:3.2 (1619.6) Yakub konuşmasını bitirdiğinde, İsa şunu söyledi: “Eğer siz hala böyle bir duayı istiyorsanız, o zaman, Nasıra’daki erkek ve kız kardeşlerime öğretmiş olduğum duayı sunayım”:
144:3.3 (1620.1) Cennetteki Babamız,
144:3.4 (1620.2) İsmin hep kutsansın.
144:3.5 (1620.3) Krallığın gelsin; iraden yerine getirilsin.
144:3.6 (1620.4) Tıpkı cennetteki gibi yeryüzünde.
144:3.7 (1620.5) Ertesi güç için bugün bize ekmeğimizi ver;
144:3.8 (1620.6) Ruhlarımızı yaşamın suyuyla canlandır.
144:3.9 (1620.7) Ve bizleri borçlarımızın her biri için affet
144:3.10 (1620.8) Tıpkı bizlerin alacaklılarımızı affettiğimiz gibi.
144:3.11 (1620.9) Cezbeciliğe düşmemize engel ol, kötülükten kurtar,
144:3.12 (1620.10) Ve, kendin gibi bizleri artan bir biçimde kusursuz hale getir.
144:3.13 (1620.11) Havarilerin İsa’dan, kendilerine inananlar için bir örnek duayı öğretmesini arzulamaları tuhaf değildi. Vaftizci Yahya, kendi takipçilerine birkaç duayı öğretmişti; tüm büyük öğretmenler, öğrencileri için duaları oluşturmuşlardı. Musevilerin dini öğretmenleri, sinagoglarda hatta sokak köşelerinde bile tekrarlanan yirmi beş veya otuz tane hazır duaya sahipti. İsa, özellikle halka açık bir biçimde dua etmeye karşı hoşnutsuzluk duymaktaydı. Bu zaman zarfına kadar on ikili sadece birkaç kez onu dua ederken duymuştu. Onlar, kendisinin bütün halinde birçok geceyi dua ederek veya ibadet halinde geçirdiğini gözlemlemişti; ve, onlar, kendisinin taleplerini dile getiriş biçimi veya türünü öğrenmeye fazlasıyla meraklılardı. Onlar gerçekten de; Yahya’nın öncesinde takipçilerine öğretmiş olduğu gibi, nasıl dua edilmesi gerektiğinin öğretilmesini sorduklarında kalabalıklara nasıl cevap vereceklerini öğrenmenin baskısı altındaydılar.
144:3.14 (1620.12) İsa on ikiliye her zaman giz içinde dua etmeyi öğretmişti; doğanın sessiz yerlerine tek başlarına ayrılmalarını veya dua ettiklerinde odalarına gidip kapıları kapatmalarını.
144:3.15 (1620.13) İsa’nın ölümü ve Yaratıcı’ya olan yükselişinden sonra, birçok inananın, Koruyucu’nun duası olarak adlandırılmaktaki — Koruyucu Mesih İsa’nın adına — ifadesini eklemesi adet haline gelmişti. Daha da sonra, kopyalama sürecinde duanın iki ifadesi kaybolup, şöyle okunmakta olan, bir ilave söz öbeği eklenmişti: “Zira krallık, güç ve ihtişam sana aittir, sonsuza kadar.”
144:3.16 (1620.14) İsa havarilerine duayı, Nasıra evinde edilmiş olduğu gibi ortaklaşa bir ifadede sunmuştu. O hiçbir zaman, kişisel nitelikteki resmi bir duayı öğretmemişti; yalnızca topluluksal, ailesel veya toplumsal nitelikteki talepleri öğretmişti. Ve, o hiçbir zaman bunu yapmaya gönüllü olmamıştı.
144:3.17 (1620.15) İsa, etkin duanın şöyle olmasını öğretmişti:
144:3.18 (1620.16) 1. Bencil olmayan — kişinin yalnızca kendi benliğini merkezine almayan.
144:3.19 (1620.17) 2. İnanan — inanç uyarınca olan.
144:3.20 (1620.18) 3. İçten — tüm kalple gerçekleştirilen.
144:3.21 (1620.19) 4. Ussal — ışık uyarınca olan.
144:3.22 (1620.20) 5. Güvenen — Tanrı’nın tamamiyle bilge olan iradesine tabi olan.
144:3.23 (1620.21) İsa, dua ederek bütün halinde geceleri dağ başında geçerken, bunu başlıca olarak takipçileri için yapmıştı, özellikle on ikili için. Üstün kendisi için çok az dua etmişti, her ne kadar Cennet Babası ile anlayışsal bütünlüğün ibadetsel doğasına fazlaca katılmış olsa da.
144:4.1 (1620.22) Dua üzerine olan söyleşinden günler sonra Havariler Üstün’e, bu çok büyük öneme sahip ve ibadetsel eylem ile ilgili sorular sormaya devam ettiler. Bu günler boyunca, dua ve ibadet hakkında, İsa’nın havarilere olan yönergesi, çağdaş terimler içinde şu şekilde özetlenip yeniden ifade edilebilir:
144:4.2 (1621.1) Bir dua Tanrı’nın bir evladının içten ifadesi olduğunda ve inanç içinde dile getirildiğinde, böyle bir duanın samimi ve arzu içindeki tekrarı, her ne kadar yanlış yargıya dayanmış olursa olsun veya duanın doğrudan gerçekleşimine imkânsız bir nitelikte bulunursa bulunsun, ruhsal algı için ruhun yetkinliğini genişletmede hiçbir zaman başarılı olmaz.
144:4.3 (1621.2) Her duada, evlatlığın bir hediye olduğunu hatırlayın. Hiçbir çocuk hiçbir şekilde, erkek veya kız evlat düzeyine hak kazanmak durumunda değildir. Yeryüzünün evladı, ebeveynlerinin iradesiyle dünyaya gelmektedir. Böyleyken bile, Tanrı’nın evladı ruhaniyetin şükranına ve yeni yaşamına cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesiyle gelmektedir. Bu nedenle, kutsal evlatlık olarak — cennetin krallığı, küçük bir çocuk olarak kabul edilmelidir. Sizler, ilerleyici karakter gelişimi olarak — doğruluğu kazanabilirsiniz, ancak evlatlığı şükranla ve inanç vasıtasıyla almaktasınız.
144:4.4 (1621.3) Dua İsa’yı, kendi ruhunun kâinat âlemlerinin tümünün Yüce Yöneticileri ile birlikteliğin-ötesine getirmişti. Dua yeryüzünün fanilerini, gerçek ibadetin birlikteliği seviyesine kadar götürecektir. Algı için ruhun sahip olduğu ruhsal yetkinlik, duaya verilen bir karşılık biçimindeki, kişisel olarak elde edilebilecek ve bilinç dâhilinde gerçekleştirilebilecek cennetsel bahşedilmişliklerin miktarını belirlemektedir.
144:4.5 (1621.4) Dua ve onunla ilişkili ibadet, maddi mevcudiyetin yeknesak eylemlerinden gerçekleşen bir biçimde, yaşamın tekrar eden günlük faaliyetlerinden ayrılışın bir yöntemidir. O, ruhsallaşmış benlik gelişimine ve ussal ve dini erişiminin bireyselliğine yaklaşımın bir yoludur.
144:4.6 (1621.5) Dua, zarar verici benlik irdeleyişinin bir panzehiridir. En azından, Üstün’ün öğretmiş olduğu dua, ruh için bu türden yararlı bir hizmettir. İsa sürekli olarak, bir insanın kendi akranları için dua edişinin yararlı etkisini kullanmıştı. Üstün genellikle çoğul kişiler için dua etmişti, tekil değil. Yalnızca yeryüzü yaşamının büyük kriz durumlarında, İsa, öncesinde emsali bulunmayan bir biçimde, kendisi için dua etmişti.
144:4.7 (1621.6) Dua, insanlığın ırklarına ait maddi medeniyetin ortasında ruhsal yaşamın nefesidir. İbadet, fanilerin sürekli haz-arayan nesilleri için kurtuluştur.
144:4.8 (1621.7) Dua, ruhun sahip olduğu ruhsal bataryalarının şarj edilmesine benzetilebilecekken, böylelikle ibadet, Kâinatın Yaratıcısı’nın sonsuz ruhaniyetine ait kâinat yayınlarını almak için ruhun frekanslarının ayarlanması ile karşılaştırılabilir.
144:4.9 (1621.8) Dua, evladın ruhaniyet Babası’na olan içten ve arzu içindeki bakışıdır; o, insan iradesini kutsal idare için değiş tokuş etmenin psikolojik sürecidir. Dua; mevcut olanın, olması gerekene dönüştürülmesinden oluşan kutsal tasarımın bir parçasıdır.
144:4.10 (1621.9) Uzun gece nöbetlerinde İsa’ya oldukça sık eşlik etmiş olan Petrus, Yakub ve Yahya’nın hiçbir zaman İsa’yı dua ederken duymamış olmalarının nedenlerinden bir tanesi, Üstün’ün dualarını oldukça nadir bir biçimde sözlü ifadelerle dile getirmiş olmasıdır. Neredeyse İsa’nın her duası, sessizce — ruhaniyet ve kalp içinde gerçekleştirilmişti.
144:4.11 (1621.10) Havarilerin tümü içinde Petrus ve Yakub, duaya ve ibadete dair Üstün’ün öğretisini kavramaya en yaklaşmış olanlardı.
144:5.1 (1621.11) Yeryüzü üzerindeki konukluğunun geride kalan kısmı boyunca, zaman zaman gerçekleşmiş bir biçimde, İsa, duanın birkaç ilave türünün varlığı hususunda havarilerinin dikkatini çekmişti; ancak, o bunu, yalnızca diğer hususların örneklendirilmesiyle ilişkili olarak gerçekleştirmişti; ve, güçlü bir biçimde o, bu “değişmeceli duaların” kalabalıklara öğretilmemesini talep etmişti. Onların çoğu diğer yerleşik gezegenlerden gelmekteydi; ancak, İsa bu gerçeği on ikiliye açığa çıkarmamıştı. Bu dualar arasında şunlar bulunmaktaydı:
144:5.2 (1622.1) İçinde evren âlemlerin mevcut olduğu Babamız,
144:5.3 (1622.2) İsmin ve tümüyle ihtişamlı karakterin yüceltilsin.
144:5.4 (1622.3) Mevcudiyetin bizleri sarmakta, ve ihtişamın
144:5.5 (1622.4) Yukarda kusursuzca gösterilirken, bizlerde kusurlu bir biçimde dışa vurulmaktadır.
144:5.6 (1622.5) Bugün bizlere yaşamın canlandırıcı güçlerini ver,
144:5.7 (1622.6) Ve, hayalimizin doğru yoldan ayıran kötü patikalarına sapmamıza izin verme,
144:5.8 (1622.7) Zira seninki, sonsuza kadar süren güç olarak, ihtişamlı ikamettir,
144:5.9 (1622.8) Ve, o bizler için, Evladı’nın sonsuz sevgisine ait ebedi hediyedir.
144:5.10 (1622.9) Bu böyledir, ve sonsuza kadar gerçek kalacaktır.
* * *
144:5.12 (1622.10) Kâinatın merkezinde olan Yaratıcı Ebeveynimiz,
144:5.13 (1622.11) Doğanı üzerimize bahşet ve karakterini ver.
144:5.14 (1622.12) Şükranla bizleri erkek ve kız evlatların yap
144:5.15 (1622.13) Ve ismin, bizlerin ebedi kazanımı ile yüceltilsin.
144:5.16 (1622.14) Meleklerin ışık içinde arzunu yerine getirişi gibi bu âlem üzerinde iradeni yerine getirebilmemiz amacıyla,
144:5.17 (1622.15) Düzenleyici ve denetleyici ruhaniyetini bizler içinde yaşamak ve ikamet etmek için vermektesin.
144:5.18 (1622.16) Bu gün bizleri gerçekliğin yolundaki ilerleyişimizde tut.
144:5.19 (1622.17) Bizleri eylemsizlikten, kötülükten ve tüm günahkâr ihlallerden kurtar.
144:5.20 (1622.18) Akranlarımıza sevgi-dolu iyiliği gösterirken bizlere karşı sabırlı ol.
144:5.21 (1622.19) Merhametinin ruhaniyetini yaratılmış kalplerimize yağdır.
144:5.22 (1622.20) Yaşamın belirsiz dolambaçları boyunca kendi ellerinle, aşama aşama, bizlere doğru yolu göster.
144:5.23 (1622.21) Ve, sonumuz geldiğinde, biz inançlı ruhaniyetleri kendi bağrına kabul et.
144:5.24 (1622.22) Bu böyleyken, bizim arzularımız değil, senin iraden yerine getirilecektir.
* * *
144:5.26 (1622.23) Bizim kusursuz ve doğru cennetsel Babamız,
144:5.27 (1622.24) Bu gün yolculuğumuza rehberlik et ve onu yönet.
144:5.28 (1622.25) Adımlarımızı kutsa ve düşüncelerimizi eş güdümsel hale getir.
144:5.29 (1622.26) Bizlere sürekli olarak ebedi ilerleyişin yollarında rehberlik et.
144:5.30 (1622.27) Bizleri tüm gücünle bilgelikle doldur.
144:5.31 (1622.28) Ve, sonsuz enerjinle bizleri canlandır.
144:5.32 (1622.29) Bizlere, yüksek meleksel birliklerin mevcudiyeti ve rehberliğinin
144:5.33 (1622.30) Kutsal bilinci ile ilham ver.
144:5.34 (1622.31) Bizlere ışığın sürekli yukarı doğru uzanan yolunda rehberlik et;
144:5.35 (1622.32) Büyük yargının gününde bizleri bütüncül olarak savun.
144:5.36 (1622.33) Bizleri ebedi ihtişam içinde kendin gibi yap.
144:5.37 (1622.34) Ve, bizleri, yukarıdaki sonsuz hizmetine al.
* * *
144:5.39 (1622.35) Gizem içindeki Babamız,
144:5.40 (1622.36) Bizlere kutsal karakterini açığa çıkar.
144:5.41 (1622.37) Bu günü yeryüzü üzerindeki çocuklarına
144:5.42 (1622.38) Doğru yolu, ışığı ve gerçekliği görmesi için ver.
144:5.43 (1622.39) Ebedi ilerleyişin yolunu bizlere göster
144:5.44 (1622.40) Ve, bizlere, onun üzerinde yürüme iradesi ver.
144:5.45 (1622.41) İçimizde kutsal krallığını kur
144:5.46 (1622.42) Ve böylece, bizlere, benlik üzerindeki bütüncül üstünlüğü bahşet.
144:5.47 (1622.43) Karanlık ve ölümün yollarına saptırtma;
144:5.48 (1622.44) Yaşamın suları yanında sonsuza kadar rehberlik et.
144:5.49 (1622.45) Kendin için bu dualarımıza kulak ver;
144:5.50 (1622.46) Bizleri, giderek artan bir biçimde kendin gibi yapmaktan hoşnut ol.
144:5.51 (1623.1) Sonunda, kutsal Evlad’ın hatırına,
144:5.52 (1623.2) Bizleri ebedi kollara kabul et.
144:5.53 (1623.3) Bu böyleyken, bizim irademiz değil, senin iraden yerine getirilecektir.
* * *
144:5.55 (1623.4) Tek bir ebeveynde bir araya gelmiş, muhteşem Baba ve Anne,
144:5.56 (1623.5) Kutsal doğana sadık kalacağız.
144:5.57 (1623.6) Kutsal ruhaniyetinin hediyesi ve bahşedilmişliği ile
144:5.58 (1623.7) Kendi benliğin içimizde ve bizim aracılığımızla tekrar yaşayacak,
144:5.59 (1623.8) Böylece, yukarıda kusursuz ve görkemli bir biçimde göründüğün gibi
144:5.60 (1623.9) Bu âlemde seni kusursuz bir biçimde yeniden yaratacak.
144:5.61 (1623.10) Gün be gün bizlere, senin kardeşliğe ait tatlı hizmeti ver.
144:5.62 (1623.11) Ve, bizlere, sevgi dolu hizmetin doğrultusunda an be an rehberlik et.
144:5.63 (1623.12) Bizlere sürekli ve istisnasız sabır gösterirsin
144:5.64 (1623.13) Bizlerde çocuklarımıza senin sabrını açığa çıkarırız.
144:5.65 (1623.14) Bizlere her şeyi çok güzel yapan kutsal bilgeliği ver
144:5.66 (1623.15) Ve, her yaratılmışa iyi olan sınırsız derin sevgiyi.
144:5.67 (1623.16) Sabrını ve sevgi-dolu iyiliğini üzerimize bahşet
144:5.68 (1623.17) Yardımseverliğimizin âlemin zayıfını sarmalaması için.
144:5.69 (1623.18) Ve, sürecimiz tamamlandığında, onun ismine verilmiş bir onurlandırma halinde bulunmasını sağla,
144:5.70 (1623.19) İyi ruhaniyetinin duyduğu bir memnuniyet, ruh yardımcılarımız için bir hoşnutluk.
144:5.71 (1623.20) Arzu ettiğimiz gibi değil, sevgili Babamız, fani çocuklarının ebedi iyiliği için senin arzulamış olduğun gibi,
144:5.72 (1623.21) Bu, böyle olsun.
* * *
144:5.74 (1623.22) Dosdoğru Kaynağımız ve her şeye gücü yeten Merkezimiz,
144:5.75 (1623.23) Tamamiyle şükran sahibi olan Evladı’nın ismine saygı duyulsun ve bu isim kutsansın.
144:5.76 (1623.24) Cömertliklerin ve bahşedilmişliklerin,
144:5.77 (1623.25) İradeni yerine getirmek ve arzunu uygulamak için bizlere güç vermek amacıyla üzerimize inmiştir.
144:5.78 (1623.26) Bizlere an be an yaşam ağacının meyvelerini ver;
144:5.79 (1623.27) Bizleri gün be gün, onun nehrinin yaşayan sularıyla canlandır.
144:5.80 (1623.28) Aşama aşama bizleri karanlıktan kutsal ışığa doğru yönlendir.
144:5.81 (1623.29) İkamet eden ruhaniyetin dönüşümleriyle akıllarımızı yenile,
144:5.82 (1623.30) Ve, fani son nihai bir biçimde başımıza geldiğinde,
144:5.83 (1623.31) Bizleri kendine al ve ebediyette mevcut kıl.
144:5.84 (1623.32) Bizleri yararlı hizmetin göksel diademleri ile taçlandır,
144:5.85 (1623.33) Ve, bizler Babayı, Evladı ve Kutsal Etki’yi yücelteceğiz.
144:5.86 (1623.34) Bu böyledir, ve sonu olmayan bir kâinat boyunca böyle olmaktadır.
* * *
144:5.88 (1623.35) Kâinatın gizli yerlerinde ikamet etmekte olan Babamız,
144:5.89 (1623.36) İsmin onurlandırılsın, bağışlaman el üzerinde tutulsun ve yargına saygı duyulsun.
144:5.90 (1623.37) Senden, alacakaranlıkta atmakta olduğumuz güvenilmez adımlarımızı yönlendirmeni güçlü bir biçimde talep ederken,
144:5.91 (1623.38) Öğle vakti doğruluğun güneşinin üzerimize ışımasını sağla.
144:5.92 (1623.39) Bizleri, kendi tercih ettiğin yollarda elinle yönlendir
144:5.93 (1623.40) Ve, bizleri, yol çetin ve vakit karanlık olduğunda bırakma.
144:5.94 (1623.41) Sen bizleri, bizim seni oldukça sık bir biçimde görmezden gelip unuttuğumuz gibi unutma.
144:5.95 (1623.42) Ama, sen, bizim seni sevme arzusu duyduğumuz gibi bağışlayıcı olup, bizleri derinden sevmektesindir.
144:5.96 (1623.43) Bizler, kendimize rahatsızlık ve zarar verenleri adalet içinde bağışlarken
144:5.97 (1623.44) Bizlere iyilikle bak ve bizleri merhametle bağışla.
144:5.98 (1624.1) Umut ederiz ki, ihtişamlı Evlat’ın derin sevgisi, adanmışlığı ve bahşedilmişliği
144:5.99 (1624.2) Senin sonu gelmez bağışlamanla ve derin sevginle yaşamı sonsuza kadar mümkün kılar.
144:5.100 (1624.3) Umut ederiz ki, evrenlerin Tanrısı ruhaniyetinin tamamını üzerimize bahşeder;
144:5.101 (1624.4) Bizlere, bu ruhaniyetin rehberliğine uymamız için iyiliği ver.
144:5.102 (1624.5) Umut ederiz ki, adanmış yüksek meleksel birliklerin sevgi dolu hizmetiyle
144:5.103 (1624.6) Evlat bizlere yaşamın sonuna kadar rehberlik ve önderlik eder.
144:5.104 (1624.7) Bizleri sürekli ve artan bir biçimde kendin gibi yap
144:5.105 (1624.8) Ve, sonumuz geldiğinde, bizleri ebedi Cennet bütünlüğüne kabul et.
144:5.106 (1624.9) Bu, bahşedilmiş Evlat’ın ismi adına böyledir
144:5.107 (1624.10) Ve, Yüce Baba’nın onuru ve ihtişamı için.
144:5.108 (1624.11) Her ne kadar havariler kamu öğretilerinde bu dua derslerini sunma özgürlüğüne sahip olmayan bir konumda bulunmuşlarsa da, kişisel nitelikteki dini deneyimlerinde tüm bu açığa çıkarışlardan fazlasıyla yarar sağlamışlardı. İsa bu ve diğer dua örneklerini, on ikilinin özel eğitimi ile ilişkili olarak örnekler biçiminde kullanmıştı ve, bahse konu bu yedi örneğin bu kayıtta yazıya geçirilmesi için özel izin elde edilmiştir.
144:6.1 (1624.12) Ekim ayının ilk günlerinde Filip ve onun akran havarilerin bazıları Vaftizci Yahya’nın havarilerinden bazıları ile karşılaştıklarında, yakında bulunan bir köyden yiyecek almaktaydılar. Pazar yerinde bu şans eseri yaşanmış karşılaşmanın bir sonucu olarak orada, İsa’nın havarileri ile Yahya’nın havarileri arasında Cilboğa kampında üç hafta sürmüş olan bir görüşme gerçekleşmişti; zira, Yahya yakın bir süre içinde, İsa’nın uygulayışını takip eden bir biçimde, önderlerinden on ikisini havarileri olarak atamıştı. Yahya böyle bir şeyi, sadık destekçilerinin başı olan Abner’in güçlü ricasına karşılık olarak gerçekleştirmişti. İsa, bu ortak görüşmenin ilk haftası boyunca Cilboğa kampında hazır bulunmuştu; ancak, son iki haftada bu görüşmelere katılmamıştı.
144:6.2 (1624.13) Bu ayın ikinci haftasının başında, Abner, Cilboğa kampında birlikteliklerinin tümünü bir araya getirip, İsa’nın havarileri ile heyete gitmeye hazırlanmıştı. Üç hafta boyunca bu yirmi dört kişi, günde üç kez ve haftanın altı günü oturumda bulunmuştu. İlk hafta İsa onlara, öğleden önce, öğleden sonra ve akşam oturumlarında karışmıştı. Onlar Üstün’den, kendileriyle birlikte oturmasını ve ortak fikir yürütmelerini yönetmesini istemişti; ancak, o kararlı bir biçimde, her ne kadar kendileriyle üç husus üzerinde konuşmaya rıza göstermişse de, onların tartışmalarına katılmayı reddetmişti. İsa tarafından yirmi dörtlüye verilmiş olan bu konuşmalar, anlayış, işbirliği ve hoşgörü üzerineydi.
144:6.3 (1624.14) Andreas ve Abner, iki havarisel topluluğun bu ortak oturumlarına değişmeli bir biçimde başkanlık etmişti. Bu insanlar, üzerinde tartışacak birçok zorluğa ve çözülmesi gereken sayısız soruna sahipti. Tekrar ve tekrar onlar sorunlarını İsa’ya taşımıştı ancak onlar kendisinin yalnızca şu sözünü işitmişti: “Ben sadece sizlerin kişisel ve tamamiyle dini olan sorunlarınızla ilgilenmekteyim. Ben, Yaratıcı’nın bireye olan temsilcisiyim, topluluğa değil. Eğer sizler Tanrı ile olan ilişkilerinizde kişisel sıkıntı içindeyseniz, bana gelin; ben sizleri dinleyeceğim, sorununuzun çözümünde tavsiyede bulunacağım. Ancak, dini soruların ayrışan nitelikteki insani yorumlarının eş güdümüne ve dinin toplumlaşımına girdiğinizde, sizler, bu türden sorunların hepsini kendi kararlarınızla çözme nihai sonuna sahipsinizdir. Buna rağmen, ben her seferinde anlayış göstermekte ve her zaman ilgi duymakta olup, sizler karar birliğine vardıkça ruhsal-olmayan nitelikteki bu sorunlara dair kendi yargılarınıza vardığınızda bütüncül onayda bulunacağımın ve içten işbirliği göstereceğimin öncül sözünü vermekteyim. Ve, şimdi, sizleri fikir yürütüşlerinizde özgür bırakmak için, sizlerden iki haftalığına ayrılıyorum. Benim için endişelenmeyin, zira ben size geri döneceğim. Babamın görevinde olacağım, zira bizler bundan başka da âlemlere sahibiz.”
144:6.4 (1625.1) Böyle konuştuktan sonra İsa dağın yamacından aşağıya indi, ve onu iki tam hafta boyunca hiç kimse görmedi. Ve, onlar hiçbir biçimde, bu günler boyunca onun nereye gittiğini ve ne yaptığını bilmedi. Yirmi dörtlünün sorunları üzerinde ciddi bir biçimde düşünmek için oturabilmeleri belirli bir süre almıştı onlar Üstün’ün yokluğundan fazlasıyla olumsuz etkilenmişti. Buna rağmen, bir hafta içerisinde, onlar tekrar sorunlarının kalbine ulaşmışlardı ve, onlar yardım için İsa’ya gidememişlerdi.
144:6.5 (1625.2) Topluluğun üzerinde anlaşmış olduğu ilk husus, İsa’nın oldukça yakın bir zaman içerisinde kendilerine öğretmiş olduğu duanın benimsenmesiydi. Bu duanın, havarilerin her iki topluluğu tarafından da inananlara öğretilecek bir dua oluşu oy birliği ile kabul edildi.
144:6.6 (1625.3) Onlar daha sonra; ister hapiste veya isterse dışarıda olmak üzere Yahya yaşadıkça, on ikili havarilerin her iki topluluğunun da çalışmalarına devam etmelerine, ve, yeri geldikçe düzenleyeceği yerleşkenin karara varılacağı mekânlarda her üç ayda bir hafta boyunca ortak görüşmeleri düzenlemelerine karar verdiler.
144:6.7 (1625.4) Ancak, tüm sorunları içinde en ciddi olanı vaftizm sorusuydu. Onların yaşamış oldukları zorlukların tümü, İsa’nın bu husus hakkında herhangi bir resmi görüşte bulunmayı reddedişi nedeniyle daha da büyümüştü. Onlar nihai bir biçimde şuna karar verdi: Yahya yaşadığı müddetçe, veya onlar ortak bir biçimde bu karar üzerinde değişiklikte bulunana kadar, yalnızca Yahya’nın havarileri inananları vaftiz edecek, ve yalnızca İsa’nın havarileri nihai bir biçimde yeni takipçilere eğitimde bulunacak. Bunun uyarınca, bu zaman zarfından Yahya’nın ölümüne kadar, Yahya’nın havarilerinden ikisi İsa ve onun havarilerine inananları vaftiz etmek için eşlik etmişti; zira, ortak heyet oybirliğiyle, bu vaftiz edilişin krallığa girmedeki ilk aşama olması yönünde tercihte bulunmuşlardı.
144:6.8 (1625.5) Bundan sonra, onlar; Yahya’nın ölümü durumunda, Yahya’nın havarilerinin kendilerini İsa’ya sunmalarına ve onun yönlendirişine tabi olmalarına, ve İsa veya onun havarileri tarafından onaylanana kadar hiç kimseyi vaftiz etmemelerine karar vermişlerdi.
144:6.9 (1625.6) Ve, bunun sonrasında, Yahya’nın ölümü durumunda, İsa’nın havarilerinin kutsal Ruhaniyet’in vaftizinin simgesi olarak suyla vaftizde bulunacakları yönünde oy verilmişti. Tövbenin, vaftizim vaazına ilişkilendirilip ilişkilendirilmemesi tercihe bırakılmıştı topluluk üzerinde hiçbir karar zorunlu kılınmamıştı. Yahya’nın havarileri “Tövbe et ve vaftiz ol” şeklinde vaazda bulunmuştu. İsa’nın havarileri “İnan ve vaftiz ol” biçiminde duyuruda bulunmuştu.
144:6.10 (1625.7) Ve, bu; İsa’nın takipçilerinin, ayrı çabalarını eş güdümsel hale getirmelerine, görüş farklılıklarını bir araya toplamalarına, topluluk sorumluluklarını düzenlemelerine, dışsal adetleri üzerinde yürürlüksel kararlarda bulunmalarına ve kişisel nitelikteki dini uygulamalarını toplumsallaştırmalara dair ilk girişimin hikâyesiydi.
144:6.11 (1625.8) Birçok diğer küçük hususlar irdelendi ve onların çözümlerine oy birliği ile karar verildi. Bu yirmi dört adam, İsa olmadan bu sorunlar ile yüzleşmek ve zorluklarını bir araya getirmek zorunda bulundukları bu iki hafta boyunca oldukça dikkate değer bir deneyime sahip olmuştu. Onlar; ayrı görüşlere sahip olmayı, tartışmalarda bulunmayı, görüşlerini savunmayı, dua etmeyi ve taviz vermeyi, ve bunların tümü boyunca, diğer kişinin bakış açısına anlayışlı kalabilmeyi ve bu kişinin dürüst görüşleri için en azından belirli bir düzeyde hoşgörüyü korumayı öğrenmişti.
144:6.12 (1625.9) Mali sorunlara dair nihai görüş alışverişlerinin gerçekleştiği öğleden sonrası İsa geri dönmüştü; ve, fikir yürütüşlerini duyduktan ve kararlarını dinledikten sonra, o şunu söyledi: “Bunlar, o vakit, sizin kararlarınız, ve ben her birinize, ortak kararlarınızın ruhaniyetini gerçekleştirmede yardımda bulunacağım.”
144:6.13 (1626.1) Bu zaman zarfından iki buçuk ay sonra Yahya idam edilmişti; ve, bu süreç boyunca Yahya’nın havarileri İsa ve on ikili ile beraber kalmaya devam ettiler. Onların tümü, bu çalışma dönemi boyunca Dekapolis’in şehirlerinde beraber emek vermiş olup, inananları vaftiz etmişlerdi. Cilboğa kampı, M.S. 27 yılında Kasım’ın 2’sinde dağılmıştı.
144:7.1 (1626.2) Kasım ve Aralık ayları boyunca İsa ve yirmi dörtlü sessiz bir biçimde, başlıca Scythopolis, Gerasa, Abila ve Gadara olmak üzere, Dekapolis’in şehirlerinde çalışmışlardı. Bu gerçekten de, Yahya’nın görevini ve örgütlenişini devralmanın o hazırlıksal döneminin sonuydu. Her zaman, yeni bir açığa çıkarılışa ait toplumsallaşmış bir dini, bu yeni din karşısında hayatta kalmaya çalışan öncül dinin oturmuş adetleri ve gelenekleri ile tavizde bulunmanın bedelini ödemektedir. Vaftizm, İsa’nın takipçilerinin; Vaftizci Yahya’nın takipçileri olarak, toplumsallaşmış bir dini topluluk halindeki bu kişileri beraberlerinde taşımak için ödemiş olduğu bedeldi. İsa’nın takipçilerine katılarak Yahya’nın takipçileri, su vaftizmi dışında her şeyden vazgeçmişlerdi.
144:7.2 (1626.3) İsa, Dekapolis’in şehirlerinde olan bu görev üzerine çok az kamu öğretisinde bulunmuştu. O zamanının büyük bir kısmını, yirmi dörtlüye öğretide bulunarak ve Yahya’nın on iki havarisiyle birçok özel oturumu gerçekleştirerek geçirmişti. Zaman içinde onlar, İsa’nın Yahya’yı hapiste ziyaret etmeye neden gitmeyişini ve onun kurtulmasını sağlamak için hiçbir çabada bulunmayışını daha fazla anlar hale geldi. Ancak, onlar hiçbir zaman, İsa’nın hiçbir harikada bulunmayışının nedenini, kutsal otoritesinin dışsal simgelerini yaratmayı neden reddetmiş olduğunu anlayamamışlardı. Cilboğa kampına gelmelerinden önce, onlar İsa’ya, çoğuyla Yahya’nın şahitliği nedeniyle inanmışlardı ancak, yakın bir zaman içinde onlar kendisine, Üstün ve onun öğretileri ile olan iletişimlerinin bir sonucu olarak inanmaya başlamışlardı.
144:7.3 (1626.4) Bu iki hafta boyunca, topluluk çoğu zaman, İsa’nın havarilerinden bir tanesi Yahya’nın bir havarisi ile giden bir biçimde, çiftler halinde çalışmışlardı. Yahya’nın havarisi vaftizde bulunurken ve İsa’nın havarisi eğitim verirken, her ikisi de anladıkları bir biçimde krallığın duyurusunda bulunmaktaydı. Ve, onlar, bu Musevi-olmayanlar ve dinini terk etmiş Museviler arasında birçok ruhu kazanmışlardı.
144:7.4 (1626.5) Yahya havarilerinin başı olan Abner; İsa’nın sadık bir inananı haline gelmiş olup, daha sonra, Üstün’ün müjdeyi duyurmak için görevlendirmiş olduğu yetmiş öğretmenlik bir topluluğun başına getirilmişti.
144:8.1 (1626.6) Aralık ayının son kısmında, onların tümü, öğretmeye ve duyuruda bulunmaya tekrar başlamış oldukları yer olan, Pella yakınındaki, Ürdün vadisine yakınlarına gitmişlerdi. Hem Museviler hem de Musevi-olmayanlar, müjdeyi duymak için bu kampa gelmişlerdi. Yahya’nın özel arkadaşlarından bazılarının Üstün’e, kendisinin Vaftizci’den duymuş olduğu, son iletiyi getirişleri, bir öğleden sonrası İsa kalabalıklara öğreti bulunurken gerçekleşmişti.
144:8.2 (1626.7) Yahya bu aşamada bir buçuk yıllık bir süre boyunca hapiste olup, bu zamanın çoğunu İsa oldukça sessiz bir biçimde emek vererek geçirmişti; bu nedenle, Yahya’nın krallık hakkında merak duymaya başlaması tuhaf bir durum değildi. Yahya’nın arkadaşları, kendisine şunu söylemek için İsa’nın öğretisini bölmüşlerdi: “Vaftizci Yahya bizleri sana şunu sormak için gönderdi — sen gerçekten de Kurtarıcı mısın, yoksa biz başkasını mı arayalım?”
144:8.3 (1626.8) İsa, Yahya’nın arkadaşlarına şunu söylemek için konuşmasına ara verdi: “Geri dönün ve Yahya’ya söyleyin ki o unutulmuş değildir. Görmüş ve duymuş olduğunuz şeyleri ona söyleyin, fakirin kendisine duyurulmuş iyi haberleri olduğunu.” Ve, İsa, Yahya’nın ulaklarına ilave şeyler söyledikten sonra, kalabalığa tekrar dönüp şunu ifade etti: “Yahya’nın krallığın müjdesine dair kuşkuları olduğunu düşünmeyin. O bu soruyu yalnızca, aynı zamanda benim de takipçim olan takipçilerini temin etmek için sormaktadır; Yahya zayıf biri değildir. Sizlere şunu sormamı izin verin: Hirodes’in kendisini hapis etmesinden önce Yahya’nın duyurusunu kim duydu? Yahya’da neyi gördünüz — rüzgârla sarsılmakta olan bir sazlığı mı? Tahmin edilemez duygularda ve zorluğa gelmez elbiselere bürünmüş bir adamı mı? Bir kural olarak bu tür kişiler, göz alıcı bir biçimde kuşanmakta olanlar ve kralların saraylarında ve zenginlerin malikânelerinde narince yaşayanlardır. Ancak, Yahya’ya bakınca ne gördünüz? Bir tanrı-elçisi mi? Evet, sizlere söylüyorum, bir tanrı-elçisi ve ondan çok daha fazlası. Yahya hakkında şöyle yazılmıştır: ‘Dikkatlice bak, ben ileticimi yüzünden önce gönderiyorum; o senden önce yolu hazırlayacak.’
144:8.4 (1627.1) “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, kadınlardan dünyaya gelenler arasından Vaftizci Yahya’dan daha büyük biri yetişmemiştir; ancak yine de, cennetin krallığı içinde ama küçük olan kişi daha büyüktür, zira o ruhaniyetten doğmuş olup, Tanrı’nın bir evladı haline gelmiş olduğunu bilir.”
144:8.5 (1627.2) İsa’yı duymuş olanların çoğu o gün kendilerini, Yahya’nın vaftizine adamış olup, böylelikle kişisel olarak kamu önünde krallığa girişlerini duyurmuşlardı. Ve, Yahya’nın havarileri bugünden itibaren İsa’ya güçlü bir biçimde bağlandılar. Bu olay, Yahya’nın ve İsa’nın takipçilerinin gerçek birlikteliğini simgelemişti.
144:8.6 (1627.3) Abner ile konuştuktan sonra Ulaklar, olanların hepsini Yahya’ya anlatmak için ayrılmışlardı. O fazlasıyla teselli oldu, ve onun inancı İsa’nın sözleri ve Abner’in iletisiyle güçlendi.
144:8.7 (1627.4) Bu öğleden sonrası, şunları söyleyen bir biçimde, İsa öğretisine devam etmişti: “Ama, bu nesli kime benzetmeliyim? Sizlerin çoğu ne Yahya’nın iletisini ne de benim öğretimi alacaksınız. Sizler, akranlarını şunu söylemek için çağırıp pazarda oynamakta olan çocuklar gibisiniz: ‘Biz sizin için çaldık, siz dans etmediniz; biz inledik, siz yas tutmadınız.’ Ve, bazılarınız için bu durum böyledir. Yahya ne yemek ne de içmek için gelmişti; ve, onlar, kendisinin bir şeytana sahip olduğunu söyledi. İnsan Evladı, yiyen ve içen bir biçimde geliyor ve bu aynı insanlar şunu söylüyor: ‘Bakın, boğaz düşkünü ve şarapçı, vergicilerin ve günahkârların bir dostu!’ Gerçekten de, bilgeliğin doğruluğu, onun sahip çocuklar tarafından gösterilir.
144:8.8 (1627.5) “Cennet içindeki Yaratıcı’nın, bu gerçeklerden bazılarını bilge ve soylulardan saklarken, bir yandan da onları bebeklere açığa çıkarmış olduğu görünebilir. Ancak, Yaratıcı her şeyi oldukça iyi bir biçimde yerine getirmektedir; Baba kendisini evrene kendi tercih etmiş olduğu yöntemlerle açığa çıkarır. Bu nedenle, gelin, emek veren ve ağır yük taşıyan herkes, sizler ruhlarınız için istirahatı bulacaksınız. Kutsal boyunduruğu giyin, ve sizler tüm anlayışı çevreleyen Tanrı’nın huzurunu deneyimleceksiniz.”
144:9.1 (1627.6) Vaftizci Yahya, M.S. 28 yılında Ocak ayının 10.günü akşamı Hirodes Antipa’nın emriyle idam edilmişti. Ertesi gün, Maçerus’a gitmiş olan Yahya’nın takipçilerinden birkaçı onun idamını duymuş olup, Hirodes’e gidip onun bedenini talep ettiler; onlar Yahya’nın bedenini bir kabre koyup, daha sonra Abner’in evi olan Sebaste’de toprağa verdiler. Takip eden gün, Ocak’ın 12’si, Pella yakınındaki Yahya’nın ve İsa’nın havarilerinin kampına doğru kuzey yönünde yola çıktılar; ve, onlar İsa’ya Yahya’nın ölümünden bahsettiler. İsa bu bilgilendirilişini duyduğunda kalabalığı dağıtmış olup, şunu söyleyen bir biçimde, yirmi dörtlüyü bir araya çağırdı: “Yahya’yı kaybettik. Hirodes onun başını kestirdi. Bu gece ortak heyetinizi toplayın ve hususlarınızı bunun uyarınca düzenleyin. Artık bir erteleme olmasın. Krallığı açık ve güçlü bir biçimde duyurmanın vakti gelmiştir. Yarın Celile’ye gidiyoruz.”
144:9.2 (1627.7) Bunun uyarınca, M.S. 28 yılında 13 Ocak sabahının erken saatlerinde, İsa ve havarileri, bir yirmi beş takipçi eşliğinde Kapernaum’un yolunu tutmuş olup, bu geceyi Zübeyde’nin evinde geçirmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
145. Makale
145:0.1 (1628.1) İSA ve havarileri Kapernaum’a, Ocak ayının 13’ü, Salı akşamı vardı. Her zamanki gibi onlar ana merkezlerini, Bethsayda’daki Zübeyde’nin evinde oluşturdular. Bu aşamada, Vaftizci Yahya idam edilmiş olduğu için, İsa, Celile duyuru turnesindeki ilk açık ve kamu duyurusunu başlatmaya hazırlanmıştı. İsa’nın geri dönmüş olduğuna dair haberler hızlı bir biçimde şehir boyunca yayıldı ve, ertesi günün erken saatleri İsa’nın annesi Meryem, oğlu Yusuf’u ziyaret etmek için Nasıra’ya giden bir biçimde, birden ayaklandı.
145:0.2 (1628.2) Çarşamba, Perşembe ve Cuma’yı İsa, ilk yoğun duyuru turnelerine hazırlamak için eğiten bir biçimde Zübeyde’nin evinde geçirmişti. O aynı zamanda, hem tekil hem de topluluklar halinde, sorulara sahip olan birçok içten kişiyi kabul etmiş olup, onlara öğretimde bulunmuştu. Andreas vasıtasıyla o, yaklaşmakta olan Şabat günü sinagogda konuşma düzenlemişti.
145:0.3 (1628.3) Cuma akşamının geç saatleri, İsa’nın en küçük kardeşi olan Ruth, kendisine gizli bir ziyarette bulundu. Onlar neredeyse bir saat boyunca kıyıdan yakın bir uzaklıkta demir atmış olan bir teknede beraberce vakit geçirdiler. Yahya Zübeyde dışında, hiçbir insan varlığı hiçbir zaman bu ziyaretti bilmemişti; ve, İsa Yahya’yı, onun bu ziyaret hakkında hiç kimseye bir şey söylememesi konusunda uyarmıştı. Ruth, öncül ruhsal bilinci dönemlerinden ta önemli hizmetine, ölümüne, yeniden dirilişine ve yükselişine kadar onun yeryüzü görevinin kutsallığına tutarlı ve tereddütsüz bir biçimde inanmış bulunan İsa’nın ailesinin tek üyesiydi; ve, o nihai bir biçimde, baba-kardeşinin beden içindeki görevinin doğa-ötesi karakterinden hiçbir zaman şüphe duymayan bir biçimde dünyaların ötesine ilerledi. En küçük kardeşi Ruth İsa’ya, dünyasal ailesi bakımından; yargılanışının, haksız bulunuşunun ve çarmıha gerilişinin zorlayıcı zorlukları boyunca başlıca teselli kaynağı olmuştu.
145:1.1 (1628.4) Bu aynı haftanın Cuma sabahı, İsa deniz kenarında öğretide bulunurken, insanlar kendisini öyle suyun yamacına iten bir biçimde kalabalık oluşturmuştu ki, yakın bir teknede bulunan bazı balıkçılara kendisini kurtarması için işaret etmişti. Tekneye adımını atmış bir halde o, iki saatten daha fazla bir süre boyunca bir araya gelmiş kalabalıklara öğretide bulunmaya devam etti. Bu teknenin ismi “Şimon”du; o, Şimon Petrus’un eski balıkçı teknesi olup, öncesinde İsa’nın kendi elleri tarafından yapılmıştı. Tam da o sabah tekne, göl üzerindeki yakın bir sahilde balıksız geçmiş bir geceden gelmiş Davud Zübeyde ve onun iki birlikteliği tarafından kullanılmıştı. Onlar, İsa yardım için onların gelmesini istediğinde ağlarını temizlemekte ve onarmaktaydılar.
145:1.2 (1628.5) İsa insanlara olan öğretisini tamamladıktan sonra Davud’a şunu söylemişti: “Yardımıma gelmek için geciktiğin için şimdi benim seninle birlikte çalışmama izin ver. Hadi balık tutmaya gidelim; derin sulara doğru açılalım ve ağlarınızı kucak dolusu balık için atalım.” Ancak, Davud’un yardımcılarından biri olan, Şimon şöyle cevap verdi: “Üstünümüz, nafile. Biz tüm gece uğraştık ve hiçbir şey çıkaramadık; yine de senin emrin üzerine, ağlarımızı atacağız ve bekleyeceğiz.” Ve, Şimon, ustası Davud’un bir mimiği nedeniyle İsa’nın emirlerini takip etmeye rıza göstermişti. Onlar İsa tarafından belirlenen yere ilerlediklerinde, ağlarını atmış ve o kadar çok sayıda balığı çıkarmışlardı ki ağların kopacağından korkmuşlardı öyle bir düzeyde ki, sahildeki arkadaşlarına yardım için işarette bulunmuşlardı. Üç tekneyi de, neredeyse batma derecesine kadar, balıkla doldurduklarında, bu Şimon İsa’nın dizlerine kapanıp şunu söylemişti: “Benden uzak dur, Üstünümüz, zira ben günahkâr bir adamım.” Şimon ve bu olaya şahit olmuş herkes, kucak dolusu balık karşısında hayretler içinde kalmışlardı. Bu günden itibaren Davud Zübeyde, bu Şimon ve onların birliktelikleri ağlarını bırakmış ve İsa’yı takip etmişlerdi.
145:1.3 (1629.1) Ancak, bu olay hiçbir açıdan, balıkların kucak dolusu bir çokluğu değildi. İsa, doğanın yakın bir öğrencisiydi; o deneyimli bir balıkçı olup, Celile Denizi’ndeki balıkların alışkanlıklarını bilmekteydi. Bu olayda o sadece, bu insanları, balıkların günün bu zamanında genellikle bulunabileceği yer olan konuma yönlendirmişti. Ancak, İsa’nın takipçileri her zaman bu olayı bir mucize olarak değerlendirdi.
145:2.1 (1629.2) Bir sonraki Şabat, sinagogdaki öğleden sonrası ayininde, İsa, “Cennetteki Yaratıcı’nın İradesi” üzerine olan vaazını vermişti. Sabah Şimon Petrus, “Krallık” üzerine duyurusunda bulunmuştu. Sinagogdaki Perşembe akşamı buluşmasında Andreas, “Yeni Yol” isimli dersini öğretmişti. Tam da bu zaman zarfında Kapernaum’da, yeryüzü üzerindeki diğer herhangi bir şehre kıyasla, daha fazla insan İsa’ya inanmaktaydı.
145:2.2 (1629.3) İsa bu Şabat öğleden sonrası sinagogda öğretide bulunurken, adet uyarınca ilk metnini, Çıkış Kitabı’ndan okuyan bir biçimde, kanundan almıştı: “Ve, sizler Tanrı’nız olan Koruyucu’ya hizmet edecek ve o sizlerin ekmeğini ve suyunu kutsayacak, ve hastalığın tümü sizlerden alınmış olacak.” İsa, İşaya’dan okuyan bir biçimde, ikinci metni Peygamberlerden almıştı: “Yüksel ve doğ, zira ışığın geldi, Koruyucu’nun ihtişamı üzerine doğdu. Karanlık yeryüzünü kaplayabilir ve zifir insanların üzerine çökebilir; ancak, Koruyucu’nun ruhaniyeti senin üzerine doğacak ve kutsal ihtişam seninle birlikte görünür olacak. Musevi-olmayanlar bile bu ışığa gelecek ve birçok büyük akıl bu ışığın berraklığına teslim olacak.
145:2.3 (1629.4) Bu vaaz, dinin bir kişisel deneyim olduğu gerçekliğini açık bir biçimde ortaya koymak amacıyla İsa’nın bilinçli olarak gerçekleştirmiş bulunduğu bir çabaydı. Diğer şeyler arasında İsa şunları da söylemişti:
145:2.4 (1629.5) “Sizler oldukça iyi bir şekilde bilmektesiniz ki; iyi kalpli bir baba ailesini bir bütün olarak severken, o böylelikle onları, bu ailenin her bir bireysel üyesi için duymuş olduğu güçlü şefkat nedeniyle bir topluluk olarak değerlendirir. Sizler artık, cennet içindeki Yaratıcı’ya bir İsrail’in çocuğu olarak değil bir Tanrı evladı olarak yaklaşmalısınız. Bir topluluk olarak, sizler gerçekten de İsrail’in çocuklarısınız; ancak, bireyler olarak her biriniz bir Tanrı evladısınız. Ben; Yaratıcı’yı İsrail’in çocuklarına açığa çıkarmak için değil, bunun yerine, bireysel inanana Tanrı’nın bu bilgisinin ve onun sevgisi ve merhametinin açığa çıkarılışını içten bir kişisel deneyim olarak getirmek için geldim. Tanrı-elçilerinin hepsi size, Yahveh’in kendi insanlarını düşünmekte olduğunu, Tanrı’nın İsrail’i derinden sevdiğini öğretti. Ancak, ben aranızdan, daha sonraki tanrı-elçilerinin birçoğunun aynı zamanda kavramış bulunduklarından bir tanesi olan, daha büyük bir gerçekliği duyurmak için geldim; bu, Tanrı’nın sizleri, her biriniz biçiminde — bireysel olarak derinden sevdiğidir. Tüm bu nesiller boyunca sizler bir milli veya ırksal dine sahip oldunuz; şimdi ben size kişisel bir dini vermek için geldim.
145:2.5 (1630.1) “Ancak bu bile yeni bir düşünce değildir. Aranızdan ruhsal akılda bulunanlarınızın çoğu, tanrı-elçilerinin bazılarının bu şekilde yönergede bulunmuş olduğu gibi, bu gerçekliği bile gelmiştir. Yazıtlarda Peygamber İşaya’nın şunu söylediği yeri okumadınız mı: ‘Bu günlerde onlar söyleyecek bir şey bulamayacak; babalar ekşi üzümler yedi ve çocukların dişleri sızlıyor. Her insan kendi haksızlığı için ölmelidir; ekşi üzümler yiyen her insanın dişi sızlayacaktır. Ama bakın, insanlarım ile yeni bir anlaşmayı yapacağım günler gelecektir; Mısır topraklarından onları getirdiğimde babaları ile yapmış olduğum anlaşmaya göre değil, yeni doğrultuya göre. Ben, kanunumu onların kalplerine bile yazacağım. Ben onların Tanrısı olacağım ve onlar benim insanlarım olacaktır. O gün, bir kişi komşusuna Koruyucu’yu biliyor musun? demeyecek. Hayır! Çünkü onların hepsi beni kişisel olarak bilecek, en alt düzeyde olanından en büyük kişisine kadar.’
145:2.6 (1630.2) “Bu verilmiş sözleri okumadınız mı? Yazıtlara inanmıyor musunuz? Bu peygamberin sözlerinin tam da içinde bulunduğunuz bu günde yerine geldiğini anlamıyor musunuz? Ve, güçlü bir biçimde Yeremya sizden; kendinizi Tanrı’ya bireyler olarak ilişkilendiren bir biçimde, dini bir kalbin hususu yapmanızı istemedi mi? Tanrı-elçisi, cennetin Tanrısı’nın sizlerin bireysel kalplerinizi arayacak olduğunu söylemedi mi? Ve, sizler, doğadan gelen insan kalbinin içkin bir biçimde nihayeten aldatıcı ve birçok sefer iflah olmaz bir biçimde ahlakdışı olduğu konusunda uyarmadınız mı?
145:2.7 (1630.3) “Ezekiel’in atalarınıza bile, dinin bireysel deneyiminiz içinde bir gerçeklik haline gelme zorunluluğunu öğrettiği yeri de mi okumadınız? Sizler artık, ‘Babalar ekşi üzümleri yedi ve şimdi çocukların dişi sızlıyor’ atasözünü kullanmayacaksınız. ‘Ben yaşadıkça’ der Koruyucu Tanrı, ‘benim olan tüm ruhlara dikkatlice bakın; babanın ruhu aynı zamanda çocuğun ruhudur. Yalnızca günah işlemiş ruh ölecektir.’ Ve, bunun ardında Ezekiel Tanrı’nın adına konuştuğunda, şunu söyleyen bir biçimde, bu günü bile öngörmüştü: ‘Aynı zamanda yeni bir kalbi de sizlere vereceğim, ve yeni bir ruhaniyeti içinize yerleştireceğim.’
145:2.8 (1630.4) “Artık sizler, Tanrı’nın bir bireyin günahı için bir milleti cezalandıracağından korkmayacaksınız; ne de cennet içindeki Baba, her ne kadar herhangi bir ailenin bireysel üyesi sıklıkla aile hatalarının ve topluluk ihlallerinin maddi sonuçlarından muzdarip olsa da, bir milletin günahları için inanan çocuklarını cezalandırmayacaktır. Daha iyi bir millet — veya daha iyi bir dünya — umudunun bireyin ilerleyişi ve aydınlanışına bağlı olduğunu görmüyor musunuz?
145:2.9 (1630.5) Bunun sonrasında, Üstün; cennet içindeki Babanın, insanın bu ruhsal özgürlüğü kavrayışından sonra, yeryüzü üzerindeki çocuklarının, ikamet eden ruhaniyetin sahip olduğu Yaratanı bulma, Tanrı’yı bilme ve onun gibi olma kutsal dürtüsüne yaratılmışın bilinçli karşılığından oluşan, Cennet sürecine ait ebedi yükselişe başlaması yönünde irade gösterişini tasvir etmişti.
145:2.10 (1630.6) Havariler bu vaazdan fazlasıyla yararlanmıştı. Onların tümü, krallığın müjdesinin millete değil, bireye yöneltilmiş bir ileti olduğunun daha bütüncül bir biçimde farkına varmışlardı.
145:2.11 (1630.7) Her ne kadar Kapernaum insanları İsa’nın öğretisi ile aşina halde bulunmuşsa da, onlar, bu Şabat günü kendisinin vermiş olduğu vaazından fazlasıyla etkilenmişlerdi. İsa gerçekten de, yetkiye sahip biri olarak öğretimde bulunmuştu, yazıtların kâtipleri gibi değil.
145:2.12 (1630.8) İsa konuşmasını tam bitirirken, ayin katılanları içinde kendisinin sözlerinden fazlasıyla rahatsız olmuş bir genç adam şiddetli bir sara geçirmiş olup, güçlü bir biçimde haykırmıştı. Sarasının sonunda, bilinci yerine gelirken, şunu söyleyen bir biçimde, rüyasal bir konumda şöyle konuşmuştu: “Bizim seninle ne alakamız var, Nasıralı İsa? Sen Tanrı’nın kutsalından bir tanesisin; bizleri yok etmek için mi geldin?” İsa kalabalıktan sessiz olmasını istedi, ve genç adamı elinden tutarak “Oradan çık” dedi — ve genç adam derhal uyandı.
145:2.13 (1631.1) Bu genç adam, temiz olmayan bir ruhaniyet veya ecinni hâkimiyetine girmiş değildi; o, olağan saranın bir kurbanıydı. Ancak, bu kişiye, rahatsızlığının kötü bir ruhaniyetin hâkimiyeti nedeniyle gerçekleştiği öğretilmişti. O bu öğretilene inanmış olup, rahatsızlığı hakkında düşündüğü veya söylediği şeyler uyarınca davrana gelmişti. İnsanların tümü, bu türden olguların doğrudan bir biçimde temiz olmayan ruhaniyetlerin mevcudiyeti nedeniyle gerçekleşmekte olduğuna inanmıştı. Bunun uyarınca onlar, İsa’nın bu kişi içinden bir ecinniyi çıkarmış olduğuna inandılar. Ancak, İsa bu zaman zarfında, onun sarasını iyileştirmemişti. O gün daha sonraki vakte kadar, güneş battıktan sonra, bu kişi gerçek anlamda iyileşmemişti. İsa’nın eylemlerini yazanların en sonuncusu olarak Havari Yahya, Hamsin Yortusu günüyle birlikte “ecinnileri çıkarma” biçiminde adlandırılmakta olan bu eylemlere her türlü atıfta bulunmaktan kaçınmıştı ve, o bunu, cinlerin ruhlara girmesi türünden olayların Hamsin Yortusu’ndan sonra hiçbir zaman gerçekleşmemiş oluşu gerçekliğini göz önünde bulundurarak yapmıştı.
145:2.14 (1631.2) Bu herkesin gözü önünde gerçekleşmiş olayın bir sonucu olarak; İsa’nın sinagogda, öğleden sonrası vaazının tamamlandığı anda bir adamdan bir cini çıkarmış oluşu ve onu mucizevî bir biçimde iyileştirişinin bildirileri hızlı bir biçimde Kapernaum boyunca yayılmıştı. Şabat, bu türden şaşkınlık verici söylentinin hızlı ve etkin bir biçimde yayılması için tam da doğru bir zamandı. Bu bildiri aynı zamanda Kapernaum çevresindeki küçük yerleşkelerin tümüne de yayılmış olup, insanların birçoğu ona inanmıştı.
145:2.15 (1631.3) İsa ve on ikilinin ana merkezlerini kurdukları yer olan Zübeyde’nin geniş evindeki yemek ve temizlik, büyük ölçüde Şimon Petrus’un eşi ve eşinin annesi tarafından yerine getirilmekteydi. Petrus’un evi Zübeyde’ninkine yakındı ve, İsa ve arkadaşları sinagogdan geliş yolu üzerinde burada durmuşlardı çünkü Petrus’un eşinin annesi birkaç gündür hasta olup, titreme ve ateşten muzdaripti. Tam da bu ziyarette, İsa’nın, onun elini tutan ve alnını rahatlatan ve teselli ve cesaretlendirişin sözcüklerini söyleyen bir biçimde bu hasta kadının başında durduğu anda şans eseri onun ateşi geçmişti. İsa’nın bu anda henüz, sinagogda hiçbir mucizenin gerçekleştirilmediğini açıklayacak vakti olmamıştı ve, bu olay oldukça taze ve tüm hatlarıyla akıllarındayken, ve Kana’daki su ve şarabın hatırlanmasıyla, onlar bu tesadüfü başka bir mucize olarak aldılar; ve, onlardan bazıları, şehir boyunca haberleri yaymaya vakit kaybeden davranmışlardı.
145:2.16 (1631.4) Petrus’un kayınvalidesi Amatha, malaryasal ateşten muzdaripti. O bu anda, İsa tarafından mucizevî bir biçimde iyileştirilmemişti. Birkaç saat sonrasına kadar, gün batımından sonra, onun iyileşmesi, Zübeyde’nin ön bahçesinde gerçekleşmiş olan olağanüstü olay ile ilişkili olarak yerine gelmemişti.
145:2.17 (1631.5) Ve, bu vakalar; harikalar arayan bir neslin ve mucizeler-aklındaki bir insan topluluğun her seferinde başarılı bir biçimde bu türden tesadüfü olayların tümünü, İsa tarafından gerçekleştirilmiş olan bir diğer mucize şeklinde duyuruşlarının temeli olarak kullanmalarının tipik biçimleriydi.
145:3.1 (1631.6) İsa ve havarilerinin, bu büyük öneme sahip Şabat gününün sonuna doğru akşam yemeklerine başlayacakları zaman zarfında, Kapernaum’un tümü ve onun çevresi iyileştirmenin bu meşhur mucizeleri ile kıpır kıpır haldeydi; ve, hasta veya rahatsızlık çekmekteki herkes gün batar batmaz, İsa’ya gitme veya arkadaşları tarafından kendisine taşınma hazırlıklarına başlamıştı. Musevi öğretisine göre Şabat’ın kutsal saatleri boyunca şifa aramak bile izin verilmeyen bir konumdaydı.
145:3.2 (1632.1) Bu nedenle, güneş ufukta batar batmaz, rahatsızlık içindeki erkeklerin, kadınların ve çocukların çok sayıdaki bir topluluğu Bethsayda’daki Zübeyde’nin evine doğru yollarını tutmaya başlamıştı. Bir adam güneş komşunun evinde batar batmaz felçli kızıyla yola çıkmıştı.
145:3.3 (1632.2) Bütün gün boyunca yaşanılmış olanlar bu olağanüstü günbatım sahnesinin zeminini hazırlamıştı. Öncesinden İsa’nın öğleden sonrası vaazı için kullanmış olduğu metin bile hastalığın giderileceğini içten içe söylemekteydi; ve, o bu şeyleri ne kadar da görülmemiş güç ve yetki ile söylemişti! Onun iletisi ne kadar da ikna ediciydi! İnsani olan yönetim yetkisine arzu duymamış olsa da, insanların vicdanlarına ve ruhlarına doğrudan bir biçimde konuşmuştu. Her ne kadar mantığa, sürekli tekrarlanmakta olan yasal şikâyetlere ve zeki sözlere başvurmamış olsa da, dinleyicilerinin kalplerine güçlü, doğrudan, açık ve kişisel bir başvuruda bulunabilmişti.
145:3.4 (1632.3) Bu Şabat, İsa’nın yeryüzü yaşamında büyük bir gündü; evet, bir evrenin yaşamında. Tüm yerel evren amaçları ve hedefleri için bu küçük Musevi şehri olan Kapernaum Nebadon’un gerçek başkentiydi. Kapernaum sinagogundaki bir avuç dolusu Musevi, İsa’nın vaazının şu çok önemli kapanış ifadeleri duyacak tek varlıklar değildi: “Nefret korkunun gölgesi; intikam korkaklığın maskesidir.” Ne de onun dinleyicileri, şunu duyurmakta olan, bahşedilmiş sözlerini unutabildi: “İnsan Tanrı’nın evladıdır, kötülüğün bir çocuğu değil.”
145:3.5 (1632.4) Güneşin batımından kısa bir süre sonra, İsa ve havariler hala akşam sofrası etrafında vakitlerini geçirmeye devam ederlerken, Petrus’un eşi ön bahçeden sesler duymuş olup, kapıya gitmesiyle birlikte, bir araya toplanmakta olan hasta insanların büyük bir kafilesini ve Kapernaum’dan gelen yolun İsa’nın ellerinden iyileşmeyi aramak için yollara düşmüş olanlar tarafından dolduğunu görmüştü. Bu sahneyi görmesiyle birlikte o derhal koşup eşine haber verdi ve Petrus İsa’ya bilgilendirdi.
145:3.6 (1632.5) Üstün Zübeyde’nin ön girişinden dışarı doğru adımını attığında, gözleri hasta ve rahatsızlık içindeki insanlığın bir dolu görüntüsüyle karşılaşmıştı. O, neredeyse bin hasta ve hastalık çekmekte olan insan varlığına bakmaktaydı bu en azından tam da önünde toplanmış olan insanların sayısıydı. Orada mevcut bulunan herkes rahatsızlık çekmemekteydi; bazıları, iyileşmesini sağlamak için bu çabada sevdiklerine yardımda bulunmak amacıyla gelmiş olanlardı.
145:3.7 (1632.6) Evren idaresinde kendisine ait görevlendirilmiş Evlatlar’ın hataları ve yanlış eylemlerinin bir sonucu olarak bu kadar büyük ölçüde acı çekmekte olarak, erkeklerin, kadınların ve çocukların bu sıkıntı içindeki fanilerini görmek özellikle İsa’nın insan kalbine dokunmuş olup, bu iyi kalpli Yaratan Evlat’ın kutsal merhametini zorlamıştı. Ancak, İsa, tamamiyle maddi olan harikaların temeli üzerine kalıcı nitelikteki bir ruhsal hareketi hiçbir zaman inşa edemeyecek oluşunu oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi. Kana’dan beri, öğretisine doğa-üstü veya mucizevî bir şey eşlik etmemişti; yine de, bu sıkıntı içindeki kalabalık duygudaş kalbine dokunmuş, onun anlayışlı şefkatine çağırıda bulunmuştu.
145:3.8 (1632.7) Ön bahçeden bir ses şunu haykırdı: “Üstünümüz, sözü söyle, sağlığımızı eski haline getir, hastalıklarımızı iyileştir ve ruhlarımızı kurtar.” Bu sözler ifade edilir edilmez, bir evrenin bu vücutlaştırılmış Yaratanı’na her zaman eşlik eder haldeki yüksek meleklerin, fiziksel düzenleyicilerin, Yaşam Taşıyıcıları’nın ve yarı-ölümlülerin çok büyük bir kafilesi, Egemenleri’nin işaret etmesi durumunda yaratıcı güç ile hareket etmeye kendilerini hazır hale getirdi. Bu İsa’nın, Babası’nın iradesine sığınmayı amaçladığı derecede İnsan Evladı’nın kutsal bilgelik ve insan merhameti arasında ikilemede kaldığı, yeryüzü sürecindeki anlardan bir tanesiydi.
145:3.9 (1632.8) Güçlü bir biçimde Petrus Üstün’den bu insanların yardım haykırışlarını duymasını talep ettiğinde, İsa, sıkıntı içindeki kalabalığa bakan bir biçimde, şu cevabı verdi: “Ben dünyaya Yaratıcı’yı açığa çıkarmak ve onun krallığını oluşturmak için geldim. Bu amaç için ben bu vakte kadar yaşamımı yaşadım. Bu nedenle, eğer beni göndermiş O’nun iradesiyse ve cennet içindeki krallığın duyurusuna olan bağlılığıma tezat düşmeyecekse, ben çocuklarımın tümünü sağlıklı görmek isterim — ve —” ancak İsa’nın bu sözlerinin devamı birden kopan hengâmede kayboldu.
145:3.10 (1633.1) İsa bu iyileştirme kararının sorumluluğunu Babası’nın yönetimine devretmişti. Görüldüğü şekliyle Yaratıcı’nın iradesi hiçbir itirazda bulunmamıştı zira, Üstün’ün sözlerinin neredeyse çok az bir kısmı, İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi’nin emri altında hizmet etmekte olan göksel kişiliklerin topluluğu kudretli biçimde harekete geçtiğinde onun dilinden dökülmüştü. Çok büyük olan bu kafile sıkıntı içindeki fanilerin bu karma kalabalığının ortasına inmiş olup, zamanın bir anı içerisinde toplam 603 kişiden oluşan erkek, kadın ve çocuk, fiziksel hastalıklarının ve diğer maddi bozukluklarının tümünden kusursuzca kurtulan bir biçimde, sapasağlam hale getirilmişti. Bu türden bir sahneye ne o güne kadar ve ne de ondan beri şahit olunmamıştı. Ve, bu yaratıcı iyileşme dalgasını görmek için hazır bulunmuş bizler için bu gerçekten de fazlasıyla heyecan verici yaşanmışlıktı.
145:3.11 (1633.2) Ancak, bu anlık ve beklenmeyen bir biçimde gerçekleşmiş doğa-üstü iyileşmenin patlak verişine şaşırmış olanların arasında en fazla şaşkınlığa İsa sahip olmuştu. Bir anlığına, onun insan ilgileri ve duygudaş hisleri orada önünde uzanmakta olan acı ve sıkıntı içindeki bu sahneye odakladığında, Kişileşmiş Düzenleyicisi’nin, bir Yaratan Evlat’a ait yaratan ayrıcalıklarındaki zaman etkeninin belirli koşullar ve belirli durumlar altında sınırlandırılmasının imkânsız oluşuna dair uyarı niteliğindeki tavsiyelerini insan aklında göz önünde bulundurmaktan vazgeçmişti. İsa, eğer Yaratıcı’nın iradesi onun sonucu olarak ihlal edilmeyecekse, bu acı çekmekteki fanilerin sağlıklı yapılışını görmeyi arzulamıştı. İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi anlık gerçekleşen biçimde, bu zaman zarfında yaratıcı enerjinin bu türden bir eyleminin Cennet Yaratıcısı’nın iradesine karşı gelmeyeceği yargısına vardı ve, bu kararla — İsa’nın iyileştirme arzusuna dair öncül ifadesi de göz önünde bulundurularak — yaratıcı eylem var kılınmıştı. Bir Yaratan Evlat neyi arzular ve onun Babası neyi irade ederse, o şey VAR KILINIR. İsa’nın daha sonraki yeryüzü yaşamının tamamında, fanilerin bu türden herkesi içine almış fiziksel iyileşimi yaşanmamıştı.
145:3.12 (1633.3) Beklenilebileceği gibi, Kapernaum’daki Bethsayda’da bu günbatımı iyileşiminin ünü, tüm Celile ve Yehuda’ya ve onların ötesindeki bölgeler boyunca yayılmıştı. Bir kez daha Hirodes’in korkuları gün yüzüne çıkmıştı ve, o, İsa’nın çalışmaları ve öğretilerini kendisine bildirmeleri ve onun Nasıra’nın öncelerdeki marangozu olduğundan, Vaftizci Yahya’nın dirilmiş hali olmadığından emin olmaları için gözcüler göndermişti.
145:3.13 (1633.4) Başlıca fiziksel iyileşmenin bu kastedilmemiş gösterimi nedeniyle bu andan itibaren, yeryüzü yaşamının geri kalan kısmı boyunca İsa, bir duyurucuya ek olarak bir doktor olarak da tanınır hale gelmişti. Gerçektir ki o, duyurunda bulunmaya devam etmiştir; ancak, onun kişisel çalışması büyük ölçüde hasta ve sıkıntı içinde olanlara yardım etmekten meydana gelmişken, onun havarileri kamu duyurusu ve inananları vaftiz etme görevini yapmışlardı.
145:3.14 (1633.5) Ancak, kutsal enerjinin bu günbatımı gösterisinde doğa-üstü veya diğer bir değişle yaratıcı fiziksel iyileşmeyi almış olanların büyük çoğunluğu, merhametin bu olağanüstü dışavurumu tarafından kalıcı bir biçimde ruhsal olarak yararlanmamıştı. Onların küçük sayıdaki bir topluluğu gerçekten de bu fiziksel hizmet tarafından aydınlanmışlardı ancak, ruhsal krallık insanların kalplerinde, zamanda olmayan yaratıcı iyileşmenin bu büyük şaşkınlık verici patlamasıyla ilerlememişti.
145:3.15 (1633.6) Ara sıra İsa’nın yeryüzü üzerindeki görevine eşlik etmiş olan iyileşme harikaları, onun krallığı duyurma planının bir parçası değildi. Onlar tesadüfî bir biçimde; yeryüzü üzerindeki kutsal bir varlığın, kutsal merhamet ve insan duygudaşlığının görülmemiş bir birleşimi ile ilişkili halde neredeyse sınırsız yaratan ayrıcalıklarına sahip olmasından kaynaklanmaktaydı. Ancak, tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle bu türden mucizeler, önyargı yaratan ünü ve arzulanmayacak türden şöhreti fazlaca getirmesi bakımından İsa’ya oldukça sorun çıkarmıştı.
145:4.1 (1634.1) İyileşmenin bu büyük patlamasını takip eden akşam boyunca, neşe içindeki ve mesut kalabalıklar Zübeyde’nin evine doluşmuş olup, İsa’nın havarileri duygusal coşkunun zirve noktasındaydılar. Bir insan bakış açısından bakıldığında bu muhtemelen, onların İsa ile olan ilişkilemlerinin tüm muhteşem günleri içinde en muhteşem olanıydı. Öncesinde veya sonrasında hiçbir zaman onların ümitleri, kendinden emin beklentinin bu türden doruklarına yükselmemişti. İsa onlara daha birkaç gün önce ve henüz Samarya’nın sınırları içindeyken, krallığın güçle duyuruluş vaktinin gelmiş olduğunu söylemişti; ve, şimdi onların gözleri, bu sözün yerine getirilişi şeklinde varsaymakta oldukları şeye şahit olmaktaydı. Bu hayretler içinde bırakan iyileştirici gücün dışavurumu yalnızca başlangıç ise, neyin gelecek olduğunu düşünmekten büyük heyecan duymuşlardı. Onların İsa’nın kutsallığına dair hala varlığını sürdüren kuşkuları kovulmuştu. Onlar kelimenin tam anlamıyla, şaşkınlık içerisindeki büyülenişlerinin aşırı coşkusuyla sarhoşlardı.
145:4.2 (1634.2) Ancak, onlar İsa’yı aradıklarında kendisini bulamamışlardı. Üstün, henüz gerçekleşmiş olan şey karşısında fazlasıyla şaşkınlık içerisindeydi. Çeşitli hastalıklardan iyileştirilmiş olan bu erkek, kadın ve çocuklar, kendisine teşekkür etmek için İsa’nın geri dönüşünü umut eden bir biçimde, akşamın geç vakitlerine kadar burada kalmaya devam etmişlerdi. Havariler, saatler ilerlediğinde ve o herkesten çekilmiş konumda bulunuşunu sürdürünce Üstün’ün davranışını anlayamamışlardı onların neşeleri İsa’nın devam eden yokluğu olmasaydı bütüncül ve kusursuz bir konumda bulunurdu. İsa aralarına döndüğü zaman vakit geç olmuş ve iyileşme olayından faydalanmış neredeyse herkes evlerine gitmişti. İsa, yalnızca şunu söyleyen bir biçimde, on ikilinin ve ve kendisini karşılamak için orada hala vakit geçirmekte bulunan diğerlerinin tebrikini ve hayranlığını reddetmişti: “Babamın bedeni iyileştirecek kadar güçlü olmasından değil, ruhu kurtaracak kadar kudretli oluşundan neşe duyun. Haydi istirahata çekilelim, zira ertesi gün Yaratıcı’nın görevini yerine getirmeliyiz.”
145:4.3 (1634.3) Ve, tekrar, hayal kırıklığına uğramış, şaşkınlık içindeki ve kalpleri kederle dolmuş insanlar istirahatlarına çekildiler; ikizler haricinde onların birkaçı bu gece güzelce bir uyku çekmişti. Tam da Üstün havarilerinin ruhlarını neşelendirecek ve kalplerine mutluluk verecek bir şeyi yapar görünürken, bir sonraki anda, onların ümitlerini kıran ve cesaretleri ve coşkularının temellerini tamamen yıkan bir görüntü sergilemişti. Ve, bu şaşkınlığa uğramış olan balıkçılar birbirlerinin gözlerine baktıklarında, orada yalnızca tek bir düşünce vardı: “Bizler onu anlayamıyoruz. Tüm bunlar da ne anlama geliyor?”
145:5.1 (1634.4) Ne de İsa o Perşembe gecesi iyi uyuyabilmişti. O; dünyanın fiziksel sıkıntı ile dolu ve maddi zorluklarla kaplı olduğunun farkına varmış, insanların kalplerinde ruhsal krallığı kurmadan oluşan görevinin fiziksel olan şeylere hizmetle karışacağı veya en azından onun altında bir önceliğe sahip olacağı derecesinde zamanını hasta ve sıkıntı içindekilerin bakımına adamak zorunda kalışının büyük tehlikesi üzerine düşünmüştü. Bu gece boyunca İsa’nın fani aklında yer teşkil etmiş bu ve benzer düşünceler nedeniyle o, bu Pazar sabahı gün ağarmadan çok önce kalkmış ve Yaratıcı ile birlikteliğinin çok sevdiği mekânlarından bir tanesine yapayalnız gitmişti. Bu erken sabah vaktinde İsa’nın duasının teması onun kutsal merhameti ile bütünleşmiş bir biçimde insan duygudaşlığının, fani acıların mevcudiyeti içerisinde, zamanının büyük bir kısmını ruhsal olanı yalnız bırakacak bir şekilde kendisini fiziksel hizmetle meşgul kılacak türden bir istekte bulunmasına izin vermeyişinden oluşan, bilgelik ve yargı içindi. Her ne kadar o bütüncül olarak hasta olana yardım etmekten kaçınmayı arzu etmemişse de, ruhsal öğretinin ve dini eğitimin daha önemli olan görevini de yapmak zorunda oluşunu bilmekteydi.
145:5.2 (1635.1) İsa birçok sefer tepelerde dua etmek için ayrılmıştı çünkü orada kendisinin kişisel adanmışlıkları için elverişli hiçbir özel oda bulunmamaktaydı.
145:5.3 (1635.2) Petrus o gece uyuyamamıştı bu nedenle, oldukça erkenden, İsa’nın dua etmek için dışarı çıkışından kısa bir süre sonra, Yakub ve Yahya’yı kaldırıp, üçü Üstünleri’ni bulmaya gitti. Bir saatten fazla süren arayıştan sonra onlar İsa’yı bulmuş olup, güçlü bir biçimde kendisinden, tuhaf davranışının nedenini söylemesini talep ettiler. Onlar, insanların hepsi fazlasıyla neşe içindeyken ve havariler oldukça keyif duymaktayken, iyileşmen ruhaniyetinin bu kudretli yağmurundan rahatsız olmuş görünmesinin nedenini bilmeyi arzulamaktaydılar.
145:5.4 (1635.3) Dört saatten fazla bir süre boyunca İsa bu üç havariye neyin yaşanmış olduğunu açıklamaya çabaladı. İsa onlara neyin yaşanmış olduğunu öğretmiş, bu türden dışavurumların içerdiği tehlikeleri açıklamıştı. İsa onlarla dua etmek için ayrılış nedeninin sırrını kendileri ile paylaştı. O kişisel yardımcılarına; Yaratıcı’nın krallığının, harikaları gerçekleştirme ve fiziksel iyileştirme üzerine inşa edilemeyeceğinin gerçek nedenlerini açık bir biçimde ortaya koymaya çabaladı. Ancak, onlar, kendisinin öğretisini kavrayamamıştı.
145:5.5 (1635.4) Bu arada, erken Pazar sabahı, sıkıntı içindeki ruhların diğer kalabalıkları ve tuhaf şeylerin yaşanmasını beklemekte olan birçok kişi Zübeyde’nin evi etrafında toplanmaya başlamıştı. Onlar haykırarak İsa’yı görmek istiyordu. Andreas ve havariler o kadar büyük kafa karışıklığı içerisindeydi ki, Şimon Zelotes toplananlara konuşurken, birkaç birlikteliği ile birlikte Andreas İsa’yı bulmaya gitmişti. Andreas İsa’yı üçlünün eşliğinde bulduğunda şunu söyledi: “Üstünümüz, neden bizleri bu kalabalıkla tek başımıza bırakıyorsun? Bak, insanların hepsi seni arıyor; daha önce hiçbir zaman bu kadar sayıdaki kişi senin öğretilerinin peşine düşmedi. Şimdi bile ev senin kudretli emeklerinden dolayı yakından ve uzaktan gelmiş olanlar tarafından çevrelenmiş durumda. Onlara yardım etmek için geri dönmeyecek misin?”
145:5.6 (1635.5) İsa bunu duyduğunda, şu cevabı vermişti: Andreas, benim yeryüzü üzerindeki görevimin Yaratıcı’nın açığa çıkarılışı ve iletimin cennetin krallığının duyurusu olduğunu sana ve diğerlerine öğretmedim mi? Eğer öyleyse, nasıl olurda sen, görevimi bir kenara atıp meraklı olanları tatmin etmek ve işaretleri ve harikaları arayanları memnun etmek için dönmemi beklersin? Bizler bu insanlar arasında tüm bu aylar boyunca değil miydik; onlar krallığın iyi haberlerini duymak için büyük kalabalıklar halinde sürü mü oluşturdular? Neden şimdi onlar bizleri kuşatıyor? Ruhlarının kurtuluşu için ruhsal gerçekliği almanın bir sonucu yerine fiziksel bedenlerinin iyileşmesi için değil mi? İnsanlar olağanüstü dışavurumlar için bizlere ilgi duyduklarında, birçoğu gerçekliği ve kurtuluşu aramak için değil, fiziksel rahatsızlıklarını iyileştirmek ve maddi zorluklarından olan kurtuluşu teminat altına almak amacıyla geliyor.
145:5.7 (1635.6) “Tüm bu zaman zarfında Kapernaum’daydım, ve hem sinagogda ve hem de deniz kıyısında gerçekliği duymak için kulaklara ve onu almak için kalplere sahip olanlara krallığın iyi haberlerini duyurdum. Bu meraklı olanlara hizmet etmek için ve ruhsal olanı dışlayan bir biçimde fiziksel olan şeylere yardımda bulunmakla meşgul olur hale gelmek için seninle birlikte geri dönmem Babamın iradesi değildir. Ben seni, müjdeyi duyurmakla ve hasta olana yardım etmekle görevlendirdim; ancak, ben, öğretimimi dışlayan bir biçimde iyileştirmeyle tamamiyle içli dışlı olmamalıyım. Hayır, Andreas, seninle geri dönmeyeceğim. Git ve insanlara, bizlerin öğretmiş olduğu şeye inanmalarını ve Tanrı’nın evlatlarına ait özgürlüğü memnuniyetle deneyimlemelerini söyle, ve, krallığın iyi haberlerinin duyurusu için yolun hâlihazırda hazırlanmış olduğu yer olan Celile’nin diğer şehirleri için ayrılışımıza hazırlan. Ben Yaratıcı’dan ayrılan bir biçimde yola bu amaç için çıktım. Haydi, git ve ben burada senin geri dönmeni beklerken bizim derhal gerçekleşecek ayrılığımızı hazırla.
145:5.8 (1636.1) İsa bunları söylediğinde, Andreas ve onun akran havarileri kederli bir biçimde Zübeyde’nin evi için geri yollarını tuttular; onlar kalabalığı dağıtıp, İsa’nın emretmiş olduğu gibi hızlı bir biçimde yolculuk için hazırlandılar. Ve, böylece, M.S. 28 yılında, Ocak ayının 18.günü olan, Pazar öğleden sonrası İsa ve havariler, Celile’nin şehirlerine olan gerçek anlamdaki ilk kamu ve açık duyuru turnelerine başlamak için yola çıktılar. Bu ilk turnede onlar krallığın müjdesini birçok şehirde duyurmuşlardı ancak, onlar Nasıra’yı ziyaret etmemişlerdi.
145:5.9 (1636.2) O Pazar akşamı, İsa ve havarilerinin Rimon için ayrılmasından kısa bir süre sonra onun kardeşleri Yakub ve Yude, Zübeyde’nin evine kısa süreliğine uğrayan bir şekilde kendisini görmek için gelmişlerdi. Bu günün öğle vakti suları Yude öncesinden, abisi Yakub’u aramış ve beraber İsa’ya gitmede ısrar etmişti. Yakub Yude ile birlikte gitmeye razı olduğunda, İsa hâlihazırda buradan ayrılmıştı.
145:5.10 (1636.3) Havariler, Kapernaum’da kendilerine doğmuş olan büyük ilgiyi arkalarında bırakmaktan hiç haz etmemişlerdi. Petrus, hiçbir biçimde binden az olamayacak sayıdaki inananın krallık için vaftiz edilebileceğini hesap etmişti. İsa onları sabırlı bir biçimde dinlemişti; ancak, o, geri dönmeye razı olmayacaktı. Sessizlik bir süreliğine hüküm sürdü, ve bunun sonrasında Tomas, şunu söyleyen bir biçimde, akran havarilerine seslendi: “Haydi gidelim! Üstün sözünü söyledi. Cennetin krallığının gizemlerini tamamiyle kavrayamasak ne olmuş, biz tek bir şeyden eminiz: Bizler, kendisi için ihtişamı arzu etmeyen bir öğretmeni takip etmekteyiz.” Ve, gönülsüz bir biçimde onlar, Celile’nin şehirlerinde iyi haberleri duyurmak için yola çıktılar.
Urantia’nın Kitabı
146. Makale
146:0.1 (1637.1) CELİLE’DEKİ ilk kamu duyuru turnesi M.S. 28 yılında, Ocak’ın 18’inde, Pazar günü başlamış olup, Mart’ın 17’sinde Kapernaum’a olan geri dönüşle sonlanan bir biçimde, yaklaşık olarak iki ay boyunca devam etmişti. Bu turnede, Yahya’nın eski havarilerinin yardımı ile beraber, İsa ve on iki havari; Rimon, Yotapata, Ramah, Zebulun, İron, Gişhala, Çorazin, Madon, Kana, Nain, ve Endor’da müjdeyi duyurmuş ve inananları vaftiz etmişti. Bu şehirlerde onlar vakitlerini geçirmiş ve öğretide bulunmuşlarken, içlerinden geçmiş oldukları diğer birçok küçük kasabada da krallığın müjdesini duyurmuşlardı.
146:0.2 (1637.2) Bu, İsa’nın birlikteliklerine herhangi bir sınırlama olmadan duyuruya izin verdiği ilk seferdi. Bu turnede de İsa onları yalnızca üç durum üzerinde uyarmıştı o kendilerini, Nasıra’dan uzak durmak ve Kapernaum ve Tiberya’dan geçerlerken dikkatli olmak konusunda uyarmıştı. Havariler için, en azından sınırsız bir biçimde duyurmada ve öğretide bulunmada özgür olduklarını hissetmek büyük bir memnuniyet kaynağıydı ve, onlar, müjdenin duyurulması, hastalara yardım edilmesi ve inananların vaftizi görevine büyük içtenlikle ve neşeyle atılmışlardı.
146:1.1 (1637.3) Rimon küçük şehri bir zamanlar, bir Babil hava tanrısı olan Raman’ın ibadetine adanmıştı. Birçok erken Babil ve sonraki Zerdüşt öğretileri hala, Rimon sakinlerinin inançlarını oluşturmaktaydı bu nedenle İsa ve yirmi dörtlü vakitlerinin büyük bir kısmını, bu eski inanışlar ile krallığın yeni müjdesi arasındaki farkı açık bir biçimde ortaya koymanın görevine adamışlardı. Petrus burada “Harun ve Altın Buzağı” isimli öncül kariyerinin muhteşem vaazlarından bir tanesini vermişti.
146:1.2 (1637.4) Her ne kadar Rimon vatandaşlarının büyük bir kısmı İsa’nın öğretilerinin inananları haline gelmişse de, onlar kardeşleri için daha sonraki yıllarda büyük zorluklar çıkarmışlardı. Doğa inananlarını tek bir insan yaşamının kısa süreci içinde ruhsal bir ideale olan hayranlığın bütüncül birlikteliğine dönüştürmek zor bir şeydir.
146:1.3 (1637.5) Aydınlık karanlık, iyi kötü, zaman ve ebediyet olarak Babil ve Fars’ın daha iyi olan ideallerinin çoğu daha sonra, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle Hıristiyanlık’ın savlarına katılmıştı ve, onların bu eklenişi Hıristiyanlığı Yakın Doğu’nun insanları için daha hâlihazırda kabul edilebilir nitelikte kıldı. Benzer bir şekilde, sonrasında Philon tarafından İbrani din-kuramına uyarlanmış olan, ideal ruhaniyete ve görünür ve maddi her şeyin görünür olmayan yöntemlere dair Plato’nun kuramlarından çoğunun katılımı Pavlus’un Hıristiyan öğretisinin batı Yunanlılar tarafından daha kolay bir biçimde kabul edilişini sağlamıştı.
146:1.4 (1637.6) Todan’ın ilk kez krallığın müjdesini duyması Rimon’da gerçekleşmiş olup, daha sonra kendisi bu iletiyi Mezopotamya’ya ve onun çok ötesine taşımıştı. O, Fırat’ın ötesinde ikamet etmiş olanlara haberleri duyurmuş ilk kişilerin arasında gelmişti.
146:2.1 (1638.1) Her ne kadar Yotapata’nın genel ahalisi İsa ve havarilerini mutlulukla duymuş ve onların birçoğu krallığın müjdesini kabul etmişken, Yotapata görevini diğerlerinden ayrı bir yere koyan şey, onların bu küçük kasabadaki konukluklarının ikinci gününde İsa’nın yirmi dörtlüye gerçekleştirmiş olduğu konuşmaydı. Nathanyel’in aklı, Üstün’ün duaya, şükretmeye ve ibadete dair öğretileri ile karışmış haldeydi; ve, onun sorusuna karşılık olarak İsa, öğretisinin ilave bir biçimde açıklanması için uzun bir konuşmada bulunmuştu. Çağdaş kavramsallaşmalar içinde özetlenmiş bir halde bu söyleşi, şu noktaların altını çizen bir şekilde sunulabilir:
146:2.2 (1638.2) 1. İnsan kalbi içinde haksızlığı bilinçli ve kararlı bir biçimde tercih etmek kademeli bir şekilde, insan ve onun Yapıcısı arasında var olan iletişimin ruhaniyet devrelerine insan ruhunun bağlanışını ortadan kaldırmaktadır. Tabii ki Tanrı evladının arzusunu duymaktadır; ancak, insan kalbi bilinçli ve kararlı bir biçimde haksızlığın kavramsallaşmalarına sığındığında, orada kademeli olarak, yeryüzü evladı ve onun cennetsel Babası arasında bulunan kişisel birlikteliğin kaybı gerçekleşmektedir.
146:2.3 (1638.3) 2. Tanrı’nın bilinen ve istikrar içindeki kanunları ile bağdaşmayan dua, Cennet İlahiyatları için oldukça itici nitelikte bir şeydir. Eğer insan, yaratanlarına ruhaniyetin kanunları içinde konuşurken Tanrıları dinlemezlerse, yaratılmış tarafından gerçekleştirilen tam da bu türden kasti ve bilinç dâhilindeki önemsiz görüş eylemi ruhaniyet kişiliklerinin kulaklarını bu gibi kanunsuz ve itaatkâr olmayan fanilerin kişisel taleplerini duymaktan çevirecektir. İsa havarilerine, Tanrı-elçisi Zekeriya’dan şu alıntıda bulunmuştu: ‘Ancak onlar can kulağıyla dinlemeyi reddetmiş, omuzlarını dönmüş ve duymamak için kulaklarını kapamıştır. Evet, onlar kalplerini bir taş kadar kararlı kılmıştır, benim kanunumu ve ruhaniyetim vasıtasıyla peygamberler boyunca göndermiş olduğum sözleri duymamak için; bu nedenle, onların kötü düşüncelerinin sonuçları, suçlu başlarına büyük bir gazap getirdi. Ve, öyle bir zaman geldi ki, onlar benim merhametin için haykırdı, ancak onu duyacak hiçbir hazır kulak kalmamıştı.” Ve, bunun sonrasında İsa şunu söylemiş olan bilge bir adamın güzel sözüne atıfta bulunmuştu: “Kutsal yasayı duymadan her kim kulağını çevirirse, onun duası bile oldukça itici bir şey olacaktır.”
146:2.4 (1638.4) 3. Tanrı-insan iletişim kanalının insan ucunun açılmasıyla, faniler anında dünyaların yaratılmışlarına, kutsal hizmetin sürekli akmakta olan nehrini kullanılabilir kılarlar. İnsan, insan kalbi içinde Tanrı’nın ruhaniyetinin konuşmasını duyduğunda, bu türden bir deneyim içinde içkin olarak, Tanrı’nın eş zamanlı bir biçimde insanın duasını duyuşunun gerçekliği bulunmaktadır. Günahın bağışlanması bile bu aynı, hiç değişmez biçimde gerçekleşir. Cennet içindeki Baba, ona sormayı düşünmenizden önce bile sizleri atfetmiş halde bulunur; ancak, bu türden bağışlama, akran insanlarını bağışladığınız türden bir zamana kadar kişisel nitelikteki dini deneyiminizde tarafınıza sunulmuş bir konumda bulunmamaktadır. Tanrı’nın bağışlaması gerçeklik olarak, akranlarınızı bağışlamanıza bağlı olan bir şey değildir; ancak, deneyim olarak, o tam da bu şekilde koşullu haldedir. Ve, kutsal ve insan bağışlamasının bu eş uyumluluğu gerçeği, İsa’nın havarilerine öğretmiş olduğu dua içinde bu şekilde tanınmış ve ilişkilendirilmiş konumda bulunmuştur.
146:2.5 (1638.5) 4. Kâinat içinde, bağışlamanın bir şekilde etrafından dolanmada güçsüz olduğu temel bir adalet yasası bulunmaktadır. Cennetin bencil olmayan ihtişamlarının, zaman ve mekânın âlemlerine ait tamamiyle bencil olan bir yaratılış tarafından alınması mümkün değildir. Tanrı’nın sınırsız olan derin sevgisi bile, varlığı ebedi bir biçimde sürdürebilmeye ait kurtuluşu var kalabilmeyi tercih etmeyen herhangi bir fani yaratılmış üzerine zorla dayatamaz. Bağışlama, bahşedilmenin çok büyük üst derecelere sahiptir; ancak, son kertede, orada, bağışlama ile bir araya gelmiş derin sevginin bile etkin bir biçimde yürürlükten kaldıramayacağı adalete ait yükümlülükler bulunmaktadır. Tekrar İsa İbrani yazıtlarından bir alıntıda bulunmuştu: “Ben seni çağırdım ve sen duymayı reddettin; ben elimi uzattım ama kimse onu düşünmedi. Siz tavsiyemi tamamiyle görmezden geldiniz ve benim uyarımı elinin tersiyle ittiniz; ve, bu isyankâr tutum nedeniyle sizlerin beni çağırması ve bir cevap alamayışı kaçınılmaz hale gelmektedir. Yaşamın yolunu reddetmiş olarak sizler, ızdırap dönemlerinizde beni kararlı bir biçimde arayabilirsiniz; ancak, sizler beni bulamayacaksınız.”
146:2.6 (1639.1) 5. Bağışlamayı alacak olanlar bağışlama göstermek zorundadırlar; yargılanmak istemiyorsan yargılama. Sen, diğerlerini yargıladığın ruhaniyetin tam da kendisiyle ileride yargılanacaksın. Bağışlama evren hakkaniyetini bütünüyle yürürlükten kaldırmamaktadır. Sonunda şu doğru çıkacaktır: “Her kim kulaklarını fakirin çığlığına kapatırsa, o aynı zamanda bir gün yardım için çığlıkta bulunacak; ve, onu hiç kimse duymayacak.” Herhangi bir duanın içtenliği, onun duyulma kesinliğinde yatmaktadır; herhangi bir talebin ruhsal bilgeliği ve evrensel tutarlılığı, onun cevabının zamanını, biçimini ve düzeyini belirlemektedir. Bilge bir baba, her ne kadar çocuklar saçma taleplerde bulunmaktan fazlasıyla keyif ve gerçek ruh tatminini elde edecek olsalar da, bilgisiz ve deneyimsiz çocuklarının budalaca isteklerine kelimenin tam anlamıyla cevapta bulunmamaktadır.
146:2.7 (1639.2) 6. Cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye tamamiyle adamış olduğunuz zaman, tüm arzularınıza cevap yola çıkmış olacaktır çünkü böyle bir anda sizlerin duaları tamamiyle Yaratıcı’nın iradesi ile uyum içinde olacak ve Yaratıcı’nın iradesi onun uçsuz bucaksız kâinatı boyunca sürekli bir şekilde dışa vurulmuş nitelikte bulunacaktır. Gerçek evladın arzuladığı ve sınırsız Yaratıcı’nın irade ettiği şey VAR KILINIR. Bu türden dua cevaplanmamış halde kalmaz, ve talebin başka herhangi bir türüne hiçbir şekilde bütünüyle karşılık verilemez.
146:2.8 (1639.3) 7. Doğruluk çığlığı Yaratıcı’nın iyilik, gerçeklik ve bağışlamasının hangar kapılarını Tanrı’nın çocuğuna açan inanç eylemidir; ve, bu iyi hediyeler hâlihazırda uzunca bir süredir, evladın yakınlaşmasını ve kişisel iyeliğini beklemektedir. Dua, insana olan kutsal tutumu değiştirmemektedir; ancak, o, insanın değişmez Yaratıcı’ya olan tutumunu değiştirmektedir. Dua’nın arkasındaki güdü doğru bir biçimde kutsal kulağa ulaşmasını sağlamaktadır; duayı edenin toplumsal, ekonomik veya dışa doğru olan dini düzeyi değil.
146:2.9 (1639.4) 8. Dua, zamanın gecikmelerinden kaçınmak veya mekânın kısıtlılıklarının ötesine geçmek için kullanılmamalıdır. Dua, benliği büyütmek veya bir insanın akranları karşısında kendi için haksız kazanç elde etmek amacıyla tasarlanmış bir yöntem değildir. Tamamiyle bencil olan bir ruh, kelimenin gerçek anlamıyla dua edemez. Şunu söylemişti İsa: “Sizlerin duyacağınız en yüksek beğeni Tanrı’nın karakterinde olsun ve o size kesin bir biçimde kalbinizin içten arzularınızı verecektir.” “Yolunuzu Tanrı’ya adayın; ona güvenin, ve o gerekeni yapacaktır.” “Zira Koruyucu ihtiyaç duyanın çığlığını duymakta olup, yoksulun duasını görecektir.”
146:2.10 (1639.5) 9. “Ben Yaratıcı’dan ayrılarak geldim; bu nedenle, Yaratıcı’dan neyi talep edeceğinize dair bir kez bile olsun bir şüphe içinde bulunacak olursanız, ben, gerçek ihtiyaçlarınız ve arzuların uyarınca ve Babam’ın iradesi doğrultusunda sizlerin taleplerini sunacağım.” Dualarınızda benmerkezci hale gelmenin büyük tehlikesine karşı kendinizi koruyun; daha çok kardeşlerinizin ruhsal ilerleyişi için dua edin. Maddi duadan kaçının; ruhaniyet içinde ve ruhaniyetin hediyelerinin bolluğu için dua edin.
146:2.11 (1639.6) 10. Hasta ve sıkıntı içindekiler için dua ettiğiniz zaman, taleplerinizin bu sıkıntı içinde bulunanların ihtiyaçlarına olacak sevgi dolu ve ussal hizmetin yerini alacağını beklemeyin. Ailelerinizin, arkadaşlarınızın ve akranlarınızın refahı için dua edin; ancak, özellikle, sizleri lanetlemiş olanlar için dua edin, ve sizleri idam edenler için sevgi dolu isteklerde bulunun. “Ancak, dua edileceği zaman, ben konuşmayacağım. Ancak, sizlerin içinde ikamet etmekte olan ruhaniyet, ruhaniyetlerin Babası ile olan içsel ilişkinizin ifadesi olan bu arzuları dile getirmeye sizleri itebilir.”
146:2.12 (1640.1) 11. Birçok kişi, sorun içinde bulunduğu zaman duaya başvurmaktadır. Bu türden bir davranış düşüncesiz ve yanlış yönlendirici niteliktedir. Gerçektir ki, rahatsız edildiğinizde dua ederek iyi bir şey yapmaktasınız; ancak, sizler aynı zamanda, ruhunuzda her şey yolunda giderken bile Babanızla bir evlat olarak konuşmayı göz önünde bulundurmalısınız. Gerçek taleplerinizin her zaman bir sır içinde kalmasına özen gösterin. İnsanların sizlerin kişisel dualarınızı duymasına izin vermeyin. Şükür duaları, ibadet edenlerin toplulukları için yerinde bir şeydir; ancak, ruhun duası kişisel bir husustur. Tanrı’nın tüm çocukları için yerinde olan yalnızca tek bir dua türü vardır, ve o: “Her ne olursa olsun, senin iraden yerine gelecektir.”
146:2.13 (1640.2) 12. Bu müjdeye inananların hepsi, cennetin krallığının genişlemesi için içten bir biçimde dua etmelidir. İbrani yazıtları içindeki tüm duaların içinde İsa’nın en olumlayıcı bir biçimde yorumlamış olduğu talep Mezmurcu’nun talebidir: “Ben içinde temiz bir kalp yarat, Ey Tanrım, ve içimde doğru bir ruhaniyeti yenile. Beni gizli günahlarımdan arındır ve senin bu hizmetkârını cüretkâr ihlalden uzak tut.” İsa, şuna alıntıda bulunan bir biçimde, dua ile dikkatsiz ve kırıcı bir konuşma arasında bulunan ilişki üzerinde etraflıca bir yorumda bulunmuştu: “Dilimi gözet, Ey Koruyucum; dudaklarımın kapısını tut.” “İnsan dili” demişti İsa “çok az kişinin boyunduruğu altına alabileceği bir beden parçasıdır; ancak, insan içindeki ruhaniyet bedenin bu güvenilmez üyesini hoşgörünün iyi niyetli bir sesine ve merhametin ilham verici bir hizmetkârına dönüştürebilir.”
146:2.14 (1640.3) 13. İsa önem bakımından, yeryüzü yaşamının gidişatı için kutsal rehberlik amacıyla edilen duanın Yaratıcı’nın iradesine dair bir şeyi öğrenme talebinden hemen sonra geldiğini öğretmişti. Özünde bu, kutsal bilgelik için bir dua anlamına gelmektedir. İsa hiçbir zaman, dua tarafından insan bilgisinin ve özel yeteneğin kazanılabileceğini öğretmemişti. Ancak, o, duanın, kutsal ruhaniyetin mevcudiyetini almak için bir kişinin yetisini arttırmada bir etken olduğunu öğretmişti. İsa birlikteliklerine ruhaniyet ve gerçeklik içinde dua etmeyi öğrettiğinde, dürüst ve inançlı bir şekilde, tüm samimiyetle ve ussal bir biçimde gerçekleştirilir haldeki içtenlikle ve kişinin aydınlanması uyarınca dua etmeyi kastetmiş olduğunu açıklamıştı.
146:2.15 (1640.4) 14. İsa takipçilerini; süslü tekerlemelerde, etkileyici ifadelerde, oruç tutmada, tövbekârlıkta veya feda vermelerde bulunarak dualarının daha etkili kılındığı düşüncesine karşı uyarmıştı. Ancak, güçlü bir biçimde o takipçilerinden, duayı şükür vasıtasıyla gerçek ibadete götüren bir biçimde kullanmalarını istemişti. İsa, takipçilerinin dualarında ve ibadetlerinde şükür tutumunun çok azının bulunmasından büyük üzüntü duymuştu. O bu hususta, şunu söyleyen bir biçimde, Yazıtlar’a alıntıda bulunmuştu: “Koruyucu’ya teşekkür etmek ve En Yüksek’in ismine övgü şarkıları söylemek, her sabah onun sevgi dolu iyiliğini ve her akşam doğruluğunu tanımak iyi bir şeydir; zira Tanrı beni, yaptıkları şeylerle mutlu kılmıştır. Her şey de ben ona, Tanrı’nın iradesi uyarınca teşekkür edeceğim.”
146:2.16 (1640.5) 15. Ve, bunun sonrasında İsa: “Sıradan ihtiyaçlarınız hususunda sürekli endişe duyar halde olmayın. Yeryüzüsel mevcudiyetinize ait sorunlar ile ilgili evhamlı olmayın; ancak, tüm bu durumlarda ihtiyaçlarınızı, dua ve alçakgönüllü talep vasıtasıyla, içten şükür tutumu ile beraber, cennet içinde olan Babanız önüne serin.” Bunun sonrasında kendisi Yazıtlardan şu alıntıyı yapmıştı: “Ben Tanrı’nın ismini bir şarkı ile öveceğim ve onu şükürle yücelteceğim. Ve, bu Koruyucuyu, boynuzları ve toynaklarıyla birlikte bir öküzü veya tosunu kurban vermekten daha çok memnun edecektir.”
146:2.17 (1641.1) 16. İsa takipçilerine; Baba’ya dua ettikleri zaman, ikamet eden ruhaniyetin dinlemekte olan ruhla konuşmasının daha iyi olanağını sunmak için bir süre sessiz algı içinde kalmalarını öğretmişti. Babanın ruhaniyeti insanla en iyi, insan aklı gerçek ibadetin bir tutumu içinde bulunduğu zaman konuşmaktadır. Bizler Tanrı’ya, Yaratıcı’nın ikamet eden ruhaniyetinin yardımıyla ve gerçekliğin hizmeti vasıtasıyla olan insan aklının aydınlanmasıyla ibadet etmekteyiz. İbadet, öğretti İsa, bir kişiyi artan bir biçimde ibadet edilen haline getirmektedir. İbadet, aracılığı ile sınırlı olanın kademeli bir biçimde Sınırsız’ın mevcudiyetine yaklaştığı ve nihai olarak ona eriştiği dönüştürücü bir deneyimdir.
146:2.18 (1641.2) Ve, İsa havarilerine, insanın Tanrı ile olan birlikteliğine dair başka birçok gerçekliği söylemişti; ancak, onların çoğu kendisinin öğretisini bütünüyle anlayamamıştı.
146:3.1 (1641.3) Ramah’da İsa, bilim ve felsefenin insan deneyiminin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu öğreten yaşlı bir Yunan filozofu ile dikkate değer bir konuşmada bulunmuştu. İsa, söylemiş olduğu birçok şeyin taşıdığı doğruluğu onaylayan bir biçimde bu Yunan öğretmenini sabırla ve anlayışla dinlemişti; ancak, İsa kendisine, insan mevcudiyetine dair konuşmasının tamamı boyunca onun “nereden, neden ve nereye” sorularını açıklamada başarısız olduğuna işaret etmiş ve şunu eklemişti: “Senin bıraktığın yerde bizler başlamaktayız. Din; insan ruhunun, aklın tek başına hiçbir zaman keşfedemeyeceği veya bütünüyle kavrayamayacağı nitelikteki ruhsal gerçeklikler ile olan ilişkisine ait bir açığa çıkarılıştır. Ussal uğraşlar, yaşama ait gerçekleri açığa çıkarabilir; ancak, krallığın müjdesi, varlığa ait gerçeklikleri bilinir hale getirmektedir. Sen, gerçekliğe ait maddi gölgeler hakkında konuştun; şimdi sen, fani mevcudiyetin maddi gerçeklerine ait bu zamansal nitelikteki geçici gölgeleri yaratan ebedi ve ruhsal gerçekliklerden bahsederken beni dinleyecek misin?” Bir saatten daha fazla bir süre boyunca İsa bu Yunanlıya, krallığın müjdesine ait kurtarıcı gerçeklikleri öğretti. Yaşlı filozof Üstün’ün yaklaşım biçiminden etkilenmiş olup, tamamiyle dürüst bir kalpte olan bir şekilde kurtuluşun bu müjdesine çabucak inanmıştı.
146:3.2 (1641.4) Havariler, Yunanlı’nın varsayımının birçoğuna İsa’nın açık bir biçimde onay verişi karşısında bir az da olsun şaşkınlığa uğramıştı ancak, İsa daha sonrasında kendilerine özel olarak şunları söylemişti: “Çocuklarım, Yunanlı’nın felsefesini hoş görmeme şaşırmayın. İçsel olan gerçek ve içten kendinden eminlik dışa doğru yapılacak olan irdeleyişten hiçbir biçimde korkmaz; ne de gerçeklik, dürüst eleştiriciye kin tutar. Sizler, hoşgörüsüzlüğün; bir kişinin, sahip olduğu inanışın gerçekliğine dair gizli kuşkular besleyişini kapatan maske olduğunu hiçbir zaman unutmamalısınız. Tüm kalbiyle inanmış olduğu gerçekliğe kusursuz güveni duyan hiçbir kişi hiçbir zaman komşusunun tutumdan rahatsız duymaz. Cesaret, bir kişinin inancını ilan ettiği şeylere olan bütüncül dürüstlüğünün taşıdığı kendinden eminliktir. İçten insanlar, gerçek yargıları ve soylu ideallerinin eleştirel bir biçimde irdelenmesinden korkmazlar.”
146:3.3 (1641.5) Ramah’daki ikinci akşam, Tomas İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, nasıl olur da senin öğretinin yeni bir inananı, krallığın bu müjdesinin taşımış olduğu gerçekliği gerçekten bilebilir, ondan gerçekten emin olabilir?”
146:3.4 (1641.6) Ve, İsa Tomas’a şunu söylemişti: “Sizlerin, Baba’nın krallık ailesine girişinize ve krallık çocukları ile birlikte ebedi olarak kurtuluşa erişeceğinize dair duymuş olduğunuz güvence tamamiyle bir kişisel deneyim meselesidir — kelimenin gerçek anlamıyla, inançtır. Ruhsal güvence; kutsal gerçekliğin ebedi mevcudiyetleri içindeki kişisel nitelikteki dini deneyiminize denk olup, bir başka açıdan, ruhsal inancınıza ek ve dürüst kuşkularınızdan eksik olarak gerçekliğe dair ussal anlayışınıza eşittir.
146:3.5 (1642.1) “Evlat doğal olan bir içkinlikte Baba’nın yaşamı ile bahşedilmiş konumdadır. Baba’nın yaşayan ruhaniyetine bahşedilmiş bir biçimde sizler böylelikle Tanrı’nın evlatlarısınızdır. Sizler, bedene ait maddi yaşam içindeki yaşamınızdan kurtuluşa ermektesiniz çünkü ebedi yaşamın hediyesi olan Yaratıcı’nın yaşayan ruhaniyeti ile özdeşleşmişsinizdir. Birçokları, gerçekten de, Yaratıcı’dan ayrılarak buraya gelmemden önce bu yaşama sahip oldu; ve, onlardan çok daha fazlası, benim sözüme inandıkları için bu ruhaniyeti aldı ancak, ben şunu duyuruyorum ki, Yaratıcı’ya geri döndüğümde o ruhaniyetini tüm insanların kalplerine gönderecek.
146:3.6 (1642.2) “Her ne kadar sizler, akıllarınız içinde faaliyet göstermekte olan bu kutsal ruhaniyeti gözleyemez olsanız da, orada, sahip olduğunuz ruhsal güçlerin denetimini cennetsel Yaratıcı’ya ait bu ikamet eden ruhaniyetin öğretisine ve rehberliğine ne derece bıraktığınızı keşfedebileceğiniz kullanışlı bir yöntem bulunmaktadır; bu, akran insanlarınızı derinden sevebilme derecenizdir. Yaratıcı’nın ruhaniyeti Yaratıcı’nın derin sevgisinden almaktadır; ve, o insan üzerinde egemen olurken, her seferinde insanı, kutsal ibadetin doğrultularına ve kişinin akranlarını sevgi dolu bir biçimde görüşüne yönlendirmektedir. İlk başta sizler, benim öğretim sizleri Babamız’ın ikamet eden mevcudiyetinin içsel yönlendirmelerine karşı daha bilinçli kılmasından dolayı Tanrı’nın evlatları olduğunuza inandınız; ancak, yakın bir zaman içinde Gerçekliğin Ruhaniyeti bedene yağdırılacak, ve o, tıpkı benim şimdi sizler aranızda yaşamam ve sizlere gerçekliğin sözlerini söylemem gibi, insanlar arasında yaşayacak ve onların tümüne öğretimde bulunacaktır. Ve, bu Gerçekliğin Ruhaniyeti, ruhlarınızın ruhsal bahşedilmişlikleri için konuşan bir biçimde, sizlerin Tanrı’nın evlatları olduğunuzu bilmenize yardım edecektir. O mutlak bir biçimde; şu an içerisinde bazılarında ikamet ederken gelecek olan zaman zarfında insanların tümünde ikamet edecek, ruhaniyetiniz halindeki, Yaratıcı’nın ikamet eden mevcudiyetinin sizlere kendinizin gerçekte Tanrı’nın evlatları olduğunuzu söyleyişine şahitlik edecektir.
146:3.7 (1642.3) “Bu ruhaniyetin yönlendirişini takip eden her yeryüzü evladı, nihai bir biçimde Tanrı’nın iradesini bilir hale gelecek; ve, kendisini Babamın iradesine teslim etmiş olan kişi sonsuza kadar var kalacak. Yeryüzü yaşamından ebedi yerleşkeye olan yol, sizler için açık bir biçimde ortaya konulmamıştır; ancak, orada bir yol vardır, her zaman olmuştur, ve ben bu yolu yeni ve yaşayan hale getirmek için gelmiş bulunmaktayım. Krallığa girmiş olan kişi hâlihazırda ebedi yaşama sahiptir — o kişi hiçbir zaman yok olmayacaktır. Ancak, bunun çoğunu siz, ben Yaratıcı’ya döndüğüm zaman ve siz geri dönüp bu mevcut deneyimlerinizi yeniden değerlendirebildikten sonra daha iyi anlayacaksınız.
146:3.8 (1642.4) Ve, bu bahşedilmiş sözleri duymuş olan herkes fazlasıyla neşelenmişti. Musevi öğretileri, doğru olanın kurtuluşuna dair kafası karışık ve belirsiz haldeydi; ve, tüm gerçek inananların ebedi kurtuluşu hakkında güvencenin bu oldukça belirgin ve olumlu sözlerini duymak İsa’nın takipçileri için canlandırıcı ve ilham verici olmuştu.
146:3.9 (1642.5) Havariler inananlara duyuruda bulunmaya ve onları vaftiz etmeye devam ederken, üzgün olanlara teselli olan ve hasta ve rahatsızlık içindekilere yardımda bulunan bir biçimde evden eve gitme uygulamalarını sürdürdüler. Havarisel örgüt bu aşamada, İsa’nın her bir havarisinin Yahya’nınkilerden gelen birini yardımcı olarak alması bakımından genişlemişti; Abner, Andreas’ın yardımcısı olmuştu; ve, bu tasarım, bir sonraki Hamursuz için Kudüs’e inişlerine kadar varlığını sürdürmeye devam etmişti.
146:3.10 (1642.6) Zebulun’daki konuklukları boyunca İsa tarafından verilmiş özel eğitim; başlıca krallığın karşılıklı sorumluluklarına dair ilave konuşmalar ile ilgili olmuş, ve, kişisel nitelikteki dini deneyim ile toplumsal nitelikteki dini yükümlülük birlikteliği arasındaki farkları açıklığa getirmek için tasarlanmış öğretimi içine almıştı. Bu, Üstün’ün dinin toplumsal yönlerine dair ender gerçekleştirmiş olduğu birkaç konuşmadan bir tanesiydi. Yeryüzü yaşamının tamamı boyunca Üstün takipçilerine, dinin toplumlaşımı ile ilgili çok az yönergede bulunmuştu.
146:3.11 (1643.1) Zebulun’da insanlar, ağırlıklı olarak ne Musevi ne de Musevi-olmayan sayılabilecek bir halde, karma bir ırktaydı ve, her ne kadar Kapernaum’daki hastaların iyileşmesini duymuş olsalar da, onların birkaçı gerçekten İsa’ya inanmıştı.
146:4.1 (1643.2) İron’da, Celile ve Yehuda’nın küçük şehirlerinin birçoğunda olduğu gibi, bir sinagog bulunmakta olup, İsa’nın hizmetinin öncül dönemlerinde Şabat günü bu sinagoglarda konuşmak onun âdeti haline gelmişti. Zaman zaman o sabah ayininde konuşur, ve öğleden sonra saatinde Petrus veya diğer havarilerden bir tanesi vaazda bulunurdu. İsa ve havariler aynı zamanda sıklıkla, sinagogda gerçekleştirilen hafta içi akşam topluluklarına öğretide ve duyuruda bulunmaktaydı. Her ne kadar Kudüs’deki dini önderler İsa’ya karşı artan bir biçimde düşmancıl hale gelmişse de, onlar, bu şehrin dışındaki sinagoglarda hiçbir doğrudan denetime sahip değillerdi. İsa’nın kamu hizmetinin sonraki dönemine kadar onlar, öğretisini neredeyse her bir sinagoga kapatır biçimde kendisine karşı bu türden yaygın bir duyuş oluşturmaya yetkin hale gelmemişlerdi. Bu zaman zarfında Celile ve Yehuda’nın tüm sinagogları kendisine açıktı.
146:4.2 (1643.3) İron, bu dönemler için oldukça geniş bir mineral madenler yerleşkesiydi; ve, İsa, bir madencinin yaşamını daha öncesinde hiç paylaşmamış olduğu için, İron’da ikamet ederken vaktinin büyük bir kısmını madenlerde geçirmişti. Havariler evleri ziyaret ederken ve kamu mekânlarında duyurularda bulunurken, İsa, bu yeraltı emekçileri ile birlikte madenlerde çalışmıştı. Bir iyileştirici olarak İsa’nın ünü, bu uzak kasabaya bile ulaşmış haldeydi; ve, birçok hasta ve sıkıntı içindeki kişi ellerinden yardım dilemiş olup, birçokları onun iyileştirici yardımlarından fayda görmüştü. Ancak, bu vakaların hiçbirinde İsa, cüzamlı olanınki dışında, tarafınızdan adlandırıldığı şekliyle bir iyileştirme mucizesini gerçekleştirmemişti.
146:4.3 (1643.4) İron’daki üçüncü günün geç öğleden sonrası vakti, madenlerden geri dönerken İsa tesadüfen, kaldığı yere olan yolu üzerinde küçük bir yan sokaktan geçmişti. İsa bir cüzamlı kişinin oldukça kirli barakasına yaklaşırken, bu sıkıntı içindeki kişi, bir iyileştirici olarak İsa’nın ününü duymuş bir biçimde, kendisi kapısının önünden geçerken yolunu kesme cüreti göstermişti; onun önünde eğilerek İsa’ya şunu söyledi: “Koruyucumuz, eğer bir istersen, beni temiz hale getirsin. Ben, sana ait öğretmenlerin iletisini duydum, ve ben, eğer temiz kılınırsam krallığa girebileceğim.” Ve, cüzamlı bu şekilde konuşmuştu çünkü Museviler arasında cüzamlı olanların sinagoga girmesi bile veya diğer hallerde de kamu ibadetine katılması yasaklanmıştı. Bu kişi gerçekten de, cüzamı için bir çare bulamadıkça gelmekte olan krallığa alınamayacağına inanmaktaydı. Ve, onu sıkıntısı içinde gördüğünde ve güçlü inancının sözlerini işittiğinde İsa’nın insan kalbi etkilenmiş ve kutsal akıl merhametle harekete geçmişti. İsa ona doğru gözlerini indirirken, adamın yüzü düştü ve ibadet etmeye başladı. Bunun sonrasında Üstün, elini sunup, kendisine dokunan bir biçimde, şunu söyledi: “İstiyorum — temiz ol.” Ve, anında bu kişi iyileşmişti; cüzam artık kendisine rahatsızlık vermemekteydi.
146:4.4 (1643.5) İsa bu kişi dizlerinden kaldırdığında, onu şöyle uyarmıştı: “Hiç kimseye iyileşmenden bahsetme; bunun yerine, din-adamına kendini gösteren ve temizlenmene kanıt için Musa tarafından emredilmiş olan fedaları sunan bir biçimde, sessizce görevini yap.” Ancak, bu kişi İsa’nın yönerdiği biçimde davranmamıştı. Bunun yerine, İsa’nın kendi cüzamını iyileştirdiğini tüm kasabaya yaymaya başlamıştı ve, o tüm köy tarafından bilenen biri olduğu için, insanlar açık bir biçimde onun hastalığından temizlenmiş olduğunu görebilmekteydi. O, İsa’nın kendisine sorumluluklarını hatırlatmış olduğu gibi din-adamlarına gitmemişti. İsa’nın kendisini iyileştirmesine dair haberleri etrafa yaymasının bir sonucu olarak Üstün hastalarla o kadar çevrelenmişti ki, ertesi gün erken kalkıp köyü terk etmek zorunda kalmıştı. Her ne kadar İsa bir daha kasabaya girmemiş olsa da, krallığın müjdesine dair inanan madencileri eğitmeye devam eden bir biçimde madenlerin yakındaki kasabanın uç bölgelerinde iki gün daha kalmaya devam etmişti.
146:4.5 (1644.1) Cüzamlının bu temizlenişi, İsa’nın bilinçli ve kasıtlı bir biçimde bu zaman zarfına kadar gerçekleştirmiş olduğu, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle ilk mucizeydi. Ve, bu, gerçek bir cüzam vakasıydı.
146:4.6 (1644.2) İron’dan onlar, müjdenin duyurulması için iki gün harcayan bir biçimde Gişhala’ya gitmişlerdi; ve, bunun sonrasında, iyi haberleri duyurmak için neredeyse bir hafta geçirmiş oldukları Çorazin için ayrılmışlardı ancak, onlar, Çorazin’de krallık için birçok inananı kazanamaya yetkin olamamışlardı. Daha öncesinde öğretide bulmuş olduğu başka hiçbir yerde İsa, iletisinin bu denli genel bir reddi ile karşılaşmamıştı. Çorazin'deki konukluk havarilerin çoğu için oldukça umut kırıcı olup, Andreas ve Abner birlikteliklerinin cesaretini korumada fazlasıyla zorluk çekmişlerdi. Ve, böylece, Kapernaum boyunca sessizce geçen bir biçimde onlar, daha şanslı oldukları yer olan Madon köyüne devam etmişlerdi. Havarilerin çoğunun akıllarında; bu çok yakın zamanda ziyaret etmiş oldukları kasabalarda başarılı olamamalarının nedeninin, kendilerinin dualarında ve öğretilerinde İsa’dan bir iyileştirici olarak bahsetmekten kaçınmalarına dair onun ısrarı olduğu düşüncesi hâkim olmuştu. Onlar ne kadar da derinden, kendisinin başka bir cüzamlıyı iyileştirmesini veya bir başka şekilde insanların ilgisini çekecek bir biçimde gücünü dışa vurmasını arzu etmişlerdi! Ancak, Üstün, onların içten ricalarına kayıtsızdı.
146:5.1 (1644.3) Havarisel kafile, İsa “Yarın Kana’ya gidiyoruz” şeklinde duyuruda bulunmasıyla fazlasıyla neşelenmişti. Onlar Kana’da olumlu bir dinlenişe sahip olduklarını biliyorlardı, zira İsa burada oldukça iyi bir biçimde tanınmaktaydı. Onlar; bir yarı inanan ve oğlu oldukça ciddi bir biçimde hasta olan Titus ismindeki bir önde gelen Kapernaum vatandaşının Kana’ya varmış olduğu üçüncü günlerine kadar, insanları krallığa getirme görevlerinde oldukça iyi bir iş çıkarmaktaydılar. Titus İsa’nın Kana’da olduğunu duymuştu; böylece, kendisini görmeye yetişmişti. Kapernaum’daki inananlar İsa’nın her türlü hastalığı iyileştirebileceğini düşünmekteydi.
146:5.2 (1644.4) Bu soylu kişi Kana’da İsa’yı bulduğunda, güçlü bir biçimde kendisinden Kapernaum’a yetişmesini ve sıkıntı içindeki oğlunu iyileştirmesini rica etmişti. Havariler nefeslerini tutmuş bekler halde dururlarken, İsa, hasta oğlanın babasına bakan bir biçimde, şunu söylemişti: “Sizlere daha ne kadar tahammül etmeliyim? Tanrı’nın gücü aranızda ama işaretleri ve harikaları görmeden inanmayı reddetmektesiniz.” Ancak, soylu kişi, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya yalvardı: “Koruyucum, ben gerçekten de inanıyorum; ancak, oğlum yok olmadan önce gel, zira ben onu bıraktığımda bile kendisi ölümün eşiğindeydi.” Ve, İsa başını sessizce düşünmek için bir anlığına eğdiğinde, aniden şöyle söyledi: “Evine geri dön; oğlun yaşayacak.” Titus İsa’nın sözüne inanmış olup, Kapernaum’a geri yetişti. Ve, o geri dönüş yolundayken, hizmetlileri, şunu söyleyen bir biçimde, kendisini karşılamak için yola düşmüştü: “Sevin, oğlun düzeldi — o yaşıyor.” Bunun sonrasında Titus onlara hangi saat oğlanın düzelmeye başlamış olduğunu sordu; ve, hizmetliler “dün saat yedi gibi ateşi kendisini terk etti” şeklinde cevap verince, baba bunun yaklaşık olarak İsa’nın “Evladın yaşayacak” dediği vakit olduğunu hatırladı. Ve, Titus bu andan itibaren tüm kalbiyle inanmış olup, onun tüm ailesi de inandı. Bu evlat krallığın kudretli bir hizmetkârı haline gelmiş olup, daha sonra, Roma’da acı çekmiş olanlarla birlikte yaşamını teslim etmişti. Her ne kadar Titus’un tüm hanesi, onların arkadaşları ve hatta havariler bu yaşanmışlığı bir mucize olarak görmüşse de, bu bir mucize değildi. En azından bu, fiziksel hastalığı iyileştirmenin bir mucizesi değildi. O yalnızca, vaftizinin sonrasında İsa’nın sıklıkla başvurmuş olduğu tam da bu türden bilgi gibi, doğal yasanın gidişatına dair öncül-bilginin bir durumuydu.
146:5.3 (1645.1) Tekrar, İsa, bu köydeki hizmetiyle birlikte açığa çıkmış bu türden ikinci yaşanmışlığa olan yersiz ilgi nedeniyle Kana’dan bir an önce ayrılmak zorunda kalmıştı. Kasaba insanları su ve şarabı hatırlamıştı ve, şimdi onun, bir soylu adamın çocuğunu o kadar uzaktan iyileştirmiş olduğu varsayıldığı için kendisine, yalnızca hasta ve sıkıntı içindekiler değil aynı zamanda acı çekenlerin uzaktan iyileşmeyi talep eden ulakları gelmişti. Ve, İsa, tüm şehir çevresinin ayaklandığını görünce, “Haydi Nain’e gidelim” dedi.
146:6.1 (1645.2) Bu insanlar işaretlere inanmıştı onlar, harikalar arayan bir nesildi. Bu zaman zarfında, merkezi ve güney Celile insanları, İsa ve onun kişisel hizmetine dair mucize arayan zihin içine girmişlerdi. Tamamiyle sinirsel bozukluklardan ve duygusal kökenli rahatsızlıklardan ızdırap çeken dürüst düzinelerce, yüzlerce kişi İsa’nın huzuruna gelmiş ve bunun sonrasında evlerine, İsa’nın kendisini iyileştirmiş olduğunu arkadaşlarına duyuran bir biçimde geri dönmüşlerdi. Ve, bu bilgisiz ve basit-akıldaki insanlar zihinsel iyileşmenin bu vakalarını, mucizevî çareler biçiminde, fiziksel iyileşme olarak görmüşlerdi.
146:6.2 (1645.3) İsa Kana’dan Nain’e gitmeyi amaçladığında, inananlardan ve birçok meraklı insandan oluşan büyük bir kalabalık kendisini takip etmişti. Onlar mucizeleri ve harikaları görmeye kararlılardı, ve onlar hayal kırıklığına uğramayacaklardı. İsa ve onun havarileri şehrin kapılarına yaklaştığında, Nainli bir dul annenin tek oğlunu taşıyan bir biçimde, yakındaki mezarlığa olan yolu üzerindeki bir cenaze alayı ile karşılaşmıştı. Bu kadın fazlasıyla saygı duyulan birisi olup, köyün yarısı bu ölü olduğu varsayılan oğlanın tabutunu takip etmekteydi. Cenaze alayı İsa ve onun takipçilerine kadar geldiğinde, dul ve onun arkadaşları Üstün’ü tanımış ve güçlü bir biçimde ondan oğlanı yaşama geri döndürmesini rica etmişlerdi. Mucize beklentileri o kadar yüksek bir noktaya varmıştı ki onlar, İsa eğer her insan hastalığını iyileştirebiliyorsa bu türden bir iyileştiricinin bir ölüyü de diriltebilecek olduğunu düşünmüşlerdi. İsa, rahatsız edici bir biçimde böyle aralıksız ricada bulunulan bir biçimde, ileri adımını attı ve, tabutun kapağını kaldırarak, oğlanı incelemeye başladı. Genç adamın gerçekten ölmediğini keşfeden bir biçimde o, mevcudiyetinin bir trajedinin yaşanmasını önleyebileceğini gördü; böylece, anneye dönerek, şunu söyledi; “Ağlama. Oğlun ölü değil; o uyuyor. O sana tekrar kavuşturulacak.” Ve, bunun sonrasında, genç adamı elinden tutarak şunu söyledi: “Uyan ve ayağa kalk.” Ve, ölü olduğu varsayılan genç kısa bir süre oturdu ve konuşmaya başladı ve, İsa onları evlerine geri gönderdi.
146:6.3 (1645.4) İsa, kalabalığı sakinleştirmeye ve nafile bir biçimde ufaklığın gerçekten ölü olmadığını, onu mezardan geri getirmediğini açıklamaya çabaladı ancak, bu boşa bir uğraştı. Kendisini takip etmiş olan kalabalık ve tüm Nain köyü, duygusal kendinden geçiş halinin zirve noktasına çıkmıştı. Birçoğunu korku almıştı, başka bir topluluk ise panik içindeydi, daha da başkaları da dua etmek için kapaklanmış günahları için çığırmaya başlamışlardı. Ve, yaygara içindeki kalabalığın dağıtılabilmesi karanlığın çöküşünden uzunca bir süre sonrasına kadar gerçekleşebilmişti. Ve, tabii ki, oğlanın ölü olmadığına dair İsa’nın ifadesine rağmen, herkes bir mucizenin gerçekleştiğinde, hatta ölünün diriltildiğinde ısrar etmişti. Her ne kadar İsa onlara, oğlanın yalnızca derin bir uykuda bulunduğunu söylemiş olsa da, onlar bunun İsa’nın konuşma tarzı olduğunu açıklamış ve onun, her zaman mucizelerini gizlemeye çalışan büyük alçakgönüllülük içinde bulunuşu gerçekliğine dikkat çekmişlerdi.
146:6.4 (1646.1) Böylece, İsa’nın dulun oğlunu ölüden diriltmiş olduğuna dair söz Celile boyunca yayıldı ve Yehuda’ya gitti; ve, bu anlatılanı duymuş olan birçok kişi ona inandı. Hiçbir zaman İsa, kendisinden uyanmasını ve ayağa kalkmasını istediğinde dulun oğlunun gerçekte ölü olmayışını havarilerin hepsinin bile bütünüyle anlamasını sağlayamamıştı. Ancak, İsa onlara; kendisine anlatılmış bir biçimde bu yaşanılmışlığı kaydetmiş olan Luka’nınki dışında, ilerideki kayıtların tümünde dışarıda tutulacak derecede bu hususun altını yeterli bir biçimde çizebilmişti. Ve, yine, İsa bir doktor olarak o kadar kuşatma altına alınmıştı ki, ertesi gün Endor için erken saatlerde buradan ayrılmıştı.
146:7.1 (1646.2) Endor’da İsa birkaç günlüğüne, fiziksel iyileşmenin arayışı içinde gürültü kopartan kalabalıklardan kaçabilmişti. Bu yerdeki konuklukları boyunca Üstün öğretim amaçlı olarak Kral Şaul ve Endorlu büyücünün hikâyesini havarilerine anlatmıştı. Üstün açık bir biçimde havarilerine; öncesinde birçok kez ölünün varsayılmakta olan ruhaniyetlerinin kılığına girmiş bulunan yoldan çıkmış ve isyankâr yarı-ölümlülerin, artık bu tuhaf şeyleri yapamayacak derecede denetim altına alınacağını söylemişti. O takipçilerine; Baba’ya geri dönmesinden sonra, ve bu zamana kadar gerçekleşmiş olacak ruhaniyetlerini bedenlerin tümüne yağdırışlarından sonra, artık — tarafınızdan temiz olmayan ruhaniyetler biçimde adlandırılan — bu türden yarı-ruhaniyet varlıklarının faniler arasında zayıf ve kötü niyetteki akılları hâkimiyet altına alamayacağını söylemişti.
146:7.2 (1646.3) İsa ilave bir biçimde havarilerine; ayrılmış olan insan varlıklarına ait ruhaniyetlerin, yaşayan akranları ile iletişim kurmak için doğmuş oldukları dünyalara geri dönmediklerini açıklamıştı. Yalnızca bir yazgı sonu çağının geçmesinden sonra fani insana ait ilerleyen ruhaniyetin yeryüzüne geri dönebilmesinin mümkün olduğunu ve böyle bir durumun bile yalnızca istisnai durumlarda ve gezegenin sahip olduğu ruhsal idarenin bir parçası olarak gerçekleştiğini.
146:7.3 (1646.4) Onlar iki gün dinlendikten sonra, İsa havarilerine şunu söyledi: “Ertesi sabah haydi, bu arada şehir çevresi sakinleşirken vakit geçirmek ve öğretimde bulunmak için Kapernaum’a geri dönelim. Bu zaman zarfında evdeki insanlar bu türden heyecandan eski hallerine kısmen de olsa dönmüşlerdir.”
Urantia’nın Kitabı
147. Makale
147:0.1 (1647.1) İSA ve havarileri Kapernaum’a, Mart’ın 17’si, Çarşamba günü ulaşmış olup, Kudüs için ayrılmalarından önce Bethsayda ana merkezlerinde iki hafta geçirmişlerdi. Bu iki hafta havariler deniz kenarında insanlara öğretide bulunmuşken, İsa vaktinin büyük bir kısmını Babasının görevinde tepelerde geçirmişti. Bu süreç boyunca, Yakup ve Yahya Zübeyde tarafından eşlik edilen bir biçimde, İsa, inananlar ile buluşmuş ve onlara krallığın müjdesini öğretmiş oldukları yer olan Tiberya’ya iki gizli ziyarette bulunmuştu.
147:0.2 (1647.2) Hirodes’e ait birçok hane İsa’ya inanmış ve bu buluşmalara katılmıştı. Yöneticinin İsa’ya olan düşmanlığının azalmasına yardımcı olan şey Hirodes’in resmi ailesi içindeki bu inananların etkisi olmuştu. Tiberya’daki bu inananlar Hirodes’e, İsa’nın duyurmuş olduğu “krallığın” doğası bakımından ruhsal olduğunu ve siyasi bir girişim olmadığını tamamiyle açıklamışlardı. Hirodes, kendi hanesine ait bu üyelere inanmayı tercih etmiş ve böylece İsa’nın öğretisi ve iyileştirişine dair bildirilerin etrafa yayılışı karşısında gereksiz bir endişeye kapılmamıştı. Onun, İsa’nın bir iyileştirici veya dini öğretmen olarak çalışmalarına hiçbir itirazı yoktu. Her ne kadar Hirodes’in danışmanlarının çoğunun, ve hatta Hirodes’in kendisinin bile, olumlu tutumuna rağmen, Hirodes’in altında, Kudüs’deki dini önderler tarafından İsa ve havarilerin sert ve tehditkâr düşmanları olarak kalmaya devam edecek kadar etkilenmiş ve daha sonrasında onun kamu etkinliklerini sekteye uğratmak için fazlasıyla çabada bulunmuş olan bir topluluk mevcuttu. İsa için büyük tehlike Kudüs dini önderlerinde yatmaktaydı, Hirodes’de değil. Ve, tam da bu, İsa ve havarilerin vakitlerinin büyük bir kısmını ve kamu duyurularının çoğunu Kudüs ve Yehuda yerine Celile’de geçirmelerinin nedeniydi.
147:1.1 (1647.3) Hamursuz şöleni için Kudüs’e gitmeye hazırlandıkları gün, Kapernaum’da konumlanmış Roma muhafızlarının bir centruionu, veya diğer bir değişle bir yüzbaşısı olan, Mangus, şunu söyleyen bir biçimde, sinagog yöneticilerine gelmişti: “Benim sadık yaverim hasta ve ölüm döşeğinde. Bu yüzden, benim adama İsa’ya gidip, güçlü bir biçimde kendisinden hizmetçimi iyileştirmesini talep eder misiniz? Roma yüzbaşısı bunu, Musevi önderlerin İsa üzerinde daha büyük bir etkiye sahip olduğunu düşünmesi nedeniyle gerçekleştirmişti. Böylece kıdemli heyeti İsa’yı görmeye gitmiş olup, sözcüleri şunu söylemişti: “Öğretmen, biz senden, tüm içtenliğimizle, Kapernaum’a uğramanı, ve, milletimizi seven ve hatta, içinde senin birçok kez konuşma yapmış olduğun sinagogu bizler için inşa etmiş olan ve böylece senin ilgine layık olduğunu düşündüğümüz Roma centruionun gözde hizmetçisini kurtarmanı rica ediyoruz.”
147:1.2 (1647.4) Ve, İsa, onlar konuşmasını bitirdiğinde “Sizlerle birlikte geleceğim” dedi. Ve, onlarla birlikte centruionun evine giderlerken, ve onun bahçesine girmeden önce, bu Roma askeri, şunu söylemelerini emreden bir biçimde, İsa’yı karşılamak için arkadaşlarını göndermişti: “Koruyucumuz, evime girmek için zahmet etme, zira ben, senin çatıma girmene layık değilim. Ne de ben kendimi sana gelecek kadar değerli gördüm; bu nedenle ben kendi insanlarına ait kıdemlileri sana gönderdim. Ancak, biliyorum ki, sen inandığın şeyi söyleyebilmektesin ve benim hizmetçim iyileşecektir. Zira ben kendim diğerlerin emirleri altındayım ve altımda hizmet veren askerlere sahibim; birine git dediğim zaman o kişi gider, diğerine gel dediğim zaman o kişi gelir; yaverlerime ne söylersem onlar onu yapar.”
147:1.3 (1648.1) Ve, İsa bu sözleri duyduğunda, havarilerine ve onlarla birlikte olanlara dönüp şunu söyledi: “Bu Musevi-olmayanın inancı karşısında hayretler içerisindeyim. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, bu kadar büyük inancı, İsrail’de daha öncesinde hiç görmedim.” İsa, evden geri dönen bir biçimde, “Haydi buradan ayrılalım” dedi. Ve, centruionun arkadaşları eve gidip, Mangus’a İsa’nın ne söylemiş olduğunu aktardı. Ve, bu andan itibaren hizmetçi iyileşmeye başlamış, nihai olarak olağan sağlığına ve hizmetlerine geri dönmüştü.
147:1.4 (1648.2) Ancak, bizler, bu olayda neyin gerçekleşmiş olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik. Kayda geçirilenin tamamı bundan ibarettir; centruionun hizmetkârının iyileşmesinde görülmez varlıkların hizmetinden yararlanıp yararlanılmadığı İsa’ya eşlik edenler için açığa çıkarılmamıştır. Bizler yalnızca, hizmetçinin bütüncül iyileşmesi gerçeğini bilmekteyiz.
147:2.1 (1648.3) Mart’ın 30’unda, Salı sabahının erken saatleri, İsa ve havarisel kafile, Ürdün vadisi üzerinden giden bir biçimde, Hamursuz için Kudüs’e olan yolculuklarına başladı. Onlar Nisan ayının 2’si, Cuma öğleden sonra ulaşmış olup, her zamanki gibi ana merkezlerini Bethani’de kurmuşlardı. Eriha’dan geçerlerken onlar dinlenmek için durdular, ve bu arada Yudas ortak kaynaklarının belli bir kısmını ailesinin bir arkadaşına ait bankaya yatırmıştı. Bu, Yudas’ın ilk defa artan bir parayı taşımış olduğu zamandı ve, bu yatırılan para, İsa’nın mahkemesi ve ölümünden hemen önceki o son ve önemli yolculukta onlar Eriha’dan geçene kadar dokunulmamış bir biçimde kalmıştı.
147:2.2 (1648.4) Kafile Kudüs’e olaysız bir biçimde varmıştı ancak, onlar Bethani’ye daha yerleşmeden, bedenleri için iyileşme, sıkıntı içindeki akılları için teselli ve ruhları için kurtuluş aramakta olan yakından ve uzaktan gelen kişiler İsa’ya çok az bir dinlenme imkânı veren bir biçimde toplanmaya başlamıştı. Bu nedenle onlar Gethsemane’de çadırlarını diktiler, ve Üstün, kendisini oldukça sürekli bir biçimde çevrelemekte olan kalabalıklardan kaçınmak için Bethani’den Gethsemane’ye gidip gidip gelmekteydi. Havarisel kafile neredeyse üç haftayı Kudüs’de geçirmişti; ancak, güçlü bir biçimde İsa onlardan hiçbir kamu duyurusunda bulunmamalarını istemişti, yalnızca özel eğitimde ve kişisel çalışmada bulunacaklardı.
147:2.3 (1648.5) Bethani’de onlar sessiz bir biçimde Hamursuz’u kutladılar. Ve, bu, İsa ve on ikilinin tamamının kansız bir Hamursuz ziyafetinde bulunduğu ilk seferdi. Yahya’nın havarileri Hamursuz’u İsa ve onun havarileri ile yememişlerdi; onlar şöleni, Abner ve Yahya’nın duyurusunun birçok öncül inananı ile kutlamışlardı. Bu, İsa’nın Kudüs’de havarileri ile uygulamış olduğu ikinci Hamursuz’du.
147:2.4 (1648.6) İsa ve on ikili Kapernaum için ayrıldığında, Yahya’nın havarileri onlarla birlikte geri dönmemişti. Abner’in emri ile onlar, sessiz bir biçimde krallığın genişlemesi için emek veren bir biçimde Kudüs ve onun çevresinde kalmaya devam etmişti; bu arada, İsa ve on ikili, Celile’ye görevde bulunmak için geri dönmüşlerdi. Bir kez daha yirmi dörtlünün tamamı, yetmiş din-yayıcısını görevlendirme ve göndermeden kısa bir süre öncesine kadar bir araya gelmemişti. Ancak, bu iki topluluk işbirliği içerisindeydi; ve, farklı görüşlerine rağmen, onların en iyi hisleri üstün gelmişti.
147:3.1 (1649.1) Kudüs’deki ikinci Şabat’ın öğleden sonrası, Üstün ve havariler tapınak ayinlerine katılmaya hazırlanırlarken, Yahya İsa’ya “Benimle birlikte gel, sana bir şey göstereceğim” dedi. Yahya İsa’yı, Kudüs’ün kapılarından bir tanesinden Bethsayda olarak adlandırılmakta olan bir gölcüğe götürmüştü. Bu gölcüğü çevreleyen, altında geniş bir topluluğun iyileşme arayışı içinde beklediği beş girişli bir yapı bulunmaktaydı. Bu, gölcüğün altındaki oldukça büyük kaya mağaralarında gaz birikmesi sonucu düzensiz aralıklarla kırmızımsı suyunun kabarcıklar çıkardığı bir kaplıcaydı. Sıcak suların bu aralıklarla gerçekleşen kabarcıklarının, birçokları tarafından doğa-üstü etkiler nedeniyle gerçekleşmekte olduğuna inanılmaktaydı ve, bu türden bir kabartıdan sonra suya ilk giren kişinin her türlü hastalığından iyileşecek oluşu yaygın bir inanıştı.
147:3.2 (1649.2) Havariler bir bakımdan, İsa tarafından getirilmiş olan sınırlandırmalar altında huzursuz haldeydiler; ve, on ikilinin en genci olan Yahya özellikle, bu kısıtlama altında sabırsız bir konumdaydı. O İsa’yı bir araya gelmiş sıkıntı içindekilerin yarattığı manzaranın, iyileştirmenin bir mucizesini gerçekleştirecek düzeyde İsa’nın merhametine dokunacağının ve böylece tüm Kudüs’ün şaşkına dönüp, onun yakın bir zaman içinde krallığın müjdesine inanmak için kazanılacağının düşüncesi ile gölcüğe getirmişti. Yahya İsa’ya şunu söylemişti: “Üstünümüz, tüm bu sıkıntı içindekilere bir bak; bizlerin onlar için yapacağı hiç mi bir şey yok?” Ve, İsa şu yanıtı verdi: “Yahya, neden sen beni seçmiş olduğum yoldan ayrılmama cezp ediyorsun? Neden sen, ebedi gerçekliğin müjdesini duyurmakla harikaları yerine getirmeyi ve hastaları iyileştirmeyi değiştirme arzusu duyuyorsun? Benim evladım, senin arzu etmiş olduğun şeyi yapamayabilirim; ancak, sen, bu hasta ve sıkıntı içindekileri neşeli haberlerin ve ebedi tesellinin sözlerini onlara söyleyebilmem için bir araya topla.”
147:3.3 (1649.3) Bu bir araya gelmiş insanlara konuşan bir biçimde, İsa şunları söylemişti: “Hasta ve sıkıntı içinde olarak birçoklarınız, yanlış bir biçimde yaşanılmış birçok sene nedeniyle burada bulunmaktadır. Bazılarınız zamana ait kazalar nedeniyle sıkıntı çekmektedir, diğerleri atalarının hatalarının bir sonucu olarak; bunun yanında bazılarınız da, zamansal mevcudiyetinizin kusurlu olan koşullarının içerdiği engeller altında mücadele vermektedir. Ancak, benim Babam, yeryüzü koşullarınızı geliştirmek için emek vermektedir, fakat daha da özel bir biçimde ebedi servetinizi güvence altına almak için; ve, ben de bunu gerçekleştirmek için çaba sarf edeceğim. Hiçbirimiz, cennet içindeki Babamız’ın öyle irade gösterdiğini keşfetmedikçe yaşamın zorluklarını değiştirmede fazlaca etkiye sahip olamayız. Son kertede, hepimiz, Ebedi olanın iradesini gerçekleştirmeye borçluyuz. Eğer hepiniz tüm fiziksel rahatsızlıklarınızdan iyileştirilecek olursanız, gerçekten de şaşkınlığa düşeceksiniz; ancak, tüm ruhsal hastalıklarınızdan arınmanız ve kendilerinizi tüm ahlaki zayıflıklarınızdan iyileşmiş olarak bulmanız daha da büyük bir şeydir. Hepiniz Tanrı’nın çocuklarısınız; sizler, cennetsel Baba’nın evlatlarısınız. Zamanın gereksinimleri sizleri etkiler biçimde görünebilir; ancak, ebediyetin Tanrısı sizleri derinden sevmektedir. Ve, yargı zamanı geldiğinde korkmayın, hepiniz yalnızca adaleti değil, bağışlamanın bir bolluğunu bulacaksınız. Gerçekten de, gerçekten de, sizleri şunu söylüyorum ki: Krallığın müjdesini duyan ve Tanrı ile olan evlatlığın bu öğretisine inanan herkes ebedi yaşama sahiptir; hâlihazırda bu türden inananlar, yargı ve ölümden ışık ve yaşama geçmektedirler. Ve, tabutlarda olanların bile yeniden dirilişin sesini duyacağı vakit gelmektedir.”
147:3.4 (1649.4) Ve, bunları duymuş olanların çoğu krallığın müjdesine inanmıştı. Sıkıntı içindekilerin bazıları o kadar ilham duymuş ve ruhsal bir biçimde o kadar canlanmıştı ki, fiziksel rahatsızlıklarından da iyileştirildiklerini etrafa duyurmaya gitmişlerdi.
147:3.5 (1649.5) Birçok sene boyunca umutsuz bulunmuş ve sıkıntı içindeki aklının bozukluklarından derin bir biçimde rahatsızlığa uğramış bir kişi İsa’nın sözlerinden büyük bir neşe duymuş ve yatağını toplayarak evine doğru yola koyulmuştu, Şabat günü olmasına rağmen. Bu rahatsızlık içindeki kişi, tüm bu seneler boyunca bir kişinin kendisine yardım etmesini beklemişti; o, çaresizliğine dair hissin öyle bir kurbanıydı ki, sonuç olarak — yatağını sırtlayıp yürüme biçiminde — iyileşmesini gerçekleştirmek için yapması gereken tek şey olduğu ortaya çıkmış kendisine yardım etme düşüncesini bir kez olsun aklından geçirmemişti.
147:3.6 (1650.1) Bunun sonrasında İsa Yahya’ya şunu söylemişti: “Haydi, baş din-adamları ve kâtipler üzerimize gelmeden ve bu sıkıntı içindekilere yaşam sözleri söylememizden alınmadan önce ayrılalım.” Ve, onlar, dostlarına katılmak için mabede geri dönmüş olup, yakın bir süre içinde onların hepsi geceyi Bethani’de geçirmek için ayrılmışlardı. Ancak, Yahya hiçbir zaman diğer havarilere, bu Şabat öğleden sonrası kendisi ve İsa’nın Bethsayda’nın gölcüğüne olan bu gezilerinden bahsetmemişti.
147:4.1 (1650.2) Bu aynı Şabat günü akşamı, Bethani’de, İsa, on ikili ve inananlardan meydana gelen bir topluluk Lazarus’un bahçesindeki ateş etrafında toplanmışken, Nathanyel İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, her ne kadar sen, bizlere davranmalarını arzu ettiğimiz gibi diğerlerine davranmamızı öğreten biçimde, eskinin yaşam kuralının olumlu bir türünü öğretmiş olsan da, ben böyle bir isteğe her zaman nasıl uyacak oluşumuzu bütünüyle öngöremiyorum. Görüşümü; bir kişiye ahlaksızca bakıp, onu günah içinde arzulayan şehvet içindeki bir insan örneğine atıfta bulunarak açıklamama izin ver. Bu kötülüğü arzulayan insana nasıl, kendisine davranılmasını arzuladığı gibi başkalarına davranmasını öğreteceğiz?”
147:4.2 (1650.3) İsa Nathanyel’in sorusunu duyar duymaz, derhal ayağa kalktı ve, parmağını havariye doğrultan bir biçimde, şunu söyledi: “Nathanyel, Nathanyel! Kalbinden nasıl bir düşünce geçmektedir? Öğretilerimi, ruhaniyetten doğmuş biri olarak almıyor musun? Gerçekliği, bilgeliğin ve ruhsal anlayışın insanları olarak duymuyor musun? Ben sizleri, kendinize davranılmasını arzu edildiğiniz bir biçimde başkalarına davranmanız konusunda uyardığımda, yüksek ideallerin insanlarına bu cümleyi sarf ettim, kötülüğün teşvikini almak için öğretimi bir onaya dönüştürme cazibesine düşenlere değil.”
147:4.3 (1650.4) Üstün konuşmasını bitirdiğinde, Nathanyel ayağa kalkıp şunu söylemişti: “Ancak, Üstünümüz, benim sana ait öğretinin bu türden bir yorumunu onayladığımı düşünmemelisin. Ben bu soruyu sana sordum çünkü bu türden birçok insanın senin uyarını yanlış bir biçimde yargılayacağını düşündüm ve senin bizlere bu hususlar hakkında ilave öğretide bulunmanı umut ettim.” Ve, bunun sonrasında, Nathanyel oturduğunda, İsa konuşmasını sürdürdü: “Oldukça iyi bilmekteyim, Nathanyel, bu türden bir kötü düşünce aklında onaylanmamaktadır; ancak, hepinizin, sizlere insan dilinde ve insanların konuşmak zorunda olduğu gibi verilme gereksiniminde bulunan herkese açık öğretilerime dair tamamiyle ruhsal bir yorumda bulunmayı sıklıkla gerçekleştiremeyişinizden hayal kırıklığı duymaktayım. Bu, ‘size davranılmasını arzu ettiğiniz biçimde başkalarına davranın’ uyarısı olarak, bahse konu yaşam kuralının yorumuna ilişik farklılık gösteren anlam düzeylerini şimdi öğretmeme izin verin:
147:4.4 (1650.5) “1. Beden düzeyi. Bu türden tamamiyle bencil ve şehvet düşkünü yorum, sormuş olduğun sorunun varsayımı tarafından oldukça iyi bir biçimde örneklenmektedir.
147:4.5 (1650.6) “2. Duyguların düzeyi. Bu düzlem bedeninkinden bir aşama daha yüksekte bulunup, kişinin bu yaşam kuralını yorumlayışını geliştirecek anlayışa ve acımaya karşılık gelmektedir.
147:4.6 (1650.7) “3. Aklın düzeyi. Bu aşama, aklın nedenselliğini ve deneyimin usunu faal biçimde içeren düzeydir. İyi yargı bu türden bir yaşam kuralının, derin öz-benlik-saygısının soyluluğu içinde vücut bulan en yüksek idealizm doğrultusunda yorumlanmasını emretmektedir.
147:4.7 (1651.1) “4. Kardeşsel sevginin düzeyi. Daha da yüksek olan düzey, kişinin akranlarının refahına olan fedakâr bağlılığın düzeyinde keşfedilir. Tanrı’nın babalığına dair bilinçten ve bunun sonucunda gelen insanın kardeşliğinin tanınışından doğan tamamiyle içten toplumsal hizmetin bu daha yüksek düzeyinde, bu temel yaşam kuralının yeni ve çok çok daha güzel bir yorumu keşfedilir.
147:4.8 (1651.2) “5. Ahlaki düzey. Ve bunun sonrasında, yorumun gerçek felsefi düzeylerine eriştiğinizde, şeylerin doğruluğuna ve yanlışlığına dair gerçek kavrayışa sahip olduğunuzda, insan ilişkilerinin hayat dolu olan ebedi devamlılığını kavradığınızda; yüksek-akılda, idealist, bilge ve bağımsız üçüncü bir gözün bu türden bir emrin sahip olduğunuz yaşam koşulları ile kişisel sorunlarınızın ilişkisine uygulanmış bir biçimde değerlendirişini ve yorumlayışını düşünen bir şekilde bu yaşam kuralını bir soru olarak görmeye başlamayacaksınız.
147:4.9 (1651.3) “6. Ruhsal düzey. Ve en sonra, ama bu aşamaların en büyüğü olarak, bizler; bu yaşam kuralında, Tanrı’nın insanların tümüne nasıl davranacağını düşündüğümüz bir biçimde onlara davranmamızın kutsal bir emrini görmeye bizleri zorlayan ruhani kavrayışın ve ruhsal yorumun düzeyine erişiriz. Bu, insan ilişkilerinin kâinat idealidir. Ve, bu, yüce arzunuzun her zaman Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek olduğu bir aşamada tüm bu yaşam sorunlarına olan tutumunuzdur. Ben, bu nedenle, sizden; benzer durumlarda benim nasıl davranacağımı bildiğiniz biçimde tüm insanlara öyle davranmanızı arzu ediyorum.”
147:4.10 (1651.4) İsa’nın bu zaman zarfına kadar söylemiş olduğu hiçbir şey bu ifadelerden daha fazla bir biçimde onları şaşkınlığa uğratmamıştı. Onlar Üstün’ün sözlerini o istirahata çekildikten uzun bir süre sonraya kadar tartışmaya devam etmişlerdi. Her ne kadar Nathanyel, sorusunun içermiş olduğu temel gayeyi İsa’nın yanlış anlamış olduğuna dair varsayımından kurtulmada yavaş kalmışsa da, diğerleri, felsefi olan bu havari arkadaşlarının bu türden düşünmeye iten bir soruyu sorma cesaretine sahip oluşuna oldukça fazla bir biçimde minnettarlardı.
147:5.1 (1651.5) Her ne kadar Şimon, Musevi Sanhedrin’in bir üyesi olmamışsa da, Kudüs’ün nüfuz sahibi bir Farisi’idi. O yarı gönüllü bir inanandı ve, her ne kadar bu yüzden ciddi bir biçimde eleştirilebilecek olsa da, bir kaynaşma yemeği için İsa ve kişisel yardımcıları olan Petrus, Yakub ve Yahya’yı evine çağırmaya cesaret göstermişti. Daha öncesinde Şimon uzunca bir süredir Üstün’ü gözlemlemekte olup, onun öğretilerinden ve bundan da fazla biçimde onun kişiliğinden fazlasıyla etkilenmişti.
147:5.2 (1651.6) Varlıklı Farisileri sadaka vermeye adanmış olup, bu toplumsal desteklerinin herkese açık bir biçimde görünür oluşundan kaçınmamaktaydı. Zaman zaman onlar, bir dilenciye tam da yardım bahşedecekleri zaman bir borazan bile çalarlardı. Seçkin davetliler için bir ziyafet verildiğinde, şölen davetlilerinin kendilerine atabilecekleri yemek parçalarını alma konumunda bulunur halde, yemeklerini yiyenlerin oturaklarının arkasında oda duvarları çevresinde bekleyen bir biçimde sokak dilencilerinin bile gelmesi için evin kapılarını açık bırakmak bu Farisiler’in âdeti olmuştu.
147:5.3 (1651.7) Şimon’un evindeki tam da bu seferde, sokaktan gelenler arasında, yakın bir zaman içerisinde krallığın müjdesinin iyi haberlerinin bir inananı haline gelmiş hoş olmayan toplumsal saygınlıkta bir kadın bulunmaktaydı. Bu kadın, Musevi-olmayanların mabet kısmının oldukça yakınında bulunan, yüksek-sınıf görülen genel evlerinden bir tanesinin eski idarecisi olarak tüm Kudüs tarafından oldukça iyi bir biçimde bilinmekteydi. Öncesinden o; İsa’nın öğretilerini kabul edişi üzerine, ahlaksız iş yerini kapatmış, kendisi ile ilişkili kadınların büyük bir çoğunluğunu müjdeyi kabul etmeye ve yaşam biçimlerini değiştirmeye ikna etmişti; buna rağmen, o hala Farisiler tarafından güçlü bir biçimde saygıya layık olmayan konumda görülmekte olup, onun saç bağını — hayat kadınlığının nişanı olarak — açma zorunluluğu hissetmekteydiler. Bu isimsiz kişi beraberinde kokulu büyük bir şişe kutsayıcı losyon getirmiş olup, yemeğe başladığında onun arkasında duran bir biçimde, İsa’nın ayaklarını kutsamaya başlayıp, bir yandan da, saçlarıyla daha sonrasında silen bir şekilde, minnettarlık gözyaşları ile ayaklarını ıslatmaktaydı. Ve, o bu kutsayışı bitirdiğinde, ağlamaya ve onun ayaklarını öpmeye devam etmişti.
147:5.4 (1652.1) Şimon bunların hepsini gördüğünde, kendi kendisine şunu söyledi: “Bu kişi, eğer bir peygamber olsaydı, kendisine böyle dokunan kadının kim olduğunu ve hangi hallerde bulunduğunu görürdü; onun meşhur bir günahkâr olduğunu.” Ve, İsa, Şimon’un aklından neyin geçmekte olduğunu bilerek, şunu söyleyen bir biçimde, konuşmaya başladı: “Şimon, sana söylemek istediğim bir şey var.” Şimon “Söyle, Öğretmen” şeklinde yanıtladı. Bunun sonrasında İsa: “Bir varlıklı tefeci iki tane borçluya sahip olsun. Bir tanesinin kendisine beş yüz dinar, diğerinin ise elli dinar borcu olsun. Şimdi, hiçbiri ödeyecek bir şeye sahip olmadığında, bu tefeci ikisini de affetmiş olsun. Sence o, Şimon, hangisini daha çok sevmektedir?” “O, sanırım, en çok bağışlamış olduğunu” şeklinde cevap verdi Şimon. Ve, İsa,“Doğru bir biçimde yargıladın” dedi ve kadını işaret eden bir biçimde konuşmasını şöyle sürdürdü: “Şimon, bu kadına iyice bak. Ben senin evine çağrılmış bir davetli olarak girdim, buna rağmen sen benim ayaklarım için hiçbir su vermedin. Bu minnettar kadın ayaklarımı gözyaşlarıyla yıkadı ve onları saçlarıyla sildi. Sen beni dostane bir biçimde öpücükle karşılamadın; ancak, bu kadın, içeri girer girmez, bir an olsun ayaklarımı öpmeyi bırakmadı. Sen, başımı yağla kutsamayı ihmal ettin; ancak, o, ayaklarımı kıymetli losyonlar ile kutsadı. Ve, tüm bunların anlamı da nedir? Yalın bir biçimde, onun birçok günahının affedilmiş olduğu ve bunun kendisini çok sevmeye yönelttiğidir. Ancak, sadece azıcık bağışlama görmüş olanlar, zaman zaman yalnızca azıcık sevgi duymaktadır.” Ve, bu kadına doğru dönen bir biçimde, İsa elini verip, onu ayağa kaldıran bir biçimde, şöyle söyledi: “Sen gerçektenden de günahlarından pişmanlık duymuş bir haldesin, ve sen bağışlandın. Akranlarının sana olan düşüncesiz ve iyiliksever olmayan tutumu karşısında cesaret kırılmasın; cennetin krallığının neşesi ve özgürlüğü içinde yoluna devam et.”
147:5.5 (1652.2) Şimon ve yemek sofrasında kendisiyle beraber oturmuş olan arkadaşları bu sözleri duyduğunda, daha da çok hayretler içine düşmüşlerdi; ve, onlar kendileri arasında, “Günahları bağışlamaya bile cüret eden bu adamda kim?” şeklinde fısıldamaya başlamışlardı. Ve, İsa onların bu şekilde mırıldandıklarını duyduğunda, o, şunu söyleyen bir biçimde, serbest bırakmak için kadına dönmüştü: “Kadın, huzur içinde yürü; inancın seni kurtarmıştır.”
147:5.6 (1652.3) İsa, ayrılmak için arkadaşları ile birlikte ayağa kalkarken, Şimon’a dönüp şunu söyledi: “Ben senin kalbini biliyorum, Şimon, inanç ve kuşkular arasında nasıl ikilemde kaldığını, nasıl korkunun egemenliği altında olduğunu ve gurur tarafından rahatsız edildiğini; ancak, ben, ışığa kendini vermen ve, krallığın müjdesinin davet edilmemiş ve hoş karşılanmamış ziyaretçinin kalbinde hâlihazırda gerçekleştirmiş olduğu devasa değişikliklere denk düzeyde olabilecek aklın ve ruhaniyetin bu türden kudretli dönüşümlerini yaşam içindeki konumunda deneyimleyebilmen için dua ediyorum. Ve, ben; Yaratıcı’nın cennetsel krallığın kapılarını girmek için inanca sahip herkes için açmış olduğunu, ve hiçbir insanın veya insan birlikteliğinin, içten bir biçimde bir girişi aradığında yeryüzü üzerindeki en alt düzeydeki ruha veya diğer bir değişle varsayıldığı biçimiyle en bariz günahkâra bile bu kapıları kapatamayacağını hepinize duyurmaktayım.” Ve, İsa, Petrus, Yakub ve Yahya ile birlikte onların konukluğundan ayrılıp, Gethsemane’nin bahçesindeki kampta havarilerin diğerlerine katılmak için yola çıktı.
147:5.7 (1653.1) Bu aynı akşam, İsa havarilere, Tanrı ile olan ilişki düzeyinin değeri ve Cennet’e olan ebedi yükselişteki ilerleme üzerine uzunca bir süre hatırlanacak olan konuşmada bulundu. İsa şunu söylemişti: “Benim çocuklarım, eğer çocuk ve Baba arasında gerçek ve yaşayan bir bağ bulunursa, çocuk kesin bir biçimde Baba’nın ideallerine doğru devamlı bir şekilde ilerler. Doğrudur, çocuk ilk başta yavaş ilerlemede bulunur, ancak ilerleme yine de kesindir. Önemli olan şey, ilerleyişinizin hızı değil, kesinliğidir. Sizlerin mevcut ana kadar kazanmış olduğunuz şeyler, ilerleyişinizin doğrultusunun Tanrı-yolunda oluşu gerçekliğinden daha önemli değildir. Gün be gün kim haline gelişiniz, bu gün kim olduğunuzdan kıyaslanamayacak derecede daha çok öneme sahiptir.
147:5.8 (1653.2) “Şimon’un evinde birkaçınızın görmüş olduğu o dönüşüme uğramış olan kadın, şu an içerisinde, Şimon ve onun, özünde iyi niyetli olan birlikteliklerinin çok çok altında bulunan bir düzeydedir; ancak, her ne kadar bu Farisiler anlamsız törensel ayinlerin aldatıcı aşamalarını katedişin yanılsamasına dayanan sahte ilerleyiş ile meşgul iken, bu kadın, tüm kalbini veren bir biçimde, Tanrı için uzun ve çok önemli bir arayışın yoluna çıkmış olup, onun cennet doğrultusundaki yolunda ruhsal gururdan ve ahlaki benlik tatmininden oluşan engeller bulunmamaktadır. Bu kadın, insansı bir ifade kullanılacak olursa, Şimon’a kıyasla Tanrı’dan çok daha uzaktır; ancak, onun ruhu, ilerleyişsel bir hareket içerisindedir; o, ebedi bir amaç üzerindedir. Bu kadında, gelecek için devasa ölçüde ruhsal olasılıklar mevcuttur. Sizlerden bazıları ruh ve ruhaniyetin mevcut aşamalarında yüksek bir konumda bulunmayabilir; ancak, sizler, inanç vasıtasıyla, açılmakta olan Tanrı’ya giden yaşayan yolda günlük ilerleme kaydetmektesiniz. Orada gelecek bakımından her biriniz için devasa düzeyde olasılıklar bulunmaktadır. Küçük ama yaşayan ve büyüyen bir inanca sahip olmak, dünyasal bilgeliğin ve ruhsal inanmayışın ölü depolarına sahip büyük bir usu barındırmaktan kıyas edilmeyecek düzeyde iyidir.”
147:5.9 (1653.3) Ancak, İsa açık bir biçimde havarilerini, Baba’nın derin sevgisini kötüye kullanan Tanrı evladının budalalığına karşı uyarmıştı. O cennetsel Yaratıcı’nın; günahı onaylamaya ve bilinçli sorumsuzluğu affetmeye her daim hazır olan gevşek, rahat yâda budalaca bir biçimde sevginin etkisine yenik düşen bir ebeveyn olmadığını duyurmuştu. O dinleyenlerini, baba ve evlada dair örneklendirişlerini; düşüncesiz çocuklarının ahlaki yanlışlarını bünyesine alan bir biçimde yeryüzüne ait budalalıkla ortak olur ve böylece, kesin ve doğrudan bir biçimde kendi öz doğumlarının genç dönemlerinin suçlarına ve öncül ahlaksızlaşımına katkıda bulunur halde Tanrı’yı, kendisini tutmasını bilmeyen ve bilgesiz bir ebeveyn halinde göstermemeleri hususunda uyarmıştı. İsa şunu söylemişti: “Benim Babam, çocuklarının, ahlaki büyümenin ve ruhsal ilerleyişin tamamı için bireyin kendi kendisine zarar verir ve intiharsı nitelikteki eylem ve uygulamalarını benimsememektedir. Bu türden günahkâr uygulamalar, Tanrı’nın görüşünde tiksinti ile bakılan bir şeydir.”
147:5.10 (1653.4) İsa ve havarilerinin Kapernaum için nihai bir biçimde ayrılmalarından önce kendisi, üst tabakadan alt tabakaya, zengin fakir herkes ile başka birçok yarı-özel nitelikteki buluşmaya ve şölene katılmıştı. Ve, birçokları, gerçekten de, krallığın müjdesinin inananları haline gelmiş olup, sonrasında, Kudüs’de ve onun çevresinde krallığın çıkarlarını desteklemek için geride kalmaya devam etmiş olan Abner ve onun birliktelikleri tarafından vaftiz edilmişti.
147:6.1 (1653.5) Nisan’ın son haftası, İsa ve on ikili Kudüs yakınındaki Bethani ana merkezlerinden ayrılmış olup, Eriha ve Ürdün vadisi üzerinden Kapernaum’a olan geri dönüş yolcuklarına başlamışlardı.
147:6.2 (1654.1) Musevilerin baş din-adamları ve dini önderleri, İsa ile ne yapacaklarına karar vermek için birçok gizli buluşma düzenlemişti. Onların tümü, İsa’nın öğretimine bir son vermek için bir şeylerin yapılması gerekliliğinde hem fikir olmuşlardı ancak, onlar yöntemde anlaşamamaktaydılar. Onlar öncesinde, sivil idare birimlerinin, Hirodes’in Yahya’nın yaşamına son verdiği gibi İsa’dan kurtulacak olmasından umut ediyorlardı ancak, onlar, İsa’nın çalışmasını Roma resmi görevlilerinin kendi duyurusundan fazlaca endişeye kapılmayacak bir biçimde gerçekleştirmekte olduğunu keşfetmişlerdi. Bunun uyarınca, Kapernaum için ayrılışından önceki gün düzenlenmiş olan bir buluşmada, İsa’nın dini bir suçlama ile gözaltına alınmasına ve Sanhedrin heyeti tarafından yargılanmasına karar verilmişti. Böylece, altı gizli hafiyeden meydana gelmiş bir heyet; sözleri ve eylemlerini gözlemlemek ve, kanuna karşı gelişin ve Tanrı’ya hakaretin yeterli kanıtını topladıklarında, bildirileri ile birlikte Kudüs’e geri dönmeleri amacıyla İsa’yı takip etmekle görevlendirilmişlerdi. Bu altı Musevi, Eriha’da, yaklaşık otuz kişiden meydana gelmiş, havarisel kafile ile birlikte İsa’yı yakalamıştı ve, takipçiler haline gelmeyi arzu edişin kılıfı altında kendilerini, Celile’deki ikinci duyuru turnesinin başlangıç vaktine kadar topluluk ile birlikte kalmaya devam eden bir biçimde, İsa’nın ailesi ve takipçilerine bağlamışlardı bu turne ile birlikte onların üçü, bildirilerini baş din-adamlarına ve Sanhedrin heyetine sunmak için Kudüs’e geri dönmüşlerdi.
147:6.3 (1654.2) Petrus, Ürdün nehri geçidinde bir araya gelmiş kalabalıklara duyuruda bulunmuş olup, ertesi sabah Amathus’a doğru nehir boyunca çıkmışlardı. Onlar doğrudan bir biçimde Kapernaum’a geçmeyi istemişlerdi; ancak, burada öyle bir kalabalık toplanmıştı ki, onlar orada, duyuruda, öğretide ve vaftizde bulunan bir biçimde üç gün kalmaya devam etmişlerdi. Onlar, Mayıs ayının ilk günü olan, erken Şabat sabahına kadar evin yolunu tutmamışlardı. Kudüs hafiyeleri bu aşamada, yolculuğuna bu Şabat günü çıkmaya cüret ettiği için — Şabat ihlali olarak — İsa’ya karşı ilk suçlarını garantilemiş olduklarından eminlerdi. Ancak, onların kaderlerinde hayal kırıklığına uğramak vardı çünkü, tam ayrılışlarından önce, İsa Andreas’ı huzuruna çağırmış ve herkesin, yasal Musevi Şabat günü seyahati olan, yalnızca dokuz yüz metre uzunlukta bir ilerlemede bulunma emrini vermişti.
147:6.4 (1654.3) Ancak, hafiyeler, İsa ve onun birlikteliklerini Şabat’ı ihlal etmekle suçlamak için imkân bulmada uzunca bir süre beklemeyeceklerdi. Kafile dar yoldan geçerken, tam da bu zamanlar olgunlaşmakta olan, rüzgârda salınan buğday başakları yolun her iki yanında bulunmakta olup, aç haldeki, havarilerden bazıları olgun buğdayı koparıp yemişlerdi. Yolcular için, yoldan geçerlerken ihtiyaçlarını gidermek amacıyla buğdaydan beslenmeleri adetti; ve, bu nedenle, bu türden bir davranış için hiçbir yanlış düşünce hissedilmemişi. Ancak, hafiyeler, bu eylemi İsa’ya saldırmak için bir bahane olarak kullandılar. Andreas’ı elinde buğdayı ezerken gördüklerinde, kendisine gidip şunu söylemişlerdi: “Bilmiyor musun Şabat gününde buğdayı koparmanın ve ezmenin kanuna aykırı olduğunu?” Ancak, Farisiler şöyle cevap vermişti: “Buğdayı yemekte yanlış yapmıyorsun, ancak onu koparmak ve ellerinde ezmekle yasaya karşı geliyorsun; kesinlikle senin Üstününün bu türden eylemleri onaylamamaktadır.” Bunun üzerine Andreas: “Ancak, buğdayı yemek yanlış bir şey değilse, bir düşünürseniz, ellerimiz arasında ezmek kesinlikle onu çiğnemekten neredeyse hiçbir biçimde daha fazla bir emeği gerektirmemektedir; öyleyse, neden bu kadar küçük şeyler üzerinde eleştiride bulunuyorsunuz?” Andreas onların küçük şeylerden şikâyet edenler olduğunu ima ettiğinde, bu kişiler sinirlenip, İsa’nın yürümekte olduğu yere koşan bir biçimde, Matta’ya şunu söyleyerek itirazlarını dile getirmişlerdi: “Bak, Öğretmen, senin havarilerin Şabat günü kanunsuz olan şeyi yapıyor; buğdayı koparıp, ezip sonra da yiyorlar. Bizler, onların durmasını emredeceğinden eminiz.” Bunun üzerine İsa suçlayıcılara: “Sizler gerçekten de kanunu harfi harfine savunanlardansınız, ve sizler Şabat gününü hatırlamak, onu kutsal halde tutmak için elinizden geleni yapıyorsunuz; ancak, sizler Yazıtlarda, bir gün Davud aç olduğunda, o ve kendisiyle beraber olanların Tanrı evine girip, din-adamları dışında herkes için yemesi yasal olmayan bir kurabiye yediğini hiç mi okumadınız? ki, Davud aynı zamanda bu hamur işini kendisiyle birlikte olanlara da vermişti. Ve, kanununuzda, Şabat günü gerekli olan birçok şeyi yapmanın yasal olduğunu okumadınız mı? Ve, gün sona ermeden önce ben, bu günün ihtiyaçları için beraberinizde getirmiş olduğunuz şeyleri yediğinizi görmeyecek miyim? Benim iyi insanlarım, sizler Şabat’ı harfi harfine yerine getirmek için elinizden geleni yapıyorsunuz; ancak, akranlarınızın sağlığı ve refahını korursanız daha iyi bir şey yapmış olursunuz. Ben, Şabat’ın insan için var kılınmış olduğunu, insanın Şabat için yaratılmadığını duyuruyorum. Ve, eğer sizler benim sözlerimi gözetlemek için burada bizlerle beraberseniz, İnsan Evladı’nın Şabat’ın bile hâkimi olduğunu açık bir biçimde duyuruyorum.
147:6.5 (1655.1) Farisiler, İsa’nın kavrayış ve bilgelik sözleri karşısında hayretler içine düşüp, şaşkınlık içinde kalmışlardı. Günün geri kalan kısmında içlerine kapanmışlar ve ilave hiçbir soru sormamışlardı.
147:6.6 (1655.2) İsa’nın Musevi geleneklere ve kölesel törenlere olan karşıtlığı her zaman olumlayıcı nitelikteydi. Bu, onun ne yaptığı ve neyi olumladığından meydana gelmekteydi. Üstün, olumsuz kınamalara çok az zaman ayırmıştı. O; Tanrı’yı bilenlerin yaşama özgürlüğünü, günah işlemenin varsayımsal izinleriyle kendilerini kandırmadan memnuniyetle deneyimleyebilecek olduğunu öğretmişti. İsa havarilere şunu söylemişti: “İnsanlar, eğer sizler gerçeklik tarafından aydınlanmış olup, ne yaptığınızı gerçekten bilirseniz, kutsanmış halde bulunmaktasınızdır; ancak, eğer sizler kutsal yolu bilmiyorsanız, talihsizlerden olup, hâlihazırda yasayı çiğneyenlerdensiniz.”
147:7.1 (1655.3) İsa ve on ikili Teriça’dan tekne ile Bethsayda’ya geldiklerinde, Mart’ın 3’ü, Pazar günü öğle vakti sularıydı. Onlar, kendileri ile beraber seyahat etmiş olanları geride bırakmak için tekne ile seyahat etmişlerdi. Ancak, ertesi gün diğerleri, Kudüs’den gelmekte olan resmi hafiyeler dâhil olmak üzere, tekrar İsa’yı bulmuştu.
147:7.2 (1655.4) Salı akşamı, İsa, altı hafiyenin başı olan kişi kendisine şunu sormuş olduğunda, adetsel soru ve cevap derslerinden bir tanesini yürütmekteydi: “Bugün, burada senin öğretine katılmakta olan Yahya’nın takipçilerinden bir tanesi ile konuşuyordum, ve bizler tamamen, biz Farisiler’in oruç tuttuğu gibi ve Yahya’nın takipçilerinden talep etmiş olduğu gibi oruç tutmak ve dua etmek emrinde hiçbir zaman bulunmayışını anlamakta güçlük yaşadık.” Ve, İsa, Yahya tarafından dile getirilmiş bir ifadeye atıfta bulunan bir biçimde, bu soru sahibine şu yanıtı vermişti: “Gelin tarafının erkek çocukları düğün gününde damat kendisiyle beraberken oruç tutuyor mu? Damat onlarla kaldığı müddetçe, onlar neredeyse hiçbir biçimde oruç tutamaz. Ancak, damadın ayrılacağı vakit geldiğinde, gelim tarafının çocukları kuşkusuz bir biçimde oruç tutacak ve dua edecektir. Dua etmek ışığın çocukları için doğal bir şeydir; ancak, oruç tutmak, cennetin krallığına ait müjdenin bir parçası değildir. Bilge bir terzinin yeni ve henüz çekmemiş bir kumaş parçasını eski bir elbisenin üzerine dikmediğini hatırlayın; zira, bu yama ıslandığında çekecek ve elbiseyi daha da eskimiş gösterecektir. Ne de insanlar, yeni şarabı eski şarabın matarasına doldurmaktadır; yeni şarap mataranın duvarlarını yırtacak, hem şarap hem de matara ziyan olacaktır. Bilge kişi, yeni şarabı yeni şarap mataralarına doldurur. Bu nedenle, benim takipçilerim, eski düzene ait fazla şeyi krallığın müjdesine ait yeni öğretiye getirmemekte bilgelik sergilemektedir. Öğretmeninizi kaybetmiş olan sizlerin bir süreliğine oruç tutmanız haklı görülebilir. Oruç tutmak, Musa’nın yasasının yerinde bir bileşenidir; ancak, gelecek olan krallıkta Tanrı’nın evlatları, korkudan olan özgürlüğü ve kutsal ruhaniyetten duyulan sevinci deneyimleyeceklerdir.” Ve, onlar bu sözleri duyduklarında, Yahya’nın takipçileri teselli duymuşken, Farisiler’in kendilerini daha da şaşkına uğramıştı.
147:7.3 (1656.1) Bunun hemen sonrasında, Üstün dinleyicilerini, eskinin öğretilerinin tamamının yeni inanç-savları tarafından bütünüyle değiştirilmesine dair fikri akıllarından geçirmeye karşı uyarıda bulunmuştu. İsa şunu söylemişti: “Eski ve aynı zamanda doğru olan varlığını devam ettirmeli. Benzer bir biçimde, yeni ancak doğru olmayan reddedilmelidir. Ancak, yeni ve aynı zamanda doğru olan, kabul etmek için inanca ve cesarete sahip olmalıdır. Yazılmış olan şu sözü hatırlayın: ‘Eski bir arkadaşı terk etmeyin, zira yeni onunla kıyas edilebilir düzeyde değildir. Yeni şarap nasılsa, yeni bir arkadaş da öyledir; eğer yıllanırsa, onu memnuniyetle içmelisiniz.”
147:8.1 (1656.2) O gece, olağan dinleyicilerin istirahata çekilmesinden uzunca bir süre sonrasına kadar, İsa havarilerine öğretide bulunmayı sürdürmüştü. O, Tanrı-elçisi İşaya’dan alıntıda bulunarak şu özel yönergeyi vermeye başlamıştı:
147:8.2 (1656.3) “‘Neden sizler oruç tutageldiniz? Baskıdan keyif duymaya ve adaletsizlikten hoşnut olmaya devam ederken, hangi gerekçe ile ruhlarınıza acı çektirmektesiniz? Bakın, sizler, rekabet ve başkalarına karşı kendinizi haklı göstermek adına ve sonrasında ahlaksızlıkla dolmak için oruç tutmaktasınız. Ancak, seslerinizin yukarıda duyulması için bu şekilde oruç tutmamalısınız.
147:8.3 (1656.4) “Ben, bir insanın ruhuna acı çektirmesi için bir gün olarak — böyle bir orucu mu tercih ettim? Başını bir sazlık otu gibi eğmek, çulu üste çekip küller içinde emeklemek için mi? Koruyucu’nun gözünde, böyle bir orucun ve oruç tutarak gerçekleştirilen böyle bir günün kabul edilebilir olduğunu adlandırmaya cüret mi edeceksiniz? Şu benim tercih etmiş olduğum oruç değil midir: ahlaksızlığın bağlarını koparmak, ağır yükün düğümlerini çözmek, ezilmişi serbest bırakmak ve her boyunduruğu kırmak? O ekmeğimi fakir ile baylaşmak, evsiz ve fakir olanları evime getirmek değil midir? Ve, ben kıyafetsiz olanları gördüğümde, onları giydiririm.
147:8.4 (1656.5) “‘Bunun sonrasında, ışığınız gün doğumu gibi parlayacak, sağlığınız pınar olup akacak. Doğruluğunuz önünüzden giderken, Koruyucu’nun ihtişamı peşinizin muhafızı olacak. Sonrasında, Koruyucu’yu çağırdığınızda o size cevap verecektir; siz haykıracak, o size — Ben buradayım — diyecektir. Ve, o bunların hepsini, şayet siz baskıdan, kınamadan ve gösterişten uzak durursanız gerçekleştirecektir. Yaratıcı bunun yerine, kalbinizi fakir olanlara çıkarıp vermenizi ve zarar görmüş ruhlara hizmet etmenizi arzu etmektedir; bunun sonrasında, ışığınız zifirde parlayacak, ve karanlığınız bile öğle vakti güneş gibi olacaktır. Ardından, Koruyucu, ruhunuzu tatmin eden ve gücünüzü yenileyen bir biçimde, sizlere sürekli olarak rehberlik edecektir. Sizler, suları kesilmeyen bir pınar gibi, bakımı hiç kesilmeyen bir bahçe haline geleceksiniz. Ve, bunları yapacak olanlar, kıymetli bilinmeyerek harcanmış ihtişamları eski haline geri getirecektir; onlar birçok neslin temelini güçlendirecektir; onlar, boyunca ikamet edilecek güvenilir yolları eski haline getirenler biçiminde, yıkılmış duvarları yeniden inşa edenler olarak adlandırılacaklardır.”
147:8.5 (1656.6) Ve, bunun sonrasında, gecenin oldukça ilerleyen saatlerine kadar İsa havarilerine, onların düşünmeleri için; ruhlarına acı çektirişlerinin ve bedenlerine oruç tutturuşlarının değil, sahip oldukları inancın şimdi ve geleceğin krallığı içinde kendilerini güvende kılmakta olduğu gerçeğini sunmuştu. O; güçlü bir biçimde o havarilerden, en azından, eskinin tanrı-elçisine ait düşüncelere uygun bir biçimde yaşamalarını talep etmiş olup, İşaya ve daha eski tanrı-elçilerinin ideallerinin bile ötesinde ilerleme göstereceklerini umduğunu ifade etmişti. O gece İsa’nın son sözleri şu olmuştu: “Sizlerin Tanrı’nın evlatları olduğu gerçeğini kavrayan ve aynı zamanda her bir kişinin bir kardeş olduğunu tanıyan o yaşayan inancın aracılığı ile şükranlık içerisinde büyüyün.”
147:8.6 (1656.7) İsa konuşmasına son verdiğinde ve her bir kişi uyumak için kendi yerine dağıldığında saat sabahın ikisini geçmişti.
Urantia’nın Kitabı
148. Makale
148:0.1 (1657.1) MAYIS AYI’nın 3’ünden Ekim’in 3’üne kadar, İsa ve havarisel kafile, Bethsayda’daki Zübeyde’nin evinde kalmıştı. Bu beş aylık kurak dönem boyunca devasa ölçekte bir kamp, İsa’nın büyüyen ailesini içine almak için fazlaca genişlemiş bulunan Zübeyde ailesi malikânesi yakınındaki deniz kenarında idare edilmişti. Gerçeklik arayanlardan, iyileşme adaylarından ve bağlanmışların meraklı olanlarından oluşan sayıları sürekli değişmekteki bir topluluğun ikamet etmiş bulunduğu, bu deniz kenarındaki kampın nüfusu, beş yüz ila bin beş yüz arasında değişiklik göstermekteydi. Bu çadır şehir, Alpheus ikizlerinin kendisine yardımlarını sunmuş olduğu, Davud Zübeyde’nin genel yüksek denetimi altındaydı. Kamp, genel idaresine ek olarak düzeni ve temizliği ile bir örnekti. Farklı türdeki hastalar ayrılmış olup, Elman ismindeki bir Suriyeli olan, inanan bir doktorun yüksek denetimi altındaydı.
148:0.2 (1657.2) Bu süreç boyunca havariler, deniz kenarındaki konaklamanın tüketimi için tuttuklarını kar karşılığında Davud’a veren bir biçimde, haftada en azından bir gün balık tutmaya gitmekteydiler. Bu şekilde elde edilen kaynaklar topluluk hazinesine devredilmekteydi. On ikili her ayda bir hafta, aileleri veya arkadaşları ile vakit geçirme hakkına sahiplerdi.
148:0.3 (1657.3) Her ne kadar Andreas havarisel etkinliklerin genel yönetimini sürdürmüş olsa da, Petrus, öğreti-yayıcıları okulunun bütüncül idaresinden sorumluydu. Havarilerin tümü her öğle öncesi, öğreti-yayıcılarını eğitme toplulukları üzerinde kendilerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olup, hem öğretmenler hem de öğrenciler öğleden sonraları insanlara öğretimde bulunmuştu. Akşam yemeğinden sonra, haftada beş gece olmak üzere, havariler, öğreti-yayıcılarının yararına soru dersleri düzenlemişlerdi. Haftada bir kez İsa, bir önceki oturumlardan cevaplanmamış olarak kalmış sorulara cevap veren bir biçimde, bu soru saatine başkanlık etmişti.
148:0.4 (1657.4) Beş ay içerisinde birkaç bin kişi bu kampa gelip gitmişti. Roma İmparatorluğu’nun her bir tarafından ve Fırat’ın doğusunda kalan yerlerden gelen ilgili insanlar müdavim katılımcılardı. Bu, Üstün’ün öğretisinin en uzun süre ikamet etmiş ve en iyi düzenlenmiş olduğu süreçti. İsa’nın doğrudan ailesi bu dönemin büyük bir kısmını ya Nasıra’da ya da Kana’da geçirmişti.
148:0.5 (1657.5) Kamp, havarisel ailenin olduğu gibi, ortak amaçların bir araya getirmiş olduğu bir cemiyet olarak idare edilmemekteydi. Davud Zübeyde, her ne kadar bir kez bile olsun bir tek kişi dahi içeri alınmadan geri gönderilmemiş olsa da, bu büyük çadır kentin kendi kendisini idare eden bir girişim haline gelmesi amacıyla idare etmişti. Bu sürekli değişmekte olan kamp, Petrus’un öğreti-yayıcıları eğitim okulunun onun katılımcılarına sunmuş olduğu olmazsa olmaz imkândı.
148:1.1 (1657.6) Petrus, Yakub ve Andreas; İsa tarafından tasarlanmış bulunan, öğreti-yayıcılarının okuluna başvurmuş olanların kabulüne onay veren heyet üyeleriydi. Roma dünyasının ve, Hindistan’a kadar uzanan bir biçimde, Doğu’nun her bir ırkı ve millet üyesi, öğrenciler arasında tanrı-elçilerinin bu yeni okulunda temsil edilmişti. Bu okul, öğrenme ve uygulamadan meydana gelmiş bir izlence uyarınca idare edilmişti. Öğle öncesi boyunca ne öğrenmişse öğrenciler, öğleden sonrası deniz kenarındaki kalabalığa onları öğretmişlerdi. Akşam yemeğinden sonra onlar gayrı-resmi bir biçimde hem öğleden öncesi öğrenim hem de öğleden sonrası öğretim hakkında konuşmaktaydılar.
148:1.2 (1658.1) Havarisel öğretmenlerden her biri, krallığın müjdesine dair kendi görüşünü öğretmişti. Onlar, tam da aynı şekilde öğretide bulunmak için hiçbir çabada bulunmamışlardı orada, din-kuramsal inanç savlarına ait standart hale getirilmiş veya dogmasal bir bütünlükte oluşturulmuş formülselleştirme bulunmamaktaydı. Her ne kadar onların hepsi aynı gerçekliği öğretmiş olsa da, her bir havari Üstün’e ait kendi bireysel yorumunu sunmuştu. Ve, İsa; kendisinin haftalık soru saatlerinde müjdenin bu birçok ve farklılık gösteren görüşlerini her seferinde uyumlaştırmış ve eş güdümsel hale getirmiş olarak, krallığın şeylerine ait kişisel deneyimin bu çeşitlilik gösteren sunumunu korumuştu. Öğretim hususlarındaki kişisel özgürlüğün bu oldukça yüksek düzeyine rağmen, Şimon Petrus, öğreti-yayıcılarının okulunun sahip olduğu din-kuramında egemen olma eğilimi göstermişti. Petrus’dan sonra, Yakub Zübeyde en büyük etkide bulunmuştu.
148:1.3 (1658.2) Deniz kenarında bu beş ay boyunca eğitilmiş olan yüz ve daha fazla öğreti-yayıcısı, (Abner’in ve Yahya havarilerininki dışındaki) daha sonraki yetmiş müjde öğretmeni ve duyurucusundan bir araya getirilmiş kaynağı sunmuştu. Öğreti-yayıcıları okulu, on ikilinin sahip olduğu gibi aynı düzeyde eş ortaklığa sahip değildi.
148:1.4 (1658.3) Bu öğreti-yayıcıları, her ne kadar müjdeyi öğretmiş ve duyurmuş olsalar da, krallığın yetmiş ileticileri olarak İsa tarafından daha sonra atanana ve yetkilendirilene kadar inananları vaftiz etmemişlerdi. Buradaki gün batımı olayında iyileştirilen büyük sayıdaki insan topluluğu içinde yalnızca yedi kişi öğreti-yayıcıları öğrencileri arasında bulunmaktaydı. Kapernaumlu soylu kişinin oğlu, Petrus’un okulunda müjde hizmeti için eğitilmiş olanlar arasındaydı.
148:2.1 (1658.4) Deniz kenarındaki kamp ile ilişkili olarak, Suriyeli doktor, Elman, yirmi beş genç kadından ve on iki erkekten meydana gelen bir birliğin yardımı ile birlikte; krallığın ilk hastanesi olarak görülmesi gereken örgütlenmeyi dört ay boyunca düzenlemiş olup, onu idare etmişti. Ana çadır kentin güneyinden kısa bir uzaklıkta konumlanmış olarak, bu revirde onlar, dua ve inanç cesaretlendirişinden meydana gelen ruhsal uygulamalara ek olarak bilinen her türlü maddi yöntemler uyarınca hastaları iyileştirmişti. İsa, hastaların bu kampını haftada üç seferden az olmayan bir biçimde ziyaret etmiş olup, her sıkıntı çeken ile kişisel iletişimde bulunmuştu. Bildiğimiz kadarıyla, bu revirden düzelme gösterdiği için veya iyileşmiş olarak taburcu olan bin hasta ve sıkıntı içindeki kişi arasında hiçbir kişide, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle doğa-üstü iyileşmenin mucizeleri gerçekleşmemişti. Buna rağmen, yarar görmüş bu bireylerin çok büyük bir çoğunluğu, İsa’nın kendilerini iyileştirmiş olduğunu duyurmaktan kendilerini bir an olsun almadı.
148:2.2 (1658.5) Elman’ın hastaları için, hizmeti ile ilişkili olarak İsa tarafından gerçekleştirilmiş olan iyileştirmelerin büyük bir çoğunluğu, gerçekten de, mucizeleri gerçekleştirmeye benzer görünümdedir; ancak, bizlere, onların yalnızca, hizmetinin korkuyu uzaklaştırdığı ve endişeyi yok ettiği güçlü, olumlu ve iyiliksever bir kişiliğin doğrudan ve ilham verici etkisi altında bulunan beklenti içindeki ve inancın üzerinde hâkim olduğu kişilerin deneyimlerinde ortaya çıkabilecek olan, akıl ve ruhaniyete ait dönüşümler oldukları bilgisi verilmiştir.
148:2.3 (1658.6) Elman ve onun birliktelikleri, “kötü ruhaniyetler tarafından ele geçirilme” hususunda bu hasta olanlara gerçeği öğretmeye çabalamıştı ancak, onlar çok az ölçüde başarılı olabilmişti. Fiziksel hastalığa ve zihinsel bozukluğa, rahatsızlık içerisindeki kişinin aklındaki veya bedenindeki, tarafınızdan adlandırıldığı biçimiyle temiz-olmayan ruhaniyetin ikametinin sebep olabileceği inancı neredeyse herkes tarafından benimsenen bir görüştü.
148:2.4 (1659.1) Hasta ve sıkıntı içindeki olanlarla gerçekleştirmiş olduğu tüm iletişimi içinde, konu iyileştirmenin bir yöntemine veya hastalığın bilinmeyen nedenlerinin açığa çıkarılışına geldiğinde, İsa; Urantia vücutlaşımı girişimine başlamadan öncesinde kendisine Cennet abisi, Emanuel tarafından verilmiş olan yönergeleri göz ardı etmemişti. Yine de, hasta olanlara yardımda bulunanlar, İsa’nın inanca ve hasta ve sıkıntı içindekilerin kendine olan güvenine ilham kaynağı oluş biçimini gözlemleyerek birçok yararlı dersi öğrenmişlerdi.
148:2.5 (1659.2) Kamp, soğuk algınlığı ve ateşteki artış döneminin geçmesinden kısa bir süre önce dağılmıştı.
148:3.1 (1659.3) Bu süreç boyunca İsa, bir düzineden daha az bir sefer boyunca kampta kamu hizmeti yönetmiş olup, Celiledeki ikinci kamu duyuru turnesi üzerinde yeni eğitilmiş bulunan öğreti-yayıcıları ile birlikte ayrılmalarından öncesi ikinci Şabat olarak, Kapernaum sinagogunda yalnızca bir kez konuşmada bulunmuştu.
148:3.2 (1659.4) Vaftizinden beri Üstün, Bethsayda’daki öğreti-yayıcılarının eğitim kampının bu süreci boyunca bu kadar yalnız başına kalmamıştı. Ne zaman havarilerden bir tanesi cesaretini toplayıp, İsa’ya neden aralarından bu kadar fazla bir süre boyunca ayrı olduğunu sormaya giriştiğinde, o her seferinde kendisinin “Baba’nın görevi üzerinde” olduğu yanıtını vermişti.
148:3.3 (1659.5) Ayrı kalmış olduğu bu süreçler boyunca İsa’ya, yalnızca havarilerden ikisi eşlik etmekteydi. O öncesinden; Petrus’u, Yakub’u ve Yahya’yı geçici olarak kendisinin kişisel refakatçileri görevlerinden, yüzden fazla olan yeni öğreti-yayıcı adaylarını eğitme çalışmalarına onların da katılabilmeleri için serbest bırakmıştı. Üstün, Yaratıcı’nın görevi için tepelere gitmeyi arzuladığında, o zaman zarfında boş bulunabilecek havarilerden herhangi ikisini kendisine eşlik etmek için çağırırdı. Bu şekilde on ikilinin her biri, İsa ile olan yakın birliktelik ve daha yakından iletişim için bir olanağı memnuniyetle deneyimlemişti.
148:3.4 (1659.6) Bu anlatının içerdiği amaçlar doğrultusunda açığa çıkarılmamış bulunsa da, tepelerdeki bu yalnız dönemlerin birçoğu boyunca Üstün’ün, evren hususlarından sorumlu olan baş yöneticilerinin birçoğu ile doğrudan ve yönetimsel bir birliktelik içerisinde bulunduğu çıkarımını yapmaya yönlendirilmiş bir konumdayız. Vaftiz zamanından başlayarak bahse konu zamana kadar evrenimizin bu vücutlaştırılmış Egemeni, sürekli olarak, evren idaresinin belirli fazlarının idaresinde artan bir biçimde ve bilinç dâhilinde etkin hale gelmişti. Ve, bizler her zaman, bir biçimde onun doğrudan birlikteliklerine açığa çıkarılmamış olarak, yeryüzünün olaylarına olan azalmış katılımın bu haftaları boyunca İsa’nın; uçsuz bucaksız bir evrenin idaresi ile görevlendirilmiş bulunan yüksek ruhaniyet uslarının yönlendirilişine katılmış olduğu ve insan İsa’nın bu türden etkinlikleri “Babasının görevi” olarak tanımlamayı tercih ettiği görüşünü beslemiş bulunmaktayız.”
148:3.5 (1659.7) Birçok sefer, İsa saatler boyunca yalnız olduğunda, ancak havarilerinden ikisi yakın bir konumda bulunduğunda, havariler; her ne kadar onun hiçbir söylemediğini duymuş olsalar da, İsa’nın çehre ve mimiklerinin hızlı ve pek çok değişik geçirdiğini gözlemlemişlerdi. Ne de onlar, bazılarının daha sonraki bir sefer şahit oldukları gibi, Üstünleri ile muhtemel bir biçimde iletişim halinde bulunabilecek göksel varlıkların görünebilir herhangi bir dışavurumunu gözlemlememişlerdi.
148:4.1 (1659.8) Zübeyde bahçesinin herkesten uzak ve ayrılmış bir köşesinde, kendisiyle konuşmayı arzu etmekte olan bireyler ile her hafta iki akşam özel görüşmelerde bulunması İsa’nın âdetiydi. Bu akşam konuşmalarının bir tanesinde, Tomas Üstün’e özel olarak şu soruyu yöneltmişti: “Krallığa girmek için insanların ruhaniyetten doğması neden gerekli bir şeydir? Şeytanın denetiminden kaçmak için yeniden doğmak gerekli bir şey midir? Üstün, kötülük nedir?” İsa bu soruları duyduğunda, Tomas’a şunu söylemişti:
148:4.2 (1660.1) “Kötülüğü şeytan ile, daha doğru bir ifade ile haksızlık yapan ile karıştırma hatasına düşme. Şeytan olarak adlandırmış olduğun kişi, Babamın ve onun sadık Evlatlarının idaresine karşı kasti isyan yoluna bilerek girmiş yüksek bir yönetici biçiminde, benlik-sevgisinin bir evladıdır. Ancak, hâlihazırda ben bu günahkâr isyankârları bozguna uğratmış bulunmaktayım. Aklında, Yaratıcı ve onun evrenine dair bu farklı tutumları bir kesinliğe kavuştur. Hiçbir zaman, şu kanunların Yaratıcı’nın iradesi ile olan ilişkisini unutma:
148:4.3 (1660.2) “Kötülük, Yaratıcı’nın iradesi olarak kutsal kanuna bilinçsiz ve amaçlanmamış bir biçimde gerçekleşen karşı geliştir. Kötülük benzer bir biçimde, Yaratıcı’nın idaresine olan bağlılığın kusurluluğunun ölçüsüdür.
148:4.4 (1660.3) “Günah, Yaratıcı’nın idaresi olarak kutsal kanuna bilinçli, isteyerek ve kasti bir biçimde gerçekleşen karşı geliştir. Günah, kutsal bir biçimde yönlendirilmeye ve ruhsal bir biçimde doğrutulmaya olan isteksizliğin ölçüsüdür.
148:4.5 (1660.4) “Haksızlık, Yaratıcı’nın iradesi olarak kutsal kanuna irade göstererek, kararlı ve devamlı bir biçimde gerçekleşen karşı geliştir. Haksızlık, Yaratıcı’ya ait olan kişilik kurtuluşunun sevgi dolu tasarımının ve Evlatlar’a ait günahlardan arınışın merhamet sahibi hizmetinin devamlı reddinin ölçüsüdür.
148:4.6 (1660.5) “Doğası gereği, ruhaniyetten yeniden doğuşundan önce, fani insan, içkin kötülük eğilimlerine tabidir; ancak, davranışa ait bu türden doğal kusurluluklar, ne günah ne de haksızlıktır. Fani insan, Cennet içindeki Yaratıcı’nın sahip olduğu kusursuzluğa olan uzun yükselişine daha yeni başlar halde bulunmaktadır. Doğal bahşedilmişlikler içerisinde kusurlu veya diğer bir değişle henüz tamamlanmamış bulunmak günah olan bir şey değildir. İnsan gerçekten de kötülüğün etkisi altında bulunmaktadır; ancak, o, günahın ve tamamen haksızlıktan meydana gelen yaşamın yollarını isteyerek ve bilinçli bir biçimde tercih etmedikçe, hiçbir biçimde şeytanın çoğu değildir. Kötülük, bu dünyanın doğal düzeni içinde içkin bir konumdadır; ancak, günah, ruhsal aydınlıktan zipzifiri karanlığa düşmüş olanlar tarafından bu dünyaya getirilmiş bilinçli isyana ait bir tutumudur.
148:4.7 (1660.6) “Yunanlılar’ın inanç-savları ve Farslılar’ın hataları nedeniyle senin kafan karışmış haldedir, Tomas. Sen; kötülüğün ve günahın ilişkilerini, yeryüzü üzerindeki insanlığı kusursuz bir Âdem’den başlayarak hızlı bir biçimde, günah nedeniyle, insanın mevcut hor görülesi düzeyine alçalır gördüğün için anlamamaktasın. Ancak, sen, Âdem’in oğlu olan, Kabil’in Nod topraklarına gidip kendisine bir eş aldığını açığa çıkaran kaydın anlamını kavramayı neden reddetmektesin? Ve, sen, Tanrı’ya ait oğulların eşlerini insanlara ait kızlardan seçişlerini resmeden kaydın anlamını yorumlamayı neden reddetmektesin?
148:4.8 (1660.7) “İnsanlar, gerçekten de, doğaları gereği kötüdür; ancak, bu, doğrudan bir biçimde onların günahkâr oldukları anlamına gelmemektedir. Yeniden doğum — ruhaniyetin vaftizi olarak — kötülükten kurtulmak için temel derecede önemli olup, cennetin krallığına giriş için gereklidir; ancak, bunlardan hiçbiri, insanın Tanrı’ya ait bir evlat olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Ne de, potansiyel kötülüğün bu içkin mevcudiyeti; insanın bir biçimde cennet içindeki Babası tarafından gizemli bir biçimde ayrı düştüğünün ve böylece bilinmeyen, yabancı, veya diğer bir değişle üvey bir çocuk olarak onun Babası tarafından resmi nüfusa geçirilmeyi arzuladığı anlamına gelmemektedir. Tüm bu düşünceler, ilk başta, sizlerin Yaratıcı’ya dair yanlış anlayışınızdan ve daha sonra da, insanın kökenine, doğasına ve nihai sonuna dair bilgisizliğinizden kaynağını almaktadır.
148:4.9 (1660.8) “Yunanlılar ve diğerleri sizlere, insanın tanrısal kusursuzluktan düzenli bir biçimde bilinmeze veya diğer bir değişle yok olmaya düşmekte olduğunu öğretegelmiştir; ben sizlere, krallığa girerek, insanın kesin bir biçimde ve kuşkusuz olarak Tanrı’ya ve kutsal kusursuzluğa yükselmekte olduğunu göstermek için gelmiş bulunmaktayım. Ebedi Tanrı’nın iradesinin kutsal ve ruhsal ideallerinin altında bir düzeyde kalan her varlık, potansiyel olarak kötüdür; ancak, bu türden varlıklar, bırakınız haksız olmayı, hiçbir biçimde günahkâr değildir.
148:4.10 (1661.1) “Tomas, içinde şunun yazılmış olduğu, Yazıtlarda bu bahisteki şeyleri okumadın mı?: ‘Sizler, sizlerin Tanrısı olan Koruyucu’nun çocuklarısınız.’ ‘Ben onun babası, o benim çocuğum olacaktır.’ ‘Ben onu benim çocuğum olarak seçmiş bulunmaktayım — ben onun Babası olacağım.’ ‘Oğullarımı uzaklardan, kızlarımı yeryüzünün dört bir tarafından getirin; benim ismim ile çağrılmakta olan her bir kişiyi bile, zira ben onları ihtişamım için yarattım.’ ‘Sizler, yaşayan Tanrı’nın evlatlarısınız.’ ‘Tanrı’nın ruhaniyetine sahip olanlar, gerçekten de, Tanrı’nın evlatlarıdır.’ Doğadan gelen çocukta insan babasının maddi bir kısmı bulunmaktaysa da, krallığın her inanç evladı içinde cennetsel Yaratıcı’nın ruhsal bir parçası bulunmaktadır.”
148:4.11 (1661.2) Tüm bunları ve daha da fazlasını İsa Tomas’a söylemişti; ve, her ne kadar İsa kendisini “Baba’ya geri dönene kadar bu hususlar hakkında diğerlerine bahsetme” biçiminde uyarmış olmasına rağmen, havari anlatılanların çoğunu kavramıştı. Ve, Tomas, Üstün bu dünyadan ayrılana kadar bu görüşmeden bahsetmemişti.
148:5.1 (1661.3) Bahçedeki bu özel görüşmelerin bir diğerinde, Nathanyel İsa’ya şunu sormuştu: “Üstünümüz, her ne kadar ben, senin iyileştirmeyi her anda herkese uygulamayı reddedişinin nedenini anlamaya başlasam da, cennet içindeki sevgi dolu Babanın yeryüzü üzerindeki çocuklarının bu kadar büyük bir kısmının bu kadar fazla sıkıntıdan muzdarip oluşuna izin verme nedenini hala anlayamamaktayım.” Üstün, şunu söyleyen bir biçimde, Nathanyel’e cevap verdi:
148:5.2 (1661.4) “Nathanyel, sizler ve diğer birçok kişi; bu dünyanın doğal düzeninin, birçok sefer Yaratıcı’nın iradesine olan belirli isyankâr ihanetkarların günahkâr serüvenleri tarafından bozulmuş olduğunu kavramayışınız nedeniyle bu türden kafa karışıklığı içinde bulunmaktadır. Ve, ben, bu şeyleri yerli yerine koymanın bir başlangıcını oluşturmak için gelmiş bulunmaktayım. Ancak, evrenin bu kısmını eski yollara geri döndürmek ve böylece insanların çocuklarını günah ve isyanın ilave yüklerinden serbest bırakmak için birçok çağın geçmesi gerekecektir. Kötülüğün mevcudiyeti tek başına insanın yükselişi için yeterli bir sınavdır — günah, kurtuluş için olmazsa olmaz nitelikte değildir.
148:5.3 (1661.5) “Ancak, benim evladım, Yaratıcı’nın bilinçli bir biçimde kendi çocuklarına acı çektirmekte olmadığını bilmelisin. İnsan, kutsal iradenin daha iyi yollarında yürümeyi kararlı bir biçimde reddedişinin bir sonucu olarak gereksiz acıyı kendisine getirmektedir. Sıkıntı, kötülük bakımından potansiyel niteliktedir; ancak, onun büyük bir kısmı, günah ve haksızlık nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu dünya üzerinde olağanın dışında birçok şey gerçekleşmiş olup, düşünmekte olan her insanın şahit olduğu acı ve sıkıntı sahneleri karşısında şaşkınlık içine düşmesi garip bir şey değildir. Ancak, bir şeyden emin olabilirsiniz: “Yaratıcı sıkıntıyı, yanlış bir eylem için keyfi bir cezalandırılış olarak göndermemektedir. Kötülüğün içermiş olduğu engeller ve kusurlar içkin niteliktedir; günahın cezaları kaçınılmazdır; haksızlığın getirmiş olduğu yok edici sonuçlar durdurulamaz bütünlüktedir. İnsan, kendisinin seçmiş olduğu yaşamın doğal sonucu olan sıkıntılar için Tanrı’yı suçlamamalıdır; ne de insan, bu dünyada yaşanılmakta olduğu gibi hayatın bir parçası olan deneyimler için şikâyette bulunmalıdır. Fani insanın kararlı ve tutarlı bir biçimde yeryüzü üzerindeki varlığının iyileşmesi için çalışması Yaratıcı’nın iradesidir. Usun uygulanışı insanı, olumsuz yeryüzüsel deneyimlerinin çoğunun üstesinden gelmede yetkin kılacaktır.
148:5.4 (1662.1) “Nathanyel; çok katmanlı maddi sorunlarını çözmeye koyulmaya daha iyi hazırlanmaları ve bunu gerçekleştirmeye daha güçlü ilham duymaları amacıyla, insanların ruhsal sorunları çözmede yardımcı olmak ve bu şekilde onların akıllarını hızlı çalışır hale getirmek bizlerin görevidir. Yazıtları okumuş olarak senin deneyimlemekte olduğun kafa karışıklığını bilmekteyim. Haddinden fazla sıklıkla orada, bilgisiz insanın anlamakta başarısız olduğu her şeyin sorumluluğunu Tanrı’ya atfetme eğilimi süregelmiştir. Yaratıcı, kavramakta başarısız olabileceğiniz her şey için kişisel olarak sorumlu değildir. Kutsal bir emre masumane veya kasıtlı bir biçimde karşı gelmiş olmanız sonrasında kendisinin emriyle oluşturulmuş adil ve bilge kanunun birinin size sadece tesadüfen zarar vermiş olması nedeniyle Yaratıcı’nın sevgisinden şüphe duymayın.
148:5.5 (1662.2) “Ancak, Nathanyel, eğer bir kavrayan gözle okuduğunda Yazıtlar’da seni eğitecek pek çok şey daha bulunmaktadır. Şunun yazılmış olduğunu hatırlamıyor musun: “Benim evladım, Koruyucu’nun cezalandırışını aşağı görme; ne de onun düzeltişinden yılgın düş zira, Koruyucu, düzelttiğini derinden sevmektedir, tıpkı babanın çok sevmekte olduğu evladını düzeltişi gibi.’ ‘Koruyucu isteyerek acı çektirmez.’ ‘Başıma sıkıntı gelmeden önce, doğru yoldan ayrılmıştım, ancak şimdi kanuna uyuyorum. Sıkıntı, aracılığı ile kutsal emirleri öğrenebildiğim için, benim için iyi olan bir şeydir.’ ‘Ben senin acılarını biliyorum. Ebedi Tanrı senin sığınağınken, bu sığınağın temelinde sonsuza kadar uzanan kollar bulunmaktadır.’ ‘Koruyucu aynı zamanda, sorun zamanlarında istirahatın bir cenneti olarak, ezilmişlerin bir sığınağıdır.’ ‘Koruyucu, sıkıntı yatağı üzerinde bu kişiyi güçlendirecektir; Koruyucu hastayı unutmayacaktır.’ ‘Bir baba çocukları için nasıl merhamet gösterirse, Koruyucu kendisinden korkanlara dair o kadar merhamet sahibidir. O sizin bedeninizi bilmektedir; sizlerin bir toz olduğunu hatırlamaktadır.’ ‘O kalbi kırılmışları iyileştirmekte, onların yaralarını sarmaktadır.’ ‘O; fakirin umudu, sıkıntısı içinde ihtiyacı olanların kuvveti, fırtınadan korunmak için bir sığınak ve yok edici sıcaklıktan kaçınmak için bir gölgedir.’ ‘O güçsüze güç verir ve hiçbir kudreti olmayanların gücünü arttırır.’ ‘O incinmiş bir sazlık otunu kırmayacak, yanan keteni söndürmeyecektir.’ ‘Sıkıntının sularından geçerken, ben sizlerle birlikte olacağım; ve, düşmanlığın nehirleri sel olup üzerinize geldiğinde, sizleri yalnız bırakmayacağım.’ ‘O beni kalbi kırılmışları sarmak, esirlere özgürlüğü duyurmak ve yas tutanların hepsine teselli olmak için gönderdi.’ ‘Sıkıntı çekmede düzeltici olan bir şey bulunmaktadır; acılar topraktan gelmemektedir.’”
148:6.1 (1662.3) Aynı zamanda Yahya’nın da İsa’ya, görünürde masum olan bu kadar çok kişinin birçok hastalıktan ızdırap çekişinin ve birçok sıkıntıyı deneyimleyişinin nedenini sorması Bethsayda’daki bu aynı akşam gerçekleşmişti. Yahya’nın sorularına cevap verişinde, diğer birçok şey arasında, Üstün şunları söylemişti:
148:6.2 (1662.4) “Beni evladım, sizler, düşmanlığın anlamını veya diğer bir değişle ızdırabın amacını anlamıyorsunuz. Eyüp’ün acılarını konu alan Yazıtlar hikâyesi olarak — İbrani edebiyatının başyapıtını okumadınız mı? Bu muhteşem bilmecenin, Koruyucu’nun uşağının sahip olduğu maddi servete dair anlatı ile başlamakta olduğunu hatırlamıyor musunuz? Sizler; Eyüp’ün, çocuklarla, refahla, soylulukla, toplumsal konumla, sağlıkla ve bu zamansal yaşam içinde insanın değer verdiği her şey ile bahşedilmiş olduğunu oldukça iyi hatırlarsınız. İbrahim’in geleneksel öğretilerine göre, bu türden maddi servet, kutsal iltimasın kanıtı için tamamiyle yeterli bir nitelikteydi. Ancak, bu türden maddi iyelikler ve zamansal servetler, Tanrı’nın iltimasını göstermemektedir. Cennet içindeki benim Babam, zengini olduğu kadar fakiri sevmektedir; o, hiçbir insanı ayırt etmemektedir.
148:6.3 (1663.1) “Her ne kadar kutsal yasaya karşı gelişi er veya geç cezalandırışın hasadı takip edecek olsa da, ve insanlar kesin bir biçimde ektiklerini nihai olarak biçecek olsalar da, sizler, insanların çekmiş oldukları sıkıntıların her zaman onun öncesinden gelmekte olan günahın bir cezalandırılışı olmadığını bilmelisiniz. Hem Eyüp hem de onun arkadaşları, yaşamış oldukları kafa karışıklarına gerçek bir cevap bulmada başarısız oldular. Ve, mevcut an içerisinde memnuniyetle deneyimlemiş olduğunuz ışıkla birlikte sizler, neredeyse hiçbir biçimde, bu benzersiz bilmece içinde rol oynayan unsurlara ne Şeytan’ı ne de Tanrı’yı atfedemezsiniz. Her ne kadar, Eyüp, sıkıntı vasıtasıyla, ussal sorunlarının giderilişini veya felsefi zorluklarının çözümünü bulamamışsa da, o büyük zaferleri elde etmişti; din-kuramsal savunmalarının çöküşünün tam karşısında bile o, üzerinde içten bir biçimde ‘kendimden utanıyorum’ diyebildiği ruhsal doruklara yükselmişti; bunun sonrasında, orada kendisine, bir Tanrı’ya dair kavrayışın getirmiş olduğu kurtuluş bahşedilmişti. Böylece, her ne kadar acı çekişi yanlış anlamış olsa da Eyüp, ahlaki anlayışın ve ruhsal kavrayışın insan-ötesi düzlemine yükselmişti. Acı çekmekte olan hizmetkâr Tanrı’ya ait bir kavrayışı elde ettiği zaman, tüm insan anlayışı üzerinde egemen olan bir ruh huzuru ortaya çıkmaktadır.
148:6.4 (1663.2) “Eyüp’ün arkadaşlarından ilki olan, Elifaz, güçlü bir biçimde acı çekmekte olandan; tüm sıkıntıları içinde, varlığı döneminde diğerlerine salık vermiş olduğu gibi aynı cesareti göstermesini talep etmişti. Bu sahte teselli verici şöyle söylemişti: “Dinine güven, Eyüp; doğru olanın değil, ahlaksız olan kişinin sıkıntı çektiğini hatırla. Bu cezalandırışı hak etmiş olmalısın, aksi halde şu anda sıkıntı çekiyor olmazdın. Ahlaksız olanın gerçekte hiçbir zaman belini doğrultamayacağını biliyorsun. Her neyse, görünen o ki insan sıkıntı çekmenin nihai sonuna sahiptir, ve muhtemelen Koruyucu seni sadece kendi iyiliğin için cezalandırmaktadır.’ Garip Eyüp’ün, insanın acı çekişi sorunsalına karşı bu türden bir yorumdan fazla teselli bulamayışına şaşmamak gerek.
148:6.5 (1663.3) “Ancak, onun ikinci arkadaşı olan, Bildad’ın tavsiyesi, bu zamanların kabul edilmiş din-kuramının bakış açısından sağlam olsa da, daha da bile umutsuzluk vericiydi. Şunu söylemişti, Bildad: ‘Tanrı adaletsiz olamaz. Senin çocukların, yok oldukları için, günahkâr olmalıdırlar; sen hata yapıyor olmalısın, aksi halde bu kadar acı çekmezdin. Ve, eğer sen gerçekten doğruysan, Tanrı kesin bir biçimde seni sıkıntılarından kurtaracaktır. Her Şeye Gücü Yeten’in yalnızca ahlaksızı yok edişi olarak, Tanrı’nın insan ile olan ilişkilerinin tarihinden bir şeyler öğrenmelisin.’
148:6.6 (1663.4) “Ve, bunun sonrasında, şunu söyleyen bir biçimde, Eyüp’ün arkadaşlarına nasıl cevap vermiş olduğunu hatırlayın: ‘Tanrı’nın yardım için benim çığlığımı duymadığını çok iyi biliyorum. Tanrı nasıl adil olup aynı zamanda da benim suçsuzluğumu bu kadar tamamiyle görmezden gelir? Her Şeye Gücü Yeten’e başvurmaktan hiçbir sonuç alamayacağımı öğrenmekteyim. Ahlaksız tarafından iyinin idam edilişini Tanrı’nın hoş görmekte olduğunu kavrayamıyor musunuz? Ve, insan bu kadar zayıf olduğu için, onun, her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın bağışlaması için ne kadar bir şansı olabilir ki? Tanrı beni, şu andaki ben olarak yarattı ve, o bana bu şekilde gücünü doğrulttuğunda, ben yalnızca savunmasız halde bulunabilirim. Ve, yalnızca bu acınası halde sıkıntı çekmem için Tanrı beni neden de yarattı ki?’
148:6.7 (1663.5) “Ve, arkadaşlarının tavsiyeleri ve kendi aklında yer teşkil etmiş hatalı Tanrı düşünceleri karşısında Eyüp’ün tutumuna kim karşı koyabilir ki? Eyüp’ün; bir insan Tanrısı’nı arzu etmiş olduğunu, ve, insanın fani düzeyini bilen ve adil olanın sıklıkla uzun Cennet yükselişine ait bu ilk yaşamın bir parçası olarak masumiyet içinde acı çekişini anlamakta olan bir kutsal Varlık ile bütünlük içinde bulunma açlığını çekmiş olduğunu görmüyor musunuz? Bu nedenle İnsan Evladı beden içinde, bundan böyle Eyüp’ün sıkıntılarını çekmek zorunda kalacakların tümünü teselli etmeye ve onları bir parça olsun rahatlatmaya yetkin olabilen bir hayatı yaşamak için Tanrı tarafından onun yanından gönderilmiştir.
148:6.8 (1663.6) “Eyüp’ün üçüncü arkadaşı olan, Zofar bunun sonrasında, şunları söylediğinde, daha da az teselli edici sözleri ifade etmişti: ‘Bu şekilde acı çekmekte olduğunu görür halde, sen, doğru olduğunu söylemekle budalalık etmektesin. Ancak, ben, Tanrı’nın yollarını kavramanın imkânsız olduğunu kabul ediyorum. Muhtemeldir ki, tüm acıların içinde bir gizli amaç bulunmaktadır.’ Ve, Eyüp üç arkadaşını da dinlediğinde, ‘anneden dünyaya gelmiş olan insanın, birkaç günlük olduğu ve yaşamının her türlü sıkıntı ile dolu olduğu’ gerçeğini özrü olarak kullanarak, Tanrı’ya doğrudan bir biçimde yardım için başvurdu.’
148:6.9 (1664.1) “Bunun sonrasında, arkadaşları ile ikinci görüşme başladı. Elifaz, suçlar ve alaycı bir biçimde, daha da müsamahasız hale geldi. Bildad, Eyüp’ün arkadaşlarını hor görüşünü karşısında kızgınlaştı. Zofar, kasvete davet eder tavsiyesini yineledi. Eyüp arkadaşlarına dair daha çok iğrenici duygular besler hale gelmiş ve Tanrı’ya bir kez daha başvurmuştu; ve, bu aşamada o, arkadaşlarının felsefesini oluşturan ve kendi dini tutumunda bile saklı konumda bulunmuş olan adetsizliğin Tanrısı’na karşı adil bir Tanrı’ya itirazda bulunmuştu. Bir sonraki aşamada Eyüp, maddi mevcudiyetin içerdiği haksızlıkların daha adil bir biçimde düzeltilebileceği gelecek bir yaşamın tesellisine sığınmıştı. Bunun sonrasında, onun kalbinde, inancı ve kuşkusu arasında büyük bir mücadele kopmuştu. Nihai olarak, bu acı çeken insan, yaşamın ışığını görmeye başlar; onun eziyet çektirilmiş ruhu, umut ve cesaretin yeni doruklarına yükselir; o acı çekmeyi sürdürebilir, ve hatta ölebilir, ancak onun aydınlanmış ruhunun dilinden bu aşamada zaferin şu haykırışı dökülür: ‘Kurtarıcım yaşıyor!’
148:6.10 (1664.2) “Eyüp, ebeveynlerini cezalandırmak için Tanrı’nın çocuklara sıkıntı çektirdiğine dair inanç-savına karşı geldiğinde tamamiyle doğruydu. Eyüp, Tanrı’nın doğru olduğunu kabul etmeye her daim hazır bulunmuştu; ancak, o, Ebedi’nin kişisel karakterine dair ruhu tatmin edecek bir açığa çıkarılışın arzusunu duymuştu. Ve, bu, bizlerin yeryüzü üzerindeki görevidir. Artık acı çekmekte olan faniler bir daha, Tanrı’nın derin sevgisini bilmenin ve cennet içindeki Yaratıcı’nın merhametini anlamanın vermiş olduğu teselliden alıkonulmamalıdır. Tanrı’ya dair bu fazla düşünülmeden gerçekleştirilmiş konuşma ifade edilmiş olduğu dönem için ihtişamlı bir kavramsallaşma niteliğinde bulunsa da, sizler hâlihazırda, Yaratıcı’nın kendisini bu şekilde açığa çıkarmadığını öğrenmiş konumdasınız; bunun yerine, Tanrı, şunu söyleyen bir biçimde, insan kalbi içinde sessizce, ince bir sesle konuşur: ’Yol burası buradan yürü.’ Tanrı’nın içinizde ikamet etmekte olduğunu kavramıyor musunuz, sizleri kim olduğu hale getirmek için şu anda kim halinde oluşunuza dönüşmüş bulunduğunu!”
148:6.11 (1664.3) Bunun sonrasında, İsa şu nihai ifadelerde bulunmuştu: “Cennet içindeki Yaratıcı, insanların çocuklarına isteyerek acı çektirmemektedir. İnsan, ilk başta, zamana ait kazarlardan ve olgun olmayan fiziksel bir mevcudiyetin taşımış olduğu kötülük kusurluluklarından muzdarip olmaktadır. Bunun sonrasında, o, ışık ve yaşamın kanunlarına karşı gelme olarak — günahın durdurulamaz sonuçlarından muzdarip olmaktadır. Ve, nihai olarak, insan, yeryüzü üzerinde cennettin doğru olan idaresine karşı isyanda haksız kararlılığının hasadını toplamaktadır. Ancak, insanın acıları, kutsal yargının kişisel nitelikte gerçekleşen bir ziyareti değildir. İnsan, zamansal acılarını azaltmak için fazlaca şeyi yapabilecek olup, bunu gerçekleştirecektir de. Ancak, bir seferde ve tamamen, Tanrı’nın insana şeytana uyduğu acı çektirdiğine dair hurafeden kurtulunmalıdır. Eyüp’ün kitabını, yalnızca, iyi insanların bile dürüstçe bir biçimde akıllarından geçirebildikleri Tanrı’ya dair ne kadar çok yanlış düşüncenin varlığını keşfetmek için irdeleyin; ve, bunun sonrasında, bu türden yanlış öğretilere rağmen acılar içinde sıkıntı çeken Eyüp’ün bile tesellinin ve kurtuluşun Tanrısını bulmuş olduğuna dikkatlice bakın. En sonunda onun inancı, iyileştirici bağışlama ve sonsuza kadar süren doğruluk olarak Yaratıcı’dan yağdırılan yaşamın ışığını görmek için sıkıntının bulutlarını dağıtabilmişti.”
148:6.12 (1664.4) Yahya kalbinde, bu sözler üzerinde birçok gün boyunca uzun uzun düşünmüştü. Onun ölümden sonraki bütüncül yaşamı, bahçedeki Üstün ile gerçekleştirmiş olduğu bu konuşmanın bir sonucu olarak dikkate değer bir biçimde değişti; ve, o, daha sonraki dönemlerde, olağan insan acılarının kaynağına, doğasına ve amacına dair diğer havarilerin bakış açısını değiştirmeye sebep olmak için birçok şey yapmıştı. Ancak, Yahya, Üstün ayrılana kadar bu görüşmeden hiçbir zaman bahsetmemişti.
148:7.1 (1664.5) Celile’deki ikinci duyuru turnesi içinde havarilerin ve öğreti-yayıcılarının yeni birliğinin ayrılışından önce, ikinci Şabat, İsa, “Doğru Yaşamın Sevinçleri” üzerine Kapernaum sinagogunda konuşma gerçekleştirmişti. İsa konuşmasını bitirdiğinde, iyileşme arzulayan bir biçimde, bedeninin bir uzvunu kaybetmiş, topallamakta olan, hasta ve sıkıntı içindekilerden oluşan büyük bir topluluk etrafını çevrelemişti. Aynı zamanda bu topluluk içinde havariler, yeni öğreti-yayıcılarının çoğu ve Kudüs’den gelmekte olan Farisi hafiyeler bulunmaktaydı. İsa nereye gitmişse (Babasının görevi için tepelerde oluşu dışında) altı Kudüs hafiyesi kesin bir biçimde kendisini takip etmekteydi.
148:7.2 (1665.1) İsa insanlara konuşmak için ayağa kalkarken, gizlice izler haldeki Farisilerin önderi, felçli ele sahip bir adamı İsa’ya yaklaşmak ve Şabat günü iyileşmenin yasal mı olacağını yoksa başka bir gün mü yardım alması gerektiğini kendisine sorması için ikna etmişti. İsa bu adamı gördüğünde, sözlerini duyduğunda ve onun Farisiler tarafından gönderilmiş olduğunu anladığında, şunu söyledi: “Şimdi ben sana bir soru sorarken şöyle beri gel. Eğer bir koyuna sahip olsaydın ve o Şabat günü bir çukura düşseydi, aşağı uzanıp, elini tutup, onu kaldırır mıydın? Bu türden şeyleri Şabat günü yapmak yasaya uygun mudur?” Ve, adam cevapladı: “Evet, Üstünümüz, Şabat günü böyle iyi şeyleri yapmak yasaldır.” Bunun sonrasında, İsa, herkese hitap eden bir biçimde, şunu söylemişti: “Hangi amaçla bu kişiyi benim mevcudiyetime göndermiş olduğunuzu biliyorum. Eğer beni Şabat günü merhamet gösterme cazibesine düşürebilirseniz, benim yasaya karşı gelişime bir kanıt bulacaksınız. Sessizlik içinde hepiniz, Şabat günü dahi, talihsiz koyunu kuyudan çıkarmanın yasal olduğundan hem fikir oldunuz; ve, ben sizleri, Şabat günü yalnızca hayvanlara değil aynı zamanda insanlara da sevgi dolu iyiliği göstermenin yasal olduğuna şahit olmaya çağırıyorum. Bir insan bir koyundan ne kadar da fazla değere sahiptir! Ben, Şabat günü insanlara iyi davranmanın yasal olduğunu duyuruyorum.” Ve, onların hepsi İsa’nın karşısında sessizlik içerisinde dururlarken, İsa, felçli ele sahip olan adama hitap eden bir biçimde, şunu söyledi: “Yanımda ayakta dur da herkes seni görebilsin. Ve, şimdi, Şabat günü iyilikte bulunmanın benim Babamın iradesi olduğunu bilebildiğin için, eğer iyileşmek için inanca sahipsen, senden elini uzatmanı istiyorum.”
148:7.3 (1665.2) Ve, bu kişi felçli elini tamamen uzattığında, eli bütünüyle sağlıklı hale geldi. İnsanlar Farisilere dönmek istedi ama İsa, şunu söyleyen bir biçimde, onlardan sakinliklerini korumalarını talep etti: “Ben daha henüz sizlere, yaşam kurtarmak olarak, Şabat günü iyilikte bulunmanın iyi olduğunu söyledim ama ben sizlere zarar vermeyi ve öldürme arzusuna yenik düşmeyi öğretmedim.” Sinirlenen Farisiler oradan ayrıldı ve, Şabat günü olmasına rağmen, derhal Tiberya’ya yetişip, İsa’ya karşı Hirodesçiler’i müttefikler olarak teminat altına almak için kendisinin sinirini ayağa kaldırmak amacıyla her şeyi yapan bir biçimde, Hirodes’in tavsiyesine başvurdular. Ancak, Hirodes; onlara, şikâyetlerini Kudüs’e taşımalarını tavsiye eden bir biçimde, İsa’ya karşı önlem almayı reddetti.
148:7.4 (1665.3) Bu, düşmanlarının zorlayışına karşı olarak İsa tarafından gerçekleştirilmiş olan bir mucizenin ilkiydi. Ve, Üstün, bu tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle mucizeyi; sahip olduğu iyileşme gücünün bir gösterisi olarak değil, Şabat din dinlencesini, insanlığın tümü üzerinde anlamsız sınırlandırmalardan meydana gelen güçlü düzeyde bir esaret haline getirmeye karşı etkin bir itiraz olarak gerçekleştirmişti. Bu kişi, şükran ve doğruluğun bir yaşamının peşi sıra izlemiş olduğu iyileştirilmişlerden biri haline gelen bir biçimde, bir taş ustası olarak işine geri dönmüştü.
148:8.1 (1665.4) Bethsayda’daki konukluklarının son haftasında, Kudüs hafiyeleri, İsa ve onun öğretilerine dair tutumlarında fazlasıyla görüş ayrılığına düşer hale gelmişlerdi. Bu Farisilerin üçü, görmüş ve duymuş oldukları şeyler karşısında devasa bir biçimde etkilenmişlerdi. Bu arada, Kudüs’de, Sanhedrin heyetinin genç ve nüfuz sahibi bir üyesi olan, İbrahim, İsa’nın öğretilerine kamuya açık bir biçimde destek vermiş olup, Abner tarafından Siloam gölcüğünde vaftiz edilmişti. Kudüs’ün tamamı bu olayla çalkalanmaktaydı, ve ulaklar, hafiyelik yapmakta olan altı Farisiyi geri çağıran bir biçimde, doğrudan Bethsayda’ya gönderilmişlerdi.
148:8.2 (1666.1) Celile’ye gerçekleştirilmiş bir önceki turda krallık için kazanılmış bulunan Yunanlı filozof, İskenderiye’nin belli başlı varlıklı Musevileri ile geri dönmüştü; ve, bir kez daha onlar İsa’yı, hastalar için bir revirhaneye ek olarak felsefe ve dinin ortak bir okulunu kurmak amacıyla şehirlerine gelmesi için davet etmişlerdi. Ancak, İsa, kibar bir biçimde bu daveti geri çevirmişti.
148:8.3 (1666.2) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında Bethsayda kampına, Kirmet isimli Bağdat’dan gelmekte olan bir trans tanrı-elçisi uğramıştı. Bu varsayılan peygamber, trans halinde iken tuhaf rüyaları görmekte olup, uykusu bölündüğünde inanılması güç şeyler görmekteydi. O, kampta dikkate değer düzeyde rahatsızlık yaratmıştı ve, Şimon Zelotes, kendi kendisini kandırmakta olan bu taklitçi ile, herkesten ziyade, kaba kuvvet ile ilgilenme eğilimi içindeydi; ancak, İsa, araya girmiş olup, bir kaç gün boyunca bu kişiye bütüncül özgürlüğü verdi. Onun duyurusunu duymuş olanların hepsi, yakın bir süre içinde, bu kişinin öğretisinin krallığın müjdesinin hissedildiği kadar temelli olmadığının farkına varmıştı. Bu kişi kısa süre içinde, kendisiyle birlikte yalnızca yarım düzine dengeli olmayan ve ne yapacağı belirsiz ruhu alan bir biçimde, Bağdat’a geri döndü. Ancak, İsa’nın Bağdat peygamberi için araya girmesinden önce, kendi kendisini görevlendirmiş bir heyetin yardımı ile birlikte, Davud Zübeyde, Kirmet’i göle götürmüş olup, onu tekrar eden bir biçimde suya batırıp çıkardıktan sonra — kendisine ait kampı örgütleyişi ve inşa edişi olarak — geldiği yere gitmesini tavsiye etmişti.
148:8.4 (1666.3) Bu aynı günde, Beth-Marion isimli bir Fenike kadını, o kadar köktenci hale geldi ki aklını yitirdi; su üzerinde yürümeyi denemesi sonucu neredeyse boğulur hale geldikten sonra, arkadaşları tarafından buradan uzaklaştırıldı.
148:8.5 (1666.4) İnancını yeni değiştirmiş olan Farisi İbrahim, sahip olduğu tüm dünyasal şeyleri havarisel hazineye vermiş olup, bu katkı, yeni eğitilmiş olan yüz öğreti-yayıcısının doğrudan gönderilişinin mümkün kılınmasına fazlasıyla katkıda bulundu. Andreas hâlihazırda kampın kapatılışını duyurmuştu; ve, herkes, ya evlerine gitmeye yâda Celile’ye olan öğreti-yayıcılarını takip etmeye hazırdı.
148:9.1 (1666.5) Ekim’in 1’i, Cuma öğleden sonrası, İsa havariler, öğreti-yayıcıları ve dağıtılan kampın diğer önde gelenleri ile son buluşmasını düzenlerken, ve Zübeyde evinin geniş ve büyük giriş odasında bu kalabalığın ön saflarında Kudüs’den gelmekte olan altı Farisi oturmuş halde iken, İsa’nın yeryüzü yaşamının tümü içerisinde en garip ve en benzersiz yaşanmışlıklardan bir tanesi ortaya çıkmıştı. Üstün, bu zaman zarfında, yağmurlu mevsim boyunca bu türden kalabalıkları ağırlamak için inşa edilmiş bulunan, bu geniş odada ayakta durarak konuşmaktaydı. Ev tamamiyle, İsa’nın konuşmasının bir parçasını yakalamak için can kulağı ile dinlemekte olan insanların geniş bir buluşması ile çevrelenmişti.
148:9.2 (1666.6) Ev bu şekilde insanla dolu iken ve istekli dinleyiciler tarafından tamamen çevrelenmişken, uzun zamandır felçli bulunan bir adam, arkadaşları tarafından küçük bir oturak üzerinde güneydeki Kapernaum’dan taşınmıştı. Bu felçli, İsa’nın Bethsayda’dan ayrılmak üzere olduğunu duymuş olup, oldukça yakın bir süre içinde sağlığına kavuşturulmuş olan taş ustası Aaron ile konuşmuş halde, iyileşmeyi arayabileceği yer olan İsa’nın mevcudiyetine taşınmaya karar vermişti. Onun arkadaşları, hem ön hem de arka kapılardan Zübeyde’nin evine girmeye çalışmıştı ancak, haddinden çok fazla sayıdaki kişi bir araya toplanmış haldeydi. Ancak, felçli yenilgiyi kabul etmeyi reddetmekteydi; o arkadaşlarına, aracılığıyla İsa’nın konuşmakta olduğu odanın çatısına çıkacakları merdivenleri getirmelerini emretti; ve, kiremitleri yerlerinden söktükten sonra, onlar cüretkâr bir biçimde, koltuğu üzerindeki hasta adamı Üstün’ün hemen önündeki yere inene kadar alçaltmıştı. İsa onların ne yapmış olduklarını gördüğünde, konuşmasına ara vermişti; bu arada da, odada kendisiyle birlikte bulunan kişiler, hasta kişi ve onun arkadaşlarının azmi karşısında şaşkınlık içinde kalmışlardı. Felçli kişi şunu söylemişti: “Üstünümüz, öğretini bölmek istemezdim ama sağlığıma kavuşmakta kararlıyım. Ben, iyileşmeni alan ve sonra derhal öğretini unutanlardan değilim. Ben, cennetin krallığında hizmet verebilmek için sağlığıma kavuşmak istiyorum.” Bu aşamada, bu kişinin yaşamış olduğu rahatsızlık hayatını yanlış idame ettirişi nedeniyle gerçekleşmiş olsa da, İsa, onun inancını gören bir biçimde, felçliye şunu söylemişti: “Evladım, korkma; günahların bağışlanmıştır. İnancın seni kurtaracaktır.”
148:9.3 (1667.1) Kudüs’den gelen Farisiler, kendileri ile birlikte oturmakta olan diğer kâtipler ve yasa uzmanlarıyla, İsa tarafından gerçekleştirilmiş bu duyuruyu işittiklerinde, kendilerine şunları söylemeye başlamışlardı: “Bu adam nasıl böyle konuşmaya cüret eder? Bu türden sözlerin dine hakaret olduğunu anlamıyor mu? Tanrı’dan başka kim günahı affedebilir?” İsa ruhunda, akılları içinde ve aralarında onların bu nedensellikte düşündüklerini gören bir halde, şunu söyleyen bir biçimde, onlara dönük konuşmaya başlamıştı: “Kalplerinizde neden bu şekilde düşünüyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz da benim üzerimde karar veriyorsunuz? Bu felçliye günahın bağışlandı, yâda, ayağa kalk, yatağını topla ve yürü demem arasındaki fark da nedir? Ancak, tüm bunların hepsine şahit olan sizler, İnsan Evladı’nın yeryüzü üzerinde günahları bağışlamak için güce ve yetkiye sahip olduğunu nihai olarak bilesiniz diye, bu sıkıntı içindeki kişiye, Ayağa kalk, yatağını topla ve kendi evine git diyeceğim.” Ve, İsa böyle konuştuğunda, felçli ayağa kalkmış olup, diğerleri onun önünü açarken, herkesin gözü önünde çıkıp gitti. Ve, bu şeyleri görmüş olanlar hayretler içine düşmüşlerdi. Petrus kalabalığı dağıtırken, birçokları, bu türden garip olayları daha öncesinde hiç görmemiş olduklarını itiraf eden bir biçimde, Tanrı’ya dua edip, onu yüceltmişti.
148:9.4 (1667.2) Ve, yaklaşık olarak bu zaman zarfında Sanhedrin heyetine ait ulaklar, altı hafiyenin Kudüs’e geri dönmelerini emretmek için varmıştı. Onlar bu iletiyi duyduklarında, kendileri arasında dürüstçe gerçekleşmiş bir konuşmaya tutuşmuşlardı ve, görüşmelerini tamamladıktan sonra, hafiyelerin başı ve onun iki birlikteliği Kudüs’e ulaklar ile geri dönerken, hafiyelik yapmakta olan Farisilerin üçü İsa’ya olan inançlarını itiraf etmişti; ve, onlar, derhal göle giden bir biçimde, Petrus tarafından vaftiz edilmiş olup, krallığın çocukları olarak havariler tarafından aralarına kabul edilmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
149. Makale
149:0.1 (1668.1) CELİLE’DEKİ ikinci kamu duyurusu, M.S. 28 yılında, Ekim ayının 3’ü, Pazar günü başlamış olup, Aralık’ın 30’unda sona eren bir biçimde, neredeyse üç ay boyunca devam etmişti. Bu çabaya katılmış olanlar, yeni seçilmiş 117 öğreti-yayıcısından meydana gelmiş birlik ve çok sayıdaki diğer ilgili kişiler tarafından desteklenir haldeki, İsa ve on iki havarisiydi. Bu turnede onlar; Gadara, Akka, Yafa, Davrat, Megido, Yizrel, Scythopolis, Tariça, Hipos, Gamala, Bethsayda-Yulias ve birçok diğer şehir ve köyü ziyaret etmişlerdi.
149:0.2 (1668.2) Bu Pazar sabahı gerçekleşen ayrılıktan önce, Andreas ve Petrus İsa’dan, yeni öğreti-yayıcılarına son yönergeleri vermesini talep etmişti; ancak, Üstün, diğerlerin kabul edilebilir düzeyde gerçekleştirebileceği bu tür şeyleri yapmanın kendisinin sorumluluğuna giren bir şey olmadığını söyleyen bir biçimde, bu isteği geri çevirdi. Gerekli fikir yürütmelerden sonra, Yakub Zübeyde’nin bu görevi yerine getirmesine karar verilmişti. Yakub konuşmasını tamamladıktan sonra İsa öğreti-yayıcılarına şunu söyledi: “Şimdi gidin ve söylenilmiş olduğu gibi çalışmanızı gerçekleştirin; ve, daha sonra, kendilerinizi yetkin ve inançlı olarak ispat ettiğinizde, ben sizleri krallığın müjdesini duyurmak için görevlendireceğim.”
149:0.3 (1668.3) Bu turnede, yalnızca Yakub ve Yahya İsa ila beraber seyahat etmişti. Petrus ve diğer havarilerin her biri yanlarına yaklaşık olarak bir düzine öğreti-yayıcısını almış olup, duyurma ve öğretim çalışmalarını sürdürürlerken onlarla yakın iletişimde bulunmuşlardı. Havariler krallığa girmek için ne kadar hazırlarsa, havariler o kadar çabuk bir biçimde vaftizm sürecini başlatırlardı. İsa ve iki refakatçisi, öğreti-yayıcılarının çalışmasını gözlemlemek ve krallığı oluşturmak için çabalarında onlara cesaret vermek için, bir gün içinde sıklıkla iki şehri ziyaret eden bir biçimde, bu üç ay boyunca oldukça fazla seyahatte bulunmuştu. İkinci duyuru turnesinin tamamı, özünde, bu yeni eğitilmiş 117 öğreti-yayıcı birliği için işlevsel deneyim sağlamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir çabaydı.
149:0.4 (1668.4) Bu süreç boyunca ve onun sonrasında, İsa ve on ikilinin Kudüs için nihai ayrılıkları zamanına kadar, Davud Zübeyde; Bethsayda’daki babasının evinde krallığın çalışması için kalıcı bir ana merkezi idare etmişti. Burası İsa’nın yeryüzü üzerindeki görevinin merkezi ofisi olup, Filistin ve ona komşu bölgelerin birçok yerinde çalışmakta olan kişiler arasında Davud’un gerçekleştirmiş olduğu ulak iletim hizmetinin aktarım istasyonuydu. O tüm bunların hepsini kendi teşebbüsü ile ama Andreas’ın onayı ile gerçekleştirmişti. Davut, krallığın hızlı bir biçimde genişlemesi ve çalışmasını genişletmesinin bu ussal biriminde kırk ulağı çalıştırmıştı. Bu şekilde çalışıyorken, geçiminin bir kısmını, eski balıkçılık işinde belirli bir süre vakit harcayarak sağlamıştı.
149:1.1 (1668.5) Bethsayda kampının dağıldığı zaman zarfında, İsa’nın, özellikle bir iyileştirici olarak, ünü, Filistin tüm kısımlarına ve Suriye’nin tamamı boyunca ve onu çevreleyen şehirlere yayılmıştı. Onlar Bethsayda’dan ayrıldıktan sonra haftalar boyunca hasta kişiler buraya gelmeye devam etmiş olup, Üstün’ü bulamadıklarında, onun nerede olduğunu Davud’dan öğrenen bir biçimde, kendisini aramaya koyulmaktaydılar. Bu turnede İsa, bilinçli bir biçimde, iyileştirmenin hiçbir, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle, mucizesini gerçekleştirmemişti. Yine de, sıkıntı içindeki birçok kişi, iyileşmeyi aramaya kendilerini iten yoğun inancın yenileyici gücünün bir sonucu olarak sağlıklarını ve mutluluklarını yeniden bulmuşlardı.
149:1.2 (1669.1) Orada, yaklaşık olarak bu görev zamanında — ve İsa’nın yeryüzü üzerindeki yaşamının geri kalan kısmı boyunca devam eden bir biçimde — iyileşme olgularının tuhaf ve açıklanmamış bir dizisi ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu üç aylık turne boyunca, Yehuda, Edom, Celile, Suriye, Sur ve Saydalı ve Ürdün vadisinin ötesinden olan yüzden fazla erkek, kadın ve çocuk, İsa tarafından gerçekleştirilmiş bu bilinç-dışı iyileşmeden yarar sağlayanlar olmuşlardı ve, onlar, evlerine geri dönen bir biçimde, İsa’nın ününün genişlemesine katkıda bulunmuşlardı. Ve, onlar bunu, anlık iyileşmenin bu vakalarının her birini gözlemleyişinde yarar sağlamış olanı doğrudan bir biçimde “hiç kimseye söyleme” şeklinde tembihlemesine rağmen, gerçekleştirmişlerdi.
149:1.3 (1669.2) Bu anlık veya diğer bir değişle bilinç-dışı olan iyileşme vakalarında tam olarak neyin gerçekleşmiş olduğu tarafımıza hiçbir zaman açığa çıkarılmamıştı. Üstün havarilerine hiçbir zaman, bir kaç sefer yalnızca şunu söylemesi dışında, bu iyileşmenin nasıl gerçekleşmekte olduğunu açıklamamıştı: “Gücün benden geldiğini görüyorum.” Bir seferinde, acı çekmekte olan hasta bir çocuktan etkilendiğinde, “Yaşamın benden geldiğini görüyorum” demişti.
149:1.4 (1669.3) Anlık iyileşmenin bu vakalarının doğasına dair Üstün’den gerçekleştirilmiş doğrudan bir sözün yokluğunda, onların nasıl yerine getirilmiş olduğunu açıklamaya girişmek bizler adına haddimizi aşan bir şey olacaktır; ancak, bizler, bu türden iyileşme olgularına dair görüşlerimizi bu kayda geçirmeye izin verilmiş bulunmaktayız. Bizler, İsa’nın yeryüzü hizmeti sürecinde ortaya çıkmış olarak, iyileşmenin bu görünür mucizelerinden çoğunun, şu güçlü, muktedir ve ilişkilem içindeki üç etkenin ortak mevcudiyetinin sonucu olduğuna inanmaktayız:
149:1.5 (1669.4) 1. Kararlı bir biçimde iyileşmeyi aramış olan insan varlığının kalbinde güçlü, egemen ve yaşayan inancın mevcudiyeti ile beraber tamamiyle fiziksel geri dönüş yerine bu türden iyileşmenin onun ruhsal yararları için arzu ediliş gerçeği.
149:1.6 (1669.5) 2. Bu türden insan inancı ile eş zamanlı bir biçimde, benliği içinde neredeyse sınırsız ve zamansız olan yaratıcı iyileştirme güçlerini ve ayrıcalıklarını barındırmış bulunan vücutlaştırılmış ve merhametin-egemenliğindeki Tanrı’nın Yaratan Evladı’nın büyük duygudaşlığı ve anlayışının varlığı.
149:1.7 (1669.6) 3. Yaratılmışın duyduğu inanç ve Yaratan’ın yaşamı ile birlikte, aynı zamanda bu Tanrı-insanının, Yaratıcı’nın iradesinin kişileşmiş dışavurumu olduğunun da altı çizilmelidir. Eğer, insanın duymuş olduğu ihtiyacın görülüşü ile bunu yerine getirmek için kutsal gücün varlığı içinde, Yaratıcı’nın aksine irade göstermediği hallerde, İsa’nın insan ve kutsal doğaları bir hale gelmiş olup, insan İsa’ya iyileşme bilinç-dışı olarak yansımışsa da onun kutsal doğası bunun derhal farkına varmıştı. Bunun sonucunda, iyileşmenin bu vakalarının birçoğunun açıklanışı, muhtemel bir biçimde, bizler tarafından uzunca bir süre boyunca bilinmekte olan büyük bir yasada bulunmaktadır; bu, Yaratan Evlat neyi arzu ederse ve ebedi Baba neye irade gösterirse o VAR OLUR.
149:1.8 (1669.7) Tüm bunlara dayanarak; İsa’nın kişisel mevcudiyeti içinde, derin insan inancının belirli türlerinin, bu zaman zarfında İnsan Evladı ile çok yakından bir biçimde ilişkili konumda bulunan belirli yaratıcı kuvvetler ve kişilikler tarafından gerçekleştirilmiş iyileşmenin dışavurumunda, kelimenin tam anlamıyla ve gerçekten zorlayıcı etkiye sahip bulunduğu bizlerin kişisel görüşüdür. Bunun sonucunda; İsa’nın sıklıkla hiçbir şey yapmadan, güçlü, kişisel inançları ile onun mevcudiyeti içinde insanların kendi kendilerini iyileştirmelerine izin vermiş olduğu bu kaydın içerdiği bir gerçek haline gelmektedir.
149:1.9 (1670.1) Diğer birçok kişi iyileşmeyi, tamamiyle bencil sebepler için aramıştı. Surlu zengin bir dul, kendi yardımcıları ile birlikte, birçok olan, sıkıntısından iyileşmeyi arzulamıştı ve, Celile boyunca İsa’nın peşinden giderken, sanki Tanrı’nın gücü en yüksek teklifi veren tarafından satın alınabilen bir şeymiş gibi, her seferinde daha da çok para teklif etmeyi sürdürmüştü. Ancak, o hiçbir zaman, krallığın müjdesine ilgili duyar hale gelmedi; onun aramış olduğu şey yalnızca fiziksel sıkıntılarının devasıydı.
149:2.1 (1670.2) İsa, insanların akıllarını anlamıştı. O, insanların kalplerinden neyin geçmekte olduğunu biliyordu; ve, onun öğretileri, onlara yalnızca yeryüzü yaşamının sunduğu ilham verici yorumun ilave görüş olarak eklendiği haliyle, kendilerine sunulmuş olduğu haliyle bırakılsaydı, dünyanın tüm milletleri ve tüm dinleri hızlı bir biçimde krallığın müjdesini kucaklardı. İsa’nın öncül takipçilerinin onun öğretilerini, belirli milletlere, ırklara ve dinlere daha kabul edilebilir hale getirmek için yeniden ifade edişlerinden meydana gelen özünde iyi niyetli çabaları, yalnızca; bu öğretileri tüm diğer milletler, ırklar ve dinler için daha az kabul edilebilir hale getirmekle sonuçlandı.
149:2.2 (1670.3) Havari Pavlus, İsa’nın öğretilerini kendi dönemindeki belirli toplulukların olumlar ilgisine çekme çabalarında, yönergelerden ve uyarılardan meyanda gelen birçok mektup yazmıştı. İsa’nın müjdesinin diğer öğretmenleri benzer şeyleri yapmışlardı ancak, onlardan hiçbiri, bu yazıların bazılarının ileri dönemlerde, İsa’nın öğretilerinin bütünlüğü olarak öne süren bir biçimde oluşturacaklar tarafından bir araya getirileceğini düşünmedi. Ve, bu nedenle, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle Hristiyanlık Üstün’ün müjdesini herhangi başka dinden daha fazla taşımakta olsa da, aynı zamanda, İsa’nın öğretmemiş olduğu birçok şeyi de barındırmaktadır. Farslı gizemlerden olan öğretilerin ve Yunan felsefesinin büyük bir kısmının öncül Hıristiyanlığa olan katılımından başka iki büyük hata yapılmıştı:
149:2.3 (1670.4) 1. Yaratıcı’nın tavizsiz adaletini tatmin etmesi ve kutsal gazabı yatıştırması için İsa’nın kurban verilmiş Evlat olduğu düşüncesi biçiminde — Hıristiyan günahlardan arınma inanç-savları tarafından sergilenmekte olan, müjde öğretisini doğrudan bir biçimde Musevi din-kuramı ile ilişkilendirme çabası. Bu öğretiler, inanmamakta olan Musevilere krallığın müjdesini daha kabul edilebilir hale getirmekten oluşan özünde övülesi bir çabadan doğmuştu. Her ne kadar Musevileri kazanma bakımından bu çabalar başarısız olmuş bulunsa da, daha sonraki tüm nesiller içinde birçok dürüst ruhun kafasını karıştırmada ve onları uzaklaştırmada kesin bir biçimde başarılı olmuştu.
149:2.4 (1670.5) 2. Üstün’ün öncül takipçilerinin ikinci büyük hatası, ve takip eden tüm nesillerin devam ettirmede kararlılık göstermiş olduğu, Hıristiyan öğretisini oldukça bütüncül bir biçimde İsa’nın benliği hakkında olacak şekilde düzenlemekti. Hıristiyan din-kuramı içinde İsa’nın kişiliğine dair bu haddinden fazla yapılmış vurgu, onun öğretilerini gölgeleyen bir sonucu yaratagelmiştir; ve, bunların tümü, Musevilerin, Muhammed takipçilerinin, Hinduların ve diğer Doğu dindarlarının İsa’nın öğretilerini kabul etmesini artan bir biçimde zor kılmıştır. Bizler, ismini taşıyagelmiş bir din içerisinde İsa’nın benliğinin içerdiği önemi olduğundan daha küçük görmemeliyiz; ancak, bizler, bu türden bir düşüncenin de onun bu dünyaya neden gelmiş oluşunu gölgelemesine ve şu kurtarıcı iletisinin yerine geçmesine izin vermemeliyiz: Tanrı’nın babalığı ve insanın kardeşliği.
149:2.5 (1670.6) İsa’nın dinine ait öğretmenler diğer dinlere, ortak olarak inanmış oldukları gerçekliklerin (onların çoğu doğrudan veya dolaylı bir biçimde İsa’nın iletisinden gelmektedir) tanınmasıyla yaklaşmalıyken, aralarındaki farklılıklara bu kadar fazla vurguda bulunmaktan kaçınmalıdır.
149:2.6 (1671.1) Belirli bir zaman zarfı içinde, İsa’nın ünü başlıca onun bir iyileştirici olarak tanınmışlığına dayanmış olsa da, bu gerçeklik onun hayatının sonuna kadar devam etmiş olması anlamına gelmemektedir. Zaman ilerledikçe, gittikçe artan sayıdaki kişi ruhsal yardım aramıştı. Ancak, olağan insanlara en doğrudan ve anlık etkide bulunan şey fiziksel devalar olmuştu. İsa artan bir biçimde, ahlaki köleliğin ve zihinsel tacizin kurbanları tarafından arzulanmıştı ve, o her seferinde, bu kişilere kurtuluşun yolunu öğretmişti. Babalar oğullarının idaresine dair tavsiye aramışlardı ve anneler kızlarının rehberliğinde yardım için gelmişlerdi. Karanlıkta olanlar kendisine gelmişti, ve o bu kişilere yaşamın ışığını açığa çıkarmıştı. Onun kulağı her zaman insanlığın kederlerine açıktı, ve o her zaman, hizmetini aramış olanlara yardım etmişti.
149:2.7 (1671.2) Yaratan’ın kendisi, fani bedenin sureti içinde vücutlaştırılmış olarak, yeryüzünde olduğunda, olağandışı bazı şeylerin gerçekleşecek olması kaçınılmaz bir durumdu. Ancak, sizler İsa’ya hiçbir zaman, bu, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle, mucizevî olaylar vasıtasıyla yaklaşmamalısınız. İsa vasıtasıyla mucizeye yaklaşmayı öğreniniz; ancak, İsa’ya mucize ile yaklaşma hatasına düşmeyiniz. Ve, bu uyarı Nasıralı İsa, yeryüzü üzerinde madde-ötesi eylemleri gerçekleştirmiş olan tek din başlatıcısı olsa da, tüm gerçekliğini korumaktadır.
149:2.8 (1671.3) Mikâil’in yeryüzü üzerindeki görevinin en hayretler verici ve en devrimsel yanı, onun kadınlara olan tutumuydu. Bir erkeğin kamu içinde kendi eşine bile selam vermemesinin varsayıldığı bir dönem ve nesilde, İsa kadınları da, Celiledeki üçüncü turnesi ile ilişkili olarak müjdenin öğretmenleri halinde beraberlerinde almaya cüret etmişti. Ve, İsa’nın bunu, “kanunun sözleri kadınlara teslim edilmektense yakılması daha iyidir” şeklinde buyurmuş hahamsal öğretinin tam da karşısında gerçekleştirmenin eksiksiz cesaretine sahipti.
149:2.9 (1671.4) Bir nesil içinde İsa kadınları, saygıya layık olmadan hiçlikten ve çağların kölesel angaryasından yukarı çekmişti. Ve, İsa’nın ismini almayı cüret etmiş dinin, bu soylu örneği kadınlara olan ileri dönemdeki tutumunda takip etme cesaretinden yoksun kalışı ona dair utanç duyulması gereken bir şeydir.
149:2.10 (1671.5) İsa insanlar ile karışırken, onlar kendisini bu dönemin hurafelerinden tamamiyle uzak bulmuştu. O hiçbir dini önyargıya sahip değildi; o hiçbir zaman hoşgörüsüz nitelikte bulunmamıştı. O, kalbinde toplumsal düşmanlığa benzer hiçbir şeye sahip değildi. Kendi atalarının dininden iyi olanlara uyarken, insanın yapımı olan hurafe ve esaretin geleneklerini göz ardı etmekte tereddüt etmemişti. O; doğanın felaketlerinin, zamanın kazalarının ve diğer büyük yıkıma sahip olayların, kutsal yargıların cezalandırışı veya Kader’in gizemli emirleri olmadığını öğretme cesareti göstermişti. O, anlamsız törenlere olan kölesel bağlılığı yermiş, maddiyatçı ibadetin safsatasına dikkat çekmişti. O; cüretkâr bir biçimde insanın ruhsal özgürlüğünü duyurmuş olup, bedenin fanilerinin gerçekten de ve bir gerçek olarak yaşayan Tanrı’nın çocukları olduğunu öğretmeye cesaret etmişti.
149:2.11 (1671.6) İsa; gerçek dinin tanımlayıcı işareti olarak, temiz kalpleri temiz eller ile değiştirdiğinde, atalarının sahip olduğu her türlü öğretinin ötesine geçmişti. O, gerçekliği geleneğin yerine koymuş olup, gösteriş ve ikiyüzlülüğün tüm iddialarını bir kenara itmişti. Ve yine de, Tanrı’nın bu korkusuz insanı, büyük zararda bulunan eleştirinin dilinden dökülmesine izin vermemiş, içinde bulunduğu döneminin dini, toplumsal, ekonomik ve politik adetlerini tamamiyle göz ardı eden bir tutum sergilememişti. O, olan bir şeyin yıkımına yalnızca, akranlarına eş zamanlı olarak olması gereken niteliğindeki üstün bir şeyi sunduğunda katılmıştı.
149:2.12 (1672.1) İsa, zorunlu kılmadan takipçilerinin bağlılığını görmüştü. Onun kişisel çağrısını almış olan yalnızca üç kişi, takipçiliğe olan daveti kabul etmeyi reddetmişti. O, insanlar üzerinde tuhaf bir çekim etkisi yaratmaktaydı ancak, o emir-vari bir kişiliğe sahip olmamıştı. O kendine güveni talep etmiş olup, hiç kimse hiçbir zaman onun bir talepte bulunuşuna karşı gelmemişti. O takipçileri üzerinde mutlak bir yönetim gücüne sahip olmuştu; ancak, onların hiçbiri bir kez dahi olsun itiraz etmemişti. O, takipçilerinin kendisini Üstün olarak çağırmasına izin vermişti.
149:2.13 (1672.2) Üstün’e, derin temelli dini önyargıları besleyenler veya onun öğretileri içinde siyasi tehlikeleri gördüklerini düşünmüş olanlar dışında, onunla karşılaşmış olanların hepsi hayranlık beslemişti. İnsanlar, onun öğretisinin özgünlüğü ve yönetim yetkisinden temelini alan kendinden eminliği karşısında hayretler içinde kalmıştı. Onlar, geri kalmış ve sorunsal meraklılarla olan ilişkilerinde kendisinin sahip olduğu sabır karşısında şaşkınlığa düşmüşlerdi. O, hizmetinin çatısına gelmiş olan herkesin kalbinde ümit ve kendine güvenin ilhamı olmuştu. Yalnızca, kendisiyle karşılaşmamış olanlar ondan korku duymuştu; ve, o sadece, kendisini, kalplerinde her ne olursa olsun kararlıca tuttukları kötülük ve hatayı tahtan indirme nihai sonuna sahip gerçekliğin utkunu olarak görmüş olanlar tarafından nefret edilmişti.
149:2.14 (1672.3) Hem arkadaşları hem de düşmanları üzerinde o, güçlü ve tuhaf bir biçimde büyüleyici bir etkide bulunmuştu. Kalabalıklar, yalnızca iyi kalpli sözlerini duymak ve yalın yaşamına bakabilmek için, haftalar boyu kendisini takip etmekteydiler. Adanmış erkek ve kadınlar İsa’yı, neredeyse insan-ötesi bir şefkat ile derinden sevmişlerdi. Ve, onlar kendisini daha iyi tanıdıkça, onu daha fazla derinden sevmişlerdi. Ve, tüm bunların hepsi hala gerçekliğini korumaktadır; bugün bile ve tüm gelecek çağlarda bu Tanrı-insanını tanımak için daha fazla insan yaklaşmakta olup, daha fazlası ona derinden sevgi besleyecek ve onu takip edecektir.
149:3.1 (1672.4) Olağan insanlar tarafından İsa ve öğretilerinin olumlu kabulüne rağmen, Kudüs’deki dini önderler artan bir biçimde endişeli ve karşıtsal hale gelmişti. Farisiler öncesinde sistematik ve dogmasal bir din kuramı oluşturmuşlardı. İsa, içinde bulunduğu durumla ilgili öğreti veren bir öğretmendi; o, sistematik bir öğretmen değildi. İsa, yasaya kıyasla yaşamdan, derin anlamlı hikâyelerle öğretide bulunuyordu. (Ve, iletisini açıklamak için derin anlamlı bir hikâye kullandığı zaman, onu, bu amaç için hikâyenin yalnızca tek bir yönünü kullanan bir biçimde anlatıyordu. İsa’nın öğretilerine dair birçok yanlış düşünce, onun derin anlamlı hikâyelerinden insanlığa dair genel gerçeklikleri yaratmaya girişmekle elde edilebilir.)
149:3.2 (1672.5) Kudüs’deki dini önderler; genç İbrahim’in yakın zamandaki dönüşümün bir sonucu olarak, ve Petrus tarafından vaftiz edilmiş üç hafiyenin görevlerini terk edişleri ve onların bu aşamada Celile’deki ikinci duyuru turnesinde öğreti-yayıcıları ile birlikte faaliyette bulunmaları nedeniyle, neredeyse ne yaptıklarını bilmez hale gelmekteydiler. Musevi önderleri artan bir biçimde korku ve önyargı ile gözleri görmez hale gelirken, onların kalpleri, krallığın müjdesinin içermekte olduğu çekici gerçekliklerin devamlı reddi ile katılaşmıştı. İnsanlar, kendileri içinde ikamet etmekte olan ruhaniyetin çekiciliğine kendilerini tamamen kapattıklarında, orada tutumları üzerinde değişiklikte bulunmak için yapılacak çok az şey bulunmaktadır.
149:3.3 (1672.6) İsa Bethsayda kampında öğreti-yayıcıları ile ilk kez buluştuğunda, onlara hitabını tamamladığı esnada, şunu ifadelerde bulunmuştu: “Sizler, insanın beden ve akıl içinde — duygusal olarak — bireysel bir biçimde tepki göstermekte olduğunu hatırlamalısınız. İnsanlara dair tek-tip olan tek şey, ikamet eden ruhaniyettir. Her ne kadar kutsal ruhaniyetler doğaları ve deneyimlerinin ölçüsü içerisinde bir biçimde çeşitlilik gösterebilmekteyse de, onlar tüm ruhsal çekiciliklere tek-tip şekilde tepki göstermektedir. Yalnızca bu ruhaniyet vasıtasıyla, ve ona başvuruşla, insanlık bir kez olsun bütünlüğe ve kardeşliğe erişebilir.” Ancak, Musevi önderlerinin çoğu daha öncesinden, müjdenin ruhsal çekimine kalplerinin kapılarını kapatmış haldeydi. Bu günden beri onlar, Üstün’ün yok edilişi için tasarımda bulunmaya ve kumpaslar kurmaya son vermemişlerdi. Onlar; İsa’nın, Musevi kutsal yasasının taşımış olduğu başat öğretilere karşı gelen biri olarak, bir dini suçlu biçiminde yakalanmasına, suçlu bulunmasına ve idam edilmesine karar kılmış haldelerdi.
149:4.1 (1673.1) İsa, bu duyuru turnesinde çok az kamu görevinde bulunmuştu; ancak, o, Yakub ve Yahya ile denk gelip konaklamış olduğu şehirlerin ve köylerin çoğunda inananlar ile birçok akşam sınıfını düzenlemişti. Bu akşam toplantılarının bir tanesinde, genç öğreti-yayıcılarından bir tanesi İsa’ya, kızgınlık hakkında bir soru yöneltmişti; ve, Üstün, başka şeylere de ek olarak, cevap halinde şunları söylemişti:
149:4.2 (1673.2) “Kızgınlık; genel olarak, bir araya gelmiş ussal ve fiziksel doğalar üzerinde ruhsal doğanın denetimde bulunmadaki başarısızlığının ölçüsünü temsil eden maddi bir dışavurumdur. Kızgınlık, hoşgörüsel kardeşsel sevginize ek olarak kendinize saygıdaki ve öz denetiminizdeki yoksunluğa işaret etmektedir. Kızgınlık; sağlığın tüm gücünü almakta, aklı bayağılaştırmakta ve insan ruhunun ruhsal öğretmenini engellemektedir. Yazıtlarda, ‘kinin budala insanı öldürdüğünü’ ve insanın ‘kendisini kendi siniriyle parçalamış olduğunu’ okumadınız mı? ‘Kin duymada yavaş kalan büyük anlayışta’ olurken, ‘siniri hemen ayağa kalkanın budalalığı yücelttiğini’? Hepiniz, ‘yumuşak bir cevabın gazabı geri döndürdüğünü’ ve nasıl da ‘ağır sözlerin kızgınlığı körüklediğini’ bilmektesiniz. ‘Sözleri dikkatlice seçmek kızgınlığı ertelerken,’ ‘kendi öz benliği üzerinde hiçbir denetime sahip olmayan birinin bir duvarsız şehir kadar savunmasız olduğunu.’ ‘Kin kaba, kızgınlık korkunçtur.’ ‘Kızgın kişiler kavgayı körüklerken, öfke duyan kişi onların suçlarını çoğaltır.’ ‘Ruhaniyetiniz içinde aceleci olmayın, zira kızgınlık budalaların göğüslerinde barınır.’’ İsa konuşmasına son vermeden önce, şu ilave cümlelerde bulunmuştu: “Ruhaniyet rehberinizin sizi, kutsal evlatlığın düzeyi ile tutarlı bulunmayan hayvansal kızgınlığın bu engelsiz patlamalarına kendinizi salıverme eğiliminden kurtarmada çok az sorun çekeceği bir biçimde kalplerinizin derin sevginin egemenliği altında bulunmasına izin verin.”
149:4.3 (1673.3) Yine bu aynı oturum içerisinde Üstün topluluğa, oldukça dengeli karakterlere sahip olmanın arzulanır niteliği hakkında konuşmuştu. O, insanların çoğunun belirli bir meslek üzerindeki üstünlüğe kendilerini adamalarının gerekli olduğunu tanımıştı ancak, haddinden fazla özelleşmeye, dar görüşlü ve yaşamın etkinliklerinde sınırlanmış hale gelmenin her türlü eğiliminden çok büyük üzüntü duymuştu. O, herhangi bir erdemin aşırı uçlara taşındığı takdirde bir ahlaksızlığa dönüşebilme gerçeğine dikkat çekti. İsa her zaman, ölçüyü bulmayı duyurmuş olup, yaşamın sorunlarına karşı orantılı uyum olarak — tutarlılığı öğretmişti. O, haddinden fazla anlayışın ve acımanın, ciddi düzeyde duygusal dengesizliğe doğru alçalabileceğine işaret etmişti; coşkunun köktenciliğe kadar gidebilecek oluşunu. O, sahip olduğu imgelemin kendisini hayali ve hayata geçirilemeyecek girişimlere götürmüş bulunan eski birlikteliklerinden bir tanesinden bahsetmişti. Aynı zamanda o, haddinden fazla muhafazakâr vasatlığın içermiş olduğu bayağılığın tehlikelerine karşı uyarmıştı.
149:4.4 (1673.4) Ve, bunun sonrasında İsa, zaman zaman onların nasıl da düşüncesiz ruhlar üzerinde sorumsuzca ve küstahlıkla gerçekleştirilen eylemlere götüreceği biçimde, cesaret ve inancın tehlikeleri üzerinde konuşmuştu. O aynı zamanda, dikkatli düşünüşün ve incelikle hareket edişin nasıl da, aşırı uçlara götürüldüğünde, korkaklıkla ve başarısızlıkla sonuçlanacağını göstermişti. O, duygusallığa boğulmadan anlayışı, ikiyüzlülüğe düşmeden dindarlığı talep etmişti. O, korku ve hurafeden uzak olan derin saygıyı öğretmişti.
149:4.5 (1674.1) Dengeli karaktere dair İsa’nın ne öğretmiş olduğu değil, onun öz yaşamının öğretisinin bu türden seçkin bir örneklenişi oluşu havariler üzerinde daha güçlü etkide bulunmuştu. O, sıkıntı ve fırtınanın ortasında yaşamıştı ancak, o hiçbir zaman sendelememişti. Düşmanları sürekli bir biçimde kendisi için tuzaklar kurmuşlardı, ancak onu hiçbir zaman kapanlarına kıstıramamışlardı. Bilge ve eğitimli olanlar onu düşürmeye çabalamıştı ama, İsa, sendelemedi. Onlar kendisini tartışma içinde alt etmeye çabaladı ancak, İsa’nın cevapları her zaman aydınlatıcı, soylu ve nihai olmuştu. Konuşmaları çok fazla soru ile bölündüğünde, onun cevapları her zaman dikkate değer ve ikna edici nitelikte olmuştu. O hiçbir zaman son çare olarak; her türlü sahte, adaletsiz ve doğru olmayan saldırı türünü kendisine uygulamada tereddüt etmemiş düşmanlarının devamlı baskılarıyla mücadele etmek için soylu olmayan taktiklere başvurmamıştı.
149:4.6 (1674.2) Birçok erkek ve kadın, hayatın geçimi için bir iş olarak, belirli bir amaca kendilerini kararlı ve çok çalışır halde vermek zorunda iken, insan varlıklarının zamanla, yeryüzü üzerinde hayatın yaşandığı biçimiyle yaşam ile olan kültürel aşinalığın geniş bir kapsamını elde etmeleri bütünüyle arzu edilir bir şeydir. Gerçekten eğitimli olan kişiler, akranlarının yaşamlarına ve eylemlerine bilgisiz bir halde kalmaktan tatminkâr değillerdir.
149:5.1 (1674.3) İsa, Şimon Zelotes’in yüksek denetimi altında çalışmakta olan öğreti-yayıcılarının topluluğunu ziyaret ettiğinde, onların akşam toplantısı içinde Şimon Üstün’e şu soruyu yöneltmişti: “Neden bazı insanlar diğerlerine göre çok daha mutlu ve tatminkârlar? Tatminkârlık bir dini deneyim meselesi midir?” Diğer şeyler arasında, İsa Şimon’un sorusuna cevap olarak şunu söylemişti:
149:5.2 (1674.4) “Şimon, bazı insanlar içkin bir biçimde diğerlerine kıyasla daha mutludur. Bu içkin mutluluktan daha fazlası, çok daha fazlası, insanın, içinde yaşamakta olan Yaratıcı’nın ruhaniyeti tarafından rehberlik edilişine ve yönlendirilişine olan istekliliğine dayanmaktadır. Yazıtlar’da bilge kişinin şu sözlerini okumadın mı, ‘İnsanın ruhu, tüm iç kısımlarını arayan bir biçimde, Koruyucu’nun mumudur? Ve, buna ek olarak, bu tür ruhaniyet-tarafından-yönlendirilmekte olan faniler şöyle söyler: ‘Şansıma, her şey bende yerli yerine oturmuştur; evet, ben büyük bir mirasa sahibim.’ ‘Doğru bir kişinin sahip olduğu az bir şey, birçok şeye sahip olan ahlaksızdan daha iyidir,’ zira ‘iyi bir kişi, memnuniyeti kendi içinde bulur.’ ‘Mutlu bir kalp neşeli bir çehreyi yaratmakta olup, devamlı bir şölendir. Büyük hazinelere ve onun getirdiği sorunlara sahip olmaktansa, Koruyucu’ya biraz da olsa derin saygı duymak daha iyidir. Koca bir öküz ve onunla beraber bulunan düşmanlık karşısında, sevginin olduğu sebzeli ve baharatlı bir akşam yemeği daha iyidir. Dürüstlük olmadan gerçekleşen büyük kazançlar karşısında doğrulukla gelen küçük bir kar daha iyidir.’ ‘Sevinçli bir kalp, bir ilaç kadar iyi etkide bulunmaktadır.’ ‘Keder ve sinir hali içinde her şeye fazlasıyla sahip olmak karşısında, bir avuç şey ile başı rahat halde bulunmak daha iyidir.’
149:5.3 (1674.5) “İnsanın kederinin çoğu, geleceğe dair hayallerinin boşa çıkmasından ve gururunun incinmesinden doğmaktadır. Her ne kadar insanlar, yeryüzü üzerindeki yaşamlarını en iyi hale getirmek için kendilerine bir sorumluluk borçlu olsalar da, bu yolda samimi bir biçimde ellerinden gelenin en iyisi yapmış olarak, paylarına düşeni neşeli bir biçimde kabul etmeli ve ellerinde mevcut olanlar içinden en iyi sonucu almanın yaratıcılığını uygulamalıdırlar. İnsanın sorunlarının çok büyük bir kısmı, kendi doğaya ait kalbinin sahip olduğu korku toprağından kaynağını almaktadır. ‘Hiçbir kişi peşine düşmediğinde ahlaksız kaçmaktadır.’ ‘Ahlaksızlar huzursuz deniz gibidir, rahat duramazlar; ancak, onların suları çamur ve kir taşımaktadır; Tanrı, ahlaksızların huzuru yoktur der.’
149:5.4 (1674.6) “Bu nedenle; sahte huzuru ve geçici neşeyi aramayın, ruhaniyet içinde kendinden eminliği, tatminkârlığı ve en yüksek düzeyde neşeyi açığa çıkaran inancın güvencesini ve kutsal evlatlığın kesinliklerini arayın.”
149:5.5 (1675.1) İsa neredeyse hiçbir zaman, bu dünyayı bir “gözyaşı dünyası” olarak görmüştü. O bunun yerine bu dünyaya, “ruhun yapım dünyası” olarak, Cennet yükselişine ait ebedi ve ölümsüz ruhaniyetlerin doğum âlemi gözüyle bakmıştı.
149:6.1 (1675.2) Akşam söyleşisi içinde, Filip İsa’ya şunu Gamala’da söylemişti: “Üstünümüz, neden Yazıtlar bizlere ‘Koruyucu korkusunu’ öğretirken, sen bizim, cennet içindeki Yaratıcı’ya korkmadan bakmamızı istiyorsun? Bizler bu öğretileri nasıl uyumlaştıracağız?” Ve, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, Filip’e cevap vermişti:
149:6.2 (1675.3) “Benim çocuklarım, sizlerin bu türden soruları sormanız karşısında şaşırmamaktayım. En başta yalnızca korku vasıtasıyla insan derin saygıyı öğrenebilmekteydi; ancak, ben, Ebedi’ye gerçekleştirilecek olan ibadete, bir evladın şefkatli farkındalığı ile çekilebilmeniz ve Baba’nın derin ve kusursuz derin sevgisini karşılık olarak görebilmeniz için, Yaratıcı’nın derin sevgisini açığa çıkarmak amacıyla gelmiş bulunmaktayım. Ben sizleri, kıskanç ve kindar bir Kral-Tanrı’nın sinir bozucu hizmetine olan kölesel korkuyla hareket edişinizin esaretinden kurtarmak istiyorum. Ben sizlere sevgi-dolu, adil ve bağışlayıcı bir Baba-Tanrı’nın ulvi ve yüce özgür ibadetine neşeyle yönlenebilmeniz için Tanrı ve insan arasındaki Baba-evlat ilişkisinde öğretimimde bulunmaktayım.
149:6.3 (1675.4) “‘Koruyucu korkusu’; korkudan gelen bir biçimde, acı ve dehşet boyunca çekinerek boyun eğiş ve derin saygıya doğru evirilerek, ilerleyen çağlarda farklı anlamlara sahip olagelmiştir. Ve, şimdi derin saygıdan ben sizleri, tanımayla, farkındalıkla ve takdir ile derin sevgiye götürmek istiyorum. İnsan, yalnızca Tanrı’nın yapmış olduğu şeylerin farkına vardığında, En Yüce’den korku duymaya yönlenir; ancak, insan, yaşayan Tanrı’nın kişiliği ve karakterini anlamaya ve deneyimlemeye başladığında, artan bir biçimde, bu türden iyi ve kusursuz olan evrensel ve ebedi Baba’yı derinden sevmeye yönlenir. Ve, bu, yeryüzü üzerinde İnsan Evladı’nın görevini oluşturan insanın Tanrı ile olan ilişkisinin değiştirici niteliğidir.
149:6.4 (1675.5) “Akıllı çocuklar, ellerinden iyi hediyeleri alabilecek için babalarından korku duymazlar; ancak, babanın oğulları ve kızları için beslemiş olduğu şefkatin getirdiği bahşedilmiş iyi şeylerin bolluğunu hâlihazırda almış olarak bu oldukça çok sevilmekte olan çocuklar, bu türden fazlasıyla cömert yardımın karşılıksal tanınışı ve takdiri içinde babalarını derinden sevmeye yönlenirler. Tanrı’nın iyiliği pişmanlığa götürür; Tanrı’nın yararı hizmeti götürür; Tanrı’nın bağışlaması günahlardan arınmaya götürür; bunların karşısında, Tanrı’nın derin sevgisi, ussal ve koşulsuz sevgi içindeki ibadetine götürür.
149:6.5 (1675.6) “Atalarınız Tanrı’dan, kendisi kudretli ve gizemli olduğu için korkmuştu. Sizlere ona; kendisi derin sevgide muazzam, bağışlamada cömert ve gerçeklikte ihtişamlı olduğu için hayranlık duymalısınız. Tanrı’nın gücü, insanın kalbinde korkuyu açığa çıkarmaktadır; ancak, onun kişiliğinin sahip olduğu soyluluk ve doğruluk derin saygıyı, derin sevgiyi ve gönüllü ibadeti doğurmaktadır. Sorumluluklarını yerine getiren ve şefkatli bir evlat, kudretli ve soylu bir babadan korkmaz veya ondan endişe duymaz. Ben bu dünyaya; korkunun yerine derin sevgiyi, kederin yerine neşeyi, endişenin yerine kendine güveni, kölesel esaret ve anlamsız törenlerin yerine sevgi dolu hizmeti ve takdirsel ibadeti koymak için gelmiş bulunmaktayım. Ancak, karanlık içindekiler için ‘Koruyucu korkusunun bilgeliğin başlangıcı’ olduğu hale gerçek olan bir şeydir. Ancak, ışık daha bütüncül bir biçimde geldiğinde, Tanrı’nın evlatları Sınırsız’ı, ne yaptığı için korku duymak yerine kim olduğu için övmeye yönleneceklerdir.
149:6.6 (1675.7) “Çocuklar genç ve düşünmez haldeler iken, ebeveynlerine layık oldukları onuru göstermeleri için zorunlu bir biçimde uyarılmaları gerekir; ancak, onlar büyüdüğünde ve bir biçimde ebeveynsel hizmet ve korumanın yararlarını daha fazla takdir eden hale geldiklerinde, anlayış içindeki saygı ve artan şefkat vasıtasıyla onlar, ebeveynlerini o zamana kadar ne yapmış olduklarından çok kim olageldikleri için sevdikleri deneyim düzeyine yükselirler. Baba içkin bir biçimde kendi çocuğunu sevmektedir; ancak, çocuk babası için beslemiş olduğu sevgiyi, babasının ne yapabileceğine dair duymuş olduğu korkudan, çekinerek boyun eğiş, endişe, bağlılık ve derin saygı boyunca, sevginin takdirsel ve şefkatli bir düşüncesine doğru geliştirmek zorundadır.
149:6.7 (1676.1) “Sizlere, ‘Tanrı’dan korkmak ve onun emirlerini yerine getirmek zorunda olmanız, zira bunun insanın bütüncül görevi olduğu’ öğretilegelmiştir. Ancak, ben, sizlere yeni ve daha yüksek bir emir vermek için gelmiş bulunmaktayım. Ben sizlere, ‘Tanrı’yı derinden sevin ve onun iradesini yerine getirmeyi öğrenin, zira bu Tanrı’nın özgürleştirilmiş evlatlarının en yüksek ayrıcalığı’ olduğunu öğretmek istiyorum. Sizlerin atalarına, ‘Her Şeye Gücü Yeten Kral biçiminde — Tanrı korkusu’ öğretilmişti. Ben sizlere, ‘tamamiyle bağışlayıcı olan Baba biçiminde — Tanrı’yı derinden sevin’i öğretmekteyim.
149:6.8 (1676.2) “Benim duyurmak için gelmiş bulunduğum, cennetin krallığında, yüksek ve kudretli hiçbir kral yoktur; bu krallık kutsal bir ailedir. Ussal varlıklardan oluşan bu uçsuz bucaksız kardeşliğin evrensel bir biçimde tanınan ve koşulsuz bir biçimde ibadet edilen merkezi ve başı benim Babam ve sizlerin Babasıdır. Ben onun Evladıyım, ve sizler de onun evladısınız. Bu nedenle, sizler ve benim cennetsel yerleşkede kardeşler olduğumuz ebedi bir biçimde gerçek olan bir şeydir; ve, bu daha da gerçek bir biçimde doğruluk taşımaktadır, zira bizler yeryüzü yaşamında kardeşler haline gelmiş bulunmaktayız. Bu nedenle, Tanrı’dan bir kral olarak korkmaya veya ona sizlerin bir efendisi gibi hizmet etmeye son verin; ona Yaratan olarak derin saygı duymayı öğrenin; onu, sizin genç ruhaniyetinizin Babası olarak onurlandırın; onu bağışlayıcı bir koruyan olarak derinden sevin; ve, nihai olarak ona, daha olgun olan ruhsal farkındalığınızın ve takdirinizin sevgi dolu ve her şeyi bilen Babası olarak ibadet edin.
149:6.9 (1676.3) “Cennet içindeki Yaratıcı’ya dair yanlış kavramsallaşmalarınızdan sahte alçak-gönüllülük düşünceleriniz doğmuş olup, ikiyüzlülüğünüzün çoğu filiz vermiştir. İnsan doğası ve kökeni bakımından bir toz parçası olabilir; ancak, benim Babamın ruhaniyeti tarafından ikamet edilir hale geldiğinde, bu aynı insan nihai sonu bakımından kutsal hale gelmektedir. Benim Babamın bahşedilen ruhaniyeti kesin bir biçimde kutsal kaynağa ve geldiği kökenin kâinat düzeyine geri dönecektir; ve, bu ikamet eden ruhaniyetin yeniden doğmuş çocuğu haline gelecek olan fani insanın insan ruhu, kutsal ruhaniyetle birlikte kesin bir biçimde ebedi Yaratıcı’nın mevcudiyetinin tam da karşısına çıkacaktır.
149:6.10 (1676.4) “Alçak-gönüllülük, gerçekten de, cennet içindeki Yaratıcı’dan tüm bu hediyeleri almakta olan fani insan haline gelmektedir, cennetsel krallığın ebedi yükselişi için bu türden inanç adaylarına eklemlenmiş kutsal bir soyluluk mevcut bulunmuş olsa da. Gösteriş peşindeki ve sahte bir alçak-gönüllülüğün anlamsız ve alt-düzeydeki uygulamaları, kurtuluş kaynağınızın takdiri ve ruhaniyetten doğmuş olan ruhlarınızın nihai sonunun tanınışı ile karşılaştırılamayacak düzeydedir. Tanrı önündeki alçak-gönüllülük, kalplerinizin derinliklerinde tamamiyle kabul edilir olan niteliktedir; insanlar önündeki başı-yumuşaklık takdir edilesidir; ancak, bireyin bilinçli bir biçimde gerçekleştirmiş olduğu ve ilgi çekmeyi arzulayan alçak gönüllülüğün taşıdığı ikiyüzlülük çocuksu ve krallığın aydınlanmış evlatlarına yakışmayacak niteliktedir.
149:6.11 (1676.5) “Tanrı önünde başı-yumuşak ve insanlar önünde kendinizi denetler olmakla sizler iyi bir şey yapmaktasınız; ancak, başı-yumuşaklığınızın, kendinizin ahlaki olarak doğru oluşunuza inanışınızdan gelen öz benliksel üstünlük duygusuna ait son kertede bireyin yalnızca kendisini aldatmış olduğu gösterisi yerine ruhsal kökenden gelmesine dikkat edin. Tanrı-elçisi, ‘Tanrı ile alçak-gönüllü bir biçimde yürü’ dediği zaman ne dediğini çok iyi biliyordu, zira cennet içindeki Yaratıcı Sınırsız ve Ebedi olup, o aynı zamanda, ‘hatasını gören bir akıldaki ve alçak-gönüllü olan bir ruhaniyetteki’ içinde ikamet etmektedir. Benim Babam gururu küçük görmekte, ikiyüzlülükten nefret etmekte ve haksızlıktan iğrenmektedir. Ve, fani insanın cennetin krallığının ruhaniyet gerçekliklerine olan girişi için oldukça temel nitelikte bulunan aklın tutumu ve ruhaniyetin karşılığının örneklendirilişi halinde sıklıkla küçük çocuklara atıfta bulunmamın sebebi, içtenliğin değerini ve cennetsel Baba’nın sevgi dolu desteğine ve doğru rehberliğine olan kusursuz güveni vurgulamaktı.
149:6.12 (1677.1) “Tanrı-elçisi Yeremya şunu söylediğinde, birçok faniyi oldukça iyi bir biçimde tasvir etmişti: ‘Sizler Tanrı’ya ağızda yakın, ancak kalpte uzaksınız.’ Ve, şunu söylemiş peygamberin o ne yaptığını bilen uyarısında mı okumadınız: ‘Böyle din-adamları para ile öğretimde bulunuyor, ve böyle tanrı-elçileri para için kutsuyor. Aynı zamanda onlar dindarlığı olumlayıp, Koruyucu’nun kendileri ile birlikte olduğunu duyuruyorlar.’ ‘Kalplerinde kötü bir şey yapma arzusu olduğunda komşularına barıştan bahsedenler’, ‘dudakları ile övgü yağdırıp kalpleriyle tam tersini hissedenlere’ karşı oldukça iyi bir biçimde uyarılmadınız mı? Güven duyan bir insanın kederleri içinde hiçbir şey, kendisine güvenilmekte olan bir arkadaşın evinde yaralanmak’ kadar korkunç değildir.’”
149:7.1 (1677.2) Andreas, Şimon Petrus ile danışma içinde ve İsa’nın onayı ile; turneyi sonlandırma ve Bethsayda’ya, Aralık ayının 30’u, Perşembe günü gerçekleşmiş bir biçimde, en kısa zamanda geri dönme yönergeleri ile birlikte ulakları çeşitli duyuru topluluklarına göndermesi için Bethsayda’daki Davud’a emir vermişti. Akşam yemeği zamanı o yağmurlu günde, havarisel kafilenin ve öğretim içindeki öğreti-yayıcılarının hepsi Zübeyde’nin evine varmıştı.
149:7.2 (1677.3) Topluluk, Bethsayda’daki ve yakında bulunan Kapernaum’daki evlerde ağırlanan bir biçimde, Şabat gününe kadar beraber kalmayı sürdürmüştü; Şabat’dan sonra kafilenin tamamına, ailelerine doğru evlerine gitmeleri, arkadaşlarını ziyaret etmeleri veya balık tutmaları için iki haftalık bir ara verilmişti. Bethsayda’da iki veya üç gün boyunca beraber halde bulunmuş olarak onlar, gerçekten de, büyüleyici ve ilham vericiydi; yaşça daha büyük öğretmenler bile, deneyimlerini anlattıkça genç duyuruculardan yeni bir şeyler öğrenmekteydiler.
149:7.3 (1677.4) Celiledeki bu ikinci duyuru turnesine katılmış olan 117 öğreti-yayıcısı içinde, yaklaşık olarak yalnızca yetmiş beş kişi mevcut deneyim sınavını geçmiş olup, iki haftalık aranın sonucunda hizmet görevine atanmak için hazır konumda bulunmuşlardı. Andreas, Petrus, Yakub ve Yahya ile beraber halde İsa, Zübeyde’nin evinde kalmaya devam etmiş olup, zamanının büyük bir kısmını krallığın refahı ve genişlemesi hususunda konuşmalarda bulunmakla geçirmişti.
Urantia’nın Kitabı
150. Makale
150:0.1 (1678.1) PAZAR akşamı, M.S. 29 yılında, Ocak’ın 16’sı, Yahya’nın havarileriyle birlikte olarak, Abner, Bethsayda’ya ulaşmış olup, bir sonraki gün Andreas ve İsa’nın havarileri ile ortak bir görüşmeye katılmıştı. Abner ve onun birliktelikleri, Hebron’da ana merkezlerini kurmuş olup, bu görüşmeler için belirli aralıklarla Bethsayda’ya çıkma alışkanlığı içinde bulunmuşlardı.
150:0.2 (1678.2) Bu ortak görüşmede ele alınmış olan birçok husus arasında, iyileştirme için dualar ile ilintili olarak yağın belirli türleri ile hasta olanları kutsama uygulaması bulunmuştu. Yine İsa, onların tartışmalarına katılmayı yâda vardıkları kararlara dair kendi görüşlerini ifade etmeyi geri çevirmişti. Yahya’nın havarileri her zaman, hasta ve sıkıntı içinde bulunanlara hizmetlerinde yağ ile kutsamayı kullanılagelmişti; ve, onlar bunu, her iki topluluk için de kalıplaşmış ortak bir uygulama olarak yerleştirmeyi amaçlamıştı ancak, İsa’nın havarileri, böyle bir kural ile kendilerini bağlamayı reddetmişti.
150:0.3 (1678.3) Salı günü, Ocak’ın 18’i, yirmi dörtlüye, yaklaşık olarak yetmiş beş kişiden meydana gelmiş bulunan, sınanmış öğreti-yayıcıları, Celile’deki üçüncü duyuru turnesinde gönderilmek için hazırlık olarak Bethsayda’daki Zübeyde’nin evinde katılmıştı. Bu üçüncü görev, yedi haftalık bir süreç boyunca devam etmişti.
150:0.4 (1678.4) Öğreti-yayıcıları beşerli topluluklar halinde gönderilmişken, İsa ve on ikili, havarilerin şartlar gerektirdiğinde ikişerli topluluklar halinde inananları vaftiz etmek için ayrıldıkları biçimde, vakitlerinin büyük bir kısmında beraber seyahat etmişlerdi. Neredeyse üç haftalık bir süreç boyunca Abner ve onun birliktelikleri de, kendilerine tavsiyede bulunan ve inananları vaftiz eden bir biçimde, öğreti-yayıcıları toplulukları ile beraber çalışmıştı. Onlar; daha öncesinden ziyaret edilmiş ve daha da birçok yeni yeri içine almış olarak, Mecdel, Tiberya, Nasıra ve merkez ve güney Celile’nin önde gelen tüm şehirlerini ve köylerini ziyaret etmişti. Bu, kuzey kısımları haricinde, Celile’ye vermiş oldukları son iletileriydi.
150:1.1 (1678.5) Yeryüzü süreci ile ilişkili olarak İsa’nın gerçekleştirmiş bulunduğu cüretkâr şeylerin tümü içinde en hayretler verici olanı, Ocak’ın 16’sı akşamı şu ani duyurusu olmuştu: “Ertesi sabah bizler, krallığın hizmet görevi için on kadını seçeceğiz.” Havarilerin ve öğreti-yayıcıların dış görevleri için Bethsayda’dan ayrı bulundukları iki haftalık sürecin başında, İsa Davud’dan, ebeveynlerini eve geri çağırmasını ve önceki kampın ve çadır revir hanenin idaresinde hizmet vermiş bulunan on dindar kadını isteyen bir biçimde ileticileri göndermesini talep etmişti. Bu kadınların tümü öncesinden, genç öğreti-yayıcıları tarafından verilmiş olan eğitimi dinlemişlerdi; ancak, ne kendilerinin ne de onların öğretmenlerinin, krallığın müjdesini öğretmek ve hasta olanlara yardımda bulunmak için İsa’nın kadınları görevlendirme cesareti göstereceği akıllarından geçmemişti. İsa tarafından seçilmiş ve görevlendirilmiş olan bu on kadın şu kişilerden oluşmaktaydı: Nasıra sinagogunun eski hazanının kızı, Susanna; Hirodes Antipa’nın muhafızı Çuza’nın eşi; Tiberya ve Seforisli varlıklı bir Musevi’nin kızı, Elizabet; Andreas ve Petrus’un ablası, Marta; Üstün’ün beden içindeki kardeşi olan Yude’nin baldızı, Rahel; Suriyeli doktor Elman’ın kızı, Nasanta; Havari Tomas’ın bir kuzeni, Milça; ve, Şamlı bir dul olan Agaman. Daha sonrasında, İsa bu topluluğa, Mecdelli Meryem ve Arimathealı Yusuf’un kızı Rebecca olarak — başka iki kadını eklemişti.
150:1.2 (1679.1) İsa, kendi örgütlerini kurmaları için bu kadınlara yetki vermiş olup, Yudas’dan, ihtiyaçları olan gereçleri ve binek hayvanları sağlamaları için kaynak aktarmasını emretmişti. Onlu Susanna’yı başları ve Yoanna’yı haznedarları olarak seçmişti. Bu andan itibaren onlar kendi kaynaklarını kendileri oluşturmuştu; bir daha Yudas’dan destek için kaynak talep etmemişlerdi.
150:1.3 (1679.2) Kadınların (kadınlar bölümüyle sınırlandırılmış halde) sinagogun ana katına bile alınmalarının yasak olduğu bir dönemde, krallığın yeni müjdesi için yetkilendirilmiş öğretmenler olarak tanınmış bir halde onlara bakmak bu dönemde en hayretler içinde bırakıcı şeydi. Müjde öğretimi ve hizmeti için kendilerini ayırmış olarak İsa’nın bu kadınlara vermiş bulunduğu yetki, kadınların tümünü bu andan itibaren ve sonsuza kadar özgür bırakan esaretten kurtuluş duyurusuydu; artık erkek kadını, ruhsal olarak kendinden aşağı bir konumda görmeyecekti. Bu, on iki havari için bile dikkate değer bir şaşkınlık kaynağı olmuştu. Her ne kadar onlar birçok kez Üstün’ün “krallık içinde ne zengin ne fakir, ne özgür ne esir, ne erkek ne kadının bulunmadığı, herkesin eşit bir biçimde Tanrı’nın oğulları ve kızları olduğu” ifadesini duymuş olsa da, İsa resmi bir biçimde bu on kadını dini öğretmenler olarak görevlendirmeyi önerdiğinde ve hatta onların havarilerin kendileri ile birlikte seyahat etmelerine izin verdiğinde, kelimenin tam anlamıyla donup kalmışlardı. Tüm şehir bu gelişme ile çalkalanmaktaydı, İsa’nın düşmanları bu hareketi fazlasıyla yararlarına kullanmaktaydılar; ancak, her yerde, iyi haberlere inanmakta olan kadınlar, seçilmiş kız kardeşleri arkasında kararlı bir biçimde durmuş olup, dini görevde kadının yerine dair bu gecikmiş tanınmaya dair kararsız nitelikte hiçbir görüşü ifade etmediler. Ve, kendilerine hak etmiş oldukları tanınmayı veren bir biçimde, kadınların bu özgürleşimi, Üstün’ün ayrılışından sonra derhal havariler tarafından uygulanmıştı, her ne kadar ilerleyen nesillerde insanlar eski adetlere geri düşmüş olsalar da. Hıristiyan din-kurumunun öncül dönemleri boyunca kadın öğretmenler ve hizmetkârlar diyakozlar biçiminde adlandırılmış olup, kendilerine genel tanınma verilmişti. Ancak Pavlus, her ne kadar bunların hepsini kuramsal olarak kabul etmiş olsa da, gerçek anlamda kendi kişisel tutumunun bir parçası haline getirmemiş ve kişisel olarak, uygulamada onu yerine getirmeyi zor bulmuştu.
150:2.1 (1679.3) Havarisel kafile Bethsayda’dan hareket ederken, kadınlar arkada seyahat etmekteydiler. Görüşme zamanlarında onlar her zaman bir topluluk halinde ve konuşmacının sağında yerlerini almaktaydılar. Bunun öncesinde, artan bir biçimde kadınlar krallığın müjdesinin inananları haline gelmekteydi; ve, kadınlar İsa veya havarilerden bir tanesi ile kişisel görüşmede bulunma arzusunu duyduklarında, bu onlar için fazlasıyla zorlu ve dinmeyen utanış kaynağıydı. Artık bunların hepsi değişmişti. Kadınların herhangi biri Üstün’ü görme veya havariler ile görüşme arzusu duyduğu zaman, Susanna’ya gitmekteydiler; ve, on iki kadın öğreti-yayıcısının bir tanesi eşliğinde onlar doğrudan Üstün’ün veya onun havarilerinden bir tanesinin huzuruna çıkarlardı.
150:2.2 (1680.1) Kadınların ilk kez yararlılıklarını göstermiş ve seçilişlerindeki bilgeliği haklı çıkarmış oldukları yer Mecdel’deydi. Andreas öncesinde birlikteliklerine, kadınlar ile, özellikle kişiliği sorgulanır olanlar ile, kişisel çalışmada bulunmada alışılmışın dışında katı kurallar getirmişti. Kafile Mecdel’e girdiğinde, bu on kadın öğreti-yayıcı, kötülük yuvalarına girmeye ve buraların tüm esirlerine doğrudan bir biçimde mutlu haberleri duyurmaya özgür konumda bulunmaktaydılar. Ve, hasta olanları ziyaret ettiklerinde bu kadınlar, sıkıntı çekmekteki kız kardeşlerine olan hizmetlerinde oldukça yakın bir konumda bulunmaya yetkindiler. Bu on kadının (daha sonra tanınmış haliyle on iki kadının) bu yerdeki hizmetinin sonucu olarak Mecdelli Meryem krallığa kazanılmıştı. Bir dizi talihsizlik sonucu ve saygın toplumun bu türden yanlış kararlara varmış kadınlara beslediği tutum nedeniyle, bu kadın kendisini Mecdel’in meşhur kötü yuvalarından bir tanesinde bulmuştu. Meryem’e, krallığın kapılarının kendisi gibi olanlara bile açık olduğunu kesin bir biçimde ifade edenler Marta ve Rahel olmuştu. Meryem iyi haberlere inanmış olup, Petrus tarafından bir sonraki gün vaftiz edilmişti.
150:2.3 (1680.2) Mecdelli Meryem, on iki öğreti-yayıcısından oluşan bu topluluk içinde müjdenin en etkili öğretmeni haline gelmişti. O, bu inanca dönüşümünün sonrasında yaklaşık olarak dört hafta içerisinde, Yotapata’da, Rebecca ile birlikte, bu türden hizmet için özel olarak görevlendirilmişti. Meryem ve Rebecca, bu topluluğun diğer üyeleri ile birlikte, aydınlanma için inanç dolu ve etkin bir şekilde emek veren ve ezilerek geri bırakılmış kız kardeşlerini geliştiren bir biçimde, İsa’nın yeryüzü üzerindeki yaşamının geri kalan kısmı boyunca çalışmalarını sürdürmüştü; ve, İsa’nın yaşamının son ve acı perdesi gerçekleşirken, biri dışında havarilerin hepsi kaçmış olmasına rağmen, bu kadınların tümü orada hazır bulunmuş olup, içlerinden biri bile kendisini reddetmemiş veya ihanet etmemişti.
150:3.1 (1680.3) İsa tarafından verilmiş yönergeler üzerine, havarisel kafileye ait Şabat hizmetleri kadınların ellerine verilmiş haldeydi. Bu, tabii ki, bahse konu ayinlerin yeni yapılmış olan sinagogda düzenlenemeyeceği anlamına gelmekteydi. Kadınlar Yoanna’yı bu sorumluluğun başına getirmiş olup, buluşma, Hirodes’in yeni sarayının yemek odasında gerçekleştirilmişti; Hirodes bu zaman zarfında, Perea içindeki Yulias’da bulunan malikânesindeydi. Yoanna; Meryem, Deborah, Ester ve diğerlerine atıfta bulunan bir biçimde, İsrail’in dini yaşamında kadınların emeklerine dair Yazıtlardan metinleri okumuştu.
150:3.2 (1680.4) O akşam, İsa bir araya gelmiş topluluğa “Büyü ve Hurafe” üzerine çok önemli bir konuşmada bulunmuştu. Bu günlerde, parlak ve, varsayıldığı-biçimiyle, yeni olan bir yıldızın ortaya çıkışı, yeryüzü üzerinde büyük bir kişinin dünyaya gelişine işaret eden bir simge olarak görülmekteydi. Bu türden bir yıldız yakın bir süre içinde gözlemlenmiş olarak, Andreas İsa’ya, bu türden inançların temeli olup olmadığını sormuştu. Andreas’ın sorusuna vermiş olduğu uzun yanıt içinde Üstün, insani hurafelerin bütüncül konusuna dair kapsamlı bir konuşmaya girmişti. İsa’nın bu zaman zarfında ifade etmiş olduğu şeyler, çağdaş kavramsallaşmalar içinde şu şekilde özetlenebilir:
150:3.3 (1680.5) 1. Göklerde bulunan yıldızların sahip olduğu hareket doğrultularının, yeryüzü üzerindeki insan yaşamının içerdiği olaylar ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Gök-bilimi yerinde bir bilim arayışıdır; ancak, astroloji, krallığın müjdesinde hiçbir yeri bulunmayacak olan, hurafelere dayalı yanlışlardan meydana gelmiş büyük bir karışımdır.
150:3.4 (1680.6) 2. Yakın bir süre önce öldürülmüş bir hayvanın iç organlarının incelenişi; hava durumuna, gelecekte yaşanacaklara ve insan olaylarının sonuçlarına dair hiçbir şeyi açığa çıkaramaz.
150:3.5 (1680.7) 3. Ölünün ruhaniyetleri, aileleri veya yaşamda bir zamanlar arkadaşları olmuş kişiler ile iletişimde bulunmak için geri dönmemektedir.
150:3.6 (1681.1) 4. Sihirler ve kutsal varsayılan kişilerden gelen kalıntılar, hastalığı iyileştirmekte, felaketi savmakta veya kötü ruhaniyetleri etkilemekte güçsüzlerdir; ruhsal dünyayı etkilemenin tüm bu maddi araçlarına dair duyulan inanış, çok büyük bir hurafeden başka hiçbir şeydir.
150:3.7 (1681.2) 5. Zar atmak, birçok küçük çaplı sorunu düzeltmek için elverişli bir yöntem olabilmesine rağmen, kutsal iradeyi açığa çıkarmak için tasarlanmış bir yöntem değildir. Bu türden sonuçlar tamamiyle maddi şans hususlarıdır. Ruhsal dünya ile olan birlikteliğin tek aracı, Evlat’ın yağdırılmış ruhaniyeti ve Sınırsız Ruhaniyet’in her-yerde-mevcut-olan etkisi ile birlikte, Yaratıcı’nın ikamet eden ruhaniyeti halindeki, insanlığın ruhsal donanımından oluşmaktadır.
150:3.8 (1681.3) 6. Kutsama, sihir ve büyücülük, bilgisiz akılların hurafeleri olup, hem de büyüye dair aldanışlardır. Sihirli sayılara, iyi talihin işaretlerine ve kötü şansın habercilerine dair inanış, katışıksız ve hiçbir temeli bulunmayan hurafelerdir.
150:3.9 (1681.4) 7. Rüyaların yorumlanışı, büyük ölçüde, bilgisiz ve hayali varsayımdan oluşan hurafesel ve temelsiz bir işleyiştir. Krallığın müjdesi, ilkel dinin gelecekten haber veren din-adamları ile hiçbir ortak noktası bulunmamalıdır.
150:3.10 (1681.5) 8. İyi ve kötü ruhaniyetler çömlekten, tahtadan veya metalden meydana gelmiş maddi simgeler içinde ikamet edemezler; putlar, yapılmış oldukları maddeden başka bir şey değillerdir.
150:3.11 (1681.6) 9. Cadıların, sihirbazların, gözbağcıların ve büyücülerin uygulamaları Mısırlılara, Asurîlere, Babillere ve ilkçağ Kenanilere ait hurafelerden türemiştir. Yazılmış muskalar ve tılsımlı olduğuna inanılan her türlü tekerlemeler, iyi olan ruhaniyetlerin korumasını kazanmada veya kötü olduğu varsayılan ruhaniyetleri savmada boşunadır.
150:3.12 (1681.7) 10. O; sihirlerin, gerçeği açığa çıkardığı varsayılan sınayışların, büyü altına alışın, lanetleyişin, işaretlerin, sihirli otların, örülmüş iplerin ve bilgisiz ve köleleştirici hurafenin diğer her bir türünün altında yatan gerçeği göstermiş olup, ona gerçekleştirilen inancı kınamıştır.
150:4.1 (1681.8) Bir sonraki akşam, on iki havariyi, Yahya’nın havarilerini ve yeni görevlendirilmiş olan kadınların topluluklarını bir araya toplamış halde, İsa şunu söylemişti: “Siz, kendiniz, hasadın bol ancak onu kaldıracak olan kişinin az olduğunu görüyorsunuz. Haydi hepimiz, bu yüzden, hasadın Koruyucusu’nun daha da fazla çalışanı kendi tarlalarına göndermesi için dua edelim. Ben, daha yeni olan öğretmenleri rahatlatmak ve onlara eğitimde bulunmak için burada kalırken, daha kıdemli olanları, henüz hala elverişli ve barışçıl bir haldeyken krallığın müjdesini duyurur biçimde tüm Celile’ye hızlıca yayılabilmeleri için ikişerli topluluklar halinde göndermek istiyorum.” Bunun sonrasında, o, gitmelerini istediği havari çiftlerini belirlemişti, ve bu çiftler şöyleydi: Andreas ve Petrus, Yakub ve Yahya Zübeyde, Filip ve Nathanyel, Tomas ve Matta, Yakub ve Yudas Alpheus, Şimon Zelotes ve Yudas İşkariyot.
150:4.2 (1681.9) İsa, Nasıra’da on ikili ile buluşma tarihi belirlemiş olup, ayrılırken şunu söylemişti: “Bu görev üzerinde, ne Musevi-olmayanların herhangi bir şehrine ne de Samarya’ya gidin; bunun yerine, İsrail evinin kayıp koyununa gidin. Krallığın müjdesini duyurup, insanın Tanrı’nın bir evladı olduğuna dair kurtarıcı gerçekliği bildirin. Kuralların kişinin sahip olduğu üstünden daha yukarda olmadığını, ne de bir hizmetkârın onun hâkiminden daha büyük olmadığını hatırlayın. Kuralların onu koyana eşit olması ve hizmetkârın hâkimi gibi olması yeterlidir. Eğer bazı insanlar evin üstününü Beelzebub’un bir birlikteliği olarak çağırma cüreti gösterdi ise, onun hanesinin üyeleri hakkında bu yönde kim bilir daha neler de düşünmektedir! Ancak, sizler, bu inanmayan düşmanlardan korkmamalısınız. Sizlere duyuruyorum ki, açığa çıkarılmayacak olan hiçbir şey gizlenmemiştir; orada, bilinmemesi gereken saklı hiçbir şey bulunmamaktadır. Sizlere birebir olarak ne öğretmişsem, onu açık bir biçimde bilgelikle duyurun. İçerideki odada sizlere neyi açığa çıkarmışsam, onu yeri geldiğinde evin çatılarından duyuracaksınız. Ve, benim arkadaşlarım ve takipçilerim, sizlere söylüyorum ki, bedeni öldürebilen ancak ruhu yok etmeye yetkin bulunmayanlardan korkmayın; bunun yerine, bedeni idame ettirmeye ve ruhu korumaya yetkin olan O’na güveninizi emanet edin.
150:4.3 (1682.1) “İki güvercin bir kuruş için satılmıyor mu? Buna rağmen ben, onlardan bir tanesinin bile Tanrı’nın görüşünde unutulmamış olduğunu duyuruyorum. Başınızda bulunan tam da saç tellerinizin tamamının sayılı olduğunu bilmiyor musunuz? Bu yüzden, korkmayın; sizler, birçok mükemmel güvercinden daha fazla bir değerdesiniz. Benim öğretimden utanmayın; barışı ve iyi niyeti duyurmaya çıkın ama aldanmayın — barış her zaman duyuruşunuzu takip etmeyecektir. Ben yeryüzü üzerinde barışı getirmek için geldim; ancak, insanlar hediyemi reddettiklerinde, bölünme ve kargaşa ortaya çıkmakta. Bir ailenin tümü krallığın müjdesini aldığında, gerçekten de barış o ailede mevcut kalmaktadır; ancak, ailenin birkaçı krallığa girince ve diğerleri müjdeyi reddedince, bu türden bölünme ancak keder ve üzüntü doğurmaktadır. Bir kişinin düşmanları kendi ailesindekiler olmasın diye, tüm aileyi kurtarmak için bütün samimiyetinizle emek verin. Ancak, her ailenin her bir üyesi için elinizden gelenin tamamını verdiğinizde, babasını veya annesini bu müjdeden daha çok sevenin krallığa layık olmadığını duyuruyorum.”
150:4.4 (1682.2) On ikili bu kelimeleri duyduğunda, ayrılmak için hazır hale gelmişlerdi. Ve, onlar; Üstün’ün öncesinden düzenlemiş olduğu biçimde, İsa ve diğer havariler ile Nasıra’daki toplanış vakitlerine kadar tekrar bir araya gelmemişti.
150:5.1 (1682.3) Sunam’daki bir akşam, Yahya’nın havarileri Hebron’a geri döndüklerinden sonra, ve İsa’nın havarilerinin ikişerli topluluklar halinde gönderilişlerinin ertesinde, Yakup’un idaresi altında, on iki kadınla beraber bir biçimde, çalışmakta olan daha genç on iki öğreti-yayıcısından meydana gelmiş bir topluluğa Üstün eğitimde bulunurken, Rahel İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstünümüz, kadınlar bize, Kurtulmak için ne yapmalıyım?, sorusunu sorduğu zaman, nasıl cevap vermeliyiz?” İsa bu soruyu duyduğunda onu şöyle yanıtlamıştı:
150:5.2 (1682.4) “Erkekler ve kadınlar kurtulmak için ne yapmaları gerektiğini sorduğunda, sizler, Krallığın bu müjdesine inanın; kutsal bağışlamayı kabul edin, biçiminde cevap vereceksiniz. İnanç vasıtasıyla, kabul edilişi sizleri Tanrı’nın bir evladı yapan Tanrı’nın ikamet eden ruhaniyetini tanıyın. Yazıtlarda, ‘Koruyucu’da doğruluğu ve gücü bulmaktayım’ ifadesi geçen metni okumadınız mı? Aynı zamanda Yaratıcı’nın, ‘Doğruluğum yakındadır; günahları bağışlayışım yola koyulmuş olup, kollarım insanlarımı sarmalayacaktır’ dediği yeri. ‘Ruhum, Tanrım’a olan derin sevgide neşe duymalıdır; zira o beni, günahlardan bağışlamanın elbisesi ile giydirmiş, kendi doğruluğundan olan kuşağıyla kuşamıştır.’ İsmi ‘bizlerin doğruluğu olan Koruyucu biçiminde adlandırılacak’ Babamız hakkında ifade edilenleri de mi okumadınız? ‘Doğruluğu benliğin kendisinden alan kirli elbiseleri al ve evladımı kutsal doğruluğun ve ebedi kurtuluşun elbisesi ile giydir.’ ‘Adil olanın inançla yaşamına devam edecek’ oluşu sonsuza kadar gerçektir. Yaratıcı’nın krallığına olan giriş tamamiyle serbesttir; ancak, şükranlık içinde büyüme olarak — ilerleme, buradaki devamlılık için hayati derecede önemlidir.
150:5.3 (1682.5) “Kurtuluş, Yaratıcı’nın hediyesi olup, onun Evlatları tarafından açığa çıkarılmaktadır. İnanç vasıtasıyla onu kabul ediş sizleri, Tanrı’nın bir erkek veya kız evladı olarak, kutsal doğanın bir parçası kılmaktadır. İnanç vasıtasıyla sizler aklanırsınız; inanç vasıtasıyla kurtarılırsınız; ve, bu aynı inanç vasıtasıyla sizler, ilerleyici ve kutsal kusursuzluk yolunda ebedi bir biçimde gelişirsiniz. İnanç vasıtasıyla İbrahim aklanmış olup, Melçizedek’in öğretileri vasıtasıyla kurtuluştan haberdar edildi. İlerleyen çağlar boyunca bu aynı inanç insanların evlatlarını kurtarmıştır; ancak, şimdi, kurtuluşu daha gerçek ve daha kabul edilir kılmak için Baba’dan bir Evlat gelmiştir.”
150:5.4 (1683.1) İsa konuşmasını tamamladığında, bu şükran sahibi sözleri duymuş olanlar arasında büyük bir sevinç ortaya çıkmıştı ve, onların tümü, takip eden günleri, krallığın müjdesini yeni bir güç ve yenilenmiş enerji ve arzu ile duyurmayla geçirmişti. Ve, kadınlar, yeryüzü üzerinde krallığın oluşturuluşu için bu tasarımlara dâhil edilmiş olduklarını bilmekten daha da sevinç duymuşlardı.
150:5.5 (1683.2) Son sözlerini toparlarken İsa şunu söylemişti: “Sizler kurtuluşu satın alamazsınız; doğruluğu kazanamazsınız. Kurtuluş Tanrı’nın hediyesidir; ve, doğruluk, krallık içindeki evlatlığın içerdiği ruhaniyet-doğumu olan yaşamın doğal meyvesidir. Sizler, doğru bir yaşamı yaşadığınız için kurtarılmayacaksınız; bunun yerine, yeryüzü üzerinde yaşama ait en yüksek keyif biçimindeki, Tanrı’nın hediyesi ve krallık içindeki hizmet olarak evlatlığı tanımış bir halde, hâlihazırda kurtarılmış olduğunuz için doğru bir yaşamı yaşamaktasınız. İnsanlar, Tanrı’nın iyiliğine ait bir açığa çıkarılış olan, bu müjdeye inandıklarında, bilinen her türlü günah için gönüllü tövbeye yönleneceklerdir. Evlatlığın farkındalığı, günahta bulunma arzusu ile eş zamanlı gerçekleşebilecek bir şey değildir. Krallık inananları, doğruluk için açlık duymakta ve kutsal kusursuzluk için susuzluk hissetmektedir.”
150:6.1 (1683.3) Akşam söyleşilerinde İsa birçok konu üzerine konuşmuştu. Bu gezinin geride kalan süresi boyunca — onların tümü Nasıra’da yeniden bir araya gelmeden önce — o; “Tanrı’nın Derin Sevgisi,” “Rüyalar ve Hayali Şeyler,” “Kötü Niyet,” “Alçak Gönüllülük ve Ağırbaşlılık,” “Cesaret ve Sadakat,” “Müzik ve İbadet,” “Hizmet ve İtaat,” “Gurur ve Küstahlık,” “Pişmanlık ile İlişkili Bağışlama,” “Barış ve Kusursuzluk,” “Kötü Söz ve Kıskançlık,” “Kötülük, Günah ve Cezbediliş,” “Kuşkular ve İnanmama,” “Bilgelik ve İbadet” hakkında konuşmuştu. Kıdemli havarilerin orada bulunmayışı ile birlikte, erkekler ve kadınların bu iki topluluğundan meydana gelmiş bulunan genç topluluklar Üstün ile olan bu söyleşilere daha özgür bir biçimde katılmıştı.
150:6.2 (1683.4) On iki öğreti-yayıcısından meydana gelmiş olan bir toplulukla iki veya üç gün geçirdikten sonra, İsa, Davud’un ulaklarından bu çalışanların nerede oldukları ve nereye doğru ilerlemekte bulundukları hakkında bilgi edinen bir halde, diğer topluluğa katılmak için hareket ederdi. Bu onların ilk turnesi olduğu için, kadınlar vakitlerinin büyük bir kısmını İsa ile birlikte geçirmişlerdi. Ulak hizmeti vasıtasıyla, bu toplulukların her biri turnenin ilerleyişine dair bütünüyle haberdar kılınmıştı ve, diğer topluluklardan haberlerin alınıyor oluşu, bu dağılmış ve ayrılmış çalışanlar arasında her zaman bir teşvik kaynağı olmuştu.
150:6.3 (1683.5) Ayrılmalarından önce, öğreti-yayıcıları ve kadın birliği ile birlikte, on iki havarinin Mart’ın 4’ü, Cuma günü Üstün ile Nasıra’da toplanması planlanmıştı. Bunun uyarınca, yaklaşık olarak bu zaman zarfında, merkezi ve Güney Celile’nin her bir tarafından havariler ve öğreti-yayıcılarından meydana gelen bu çeşitli topluluklar Nasıra’ya doğru hareket etmeye başladı. İkindi vakti, buraya son varanlar olarak, Andreas ve Petrus, öncül varan yolcular tarafından hazırlanmış ve şehrin kuzeyindeki tepelerde konumlanmış bulunan kampa ulaşmışlardı. Ve, bu, kamu hizmetinin başlangıcından beri İsa’nın Nasıra’yı ziyaret etmiş olduğu ilk seferdi.
150:7.1 (1683.6) Bu Cuma öğleden sonrası, İsa Nasıra çevresinde, bakışlardan oldukça uzak ve hiçbir biçimde tanınmamış halde dolaşmıştı. O, çocukluluğunun geçmiş olduğu evin ve marangoz atölyesinin önünden geçmiş olup, bir ufaklıkken oldukça neşe duyduğu tepede yarım saat geçirmişti. Ürdün’de Yahya tarafından vaftiz edildiği gününden beri İnsan Evladı, ruhu içinde çalkalanmış bu denli bir insani duygu seline sahip olmamıştı. Dağdan aşağıya inerken, tıpkı Nasıra’da bir küçük oğlan çocuğu iken birçok ama birçok kez duymuş olduğu gibi, güneşin batışını duyuran güçlü borazan çalışının tanıdık seslerini işitmişti. Kampa geri dönmeden önce, güneyde okul olarak gitmiş olduğu sinagog çevresine uğramış ve çocukluk günlerinin birçok hatırasının aklına gelmesine izin vermişti. Bu günün daha öncesinde İsa Tomas’ı, Şabat sabah ayininde duyurusunu gerçekleştirmek için sinagog yöneticisiyle düzenlemede bulunması amacıyla göndermişti.
150:7.2 (1684.1) Nasıra insanları, dindar ve doğru yaşam bakımından hiçbir zaman ünlü olmamışlardı. Yıllar ilerledikçe, bu kasaba artan bir biçimde, yakındaki Seforis’in düşük ahlaki ölçütlerine bulaşmış hale gelmişti. İsa’nın gençlik ve erken erişkinlik yılları boyunca, Nasıra’da kendisi hakkında bir görüş ayrılığı bulunmaktaydı o Kapernaum’a taşındığında, kendisine karşı büyük bir içerleme yaşanmıştı. Nasıra’nın sakinleri eski marangozlarının yaptıkları hakkında fazlasıyla şey duymuş olsalar da, öncül duyuru turnelerinin herhangi birine doğmuş olduğu bu kasabayı hiçbir zaman katmamamış olmasına fazlasıyla alınmışlardı. Onlar gerçekten de İsa’nın ününü duymuşlardı ancak, vatandaşların büyük bir kısmı, bu büyük şeylerin hiçbirini gençliğinin şehrinde gerçekleştirmemiş olması nedeniyle kızgınlardı. Aylar boyunca Nasıra insanları İsa hakkında fazlasıyla konuşmuşlardı ancak, onların kendisine karşı görüşleri, bütünü bakımından, olumsuz nitelikteydi.
150:7.3 (1684.2) Böylece, Üstün kendisini, evine sıcak bir biçimde karşılayan değil, oldukça düşmansı ve en üst düzeyde eleştirel bir ortamın tam ortasında bulmuştu. Ancak, her şey bundan ibaret de değildi. Onun düşmanları, bu Şabat gününü Nasıra’da geçirecek olacağını bilen ve sinagogda konuşma yapacağını varsayan bir biçimde, sayısız kaba ve görgüsüz kişiyi kendisini rencide etmesi ve olası her biçimde sorun çıkarması için tutmuştu.
150:7.4 (1684.3) İsa’nın daha eski olan arkadaşlarının çoğu, gençliğinde kendisine fazlasıyla sevgi beslemiş hazzan öğretmeni dâhil olmak üzere, ya yaşını yitirmiş veya Nasıra’yı terk etmiş haldeydi; ve, daha yeni olan nesil, güçlü kıskançlık duyguları ile birlikte onun ününe karşı gelme zayıflığına sahipti. Onlar, babasının ailesine olan onun öncül adanmışlığını hatırlayamamışlardı ve, Nasıra’da bulunan erkek kardeşini ve evli kız kardeşlerini ziyaret etmeyip onları bir kenara atışına dair eleştirilerinde fazlasıyla yoğun hisler içindelerdi. İsa’nın ailesinin kendisine olan tutumu da, bir ölçüde, vatandaşlar arasındaki bu iyiliksever olmayan hissin artmasına sebebiyet vermişti. Museviler arasındaki köktenciler İsa’yı, bu Şabat sabahı sinagoga olan yolu üzerinde haddinden fazla hızlı yürümüş olması nedeniyle bile eleştirme cüretinde bulundular.
150:8.1 (1684.4) Bu Şabat güzel bir gündü, ve tüm Nasıra, dostlar ve düşmanlar, kasabalarının bu eski vatandaşının konuşmasını duymak için sinagogda hazır bulunmuştu. Havarisel kafilenin çoğu sinagogun dışında bulunmak zorunda kalmıştı kendisini dinlemek için hepsinin içeriye girmesine imkân verecek yeterli yer yoktu. Bir genç adam olarak İsa sıklıkla, ibadetin bu yerleşkesinde konuşma yapmıştı ve, bu sabah, sinagogun yöneticisi eline, içinden Yazıtlar dersini okuması için kutsal yazılar rulosunu verdiğinde, orada bulunan hiç kimse, tam da bu el yazmalarının kendisinin bu sinagoga sunmuş olduğu metin olduğunu hatırlar görünmemişti.
150:8.2 (1684.5) Bu gündeki ayinler, bir oğlan çocuğu olarak katılmış olduğunun tıpatıp aynısı biçimimde yerine getirilmişti. O, sinagogun yöneticisi ile birlikte konuşma kürsüsüne çıkmış ve ayin şu iki duanın söylenişi ile başlamıştı: “Işığı var kılan ve karanlığı yaratan, barışı getiren ve her şeyi var eden, dünyanın Kralı olan Koruyucu kutlu olsun; bağışlama içerisinde yeryüzüne ve onun üzerinde ikamet edenlere ışık veren ve iyilik içerisinde gün be gün ve her gün tüm yaratımı yenileyen. Kendi eliyle yarattığı şeylerin ihtişamı adına ve yüceltilmesi için var kılmış olduğu ışık veren ışıklar adına Tanrımız olan Koruyucu kutlu olsun. Selah. Işıkları oluşturmuş, Tanrımız olan Koruyucu kutlu olsun.”
150:8.3 (1685.1) Bir anlık duraklamadan sonra onlar tekrar şu biçimde dua etmişlerdi: “Büyük bir sevgi ile Tanrımız olan Koruyucu bizleri sevdi, sonu gelmez bir biçimde o bizlere acıdı, Babamız ve Kralımız, kendisine güvenmiş olan atalarımız hatırına. Sen bizlere yaşamın kurallarını öğrettin; bizleri bağışla ve bizlere öğret. Gözlerimizi kanunda aydınlat; kalplerimizi emirlerine hiç onlardan ayrılmayacak bir biçimde doğrult; ismini derinden sevmek ve ondan korku duymak için kalplerimizi birleştir; ve, sonsuza kadar utanılacak bir konuma düşmeyelim. Zira, sen, kurtuluşu hazırlayan bir Tanrısın; ve, sen, milletlerin ve dillerin tümü arasında bizleri seçtin; ve, gerçek bir biçimde sen — selah olarak — büyük ismini yakınımıza, bütünlüğünü sevgi dolu halde takdir edebilmemiz için getirdin. Sevgi dolu bir biçimde İsrail’i kendi insanları olarak seçmiş olan Koruyucu kutlu olsun.”
150:8.4 (1685.2) Ayine katılanlar bunun sonrasında, Musevi inanç nakaratı olan Şema’yı söyledi. Bu ritüel; kanundan alınmış birçok metni tekrar etmekten meydana gelmiş olup, ibadet edenlerin üzerlerine cennet krallığının boyunduruğunu geçirmelerini, aynı zamanda da hem gündüz hem de gece emirleri yerine getirmenin sorumluluğunu üstlenmelerini ifade etmekteydi.
150:8.5 (1685.3) Ve, bunun sonrasında üçüncü dua gelmekteydi: “Gerçektir, sen Yahvehsin, Tanrımız ve atalarımızın Tanrısı Kralımız ve atalarımızın Kralı Kurtarıcımız ve atalarımızın Kurtarıcısı Yaratanımız ve kurtuluşumuzun kayası yardımcımız ve kurtarıcımız. İsmin sonsuzluktan gelmektedir, ve senden başka hiçbir Tanrı yoktur. Onlar, deniz kıyısında senin ismine söylemiş oldukları yeni bir şarkı bestelemişlerdi; hepsi beraber sen, Kralı övmüş ve onu sahiplenmiş olup, sonsuza kadar Yahveh hükmünü sürdürecek demişti. İsrail’i kurtaran Koruyucu kutlu olsun.”
150:8.6 (1685.4) Sinagogun yöneticisi bunun sonrasında, kutsal yazıtları taşıyan sandık, veya diğer bir değişle kutunun, önündeki yerini almış olup, on dokuz dua methiyesi, veya diğer bir değişle takdisinin, söylenişine başlamıştı. Ancak, bu anda, seçkin davetlinin konuşması için daha fazla zamana sahip olabilmesi amacıyla yöneticinin ayini kısaltması arzu edilen bir şeydi; bunun uyarınca, yalnızca ilk ve son takdisler söylenmişti. İlki: “Tanrımız olan Koruyucu kutlu olsun, ve atalarımızın Tanrısı, İbrahim’in Tanrısı ve İşaya’nın Tanrısı, ve Yakup’un Tanrısı merhamet ve iyilik gösteren, her şeyi yaratan, atalarımıza verilmiş olan şükran dolu sözleri hatırlayan ve, sevgi içerisinde, kendi ismine layık olması için bu ataların torunlarına bir kurtarıcı getiren, büyük, kudretli ve korkulası Tanrı. Sen ey Kralımız, yardımcımız, kurtarıcımız ve kalkanımız! Sen kutlu ol, Ey Yahveh, İbrahim’in kalkanı.”
150:8.7 (1685.5) Bunun sonrasında son takdis geldi: “Ey Sen, İsrail olan insanlarına büyük barışı sonsuza kadar bahşet; zira, sen, tüm barışın Kralı ve Koruyucususun. Ve, İsrail’i her an ve her saat barış ile kutsaman senin gözlerinde iyi bir şeydir. İnsanların olan İsrail’e barışı bahşeden Yahveh, sen kutlu ol.” Ayine katılanlar, takdisi söylediğinde yöneticiye bakmamaktaydı. Takdislerden sonra o, bu toplanış için uygun olan ancak yazılı bulunmayan bir duayı söylemişti; ve, bu duayı sona erdiğinde, topluluğun tümü kendisine âmin diyen bir biçimde katılmıştı.
150:8.8 (1685.6) Bunun sonrasında hazzan sandığa doğru yönelip, Yazıtlar dersini okuyabilmesi için İsa’ya sunan bir biçimde bir ruloyu getirdi. Kanundan üçten az olmayacak mısrayı okuması için yedi kişiyi çağırmak adettendi; ve, bu uygulama bu seferde, ziyaret eden kişi kendisinin seçmiş olduğu dersi okuyabilmesi için yerine getirilmemişti. İsa, ruloyu alan bir biçimde, ayağa kalkıp, Tesniye kitabından okumaya başladı: “Zira, sizlere bugün vermiş olduğum bu emir, sizden saklı değildir; ne o çok uzakta olan bir şeydir. O, kim cennete çıkıp aşağıda olan bizlere duyabilmemiz ve yerine getirilebilmemiz için indirecek şeklinde sorduğunuz halde, gökte değildir. Ne de o, kim denize açılıp duyabilmemiz ve yerine getirilebilmemiz için bizlere getirecek şeklinde sorduğunuz halde, denizin ardında değildir. Hayır, yaşamın sözü sizlerin oldukça yakınındadır, hatta, bilebilmeniz ve ona ibadet edebilmeniz için, mevcudiyetiniz içinde ve kalbinizdedir.”
150:8.9 (1686.1) Ve, o, kanundan okuyuşunu bitirdiğinde, İşaya’ya dönüp şunu okumaya başladı: “Koruyucu’nun ruhaniyeti benim üzerimedir, çünkü ben, fakirlere iyi haberleri duyurmak için kutsallık içinde görevlendirildim. O beni, esirlere özgürlüğün, gözleri görmeyenlere iyileşen görüşün, ezilmişlerin kurtarılışının ve Koruyucu’nun gözde yılının haberi getirmek için gönderdi.”
150:8.10 (1686.2) İsa kitabı kapattı, ve onu sinagogun yöneticisine geri verdikten sonra oturup, insanlara olan konuşmasına başladı. O, sözüne şunu söyleyerek başlamıştı: “Bugün bu Yazıtlar yerine gelmiştir.” Ve, bunun sonrasında, İsa, neredeyse on beş dakika boyunca “Tanrı’nın Erkek ve Kız Evlatları” üzerine konuşmuştu. İnsanların çoğu bu konuşmadan memnun olmuştu, ve onun şükran doluluğuna ve bilgeliğine hayran kalmıştı.
150:8.11 (1686.3) Sinagogda, resmi ayinin tamamlanmasından sonra, ilgi duyacak olanların kendisine sorular sorabilmesi amacıyla konuşmacının hazır konumda bulunması adetti. Bunun uyarınca, bu Şabat Sabahı, İsa, soru sormak için ileriye atılmakta olan kabalığa karışmak amacıyla aşağıya inmişti. Bu topluluk içerisinde kötülük eğiliminde olan birçok sorunlu birey bulunmaktaydı bunun yanı sıra, toplanmış olan kalabalığı, İsa’ya sorun çıkarmak için tutulmuş olan yoz insanları çevrelemekteydi. Dışarıda kalmış olan takipçilerin ve öğreti-yayıcılarının çoğu bu aşamada sıkış tepiş sinagoga girmiş olup, bir sorunun çıkmak üzere olduğunu tanımakta gecikmemişlerdi. Onlar Üstün’ü dışarı çıkarmayı amaçlamışlar ancak kendisi onlarla birlikte gelmek istememişti.
150:9.1 (1686.4) İsa kendisini sinagogda, düşmanlarından oluşmuş büyük bir kalabalık ve kendi takipçilerinden meydana gelmiş sınırlı sayıdaki bir topluluk tarafından çevrilmiş halde bulmuştu; ve, onların kaba sorularına ve alaycı tavırlarına yanıt olarak yarı şakacı bir biçimde: “Evet, ben Yusuf’un oğluyum; ben marangozum; ve, ben, sizlerin bana ‘Doktor, kendini iyileştir’ atasözünü hatırlatmanız karşısında şaşırmadım, ve Kapernaum’da yaptığımı duyduğunuz şeyleri Nasıra’da da yapmak için beni zorlamanıza da; ancak, ben size, Yazıtların bile ‘kendi ülkesi ve kendi insanları dışında bir bir tanrı-elçisine onur duyulmadığını’ duyuruşuna şahitlik etmenizi isterim.”
150:9.2 (1686.5) Ancak, onlar İsa’yı itip kalkmış ve, kendisine suçlayıcı parmakları doğrultan bir biçimde, şunu söylemişlerdi: “Sen kendinin Nasıra insanlarından daha iyi olduğunu düşünüyorsun; sen bizlerden ayrıldın ama senin erkek kardeşin herkesin tanıdığı bir işçidir, ve senin kız kardeşlerin hala bizler arasında yaşamaktadır. Bizler annen Meryem’i bilmekteyiz. Bugün onlar neredeler? Bizler senin hakkında büyük şeyler duyduk; ancak fark etmekteyiz ki sen geri döndüğünde hiçbir mucizede bulunmamaktasın.” İsa onlara şu cevabı verdi: “Ben, büyüdüğüm şehir içinde ikamet eden insanları derinden sevmekteyim; ve, ben, hepinizin cennetin krallığına olan girişinizi görmekten büyük mutluluk duyacağım; ancak, Tanrı’nın yaptığı şeyleri yapmam benim karar verebileceğim bir şey değildir. İyiliğin getirdiği dönüştürülüşler, ondan faydalanan yaşayan inanca karşılık olarak gerçekleşir.”
150:9.3 (1686.6) Şimon Zelotes’in, genç öğreti-yayıcılarından biri olan Nahor’un yardımıyla, kalabalık içerisinden İsa’nın arkadaşlarından meydana gelen bir topluluğu bu zaman zarfında toplayan ve, düşmansı bir tutumu üstlenen bir biçimde, Üstün’ün düşmanlarının dağılmasına uyaran bir şekilde, kendi havarilerinden bir tanesinin büyük taktiksel hatası olmasaydı İsa, kalabalığı iyilikle idare edip, şiddet yanlısı olan düşmanlarını bile etkin bir biçimde etkisiz hale getirecekti. İsa uzunca bir süre boyunca havarilere, yumuşak bir cevabın gazabı geri çevirdiğini öğretmişti; ancak, onun takipçileri, kendisini oldukça istekli bir biçimde Üstün olarak çağırmış oldukları, sevgili öğretmenlerine bu türden saygısızlık ve küçük görülmeyle davranılmasına alışkın değillerdi. Bu kendilerinin katlanabileceğinden çok daha fazla olan bir şeydi; ve, onlar kendilerini, bu Tanrı tanımaz ve kaba topluluk içinde yalnızca aşırı kalabalık duygularının doğmasına sebebiyet veren şeyler olarak tutkulu ve kızgın itirazları dile getirir halde buldular. Ve, böylece, parayla tutulmuş olan kişilerin önderliği altında, bu şiddet yanlısı kişiler İsa’yı yakalayıp, sinagogdan dışarı, uçurumdan aşağıya onun ölümüne itme düşüncesinde bulundukları yer olan, yakındaki yüksek bir tepenin eşiğine götürdüler. Ancak, onlar yamacın ucunda kendisini tam da itecekken, İsa kendisini esir edenlere aniden dönüp, onların tam karşısında olan bir biçimde, sessizce kollarını kavuşturdu. O hiçbir şey söylemedi; ancak, kendisinin arkadaşları, o ileri doğru yürürken, kalabalık açılıp, onun rahatsız edilmeden geçmesine izin verdiğinde şaşkınlığa uğramaktan çok daha fazlasını deneyimlemişlerdi.
150:9.4 (1687.1) İsa, takipçileri tarafından izlenen bir biçimde, tüm bunların anlatılmış olduğu yer olan, kamplarına ilerlemişti. Ve, onlar o akşam, öncesinden İsa’nın emretmiş olduğu şekilde, ertesi gün erken vakit Kapernaum’a geri dönmeye hazırlanmışlardı. Üçüncü kamu duyuru turnesinin bu çalkantılı sonu, İsa’nın takipçilerinin tümü üzerinde onları kendilerine getiren bir etkide bulunmuştu. Onlar, Üstün’ün öğretilerinin bazılarının anlamını kavramaya başlamaktaydı onlar, krallığın yalnızca fazlasıyla kederle ve acı hayal kırıklıkları ile geleceği gerçeğine uyanmaktaydı.
150:9.5 (1687.2) Onlar Nasıra’yı bu Cuma sabahı terk etmiş olup, farklı güzergâhlardan seyahat ederek nihai bir biçimde Mart’ın 10’u, Perşembe günü öğle vakti Bethsayda’da bir araya geldiler. Onlar, utgun atlılardan oluşan coşkulu ve her şeyi başaracağını düşünen bir kalabalık olarak değil, gerçekliğin müjdesinin uyanmış duyurucularından meydana gelen gerçekliği anlayan ve ciddi bir topluluk olarak bir araya gelmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
151. Makale
151:0.1 (1688.1) MART’IN 10’u, tüm duyurucu ve eğitim toplulukları Bethsayda’da toplanmış haldeydi. Perşembe gecesi ve Cuma gününün tamamı onların birçoğu balık tutmaya çıkmıştı bu gerçekleşirken, Şabat günü onlar, ata İbrahim’in ihtişamı üzerine Şamlı kıdemli bir Musevi’nin gerçekleştirmiş olduğu konuşmayı dinlemek için sinagoga gitmişlerdi. İsa bu Şabat gününün büyük bir kısmını tepelerde yalnız başına geçirmişti. Bu haftanın Cumartesi gecesi Üstün, bir araya gelmiş olan topluluklara bir saatten daha fazla bir süre boyunca “Karşıtlığın faydası ve hayal kırıklığının ruhsal değeri” üzerine konuşmuştu. Bu oldukça önemli bir yaşanmışlık olup, onun dinleyicileri kendisinin aktarmış olduğu dersi hiçbir zaman unutmamıştı.
151:0.2 (1688.2) İsa bu süre içinde, Nasıra’da yaşanmış olan kısa bir süre önceki reddedişinden duyduğu kederi bütünüyle üstesinden atamamış haldeydi; havariler, onun olağan neşeli tavrının içine girmiş tuhaf bir üzüntünün farkındalardı. Yakub ve Yahya, vakitlerinin büyük bir kısmında kendisi ile birlikteydi; Petrus, öğreti-yayıcılarının refahı ve idaresi ile ilgili birçok sorumluluğu yerine getirdiği için olağandan fazla meşgul haldeydi. Kudüs’deki Hamursuz için yola çıkmadan önceki bu bekleyiş süresinde kadınlar vakitlerini, müjdeyi öğreten ve Kapernaum ve çevre şehir ve köylerdeki hastalara hizmet eden bir biçimde, evden eve ziyaretlerde bulunmayla geçirmişlerdi.
151:1.1 (1688.3) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, İsa ilk kez, çevresinde oldukça sıklıkla toplanmış bulunan kalabalıklara simgesel hikâye ile öğretim yöntemini uygulamaya başlamıştı. İsa havariler ve diğerleri ile gecenin geç saatlerine kadar konuştuğu için, bu Pazar sabahı, topluluğun oldukça az sayıdaki üyesi kahvaltı için kalkmış haldeydi; bu nedenle o, deniz kıyısına gidip, her zaman kendisi için tutulmuş, Andreas ve Petrus’un eski balıkçı teknesi olan teknede yalnız başına oturmuş ve krallığın genişletilmesi çalışmasında gerçekleştirilecek olan bir sonraki hamle üzerinde düşünmeye dalmıştı. Ancak, Üstün, uzunca bir süre yalnız olmayacaktı. Oldukça yakın bir süre içinde Kapernaum ve yakındaki köylerden insanlar buraya ulaşmaya başlayacaktı ve, bu sabah saat onda, neredeyse bin kişi İsa’nın teknesinin yakınında sahilde toplanmış olup, onun ilgisine sahip olmaya can atmaktaydı. Petrus bu aşamada uyanmış olup, teknenin yolunu tuttuktan sonra, İsa’ya şunu söylemişti: “Üstün, onlarla konuşayım mı?” Ancak, İsa: “Hayır, Petrus, ben onlara bir hikâye anlatacağım.” Ve, bunun ardından İsa, kendisini takip etmekte olan kalabalıklara öğretmiş olduğu simgesel hikâyelerin uzunca bir dizisinin ilki olarak, hasatçının simgesel hikâyesini anlatmaya başlamıştı. Bu tekne onun üzerinde oturduğu yükseltilmiş bir koltuğa sahipken (zira öğretimde bulunduğu zaman oturması âdetiydi) o kıyı boyunca toplanmış kalabalığa konuşmuştu. Petrus birkaç söz söyledikten sonra, İsa:
151:1.2 (1688.4) “Bir gün hasatçı biri hasada gitti ve öyle bir an yaşandı ki o hasadını kaldırırken bir tohum ayaklar çiğneyecek ve göğün kuşları tarafından yenecek bir biçimde kenara düşüverdi. Bir diğer tohum çok az toprağın olduğu kayalık yerlere düşmüştü; bu tohum anında filiz verdi çünkü orada toprak derin değildi; ancak, güneş ışır ışımaz filizi soldu, çünkü nemi elde edecek bir köke sahip değildi. Bir diğer tohum dikenler arasına düşmüştü, ve dikenler büyüdüğünde, bu tohum hiçbir filizi vermeyecek şekilde onlar tarafından yutulmuştu. Daha da başka bir tohum iyi bir toprağa düşmüş olup, büyüyen bir biçimde, otuz, altmış ve daha sonra yüz katı kadar hasat verdi.” Ve, o bu simgesel hikâyeyi anlatmayı bitirdiğinde, kalabalıklara, “Duyması için kulaklara sahip olanlar duysunlar” dedi.
151:1.3 (1689.1) Havariler ve onlar ile birlikte olan diğerleri, İsa’nın insanlara bu şekilde öğretide bulunduğunu duyduklarında, fazlasıyla şaşkına dönmüşlerdi; ve, kendi aralarında uzunca bir süre konuştuktan sonra, Zübeyde bahçesindeki akşam Matta İsa’ya: “Üstün, kalabalıklara sunmuş olduğun karamsar sözlerin anlamı da nedir? Neden gerçekleri aramakta olanlara simgesel hikâyeler içinde konuşuyorsun?” Ve, İsa şu cevabı vermişti:
151:1.4 (1689.2) “Tüm bu zamana kadar ben size sabır içinde öğretimimde bulundum. Sizlere, cennetin krallığına ait gizemleri öğrenme imkânı sağlanmıştır; ancak, kavraması sınırlı olan kalabalıklara ve yok edilişimizi arzulayanlara, bu andan itibaren, krallığın gizemleri simgesel hikâyeler içinde sunulacak. Ve, bunu bizler, krallığa girmeyi gerçekten arzulayan kişilere öğretinin anlamını kavrayabilmesi ve böylece kurtuluşu bulabilmesi için gerçekleştireceğiz; bir yandan da, yalnızca bizleri tuzağa düşürmek için dinlemekte olanlara görmeden gösterecek duymadan duyuracak bir biçimde daha da şaşkına uğraması için. Benim çocuklarım, hâlihazırda sahip olana daha da fazlanın verilmesini, ancak hâlihazırda sahip olmayanın ellerindekilerinin bile alınmasını emreden ruhaniyetin yasasını görmüyorsunuz. Bu nedenle, ben bundan böyle insanlara, fazlasıyla; arkadaşlarımızın ve gerçeği bilmeyi arzulayanların aradıkları şeyleri bulabilmeleri için, bir yandan da düşmanlarımızın ve gerçeği sevmeyenlerin anlamadan duyabilmeleri için simgesel hikâyeler içinde konuşacağım. Bizleri takip eden insanların çoğu doğruluğun yolunda değiller. Şunu söylediğinde, Tanrı-elçisi, gerçekten de, bu türden tüm kavrayışı kısıtlı ruhları tasvir etmişti: ‘Zira, bu insanların kalplerine kir oturmuş, kulakları ne duyduklarını bilmez olmuştur; gözleri, gerçeği kavramamaları ve onu kalplerinde anlamamaları için, kapanmıştır.’”
151:1.5 (1689.3) Havariler, Üstün’ün sözlerinin önemini bütünüyle anlamamıştı. Andreas ve Tomas İsa ile ilave bir biçimde konuşurken, Petrus ve diğerleri, içten ve uzun görüş alışverişine daldıkları yer olan bahçenin başka bir kısmına çekilmişlerdi.
151:2.1 (1689.4) Petrus ve onun çevresindeki topluluk, her bir parçasının ayrı gizli bir anlama sahip olduğu biçimiyle, hasatçı hikâyesinin bir mecazi anlatım olduğu sonucuna varmıştı ve, böylece onlar, İsa’ya gitme ve bir açıklama talep etmeye karar vermişlerdi. Bunun uyarınca, Petrus, şunu söyleyen bir biçimde, Üstün’e yaklaşmıştı: “Bizler bu simgesel hikâyenin anlamına erişememekteyiz ve bizler senin bizlere onu açıklamanı arzulamaktayız; zira sen, krallığın gizemlerini bilme imkânının bizlere verilmiş olduğunu ifade ettin.” Ve, İsa bunu duyduğunda, Petrus’a: “Benim evladım, ben sizden hiçbir şeyi saklamamanın arzusu duyuyorum; ancak, ilk başta sizlerin ne konuştuğunuzu bir söylesen; simgesel hikâyeye dair yorumunuz nedir?”
151:2.2 (1689.5) Bir dakikalık sessizlikten sonra, Petrus: “Üstünümüz, bizler hikâye hakkında birçok şey konuştuk ve şu yorum hakkında karara vardık: Hasatçı, bir müjde duyurucusu; tohum, Tanrı’nın sözü. Kenara düşen tohum, müjde öğretisini anlamayanları simgelemekte. Sert toprağa düşen tohumu kaçıran kuşlar, bu bilmeyenlerin kalplerinde hasadı gelmiş olanları çalan, kötülüğün kendisi, Şeytan’ı simgelemekte. Kayalık yerlere düşmüş olan, ve aniden yeşermiş olan, tohum, mutlu haberleri duyduklarında onun iletisini neşe ile karşılayanlar olarak derin olmayan ve düşüncesiz bireyleri temsil etmekte; ancak, gerçeklik, onların daha derin anlayışlarında gerçek hiçbir köke sahip olmadığı için, onların bağlılığı sıkıntılarda ve cezalarda kısa süreli olmaktadır. Sıkıntı geldiğinde, bu inananlar sendelemektedir; onlar cezp edildiğinde, bu cazibeye kapılmaktadır. Dikenler arasına düşmüş olan tohum; sözü istekli duyanları, ancak dünyanın sorumluluklarının ve zenginliklerin aldanmışlıklarının gerçekliğin sözünü boğmasına izin veren böylece meyve vermeyenleri temsil etmektedir. Son olarak, iyi toprağa düşmüş ve otuz, altmış ve yüz kat kadar meyve veren biçimde yeşermiş olan tohum, gerçeği duyduklarında onu — farklılaşan ussal bahşedilmişlikleri uyarınca gerçekleşmek üzere — kabullerinin değişen ölçüsü uyarınca karşılaşmış, ve böylece dini deneyimin değişen düzeylerini sergilemekte olanları temsil etmektedir.”
151:2.3 (1690.1) İsa, Petrus’un mecazi hikâyeyi yorumlayışını dinledikten sonra, diğer havarilere onların bu hususta başka görüşleri olup olmadığını sordu. Bu davete yalnızca Nathanyel karşılık vermişti. O şunu söyledi: “Üstünümüz, her ne kadar ben Şimon Petrus’un simgesel hikâyeyi yorumlayışında iyi olan şeyleri kabul etsem de, kendisiyle bütünüyle hem fikirde değilim. Benim bu simgesel hikâyeye dair fikrim: Tohum krallığın müjdesini temsil ederken, hasadı kaldıran krallığın ileticilerini simgelemektedir. Kenara doğru sert zemine düşen tohum, müjdeyi çok az duymuş olanlarla birlikte, iletiye karşı kayıtsız kalanları ve kalplerini ona karşı kapatmış olanları simgelemektedir. Kenara düşen tohumu kaçıran göğün kuşları kişinin yaşam alışkanlıklarını, kötülüğün cazibesine yenik düşülmesini ve bedenin arzularını temsil etmektedir. Kayalar arasına düşmüş olan tohum, yeni öğretiyi almada hızlı ancak bu gerçeklik uyarınca yaşamanın getirmiş olduğu zorluklar ve gerçeklikler ile karşılaşıldığında gerçekliği bırakmada aynı hızlılığı gösteren duygusal ruhları temsil etmektedir; onlar, ruhsal kavrayışın yoksunluğu içinde bulunanlardır. Dikenler arasına düşmüş olan tohum, müjdenin gerçekliklerine ilgi duyanları temsil etmektedir; onlar, müjdenin öğretilerini takip etmeye isteklilerdir; ancak, onlar, yaşamın gururu, kıskançlık, haset ve insan mevcudiyetinin endişeleri tarafından engellenmektedir. Otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verir biçimde filizlenmiş haldeki, iyi toprağa düşmüş olan tohum, ruhaniyet aydınlatışın farklı çeşitlerdeki bahşedilmişliklerine sahip olan erkek ve kadınların, gerçeği kavrayışın ve onun ruhsal öğretilerine karşılık verişin doğal nitelikteki ve çeşitlilik gösteren yetkinliğini temsil etmektedir.”
151:2.4 (1690.2) Nathanyel konuşmasını bitirdiğinde, havariler ve onların birliktelikleri; bazıları Petrus’un yorumunun doğruluğunu savunur ve neredeyse eşit sayıdaki kişinin ise Nathanyel’in simgesel hikâyesini açıklayışını desteklemeyi arzuladığı biçimde, ciddi bir görüş alışverişine ve içten tartışmaya düşmüşlerdi. Bu arada Petrus ve Nathanyel, birbirlerini ikna etmenin ve karşı tarafın görüşünü değiştirmenin çetin ve kararlı bir çabasına giriştikleri yerde, evden hâlihazırda ayrılmış konumdalardı.
151:2.5 (1690.3) Üstün, bu kafa karışıklığının doruk noktasına ulaşmasına izin vermişti; bunun sonrasında, ellerini çırpmış ve onlar etrafına toplamıştı. Onların hepsi kendisi etrafında bir kez daha toplandığında, şunu söylemişti: “Bu simgesel hikâye hakkında konuşmaya başlamamdan önce, herhangi birinizin söylemek istediği bir şey var mı?” Bir anlık sessizlikten sonra, Tomas söz alıp: “Evet, Üstünümüz, ben birkaç şey söylemek istiyorum. Ben, senin bizleri tam da böyle bir şeye karşı uyarıda bulunuşunu hatırlıyorum. Sen bizlere duyurumuz için örneklerde bulunurken, hayali öyküler değil hayattan hikâyeleri kullanmamızı ve insanlara öğretmeyi arzuladığımız tek bir merkezi ve hayati gerçekliğe en iyi örneksel açıklama olacak hikâyeyi seçmemizi, ve bu hikâyeyi böyle kullanırken de, hikâyenin söylenişinde ifade edilmiş tüm küçük detayların ruhsal bir uyarlamasında bulunmaya girişmememizi öğretmiştin. Ben, Petrus ve Nathanyel’in ikisinin de bu simgesel hikâyeyi açıklama çabalarında yanlış olduklarını düşünüyorum. Ben onların bu tür şeyleri yapabilme yetkinliklerini takdir ediyorum; ancak, doğal bir simgesel hikâyeyi tüm detaylarıyla ruhsal değişmeceli anlamlara dönüştürmenin yalnızca kafa karışıklığıyla ve bu türden bir simgesel anlatının gerçek amacına dair ciddi yanlış anlamalarla sonuçlanacağından eşit düzeyde eminim. Benim doğru olduğumu, bütünüyle; bir saat önce hepimiz tek bir görüşte iken, şimdi bu simgesel hikâye hakkında farklı görüşleri düşünen iki ayrı topluluğa bölünmüş oluşumuz ve senin bu hikâyeyi kalabalığa sunduğunda ve hemen sonrasında ise bizlerin onun hakkında yorumda bulunmasını istediğinde aklında barındırmış olduğun büyük gerçekliği tamamiyle anlayabilme yetimize müdahale edecek derecede bu tür fikirleri besliyor oluşumuz desteklemektedir.”
151:2.6 (1691.1) Tomas’ın söylemiş olduğu bu kelimeler onların hepsi üzerinde susturucu bir etkide bulunmuştu. O, İsa’nın kendilerine daha önceki seferlerde neyi öğretmiş olduğunu hatırlamalarına neden olmuştu; ve, İsa konuşmaya devam etmeden önce, Andreas, şunu söyleyen bir biçimde, ayağa kalkıp: “Ben Tomas’ın doğru olduğuna kani oldum; ve, ben, onun bizlere hasatçının simgesel hikâyesine dair hangi anlamı düşündüğünü söylemesini isterim.” İsa Tomas’a konuşması için başıyla onay verdikten sonra Tomas şunu söylemişti: “Benim kardeşlerim, ben bu konuşmayı uzatmak istemiyorum; ancak, sizin böyle bir arzunuz var ise, ben sizlere, bu simgesel hikâyenin bizlere bir büyük gerçekliği öğretmek için söylenmiş olduğunu düşündüğümü ifade edeceğim. Ve, bu ise; krallığın müjdesine dair öğretimizin, kutsal görevlerimizi her ne kadar doğru ve verimli bir biçimde yerine getirirsek getirelim, onun başarının değişen düzeyleriyle sonuçlanacak, ve, sonuç bakımından tüm bu farklılıkların doğrudan bir biçimde, üzerinde çok az veya hiçbir denetime sahip olmadığımız koşullar olarak, hizmetimizin içinde bulunduğu koşulların içkin halde barındırmış olduğu şartlar nedeniyle gerçekleşmekte olduğudur.”
151:2.7 (1691.2) Tomas konuşmasını tamamladığında, akran duyurucularının büyük bir kısmı onunla hem fikir olmaya hazırdı, hatta Petrus ve Nathanyel bile onunla konuşmak için hazırlanmaktaydılar; ancak, tam da bu sırada İsa söz alıp, şunu söyledi. “Harika, Tomas; sen, simgesel hikâyelerin gerçek anlamını kavramış haldesin; ancak, Petrus ve Nathanyel, ikiniz de, benim simgesel hikâyelerimden mecazi bir anlamlar bütününe girişmenin tehlikesini oldukça bütüncül bir biçimde göstermede eşit düzeyde iyilikte bulundunuz. Kalplerinizde yararlı bir biçimde sıklıkla bu türden özgür varsayımsal düşüncelere girişebilirsiniz; ancak, bu türden yargıları kamu öğretinizin bir parçası olarak sunmayı amaçladığınızda bir yanlışın içine girersiniz.”
151:2.8 (1691.3) Bu aşamada gerilim sonlanmış, Petrus ve Nathanyel birbirlerini yorumları için tebrik etmişti; ve, Alpheus ikizleri dışında, havarilerden her biri, gece için istirahatlarına çekilmeden önce hasatçı simgesel hikâyesine dair bir yorumda bulunmaya girişmişti. Yudas İşkariyot bile oldukça makul bir yorum getirmişti. On ikili sıklıkla, kendileri arasında gerçekleşen bir biçimde, Üstün’ün simgesel hikâyelerinin gerisinde yatan bütüncül mecazi bir anlamı düşünmeye çalışırlardı ancak, onlar bir daha, bu türden varsayımları ciddiye almadı. Bu havariler ve onların birliktelikleri için, özellikle ise bu zaman zarfından itibaren İsa kamu öğretisi ile ilişkili olarak giderek artan düzeyde simgesel hikâye kullandığı için, oldukça yararlı bir toplantı olmuştu.
151:3.1 (1691.4) Havariler simgesel hikâyelerin o kadar etkisindeydi ki, ertesi akşamın tamamını bu hikâyelerin ilave tartışmasına adanmışlardı. İsa akşamın konuşma konusunu şunu söyleyerek sunmuştu: “Benim derinden sevdiklerim, sizler her zaman öğretinizde, karşınızda sahip olduğunuz akıllara ve kalplere gerçekliğin sunuşunu uyarlayacak biçimde bir farklığa gitmek zorundasınız. Sizler, çeşitli ussal düzeyde ve mizaçta bulunan bir kalabalık karşısında olduğunuzda, dinleyenlerin her bir sınıfına farklı sözleri söyleyemezsiniz; ancak, sizler, öğretinizi aktaracak bir hikâye anlatabilirsiniz; ve, her topluluk, hatta her bir birey, sahip olduğu ussal ve ruhsal donanımları uyarınca bu simgesel hikâyeye dair kendi yorumunu yapmaya yetkin olacak. Sizler ışığınızı parlatacaksınız; ancak bunu, bilgelik ve her bir durumda gerekli olacak şeye karar verme yetisiyle gerçekleştireceksiniz. Hiçbir kimse, bir lambayı yaktığı zaman onu bir kacakla örtmez veya onu yatağın altına koymaz; o lambasını, herkesin ışığını görebileceği bir yere koyar. Sizlere, açığa çıkarılmaması gereken bir şeyin cennetin krallığında saklı bir konumda olmadığını söylememe izin verin; ne de orada, nihai biçimde bildirilmeyecek herhangi bir sır söz konusudur. Her şeyin sonunda, tüm bunların hepsi ışığa kavuşacaktır. Yalnızca kalabalıkları ve onların gerçekliği nasıl duyacağını düşünmeyin; aynı zamanda kendinizin nasıl duymakta olduğunuza kulak verin. Sizlere birçok sefer söylemiş olduğu şu şeyi hatırlayın: Hâlihazırda sahip olana fazlası verilecekken, sahip olmayandan sahip olduğunu düşündüğü şey bile alınacaktır.”
151:3.2 (1692.1) Yorumlarına dair simgesel hikâyeler üzerine olan söyleşinin devamı ve ilave öğretim, çağdaş kavramsallaşmalar içinde şu şekilde özetlenip, ifade edilebilir:
151:3.3 (1692.2) 1. İsa, müjdenin taşıdığı gerçeklerde masalsı hikâyelerin veya mecazi simgelerin kullanılmasına karşı tavsiyede bulunmuştu. O kesin bir biçimde, özellikle doğaya konu olan simgesel hikâyeler olarak, simgesel hikâyelerin özgür biçimde kullanılmasını tavsiye etmişti. O, gerçekliği öğretmenin bir aracı olarak doğal veya ruhsal dünyalar arasında bulunan benzetim yönteminin kullanılmasının içermiş olduğu değerin altını çizmişti. O sürekli olarak doğaya, “ruhsal gerçekliklerin gerçek olmayan ve geçici gölgesi” imasında bulunmuştu.
151:3.4 (1692.3) 2. İsa, bu öğretim yönteminin yeni olmadığı gerçekliğine dikkati çeken bir biçimde, İbrani yazıtlarından üç veya dört simgesel hikâyeyi anlatmıştı. Buna rağmen, bu zaman zarfından itibaren kendisinin kullanmış olduğu yöntem neredeyse yeni bir öğretim metodu haline gelmişti.
151:3.5 (1692.4) 3. Havarilere simgesel hikâyelerin değerinin öğretilişinde, İsa şu üç noktaya dikkat çekmişti:
151:3.6 (1692.5) Simgesel hikâye, akıl ve ruhaniyetin oldukça geniş çaptaki farklı düzeylerine eş zamanlı bir etkileşimi sağlamaktadır. Simgesel hikâye, hayal gücünü etkinleştirmekte, muhakeme gücünü zorlamakta ve irdeleyici düşünceyi harekete geçirmektedir; o, düşmanlığı yaratmadan anlayışı desteklemektedir.
151:3.7 (1692.6) Simgesel hikâye, bilinen şeylerden bilinmeyen şeylerin kavrayışına ilerlemektedir. Simgesel hikâye, ruhsal ve madde-ötesini bir tanıştırma aracı olarak maddi ve doğaya ait olan şeyleri kullanmaktadır.
151:3.8 (1692.7) Simgesel hikâyeler, tarafsız ahlaki kararlara varmayı teşvik etmektedir. Simgesel hikâye fazlasıyla önyargıya dayanan şeylerden kaçınılmasını sağlamakta ve yeni gerçeği akla şükran dolu bir biçimde yerleştirmektedir; ve, o bunların tümünü, kişisel pişmanlığa ait olumsuz düşüncelerinin çok azına neden olarak gerçekleştirmektedir.
151:3.9 (1692.8) Simgesel benzetim içindeki gerçekliği reddetmek, doğrudan bir biçimde bir insanın sahip olduğu dürüst ve adil kararı alçak görür bir halde, bilinçli nitelikteki ussal eylemi gerektirmektedir. Simgesel hikâye, işitme duygusu vasıtasıyla düşünme duygusunu açığa çıkarmaktadır.
151:3.10 (1692.9) Öğretimin simgesel hikâye türünün kullanılışı, öğretmenin yeni ve hatta şaşırtıcı gerçeklikleri sunmasını için kendisini yetkin halde getirirken, öğretmen böylece büyük ölçüde, geleneklerle ve oturmuş yönetim gücü ile gerçekleşebilecek her türlü anlaşmazlıktan ve dışa dönük çatışmadan kaçınabilmektedir.
151:3.11 (1693.1) Simgesel hikâye aynı zamanda, benzer aynı olaylar ile ileride karşılaşıldığında gerçekliğin hafızasını akla getirmenin yararını taşımaktadır.
151:3.12 (1693.2) Böylece İsa, kamu duyurusu içinde simgesel hikâyeleri artan bir biçimde kullanma uygulamasının temelinde yatan birçok neden ile takipçilerinin aşina olmasını amaçlamıştı.
151:3.13 (1693.3) Akşam dersinin sonuna doğru İsa, hasatçı simgesel hikâyesine dair ilk yorumunda bulunmuştu. O, simgesel hikâyenin iki şeye atıfta bulunduğunu söyledi: Bunlardan ilki, o zaman zarfına kadar kendi hizmetinin bir özeti ve yeryüzü üzerindeki yaşamının geride kalan kısmı boyunca önünde neyin uzanmakta olduğuna dair bir öngörüydü. Ve, ikincisi, aynı zamanda, krallığın havarilerinin ve diğer ileticilerinin zaman ilerledikçe nesilden nesile hizmetleri içinde neyi bekleyebileceklerine dair bir ipucuydu.
151:3.14 (1693.4) İsa aynı zamanda; kendinin yapmış olduğu şeylerin büyük birçoğunun ecinnilerin ve kötü ruhaniyetlerin sahip olduğu prensin yardımıyla gerçekleşmekte olduğunu öğreten Kudüs’deki dini önderlerin çalışılmış çabalarına karşı olabilecek en mümkün ret halinde, simgesel hikâyelerin kullanılmasına başvurmak zorunda kalmıştı. Doğaya başvurmak bu türden öğretiye karşı gelmek anlamına gelmekteydi, zira bu dönemin insanları tüm doğa olgularını ruhsal varlıkların ve doğa-ötesi güçlerin doğrudan eyleminin bir sonucu biçiminde görmekteydi. O aynı zamanda bu öğretim yönetimi üzerinde kararlıydı, çünkü bu kendisini, daha iyi bir biçimde bilmeyi arzulayan kişilere hayati nitelikteki gerçeklikleri duyurmak için yetkin kılmış olup, bir yandan da, düşmanlarının kendisinde kusur buluşuna ve kendisine suçlama getirişine daha az imkân vermekteydi.
151:3.15 (1693.5) Gece için topluluğu dağıtmadan önce, İsa şunu söylemişti: “Şimdi, sizlere hasatçı simgesel hikâyesinin son kısmını söyleyeceğim. Sizleri, bunu nasıl karşılayacağınızı öğrenmek için sınayacağım: Cennetin krallığı aynı zamanda, yeryüzü üzerine iyi tohumu serpen bir kişi gibidir; ve, her ne kadar bu kişi gece uyusa ve gündüz de işine gitse de, tohum filiz vermekte ve büyümekte; ve, bu kişi bu tohumun nasıl büyüdüğünü bilmese de, dikilen bitki meyvesini vermektedir. İlk başta filiz çıkar, sonra başak gelir ve onun da sonrasında başakta bütün tahıl oluşur. Ve, daha sonra tahıl olgunlaşınca, bu kişi orağını çıkarır ve hasat sonlanır. Duymak için kulağa sahip olan duysun.”
151:3.16 (1693.6) Birçok kez havariler bu sözü akıllarında evirip çevirip tekrar düşündüler, ancak İsa hasatçının simgesel hikâyesine eklenen bu ilave üzerine bir daha hiçbir yorumda bulunmamıştı.
151:4.1 (1693.7) Bir sonraki gün İsa, şunu söyleyerek, tekneden insanlara öğretimde bulunmuştu: “Cennetin krallığı, tarlasına iyi tohumu ekmiş olan bir kişi gibidir; ancak, o uyuyunca, düşmanı gelmiş ve ekiminin arasına ayrık otları dikip gitmiştir. Ve, böylece genç filizler çıktığında ve onlar daha sonra tam ürününü verecekken, orada aynı zamanda ayrık otları da çıkmıştı. Bunun sonrasında hanesinin hizmetçileri kendisine gelip şunu söylemişti: ‘Bayım, sen tarlana iyi tohumu ekmedin mi? Nereden geldi bu ayrık otları?’ Ve, o hizmetçilerine, ‘Bir düşman bunu yaptı,’ dedi. Hizmetçiler daha sonra efendilerine, ‘Neden dışarı çıkıp bu ayrık otlarını yolmuyorsun?’ diye sordu. Ancak, o kendilerine cevap verip, şunu söylemişti: ‘Hayır, onları topladığınız zaman aynı zamanda buğdayı da koparırsınız. Bunun yerine hasat vaktine kadar onların beraber büyümesine izin verin, o vakit ben hasadı kaldıranlara, ilk önce ayrık otlarını toplayın ve desteler halinde bir kenara ayırın ve daha sonra buğdayı ambarıma taşıyın derim.’”
151:4.2 (1693.8) İnsanlar birkaç soru sorduktan sonra, İsa bir başka simgesel hikâyeyi söylemişti: “Cennetin krallığı, insanın tarlasına ektiği bir hardal tohumunun tanesi gibidir. Her ne kadar bir hardal tohumu tohumların içinde en küçüğü olsa da, tamamiyle büyüdüğünde, baharatların içinde en büyüğü haline gelmekte ve göğün kuşlarının dallarına gelebileceği ve istirahat edebileceği bir ağaç gibi olmaktadır.”
151:4.3 (1694.1) “Cennetin krallığı, bir kadının üç yemeklik parçalar halinde alıp saklamış olduğu bir maya gibidir; ve bu şekilde yemeklerin tümü ağza layık hale gelir.”
151:4.4 (1694.2) “Cennetin krallığı aynı zamanda, bir insanın keşfetmiş olduğu, bir tarlada saklı bir hazine gibidir. Neşe içinde, bu tarlayı alabilecek paraya sahip olmak için tüm malvarlığını satmaya gitmiş olan kişi gibidir.”
151:4.5 (1694.3) “Cennetin krallığı aynı zamanda, görkemli incileri arayan bir tüccar gibidir; ve, iyi bir fiyata bir inciyi bulmuş olarak o, bu olağanüstü inciyi satın alabilmek için gidip elinde ne varsa satmıştır.”
151:4.6 (1694.4) “Tekrar edilecek olursa, cennetin krallığı denize atılmış olan bir ağ olta gibidir ve bu ağ her türlü balığı tutmaktadır. Ağ dolduğu vakit, balıkçılar onu, iyileri yanlarına alan kötüleri ise atan bir biçimde, oturup balıkları ayıklamaya başladıkları yer olan sahile doğru geri dönerler.”
151:4.7 (1694.5) İsa kalabalıklara başka birçok simgesel hikâyeyi söylemişti. Gerçekte, bu zaman zarfından itibaren o büyük topluluklara, bu araçlar dışında nadiren öğretide bulunmuştu. Simgesel hikâyeler içinde bir kamu dinleyici topluluğuna konuştuktan sonra, akşam dersleri boyunca, havarilerine ve öğreti-yayıcılara öğretilerini daha bütüncül ve açık bir biçimde açıklardı.
151:5.1 (1694.6) Kalabalıklar hafta boyunca artmaya devam etmişti. Şabat günü İsa hızlıca tepelerin yolunu tutmuştu, ancak Cuma sabahı geldiğinde kalabalıklar geri dönmüştü. İsa onlara, Petrus’un duyurusundan sonra öğleden sonrasının ilk saatlerinde konuşmuş olup, konuşmasını bitirdiğinde havarilerine şunu söylemişti: “Kalabalıklardan yoruldum; bir günlüğüne dinlenebilmemiz için karşı tarafa geçelim.”
151:5.2 (1694.7) Gölün öte yakasında onlar, özellikle senenin bu döneminde olmak üzere, Celile Denizi’nin tipik özelliği olan şiddetli ve anlık rüzgâr fırtınalarından bir tanesiyle karşılaşmışlardı. Bu su kütlesi deniz seviyesinden neredeyse iki yüz on beş metre aşağıda olup, özellikle batıda bulunan, yüksek göl kenarlarıyla çevriliydi. Orada, gölden tepelere doğru giden dik geçitler bulunmakta olup, gün boyunca gölün bir cephesinde ısınan hava yukarı doğru çıktığında, gün batımından sonra geçitlerde soğuyan hava göle doğru birden inme eğilimi göstermekteydi. Bu boralar hızlı bir biçimde ortaya çıkıp, zaman zaman da hızlı bir biçimde ortadan kaybolmaktaydı.
151:5.3 (1694.8) Bu Pazar akşamı İsa’yı karşı tarafa taşımakta olan tekneyi tam da bu türden bir bora yakalamıştı. Belli bir sayıda genç öğreti-yayıcılarını taşımakta olan diğer üç tekne İsa’nın bulunduğu bu tekneyi takip etmekteydi. Bu fırtına, her ne kadar gölün bu kısmıyla sınırlı olsa da, batı sahilde fırtınadan bir iz bile olmasa da, şiddetli bir halde bulunmaktaydı. Rüzgâr o kadar güçlüydü ki, dalgalar teknenin içine doğru girmeye başlamıştı. Büyük rüzgârlar yelkeni havariler kapatana kadar yırtmıştı ve, bu aşamada onlar tamamiyle, iki buçuk kilometreden biraz daha uzaklıkta bulunarak, kıyıya doğru kendilerini çeken bir biçimde küreklerine dayanmışlardı.
151:5.4 (1694.9) Bunlar meydana gelirken, İsa, teknenin arka kısmında yerden yükseklikteki küçük bir barınağımsı yerde uykuya dalmıştı. Üstün, Bethsayda’yı terk ettikleri zaman yorgundu; ve, onlara öte tarafa doğru açılmayı emrettiği zaman istirahat etmek güvenliydi. Bu eski balıkçılar güçlü ve deneyimli kürekçilerdi; ancak, bu, onların o zamana kadar karşılaşmış oldukları en kötü boralardan bir tanesiydi. Her ne kadar rüzgâr ve dalgalar teknelerini bir oyuncak gemi gibi oradan oraya atmış olsa da, İsa uykusuna olduğu gibi devam etmişti. Petrus, geminin arka kısmına yakın bir yerde sağ tarafın küreğindeydi. Tekne su ile dolmaya başladığında, küreğini bırakmış, İsa’ya doğru hızlıca koşan bir biçimde, uyandırmak için onu güçlüce sarsmıştı ve, o kalktığında Petrus: “Üstün, bizlerin şiddetli bir fırtınada olduğunu bilmiyor musun? Eğer bizleri korumazsan hepimiz yok olacağız.”
151:5.5 (1695.1) İsa yağmura doğru çıktığı zaman ilk önce Petrus’a baktı, ve daha sonra karanlıkta mücadele vermekte olan kürekçileri seçmeye çalışırken, rahatsız olmuş bir halde henüz küreğine geri dönmemiş olan Şimon Petrus’a bakışını tekrar çevirip, şunu söylemişti: “Hepiniz neden bu kadar korku ile dolusunuz? Nerede inancınız? Sakin, sessiz olun.” İsa bu eleştiriyi ifade etmeyi Petrus ve diğer havarilere daha tam da bitirmemişken, Petrus’dan sıkıntı içindeki ruhunu dindirmek için huzuru aramasını daha tam da istememişken, çalkantı içindeki hava, denge noktasına gelen bir biçimde, büyük bir sessizlik içinde sakinleşmişti. Sinirli dalgalar neredeyse tamamen dinmiş, kısa bir yağmuru yağdırmış olan kara bulutlar ortadan kaybolmuş ve göğün yıldızları tepelerinde parıldar halde belirmişti. Tüm bunların hepsi, tamamiyle, bizlerin yargılayabildiği kadarıyla şans eseri gerçekleşmişti; ancak, havariler, özellikle Şimon Petrus, bu yaşanılmışı bir doğa mucizesi olarak görmeye hiçbir zaman son vermedi. Bu günün insanları için; tüm doğanın, doğrudan bir biçimde ruhaniyet güçlerinin ve doğa-ötesi varlıklarının denetimi altında bulunan bir olgu olduğunda güçlü bir şekilde inandıkları için, doğa mucizelerine inanmaları özellikle kolay olan bir şeydi.
151:5.6 (1695.2) İsa on ikiliye, onların sıkıntı içindeki ruhaniyetlerine konuşmuş ve korkunun oradan oraya attığı akıllarına bizzat hitap etmiş olduğunu, hava olaylarının kendi sözüne itaat etmesini emretmediğini doğrudan bir biçimde açıklamıştı ancak, bu boşunaydı. Üstün’ün takipçileri her zaman, tüm bu tesadüfü olaylara dair kendi yorumlarını getirmede kararlılık göstermişlerdi. Bu günden itibaren onlar, Üstün’ün doğa olayları üzerinde mutlak bir güce sahip olduğu konusunda ısrarcı olmuşlardı. Petrus hiçbir zaman, nasıl “rüzgârların ve dalgaların bile kendisine itaat ettiğini” anlatmadan yorgun düşmemişi.
151:5.7 (1695.3) İsa ve onun birliktelikleri kıyıya ulaştıkları zaman akşamın geç vaktiydi; ve, sakin ve güzel bir gece olduğu için, onların hepsi, daha, bir sonraki günün gün doğumundan biraz daha sonrasına kadar kıyıya çıkmamış bir biçimde teknelerinde dinlenmişti. Onların hepsi bir araya geldiğinde, hepsi yaklaşık olarak kırk kişiydi, İsa şunu söylemişti: “Ta oralardaki tepelere çıkalım ve birkaç gün Yaratıcı’nın krallığına ait sorunlar üzerinde düşünmek için vakit geçirelim.”
151:6.1 (1695.4) Her ne kadar göğün yakınındaki batı sahilinin çoğu ötedeki tepelere kademeli bir biçimde uzanmış olsa da, bu noktada yamaç, bazı yerlerde sahil göle birden inen bir biçimde, dik bir halde bulunmaktaydı. Yakındaki tepenin kenarına doğru elini yukarı kaldıran bir biçimde İsa: “Haydi, kahvaltı için ve sığınaklarda dinlenmek ve konuşmak için şu tepeye çıkalım.”
151:6.2 (1695.5) Bu tepenin tamamı, kayalardan oyulmuş olan büyük mağaralar ile kaplıydı. Bu oyukların çoğu ilkçağdan kalma kaya oluşumlarıydı. Tepeye olan yolun yaklaşık olarak yarısında, küçük ve göreceli düzlük bir noktada, Kerasa adlı küçük bir kasabanın mezarlığını bulunmaktaydı. İsa ve onun birliktelikleri bu mezarlık yerleşkesinin yakınından geçerlerken, bu tepe mağaralarında yaşamış olan bir deli kendilerine koştu. Bu aklından sorunlu olan kişi, bir seferinde bu büyük mağaraların bir tanesinde iplere ve zincirlere bağlanmış olarak, bu yörelerde oldukça iyi bilinmekteydi. O uzunca bir süreden beri zincirlerini kırmış halde bulunup, mezarlar arasında ve terk edilmiş mağara bölgelerinde istediği gibi dolaşmaktaydı.
151:6.3 (1696.1) İsmi Amos olan bu kişi, deliliğin süreçsel olan bir türünden muzdaripti. Orada dikkate değer sayıda, biraz kıyafet bulup, akranları arasında iyice davrandığı yaşanmışlar bulunmaktaydı. Aklının başında olduğu bu aralıklardan bir tanesinde o, İsa ve havarilerin duyurularını duymuş olduğu Bethsayda’ya uğramıştı ve, bu zaman zarfında kendisi, krallığın müjdesinin bir yarı-inananı haline gelmişti. Ancak, yakın bir süre içinde onun sorunlarının fırtınalı bir süreci ortaya çıkmış ve, sesli bir biçimde ağlar halde, inlediği ve kendisi ile rastgele karşılaşmış olanları dehşet içinde bırakır biçimde davranmış olduğu mezarlara kaçmıştı.
151:6.4 (1696.2) Amos İsa’yı tanıdığında, ayaklarına kapanıp şunu haykırmıştı: “Ben seni biliyorum, İsa, ancak ben birçok kötü ruhaniyetin egemenliği altındayım, ve ben senden bana acı çektirmemen için yalvarıyorum.” Bu kişi içten bir biçimde; dönemsel gerçekleşen zihinsel hastalığının, zaman zaman, kötü veya temiz olmayan ruhaniyetlerin içine girmesi ve aklı ve bedeni üzerinde üstünlük kurması gerçekliği sebebiyle gerçekleşmekte olduğuna inanmaktaydı. Onun sorunları büyük ölçüde duygusaldı — onun beyni çok büyük ölçüde hastalıklı halde değildi.
151:6.5 (1696.3) İsa, ayağında oturmuş bir hayvan gibi çömelmiş bu kişiye bakan bir biçimde, eğildi ve, onun elini tutar halde, kendisini ayağa kaldırdı ve şunu söyledi: “Amos, sen bir kötü ruhaniyetin egemenliği altında değilsin; sen hâlihazırda, Tanrı’nın bir evladı olduğunun güzel haberlerini duydun. Ben senden, şimdi içinde bulunduğun bu süreçten kurtulmanı emrediyorum.” Ve, Amos İsa’nın bu sözlerini duyduğunda, usunda, doğrudan bir biçimde doğru aklına ve duygularının olağan denetimine geri dönen türden bir dönüşüm ortaya çıkmıştı. Bu zaman zarfında, yakın kasabadan dikkate değer bir topluluk bir araya gelmişti; ve, bu insanlar deliyi, sayıları onların tepelerindeki domuz sürü güderleri tarafından artmış halde, doğru aklına sahip halde ve hiçbir kısıtlama olmadan onlarla konuşmakta olan halde, İsa ve onun takipçileri ile oturduğunu görünce hayretler içinde kalmışlardı.
151:6.6 (1696.4) Domuz güderleri, delinin terbiye edilişine dair haberleri yaymak için kasabaya koşarlarken, köpekler, yaklaşık olarak otuz domuzdan meydana gelen küçük ve sahipsiz bir sürünün başına verilmiş olup, bu köpekler onların büyük bir kısmını denize inen bir yamaca kaçırmıştı. Ve, İsa’nın mevcudiyeti ve delinin varsayılmış bulunan mucizevî iyileştirilişi ile iniltili biçimde ortaya çıkmış, bu tesadüfî olay; İsa’nın Amos’u, ondan kötü ruhaniyetlerden oluşan bir taburu çıkarışı ve bu ecinnilerin de domuzların sürüsüne girip, böylece onların doğrudan bir biçimde denize doğru yıkımlarına koşmasına neden olduğu efsanesinin kökenini oluşturmuştu. Gün sona ermeden önce, bu olay domuz güderleri tarafından etrafa yayılmış olup, tüm kasaba ona inanmıştı. Amos kesinlikle bu hikâyeye inanmıştı o, sıkıntılı olan aklının sakinleşmesinden kısa bir süre sonra domuzların tepenin yamacından düşüşlerini görmüştü; ve, o her zaman, domuzların, kendisine uzunca bir süredir acı çektiren ve kendisini hasta eden tam da bu kötü ruhaniyetleri içlerinde taşımakta olduğuna inanmıştı. Ve, bu onun için, iyileşmesinin kalıcı olduğuna işaret eden bir şeydi. Domuzlar olayının Amos’un iyileşmesi ile doğrudan bir biçimde ilişkili bulunduğuna İsa’nın havarilerinin tümünün (Tomas dışında) inanmış olduğu eşit düzeyde gerçeklik taşımaktadır.
151:6.7 (1696.5) İsa, aramış olduğu şeylerin geri kalanını elde edememişti. Günün büyük bir kısmında İsa, Amos’un iyileştirilmiş oluşuna dair söze karşılık olan gelmiş ve deliden çıkmış olan ecinnilerin domuzlara girmiş olduğunu söyleyen hikâyenin çekmiş olduğu kalabalıklar tarafından çevrelenmişti. Ve, böylece, yalnızca bir gecelik dinlenmeden sonra, erken Salı sabahı, İsa ve arkadaşları, güçlü bir biçimde aralarından ayrılmalarını talep eden domuz-yetiştirici Musevi-olmayanlardan meydana gelen bir heyet tarafından uyandırılmışlardı. Onların sözcüleri Petrus ve Andreas’a: “Celile’nin balıkçıları, aramızdan ayrılın ve tanrı-elçinizi de beraberinizde götürün. Biz onun kutsal bir insan olduğunu biliyoruz; ancak, ülkemizin tanrıları onu bilmemekte olup, bizler birçok domuzu yitirme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Sizlerin korkusu üzerimize çökmüş durumda, bu yüzden buradan ayrılmanızı rica ediyoruz.” Ve, İsa onları duyduğunda, Andreas’a: “Haydi mekânımıza geri dönelim.”
151:6.8 (1697.1) Onlar tam ayrılacakken, Amos İsa’dan, kendisinin onlarla birlikte geri dönmesine izin vermesi için yalvarmıştı ancak, Üstün buna rıza göstermeyecekti. İsa Amos’a şunu söylemişti: “Tanrı’nın bir evladı olduğunu unutma. İnsanlarına geri dön ve onlara Tanrı’nın senin için ne kadar da büyük şeyler yapmış olduğunu göster.” Ve, Amos etrafa gidip; İsa’nın kendi sıkıntı içindeki ruhundan ecinnilerden oluşan bir taburu çıkardığını, ve bu kötü ruhaniyetlerin, onları hızlı bir biçimde ölümlerine iten halde, bir domuz sürüsüne girdiğini yaydı. Ve, o, İsa’nın kendisi için ne kadar da büyük şeyler yapmış olduğunu duyuran bir biçimde, Dekapolis’in tüm şehirlerine gidene kadar durmamıştı.
Urantia’nın Kitabı
152. Makale
152:0.1 (1698.1) KERESA delisi olan, Amos’un iyileştirilmesine dair hikâye Bethsayda ve Kapernaum’a çoktan o kadar ulaşmıştı ki, büyük bir kalabalık Salı günü öğleden önce teknesi vardığında İsa için beklemekteydi. Kalabalık arasında, Üstün’ün yakalanması ve yargılanması için neden bulmak amacıyla Kapernaum’a inmiş Kudüs Sanhedrin heyetinden olan yeni gözlemciler bulunmaktaydı. İsa kendisini karşılamak için bir araya gelmiş olanla ile konuşurken, sinagog yöneticilerinden bir tanesi olan, Yairus, kalabalık içinden geçip, ayağına kapanan bir biçimde, İsa’nın elinden tutarak kendisiyle birlikte gelmesi için yalvarmıştı o İsa’ya: “Üstünümüz, bir tek çocuğum olan, benim küçük kızım, ölüm döşeğinde evimde yatar haldedir. Sen gelmen ve onu iyileştirmen için yalvarıyorum.” İsa bu babanın talebini duyduğunda, “Seninle birlikte geleceğim” dedi.
152:0.2 (1698.2) İsa Yairus ile birlikte giderken, babanın ricasını duymuş olan büyük bir kalabalık ne olacağını görmek için onları takip etmişti. Yöneticinin evine ulaşmalarından kısa bir süre önce, küçük bir sokaktan hızlıca ilerlerken ve kalabalık onu sıkıştırırken, İsa, haykıran bir biçimde, bir anda durup, “Biri bana dokundu” dedi. Ve, kendisinin yakınında bulunan kişiler kendilerinin ona dokunduğunu reddederken, Petrus söz aldı: “Üstünümüz, bizleri ezme tehlikesi içinde, kalabalığın seni zorlamakta olduğu görüyorsun ve yine de ‘biri bana dokundu’ diyorsun. Ne demek istiyorsun?” Bunun sonrasında, İsa: “Ben bana kimin dokunduğunu sordum, zira yaşayan enerjinin benden çıktığını hissettim.” İsa ona doğru bakarken, gözleri, ilerlemekte olan, yakındaki bir kadına ilişmiş olup, bu kadın dizleri üzerine eğilip şunu söylemişti: “Senelerdir bana işkence eden bir kanamadan sıkıntı çekmekteyim. Birçok doktordan birçok eziyet çektim; sahip olduğum her şeyi harcadım ama hiçbir şey beni iyileştirmedi. Daha sonra seni duydum, ve düşündüm ki elbisesinin bir kenarına dokunsam kesinlikle iyileşirim. Ve, kalabalık ilerlerken yolumu yardım ve yakınında durana kadar ilerledim; Üstünümüz, elbisenin ucuna dokundum, ve iyileştirildim; biliyorum ki sıkıntımdan iyileştim.”
152:0.3 (1698.3) İsa bunu duyduğunda, kadının elinden tutu ve, onu ayağa kaldıran bir biçimde, şunu söyledi: “Kızım, inancın seni bütün yaptı sağlıcakla kal.” Dokunuşu değil inancı onu iyileştirmişti. Ve, bu yaşanmışlık, İsa’nın yeryüzü sürecinde yaşanmış olan mucizevî görünür, ancak bunun böyle olması için hiçbir iradede bulunmadığı iyileştirmelerin birçoğu için iyi bir örneği oluşturmaktaydı. Zamanın ilerleyişi, bu kadının gerçekten de ciddi sıkıntısından iyileşmiş olduğunu göstermişti. Onun inancı, Üstün’ün benliği içindeki yaratıcı nitelikte bulunan güce doğrudan temasta bulunmuş bir türdendi. Sahip olduğu inanç ile birlikte, tek gerekli olan şey Üstün’ün kişiliğine yaklaşmaktı. Elbisesine dokunması hiç de gerekli değildi; o sadece bu kişinin inancının hurafesel kısmıydı. İsa, Kaysera-Filipli Veronika olan bu kadını, aklında muhtemel bir biçimde var olabilecek veya iyileşmesine şahit olanların aklında varlığını sürdürecek iki hatayı düzeltmek için huzuruna çağırmıştı. İsa Veronika’nın, korktuğu için iyileşmesini çalarak elde etme fikrinin onaylandığı veya iyileşmesi ile onun kıyafetine dokunmasının ilişkilendirilmesine dair hurafesinin aslının bulunduğu düşüncesine sahip olarak aralarından ayrılmasını istemiyordu. O herkesin, saf ve yaşayan inancın iyileştirmeyi getirmiş olduğunu bilmesini arzulamıştı.
152:1.1 (1699.1) Yairus, tabii ki, evine ulaşmadaki bu gecikmeden dolayı oldukça sabırsız haldeydi; böylece onlar daha da hızlı bir biçimde evin yoluna tekrar koyulmuşlardı. Yöneticinin bahçesine daha varmadan, hizmetçilerinden biri, şunun söyleyen bir biçimde, evden kendilerine doğru gelmişti; “Üstün boşuna uğraşma; kızın öldü.” Ancak, İsa hizmetçinin kelimelerini duymamış görünümdeydi; zira, Petrus, Yakub ve Yahya’yı yanına alan bir biçimde, keder içindeki babaya dönüp şunu söyledi: “Korkma, yalnızca inan.” İsa eve girdiğinde, hâlihazırda, hiç de hoş olmayan bir gürültüde bulunmaktaki, yas tutanlar ile birlikte flüt çalgıcılarını bulmuştu; çoktan akrabalar ağlama ve feryatlarda bulunma içine girmişlerdi. Ve, İsa yas tutanların hepsini odadan dışarı doğru çıkardığında, içeriye baba, anne ve üç havari ile girmişti. O, yas tutanlara genç kızın ölü olmadığını söylemişti; ancak, onlar, alaya kaçan bir biçimde kendisine gülmüşlerdi. İsa bu aşamada, şunu söyleyen bir biçimde, kadına dönmüştü: “Senin kızın ölü değil; yalnızca uyuyor.” Ve, ev sakinleştiğinde, İsa, çocuğun yatmakta olduğu yere çıkan bir biçimde, onun elinden tutup şöyle söyledi: “Kızım, sana söylüyorum, uyan ve ayağa kalk!” Ve, kız bu kelimeleri duyduğunda, doğrudan bir biçimde ayağa kalkıp, evin içinde dolaşmaya başladı. Ve, yakın bir süre içinde, kız şaşkınlığını attığında, İsa onlara kıza yemesi için bir şeyler vermelerini söyledi, zira kız uzunca bir süredir yiyecek yememişti.”
152:1.2 (1699.2) Kapernaum’da İsa’ya karşı fazlasıyla rahatsızlık duyulduğu için, o aileyi bir araya toplayıp, kız çocuğunun uzun bir ateşten sonra gelen bir koma durumunda bulunmuş olduğunu, onun yalnızca kendisini uyandırdığını, onu ölü halden diriltmediğini söylemişti. Tüm bunları o benzer bir biçimde havarilerine açıklamıştı ancak, bu nafileydi; onların tümü, İsa’nın küçük kızı ölümden uyandırmış olduğuna inanmıştı. İsa bu mucize götüren şeylerin açıklanışında neyi söylemişse, akranları üzerinde oldukça az etkide bulunmuştu. Onlar mucize-aklında olup, bir diğer harikayı İsa’ya atfetme imkânını kaçırmamışlardı. İsa ve havariler, kendisi özel bir biçimde bunların hiçbirini hiçbir kişiye söylememelerini istedikten sonra Bethsayda’ya geri dönmüşlerdi.
152:1.3 (1699.3) Yairus’un evinden çıktıklarında, sağır bir çocuğun rehberliğindeki gözleri görmeyen iki adam İsa’yı takip etmiş ve iyileşme için yalvarmışlardı. Bu zaman zarfında İsa’nın bir iyileştirici olarak ünü zirve noktasındaydı. Gittiği her yerde hasta ve sıkıntı içindekiler kendisini beklemekteydi. Üstün bu aşamada fazlasıyla yorgun haldeydi; ve, onun arkadaşlarının tümü, tamamiyle çökeceği noktaya kadar öğretimine ve iyileştirmesine devam edeceğinden endişe eder konuma gelmekteydi.
152:1.4 (1699.4) İsa’nın havarileri, bırakınız olağan insanları, bu Tanrı-insanının doğasını ve niteliklerini anlayamamışlardı. Ne de daha sonra gelmiş olan herhangi bir nesil, yeryüzü üzerinde Nasıralı İsa’nın kişiliğinde neyin gerçekleşmiş olduğunu değerlendirmeye yetkin halde bulunmuştur. Ve, orada hiçbir zaman, ne bilim ne de din için bu çok dikkate değer olayları test edecek bir imkân tek bir nedenden dolayı ortaya çıkamaz; bu türden olağanüstü bir durum ne bu dünyada ne de Nebadon’un herhangi bir dünyasında bir daha gerçekleşemez. Bir kez daha, bu evrenin tamamı içinde başka hiçbir dünyada, fani bedenin sureti içinde bir varlık, zamanın ve birçok diğer maddi sınırlılıkların ötesinde bulunan ruhsal bahşedilmişliklerle beraber yaratıcı enerjinin tüm bu niteliklerini aynı anda barındırır bir biçimde, ortaya çıkmayacaktır.
152:1.5 (1700.1) Yeryüzü üzerinde İsa’dan önce ve ondan beri, fani erkek ve kadınların güçlü ve yaşayan inancıyla gelen sonuçlara bu kadar doğrudan ve bu kadar kesin bir biçimde sahip olmak mümkün bulunmamıştır. Bu olgular bütününü tekrar etmemiz için, Yaratan olan Mikâil’in doğrudan mevcudiyetine gitmek ve onu — İnsan Evladı — olarak bu günler içinde bulmamız gerekir. Benzer biçimde, bugün, onun yokluğu bu türden maddi dışavurumları engellemekte olsa da, sizler, ruhsal gücün olası dışavurumu üzerine herhangi bir sınırlama getirmekten kaçınmalısınız. Her ne kadar Üstün bir maddi varlık olarak burada mevcut bulunmasa da, o, insanların kalplerinde bir ruhsal etki olarak hazır bulunmaktadır. Dünyadan ayrılarak İsa, kendi ruhaniyetinin tüm insanlığın kalplerinde ikamet eden Babasınınki ile beraber yaşamasını mümkün kılmıştır.
152:2.1 (1700.2) İsa gündüz insanlara olan öğretimine devam ederken, gece havarilere ve öğreti-yayıcılarına eğitimde bulunmuştu. Cuma günü o, Hamursuz için Kudüs’e çıkmaya hazırlanmalarından önce takipçilerin tümünün birkaç günlüğüne evlerine ve arkadaşlarına gitmesi için bir haftalık izin dönemini duyurmuştu. Ancak, takipçilerinin yarıdan fazlası ondan ayrılmayı reddetmişti; ve, kalabalığın büyüklüğü her gün o kadar artmaktaydı ki, Davud Zübeyde yeni bir kampı kurmayı arzulamış ancak İsa buna rıza göstermemişti. Üstün Şabat’da o kadar az dinlenmişti ki, Pazar sabahı, Mart’ın 27’si, insanlardan ayrılmayı amaçlamıştı. Öğreti-yayıcılarının bazıları kalabalıkla konuşmak için geride bırakılmışken, İsa ve on ikili, Bethsayda-Yulias’ın güneyindeki güzel bir parkta fazlasıyla ihtiyaç duydukları istirahatı elde etmeyi amaçlamış oldukları, gölün karşı yakasına, fark edilmeden, kaçmayı tasarlamışlardı. Bu bölge, Kapernaum insanları için gözde bir ziyaret yerleşkesiydi; onların tümü, doğu kıyısındaki bu parklara aşinaydı.
152:2.2 (1700.3) Ancak, insanlar buna izin vermeyecekti. Onlar, İsa’nın teknesinin aldığı yönü görmüş olup, elverişli olan her aracı kiralayan bir biçimde takibe başlamışlardı. Tekneleri elde edemeyenler, gölün yukarı çevresine etrafında yürüyerek yola çıkmışlardı.
152:2.3 (1700.4) Geç öğleden sonrası, binden fazla kişi Üstün’ü parklardan bir tanesinde bulmuştu; ve, o, Petrus’dan önce, kendilerine kısa bir konuşmada bulunmuştu. Bu insanlardan çoğu yanlarında yiyecekle gelmişti; ve, akşam yemeğini yedikten sonra onlar küçük topluluklar halinde bir araya gelirken, İsa’nın havarileri ve takipçileri kendilerine öğretimde bulunmuştu.
152:2.4 (1700.5) Pazartesi öğleden sonrası, kalabalığın büyüklüğü üç bini aşmıştı. Ve, insanlar hala — gecenin geç saatlerine kadar — kendileri ile birlikte her türden hastayı yanlarında getiren bir biçimde, buraya doluşmaya devam etmekteydi. İlgili kişilerin yüzlercesi, Hamursuz’a olan yolları üzerinde İsa’yı görmek ve duymak için Kapernaum’da durma tasarımlarında bulunmuştu; ve, onlar yalın bir biçimde, hayal kırıklığına uğramayı reddetmekteydi. Çarşamba öğlesi yaklaşık olarak beş bin erkek, kadın ve çocuk Bethsayda-Yulias’ın güneyinde kalan bu parkta bir araya gelmişti. Hava, bu yöredeki yağmur döneminin sonuna yaklaşır halde, güzeldi.
152:2.5 (1700.6) Filip İsa ve on ikili için, getir götür işleri için sorumluluk vermiş oldukları oğlan çocuğu olan Markus’un gözetimi altında bulunan, üç günlük yiyecek erzakı sağlamıştı. Üçüncü günde, bu öğleden sonrası, bu kalabalığın neredeyse yarısı için beraberlerinde getirmiş oldukları erzak tükenmişti. Davud Zübeyde burada, kalabalıkları beslemek ve onları konaklatmak için hiçbir çadır şehrine sahip değildi. Ne de Filip, bu türden bir kalabalık için yiyecek düzenlemesinde bulunmuştu. Ancak, insanlar, her ne kadar aç olsalar da, burayı terk etmeyeceklerdi. Çevrede; İsa’nın, hem Hirodes hem de Kudüs önderleri ile sorun yaşamaktan kaçınmayı arzular bir biçimde, kral olarak taşlandırılmak için tüm düşmanlarının yönetim alanının dışında bu sessiz yeri seçmiş bulunduğu sessizce kulaktan kulağa taşındırılmaktaydı. İnsanların coşkusu her saat artmaktaydı. İsa’ya tek bir söz bile söylenmemişti; buna rağmen, tabii ki, İsa, olup biten her şeyi bilmekteydi. On iki havari bile, özellikle daha genç olan öğreti-yayıcıları, hala bu türden fikirleri bir biçimde beslemekteydi. İsa’yı kral olarak duyurmanın bu girişimine sıcak bakmış havariler Petrus, Yahya, Şimon Zelotes ve Yudas İskaryot’idi. Bu tasarıya karşı durmuş olanlar Andreas, Yakub, Nathanyel ve Tomas’idi. Matta, Filip ve Alpheus ikizleri hiçbir tarafa bağlanmamış haldeydi. İsa’yı kral yapmaya ait bu gizli tasarımın başını çeken kişi, genç öğreti-yayıcılarının bir tanesi olan Yoab’idi.
152:2.6 (1701.1) İsa Yakub Alpheus’dan Andreas ve Filip’i çağırmasını istediğinde, Çarşamba öğleden sonrası yaklaşık olarak saat beşteki arka plandı. İsa şunu söylemişti: “Bu kalabalıkla ne yapacağız? Onlar üç gündür bizlerle beraber, ve birçokları aç. Onların yiyeceği yok.” Filip ve Andreas birbirlerine bakmışlardı, ve bunun sonrasında Filip: “Üstünümüz, sen bu insanları, çevredeki köylere gidebilmeleri ve kendilerine yiyecek alabilmeleri için buradan göndermelisin.” Ve, Andreas, gizli krallık planının gerçekleşmesinden korkan bir biçimde, şunu söyleyerek hızlıca Filip’e katılmıştı: “Evet, Üstünümüz, ben, kendi yollarına ayrılmaları ve yiyecek almaları için bu kalabalığı dağıtmanın en iyi olduğunu düşünüyorum, hem bu arada nihayet bir süreliğine dinlenebilirsin de.” Bu zaman zarfında, on ikiden diğerleri de bu konuşmaya katılmıştı. Bunun sonrasında, İsa şunu söyledi: “Ancak ben onları aç olarak göndermek istemiyorum; onları besleyemez misiniz?” Bu Filip için haddinden fazla bir şey olup, o bunu doğrudan bir biçimde ifade etmişti: “Üstünümüz, bu şehir dışındaki yerde bu kadar kalabalık için nereden ekmek alalım? İyi yüz denarilik ekmek öğlen yemeği için yetmeyecektir bile.”
152:2.7 (1701.2) Havariler kendilerini ifade etmek için bir imkânı yakalamadan önce, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, Andreas ve Filip’e dönüp: “Ben bu insanları göndermek istemiyorum. Onlar burada çobansız koyun gibiler. Ben onları beslemek istiyorum. Yanımızda ne yiyecek var?” Filip Matta ve Yudas ile konuşurken, Andreas, getirmiş oldukları erzaklarında ne kadar yiyeceğin kalmış olduğundan emin olması için Markus’u aramaya koyulmuştu. O, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya geri dönüp: “Ufaklık, beş arpa ekmeğinin ve iki kurutulmuş balığın kaldığını söylüyor” — ve Petrus aniden: “Bizlerin daha bu akşama yiyeceği yemek yok.”
152:2.8 (1701.3) Bir dakikalığına İsa sessice orda durmuştu. Gözleri dalmış bir şeyleri düşünmekteydi. Havariler hiçbir şey söylemedi. İsa aniden Andreas’a dönüp, şunu söylemişti: “Bana ekmekleri ve balıkları getir.” Ve, Andreas sepeti İsa’ya getirince, Üstün: “İnsanlara yüz kişilik topluluklar halinde çimenlere oturmalarını ve her bir topluluk için bir önder belirlemelerini söyle, bu arada da sen öğreti-yayıcılarını buraya yanımıza getir.”
152:2.9 (1701.4) İsa ekmekleri eline almıştı ve, teşekkürlerini sunduktan sonra, ekmeği, birlikteliklerine ve onların da kalabalıklara götürdükleri biçimde, havarilere vermişti. İsa benzer bir biçimde balıkları bölüp, dağıtmıştı. Ve, bu kalabalık bunları yiyip doymuştu. Ve, onlar yemeklerini bitirdiğinde, İsa takipçilerine: “Düşen parçaları toplayın, böylece hiçbir şey boşa gitmesin.” Ve, onlar kırıntıları bir araya getirmeyi tamamladıktan sonra, onlar on iki sepet dolusu yiyeceğe sahipti. Bu olağanüstü ziyafeti çekmiş olanlar beş bin erkek, kadın ve çocuktan oluşmaktaydı.
152:2.10 (1702.1) Ve, bu, İsa’nın önceden tasarlamış olduğu bilinçli niyetinin bir sonucunda gerçekleşmiş olan ilk ve tek doğa mucizesiydi. Onun takipçilerinin aslında öyle olmayan birçok şeyi mucize olarak adlandırma eğiliminde bulunduğu doğrudur; ancak, bu gerçek doğa-ötesi bir dışavurumdu. Bizlere öğretildiği kadarıyla, bu durumda Mikâil, zaman etkeninin ve görünür yaşam kanalının saf dışı bırakılışı dışında onun her zaman yapmış bulunduğu gibi, yiyecek elementlerini çoğaltmıştı.
152:3.1 (1702.2) Doğa-ötesi enerji ile beş bin kişinin beslenmesi, insani acımayla yaratıcı güç bir araya geldiğinde neyin ortaya çıkabilecek olduğu vakalarından bir tanesiydi. Bu aşamada kalabalık tamamiyle doymuş haldeydi; ve, İsa’nın ünü bu devasa harika ile tam da bu vakit ve oracıkta artmış olduğu için, Üstün’ü yakalamak ve onu kral olarak duyurmak hiçbir kişisel emri gerektirmemişti. Bu düşünce kalabalık boyunca bir bulaşıcı hastalık gibi yayılan görünüm almıştı. Kalabalığın, fiziksel olarak ihtiyaç duydukları şeylerin bu ani ve görkemli bir biçimde tedarik edilişine olan tepkisi çok büyük ve baş döndürücüydü. Uzun bir süre boyunca İsa’nın, Davud’un oğlu olarak Mesih olduğu düşünülmüştü; geldiğinde ise o, toprakları süt ve balla sele boğacak, yaşamın ekmeği üzerlerine, tıpkı gökten mannanın ıssız doğada atalarına düşmüş olarak varsayıldığı gibi, kendilerine bahşedilecekti. Ve, bu beklentinin tümü şimdi tam da onların gözü önünde yerine getirilmemiş miydi? Bu aç, besinsiz kalmış kalabalık karınlarını mucize-yiyeceği ile tıka basa doyurduğunda, orada yalnızca tek bir ortak tepki bulunmaktaydı: “Burada işte bizim kralımız.” İsrail’in mucizeleri gerçekleştiren kurtarıcısı gelmişti. Bu basit akıldaki insanların gözünde, besleme gücü yönetme hakkını taşımaktaydı. Bu nedenle, ziyafetini bitirdiği zaman kalabalığın, birinin ayağa kalkıp “Onu kral yapın!” şeklinde bağırmasıyla birlikte ayaklanışına şaşırmamak gerekir.
152:3.2 (1702.3) Bu kudretli ses, İsa’nın yönetme hakkını resmi bir biçimde ifade edişini görme ümidini hala içlerinde beslemiş olan Petrus ve diğer havarileri heyecanlandırmıştı. Ancak, bu boş ümitler uzunca bir süre yaşamayacaktı. Kalabalığın bu kudretli bağırışı, İsa’nın çok büyük bir kayaya adımını atıp, kalabalığa onların ilgilerini emretmek için sağ elini kaldıran bir biçimde, şunu söylediğinde, daha yeni yankısını tamamlamıştı: “Benim çocuklarım, iyi niyet içerisindesiniz; ancak, sizler, dar görüşte ve maddi akıl içindesiniz.” Orada kısa bir duraklama yaşanmıştı bu sağlam Celileli orada, doğudaki alacakaranlığın bırakmış olduğu büyüleyici bir parıltı içinde durmaktaydı. Bu nefesini tutmuş kalabalığa olan şu konuşmasına devam ettiğinde her santimiyle bir kral gibi durmaktaydı: “Sizler beni kral yapmak istiyorsunuz; bunu, ruhlarınız büyük bir gerçeklikle aydınlandığı için değil, mideleriniz ekmekle doyduğu için istiyorsunuz. Sizlere benim krallığımın bu dünyanın bir parçası olmadığını kaç defa söyledim? Duyurmakta olduğum cennetin bu krallığı ruhsal bir kardeşliktir, ve hiçbir insan maddi bir tahtın üzerine oturur bir biçimde onu yönetmemektedir. Cennet içindeki Babam, yeryüzü üzerinde Tanrı’nın evlatlarına ait bu ruhsal kardeşliğin üzerindeki tüm bilgeliğe sahip ve her-şeye-gücü-yeten Yönetici’dir. Ruhaniyetlerin Babasını sizler için açığa çıkarmada ne kadar başarısız oldum da sizler beni, beden içinde onun Evladını bir kral yaptınız! Şimdi hepiniz kendi yollarınıza ve evlerinize gidin. Eğer bir krala sahip olmak zorundaysanız, bırakınız ışıkların Babası, her birinizin kalbinde her şeyin ruhaniyet Yöneticisi olarak tahta otursun.”
152:3.3 (1702.4) İsa’nın bu sözleri, kalabalığı birden şaşkına çevirmiş olup, onların coşkusunu kırmıştı. Ona inanmış olan birçok kişi sırtlarını dönmüş ve onu takip etmeyi tamamen bırakmıştı. Havariler ne söyleyeceklerini bilmiyorlardı onlar, yiyecek fazlalarından meydana gelen on iki sepet etrafında sessizce durmaktaydı yalnızca getir götür çocukları olan Markus konuşmuştu: “ve o, bizlerin kralı olmayı reddetti.” İsa, tepelerde dolaşmaya gitmeden önce, Andreas’a dönüp şunu söylemişti: “Kardeşlerini Zübeyde’nin evine götürüp, onlarla birlikte dua et, özellikle kardeşin, Şimon Petrus için.”
152:4.1 (1703.1) Havariler, Üstünleri olmadan — kendi başlarına gönderilen bir biçimde — tekneye binip, sessizce gölün batı kıyısı üzerindeki Bethsayda’ya doğru kürek çekmeye başlamışlardı. On ikili içinde hiçbiri Şimon Petrus kadar hayal kırıklığına uğramış ve ümitsizliğe kapılmamıştı. Neredeyse tek bir söz bile söylenmemişti; onların tümü, tepelerde yalnız olan Üstün’ü düşünmekteydi. O kendilerini terk mi etmişti? O hiçbir zaman tümünü kendisinden uzaklaştırıp, onlarla birlikte gitmeyi reddetmemişti. Tüm bunların hepsi de ne anlama geliyordu?
152:4.2 (1703.2) Karanlık üzerlerinde çökmüştü; zira, orada ilerlemeyi neredeyse imkânsız kılan güçlü ve karşı taraftan esmekte olan bir rüzgâr doğmuştu. Karanlık ve güçlü kürek çekiş dönemi geçtiğinde, Petrus yorgun düştü ve dinlenmenin derin bir uygusuna daldı. Andreas ve Yakub onu, teknenin arkasındaki yumuşak hale getirilmiş oturakta yatırmışlardı. Diğer havariler rüzgâr ve dalgalara karşı koymaya çalışırken, Petrus bir rüya görmüştü; O İsa’nın, deniz üzerinde yürüyen bir biçimde kendilerine doğru yürümekte olduğunu gördü. Üstün tekne çevresinde yürür halde görünürken, Petrus, “Kurtar bizi, Üstün, kurtar bizi” şeklinde haykırdı. Ve, teknenin arka kısmında olanlar, Petrus’un bu sözlerden bazılarını söylerken duymuşlardı. Ve, gece vaktinde görülen bu hayal Petrus’un aklında devam ederken, rüyasında İsa’nın şunu söylediğini görmüştü: “Neşelen; benim; korkma.” Bu, Petrus’un rahatsız ruhu için Gilead’ın kokusu gibi gelmişti; o, kendisinin sıkıntı içindeki ruhunu öyle bir biçimde sakinleştirmişti ki, Üstün’e (rüyası içinde) şunu haykırmıştı: “Koruyucu, eğer gerçekten sensen, gelmemi ve seninle birlikte suda yürümemi iste.” Ve, Petrus su üzerinde yürümeye başlayınca, gürleyen ve güçlü dalgalar kendisini korkutmuş olup, tam batacakken “Koruyucu, kurtar beni!” biçiminde haykırmıştı. Ve, on ikilinin çoğu kendisinin bu haykırışta bulunmuş olduğunu duymuştu. Bunun sonrasında Petrus rüyasında İsa’nın kendisini kurtarmaya gelip, elini uzatan bir biçimde kendisinin elinden tutup, şunu söyleyerek, onu kaldırmıştı: “Sen, küçük inanca sahip olan, neden kuşku duydun?”
152:4.3 (1703.3) Rüyasının son kısmıyla iniltili olarak, Petrus üzerinde uyumakta olduğu oturaktan kalkmış, hâlihazırda, teknenin dışına yönelmiş ve suya adımını atmıştı. Ve, Andreas, Yakub ve Yahya aşağıya doğru uzanıp, onu denizden dışarı doğru çektiğinde, o rüyasından uyanmıştı.
152:4.4 (1703.4) Petrus için bu deneyim her zaman gerçek niteliğindeydi. O içten bir biçimde İsa’nın kendisine o gece gelmiş olduğuna inanmıştı. O yalnızca, Markus’un neden bu hikâyenin belirli kısmını anlatımının dışarı bırakmış olduğunu açıklar halde, Yahya Markus’u ikna edebilmişti. Bu tür hususlarda titiz araştırmalarda bulunmuş olan doktor, Luka, yaşanılmışın Petrus’un bir rüyası olduğuna karar verip, kendi anlatısının hazırlanışında bu hikâyeye yer vermeyi reddetmişti.
152:5.1 (1703.5) Günün ağarmasından önce, Perşembe sabahı, onlar, Zübeyde’nin evi yakınında kıyıda teknelerini demirleyip, öğle vaktine kadar uyumayı amaçladılar. Andreas ilk ayağa kalkan olup, deniz kenarında bir yürüyüş için çıkarken, suyun ucundaki bir taşın üstünde oturan bir biçimde, getir götür çocuklarının eşliğine İsa’yı bulmuştu. Her ne kadar, kalabalıkların ve genç öğreti-yayıcılarının çoğu tüm gece ve bir sonraki günün büyük bir kısmı boyunca İsa’yı doğu tepelerinde aramış olsalar da, gece vaktinden kısa bir süre sonra o ve Markus göl çevresinde yürümüş olup, ırmak karşısındaki Bethsayda’ya ulaşmıştı.
152:5.2 (1704.1) Mucizevî bir biçimde doyurulmuş ve, mideleri dolu ve kalpleri boş olduğunda, kendisi kral yapmak isteyen beş bin kişi içinde, yalnızca yaklaşık beş yüzü İsa’yı takip etmede kararlılık göstermişti. Ancak, bu kişilerin onun Bethsayda’ya geri dönmüş olduğu sözünü duymasından önce, İsa Andreas’dan, şunu söyleyen bir biçimde, on iki havariyi ve onların birlikteliklerini toplamasını istemişti: “Ben onlarla konuşmak istiyorum.” Ve, onların hepsi hazır halde bulunduğunda İsa:
152:5.3 (1704.2) “Size daha ne kadar tahammül etmeliyim? Hepiniz ruhsal kavrayışta yavaş ve yaşayan inançta eksik değil misiniz? Tüm bu aylar boyunca ben sizlere krallığın gerçeklerini öğrettim, ve siz yine de, ruhsal düşünceler yerine maddi güdülerin egemenliği altındasınız. Yazıtlarda da mı, güçlüce Musa’nın, şunu söyleyen bir biçimde, inanmayan İsrail çocuklarından talepte bulunuşunu okumadınız: ‘Korkmayın, sakin olun ve Koruyucu’nun günahları bağışlayışını görün?’ Şarkısını söyleyen: ‘İnancını Koruyucu’dan yana koy.’ ‘Sabırlı olun, Koruyucu’yu bekleyin ve metin olun. O sizin kalplerinizi güçlendirecektir.’ ‘Yükünüzü Tanrı’ya yükleyin, o sizi ayakta tutacaktır. Ona her zaman güvenin ve kalbinizi ona dökün, zira Tanrı sizlerin sığınağınızdır.’ ‘En yükseğin gizli yerinde ikamet eden kişi, Her Şeye Gücü Yeten’in gölgesi altında yaşayacaktır.’ ‘İnsan prenslerine güvenmektense Koruyucu’ya güvenmek daha iyidir.’
152:5.4 (1704.3) “Ve, şimdi hepiniz, mucizeleri yerine getirmenin ve maddi harikaları dışa vurmanın, ruhsal krallık için ruhları kazanmayacak olduğunu gördünüz mü? Bizler kalabalığı beslemekteyiz, ancak bu ne onları yaşamın ekmeği için açlık duymaya ne de ruhsal doğruluğun sularına karşı susuzluk duymaya götürdü. Açlıkları tatmin olduğunda, cennetin krallığına olan girişin peşine düşmediler; yalnızca onun için emek vermek zorunda kalmadan ekmek yemeğe devam edebilecek için bu dünyanın kralları gibi İnsan Evladı krallığını duyurmayı amaçladılar. Ve, bunların hiçbirinin, birçoğunuz az veya çok katıldığı şeyler olarak, cennetsel Yaratıcı’yı açığa çıkarmakla veya yeryüzü üzerindeki onun krallığını ilerletmekle hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Bizlerin, aynı zamanda toplum yöneticilerini muhtemel bir biçimde kendimizden kaçıracak şeyleri yapmadan bile yerin dini önderleri arasında yeteri kadar düşmanımız yok mu? Dua ediyorum ki Baba, sizlere öğretmiş olduğum müjdeye bütüncül inanca sahip olabilmeniz amacıyla görebilmeniz için gözlerinizi kutsasın ve duyabilmeniz için kulaklarınızı açsın.”
152:5.5 (1704.4) İsa bunun sonrasında, Hamursuz için Kudüs’e çıkmak amacıyla hazırlanmalarından önce havarileri ile birlikte birkaç günlük istirahata çekilmek arzusunda olduğunu duyurdu; ve, o, takipçilerden veya kalabalıktan herhangi birinin kendisini takip etmesini yasakladı. Bunun uyarınca onlar tekne ile, dinlenme ve uyumayla geçecek iki veya üç günlük bir süreç için Gennesaret bölgesine gitti. İsa, yeryüzü üzerindeki yaşamının büyük bir krizi için hazırlanmaktaydı ve, o bu nedenle vaktinin büyük bir kısmını cennet içindeki Yaratıcı ile bir bütün olarak harcamıştı.
152:5.6 (1704.5) Beş bin kişiyi doyurma ve İsa’yı kral yapma girişimi, geniş çaplı bir merak uyandırmış olup, tüm Celile ve Yudea boyunca hem dini önderler hem de toplum önderleri arasında korkuların açığa çıkmasına neden oldu. Her ne kadar bu büyük mucize maddi-akıldaki ve yarı-gönüllü inananların ruhlarında krallığın müjdesini derinleştirmekle hiçbir ilişkisi bulunmasa da, İsa’nın havarilerden ve yakın takipçilerden oluşan doğrudan ailesi içindeki mucize-arar ve kral-arzular eğilimleri su yüzüne çıkarma amacı taşımıştı. Bu oldukça etkileyici yaşanmışlık; eğitimden, hazırlanıştan ve iyileştirmeden meydana gelen öncül bir dönemi sona erdirmiş olup, böylece, kutsal evlatlık, ruhsal özgürlük ve ebedi kurtuluş biçiminde — krallığın yeni müjdesine ait daha yüksek ve daha ruhsal fazları duyurmadan meydana gelen bu son yılın başlamasına zemin hazırlamıştı.
152:6.1 (1705.1) Gennesaret bölgesinde varlıklı bir inananın evinde istirahat ederken, İsa on ikili ile her öğleden sonrası resmi olmayan görüşmelerde bulundu. Krallığın elçileri yanlış bir biçimde aldanmış olan insanların ciddi, aklı başında ve uyarılmış bir topluluğuydu. Ancak, tüm bunların hepsi gerçekleştikten sonra bile, ve daha sonraki olaylar ortaya çıkarken, on ikili henüz bütünüyle, içlerinde kendileri kendilerine beslemiş oldukları ve uzun zamandır sevgiyle tutmuş bulundukları Musevi Mesihi’nin gelişine dair fikirlerinden kurtulmamıştı. Önceki birkaç hafta içinde yaşanmış olan şeyler, bu hayretler içindeki balıkçıların yaşanmışlıkların bütüncül önemini kavramaları için haddinden fazla bir hızda ilerlemişti. Toplumsal davranışa, felsefi tutumlara ve dini yargılara dair temel ve köklü kavramsallaşmalarda büyük çaplı ve geniş ölçekli değişikleri gerçekleştirmek erkekler ve kadınlar için büyük zaman almaktadır.
152:6.2 (1705.2) İsa ve on ikili Gennesaret’de istirahat ederken kalabalıklar, bazıları evlerine giden, diğerleri ise Hamursuz için Kudüs’e çıkan bir biçimde, dağılmıştı. Bir aylık zaman zarfından daha az bir süre içinde, yalnızca Celile’de elli binden daha fazla olan İsa’nın coşkulu ve kendilerini açık bir biçimde ilan eden takipçileri, beş yüzden daha az bir sayıya düşmüştü. İsa havarilerine, krallığın emeklerinde kendilerini yalnız bırakmasından sonra geçici olan aşırı dini coşkunun bu türden dışavurumlarına güvenme cazibesine kapılmamaları için, herkes tarafından verilen desteğin kırılganlığı ile ilgili böyle bir deneyimi vermeyi arzulamıştı ancak, o bu çabasında yalnızca kısmi bir biçimde başarılı olmuştu.
152:6.3 (1705.3) Gennesaret’deki konukluklarının ikinci gecesinde Üstün havarilerine tekrar hasatçının simgesel hikâyesini anlatmış olup, şu kelimeleri eklemişti: “Görüyorsunuz, benim çocuklarım, insan duyguların ilgisine sahip olmak geçici olup, tamamiyle hayal kırıklığı yaratan bir şeydir; yalnızca insan usunun ilgisine sahip olmak benzer bir şekilde boş ve verimsizdir; yalnızca insan aklı içinde yaşayan ruhaniyete başvurarak, kalıcı başarıyı elde etmeyi ve ruhaniyetten inancın ışığına doğmayla — cennetin krallığı ile — kuşkunun karanlığından böylece kurtulmuş olan herkesin günlük yaşamlarında ruhaniyetin gerçek meyvelerini bolca toplayanlarda yakın bir süre içinde görüleceği gibi insan karakterinin bu muhteşem dönüşümlerini kazanmayı ümit edebilirsiniz.”
152:6.4 (1705.4) İsa, ussal ilgiyi yakalamanın ve ona odağına sahip olmanın yöntemi olarak duyguların ilgisini çekmeyi öğretmişti. O böylelikle aklın hareket geçtiğini ve, gerçek karakter dönüşümlerinin kalıcı sonuçlarını verebilmesi için gerçekliği tanımak ve müjdenin ruhsal çekime karşılık vermek zorunda bulunan insanın ruhsal doğasının içinde ikamet ettiği yer olan, ruha olan açılımı hızlandırdığını göstermişti.
152:6.5 (1705.5) İsa böylece, yalnızca birkaç gün uzakta bulunmakta olan kendisine olan kamu tutumundaki kriz olarak — yaklaşmaktaki şok için havarilerini hazırlamaya çalışmıştı. O on ikiliye, Kudüs’ün dini yöneticilerinin Hirodes Antipa ile planlar kurarak kendilerinin yok edilişini yerine getireceklerini açıklamıştı. On ikili daha bütüncül bir biçimde (her ne kadar kesin bir biçimde olmasa da) İsa’nın Davud’un tahtına oturmayacak oluşunu anlamaya başlamıştı. Onlar daha bütüncül bir biçimde, ruhsal gerçekliğin maddi harikalar tarafından ilerletilmeyeceğini görmüşlerdi. Onlar; beş bin kişiyi doyurmanın ve İsa’yı kral yapma halk hareketinin, insanların mucize-arar, harika-yaratır bekleyişinin zirve noktasını ve İsa’nın insanlar tarafından kabulünün en yüksek konumunu oluşturduğunu anlamaya başlamışlardı. Onlar, ruhsal ayıklamanın ve kaba düşmanlığın zamanlarının gelmekte olduğunu biraz biraz anlamış ve bunu azıcıkta da olsun öngörmüşlerdi. Bu on iki kişi, krallığın elçileri olarak görevlerinin gerçek doğasının farkındalığında doğru yavaşça uyanmaktaydı ve, onlar kendilerini, yeryüzü üzerindeki Üstün’ün hizmetine ait son yılın zorlayıcı ve sınayıcı mücadelelerine hazırlamaya başlamışlardı.
152:6.6 (1706.1) Gennesaret’den ayrılmadan önce, İsa onlara; yaratıcı gücün bu olağanüstü dışavurumuna tam olarak neden katılmış olduğunu anlatan ve, aynı zamanda da kendilerine, “Babası’nın iradesine uygun” olduğundan emin olana kadar kalabalıklara olan bu anlayışına bu şekilde izin vermemiş olduğunun altını çizen bir biçimde, beş bin kişiyi mucizevî bir şekilde doyurulmasıyla ilgili eğitimde bulunmuştu.
152:7.1 (1706.2) Nisan ayının 3’ü, Pazar günü, İsa, yalnızca on ikili tarafından eşlik edilen bir biçimde, Kudüs için Bethsayda’dan yola çıkmıştı. Kalabalıktan kaçınmak ve olabildiği kadar az ilgi çekmek için onlar, Geresa ve Philadelphia üzerinden seyahat etmişlerdi. İsa, bu ziyaret üzerinde onların herhangi bir kamu öğretisinde bulunmasını yasaklamıştı ne de o, Kudüs’de konaklarlarken öğretide veya duyuruda bulunmalarına izin vermişti. Onlar, Nisan’ın 6’sı, geç Çarşamba akşamı, Kudüs yakınındaki, Bethaniye’e varmışlardı. Bu tek geceliğine onlar Lazarus, Marta ve Meryem’in evinde durmuşlardı ancak, bir sonraki gün onlar ayrılmışlardı. Yahya ile birlikte İsa, Bethani’de Lazarus’un evi yakında, Şimon isimli bir inananın evinde kalmıştı. Yudas İşkariyot ve Şimon Zelotes Kudüs’de arkadaşlarına uğramış olup, havarilerin geride kalanları, ikişerli topluluklar halinde, farklı evlerde konaklamışlardı.
152:7.2 (1706.3) İsa Kudüs’e yalnızca bu Hamursuz sürecinde girmişti; ve, bu, şölenin gerçekleşmiş olduğu büyük gündü. Kudüs inananlarından çoğu Abner tarafından Bethani’de İsa ile buluşmak için getirilmişti. Kudüs’deki bu konukluk boyunca on ikili, Üstünleri’ne olan hislerin ne kadar katılaşmakta olduğunu öğrenmişlerdi. Onlar Kudüs’den, bir krizin yaklaşmakta olduğunu hep beraber bilen bir biçimde ayrılmışlardı.
152:7.3 (1706.4) Nisan’ın 24’ü, Pazar günü, İsa ve havariler Bethsayda için Yopa, Kaysera ve Ptolemais sahil şehirleri üzerinden ayrılmışlardı. Buradan onlar, kara üzerinden Rama ve Çorazin’den geçerek, Nisan’ın 29’u, Cuma günü ulaşan bir biçimde, Bethsayda’ya gitmişlerdi. Eve ulaşır ulaşmaz İsa Andreas’ı, bir sonraki gün olan o haftanın Şabatı’nda, öğleden sonrası ayininde, konuşması yapması için sinagogun yöneticinden izin istemesi için göndermişti. Ve, İsa bunun, Kapernaum sinagogunda konuşmasına izin verilecek son sefer olduğunu oldukça iyi bilmekteydi.
Urantia’nın Kitabı
153. Makale
153:0.1 (1707.1) CUMA akşamı, Bethsayda’ya ulaştıkları gün, ve Şabat sabahı, havariler, İsa’nın ciddi bir biçimde dikkate değer bir sorun ile meşgul olduğunu fark ettiler; onlar, Üstün’ün önemli bir sorun üzerinde olağandışı bir biçimde düşünmekte olduğunun farkındaydılar. O kahvaltı etmemiş, öğle vakti de çok az yemek yemişti. Tüm Şabat sabahı ve ondan önceki akşam, on ikili ve onların birliktelikleri evde, bahçede, ve kıyı şeridi boyunca küçük topluluklar halinde bir araya gelmişti. Orada hepsinin üzerinde, belirsizliğin yaratmış olduğu bir gerilim ve endişenin sebep olduğu bir bilinmezlik durumu bulunmaktaydı.
153:0.2 (1707.2) Aylardır onlar Üstün’ü bu kadar meşgul ve iletişimden uzak görmemişlerdi. Şimon Petrus bile, umutsuzluğa düşmüş olmasa bile, endişeli halde bulunmaktaydı. Andreas, umutsuzluğa düşmüş olan birliktelikleri için ne yapacağını bilmez haldeydi. Nathanyel, kendilerinin “fırtına öncesi sessizliğin” tam ortasında bulunduklarını söylemişti. Tomas, “beklenmeyen bir şeyin yakın zamanda gerçekleşeceği” görüşünü ifade etmişti. Filip Davud Zübeyde’ye, “Üstün’ün ne düşünmekte olduğunu bilene kadar kalabalıkları doyurma ve onları ağırlama tasarılarını unut” tavsiyesinde bulunmuştu. Yakub ve Yahya, sinagogda gerçekleşecek olan vaaz üzerine konuş olup, bu vaazın olası içeriği ve kapsamı üzerinde fazlasıyla varsayımlarda bulunmuştu. Şimon Zelotes, “gökteki Baba’nın Evladı’nın haklı olduğunu göstermek ve onu desteklemek için beklenmeyen bir biçimde müdahalede bulunacak olduğu” inancını, gerçekte ümidini, ifade etmişti; bu gerçekleşirken, Yudas İşkariyot, muhtemel bir biçimde İsa’nın “beş bin kişinin kendisini Museviler’in kralı olarak duyurmasına izin verecek cesarete sahip olmayışı” pişmanlığı altında ezilmekte bulunduğu düşüncesinin cazibesine düşmeye cüret etmişti.
153:0.3 (1707.3) Kapernaum sinagogunda yeni bir çağ açan vaazını vermek için bu güzel Şabat öğleden sonrası İsa hareket ettiğinde, bu ilerleyişini cesareti kırılmış ve huzursuz halde bulunmakta olan bu türden bir topluluk içinden gerçekleştirmişti. Doğrudan takipçileri arasından tek neşeli karşılayış veya iyi dilek sözü, tehlikenin farkında bulunmayan Alpheus ikizlerinden birinden gelmişti; İsa sinagoga olan yola çıkışında evden ayrılırken, onu neşeli bir biçimde selamlamış ve şunu söylemişti: “Bizler, Baba’nın sana yardımcı olması, ve her zamankinden daha da büyük kalabalıklara sahip olmamız için dua ediyoruz.”
153:1.1 (1707.4) Yeni Kapernaum sinagogunda bu seçkin Şabat öğleden sonrası saat üçte, üst düzey bir ayin topluluğu İsa’yı karşılamıştı. Yairus ayine başkanlık etmek olup, İsa’ya okuması için yazıtları vermişti. Bir gün öncesinde elli üç Ferisi ve Saduki Kudüs’den gelmişti; otuzdan fazla sayıda komşu sinagogların önderleri ve yöneticileri de hâlihazır haldeydi. Bu Musevi önderleri doğrudan bir biçimde Kudüs’de bulunan Sanhedrin heyetinin emirleri altında hareket etmekteydi; ve, onlar, İsa ve onun takipçilerine doğrudan bir savaşı başlatmak için gelmiş bulunan köktenci koruyucuları oluşturmaktaydı. Bu Musevi önderlerinin yanı başında oturan bir biçimde, sinagogun onur koltuklarında, kardeşi Filip’in nüfuz alanı içinde kalabalıklar tarafından İsa’yı Museviler’in kralı olarak duyurmaya dair bir girişimin rahatsız edici bildirileri ile ilgili gerçeği tespit etmek amacıyla görevlendirilmiş bulunan Hirodes Antipa’nın resmi gözlemcileri bulunmaktaydı.
153:1.2 (1708.1) İsa, sayısı artan düşmanları tarafından sözü verilmiş ve açık bir savaşın her an gerçekleşecek olan duyurusuyla karşı karşıya olduğunu kavramıştı ve, o, buna cesur bir biçimde saldırı halinde bulunarak karşı koymayı tercih etmişti. Beş bin kişinin doyuruluşunda o, maddi nitelikteki Mesih’e dair onların düşüncelerine karşı gelmişti; şimdi ise o yine, Musevi kurtarıcısına dair onların kavramsallaşmalarına açık bir biçimde hücum etmeyi tercih etmişi. Beş bin kişinin doyurulması ile başlamış olan, ve bu Şabat öğleden sonrası vaaz ile sona ermiş bulunan, bu kriz, dışa dönük bir biçimde gerçekleşen yaygın ünün ve takdir dalgasının sonlanış anıydı. Bu andan itibaren, krallığın emekleri artan bir biçimde, insanlığın gerçekten dini olan kardeşliği için kalıcı nitelikteki ruhsal kazanılmış inananları elde etmenin daha önemli görevi ile ilgili hale gelecekti. Bu vaaz, tartışma niteliğindeki anlaşmazlık sürecinden, açık savaş ve nihai kabule veya nihai redde dair karara olan geçişteki krizi temsil etmektedir.
153:1.3 (1708.2) Üstün; takipçilerinin çoğunun akıllarını, yavaş ancak kesin bir biçimde kendisini reddetmek için hazırlamış bulunduklarını oldukça iyi bilmekteydi. O benzer bir biçimde takipçilerinin çoğunun, şüphelerinin üstesinden gelmeye ve krallığın müjdesine olan koşulsuz inançlarını cesurca ortaya sermeye kendilerini yetkin hale getirecek aklın hazırlanışı ve ruhun tembihi sürecinden yavaş ve kesince geçmekte olduğunu biliyordu. İsa insanların kendilerini, iyilik ve kötülüğün tekrar eden koşulları arasında yinelenen tercihin yavaş süreci sonucunda bir kriz kararlarına veya cesurca karar verilen anlık eylemler için hazırlamakta olduklarını anlamıştı. O kendisinin seçmiş olduğu ileticileri, hayal kırıklığım tekrarlanan provalarına tabi tutmuş ve onlara sıkça, ruhsal sınavları vermenin iyi ve kötü yolu arasında tercihte bulunmak için zorlayıcı imkânlarını sunmuştu. O, öncül ve alışkanlık haline gelmiş zihinsel tutumlar ve ruhsal tepkiler uyarınca hayati kararlarını veren bir biçimde, nihai sınavla karşılaştıklarında takipçilerine güvenebileceğini biliyordu.
153:1.4 (1708.3) İsa’nın yeryüzü yaşamındaki bu kriz, beş bin kişinin doyurulması ile başlamış olup, sinagogdaki bu vaazla sona ermişti; havarilerin yaşamlarındaki kriz, sinagogdaki bu vaazla başlamış olup, yalnızca Üstün’ün yargılanışı ve çarmıha gerilişi ile sonlanan bir biçimde, bir bütün yıl sürmüştü.
153:1.5 (1708.4) Onlar, İsa konuşmaya başlamadan önce bu öğleden sonrası sinagogda otururlarken, herkesin aklında tek bir büyük gizem, tek bir yüce soru bulunmaktaydı. Hem onun arkadaşları hem de düşmanları yalnızca tek bir düşünce üzerine kafa yormuş olup, bu ise: “Neden o, bu kadar bilinçli ve etkili bir biçimde yaygın coşku dalgasına sırtını çevirmişti?” Ve, kızgın karşıtlarının sahip oldukları kuşkuların ve hayal kırıklıklarının bilinçsiz karşıtlığa ve nihai olarak hâlihazır nefrete dönüşmesi bu vaazdan hemen önce ve onun hemen sonrasında gerçekleşmişti. Yudas İskarot’un onları terk etmeye dair bilinç dâhilindeki ilk düşüncesi sinagogdaki bu vaazdan sonra gerçekleşmişti. Ancak, o, bir süreliğinde, tüm bu eğilimlerin üstesinden etkin bir biçimde gelebilmişti.
153:1.6 (1708.5) Herkes büyük bir kafa karışıklığı durumu içerisindeydi. İsa kendilerini şaşkınlık ve hayretler içerisinde bırakmıştı. O yakın bir süre içinde, tüm sürecini niteleyecek doğa-üstü gücün en büyük gösteriminde bulunmuştu. Beş bin kişinin doyurulması onun yeryüzü yaşamı içinde, Museviler’in beklenen Mesih kavramsallaşmasına karşı gerçekleştirilmiş en büyük çekimin gerçekleştiği olaydı. Ancak, bu olağanüstü artı durum, derhal ve hiç beklenmeyen bir biçimde onun doğrudan ve şüphe bırakmayan krallık reddi ile nötrlenmişti.
153:1.7 (1709.1) Cuma akşamı, ve tekrar eder halde Şabat sabahı, Kudüs önderleri Yairus ile uzun ve candan bir biçimde İsa’nın sinagogdaki konuşmasını engellemek için çaba sarf etmişlerdi; ancak, bu onların emekleri boşa çıkmıştı. Yairus’un tüm bu talepler karşısında tek cevabı şu olmuştu: “Ben bu ricaya karşılık verdim, sözüme karşı gelmeyeceğim.”
153:2.1 (1709.2) İsa bu vaazı, Tesniye’de bulunan kanundan okuyarak açmıştı: “Ancak, görülecek ki, eğer bu insanlar Tanrı’nın sözüne kulak vermezlerse, ona karşı gelmenin lanetleri kesin bir biçimde başlarına gelecektir. Koruyucu, düşmanlarınız tarafından cezalandırmanıza izin verecek; sizler, yeryüzünün tüm krallıklarından uzaklaştırılacaksınız. Sizler, milletlerin tümü içinde bir hayret, bir atasözü ve tekrar eden bir örnek haline geleceksiniz. Sizlerin erkek ve kız çocukları esir edilecek. İçinizdeki yabancılar yönetimde yükselirken, sizler oldukça aşağıya düşeceksiniz. Ve, bu şeyler, Koruyucu’nun sözüne kulak vermediğiniz için başınıza ve tohumunuzun başına gelecektir. Böylece sizler, sizlere karşı gelecek düşmanlarınıza hizmet edeceksiniz. Sizler aç ve susuz kalacak, bu görülmemiş demirden boyunduruğu giyeceksiniz. Koruyucu sizlerin karşısına uzaktan, dünyanın öte ucundan, dilini anlamadığınız, çetin yüze sahip, sizlere çok az değer veren, bir milleti getirecek. Ve, bu kişiler sizlerin tüm kasabalarını, güvendiğiniz tüm yüksek duvarlar yıkılana kadar işgal edecek; ve, toprakların tümü onların ellerine düşecek. Ve, görülecek ki, sizler, düşmanlarınızın sizleri zorlamalarının yarattığı baskı sonucu, işgalin bu süreci boyunca erkek ve kız evlatlarınızın bedenleri olarak, kendi öz vücutlarınızın meyvesini yemeye zorlanacaksınız.”
153:2.2 (1709.3) Ve, İsa bu okumayı sonlandırdığında, Peygamberlere dönüp, Yeremya’dan şunu okumuştu: “Eğer sizler, benim sizlere göndermiş olduğum hizmetçilerim olan peygamberlerin sözlerine kulak vermezseniz, bunun sonucunda ben bu evi Şiloh gibi yapacağım, ve bu şehri yeryüzü üzerindeki milletlerin tümü için bir lanet emsali haline getireceğim.’ Ve, din adamları ve öğretmenler Yeremya’nın Koruyucu’nun evindeki bu sözleri ifade edişini duymuşlardı. Ve, görüldü ki, Yeremya Koruyucu’nun kendisinin tüm insanlara konuşmasını emretmiş olduğu her şeyi söylediğinde, din adamları ve öğretmenler, şunu söyleyen bir biçimde, onun üzerine atılmışlardı: ‘Sen kesinlikle öleceksin.’ Ve, herkes, Koruyucu’nun evinde Yeremya’nın etrafında toplanmıştı. Ve, Yudah’ın prensleri bunları duyduğunda, Yeremya’yı yargıladılar. Bunun sonrasında, dinadamları ve öğretmenler, şunu söyleyen bir biçimde, insanların tümüne konuştu: ‘Bu adam ölmeyi hak ediyor, zira o bizlerin şehrini lanetledi, onu kendi kulaklarınızla duydunuz.’ Bunun üzerine, Yeremya, prenslerin hepsine ve insanların tümüne şunu söyledi: ‘Koruyucu beni, geleceğe dair bu ev ve bu şehre karşı duymuş olduğunuz her sözü söylemem için göndermiştir. Şimdi, bu nedenle, alışkanlıklarınızı değiştirin ve yaptığınız şeyleri köklüce gözden geçirin ve size karşı duyurulmuş olan kötülükten kaçınabilmeniz için Tanrınız olan Koruyucu’nun sözüne itaat edin. Ben hakkında ise, bakın ben sizin elleriniz deyim. Size ne iyi ve doğru görünüyorsa bana onu yapın. Ancak, şundan emin olun ki, eğer beni ölüme gönderirseniz, masum kanı kendinize ve bu insanlara getireceksiniz; zira, gerçektir ki, Koruyucu beni tüm bu sözleri kulaklarına yakından söylemem için göndermiştir.’
153:2.3 (1710.1) “Bu günün din adamları ve öğretmenleri Yeremya’yı öldürmeyi amaçlamıştı, ancak hâkimler buna razı olmamıştı, her ne kadar kendisinin uyarı sözlerine rağmen, omuzlarına kadar gelen çamura batana kadar iplerle kendisin kirli bir zindana esir etmişlerse de. Bu, Koruyucu’nun gerçekleşmesi yakın siyasi çöküş için kardeşlerini uyarması emrine uyduğunda bu insanların Peygamber Yeremya’ya yapmış oldukları şeylerdir. Bugün, ben sizlere şunu sormak istiyorum: Bu insanların baş din-adamları ve dini önderleri, ruhsal felaket günleri için kendilerini uyarmaya cüret eden bir kişi ile nasıl ilgilenir? Sizler de mi, Koruyucu’nun sözünü duyurmaya cüret eden ve cennetin krallığına girişe giden ışığın yolunda yürümeyi reddetmekte olduğunuza işaret etmekten korkmayan öğretmeni ölüme göndereceksiniz?
153:2.4 (1710.2) “Benim yeryüzü üzerindeki görevime dair hangi kanıtı istiyorsunuz? Bizler, fakir ve dışlanmışlara iyi haberleri duyururken, sizleri sahip olduğunuz etki ve güç konumlarınızda rahatsız etmeden olduğunuz gibi bıraktık. Bizler, derin saygı duymuş olduğunuz şeylere karşı hiçbir düşmansı bir saldırıda bulunmamışken, yalnızca insanın korkuya bulanmış ruhu için yeni özgürlüğü duyurduk. Ben dünyaya, Babamı açığa çıkarmak ve yeryüzü üzerinde, cennetin krallığı olarak, Tanrı’nın evlatlarına dair ruhsal kardeşliği oluşturmak için geldim. Ve, her ne kadar birçok sefer ben sizleri benim krallığımın bu dünyaya ait olmadığını hatırlatmış olsam da, Babam hâlihazırda, daha kanıtsal olan ruhsal dönüşümlere ve yenilenmelere ek olarak maddi harikaların birçok dışavurumunu bahşetmiştir.
153:2.5 (1710.3) “Benim ellerinden daha hangi yeni işareti görmek istiyorsunuz? Ben, sizlerin hâlihazırda, karara varmanızı yetkin hale getirecek yeterli kanıta sahip olduğunuzu duyuruyorum. Gerçekten de, gerçekten de, ben, bu gün karşımda oturmuş olan birçok kişiye, sizlerin hangi yolu tercih etmeniz gerekliliği ile karşılaşmakta bulunduğunuzu söylüyorum; ve, ben sizlere, Yeşu’nun atalarınıza söylemiş olduğu gibi, ‘bugün kime hizmet etmek istiyorsanız onu seçin’ diyorum. Bugün sizlerin çoğu yol ayrımında bulunmaktadır.
153:2.6 (1710.4) “Sizlerden bazıları, beni öte yakadaki kalabalıkların ziyafetinde bulamadığınızda, Tiberya balıkçı teknelerini kiralayıp, bir fırtına boyunca yakında bir yerde bir hafta sığınarak, beni aramak için yola çıktınız, ne için? Gerçeklik ve doğruluk için veya akran inanlarınıza daha iyi nasıl hizmet edebilmeyi ve yardımcı olabilmeyi öğrenebilmek için değil! Hayır, bunun yerine, emek vermediğiniz daha fazla ekmeğe sahip olabilmek için. Ruhlarınızı yaşamın sözü ile değil, sadece, kolay ekmekle midelerinizi doyurabilmek için. Ve, uzunca bir süre boyunca sizlere, Mesih’in, geldiği zaman, tüm seçilmiş insanlar için yaşamı güzel ve kolay yapacak bu harikaları gerçekleştirileceği öğretilmiştir. Bu nedenle, böyle öğretilmiş olan sizlerin, uzunca bir süre boyunca yemekleri ve balıkları aramanız tuhaf bir durum değildir. Ancak, ben sizlere, bu türden bir şeyin İnsan Evladı’nın görevi olmadığını duyuruyorum. Ben ruhsal özgürlüğü duyurmak, ebedi gerçekliği öğretmek ve yaşayan inancı desteklemek için gelmiş bulunmaktayım.
153:2.7 (1710.5) “Kardeşlerim, yok olan etin arkasından değil, ebedi yaşama kadar bile beslemeye devam eden ruhsal yiyeceği arayınız; ve, bu, Evlat’ın, alacak ve yiyecek olan herkese vermiş olduğu yaşamın ekmeğidir; zira, Baba Evlat’a bu ekmeği hiçbir sınır olmadan vermiştir. Ve, sizler bana, ‘Tanrı’nın vermiş olduğu görevleri yerine getirmemiz için neyi yapmak zorundayız?’ sorusunu sorduğunuz zaman, size yalın bir biçimde şunu söyledim: “Bu, göndermiş olduğu kişiye inanmanız Tanrı’nın vermiş olduğu görevdir.’”
153:2.8 (1710.6) Ve, bunun sonrasında İsa, bu yeni sinagogun giriş kapısının üstünü süsleyen ve üzerinde üzüm bağları olan bir manna testisini işaret eden bir biçimde, şunu söylemişti: “Sizler, atalarınızın ıssızda — cennet ekmeği olarak — manna yediğinizi düşünegeldiniz, ancak, ben sizlere, bunun yeryüzüne ait ekmek olduğunu söylüyorum. Musa babalarınıza cennetten olan ekmeği vermemişse de, Babam şimdi gerçek yaşamın ekmeğini vermeye hazırdır. Cennetin ekmeği Tanrı’dan gelmekte olup, dünyanın insanlarına ebedi yaşamı vermektedir. Ve, sizler bana, Bu yaşayan ekmeği ver, dediğiniz zaman, ben sizlere şunu diyeceğim: Ben o yaşayan ekmeğim. Bana gelen kişi açlık çekmeyecek, bana inanan bir daha susuzluk duymayacak. Sizler beni gördünüz, benimle birlikte yaşadınız ve benim yaptıklarıma şahit oldunuz; yine de sizler, benim Baba’dan bir amaç için geliyor olduğuma inanmıyorsunuz. Ancak, inanan kişiler — korku duymayın. Tanrı tarafından yönlendirilen herkes bana gelecek, ve bana gelmiş olanlar hiçbir şekilde yalnız bırakılmayacaktır.
153:2.9 (1711.1) “Ve, şimdi benim sizlere, bir kez ve ebedi bir biçimde, şunu duyurmama izin verin: “Ben yeryüzüne, kendi irademi gerçekleştirmek için değil, beni gönderen O’nun iradesini gerçekleştirmek için inmiş bulunmaktayım. Ve, onun bana vermiş olduğu hiç kimseyi yitirmemem, beni göndermiş olan O’nun nihai iradesidir. Ve, bu, Baba’nın iradesidir: Evladı gören ve ona inanan herkes ebedi yaşama sahip olacaktır. Daha dün ben sizi bedenleriniz için ekmekle doyurdum; bugün ben size, aç ruhlarınız için yaşamın ekmeğini sunuyorum. Şimdi, ruhaniyetin ekmeğini, bu dünyanın ekmeğini tam da o zaman yediğiniz gibi aynı istekle alacak mısınız?”
153:2.10 (1711.2) İsa bir anlığına ayin için toplanmış bulunan kalabalığa göz gezdirmek için durduğunda, Kudüs’den gelmekte olan öğretmenlerden bir tanesi (Sanhedrin’in bir üyesi), ayağa kalkıp şu soruyu sormuştu: “Senin cennetten gelen ekmek olduğunu ve Musa’nın ıssızda atalarımıza vermiş olduğu mannanın böyle olmadığını doğru mu duyuyorum?” Ve, İsa Ferisiye, “Tamamiyle doğru duydun” dedi. Bunun sonrasında Ferisi: “Ama sen, marangoz, Yusuf’un oğlu, Nasıralı İsa değil misin? Senin erkek ve kız kardeşlerine ek olarak baban ve annen, bizlerin çoğu tarafından iyice bilinmemekte midir? Öyleyse nasıl olur da sen burada Tanrı’nın evinde ortaya çıkıp, cennetten inmiş olduğunu duyuruyorsun?”
153:2.11 (1711.3) Bu zaman zarfında, sinagog içerisinde fazlasıyla uğultu bulunmaktaydı ve, öyle bir gürültü kopmuştu ki İsa ayağa kalkıp, şunu söylemişti: “Sabırlı olalım; gerçeklik hiçbir zaman dürüst irdeleyişten zarar görmez. Ben söylediğin her şeyim, ama fazlasıyım da. Baba ve Ben biriz; Evlat yalnızca Baba’nın ona öğretmiş olduğu şeyi yapmaktadır; bunun karşısında, Evlat’a Baba tarafından verilmiş olan her kişiyi, Evlat kendi bünyesine almaktadır. Peygamberlerde şunun yazılmış olduğu yeri okudunuz, ‘Hepiniz Tanrı tarafından öğretileceksiniz’, ve şunu, ‘Baba’nın öğretmiş oldukları kişiler aynı zamanda Evladı’nı duyacak.’ Baba’nın ikamet eden ruhaniyetinin öğretisine onay veren herkes nihai olarak bana gelecektir. Hiç kimse Baba’yı görmemiştir, ancak Baba’nın ruhaniyeti insan içinde yaşamaktadır. Ve, cennetten gelen Evlat, kesin bir biçimde Baba’yı görmüştür. Ve, bu Evlat’a gerçek bir biçimde inananlar hâlihazırda ebedi yaşama sahiptir.
153:2.12 (1711.4) “Ben, yaşamın bu ekmeğiyim. Atalarınız ıssızda mannayı yediler ve onlar şimdi hayatta değiller. Ancak, Tanrı’dan aşağıya inen bu ekmeği eğer insan yiyecek olursa, hiçbir zaman ruhaniyet içinde ölmeyecektir. Tekrar ediyorum, ben bu yaşayan ekmeğim, ve Tanrı ve insanın bu bütünleşmiş doğasının gerçekleşimine erişen her ruh sonsuza kadar yaşayacaktır. Ve, alacak olan herkese verdiğim yaşamın bu ekmeği benim yaşayan ve birleşik doğamdır. Evlat içindeki Baba ve Baba ile bir olan Evlat — bu, benim dünyaya olan yaşam-veren açığa çıkarışım ve milletlerin tümü için kurtarıcı hediyemdir.”
153:2.13 (1711.5) İsa konuşmasını bitirdiğinde, sinagogun yöneticisi ayin topluluğunu dağıtmıştı ancak, onlar ayrılmak istememekteydi. Onlar İsa’nın etrafında kendisine daha fazla soru sormak için toplanmıştı diğerleri ise kendi aralarında söylenip, tartışmaya tutulmuşlardı. Ve, bu sahne üç saatten daha fazla bir süre boyunca bu şekilde devam etmişti. Kalabalığım tamamiyle dağılışı yediyi çoktan geçen bir saati bulmuştu.
153:3.1 (1712.1) Bu buluşma sonrasında İsa’ya birçok soru sorulmuştu. Onlardan bazıları, onun kafa karışıklığı içindeki takipçileri tarafından sorulmuştu; ancak, bu sorulardan daha da fazlası, yalnızca kendisini utandırmak ve tuzağa düşürmeyi amaçlayan eleştirel inanmayanlar tarafından dile getirilmişti.
153:3.2 (1712.2) Ziyaret eden Ferisilerden bir tanesi, bir lamba sehpasının üzerine çıkan bir biçimde, şu soruyu bağırarak dile getirmişti: “Sen bizlere kendinin yaşamın ekmeği olduğunu söylüyorsun. Sen bizlere karnımızı doyurmak için bedenini, susuzluluğumuzu gidermek için kanını nasıl vereceksin? Eğer yerine getirilmedikçe öğretinin ne anlamı var ki?” Ve, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, bu soruyu cevapladı: “Ben size ne bedenimin yaşamın ekmeği, ne de kanımın onun suyu olduğunu öğrettim. Ancak, ben, beden içindeki yaşamımın, cennetin ekmeğine ait bir bahşedilmişlik olduğunu söyledim. Beden içinde Tanrı’nın Sözü’nün bahşedilmiş olduğu gerçeği ve İnsan Evladı’nın Tanrı’nın iradesine tabi oluşu olgusu, kutsal beslenmeye denk olan bir deneyim gerçekliğini oluşturmaktadır. Sizler benim bedenimi yiyemez, kanımı içemezsiniz; ancak sizler, tıpkı benim mevcut an içerisinde ruhaniyette Baba ile bir bütün olduğum gibi, ruhaniyette benimle bir bütün haline gelebilirsiniz. Sizler, gerçekten de yaşamın ekmeği olan, ve fani bedenin sureti içerisinde bahşedilmiş bulunan yaşam ekmeği halindeki Tanrı’nın ebedi sözü ile beslenebilirsiniz; ve, sizler, gerçekten yaşamın suyu olan kutsal ruhaniyet ile ruh içinde susuzluğunuzu giderebilirsiniz. Baba beni dünyaya, insanların tümünde ne kadar da fazla ikamet etmek ve onları yönlendirmek istediğini göstermek için göndermiştir; ve, ben bu yaşamı, benzer bir biçimde ikamet eden cennetsel Baba’nın iradesini sürekli olarak bilmeyi ve onu gerçekleştirmeyi amaçlayan tüm insanlara ilham kaynağı olmak için yaşadım.”
153:3.3 (1712.3) Bunun sonrasında, İsa ve hafiyelerini gözetlemekte olan Kudüs hafiyelerinden bir tanesi, şunu söylemişti: “Bizler, ne senin ne de havarilerinin yemek yemeden önce ellerinizi beklenen bir biçimde yıkamadığınızı fark ettik. Sizler, kirli ve yıkanmamış eller ile yemek yeme türünden bir uygulamanın, kıdemlilerin kanuna bir karşı geliş olduğunu çok iyi bilmesiniz. Ne de sizler su içtiğin bardakları ve yemek yenen kacakları yerinde bir biçimde yıkamaktasınız. Neden sizler, atalarımızın geleneklerine ve kıdemlilerimizin kanunlarına bu denli saygısızlıkta bulunuyorsunuz?” Ve, İsa onun bu sözünü duyduğunda, şu cevabı vermişti: “Neden sizler Tanrı’nın emirlerine geleneklerinizin içerdiği yasalarla karşı geliyorsunuz? Emir, ‘Babana ve annene saygı duy’, der, ve sizlerin, gerektiğinde, onlarla bir sahip olduğunuz şeyleri paylaşmanızı emreder; ancak, sizler, görevini yerine getirmeyen çocukların ebeveynlerini desteklemek için kullanmaları gereken ancak zamanında kullanılmayan paralarının ‘Tanrı’ya verilmesine’ izin vermektesiniz. Her ne kadar çocuklar daha sonra tüm bu parayı kendi keyifleri için harcayacak olsa da, kıdemlilerin kanunu böylece bu türden işini bilen çocukları sahip oldukları sorumluluktan kurtarmaktadır. Neden sizler bu şekilde, kendi öz geleneğinizle bu emri boşa çıkarıyorsunuz? İşaya, şunu söyleyen bir biçimde, siz ikiyüzlüler hakkında önceden haber vermişti: ‘Bu insanlar beni dudaklarıyla onurlandırmakta, ancak kalpleri benden oldukça uzaktadır. Kendi inanç savlarını insanların kuralları olarak öğreterek onlar boşuna bana ibadet etmektedir.’
153:3.4 (1712.4) “Sizler, insanların geleneğine ne kadar sıkı tutunurken, emri boşa çıkarmakta olduğunuzu görebilirsiniz. Sizler, kendi geleneklerinizi sürdürürken, Tanrı’nın sözünü reddetmeye gönüllü olmaktasınız. Ve, birçok başka biçimde sizler, kendi öz öğretilerinizi kanunun ve peygamberlerin üstünde koymaya cüret etmektesiniz.”
153:3.5 (1712.5) İsa bunun sonrasında, sözlerini orada bulunan herkese yöneltmişti. O şunu söyledi: “Ancak, bana kulak verin, hepiniz. Ağızdan giren şey insanı ruhsal olarak kirletmez; ağızdan çıkan ve kalpten gelen şey onu kirletir.” Ancak, havariler bile onun sözlerinin anlamını bütünüyle kavramada başarısız olmuştu; zira, Şimon Petrus aynı zamanda: “Dinleyicilerinden bazılarının sözlerini yanlış anlamaması için, bu sözlerin anlamını bizlere açıklar mısın?” Ve, bunun sonrasında İsa Petrus’a: “Sen de mi anlamakta zorlanıyorsun? Bilmiyor musun benim cennetsel Babam’ın dikmediği her bitki sökülecek? Şimdi dikkatini gerçeği bilecek olanlara ver. İnsanları gerçeği sevmeye zorlayamazsın. Bu öğretmenlerden çoğu gözleri görmez rehberlerdir. Ve, sen biliyorsun, eğer gözü görmez bir kişi diğer gözü görmeze yol gösterirse, her ikisi de çukura düşecektir. Ancak, insanları ahlaksal olarak kirleten ve onları ruhsal olarak bozan şeyler hakkında gerçeği sizlere söylerken bana kulak verin. Ben, bedene ağızdan giren veya gözlerden ve kulaklardan akla ulaşan şeylerin insanları kirletmediğini duyuruyorum. İnsan yalnızca, kalp içinde kökenini alan ve bu türden kutsal olmayan kişilerin sözcükleri ve eylemleriyle kendisine ifade bulan kötülük ile kirlenir. Bilmiyor musun, kıskançlık, gurur, kızgınlık, intikam, sövgü ve yalancı şahitlikle beraber kötü düşünceler, cinayete, hırsızlığa ve zinaya dair ahlaksız tasarımları kalpten hareket etmektedir? Ve, tam da bu tür şeyler insanları kirletmektedir, törensel bakımdan temiz olmayan eller ile yemek yemek değil.”
153:3.6 (1713.1) Kudüs Sanhedrin’in Ferisi heyet üyeleri bu aşamada neredeyse tamamen, İsa’nın Tanrı’ya hakaret veya Museviler’in kutsal yasalarından bir tanesini aşağılamak suçuyla yakalanabileceğinden emin olmuşlardı bu nedenle onlar kendisini, kıdemlilerin geleneklerinden herhangi birine, veya adlandırıldığı-biçimiyle milletin sözlü yasalarını tartışmaya, ve muhtemel bir biçimde bunlara saldırıda bulunmaya çekmeye çabalamaktaydılar. Su her ne kadar kıt olsa da, bu gelenek tarafından esir haldeki Museviler, her yemekten önce ellerini zorunlu kılınan törensel yıkama sürecinden geçmezlik etmezlerdi. “Kıdemlilerin emirlerine karşı gelmektense ölmenin daha iyi olduğu” onların inancıydı. Hafiyeler bu soruyu; İsa’nın daha öncesinde, “Kurtuluş, temiz ellerden ziyade bir temiz kalplerin meselesidir” demiş oluşuna dair bir bildirişin kendilerine iletilmesi nedeniyle sormuşlardı. Ancak, bu türden inanışlar, bir kez bir kişinin dininin bir parçası haline geldiğinde, kurtulması zor olan şeylerdir. Bu günden sonraki birçok yıl boyunca Havari Petrus hala, nihai olarak yalnızca olağanüstü ve oldukça keskin bir rüyayı deneyimlemekle kurtulan bir biçimde, temiz ve temiz olmayan şeylere dair bu geleneklerin birçoğuna karşı korkunun esiri altında bulunmuştu. Tüm bunların hepsi; bu Museviler’in, temiz olmayan ellerle yemek yemek ile bir hayat kadınıyla ilişkide bulunmayı aynı düzeyde gördükleri hatırlanınca daha iyi anlaşılabilir; ve, bunların her ikisi de eşit düzeyde dinden uzaklaştırma cezasını taşımaktaydı.
153:3.7 (1713.2) Böylelikle Üstün; hepsinin Museviler üzerinde Yazıtların taşımış olduğu öğretilerden bile daha kutsal ve daha bağlayıcı olarak görülmekte olduğu, kıdemlilerin gelenekleri halindeki — sözlü kanun tarafından temsil edilmekte olan kurallar ve yönergelerden meydana gelen tüm hahamsal sistemin anlamsızlığını tartışmayı ve onu gün ışığına çıkarmayı tercih etmişti. Ve, İsa daha az çekince ile bunları açık bir biçimde ifade etmişti; çünkü, o, bu dini önderler ile olan ilişkilerde bariz bir bozuluşu önlemek için artık hiçbir şey yapamayacağı vaktin gelmiş olduğunu biliyordu.
153:4.1 (1713.3) Bu buluşma sonrası konuşmasının ortasında, Kudüs’den gelen Ferisilerden bir tanesi İsa’ya, ne yapacağı belli olmayan ve isyankâr bir ruhaniyet altındaki rahatsız bir genci getirmişti. O, bu zihni bozuk olan ufaklığı İsa’ya doğru getiren bir biçimde, şunu söylemişti: “Bu türden bir rahatsızlık için ne yapabilirsin? Ecinnileri çıkarabilir misin?” Ve, Üstün gence baktığında, merhamet duyguları altında fazlasıyla etkilenmişti, ve ufaklığın kendisine yaklaşmasını işaret eden bir biçimde, onun elinden tutup şunu söyledi: “Sen benim kim olduğumu biliyorsun; ondan çık; ve, ben, sadık akranlarından bir tanesini senin geri dönmemen için görevlendiriyorum.” Ve, anında ufaklık olağan hale gelip ve doğru zihinsel düzeyine geri büründü. Ve, bu, İsa’nın gerçekten bir “kötü ruhaniyeti” bir insan varlığından çıkarmış olduğu ilk vakaydı. Önceki vakaların hepsi, sadece ecinnilerin insanlara girmiş olduğuna dair varsayımdı ancak, bu, ecinnisel iyeliğin gerçek bir durumuydu; bu türden şeyler bu günlerde ve bu az sayıdaki göksel isyankârın insan varlıklarının akıl durumu sağlıklı olmayan belirli türlerinden bu türden çıkar sağlamasını sonsuza kadar imkânsız kılan bir biçimde, Üstün’ün ruhaniyetinin bedenin tümüne aktarılmış olduğu Hamsin Yortusu gününe kadar zaman zaman yaşanmıştı.
153:4.2 (1714.1) İnsanlar hayretler içine düştüğünde, Ferisilerden bir tanesi ayağa kalkıp, İsa’yı, ecinniler ile aynı sınıfta bulunduğu için onun bu türden şeyleri gerçekleştirebilmekle suçladı İsa’nın, bu ecinniyi çıkarışında kullanmış olduğu sözde kendilerinin birbirlerini tanımakta olduğunu kabul ettiğini öne sürdü; ve, o daha sonra konuşmasını sürdürerek, Kudüs’deki dini öğretmenlerin ve önderlerin İsa’nın tüm bu sözde mucizeleri, ecinnilerin prensi olan Beelzebub’un gücü ile gerçekleştirmiş olduğuna karar verdiklerini ifade etti. Ferisi şunu söylemişti: “Bu adamla hiçbir ilişkide bulunmayın; o Şeytan ile ortaklık içindedir.”
153:4.3 (1714.2) Bunun sonrasında İsa şunu söyledi: “Nasıl olur da Şeytan Şeytan’ı çıkarır? Kendisine karşı bölünmüş olan bir krallık ayakta duramaz; eğer bir ev kendi içinde kendisine karşı bölünmüşse, o yakın bir süre içinde yok olur. Bir şehir eğer bir bütün halde değilse bir kuşatmaya karşı durabilir mi? Eğer Şeytan Şeytan’ı çıkarırsa, o kendi içinde kendisine karşı bölünmüştür; böyleyse onun krallığı nasıl ayakta durur? Ancak, sizler, ilk başta onun gücünün üstesinden gelmeden ve onu etkisiz hale getirmeden, hiçbir kişinin güçlü bir adamın evine girip onun sahip oldukları şeyleri kendisinden alamayacağını bilmelisiniz. Ve öyleyse, eğer Beelzebub’un gücü ile ecinniler çıkarılıyor ise, kimin vasıtasıyla evlatlarınızdaki bu ruhaniyetler çıkıyor? Bu nedenle sizler bunun yargısına kendiniz varmalısınız. Ancak, eğer ben, Tanrı’nın ruhaniyeti vasıtasıyla, ecinnileri çıkarıyorsam, Tanrı’nın krallığı gerçekten de üzerinize gelmiştir. Eğer sizlerin gözleri önyargıyla kapanmamışsa ve korku ve gururla yanlış yönlendirilmemişse, aranızda ecinnilerden daha büyük bir kişinin bulunduğunu kolayca algılayacaksınız. Sizler beni; benimle olmayanın bana karşı olduğuna, ve bunun karşısında da, benim çevremde toplanmayanın etrafa yayılıp ziyan olduğunu duyurmaya zorluyorsunuz. Gözlerini görüyorken ve hesaplı bir kötülük arzusu ile, Tanrı’nın emeklerini ecinnilerin eylemlerine bilerek atfetmeye cüret edenlere ulvi bir uyarıyı dile getirmeme izin verin. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, günahlarınızın tümü, hatta Tanrı düşmanlıklarınızın hepsi bile, bağışlanacaktır; ancak, her kim Tanrı hakkında kasıtlıca ve ahlaksız amaç ile kötü konuşursa, bu kişi hiçbir zaman bağışlama elde edemeyecektir. Haksızlığın bu türden kararlı ve haksız emekçileri hiçbir zaman ne bağışlamayı aramayacağı, ne de onu bulamayacağı için, ebedi bir biçimde kutsal bağışlamayı reddetmenin günahından suçlu haldedirler.
153:4.4 (1714.3) “Birçoğunuz bu gün yolun ayrıldığı noktaya geldiniz; sizler, Yaratıcı’nın iradesi ve karanlığa ait benliğin seçtiği yollar arasında nihai bir tercihte bulunmanın başladığı bir noktaya geldiniz. Ve, şimdi neyi seçecek olursanız, nihai olarak o kişi haline geleceksiniz. Sizler ya ağacı iyi ve meyvesini iyi hale getirmek zorundasınız, ya da ağaç çürük ve meyvesi çürük hale gelecektir. Ben, Babamın ebedi krallığında ağacın meyveleri ile bilinmekte olduğunu duyuruyorum. Ancak, engerek olan bazılarınız, nasıl olur da, hâlihazırda kötülüğü seçmiş olarak, iyi meyveleri verebilir? Son kertede, ağızlarınız sözcükler, kalpleriniz içinde bulunan kötülüğün bolluğundan çıkmaktadır.”
153:4.5 (1714.4) Bunun sonrasında, şunu söylemiş olan, bir diğer Ferisi ayağa kalkmıştı: “Öğretmen, yönetim yetkini ve öğretme hakkını kesin bir biçimde tanımamız için hepimizin üzerinde karara varacağı tek amaçlı bir simgeyi bizlere vermeni istiyoruz. Bu türden bir sürecin bir parçası olmayı kabul ediyor musun?” Ve, İsa bunu duyduğunda, şunu söylemişti: “Bu inançsız ve simge-arar nesil bir işaret beklemektedir, ancak hiçbir işaret, hâlihazırda ona sahip olanlardan, ve İnsan Evladı aranızdan ayrıldığında onu görecek olanlardan başkasına verilmeyecektir.”
153:4.6 (1714.5) Ve, o konuşmasını bitirdiğinde, diğer havariler kendisini çevreleyip sinagogdan dışarı doğru yönlendirdi. Sessizlik içerisinde onlar kendisiyle birlikte evleri Bethsayda’ya hareket etti. Onların tümü, Üstün’ün öğretim taktikleri içindeki anlık değişiklik karşısında hayrete kapılmış ve bir ölçüde dehşete düşmüşlerdi. Onlar, öğretisini ulaştırırken kendisini bu türden çatışmasal tutumda görmeye hiçbir biçimde alış değillerdi.
153:5.1 (1715.1) Sürekli tekrar eden bir biçimde İsa havarilerin ümitlerini boşa çıkarmış, tekrarlayan bir biçimde en derin beklentilerini yüzüstü bırakmıştı ancak, onlar tarafından, şimdi kendilerini yakalamış bulunan bir hayal kırıklığı süreci ve keder dönemi kadar güçlü bir deneyim yaşanmamıştı. Ve, aynı zamanda orada, güvenlikleri için gerçek bir korku ile karşılık ümitsizlik bulunmaktaydı. Onların tümü, kalabalıkların aniden ve bütüncül bir biçimde kendileri terk edişi karşısında beklenmeyen bir biçimde hayrete düşmüşlerdi. Onlar aynı zamanda, Kudüs’den inmiş olan Ferisiler tarafından sergilenmiş olan beklenmeyen cüretkarlık ve kendine fazlaca güvenir kararlılık karşısında bir ölçüde korkuya kapılmış ve ne yapacaklarını bilmez hale gelmişlerdi. Ancak, onların çoğu, İsa’nın aniden gerçekleştirmiş olduğu taktiksel değişiklik karşısında şaşkınlığa düşmüştü. Olağan koşullar altında onlar bu daha çatışmasal tutumun ortaya çıkışını olumlu bir biçimde karşılayacaklardı, ancak, ortaya çıkış biçimi ve fazlasıyla beklenmedik oluşu onları şaşkınlık içerisinde bırakmıştı.
153:5.2 (1715.2) Ve, bu aşamada, tüm bu endişelerinin üzerine, onlar eve vardıklarında, İsa yemeyi reddetmişti. Saatler boyunca o kendisini üst odalardan bir tanesine kapatmıştı. Öğreti-yayıcılarının önderi olan Yoab geri dönüp, birlikteliklerinden yaklaşık olarak üçte birinin amacı terk etmiş olduğunu bildirdiğinde vakit neredeyse gece yarısıydı. Akşam boyunca sadık takipçiler, Üstün’e karşı olan düşmanlık duygularının Kapernaum’un genelinde bulunduğunu bildiren bir biçimde gelip gelip gitmişti. Kudüs’den gelen önderler, hoşnutsuzluğun bu hissini körüklemekte ve olası her içimde İsa ve onun öğretilerinden gerçekleşecek ayrılığı desteklemeyi aramakta yavaş davranmamışlardı. Bu zorlayıcı saatler boyunca on ikili kadın, Petrus’un evinde toplantı halindeydi. Onlar devasa biçimde üzgünlerdi, ancak hiçbiri ayrılmamıştı.
153:5.3 (1715.3) İsa’nın üst odadan aşağıya gelip, sayısı toplam otuzu bulan, on ikili ve on ikilinin birliktelikleri arsasında duruşu gece yarısından biraz sonra gerçekleşmişti. O şunu söylemişti: “Krallığın içindeki bu kopuşun sizleri rahatsız ettiğinin farkındayım, ancak bu kaçınılmaz olan bir şeydir. Hala, görmüş olduğunuz tüm bu eğitimden sonra, sözlerim karşısında sendelemeniz için iyi herhangi bir neden bulunabilir mi? Krallığın bu türden gönülsüz ve yarı-kalpli takipçilerden arınması karşısında korku ve endişe duymaktasınız? Yeni bir gün, cennetin krallığının ruhsal öğretilerinin sahip olduğu yeni ihtişam için doğuyorken neden keder içindesiniz? Bu sınavdan geçmede zorlanıyorsanız, peki, İnsan Evladı Baba’ya geri dönmek zorunda olduğunda ne yapacaksınız? Bu dünyaya geldiğim yer olan mekâna yükseldiğim zaman için kendinizi hangi zaman ve nasıl hazırlayacaksınız?
153:5.4 (1715.4) “Canlarım, ruhaniyetin hızlandırmakta olduğunu hatırlamak zorundasınız; beden ve onunla ilgili olan her şeyin çok az yarara sahip olduğunu. Sizlere söylemiş olduğum cümleler ruhaniyet ve yaşamdır. İyi neşede olun! Ben sizleri yüz üstü bırakmadım. Birçoğunuz bu günlerde gerçekleştirilen açıkça ifade ediş karşısında alınacaktır. Sizler hâlihazırda, benim takipçilerimin çoğunun sırtlarını dönmüş olduğunu duymuş haldesiniz; onlar artık benimle birlikte yürümeyecekler. En başından beri ben, bu yarı-gönüllü inananların yol boyunca düşeceklerini biliyordum. Ben on ikiliyi seçip, sizleri krallığın elçileri olarak ayırmadım mı? Ve, şimdi, tam da bu türden bir zaman zarfında, sizler de mi ayrılacaksınız? Her biriniz kendi inancını bir gözden geçirsin, zira her biriniz büyük bir tehlike karşısında durmaktasınız.” Ve, İsa konuşmasını bitirdiğinde, Şimon Petrus: “Evet, Koruyucumuz, bizler üzgünüz ve kafalarımız karışık; ancak, bizler hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağız. Sen bizlere ebedi yaşamın sözlerini öğrettin. Bizler sana inandık ve seni tüm bu zaman zarfı boyunca takip ettik. Bizler sırtımızı çevirmeyeceğiz, zira bizler senin Tanrı tarafından gönderilmiş olduğunu bilmekteyiz.” Ve, Petrus konuşmasını sonlandırdığında, onların hepsi aynı anda onun sadakat sözünü başlarıyla onayladı.
153:5.5 (1716.1) Bunun sonrasında İsa: “İstirahata çekilin, zira yoğun vakitler bizleri beklemektedir; faal günler oldukça yakındır.”
Urantia’nın Kitabı
154. Makale
154:0.1 (1717.1) NİSAN’IN 30’u, büyük öneme sahip Cumartesi gecesi, İsa ümitsizliğe kapılmış ve şaşkınlık içerisindeki takipçilerine teselli ve cesaretin bu kelimelerini söylerken, Tiberya’da, Hirodes Antipa ve Kudüs Sanhedrin’i temsil eden özel heyet üyelerinden meydana gelmiş bir topluluk bir araya gelmişti. Bu kâtipler ve Ferisiler güçlü bir biçimde Hirodes’den İsa’yı tutuklamasını istemişti; onlar Hirodes’i, İsa’nın kabalıkları itiraza ve hatta isyana karşı kışkırtmakta olduğuna ikna etmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Ancak, Hirodes, siyasi bir suçlu olarak İsa’ya karşı harekete geçmeyi reddetmişti. Hirodes’in danışmanları, gölün karşı yakasında insanlar İsa’yı kral olarak duyurmayı amaçladığında onun bu öneriyi nasıl reddetmiş oluşuna dair yaşanmışlığı doğru bir biçimde bildirmişti.
154:0.2 (1717.2) Hirodes’in resmi ailesinin bir üyesi olan, eşi kadınların hizmet birliğine ait, Çuza Hirodes’i, İsa’nın dünyevi yönetime ait hususlara karışma girişiminde bulunmadığı hakkında bilgilendirmişti; onun yalnızca, cennetin krallığını kardeşlik olarak adlandırmakta olduğu, inananlarının ruhsal kardeşliğinin oluşturulması ile ilgili olduğunu. Hirodes Çuza’nın bildirilerine o kadar güvenmekteydi ki, İsa’nın etkinliklerine müdahalede bulunmayı reddetmişti. Hirodes aynı zamanda bu zaman zarfında, İsa’ya olan tutumunda, Vaftizci Yahya’a karşı duymuş olduğu hurafesel korkudan etkilenmiş haldeydi. Hirodes, hiçbir şeye inanmayan ancak her şeyden korkan dinini terk etmiş Musevilerden bir tanesiydi. O, Yahya’yı ölüme göndermeden dolayı bir vicdan azabı çekmekteydi, ve o, İsa’ya karşı olan bu gizli planların bir parçası olmak istememekteydi. O, görünürde İsa tarafından iyileştirilmiş olan birçok hastalık vakasını bilmekteydi, ve o İsa’yı bir tanrı-elçisi veya göreceli zararsız dini köktenci olarak görmekteydi.
154:0.3 (1717.3) Museviler onu, ihanet içindeki bir kişiyi korkmakla suçlayan bir biçimde Sezar’a bildirmekle tehdit ettiğinde, Hirodes onların heyet odasından çıkması emrini vermişti. Böylece mesele bir hafta boyunca kenarda beklemiş oldu, bu süre zarfında ise İsa takipçilerini bekleyen dağılım için hazırlamıştı.
154:1.1 (1717.4) 1 Mayıs’dan 7 Mayıs’a kadar İsa, Zübeydelerin evinde takipçileri ile yakından bir tavsiye dönemi düzenledi. Sadece sınanmış ve güvenmiş olan takipçiler bu görüşmelere kabul edilmişti. Bu zaman zarfında orada yalnızca, Ferisilere karşı gelmenin ve açık bir biçimde İsa’ya bağlılıkta bulunmanın ahlaki cesaretine sahip yaklaşık yüz takipçi bulunmaktaydı. Bu toplulukla birlikte o sabah, öğleden sonrası ve akşam oturumlar düzenlemişti. Sorusu olan kişilerin küçük toplulukları her öğleden sonrası, öğreti-yayıcıları ve havarilerin kendileri ile konuşmada bulundukları deniz kenarında bir araya gelmişti. Bu topluluklar nadiren elliyi geçmişti.
154:1.2 (1717.5) Bu haftanın Cuma günü, Tanrı’nın evini İsa ve onun takipçilerine kapatma resmi eylemi Kapernaum sinagogu yöneticileri tarafından gerçekleştirilmişti. Bu eylem, Kudüs Ferisileri’nin kışkırtmaları ile gerçekleşmişti. Yairus baş-yönetici görevinden istifa etmiş olup, kendisini açık bir biçimde İsa’nın yanında konumlandırmıştı.
154:1.3 (1718.1) Deniz kenarındaki buluşmalarının sonuncusu, 7 Mayıs’da, Şabat öğleden sonrasında düzenlenmişti. İsa, bu zaman zarfında bir araya gelmiş olan yüz elli kişiden daha az bir topluluğa konuşma yapmıştı. Bu Cumartesi akşamı, İsa ve onun öğretilerine olan popüler ilginin gidişatındaki en alt düzeyi simgelemişti. Bu zaman zarfından itibaren, kendisine olan olumlu eğilimde düzenli, yavaş, ancak daha sağlıklı ve daha güvenilir bir büyüme mevcut olmuştu; ruhsal inanışta ve gerçek dini deneyimde daha güçlü köklere sahip yeni bir takip ortaya çıkmıştı. Üstün’ün takipçileri tarafından inanılmış olan krallığın maddi kavramsallaşmaları ile İsa tarafından öğretilmiş olan daha idealist ve ruhsal kavramsallaşmalar arasındaki az veya çok eklemsi ve tavizkar nitelikteki aşama artık kesin bir biçimde sona ermişti. Bu andan itibaren orada, daha geniş kapsamı ve onun uçsuz bucaksız ruhsal manaları içinde krallığın müjdesine ait daha açık bir duyuru bulunmaktaydı.
154:2.1 (1718.2) M.S. 29’da, Mayıs ayının 8’i, Pazar günü, Kudüs’de, Sanhedrin, İsa ve onun takipçilerine Filistin’in sinagoglarından tümünü kapatan bir yönerge geçirmişti. Bu, Kudüs Sanhedrin’in yeni ve öncesinde emsali bulunmayan bir yönetim yetkisi ihlaliydi. Bu zaman zarfına kadar her sinagog, ibadetçilerin bağımsız bir ayin topluluğu olarak mevcudiyetine sahip olmuş ve bu şekilde faaliyet göstermişti; ve, her sinagog, onu yönetenlerden oluşan kendi öz heyetinin idaresi ve yönlendirişi altındaydı. Yalnızca Kudüs’ün sinagogları Sanhedrin’in yönetim yetkisine tabi haldeydi. Sanhedrin’in bu geneli kapsayan eylemini onun beş üyesinin istifası takip etmişti. Beş yüz iletici derhal, bu yönergeyi bildirme ve onu uygulama görevi ile görevlendirilmişti. İki hafta gibi kısa bir süre içinde Filistin’deki her sinagog, Hebron’daki sinagog haricinde, Sanhedrin’in bu açık bildirisine boyun eğmişti. Hebron sinagogunun yöneticileri, meclisleri üzerinde Sanhedrin’in böyle bir kararı uygulama hakkını tanımayı reddetmişti. Kudüs yönergesine rıza göstermeye dair bu ret, İsa’nın gayesine besledikleri anlayış yerine, ayinsel topluluklarının bağımsızlığına dair mücadelelerine dayanmaktaydı. Bundan kısa bir süre sonra Hebron sinagogu bir yangınla yerle bir olmuştu.
154:2.2 (1718.3) Bu aynı Pazar sabahı İsa; takipçilerinden her birinden, sıkıntı içindeki ruhlarını dinlendirmeleri ve sevdiklerine cesaret sözcükleri söylemeleri için evlerine veya arkadaşlarına geri dönmelerini isteyen bir biçimde, bir haftalık tatil ilan etmişti. O şunu söylemişti: “Krallığın genişlemesi için dua ederken, eğleneceğiniz veya balık tutacağınız birden çok yere gidin.”
154:2.3 (1718.4) Dinlenmenin bu haftası İsa’nın deniz kenarında birçok aile ve topluluğu ziyaret etmesine olanak sağladı. O birden çok sefer Davud Zübeyde ile birlikte balık tutmaya gitmişti; ve, o, İsa’yı korumaya dair önderlerinden kesin bir biçimde verilmiş emirlere sahip Davud’un en sadık iki veya üç ileticisi tarafından her zaman yakından izlenir halde, vaktinin büyük bir kısmını yalnız dolaşarak geçirmişti. Bu dinlenme haftası boyunca kamu öğretisinin hiçbir türü bulunmamaktaydı.
154:2.4 (1718.5) Bu, Nathanyel ve Yakub Zübeyde’nin küçük çaplı bir hastalıktan daha fazlasından muzdarip oldukları haftaydı. Üç gün ve gece boyunca onlar şiddetli bir biçimde, acı veren bir mide sıkıntısı çekmişti. Üçüncü gün İsa, Yakub’un annesi, Şalome’yi dinlenmesi için evine gönderirken, sıkıntı içindeki havarilerine bizzat kendi bakmıştı. Tabii ki İsa bu iki adamı derhal iyileştirebilirdi; ancak, bu, ne Evlat’ın ne de Baba’nın, zaman ve mekânın evrimsel dünyaları üzerinde insan evlatlarının bu ortak zorlukları ve sıkıntıları ile ilgilenme yöntemi değildi. Bir kez bile, beden içindeki büyük öneme sahip yaşamının tümü boyunca, İsa, yeryüzü ailesinin herhangi bir üyesine veya doğrudan takipçilerinin herhangi biri adına doğa-ötesi yardımın herhangi bir türüne girişmemişti.
154:2.5 (1719.1) Evren zorlukları görülmek ve gezegensel engellerle fani yaratılmışların evrimsel ruhlarının, ilerleyici kusursuzlaşımı olarak büyüme ve gelişim için sağlanmış deneyimsel hazırlanışın bir parçası olarak yüzleşilmek zorundadır. İnsan ruhunun ruhsallaşımı, gerçek evren sorularının geniş bir kapsamını eğitimsel bir biçimde çözme ile olan yakından deneyimi gerektirmektedir. İrade sahibi yaratılmışların hayvansal doğası ve daha alt türleri, çevresel koşullar içinde elverişli biçimde ilerlememektedir. Zorlayıcı itki ile birlikte sorunsal durumlar, fani ilerleyişin değerli hedeflerinin erişimine ve ruhaniyet nihai sonunun daha yüksek düzeylerine erişmeye oldukça güçlü bir biçimde katkıda bulunan akıl, ruh ve ruhaniyet etkinliklerini yaratmaya zemin hazırlamaktadır.
154:3.1 (1719.2) Mayıs’ın 16’sında, Tiberya’daki ikinci görüşmede Kudüs’deki yönetim gücüne sahip kişiler ile Hirodes Antipa bir araya geldi. Kudüs’ün hem dini hem de siyasi önderleri görüşmede hazır bulunmaktaydı. Musevi önderleri Hirodes’e, hem Celile hem de Yehuda’daki sinagogların neredeyse tümünün İsa’nın öğretisine kapalı olduğunu bildirmeye yetkin konumdalardı. Hirodes’in İsa’yı tutuklaması için yeni bir çabada bulunulmuştu; ancak, o, bu kişilerin güçlü isteğini gerçekleştirmeye reddetmişti. Mayıs ayının 18’inde, buna rağmen, Hirodes Sanhedrin yönetim makamlarına, Yehuda’nın Romalı yöneticisinin razı olması koşulu ile, İsa’nın yakalanması ve Filistin’e dini suçlamalarla yargılanması için getirilmesi tasarımını gerçekleştirmesi için izin vermeyi kabul etmişti. Bu arada da, İsa’nın düşmanları oldukça meşgul bir biçimde Celile boyunca, Hirodes’in İsa’ya düşmancıl hale geldiğine ve onun öğretilerine inanmış olan herkesi yok etme amacı taşıdığına dair dedikoduyu yaymaktaydı.
154:3.2 (1719.3) Mayıs’ın 21’nde, Cumartesi gecesi; Kudüs’de bulunan sivil yöneticilerin, İsa’nın yakalanması ve Kudüs’e, Musevi milletinin kutsal yasalarını hiçe sayması suçlaması ile Sanhedrin heyetinin önüne çıkarılması amacıyla getirilmesine dair Hirodes ve Ferisiler arasında yapılmış anlaşmaya dair hiçbir itirazda bulunmadıklarına dair haber Tiberya’ya ulaşmıştı. Bunun uyarınca, bugünün gece yarısından hemen önce, Hirodes, Sanhedrin görevlileri tarafından onun hâkimiyeti altındaki topraklarda İsa’nın yakalanmasına ve zorla mahkeme için Kudüs’e getirilmesine izin veren yönergeyi imzaladı. Birçok farklı yerden güçlü baskı, Hirodes’in bu izne razı olmasına sebep olmuştu; ve, o, İsa’nın, Kudüs’de bulunan kızın düşmanları karşısında adil bir mahkeme bekleyemeyeceğini oldukça iyi bilmekteydi.
154:4.1 (1719.4) Bu aynı Cumartesi gecesi, önde gelen elli vatandaştan oluşan bir topluluk, şu çok önemli soruyu tartışmak için sinagogda buluşmuştu: “Bizler İsa ile ne yapmalıyız?” Onlar gece yarısından sonrasına kadar konuşup, tartışmada bulunmuştu; ancak, anlaşma için herhangi bir ortak noktayı bulamamışlardı. İsa’nın Mesih, en azından kutsal bir kişi, hiç değilse bile bir tanrı-elçisi, olabileceğine dair inanışa eğilimi olan az sayıdaki birkaç kişi dışında, sırasıyla, şu görüşe sahip olan neredeyse dört eşit topluluk arasında bölünmüş durumdaydı:
154:4.2 (1719.5) 1. O, ne yaptığını bilmez ve zararsız bir dini köktenciydi.
154:4.3 (1719.6) 2. O, isyana kışkırtabilecek tehlikeli ve hesapçı bir tahrikçiydi.
154:4.4 (1720.1) 3. O, ecinnilerin düzeyinde olup, kötü ruhaniyetlerin bir prensi bile olabilirdi.
154:4.5 (1720.2) 4. O, aklı yerinde olmayan; zihinsel olarak dengesiz halde, deli bir kişiydi.
154:4.6 (1720.3) Orada, İsa’nın duyurduğu inanç-savları hakkında sıradan insanlar için üzüntü kaynağı olan birçok konuşma gerçekleşmekteydi; onun düşmanları, İsa’nın öğretilerinin, eğer herkes onun düşünceleri uyarınca yaşamak için dürüst bir çaba gösterirse her şeyin parçalara ayrılacağı biçimde, uygulanamaz olduğunu savunmaktaydı. Ve, ilerleyen birçok nesile ait insanlar aynı şeyleri söyleyegelmişlerdir. Birçok ussal ve özünde iyi niyetli kişi, bu açığa çıkarılışların daha aydınlanmış çağında bile, çağdaş medeniyetin İsa’nın öğretileri üzerine inşa edilemeyecek olduğunu savunmaktadır — ve onlar göreceli olarak doğrudurlar. Ancak, bu türden kuşkucuların tümü, çok daha iyi bir medeniyetin onun öğretileri üzerine kurulabilme şansının geçmişte bulunduğunu, ve onun gelecek bir zamanda kurulacağını unutmaktadır. Bu dünya hiçbir zaman, İsa’nın öğretilerini büyük bir ölçekte yerine getirmeye ciddi bir biçimde denememiştir, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle Hıristiyanlık’ın inanış-savlarını takip etmek için sıklıkla gerçekleştirilmiş olan yarı-gönüllü girişimlerine rağmen.
154:5.1 (1720.4) Mayıs’ın 22’si, İsa’nın yaşamında büyük öneme sahip olan bir gündü. Bu Pazar sabahı, gün ağarmadan önce, Davud’un ileticilerinden bir tanesi, Hirodes’in Sanhedrin görevlileri tarafından İsa’nın tutuklanmasını onayladığını veya onaylamak üzere olduğu haberini getiren bir biçimde, Tiberya’dan büyük bir acele ile ulaşmıştı. Bu beklenen tehlikeye dair haberin alınışı, Davud Zübeyde’nin ileticilerini ayaklandırıp, onları sabahın yedisinde bir acil durum heyeti için toplayan bir biçimde, takipçilerin tüm yerel topluluklarına göndermesine neden olmuştu. Yude’nin (İsa’nın kardeşinin) görümcesi bu endişe verici bildiriyi duyduğunda, haberi, onları derhal Zübeyde’nin evinde toplanmaya çağıran bir biçimde, yakında ikamet eden İsa’nın tüm ailesine yetiştirmişti. Ve, bu acele çağrıya karşılık olarak, kısa bir süre içinde orada Meryem, Yakub, Yusuf, Yude ve Ruth bir araya gelmişti.
154:5.2 (1720.5) Bu erken sabah buluşmasında, İsa, toplanmış takipçilerine veda yönergelerini aktardı bu, onların yakın bir süre içinde Kapernaum’dan dağıtılacağını oldukça iyi bilen bir halde, kendilerine o anda elveda bulunuşundan meydana gelmişti. İsa onların tümüne, rehberlik için Tanrı’yı aramalarının ve sonuçlarından bağımsız olarak krallığın görevine devam etmelerini salık vermişti. Öğreti-yayıcıları, çağrılabilecekleri zamana kadar yerinde gördükleri biçimde emeklerini vereceklerdi. O, öğreti-yayıcılarından on ikiliyi kendisine eşlik etmek için seçmişti; o, on ikili havarinin ne olursa olsun kendisiyle birlikte kalmaya devam etmesine salık vermişti. O, on iki kadının kendisi görevlendirene kadar Zübeyde ve Petrus’un evlerinde kalmaya devam etmesini emretmişti.
154:5.3 (1720.6) İsa, Davud Zübeyde’nin eyalet boyunca gerçekleştirmekte olduğu iletici hizmetini devam ettirme isteğine razı olmuştu; yakın bir süre içinde Üstün’e elveda edişinde, Davud şunu söylemişti: “Görevine devam et, Üstünümüz. Bağnazların seni yakalamasına izin verme, ve ileticilerin seni takip edeceğinden hiçbir zaman kuşkun olmasın. Benim adamların hiçbir zaman seninle iletişimi kesmeyecek, ve onlar vasıtasıyla sen diğer yakalarda olan krallık hakkında bilgi alacaksın, ve onlar vasıtasıyla bizler senin hakkında bilgi edineceğiz. Başıma gelen hiçbir şey bu hizmeti etkilemeyecek; zira, ben, birinci ve ikinci, hatta üçüncü önderleri atamış bulunmaktayım. Ben ne bir öğretmen ne de bir duyurucuyum; ancak, kalbimden bunu yapmaktayım, ve hiç kimse beni durduramaz.”
154:5.4 (1720.7) Bu sabah yaklaşık olarak 7:30’da İsa, kendisini duymak için ev içine doluşmuş olan neredeyse yüz inanana ayrılık konuşmasına başlamıştı. Bu, orada bulunan herkes için büyük ciddiyete sahip bir olaydı ancak, İsa, beklenmedik bir biçimde neşeli görünmekteydi; o, bir kez daha kendi olağan benliğindeydi. Haftaların ciddiyeti gitmiş, İsa onların tümü için, inanca, umuda ve cesarete dair sözleri ile ilham kaynağı olmuştu.
154:6.1 (1721.1) İsa’nın yeryüzü ailesinin beş üyesi Yude’nin görümcesinin acele çağrısına karşılık olarak olay yerine ulaştığında, bu Pazar sabahı saat yaklaşık olarak sekizi göstermekteydi. Beden içindeki tüm aile üyeleri içinde yalnızca tek bir kişi, Ruth, yeryüzü üzerindeki onun görevinin kutsallığına tüm kalbiyle ve devam eden bir biçimde inanmıştı. Yude ve Yakub, ve hatta Yusuf, hala, İsa’ya olan inançlarının büyük bir kısmını taşımaya devam etmekteydi; ancak, onlar gururun, doğru yargılarına ve gerçek ruhsal eğilimlerine müdahalede bulunmasına izin vermişlerdi. Meryem benzer bir biçimde, annesel sevgi ve aile gururu arasında olmak üzere, derin sevgi ve korku arasında arada kalmıştı. Her ne kadar o kuşkular tarafından rahatsız edilse de, İsa’nın doğumundan önce Cebrail’in gerçekleştirmiş olduğu ziyareti hiçbir zaman bütünüyle unutamamıştı. Ferisiler Meryem’i, akılsal yoksunluğa sahip olan bir biçimde, İsa’nın akıl sağlığının yerinde olmadığına ikna etmek için emek zarf etmiş haldeydi. Onlar Meryem’e; İsa’nın sağlığının yakın bir süre içinde çökeceği, ve eğer kendisinin bu şekilde devam etmesine izin verilirse sonuç olarak bütün aileye onursuzluktan ve utançtan başka bir şeyin gelmeyeceği teminatını vermişlerdi. Ve, böylece, Yude’nin görümcesinden bu haber geldiğinde, Ferisiler ile önceki akşam buluşmuş oldukları yer olan Meryem’in evinden derhal hep beraber Zübeyde’nin evinin yolunu tuttular. Onlar Kudüs önderleri ile gecenin ilerleyen saatlerine kadar konuşmuş olup, onların tümü az ve çok İsa’nın garip bir biçimde hareket ettiğine, belirli bir süredir garip bir biçimde hareket ettiğine, emin olmuşlardı. Her ne kadar Ruth onun tüm davranışlarını açıklayamasa da, o her zaman İsa’nın ailesine adil bir biçimde davranmış olduğunda ısrarcı olup, İsa’yı ilave emeklerinden caydırma çabaları tasarımını kabul etmeyi reddetmişti.
154:6.2 (1721.2) Zübeyde’nin evine olan yolcukları süresince onlar bu şeyler üzerinde konuşmuş olup, İsa’nın kendileriyle birlikte eve gelmesi için onu ikna etmekte hem fikir olmuşlardı zira, Meryem şunu söylemişti: “Eğer o bir eve gelse ve beni dinlese, ben oğlum üzerinde etkide bulunacağımı biliyorum.” Yakub ve Yude, İsa’nın tutuklanma ve mahkeme için Kudüs’e götürülme planlarına dair söylentileri duymuş haldeydiler. Onlar aynı zamanda kendilerinin güvenliğinden büyük endişe duymaktaydılar. İsa halk gözünde gözde bir şahıs oldukça, ailesi olanlara izin vermişti; ancak, şimdi Kapernaum insanları ve Kudüs’ün yöneticileri, aniden kendisine karşı tarafın alınca, onlar kesin bir biçimde, utandıkları konumlarının yaratmış olduğu varsayılan utancın baskısını hissetmeye başlamışlardı.
154:6.3 (1721.3) Onlar İsa’yı görmeyi, kendisini kenara çekmeyi, kendisinden beraberce evlerine geri dönmesini güçlü bir biçimde talep etmeyi beklemekteydi. Onlar kendisine; eğer, sadece, kendisine sıkıntı getirmekten ve ailesine onursuzluk yakıştırmaktan başka bir şey olmayan yeni bir dini duyurma çabasının budalalığını bırakırsa, onun kendilerini yüzüstü bırakışını unutma — bağışlama, unutma — teminatını vermeyi düşünmüşlerdi. Tüm bunların hepsi karşısında Ruth yalnızca şunu söylemekteydi: “Ağabeyime, kendisinin bir Tanrı evladı olduğunu düşündüğümü söyleyeceğim ve ümit ediyorum ki o, bu ahlaktan yoksun Ferisiler kendi duyurusunu durdurmasına izin verişinden önce ölmeye gönüllü olacaktır.” Yusuf, diğerleri İsa ile mücadele ederken Ruth’u susturmaya söz vermişti.
154:6.4 (1721.4) Onlar Zübeyde’nin evine ulaştıklarında, İsa, takipçilerine olan elveda konuşmasının tam ortasındaydı. Onlar eve girmeye çalıştı, ancak ev taşan derecede kalabalıktı. Sonunda onlar kendilerine arka veranda bir yer bulup, geldiklerine dair haberi İsa’ya aktarmışlardı bu haber kulaktan kulağa nihayeten Şimon Petrus tarafından İsa’ya fısıldanana kadar taşınmıştı Şimon Petrus İsa’nın konuşmasını yarı kesmiş ve şunu söylemişti: “Bak, annen ve kardeşlerin dışarıda, ve onlar seninle konuşmaya oldukça can atıyorlar.” Bu aşamada, annesi, takipçilerine bu elveda iletisinin verilişinin ne kadar önemli olduğunu bir kez olsun düşünmemişti; ne de, o, oğlunun konuşmasının muhtemel bir biçimde kendisini tutuklayacak olanların varışı tarafından her an içinde sonlanabileceğini bilmekteydi. O gerçekten de, görünürde oldukça uzun bir ayrılıktan sonra, o ve kardeşlerinin mevcut bir biçimde kendisine gelme iyiliği gösterişinin gerçekliği ışığında, İsa’nın konuşmasını sonlandırıp, beklemelerine dair haberi duyduğu an kendilerine geleceğini düşünmüştü.
154:6.5 (1722.1) Bu tam da, yeryüzü ailesinin Babası’nın görevi üzerinde olduğunu kavrayamadığı o anlardan bir tanesiydi. Ve, böylece, Meryem ve kardeşleri, iletiyi almak için konuşmasına ara vermesine rağmen, kendilerini karşılamak için koşması yerine, onun güzel sesinin şu artan bir sesle konuşmasını duyduklarında, derin bir biçimde alınmışlardı: “Anneme ve kardeşlerime benim için hiçbir korku duymamalarını söyle. Dünyaya beni göndermiş olan Baba, beni yalnız bırakmayacaktır; ne de herhangi bir zarar benim aileme gelecektir. Onların cesur olmasını söyle ve güvenlerini krallığın Babası’na emanet etmelerini iste. Ancak, son kertede, kim benim annem ve kardeşlerim?” Ve, ellerini odada toplanmış olan takipçilerinin tümüne uzatarak, şunu söyledi: “Ben bir anneye sahip değilim; kardeşlere sahip değilim. İşte annem, işte kardeşlerim! Her kim cennet içindeki Babam’ın iradesini yerine getirirse, o kişi benim annem, erkek ve kız kardeşimdir.”
154:6.6 (1722.2) Ve, Meryem bu sözleri duyduğunda, Yude’nin kollarına yığıldı. Onlar annelerini, İsa elveda iletisinin son cümlelerini söylerken, ayıltmak için bahçeye götürmüştü. İsa daha sonra, annesi ve erkek kardeşleri ile görüşmek için dışarı çıkma niyetindeydi; ancak, Sanhedrin görevlilerinin İsa’yı tutuklama ve kendisini Kudüs’e götürme yetkisi ile yolda olduklarına dair haberi getiren bir biçimde Tiberya’dan çıkmış olan bir ulak buraya ulaşmıştı. Andreas bu iletiyi almış, ve, İsa’nın konuşmasını bölen bir biçimde, kendisine iletmişti.
154:6.7 (1722.3) Andreas, Davud’un, Zübeyde’nin evi etrafında korucuyu görevlendirmesini hatırlamamıştı ve, hiç kimse bu koruyucuları şaşırtamazdı böyle bir durumda, o İsa’ya neyin yapılması gerektiğini sordu. Üstün; annesi, “Benim annem yok” sözünü duymuş halde bahçede büyük şaşkınlıktan kurtulmaya çalışırken, orada sessizlik içerisinde durmaktaydı. Odada bir kadının ayağa kalkıp şunu haykırışı tam da bu zaman zarfında gerçekleşmişti: “Seni taşıyan rahim kutlu olsun, seni beslemiş göğüsler kutlu olsun.” İsa, Andreas ile olan konuşmasından bir anlığına dönüp, şunu söyleyen bir biçimde bu kadına cevap vermişti: “Hayır, bunun yerine, Tanrı’nın sözünü duyan ve ona uymaya cüret eden kişi kutlu olsun.”
154:6.8 (1722.4) Meryem ve İsa’nın kardeşleri İsa’nın kendilerini anlamadığını, aslında kendilerinin İsa’yı anlamamış olduklarını çok az anlamış bir biçimde, İsa’nın kendilerine olan ilgisini kaybettiklerini düşünmüştü. İsa, insanların geçmişleri ile olan ilişkilerini koparmalarının ne kadar zor olduğunu bütünüyle anlamıştı. O, insan varlıklarının duyurucunun ikna ediciliği karşısında nasıl fazlasıyla etkilendiğini bilmekteydi; ve, o, aklın mantık ve nedenselliğe cevap verirken, vicdanın duygusal çekime nasıl karşılıkta bulunduğunu bilmekteydi; ancak, o aynı zamanda, insanları geçmişlerinden ayırmaya ikna etmenin ne kadar kıyas edilmeyecek düzeyde zor olduğunu bilmekteydi.
154:6.9 (1722.5) Yanlış anlaşıldıklarını ve değerlerinin takdir edilmediğini düşünen herkesin İsa’ya, duygudaş bir arkadaş ve anlayışlı bir danışman olarak sahip oluşu sonsuza kadar gerçektir. O havarilerine, bir kişinin düşmanlarının aynı haneden olabileceğini uyarmıştı ancak, bu tahminin kendi öz deneyimine uymaya nasıl da yaklaşacağını çok az aklından geçirmişti. İsa, yeryüzü ailesini Babası’nın görevini yerine getirmemek için terk etmemişti — ailesi İsa’yı terk etmişti. Daha sonra, Üstün’ün ölümü ve yeniden dirilişinden sonra, Yakup öncül Hıristiyan hareketi ile ilişkili hale geldiğinde, İsa ve takipçileri ile olan öncül birlikteliği memnuniyetle deneyimlemeyişinde ölçülemeyecek düzeyde acı çekmişti.
154:6.10 (1723.1) Bu olaylardan geçtiği süre boyunca İsa, kendi insan aklının taşımış olduğu sınırlı bilginin rehberliğinde ilerlemeyi tercih etmişti. O, yalın bir kişi olan birliktelikleri ile deneyim sürecinden geçmeyi arzulamıştı. Ve, ayrılmadan önce ailesini görmek İsa’nın insan aklından geçmişti. Konuşmasının ortasında onu sonlandırmayı ve böylece uzun bir süreli bir ayrılıktan sonra onların ilk buluşmasını bu türden bir kamu olayı haline getirmeyi istememişti. O öncesinde, bu konuşmayı bitirmeyi ve daha sonrasında ayrılmalarından önce onlarla bir sohbeti gerçekleştirmeyi amaçlamıştı ancak, bu tasarım, doğrudan takip etmiş olan kumpas hadiseleri ile uygulanamamıştı.
154:6.11 (1723.2) Onların kaçışlarının aceleciliği, Davud’un ileticilerinden oluşan bir kafilenin Zübeydelerin evinin arka kapıya olan varışıyla daha da artmıştı. Bu kişiler tarafından yaratılmış olan ani hareketlilik havarileri, bu yeni ulaşan kişilerin onların tutuklayıcıları olduklarına dair düşünceye doğru iten bir biçimde korkutmuştu; ve, doğrudan bir tutuklanmadan duydukları korku içinde onlar, bekler haldeki teknenin ön girişine doğru aceleyle hareket etmişlerdi. Ve, tüm bunların hepsi, İsa’nın, arka verandada beklemekte olan ailesini neden görmeyişini açıklamaktadır.
154:6.12 (1723.3) Ancak, İsa, acele için oradan uzaklaşır halde tekneye adım atarken Davud Zübeyde’ye şunu söylemişti: “Anneme ve kardeşlerime, onların gelişini takdir ettiğimi ve onları görme amacı taşımış bulunduğumu söyle. Onlardan, benden alınmamalarını, bunun yerine Tanrı’nın iradesine dair bir bilgiyi ve bu iradeyi gerçekleştirmek için şükranı ve cesareti arzulamalarını iste.”
154:7.1 (1723.4) Ve, böylece, İsa ve on ikili havarisi ve on iki öğreti-yayıcısının, Hirodes Antipa’dan gelen, Tanrı’ya hakaret ve Museviler’in kutsal yasalarına olan diğer karşı geliş suçlamasıyla İsa’yı tutuklama ve onu mahkeme için Kudüs’e getirme yetkisiyle Bethsayda yolu üzerinde bulunan Sanhedrin görevlilerinden gerçekleştirdiği bu aceleci kaçış bu Cuma sabahı, Mayıs’ın 23’ü, M.S. 29 yılında yaşanmıştı. Yirmi beş kişilik bu kafilenin küreklere davranıp, Celile Denizi’nin doğu kıyalarına doğru açılmaları bu güzel sabahta neredeyse sekiz buçukta gerçekleşmişti.
154:7.2 (1723.5) Üstün’ün teknesini takip eden başka bir, küçük yelkenli bulunmaktaydı bu tekne, İsa ve onun birliktelikleri ile iletişime devam etme ve onların bulundukları yer ve güvenlerine dair bilgiyi, belirli bir süre boyunca krallığın görevi için yönetim merkezi olarak hizmet etmiş bulunan Bethsayda’da Zübeyde’nin evine düzenli olarak aktarma sorumluluğu verilmiş olan, Davud’un yedi ileticisini taşımaktaydı. Ancak, İsa bir daha tekrar Zübeyde’nin evini kendi evi olarak kullanmamıştı. Bu aşamadan itibaren, yeryüzü yaşamının geride kalan kısmı boyunca, Üstün gerçek anlamıyla “başını koyacak bir yere sahip değildi.” Artık o, yerleşik bir yere benzer bile bir şeye sahip değildi.
154:7.3 (1723.6) Onlar, Keresa kasabasına yakın bir yere kadar kürek çekmiş, tekneyi arkadaşlarının gözetimine emanet etmiş ve Üstün’ün yeryüzü üzerindeki yaşamının bu önemli olaylara sahne olmuş son yılının istikameti çok belli olmayan dolaşımlarına başlamışlardı. Bir süre boyunca onlar, Keresa’dan Kaesarea-Filippi’ye giden, böylece Fenike’nin sahiline kadar inen bir biçimde, Filip’in bölgelerinde kalmaya devam etmişlerdi.
154:7.4 (1723.7) Kalabalık, bu iki teknenin doğu sahiline doğru yola çıkışlarını izleyen bir biçimde, Zübeyde’nin evi çevresinde vakitlerini geçirmeye devam etmişlerdi; ve, kafile, Kudüs görevlileri acele edip İsa’yı arayışlarına başladığında, yollarına çoktan çıkmış haldeydi. Görevliler İsa’nın kendilerinden kaçmış olduğuna inanmayı reddetmişti; ve, İsa ve onun kafilesi Batanea boyunca kuzeye doğru hareket ederken, neredeyse bir hafta boyunca vakitlerini, İsa’yı Kapernaum’un komşu mekânlarında nafile bir biçimde arayarak geçirmişlerdi.
154:7.5 (1724.1) İsa’nın ailesi Kapernaum’a geri dönmüş olup, neredeyse bir haftayı, konuşarak, tartışarak ve dua ederek geçirmişti. Onlar, kafa karışıklığı ve hayret edici duygularla dolmuştu. Onlar, Ruth’un Davud’dan baba-kardeşinin güvende, sağlığının yerinde ve Fenike sahiline hareket ettiğini öğrendiği yer olan Zübeyde’nin evine gerçekleştirmiş olduğu bir ziyaretten döndüğü Perşembe öğleden sonrasına kadar hiçbir huzura sahip olmamışlardı.
Urantia’nın Kitabı
155. Makale
155:0.1 (1725.1) BU BÜYÜK öneme sahip Pazar günü, Keresa’ya varmalarından kısa bir süre sonra, geceyi Bethsayda-Yulias’ın güneyindeki güzel bir parkta geçirmiş oldukları yer olan, kuzey yönünde birazcık ilerlemişlerdi. Onlar, çok önceden burada günler boyunca konaklamış olarak, bu konaklama yerine aşinaydılar. Gece için istirahata çekilmelerinden önce Üstün takipçilerini etrafına toplamış, onlar ile birlikte Batanea ve Kuzey Celile’den Fenike sahiline olan tasarlamış bulundukları hareketleri üzerine konuşmuştu.
155:1.1 (1725.2) İsa şunu söylemişti: “Hepiniz, şunu söyleyen bir biçimde, Mezmur’un bu türden dönemler için söylediklerini hatırlamalısınız: ‘Neden başka inanca sahip olanlar kin duymakta ve insanlar nafile bir biçimde kumpas kurmaya çalışmakta? Yeryüzünün kralları karara varıp, insanların yöneticileri Koruyucu’ya ve onun kutsamış olduğu kişiye, şunları söyleyen bir biçimde, karşıt taraf aldılar: “Haydi, bağışlamanın zincirlerini kıralım, ve haydi, sevginin bağlarını koparalım.”
155:1.2 (1725.3) “Bugün sizlerin bunun gözlerinizin önünde gerçekleşmiş olduğunu görmektesiniz. Ancak, sizler, Mezmurun kehanetinin geride kalan kısmının gerçekleşeceğini görmeyeceksiniz; zira, o, İnsan Evladı ve onun yeryüzü üzerindeki görevine dair yanlış düşünceleri beslemişti. Benim krallığım derin sevgi üzerine inşa edilmiş, bağışlama içinde duyurulmuş ve fedakâr hizmet tarafından kurulmuştur. Benim Babam cennette, başka inanca sahip olanları ciddiyetsiz bir biçimde görerek onlara gülmemektedir. O, büyük bir hoşnutsuzluk içinde kindar halde değildir. Gerçektir ki, Evlat, miras olarak tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle başka inanca sahip olanları (gerçekte ise bilgisiz ve eğitilmemiş kardeşlerini) almaktadır. Ve, ben bu diğer inançta olanları, bağışlamanın ve şefkatin açık kolları ile kabul edeceğim. Tüm bu sevgi dolu iyilik, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle başa dine sahip olanlara gösterilecektir, her ne kadar utgun Evlad’ın ‘onları demirden bir çubuk ile böleceği ve bir çömlekçinin testisi gibi parçalara ayıracağını’ ön gören kaydın talihsiz duyurusuna rağmen. Güçlü bir biçimde Mezmur sizden ‘Koruyucu’ya korku ile hizmet etmenizi’ talep etti — ben sizden, inançla kutsal evlatlığın yüceltilmiş ayrıcalıklarına girmenizi istiyorum; o sizlerin titremeden keyif duymanızı emrediyor; ben sizlerin tarafınıza verilmiş olan güvenceden. O, ‘Sinirlenmesin diye Evladı öpün, yoksa onun kini bir ayağa kalktığı zaman hepiniz yok olursunuz.’ Ancak, benimle birlikte yaşamış olanlar, kızgınlığın ve kinin, insanların kalplerinde cennetin krallığının kuruluşunun bir parçası olmadığını çok iyi bilirler. Ancak, Mezmur, bu güçlü talebini bitirirken, gerçek ışığı az da olsun görmüştü, o şunu söylemişti: “Güvenlerini bu Evlada vermiş olanlar kutludurlar.”
155:1.3 (1725.4) İsa, şunu söyleyen bir biçimde, yirmi dörtlüye öğretimde bulunmayı sürdürmüştü: “Başka dinden onlar bizlere kin duyduğunda, onların bahanesi yoktur. Onların ufku küçük ve dar olduğu için, enerjilerini coşkulu bir biçimde odaklamaya yetkindirler. Onların hedefleri yakın, az çok görünür niteliktedir; bu nedenle onlar arzularını, cesur ve etkili bir yerine getiriş ile gerçekleştirmektedir. Cennetin krallığına girmeyi duyurmuş olan sizler, öğretim davranışınızda fazlasıyla değişken ve kesin olmayan konumda bulunmaktasınız. Diğer dinden olanlar amaçlarını doğrudan bir biçimde yerine getirmeyi amaçlamaktadırlar; sizler, gerçekleşmesi çok uzun bir süre olacak şeyi arzulamaktan suçlu konumdasınız. Eğer sizler krallığa girme arzusu duyuyorsanız, diğer inancı benimseyenler kuşatmış oldukları bir şehri alırlarken, neden ruhsal saldırıdan alınmaktasınız? Sizler; hizmetiniz oldukça büyük bir ölçekte, geçmişten pişmanlık duyar, şimdiki andan şikâyet eder ve nafile bir biçimde gelecekten umut bekler bir tutumdan meydana geldiğinde, krallığa neredeyse hiçbir biçimde layık değilsinizdir. Neden başka inanca sahip olanlar kin duymaktadır? Çünkü, onlar gerçekliği bilmemektedirler. Neden sizler nafile bir arzu içinde boş yere vakit geçirmektesiniz? Çünkü, sizler gerçekliğe itaat etmiyorsunuz. Gelecekten beklemekte olduğunuz gereksiz arzularınıza son verin ve cesur bir biçimde krallığın kuruluşu için ne gerekiyorsa onu yapmaya gidin.
155:1.4 (1726.1) “Yapmış olduğunuz hiçbir şeyde, tek taraflı ve haddinden fazla özelleşmiş hale gelmeyin. Bizlerin yok olmasını arzulayan Ferisiler gerçekten de Tanrı’nın hizmetini yerine getirmekte olduklarını düşünmektedir. Onlar gelenek tarafından o kadar dar görüşlü hale gelmişlerdir ki, ön yargı ile gözleri görmez hale gelmiş ve korkudan hissetmez olmuşlardır. Din olmadan bir bilime sahip olan Yunanlıları düşünün; bir yandan da, bilim olmadan dine sahip Musevileri. Ve, insanlar bu şekilde, gerçekliğin dar görüşlü ve kafası karışık bir parçalanışını kabul eden bir biçimde yanlış yönlendirildiğinde, onların tek kurtuluş umudu — inancını değiştiren bir biçimde — gerçeklik tarafından eşgüdümsel hale gelmektir.
155:1.5 (1726.2) “Sizlere duygudaş bir biçimde şu ebedi gerçekliği ifade etmeme izin verin: Eğer sizler, gerçeklik eşgüdümü ile, yaşamlarınız içerisinde doğruluğun bu güzel bütünlüğünün örneği haline gelmeyi öğrenirseniz, akran insanlarınız sizlerin elde etmiş olduğunuz bu şeyleri kazanabilmeleri için peşinize düşeceklerdir. Gerçeği arayanların sizlere duymuş olduğu çekimin ölçüsü, doğruluğunuz olarak, gerçeklik bahşedilmişliğinizin düzeyini temsil etmektedir. İnsanlara iletiniz ile gitmek zorunda oluşunuzun düzeyi, bir ölçüde, gerçeklik tarafından eş-güdümsel hale gelmiş olan yaşam olarak, bütüncül veya diğer bir değişle doğru yaşamı yaşamadaki başarısızlığınızı göstermektedir.”
155:1.6 (1726.3) Ve, Üstün havarilere ve öğreti-yayıcılarına, onların kendisine iyi geceler demelerinden ve yastıklarında dinlenmeye çekilmelerinden önce, birçok başka şeyi öğretmişti.
155:2.1 (1726.4) Pazar sabahı, Mayıs’ın 23’ü, İsa Petrus’dan, on iki öğreti-yayıcısı ile birlikte Çorazin’e uğramalarını istemişti; bir yandan da kendisi, on birli ile birlikte, Ürdün Vadisi’den Şam-Kapernaum yoluna uzanan doğrultudan geçen, buradan Kaesarea-Filippi yoluna bağlanan kuzey doğu doğrultusundan hareket eden ve sonra da buradan şehre giren bir biçimde, Kaesarea-Filippi için ayrılmıştı onlar burada iki hafta boyunca vakit geçirmiş ve öğretimde bulunmuşlardı. Onlar buraya, Mayıs’ın 24’ü, Salı öğleden sonrası varmışlardı.
155:2.2 (1726.5) Petrus ve öğreti-yayıcıları, krallığın müjdesini küçük ancak içten inananlardan meydana gelmiş bir kafileye duyuran bir biçimde, Çorazin’de iki hafta boyunca ikamet etmişlerdi. Ancak, onlar, çok sayıda yeni kişiyi inançlarına kazanmaya yetkin olamamışlardı. Celile’nin tümü içinde hiçbir şehir, Çorazin kadar krallık için az sayıda ruh sağlamamıştı. Petrus’un yönergeleri doğrultusunda on iki öğreti-yayıcısı, cennetsel krallığın ruhsal gerçekliklerini artan bir güçle duyurur ve öğretirken, fiziksel olan şeyler halinde — iyileşme hakkında daha az şey söylemişlerdi. Çorazin’deki bu iki hafta, bu zamana kadar kariyerleri içinde en zor ve en verimsiz dönemi meydana getiren bir biçimde on iki öğreti-yayıcısı için yararlı bir karşıtlık deneyimini oluşturmuştu. Krallık için ruhları kazanma memnuniyetinden bu şekilde mahrum olan bir biçimde, onların her biri, daha içten ve gönüllü bir biçimde ruhlarını ve onların yeni yaşam içindeki ruhsal doğrultuda ilerleyişini gözden geçirmişlerdi.
155:2.3 (1726.6) Daha fazla sayıda kişinin krallığa girme arzusu duymama niyetinde olduğu ortaya çıkınca, Petrus, Haziran’ın 7’si, Salı günü, birlikteliklerini bir araya toplayıp, İsa ve havarilere katılmak için Kaesarea-Filippi için ayrıldı. Onlar Çarşamba günü öğle üzeri buraya varmış olup, bütün akşamı Çorazin’deki inanmayan kişiler arasında sahip oldukları deneyimleri anlatmayla geçirmişlerdi. Bu akşam konuşmaları boyunca, İsa, tohum eken çiftçinin anlamlı hikâyesini anlatmış olup, onlara fazlasıyla, yaşamda girişilen şeylerin görünür başarısızlığının içerdiği anlama dair öğretide bulunmuştu.
155:3.1 (1727.1) Her ne kadar İsa Kaesarea-Filippi yakınındaki iki haftalık konukluk boyunca hiçbir kamu görevinde bulunmamış olsa da, havariler şehir içinde birçok sessiz akşam toplantısı düzenlemiş olup, inananların çoğu Üstün ile konuşmak için şehrin dışındaki kampa gelmişti. Çok az sayıdaki kişi, bu ziyaretin bir sonucu olarak inananların topluluğuna katılmıştı. İsa havariler ile her gün konuşmuş olup, cennetin krallığını duyurma çalışmasında yeni bir fazın bu aşamada başlamakta olduğunu daha da açık bir biçimde görmüştü. Onlar, “cennetin krallığının yiyecek ve içecek olmadığını, kutsal evlatlığı kabul etmeden doğan ruhsal neşenin farkındalığı olduğunu” kavramaya başlamaktaydı.
155:3.2 (1727.2) Kaesarea-Filippi’deki konukluk on bir havari için gerçek bir sınav olmuştu; o, yaşanılması zor olan iki haftalık bir süreçti. Onlar neredeyse tamamen ümitsizliğe kapılmış olup, Petrus’un coşkun kişiliğinin dönemsel gerçekleşen itkisini aramışlardı. Bu süreç boyunca, İsa’ya inanmak ve onu takip etmeye atılmak gerçekten de büyük ve zorlayıcı bir serüvendi. Her ne kadar onlar bu iki hafta boyunca az sayıda yeni kişiyi inanışlarına kazanmış olsalar da, Üstün ile olan günlük konuşmalarından fazlasıyla yarar sağlayan bir biçimde fazlasıyla şey öğrenmişlerdi.
155:3.3 (1727.3) Havariler, gerçekliği, bir mezhepsel inanışa dönüştüren bir biçimde katılaştırmaları nedeniyle Museviler’in ruhsal olarak ilerlemez halde ve ölmekte olan bir konumda bulunduklarını öğrenmişlerdi; gerçekliğin, ruhsal rehberlik ve ilerleyiş için ana göstergeler biçiminde hizmet vermesi yerine, haklılığını yalnızca kendinden alan ayrımcılığın bir taraf belirleme aracı biçimde formülleştirildiğinde, bu türden öğretilerin yaratıcı ve yaşam-veren gücünü yitirdiğini ve nihai olarak yalnızca korunan ve fosilleşen hale geldiğini.
155:3.4 (1727.4) Artan bir biçimde onlar İsa’dan, insan kişiliklerini onların zaman ve mekân içindeki olasılıkları gözünden değerlendirmeyi öğrenmişti. Onlar birçok ruhun görülemez olan Tanrı’yı derinden sevmeye en iyi bir biçimde, ilk olarak görebildikleri kardeşlerini derinden sevmek ile götürülebileceğini öğrenmişlerdi. Ve, bununla ilişkili olarak şu yeni anlam Üstün’ün bir kişinin akranları için fedakâr hizmetine dair şu duyurusuna eklenmiş hale gelmişti: “Kardeşlerimin en arkada kalanlardan biri için ne yapmışsanız, onu benim için yapmışsınızdır.”
155:3.5 (1727.5) Kaesarea’daki bu konukluğun büyük derslerinden bir tanesi; bir kutsallık duygusunun, kutsal olmayan şeylere, ortak düşüncelere veya günlük olaylara bağlanmasına izin verişin taşıdığı büyük tehlike olarak, dini geleneklerin kökeni ile ilişkiliydi. Bir konuşmadan onlar; gerçek dinin, insanın, taşımış olduğu en yüksek ve gerçek yargılarına olan içten bağlılığı olduğuna dair öğretiyle çıkmışlardı.
155:3.6 (1727.6) İsa inananlarını şayet dini arzuları yalnızca maddi bir nitelikte olursa, doğaya dair artan bilgilerinin, şeylerin varsayılan doğa-üstü kökeninin ilerleyici bir biçimde saf dışı bırakılması ile, nihai olarak kendilerini Tanrı’ya olan inançlarından mahrum bırakan konuma getireceği konusunda uyarmıştı. Ancak, şayet dinleri ruhsal nitelikte olursa, fiziksel bilimin ilerleyişinin ebedi gerçekliklere ve ruhsal değerlere dair onların inancını hiçbir zaman rahatsız etmeyeceğini.
155:3.7 (1727.7) Onlar; din, güdüsü bakımından tamamen ruhsal hale geldiğinde, yaşamı daha yüksek amaçlarla dolduran, aşkın değerlerle onu soylulaştıran, muhteşem amaçlarla onu ilham verici kılan ve tüm bunlar gerçekleşirken insan ruhunu ulvi ve hayatta kılan bir umutla rahatlatan bir biçimde yaşamın bütününü değerli kıldığını öğrenmişlerdi. Gerçek din, mevcudiyetin gerilimini azaltmak için tasarlanmıştır; o inanç ve cesareti, günlük yaşam ve fedakâr hizmet için sağlamaktadır. İnanç, ruhsal canlılığı ve doğru üretkenliği sağlamaktadır.
155:3.8 (1727.8) İsa tekrar eden bir biçimde havarilerine, herhangi bir medeniyetin dini içinde iyi olan şeyleri kaybettikten uzun süre sonra hayatta kalamayacağını öğretmişti. Ve, o hiçbir zaman, dini deneyimin yerine dini simgeleri ve törenleri kabul etmenin taşıdığı büyük tehlikeye işaret etmekten yorulmamıştı. Onun yeryüzü yaşamının tamamı tutarlı bir biçimde, dinin katılaşmış türlerini, aydınlanmış evlatlığın sıvı özgürlüklerine dönüştürmenin görevine adanmıştı.
155:4.1 (1728.1) Perşembe sabahı, Haziran’ın 9’u, krallığın ilerleyişi haberinin Bethsayda’dan gelen Davud’un ileticileri tarafından alınmasından sonra, gerçekliğin yirmi beş öğretmeninden meydana gelen bu topluluk Kaesarea-Filippi’den, Fenike sahiline olan yolculuklarına başlamak için ayrılmışlardı. Onlar, Luz üzerinden, balçık şehir çevresi etrafından Mecdel-Lübnan Dağı patika yolunun birleşme noktasına, oradan da, Sidon’a giden yola geçerek bu şehre Cuma öğleden sonrası ulaşmışlardı.
155:4.2 (1728.2) Luz yakınında, üzerlerinde asılı bir kaya parçasının gölgesi altında öğlen yemeği için dururlarken, İsa, havarilerinin kendisi ile olan ilişkilerinin tüm bu yılları içinde o zamana kadar duymuş bulundukları en dikkat çekici konuşmalardan bir tanesinde bulunmuştu. Yemeğe başlamak için oturur oturmaz Şimon Petrus İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstün, cennet içindeki Baba her şeyi biliyorsa, ve onun ruhaniyeti yeryüzü üzerinde cennetin krallığının kurulumunda bizlere destek oluyorsa, neden bizler düşmanlarımızın tehditlerinden kaçıyoruz ki? Neden bizler, gerçekliğin düşmanları ile yüzleşmeyi reddediyoruz?” Ancak, İsa Petrus’un sorusuna cevap vermeye başlamadan önce, Tomas, şunu söyleyen bir biçimde, araya girmişti: “Üstün, ben gerçekten de, Kudüs’de bulunan düşmanlarımızın sahip olduğu dinde tam olarak neyin yanlış olduğunu bilmek istiyorum. Onların dini ile bizlerin dini arasındaki gerçek fark nedir? Hepimiz aynı Tanrı’ya hizmet etmeye adanmışken, neden inanışta bu kadar çeşitlilik içerisindeyiz?” Ve, Tomas sözünü bitirdiğinde, İsa: “Her ne kadar Petrus’un sorusunu görmezden gelmesem de, tam da bu türden bir dönemde Museviler’in yöneticileri ile açık bir çatışmaya girmekten kaçınmaya dair nedenlerimi yanlış anlamanın ne kadar kolay olduğunu oldukça bütüncül bir biçimde bilmeme rağmen, Tomas’ın sorusuna cevap vermenin hepiniz için daha yararlı olacağını düşünmekteyim. Ve, ben, yemeğinizi bitirdiğinizde bunu gerçekleştireceğim.”
155:5.1 (1728.3) Çağdaş kavramsallaşmalar içinde özetlenmiş ve yeniden ifade edilmiş olan bu büyük öneme sahip söyleşi, şu gerçekliklere işaret etmişti:
155:5.2 (1728.4) Her ne kadar dünya dinleri — doğal ve açığa çıkarımsal olarak — çifte bir kökene sahip olsa da, her bir zaman zarfında be her bir insan topluluğu içinde dini bağlılığın üç farklı türü bulunacaktır. Ve, dini itkinin bu üç dışavurumu şunlardır:
155:5.3 (1728.5) 1. İlkel din. Gizemli enerjilerden korkma ve üstün kuvvetlere olan ibadet biçiminde yarı-doğal ve içgüdüsel uyarım, başlıca fiziksel doğaya ait bir din, korkunun dini.
155:5.4 (1728.6) 2. Medeniyetin dini. Aklın dini olarak — medenileşen ırkların gelişen dini kavramsallaşmaları ve uygulamaları, kurumsallaşmış dini geleneğin yönetim gücünün içinde barındırmış olduğu ussal din-kuramı.
155:5.5 (1728.7) 3. Gerçek din — açığa çıkarılışın dini. Doğa-ötesi değerlerin açığa çıkarılışı, ebedi gerçekliklerin kısmi bir biçimde kavranılışı, insan deneyimi içinde sergilenen haldeki ruhaniyetin dini olarak — cennet içindeki Baba’nın sahip olduğu sonsuz karakterin iyiliğine ve güzelliğine küçük bir bakış.
155:5.6 (1729.1) Fiziksel hislerin dini ve doğadan gelen insanların hurafesel korkularıyla Üstün uğraşmayı reddetmişti, her ne kadar o ibadetin bu ilkel türünün oldukça büyük bir kısmının insanlığın daha ussal ırklarının dini türleri üzerinde varlığını sürdürüşü gerçeğinden büyük üzüntü duymuş olsa da. İsa, aklın dini ve ruhaniyetin dini arasındaki büyük farklılığı açık bir biçimde ortaya sermişti; ilki din adamlığı kurumunun sahip olduğu yönetim gücü ile korunurken, diğeri tamamiyle insan deneyimine dayanmaktaydı.
155:5.7 (1729.2) Ve, bunun sonrasında Üstün, öğretim saatinde, şu gerçeklikleri daha da açıklığa kavuşturmayı sürdürdü:
155:5.8 (1729.3) Irklar oldukça ussal ve daha bütüncül bir biçimde medeni hale selene radar, ilk ve geri kalmış toplulukların evrimsel dini uygulamalarını oldukça doğrudan bir biçimde nitelemekte olan bu çocuksu ve hurafesel törenlerin çoğu varlığını sürdürecektir. İnsan ırkı, ruhsal deneyimin gerçekliklerinin daha yüksek ve daha genel bir tanınışının düzeyine ilerleyene kadar, erkek ve kadınların geniş sayıları, yalnızca ussal rızayı gerektiren dini yönetimin bu dinleri için kişisel bir tercihi göstermeye devam edecektir; bu, ruhaniyetin dinine tezat olan bir durumdur; ruhaniyetin dini, ilerleyici insan deneyiminin canlı gerçeklikleri ile bütünleşmenin inan serüveni içinde aklın ve ruhun etkin katılımını içine almaktadır.
155:5.9 (1729.4) Geleneksel dinlerin yönetim yetkisinin kabul edilişi, insanın ruhsal doğasının sahip olduğu arzuların tatminine dair içinden gelen itki için kolay bir çıkış yolu sunmaktadır. Yönetim yetkisine sahip kurulu, katılaşmış ve oluşumunu tamamlamış olan dinler, korkuyla rahatsız edildiğinde ve belirsizlikten acı çektiğinde kaçabilecek olan insanın şaşkınlık içindeki ve üzgün ruhu için kolay bir sığınak sağlamaktadır. Bu türden bir din sadık inananları gerektirmektedir; onun tatminlerinin ve güvencelerinin yerine gelmesi için, yalnızca katılımcı olmayan ve tamamen ussal nitelikteki bir rızanın bedeli ödenmelidir.
155:5.10 (1729.5) Ve, uzunca bir sure boyunca, dini tesellilerini bu şekilde teminat altına almayı tercih edecek olan bu ürkek, korku dolu ve gönülsüz bireyler yeryüzü üzerinde yaşamaya devam edecektir; ve, bu, yönetim gücüne sahip olan dinlerle kader ortaklığı yaparak, özünde kişiliğin egemenliğinden taviz vermekte, bireyin kendisine duymuş olduğu saygının soyluluğunu alçaltmakta ve olası insan deneyimlerinin tümü içindeki en heyecan verici ve en fazla ilham kaynağı plan şu deneyimlere katılma hakkını tamamen teslim etmektedir: gerçeklik için kişisel arayış, ussal keşfin taşıdığı ciddi tehditler ile karşılaşmanın verdiği heyecan, kişisel dini deneyimin gerçekliklerini keşfetmenin kararlılığı, insanın Tanrı’yı, kendisi için ve kendi bireysel mevcudiyeti olarak, arayışı ve onu buluşu biçimindeki — tüm insan mevcudiyetinin en yüce macerası içinde dürüstçe kazanılmış olarak ruhsal inancın ussal kuşku üzerindeki zaferinin mevcut gerçeklişimini kişisel utgunluk olarak deneyimlemenin vermiş olduğu en yüksek düzeydeki tatmin.
155:5.11 (1729.6) Ruhaniyetin dini; çaba, mücadele, çatışma, inanç, kararlılık, sevgi, bağlılık ve ilerleme anlamına gelmektedir. Yönetim yetkisine sahip din-kuramı olarak — aklın dini, resmi inananlarından bu türden güçlü taleplerin çok azını veya hiçbirini gerektirmemektedir. Gelenek; ilerleyici insan aklı tarafından keşfedilebilecek ve evrimleşen insan ruhu tarafından deneyimlenebilecek olan, ruhsal gerçekliklerinin daha da uzak kıyılarını arayan bir biçimde keşfedilmemiş gerçekliğin büyük denizlerine olan cüretkâr serüvenin bu inanç yolculuğu ile ilişkili haldeki ruhaniyet mücadelelerinden ve zihinsel belirsizliklerinden içgüdüsel olarak kaçınmakta olan bu korku dolu ve yarı-gönüllü ruhlar için güvenli bir sığınak ve kolay bir yoldur.
155:5.12 (1729.7) Ve, İsa konuşmasına şöyle devam etmişti: “Kudüs’deki dini önderler, geleneksel öğretmenlerine ve başka dönemlerin tanrı-elçilerine ait çeşitli inanç-savlarını, yönetim gücüne sahip bir din olarak, ussal inanışlardan meydana gelmiş kurulu bir sisteme doğru formülleştirmiştir. Bu türden dinlerin tümünün etkisi büyük ölçüde akıla hitap etmektedir. Ve, şimdi bizler, bu türden bir din ile ölümcül bir çatışmaya girmek üzereyiz; zira, bizler yakın bir süre içinde, kelimenin bugünkü anlamıyla bir din olmayan, başlıca etkisini insan aklında ikamet eden Babam’ın kutsal ruhaniyetine yapmakta olan bir din olan — yeni bir dinin cüretkâr duyurusuna başlayacağız; yönetim gücünü, gerçekten ve gerçek anlamıyla Tanrı ile olan bu daha yüksek ruhsal bütünlüğün gerçekliklerinin inananları haline gelenlerin tümünün kişisel deneyiminde oldukça kesin bir biçimde ortaya çıkacak olan, kabulünün meyvelerinden alacak bir din.”
155:5.13 (1730.1) Yirmi dört kişinin her birine işaret eden ve onların hepsini isimleri ile teker teker çağıran biçimde İsa şunları söylemişti: “Ve, şimdi, hanginiz, cennetin krallığının ebedi gerçeklikleri ve yüce ihtişamları içinde yaşayan ve kişisel bir deneyimin gerçekliklerinin taşımakta olduğu güzellikleri kendiniz için keşfetmekten doğan memnuniyeti gerçekleştirirken, insanlara kurtuluşun daha iyi bir yolunu duyurma göreviyle beraber gerçekleşmekte olan zorluklardan ve idamlardan muzdarip olmak yerine, Ferisiler tarafından Kudüs’de savunulmakta olan, kurumsallaşmış ve fosilleşmiş bir dine olan bağlılığın bu kolay yolunu tercih edecek? Kendisinin evlatları olan, gerçekliğin Tanrısı’nın ellerine geleceklerinizi emanet etmekten korku mu duymaktasınız? Kendisinin çocukları olarak, Baba’ya güvenmiyor musunuz? Geleneksel yönetim gücüne sahip olan dinin kesinliği ve ussal oturmuşluğunun kolay yoluna mı gideceksiniz? Yoksa, benimle birlikte kendinizi, insanların kalplerindeki cennetin krallığı olarak ruhaniyete ait dinin yeni gerçekliklerini duyurmanın belirsiz ve sıkıntılara gebe geleceğine ileri atılmaya mı hazırlanacaksınız?”
155:5.14 (1730.2) Dinleyicilerinden yirmi dördü de, İsa’nın o zamana kadar gerçekleştirmiş olduğu birkaç duygusal etkiden biri olarak, buna birleşik ve sadık karşılıklarını göstermeyi amaçlayan bir biçimde, ayağa kalkmışlardı ancak, İsa elini kaldırmış ve, şunu söyleyen bir biçimde, onları durdurmuştu: “Şimdi, her birinizin Baba ile beraber gideceği biçimde, bireysel olarak dağılın; ve, orada, benim soruma duygusal olmayan bir cevabı bulacaksınız; ruhun bu türden gerçek ve içten bir tutumunu bulmuş olarak, sahip olduğu sınırsız derin sevgi yaşamının duyurmakta olduğumuz dinin tam da ruhaniyetini oluşturduğu, benim Baba’m ve sizin Baba’nızla özgürce ve hiçbir şeyden korkmadan konuşun.”
155:5.15 (1730.3) Din-yayıcıları ve havariler, kısa bir süreliğine birbirlerinden ayrıldılar. Onların ruhları canlanmış, akılları ilham duymuştu, ve onların duyguları İsa’nın söylemiş olduğu şeyler karşısında oldukça güçlü bir biçimde etkilenmişti. Ancak, Andreas onları bir araya topladığında, Üstün yalnızca şunu söylemişti: “Yolculuğumuza devam edelim. Bizler bir süreliğine vakit geçirmek için Fenike’ye gideceğiz, ve hepiniz Baba’nın, akıl ve beden duygularınızı aklın daha yüksek sadakatlerine ve ruhaniyetin daha tatmin edici deneyimlerine dönüştürmesi için dua edeceksiniz.”
155:5.16 (1730.4) Onlar aşağı doğru inerlerken, yirmi dörtlü sessizdi; ancak, yakın bir süre içinde onlar birbirleri ile konuşmaya başlamıştı, ve öğleden sonra saat üç gibi onlar artık ilerleyememişlerdi; onlar bir durma noktasına varmışlardı, ve Petrus, İsa’ya varan bir biçimde, şunu söylemişti: “Üstün, sen bizlere yaşamın ve gerçekliğin sözlerini verdin. Bizler daha fazlasını duymak isteriz; güçlü bir biçimde bizler senden bu hususlar hakkında ilave şeyler söylemeni rica ediyoruz.”
155:6.1 (1730.5) Ve, böylece onlar, tepe kenarındaki bir gölgelikte dururlarken, İsa, özünde şunu söyleyen bir biçimde, ruhaniyetin dinine dair şunları öğretmeye devam etmişti:
155:6.2 (1730.6) Sizler, güvenceyi derinden arzulayan ve uyumu tercih eden aklın bir dini ile tatmin olmayı seçmekte olan akranlarınız arasından geldiniz. Sizler, yönetim gücüne sahip kesinliği, macera dolu ve ilerleyici inanca ait ruhaniyetin güvenceleri için değiştirmeyi seçtiniz. Sizler, kurumsal dinin iflah olmaz esaretine karşı duymayı ve şimdi Tanrı’nın sözü olarak görülmekte olan tarihsel anlatılardan meydana gelen kaydın taşıdığı otoriteyi reddetmeye cüret ettiniz. Babamız gerçekten de Musa, İlyas, İşaya, Amos ve Hosea vasıtasıyla konuşmuştur; ancak, o, eskinin bu tanrı-elçileri sözlerini bitirdikleri zaman dünyaya gerçekliğin sözlerini hizmet etmeyi sonlandırmamıştır. Babam, gerçekliğin sözünün bir çağda hediye edilip, diğerinde saklandığı biçimde, herhangi bir ırkı veya nesli ayırmamaktadır. Tamamiyle insani olan şeyi kutsal olarak adlandırma akılsızlığına girişmeyin, ve varsayılan vahiyin geleneksel kehanetlerinden gelmemekte olan gerçekliğin sözlerini kavrayamazlık etmeyin.
155:6.3 (1731.1) Ben sizlerden, ruhaniyetten doğan bir biçimde, yeniden doğmanızı istedim. Ben sizleri; dini otoritenin karanlığından ve geleneğin uyuşukluğundan, kendiniz için, kendiniz içinde ve kendinize ait bir biçimde, Tanrı’yı bulmanın ulvi deneyimi ve bütün bunları kendi kişisel deneyimiz içinde bir gerçek olarak gerçekleştirme halindeki — kendinizi insan ruhunun yapacağı en büyük keşif için hazırlama potansiyelini gerçekleştirmenin taşıdığı aşkın ışığa çağırdım. Ve, böylece sizler, geleneğin otoritesinden Tanrı’yı bilmenin deneyimine gerçekleşen bir biçimde, ölümden yaşama geçebilirsiniz; böylece sözler, miras olarak alınmış ırksal bir inançtan, mevcut deneyimle elde edilmiş kişisel bir inanca doğru gerçekleşen bir biçimde, karanlıktan ışığa doğru ilerleyeceksiniz; ve, böylelikle, atalarınız tarafından sizlere verilmiş olan aklın bir din-kuramından, ruhlarınızda ebedi bir bahşedilmişlik olarak inşa edilecek ruhaniyetin bir dinine ilerleyeceksiniz.
155:6.4 (1731.2) Dininiz, geleneksel otoriteye olan salt ussal inanıştan, Tanrı’nın gerçekliğini ve Baba’nın kutsal ruhaniyeti ile ilişkili olan her şeyi kavramaya yetkin olan, yaşayan inancın mevcut deneyime dönüşecek. Aklın dini sizi ümitsiz bir biçimde geçmişe bağlamaktadır; ruhaniyetin dini, ilerleyici açığa çıkarılıştan meydana gelmekte olup, sürekli bir biçimde sizlere, ruhsal idealler ve ebedi gerçeklikler içindeki daha yüksek ve daha kutsal olan kazanımlara işaret etmektedir.
155:6.5 (1731.3) Dini otorite istikrar içindeki bir güvenceye dair mevcut bir hissi aktarırsa da, sizler bu türden geçici bir tatmin için, ruhsal özgürlüğünüz ve dini bağımsızlığınızı kaybedişinizin bedelini ödemektesiniz. Benim Babam sizden cennetin krallığına girmenin bedeli olarak; ruhsal olarak çirkin, kutsal olmayan ve gerçek dışı şeylere duyulmakta olan bir inanışa bağlanmaya zorlamasını istememektedir. Sizlerden, öz bağışlama, adalet ve gerçeklik duyuşunuza tezat bir biçimde dini biçimlerin ve törenlerin eskimiş bir düzenine bağlılık istenmemektedir. Ruhaniyetin dini sizlerin, ruhaniyetin yönlendirmeleri sizleri nereye götürürse oraya sonsuza kadar özgür bir biçimde takip etmenize izin vermektedir. Ve, bu ruhaniyet diğer nesillerin duymayı reddetmiş olduğu bir şeyi aktaracak şeye sahipse — kim yargıda bulunabilir ki?
155:6.6 (1731.4) Aç ruhları karanlık ve uzak geçmişlere sürükleyen ve orada onları bırakan bu sahte dini öğretmenler utanmalıdırlar! Ve, gerçeğin her yeni açığa çıkarılışı tarafından kafa karışıklığına düşerken, her yeni keşif ile ne yapacağını bilmez ve korkuya kapılan tahlisiz insanlar. “Aklı Tanrı’da kalmaya devam eden kişi kusursuz huzurda tutulmaya devam edecektir” demiş olan tanrı-elçisi, otoritesel din-kuramının yalın bir ussal inananı değildi. Bu gerçeği bilen insan Tanrı’yı keşfetmiş haldeydi; o sadece Tanrı hakkında konuşmamaktaydı.
155:6.7 (1731.5) Ben sizleri, eskinin tanrı-elçilerinin söylemiş oldukları sözlere sürekli bir biçimde atıfta bulunma ve İsrail’in kahramanlarını övme alışkanlığını bırakmanız konusunda uyarıyorum; ve, bunun yerin sizler, En Yüksek Unsur’un yaşayan tanrı-elçileri ve yaklaşmakta olan krallığın ruhsal kahramanları haline gelmeyi amaç edinmelisiniz. Geçmişin Tanrı-bilen önderlerini onurlandırmak gerçekten de değerli bir şey olabilir; ancak, neden, bunu gerçekleştirirken, insan mevcudiyetinin şu yüce deneyimini feda edesiniz: kendiniz için Tanrı’yı bulmak ve onu kendi öz ruhunuzda bilmek?
155:6.8 (1732.1) İnsanlığın her ırkı, insan mevcudiyetine dair kendi zihinsel bakış açısına sahiptir; bu nedenle, aklın dini sürekli olarak bu çeşitli ırksal bakış açılarına uyumlu olmak zorundadır. Otoritenin dinleri hiçbir zaman bir bütün hale gelmeye yetkin değildir. İnsan birliği ve fani kardeşlik yalnızca, ruhaniyetin dininin aşkın bahşedilmişliği tarafından ve onun vasıtasıyla elde edilebilir. Irksal akıllar farklılık gösterebilir; ancak, insanlığın tümü, aynı kutsal ve ebedi ruhaniyet tarafından ikamet edilmektedir. İnsan kardeşliğinin umudu yalnızca, kişisel ruhsal deneyimin dini olarak — ruhaniyetin birleştirici ve soylulaştırıcı dini tarafından aşılandığında, ve onun egemen gölgesi altında, gerçekleşebilir.
155:6.9 (1732.2) Otoritenin dinleri sadece insanları bölmekte ve onları birbirlerine karşı vicdani kamplara ayırmaktadır; ruhaniyetin dini ilerleyen bir biçimde insanları birbirine yaklaştırmakta ve onların anlayış dolu bir biçimde birbirlerine duygudaş hale gelmesine neden olmaktadır. Otoritenin dinleri tek olarak, inancın çeşitliliğine bütüncül müsamahayı göstermek için — nihai sonun tek-tipliği halinde — deneyimde birliği istemektedir. Ruhaniyetin dini yalnızca kavrayıştaki tek-tipliği istemektedir, görüş ve bakış açısındaki tek-tipliği değil. Otoritenin dinleri içinde yaşam olmayan inanç ilkelerine doğru kalıplaşır; ruhaniyetin dini, sevgi dolu hizmetin ve bağışlayıcı yardımın soylulaştırıcı eylemlerinden doğan artan neşe ve özgürlüğe doğru büyümektedir.
155:6.10 (1732.3) Ancak, herhangi biriniz bile, geleneksel kuraklığın bu kötü nitelikli günlerine düşmüş oldukları için İbrahim’in çocuklarına olumsuz gözle bakma hatasına düşmesin. Atalarımızın kendileri, Tanrı’yı aramak için kalıcı ve tutkulu bir arayışı sürdürmeyi bırakmışlardır; ve onlar Tanrı’yı, kendisi bir Tanrı Evladı olarak bu hususta birçok şeyi bilmekte olan, Âdem döneminden beri insan ırklarının herhangi bir üyesinin tamamı tarafından bilinenden daha fazla bir konumda bulmamışlardı. Benim Babam, Musa’nın döneminden beri bir kez olsun, Tanrı’yı bulma ve Tanrı’yı bilme biçimindeki, İsrail’in uzun ve bitmek bilmez mücadelesine işaret etmede başarısız olmadı. Bitkin nesiller boyunca Museviler, tümünü Tanrı’ya dair gerçekliğin keşfine biraz olsun yaklaşabilmek için gerçekleştirmiş olarak, emek vermede, terlemede, acı çekmede, zorlanmada ve yanlış anlaşılmış ve hor görülmüş bir insan topluluğunun sıkıntılarına ve deneyimlerine maruz kalmada bir an olsun yokluk çekmedi. Ve, İsrail’in tüm bu başarısızlıklarına ve kusurlarına rağmen, atalarımız ilerleyen bir şekilde, Musa’dan Amos ve Hosea dönemlerine kadar, ebedi Tanrı’nın gittikçe artan bir biçimde daha açık ve daha gerçekçi bir resmini tüm dünya için artarak açığa çıkarmıştı. Ve, böylece, ortam, sizlerin paylaşmak için çağrılmış olduğunuz, Baba’nın daha da büyük açığa çıkarılışı için hazırlanmıştır.
155:6.11 (1732.4) Yaşayan Tanrı’nın iradesini keşfetmeye girişmekten daha tatmin ve heyecan verici olan yalnızca tek bir serüvenin bulunduğunu hiçbir zaman unutmayın; bu, kutsal iradeyi dürüst bir biçimde gerçekleştirme deneyişinin olası en yüce nitelikteki deneyimidir. Ve, Tanrı’nın iradesinin herhangi bir yeryüzü mesleğinde yerine getirilebilecek oluşunu hatırlayamazlık etmeyin. Bazı meslekler kutsal, diğerleri ise din-dışıdır. Ruhaniyet tarafından yönlendirilmekte olanların yaşamlarındaki her şey kutsaldır; bu, gerçekliğe tabi olma, derin sevgi tarafından soylulaştırılma, bağışlamanın egemenliği altında bulunma ve — adalet olarak — hakkaniyet tarafından kısıtlanmaktır. Babam ve benim dünyaya göndereceğimiz ruhaniyet, yalnızca Gerçekliğin Ruhaniyeti değil aynı zamanda idealist güzelliğin ruhaniyetidir.
155:6.12 (1732.5) Sizler, Tanrı’ya dair sözü yalnızca din-kuramsal otoriteye ait eskinin kayıtlarında aramaya bir son vermek zorundasınız. Tanrı’nın ruhaniyetinden doğanlar, doğdukları andan itibaren, hangi kökenden kaynağını alır görünürse görünsün Tanrı’nın sözünü algılayacaklardır. Kutsal gerçeklik, bahşedilme biçiminin görünürde insani olması nedeniyle bir kenara itilmemelidir. Kardeşlerinizin çoğu, Tanrı’ya dair din-kuramını kabul ederken Tanrı’nın mevcudiyetin ruhsal olarak farkında bulunmada başarısız olan akıllara sahiptir. Ve, tam da bu, cennetin krallığının en iyi, içten bir çocuğun ruhsal tutumuna sahip olmakla farkına varılacağını oldukça sık bir biçimde öğretmiş oluşumun nedenidir. Ben sizlere, çocuğun zihinsel olgunsuzluğunu önermiyorum; ben size, kolayca inanan ve bütünüyle güvenen bu türden ufaklığın ruhsal basitliğini öneriyorum. Tanrı’nın mevcudiyetini hissetme yetisine erişen bir biçimde giderek büyümenize kıyasla Tanrı’ya dair gerçeği bilmeniz çok da önemli değildir.
155:6.13 (1733.1) Tanrı’yı ruhunuz içinde bir kez hissetmeye başladığınızda, onu diğer insanların ruhlarında ve nihai olarak çok büyük bir evrenin tüm yaratılmışları ve yaratılanlarında keşfetmeye başlayacaksınız. Ancak, bu türden ebedi gerçekliklerin üzerine irdeleyici düşünüşe çok az veya hiçbir zaman ayırmayan insanların ruhlarında Baba’nın, yüce sadakatlere ve kutsal ideallere sahip bir Tanrı olarak ortaya çıkmasının olasılığı ne kadar fazladır? Akıl, ruhsal bir doğanın oturağı değilse de, kesin bir biçimde onun kapısıdır.
155:6.14 (1733.2) Ancak, Tanrı’yı bulmuş olduğunuzu diğer insanlara ispat etmeye çalışma hatasına düşmeyin; sizler, bu türden gerçek bir kanıtı bilinç dâhilinde gerçekleştirmezsiniz; bu böyleyken, orada Tanrı-bilen oluşunuzun gerçeğine dair şu iki olumlu ve güçlü gösterim biçimi bulunmakta olup, onlar şunlardır:
155:6.15 (1733.3) 1. Gündelik olağan yaşamınızda Tanrı’nın ruhaniyetine ait meyveleri açığa sermek.
155:6.16 (1733.4) 2. Sizlerin bütüncül yaşamınızın; zamanın içinde mevcudiyetini az da olsa tatmış olduğunuz ebediyetin Tanrısı’nı bulma umuduna dair arayışınız içerisindeki ölümden varlığınızı sürdürerek çıkma serüveninizde benliğinizi ve sahip olduğunuz her şeyi koşulsuz bir biçimde tehlikeye atmış olduğunuzu olumlu bir şekilde kanıtlayış gerçeği.
155:6.17 (1733.5) Şimdi, Babamın her zaman, inancın en küçük bir kıvılcımına bile cevap verecek oluşunuzda yanılmayın. O, ilkel insanın fiziksel ve hurafesel duyguları gözlemlemektedir. Ve, inancı, otoritenin dinlerine olan onayın etkin olmayan bir tutumuna gerçekleştirilen ussal rızadan ancak bir daha fazlası olan düzeydeki dürüst ancak korku içindeki ruhlarla olan ilişkisinde Baba her zaman, kendisine ulaşma çabasında bulunan tüm bu cılız girişimleri bile onurlandırmaya ve desteklemeye her zaman hazırdır. Ancak, karanlıktan ışığa çağrılmış olan sizlerin, bütüncül bir kalple inanması beklenmektedir; inancınız, bedenin, aklın ve ruhaniyetin bir bütün haline gelmiş tutumları üzerinde egemenlik kurmalıdır.
155:6.18 (1733.6) Sizler benim havarilerimsiniz, ve sizler için din, ruhsal ilerleyişin ve idealist serüvenin çetin gerçeklikleri ile karşılaşma korkusu içinde kaçabileceğiniz bir din-kuramsal sığınak olmamalıdır; ancak, bunun yerine sizlerin dini, Tanrı’nın sizi ideale sahip, soylulaşmış ve ruhsallaşmış olarak buluşuna, ve sizlerin, sizleri bu şekilde bulmuş ve evlatsal bütünlüğe almış olan Tanrı’yı bulmanın ebedi serüvenine yazılışınıza şahitlik eden gerçek deneyimin kanıtı haline gelmelidir.
155:6.19 (1733.7) Ve, İsa konuşmasını bitirdiğinde, şunu söyleyerek, Fenike’nin batısını gösteren bir biçimde, Andreas’a işarette bulunmuştu: “Haydi yolumuza çıkalım.”
Urantia’nın Kitabı
156. Makale
156:0.1 (1734.1) CUMA öğleden sonrası, Haziran’ın 10’u, İsa ve birliktelikleri, İsa’nın kendisine olan ilginin en yoğun olduğu döneminde Bethsayda hastanesinde bir hasta olmuş olan bir varlıklı kadının evinde durmuş oldukları, Şidon’un yakınlarına ulaşmışlardı. Öğreti-yayıcıları ve havariler hemen yakındaki mahallede arkadaşlarında kalmış olup, Şabat günü bu canlandırıcı çevre içinde dinlenmişlerdi. Onlar neredeyse iki buçuk haftalık bir süreyi, kuzeye doğru kıyı şehirlerini ziyaret etmek için hazırlanmalarından önce Şidon ve onun çevresinde geçirmişlerdi.
156:0.2 (1734.2) Bu Haziran Şabat günü oldukça sessiz olanlardan bir tanesiydi. Öğreti-yayıcıları ve havariler beraberce, Şidon’a olan yollarında dinlemiş oldukları Üstün’ün din üzerine olan konuşmaları üzerinde fazlasıyla düşünür haldelerdi. Onların tümü, Üstün’ün kendilerine söylemiş olduğu şeyler içinde belirli bir şeyi değerli görmeye yetkin haldeydi; ancak, onların hiçbiri, onun öğretisinin taşıdığı önemi bütünüyle kavrayamamıştı.
156:1.1 (1734.3) Üstün’ün kaldığı yer olan Karuska’nın evi yakınında, Üstün’ün büyük bir iyileştirici ve öğretmen olduğunu fazlasıyla duymuş bulunan bir Suriyeli kadın yaşamakta olup, bu Şabat öğleden sonrası o, kendi küçük kızını getiren bir biçimde, İsa’nın yanına gelmişti. Yaklaşık olarak on iki yaşında bulunan bu çocuk, kasılmalarla ve diğer rahatsız edici dışavurumlarla başlıca tanımlanmakta olan ciddi bir sinirsel bozukluktan sıkıntı çekmekteydi.
156:1.2 (1734.4) İsa birlikteliklerinden öncesinden, istirahat etmeyi arzuladığını açıklayan bir biçimde, Karuska’nın evindeki mevcudiyetinden hiç kimseye bahsetmemelerini istemişti. Onlar Üstün’ün emirlerine itaat etmişlerse de, Karuska’nın hizmetçisi, İsa’nın madamının evinde konakladı hakkında bilgilendirmek için Norana isimli bu Suriyeli kadının evine gitmiş olup, sıkıntı içindeki kızını iyileştirilmesi amacıyla getirmesini bu endişe içindeki anneden güçlü bir biçimde talep etmişti. Bu anne, tabii ki, çocuğuna, temiz olmayan bir ruhaniyet biçiminde, bir ecinninin girmiş olduğuna inanmaktaydı.
156:1.3 (1734.5) Norana kızı ile birlikte ulaştığında, Alpheus ikizleri bir tercüman vasıtasıyla Üstün’ün dinlenmekte olduğunu ve rahatsız edilmemesi gerektiğini açıklamıştı bunun üzerine Norana, o ve çocuğun tam da orada Üstün istirahatını sonlandırıncaya kadar bekleyeceği cevabını vermişti. Petrus da aynı zamanda nedenlerini anneye anlatmaya, eve gitmesi için onu ikna etmeye çabalamıştı. O, İsa’nın fazlasıyla öğretide ve iyileştirmede bulunmadan yorgun olduğunu, Fenike’ye sessizlik ve istirahatın bir süreci için gelmiş olduğunu açıklamıştı. Ancak, bu nafileydi; Norana ayrılmayacaktı. Petrus’un ricalarına o yalnızca şu cevabı vermişti: “Ben, Üstününüzü görmeden ayrılmayacağım. Biliyorum ki o çocuğumdan ecinnileri çıkarabilir, ve iyileştirici kızımı görmeden gitmeyeceğim.”
156:1.4 (1734.6) Bunun sonrasında Tomas kadını göndermeye çalışmıştı, ancak o sadece başarısızlıkla karşılaşmıştı. Tomas’a anne şunu söylemişti: “Ben Üstününüzün, çocuğuma işkence çektiren bu ecinniyi çıkarabileceğine inanç beslemekteyim. Onun Celile’de yapmış olduğu kudretli şeyleri duydum, ve ben ona inanıyorum. Sizlere ne oldu da böyle, sizler onun takipçileri, ki Üstününüzün yardımını görmek için gelmiş olanları geri gönderiyorsunuz?” Ve, o bunları söylediğinde, Tomas geri çekilmişti.
156:1.5 (1735.1) Bunun sonrasında, Norana’ya karşı çıkmak için Şimon Zelotes öne çıkmıştı. Şimon: “Kadın, sen Yunanca konuşan bir gentilesin. Senin; Üstün’ün, kendisinin gözde hanenin çocukları için amaçlamış olduğu ekmeği alıp, köpeklerin önüne atmasını beklemen doğru bir şey değildir. Ancak, Norana, Şimon’un şiddetli sözlerinden alınmayı reddetmişti. O yalnızca şu cevabı verdi: “Evet, öğretmen, sözlerini anlıyorum. Ben Musevilerin gözlerinde yalnızca bir köpeğim; ancak, mesele sizlerin Üstünü olduğunda, ben inanan bir köpeğim. Ben, onun benim kızımı göreceğinde kararlıyım; zira, ben, kendisi eğer kızımı görürse, onu iyileştirecek olacağına ikna olmuş bulunmaktayım. Ve, sizler bile, benim iyi arkadaşlarım, köpekleri, çocukların masalarından şans eseri düşmüş olan kırıntıları elde etme ayrıcalığından mahrum bırakma cüreti göstermeyeceğinizi biliyorum.”
156:1.6 (1735.2) Tam da bu zaman zarfında herkesin önünde küçük kız şiddetli bir kasılmaya yakalanmış olup, anne şunu haykırmıştı: “İşte bakın, çocuğumu kötü bir ruhaniyetin ele geçirmiş olduğunu görüyorsunuz. Eğer bizlerin duymuş olduğu ihtiyaç sizleri etkilemiyorsa, gidin bir de, insanların hepsini derinden sevmiş olduğunu ve inandıkları zaman gentilelileri bile iyileştirmeye cüret ettiğini duyduğum Üstününüze sorun. Sizler, onun takipçileri olmaya layık değilsiniz. Ben, çocuğum iyileştirilene kadar gitmeyeceğim.”
156:1.7 (1735.3) İsa bu aşamada, açık bir pencereden bu konuşmanın tamamını duymuş bir halde, dışarı çıkıp, fazlasıyla onları şaşırtarak, şunu söylemişti: “Sen hanım, inancın büyük, o kadar büyük ki arzu ettiğin şeyi senden esirgeyemem; yoluna sağlıcakla git. Kızın hâlihazırda iyileştirilmiştir.” Ve, küçük kız bu andan itibaren iyi olmuştu. Norana ve çocuk ayrılırlarken, güçlü bir biçimde İsa onlardan bu olaydan hiç kimseye bahsetmemelerini istemişti; ve, İsa’nın birliktelikleri bu talebe uyarken, anne ve çocuk, şehrin tüm çevresi boyunca ve hatta Sidon’a bu küçük kızın iyileştirilme gerçeğini duyurmaya ara vermemişti; onlar bunu öyle bir düzeyde gerçekleştirmişlerdi ki, İsa bir kaç gün içinde konakladığı yeri değiştirmeyi uygun görmüştü.
156:1.8 (1735.4) Ertesi gün, İsa, Suriyeli kadının kızının iyileştirilişi hakkında yorumda bulunan bir biçimde, havarilerine öğretide bulunurken şunu söylemişti: “Ve, bu en başından beri böyle süregelmiştir; gentilelilerin cennetin krallığına ait öğretiler içindeki kurtarıcı inancı uygulayabilmeye nasıl yetkin olduklarını kendi gözlerinizle gördünüz. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, eğer İbrahim’in çocukları cennetin krallığına girmek için yeterli inancı gösterme amacı taşımazsa, o gentileliler tarafından ele geçirilecektir.”
156:2.1 (1735.5) Sidon’a girerken İsa ve onun birliktelikleri, onların çoğunun ilk kez görmüş oldukları, bir köprü üzerinden geçmişlerdi. Bu köprü üzerinde yürürlerken, diğer şeylere ek olarak o şunu söylemişti: “Bu dünya yalnızca bir köprüdür; sizler onun üzerinden geçebilirsiniz, ancak onun üzerinde ikamet edecek bir yerleşke inşa etmeyi düşünmemelisiniz.”
156:2.2 (1735.6) Yirmi dörtlü Sidon’da çalışmalarına başlarken, İsa, Yusta ve Bernice ismindeki onun annesinin evi olan, şehrin tam da kuzeyinde bulunan bir evde konaklamak için yola çıkmıştı. İsa yirmi dörtlüye her sabah Yusta’nın evinde öğretide bulunmuştu, ve onlar, öğleden sonraları ve akşamlar boyunca öğretide ve duyuruda bulunmak için Sidon içinde etrafa dağılmışlardı.
156:2.3 (1735.7) Havariler ve öğreti-yayıcıları, Şidon gentilelilerin iletilerini alma biçimi karşısında fazlasıyla neşelenmişlerdi; kısa konuklukları boyunca birçok kişi krallığa eklenmişti. Fenike’deki yaklaşık olarak altı hafta sürmüş olan bu süreç, ruhları kazanmanın çalışması içinde oldukça verimli bir zaman olmuştu; ancak, Müjdelerin daha sonraki Musevi yazarları, kendi insanlarının bu kadar büyük bir topluluğu kendisine düşmancıl bir biçimde karşıt iken İsa’nın öğretilerinin bu gentileliler tarafından bu sıcak karşılanışı kaydı üzerinden kısaca geçme eğilimi göstermişlerdi.
156:2.4 (1736.1) Birçok açıdan bu gentileliler, İsa’nın öğretilerini Musevilere kıyasla daha bütüncül bir biçimde takdir etmişlerdi. Bu Yunanca konuşan Fenike gentilelerinin çoğu, yalnızca İsa’nın bir Tanrı gibi oluşunu değil aynı zamanda Tanrı’nın İsa gibi oluşunu bilir hale geldiler. Bu sözde putperestler, bu dünya ve bütüncül evrenin sahip olduğu kanunların bütünlüğüne dair Üstün’ün öğretilerinin iyi bir anlayışını elde etmişlerdi. Onlar, Tanrı’nın kişileri, ırkları veya milletleri ayırmayışına dair öğretiyi kavramışlardı Kâinatsal Baba’nın gözünde hiçbir ayrımcılığın bulunmadığını evrenin bütüncül bir biçimde ve sürekli olarak kanunlara uyan ve yanılmaz halde güvenilir olduğunu. Bu gentileliler İsa’dan korkmamışlardı onlar onun iletisini alma cüreti göstermişlerdi. Eskiden bu yana çağlar boyunca insanlar İsa’yı kavramaya yetkin olamamışlardır; onlar bunu gerçekleştirmekten korku duymuştur.
156:2.5 (1736.2) İsa yirmi dörtlüye, Celile’den düşmanları ile yüzleşme cesaretinden yoksun olduğu için kaçmış olmadığını açıklamıştı. Onlar, İsa’nın köklü hale gelmiş bir din ile açık bir çatışmaya girişmek için henüz hazır olmadığını, ve bir örnek şehit haline gelmeyi amaçlamadığını kavramışlardı. Yusta’nın evindeki bu görüşmelerden bir tanesi içinde Üstün takipçilerine ilk defa, “gök ve yer yok olsa bile, gerçekliğe dair benim sözlerim yok olmayacaktır” demişti.
156:2.6 (1736.3) Sidon’daki İsa’nın öğretimlerinin teması ruhsal ilerleyişti. İsa onlara, onların bulundukları konumda öylece durmamalarını söylemişti; onlar ya doğruluk içinde ilerleyeceklerdi ya da kötülük ve günaha gerileyeceklerdi. İsa onları, “krallığın daha büyük gerçekliklerini kucaklamak için ileriye atılırken, geçmişte olan şeyleri unutmayla” tembihlemişti. Güçlü bir biçimde İsa onlardan, müjde içindeki çocuklukları ile yetinmemelerini, ruhaniyetin bir-bütünlüğünde ve inananların kardeşliğinde olan kutsal evlatlığın bütüncül itibarına erişmeyi amaçlamalarını talep etmişti.
156:2.7 (1736.4) İsa: “Benim takipçilerim yalnızca, kötü olan şeyleri yapmayı sonlandırmamalı, aynı zamanda iyi olan şeyleri yapmak zorunda olmalıdır; sizler sadece bilinç dâhilindeki günahların tümünden arınmamalısınız, aynı zamanda utancın hislerine sığınmayı bile reddetmemelisiniz. Eğer günahlarınızı itiraf ederseniz, onlar bahşedilmiş hale gelir; bu nedenle, sizler sürekli, içinizde olumsuz hiçbir şey tutmayan bir vicdana sahip olmalısınız.”
156:2.8 (1736.5) İsa, bu gentilelilerin sergilemiş olduğu güçlü mizah anlayışından fazlasıyla keyif almıştı. Üstün’ün kalbine dokunmuş ve onun bağışlama duygusunu çekmiş olan şey; Suriyeli kadın, Novana’nın, büyük ve kararlı inancına ek olarak sergilemiş olduğu mizah duygusu Üstün’ün kalbine dokunmuş ve onun bağışlama duygusunu çekmişti. İsa, Museviler olarak — içinden geldiği insanların mizah anlayışından bu kadar yoksun oluşu karşısında büyük pişmanlık duymuştu. O bir seferinde Tomas’a: “İnsanlarım kendilerini haddinden fazla ciddiye almakta; onlar mizaha dair bir takdirden neredeyse tamamen yoksunlar.” Ferisilerin kendi üzerlerine yük olan dini, bir mizah anlayışına sahip insanlar arasında hiçbir zaman doğmazdı. Onlar aynı zamanda tutarlılıktan da yoksunlar; bir tatarcığı yememek için sularını süzerlerken, bir yandan develeri yiyorlar.”
156:3.1 (1736.6) 28 Haziran’da, Salı günü, Üstün ve onların birliktelikleri, kuzeydeki Porpireon ve Heldua’a sahilden giden bir biçimde, Sidon’dan ayrıldılar. Onlar gentileleri tarafından oldukça iyi bir biçimde karşılanmış olup, birçoğu, öğretinin ve duyurunun bu haftası boyunca krallığa katılmıştı. Havariler Porpireon’da duyuru gerçekleştirmiş olup, öğreti-yayıcıları Heldua’da öğretimde bulunmuşlardı. Yirmi dörtlü bu şekilde çalışmalarda bulunurken, İsa onları, bir inanan olan ve önceki yıl Bethsayda’da bulunmuş Malakh ismindeki bir Suriyeli’yi ziyaret ettiği yer olan Beyrut’un sahil şehrine bir gezide bulunan bir biçimde, üç veya dört günlüğüne kendilerinden ayrılmıştı.
156:3.2 (1737.1) Temmuz’un 6’sı, Çarşamba günü, onların hepsi Sidon’a geri dönmüş olup, Yusta’nın evinde Pazar gününe kadar vakit geçirmişlerdi; Pazar günü onlar, 11 Temmuz’da, Pazartesi günü Tire’ye varan bir biçimde, Sarepta yolu üzerinden sahil boyunca Tire için güney yönünde yola çıkmışlardı. Bu zaman zarfında havariler ve öğreti-yayıcıları, sözde gentileliler olarak adlandırılmakta olan ancak gerçekte daha da öncül İbrani kökenine ait öncül Kenani kabilelerinden başlıca gelmekte olan insanlar arasında çalışmalarda bulunmaya alışır hale gelmekteydi. Bu insanların tümü Yunan dilini konuşmaktaydı. Havariler ve öğreti-yayıcıları için, bu gentilelerinin müjdeyi duyma istekliliklerini gözlemlemek ve birçoklarının inanmaya olan hazır oluşunu fark etmek büyük bir sürprizdi.
156:4.1 (1737.2) 11 Temmuz’dan 24 Temmuz’a kadar onlar Tire’de öğretide bulunmuşlardı. Havarilerin her biri yanlarına öğreti-yayıcılarından bir tanesini almıştı, ve böylece onlar ikişerli bir biçimde Tire’nin her bir kısmına ve çevresine öğretide ve duyuruda bulunmuştu. Bu yoğun deniz limanın çok dilli nüfusu kendilerini memnuniyetle dinlemişti, ve onların çoğu krallığın dışsal birlikteliği için vaftiz edilmişti. İsa; Davud ve Solomon’un zamanında Tire şehir-devletinin krallığını yapmış Hiram’ın mezarından çok da uzakta olmayan bir yerde, Tire’nin beş veya yedi kilometre güneyinde yaşamakta olan Yusuf ismindeki bir inananın evinde karargâhını kurmuştu.
156:4.2 (1737.3) İki haftalık bu süreç boyunca, her gün havariler ve öğreti-yayıcıları Tire’ye, küçük buluşmaları düzenlemek için İskender’in dalgakıranı üzerinden girmişlerdi; ve, her gece onların çoğu Yusuf’un evindeki kamplarına şehrin güneyinden geri dönmekteydi. Her bir gün inananlar, istirahat ettiği yerde İsa ile konuşmak için şehirden çıkmaktaydı. Üstün Tire’de; inananlara Baba’nın insanlığın tümü için beslemiş olduğu derin sevgi ve Evlat’ın Baba’yı insan ırklarının tümü için açığa çıkarma görevi hakkında öğretide bulunmuş olduğu sefer olan, Temmuz’un 20’si öğleden sonrasında, yalnızca bir kez konuşmuştu. Gentileliler arasında krallığın müjdesine yönelik o kadar büyük bir ilgi vardı ki, bu sefer, Melkart mabedinin kapıları İsa’ya açılmıştı ve, bu ilkçağ mabedin tam da yerleşkesi içinde bir Hıristiyan kilisesinin kurulmuş olması ne de ilgi çekici bir gerçektir.
156:4.3 (1737.4) Dünya çapında Tire ve Şidon’u meşhur yapmış, ve dünyanın tamamına yayılmış ticaretlerine ve bu ticaretin getirmiş olduğu zenginliğe fazlasıyla katkıda bulunmuş olan boya olarak, Tire morunun yapımında önce gelenlerden çoğu krallığa inanmıştı. Bu zaman zarfından kısa bir süre sonra, bu boyanın kaynağı olan deniz hayvanlarının sayısı azalmaya başladığında, bu boya yapıcıları bu kabuklu-balıkların yeni yaşam alanlarını bulmak için yola çıktıklar. Ve, dünyanın ücra yerlerine bu şekilde taşınarak, beraberlerinde, krallığın müjdesi olarak — Tanrı’nın babalığının ve insanın kardeşliğinin iletisini taşıdılar.
156:5.1 (1737.5) Bu Çarşamba öğleden sonrası, konuşmasına başlarken, İsa takipçilerine ilk olarak, kökü alttaki kara toprağın bulamacında ve çamurunda tutunurken, el değmemiş ve karlı başını güneş ışığına doğru uzatan bir biçimde yetiştiren beyaz leylağın hikâyesini anlatmıştı. “Benzer bir biçimde” dedi İsa, “fani insan da, kökeni ve varlığının kökleri insan doğasının hayvan toprağında iken, inanç vasıtası ile ruhsal doğasını cennetsel gerçekliğin güneş ışığına uzatabilir ve mevcut bir biçimde ruhaniyetin soylu meyvelerini verir hale getirebilir.”
156:5.2 (1738.1) İsa, kendi el sanatı — marangozluk — ile ilgili kullanmış olduğu ilk ve tek simgesel anlatıyı yine bu vaazda gerçekleştirmişti. “Ruhsal donanımlardan oluşan soylu bir karakterin büyümesi için temelleri iyi atın” biçimindeki uyarısında bulunurken, şunu söylemişti: “Ruhaniyetin meyvelerini verebilmek için, sizler ruhaniyetten doğmuş olmalısınız. Akranlarınız arasında ruhaniyet-ile-dolu yaşamı yaşamak istiyorsanız, ruhaniyet tarafından öğretilmiş bir halde ve onun önderliğinde hareket ediyor olmak zorundasınız. Ancak, kurtların yemiş olduğu ve içten içe çürümekte olan keresteyi düzelterek, ölçerek ve pürüzsüz hale getirerek değerli vaktini boşa harcayan budala marangozun hatasına düşmeyin; emeğinin tümünü bu şekilde güçsüz olan kereste kirişine adadıktan sonra, bu parçayı, zaman ve fırtınanın saldırılarına karşı gelmek için inşa edeceği yapının temellerine koymayı uygun bulmayarak reddetmek zorunda kalacaktır. Her insanın, karakterin ussal ve ahlaki temellerinin, genişleyen ve soylulaşmakta olan ruhsal doğanın temellerine oturtturulmuş olan yapıyı yeterli bir biçimde destekleyecek biçimde olmasından emin olalım; zira bu temeller fani aklı dönüştürecek ve bunun sonrasında, yeniden yaratılmış olan akıl ile birliktelik içinde, ölümsüz nihai sona ait ruhun evrimine erişecektir. Ruhaniyet doğanız — ortak bir biçimde yaratılmış ruh olarak — canlı bir büyümedir; ancak, bireyin aklı ve ahlaki değerleri, insan gelişimi ve kutsal nihai sonun daha yüksek dışavurumlarının yeşermek zorunda olduğu topraktır. Evrimleşen ruhun toprağı, insani ve maddidir; ancak, aklın ve ruhaniyetin bu bütünleşmiş yaratımının sahip olduğu nihai son, ruhsal ve kutsaldır.”
156:5.3 (1738.2) Bu aynı günün akşamı, Nathanyel İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstün, senin açığa çıkarışından Baba’nın hiçbir zaman böyle şeylerde bulunmadığını oldukça iyi biliyor olmamıza rağmen, Tanrı’dan neden bizleri cezbeden şeylere götürmemesini talep ediyoruz?” İsa Nathanyel’in sorusunu şöyle cevapladı:
156:5.4 (1738.3) “Senin, öncül İbrani peygamberlerin oldukça muğlâk gördüğü gibi değil, Baba’yı benim gibi bilmeye başladığını görürken böyle sorularda bulunman şaşırtıcı olan bir şey değildir. Sen, uzak atalarımızın Tanrı’yı neredeyse ortaya çıkan her şeyde görme eğilimi içinde bulunmuş olduğunu oldukça iyi bir biçimde bilmektesin. Onlar, doğal olayların tümünde ve insan deneyiminin her bir olağandışı yaşanmışlığında Tanrı’nın elini aramışlardı. Onlar Tanrı’yı hem iyilik ve hem de kötülük ile ilişkilendirmişlerdi. Musa’nın kalbini yumuşatanın ve Firavun’un kalbini katılaştıranın o olduğunu düşünmüşlerdi. İnsan bir şey yapmak için güçlü bir uyarıma sahip olduğunda, bu olağandışı duyguları şu yorumda bulunarak atfetme alışkanlığına sahip olmuştu: ‘Koruyucu benle, şu şunu yap, veya şuraya şuraya git diyen bir biçimde, konuştu.’ Bunun uyarınca, insanlar oldukça sık ve oldukça şiddetli bir biçimde cazibeye kapıldıkları için, Tanrı’nın kendilerini sınamak, cezalandırmak veya güçlendirmek için bu cazibelere yönlendirmiş olduğuna inanmak atalarımızın alışkanlığı haline gelmişti. Sizler, insanların tümünün çoğu zaman cazibeye, kendi öz bencillikleri ve hayvan doğalarının uyarımları sonucu kapılmakta olduklarını bilmektesiniz. Sizler bu şekilde cezp edildiğinizde, tarafınızdan; cazibeyi dürüst ve içten bir biçimde olduğu gibi tanırken, dışa vurulmayı bekleyen ruhaniyetin, aklın ve bedenin enerjilerini ussal bir şekilde daha yüksek kanallara ve daha idealist amaçlara yeniden yönlendirmenizi istiyorum. Bu şekilde sizler, cezp edildiğiniz şeyleri yücelten fani hizmetin daha yüksek türlerine dönüştürürken, hayvan ve ruhsal doğalar arasındaki bu israflar ve zayıf düşürücü çatışmalardan neredeyse tamamen kaçınabilirsiniz.
156:5.5 (1738.4) “Ancak, bir arzunun yerine diğer ve varsayıldığı haliyle daha üstün bir arzuyu insan iradesinin salt kuvveti ile koyma çabasında bulunarak cezbeden şeyin üstesinden gelme girişiminin budalalığına karşı sizleri uyarmama izin verin. Eğer sizler gerçekten, daha küçük ve daha alt düzeydeki doğanın cezp etmiş olduğu şeyler üzerinde gerçekten utgun olmak istiyorsanız; aklınızın, cazibe olarak tanımlamış olduğunuz bu daha alt düzeydeki ve daha az idealist davranış alışkanlığı ile değiştirme arzusunda bulunduğu, davranışın daha yüksek ve daha idealist türleri için mevcut bir ilgiyi, ve derin sevgiyi, gerçek ve içten bir biçimde geliştirdiğiniz yer olan ruhsal üstünlüğe sahip olan noktaya gelmek zorundasınız. Sizler bu şekilde, fani arzuların aldatıcı baskısı ile artan bir biçimde haddinden fazla yük altına girmek yerine, ruhsal dönüşümler aracılığı ile kurtulacaksınız. Eski ve alt düzeyde olan, yeni ve daha üstün olana duyulan sevgi içerisinde unutulacak. Güzellik her zaman çirkin olan üzerinde, gerçekliğin derin sevgisi tarafından aydınlanmakta olan herkesin kalbinde utgun olacaktır. Yeni ve içten ruhsal şefkatin tutulamaz gücü içerisinde kudretli bir güç bulunmaktadır. Ve, tekrar sizlere söylüyorum, kötü olanın gücü altında ezilmeyin, bunun yerine kötülüğü iyilik ile ele geçirin.”
156:5.6 (1739.1) Gecenin ilerleyen saatlerine kadar havariler ve öğreti-yayıcıları sorularda bulunmaya devam ettiler; ve, bizler verilmiş olan birçok cevabı, çağdaş kavramlar içinde yeniden ifade edilmiş halde, şu düşünceleri sunmak isteriz:
156:5.7 (1739.2) Geleceğe dair güçlü arzu, ussal yargı ve yeterince olgunlaşmış olan bilgelik, maddi başarının temelleridir. Önderlik, doğal yetiye, ayırt ediş yetkinliğine, irade gücüne ve kararlılığa dayanır. Ruhsal nihai son, Tanrı’yı bulma ve onun gibi olma biçiminde — doğruluk için duyulan açlık ve susuzluk halindeki — inanca, derin sevgiye ve gerçekliğe olan adanmışlığa bağlıdır.
156:5.8 (1739.3) İnsan oluşunuzun keşfi cesaretinizi kırmasın. İnsan doğası kötülüğe meyil gösterebilir, ancak o içkin bir biçimde günahkâr değildir. Pişmanlık duyulası deneyimlerinizin bazısını tamamiyle unutmadaki başarısızlığınız karşısında ümitsizliğe kapılmayın. Zaman içindeki unutmada başarısız olduğunuz hatalar ebediyet içinde unutulacaktır. Ruhaniyetinizin sahip olduğu yükleri, sürecinizin bir kâinat kadar genişleyişi halinde, nihai sonunuzun çok uzun vadeli bir bakışına hızlı bir biçimde sahip olarak atın.
156:5.9 (1739.4) Aklın kusursuzluklarıyla veya bedenin istekleriyle ruhunuzun değerini ölçme hatasına düşmeyin. Tekil bir talihsiz insan yaşanmışlığını ortak baz olarak ne ruhu ne de onun nihai sonunu yargılayın. Ruhsal nihai sonunuz, yalnızca ruhsal arzularınız ve amaçlarınız tarafından belirlenmektedir.
156:5.10 (1739.5) Din, Tanrı-bilen insanın evrimleşir haldeki ölümsüz ruhunun ayrıcalıklı ruhsal deneyimidir; ancak, ahlaki güç ve ruhsal enerji, zorlu toplumsal durumlarla yüzleşmede ve karmaşık ekonomik sorunları çözmede kullanılabilecek güçlü kuvvetlerdir. Bu ahlaki ve ruhsal bahşedilmişlikler, insan yaşamının her bir düzeyini daha zengin ve daha anlamlı hale getirmektedir.
156:5.11 (1739.6) Sizler, yalnızca sizleri sevmekte olanları sevmeyi öğrenirseniz dar görüşlü ve basit bir hayatı yaşama nihai sonuna sahip olursunuz. İnsan derin sevgisi gerçekten de karşılıklı olabilir; ancak, kutsal derin sevgi, yalnızca vererek tüm tatminini elde etmektedir. Bir yaratılmışın doğasında ne kadar az sevgi varsa, kendisi o kadar fazla sevgiye ihtiyaç duymaktadır; ve, kutsal derin sevgi bu türden ihtiyacı gidermek için o kadar fazla sevgi vermektedir. Sevgi hiçbir zaman kendi çıkarının peşine düşmemektedir, ve sevgi kişiye kendisi tarafından bahşedilememektedir. Kutsal derin sevgi hiçbir zaman kendi başına hareket edemez; o her zaman bencil-olmayan bir biçimde bahşedilmek zorundadır.
156:5.12 (1739.7) Krallık inananları, doğruluğun belirli bir utgunluğuna karşı, ruhun bütünüyle verildiği bir inanış halinde, açık bir inanca sahip olmalıdır. Krallığı inşa edenler, ebedi kurtuluşun müjdesinin taşıdığı gerçeklikten şüphe etmez halde bulunmalıdırlar. İnananlar artan bir biçimde, maddi mevcudiyetin vermiş olduğu cesaret kırıcı rahatsızlıklardan kaçan halde — yaşamın aceleci akışından bir adım kenara atmayı öğrenmek zorunda iken, bir yandan, ibadetsel bir-bütün hale gelerek ruhu canlandırmalı, akla ilham vermeli ve ruhaniyeti yenilemeliler.
156:5.13 (1739.8) Tanrı-bilen bireyler, talihsizlik karşısında cesaretlerini yitirmemekte ve hayal kırıklıkları karşısında ümitsizliğe kapılmamaktadır. İnananlar, tamamiyle maddi olan büyük çaplı değişikliklerin sonucunda gelen tüm umudu yitirme halinden muaftırlar. Ebedi yaşamın adayları, fani yaşamın beklenmeyen tüm iniş-çıkışları ve rahatsızlık verici etkileri ile mücadele etmenin canlandırıcı ve yapıcı bir yönteminin uygulayıcılarıdır. Gerçek bir inananın yaşamış olduğu her bir gün, doğru olaşan şeyi yapmayı daha kolay bulmaktadır.
156:5.14 (1740.1) Ruhsal yaşam kudretli bir biçimde, gerçek olan bireyin kendisine duymuş olduğu saygıyı arttırmaktadır. Ancak, bireyin kendisine duymuş olduğu saygı, benliğe duyulan hayranlık değildir. Benlik saygısı her zaman, kişinin akranlarına duymuş olduğu derin sevgi ve onlara göstermiş olduğu hizmet ile eş güdüm halindedir. Komşunuzu sevme düzeyinizden daha çok kendinize saygı duymanız mümkün değildir; bir kişinin kendisi, diğeri için yetkinlik ölçüsüdür.
156:5.15 (1740.2) Günler ilerledikçe, her gerçek inanan, akranlarını ebedi gerçekliğin derin sevgisine çekmede daha kabiliyetli hale gelmektedir. İyiliği insanlara açığa çıkarmada düne kıyasla bugün daha becerikli değil misiniz? Bu yıl geçen yıla kıyasla doğruluğun daha iyi bir tavsiyecisi değil misiniz? Aç ruhları ruhsal krallığa yönlendirme tekniğinizde artan bir biçimde yaratıcı değil misiniz?
156:5.16 (1740.3) Sahip olduğunuz idealler ebedi kurtuluşunuzu teminat altına alacak kadar yüksek iken, düşünceleriniz, sizleri fani akranlarınız ile olan birlikteliğinizde yeryüzü üzerinde yararlı bir vatandaş haline getirecek kadar gündelik hayata uygulanabilir halde mi? Ruhaniyet bakımından, sizlerin vatandaşlığı cennet içindedir; beden bakımından, hepiniz dünyasal krallıkların vatandaşları olmaya devam etmektesiniz. Maddi olan şeylerin hakkını Sezar’a, ruhsal olan şeylerin hakkını Tanrı’ya verin.
156:5.17 (1740.4) Evrimleşen ruhun ruhsal yetkinliğinin ölçüsü, sizlerin gerçekliğe olan inancınız ve insanlar için beslemiş olduğunuz derin sevgidir; ancak, insani olan karakterinizin gücünün ölçüsü, kin beslemeyi reddedişiniz ve derin keder karşısında umudunuzu yitirmeye karşı koyma yetkinliğinizdir. Yenilme, içinde gerçek benliğinizi dürüst bir biçimde görebileceğiniz gerçek bir aynadır.
156:5.18 (1740.5) Yaşınız ilerledikçe ve krallığın olaylarında daha deneyimli hale geldikçe, sorunlu faniler ile olan ilişkilerinizde ne yaptığınızı daha çok bilir ve inatçı birlikteliklerinizle olan yaşamınızda daha mı hoşgörülü hale geliyorsunuz? Hassas durumlarda dikkatli bir biçimde hareket etmek, toplumsal tahterevallinin dayanak noktasıdır; ve, hoşgörü, büyük bir ruhaniyetin ayırt edici işaretidir. Eğer sizler nadir bulunan ve büyüleyici bahşedilmişlikleri elinizde bulunduruyorsanız, günler ilerledikçe sizler, gereksiz nitelikteki tüm toplumsal anlaşmazlıklardan kaçınmadaki kıymetli çabalarınızda oldukça dikkatli hale gelip, bu konuda uzmanlaşacaksınız. Bu türden bilge ruhlar; duygusal uyumun yoksunluğundan muzdarip olan, olgunlaşmayı reddeden ve şükranlıkla yaşlanmaya karşı koyanların tümünde bir ölçüde sorunun kökeninden fazlasıyla kaçmada yetkindirler.
156:5.19 (1740.6) Gerçekliği duyurmada ve müjdeyi ilan etmedeki çabalarınızın tümünde içtensizlikten ve adaletsizlikten kaçının. Kazanılmamış herhangi tanınmanın ardına düşmeyin, ve hak edilmemiş herhangi bir duygudaşlığı elde etme arzusunda bulunmayın. Derin sevgiyi hem kutsal hem de, sizleri terk etmelerinden bağımsız olarak, insani olan kaynaklardan herhangi bir kısıtlama olmaksızın alın, ve bunun karşılığında yine herhangi bir kısıtlama olmaksızın derinden sevin. Ancak, onurla ve övgüyle ilişkili olan diğer her şeyde yalnızca, size gerçekten ait olanı arayın.
156:5.20 (1740.7) Tanrı’nın bilincinde olan fani, kesin bir biçimde kurtuluşa aittir; o, yaşamdan korkmamaktadır; o dürüst ve tutarlıdır. O, kaçınılmaz olan sıkıntıya nasıl cesur bir biçimde göğüs gereceğini bilmektedir; o, kaçılmaz olan zorlukla karşılaşıldığında, şikâyette bulunmaz haldedir.
156:5.21 (1740.8) Gerçek inanan, yalnızca engellenmiş olduğu için iyi şeyleri yapmadan yorgun düşmemektedir. Zorluk, gerçekliğin sevgilisinin tutkusunu keskinleştirirken, zorluklar yalnızca, yılmaz krallık inşacısının kararlılığını arttırmaktadır.
156:5.22 (1740.9) Ve, İsa onlara, Tire’den ayrılmaya hazırlanmalarından önce başka birçok şeyin öğretisinde bulunmuştu.
156:5.23 (1740.10) Tire’den Celile Denizi bölgesine geri dönmek için ayrıldığı günün öncesi İsa, birlikteliklerini bir araya toplayıp, on iki öğreti-yayıcısından, kendisinin ve on iki havarinin kullanmak üzere oldukları güzergâhtan farklı bir yoldan geri dönmelerini istemişti. Ve, öğreti-yayıcılarının burada İsa’dan ayrılmalarından sonra onlar bir kez daha kendisi ile bu kadar yakından ilişki içinde bulunmamışlardı.
156:6.1 (1741.1) 24 Temmuz’da, Pazar günü öğlen suları, İsa ve on ikili, sahil boyunca güney yönünde Potolemais’e giden bir biçimde, güney Tire’de bulunan Yusuf’un evinden ayrıldı. Burada onlar, ikamet etmekte bulunan inananlardan meydana gelmiş bir kafileye umut verici sözleri ifade ederek, bir gün geçirdiler.
156:6.2 (1741.2) Salı günü onlar, Tiberya yolu üzerinden, denizi çevreleyen karanın doğu iç kısmından yakındaki Yotapata giden bir biçimde, Potolemais’den ayrılmışlardı. Çarşamba günü onlar Yotapata’da durmuş olup, krallığın şeylerine dair inananlara ilave eğitimde bulunmuşlardı. Perşembe günü onlar, Ramah üzerinden, Nasıra-Lübnan Dağı patika yolunda kuzey yönünden Zebulun kasabasına giden bir biçimde, Yotapata’dan ayrılmışlardı. Onlar Cuma günü Ramah’ta buluşmalar düzenleyip, Şabat’ı burada geçiren bir biçimde kalmaya devam etmişlerdi. Onlar Zebulun’a Cuma günü, Temmuz’un 31’inde, ulaşmışlardı burada onlar bu günün akşamı bir buluşma düzenlemiş olup, ertesi sabah ayrılmışlardı.
156:6.3 (1741.3) Zebulun’dan ayrılarak onlar, Gişhala yakınındaki Mecdel-Sidon kavşağına seyahat etmişlerdi; ve, buradan onlar, Davud Zübeyde ile buluşmak için anlaşmış oldukları, ve krallığın müjdesinin duyuruluşu emeğinde atılması gereken bir sonraki adım hakkında tavsiye almayı amaçladıkları yer olan, güney Kapernaum’da kalan, Celile gölünün batı sahillerindeki Gennesaret için yollarını tutmuşlardı.
156:6.4 (1741.4) Davud ile olan kısa bir görüşme süreci içinde onlar, içlerinde bulundukları an içerisinde birçok önderin Keresa yakınındaki gölün karşı kıyısında bir araya gelmiş olduğunu öğrenmişlerdi; ve, bunun uyarınca tam da bu akşam bir tekne kendilerini gölün karşısına taşıdı. Bir gün boyunca onlar sessiz bir biçimde tepelerde istirahat etmiş olup, ertesi gün, Üstün’ün bir sefer beş bin kişiyi beslemiş olduğu yakındaki parka hareket etmişlerdi. Burada onlar üç gün boyunca istirahat etmiş olup, Kapernaum ve onun çevresinde ikamet etmekte olan bir zamanlar sayılamayacak düzeydeki inananlardan arta kalan bireyler halindeki, yaklaşık olarak elli erkek ve kadının katıldığı, günlük görüşmeleri düzenlemişlerdi.
156:6.5 (1741.5) Fenike konukluğu dönemi olarak İsa Kapernaum ve Celile’den uzakta bulunurken, düşmanları, tüm hareketin parçalanmış olduğu varsayımında bulunmuş olup, İsa’nın aceleci bir biçimde geri çekilişinin kendisinin tamamiyle korkudan endişe kapılıp artık bir daha geri dönüp kendilerini rahatsız etmeyeceğine işaret ettiği sonucuna varmışlardı. Öğretilerine olan tüm etkin karşıtlık neredeyse tamamen dinmişti. İnananlar kamu buluşmalarını bir kez daha düzenlemeye başlamaktaydılar; ve, orada, müjde inananlarının çok yakın bir zaman içinde geçmiş olduğu büyük elekten kalan sınanmış ve gerçek kurtulanların kademeli ama etkin bir birlikteliği orta çıkmaktaydı.
156:6.6 (1741.6) Hirodes’in kardeşi olan Filip, İsa’nın yarı-gönüllü inananı haline gelmiş olup, Üstün’ün kendi nüfuz alanında yaşamaya ve emeklerinde bulunmaya özgür olduğu haberini göndermişti.
156:6.7 (1741.7) Musevi insanlarının tümüne ait sinagogları İsa’nın ve onun tüm takipçilerinin öğretilerine kapatma emri, kâtipler ve Ferisiler üzerinde ters bir etki yaratmıştı. İsa’nın kendisini bir tartışma konusu olmaktan çıkarması üzerine derhal, tüm Musevi insanları arasında bir tepki meydana geldi; orada, Kudüs’deki Ferisiler ve Sanhedrin önderlerine karşı büyük bir karşıtlık bulunmaktaydı. Sinagog yöneticilerinin çoğu sinagoglarını gizlice, bu öğretmenlerin Yahya’nın destekçileri olduğu ve İsa’nın takipçileri olmadığını duyuran bir biçimde, Abner ve onun birlikteliklerine açmışlardı.
156:6.8 (1741.8) Hirodes Antipa bile, İsa’nın kardeşi Filip’in bölgesinde gölün karşı kıyısında konaklamakta olduğunu öğrenmesi üzerine bir değişim yaşamıştı o Filip’e, Celile’de tutuklanması içim emirleri imzalamış olmasına rağmen, bu şekilde Perea’da yakalanmasına izin vermediğini, böylece, Celile’nin dışında kaldığı sürece İsa’nın rahatsız edilmeyeceğini işaret eden haberi göndermişti; ve, o bu aynı emri, Kudüs’deki Museviler’e aktarmıştı.
156:6.9 (1742.1) Ve, bu, Üstün Fenike görevinden geri döndüğünde ve yeryüzü üzerindeki görevinin bu son ve büyük öneme sahip yılı için dağılmış, sınanmış ve ağır kayıplara uğramış kuvvetlerini yeniden düzenlemeye başladığı, M.S. 29 yılında, Ağustos’un ilk gününde yaşananlardı.
156:6.10 (1742.2) Savaş durumu; Üstün ve onun birliktelikleri, insanların akıllarında ikamet etmekte olan yaşayan Tanrı’nın ruhaniyetine ait din olarak, yeni bir dinin duyurusuna başlamaya hazırlandığında açık bir biçimde tekrar ortaya çıkmıştı.
Urantia’nın Kitabı
157. Makale
157:0.1 (1743.1) Kaysera-Filippi’nin yakınlarına kısa bir konukluk için on ikiliyi götürmesinden önce, İsa Davud’un ileticilerini ailesi ile buluşmaları amacıyla, 7 Ağustos’da, Pazar günü Kapernaum’a gitmelerini düzenlemişti. Önceden düzenlemeyle bu ziyaret Zübeyde’nin tekne atölyesinde gerçekleşecekti. Davud Zübeyde öncesinden, İsa’nın kardeşi olan Yude ile birlikte, tüm Nasıra ailesinin hâlihazır bir biçimde bulunmasını — Meryem ve İsa’nın tüm erkek ve kız kardeşleri olarak — planlamıştı ve, İsa Andreas ve Petrus ile birlikte bu buluşmaya katılmak için ayrılmıştı. Meryem ve çocukların bu buluşmaya katılmak istemesi kesin bir biçimde mevzu bahisti; ancak, öyle yaşandı ki Ferisiler’in bir topluluğu, İsa’nın Filip’in nüfuz alanında kalan gölün karşı kısmında olduğunu bilen bir biçimde, onun nerede olduğunu bir umut öğrenebilmek amacıyla Meryem’i çağırmaya karar vermişlerdi. Bu Kudüs elçilerinin varışı Meryem’i fazlasıyla rahatsız etmişti; ve, bütün ailenin sahip olduğu gerilimi ve endişeyi dikkate alan bir biçimde elçiler İsa’nın aileye bir ziyarette bulunabileceği sonucuna vardılar. Bunun uyarınca, onlar kendilerini Meryem’in evinde konuşlandırmış olup, kolluk kuvvetlerini çağırdıktan sonra, İsa’nın varışını sabırla beklediler. Ve, bu tabii ki, ailenin herhangi bir üyesinin İsa ile buluşma sözünü gerçekleştirmesini etkin bir biçimde engellemişti. Gün boyunca birkaç kez Yude ve Ruth, Ferisiler’in gözetiminden kurtulup İsa’ya haber göndermeye çabalamıştı, ancak, onun çabaları sonuçsuz kalmıştı.
157:0.2 (1743.2) Öğleden sonrasının erken saatlerinde Davud’un ileticileri İsa’ya, Ferisiler’in annesinin evinin kapı ucunda konuşlandığı haberini göndermişti; ve, bu nedenle İsa, aile ile buluşmak için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Ve, böylece tekrar, kimsenin kabahati olmadan, İsa ve ailesi iletişimde bulunmada başarısız oldu.
157:1.1 (1743.3) İsa, Andreas ve Petrus ile birlikte, tekne atölyesinin yakınındaki göl etrafında vakit geçirirlerken, bir mabet vergi toplayıcı kendilerine gelip, İsa’yı tanıyan bir biçimde, Petrus’u kenara çekip şöyle konuşmuştu: “Üstününüz mabet vergisi vermiyor mu?” Petrus, ant içmiş düşmanlarının dini etkinliklerini sürdürmeye İsa’nın katkıda bulunmasının beklenecek oluşunun işaret edilişi karşısında kızgınlık gösterme eğilimindeydi; ancak, vergi toplayıcısının yüzde tuhaf bir ifadeyi fark eder halde, doğru bir biçimde, Kudüs’de tapınak hizmetlerini desteklemek için olağan yarım şekeli ödemeyi reddetme eylemiyle kendilerini tuzağa düşürmenin ana gaye olduğu sonucuna varmıştı. Bunun uyarınca, Petrus şu cevabı vermişti: “Üstün neden tapınak vergisi vermesin ki! Kapıda bekle, ben sana birazdan vergi ile geri döneceğim.”
157:1.2 (1743.4) Bu anda Petrus acele ile konuşmuştu. Yudas onların kaynaklarını taşımaktaydı, ve kendisi gölün öteki kısmındaydı. Ne o, ne de abisi, ne de İsa yanlarında para getirmişti. Ve, Ferisilerin kendilerini aramakta olduklarını bilir halde onlar, Bethsayda’ya kadar para getirmek için gidemezlerdi. Petrus İsa’ya vergi toplayıcısından ve ona para getiremeye söz verişinden bahsettiğinde, İsa şunu söyledi: “Eğer sen söz verdiysen, bu parayı vermelisin. Ancak, sözünü nasıl yerine getireceksin? Sözünü tutmak için tekrar bir balıkçı mı olacaksın? Yine de, Petrus, bizlerin bu parayı ödemesi mevcut koşullar içinde en iyisidir. Bu insanlara tutumuzdan alınmaları için bir bahane vermeyelim. Bizler, sen tekneyle gidip balık tutuna kadar burada bekleyeceğiz; ve, onları şuradaki pazarda sattığın zaman, toplayıcıya üçümüzün tutarı kadar ödeyeceğiz.”
157:1.3 (1744.1) Bunların hepsi yakında bulunmakta olan Davud’un gizli ileticisi tarafından kulak misafiri olarak duyuldu; ve, bu kişi, yakındaki kıyıda balık tutmakta olan bir birlikteliğine çabucak gelmesi için işarette bulundu. Petrus balık yakalamak için teknede açılmaya hazırlanırken, bu iletici ve onun balıkçı arkadaşı kendisine birkaç büyük balık sepetini sunmuş olup, ona, yakında bulunan balık tüccarına bu balıkları taşımada yardım etti; bu balık tüccarı tutulmuş balıkları satın almış, yeterli miktara ücreti ödemişti, ve, Davud’un ileticisi tarafından eklenen parayla üç kişi için tapınak vergisi karşılanabilmişti. Toplayıcı, Celile’den belirli bir süre uzak kaldıkları için gecikmiş ücret cezasını almayan bir biçimde, vergiyi kabul etti.”
157:1.4 (1744.2) Sizlerin, Petrus’un bir balığı ağzında bir şekel ile tuttuğuna dair kayda sahip olmanız tuhaf bir durum değildir. Bu günlerde, balıkların ağzında hazine bulunduğuna dair birçok hikâye mevcut olan bir şeydi; benzer mucizelere dair bu türden hikâyeler yaygındı. Böylece, Petrus tekneye doğru gitmek için onlardan ayrılırken, İsa yarı mizahi bir biçimde şu yorumda bulundu: “kralların çocuklarının vergi vermek zorunda olması ne de gariptir; genellikle hanedanı yerinde tutmak için yabancılardan vergi alınır; ancak, otoritelere engel olmamak bizler için doğru olan bir şeydir. Haydi bakalım, Petrus, açıl denizine! Belki sen ağzında şekel olan balığı yakalayacaksın.” İsa bunları söylemiş, ve Petrus oldukça yakın bir süre içinde mabet vergisi ile ortaya çıkmıştı bu yaşanmışlığın daha sonra Matta’nın Müjdesi’nin yazarı tarafından bir mucize olarak kaydedilen bir şekilde genişletilmiş hale gelmesi şaşırtıcı değildir.
157:1.5 (1744.3) İsa, Andreas ve Petrus ile birlikte, neredeyse gün batımına kadar deniz kıyısında beklemişti. İleticiler onlara Meryem’in evinin hala gözetim altında bulunduğu haberini getirmişti; bu nedenle, karanlık olunca, bekler haldeki üç adam teknelerine atlayıp, Celile Denizi’nin doğu sahiline doğru yavaşça kürek çektiler.
157:2.1 (1744.4) Pazartesi günü, 8 Ağustos’da, İsa ve on iki havari, Bethsayda-Yulias’ın yakınında bulunan, Magadan Parkı’nda kamp halindelerken, inananlardan, kadın birliğinden, öğreti-yayıcılarından ve krallığın kurulumuna ilgi duyanlardan meydana gelen yüzden fazla kişi bir görüşme için Kapernaum’a uğramıştı. Ve, Ferisilerden çoğu da, İsa’nın burada olduğunu öğrenen bir biçimde, buraya gelmişti. Bu zaman zarfında Saddukilerin bazıları Ferisiler ile İsa’yı kumpasa getirme çabalarında birlik olmuştu. İnananlar ile kapalı görüşmeye gitmeden önce İsa, Ferisiler’in mevcut bulunduğu açık bir buluşma düzenlemişti; ve, onlar Üstün konuşurken yaygara çıkarıp, bunun dışında da toplananları rahatsız etmeyi amaçlamıştı. Rahatsızlık çıkaranların önderi şunu söylemişti: “Öğretmen, biz senden, öğretmeye dair otoriteye sahip bulunuşunun bir simgesini vermeni istiyoruz; ve, bunun gerçekleştiğinde, insanların hepsi senin Tanrı tarafından gönderilmiş olduğunu bilecek.” Ve, İsa onlara şu cevabı verdi: “Akşam olduğunda, sizler hava iyi olacak dersiniz, zira gök kırmızıdır; sabah olduğunda, kötü hava olacak dersiniz, zira gök kırmızı ve kapalıdır. Sizler batıda bir bulutun doğmakta olduğunu gördüğünüzde, yağmurlar gelecek dersiniz; güneyden rüzgâr estiğinde, kızgın sıcaklar gelecek dersiniz. Göğün yüzünü anlamayı bu kadar iyi bilirken nasıl olur da bu zamanların simgelerini görmede bu kadar tamamiyle yetkinsizsiniz? Gerçeği bilmek isteyenler için, işaret çoktan verilmiş haldedir; ancak, kötü amaçta olan ve ikiyüzlü nesil için hiçbir işaret verilmeyecektir.”
157:2.2 (1745.1) İsa böyle konuştuğunda, aralarından çekilip, akranları ile birlikte akşam görüşmesi için hazırlandı. Bu görüşmede, İsa ve on ikili Kaysera-Filippi’ye olan kararlaştırdıkları ziyaretten döner dönmez, Dekapolis’in tüm şehir ve kasabaları boyunca ortak bir görevi gerçekleştirmenin kararı alınmıştı. Üstün, Dekapolis görevi planlamasına katılmıştı ve, kafileyi dağıtan bir biçimde, şunu söylemişti: “Sizlere söylüyorum, Ferisi ve Saddukilerin tuzaklarına dikkat edin. Oldukça eğitimli olduklarını gösterişleri ve dinin türlerine olan çok derin sadakatleri karşısında aldanmayın. Yalnızca, yaşayan gerçekliğin ruhaniyeti ve gerçek dinin gücü ile ilgilenin. Ölü bir dinden duyulan korku sizi kurtarmayacak, krallığın ruhsal gerçekliklerindeki yaşayan bir deneyime duyulan inanç sizleri kurtaracak. Kendinizin, ön yargı tarafından gözlerinizin görmez ve korku tarafından hareket edemez hale gelmenize izin vermeyin. Geleneklere duymuş olduğunuz derin saygının, gözlerinizi görmez ve kulaklarını duymaz hale getiren bir biçimde anlayışınızı saptırmasına izin vermeyin. Yalnızca barışı getirmek değil, aynı zamanda ilerlemeyi teminat altına almak gerçek dinin amacıdır. Ebediyet gerçekliklerinin idealleri olarak, gerçekliğe içtenlikle âşık olmadığınız takdirde, kalpte huzur, akılda ilerleyiş olamaz. Yaşam ve ölüm hususları — zamana ait günahkâr arzular karşısında ebediyetin doğru gerçeklikleri olarak — önünüze belirlenmektedir. Şimdi bile sizler, inanç ve umudun yeni yaşamına adım atmak üzereyken, korku ve kuşkunun esaretinden kurtuluşu bulmaya başlamalısınız. Ve, akran insanlarınız için hizmet duyguları ruhunuz içinde doğduğunda, onlara engel olmayın; komşunuza duyduğunuz derin sevgi hisleri kalbiniz içinde dolup taştığında, akranlarınızın gerçek ihtiyaçlarına olan ussal hizmet içinde bu türden şefkat uyarımları serbest bırakın.”
157:3.1 (1745.2) Erken Salı sabahı İsa ve on iki havari, Ortak-Kral Filip’in nüfus alanının başkenti olan Kaysera-Filippi için Magadan Parkı’ndan ayrılmışlardı. Kaysera-Filippi, göz kamaştırıcı güzelliğe sahip bir bölgede konumlanmıştı. O, Ürdün nehrinin bir yeraltı mağarasından dışa doğru döküldüğü yer olan çok güzel manzaralara sahip tepeler arasındaki büyüleyici bir vadide bulunmaktaydı. Hermon Dağı’nın dorukları kuzeyde bütünüyle görülmekte iken, hemen güneydeki tepelerden muhteşem bir manzara Ürdün’ün nehrini ve Celile Denizi’nin üst kısımlarını görmekteydi.
157:3.2 (1745.3) İsa Hermon Dağı’na öncesinden, krallığın işlerindeki öncül deneyiminde gitmişti; ve, bu aşamada çalışmasının son aşamasına adım atarken, havarilerinin, tam da önlerinde uzanmakta olan zorlayıcı anlar için sorumluluklarına dair yeni bir öngörüye sahip olmalarını ve yeni bir kuvveti elde edebilmelerini ümit etmiş olduğu yer olan, sınavın ve utkunun bu dağına geri dönmeyi arzu etmişti. Bu yolda ilerlerken, yaklaşık olarak Merom Suları’nın güneyinden geçmekte olduğu sırada, havariler kendi aralarında Fenike’de ve diğer yerlerdeki yakın zaman içinde sahip oldukları deneyimleri hakkında konuşmalara dalmış olup, iletilerinin nasıl alınmış olduğuna ve diğer insanların Üstünleri’ni nasıl gördüklerine dair yaşananlara değinmekteydiler.
157:3.3 (1745.4) Öğlen yemeği için durduklarında, İsa aniden on ikili ile, kendisi hakkında onlara o zamana kadar yöneltmiş olduğu ilk soruyla yüzleşmişti. O, şu şaşırtıcı soruyu sormuştu: “İnsanlar benim kim olduğumu söylüyorlar?”
157:3.4 (1746.1) İsa, cennetin krallığının doğası ve karakterine dair bu havarilerin eğitiminde uzunca aylar harcamıştı ve, o, kendisinin sahip olduğu doğaya ve krallık ile olan kişisel ilişkisine dair daha da fazla şeyi öğretmeye başlamak zorunda oluşunun vaktinin gelmiş olduğunu çok iyi bilmekteydi. Ve, bu aşamada, onlar dut ağaçlarının altında oturmuş haldelerken, Üstün, seçmiş olduğu havariler ile uzun süren birlikteliğinin en önemli oturumlarından bir tanesini düzenlemeye hazırdı.
157:3.5 (1746.2) Havarilerin yarıdan fazlası, İsa’nın sorusunun cevaplanışına katılmıştı. Onlar kendisine, kendisini tanıyan herkes tarafından bir tanrı-elçisi veya bir olağanüstü insan olarak görüldüğünü söylemişlerdi; düşmanlarının bile, sahip olduğu güçleri hesaba katarak ecinnilerin prensi ile aynı düzeyde bulunduğunu düşünen bir biçimde, ondan fazlasıyla korku duyduğunu. Onlar İsa’ya, kendisini kişisel olarak görmeyen Yudea ve Samarya’daki bazı kişilerin kendisinin Vaftizci Yahya’nın ölümden dirilmiş hali olduğuna inandıklarını söylemişti. Petrus; İsa’nın, zaman zaman ve çeşitli kişiler tarafından, Musa, İlyas, İşaya ve Yeremya ile karşılaştırılmakta olduğunu açıklamıştı. İsa bu raporu dinlediğinde, ayağa kalkmış olup, çevresinde bir yarı-daire oluşturmuş olan on ikiliye aşağıya doğru bakan bir biçimde, şunu sormuştu: “Peki siz kim olduğumu söylüyorsunuz?” Orada bir anlık gerilim dolu sessizlik yaşanmıştı. On ikili bir an olsun gözlerini Üstün’den ayırmamıştı, ve bunun sonrasında Şimon Petrus, ayağa kalkan bir biçimde, şunu haykırmıştı: “Sen, yaşayan Tanrı’nın Evladı, Kurtarıcısın.” Ve, oturmakta olan on bir havari her birlikte aynı anda ayağa kalkıp, böylece Petrus’un hepsi adına konuşmuş olduğunu işaret etmişti.
157:3.6 (1746.3) İsa onların tekrar oturmasını işaret ettiğinde, ve hala onlar önünde ayakta dururken, şunu söyledi: “Bu sizlere benim Babam tarafından açığa çıkarılmıştır. Sizlerin benim hakkımdaki gerçekliği bilme vakti gelmiştir. Ancak, ben şimdilik sizlerden bunu kimseye söylememenizi istiyorum. Haydi buradan bir gidelim.”
157:3.7 (1746.4) Ve, böylece onlar, bu akşamın geç saatlerinde varan ve, kendilerini beklemekte olan, Celsus’un evinde duran bir biçimde, Kaysera-Filippi’ye olan seyahatlerine devam ettiler. Havariler o akşam çok az uyku çekmişlerdi; onlar, yaşamlarında ve krallığın emeklerinde büyük bir olayın gerçekleşmiş olduğunu sezmiş görünmektelerdi.
157:4.1 (1746.5) İsa’nın Yahya tarafından vaftizinde yaşanılmış olanlardan ve Kana’da suyun şaraba dönüştürülüşünden beri, havariler, çeşitli dönemlerde, İsa’yı neredeyse Mesih olarak kabul etmişlerdi. Onlardan bazıları kısa süreçler boynuca, İsa’nın gerçekten kendisinin beklenen Kurtarıcı olduğuna inanmıştı. Ancak, bu türden umutlar onların kalplerinde doğar doğmaz Üstün onları, yıkıcı bir sözle veya hayal kırıklığına uğratıcı bir eylem ile parçalara ayırırdı. Onlar uzunca bir süre boyunca, akıllarında beslemiş oldukları beklenen Mesih’e dair kavramsallaşmalar ile kalplerinde sahip oldukları bu olağanüstü insan ile olan olağanüstü ilişkilemlerinin deneyimi arasındaki çatışmadan dolayı bir kargaşa düzeyi içindelerdi.
157:4.2 (1746.6) Havariler Celsus’un bahçesinde öğlen yemekleri için toplandıklarında vakit Çarşamba günü öğleye yakın saatlerdi. Gecenin büyük bir kısmı boyunca ve sabah kalktıkları andan itibaren Şimon Petrus ve Şimon Zelotes, kardeşlerinin Üstün’ü, yalnızca Mesih olarak değil aynı zamanda yaşayan Tanrı’nın kutsal Evladı olarak da, içten bir biçimde kabul etme noktasına getirmek kalpten emek sarf etmekteydi. İki Şimon, İsa’ya dair varsayımlarında neredeyse tamamen hem fikirdeydi; ve, onlar kararlı bir biçimde kardeşlerini, sahip oldukları görüşlerin bütüncül kabulüne getirmek için çaba gösterdiler. Andreas havarisel birliğin genel idarecisi olarak görevini sürdürürken, kardeşi olan, Şimon Petrus, artan bir biçimde ortak rıza ile, on ikilinin sözcüsü haline gelmekteydi.
157:4.3 (1747.1) Onların tümü, Üstün ortaya çıktığında öğle vaktinden hemen önce bahçede oturmuş haldeydi. Onlar, soylu bir ciddiyet tutumuna bürünmüştü; ve, İsa onlara yaklaştığında onların tümü ayağa kalkmıştı. İsa; takipçileri kendilerini, veya başlarına gelen şeyleri, haddinden fazla ciddiye aldıklarında, kendisi için oldukça karakteristik olan, dostane ve kardeşsel bir gülümseme ile gerginliği dağıttı. Emir verici bir işaret ile onların oturmasını istedi. Bir daha on ikili Üstünlerini, karşılarına geldiklerinde ayağa kalkarak karşılamamıştı. Onlar, Üstün’ün bu türden dışa dönük bir saygı gösterimini onaylamadığını görmüşlerdi.
157:4.4 (1747.2) Yemeklerini yedikten ve yaklaşmakta olan Dekapolis turnesine dair tasarımları konuşmaya katıldıktan sonra, İsa aniden yüzlerine doğru bakışlarını kaldırıp şunu söyledi: “Şu anda, İnsan Evladı’nın kimliğine dair Şimon Petrus’un duyurusuna razı oluşunuzun üstünden bir tam gün geçti; hala bu görüşü besliyor olup olmadığınızı sizlere sormak istiyorum.” Bunu duyduklarında on ikili ayağa kalktı, ve Şimon Petrus, İsa’ya doğru bir kaç adım atarak, şunu söyledi: “Evet, Üstünümüz, bizler bunu onaylıyoruz. Bizler senin yaşayan Tanrı’nın evladı olduğuna inanıyoruz.” Ve, Petrus kardeşleri ile beraber oturmaya geçti.
157:4.5 (1747.3) İsa, hala ayakta duran bir biçimde, on ikiliye şunu söylemişti: “Sizler benim seçilmiş elçilerimsiniz, ancak ben biliyorum ki, mevcut koşullarda siz bu inanışı salt insan bilgisinin bir sonucu olarak akıllarınızda düşünememektesiniz. Bu, benim Babam’ın ruhaniyetinin sizlerin ruhlarınızın en derinine gerçekleştirmiş olduğu bir açığa çıkarılıştır. Ve, bu nedenle, içinizde ikamet etmekte olan Babam’ın ruhaniyetinin kavrayışı vasıtasıyla bu itirafı yaptığınızda, ben bu temel üzerine cennetin krallığının kardeşliğini inşa edeceğimi duyurma emri altındayım. Ruhsal gerçekliğin bu kayası üzerine, Babamın krallığına ait ebedi gerçeklikler içinde ruhsal birlikteliğin yaşayan mabedini inşa edeceğim. Kötülüğün tüm güçleri ve günahın birlikleri, kutsal ruhaniyete ait bu insan birlikteliğine karşı üstün gelemeyecektir. Ve, Babamın ruhaniyeti sonsuza kadar bu ruhsal birlikteliğin bir parçası olan herkes için kutsal rehber ve danışman olacakken, sizler ve sizlerden sonra gelecek olanlar için ben şimdi, krallığın üyeleri olarak erkekler ve kadınların bu ilişkilemine ait toplumsal ve ekonomik nitelikler halinde — zamansal olan şeyler üzerinde yönetim yetkisi olarak, dışsal krallığın anahtarlarını veriyorum.” Ve, tekrar o havarilerinden, o an için, kendisinin Tanrı’nın Evladı olduğunu kimseye söylememelerini istedi.
157:4.6 (1747.4) İsa, havarilerinin sadakatine ve dürüstlüğüne inanç duymaya başlamaktaydı. Üstün; seçmiş olduğu temsilcilerin yakın zaman içinde deneyimlemek zorunda kaldığı koşullara dayanmış olan bir inancın tam da önlerinde uzanan çetin sınavlardan kuşkusuz bir biçimde sağ çıkacağını ve tüm umutlarının tamamen yok olmuş görünüşünden yeni bir yazgı döneminin yeni bir ışığına doğacağını, böylece karanlıkta bulunmakta olan bir dünyayı aydınlatmak için harekete geçeceğini düşünmüştü. Bu gün Üstün, biri hariç, havarilerinin inancına inanmaya başlamıştı.
157:4.7 (1747.5) Ve, bugünden beri bu aynı İsa, kutsal evlatlığının tam da bu ebedi temeli üzerine yaşayan mabedi inşa etmekteydi; ve, bunun vasıtasıyla Tanrı’nın kendini bilen evlatları, ruhaniyetlerin ebedi Babası’nın bilgeliği ve derin sevgisinin ihtişamı ve onurlandırılışı için dikilmiş evlatlığın bu yaşayan mabedini oluşturan insan taşlarıdır.
157:4.8 (1747.6) Ve, İsa böyle konuştuğunda havarilerinden, akşam yemeği vaktine kadar bilgeliği, kuvveti ve ruhsal önderliği aramaları için tepelerde kendi yollarına ayrılmalarının emrini vermişti.
157:5.1 (1748.1) Petrus’un itirafının yeni ve hayati niteliği, İsa’nın, onun sorgulanamaz bütünlükteki kutsallığına ait haldeki, Tanrı’nın Evladı oluşuna dair oldukça kesin olan tanınıştır. Vaftizinden ve Kana’daki düğünden beri, bu havariler kendisini çeşitlilik gösteren bir biçimde Mesih olarak görmüştü; onun kutsal olması, milli kurtarıcıya dair Musevi kavramsallaşmasının bir parçası değildi. Museviler öncesinde, Mesih’in kutsallıktan doğacağını öğretmemişti; o, “atanmış biri” olacaktı, ancak onlar bu kişiyi neredeyse hiçbir biçimde “Tanrı’nın Evladı” olarak düşünmüşlerdi. İkinci itirafta vurgu daha çok, İsa’nın İnsan Evladı ve Tanrı Evladı oluşunun cennetsel gerçekliği olarak, bileşik doğası üzerine yapılmıştı ve, insan doğasının kutsal doğa ile gerçekleştirmiş olduğu bu büyük gerçeklik üzerine İsa cennetin krallığını inşa edeceğini duyurmuştu.
157:5.2 (1748.2) İsa öncesinde, İnsan Evladı olarak yeryüzü üzerinde hayatını yaşamayı ve bahşedilme görevini tamamlamayı amaçlamıştı. Onun takipçileri kendisini, beklenen Mesih olarak görme eğilimindeydi. Onların Mesihsel beklentilerini hiçbir zaman yerine getiremeyeceğini bilen bir biçimde, o, kendisini kısmen de olsa beklentilerini karşılamaya yetkin hala getirecek onların sahip olduğu Mesih kavramsallaşması üzerinde bir değişikliği gerçekleştirmeye çabalamıştı. Ancak, bu aşamada o, bu türden bir tasarımın neredeyse hiçbir bir biçimde başarılı olarak yerine getirilemeyeceğinin farkına varmıştı O bu nedenle, üçüncü planını cesurca açığa çıkarmayı tercih etmişti — açıkça bir biçimde kutsallığını duyurmak, Petrus’un itirafının gerçekliğini tanımak ve doğrudan on ikiliye kendisinin bir Tanrı Evladı olduğunu bildirmek.
157:5.3 (1748.3) Üç yıl boyunca İsa kendisinin “İnsan Evladı” olduğunu duyurmaktaydı, bir yandan da bu aynı üç yıl boyunca havariler artan bir biçimde kendisinin beklenen Musevi Mesihi oluşunda ısrarcı olmuştu. O artık, kendisinin Tanrı Evladı olduğunu açığa çıkarmıştı ve, İnsan Evladı ve Tanrı Evladı’nın bileşik doğası kavramsallaşması üzerine, cennetin krallığını inşa etmede kararlıydı. O öncesinde, kendisinin Mesih olmayışına dair onları ikna etmenin ilave çabalarından uzak durmaya karar vermişti. O artık, kendisinin ne olduğunu cesur bir biçimde açığa çıkarmayı ve bunun sonrasında kendisini Mesih olarak görmedeki kararlılıklarını görmezden gelmeyi amaçlamaktaydı.
157:6.1 (1748.4) İsa ve havariler, Davud Zübeyde’den maddi kaynaklar ile gelecek olan ileticileri bekler halde Celsus’un evinde bir gün daha kalmaya devam ettiler. İsa’nın kalabalıklar arasında olan ününün birden ortadan kaybolmasından sonra, onların almış oldukları miktarlarda büyük bir düşüş ortaya çıkmıştı. Onlar Kaysera-Filippi’ye vardıklarında, hazine bomboştu. Matta, İsa ve kardeşlerini bu türden bir zaman zarfında böyle bırakmaktan hiç hoşlanmamaktaydı ve, o, geçmişte birçok sefer yapmış olduğu gibi Yudas’a aktaracağı kendisine ait bir hazır kaynağa sahip değildi. Buna rağmen, Davud Zübeyde, gelirlerdeki bu olası azalmayı önceden görmüştü; ve, bunun uyarınca ileticilerine, Yudea, Samarya ve Celile’den geçerlerken, sürgündeki havariler ve onların Üstünlerine gönderilmek üzere bağışsal para toplayıcılar olarak hareket etmelerini istemişti. Ve, böylece, bu günün akşamı bu ileticiler, Dekapolis turneleri için yola çıkmak amacıyla hareketlerine geri dönemlerine kadar havarileri idare edecek yeterli kaynakları getiren bir biçimde Bethsayda’dan ulaştılar. Matta bu zaman zarfında Kapernaum’daki gayrimenkulünün son kalan kısmının satışından belirli bir miktar para beklemekteydi; ve, o çoktan, bu kaynakların isimsiz bir biçimde Yudas’a aktarılmasını ayarlamıştı.
157:6.2 (1749.1) Ne Petrus ne de diğer havariler, İsa’nın kutsallığına dair oldukça yeterli bir düşünceye sahipti. Onlar, öğretmen-iyileştiricinin — Tanrı’nın Evladı olarak — yeni bir biçimde düşünülmekte olan Mesih haline geliş dönemi olarak, yeryüzü üzerindeki Üstün’ün sürecinde yeni bir çağın başlamakta olduğunun çok az farkına vardılar. Bu andan itibaren, Üstün’ün iletisinde yeni bir ilave ortaya çıkmıştı. Bundan böyle onun yaşamdaki bir ideali Yaratıcı’yı açığa çıkarmak iken, öğretisindeki bir düşüncesi, yalnızca onu yaşamak ile kavranılabilecek olan en üst düzeydeki bilgeliğin kişileşmiş hali olarak sahip olduğu evreni sunmaktı. O, hepimizin yaşama sahip olabilme imkânının bulunduğunu ve bundan çok daha fazlasını elimizde bulundurabileceğimizi bildirmek için gelmişti.
157:6.3 (1749.2) İsa bu aşamada, beden içindeki insan yaşamının dördüncü ve son aşamasına girmişti. İlk aşama, bir insan varlığı olarak kendi kökenine, doğasına ve nihai sonuna dair sadece hayal meyal bir bilince sahip olduğu yıllar olarak çocukluğuydu. İkinci aşama, kutsal doğası ve insan görevini daha açık bir biçimde kavramaya başladığı süreç olarak, gençliğe ve ilerleyen ergenliğe ait artan bir biçimde bilinçli hale gelmiş bulunduğu yıllardı. Üstün’ün yeryüzü deneyiminin üçüncü aşaması, vaftizinden başlayıp, öğretmen ve iyileştirici olarak hizmet yılları boyunca Petrus’un Kaysera-Filippi’deki o çok önemli anına kadar uzanmaktaydı. Yeryüzü yaşamının bu üçüncü dönemi, havarilerinin ve doğrudan takipçilerinin kendisini İnsan Evladı olarak bildiği ve Mesih olarak gördüğü zamanları içine almaktaydı. Yeryüzü sürecinin dördüncü ve son dönemi burada Kaysera-Filippi’de başlamış olup, çarmıha gerilişine kadar uzanmıştı. Hizmetinin bu aşaması, kutsallığının farkındalığı tarafından başlıca nitelenmiş olup, beden içindeki son yılının emeklerinden oluşmuştu. Dördüncü dönem boyunca, takipçilerinin büyük bir çoğunluğu hala kendisini Mesih olarak görürken, havariler tarafından Tanrı Evladı olarak bilinir hale gelmişti. Petrus’un itirafı, ve bu gerçekliğin, en azından çok kesin olmasa bile, İsa’nın seçilmiş elçileri tarafından tanınışı, Urantia üzerinde ve bir evrenin tamamı için bir bahşedilme evladı olarak yüce hizmetinin gerçekliğinin daha bütüncül farkındalığının yeni bir döneminin başlamakta oluşunu simgelemişti.
157:6.4 (1749.3) Böylece İsa, dininde öğretmiş olduğu şeyi kendi yaşamı içinde örneklendirmişti: bu, ruhsal doğanın büyümesinin yaşayan ilerleme yönetimiyle gerçekleştirilişiydi. O, daha sonraki takipçilerinin gerçekleştirmiş olduğu gibi, ruh ve beden arasındaki sonu gelmez mücadele üzerinde vurguda bulunmamıştı. O bunun yerine; ruhaniyetin, hem ruhun hem de bedenin üzerinde kolay bir galip olduğunu ve bu ussal ve içgüdüsel olan savaşın büyük bir kısmının yararlı bir biçimde sonlandırılmasında etkili olduğunu öğretmişti.
157:6.5 (1749.4) Yeni bir önem, bu aşamadan itibaren İsa’nın öğretilerinin tümüne eklenmekteydi. Kaysera-Filippi’den önce o, krallığın müjdesini onun üstün öğretmeni olarak sunmuştu. Kaysera-Filippi’den sonra o yalnızca bir öğretmen olarak değil aynı zamanda, bu krallığın merkezi ve çevresi olan ebedi Baba’nın kutsal temsilcisi olarak görünmekteydi; ve, onun bunların hepsini, İnsan Evladı olarak bir insan varlığı bütünlünde gerçekleştirmiş oluşunun bilinmesi şart koşulmaktaydı.
157:6.6 (1749.5) İsa içten bir biçimde, takipçilerini ruhsal krallığa önce bir öğretmen, daha sonra bir öğretmen-iyileştirici olarak yönlendirmeye çabalamıştı ancak, onun takipçileri bunu anlamamaktaydı. O oldukça iyi bir biçimde, yeryüzü görevinin Musevi insanlarının Mesihsel beklentilerini olası bir biçimde karşılamayacak oluşunu bilmekteydi; eskinin peygamberleri, onun hiçbir zaman olamayacağı bir Mesih’i tasvir etmişlerdi. O Baba’nın krallığını bir İnsan Evladı olarak kurmayı amaçlamıştı ancak, onun takipçileri bu serüvende kendisine katılmayacaktı. İsa, bunun görür halde, bunun sonrasında, inananlarının taleplerini kısmi olarak karşılamayı ve bunu gerçekleştirirken de açık bir biçimde Tanrı’nın bahşedilme Evladı görevini üstlenmeyi tercih etmişti.
157:6.7 (1750.1) Bu nedenle, havariler için, İsa’nın onlara bahçede bugün söylemiş oldukları şeyler yeniydi. Ve, bu duyurulardan bazıları bile onlara garip gelmişti. Diğer şaşırtıcı duyurular arasında onlar şu gibi şeyleri dinlemişlerdi:
157:6.8 (1750.2) “Bu zaman zarfından itibaren, insanlardan biri bizler ile birlikteliğe katılırlarsa, bu kişinin evlatlığın sorumluluklarını üstlenmesini ve beni takip etmesini isteyin. Ve, ben artık sizler birlikte olmadığımda, bu dünyanın sizlere Üstününüzden daha iyi davranacağını düşünmeyin. Eğer sizler beni derinden seviyorsanız, bu şefkati olabilecek en yüksek fedakârlıkta bulunma isteğinizi göstererek ispat edin.”
157:6.9 (1750.3) “Ve, şu söylerimi iyi duyun: ben doğru olanları değil, günahkârları çağırmak için geldim. İnsan Evladı kendisine hizmet edilsin diye gelmedi, hizmet etmek için ve yaşamını herkes için bir hediye olarak bahşetmek amacıyla geldi. Sizlere duyuruyorum ki, ben kaybolmuş olanları aramak ve onları kurtarmak için gelmiş bulunuyorum.”
157:6.10 (1750.4) “Bu dünya içinde hiçbir kişi mevcut an içerisinde, Baba’dan gelmiş olan Evlat dışında Baba’yı görmemektedir. Ancak, eğer Evlat göğe yükseltilecek olursa, o bütün insanları kendisine çekecektir; ve, her kim Evlat’ın bileşik doğasının taşıdığı bu gerçekliğe inanıyorsa, bir yaşamdan daha fazla sürecek olan hayat ile bahşedilecektir.”
157:6.11 (1750.5) “Bizler henüz açık bir biçimde İnsan Evladı’nın Tanrı Evladı olduğunu duyuramayız; ancak, bu sizlere açığa çıkarılmış haldedir; bu nedenle ben sizlere apaçık bir biçimde bu gizemler hakkında konuşmaktayım. Her ne kadar sizler önünde bu fiziksel mevcudiyet içinde bulunsam da, ben Baba Olan Tanrı’dan gelmekteyim. İbrahim yokken ben vardım. Ben Baba’dan bu dünyaya sizlerin beni bildiğiniz halde geldim; ve, sizlere duyuruyorum ki, ben yakın bir zaman içinde bu dünyadan ayrılmak ve Babam’ın görevine geri dönmek zorundayım.”
157:6.12 (1750.6) “Ve, şimdi sizlerin inancı, İnsan Evladı’nın Mesih olarak düşündükleri haldeki atalarınızın beklentilerini karşılayamayacak oluşuna dair uyarım karşısında bu duyuruların gerçeğini kavrayabilecek mi? Benim krallığım bu dünyaya ait değildir. Bana dair bu gerçekliğe, her ne kadar tilkiler kendilerine ait çukurlara ve göğün kuşları aynı şekilde yuvalara sahip olsa da, benim başımı sokacağım bir yerim olmayışı gerçeği karşısında inanabilecek misiniz?”
157:6.13 (1750.7) “Yine de, ben sizlere Baba ve benim bir olduğumu söylüyorum. Beni görmüş olan kişi Baba’yı görmüştür. Babam tüm bunların hepsinde benimle beraber emek vermektedir; ve, o hiçbir zaman beni görevimde yalnız bırakmayacaktır, tıpkı benim sizleri, yakın bir zaman içinde dünya boyunca bu müjdeyi duyurmaya çıkarken yalnız bırakmayacağım gibi.
157:6.14 (1750.8) “Ve, şimdi ben sizleri kendimden ayırıp, sizleri şu çağırmış olduğum yaşamın ihtişamını kavramak ve onun görkemini anlamak için bir süreliğine sizler ile baş başa bırakıyorum: bu müjdeye inanan ruhların tümü ile yaşayan ilişkilemden oluşan benim birlikteliğimin inşası olarak, insanlığın kalplerinde Babamın krallığını kurmanın inanç serüvenine.”
157:6.15 (1750.9) Havariler bu cüretkâr ve şaşırtıcı ifadeleri sessizlik içerisinde dinledi; onlar şaşkınlıktan öylece kalakalmışlardı. Ve, onlar, Üstün’ün sözlerini tartışmak ve onlar üzerinde konuşmak için küçük topluluklar halinde dağılmışlardı. Onlar öncesinde, onun Tanrı’nın Evladı olduğunu itiraf etmişlerdi, ancak bu itiraflarının kendilerini hangi bütüncül anlama götürdüğünü kavrayamamışlardı.
157:7.1 (1750.10) O akşam Andreas, kardeşlerinin her biriyle kişisel ve irdeleyici bir görüşme düzenlemeyi kendisine görev biçti; ve, o, Yudas İskaryot dışında birlikteliklerinin tümüyle yararlı ve cesaretlendirici görüşmelerde bulundu. Andreas hiçbir zaman memnuniyet verici bir biçimde Yudas ile, diğer havariler ile gerçekleştirmiş olduğu türden kişisel ilişkilemi deneyimlememişti; ve, bu nedenle önceden beridir, Yudas’ın hâlihazırda hiçbir zaman özgür ve kendinden emin bir biçimde havarisel birliğin başı ile ilişkide bulunmamış olması nedeniyle onun hakkında çok az şey düşünmüştü. Ancak, Andreas bu aşamada, Yudas’un tutumu karşısında o kadar çok endişelenmişti ki, daha sonra o gece, havarilerin tümü uykularının derinlerinde iken, İsa’yı aramış ve endişe sebebini Üstün’e sunmuştu. İsa şunu söylemişti: “Bu hususta bana gelmiş olman şaşırtıcı bir şey değildir, Andreas; ancak, bizlerin bu konuda yapacak bir şeyi yok; yalnızca, bu havariye olabildiği kadar güveni beslemeye devam et. Ve, benimle gerçekleştirmiş olduğun konuşma hakkında kardeşlerine hiçbir şey bahsetme.”
157:7.2 (1751.1) Ve, bu, Andreas’ın İsa’dan ağzından alabileceği şeylerin tümüydü. Öncesinde orada her zaman bu Yehudalı ile Celile kardeşleri arasında belirli bir düzeyde tuhaflık bulunmaktaydı. Yudas; Vaftizci Yahya’nın ölümünden büyük şaşkınlık duymuş, Üstün’ün birkaç seferki uyarısından ciddi biçimde alınmış, İsa kral yapılmayı reddedince hayal kırıklığına uğramış, İsa Ferisilerden kaçtığında onuru kırılmış, Ferisilerle mücadele etmeyi reddedişinin bir işaret olarak alınmasından utanç duymuş, Üstününün gücün dışavurumlarını reddedişi karşısında şaşkına dönmüş ve bu aşamada, oldukça yakın bir süre içinde gerçekleşmiş bir biçimde, boş bir hazine karşısında üzüntüye düşmüş ve zaman zaman ise umutsuzluğa kapılmıştı. Ve, Yudas kalabalıkların vermiş olduğu olumlu uyarımı özlemişti.
157:7.3 (1751.2) Diğer havarilerin her biri, bir ölçüde ve değişen düzeylerde, tam da bu sınavlardan ve zorluklardan benzer bir biçimde etkilenmişti; ancak, onlar İsa’yı derinden sevmekteydi. En azından onlar Üstün’ü Yudas’dan daha fazla sevmiş olmalılar, zira onlar İsa ile sonuna kadar beraber yürüdüler.
157:7.4 (1751.3) Yehudalı olarak Yudas, İsa’nın “Ferisiler’in tuzaklarına dikkat edin” biçimindeki yakın zamanda gerçekleştirmiş olduğu uyarıdan kişisel olarak alınmıştı o bu ifadeyi, kendisine yapılmış üstü örtülü bir atıf oluşunu değerlendirme eğilimine sahipti. Ancak, Yudas’ın büyük hatası şuydu: Sürekli bir biçimde, İsa havarilerini tek başına dua etmeye gönderdikleri zaman, Yudas, evrenin ruhsal kuvvetleri ile içten birlikteliğe katılma yerine, insan korkusunun ürünü olan düşüncelere kendini bırakmış olup, bir yandan da, intikam hislerine olan talihsiz eğilimine düşmeye ek olarak İsa’nın görevine dair ilk bakışta belirli olmayan, küçük ancak etkili kuşkuları aklından geçirmede kararlılık göstermişti.
157:7.5 (1751.4) Ve, bu aşamada İsa havarileri, Tanrı Evladı olarak yeryüzü hizmetinin dördüncü fazını başlatmaya karar vermiş olduğu Hermon Dağı’na beraberinde götürmek istemekteydi. Onlardan bazıları Kudüs’de bu vaftizde hazır bulunmuş olup, İnsan Evladı olarak onun sürecinin başlangıcına şahitlik etmişlerdi; ve, o, havarilerden bazılarının, bir Tanrı Evladı olarak yeni ve kamu görevini üstlenişi için onun karar yetkisini duymada da mevcut bulunmalarını arzulamıştı. Bunun uyarınca, 12 Ağustos’da, Cuma sabahı İsa on ikiliye: “Ruhaniyetin benden, yeryüzü üzerindeki görevimi bitirmek için bahşedileceğim yer olan şuradaki dağa hareket için detayları belirleyin ve kendinizi hazırlayın. Ve, ben, bu deneyim boyunca benimle birlikte yürümenin zorlayıcı zamanlarından geçip onların da güçlenebilmeleri için kardeşlerimi beraberimde almak istiyorum.”
Urantia’nın Kitabı
158. Makale
158:0.1 (1752.1) İSA ve birliktelikleri, ufaklık Tiglat’ın bir seferinde, Üstün dağa tek başına çıkarken, Urantia’nın ruhsal nihai sonlarını istikrara kavuştururken ve teknik olarak Lucifer isyanını sona erdirirken beklemiş bulunduğu tam da yerin yakınında, Hermon Dağı eteğine ulaştıklarında, 12 Ağustos günü, Cuma öğleden sonrası gün batımı yakınıydı. Ve, burada onlar, yakın bir süre içinde gerçekleşecek olan olaylar için ruhsal hazırlanma içinde iki gün konaklamışlardı.
158:0.2 (1752.2) Genel olarak, İsa öncesinden dağda neyin gerçekleşeceğini önceden bilmekteydi; ve, o, havarilerin tümünün bu deneyimi paylaşabilmelerini fazlasıyla arzulamaktaydı. Kendisinin onlar ile birlikte dağın bu eteğinde beklemesi, kendisinin bu açığa çıkarılışı için onların hak etmiş olduğu bir şeydi. Ancak, onlar, yeryüzü üzerinde çok yakın bir zaman içerisinde meydana gelecek olan göksel varlıkların ziyaretinin bütüncül deneyimine şahitliklerini haklı çıkaracak ruhsal düzeylere erişemezlerdi. Ve, o, birlikteliklerinin hepsini yanına alamayacağı için, bu türden özel gece nöbetlerinde kendisine eşlik etme âdetinde bulunan yalnızca üç kişiyi almaya karar vermişti. Bunun uyarınca, yalnızca Petrus, Yakub ve Yahya bu olayı, Üstün ile olan bu benzersiz deneyimin bir parçası olarak paylaşmışlardı.
158:1.1 (1752.3) 15 Ağustos günü, Pazar sabahının erken saatleri, İsa ve üç havari Hermon Dağı’na olan çıkışlarına başlamışlardı ve, bugün, dut ağaçlarının altında yol kenarında Petrus’un öğle vakti gerçekleştirmiş olduğu büyük öneme sahip itirafından altı gün sonra yaşanmıştı.
158:1.2 (1752.4) İsa; bu deneyim kendi öz yaratımı olan evren ile ilgili olduğu için, beden içindeki bahşedilişinin ilerleyişi ile iniltili özel olayların gerçekleşimi için, kendi başına, dağa çıkmaya çağrılmıştı. Bu olağanüstü olayın öyle bir zamana rast gelip, İsa ve havariler gentilelilerin topraklarındayken ve gerçekte gentilelilere ait olan bir dağda gerçekleşmiş olası önemlidir.
158:1.3 (1752.5) Onlar, dağın yaklaşık olarak ortasına denk düşen bir yerde, öğleden kısa bir süre önce varış noktalarına ulaştılar; ve, öğlen yemeklerini yerken, İsa üç havarisine, vaftizinden kısa bir süre sonra Ürdün nehrinin doğusundaki tepelerde deneyimlediği şeye dair bir şeyler söylemiş olup, bu inziva yerine önceki ziyareti ile ilişkili Hermon Dağı üzerindeki yaşadıklarına dair ilave birkaç şeyden de bahsetmişti.
158:1.4 (1752.6) Bir çocukken İsa, evinin yakınındaki tepelere çıkar, Esdraelon’un düzlüğünde imparatorluk ordularının girişmiş oldukları savaşları hayal ederdi; bu aşamada onlar Hermon Dağı’na, Urantia üzerindeki bahşediliş oyununun kapanış sahnelerini yerine getirmek için Ürdün vadisi düzlüklerine inişini hazırlayan bahşedilişi almak için çıkmaktaydı. Üstün mücadeleyi bu gün Hermon Dağı’nda sonlandırıp, evren nüfuz alanlarına olan idaresine geri dönebilirdi; ancak, o yalnızca, Cennet Üzerindeki Ebedi Evlat’ın emrinden meydana gelen kutsal evlatlığa ait düzeyinin gerekliliklerini yerine getirmeyi tercih etmişti; ancak, o aynı zamanda, kendi Cennet Babasının mevcut iradesinin son ve bütüncül aşamasını tamamlamayı tercih etmişti. Ağustos ayında bugün, havarilerinden üçü, kendisine bütüncül evren otoritesi verilişini geri çevirişini görmüşlerdi. Onlar göksel ileticiler ayrılırlarken, İsa’yı yeryüzü yaşamını İnsan Evladı ve Tanrı Evladı olarak bitirmek için yalnız bırakan bir biçimde, hayretler içinde bakakalmışlardı.
158:1.5 (1753.1) Havarilerin inancı, beş bin kişinin doyuruluşu zamanında oldukça yüksek bir konumda bulunmaktaydı ve, bunun sonrasında hızlı bir biçimde sıfır noktasına kadar düşmüştü. Bu aşamada, Üstün’ün kendi kutsallığını kabul edişinin bir sonucu olarak, on ikilinin durağan inancı ilerleyen bir kaç hafta içinde en yüksek noktasına ulaşmıştı bu inanç daha sonra ilerleyen bir biçimde azalma sürecinden geçecekti. Onların inancının üçüncü yeniden canlanışı, Üstün’ün dirilişine kadar bir daha yaşanmamıştı.
158:1.6 (1753.2) İsa’nın, şunu söyleyen bir biçimde, üç havarisinden ayrılışı, bu güzel öğleden sonrasında saat üç sularında gerçekleşmişti: “Ben bir süreliğine, Babam ve onun ileticileri ile bütünleşmek için kendi yoluma gidiyorum; ben sizden burada vakit geçirmenizi istiyorum, ve, benim geri dönüşümü beklerken, Babamın iradesinin İnsan Evladı’nın bahşedilme görevinin ilerleyişi ile ilişkili tüm deneyimlerinizde yerine gelmesi için dua edin.” Ve, bunu onlara söyledikten sonra İsa, yaklaşık olarak saat altıya kadar geri dönmeyen bir biçimde, Cebrail ve Baba Melçizedek ile uzunca bir görüşme için aralarından ayrıldı. İsa, aralarından gerçekleştirmiş olduğu uzun süreli ayrılışına dair onların endişelerini gördüğünde: “Neden korkuyorsunuz? Babamın görevinden başka bir yerde olmadığımı oldukça iyi biliyorsunuz; eğer böyleyse, sizinle birlikte değilken kuşkular mı besliyorsunuz? Şimdi sizlere duyuruyorum ki, İnsan Evladı aranızda ve sizlerden biri olarak bütüncül yaşamı sürecinden geçmeyi tercih etmiştir. Neşelenin; görevim bitene kadar aranızdan ayrılmayacağım.”
158:1.7 (1753.3) Mütevazı akşam yemeklerini yerlerken, Petrus Üstün’e: “Kardeşlerimizden ayrı olarak bu dağda ne kadar süre beklemeye devam edeceğiz?” Ve, İsa: “Sizler İnsan Evladı’nın ihtişamını görene ve sizlere duyurmuş olduğum her ne var ise onun doğru olduğunu bilene kadar.” Ve, onlar, karanlık çökene ve havarilerin gözleri kapanana kadar, ateşlerinin kızaran korları etrafında otururken Lucifer isyanı olayları üzerine konuştular; zira onlar yolculuklarına o sabah oldukça erken bir saatte çıkmışlardı.
158:1.8 (1753.4) Üçü yaklaşık olarak yarım saatlik bir süredir uyumaktayken, aniden yakındaki bir çatırtı sesine uyandı ve, çevrelerine baktıklarında, fazlaca şaşıran ve endişeye düşen bir biçimde, İsa’yı göksel dünyanın ışığının elbiseleri içindeki iki parlak varlık ile yakından bir konuşmada bulunurken görmüştü. Ve, İsa’nın yüzü ve görünüşü, cennetsel bir ışığın parlaklığıyla parıldamaktaydı. Onların üçü bilinmez bir dil içinde konuşmaktaydı ancak, söylenmiş olan bir takım şeylerden Petrus yanlış bir biçimde, İsa ile olan bu varlıkların Musa ve İlyas olduğunu düşünmüştü; gerçekte, onlar Cebrail ve Baba Melçizedek’idi. Fiziksel düzenleyiciler öncesinden, İsa talebi üzerine havarilerin bu sahneye şahit oluşunu düzenlemişlerdi.
158:1.9 (1753.5) Üç havari o kadar kötü bir biçimde korkmuşlardı ki, bilinçlerini kazanmada oldukça yavaş kalmışlardı ancak, kendine ilk gelen kişi olan, Petrus, bu hayretlere düşürücü görünüş aralarından ayrılırken ve İsa’yı tek başını görürken, şunu söylemişti: “İsa, Üstün, burada olmak bizler için iyi oldu. Bizler bu ihtişamı görmekten çok mutluyuz. Bizler, ihtişamı olmayan dünyaya geri inmeyi hiç mi hiç istemiyoruz. Eğer razı olursan, bizlerin burada kalmaya devam etmesine izin ver; ve, bizler üç çadır gereceğiz, biri senin, biri Musa ve diğeri de İlyas için.” Ve, Petrus bunları kafa karışıklığı nedeniyle ve tam da bu anda aklına başka hiçbir şey gelmediği için söylemişti.
158:1.10 (1753.6) Petrus daha bunları söylerken, gümüşsü bir bulut yanlarına yaklaşıp, onların dördünü gölgesinde bırakmıştı. Havariler fazlasıyla korkuya kapılmışlardı ve, onlar ibadet etmek için yüzüstü kapaklandıklarında, İsa’nın vaftizi seferinde konuşmuş olan aynı ses olarak, bir sesi duymuşlardı bu ses: “Bu benim sevgili evladım; ona kulak verin.” Ve, bulut ortadan kaybolduktan sonra, İsa üçlü ile tekrar tek başına kalmış olup, şunu söyleyen bir biçimde, aşağıya eğilip onlara dokunmuştu: “Ayağa kalkın ve korkmayın; siz bunlardan daha da büyük şeyleri göreceksiniz.” Ancak, havariler gerçekten de korku içindeydiler; onlar gece yarısından kısa bir süre önce dağdan aşağıya inmeye hazırlandıklarında, sesli ve düşünceli bir üçlüydü.
158:2.1 (1754.1) Dağdan iniş yollarının yarısı boyunca bir kelime bile söylenmişti. İsa şunu söyleyerek konuşma başlatmıştı: “İnsan Evladı ölümden dirilene kadar bu dağda görmüş ve duymuş olduğunuz şeyleri kimseye, kardeşlerinize bile söylemeyeceğinizden emin olun.” Üç havari, “İnsan Evladı ölümden diriline kadar” şeklindeki Üstün’ün sözleri karşısında şaşkınlığa kapılmış ve hayretler içerisinde düşmüşlerdi. Onlar oldukça yakın bir süre içinde, Tanrı Evladı olarak, Kurtarıcı’ya duymuş oldukları inançta olumlanmış haldelerdi; ve, onlar daha yeni kendisini tam da gözlerinin önünde ihtişam içinde güzelleşmiş olarak görmüşlerdi ve şimdi de o “ölümden diriliş” hakkında konuşmaya başlamıştı!
158:2.2 (1754.2) Üstün’ün ölme düşüncesi karşısında Petrus’un tüyleri diken diken olmuştu — böyle bir düşünceyi akıldan geçirmek olumsuzdan bile öteydi; ve, Petrus, Yakub veya Yahya’nın bu ifade hakkında bir soru sormasından korkarak, konuşmayı başka konuya çevirmeye başlamanın en iyi olduğunu düşündü; başka ne konudan söz edeceğini bilmeden, aklına gelen şu ilk düşünceyi söyleyiverdi: “Üstün, neden kâtipler İlyas’ın Mesih’in ortaya çıkacağı vakitten önce gelmek zorunda olacağını söylüyor?” Ve, İsa, kendi ölümüne ve yeniden dirilişine dair Petrus’un atıfta bulunmadan kaçınmayı amaçlamasını bilen bir biçimde, şu cevabı vermişti: “İlyas gerçekten de, birçok şeyden muzdarip olmak ve nihai olarak reddedilmek zorunda bulunan kişi olarak, İnsan Evladı için zemin hazırlamak amacıyla ilk olarak gelmektedir. Ancak, ben sizlere söylüyorum ki, İlyas, öncesinde gelmiş olarak, çoktan gelişini tamamlamıştır; ve, bu kişiler kendisini karşılamamış olup, bunun yerine ona ne istedilerse yapmışlardır.” Ve, bunun sonrasında üç havari, İsa’nın Vaftizci Yahya’ya atıfta bulunmuş olduğunu anladı. İsa, eğer onlar kendisini Mesih olarak görmede ısrarcı olurlarsa, kâhinin söylediği İlyas’ın Yahya olmak zorunda oluşunu bilmekteydi.
158:2.3 (1754.3) Güçlü bir biçimde İsa onlardan, yeniden dirilişinden sonra sahip olacağı ihtişamını bir parça olsun tanık oluşları karşısında sessiz kalmalarını talep etmişti; çünkü, İsa, bu aşamada Mesih olarak karşılanmış olarak, bir mucize-gerçekleştiren kurtarıcıya dair hatalı kavramsallaşmalarını herhangi bir biçimde yerine getiren düşünceyi desteklemek istememekteydi. Her ne kadar Petrus, Yakub ve Yahya bunların tümünü akıllarında uzun uzadıya düşünmüş olsalar da, Üstün’ün yeniden dirilişine kadar bunlar hakkında kimseye bahsetmemişlerdi.
158:2.4 (1754.4) Dağdan inmeye devam ederlerken, İsa onlara: “Siz beni İnsan Evladı olarak almayacaktınız; bu nedenle ben değişmez kararlılığınız uyarınca karşılanmaya razı oldum; ancak, yanılmayın, Babamın iradesi üstün gelmek zorundadır. Eğer sizler bu şekilde kendi öz iradelerinizin eğilimini izleyecek olursanız, birçok hayal kırıklığından muzdarip olmaya ve birçok zorluktan geçmeye hazırlanmalısınız; ancak, sizlere vermiş olduğum eğitim, kendi tercihiniz olan bu kederlerden sizleri utgun bir biçimde çıkarmaya yeterli olacaktır.
158:2.5 (1754.5) İsa Petrus, Yakub ve Yahya’yı beraberinde güzelleşme dağına, gerçekleşecek olanlara şahitlik etmek için herhangi bir biçimde daha iyi hazırlanmış halde bulundukları veya bu türden nadir ayrıcalığı memnuniyetle deneyimlemek için ruhsal olarak daha yetkin oldukları için almamıştı. Hayır, hiç de değil. O oldukça iyi bir biçimde, on ikilinin hiçbirinin bu deneyim için ruhsal olarak yetkin halde bulunmadığını bilmekteydi; bu nedenle, o yanına sadece, herkesten uzak birlikteliği memnuniyetle deneyimlemek için yalnız olmayı arzuladığı böyle zamanlarda kendisine refakatçi olmak için atanmış üç havariyi almıştı.
158:3.1 (1755.1) Petrus, Yakub ve Yahya’nın güzelleşme dağında şahit oldukları şey, Hermon Dağı üzerinde bu büyük öneme sahip günde gerçekleşmiş olan göksel bir güzelliğe dair bir anlık bakıştı. Güzelleşme şunlara ait yaşanmışlıktı:
158:3.2 (1755.2) 1. Cennet’in Ebedi Anne-Evladı tarafından Urantia üzerinde Mikâil’in vücutlaştırılmış yaşamının bahşedilişinin bütünlüğüne dair kabulü. Ebedi Evlad’ın gereklilikleri bakımından, İsa bu aşamada bu gerekliliklerin yerine getirilmiş oluşunun teminatını almıştı. Ve, Cebrail İsa’ya bu teminatı getirmişti.
158:3.3 (1755.3) 2. Maddi bedenin sureti içinde Urantia bahşedilişinin bütünlüğüne dair Sınırsız Ruhaniyet’in memnuniyetinin tanıklığı. Salvington üzerinde Mikâil’in doğrudan birlikteliği ve onun her daim hazır yardımcısı olan, Sınırsız Ruhaniyet’in evren temsilcisi bu seferde Baba Melçizedek kanalıyla konuşmuştu.
158:3.4 (1755.4) İsa, Ebedi Evlat ve Sınırsız Ruhaniyet’in ileticileri tarafından sunulmuş olan yeryüzü görevinin başarısı hakkındaki bu tanıklığı memnuniyetle karşılamıştı ancak, o, Babası’nın Urantia bahşedilme görevinin bitmiş olduğuna işaret etmediğinin altını çizmişti; yalnızca, şunu söyleyen bir biçimde, Baba’nın görülmeyen mevcudiyeti İsa’nın Kişileştirilmiş Düzenleyicisi kanalıyla: “Bu benim sevgili Evladım; ona kulak verin.” Ve, bu aynı zamanda, üç havari tarafından duyulmuş olan sözlerdi.
158:3.5 (1755.5) Bu göksel ziyaretten sonra İsa, Babası’nın iradesini öğrenmeyi amaçlamış olup, fani bahşedilişinin doğal yollardan sona erişini seçmeye karar vermişti. Bu İsa için, güzelleşmenin taşımış olduğu önemdi. Üç havari için bu olay, Tanrı Evladı ve İnsan Evladı olarak yeryüzü sürecinin son fazına olan Üstün’ün gerişini simgeleyen bir yaşanmışlıktı.
158:3.6 (1755.6) Cebrail ve Baba Melçizedek’in resmi ziyaretinden sonra, İsa, hizmete ait Evlatları olarak, bu kişilerle resmi olmayan konuşmada bulunmuş olup, onlarla evren hadiseleri hakkında görüşmüştü.
158:4.1 (1755.7) Bu Salı sabahı İsa ve ona refakat edenler havarisel kampa ulaştıklarında kahvaltı vaktinden biraz önceydi. Onlar yaklaşınca, havariler etrafında toplanmış dikkate değer büyüklükte bir kalabalığı fark etmiş olup, yakın bir süre içinde, yaklaşık olarak elli kişiden meydana gelmiş olan bu topluğun tartışmasının ve anlaşamamasının yaratmış olduğu gürültülü sözleri duymaya başlamışlardı bu elli kişinin içinde dokuz havari bulunmakta olup, topluluk eşit bir biçimde, Kudüs kâtipleri ve Magadan’dan yola çıkıp İsa ve birlikteliklerini arayan inanan takipçiler arasında bölünmüştü.
158:4.2 (1755.8) Her ne kadar kafile sayısız tartışmaya katılmış olsa da, anlaşmazlık başlıca, İsa’yı aramak için önceki gün varmış olan Tiberyalı bir vatandaş hakkındaydı. Safedli Yakub olan, bu kişi, ciddi bir biçimde saradan sıkıntı çekmekte, tek çocuğu olan, yaklaşık on dört yaşında bir erkek çocuğuna sahipti. Bu sinirsel rahatsızlığa ek olarak bu ufaklık, bu zamanlarda yeryüzü üzerinde mevcut ve denetimsiz halde bulunmakta olan gezinti halinde, kötü niyetli ve isyankâr yarı-ölümlülerden bir tanesinin egemenliği altındaydı yani bu küçük hem saralı hem de ecinnilerin yönettiği haldeydi.
158:4.3 (1755.9) Yaklaşık olarak iki hafta boyunca, Hirodes Antipa’nın küçük mevkideki bir görevlisi olan, bu endişeli baba, İsa’ya bu sıkıntı içindeki oğlunu iyileştirmesi için yalvarabilmesi amacıyla onu arayan bir biçimde, Filip’in nüfuz alanında olan bölgelerin batı sınırları boyunca gezmişti. Ve, o, İsa üç havarisi ile birlikte dağda olduğu bu günün öğlen sularına kadar havarisel kafileyi yakalayamamıştı.
158:4.4 (1756.1) Dokuz havari, İsa’yı arar haldeki yaklaşık kırk kadar başka kişinin refakati içinde, bu kişi aniden kendilerine geldiğinde, fazlasıyla şaşırmış ve dikkate değer bir biçimde ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi. Dokuz havarinin varışı zamanında, en azından onların büyük bir çoğunluğu, gelmekte olan krallık hakkında konuşmanın en iyisi olduğunu düşünen bir biçiminde — eski cezbediciliğine düşmüşlerdi; onlar yoğun bir biçimde, bireysel havariler olarak kendilerine atanacak olan olası mevkiler hakkında tartışmaktaydı. Onlar, Mesih’in maddi görevine dair uzun süredir memnuniyetle sahip olunan düşünceden kendilerini bütünüyle kurtaramamışlardı. Ve, bu aşamada, İsa kendisinin gerçekten de Kurtarıcı oluşuna dair onların itiraflarını kabul etmiş olduğu — en azından kendi sahip olduğu kutsallığın gerçekliğini kabul ettiği biçimde, Üstün’den ayrı oldukları bu süreç boyunca kalplerinde en yüksek yerde tutmuş oldukları umutlardan ve geleceksel arzulardan konuşmaya düşmeden daha doğal ne olabilirdi ki? Ve, onlar, Safedli Yakub ve onun İsa’yı arayan akranları kendilerine geldiklerinde bu söyleşilere katılmış haldelerdi.
158:4.5 (1756.2) Andreas, şunu söyleyen bir biçimde, bu baba ve onun evladını karşılamak için bir adım atmıştı: “Kimi arıyorsunuz?” Yakub ise: “İyi arkadaşım, ben sizlerin Üstününüzü arıyorum. Sıkıntı içindeki evladım için deva arıyorum. İsa’nın, çocuğumu ele geçirmiş olan bu ecinniyi çıkarmasını istiyordum.” Ve, bunun sonrasında baba havarilere, evladının bu kötü nöbetlerin bir sonucu olarak neredeyse yaşamını birçok kez kaybetme noktasına geldiği düzeyde hasta olduğunu anlatmaya geçmişti.
158:4.6 (1756.3) Havariler dinlerken, Şimon Zelotes ve Yudas İskaryot, şunu söyleyen bir biçimde, babanın yanına yönelmişti:: “Bizler onu iyileştirebiliriz; Üstün’ün geri dönmesini beklemene gerek yok. Bizler krallığın elçileriyiz; artık bizler bu tür şeyleri saklı tutmuyoruz. İsa Kurtarıcı’dır, ve krallığın anahtarları bizlere dağıtılmıştır.” Bu zaman zarfında, Andreas ve Tomas bir kenarda görüş alışverişinde bulunmaktaydı. Nathanyel ve diğerleri şaşkına dönmüşlerdi; onların tümü, Şimon ve Yudas’ın, eğer küstahlık değilse bile kesinlikle cüretkârlığı karşısında dehşete düşmüşlerdi. Bunun sonrasında baba: “Eğer sizlere bu görevler verilmişse, umarım sizler çocuğumu bu esaretten kurtaracaksınız.” Ardından Şimon bir adım ileri atmış, ve, elini çocuğun başına koyan bir biçimde, doğrudan gözlerine bakım şu emri vermişti: “Ondan çık, sen kirli ruhaniyet; İsa’nın ismi adına bana itaat et.” Ancak, ufaklık daha da şiddetli bir hale bürünürken, kâtipler de havarileri yeren bir biçimde alay etmekteydi; ve, hayal kırıklığına uğramış olan inananlar, bu dostane olmayan eleştirilerin saldırılarından muzdarip olmuşlardı.
158:4.7 (1756.4) Andreas, bu budalaca çaba ve onun hayal kırıklığı yaratan başarısızlığı karşısında derin bir biçimde sinirlenmişti. O havarileri görüşme ve dua için kenara çağırmıştı. Meditasyon ile geçen bir süreçten sonra, başarısızlıklarının olumsuz etkisini güçlüce hisseden ve üzerlerine çökmüş olan aşağılanmayı sezen bir biçimde, Andreas, ikinci bir çaba içerisinde, ecinniyi çıkarmayı amaçlamıştı ancak, çabalarını yalnızca başarısızlık taçlandırmıştı. Andreas açık bir biçimde yenilgiyi itiraf etmiş ve babadan, şunu söyleyen bir biçimde, geceye veya İsa’nın geri dönüşüne kadar kendileri ile beraber kalmasını talep etmişti: “Muhtemelen bu türden olanlar Üstün’ün kişisel emri olmadan çıkmıyor.”
158:4.8 (1756.5) Ve, böylece, İsa dağdan oldukça neşeli ve sevinçli Petrus, Yakub ve Yahya ile inerken, onların dokuz kardeşi göreceli biçimde kafa karışıklıkları ve tamamiyle utanç verici duruma düşmeleri içinde uykusuzlardı. Onlar üzüntü ve pişmanlık içindeki bir topluluktu. Ancak, Safedli Yakup’un vazgeçeceği yoktu. Her ne kadar onlar kendisine İsa’nın ne zaman dönebileceğine dair herhangi bir fikir vermemiş olsalar da, o Üstün geri gelene kadar kalmaya karar vermişti.
158:5.1 (1757.1) İsa yaklaşınca, dokuz havari kendisini karşılamakla rahatlamaktan fazlasını deneyimlemişlerdi; ve, onlar, Petrus, Yakub ve Yahya’nın yüzlerini simgelemekte olan neşeyi ve olağandışı şevki görmekten fazlasıyla cesaret toplamışlardı. Onların tümü, İsa ve kendilerinin üç kardeşini karşılamak için ileriye atılmıştı. Onlar birbirlerine selam verdikten sonra, kalabalık kendilerine gelmişti, ve İsa şunu sormuştu: “Bizler yaklaşırken ne üzerinde anlaşamıyordunuz?” Ancak, ne yapacaklarını bilmez hale gelmiş ve utanç duyulası duruma düşmüş olan havariler Üstün’ün sorusuna daha yanıt veremeden, sıkıntı çekmekte olan ufaklığın endişe içindeki babası bir adım ileri atıp, İsa’nın ayaklarına kapanan bir biçimde, şunu söylemişti: “Üstün, bir kötü ruhaniyetin egemen olduğu, bir oğlana, tek çocuğa sahibim. O yalnızca şiddetle bağırmıyor, ağzından köpük çıkarmıyor ve nöbet dönemlerinde bir ölü kişi gibi yere yığılmıyor, zaman zaman, kendisini ele geçirmiş olan bu kötü ruhaniyet oğlumu çırpınmalara sevk ediyor ve zaman zaman da kendisini suya hatta ateşe doğru atıyor. Dişlerini fazlasıyla sıkması ve birçok morluğa sahip olması nedeniyle benim çocuğum elden gidiyor. Onun yaşamı ölümden daha kötü; annesi ve benin kalplerimiz iyi değil, ve hayata karşı bakışımız yıkılmış durumda. Dün öğle suları, seni arar halde, havarilerine yetiştik; ve, bizler seni beklerken, havarilerin bu ecinniyi çıkarmaya çalıştı ancak, onlar bunu başaramadı. Ve, şimdi, Üstün, bunu bizler için yapacak mısın, oğlumu iyileştirecek misin?”
158:5.2 (1757.2) İsa bu anlatıyı dinlediğinde, dizi üzerindeki babaya dokunmuş olup, kendisinden ayağa kalkmasını istemişti, bu esnada da yakındaki havarilerine irdeleyici bir bakış atmıştı. Bunun sonrasında İsa, önünde durmakta olan herkese şunları söylemişti: “Ey inançsız ve sapkın eğilimlere sahip nesil, sizlere daha ne kadar fazla tahammül edeceğim? Daha ne kadar sizler ile birlikte olacağım? İnancın emeklerinin, şüphe duyan inançsızlığın emrinden gelmeyeceğini öğrenmenizden önce daha ne kadar süre geçecek?” Ve, bunun sonrasında, şaşkınlık içindeki babaya işaret eden bir biçimde, İsa, “Oğlunu buraya getir,” dedi. Ve, Yakub oğlanı İsa’nın önüne getirdiğinde, o şu soruyu sormuştu: “Oğlan ne kadardır bu sıkıntıdan muzdarip?” Baba, “Oldukça küçük bir çocuk olduğundan beri” şeklinde cevap verdi. Ve, onlar konuşurlarken, delikanlı, dişlerini kenetler ve ağzından köpük çıkarır halde, güçlü bir nöbete girip aralarına düşüverdi. Bu aşamada baba tekrar İsa’nın ayaklarına kapanıp, şunu söyleyen bir biçimde, endişeyle Üstün’den talepte bulundu: “Eğer onu iyileştirebilecek yetin varsa, senden yalvarıyorum, bizlere merhamet et ve bu sıkıntıdan bizleri kurtar.” Ve, İsa bu sözleri duyunca, şunu söyleyen bir biçimde, babanın endişe içindeki yüzüne doğru bakışlarını indirdi: “Babamın sevgisinin gücünü sorgulama, o yalnızca senin inancının içtenliği ve kapsamı kadar yakındır.” Gerçekten inananlar için her şey mümkündür.” Ve, bunun sonrasında Safedli Yakub, inanç ve kuşku ile iç içe geçmiş bu çok uzun süre hatırlanacak olan sözleri söylemişti: “Koruyucu, ben inanıyorum. Umarım sen benim inançsızlığıma yardım edersin.”
158:5.3 (1757.3) İsa bu sözleri duyduğunda, bir adım ileri atıp, ufaklığı elinden tutan bir biçimde, şunu söyledi: “Ben bunu Babam’ın iradesi uyarınca ve yaşayan inancın onuru adına gerçekleştireceğim. Evladım, kalk! İtaatsiz ruhaniyet, ondan çık ve bir daha ona dönme.” Ve, ufaklığın elini babanın eline koyarak, İsa: “Yolunuza gidin. Baba ruhlarınızın arzusuna izin verdi.” Ve, orada bulunan herkes, İsa’nın düşmanları bile, gördükleri şeyler karşısında hayretler içerisine düşmüştü.
158:5.4 (1757.4) Oldukça yakın bir süre içerisinde ruhsal coşkunun sahnelerine ve güzelleşmenin deneyimlerine memnuniyetle sahip olan üç havarinin bu kadar kısa bir süre içinde akran havarilerinin başarısızlığının ve hezimetinin sahnesine dönmesi gerçekten de bir hayal kırıklığıydı. Ancak, bu, krallığın on iki elçisi için her zaman böyle olagelmişti. Onlar hiçbir zaman, yaşam deneyimleri içinde coşku ve hezimet arasında değişmeceli bir biçimde gidip gidip gelmezlik yaşamamışlardı.
158:5.5 (1758.1) Bu olay, bir fiziksel hastalık ve bir ruhaniyet bozukluğu olarak, çifte bir rahatsızlığın gerçek bir iyileştirilişiydi. Ve, ufaklık, bu andan itibaren kalıcı bir biçimde iyileşmişti. Yakub düzelmiş oğlu ile ayrılırken, İsa şunu söylemişti: “Bizler şimdi Kaysera-Filippi’ye gidiyoruz; biran önce hazırlanın.” Ve, onlar, kalabalık arkalarında kendilerini takip ederken, güneye doğru hareket etmekte olan sessiz bir topluluktu.
158:6.1 (1758.2) Onlar, Celcus’da gece kalmaya devam ettiler; ve, bahçe içindeki o akşam, yemeklerini yiyip dinlendikten sonra, on ikili İsa etrafında bir araya gelmişti, ve bu birliktelikte Tomas şunu söylemişti: “Üstün, geride kalıp vakit geçirmiş olan bizler hala dağda neyin gerçekleşmiş olduğundan ve neyin seninle birlikte olan kardeşlerimizi oldukça fazla neşelendirdiğinden habersizken, dağda neyin yaşandığının bu zaman zarfında açığa çıkarılamayacak oluşunu gören bir biçimde, bizlerle başarısızlığımız hakkında konuşmanı ve bu hususlarda eğitimde bulunmanı derinden arzu etmekteyiz.”
158:6.2 (1758.3) Ve, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, Tomas’ın sorusunu cevapladı: “Dağda kardeşlerinizin duymuş olduğu her şey gerektiği zaman sizlere açığa çıkarılacaktır. Ancak, ben şimdi sizlere, oldukça bilgesiz bir biçimde giriştiğiniz şeydeki başarısızlığınızın nedenini göstereceğim. Üstün ve, kardeşleriniz olarak, ona refakat edenler, Baba’nın iradesine dair daha büyük bir bilgiyi ararken ve bu kutsal iradeyi daha etkin bir biçimde yerine getirmek için bilgeliğin daha zengin bir bahşedilişini sorarken, ruhsal kavrayışın aklını elde etmeyi arzulamanızın ve Baba’nın iradesinin daha bütüncül bir açığa çıkarılışı için bizler ile birlikte dua etmenizin istendiği biçimde burada dikkatlice durmanız istenen sizler, düşünmede ısrarcı olduğunuz maddi ve zamansal krallık olarak — eski ve kötü nitelikli, cennetin krallığı içinde gözettiğiniz yerlere kendinizi yakıştırma eğilimlerinizin cazibesine düştünüz. Ve, sizler bu hatalı kavramsallaşmalara, benim krallığımın bu dünyaya ait olmayışına dair tekrar eden duyuruşuma rağmen sarıldınız.
158:6.3 (1758.4) “Dünyasal gözetime dair bencil arzunuz bir yolunu bulup sizler üzerinde egemen oldukça, ve aranızda, düşünmekte ısrarcı olduğunuz, mevcut olmayan, ve hiçbir zaman mevcut olmayacak, bir krallık olarak, cennetin krallığı içinde kimin en büyük olacağını kendi aranızda tartışmaya düştüğünüz müddetçe, inancınız hiçbir zaman İnsan Evladı’nın kimliğini kavrayamayacaktır. Ben sizlere, Babamın ruhsal kardeşliğine ait krallık içinde en büyük olan kişinin kendi gözlerinde en küçük ve böylece kardeşlerinin hizmetkârı haline gelmek zorunda olduğunu söylemedim mi? Ruhsal büyüklük, özü Tanrı-gibi-olan derin sevgiye dair bir anlayıştan meydana gelmektedir, benliğin yüceltilişi için maddi gücün kullanımından duyulan bir memnuniyetten değil. Tamamiyle başarısız olduğunuz biçimde, girişmiş olduğunuz şeyde amacınız saf bir nitelikte değildi. Gayeniz kutsal bir nitelikte değildi. İdealiniz ruhsal bir nitelikte değildi. İsteğiniz fedakâr bir nitelikte değildi. Hareket biçiminiz derin sevgi üzerinde dayanmamaktaydı, ve erişmeyi hedeflemiş olduğunuz şey cennet içindeki Baba’nın iradesi değildi.
158:6.4 (1758.5) “Bu tür şeyler Baba’nın iradesi olmadıkça oturmuş bir doğal olgunun sürecini zamansal olarak kısaltamayacağınızı öğrenmeniz ne kadar zaman alacak? Ne de sizler, ruhsal gücün yokluğunda ruhsal şeyleri gerçekleştirebilirsiniz. Ve, sizler, onların potansiyeli hâlihazırda mevcut bulunsa bile, yaşayan inanca sahip oluşun kişisel deneyimi biçiminde, üçüncü ve temel insan etkeninin mevcudiyeti olmadan bunların herhangi birini gerçekleştirebilirsiniz. Sizler her zaman, krallığın ruhsal gerçekliklerine bir biçimde çekilmek için maddi dışavurumlara mı sahip olmak zorundasınız? Olağandışı şeylerin görünür sergilenişleri olmadan benim görevimin taşımakta olduğu ruhsal önemi kavrayamıyor musunuz? Ne zaman sizler, tüm maddi dışavurumların dışsal görünüşünden bağımsız bir biçimde krallığın daha yüksek ve ruhsal olan gerçeklilerine bağlanmaya bağlı olacaksınız?”
158:6.5 (1759.1) İsa on ikiliye böyle konuştuğunda, şunu eklemişti: “Şimdi dinlenmenize çekilin, zira ertesi sabah Mecdel’e geri dönüp, orada görevimize dair tavsiyemizi Dekapolis’in şehirleri ve köylerine götüreceğiz. Ve, bu günün deneyiminin sonucunda, dağda kardeşlerinize söylemiş olduğum şeylerin her birini sizlere duyurmama ve bu sözlerin kalplerinizde derin bir yer bulmasına izin verin: “İnsan Evladı şimdi bahşedilişinin son aşamasına girmektedir. Bizler, benim yok edilmemi arzulayan insanların ellerine teslim edildiğim zaman inancınızın ve sadakatinizin büyük ve nihai sınavına yakın bir zaman içinde sizleri götürecek olan emeklere başlamak üzereyiz. İnsan Evladı öldürülecek, ancak o yeniden diriltilecektir.”
158:6.6 (1759.2) Onlar, kaderli bir halde, gece için çekildiler. Onlar şaşkınlık içindelerdi; bu sözleri kavrayamamaktaydılar. Ve, onlar, İsa’nın söylemiş olduğu şeyler hakkında en ufak bir soruyu sormaktan bile korku duyarlarken, onun yeniden dirilişinden sonra tüm bunların hepsini hatırladılar.
158:7.1 (1759.3) Bu Çarşamba sabahının erken vakitleri İsa ve on ikili, Bethsayda-Yulias yakınındaki Mecdel Parkı için Kaysera-Filippi’den ayrılmışlardı. Havariler önceki gece oldukça az uyuyabilmişti; böylece, onlar erken ayakta olup, hareket etmeye hazırlardı. Duyguları kolayca değişmez Alpheus ikizleri bile, İsa’nın ölümüne dair bu konuşma karşısında derin şaşkınlık içerisine düşmüşlerdi. Onlar güneye doğru hareket ederlerken, Merom Suları’nın biraz ötesinde Şam yoluna gelmişlerdi; ve, İsa’nın yakın bir süre içinde peşlerine düşeceklerini bildiği kâtipler ve başka kişilerden kaçınmayı arzular halde, o kendilerinin Celile’den geçen Şam yolu ile Kapernaum’a devam etmelerini emretti. Ve, o bunu, kendilerini takip eden kişilerin doğu Ürdün yolu üzerinden güneye doğru ineceklerini bildiği için yapmıştı çünkü, bu kişiler, İsa ve havarilerinin Hirodes Antipa’nın topraklarından geçmekten korkacaklarını hesap etmekteydi. İsa, bu gün havariler ile yalnız kalabilmek için kendisini takip eden eleştirmenlerini ve kalabalıkları atlanmayı amaçlamıştı.
158:7.2 (1759.4) Onlar, enerjilerini yeniden toplamak için gölgede durmuş oldukları zaman olan, öğlen yemeklerine kadar Celile’den geçmişlerdi. Ve, yemeklerini yedikten sonra, İsa ile konuşan bir biçimde, Andreas şunu söylemişti: “ Üstün, kardeşlerim senin derin sözlerini kavrayamıyorlar. Bizler, senin Tanrı Evladı oluşuna bütüncül bir bir biçimde inanan konuma geldik; ve şimdi bizler, ölüm hakkında, bizlerden ayrılışın üzerine olan bu tuhaf sözleri duymaktayız. Bizler senin öğretini anlamıyoruz. Bizlere simgesel hikâyeler içinde mi konuşuyorsun? Bizler umut etmekteyiz ki, sen bizlere doğrudan ve apaçık bir halde konuşacaksın.”
158:7.3 (1759.5) Andreas’a cevap olarak, İsa: “Benim kardeşlerim, sizler benim Tanrı Evladı oluşumun itirafında bulunduğunuz için, yeryüzü üzerinde İnsan Evladı’nın bahşedilişinin sonu hakkındaki gerçekliği açığa çıkarmaya başlamak ile kısıtlandım. Sizler, benim Mesih oluşuma dair inanca bağlı kalmakta ısrar etmektesiniz; ve, sizler, Mesih’in Kudüs’deki tahta oturmak zorunda oluşuna dair düşünceyi bırakmayacaksınız; bu nedenle ben sizlere, İnsan Evladı’nın yakın bir zamanda Kudüs’e gitmek zorunda olduğunu, birçok şeyden acı çekeceğini ve kıdemliler, kâtipler ve baş din-adamları tarafından reddedileceğini ve tüm bunlardan sonra öldürülüp ölümden kaldırılacak oluşunu söylemekte ısrarcıyım. Ben sizlere bir simgesel hikâye anlatmıyorum; ben sizlere, birden başımıza geldiğinde bu olaylar için hazırlıklı olabilesiniz diye gerçeği söylüyorum.” Ve, İsa bu konuşmasını henüz sürdürürken, Şimon Petrus, acele ile düşünmeden kendisine doğru yetişip, elini Üstün’ün omzuna koyup şunu söyledi: “Üstün, bizlerden istediğin kadar hoşnut olma, ancak ben bu şeylerin hiçbir zaman başına gelmeyeceğini duyuruyorum.”
158:7.4 (1760.1) Petrus bu şekilde, İsa’yı derinden sevdiği için söylemişti; ancak, Üstün’ün insan doğası bu özünde iyi niyet taşımakta olan şefkatli sözleri içinde, Cennet Babası’nın iradesi uyarınca olan yeryüzü bahşedilişinin sonuna kadar gitme kararını değiştirmesi için çok küçük ancak yine de mevcut bulunan cezbediciliğe olan daveti fark etmişti. Ve, şefkatli ve sadık arkadaşlarının kendi fikrini değiştirmesine dair tavsiyelere izin verme tehlikesini gördüğü için, şunu söyleyen bir biçimde, Petrus ve diğer havarilere dönmüştü: “Bana destek olun. Sizler, cezbeden bir konumda, bana karşıt olanın ruhaniyetinden konuşuyorsunuz. Bu şekilde konuştuğunuzda, sizler benim yanımda değil, düşmanımızın yanlarında oluyorsunuz. Bu şekilde sizler bana duyduğunuz derin sevgiyi, Babamın iradesini yerine getirmemde önümdeki engellerden biri haline getiriyorsunuz. İnsanların yollarını değil, Tanrı’nın iradesini hesaba katın.
158:7.5 (1760.2) İsa’nın etkili uyarısının ilk sarsıntısını attıktan sonra, ve yolcuklarına devam etmeden önce, Üstün şunları eklemişti: “Eğer bir kişi benim ardıma düşecek olursa, bu kişinin kendisi önemli görmemesini, günlük sorumluluklarını üstlenmesini ve beni takip etmesini isteyin. Her kim kendi yaşamını bencil bir biçimde kurtaracak olursa, onu yitirecektir; ancak, her kim yaşamını benim ve müjde için yitirecek olursa onu kurtaracaktır. Bir kişi tüm dünyayı kazanıp da kendi öz ruhunu yitirirse o ne elde eder ki? Bir kişi ebedi yaşam için neyi vermez ki? Bu günahkâr ve ikiyüzlü olan nesil içinde benden ve sözlerimden utanmayın, tıpkı benim tüm göksel birliklerin mevcudiyeti içinde Babamın önünde ihtişam içinde görüneceğim zaman sizlerin kabul etmekten utanmayacağım gibi. Yine de, şimdi benim önümde olan sizlerin çoğu, Tanrı’nın bu krallığı tüm gücü ile gelene kadar ölümü tatmayacaktır.”
158:7.6 (1760.3) Ve, İsa böylece, eğer kendisini takip etmek istiyorlarsa ilerlemek zorunda bulundukları acı ve çatışmalı yolu on ikiliye açık bir biçimde ifade etmişti. Kendileri için onurlu makamlara sahip olan dünyasal bir krallığı hayal etmede kararlı bu Celile balıkçıları için bu sözler ne de büyük bir şaşkınlık kaynağıydı! Ancak, onların sadık kalpleri, bu cesur çekimle harekete geçmişti; ve, onların bir tanesi bile İsa’yı yalnız bırakma arzusu duymamıştı. İsa bu çatışmaya onları yalnız başına göndermiyordu; o, onların başında gidiyordu. O yalnızca, kendilerinin cesur bir biçimde takip etmelerini istemişti.
158:7.7 (1760.4) Yavaşça on ikili, İsa’nın kendilerine ölümü olasılığına dair bir şeyler söylemekte olduğu düşüncesini kavramaktaydı. Onlar belirsiz de olsa, kendisinin ölümü hakkında söylemiş olduğu şeyleri kavrayabilmişlerdi; ancak, ölümden dirilmeye dair ifadesi akıllarında herhangi bir anlama gelmede tamamiyle başarısız olmuştu. Günler ilerledikçe Petrus, Yakub ve Yahya, güzelleşme dağındaki deneyimlerini hatırlayan bir biçimde, bu hususların bazıları hakkında daha bütüncül bir anlayışa varmışlardı.
158:7.8 (1760.5) On ikilinin Üstünleri ile olan tüm ilişkileminde yalnızca bir kaç defa onlar, bu seferde Petrus’a ve onların geri kalan tümüne yönetilmiş olan, parlayan gözleri ve uyarının bu hızlı ifadelerini duymuşlardı. Öncesinde İsa her zaman, onların insani kusurlarına karşı sabır göstermişti; ancak, özünde, yeryüzü sürecinin geri kalan kısmı ile ilgili Babasının iradesini yerine getirme amacında olan büyük plan karşısında tehdit oluşturan bir tehlikeyle karşılaştığında böyle olamamıştı. Havariler kelimenin tam anlamıyla tutulmuşlardı onların ne yapacaklarını bilmez hale düşüp, büyük korku duymuşlardı. Kederlerini ifade edecek kelimeleri bulamamışlardı. Yavaşça onlar, Üstün’ün dayanmak zorunda olduğu şeyin, ve bu deneyimlerden kendilerinin geçmek zorunda oluşunun farkına varmışlardı ancak, onlar, İsa’nın daha sonraki günlerinde kendisini bekleyen trajedinin öncül ipucularını görene kadar bu yaklaşmakta olan olayların gerçekliğini fark edememişlerdi.
158:7.9 (1761.1) Sessizlik içerisinde İsa ve on ikili, Kapernaum yolundan giderek, Magadan Parkı’ndaki kamplarına başladılar. Ve, öğleden sonrası sona erirken, her ne kadar İsa ile konuşmamış olsalar da, kendileri aralarında fazlasıyla konuşmuşlardı bu süreçte yalnızca Andreas Üstün ile konuşmuştu.
158:8.1 (1761.2) Kapernaum’a alacakaranlıkta giren bir biçimde, onlar arka yollardan akşam yemekleri için doğrudan Şimon Petrus’un evine gitmişlerdi. Davud Zübeyde onları gölün karşısında ağırlamak için hazırlık yapmışsa da, onlar Şimon’un evinde kalmışlardı ve, İsa, Petrus’a ve diğer havarilere bakışlarını dikerek, şunu sormuştu: “Bu öğleden sonrası beraberce yürürken, kendi aranızda bu kadar içten bir biçimde neden konuştunuz?” Havariler, birçokları gelen krallık içinde hangi makamlara sahip olacakları hakkında Hermon Dağı’ndaki konuşmalarını sürdürmüş oldukları için sessizliklerini korkmuştu; aralarından kimin en büyük olacağı ve benzerlerini. İsa, o gün düşüncelerinde neyin yer ettiğini bilen bir biçimde, Petrus’un küçüklerinden bir tanesine işaret edip, çocuğu aralarında oturmuş halde, şunu söylemişti: “Gerçekten de, gerçekten de sizlere söylüyorum ki, sizler yollarınızdan sapıp daha çok bu çocuk gibi olmazsanız, cennetin krallığında çok az ilerleyiş göstereceksiniz. Her kim kendisini alçak görür ve bu küçük gibi olursa, aynı kişi cennetin krallığında en büyük haline gelecektir. Ve, her kim bu türden bir küçüğü karşılarsa, beni karşılar. Ve, beni karşılayanlar aynı zamanda O’nun beni göndermiş oluşunu karşılarlar. Eğer sizler krallık içinde en başta gelenlerden olmak istiyorsanız, bu iyi gerçeklikleri beden içindeki kardeşlerinize hizmet etmeyi amaçlayın. Ancak, her kim bu küçüklerden bir tanesinin sendelemesine neden olursa, başına bir değirmen taşı geçirilmek ve denize atılmak daha iyi olacak bir şeydir. Eğer ellerinizle yapmış olduğunuz şeyler, veya gözlerinizle görmüş olduğunuz şeyler krallığın ilerleyişine karşı geliyorsa, bu sevilen putları feda edin; zira, bu putlara bağlı kalıp, kendinizi krallık dışına atılmış bulmaktansa, yaşamın birçok sevilen şeyini arkada bırakıp krallığa girmek daha iyidir. Ancak, her şeyden önemlisi, bu küçüklerden bir tanesini hor görmemeye dikkat edin; zira, onların melekleri her zaman, cennetin sayısız üyesinin yüzünü görmektedir.”
158:8.2 (1761.3) İsa konuşmasını bitirdiğinde, tekneye girip, Mecdel’e açılmışlardı.
Urantia’nın Kitabı
159. Makale
159:0.1 (1762.1) İSA ve on ikili Mecdel Parkı’na vardıklarında, kadın birliklerini de içine alan, neredeyse yüz öğreti-yayıcı ve takipçiden meydana gelmiş bir topluluğum kendilerini bekler halde bulmuş olup, doğrudan bir biçimde, Dekapolis’in şehirlerine olan öğretim ve duyuru turnesine başlamışlardı.
159:0.2 (1762.2) Ağustos’un 18’i, bu Perşembe sabahı, Üstün takipçilerini bir araya toplayıp, havarilerden her birinin on iki öğreti-yayıcısından bir tanesi ile birliktelik oluşturmasını, ve onlar ile Dekapolis’in şehir ve kasabalarında çalışmak için on iki topluluk halinde ilerlemelerini istemişti. O, kadın birliği ve takipçilerin diğerlerinin kendisiyle beraber kalmasını emretmişti. İsa, gidenlere Eylül’ün 16’sı Cuma’dan daha geç Magadan’a geri dönmemelerini salık veren bir biçimde, bu turne için dört haftalık bir zaman zarfı belirlemişti. O, bu zaman zarfında kendilerini sık sık ziyaret etme sözünde bulunmuştu. Bu ay sürecinde bu on iki topluluk; Gerasa, Gamala, Hippos, Zafon, Gadara, Abila, Edreyi, Philadelphia, Heşbon, Diyum, Scythopolis ve birçok diğer şehirde çalışmıştı. Bu turne boyunca iyileşmenin herhangi bir mucizesi veya olağandışı herhangi bir olay gerçekleşmemişti.
159:1.1 (1762.3) Hippos’daki bir akşam, bir takipçinin sorusuna cevap olarak, İsa bağışlama üzerine ders vermişti. Üstün şunu söylemişti:
159:1.2 (1762.4) “Eğer iyi kalpli biri bir yüz koyuna sahip olsa ve onlardan bir tanesi kaçmış bulunsa, bu kişi hemen doksan dokuzu bırakıp, yanlış tarafa gitmiş olanı bulmak için yola düşmez mi? Ve, eğer o iyi bir çobansa, bulana kadar kayıp koyunu aramaktan vazgeçmeyecek midir? Ve, bunun sonrasında, çoban kayıp koyununu bulduğunda, onu omzuna atıp, evin neşeli bir biçimde yolunu tutar halde, arkadaşlarına ve komşularına ‘Benimle bir neşelenin, zira kayıp olan koyunumu buldum’ der. Ben size duyuruyorum ki, cennette, hiçbir pişmanlığa ihtiyaç duymayan doksan dokuz doğru kişiden kıyasla pişman olan bir günahkârdan daha çok sevinç duyulmaktadır. Böyle bile olsa, bu küçüklerden bir tanesinin, bırakınız yok olması, doğru yoldan ayrılması cennet içindeki Babamın iradesi değildir. Sizlerin dini içinde Tanrı pişmanlık içindeki günahkârları kabul edebilir; krallığın müjdesi içinde Baba, daha pişmanlığı ciddi bir biçimde düşünmelerinden önce bile onları bulmaya çıkmaktadır.
159:1.3 (1762.5) “Cennet içindeki Baba çocuklarını derinden sevmektedir; ve, bu nedenle, sizler birbirlerinizi derinden sevmeyi öğrenmelisiniz; cennet içindeki Baba sizleri günahlarınız için bağışlamaktadır; bu nedenle, sizler birlerinizi bağışlamayı öğrenmelisiniz. Eğer kardeşiniz size karşı bir günah işlemişse, kendisine gidin, dikkatlice ve sabırla ona hatasına gösterin. Ve, bunların tümü yalnızca siz ve o arasında gerçekleştirin. Eğer o sizi dinleyecek olursa, o zaman kardeşinizi kazanmışsınızdır. Ancak, eğer kardeşiniz sizleri duymayacak olursa, yolundaki hatasında ısrar edecek olursa, ifadenizi onaylayacak ve sizlere kusur etmiş kardeşinize adil bir biçimde ve merhamet içinde davrandığınız gerçeğini doğrulayacak iki veya hatta üç şahide sahip olabilmeniz için bir veya iki ortak arkadaşınızı yanınıza alır halde, kendisine tekrar uğrayın. Bu aşamada eğer o sizlerin kardeşlerinizi duymayı reddediyorsa, tüm hikâyeyi cemiyetinize söyleyebilirsiniz; ve, bunun sonrasında, eğer o kardeşliği duymayı reddediyorsa, bırakınız kardeşlik hangi adımı atmanın bilgece olduğunu düşünüyorsa onu yapsın; bırakınız bu türden güvenilmez bir üye krallıktan reddedilmiş biri haline gelsin. Her ne kadar sizler akranlarınızın ruhlarına dair yargıda bulunurmuş gibi yapamaz, günahları affedemez veya başka şekillerde cennetsel üyelerin yüksek denetimcilerine ait olan ayrıcalıkları onlardan almaya cüret bile edemezken, bir yandan da sizlere, yeryüzü üzerindeki krallık içinde zamansal düzeni idare etme gerekliliği verilmiştir. Her ne kadar sizler ebedi yaşam ile ilgili kutsal kanunlara müdahale edemezken, yeryüzü üzerinde zamansal refah ile ilgili olan davranış hususlarını belirlemek zorundasınız. Ve, böylece, kardeşliğin disiplini ile ilgili olan tüm bu hususlarda yeryüzü üzerinde neye karar verirseniz, cennet içinde onlar tanınacaktır. Her ne kadar sizler bireysel olanın ebedi kaderini belirleyemezken, topluluğun davranışı ile ilgili yasada bulunabilirsiniz; zira, aranızdan iki veya üç kişi bu gibi şeylerin herhangi bir hakkında anlaşmaya vardığında, talebiniz cennet içindeki Babamın iradesi ile tezatlık oluşturmuyorsa, onlar sizin için gerçekleştirilecektir. Ve, tüm bunların hepsi sonsuza kadar doğrudur; zira, iki veya üç inanan bir araya geldiğinde, ben onların arasında bulunmaktayım.”
159:1.4 (1763.1) Şimon Petrus, Hippos’daki çalışanlardan sorumlu olan havariydi; ve, o İsa’nın böyle konuştuğunu duyduğunda, şu soruyu yöneltti: “Koruyucu, kardeşim bana karşı ne kadar sıklıkla günah işleyip ben onu affedeceğim? Yedi sefere kadar mı?” Ve, İsa Petrus’un sorusunu şöyle cevapladı: “Yalnızca yedi sefer değil, yetmiş yedi sefere bile kadar. Bu nedenle, cennetin krallığı, kendi görevlilerine bir hesap denetimi emri vermiş olan bir krala benzetilebilir. Ve, bu görevliler hesapların bu irdeleyişini başlattıkları zaman, başlıca çalışanlardan bir tanesini kralına on bin talent borcu olduğunu itiraf eden bir biçimde onun önüne getirilir. Bu aşamada, kralın sarayına ait bu görevli zor zamanlarda bulunduğunu, bu miktarı ödeyecek parası olmadığını söyler. Ve, böylece kral onun malvarlığının kendisine aktarılmasını, çocuklarının babalarının borcunun ödemesi için satılmasını emreder. Bu baş görevli bu katı emri duyduğunda, krallığın önünde yüzükoyun kapaklanır ve, şunu söyleyen bir biçimde, bağışlama göstermesi ve daha fazla zaman vermesi için ona yalvarır, ‘Kralımız, bana biraz daha sabret, ben hepsini ödeyeceğim.’ Ve, kral, bu umursamazlıkta bulunmuş görevliye ve onun ailesine baktığında, içi merhametle dolar. O bu kişinin serbest bırakılmasını ve borcun tamamiyle bağışlanmasını emreder.
159:1.5 (1763.2) “Ve, bu baş görevli, kralın ellerinden bu şekilde merhamet ve bağışlamayı almış olarak, hayatına devam eder; ve, onun altında çalışan görevlilerden bir tanesinin kendisine yalnızca yüz dinar borcu olduğunu fark eder halde, bu kişiyi yakalar ve, boğazına yapışan bir biçimde, şunu söyler: ‘Tüm borcunu öde.’ Ve, bunun sonrasında, bu akran görevli baş görevlinin önünde eğilir ve, kendisinden yalvaran bir biçimde, şunu söyler: ‘Bana biraz sabret, yakın bir zaman içinde sana borucumu ödeyecek hale geleceğim.’ Ancak, baş görevli akran görevlisine bağışlama göstermez, bunun yerine onu borcunu ödeyene kadar hapse attırır. Onun akran görevlileri neyin yaşanmış olduğunu gördüklerinde, durumdan o kadar rahatsız olurlar ki, olanları, kralları olan, koruyucularına ve üstünlerine anlatılar. Kral bu baş görevlinin yaptıklarını duyduğunda, bu minnettar olamayan ve bağışlamaz adamı karşısına çağırır ve şunu söyler: ‘Sen ahlaksız ve değersiz bir görevlisin. Sen bağışlama aradığında, ben seni sınırsız bir biçimde tüm borcunu affettim. Neden sen de akran görevline bağışlama göstermedin, tıpkı benim sana gösterdiğim gibi?’ Ve, kral o kadar sinirlenmiştir ki, tüm borcunu ödeyene kadar tutmaları için hapishanecilerine bu minnettar olamayan boş görevlisini teslim eder. Ve, bundan daha da fazla bir biçimde, benim cennetsel Babam, akranlarına sınırsız bir biçimde merhamet göstermiş olanlara daha da bol merhamet gösterecektir. Sizler nasıl olur da, bu aynı insan zafiyetlerinden suçlu olan kardeşlerinizi cezalandırma alışkanlığına sahip olduğunuzda, kendi kusurlarınız için Tanrı’ya gelip de özürlerinizin kabul edilmesini istersiniz? Hepinize söylüyorum: Sizler krallığın iyi şeylerini sınırsız bir biçimde almış bulunmaktasınız; bu nedenle, yeryüzü üzerindeki akranlarınıza onları sınırsız bir biçimde verin.”
159:1.6 (1764.1) Böylece, İsa, kişinin kendi akranları üzerine kişisel yargıda bulunmasının tehlikelerini öğretmiş ve bunun adaletsizliğini örneklendirmişti. Adalet yerine getirilme zorunluluğu olarak, Disiplin sağlanmalıdır, ancak tüm bu hususlarda kardeşliğin bilgeliği egemen olmalıdır. İsa, topluluğa yasama ve yargı yetkisini vermişti, bireye değil. Topluluğa bu yetkinin verilişi bile bireysel yetki olarak uygulanmamalıdır. Orada her zaman, bir bireyin yargısının önyargıyla sapma veya tutku ile bozulma tehlikesi bulunmaktadır. Topluluk yargısının kişisel eğilimlerin taşımakta olduğu tehlikeleri ortadan kaldırması ve haksızlığı gidermesi daha çok muhtemeldir. İsa her zaman, haksızlığın, intikamın ve öç almanın temelinde yatan etkenleri olabilecek en küçük hale getirmeyi amaçlamıştı.
159:1.7 (1764.2) [Merhametin ve hoşgörünün bir örneklendirilişi olarak yetmiş-yedi kavramının kullanışı, Lemek’in neşesine atıfta bulunman Yazıtlar’dan alınmıştı düşmanlarınınkiler ile oğlu Tubal-Habil’in daha üstün silahlarını karşılaştırması sonucunda şöyle haykırmıştı: “Eğer Habil, elinde hiçbir silah yokken, yedi kez hançerlenecekse, ben şimdi yetmiş yedi kere hançerlenmeliyim.”]
159:2.1 (1764.3) İsa Gamala’ya, Yahya’yı ve burada kendisi ile birlikte çalışanları ziyaret etmek için uğramıştı. O akşam, soru ve cevap oturumundan sonra, Yahya İsa’ya: “Üstün, dün, senin adına öğretide bulunan hatta ecinnileri çıkarmaya yetkin olduğunu bile söyleyen bir adamı görmek için Astarot’a uğradım. Bu kişi hiçbir zaman bizimle olmadı ne de o bizleri takip etti; bu nedenle, bu tür şeyleri yapmaması için onu uyardım.” Bunun sonrasında İsa: “Onu uyarma. Krallığın bu müjdesinin yakın bir süre içinde tüm dünyada duyurulacak olacağını görmüyor musun? Müjdeye inanan herkesin senin emrine tabi olmasını nasıl bekleyebilirsin? Öğretimizin hâlihazırda, bizlerin kişisel etkisinin sınırlarının ötesinde kendisini dışa vurmaya başlamış olduğundan sevin. Benim adıma büyük şeyler yaptıklarını söyleyenlerin nihai olarak bizlerin amacını desteklemek zorunda olduğunu görmüyor musun, Yahya? Onlar kesinlikle, benim hakkımda birden kötü konuşmayacaklardır. Benim oğlum, bu türden hususlarda senin, bize karşı olmayanların bizim yanımızda olduğunu hesap etmen daha doğru olacaktır. Gelecek nesiller içinde bizlere tamamiyle layık olmayan kişiler benim adıma birçok tuhaf şey yapacaktır; ancak, ben onları bunu yapmaya yasaklamayacağım. Sana söylüyorum, susuzluk içindeki bir ruha bir bardak soğuk su bile verilse, Baba’nın ileticileri sonsuza kadar bu türden bir derin sevgi hizmetinin kaydında bulunacaktır.”
159:2.2 (1764.4) Bu emir Yahya’yı fazlasıyla şaşkına çevirmişti. Öncesinde o Üstün’ün, “Benimle bir olmayan bana karşıdır” dediğini duymamış mıydı? Ve, Yahya o seferde İsa’nın, insanın krallığın ruhsal öğretileri ile olan kişisel ilişkisine atıfta bulunduğunu görmemişti; bu yeni yaşanmışlıkta ise, inananlardan meydana gelen bir topluluğun diğer toplulukların emekleri üzerindeki idari denetimine ve karar yetkisine dair sorularla ilgili inananların dışsal ve ucu bucağı olmayan toplumsal ilişkilerine atıfta bulunmuştu; bu ilişkiler ağın tümü nihai bir biçimde yaklaşmakta olan dünya çapındaki kardeşliği oluşturacaktır.
159:2.3 (1765.1) Ancak, Yahya sıklıkla bu deneyimden, krallık adına olan kendisinin daha sonraki çabalarıyla ilişkili olarak bahsetmişti. Yine de, havariler birçok kez, Üstün’ün adına öğretme cesareti gösterenler karşısında rahatsızlık duymuşlardı. Onlar için, İsa’nın ayağının dibinde bir kez bile oturmamış birinin onun adına öğretide bulunmaya cüret etmesi her zaman uygunsuz nitelikte görülmüştü.
159:2.4 (1765.2) Yahya’nın, İsa’nın adına öğretide bulunmayı ve emek vermeyi yasaklamış olduğu kişi havarinin uyarısını dinlememişti. O çabalarını olduğu gibi sürdürmüş olup, Mezopotamya’ya devam etmeden önce Kanata’da inananlardan meydana gelen ciddi düzeydeki bir birlikteliği kazandı. Aden ismindeki bu kişi; Keresa’nın yakınında İsa’nın iyileştirmiş olduğu ve Üstün’ün kendisinden çıkarmış olduğu varsayılan kötü ruhaniyetlerin domuz sürüsüne girip onları doğrudan yamaçtan aşağı yok oluşlarına sürüklemiş olduğuna oldukça kendinden emin biçimde inanmış akıl sağlığı bozuk kişinin şahitliğinde İsa’ya inanır hale gelmişti.
159:3.1 (1765.3) Tomas ve onun birlikteliklerinin çalıştığı yer olan Edrei’de, İsa bir gün ve bir gece harcamıştı akşam söyleşisi süresi içinde, o, gerçekliği duyuranlara yol gösterecek ve krallığın müjdesini öğretecek olanların tümünü harekete geçirecek olan prensiplere değinmişti. Çağdaş kavramsallaşmalar içinde özetlenmiş ve yeniden ifade edilmiş olarak, İsa şunların öğretiminde bulunmuştu:
159:3.2 (1765.4) Her zaman insanın kişiliğine saygı duyun. Bir doğru amaç hiçbir zaman cebir ile duyurulmaya ihtiyaç duymaz; ruhsal zaferler yalnızca ruhsal güç ile kazanılabilir. Maddi etkilerin kullanımına karşı olan bu emir, fiziksel kuvvete ek olarak zihinsel kuvveti de içine almaktadır. Bozguna uğratıcı tartışmalar ve zihinsel üstünlük, erkek ve kadınları krallığa zorlamak için kullanılmayacaktır. İnsan aklı, ussun salt ağırlığıyla alt edilmeyecek, kurnaz söz sanatıyla hayretler içinde bırakılmayacaktır. Her ne kadar duygular insan kararlarında tümüyle saf dışı bırakılmayacak bir etken olsa da, onlar, krallığın amacında ilerleyecek olan kişilerin öğretilerine doğrudan bir biçimde uygulanmamalıdır. Etkilerinizi doğrudan bir biçimde insanların akıllarında ikamet etmekte olan kutsal ruhaniyete yapın. Korkuya, acımaya veya salt hislere başvurmayın. İnsanların ilgisini çekerken, adil olun; kendinizi denetleyin ve yerinde sınırlandırılışı gösterin; öğrencilerinizin kişilikleri için gerekli saygıyı gösterin. Şunu söylemiş olduğumu hatırlayın: “Bakın, kapı önünde duruyorum ve onu çalıyorum, eğer herhangi biri onu açacak olursa içeri gireceğim.”
159:3.3 (1765.5) İnsanları krallığa getirişte, onların kendilerine olan benlik sayısını azaltmayın veya yok etmeyin. Haddinden fazla olan benlik saygısı yerinde alçakgönüllülüğü yok edebilir ve gurur, kendini beğenme ve kibir ile sonuçlanabilirse de, benlik saygısının yok oluşu sıklıkla iradenin felciyle sonlanır. Bu müjdenin amacı, yitirmiş olanlara benlik saygısını yeniden kazandırmak ve ona sahip olanlarda sınırlandırmaya gitmektir. Öğrencilerinizin yaşamlarında sadece yanlış olanları kınama hatasına düşmeyin; aynı zamanda, onların yaşamlarında en övgüye layık olan şeyleri cömertçe tanımayı gerçekleştirmeyi hatırlayın. Benim, kaybetmişlere, ve onu gerçekten yeniden kazanmayı arzu edenlere benlik saygısını yeniden kazandırmada bir an bile olsun durmayacağımı unutmayın.
159:3.4 (1765.6) Ürkek ve korku duyan ruhların benlik saygısını zedelememeye dikkat edin. Kendinizi, benim basit akıldaki kardeşlerimin zararına olacak bir biçimde iğnelemenin cazibesine kaptırmayın. Benim korkunun egemenliğinde hareket eden çocuklarımın zayıflıklarını kullanmayın. Tembellik, benlik saygısına zarar vericidir; bu nedenle, kardeşlerinizden seçmiş oldukları görevlerde her zaman meşgul olmalarını isteyin, ve, kendilerini işsiz halde bulmuşlara iş vermek için her çabayı sarf edin.
159:3.5 (1766.1) Krallığa doğru erkek ve kadınları korkutarak sokmaya çalışma gibi değersiz taktikleri uygulamaktan suçlu konuma düşmeyin. Sevgi dolu bir baba, çocuklarını korkutarak adil kurallarına olan itaatkâr bağlılığa yöneltmemektedir.
159:3.6 (1766.2) Bazı zamanlarda krallığın çocukları, duyguya ait güçlü hislerin kutsal ruhaniyetin yönlendirmelerine denk düşmediğinin farkına varacak. Bir şeyi yapmak veya bir yere gitmek için güçlü ve tuhaf bir biçimde etkilenmiş olmanız, doğrudan bir şekilde, bu türden uyarımların ikamet eden ruhaniyetin yönlendirmeleri olduğu anlamına gelmez.
159:3.7 (1766.3) İnananların tümünü önceden; benden içinde yaşandığı haliyle yaşamdan ruhaniyet içinde yaşandığı haliyle daha yüksek olan yaşama ilerlerken herkes tarafından kat edilmesi gereken çatışmayla dolu yollar hakkında uyarın. Bu dünyaların herhangi biri içinde diğeri ile ilişkide bulunmadan tamamiyle bütüncül halde yaşamakta olanlar için çok az çatışma veya kafa karışıklığı bulunmaktadır; ancak, bizlerin tümü, yaşamın bu iki aşaması arasındaki geçişin zamanları boyunca az veya çok belirsizliği deneyimlemenin olumsuz görünen nihai sonuna sahibiz. Krallığa girerken sizler, onun sorumluluklarından kaçamaz veya onun gerekliliklerinden uzak duramazsınız; ancak, şunu hatırlayın: Müjdenin boyunduruğunun geçirmesi kolaydır, ve gerçekliğin yükü hafiftir.
159:3.8 (1766.4) Dünya, yaşam ekmeğinin tam da mevcudiyeti içinde yiyecek arayan aç ruhlar ile doludur; insanlar, tam da kendileri içinde yaşamakta olan Tanrı’yı arayarak hayatlarını yitirmektedir. İnsanlar, hepsi yaşayan inancın tam da yanında başında dururken, arzulayan kalpler ve yorgun ayaklar ile krallığın hazinelerini aramaktadır. Yelkenler bir tekne için ne ise, inanç din için o anlama gelmektedir. Krallığa girenler için yalnızca tek bir mücadele bulunmaktadır; ve, bu, inancın iyi mücadelesini vermektir. İnananın yalnızca tek bir savaşı bulunmaktadır; ve, bu, inanmamak olarak — kuşkuya karşıdır.
159:3.9 (1766.5) Krallığın müjdesinin duyuruşunda bulunurken sizler, yalın bir ifade ile, Tanrı ile olan öğretimsel arkadaşlık içindesinizdir. Ve, bu birliktelik, kendilerinin kişisel arzularını ve ideallerini olası en gerçek anlamıyla tatmin eden şeyi bulan bir biçimde, erkek ve kadınları eşit düzeyde etkileyecektir. Çocuklarıma, benim yalnızca onların hislerine özen ve zayıflıklarına sabır gösterdiğimi söylemeyin; aynı zamanda, günaha aman vermez ve adaletsizliğe hoşgörüsüz olduğumu söyleyin. Ben gerçekten de, Babamın mevcudiyetinde ağırbaşlı ve alçakgönüllüyüm; ancak, ben, bilinçli kötü niyetli eylem ve cennet içindeki Babamın iradesine karşı günahkâr isyan karşısında eşit düzeyde ve durdurulamaz bir utkunum.
159:3.10 (1766.6) Sizler öğretmeninizi kederlerin bir insanı olarak tasvir etmeyeceksiniz. Gelecek nesiller aynı zamanda; bizlerin sahip olduğu neşenin parıltısını, iyi niyetimizin mutluluğunu ve iyi mizah anlayışımızın ilhamını bilecek. Bizler, dönüştürücü gücü içinde salgın nitelikte olan iyi haberlerin bir iletisini duyurmaktayız. Bizlerin dini, yeni yaşam ve yeni anlamlarla çarpmaktadır. Bu öğretiyi kabul edenler neşeyle dolmakta olup, kalplerinde ondan daha çok mutluluk duymanın gereksinimi hissederler. Artan mutluluk, her zaman, Tanrı’ya dair kesin düşüncelere sahip olan herkesin deneyimidir.
159:3.11 (1766.7) İnananların tümüne, sahte duygudaşlığın güvenilmez dayanaklarına yaslanmadan kaçınmalarını öğret. Sizler, kendinize acımanın cazibesine düşerek güçlü karakterler geliştiremezsiniz; dürüst bir biçimde, acıda bir araya gelen salt birlikteliğin aldatıcı etkisinden kaçınmaya çabalayın. Yaşamın sınavlarına yalnızca yarı-gönüllü olarak göğüs geren korkak ruhların beslemiş olduğu haddinden fazla acımaya karşı gelirken, cesur ve mert olanlara beslediğiniz duygudaşlığı genişletin. Sorunları karşısında bir mücadele bulunmadan uzananlara karşı teselli sunmayın. Yalnızca karşılığında sizler ile duygudaşlık kurabilmesi için akranlarınızla duygudaşlık kurmayın.
159:3.12 (1766.8) Benim çocuklarım, kutsal mevcudiyetin vermiş olduğu güvencinin benliklerinde bilincine bir kez sahip hale geldiklerinde, bu türden bir inanış akılın ötesine geçerek genişleyecek, ruhu soylulaştıracak, kişiliği güçlendirecek, mutluluğu çoğaltacak, ruhaniyet algısını derinleştirecek ve derinden sevmenin ve sevilmenin gücünü arttıracaktır.
159:3.13 (1767.1) Krallığa girecek olan inananların tümüne, bu girişleri aracılığıyla kendilerinin zamanın kazalarından ve doğanın olağan felaketlerinden muaf hale gelmediklerini öğretin. Müjdenin sorunlara sahip olmayı engellemediğine inanmalı, ancak, sorunlar başınıza geldiği zaman korkusuz hale gelmenizi teminat altına alacağına. Eğer bana inanma cesareti gösterirseniz ve tüm kalbinizle benim arkamdan gelmeye karar verirseniz, sizler oldukça kesin bir şekilde böylelikle, sorunların şaşmaz yoluna gireceksiniz. Ben sizlere, tarafınıza duyulacak olan karşıtlığın sularından sizleri kurtarmanın sözünü vermiyorum; ancak, ben sizlere, onların tümüne sizinle beraber gitmenin sözünü veriyorum.
159:3.14 (1767.2) Ve, İsa, gece uykusu için hazırlanmalarından önce inananlardan meydana gelen bu topluluğa ilave birçok şey daha öğretmişti. Ve, bu sözleri duymuş olanlar, kalplerinde onları kıymetli yerlere koymuş olup, ifade edildiği zaman orada mevcut bulunmayan havarilerin ve takipçilerin eğitimi için sıklıkla tekrarlamışlardı.
159:4.1 (1767.3) Ve, daha sonrasında İsa, Nathanyel ve onun birlikteliklerinin emek verdikleri yer olan Abila’ya uğramıştı. Nathanyel, üstünlüğü tanınmış haldeki İbrani yazıtlarının otoritesinden ayrılma görünümü veren İsa’nın bazı duyularından fazlasıyla rahatsız olmuştu. Bunun uyarınca, bu gece, soru ve cevapların olağan sürecinden sonra, Nathanyel İsa’yı diğerlerinden ayırıp, şu soruyu sormuştu: “Üstün, Yazıtların gerçekliğini bildiğim hakkında bana güveniyor musun? Ben senin bizlere, gördüğüm kadarıyla yalnızca en iyileri halinde — kutsal metinlerin yalnızca bir kısmını öğretmiş olduğunu gözlemliyorum; ve, ben, İbrahim ve Musa’nın zamanlarından daha bile önce cennet içindeki Tanrı ile olmuş olarak, kanuna ait sözlerin Tanrı’nın bizzat ifade etmiş sözleri oluşuna dair hahamların öğretisini reddetmekte olduğunun sonucunu çıkarıyorum. Yazıtlar ile ilgili gerçeklik nedir?” İsa bu şaşkınlık içerisindeki havarinin sorusunu duyduğunda, şu cevabı vermişti:
159:4.2 (1767.4) “Nathanyel, senin yargın doğrudur; ben Yazıtları hahamlar gibi görmüyorum. Ben, bu şeyleri kardeşlerine anlatmaman şartıyla bu husus hakkında seninle konuşacağım; kardeşlerin, bu öğretiyi almak için tamamiyle hazır halde bulunmamaktadırlar. Musa’nın yasasına ait sözler ve Yazıtların öğretileri, İbrahim’den önce mevcut halde değildi. Yalnızca yakın bir süre içinde Yazıtlar, şimdi bizlerin sahip olduğu halde bir araya toplanmıştı. Onlar Musevi insanlarının daha yüksek düşüncelerinin ve arzularının en iyisini taşımakta olsa da, onlar aynı zamanda fazlaca, cennet içindeki Baba’nın karakterinin ve öğretilerinin aslı karşısında kıyas dahi edilemeyecek bir temsili içermektedir; bu nedenle, ben, krallığın müjdesi için yararlanılamayacak olan gerçeklikleri ayıklayarak daha iyi olan öğretileri seçmekteyim.
159:4.3 (1767.5) “Bu yazıtlar; bazıları inançlı, bazıları ise o kadar inançlı bulunmayan insanlar olarak, insan ürünüdür. Bu kitapların öğretileri, kökenlerine sahip oldukları dönemlerdeki aydınlanmanın görüşlerini ve onun kapsamını temsil etmektedir. Gerçeğin bir açığa çıkarılışı olarak, yeni olanlar öncekilerden daha güvenilir niteliktedir. Yazıtlar kusurlu olup, kökeni bakımından bütünüyle insanidir; ancak, yanlış anlama, Yazıtlar, içindeki bulunduğumuz zaman içerisinde dünyanın tümü içinde bulunabilecek dini bilgeliğin ve ruhsal gerçekliğin en iyi derlemesini oluşturmaktadır.
159:4.4 (1767.6) “Bu kitapların çoğu, isimlerini taşımakta olan kişiler tarafından yazılmamışlardı ancak, bu hiçbir biçimde, taşımış oldukları gerçekliklerin değerinden bir şey götürmemektedir. Eğer Yonah’ın hikâyesi bir gerçek değilse, Yonah hiç yaşamamış olsa bile, bu anlatının sahip olduğu derin gerçeklik, Tanrı’nın Nineveh ve sözde dinsizler için derin sevgisi, akran insanlarını derinden sevenlerin gözlerinde hala ve yine de kıymetli olmaya devam edecektir. Yazıtlar, Tanrı’yı aramış ve bu yazıtlar içinde doğruluğa, gerçekliğe ve kutsallığa dair en yüksek kavramsallaşmalarını bırakmış olan insanların düşüncelerini ve eylemlerini sunduğu için kutsaldır. Yazıtlar gerçek olan birçok şeye, oldukça fazla şeye sahiptir; ancak, mevcut öğretinizin ışığı altında, sizler bu metinlerin aynı zamanda, dünyaların tümü için açığa çıkarmak amacıyla gelmiş olduğun sevgi dolu Tanrı olarak, cennet içindeki Baba’yı yanlış temsil etmekte olan birçok şeye de sahip olduğunu bilmektesiniz.
159:4.5 (1768.1) “Nathanyel; Tanrı’nın derin sevgisinin atalarını — erkekler, kadınlar ve çocuklar olarak — sahip oldukları düşmanların tümünü öldüren bir biçimde savaşa göndermiş olduğunu söyleyen Yazıtlardaki kayıtlara bir an olsun inanmana izin verme. Bu türden kayıtlar insanların sözleridir, çok da inançlı olmayanların; ve, onlar, Tanrı’nın sözü değildir. Yazıtlar her zaman, onları yaratmış olanların ussal, ahlaki ve ruhsal düzeyini yaratmaktadır, ve bu her zaman böyle olacaktır. Tanrı-elçileri Şamuel’den İlyas’a kadar kayıtlarında bulunurken, Yahveh’e dair kavramsallaşmaların güzellik ve ihtişam içinde büyümekte olduğunu fark etmedin mi? Ve, sizler, Yazıtların dini eğitim ve ruhsal rehberlik için amaçlanmış olduğunu hatırlamalısınız. Onlar, ne tarihçilerin ne de filozofların emekleridir.
159:4.6 (1768.2) “En büyük üzüntü duyulması gereken şey, yalnızca, Yazıtların mutlak kusursuzluğuna ve onun öğretilerinin hatasız niteliğine dair yanlış düşünce değildir; Kudüs’de bulunan geleneğin köleleştirilmiş olduğu kâtipler ve Ferisiler tarafından bu kıymetli metinlerin kafa karıştırıcı nitelikte olan yanlış yorumlanışıdır. Ve, bu aşamada onlar, krallığın müjdesinin içerdiği bu yeni öğretilere karşı gelmedeki kararlı çabalarında hem Yazıtların vahiyle gelişine dair inanç-savlarını hem de bu metinlerin yanlış yorumlanışlarını kullanacaklardır. Nathanyel şunu hiçbir zaman unutma, Baba gerçekliğin açığa çıkarılışını herhangi bir nesle veya herhangi bir insan topluluğuna özgü bir biçimde kısıtlamamaktadır. Gerçekliğin birçok içten arayıcısı, Yazıtların kusursuzluğuna dair bu inanç-savları tarafından kafa karışıklığı içine düşmüş ve cesaretleri kırılır konuma gelmiştir; ve, bu böyle olmaya devam edecektir.
159:4.7 (1768.3) “Gerçeğin otoritesi, yaşayan dışavurumlarıyla ikamet etmekte olan ruhaniyetin tam da kendisi olup, başka bir neslin sahip olduğu daha az aydınlanmış ve sözde vahiyin kendilerine ulaşmış olduğu kişilerin ölü sözleri değildir. Ve, eskinin bu inançlı kişileri vahiyler almış ve ruhaniyetle dolu yaşamları yaşamış olsalar bile, bu onların sözlerinin benzer bir biçimde ruhsal olarak vahiyle inmiş olduğu anlamını taşımamaktadır. Bugün bizler; ben aranızdan ayrıldığımda öğretilerime dair yorumlarınızdaki çeşitliliğin bir sonucu olarak gerçeklik savunucuların ayrı topluluklarına hızla bölünmeyesiniz diye, krallığın bu müjdesinin sahip olduğu öğretilere dair hiçbir kaydı tutmamaktayız. Bu nesil için en iyisi, kayıtlarda bulunmadan kaçınırken, bizlerin bu gerçeklikleri birebir yaşamasıdır.
159:4.8 (1768.4) “Benim sözlerimi iyi dinle, Nathanyel, insan doğasının dokunmuş olduğu hiçbir şey hatasız olarak görülemez. İnsan aklı vasıtasıyla kutsal gerçeklik gerçekten de parıldayabilir; ancak, bu her zaman görece saflık ve kısmi kutsallık içinde olacaktır. Yaratılmış hatasızlığı derinden arzulayabilir; ancak, yalnızca Yaratanlar ona sahiptir.
159:4.9 (1768.5) “Ancak, Yazıtlara dair öğretinin içerdiği en büyük yanlış, milletin yalnızca bilge akıllarının yorumlamaya cüret edebileceği, gizem ve bilgelik ile mühürlenmiş kitaplar olduğuna dair inanç-savıdır. Kutsal gerçekliğin açığa çıkarımları insansı bilgisizlik, yobazlık ve dar-görüşlü hoşgörüsüzlük dışında başka hiçbir şeyle mühürlenmemiştir. Yazıtların ışığı sadece önyargı ile kısılmış ve hurafe ile karartılmıştır. Kutsallığa dair bir yanlış korku, dinin sağduyu tarafından korunmasını engellemiştir. Geçmişin kutsal metinlerinin taşımış olduğu otoriteye duyulan korku, bugünün dürüst ruhlarını, diğer nesle ait tam da bu Tanrı-bilen insanların oldukça yoğun bir biçimde görmeyi arzulamış oldukları ışık olarak, müjdenin yeni ışığını kabul etmelerini etkin bir biçimde engellemektedir.
159:4.10 (1769.1) “Ancak, tüm bunların içinde en üzüntü verici olan şey, bu gelenekçiliğin kutsallığına ait bazı öğretmenlerin tam da bu gerçekliği bilmiş olmalarının gerçeğidir. Onlar belirli bir düzeyde, Yazıtların bahse konu sınırlılıklarını bütünüyle anlamışlardı ancak, onlar, ussal bakımdan dürüst olmayan niteliğe sahip olarak, ahlaki korkaklardı. Onlar, kutsal yazıtlara dair gerçekliği bilmekteydiler; ancak, bu türden rahatsızlık verici gerçekleri insanlardan saklamayı tercih ettiler. Ve, böylece onlar; günlük yaşamın kölesel detayları için bir rehber ve başka nesillerin Tanrı-bilen insanlarının ahlaki bilgeliğinin, dini ilhamının ve ruhsal öğretisini kaynağı olarak kutsal yazıtlara başvurma yerine ruhsal olmayan şeylerde bir otorite haline getirerek, Yazıtları saptırıp, onların taşımış olduğu anlamı bozdular.”
159:4.11 (1769.2) Nathanyel, Üstün’ün bu duyurusu karşısında, aydınlamıştı, ve büyük şaşkınlığa uğramıştı. O uzunca bir süre boyunca, ruhunun derinlikleri içinde bu konuşma üzerinde düşündü; ancak o, İsa’nın yükselişine kadar bu görüşmeden kimseye bahsetmemişti; ve, ondan sonra bile, Üstün’ün eğitimine dair bütüncül hikâyeyi aktarmaktan korku duymuştu.
159:5.1 (1769.3) Yakub’un çalışmakta olduğu yer olan, Philadelphia’da, Üstün takipçilere, krallığın müjdesinin olumlayıcı doğası hakkında öğretide bulunmuştu. Yorumları süresince o, Yazıtların bazı kısımlarının diğerlerine kıyasla gerçekliği daha fazla taşımış olduğunu dolaylı da olsa ifade ettiğinde, ve dinleyicilerini ruhlarını ruhsal yiyeceğin en iyisi ile beslemekle uyardığında, Yakub, şunu soran bir biçimde, Üstün’ün sözünü kesmişti: “Üstün rica etsek bizlere, kişisel eğitimimiz için Yazıtlardan daha iyi olan metinleri nasıl seçeceğimizin tavsiyesinde bulunabilir misin?” Ve, İsa: “Evet, Yakub, Yazıtları okuduğunda, şunlar gibi, ebedi olarak gerçek ve kutsal olarak güzel öğretileri ara:
159:5.2 (1769.4) “Bende temiz bir kalp yarat, Ey Koruyucu.
159:5.3 (1769.5) “Koruyucu benim çobanımdır; ben onun arzusundan başkasını istemeyeceğim.
159:5.4 (1769.6) “Komşunuzu kendiniz gibi sevmelisiniz.
159:5.5 (1769.7) “Çünkü ben, sizlerin Tanrısı olan Koruyucu, sağ elinizden tutacak, korkmayın diyeceğim; ben sizlere yardım edeceğim.
159:5.6 (1769.8) “Ne de miller artık savaşı öğrensin.”
159:5.7 (1769.9) Ve, bu, İsa’nın gün be gün, takipçilerinin eğitimi ve krallığın yeni müjdesinin öğretilerine eklemlemek için İbrani yazıtlarının en iyi olanlarından faydalanışının örneğidir. Diğer dinler öncesinde, Tanrı’nın insanlara olan yakınlığının düşüncesini öne sürmüşlerdi; ancak, İsa, Tanrı’nın insana verdiği önemi yükümlü olduğu çocuklarının refahı için sevgi dolu bir babanın ilgisi biçiminde yansıtmış olup, bunun sonrasında bu öğretiyi kendi dininin köşetaşı yapmıştı. Ve, böylece, Tanrı’nın babalığına dair inanç-savı, insanlığın kardeşliğinin uygulanışını şart koşmuştu. Tanrı’ya olan ibadet ve insanlara olan hizmet, dinin bütünü ve özü haline gelmişti. İsa İbrani dininin en iyi almış olup, onları, krallığın müjdesinin yeni öğretileri içinde kıymetli unsurlar haline getirmişti.
159:5.8 (1769.10) İsa, olumlayıcı eylemin ruhaniyetini Musevi dininin durağan inanç-savlarının yerine koymuştu. Törensel gerekliliklere olan uyarıcı itaatin yerine, güçlü bir biçimde İsa, kendi yeni dininin onu kabul etmiş olanlardan istemekte olduğu olumlu şeylerin yapımını talep etmişti. İsa’nın dini yalnızca inanmadan değil, aynı zamanda, müjdenin gerekli kılmış olduğu şeyler olarak, mevcut bir biçimde yerine getirmeden meydana gelmişti. İsa, dininin özünün toplumsal hizmetten oluştuğunu öğretmemişti; bunun yerine, toplumsal hizmetin, gerçek dinin ruhaniyetine olan iyiliğin belli başlı sonuçlarından bir tanesi olduğunu öğretmişti.
159:5.9 (1770.1) İsa, küçük bir kısmını reddederken Yazıtlar’ın her bir kısmı içindeki daha büyük bir kısmı kullanmaktan çekinmemişti. “Komşunuzu kendiniz gibi sevin” şeklindeki onun büyük talebi, şunu yazan Yazıtlardan alınmıştı: “Sizler, insanlarınızın soylarından öcünüzü almayacaksınız; sizler komşunuzu kendiniz gibi seveceksiniz.” İsa bu Yazıt’ın olumlayıcı kısmını alırken, yasaklayıcı kısmını reddetmişti. Hatta o, yasaklayıcı veya tamamen durağan nitelikteki karşılık vermeme tutumuna karşı gelmişti. O şunu söylemişti: “Bir düşman bir yanağınıza vurursa, orada sessiz ve hiçbir şey yapmadan durmayın; bunun yerine, olumlayıcı bir tutum içerisinde diğer yanağınızı çevirin; bu, hatalı düzeni tutmuş bu kardeşinizi kötülüğün patikalarından doğru yaşamın daha iyi yollarına götürmede faali olarak yapılabilecek en iyi şeydir.” İsa takipçilerinden, her yaşam koşulu içinde olumlayıcı ve kararlı bir biçimde karşılık göstermelerini şart koşmuştu. Diğer yanağın çevrilişi, veya onu örneklendirecek her türlü eylem, inananın kişiliğinin hayat dolu, faal ve cesur ifadesini gerektiren bir biçimde, inisiyatifi talep etmektedir.
159:5.10 (1770.2) İsa, aşağılık şeyleri yapacak olanların kötülüğe karşılık göstermemeyi uygulayanlara bilinçli bir biçimde uygulayabilecekleri şeyler olarak, yasaklayıcı nitelikteki bağlılığın yerine getirilmesini savunmamıştı bunun yerine, takipçilerinin, kötülüğün üstesinden etkin bir biçimde iyilikle gelebilmeleri gayesiyle, kötülüğe çabuk ve olumlayıcı tepki vermede bilge ve tetikte olmalarını desteklemişti. Unutmayın, gerçekten iyi olan şeyler, en kötü kötüden her zaman daha güçlüdür. Üstün, doğruluğun olumlayıcı bir ortak ölçüsünü öğretmişti: “Her kim benim takipçim olmayı arzu ederse, onun kendisini bırakıp, beni takip etmenin günlük sorumluluklarını bütünüyle üstlenmesini isteyin.” Ve, İsa kendi yaşamını “iyi şeyler yapan” biçimde yaşamıştı. Ve, müjdenin bu niteliği, takipçilerine daha sonra söylemiş olduğu birçok simgesel hikâye tarafından oldukça iyi örneklendirilmişti. O hiçbir zaman takipçilerinden, sorumluluklarına sabırla tahammül etmelerini istememişti; bunun yerine, onlardan, Tanrı’nın krallığı içindeki insan sorumluluklarına ve kutsal ayrıcalıklarına bütünüyle layık olan bir biçimde enerji ve coşkuyla yaşamalarını istemişti.
159:5.11 (1770.3) İsa havarilerinden, biri kendilerinden paltolarını aldığı zaman diğer elbiseyi de kendiliğinden sunmalarını istediğinde, ikinci bir gerçek palto yerine, “göze göz” ve benzerleri biçiminde — intikam almanın eski tavsiyesi yerine kötülük yapanı kurtarmak için olumlayıcı bir şey yapma düşüncesine atıfta bulunmuştu. İsa, ne intikam alma ne tamamiyle pasif bir acı çeker hale gelmeye ne de adaletsizliğin kurbanı olma düşüncesine katlanamamaktaydı. Bu sefer de o kendilerine, kötülükle başa çıkmanın, ve ona karşı koymanın, üç yolunu öğretmişti:
159:5.12 (1770.4) 1. Kötülüğe kötülük ile karşılık verme — olumlayıcı ancak doğru olmayan yöntem.
159:5.13 (1770.5) 2. İtiraz etmeden ve karşı koymadan kötülükten muzdarip olma — tamamiyle olumsuz yöntem.
159:5.14 (1770.6) 3. Kötülüğün üstesinden iyilikle gelme, iradeyi içinde bulunulan durumun üstünü konumuna gelecek biçimde ortaya koyma halinde, kötülüğe iyilik ile karşılık verme — olumlayıcı ve doğru yöntem.
159:5.15 (1770.7) Havarilerden bir tanesi bir seferinde şu soruyu sormuştu: “Üstün, eğer bir yabancı yolluğunu bir kilometre taşımam için beni zorlarsa ne yapmalıyım?” İsa: “İçinde yabancıyı eleştirirken öylece oturup, derin derin içini çekme. Doğruluk bu türden durağan tutumlardan gelmemektedir. Eğer sen daha etkin bir biçimde olumlu olan bir şeyi yapmayı düşünemiyorsan, en azından yolluğu ikinci kilometreye kadar taşıyabilirsin. Bu kesin bir biçimde doğru olmayan ve Tanrı-gibi-olmayan yabancıyı rahatsız edecektir.”
159:5.16 (1770.8) Museviler öncesinden, pişmanlık içindeki günahkârları affedecek ve onların yanlış eylemlerini unutmaya çalışacak bir Tanrı’yı duymuşlardı ancak, İsa gelene kadar, günahkârları aramak için girişimde bulunmuş olarak, kaybolan koyunu aramaya çıkan ve onları Baba’nın evine geri dönmeye niyetli halde bulduğunda derinden neşe duyan bir Tanrı hakkında bir şey duymamışlardı. Dindeki bu olumlu tutumu İsa dualarına kadar bile genişletmişti. Ve, o, eskinin yasaklayıcı altın kuralını insani adaletin olumlu bir isteğine dönüştürmüştü.
159:5.17 (1771.1) Tüm öğretimi içerisinde, İsa her seferinde, ana gayeden saptırıcı detaylara girmekten kaçınmıştı. O, süslü dilden uzak turmuş ve salt şairane imgelerden oluşmuş bir kelimeler oyunundan kaçınmıştı. O alışkanlığı biçiminde, büyük anlamları küçük ifadelere koymuştu. Örneklendirme amacıyla İsa, tuz, maya, balık tutma ve küçük çocuklar gibi, birçok ismin mevcut anlamını derinleştirmişti. O olabilecek en etkin bir biçimde, en küçük olanı en büyük ve sonsuz olan ile karşılaştırarak ve bu gibi biçimlerde, karşıtlıkları kullanmıştı. Onun resmetmiş olduğu şeyler oldukça etkileyiciydi, “Gözleri görmeyenin bir diğer gözleri görmeyene yol gösterişi” gibi. Ancak, onun örneklendirici öğretisinin bulunabilecek en güçlü yanı, doğallığıydı. İsa, din felsefesini gökyüzünden yeryüzüne indirmişti. O, ruhun başlıca gereksinimleri yeni bir kavrayış ve şefkatin yeni bir bahşedilişi ile resmetmişti.
159:6.1 (1771.2) Dekapolis’deki dört haftalık görev mütevazı ölçekte başarılıydı. Yüzlerce ruh krallığa kabul edilmişti; ve, havariler ve öğreti-yayıcıları, İsa’nın doğrudan kişisel mevcudiyetinin ilhamı olmadan çalışmalarını sürmenin değerli bir deneyimini elde etmişlerdi.
159:6.2 (1771.3) 16 Eylül’de, Cuma günü, çalışanların birliğinin tümü, Magadan Parkı’nda önceden düzenlendiği biçimde bir araya geldi. Şabat günü, yüz inanandan daha fazlasının oluşturduğu bir heyet, krallığın görevinin genişletilmesine dair gelecek tasarımlarının bütünüyle irdelendiği oturumda toplandı. Davud’un ileticileri hazır bulunmuş olup, Yudea, Samarya, Celile ve onların çevresindeki bölgeler boyunca inananların refahı hakkında raporlar sundular.
159:6.3 (1771.4) İsa’nın takipçilerinin az bir kısmı, iletici birliğinin hizmetlerinin taşımış olduğu büyük değeri bütünüyle takdir etmişti. İleticiler, yalnızca inananları Filistin boyunca birbirleriyle ve İsa ve havariler ile iletişim halde tutmamışlardı bu karanlık günler boyunca onlar aynı zamanda, yalnızca İsa ve onun birlikteliklerinin yaşamlarını idame ettirmek için değil, aynı zamanda on iki havari ve on iki öğreti-yayıcısının ailelerini desteklemek için kaynakların toplayıcıları olarak hizmet vermişlerdi.
159:6.4 (1771.5) Bu zaman zarfında, Abner, faaliyetlerinin merkezini Hebron’dan Beytüllahim’e taşımıştı ve, bu yeni yer aynı zamanda, Davud’un elçilerinin Yudea’daki ana merkezleriydi. Davud, Kudüs ve Bethsayda arasında bir gece süren ileti aktarım hizmetini gerçekleştirmekteydi. Bu ulaklar Kudüs’den her akşam ayrılıp, Sychar ve Scythopolis’de haberlerini diğerlerine aktaran bir biçimde, ertesi sabah kahvaltı vakti Bethsayda’ya varmaktaydılar.
159:6.5 (1771.6) İsa ve onun birliktelikleri bu aşamada, krallık adına olan emeklerinin son aşamasına başlamaya hazırlanmalarından önce, bir haftalık dinlenmede bulunmaya hazırdılar. Bu onların son dinleniş vakitleriydi; zira, Perea görevi, ta Kudüs’e olan varışları ve İsa’nın yeryüzü sürecini tamamlayan olayların gerçekleşmesi vaktine kadar sürmüş olan, duyuru ve öğretinin büyük bir hizmet etkinliğine doğru gelişmişti.
Urantia’nın Kitabı
160. Makale
160:0.1 (1772.1) PAZAR sabahı, Ekim’in 18’i, Andreas, gelecek hafta için herhangi bir çalışmanın planlanmamış olduğunu duyurdu. Nathanyel ve Tomas dışında, havarilerin tümü, ailelerini ziyaret etmek için veya arkadaşlarıyla konaklamak için evlerine gitmişlerdi. Bu hafta İsa neredeyse bütüncül bir dinlenmeden oluşan bir haftayı memnuniyetle deneyimlemişti; ancak, Nathanyel ve Tomas, Rodan isimli İskenderiye’den gelen bir Yunan filozofu görüşen bir biçimde oldukça yoğunlardı. Bu Yunanlı yakın bir zaman içinde, İskenderiye’de bir öğreti-yayma faaliyeti düzenlemiş olan Abner’in birlikteliklerinin bir tanesinin öğretisi vasıtasıyla İsa’nın bir takipçisi haline gelmişti. Rodan bu aşamada, içten bir biçimde kendisini, İsa’nın yeni dini öğretileri ile kendisinin yaşam felsefini uyumlaştırmanın görevine vermişti; ve, o, Üstün’ün bu sorunları kendisiyle konuşmasını umut eden biçimde Mecdel’e gelmişti. O aynı zamanda, ya İsa’dan ya da onun havarilerinin bir tanesinden müjdenin ilk kaynaktan ve yetkin bir halini elde etmeyi arzu etmişti. Her ne kadar Üstün Rodan ile bir görüşmeyi katılmayı geri çevirmişse de, o kendisini şükranlıkla kabul etmiş olup, doğrudan bir biçimde Nathanyel ve Tomas’a, Rodan’ın söylemek istediği her şeyi dinlemelerini ve karşılığında ona müjdeden bahsetmelerini emretmişti.
160:1.1 (1772.2) Erken Pazartesi sabahı, Rodan; Nathanyel, Tomas ve Mecdel’de şans eseri bulunmakta olan iki düzine inanandan meydana gelmiş bir topluluğa toplam ondan oluşan bir konuşma dizisine başlamıştı. Özetleştirilmiş, bir araya getirilmiş ve çağdaş kavramsallaşmalar içinde yeniden ifade edilmiş olarak bu konuşmalar, üzerinde düşünülmesi için şu düşünceleri öne sürmüştü:
160:1.2 (1772.3) İnsan yaşamı uyarımlar, arzular ve cazibelerin etkisi olarak — üç ana güdüden meydana gelmektedir. Yönetim gücüne sahip kişilik olarak, güçlü karakter yalnızca, mevcut arzuların, kalıcı kazanımlara erişmeyi sağlayacak daha yüksek amaçlara dönüştürülmesi biçiminde, yaşamın doğal uyarımlarını toplumsal yaşam sanatına çevirme ile elde edilebilir; bunun yanında, mevcudiyetin ortak cazibe etkileri, kişinin gelenekselleşmiş ve kurumsallaşmış düşüncelerinden, peşine düşülmemiş düşüncelerin ve keşfedilmemiş ideallerin daha yüksek düzeylerine aktarılmak zorundadır.
160:1.3 (1772.4) Medeniyet daha kapsamlı bir hal aldığında, yaşam sanatı daha zor hale gelmektedir. Toplumsal adetlerdeki değişimler daha hızlı gerçekleşir bir hal aldığında, karakter gelişiminin görevi daha karmaşık hale gelmektedir. Eğer ilerleme devam edecek olursa, insanlığın her on nesli yeni bir yaşam sanatını tekrardan öğrenmek zorunda kalmaktadır. Eğer insan, toplumun kapsamlı bütünlüğüne hızlıca yenilerini ekleyen bir halde yaratıcı hale gelirse, yaşam sanatının üstesinden daha kısa bir zaman içinde, belki de her bir nesilde gerçekleşecek bir biçimde, gelinmesi gerekmektedir. Yaşam sanatının evrimi mevcudiyet yöntemi hızına ayak uydurmada başarısız olursa, insanlık hızlıca bir biçimde, mevcut arzuların tatminine erişim biçiminde — yaşamın basit uyarımına geri dönecektir. Böylelikle insanlık olgunlaşmamış halde kalmaya devam edecektir; toplum, bütüncül olgunluğa erişen bir biçimde gelişmede başarısız olacaktır.
160:1.4 (1773.1) Toplumsal olgunluk; insanın, salt geçici ve mevcut arzularının tatminini, daha üstün olan arzulara sahip olmak ve erişimi, kalıcı amaçlara olan ilerleyici gelişimin daha cömert tatminlerini sağlayacak şeyleri amaçlamak için teslim etmeye olan gönüllülük düzeyine denktir. Ancak, toplumsal olgunluğun gerçek nişanı bir toplumun, kurulu inanışların ve toplumsal nitelikteki ortak düşüncelerin sağladığı kolaycı ölçütlerin cezp edici etkisi altında huzur içinde ve tatminkâr bir biçimde yaşama hakkını, idealist ruhsal gerçekliklerin keşfedilmemiş hedeflerine erişmeye ait peşine düşülmemiş olasılıkları aramanın sağladığı rahatlık bozan ve hareket gerektiren cezp edici etki için bırakma gönüllülüğüdür.
160:1.5 (1773.2) Hayvanlar, yaşamın uyarımına soylu bir biçimde karşılık vermektedir; ancak, yalnızca insan yaşam sanatına erişebilir, her ne kadar insanlığın büyük bir çoğunluğu sadece yaşamak için hayvansal uyarımı deneyimlemekte olsa da. Hayvanlar yalnızca, bu gözleri görmez ve içgüdüsel olan uyarımı bilmektedir; insan, doğal bir biçimde faaliyet göstermek için var olan bu uyarımın ötesine geçmeye yetkindir. İnsan, ussal sanatın daha yüksek bir düzeyi, hatta göksel neşe ve ruhsal coşkununki içinde yaşamayı tercih edebilir. Hayvanlar, yaşamın amaçlarına dair herhangi bir sorguda bulunmamaktadırlar; bu nedenle, onlar, hiçbir zaman endişeye düşmemekte, ne de intihara kalkışmaktadırlar. İnsanlar arasında yaşanmakta olan intihar, bu türden varlıkların tamamiyle hayvansal aşamadaki mevcudiyetten yükselmiş olduklarına kanıtlık etmektedir; ve, bu aynı zamanda, bu gibi insan varlıklarının fani mevcudiyetin sanatsal düzeylerine erişmede başarısız olduklarına dair aydınlatıcı açıklama girişimlerini desteklemektedir. Hayvanlar, yaşamın amacını bilmemektedir; insan yalnızca, değerlerin tanınması ve anlamların kavrayışı için yetkinliği elinde bulundurmamaktadır; o aynı zamanda, anlamların içermekte olduğu anlamın bilincindedir — o, en derinde yatan kavrayışın öz-bilincindedir.
160:1.6 (1773.3) İnsanlar, serüven dolu sanatın ve önceden bilinmeyen mantığın biri için doğal arzulardan oluşan bir yaşamı geride bırakma cesareti gösterdiklerinde, en azından ussal ve duygusal olgunluğun belirli bir düzeyine eriştikleri ana kadar — çatışmalar, mutsuzluklar ve belirsizlikler olarak — duygusal zararların sonuçsal olumsuzluklarına maruz kalmayı beklemek zorundadırlar. Yılgınlığa kapılma, üzüntü ve emek vermeme isteği, ahlaki olgunsuzluğum olumlu kanıtlarıdır. İnsan toplumu iki sorun ile karşı karşıyadır: bireyin olgunluğuna erişim ve ırkın olgunluğuna erişim. Olgun insan varlığı yakın bir zaman içerisinde, tüm diğer fanilere anlayış duygularıyla ve hoşgörü hisleri ile bakmaya başlamaktadır. Olgun insanlar olgun olmayan kişilere, sevgiyle ve ebeveynlerinin çocuklarına davrandıkları anlayışla bakmaktadır.
160:1.7 (1773.4) Başarılı yaşam, ortak sorunları çözmek için güvenilir yöntemler üzerinde üstün hale gelmenin sanatından başka bir şey değildir. Herhangi bir sorunun çözümünde ilk adım; onun zor olduğu kısmı tespit etmek, sorunlu tarafı ayrıştırmak ve bu sorunun doğası ve ağırlığını dürüst bir biçimde tanımaktır. Yaşam sorunları bizlerin derin korkularını harekete geçirdiği zaman, onları tanımayı reddetmek büyük hatadır. Benzer bir biçimde, sahip olduğumuz zorlukları tanımak, uzunca bir süredir memnuniyetle sahip olduğumuz kibri azaltmayı, kıskançlığımızı kabul etmeyi veya derin önyargılarımızı geride bırakmayı gerekli kıldığında, ortalama insan, emniyetin eski yanılsamalarına ve güvenliğin uzunca bir süredir beğenilen yanlış hislerine tutunmayı tercih etmektedir. Yalnızca cesur bir kişi, içten ve mantıklı bir aklın keşfettiği şeyi dürüstçe kabul etmeye ve onunla korkusuzca yüzleşmeye isteklidir.
160:1.8 (1773.5) Herhangi bir sorunun bilge ve etkili çözümü; aklın, belirli eğilimden, tutkudan ve çözümü için kendisini sunan sorunun parçası olan mevcut etkenler üzerinde bağımsız bir incelemeyi bozabilecek her türlü tamamiyle kişisel nitelikte olan önyargılardan uzak olmasını talep etmektedir. Yaşam sorunlarının çözümü, cesaret ve içtenliği gerektirmektedir. Yalnızca dürüst ve cesur bireyler, yaşamın şaşkınlık içinde bırakıcı ve kafa karıştırıcı dolambacı içinde korkusuz bir aklın mantığının yönlendireceği yere gözü kara bir biçimde yol almaya yetkindirler. Ve, akıl ve ruhun bu özgürleşimi hiçbir zaman, dini şevke fazlasıyla yaklaşan ussal bir coşkunun itici gücü olmadan gerçekleşemez. İnsanı, zor maddi sorunlarla ve çok kapsamlı ussal tehlikelerle dolu bir amacın yerine getirilmesinde harekete geçirmek için büyük bir idealin cezp edici çekiciliğinin varlığı gerekmektedir.
160:1.9 (1774.1) Her ne kadar sizler yaşamın zor durumlarıyla yüzleşmede etkin bir biçimde donanmış halde bulunsanız da, akranlarınızın içten desteğini ve işbirliğini kazanmak için sizleri etkin hale getirecek aklın bilgeliğine ve kişiliğin büyüleyiciliğine sahip olmadıkça sizler neredeyse hiçbir biçimde başarı bekleyemezsiniz. Onlar ile birlikte üstün gelme biçiminde akranlarınızı nasıl ikna edeceğinizi öğrenemedikçe, ne din-dışı ne de dini bir çalışmada büyük ölçekteki bir başarıyı elde etmeyi ümit dahi edemezsiniz. Sizler, yalın bir değişle, inceliğe ve hoşgörüye sahip olmak zorundasınız.
160:1.10 (1774.2) Ancak, ben, sorun çözmenin yöntemlerinin tümü içinde en büyüğünü, Üstününüz olan, İsa’dan öğrenmiş bulunmaktayım. Ben, kendisinin oldukça tutarlı bir biçimde uygulamakta olduğu ve sizlere en doğru biçimiyle öğretmiş bulunduğu, tecrit içindeki ibadetsel meditasyondan bahsetmekteyim. İsa’nın kendi başına cennet içindeki Baba ile bir olmak için ayrılmasının bu alışkanlığı içinde; yalnızca yaşamın olağan çatışmaları için gücü ve bilgeliği toplama değil, aynı zamanda da, ahlaki ve ruhsal bir doğanın daha yüksek sorunlarının çözümü için enerjiyi elde etmek bulunmaktadır. Ancak, sorunları çözmenin doğru yöntemleri bile, kişiliğin içkin zafiyetlerini telafi etmeyecek veya gerçek doğruluk için sahip olunan açlığın ve kusursuzluğun yokluğunu gidermeyecektir.
160:1.11 (1774.3) Ben derin bir biçimde, İsa’nın, yaşam sorunlarının tekil bir incelemesinde bulunmadan oluşan bu ara dönemlere katılmak için yalnız başına ayrılma âdetinden etkilenmiş bulunmaktayım; bilgeliğin yeni kaynaklarını aramadan ve toplumsal hizmetin çok katmanlı taleplerini karşılamak için enerji bulmadan; kişiliğin tümünü kutsallık ile iletişime geçmenin bilincine mevcut bir biçimde teslim ederek yaşamın yüce amacını hızlandırmadan ve onu derinleştirmeden; yaşayan mevcudiyetin sürekli değişen koşullarına kişinin kendisini uyumlu hale getirmesinin yeni ve daha iyi yöntemlerini elde etmeyi amaçlamaktan; değerli ve gerçek olan her şeye doğru gelişmiş bir kavrayış için temel nitelikte bulunan, kişinin nihai tutumlarının bu yeniden yapılandırılmalarını ve yeniden uyumlaştırılmalarını gerçekleştirmeden; ve, tüm bunların hepsini, bir göz Tanrı’nın ihtişamı içinde iken — “Benim değil, senin iraden yerine getirilecektir” biçiminde benim gözdem olan Üstününüzün duasını dürüstçe tamamlar halde — yerine getirmeden.
160:1.12 (1774.4) Üstününüzün bu ibadetsel uygulaması, aklı yenileyen rahatlamayı getirmektedir; ruha ilham veren aydınlanmayı sahip olduğu sorunlarla cesur bir biçimde yüzleşmesinde onu yetkin kılan cesareti; zayıf düşüren korkuyu ortadan kaldıran bireyin kendisini anlayışını ve, kendisine Tanrı gibi olmayı amaçlama cesareti vermekte olan, güvence ile kendisini donatan kutsallık ile birlikteliğin bilincini. İbadetin getirmiş olduğu rahatlama, veya diğer bir değişle Üstün tarafından uygulanmakta olan ruhsal birliktelik; gerginliği almakta, çatışmaları ortadan kaldırmakta ve kişiliğin sahip olduğu kaynakların tümünü kudretli bir biçimde arttırmaktadır. Ve, bu felsefenin tümü, krallığın müjdesinin ona ilave olduğu biçimde, anladığım biçimde yeni dini oluşturmaktadır.
160:1.13 (1774.5) Önyargı, gerçekliğin tanınması karşısında ruhun gözlerini görmez kılmaktadır; ve, önyargı yalnızca, ruhun, kişinin tüm akran inanlarını kucaklayan ve onları içine alan bir amaca olan hayranlığa içten bağlılığı ile ortadan kaldırılabilir. Önyargı, bencillik ile ayrılmaz bir biçimde ilişkilidir. Önyargı yalnızca; benliği amaçlamanın geride bırakılması ile ve bunun, sadece bireyden daha büyük olan bir amaç için değil, aynı zamanda, kutsallığı elde etme biçiminde, Tanrı’yı arama olarak — insanlığın tümünden daha bile büyük olan bir amaca hizmetin tatmininin amaçlanışıyla değiştirilerek saf dışı bırakılabilir. Kişinin olgunluğunun kanıtı, en yüksek ve olabilecek en kutsal bir biçimde gerçek olan değerlerin gerçekleşimini sürekli olarak arayacak halde insan arzusunun dönüşümünden meydana gelmektedir.
160:1.14 (1774.6) Sürekli olarak değişen bir dünya içinde, evrimleşen bir toplumsal düzenin ortasında, nihai sonun istikrar içindeki ve kurumsallaşmış amaçlarını idare etmek mümkün değildir. Kişiliğin istikrarına yalnızca, sonsuz erişime ait ebedi amaç olarak yaşayan Tanrı’yı keşfetmiş ve onunla bütünleşmiş olanlar tarafından deneyimlenebilir. Ve, böylece, kişinin gayesini zamandan ebediyete, yeryüzünden Cennet’e aktarmak, insanın yeniden doğması, dönüşmesi biçiminde yeniden canlanmış hale gelmesini gerektirmektedir; cennetin krallığının kardeşliğine olan girişi elde etmesini. Bu ideallerden yoksun olan felsefeler ve dinlerin tümü olgunlaşmamış haldedirler. Benim, sizlerin duyuruda bulunduğunuz müjde ile iniltili haldeki, öğretmiş olduğum felsefe, gelecek nesillerin tümünün sahip olduğu ideal olarak, olgunluğun yeni dinini temsil etmektedir. Ve, bu; bizlerin sahip olduğu ideal nihai, hatasız, ebedi, evrensel, mutlak ve sonsuz niteliği taşıdığı için gerçektir.
160:1.15 (1775.1) Benim felsefem bana, olgunluğun gayesi olarak gerçek kazanımın gerçekliklerini arama uyarımını verdi. Ancak, benim uyarımım güçsüz nitelikteydi; arayışım itici güçten yoksundu; arayışım, belirli bir yolu takip etmenin kesinliğine sahip olmamaktan muzdaripti. Ve, bu zafiyetler; kavrayışı derinleştirmesiyle, idealleri yükseltmesiyle ve oturmuş gayeleriyle birlikte İsa’nın bu yeni müjdesi tarafından cesurca giderilmiştir. Kuşkular ve endişeler olmadan ben şimdi, tüm kalbimle ebedi girişime adım atabilirim.
160:2.1 (1775.2) Fanilerin beraberce yaşayabileceği yalnızca iki yol bulunmaktadır: maddi, veya diğer bir değişle hayvani, yol ve ruhsal, veya diğer bir değişle insani, yol. Simgeler ve sesleri kullanarak hayvanlar birbirleri ile sınırlı bir biçimde iletişimde bulunmaya yetkindirler. Ancak, iletişimin bu türleri; anlamları, değerleri veya düşünceleri taşımamaktadır. İnsan ve hayvan arasındaki ayırt edici bir fark; insanların, anlamları, değerleri, düşünceleri ve hatta idealleri oldukça kesin bir biçimde tanımlayan ve belirleyen simgeler aracılığı ile akranları ile iletişimde bulunabilmesidir.
160:2.2 (1775.3) Hayvanlar, düşünceleri birbirlerine aktaramadıkları için kişilik geliştirememektedirler. İnsanlar, hem düşüncelere hem de ideallere dair akranları ile bu şekilde iletişimde bulunabildikleri için kişiliği geliştirebilmektedirler.
160:2.3 (1775.4) İnsan kültürünü oluşan ve onu, toplumsal ilişkilemler vasıtasıyla, medeniyetleri inşa etmeye yetkin hale getiren, anlamları aktarma ve paylaşmanın bu yetisidir. Bilgi ve bilgelik, bu iyelikleri insanın ilerleyen nesillere aktarmaya yetkin oluşu nedeniyle çoğalıcı hale gelmektedir. Ve, böylelikle, ırkın şu kültürel etkinlikleri doğmaktadır: sanat, bilim, din ve felsefe.
160:2.4 (1775.5) İnsan varlıkları arasındaki simgesel iletişim, toplumsal toplulukların var oluşunun kökeninde yatmaktadır. Toplumsal toplulukların tümü içinde en etkin olanı, özellikle iki ebeveyn olarak, ailedir. Kişisel sevgi, bu maddi ilişkilemleri bir arada tutan ruhsal bağdır. Bu türden etkin bir ilişki aynı zamanda, içten arkadaşlıkların bağlılıkları içinde oldukça cömert bir biçimde sergilenmekte olan, aynı cinsiyetten gelen iki kişi arasında da mümkündür.
160:2.5 (1775.6) Arkadaşlığın ve karşılıklı sevginin bu ilişkilemleri, yaşam sanatının daha yüksek düzeylerine ait şu temel etkenleri teşvik ettiği ve onları kolaylaştırdığı için toplumlaştırıcı ve soylulaştırıcıdır:
160:2.6 (1775.7) 1. Karşılıklı benlik ifadesi ve benlik anlayışı: Birçok soylu insan uyarımı, ifadesini bulacak biri olmadığı için ölmektedir. Gerçekten de, yalnız olmak insan için iyi bir şey değildir. Belirli bir düzeyde tanınma ve belirli ölçekteki takdir, insan karakterinin gelişimi için temel niteliktedir. Bir evin içten derin sevgisi olmadan hiçbir çocuk, olağan karakterin bütüncül gelişimini elde edemez. Karakter, salt akıl ve ahlaki değerlerden daha fazla olan bir şeydir. Karakterin gelişmesinde rol oynayan toplumsal ilişkilerin tümünde en etkin ve ideal olanı, ussal evlilik bağlılığının karşılıklı birlikteliği içinde erkek ve kadının sevgi dolu ve anlayışlı arkadaşlığıdır. Çok kapsamlı ilişkileri ile birlikte, evlilik, güçlü bir karakterin gelişimi için hayati nitelikte bulunan kıymetli uyarımları ve daha yüksek düzeydeki güdüleri bir araya getirmek için en iyi bütünlük içerisindedir. Ben, aile yaşamını bu şekilde yüceltmekten çekince göstermemekteyim, zira sizlerin Üstününüz, bilge bir biçimde, baba-çocuk ilişkisini krallığın bu yeni müjdesinin tam da köşe taşı olarak tercih etmiştir. Ve, zamanın içindeki en yüksek ideallerin içten birlikteliği içinde erkek ve kadın olarak, ilişkinin bu türden benzersiz bir birlikteliği o kadar değerli ve tatmin edici bir deneyimdir ki, onu elde etmek için, her türlü fedakârlık biçiminde, her türlü bedele değerdir.
160:2.7 (1776.1) 2. Ruhların birliği — bilgeliğin harekete geçirilişi. Her insan varlığı er ya da geç, bu dünyaya dair belirli bir kavramsallaşmaya ve bir sonrakine dair belirli bir tahayyüle sahip olmaktadır. Artık, kişilik ilişkilemi vasıtasıyla, geçici mevcudiyetin ve ebedi potansiyellerin bu görüşlerini bir araya getirmek mümkündür. Böylelikle, bir kişinin aklı, diğerinin sahip olduğu kavrayışın fazlasını elde ederek sahip olduğu ruhsal değerleri arttırmaktadır. Bu şekilde insanlar, ilgili ruhsal iyeliklerini bir havuzda toplayarak ruhlarını zenginleştirmektedirler. Benzer bir biçimde, yine bu şekilde insan, geleceğe dair öngörünün bozulmasının, bakış açısının ön yargı taşımasının ve yargıdaki sığlığa sahip olmanın kurbanı olmanın sürekli mevcut eğiliminden kaçınmaya yetkin hale gelmektedir. Korku, kıskançlık ve kibir yalnızca, diğer akıllar ile olan içten iletişim ile engellenebilir. Ben sizlerden, Üstün’ün sizleri krallığın genişlemesi için hiçbir zaman tek başına göndermeyişi gerçeğine dikkat etmenizi istiyorum; o her zaman sizleri ikişerli topluluklar halinde göndermektedir. Ve, bilgelik bilgi-ötesi bir şey olduğu için, bilgeliğin birlikteliği içinde, küçük veya büyük, her toplumsal topluluğun karşılıklı bir biçimde tüm bilgiyi paylaştığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
160:2.8 (1776.2) 3. Yaşam için coşku. Tecrit, ruhun enerji doluluğunu tüketme eğilimine sahiptir. Kişinin akranları ile olan ilişkilemi, yaşam şevkinin yenilenmesi için temel nitelikte olup, insan yaşamının daha yüksek düzeylerine olan yükselişle beraber gelen savaşları verme cesaretini sürdürmek için hayati konumdadır. Arkadaşlık, neşeleri derinleştirmekte ve yaşamın utgunluklarını yüceltmektedir. Sevgi dolu ve içten insan ilişkilemleri, yaşamın acı yönlerinden gelen kederlerden ve zorluklardan muzdarip olmayı ortadan kaldırmaktadır. Bir arkadaşın mevcudiyeti, tüm güzelliği derinleştirmekte ve her türlü iyiliği yüceltmektedir. Ussal simgeler ile insan, arkadaşlarının takdir edici yetkinliklerini hızlandırmaya ve onları genişletmeye yetkindir. İnsan arkadaşlığının taçlandırıcı ihtişamlarından bir tanesi, hayal gücünün bu ortak uygulanışı gücü ve olasılığıdır. Büyük bir ruhsal güç, bir kâinatsal İlahiyat’a olan karşılıklı sadakat biçiminde, ortak bir amaca olan içten bağlanmışlığın bilinci içinde içkin niteliktedir.
160:2.9 (1776.3) 4. Kötülüğün tümüne olan gelişmiş savunma. Kişilik ilişkilemi ve karşılıklı sevgi, kötülüğe karşı etkin bir güvencedir. Zorluklar, kederler, hayal kırıklıkları ve yenilgiler, tek başına yüzleşince daha acı verici ve daha üzücüdür. Birliktelik, kötülüğü doğruluğa doğru iyi yönde dönüştürmemektedir; ancak, o, onun verdiği olumsuz etkiyi fazlasıyla azaltmada yardımcı olmaktadır. Sizlerin Üstününüz, bir arkadaşın teselli etmek için yakında bulunduğu halde — “Yas içindekiler mutludurlar” demiştir. Sizlerin; diğerlerinin refahı için yaşamakta oluşunuzu ve diğerlerinin de benzer bir biçimde sizlerin refahı ve gelişimi için yaşamakta olduğunu bilmeniz içinde olumlu bir güç bulunmaktadır. İnsan, tecrit içinde yerinde saymaktadır. İnsan varlıkları her seferinde, sadece zamanın geçici etkileşimlerini gördükleri zaman cesaretleri kırılmış hale gelmektedirler. Geçmiş ve gelecekten ayrıldığı zaman, şimdiki an, oldukça sinir bozucu bir biçimde anlamsız hale gelmektedir. Yalnızca ebediyetin zincirine bir küçük bakış, kendisinin en iyisini yapması için insana ilham kaynağı olabilir ve yapabileceği en üstün olan şeyi gerçekleştirmeye onu zorlayabilir. Ve, insan bu şekilde en iyisi konumunda bulunduğu zaman, zaman ve ebediyet içinde aynı konukluğu paylaşmakta olduğu akranları olarak, diğerlerinin iyiliği için olabilecek en fedakâr biçimde yaşamaktadır.
160:2.10 (1777.1) Tekrar ediyorum, bu türden ilham verici ve soylulaştırıcı birliktelik kendisine ait ideal olasılıkları insanın evliliksel ilişkisinde bulmaktadır. Gerçektir, birçok şey evlilik dışında elde edilmektedir, ve çok, birçok evlilik bu ahlaki ve ruhsal meyveleri vermede tamamiyle başarısız olmaktadır. Birçok sefer evliliğe, insan olgunluğunun bu daha üstün değerlerinden daha alt düzeyde bulunan diğer değerleri arayanlar tarafından girilmektedir. İdeal evlilik, dalgalı haldeki hislerden ve salt cinsiyet etkileşiminin değişken nitelikteki doğasından daha sabit bir düzlem üzerine inşa edilmek zorundadır; o, içten ve karşılıklı kişilik adanmışlığı üzerine dayanmak zorundadır. Ve, böylece, sizler eğer, insan birlikteliğinin bu türden güvenilir ve etkili küçük birimlerini inşa edebilirseniz, bunlar bir araya geldiklerinde, dünya, fani olgunluğun medeniyeti olarak, büyük ve yüce bir toplumsal düzleme şahitlik edecektir. Bu türden bir ırk, “yeryüzü üzerinde barış ve insanlar arasında iyi niyet” olarak Üstününüzün idealine ait bir şeyi gerçekleştirmeye başlayabilir. Bu türden bir toplum kusursuz veya tamamiyle kötülükten uzak olmasa da, en azından olgunluğun istikrarına yaklaşacaktır.
160:3.1 (1777.2) Olgunluk için çaba emeği, ve emek enerjiyi gerektirmektedir. Tüm bunları gerçekleştirecek güç nereden gelecektir? Fiziksel şeyler görmezden gelinebilir, ancak Üstün’ün oldukça güzel söylemiş olduğu gibi, “İnsanlar yalnızca ekmekle yaşayamazlar.” Normal bir bedene ve kabul edilebilir iyi bir sağlığa iye kılınmış olarak bizler, bir sonraki adımda, insanın uyku halindeki ruhsal güçlerini çağıracak bir uyarım halinde hareket edecek cezp edici çekicilikleri aramak zorundayız. İsa bizlere, Tanrı’nın insan içinde yaşamakta olduğunu öğretmiştir; öyleyse, bizler ne yapacağız ki insanlar, kutsallığın ve sonsuzluğun ruhta içkin olan bu güçlerini serbest bıraksınlar? Bizler insanlara nasıl, kendi ruhlarımızın canlanması için Tanrı’nın bir pınar gibi doğmasını, ve tüm bunlar gerçekleşirken de bizimle birlikte sayısız diğer ruhun aydınlanması, canlanması ve kutsanması amacıyla hizmet vermesini teşvik edeceğiz? Ruhlarınız içinde hareketsiz halde bulunan iyiliğin bu gizli güçlerini en iyi bir biçimde nasıl uyandırabiliriz? Ben bir şeyden eminim: Duygusal heyecan, ideal ruhsal uyarım değildir. Heyecan enerjiyi çoğaltmamaktadır; bunun yerine o, hem akıl hem de bedenin güçlerini tüketmektedir. Bu mükemmel şeyleri yapacak enerji de nereden gelecektir? Üstününüze bakın. Bizler burada enerjimizi tüketirken, şimdi bile o tepelerde enerjisini topluyor. Tüm bu sorunun sırrı, ibadet olarak, ruhsal birliktelik içinde saklıdır. İnsan bakış açısından, bu, hem bir meditasyon hem de bir dinlenme meselesidir. Meditasyon, aklın ruhaniyet ile ilişkiye geçmesini sağlamaktadır; dinlenme, ruhsal kavramanın yetkinliğini belirlemektedir. Ve, zayıflıkla gücün, korku ile cesaretin ve benliğin aklı ile Tanrı’nın iradesinin bu değişimi ibadeti oluşturmaktadır. En azından bu, filozofun görüş biçimidir.
160:3.2 (1777.3) Bu deneyimler sıklıkla tekrarlandıklarında, onlar alışkanlıklara, kuvvet verici ve ibadetsel alışkanlıklara dönüşen bir biçimde yoğunlaşırlar; ve, bu türden alışkanlıklar nihai olarak, bir ruhsal karaktere doğru ayırt edici bütünlük kazanan bir biçimde gelişirler; ve, bu türden bir karakter sonunda kişinin akranları tarafından bir olgun kişilik biçiminde tanınır. Bu uygulamalar ilk başta zor ve zaman harcayıcı niteliktedir; ancak, onlar alışkanlıksal hale geldiklerinde, doğrudan bir biçimde dinlendirici ve zaman kazandırıcı niteliğe bürünürler. Toplum daha kapsamlı hale geldiğinde ve medeniyetin cezp edici etkileri çoğaldıkça, ruhsal enerjilerini muhafaza etmek ve çoğalmak için tasarlanmış olan bu türden koruyucu uygulamaları oluşturmak Tanrı’yı bilen bireyler için daha da acil nitelikte gereklilik haline gelecektir.
160:3.3 (1778.1) Olgunluğa erişimin bir diğer gerekliliği, toplumsal toplulukların sürekli değişen bir çevreye olan işbirliksel uyumlarıdır. Olgunlaşmamış haldeki birey, akranları arasında karşıtlıklar çıkarmaktadır; olgun insan, birlikteliklerinin içten işbirliğini kazanmakta, ve böylece kendi yaşam çabalarının meyvelerini kat be kat çoğaltmaktadır.
160:3.4 (1778.2) Benim felsefem kendime, ihtiyaç duyduğum zamanlarda, doğruluğa dair kavramsallaşmamın savunulması için mücadele etmek zorunda oluşumu bana söylemektedir; ancak, ben, daha olgun bir kişilik türüne sahip olarak, Üstün’ün, inceliğe ve hoşgörüye ait daha üstün ve etkileyici yöntemi ile kolayca ve şükran dolu bir biçimde eşit bir utgunluğu elde edeceğinden kuşku duymamaktayım. Oldukça sık gerçekleşir bir biçimde, bizler hak için mücadele verdiğimiz zaman, hem utkunun hem de yenilgiye uğratılmış olanın bir ölçüde mağlup olduğu ortaya çıkmaktadır. Ben daha dün, Üstün’ün, “bilge kişi, kilitli kapıdan giriş için yol ararken, kapıyı kırmak etmek yerine onu açmak için anahtarını arar” dediğini duydum. Bizler sıklıkla, yalnızca korkmadığımız hakkında kendimizi ikna etmek için kavgaya tutuşmaktayız.
160:3.5 (1778.3) Krallığın bu yeni müjdesi, daha yüksek yaşam için yeni ve daha zengin bir çekici etki yaratan yaşam sanatı için büyük bir hizmette bulunur. O, en yüksek düzeyde bir yaşam amacı olarak, nihai sonun yeni ve yüceltilmiş bir hedefini sunar. Mevcudiyetin ebedi ve kutsal hedefine ait bu yeni kavramsallaşmalar, özünde, insanın daha yüksek doğası içinde ikamet eden iyilerin içinde en iyi olanın karşılığını çağıran bir biçimde, aşkın uyarımlardır. Ussal düşüncesinin her zirve noktasında; akıl için dinlence, ruh için kuvvet ve ruhaniyet için birliktelik bulunmaktadır. Yüksek yaşamın bu türden ufukları gören konumlarında insan, olgunlaşmamış kişiliğe ait endişe, kıskançlık, haset, intikam ve gurur olarak — daha alt düzeydeki düşüncenin maddi rahatsızlıklarını aşmaya yetkindir. Bu yükseklere çıkabilen ruhlar, yaşamın ufak detaylarına ait ters akıntıların bir selinden kendilerini kurtarırken, böylece ruhaniyet kavramsallaşması ve göksel iletişimin daha yüksek yardımcı akıntılarının bilincine erişmek için özgür hale gelirler. Ancak, yaşam amacının, kolay ve zamansal bir kazanımı aramanın cezbediciliğine düşmekten imtina eder bir biçimde korunması gerekmektedir; benzer bir biçimde, onun, köktenciliğin yıkıcı tehlikelerinden uzak olacak halde desteklenmesi gerekmektedir.
160:4.1 (1778.4) Sizlerin bir gözü ebedi gerçekliklerin erişilmesinde olsa da, aynı zamanda, zamansal yaşamın gereklilikleri için kararlarda bulunmak zorundasınız. Her ne kadar ruhaniyet bizlerin amacı olsa da, beden bir gerçektir. Zaman zaman yaşamın gereklilikleri ellerimize kaza eseri gelebilir; ancak, genel olarak, bizler bu gereklilikler için emek vermek zorunda bulunmaktayız. Yaşamın iki ana sorunu şunlardır: zamansal bir yaşamı idame ettirmek ve ebedi kurtuluşa erişmek. Ve, bir yaşamı idare ettirmenin sorunu bile, ideal çözümü için dini gerektirmektedir. Bunların ikisi de yüksek düzeyde kişisel olan sorunlardır. Gerçek din, gerçekte, bireyden bağımsız olarak faaliyet göstermemektedir.
160:4.2 (1778.5) Zamansal yaşamın olmazsa olmazları, benim gördüğüm haliyle, şunlardır:
160:4.3 (1778.6) 1. İyi fiziksel sağlık.
160:4.4 (1778.7) 2. Açık ve temiz düşünme.
160:4.5 (1778.8) 3. Yetenek ve beceri.
160:4.6 (1778.9) 4. Refah — yaşama ait şeylere iyelik.
160:4.7 (1778.10) 5. Yenilgiye katlanma yetisi.
160:4.8 (1778.11) 6. Kültür — eğitim ve bilgelik.
160:4.9 (1779.1) Beden sağlığı ve verimliliğine ait fiziksel sorunlar bile en iyi, Üstünümüzün şu dini bakış açısından bakıldığında çözülmektedir: İnsanın beden ve aklı Tanrıların armağanının ikamet ettiği yer olduğu için, Tanrı’nın ruhaniyeti insanın ruhaniyeti haline gelmektedir. İnsanın aklı böylece, maddi şeyler ve ruhsal gerçeklikler arasında arabulucu hale gelmektedir.
160:4.10 (1779.2) Arzu edilen şeylerden kişinin payını alabilmesi için bu kişinin ussa sahip olması gerekmektedir. Kişinin gündelik işindeki doğruluğunun refahın ödüllerini garanti alacağını varsaymak tamamiyle yanlış bir düşüncedir. Refahın beklenmedik ve kaza eseri gerçekleşen erişimi dışında, zamansal yaşamın maddi ödüllerinin oldukça iyi düzenlenmiş belirli kanallar içinde akmakta olduğu görülecektir; ve, yalnızca bu kanallara erişimi olan kişiler, zamansal çabaları içinde iyi bir şekilde ödüllendirilmeyi bekleyebilirler. Yoksulluk, tecrit içinde ve bireysel kanallarda refahı arayan insanların tümünün kaderi olduğu sonsuza kadar gerçek olan bir durumdur. Bilgece planlama, bu nedenle, dünyasal refah için hayati nitelikte önemli olan bir şey haline gelmektedir. Başarı yalnızca kişinin işine olan sadakatini değil, aynı zamanda, bu kişinin maddi refahın kanallarından bir tanesinin bir parçası olarak faaliyet göstermesini gerektirmektedir. Eğer sizler bilge olmazsanız, neslinize adanmış bir yaşamı maddi ödül olmadan bahşedersiniz; eğer siz, maddi kaynakların kaza eseri gerçekleşmiş bir yararlananı iseniz, akranlarınız için hiçbir şey yapmamışsanız bile bir eliniz yağda diğer eliniz balda olan bir hayat içerisinde kendinizi bulabilirsiniz.
160:4.11 (1779.3) Yetenek kalıtımsal olarak aldığınız şey, beceri ise kazandığınız şeydir. Hayat, uzmanca olarak, bir şeyi iyi yapamayan bir kişiye gülmemektedir. Beceri, yaşamdan tatminkâr kalmanın gerçek kaynaklarından bir tanesidir. Yetenek, öngören düşünce olarak, ileri görüşlülüğün hediyesi anlamına gelmektedir. Dürüst olmayan kazanımın cezp edici ödüllerine kanmayın; dürüst emek içinde içkin olan daha ileriki kazançlar için ter dökmeye gönüllü olun. Bilge kişi, araçlar ile amaçları birbirinden ayırmaya yetkindir; diğer durumlarda ise, gelecek için haddinden fazla tasarlamak kendi yüce amacına zarar vermektedir. Keyif verici şeyleri arayan biri olarak, her zaman, tüketici olmaya ek olarak üretici olmayı da amaçlamalısınız.
160:4.12 (1779.4) Mutluluk vermesi ve sizleri eğitmesi için istediğiniz zaman çağırabileceğiniz, yaşamın kuvvet verici ve değerli yaşanmışlıklarını kutsal bir yerde saklayacak şekilde hafızanızı eğitin. Böylelikle, kendiniz için ve kendiniz içinde güzelliğin, iyiliğin ve sanatsal ihtişamın özenle muhafaza edilen galerilerini inşa edin. Ancak, tüm bu hatırlananlar içinde en soylu olanları, muhteşem bir arkadaşlığa ait çok güzel anların hazineler gibi saklanan derlemeleridir. Ve, bu hatıra hazinelerin tümü, ruhsal ibadetin rahatlatıcı dokunuşu altında en kıymetli ve yüceltici etkilerini salacaktır.
160:4.13 (1779.5) Ancak, yaşam, anlayışlı ve minnettar bir biçimde başarısız olmayı öğrenmezseniz mevcudiyetin üzerinize yük olduğu hale gelecektir. Kaybedişte, soylu ruhların her zaman elde etmekte olduğu bir sanat bulunmaktadır; sizler, nasıl güler yüzlü bir biçimde kaybetmek gerektiğini öğrenmek zorundasınız; sizler, hayal kırıklığına düşmekten korkmamalısınız. Başarısızlığı kabul etmekten hiçbir zaman çekince duymayın. Hiçbir zaman, aldatıcı gülümseyişler ve parıltılı iyimserlik altında başarısızlığı gizlemeye girişmeyin. Başarıyı duyurmak her zaman kulağa iyi gelmektedir; ancak, sonuç olarak yaşanan şeyler hayret verici olabilir. Bu türden yöntem doğrudan bir biçimde, gerçek olmayan bir dünyanın yaratılışına ve nihai aldanmışlığın kaçınılmaz hezimetine götürmektedir.
160:4.14 (1779.6) Başarı cesaret verebilip, güveni sağlayabilir; ancak, bilgelik yalnızca, kişinin kendi başarısızlıklarının sonuçlarına olan uyumunun deneyimlerden gelmektedir. Gerçeği iyimser aldanışları tercih eden kişiler hiçbir zaman bilge olamazlar. Gerçekler ile yüzleşenler ve onları ideallere uyumlu hale getiren kişiler bilgeliği elde edebilirler. Bilgelik hem gerçeği hem de ideali içine almakta olup, böylece onun takipçilerini — sahip olduğu idealizmi gerçekleri dışlayan bir kişi ve ruhsal görüşten yoksun olan bir materyalist halinde — felsefenin bu her iki verimsiz aşırılıklarından da kurtarır. Başarının sürekli gerçekleşen sahte yanılsamalarının yardımı ile yaşamın mücadelesiyle güç bela başa çıkmaya çalışan bu ürkek ruhlar, nihai olarak kendi yaratımları olan hayal dünyasından uyandıklarında, başarısızlıktan muzdarip oluşun ve başarıyı deneyimlemenin olumsuz nihai sonuna sahiptirler.
160:4.15 (1780.1) Ve, başarısızlıkla yüzleşmenin ve yenilgiye uyum sağlamanın bu görevi içinde, dinin ileri görüşlü düşüncesi sahip olduğu en yüksek etkide bulunmaktadır. Başarısızlık, yalın bir değişle; bir evrenin keşfine ait ebedi serüvene çıkmış olan Tanrı’yı bilen kişinin deneyimi içinde — bilgeliğin elde edilişinde kültürel bir deneyim olarak — eğitimsel bir yaşanmışlıktır. Bu türden kişiler için başarısızlık yalnızca, evren gerçekliğinin daha yüksek düzeylerine olan erişim için bir araçtır.
160:4.16 (1780.2) Tanrı’yı-arayan birinin zamansal-yaşam girişiminin tamamı bütünüyle apaçık bir başarısızlık olarak görünse de, her yaşam başarısızlığı bilgeliğin kültürüne ve ruhaniyet kazanımına dönüştüğü takdirde, bu kişinin süreci, ebediyetin ışığında büyük bir başarı haline dönüşebilir. Bilgiyi, kültürü ve bilgeliği birbirine karıştırma hatasına düşmeyin. Onlar yaşam içinde birbiriyle ilişkidir fakat birbirlerinden çok farklı ruhaniyet değerlerini temsil etmektedirler; bilgelik sonsuza kadar bilgi üzerinde egemen olup, her zaman kültürü yüceltmektedir.
160:5.1 (1780.3) Sizler bana, Üstününüzün gerçek insan dinini bireyin ruhsal gerçeklikler ile olan deneyimi olarak gördüğünü söylediniz. Ben dini; kişinin, insanlığın tümüne saygınlık ve adanmışlık olarak verilebilecek değerde olan bir şeye karşılık vermenin deneyimi olarak görmekteyim. Bu bağlamda, din, ideallere dair bizlerin en yüksek kavramsallaşmasını ve ruhsal erişimin ebedi olasılıklarına doğru akıllarımızın atabildiği en ileri adımı temsil eden şeye olası en yüksek adanmışlığımızı simgelemektedir.
160:5.2 (1780.4) İnsanlar dine kabilesel, ulussal veya ırksal biçimde karşılık gösterdiklerinde, onlar bunu, kendi topluluklarından olmayanları gerçek anlamda insan olarak görmemeleri nedeniyle gerçekleştirmektedir. Bizler her zaman dini sadakatimizin amacını, insanların tümünün derin saygınlığına layık olarak görmekteyiz. Din hiçbir zaman, salt bir ussal inanış veya felsefi nedensellik meselesi olamaz; din her zaman ve sonsuza kadar, yaşamın durumlarına karşılık verişin bir türüdür; o, bir davranış biçimidir. Din, evrensel hayranlığa layık gördüğümüz bir gerçekliği derin saygıyla düşünüşümüzden, onu hissedişimizden ve onun yönünde hareket edişimizden oluşmaktadır.
160:5.3 (1780.5) Eğer sizlerin deneyiminizde bir şey din haline geldiyse, sizlerin hâlihazırda bu dinin faal yayıcısı haline gelmeniz kendiliğinden doğruluk kazanan bir durumdur; çünkü, sizler bu konumda, dininizin taşıdığı en yüksek kavramsallaşmayı, evren uslarının tümü olarak, insanlığın tamamının ibadeti için değerli görür halde bulunursunuz. Eğer sizler dininizin olumlu ve yayıcı bir taşıyanı değilseniz, din olarak adlandırmış olduğunuz şeyin yalnızca geleneksel bir inanış veya ussal felsefenin salt bir sistemi oluşu bakımından kendi kendinizi kandıran bir konumda bulunmaktasınız. Eğer sizlerin dini bir ruhsal deneyim ise, ibadetinizin amacı kâinatsal nitelikteki ruhaniyet gerçekliği ve tüm ruhanileşmiş kavramsallaşmalarınızın ideali haline gelmelidir. Dinlerin tümü korkular, duygular, gelenekler ve ussal dinler olarak isimlendirmekte olduğum felsefelere dayanmaktadır; bunun karşısında ise ben, gerçek ruhaniyet deneyimine dayananları gerçek dinler olarak adlandırmaktayım. Dini adanmışlığın amacı maddi veya ruhsal, doğru veya yanlış, gerçek veya gerçek-dışı, insan veya kutsal olabilir. Din bu nedenle iyi veya kötü olabilir.
160:5.4 (1780.6) Ahlak ve din doğrudan bir biçimde aynı şeyler değildir. İbadetin bir amacını düşünür haldeki, ahlaki değerlerin bir sistemi bir din haline gelebilir. Bir din, herkesi kendisine olan sadakate ve yüce bağlılığa doğru çekme gücünü yitirerek, felsefenin bir sistemi veya ahlaki değerlerin bir yasası haline doğru evirilebilir. Dini bağlılığa ait en yüksek ideali meydana getiren ve ibadet edenlerin dini adanmışlıklarının sahibi olan şey, varlık, aşama, veya mevcudiyet düzeyi, veya erişim imkânı Tanrı’nın kendisidir.
160:5.5 (1781.1) Gerçek bir dinin toplumsal nitelikleri, şaşmaz bir biçimde, bireyi değiştirmeyi ve dünyayı dönüştürmeyi amaçlama gerçeğinden oluşmaktadır. Din, medeniyetin en olgun kurumlarına ait en yüksek toplumsal adetler içinde bile bütünleşmiş halde bulunan etik kurallarının ve ahlaki değerlerin bilinen ortak ölçütlerini bile fazlasıyla aşar haldeki, henüz keşfedilmemiş ideallerin mevcudiyetini anlamına gelmektedir. Din keşfedilmemiş ideallere, peşine düşülmemiş gerçekliklere, insan-ötesi değerlere, kutsal bilgeliğe ve gerçek ruhaniyet erişimine ulaşmaya çalışmaktadır. Gerçek din bunların hepsini gerçekleştirmektedir; bu dinlerin dışında kalan tüm diğer inanışlar bu isme layık değildir. Sizler, ebedi bir Tanrı’ya dair yüce ve göksel bir ideale sahip olmadan içten bir ruhsal dine sahip olamazsınız. Böyle bir Tanrısız bir din, bir insan yaratımı, ölü ussal inanışlardan meydana gelen bir insan kurumu ve anlamsız duygusal törenlerdir. Bir din, adanmış olduğu nesneyi büyük bir ideal olarak sunabilir. Ancak, gerçek-dışı olan bu türden idealler erişilebilir nitelikte değillerdir; bu türden bir kavramsallaşma aldatıcıdır. Yalnızca insanın erişebileceği nitelikteki idealler, ebedi Tanrı’nın ruhsal gerçekliği içinde bulunan sonsuz değerlere ait kutsal gerçekliklerdir.
160:5.6 (1781.2) Tanrı’ya dair ideal değil Tanrı’ya dair düşünce olarak, Tanrı kelimesi, bir din ne kadar çocuksu ve yanlış olursa olsun, herhangi bir dinin bir parçası haline gelebilir. Ve, Tanrı’ya dair bu düşünce, ona sahip olanlar tarafından kendilerinin arzu ettikleri her türlü bütünlüğe kavuşabilir. Daha alt düzeydeki dinler Tanrı’ya ait düşüncelerine, insan kalbinin doğal düzeyi ile uyumlu hale gelecek bir biçimde şekil vermektedirler; daha yüksek düzeydeki dinler, insan kalbinin gerçek dinin ideallerinin sahip olduğu taleplere uyumlu hale gelecek bir biçimde değişmesini gerekli kılarlar.
160:5.7 (1781.3) İsa’nın dini; yalnızca, Babasını sonsuz gerçekliğin ideali olarak sunması bakımından değil, evrenin ebedi merkezine ait değerlerin bu kutsal kaynağına gerçekten ve kişisel olarak yeryüzü üzerinde cennetin krallığına girmeyi tercih eden her fani yaratılmış tarafından gerçek ve kişisel olarak erişilebilecek oluşunu olumlayıcı bir biçimde duyurması, ve böylece Tanrı ile evlatlığı ve insan ile kardeşliği kabul edişi tanıması bakımından, bizlerin ibadete dair sahip oldukları tüm eski kavramsallaşmalarımızı aşan bir nitelikte bulunmaktadır. Bu, takdir ederim ki, dünyanın şimdiye kadar bildiği dine dair en yüksek kavramsallaşmadır; ve, ben, bu müjde gerçekliklerin sonsuzluğunu, değerlerin kutsallığını ve kâinatsal erişimlerin ebediyetini içine aldığı için daha yüksek bir kavramsallaşmanın hiçbir zaman ortaya çıkamayacağını duyuruyorum. Bu türden bir kavramsallaşma, yüce ve nihai olana dair idealizm deneyiminin erişimini oluşturmaktadır.
160:5.8 (1781.4) Ben, yalnızca, Üstününüze ait olan bu dinin kusursuzlaşmış haldeki idealleri karşısında etkilenmedim; aynı zamanda, ruhaniyet gerçekliklerine ait bu ideallerin erişilebilir olduğuna dair onun duyurusuna inancımı duyuracak kadar kudretli bir biçimde duygulandım; sizlerin ve benim, Cennetin kapılarına olan nihai varışlarımızın kesinliğine dair onun güvencesi ile birlikte bu uzun ve ebedi serüvene girebileceğimize. Benim kardeşlerim, ben bir inananım, ben yola çıkmış haldeyim; ben bu ebedi girişim içerisinde sizlerle birlikte aynı yoldayım. Üstün kendisinin Baba’dan geldiğini söylemektedir; ve, kendisinin bizlere yolu gösterecek oluşunu. Ben onun gerçeği söylediğine bütünüyle ikna oldum. Ben, ebedi ve Kâinatsal Baba’dan ayrı bir halde erişilebilir nitelikte hiçbir gerçeklik idealinin veya kusursuzluk değerinin bulunmadığına nihai olarak kani oldum.
160:5.9 (1781.5) Ben, böylelikle, yalnızca mevcudiyetlere ait Tanrı’ya değil, gelecekteki tüm mevcudiyetlere ait olasılığın Tanrısı’na ibadet etmek için gelmiş bulunmaktayım. Bu nedenle, sizlerin yüce bir ideale dair adanmışlığınız, eğer bu ideal gerçek ise, nesnelerden ve varlıklardan oluşan geçmiş, şimdiki ve gelecek evrenlerinin bu Tanrısına adanmışlık olmak zorundadır. Ve, orada başka bir Tanrı bulunmamaktadır; zira, orada başka herhangi bir Tanrı’nın bulunması mümkün değildir. Tüm diğer tanrılar hayal ürünleri, fani aklın yanılsamaları, yanlış düşüncenin saptırmaları ve yaratanları tarafından kendilerini kandıran putlardır. Evet, sizler, bu Tanrı olmadan bir dine sahip olabilirsiniz; ancak, bu herhangi bir anlam taşımamaktadır. Eğer sizler, Tanrı kelimesini yaşayan Tanrı’nın bu idealine ait gerçeklik ile değiştirmeyi arzulayacak olursanız, yalnızca, kutsal bir gerçeklik olarak, bir idealin yerine bir düşünceyi koyarak kendinizi kandırmış olursunuz. Bu türden inanışlar yalnızca, olmayacak bir hayali bilerek isteyen dinlerdir.
160:5.10 (1782.1) Ben İsa’nın öğretileri içinde dinin en iyi halini görmekteyim. Bu müjde bizleri, gerçek Tanrı’yı aramaya ve onu bulmaya yetkin hale getirmektedir. Ancak, bizler, cennetin krallığına olan bu girişin bedelini ödemeye gönüllü müyüz? Bizler yeniden doğmaya istekli miyiz? Yeniden yapılmaya? Kendimizi yok etmenin ve yeniden inşa etmenin bu korku verici ve zorlayı sürecine maruz kalmaya istekli miyiz? Üstün şunu söylemedi mi: “Her kim yaşamını kurtarmak isterse onu kaybetmelidir. Dinginliği getirmek yerine bir ruh mücadelesini sunmak için geldiğimi düşünün.” Doğrudur, bizler Baba’nın iradesine olan bağlılığımızın bedelini ödedikten sonra, kutsal bir biçimde adanmış yaşamın bu ruhsal yollarında yürümeye devam ettiğimiz müddetçe kesinlikle büyük bir huzura sahip olacağız.
160:5.11 (1782.2) Şimdi bizler; koşulsuz bir biçimde, kutsal gerçekliğin daha yüksek idealizmine ait ruhaniyet dünyaları içindeki gelecek bir yaşamı serüveni deneyiminin içerdiği bilinmeyen ve keşfedilmemiş düzeyin cezp edici çekiciliklerine arayışımızı adarken, mevcudiyetin bilinen düzeyine ait cezp edici çekicilikleri gerçek bir biçimde terk etmekteyiz. Ve, bizler, İsa’nın dinine ait idealizmin gerçekliğine dair bu kavramsallaşmaları vasıtasıyla akran insanlarımıza taşımak için anlama ait simgeleri aramaktayız; ve, bizler, insanlığın tümü bu en yüksek düzeyde olan gerçekliğin ortak öngörüsü karşısında heyecan duyana kadar dua etmekten geri durmayacağız. Tam da şimdi, kalplerimizde duymakta olduğumuz, Baba’ya dair yoğunlaşmış kavramsallaşma Tanrı’nın ruhaniyet olduğunu söylemektedir; akranlarımıza taşıdığımız haliyle ise Tanrı’nın derin sevgi olduğunu.
160:5.12 (1782.3) İsa’nın dini, yaşayan ve ruhsal deneyimi talep etmektedir. Diğer dinler geleneksel inanışlardan, duygusal hislerden, felsefi bilinçlilikten meydana gelebilir; ancak, bunların içinde yalnızca Üstün’ün öğretisi gerçek ruhsal ilerleyişin mevcut düzeylerine olan erişimi gerektirmektedir.
160:5.13 (1782.4) Tanrı gibi olma uyarımının bilincinde olmanın kendisi gerçek din değildir. Tanrı’ya ibadet etme hissinin taşımakta olduğu duygular gerçek din değildir. Benliği terk etmeye ve Tanrı’ya ibadet etmeye olan kararlılığın bilgisi gerçek din değildir. Bu dinin diğer tüm dinlerden daha iyi oluşuna dair nedensellikten kaynağını alan bilgelik, bireysel ve ruhsal bir deneyim olarak din değildir. Gerçek din, tüm içtenliğiyle inanç tarafından kabul edilmiş olan gerçekliğe ve idealizme ek olarak erişimin nihai sonuna ve gerçekliğine atıfta bulunur. Ve, tüm bunların hepsi Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin açığa çıkarılışı tarafından bizler için kişisel hale getirilmek zorundadır.
160:5.14 (1782.5) Ve, böylece, İsa’nın müjdesinin bir inananı haline gelmiş, ırkının en büyüklerinden biri olarak, Yunan filozofunun uzun savı sona ermişti.
Urantia’nın Kitabı
161. Makale
161:0.1 (1783.1) PAZAR günü, M.S. 29’da, Eylül’ün 25’i, havariler ve öğreti-yayıcıları Mecdel ile bir araya geldi. Birliktelikleri ile olan uzunca bir söyleşinden sonra, İsa herkesi, bir sonraki günün erken saatleri kendisi ve on iki havarinin Mişkan şölenine katılmak için Kudüs’ün yolunu tutacak oluşlarını duyurarak şaşırtmıştı. O, öğreti-yayıcılarından Celile’deki inananları ziyaret etmelerini ve kadın birliğinden bir süreliğine Bethsayda’ya geri dönmelerini istemişti.
161:0.2 (1783.2) Kudüs için ayrılma vakti geldiğinde, Nathanyel ve Tomas hala İskenderiyeli Rodan ile olan söyleşilerinin ortasındaydılar; ve, onlar, Mecdel’de birkaç gün daha kalmak için Üstün’ün iznini elde ettiler. Ve, böylece, İsa ve onlu Kudüs’e olan yollarına başlarken, Nathanyel ve Tomas Rodan ile içten bir söyleşiyle katılmıştı. Rodan’ın kendi felsefesini detaylandırarak anlatmış olduğu, bir önceki hafta, Tomas ve Nathanyel krallığın müjdesini Yunanlı filozofa değişmeceli bir biçimde sunmuşlardı. Rodan, İskenderiye’de kendisinin öğretmeni olan Vaftizci Yahya’nın eski havarilerinden bir tanesi tarafından İsa’nın öğretileri içinde oldukça iyi bir eğitim almış olduğunu fark etti.
161:1.1 (1783.3) Orada, Rodan ve iki havarinin aynı şekilde görmediği bir husus bulunmaktaydı ve, bu, Tanrı’nın kişiliğiydi. Rodan Tanrı’nın niteliğine dair kendisine sunulmuş olan her şeyi hazır bir biçimde kabul etmişti; ancak, o, cennet içindeki Baba’nın, insanın kişiliği düşündüğü haliyle bir kişi olmadığını, ve olamayacağını, öne sürmekteydi. Her ne kadar havarileri, Tanrı’nın bir kişi olduğunu ispat etmek için ellerinden gelen gayreti göstermiş olsalar da, Rodan onlardan daha da güçlü bir biçimde Tanrı’nın bir kişi olmadığını ispat etmeye çalışmıştı.
161:1.2 (1783.4) Rodan; kişiliğin gerçekliğini, duygudaş anlayışa yetkin kişiler olarak, eşit düzeydeki varlıklar arasındaki bütüncül ve ortak iletişimin ortak mevcudiyetinden aldığını savunmaktaydı. Rodan şunu söylemişti: “Bir kişi olabilmesi için, Tanrı’nın, kendisi ile iletişime geçecekler tarafından kendisinin bütünüyle anlaşılmasını yetkin kılacak ruhaniyet iletişiminin simgelerine sahip olmak zorundadır. Ancak, Tanrı, tüm diğer varlıkların Yaratanı olarak, sonsuz ve ebedi olduğu için, eşitliğin varlıkları düşünüldüğünde, Tanrı’nın evrende yalnız bir konumda bulunduğu sonucu çıkmaktadır. Orada kendisine eşit hiçbir kimse bulunmamaktadır; orada, bir eşit olarak kendisinin iletişimde bulunabileceği hiç kimse bulunmamaktadır. Tanrı, gerçekten de, kişiliğin tümünün kaynağı olabilir; ancak, böyleyken bile o kişiliğin ötesindedir, tıpkı Yaratan’ın yaratılmışın üstünde ve ötesinde olduğu gibi.”
161:1.3 (1783.5) Bu anlaşmazlık Tomas ve Nathanyel’i fazlasıyla rahatsız etmiş olup, onlar İsa’dan yardımlarına gelmesini talep etmişti; ancak, Üstün, konuşmalarının arasına girmeyi reddetmişti. Ama O Tomas’a şunu söylemişti: “Baba’nın sonsuz ve ebedi doğasının ideali ile ruhsal bir biçimde tanıştığınız müddetçe ona dair hangi düşünceye sahip oluşunuzun çok az önemi bulunmaktadır.”
161:1.4 (1784.1) Tomas, Tanrı’nın insan ile iletişimde bulunduğunu ve bu nedenle Baba’nın, Rodan’ın tanımı içinde bile, bir kişi olduğunu savunmuştu. Bunu Yunanlı, Tanrı’nın kendisini kişisel olarak açığa çıkarmayışı nedeniyle reddetmişti; kendisinin tamamiyle bir gizemli bir bilinmez oluşu. Bunun sonrasında Nathanyel, Tanrı ile olan kendi kişisel deneyimine başvurmuştu; ve, Rodan, kendisinin de yakın bir süre içerisinde benzer deneyimlerde bulunmuş olduğunu olumlar halde, bunu kabul etmişti; ancak, bu deneyimlerin, yalnızca Tanrı’nın gerçekliğini ispat ettiğini, onun kişiliğini ispat etmediğini savunmuştu.
161:1.5 (1784.2) Pazartesi akşamı Tomas amacından vazgeçmişti. Ancak, Salı gecesi, Nathanyel, Baba’nın kişiliğine inanmada Rodan’ı kazanmış olup, o Yunanlı’nın görüşleri içerisindeki bu değişikliği, nedenselliğin şu takip eden aşamaları ile gerçekleştirmişti:
161:1.6 (1784.3) 1. Cennet içindeki Baba; Ebedi Evlat ve Sonsuz Ruhaniyet olarak — kendisine bütünüyle eşit ve tamamiyle kendisi gibi olan en azından iki diğer varlık ile eşit düzeydeki iletişimi memnuniyetle deneyimlemektedir. Kutsal Üçleme’nin inanç-savı bakımından, Yunanlı, Kâinatsal Baba’nın kişilik olasılığını kabul etmek durumunda kalmıştı. (On iki havarinin akıllarda Kutsal Üçleme’nin gelişmiş kavramsallaşmasına götüren, bu söyleşiler üzerine gerçekleşmiş daha sonraki düşünceler olmuştu. Tabii ki, İsa’nın Ebedi Evlat olduğu yaygın inanıştı.)
161:1.7 (1784.4) 2. İsa Baba ile eşit düzeyde olduğu için, ve bu Evlat yeryüzü çocuklarına olan kişilik dışavurumunu elde etmiş bulunduğu için, bu türden bir olgu; gerçekliğin kanıtını ve, Baş Tanrıların üçü tarafından da kişiliğin iyeliğine ait olasılığın bu türden sergilenişini oluşturmuş olup, Tanrı’nın insan ile iletişimde bulunabilme yetisine ve insanın Tanrı ile iletişime geçebilme olasılığına dair soruyu sonsuza kadar cevaplandırmış oldu.
161:1.8 (1784.5) 3. İsa’nın, insan ile olan karşılıklı ilişkilemin ve kusursuz iletişimin amacı içinde hareket etmekte olduğu; İsa’nın Tanrı’nın Evladı olduğu. Evlat ve Baba’nın ilişkisinin, iletişimin eşitliğini ve duygudaş anlayışın karşılıklı niteliğini varsaymakta olduğunu; İsa ve Baba’nın bir olduğunu. İsa’nın aynı anda hem Tanrı hem de insan ile anlayış dolu iletişimde bulunduğunu, ve hem Tanrı hem de insan İsa’nın iletişimine ait simgelerin anlamlarını kavradığı için, hem Tanrı’nın hem de insanın, karşılıklı-iletişimin gereklilikleri bakımından kişilik niteliklerine sahip olduğunu. İsa’nın kişiliğinin Tanrı’nın kişiliğini sergilediğini, bu gerçekleşirken de, Tanrı’nın insan içindeki mevcudiyetini sonuçsal olarak ispat ettiğini. Aynı şey ile bağlantısı olan iki şeyin birbirleri ile ilişki içinde bulunduğunu.
161:1.9 (1784.6) 4. Kişiliğin, insan gerçekliğine ve kutsal değerlere dair insanın en yüksek kavramsallaşmasını temsil ettiğine; Tanrı’nın aynı zamanda, kutsal gerçekliğe ve sonsuz değerlere dair insanın en yüksek kavramsallaşmasını temsil ettiğine; bu nedenle, her ne kadar insanın kişiliğe dair sahip olduğu kavramsallaşmanın ve tanımın sonsuz ve ebedi bir biçimde ötesinde niteliğe ait olsa da, yine de her koşulda ve evrensel olarak bir kişilik olduğu biçiminde, kutsal ve sonsuz bir kişilik olması zorunluluğunu.
161:1.10 (1784.7) 5. Tanrı’nın, kişiliğin tümünün Yaratanı ve kişiliğin tümünün nihai sonu olması nedeniyle, bir kişilik olması zorunluluğunu. Öncesinde Rodan, İsa’nın, “Tıpkı cennet içindeki Babanın kusursuz olduğu gibi, kusursuz ol” öğretisinden devasa bir biçimde etkilenmişti.
161:1.11 (1784.8) Rodan bu savunmaları duyduğunda, şunu söylemişti: “İkna oldum. Eğer sen; benim senin kişilik inanışını kabul edişime, insan-ötesi, aşkın, yüce, sonsuz, ebedi, nihai ve kâinatsal gibi daha kapsamlı değerlerden meydana gelen bir anlam topluluğunu eklememe izin vermeye gönüllü olursan, Tanrı’nın bir kişi olduğunu itiraf edeceğim. Ben şimdi; her ne kadar Tanrı’nın sonsuzca bir biçimde bir kişilikten daha da fazlası olması zorunluluğu bulurken, onun bir kişilikten daha azı olamayacağına ikna oldum. Tartışmayı artık gönül rahatlığıyla sonlandırıp, İsa’yı, Baba’nın kişisel açığa çıkarılışı ve mantık, neden ve felsefedeki tüm eksik görünen tartışmaların tamamlayıcısı olarak kabul edebilirim.
161:2.1 (1785.1) Nathanyel ve Tomas öncesinden, Rodan’ın krallığın müjdesine dair görüşlerini o kadar bütüncül bir biçimde onaylamışlardı ki, orada yalnızca düşünülmesi gerek bir konu kalmıştı bu, daha çok kısa zaman öncesinde ancak kamuya açık bir biçimde duyurulmuş bulunan bir inanış-savı olarak, İsa’nın kutsal doğasın ile ilgili öğretiydi. Nathanyel ve Tomas ortak bir biçimde, Üstün’ün kutsal doğasına dair görüşlerini sunmuşlardı ve, şu anlatım, onların öğretisinin özetlenmiş, tekrar düzenlenmiş ve yeniden ifade edilmiş sunumudur:
161:2.2 (1785.2) 1. İsa kutsallığını kabul etmiş olup, bizler kendisine inanmaktayız. Onun hizmeti ile ilgili, bizlerin yalnız, kendisinin İnsan Evladı’na ek olarak Tanrı Evladı oluşuna inanmamız ile anlayabildiğimiz birçok dikkate değer şey yaşanmıştır.
161:2.3 (1785.3) 2. Onun yaşamının bizler ile olan ilişkilemi, insan arkadaşlığının idealine örnek oluşturmaktadır; yalnızca kutsal bir varlık muhtemel bir biçimde bu türden bir insan arkadaşı olabilirdi. O bizlerin şimdiye kadar tanımış olduğu olabilecek en gerçek fedakâr kişidir. O, günahkârların bile arkadaşıdır; o, düşmanlarını derinden sevme cüreti göstermektedir. O bizlere oldukça sadıktır. Her ne kadar bizleri uyarmakta tereddüt etmese de, kendisinin bizleri gerçek anlamıyla derinden sevmesi hepimiz için aşikâr niteliktedir. Kendisini daha iyi tanıdıkça, onu daha fazla derinden seveceksin. Onun şaşmaz sadakati karşısında büyülenirsin. Görevini kavramadaki başarısızlığımızın tüm bu yılları boyunca o, bizlerin sadık bir arkadaşı olagelmiştir. O bizlere hiçbir şekilde içi boş övgülerde bulunmazken, kesinlikle o, hepimize eşit bir sıcaklıkla davranır; o her zaman nazik ve merhamet sahibidir. Bizler mutlu bir cemiyetiz; her şeyi ortak bir biçimde paylaşmaktayız. Bizler, bu türden zorlayıcı koşullar altında tek bir insanın bile suçlamasız bir yaşama sahip olabileceğine inanmamaktayız.
161:2.4 (1785.4) 3. Bizler, hiçbir zaman yanlış yapmadığı için İsa’nın kutsal nitelikte bulunduğunu düşünmekteyiz; o hiçbir hatada bulunmamaktadır. Onun bilgeliği görülmemiş niteliktedir; dindarlığı muhteşemdir. O gün be gün, Baba’nın iradesinin kusursuz uyumluluğu içinde yaşamaktadır. O hiçbir zaman yapmış olduğu yanlış şeylere dair tövbede bulunmamaktadır çünkü Baba’nın yasalarının bir tanesine bile karşı gelmemektedir. O bizler için ve bizlerle birlikte dua etmektedir; ancak, o hiçbir zaman bizlerden kendisi için dua etmemizi istememektedir. Bizler kendisinin tutarlı bir biçimde günahsız olduğuna inanmaktayız. Tek bir insan varlığının bile bu türden bir yaşama sahip olduğunu duyurabileceğine inanmamaktayız. O kusursuz bir yaşamı yaşadığını duyurmakta olup, bizler onun bu gerçekleştirdiğine şahidiz. Bizlerin dindarlığı tövbekârlıktan gelmektedir; ancak, onun ki doğruluktan kaynağını almaktadır. O günahları bağışladığını bile duyurmakta olup, hastalıkları iyileştirmektedir. Bir kişi bile akıl sağlığı yerinde bir halde günahları bağışladığını duyurmayacaktır; o, kutsal bir ayrıcalıktır. Ve, o, kendisi ile olan ilk iletişimde bulunduğumuz andan beri doğruluğu içinde bu şekilde kusursuz bir görünüm sergileyegelmiştir. Bizler şükranlık ve gerçekliğin bilgisi içinde geliştik; ancak, Üstünümüz, en başından beri doğruluğun olgunluğunu sergilemektedir. İyi veya kötü, insanların tümü İsa’nın içinde iyiliğin bu etkenlerini tanımaktadır. Ama yine de, onun dindarlığı hiçbir zaman, müdahale edici veya gösterimsel nitelikte değildir. O hem ağır başlı hem de korkusuzdur. O, kendisinin kutsallığına dair inanışımızı kabul eder görünmektedir. O ya ifade ettiği kişidir, yoksa da dünyanın bu anına kadar tanınagelmiş en büyük ikiyüzlü ve sahtekâr insanıdır. Bizler onun tam da söylediği kişi olduğuna kani olduk.
161:2.5 (1785.5) 4. Onun karakterinin benzersizliği ve duygusal denetiminin kusursuzluğu, bizleri; kendisinin insanlık ve kutsallığın bir bileşimi oluşuna ikna etmektedir. O şaşmaz bir biçimde, insanların ihtiyaç duyduğu bir sahneye karşılık vermektedir; acılar, kendisinin ilgisini çekmede hiçbir zaman başarısız olmaz. Onun merhameti; fiziksel acılar, zihinsel sıkıntılar veya ruhsal kederler karşısında eşit düzeyde harekete geçer. O, akran insanları içinde inancın mevcudiyetini veya şükranlığın başka herhangi bir düzeyini tanımada hızlı olup, bunların takdirinde cömerttir. O oldukça adil ve hakkaniyet gözetir nitelikte olup, aynı zamanda bağışlayıcı ve düşüncelidir. O, insanların ruhsal inadı karşısında büyük üzüntü duyup, gerçekliğin ışığını görmeye razı olduğunda büyük mutluluk duyar.
161:2.6 (1786.1) 5. O, insanların akıllarındaki düşünceleri bilen ve kalplerindeki arzuları anlayan bir görünüme sahiptir. Ve, o her zaman, sıkıntı içindeki ruhaniyetlere anlayış sergilemektedir. O, insani duygularımızın tümüne sahip olur görünmektedir; ancak, onlar kendisinde muhteşem bir biçimde yüceltilmiş haldedir. O, güçlü bir biçimde iyiliği sevmekte ve eşit bir düzeyde günahtan nefret duymaktadır. O, İlahiyat’ın mevcudiyetine dair insan-ötesi bir bilince sahiptir. O, bir insan gibi dua etmekte olup, bir Tanrı gibi hareket etmektedir. O, olacak şeyleri önceden bilir görünüme sahiptir; o şimdiden bile, gelecekteki yüceltilişine olan gizemli bir atıf halinde, ölümü hakkında konuşmaya cüret etmektedir. O iyi kalpli iken, aynı zamanda cesur ve gözü pektir. O hiçbir zaman görevini gerektiği gibi yerine getirmede başarısız olmaz.
161:2.7 (1786.2) 6. Bizler sürekli bir biçimde, onun insan-ötesi bilgisinden etkilenmekteyiz. Üstün’ün kendisinden uzakta neyin yaşanmakta olduğunu bilmediğini gösteren bir yaşanmışlığın gerçekleştiği bir gün bile olmamıştır. O aynı zamanda, kendi birlikteliklerinin sahip olduğu düşünceleri bilen bir görünüm sergilemektedir. O kuşkusuz bir biçimde, göksel kişilikler ile birliktelik içindedir; o sorgulanamaz bir biçimde, hepimizin çok üstünde bulunan ruhsal bir düzlemde yaşamaktadır. Her şeyin, kendisinin benzersiz anlayışına açık halde bulunduğu görünmektedir. O, ifadelerimizi dile getirebilmemiz için bizlere soru sormaktadır, bilgi elde etmek için.
161:2.8 (1786.3) 7. Yakın bir zaman içinde Üstün, kendisinin sahip olduğu insan-ötesi niteliği açık bir biçimde ifade etmede çekince göstermemiştir. Havariler olarak görevlendirilişimizden bu yakın zamana kadar, kendisi bir kez olsun, yukarıdaki Baba’dan gelmiş olduğunu reddetmemiştir. O kutsal bir öğretmenin otoritesiyle konuşmaktadır. Üstün; bugünün dini öğretilerini reddetmekten çekinmemekte, olumlu otorite ile yeni müjdeyi duyurmaktadır. O ne söylediğini bilen, olumlu ve yetki sahibi biridir. Vaftizci Yahya bile, İsa’nın konuştuğunu duyduğu zaman kendisinin Tanrı Evladı olduğunu duyurmuştur. O kendisine tamamiyle yetebilen bir görünüm sergilemektedir. O, kalabalıkların desteği peşine arzulu halde düşmemektedir; o, insanların kendisi ile ilgili görüşlerini önemsememektedir; O cesur olup, buna rağmen gururdan tamamiyle uzaktır.
161:2.9 (1786.4) 8. O sürekli bir biçimde Tanrı’dan, yaptığı her şeyde her daim hazır bir birlikteliği olarak bahsetmektedir. O başlıca, iyi şeyleri yapmak amacıyla hareket etmektedir; zira, Tanrı’nın kendisi içinde olduğu bir görünüm gözlenmektedir. O, eğer kendisi kutsal olmasa tamamiyle saçma kaçacak haldeki ifadeler olarak, kendisi ve yeryüzü üzerindeki görevi hakkında olabilecek en şaşırtıcı söylemlerde bulunmaktadır. O bir seferinde, “İbrahim’den önce ben var haldeydim” ifadesini duyurmuştur. O kesin bir biçimde kutsallığını duyurmuştur; o, Tanrı ile ortaklık içinde bulunduğunu ilan etmiştir. O, cennetsel Baba ile olan içten ilişkilemine dair ifadeleri tekrar etmede dilin tüm olasılıklarını neredeyse tamamen kullanmıştır. O, kendisi ve Baba’nın bir olduğunu öne sürmeye cüret etmektedir. O, kendisini görmüş olan herhangi bir kişinin Baba’yı görmüş olduğunu söylemektedir. Ve, o, tüm bu şaşırtıcı şeyleri inanılmaz bir çocuksu doğallıkla söylemekte ve yapmaktadır. O Baba ile olan ilişkilemine, bizler ile olan ilişkilemine nasıl atıfta bulunuyorsa aynı şekilde bahsetmektedir. O Tanrı hakkında o kadar emin bir görümüm sergilemekte olup, bu ilişkilerden inanılmaz bir mevcudiyetsel kesinlikte bahsetmektedir.
161:2.10 (1786.5) 9. Dua yaşamında o doğrudan bir biçimde Babası ile iletişimde bulunur biçimde görülmektedir. Bizler onun duasının çok azını duymuş bulunmaktayız; ancak, bu çok az sayıdaki dua, kendisinin Tanrı ile, tıpkı yüz yüze görüşürmüş gibi konuştuğuna işaret etmektedir. O, geçmişe ek olarak geleceği bilir görünmektedir. O, yalın bir değişle, insandan daha fazlası bir konumda bulunması, tüm bu niteliklere ait kişi olamaz, bu olağanüstü şeylerin hiçbirini gerçekleştirmezdi. Bizler onun insan olduğunu biliyoruz, bizler bundan eminiz; ancak, bizler, onun aynı zamanda kutsal olduğundan neredeyse eşit bir biçimde eminiz. Bizler onun kutsal olduğuna inanıyoruz. Onun, İnsan Evladı ve Tanrı Evladı olduğuna ikna olmuş haldeyiz.
161:2.11 (1787.1) Nathanyel ve Tomas, Rodan ile gerçekleştirmiş oldukları konuşmalarını tamamladıklarında, aynı hafta Cuma günü ulaşan bir biçimde, akran havarilerine katılmak için Jerusem yoluna bir önce çıkmışlardı. Bu, bu inanların üçünün de yaşamlarında büyük bir deneyim olmuştu; ve, diğer havariler, Nathanyel ve Tomas tarafından bu deneyimlerin yeniden anlatılışından fazlasıyla şey öğrenmişlerdi.
161:2.12 (1787.2) Rodan, Meganta okulunda felsefesini uzunca bir süredir öğretmiş olduğu yer olan, İskenderiye’ye olan geri dönüş yolunu tutmuştu. O, cennetin krallığına ait daha sonraki olaylarda kudretli bir kişi haline gelmişti; o, idamlar doruk noktasında iken, diğerleri ile birlikte yaşamını Yunanistan’da teslim eden bir biçimde, yeryüzü günlerinin sonuna kadar inançlı bir inanan olarak kalmıştı.
161:3.1 (1787.3) Kutsallığın bilinci, vaftizi olayına kadar İsa’nın aklında kademeli bir büyümeydi. Kutsal doğasının, insan-öncesi mevcudiyetinin ve evren ayrıcalıklarının öz bilincine bütünüyle vardıktan sonra, kutsallığına ait insan bilincini çeşitli biçimlerde sınırlama gücüne sahip bir görünüm sergilemiştir. Bizler tarafından görüldüğü kadarıyla; vaftizinden çarmığa gerilişine kadar, yalnızca insan aklına bağlı kalmak veya hem insan ve hem de kutsal akılların her ikisinin de bilgisini kullanmak İsa için tamamiyle tercihsel bir nitelikte bulunmaktaydı. Zaman zaman onun, yalnızca insan usu içinde ikamet eden bilgiye kendisini bağlı kılmayı tercih etmiş olduğu görünmüştür. Başka hususlarda onun, yalnızca kendi kutsal bilincine ait insan-ötesi içeriğin kullanımı tarafından sağlanabilecek olan bilgi ve bilgeliğin inanılmaz bütüncüllüğü ile hareket ettiği görünmüştür.
161:3.2 (1787.4) Bizler, onun benzersiz dışavurumlarını yalnızca, kendisinin irade gösterdiği zamanlarda kutsal bilincini kendi kendine kısıtlayabilme yetisine dair kuramı kabul ederek anlayabilmekteyiz. Bizler, yaşanacaklara dair öncül bilgisini birlikteliklerinden sıklıkla saklamış olduğunu ve bu kişilerin sahip olduğu düşüncelerin ve planların içeriğinden haberdar bulunduğunu bütünüyle bilmekteyiz. Bizler İsa’nın, sahip olduğu takipçilerin, düşüncelerini sezip planlarına erişmeye yetisi bulunduğunu bütünüyle bilmelerini arzu etmemiş olduğunu anlamaktayız. O, havarileri ve takipçilerinin akıllarında barındırıldığı biçimiyle insana dair kavramsallaşmayı haddinden fazla aşmayı arzulamamaktaydı.
161:3.3 (1787.5) Bizler, kutsal bilincini kendi kendisine olan kısıtlayış uygulamasını, önceden bilişini ve düşünce sezişini insan birlikteliklerinden saklama yönetiminden nasıl bütünüyle ayırt edeceğimizi bilmemekteyiz. Bizler, kendisinin bu iki yöntemi de kullanmış olduğuna ikna olmuş haldeyiz; ancak, herhangi özel bir durum içerisinde kendisinin hangi yöntemi kullanmış olduğunu belirtmeye her zaman yetkin halde bulunmamaktayız. Bizler kendisini sürekli olarak, bilincin yalnızca insani içeriği ile hareket etmiş olduğunu gözlemledik; ancak, bir yandan da, kendisinin evrenin göksel birliklerine ait yöneticiler ile görüşmelerde bulunduğunu gördük ve kendisi içinde kutsal aklın kuşku duyulmaz faaliyetini algıladık. Ve, bunlara ek olarak neredeyse sayısız birçok sefer, insan ve kutsal akılların kusursuz olarak görülen birliği tarafından etkinleştirilir haldeki, insan ve Tanrı’nın bu birleşik kişiliğinin işlevine şahit olduk. Bu, bu türden olgulara dair bizlerin bilgisinin sahip olduğu sınırdır; bizler gerçekten de, bu gizem hakkındaki bütüncül gerçekliğin bilgisine mevcut bir biçimde sahip bulunmamaktayız.
Urantia’nın Kitabı
162. Makale
162:0.1 (1788.1) İSA on havari ile birlikte Kudüs için yola çıktığında, daha kısa güzergâh olarak, Samarya boyunca gitmeyi tasarlamıştı. Bunun uyarınca, onlar, gölün doğu kıyısı boyunca güneye doğru hareket etmiş olup, Scythopolis üzerinden, Samarya sınırlarına girmişlerdi. Karanlık çöküşüne yakın, İsa Filip ve Matta’yı, kafile için kalacak yeri sağlamaları amacıyla Gilboa Dağı’nın doğu yamaçları üzerindeki bir kasabaya gönderdi. Gel gör ki, bu kasaba sakinleri, ortalama Samirilerden daha bile fazla olan bir biçimde, Musevilere karşı fazlasıyla önyargılı haldeydi; ve, bu hisler, Musevilerden çoğu mişkan şölenleri için yollara düşmüş oldukları için tam da bu zaman zarfı içinde yoğunlaşmış haldeydi. Bu insanlar İsa hakkında çok az şey bilmekteydi; ve, onlar, İsa ve birlikteliklerinin Musevi olmaları nedeniyle onun konaklama istediğini reddetmişti. Matta ve Filip kızgınlıklarını gösterdiklerinde ve bu Samirileri İsrail’in Kutsal Biri’ni ağırlamayı reddetmiş olduklarını bilgilendirdiklerinde, aşırı biçimde sinirlenmiş kasaba sakinlerini kendilerini sopa ve taşlarla kasabadan dışarıya kovalamışlardı.
162:0.2 (1788.2) Filip ve Matta akranlarına geri dönüp, kasabadan nasıl dışarı atıldıklarını bildirdiklerinde, Yakub ve Yahya İsa’ya çıkıp, şunu söyledi: “Üstün, bizler senden, bu saygısız ve tövbe bilmez Samirileri yok etmek için gökten ateş indirmeyi arzu etmemize izin vermeni rica ediyoruz.” Ancak, İsa, intikamın bu sözlerini duyduğunda, Zübeyde çocuklarına dönüp, onları ciddi bir biçimde tersledi: “Sizler, takındığınız tutumdan habersizsiniz. İntikam cennetin krallığına ait olamaz. Tartışmak yerine, Ürdün geçidi yakınındaki küçük kasabaya hareket edelim.” Böylece, mezhepsel önyargı nedeniyle bu Samiriler, bir evrenin Yaratan Evladı’na misafirperverlikte bulunma onurunu kendilerine reddetmiş oldular.
162:0.3 (1788.3) İsa ve onlu, geceyi geçirmek için Ürdün geçidi yakınındaki kasabada durmuşlardı. Ertesi gün erken vakitlerde nehri geçip, Bethani’ye Çarşamba akşamının geç vakitlerinde ulaşan bir biçimde, doğu Ürdün anayolu üzerinden Kudüs için yollarına devam etmişlerdi. Tomas ve Nathanyel, Rodan ile olan görüşmeleri nedeniyle varışları ertelenmiş olarak, Cuma günü varmışlardı.
162:0.4 (1788.4) İsa ve on ikili, yaklaşık dört buçuk hafta olarak, ertesi ayın (Ekim’in) sonuna kadar Kudüs’ün çevresinde kalmaya devam etmişlerdi. İsa kendi başına şehre yalnızca birkaç sefer gitmişti; ve, bu kısa ziyaretler, mişkan şölenleri günlerinde gerçekleşmişti. İsa, Ekim’in büyük bir kısmını Beytüllahim’de Abner ve onun birliktelikleri ile geçirmişti.
162:1.1 (1788.5) Celile’den kaçışlarından uzunca bir süre önce, İsa’nın takipçileri kendisinden güçlüce bir biçimde, iletisinin Musevi kültür ve öğrenim merkezinde duyurulma itibarına sahip olması için, krallığın müjdesini duyurmak amacıyla Kudüs’e gitmesini rica etmişti; ancak, bu aşamada Kudüs’e öğretmek için mevcut bir biçimde gelmiş olması nedeniyle, bu kişiler onun yaşamından endişe etmekteydi. Sanhedrin heyetinin İsa’yı Kudüs’e yargılamayı amaçlamak için getirmek istediğini bilir ve Üstün’ün, ölüme maruz kalma zorunluluğuna dair yakın zaman içerisinde tekrarlamış olduğu duyuruları hatırlar bir biçimde, havariler öncesinde, İsa’nın mişkan törenlerine olan ani katılma kararı karşısında şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmez konuma düşmüşlerdi. Öncesinde, onların kendisine gerçekleştirmiş olduğu Kudüs’e gitmesinin güçlü ricalarının tümüne, “Vaktim henüz gelmedi” biçiminde cevap vermişti. Bu aşamada, onların korkularından kaynaklanan itirazlarına sadece, “Ancak vaktim geldi” biçiminde cevap vermişti.
162:1.2 (1789.1) Mişkan törenleri boyunca İsa, birkaç sefer cüretkâr biçimde Kudüs’e gitmiş olup, kamuya açık bir biçimde mabette öğretisinde bulunmuştu. O bunu, havarilerin kendisini vazgeçirme çabalarına rağmen gerçekleştirmişti. Her ne kadar onlar, uzunca bir süre boyunca kendisinden Kudüs’de iletisini duyurmasını güçlü bir biçimde talep etmiş olmalarına rağmen, onlar bu aşamada, kâtipler ve Ferisiler’in kendisinin ölümünü getirmede kararlı olduklarını bütünüyle bilen bir biçimde, şehre bu zaman zarfında girmesini görmekten korku duymuşlardı.
162:1.3 (1789.2) İsa’nın Kudüs’deki cüretkâr bir biçimde ortaya çıkışı, takipçilerini her zamankinden daha çok şaşırtmıştı. Öncesinde takipçilerinin çoğu, ve Yudas İskaryot bile, kendisinin Musevi önderleri ve Hirodes Antipa’dan korktuğu için Fenike’ye alelacele kaçmış olduğunu düşünmeye cüret etmişlerdi. Onlar, Üstün’ün hareketlerinin taşımış olduğu önemi kavramada başarısız olmuşlardı. Takipçilerinin tavsiyesine bile karşı çıkan bir biçimde, onun mişkan şölenindeki mevcudiyeti, korku ve korkaklığa dair tüm fısıltılara sonsuza kadar bir son vermeye yetmişti.
162:1.4 (1789.3) Mişkan şöleni boyunca, Roma İmparatorluğu’nun her bir köşesinden gelmekte olan binlerce inanan kendisinin öğretisini duymuştu; ve, hatta birçokları, evlerinin bulunduğu bölgelerde krallığın ilerleyişi ile ilgili kendisiyle görüşmek için şehirden ayrılıp Bethani’ye hareket etmişlerdi.
162:1.5 (1789.4) İsa’nın, şölen günleri boyunca kamuya açık bir biçimde mabet bahçelerinde duyuruda bulunmasının birçok nedeni bulunmaktaydı ve, bunların başında geleni, kendi aralarında gizli bir görüş ayrılığının bir sonucu olarak Sanhedrin görevlilerinin üzerine gelmiş olan korkuydu. Sanhedrin’in birçok üyesinin ya gizli bir biçimde İsa’ya inanmakta oluşu veya geride kalanlarının, bu kadar geniş sayıda insan Kudüs’de iken, şölen boyunca kendisini tutuklamayı kararlı bir biçimde istememeleri bir gerçekti; kalabalıkların büyük bir çoğunluğu ya kendisine inanmakta ya da en azından onun sunmuş olduğu ruhsal harekete sıcak bakmaktaydı.
162:1.6 (1789.5) Öncesinde, Yudea boyunca Abner ve birlikteliklerinin çabaları aynı zamanda; İsa’nın düşmanlarının, karşıtlıklarında aşırı bir biçimde açık sözlü olmaya cüret edemedikleri bir düzeyde, krallığa elverişli bakan eğilimi pekiştirmiş haldeydi. Bu, İsa’nın Kudüs’ü kamuya açık bir şekilde ziyaret edişinin ve gidene kadar burada ikamet edişinin nedenlerinden bir tanesiydi. Bundan bir veya iki ay önce o kesin bir biçimde öldürülürdü.
162:1.7 (1789.6) Ancak, İsa’nın Kudüs’de kamuya açık bir biçimde görünüşünün içerdiği gözü kara cüretkârlık düşmanlarını dehşet içine düşürmüştü; onlar, bu türden cesur bir karşılık için hazırlanmamışlardı. Bu ay boyunca birkaç kez Sanhedrin, Üstün’ü tutukluk altına almak için nafile çabalarda bulunmuştu; ancak, bu çabalardan hiçbir şey çıkmamıştı. Onun düşmanları İsa’nın Kudüs’deki beklenmeyen kamu görünüşü tarafından o kadar şaşkına dönmüşlerdi ki, kendisine Romalı yöneticiler tarafından korunma sözünün verilmiş olduğunu düşünmüşlerdi. Filip’in (Hirodes Antipa’nın kardeşinin) neredeyse İsa’nın bir takipçisi olduğunu bilen bir biçimde, Sanhedrin’in üyeleri; öncesinde Filip’in, düşmanlarına karşı İsa için koruma sözleri vermiş olduğu tahminlerinde bulunmuşlardı. Onun Kudüs’de bu ani gerçekleşmiş ve cüretkâr ortaya çıkışının Roma yöneticileri ile olan gizli bir anlaşmasının sonucu olduğuna dair inanışlarında yanılmış olduklarını nihayeten fark ettiklerinde, İsa buradan çoktan ayrılmıştı.
162:1.8 (1789.7) Mecdel’den ayrıldıklarında, İsa’nın mişkan şölenine katılma arzusunda olduğunu yalnızca on iki havari bilmekteydi. Üstün’ün diğer takipçileri, o mabet bahçelerinde ortaya çıktığında ve kamuya açık bir şekilde öğretide bulunmaya başladığında fazlasıyla şaşkınlık içerisine düşmüşlerdi; ve, Musevi makamları, İsa’nın mabette öğretide bulunduğu bildirildiğinde, tarif edilemeyecek düzeyde şaşırmışlardı.
162:1.9 (1790.1) Her ne kadar takipçileri İsa’nın şölene katılacak oluşunu beklememiş olsa da, öncesinde kendisini duymuş olan çok uzaklardan gelen kutsal yolcuların çok geniş bir çoğunluğu, kendisini Kudüs’de görebilme umuduna sahip olmuşlardı. Ve, onlar hayal kırıklığına uğramamışlardı birkaç sefer İsa, Solomon’un avlusunda ve mabet bahçesinin başka yerlerinde öğretide bulunmuştu. Bu öğretiler gerçekten de, Musevi insanlarına ve tüm dünyaya İsa’nın kutsallığının resmi veya herkese dönük bir biçimde doğrudan duyurusuydu.
162:1.10 (1790.2) Üstün’ün öğretilerini dinlemiş olan kalabalıklar görüşlerinde bölünmüş haldelerdi. Bazıları onun iyi bir adam olduğunu söylüyordu; bazıları onun bir tanrı-elçisi olduğunu; bazıları, onun gerçekten Mesih olduğunu; diğerleri, onun kötü niyetli bir sorun çıkarıcı olduğunu söylüyordu, tuhaf inanç-savları ile insanları doğru yoldan ayırmakta olduğunu. İsa’nın düşmanları, onun dostane inananlarından korku duydukları için açık bir biçimde kendisini kötülemekten çekince göstermişlerdi; bunun karşısında ise, İsa’nın arkadaşları, Sanhedrin’in kendisini ölüme göndermeye kararlı olduğunu bilen bir biçimde, Musevi önderlerinden korku duydukları için ona herkese açık bir biçimde onay vermekten korku duymaktaydı. Ancak, onun düşmanları bile, kendisinin haham okulları içinde eğitilmemiş olduğunu bilen bir biçimde, İsa’nın öğretisi karşısında hayretler içerisinde kalmışlardı.
162:1.11 (1790.3) İsa ne zaman Kudüs’e gittiyse, havarileri dehşet içine düşmüştü. Onlar, gün be gün kendisinin, yeryüzü üzerindeki görevinin doğasına dair artan bir şekilde gerçekleşen cüretkâr duyuruşunu dinlerken, daha da korku duyar hale gelmişlerdi. Onlar, arkadaşları arasında duyuruda bulunurken bile, İsa’nın bu türden açık ifadelerde ve bu türden hayretler verici kendinden emin sözleri söylemesine alışık değillerdi.
162:2.1 (1790.4) İsa’nın mabette öğretimde bulunmuş olduğu ilk öğleden sonrası, yeni müjdenin özgürlüğünü ve iyi haberlere inananların neşesini tasvir etmekte olan sözlerini dinler halde oturan dikkate değer düzeyde bir kafile içinde, meraklı bir dinleyici, şunu soran bir biçimde, onun lafını bölmüştü: “Öğretmen, bana senin hahamların öğretiminden geçmemiş olduğun söylenirken, sen nasıl olurda bu kadar Yazıtlar’a atıfta bulunmakta ve insanlara bu düzeyde akıcı bir biçimde öğretimde bulunmaktasınız?” İsa şu cevabı verdi: “Hiçbir insan, sizlere duyurduğum gerçeklerin hiçbirini bana öğretmedi. Ve, bu öğreti benim değil, beni gönderen, O’nundur. Eğer herhangi bir kişi gerçekten Babam’ın iradesini yerine getirme arzusu duyarsa, o kesin bir biçimde, benim Tanrı adına mı yoksa kendimin adına mı konuşmakta olduğuma dair, öğretimin doğasını kesin bir biçimde bilecektir. Kendisi için konuşan kişi kendi ihtişamını arzulamaktadır; ancak, ben Baba’nın kelimelerini duyurduğumda, bu sözler aracılığı ile beni göndermiş olanın ihtişamını arzulamaktayım. Ancak, yeni ışığa girmeyi demenizden önce, hâlihazırda sahip olduğunuzu takip etmeniz daha doğru olmaz mı? Musa sizlere kanunu verdi, gel gör ki, kaçınız dürüst bir biçimde onun taleplerini yerine getiriyor? Musa şu ifade de, sizlerden şunu talep ediyor: ‘Öldürmeyeceksiniz;’ bu emre rağmen sizlerden bazıları İnsan Evladı’nı öldürmeyi arzuluyor.”
162:2.2 (1790.5) Kalabalık bu sözleri duyduğunda, kendi içinde bir tartışmaya tutuldu. Bazıları kendisinin deli olduğunu söyledi; bazıları bir şeytan olduğunu. Diğerleri ise, bu kişinin, kâtiplerin ve Ferisiler’in uzunca bir süredir öldürmeyi amaçladıkları Celileli tanrı-elçisinin tam da kendisini olduğunu söyledi. Bazıları, dini yöneticilerin kendisine kötü davranmaktan korku duyduğunu söylemişti; diğerleri, bu yöneticilerin kendisine, onun inananları haline geldiği için el sürmediklerini düşünmüştü. Dikkate değer uzunluktaki tartışmadan sonra, kalabalıktan biri öne çıkıp, İsa’ya şunu sormuştu: “Neden yöneticiler seni öldürmeyi amaçlıyor?” Ve, O: “Yöneticiler beni; bu öğretmenlerin ne pahasına olsun korumaya kararlı bulundukları, törenlerden meydana gelen resmi bir dinin insanların üzerine yük geleneklerinden onları özgürleştiren bir müjde olarak, krallığın iyi haberlerine dair öğretime karşı geldikleri için öldürmek istiyorlar. Onlar Şabat gününe dair kanun uyarınca ruhsal bir biçimde arınıyorlar, ancak, beni, bir seferinde hastalığın esareti altında bulunan bir kişiyi Şabat günü özgürleştirdiğim için öldürmek istiyorlar. Onlar Şabat günü beni gözetlemek için takip ediyorlar; ancak, beni, bir diğer sefer ciddi durumdaki birini Şabat günü iyileştirdim diye öldürmek istiyorlar. Onlar beni; eğer sizler dürüst bir biçimde öğretime inanırsanız ve onu kabul etmeye cüret ederseniz, gelenekseller dinlerinden meydana gelen sistemlerinin, sonsuza kadar yok olacağı biçimde, yıkılacağını oldukça iyi bildiklerinden öldürmeyi istemekteler. Böylece onlar, yaşamlarını adamış oldukları şey üzerindeki otoritelerinden mahrum kalacakları için, Tanrı’nın krallığına ait bu yeni ve daha fazla ihtişama sahip müjdeyi kabul etmeyi kararlı bir biçimde reddediyorlar. Ve, şimdi ben her birinize sormak istiyorum: Dışsal görünüşlere göre değil, bu öğretilerin taşımakta olduğu gerçek ruhaniyetle yargıda bulunun; doğruyu amaçlayan bir şekilde yargılayın.”
162:2.3 (1791.1) Bunun sonrasında, bir soru sahibi şunu söylemişti: “Evet, öğretmen, bizler Mesih’i beklemekteyiz; ancak, o geldiğinde, bizler onun görünüşünün gizem içinde olacağını biliyoruz. Bizler senin nereden geldiğini biliyoruz. Sen, en başından beri kardeşlerimiz arasındaydın. Kurtarıcı, Davud’un krallık tahtını eski haline getirmek için başa gelecek. Sen gerçekten de Mesih olduğunu mu duyuruyorsun?” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Sen, beni tanıdığını ve nereden geldiğimi bildiğini söylemektesin. Umut ederim senin ifadelerin doğrudur; zira, o zaman gerçekten de sen, bu bilgi içinde cömert yaşamı bulacaksın. Ancak, ben sizlere, kendim için gelmediğimi duyuruyorum; ben, Baba tarafından gönderildim; ve, beni gönderen kişi gerçek ve dosdoğrudur. Beni duymayı reddederek sizler, beni göndermiş Olanı kabul etmeyi reddetmektesiniz. Sizler, eğer bu müjdeyi alacak olursanız, beni göndermiş Olanı bilir hale geleceksiniz. Ben Babayı biliyorum; zira, ben Baba’dan, sizlere duyurmak ve sizler için açığa çıkarmak için geliyorum.”
162:2.4 (1791.2) Kâtiplerin hafiyeleri onu yakalamayı istemişlerdi; ancak, onlar kalabalıktan korku duymaktaydı, zira onların birçoğu kendisine inanmaktaydı. Vaftizinden beri İsa’nın emekleri, Musevilerin tümü için oldukça bilinir hale gelmişti; ve, bunlar tekrar düşündüklerinde onlar kendi aralarında: “Her ne kadar bu öğretmen Celile’den gelmiş olsa da, ve her ne kadar Mesih’e dair beklentilerimizin hepsini karşılamasa da, merak ediyoruz, Mesih gerçekten geldiğinde, gerçekte, bu Nasıralı İsa’nın hâlihazırda yapmış olduklarından daha da fazla büyüleyici bir şey mi yapacak.”
162:2.5 (1791.3) Ferisiler ve onların hafiyeleri insanların bu şekilde konuştuklarını duyduklarında, öncelerine danışıp, mabet bahçelerinde İsa’nın kamuya açık bu ortaya çıkışlarına derhal bir son vermek için bir şeyin yapılması gerektiğine karar vermişlerdi. Musevilerin önderleri, genel olarak, Roma yöneticilerin kendisine dokunulmazlık vermiş olduğuna inanan bir biçimde, İsa ile yaşanacak bir çatışmadan kaçınma eğilimi içindeydiler. Aksi bir biçimde onlar, onun Kudüs’e bu zaman zarfında gelişindeki cüretkârlığını açıklayamamaktaydılar; ancak, Sanhedrin görevlileri, bu söylentiye bütünüyle inanmamıştı. Onlar, Roma yöneticilerinin bu türden bir şeyi gizlice ve Musevi dininin en yüksek yönetim biriminin bilgisi olmayan yapmayacağını düşünmüşlerdi.
162:2.6 (1791.4) Bunun uyarınca, Sanhedrin’in yerinde sorumlusu olan, Eber, iki yardımcısı ile birlikte İsa’yı tutuklamak için gönderilmişti. Eber İsa’ya vardığında, Üstün şunu söylemişti: “Bana yaklaşmaktan korkma. Benim öğretimi dinlerken daha da yakınıma gel. Ben, senin beni tutuklamak için gönderilmiş olduğunu biliyorum; ancak, sen, vakti gelene kadar İnsan Evladı’nın başına hiçbir şeyin gelmeyecek oluşunu anlamalısın. Senin aklın bana karşı henüz değil; sen yalnızca üstlerinin emrini yerine getirmek için gelmiş bulunmaktasın; ve, Musevilerin bu yöneticileri bile, gerçekten de, gizlice benim yok olmamı arzularken Tanrı’nın hizmetini yerine getiriyor olduklarını düşünmekteler.
162:2.7 (1792.1) “Ben hiçbirinizin kötü niyetli olmadığını kabul ediyorum. Baba sizleri derinden seviyor; ve, bu nedenle, ben sizlerin, önyargının esaretinden ve geleneğin karanlığından kurtulmanızı arzu ediyorum. Ben sizlere, yaşamın özgürlüğünü ve kurtuluşun neşesini sunuyorum. Ben sizlere, kötülükten kurtuluş ve günahın esaretini kırış olarak, yeni ve yaşayan yolu duyuruyorum. Ben, sizler yaşama sahip olabilesiniz, ve bunu ebedi bir biçimde gerçekleştirebilesiniz diye geldim. Sizler, benden ve benim rahatsızlık verici öğretilerimden kurtulmayı arzu ediyorsunuz. Keşke sizler, benim sizlerle çok kısa bir süre boyunca beraber olacağımın farkına bir kez olsun varsanız! Çok kısa bir süre içinde ben, bu dünyaya beni göndermiş Olan’a gideceğim. Ve, bunun sonrasında, sizlerden çoğu kararlı bir biçimde beni arayacak ama nerede olduğumu keşfedemeyecek; zira, yakın bir süre içinde gidecek olduğum yere sizler gelemezsiniz. Ancak, beni bulmayı gerçek bir biçimde arzu edecek olanların tümü, er ya da geç, Babamın mevcudiyetine götüren yaşama erişecek.”
162:2.8 (1792.2) Alaycılardan bazıları kendi aralarında şunu söylemişti: “Bizlerin kendisini bulamayacağı bu kişi de nereye gidecek? O, Yunanlılar arasında yaşamaya mı gidecek? O kendisini mi yok edecek? Yakın bir zaman içinde bizlerden ayrılacağını ve bizlerin kendisinin gitmiş olduğu yere gidemeyeceğimizi duyurduğunda da ne demek istiyor?”
162:2.9 (1792.3) Eber ve yardımcıları İsa’yı tutuklamayı reddetmişlerdi; onlar buluşma yerlerine kendisi olmadan geri dönmüşlerdi. Baş din-adamları ve Ferisiler bu nedenle, İsa’yı kendileri ile birlikte getirmemiş olmaları nedeniyle Eber ve yardımcılarını azarladıklarında, Eber yalnızca şu cevabı vermişti: “Bizler, birçokları kendisine inandığı için kalabalık ortasında kendisini tutuklamaktan korktuk. Bunun yanı sıra, bizler daha öncesinde hiçbir zaman, bu adam gibi konuşan bir kişiyi duymadık. Bu öğretmene dair olağanın dışında bir şey var. Hepiniz, onu duymak için oraya kadar gitmekle iyi edersiniz.” Ve, baş yöneticiler bu sözleri duyduklarında, onlar hayretler içerisine düşmüş olup, Eber’e hakaret eden bir biçimde şunu söylemişlerdi: “Sen de mi yoldan saptın? Bu aldatıcı kişiye inanmak mı üzeresin? Eğitimlilerimizden veya yöneticilerimizden herhangi birinin ona inandığını duydun mu? Kâtiplerden veya Ferisilerden herhangi birinin onun zeki öğretileri tarafından aldanmış olduğunu? Nasıl olur da sen, ne kanunları ne de peygamberi bilir bu bilgisiz kalabalıkların davranışından etkilenirsin? Bu türden eğitimsiz insanların lanetlenmiş olduğunu bilmiyor musun?” Ve, bunların sonrasında Eber cevap olarak: “Öyle olsa bile, üstünlerim, bu kişi kalabalıklara bağışlama ve ümit sözlerini söylüyor. O, hayal kırıklığına uğramışlara neşe veriyor; ve, onun sözleri, bizlerin ruhlarına bile teselli verdi. Yazıtların Mesihi olmasa bile bu öğretilerde ne yanlış olabilir? Ve, böyle olsa bile bizlerin kanunu hakkaniyeti gerektirmemekte midir? Bir kişiyi, kendisini duymadan önce kınayacak mıyız?” Ve, Sanhedrin’in başı Eber’e oldukça sinirlenmişti, ve kendisine dönüp şunu söyledi: “Sen aklını mı yitirdin? Galiba sen de Celile’den gelmektesin? Yazıtları aç, bırak Mesih’i, Celile’den bir tanrı-elçisinin bile gelmediğini göreceksin.”
162:2.10 (1792.4) Sanhedrin kafa karışıklığı içinde dağılmış olup, İsa gece için Bethani’ye çekilmişti.
162:3.1 (1792.5) Kudüs’e olan bu ziyareti içinde İsa, karşısına suçlayıcıları ve düşmanları tarafından getirilmiş olan kötü itibara sahip bir kadın ile ilgilenmişti. Sizlerin bu yaşanılmışlığa dair bozulmaya uğramış kaydı, bu kadının İsa’nın karşısına kâtipler ve Ferisiler tarafından çıkarılmış olduğunu ve Museviler’in bu dini önderlerinin kendilerinin ahlaksızlıktan suçlu bulunduklarını ima eden bir biçimde İsa’nın kendileriyle yüzleştiğini öne sürmektedir. İsa; her ne kadar kâtipler ve Ferisiler, geleneğe olan sadakatleri nedeniyle ruhsal bir biçimde gözleri görmez ve ussal bir biçimde önyargılı olsalar da, kendilerinin, bu günün ve neslin sahip olduğu en doğru ahlaka sahip insanlar arasında geldiğini oldukça iyi bilmekteydi.
162:3.2 (1793.1) Gerçekte yaşanılmış olan şey şuydu: Şölenin üçüncü sabahı, erken vakitlerde İsa mabede yaklaşırken, kendileri ile birlikte bir kadını sürüklemekte olan Sanhedrin’in tutulmuş hafiyelerinden meydana gelen bir topluluk ile karşılaştı. Onlar yaklaşırken, temsilcileri şunu söylemişti: “Üstün, bu kadın zinada yakalandı — tam da suç üzerinde. Şimdi, Musa’nın yasası bizlerin böyle bir kadını taşlamamızı emrediyor. Onunla neyin yapılacağına dair görüşün nedir?”
162:3.3 (1793.2) Kanuna karşı gelmiş itirafçının taşlanmasını gerektiren Musa’nın yasasını desteklediği takdirde, bir Roma yüksek mahkemesinin onayı olmadan ölüm cezası verme hakkını Museviler’e yasaklamış olan Roma yöneticileri ile kendisini sıkıntıya düşürmek İsa’nın düşmanlarının tasarımıydı. Kadının taşlanmasını yasakladığı takdirde, onlar kendisini Sanhedrin heyeti önünde, Musa ve Musevi kanununun üzerinde kendisini konumlandırmakla suçlayacaklardı. Sessiz kaldığı takdirde ise, onlar kendisini korkaklık ile suçlayacaklardı. Ancak, Üstün bu durumu öyle bir biçimde idare etmişti ki, kumpasın tamamı kendi kirli ağırlığı altında parçalara ayrıldı.
162:3.4 (1793.3) Bir zamanlar güzel olan, bu kadın, gençliği boyunca İsa’ya sorun çıkarmış bir adam olarak, Nasıra’nın alt düzeydeki bir vatandaşının eşiydi. Bu kadın ile evlenmiş olarak, bu adam, olabilecek en utanmaz biçimde, eşinin zorlayarak onun bedeni üzerinden ticaretle yaşamlarını sağlamaya çalışmıştı. O, mali kazanç için eşi fiziksel alımlarını satabilsin diye Kudüs’deki şölene çıkmıştı. O, ticarete dönüşmüş günahı içinde eşini bu şekilde sergilemek için Musevi yöneticileri ile kira anlaşmasına girmişti. Ve, böylece, kadın ve onunla birlikte olan kişi, tutuklanması hususunda kendisine karşı kullanılabilecek bir ifadeye İsa’yı zorlayarak onu tuzağa düşürme amacı ile, yasaya karşı gelmiş halde ortaya çıkmışlardı.
162:3.5 (1793.4) Kalabalığa bakar halde, İsa, kadının eşinin diğerleri arkasında beklediğini görmüştü. İsa, bu kişinin nasıl biri olduğunu bilmekte olup, onun utanç verici anlaşmanın bir tarafı olduğunu sezmişti. İsa ilk olarak bu ahlaktan yoksun eşin durduğu yerin çevresinde yürümüş olup, kumun üzerine bu kişinin aceleyle ayrılmasına neden olan bir kaç kelime yazmıştı. Bunun sonrasında, o, kadının karşısına geçip, yere yine, onu birazdan suçlayacak olanların yararına bir şeyler yazmıştı ve, bu kişiler İsa’nın kelimelerini okuduğunda, onlar da birer birer dağılmışlardı. Ve, Üstün, kuma üçüncü kez yazı yazdığında, kötülük içindeki kadının dostu da orayı terk etmişti olup, böylece, yazısını bitirip ayağa kalktığında, karşısında tek başına durmakta olan kadına bakışlarını dikti. İsa: “Kadın, seni suçlayanlar da nerede? Seni taşlayacak bir kişi bile kalmadı mı?” Ve, gözlerini kaldıran bir biçimde, kadın, “Hiç kimse, Koruyucu” şeklinde cevapladı.” Ve, bunun sonrasında İsa: “Ben seni biliyorum; ne de seni kınıyorum. Yoluna sağlıcakla git.” Ve, Hildana ismindeki bu kadın, ahlaksız eşini terk edip, isteyerek krallığın takipçileri arasına katıldı.
162:4.1 (1793.5) İspanya’dan Hindistan’a olarak, bilinen dünyanın tümünden gelen insanların mevcudiyeti mişkan şölenini İsa için, Kudüs’de duyurusunu ilk kez kamuya açık bir biçimde bütüncül olarak gerçekleştirmesi için ideal bir durum yaratmıştı. Bu şölende insanlar vakitlerinin büyük bir kısmını, yeşil çardaklar olarak, açık havada geçirmekteydi. Bu; serin sonbahar aylarında gerçekleştiği için, kış sonundaki Hamursuz’a veya yaz başındaki Hamsin Yortusu’na kıyasla dünya Musevileri tarafından daha genel olarak katılmaktaki, hasat arifesi ve hasat kaldırılış buluşmasının şöleniydi. Havariler en sonunda Üstünleri’ni; tamı tamına olduğu gibi, tüm dünyanın gözü önünde yeryüzü üzerindeki görevini cesur bir biçimde duyururken görmüşlerdi.
162:4.2 (1794.1) Bu şölenlerin şöleniydi çünkü herhangi bir şölende kurban verilen şey burada kurban verilemezdi. Bu, tapınağa bağışlanılan şeylerinin kabulünün yaşandığı etkinlikti; dini ibadetin oldukça ciddi bir biçimde gerçekleştirilen törenleri ile tatil arzularının bir bileşimiydi. Bu dönem kurban verilen şeyler ile birlikte ırksal neşenin, tekrarlanan Levisel nakaratlarının ve din-adamlarının gümüş borazanlarının oldukça ciddiyetle yerine getirilen güçlü seslerinin bir vaktiydi. Gece vakti, mabedin görkemli görünüşü ve onun kutsal-yolcu kalabalıkları mabet bahçeleri çevresinde duran sayısız meşalenin parıltısına ek olarak kadınların bahçesinde oldukça parlak bir biçimde yanmakta olan devasa mumlar ile apaçık bir şekilde aydınlatılmaktaydı. Bütün bir şehir, bu şölen havası ve ibadetsel görünüş ile iç karartıcı bir tezatlık oluşturan biçimde tepe durur haldeki, Antonya Roma Kalesi dışında çok canlı bir biçimde süslenmekteydi. Ve, Museviler nasıl da, Roma boyunduruğunu kendilerine bu şekilde sürekli hatırlatmakta olan şeyden nefret etmekteydi!
162:4.3 (1794.2) Yetmiş boğa, yetmiş milletin inançsızlığının simgesi olarak, şölen boyunca kurban edilmişti. Suyun akıtılma töreni, kutsal ruhaniyetin bahşedilişini temsil etmekteydi. Suyla geçen bu törenden sonra, din-adamları ve Levilerin gündoğumu geçitleri gerçekleşmekteydi. İbadette bulunanlar İsrail bahçesinden çıkarak kadınların bahçesine doğru merdivenden inerlerken, gümüş borazanlardan birbirlerini takip eden yüksek sesler gelmekteydi. Ve, bunun sonrasında, inanç sahipleri, Musevi-olmayanların bahçesine açılmakta olan, Güzel Kapı’ya doğru yürümekteydi. Burada onlar bedenlerini batıya doğru çevirmekte, nakaratlarını tekrarlamakta ve simgesel su için gerçekleşen yürüyüşlerine devam etmekteydi.
162:4.4 (1794.3) Şölenin son gününde, neredeyse dört yüz elli din-adamı aynı sayıdaki Levi akranları ile birlikte ayinleri yönetmekteydi. Günün ağırmış olduğu vakit; her biri sağ elinde mersin, söğüt ve palmiye dallarından meydana gelen bir demeti, sol ellerinde ise, limon veya diğer bir değişle “yasaklı meyve” olarak — cennet elmasının bir dalını taşıyan bir biçimde şehrin her bir tarafından bir araya gelmekteydi. Bu kutsal yolcular, bu öncül sabah töreni için üç topluluğa ayrılmaktaydı. Bir topluluk, sabah kurbanlarına katılmak için mabette kalmakta; diğeri, kurbanlık sunağının süslenişi için söğüt dalları kesmek amacıyla Maza yakınlarına gitmek için Kudüs’den güneye iner halde topluca yürümekte; üçüncü topluluk ise, borazanların sesi ile birlikte Ofel’den çeşme kapısının bulunduğu Şiloam’a akan simgesel suyu taşıyacak altın sürahiyi eline alan su din-adamı arkasında, mabetten ayrılmak için yürüyüş toplulukları oluşturmaktaydı. Altın sürahi Şiloam havuzunun suyu ile doldurulduktan sonra, geçit halindeki kafile su kapısı yolundan geçerek doğrudan bir biçimde, suyu tutmaktaki din-adamına içecekleri sunmak için şarabı taşıyan din-adamının katıldığı yer olan din-adamlarının bahçesine ilerlemekteydi. Bu iki din-adamı daha sonra, sunağın tabanına giden gümüş hunilere geçip, buraya sürahilerinin içindekileri boşaltırlardı. Şarap ve suyu boşaltmanın bu âdetinin uygulanışı, Leviler ile değişmeceli bir biçimde, 113’den 118’e kadar (118’in dâhil olduğu biçimde) Zeburları tekrarlamaya başlamaları için bir araya gelmiş kutsal-yolculara işaretti. Ve, onlar bu nakaratları tekrar ederlerken, sunakta demetlerini sallarlardı. Bunun sonrasında; beşinci mısra ile başlayan bir biçimde, seksen ikinci Zebur olarak şölenin son günü için okunan metin halinde, günün Zebur’unun tekrar edilişi ile birlikte gün için verilen kurbanlara geçilirdi.
162:5.1 (1794.4) Şölenin son gününün bir önceki akşamı, etraf şamdanların ve meşalelerin ışıkları ile parlak bir biçimde aydınlandığında, İsa, bir araya toplanmış olan kalabalığın ortasında önce çıkıp, şunu söyledi:
162:5.2 (1795.1) “Ben, yaşamın ışığıyım. Beni takip eden kişi karanlıkta yürümeyecektir; o, yaşamın ışığına sahip olacaktır. Beni mahkemeye çıkarmaya cüret edip, yargıçlarım olarak oturma sorumluluğunu üstlenir halde sizler, şayet ben kendi kendimin şahidi olursam, şahitliğimin geçerli olmayacağını duyurmaktasınız. Ancak, yaratılmış hiçbir zaman Yaratan’ı karşısına alıp yargılayamaz. Ben kendi kendimin şahidi olsam bile, benim şahitliğim sonsuza kadar gerçektir; zira, ben, kendimin nereden geldiğini, kim olduğumu ve nereye gittiğimi biliyorum. Sizler; nereden gelmiş olduğumu, kim olduğumu veya nereye gideceğimi bilmeden İnsan Evladı’nı öldürmek istemektesiniz. Sizler yalnızca, bedenin görüntüleri ile yargılamaktasınız; ruhaniyete ait gerçeklikleri algılamamaktasınız. Ben kimseyi yargılamamaktayım, baş düşmanımı bile. Ancak, eğer ben yargılamayı tercih edersem, benim yargım gerçek ve doğru olacaktır; zira, ben, kendi başıma değil, beni dünyaya gönderen ve her gerçek yargının kaynağı olan Baba ile birlikte olarak yargılamaktayım. Sizler, iki güvenilir kişinin şahitliğinin bile kabul edilebileceğine izin vermektesiniz — peki, o zaman ben, bu gerçeklere şahitlik etmekteyim ve cennet içindeki Babam da onlara şahitlik etmekte. Ve, ben sizlere bunu bir önceki gün söylediğimde, karanlığınız içinde sizlere bana, ‘Baban nerde?’ diye sordunuz. Gerçekten de, sizler ne beni ne de Babamı bilmiyorsunuz; zira, sizler eğer beni bilmiş olsaydınız, aynı zamanda Baba’yı da bilmiş olurdunuz.
162:5.3 (1795.2) “Ben hâlihazırda sizlere, ayrılacağımı ve sizlerin benim ardıma düşeceğinizi ve beni bulamayacağınızı söyledim; zira, benim gitmekte olduğum yere sizler gelemezsiniz. Bu ışığı reddedecek olanlar yerin altındadır; ben yerin üstündeyim. Karanlıkta oturmayı tercih eden sizler bu dünyaya aitsiniz; ben, bu dünyaya ait değilim ve ben ışıkların Babası’na ait ebedi ışık içinde yaşamaktayım. Hepiniz benim kim olduğumu öğrenmeye dair bolca olanağa sahipsiniz; ancak, sizler hala, İnsan Evladı’nın kimliğini onaylayacak başka kanıtlara sahip olmak istiyorsunuz. Ben yaşamın ışığıyım; ve, kasıtlı ve her şeyin farkında olarak bu kurtarıcı ışığı reddeden herkes günahları içinde ölecektir. Sizlere ben bilmeniz gereken her şeyi söyledim; ancak, sizler, sözlerimi almaya yetkin değilsiniz. Buna rağmen, beni göndermiş olan gerçek ve dosdoğrudur; Babam hata yapan çocuklarını bile derinden sevmektedir. Ve, Babamın söylemiş olduğu şeylerin tümü ben de dünyaya duyurmaktayım.
162:5.4 (1795.3) “İnsan Evladı yukarı kaldırıldığında, o zaman hepiniz benim gerçekte bu kişinin kendisi olduğumu ve kendi başıma hiçbir şeyi gerçekleştirmediğimi, yalnızca Baba’nın bana öğretmiş olduğu şeyi yaptığımı bileceksiniz. Ben bu sözleri sizlere ve sizlerin çocuklarına söylüyorum. Ve, beni göndermiş olan şu an da bile benimle birliktedir; o beni yalnız bırakmamıştır, zira ben her zaman onun gözüne hoş gelen şeyleri yapmaktayım.”
162:5.5 (1795.4) İsa mabet bahçelerinde kutsal-yolculara bu şekilde öğretimde bulunduğunda, birçok kişi kendisine inanmıştı. Ve, hiç kimse ona el sürmeye cüret edememişti.
162:6.1 (1795.5) Büyük şölen günü olarak, son gün, Şiloam havuzundan gelen geçit kafilesi mabet bahçeleri boyunca ilerlerken, ve din-adamları tarafından su ve şarabın sunak üzerinde boşaltılmasından kısa bir süre sonra, kutsal-yolcular arasında durur halde, İsa, şunu söyledi: “Eğer herhangi bir kişi susuzluk çekerse, bırakınız bu kişi bana gelsin ve ihtiyacını gidersin. Yukarıdaki Baba’dan ben bu dünyaya yaşam suyunu getirmekteyim. Bana inanan kişi, bu suyu temsil eden ruhaniyet ile dolacaktır; zira, Yazıtlar bile, ‘Ondan yaşayan suların nehirleri akacak,’ demiştir. İnsan Evladı yeryüzü üzerindeki emeklerini tamamladığında, bedenin tümü üzerine canlı Gerçekliğin Ruhaniyeti boşaltılacaktır. Bu ruhaniyeti almış olanlar hiçbir zaman ruhsal açlığı bilmeyeceklerdir.”
162:6.2 (1795.6) İsa, bu sözleri söylemek için ayini bölmemişti. O ibadet edenlere bunları, sunak önünde demetlerin sallanması ile söylenen hızlı Zebur nakaratı olarak, Hallel’in söylenmesinden hemen sonra ifade etmişti. Tam da burada, kurbanlar hazırlanırken, bir ara yaşanmıştı ve, bu zaman zarfında, kutsal-yolcular, Üstün’ün, ruhaniyet-susuzluğu çekmekte olan her bir ruha yaşayan suyu veren kişi oluşunu duyurduğu büyüleyici sesi duymuştu.
162:6.3 (1796.1) Bu öncül sabah ayininin sonunda, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, kalabalıklara öğretimde bulunmaya devam etmişti; “Yazıtlarda şunu okumadınız mı: ‘Bakın, suların kuru yere boşaltılması ve kurak toprağa serpilmesi gibi, kutsanması için çocuklarınıza, hatta çocuklarınızın çocuklarına, kutsallığın ruhaniyetini vereceğim’? Törensel hizmetin kırık sürahilerinden boşaltılır halde, insanlara ait gelenekler ile ruhlarınızın susuzluğunu gidermeyi arzularken, ruhaniyetin hizmeti için neden susuzluk çekesiniz ki? Bu mabette gerçekleşir halde görmüş olduğunuz şeyler, babalarınızın, inanç çocukları üzerine kutsal ruhaniyetin bahşedilişinin simgelemesini arzu ettiği yoldur; ve, sizler, bu güne kadar bile uzanır halde, bu simgeleri devam ettirmede oldukça başarılı oldunuz. Ancak, vakit, bu nesle Evladı’nın bahşedilmesi vasıtasıyla ruhaniyetlerin Babası’nın açığa çıkarılışına gelmiştir; ve, tüm bunların hepsini kesin bir biçimde, insan çocuklarının üzerine Baba ve Evlat’ın ruhaniyetinin bahşedilişi izleyecektir. İnanca sahip olan her bir kişi için, ruhaniyetin bu bahşedilişi, yeryüzü üzerindeki cennetin krallığı içinde yaşamın gerçek sularına ve buradaki Baba’nın Cenneti’ne olan bir biçimde, sonsuza kadar sürecek olan yaşama götüren gerçek öğretmen haline gelecektir.”
162:6.4 (1796.2) Ve, İsa, hem kalabalıkların hem de Ferisilerin sorularına cevap verişini sürdürmüştü. Bazıları kendisinin bir peygamber olduğunu düşünmekteydi; bazıları onun Mesih olduğuna inanmaktaydı diğerleri ise, kendisinin Celile’den gelmekte olduğunu ve Mesih’in Davud’un tahtını yeniden kurmak zorunda oluşunu gören bir biçimde, Kutsanmış olamayacağını söylemişti.
162:7.1 (1796.3) Şölenin son gününün öğleden sonrası, ve havariler, Kudüs’den kaçmak için kendisini ikna etme çabalarında başarısız olduktan sonra, İsa tekrar mabede öğretmek için gitmişti. Solomon’un avlusunda bir araya gelmiş inananlardan oluşmuş bir kafileyi bulmuş halde onlara, şunları söyleyen bir biçimde, konuşmuştu:
162:7.2 (1796.4) “Eğer benim sözlerim sizlerde kalmaya devam ederse ve sizler Babamın iradesini yerine getirmeyi başlıca amacınız haline getirirseniz, o zaman sizler gerçekten de benim takipçilerim haline gelirsiniz. Sizler gerçeği bilen hale gelir, gerçek de sizleri özgür kılan hale getirir. Ben sizlerin bana nasıl cevap vereceğinizi biliyorum: Bizler İbrahim’in çocuklarıyız, ve bizlerin kimsenin esareti altında değiliz; nasıl olur da bizler özgür hale getiriliriz? Böyle olsa bile, ben, başkasının yönetimine olan dışsal taabiyetten bahsetmemekteyim; ben, ruhun özgürlüklerine atıfta bulunmaktayım. Gerçekten de, gerçekten de sizlere söylüyorum ki, günah işleyen herkes, günahın esir kölesi halindedir. Ve, sizler, esir kölenin sonsuza kadar üstünün evinde kalamayacağını biliyorsunuz. Sizler aynı zamanda, evladın babanın evinde kesin bir biçimde kalacağını bilmektesiniz. Hal böyleyken, şayet, Evlat sizleri özgür hale getirecekse, sizleri kendi evlatları haline getirecekse, sizler gerçekten de özgür hale geleceksiniz.
162:7.3 (1796.5) “Ben sizlerin İbrahim’in tohumu olduğunuzu biliyorum; ancak, sizlerin önderleriniz, benim sözümün kendi kalpleri içinde dönüştürücü etkiye sahip olmasına izin vermedikleri için beni öldürmeyi amaçlamaktadır. Onların ruhları önyargılarıyla kapalı, intikamın guruyla gözleri görmez haldedir. Ben sizlere, ebedi Baba’nın bana göstermiş olduğu gerçekliği duyurmaktayım; bunun karşısında, bu aldanmış öğretmenler, yalnızca zamansal babalarından öğrenmiş oldukları şeyleri yerine getirme arzusu duymaktadırlar. Ve, İbrahim’in sizlerin babası olduğu cevabını verdiğinizde, ben sizlere; eğer sizler İbrahim’in çocukları olsaydınız, İbrahim’in yaptıklarını yapardınız cevabını veririm. Sizlerden bazıları benim öğretime inanmaktadır; ancak, diğerleri, Tanrı’dan almış olduğum gerçeği sizlere söylediğim için beni yok etmeyi arzulamaktadır. Ancak, İbrahim, Tanrı’nın gerçekliğine böyle davranmamıştı. Ben, aranızdan bazılarının kötü olanın yaptıklarını yapmaya kararlı olduğunuzu görüyorum. Eğer Tanrı sizlerin Babası olsaydı, sizler beni bilip, açığa çıkardığım gerçeği derinden severdiniz. Sizler, bu emekleri kendimden yerine getirmediğimi, Tanrı tarafından gönderilmiş olduğumu, Baba’dan geldiğimi görmeyecek misiniz? Nasıl olur da sözlerimi anlamazsınız? Kötülüğün çocukları haline gelmeyi seçtiğiniz için mi? Eğer sizler karanlığın çocuklarıysanız, açığa çıkarmakta olduğum gerçekliğin ruhaniyetinde neredeyse hiçbir bir biçimde yürüyemeyeceksiniz. Kötülüğün çocukları yalnızca, aldatıcı olmuş ve kendisinde hiçbir gerçeklik olmadığı için gerçek hiçbir şeyi savunmamış biri olarak, babalarının yolarında ilerlerler. Ancak, şimdi, gerçekliği söyler ve onu yaşar halde, İnsan Evladı gelmekte olup, birçoğunuz ona inanmayı reddetmektesiniz.
162:7.4 (1797.1) “Söyleyin, hanginiz beni günah işlemekten suçlu buluyor? Eğer öyle değilse, ben Baba tarafından bana gösterilmiş olan gerçekliği duyuruyor ve onu yaşıyorsam, neden bana inanmıyorsunuz? Tanrı’ya ait olan kişi, Tanrı’nın sözlerini mutlulukla duymaktadır; böyle olduğu için birçoğunuz benim sözlerimi duymuyorsunuz, çünkü Tanrı’ya ait halde değilsiniz. Öğretmenleriniz, emeklerimi kötülüklerin prensinin gücü ile yerine getirdiğimi söyleme cüreti bile göstermiştir. Yakındaki biri daha yeni, içimde bir ecinninin olduğunu ve şeytanın bir çocuğu olduğumu söylemiştir. Ancak, kendi ruhlarınız ile dürüstçe bir biçimde ilişki içerisinde bulunan hepiniz, benim bir şeytan olmadığımı bütünüyle bilmektedir. Sizler, sizler beni onursuzlaştıracakken bile benim Babama hak ettiği onuru vermekte olduğumu biliyorsunuz. Ben kendi ihtişamımı aramamaktayım; yalnızca Cennet Babamın ihtişamını aramaktayım. Ve, ben sizleri yargılamamaktayım; zira, orada, benim için yargılayan biri bulunmaktadır.
162:7.5 (1797.2) “Gerçekten de, gerçekten de müjdeye inanmakta olanlara söylüyorum ki, eğer bir kişi gerçekliğin bu sözünü kalbinde canlı tutacak olursa, o hiçbir zaman ölümü tatmayacaktır. Ve, şimdi, benim yanı başımda bulunan bir kâtip, İbrahim’in ve aynı zamanda diğer tanrı-elçilerinin ölü olduğunu gören bir biçimde, bu ifademin içinde bir ecinni olduğunu ispat ettiğini söylemekte. Ve, o şu soruyu sormakta: ‘Burada durmaya ve her kim sözünü tutmazsa öleceğini söylemeye cüret etmekle, İbrahim ve tanrı-elçilerinden çok daha büyük mü oluyorsun? Bu türden Tanrı’ya karşı geliş cümlelerini söylemeye cüret etmekle de kim olduğunu söylüyorsun?’ Ve, ben her zaman size, eğer ben kendimi yüceltiyorsam ihtişamımın hiçbir değeri yoktur diyorum. Ancak, beni yüceltecek olan kişi Baba’dır, sizlerin Tanrı olarak adlandırdığı tam da aynı Baba. Ancak, sizler, bunun sizin Tanrınız ve benim Babam olduğunu bilmede başarısız oldunuz; ve, ben, sizleri bir araya getirmek için geldim; sizlere gerçekten de nasıl Tanrı’nın evlatları olacağınızı göstermek için. Her ne kadar sizler Baba’yı tanımasanız da, ben gerçekten onu bilmekteyim. İbrahim bile benim dönemimi görmekten mutluluk duydu; ve, kendisi onu inançla gördü, ve ondan hoşnut kaldı.”
162:7.6 (1797.3) Bu zaman zarfında bir araya toplanmış haldeki inanmayan Museviler ve Sanhedrin hafiyeleri bu kelimeleri duyduklarında, onlar, şöyle bağıran bir biçimde, büyük bir kargaşa çıkardılar: “Sen elli yaşında bile değilsin; yine de İbrahim’i görmekten bahsetmektesin; sen şeytanın bir çocuğusun!” İsa konuşmasına devam edemedi. O, ayrılırken yalnızca şunu söylemişti: “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, İbrahim’den önce ben vardım.” İnanmayanlardan çoğu kendisine fırlatmak için taşlara doğru koşmuş olup, Sanhedrin hafiyeleri kendisini tutuklamayı amaçlamıştı ancak, Üstün hızlıca mabet koridorlarının yolunu tutunmuş olup, Marta, Meryem ve Lazarus’un kendisini beklemekte oldukları Bethani yakınlarındaki gizli bir buluşma yerine kaçmıştı.
162:8.1 (1797.4) Öncesinden, havariler etrafa küçük topluluklar halinde dağılırken, İsa’nın Lazarus ve onun kız kardeşleri ile birlikte bir arkadaşın evinde konaklaması ayarlanmıştı bu önlemler, Musevi makamları tekrar onu tutuklama planlarında cüretkâr oldukları için alınmaktaydı.
162:8.2 (1797.5) Yıllar boyunca, İsa her ne zaman fırsat olup kendilerini ziyaret ettiğinde bu üçlünün her şeylerini bırakıp, onun öğretilerini dinlemesi onların âdeti haline gelmişti. Ebeveynlerini kaybetmekle birlikte, Marta ev yaşamının sorumluluklarını üstlenmişti; ve, bu böylece bu sefer, Lazarus ve Meryem İsa’nın dizinin dibinde canlandırıcı öğretiyi dinler halde otururlarken, Marta akşam yemeğini hazırlamaktaydı. Marta’nın birçok sayıda gereksiz görevler ile ilgisinin dağılışı ve aslında çok da önemli olmayan birçok tasaya kendisini tamamiyle meşgul etmesi belirtilmelidir; bunun onun eğilimi olduğu.
162:8.3 (1798.1) Marta varsayılan tüm bu sorumluluklar ile kendisini meşgul kılarken, Meryem’in kendisine hiçbir biçimde yardım etmeyişi nedeniyle rahatsız olmuştu. Bu nedenle İsa’ya gidip, şunu söylemişti: “Üstün, tüm bu hizmetleri yapmada kardeşimin beni yalnız başına bırakmış olmasını önemsemiyor musun? Onun buraya gelmesini ve bana yardım etmesini emretmeyecek misin?” İsa: “Marta, Marta, neden bu kadar şeyi kendine dert ediyorsun, ve bu kadar küçük şeyden rahatsız oluyorsun? Yalnızca tek bir şey gerçekten değerlidir; ve, Meryem bu iyi ve gerekli kısmı tercih etmiş olduğundan, ben onu kendisinden almamalıyım. Ancak, her ikiniz de ne zaman benim sizlere öğretmiş olduğum biçimde yaşayacaksınız: her ikiniz de işbirliği içinde hizmet ederek ve her ikiniz de bir bütün halinde ruhlarınızı canlandırarak? Her şeyin bir zamanı olduğunu öğrenemeyecek misiniz — yaşamın küçük hususlarının cennetsel krallığın büyük hususlarından sonra geldiğini?”
162:9.1 (1798.2) Mişkan şölenini takip eden hafta boyunca, inananların büyük bir çoğunluğu Bethani’de bir araya gelmiş ve on iki havariden eğitim almışlardı. Sanhedrin, İsa burada mevcut bulunmadığından bu toplanmaları rahatsız etmek için hiçbir çaba göstermemişti; o bu zaman zarfı boyunca Beytüllahim’de, Abner ve onun birliktelikleri ile çalışır haldeydi. Şölenin kapanışını takip eden gün, İsa Bethani için ayrılmıştı ve, o, Kudüs’e olan bu ziyaret boyunca bir daha mabette öğretimde bulunmamıştı.
162:9.2 (1798.3) Bu zaman zarfında Abner, Beytüllahimi kendi karargâhı haline getirmekteydi; ve, bu merkezden birçok çalışan, Yudea ve güney Samarya’nın şehirlerine, ve hatta İskenderiye bile, gönderilmişti. Varışının bir kaç günü içinde, İsa ve Abner, bu iki havari topluluğunun çalışmasını bir araya getirmek için gerekli olan düzenlemeleri tamamlamışlardı.
162:9.3 (1798.4) Mişkan şölenlerine olan ziyareti boyunca İsa zamanını, Bethani ve Beytüllahim arasında iki eşit parçaya bölmüştü. Bethani’de o, kendi havarileri ile dikkate değer düzeyde zaman harcamıştı Beytüllahim’de, eğitiminin çoğunu Abner ve Yahya’nın diğer eski havarilerine vermişti. Ve, bu yakın ilişki nihai bir biçimde, onların kendisine inanmasına götürmüştü. Vaftizci Yahya’nın bu eski havarileri, Beytüllahim’de onun özel eğitimi ile kendilerinin deneyimlemiş oldukları duygudaş anlayışa ek olarak Kudüs’deki onun kamu öğretisinde sergilediği cesaretten etkilenmişlerdi. Bu etkiler nihai bir biçimde ve bütüncül olarak, krallığın içten bir kabulüne ve bu adımın içerdiği her şeyi içine alan yöne götüren bir biçimde Abner’in her bir birlikteliğini kazanmıştı.
162:9.4 (1798.5) Beytüllahim’den son kez ayrılmadan önce, Üstün, beden içindeki yeryüzü sürecinin sona ermesinden önce birleşmiş çabalarında hepsinin kendisine katılması için düzenlemelerde bulundu. Abner ve birlikteliklerinin yakın bir süre içinde Mecdel Parkı’nda kendilerine katılması üzerinde anlaşılmıştı.
162:9.5 (1798.6) Bu anlayış uyarınca, Kasım’ın başlarında Abner ve onun on bir akranı, İsa ve on ikili ile kaderlerini birleştirmiş olup, tek bir örgütleniş olarak çarmıhın vaktine kadar onlarla birlikte emek vermişlerdi.
162:9.6 (1798.7) Ekimin sonlarında, İsa ve on ikili Kudüs’ün sınırlarından çekilmişti. Pazar günü, Ekim’in 30’u, İsa ve birliktelikleri, birkaç günlüğüne yalnız istirahat ettikleri yer olan Efrahim şehrinden ayrılmış olup, Çarşamba günü, Kasım’ın 2’si, geç öğleden sonrası vakitlerinde ulaşan bir biçimde doğrudan Mecdel Parkı için batı Ürdün yolunu tutmuşlardı.
162:9.7 (1799.1) Havariler, Üstün’ün dostane topraklara geri dönmesi nedeniyle fazlasıyla rahatlamışlardı bir daha onlar kendisinden güçlü bir biçimde, krallığın duyurusunda bulunmak için Kudüs’e çıkmasını istememişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
163. Makale
163:0.1 (1800.1) KUDÜS’den Mecdel’e İsa’nın ve on ikilinin geri dönüşünden birkaç gün sonra, Abner ve yaklaşık olarak elli kişiden meydana gelmiş bir takipçi topluluğu Beytüllahim’den ulaşmıştı. Bu zaman zarfında orada aynı zamanda; öğreti-yayıcıları birliği, kadınlar birliği ve Filistin’in her bir köşesinden gelmekte olan yaklaşık yüz elli kişilik gerçek ve sınanmış başka takipçi Mecdel Kampı’nda bir araya gelmişti. Kampın ziyareti ve yeniden düzenlenişi için birkaç gün ayırdıktan sonra, İsa ve on ikili, inananlardan meydana gelen bu özel topluluk için yoğun bir eğitim süreci hazırlamışlardı ve, Üstün daha sonra, bu oldukça iyi eğitilmiş ve deneyim sahibi takipçi topluluğu içinden yetmiş öğretmeni seçmiş olup, onları krallığın müjdesini duyurmak için göndermişti. Bu olağan eğitim Cuma günü, Kasım’ın 4’ü, başlamış olup, Şabat’a, Kasım’ın 19’una, kadar devam etmişti.
163:0.2 (1800.2) İsa, her sabah bu kafileye bir konuşma vermişti. Petrus, kamu duyurusunun yöntemlerini öğretmişti; Nathanyel, onları öğretme sanatında eğitmişti; Tomas, sorulara nasıl cevap verilmesi gerektiğini açıklamıştı bunlar gerçekleşirken, Matta, topluluklarının mali işleyişlerinin örgütlenişini yönetmişti. Diğer havariler de, özel deneyimleri ve doğal yetileri uyarınca bu eğitime katılmışlardı.
163:1.1 (1800.3) Yetmişli, Mecdel Kampı’nda Şabat öğleden sonrası, Kasım’ın 19’u, İsa tarafından görevlendirilmişti; ve, Abner, bu müjde duyurucuları ve öğretmenlerinin başına getirilmişti. Yetmişlinin bu birliği; Abner ve Yahya’nın on eski havarisinden, öncül öğreti-yayıcılarının elli birinden ve krallığın hizmetinde öne çıkmış sekiz diğer takipçiden meydana gelmişti.
163:1.2 (1800.4) Bu Şabat öğleden sonrası öğleden sonra iki suları, yağmur fırtınaları arasında, Davud’un ve onun dört yüzden fazla kişiden meydana gelen iletici birliğinin büyük bir kısmının varmasıyla sayıları artmış halde, inanların bir kafilesi, yetmişlinin görevlendirilişine şahit olmak için Celile gölünün kıyısında toplanmıştı.
163:1.3 (1800.5) İsa, müjde ileticileri olarak kendilerini ayırmak için ellerini yetmişlinin başlarına koymadan önce, onlara hitap eder halde, şunları söylemişti: “Hasat gerçekten de boldur; ancak, emek verenler azdır; bu nedenle, güçlü bir biçimde ben hepinizden, hasadın Koruyucusu’nun kendi hasadı için sizlere daha da başka emekçileri göndermesi için dua etmenizi istiyorum. Ben birazdan sizleri krallığın ileticileri olarak ayıracağım; ben birazdan sizleri Musevilere ve gentilelilere, kuzuları kurtlara gönderirmiş gibi göndereceğim. İkişerli halde, sizler kendi yollarınıza giderken, ben sizlerden ne bir sepet ne de ilave bir giysi taşımanızı emrediyorum; zira, çıkmakta olduğunuz ilk görev yalnızca kısa bir süreliğine gerçekleşecektir. Yolunuzun dışında kimseye selam vermeyin; yalnızca kendi işinizde olun. Her ne zaman bir evde kalacak olursanız, ilk önce şunu söyleyin: Bu ev ahalisi huzur içinde olsun. Eğer barışı derinden sevenler burada yaşamaktaysa, burada kalmaya devam edin; eğer onlar burada değillerse, oradan ayrılın. Ve, bu evi seçmiş olarak, önünüze ne serilmişse onu yiyip içen bir biçimde, bu şehirde o evde kalaya devam edin. Ve, sizler bunu, emekçi yiyeceğini hak ettiği için yerine getireceksiniz. Daha iyi bir konukluk sunulabilir diye bir evden diğerine taşınmayın. Hatırlayın, yeryüzünde barışı ve insanlar arasında iyi niyeti duyurmaya giderken, sert ve aldanmış düşmanlar ile karşı karşıya gelmek durumundasınız; bu nedenle, yılanlar gibi bilge olurken, güvercinler kadar zararsız olun.
163:1.4 (1801.1) “Ve, gittiğiniz her yerde, ‘Cennetin krallığı yakında’ diyen bir biçimde duyuruda bulunun ve zihinsel veya bedensel olarak hasta halde bulunanların tümüne yardım edin. Sizler hiçbir kısıtlama olmaksızın krallığın iyi şeylerini almış bulunmaktasınız; hiçbir kısıtlama olmaksızın bunları verin. Eğer herhangi bir şehrin insanları sizi karşılayacak olursa, onlar Baba’nın krallığına cömert bir girişi bulacaklardır; ancak, eğer herhangi bir şehrin insanları bu müjdeyi almayı reddederse, hâlihazırda, bu inanmayan ahaliden ayrılırken iletinizi duyurmaya devam edeceksiniz; öğretinizi reddedenlere şunu söyler halde: ‘Her ne kadar sizler gerçeği reddetseniz de, Tanrı’nın krallığının sizlerin yakınına gelmiş olması gerçekliğini korumaktadır.’ Sizleri duyan, beni duymaktadır. Ve, beni duyan kişi, beni gönderen O’nu duymaktadır. Müjdenizi reddeden kişi beni reddetmektedir. Ve, beni reddeden kişi, beni göndermiş olan O’nu reddetmektedir.
163:1.5 (1801.2) İsa yetmişliye böyle konuştuğunda, Abner’den başlayarak, etrafında bir daire halinde diz çökmüş halde bulunan, her birinin başına elini koydu.
163:1.6 (1801.3) Ertesi sabah erkenden Abner, yetmiş ileticiyi Celile, Samarya ve Yudea şehirlerinin tümüne gönderdi. Ve, bu otuz beş çift; tümünün Perea içindeki Pella yakınında bulunan kampa, Aralık ayının 30’unda, Pazar günü, geri döndüğü bir biçimde, yaklaşık olarak altı haftalığına duyurma ve öğretim görevine çıktı.
163:2.1 (1801.4) Görevlendirilmeyi ve yetmişliğe olan üyelik için atanmayı amaçlayan elliden fazla kişi, adayları belirlemek için İsa tarafından atanmış heyet tarafından reddedilmişti. Bu heyet Andreas, Abner ve öğreti-yayıcılarının vekil başı tarafından oluşmaktaydı. Üç kişiden meydana gelmiş bu heyetin üzerinde ortak bir biçimde anlaşmaya varamadıkları vakaların tümünde, onlar bu adayı İsa’ya getirmişti; ve, Üstün hiçbir zaman, bir müjde ileticisi olarak görevlendirilmeyi derinden arzulayan bir kişiyi dahi reddetmemişken, İsa ile konuştuklarında müjde ileticileri haline gelmeyi artık istememiş bir düzineden fazla aday bulunmuştu.
163:2.2 (1801.5) Samimi bir takipçi, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya gelmişti: “Üstün, ben senin yeni havarilerinden bir tanesi olmayı istiyorum, ancak babam çok yaşlı ve ölümüne yakın; acaba, kendisini defnetmek için eve geri dönmeme izin verilebilir mi?” Bu kişiye, İsa: “Benim evladım, tilkiler kendi çukurlarına ve göğün kuşları yuvalarına sahiptir; ancak, İnsan Evladı başını koyacak bir yere sahip değildir. Sen inançlı bir takipçisin, ve sen, sevdiklerine yardım etmek için geri dönerken bu şekilde kalmaya devam edeceksin; ancak, bu, benim müjde ileticilerim için böyle değildir. Onlar her şeylerini, beni takip etmek ve krallığı duyurmak için bırakmıştır. Eğer sen görevlendirilmiş bir öğretmen olacaksan, iyi haberleri yaymak için giderken başkalarının ölüyü gömmesine izin vermelisin.” Ve, bu kişi, büyük bir hayal kırıklığı ile ayrılmıştı.
163:2.3 (1801.6) Bir başka takipçi Üstün’e gelip, şunu söylemişti: “Ben görevlendirilmiş bir iletici olmayacağım, ancak ailemi kısa bir süreliğine teselli etmek için evime gitmek istemekteyim.” Ve, İsa: “Eğer sen görevlendirilirsen, her şeyi terk etmeye gönüllü olmak zorundasın. Müjde ileticileri bölünmüş kalplere sahip olamaz. Sabana elini koymuş halde herhangi bir kişi, eğer geri dönerse, krallığın bir ileticisi haline gelmeye layık değildir.
163:2.4 (1801.7) Bunun sonrasında Andreas İsa’ya, dindar bir inanan olan ve görevlendirilmeyi almayı arzulayan bir zengin genç adamı getirmişti. Matadormus ismindeki, bu genç adam, Kudüs Sanhedrin’in bir üyesiydi; o, öncesinden İsa’nın öğretisini duymuş olup, sonrasında, Petrus ve diğer havariler tarafından krallığın müjdesinde eğitilmişti. İsa Matadormus ile, görevlendirilişin içermiş olduğu zorunluluklar hakkında konuşmuş olup, kendisinden, bu hususta daha bütüncül bir biçimde öğretimde bulunana kadar kararını ertelemesini rica etmişti. Bir sonraki sabah erken saatlerde, İsa bir yürüyüş içindeyken, bu genç adam kendisine acele ile yaklaşıp, şunu söylemişti: “Üstün, ben senden ebedi yaşamın teminatlarını öğrenmek istiyorum. Gençliğimden beri emirlerin tümüne uymuş olduğumu gören bir biçimde, ebedi yaşamı elde etmek için daha neyi yapmam gerektiğini bilmek istiyorum.” Bu soruya cevap olarak, İsa: Eğer sen; evlilik-dışı ilişkide bulunma, öldürme, çalma, yalancı şahitlik yapma, aldatma, ebeveynlerini onurlandır biçiminde — emirlerin tümünü yerine getiriyorsan, iyi bir şey yapıyorsundur; ancak, kurtuluş, yalnızca yapılanların değil, inancın ödülü olan bir şeydir. Krallığın bu müjdesine inanıyor musun?” Ve, Matadormus: “Evet, Üstün, ben, senin ve havarilerinin bana öğretmiş olduğu her şeye inanıyorum. Ve, İsa, “O zaman sen gerçekten de benim takipçim ve krallığın bir evladısın”, dedi.
163:2.5 (1802.1) Bunun sonrasında genç adam şunu söylemişti: “Ama, Üstün, ben senin takipçin olmakla yetinmek istemiyorum; ben, senin yeni ileticilerinden bir tanesi olmak istiyorum.” İsa bunu duyduğunda, kendisine bakışlarını büyük bir sevgiyle indirip, şöyle söyledi: “Eğer sen bedeli ödemeye gönüllü isen, eksik olduğun bir şeyi sağlayacaksan, ileticilerimden bir tanesi haline geleceksin.” Matadormus: “Üstün, eğer seni takip etmeme izin verilecekse, ben her şeyi yapacağım.” İsa, diz çökmekte olan genç adamın alnını öpen bir biçimde, şunu söylemişti: “Eğer benim ileticim olmak istiyorsan, git ve sahip olduğun her şeyi sat; ve, ondan gelenleri fakirlere ve kardeşlerine bahşettiğinde, gel ve beni takip et; ve, sen, cennetin krallığı içinde hazinelere sahip olacaksın.”
163:2.6 (1802.2) Matadormus bunu duyduğunda, yüzü düşmüştü. O ayağa kalkıp, kederli bir biçimde uzaklaşmıştı zira, o çok büyük bir mal varlığına sahipti. Bu varlıklı genç Ferisi, servetin Tanrı’nın bir iltiması olduğuna inanan bir biçimde yetiştirilmişti. İsa, onun kendisine ve zenginliklerine olan sevgisinden uzak olmadığını bilmekteydi. Üstün kendisini servete olan derin sevgiden kurtarmak istemişti, doğrudan bir biçimde servetin kendisinden değil. İsa’nın takipçileri tüm dünyasal mallarından ayrılmamışlarsa da, havariler ve yetmişli onlardan ayrılmıştı. Matadormus, yetmiş yeni ileticiden bir tanesi haline gelme arzusu duymuştu; ve, bu, İsa’nın zamansal iyeliklerinin tümünden ayrılmasını şart koymasının gerekçesiydi.
163:2.7 (1802.3) Neredeyse her insan varlığı, çok küçük bir kötülük olarak barındırmaya devam ettiği bir şeye sahiptir; ve, cennetin krallığına olan giriş, kabul bedelinin bir parçası için bunu gerektirmektedir. Eğer Matadormus servetinden ayrılmış olsaydı, muhtemelen ellerine tekrar yetmişlinin hazinesinin idaresi verilecekti. Zira daha sonra, Kudüs'deki kilisenin kurulmasından sonra o, Üstün’ün emrine uymuştu; her ne kadar bu zaman zarfında yetmişliye olan üyeliği memnuniyetle deneyimlemek için çok geç kalmışsa da, o, Koruyucu’nun beden içindeki kardeşi olan Yakub’un başı olduğu Kudüs kilisesinin haznedarı olmuştu.
163:2.8 (1802.4) Bu her zaman böyle olmuş ve sonsuza kadar böyle olacaktır: İnsanlar, kendi kararlarına kendileri ulaşmak zorundadır. Orada, fanilerin kullanabilecekleri belirli bir düzeyde bir tercih özgürlüğü bulunmaktadır. Ruhsal dünyanın güçleri insanları zorlamayacaktır; onlar insanı, kendisinin tercih etmekte olduğu yola gitmesine izin vermektedir.
163:2.9 (1802.5) İsa, zenginlikleri ile birlikte Matadormus’un muhtemel bir biçimde, müjde için her şeyini feda etmiş olan, insanların görevlendirilmiş bir birlikteliği haline gelemeyeceğini öngörmüştü; aynı zamanda İsa, zenginlikleri olmadan Matadormus’un insanların nihai bir önderi haline geleceğini görmüştü. Ancak, Matadormus, İsa’nın kendi öz kardeşleri gibi; İsa’nın bu zaman zarfında tam da istemiş olduğu şeyi yapmış olsaydı kendi deneyimi haline gelecek olan, Üstün ile içten ve kişisel ilişkilemden kendisini mahrum bırakmamış olması nedeniyle krallık içinde hiçbir zaman büyük bir kişilik haline gelemedi, İsa’nın istemiş olduğu şeyi mevcut bir biçimde birkaç yıl sonra yapmış olmasına rağmen.
163:2.10 (1803.1) Zenginliklerin, cennetin krallığına giriş ile doğrudan hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır; ancak, servete derinden sevgi besleyişin ilişkisi bulunmaktadır. Krallığın ruhsal bağlılıkları, maddiyatı baş tacı eder tutuma taabiyet ile bağdaşan nitelikte bulunmamaktadır. İnsan, bir maddi adanmışlık ile ruhsal bir ideale olası en yüksek düzeyde gerçekleşen bağlılığını paylaşamayabilir.
163:2.11 (1803.2) İsa hiçbir zaman, servete sahip olmanın yanlış olduğunu öğretmemiştir. O yalnızca on ikili ve yetmişliden, dünyasal iyeliklerinin tümünü ortak amaca adamalarını istemiştir. Böyleyken bile, Havari Matta’nın durumunda olduğu gibi, mal varlıklarının karlı bir biçimde elden çıkarılışını kabul etmiştir. İsa birçok kez, Romalı zengin kişiye öğretmiş olduğu gibi varlıklı takipçilerine tavsiyelerde bulunmuştu. Üstün, arta kalan kazançları bilgece yatırıma dönüştürmeyi, gelecekteki ve kaçınılmaz zor durumlara karşı sigortanın kabul edilir bir türü olarak görmüştü. Havarisel hazine taştığı zaman, Yudas kaynakları, bir gelir azalışından fazlasıyla sıkıntı çekebilecekleri zaman olarak, daha sonra kullanılabilmek için bir kenara ayırmıştı. Bunu Yudas, Andreas’a başvurmasından sonra gerçekleştirmişti. İsa hiçbir zaman, sadakaların dağıtılışı dışında, havarisel mali işler ile herhangi bir ilişki içinde bulunmamıştı. Ancak, onun birçok sefer kınamış olduğu bir ekonomik istismar bulunmaktaydı ve, bu, güçlü, keskin zekâya sahip ve daha ussal olan akranların zayıf, eğimsiz ve daha az talihli olan kişiler üzerinden adil olmayan bir biçimde menfaat sağlamasıydı. İsa; erkeklere, kadınlara ve çocuklara bu türden insani olmayan bir biçimde davranılışın, cennetin krallığına ait kardeşlik ile bağdaşmadığını duyurmuştu.
163:3.1 (1803.3) İsa’nın Matadormus ile konuşmasını bitirdiği vakit, Petrus ve havarin belirli bir kısmı kendisi etrafında toplanmıştı ve, zengin genç adam ayrılırken, İsa, başını havarilere dönen bir biçimde çevirmiş olup, şunu söylemişti: “Sizler, zenginliklere sahip olanlar için Tanrı’nın krallığına bütünüyle girmenin ne kadar zor olduğunu görüyorsunuz! Ruhsal ibadet, maddi adanmışlıklar ile paylaşılamaz; hiçbir kişi iki sahibe hizmet edemez. Sizlere, “bir devenin iğne ucundan geçmesi, inanmayanın ebedi yaşamı miras almasından daha kolaydır,’ şekilde bir değişe sahipsiniz. Ve, ben duyuruyorum ki, bir devenin iğne ucundan geçmesi ile bu, benliklerini tatmin etmek isteyen zenginlerin cennetin krallığına girmesi ile eşit kolaylıktadır.”
163:3.2 (1803.4) Petrus ve havariler bu sözleri duyduklarında, onlar aşırı bir biçimde şaşkınlığa düşmüştü; öyle ki, Petrus şunu söylemişti: “Öyleyse, kim kurtarılabilir ki, Koruyucu? Zenginliklere sahip olan herkes krallığın dışında mı bırakılacak?” Ve, İsa şu cevabı vermişti: “Hayır, Petrus, ancak, güvenlerini zenginliklere emanet etmiş olanların tümü, neredeyse hiçbir biçimde, ebedi ilerleyişe götüren ruhsal yaşama giremez. Ancak, böyleyken bile, insan için imkânsız olanın çoğu, cennet içindeki Baba’nın uzanacağı yerin ötesinde değildir; bunun yerine bizler, Tanrı ile ilgili olan her şeyde her şeyin mümkün olduğunu tanımalıyız.”
163:3.3 (1803.5) Onlar kendi başlarına gittiklerinde, İsa Matadormus’un kendileri ile kalmayışı üzerine kederlenmişti; zira, o kendisini fazlasıyla derinden sevmekteydi. Ve, onlar göle yürüyerek indiklerinde, su kenarında oturmuş olup, Petrus, (bu zaman zarfında orada mevcut olan herkes biçiminde) on ikili adına konuşur halde, şunu söylemişti: “Bizlerin kafasını, zengin genç kişi hakkında söylemiş olduğun sözler karıştırdı. Seni takip edeceklerden tüm dünyasal mallarını bırakmalarını mı şart koşacağız?” ve, İsa şunu söylemişti: “Hayır, Petrus, yalnızca havariler haline gelecek ve benimle sizlerin gerçekleştirdiği gibi, bir aile olarak yaşamayı arzulayacak olanlar için. Ancak, Baba, çocuklarının sevgilerinin saf ve bölünmemiş olmasını şart koşmaktadır. Sizler ve cennetin gerçeklerine olan derin sevgi arasına giren her şey veya kişi bırakılmak zorundadır. Eğer bir kişinin serveti ruhun sınırlarını ihlal etmiyorsa, bu, krallığa girecek olanların ruhsal yaşamlarında önemli bir yere sahip değildir.”
163:3.4 (1804.1) Ve, bunun sonrasında Petrus: “Ama, Üstün, bizler seni takip etmek için her şeyimizi vermiş bulunmaktayız, daha ne vermeliyiz?” Ve, bunun üzerine İsa on ikilinin tümüne şunu söylemişti: “Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum; servetini, evini, eşini, kardeşlerini, ebeveynlerini veya çocuklarını benim ve cennetin krallığı için terk etmiş olan kişi, bunların kat be katını bu dünyada almayacaktır; bırakınız bunu, idamlarla bile ödüllendirilecektir; ancak, onlar, feda edilenlerin kat be katını gelecek olan ebedi yaşamda alacaklardır. Ancak, bu dünyada en önde gelenlerin çoğu en sonra gelecek olup, en sonda gelenler çoğu hallerde ebedi yaşam içinde ilk önce geleceklerdir. Baba kendi yaratılmışlarıyla; onların ihtiyaçları uyarınca ve bir evrenin refahına dair kendisinin bağışlayıcı ve sevgi dolu düşüncesinin ürünü olan adil yasalarına olan onların bağlılıklarını gözeten biçimde ilgilenir.
163:3.5 (1804.2) “Cennetin krallığı, çok sayıda insanı işe almakta olan ve kendi üzüm bağında çalıştırmak için sabahın erken saatlerinde işçileri tutmaya gitmiş bir ev sahibi gibidir. Bu kişi, kendilerine günde bir denariusu ödemekte anlaşmış olduğu işçileri üzüm bağına gönderir. Daha sonra, saat dokuz gibi dışarı bir çıktığında, pazarda öylece oyalanır halde olanları görünce şunu söyler: ‘Diğerleri gibi sizlerde benim üzüm bağıma gidin, her kim orada doğru şeyi yaparsa para kazanacak.’ Ve, bu kişiler doğrudan çalışmaya giderler. Bu işveren on iki gibi ve üç gibi dışarı çıkıp, aynı şeyi tekrardan yapar. Ve, öğleden sonra saat beş gibi pazara tekrar gittiğinde, hala orada oyalanan başka kişileri bulur ve kendilerine, ‘Neden bütün gün boyunca burada hiçbir şey yapmadan öylece duruyorsunuz’ diye sorar. Ve, insanlar cevap verir, ‘Bizleri kimse işe almadı ki.’ Bunun sonrasında işveren: ‘Sizlerde benim üzüm bağımda çalışmaya gidin, her kim orada doğru şeyi yaparsa para kazanacak.’
163:3.6 (1804.3) “Akşam vakti geldiğinde, bu üzüm bağı sahibi gözetmenine şunu söyler: ‘İşçileri çağır ve, en son içe alınandan başlayarak ilk olana giden bir biçimde, onlara günlüklerini ver.’ Beşte işe alınanlar da bir denarius alır, diğerleri de. Günün başında işe alılanlar ne kadar geç günlüklerini aldıklarını gördüklerinde, anlaşılan miktardan daha fazlasını almayı beklerler. Ancak, diğerleri gibi her kişi yalnızca bir denarius alır. Ve, her biri günlüğünü aldığında, ev sahibine, şunu söyleyen bir biçimde, şikâyette bulunurlar: ‘En son işe alınmış bu kişiler yalnızca bir saat çalıştı, ama sen yine de onlara, kızgın güneşin altında günün yükünü çekmiş olan bizler ile aynı ücreti ödemektesin.’
163:3.7 (1804.4) “Bunun sonrasında ev sahibi: ‘Arkadaşlarım, ben sizlere hiçbir yanlışta bulunmadım. Her biriniz günde bir denarius için çalışmaya anlaşmadınız mı? Şimdi sizlerin olanı alıp, yollarınıza gidiniz; zira, son gelenlere sizler ile aynı ücreti vermek benim arzumdur. İstediğimi yapmak benim için yasal değil midir? Yoksa sizler, iyi şeyi yapmayı arzuladığım ve bağışlama gösterdiğim için benim merhametime kötü gözle mi bakıyorsunuz?’”
163:4.1 (1804.5) Yetmişlinin ilk görevinde çıktığı gün Mecdel Kampı çevresinde heyecan verici bir zamandı. Bu sabahın erken saatleri, yetmişli ile olan son konuşmasında, İsa şunlar üzerinde vurguda bulunmuştu:
163:4.2 (1804.6) 1. Krallığın müjdesi, Musevilere ek olarak gentilelilere gerçekleşen bir biçimde, dünyanın tümüne duyurulmak zorundadır.
163:4.3 (1804.7) 2. Hastalara yardım ederken, mucize beklemeye dair öğretiden kaçının.
163:4.4 (1805.1) 3. Tanrı’nın evlatlarına ait ruhsal bir kardeşliği duyurun, dünyasal güç ve maddi ihtişama ait dışa dönük bir krallığı değil.
163:4.5 (1805.2) 4. Müjdeyi duyurmaya olan içten adanmışlıktan sizleri başka yöne çekecek olan aşırı toplumsal ziyaretlerle ve diğer gereksiz şeylerle vakit yitirmekten kaçının.
163:4.6 (1805.3) 5. Eğer, bir ana merkez olarak seçilen ilk evin değerli bir ev olduğu ortaya çıkarsa, bu şehirdeki konukluğunuzun tamamı boyunca orada kalmaya devam edin.
163:4.7 (1805.4) 6. Tüm doğru inananlara, Kudüs’de bulunan dini önderler ile ilişkilerinin koparılış vaktinin şimdi gelmiş olduğunu açık bir biçimde ifade edin.
163:4.8 (1805.5) 7. İnsanın bütüncül görevinin, bu tek bir emirde özetlenmiş olduğunu öğretin: Tanrınız olan Koruyucu’yu tüm aklınız ve ruhunuz ile, komşunuzu kendiniz gibi sevin. (Bunu onlar, Ferisiler tarafından öğretilen 613 yaşam kuralının yerine insanın bütüncül görevi olarak sunacaklardı.)
163:4.9 (1805.6) İsa yetmişliye, havarilerin ve takipçilerin tümü önünde bu şekilde konuştuğunda, Şimon Petrus onları baş başa toplamış olup, ellerini başlarına koyduğunda ve kendilerini krallığın ileticileri olarak ayırdığında Üstün’ün vermiş olduğu görevin bir açıklanışı olarak, görevlendiriliş vaazlarını onlara duyurmuştu. Petrus güçlü bir biçimde yetmişliden, deneyimlerinde şu erdemlere memnuniyetle sahip olmalarını talep etmişti:
163:4.10 (1805.7) 1. Kutsal adanmışlık. Müjde hasadı için daha fazla emekçinin gönderilişi amacıyla her zaman dua etmek. O, biri dua ettiğinde daha muhtemel bir biçimde “Ben buradayım; bana gönder” diyecek oluşunu açıklamıştı. O, gündelik ibadetlerini göz ardı etmelerine karşı uyarda bulunmuştu.
163:4.11 (1805.8) 2. Gerçek cesaret. Petrus onları, düşmanlıkla karşılaşacaklarıma ve sonlarının idam ile son bulacağından emin olmaları konusunda uyarmıştı. Petrus onlara, görevlerinin korkakların girişebileceği bir şey olmadığını söylemiş olup, korku içindekilerin görevlerine başlamadan önce kenara çekilmesini tavsiye etmişti. Ancak, onlardan hiçbiri geri çekilmemişti.
163:4.12 (1805.9) 3. İnanç ve güven. Onlar bu kısa görevlerine, tamamiyle erzaksız gitmek zorundaydılar; onlar, yiyecek, barınak ve ihtiyaç duymuş oldukları tüm diğer şeyler için Baba’ya güvenmek zorundaydılar.
163:4.13 (1805.10) 4. Şevk ve inisiyatif. Onlar, şevk ve ussal coşkuya sahip olmak zorundaydılar; onlar, katı bir biçimde Üstünleri’nin verdiği görevi yerine getirmek durumundaydılar. Doğuya ait selam, uzun ve detaylı bir törendi; bu nedenle, onlardan, “yollarında olmayan hiçbir kişiyi selamlamaları” istenmişti; bu, vakit kaybetmeden kişinin kendi işi ve gücüne gitmesini güçlü bir biçimde istemenin genel bir yöntemiydi. Onun, dostane selamlamayla hiçbir ilişkisi bulunmamaktaydı.
163:4.14 (1805.11) 5. İyilik ve nezaket. Üstün kendilerine, toplumsal törenlerde gereksiz vakit harcamaktan kaçınmaları emrini vermişti; ancak, o güçlü bir biçimde, kendileriyle iletişim kurmak için gelen herkese nazik bir biçimde davranmayı istemişti. O, evlerinde kendilerini ağırlayacak olanlara her türlü iyilikte bulunacaklardı. Onlar, alçak gönüllü bir evi daha güç sahibi birinin evinde ağırlanmak için terk etmeye karşı katı bir biçimde uyarılmışlardı.
163:4.15 (1805.12) 6. Hastaya olan yardım. Yetmişli Petrus tarafından, akıl ve bedende hasta olanları bulmakla ve sıkıntılarının iyileşmesi veya onların kökten tedavisi için ellerinden ne geliyorsa yapmakla görevlendirilmişti.
163:4.16 (1805.13) Ve, onlar bu şekilde görevlendirildiklerinde ve eğitildiklerinde, ikişerli topluluklar halinde, Celile, Samarya ve Yudea’daki görevlerine çıkmışlardı.
163:4.17 (1806.1) Her ne kadar Museviler, inanmayan milletlerin sayısının yetmiş olduğu biçimde, yetmiş rakamı için tuhaf bir bakışa sahip olmuşlarsa da, ve her ne kadar bu yetmiş iletici insanların tümüne bu müjde ile gidecek olsalar da, bizlerin anladığı kadarıyla, bu topluluğun yine de, tam da yetmiş kişiden oluşması yalnızca tesadüf eseriydi. İsa’nın, yarım düzineden başka insanı kabul etmek istemesi kesin bir gerçekti; ancak, bu kişiler, servetlerini ve ailelerini geride bırakma bedelini ödemeye isteksizlerdi.
163:5.1 (1806.2) İsa ve on ikili bu aşamada, Üstün’ün Ürdün’de vaftiz edildiği yer olan, Pella yakınında bulunan, Perea’daki son ana merkezlerini kurmaya hazırladı. Kasım’ın son on günü Mecdel’deki heyetle geçirilmişti; ve, Salı günü, Aralık ayının 6’sı, yaklaşık olarak üç yüz kişiden meydana gelmiş bütün kafile tüm eşyaları ile birlikte gündoğumunda, nehir kenarında bulunan Pella yakınında geceyi geçirmek için yola çıkmıştı. Burası, Vaftizci Yahya’nın birkaç yıl öncesinde, bahar ayında, kendi kampını kurmuş olduğu aynı yerleşkeydi.
163:5.2 (1806.3) Mecdel Kampı’nın dağıtılmasından sonra, Davud Zübeyde Bethsayda’ya dönüp, doğrudan bir biçimde iletici hizmetini azaltmaya başlamıştı. Krallık bu aşamada yeni bir faza girmekteydi. Her gün, Filistin’in her bir köşesinden ve hatta Roma İmparatorluğu’nun uzak bölgelerinden kutsal-yolcular ulaşmaktaydı. İnananlar zaman zaman, Mezopotamya’dan ve Dicle’nin doğusunda kalan yerlerden gelmekteydi. Bunun uyarınca, Pazar günü, Aralık’ın 18’si, kendisinin iletici birliği ile birlikte, Davud, o zamanlar babasının evinde tutmakta olduğu, öncesinde göl kenarındaki Bethsayda kampını aracılığı ile inşa etmiş bulunduğu kamp eşyalarını yük hayvanlarına yüklemişti. Bethsayda’ya bir süreliğine elveda eder halde, havarisel kampın yaklaşık olarak bir kilometre kuzeyinde bulunan bir noktaya gider halde, göl kıyısından güneye ve Ürdün nehri boyunca ilerlemişti; ve, bir haftadan daha az bir süre içinde, yaklaşık olarak bin beş yüz kutsal-yolcu ziyaretçisini ağırlamaya hazır hale gelmişti. Havarisel kamp yaklaşık olarak beş yüz kişiyi ağırlar haldeydi. Bu, Filistin’de yağmurlu olan bir dönemdi; ve, bu kalacak yerlerin, Perea’ya İsa’yı görmek ve öğretisini duymak için gelen, çoğu içten haldeki, sayıları sürekli olarak artan öğrenme arzusuna sahip kişileri ağırlaması gerekmekteydi.
163:5.3 (1806.4) Davud, her ne kadar Mecdel’de Filip ve Matta’nın tavsiyesine başvurmuşsa da, tüm bunların hepsini kendi inisiyatifi olarak gerçekleştirmişti. O, bu kampı inşa etmede eski iletici birliğinin büyük bir kısmını yardımcıları olarak çalıştırmıştı o bu aşamada, olağan iletici görevi içinde yirmiden daha az kişiyi kullanmaktaydı. Aralığın sonuna yakın ve yetmişlinin geri dönüşünden önce, neredeyse sekiz yüz kişiden meydana gelmiş ziyaretçi Üstün çevresinde toplanmış olup, onlar kalacak yerlerini Davud’un kampında bulmuşlardı.
163:6.1 (1806.5) Cuma günü, Aralık’ın 30’u, İsa yakındaki tepelerde Petrus, Yakub ve Yahya ile beraber bulunmaktayken, yetmiş öğreti-yayıcısı, kendilerine eşlik etmekte olan sayısız inanan ile birlikte, Pella ana merkezine çiftler halinde varmaktaydı. Yetmişlinin tümü, İsa’nın kampa geri döndüğü vakit olan yaklaşık olarak beş sularında öğreti yerleşkesinde bir araya gelmişti. Akşam yemeği, krallığın müjdesine ait bu şevkliler deneyimlerimi anlatırlarken, bir saatten fazla gecikmişti. Daha öncesinde, Davud’un ileticileri havarilere, önceki haftalar boyunca bu haberlerin çoğunu getirmiş haldeydi; ancak, müjdeye ait bu yeni görevlendirilmiş kişilerin, iletilerinin aç Museviler ve gentileliler tarafından nasıl karşılanmış olduğunu kişisel olarak söyleyişlerini duymak gerçekten de ilham verici nitelikteydi. En sonunda İsa, kendi kişisel mevcudiyeti olmadan iyi haberleri yaymak için çıkan bu kişileri görebilir hale gelmişti. Üstün, krallığın ilerleyişine ciddi bir biçimde engel olmadan bu dünyadan ayrılabilecek oluşunu oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi.
163:6.2 (1807.1) Yetmişli, “ecinnilerin bile kendilerine nasıl tabi olduklarını,” anlattıklarında, sinirsel bozuklukları çekmekte olan vakalarında nasıl muhteşem iyileştirmelerde bulunduklarını söylemekteydiler. Yine de, orada, yardımları ile giderilen gerçek ecinni iyeliğinin birkaç vakası bulunmuş olup, onlar hakkında İsa şunları söylemişlerdi: “Şeytan’ın cennetten yıldırım gibi düştüğünü görmüş olarak, bu itaatkâr olmayan küçük ruhaniyetlerin sizlere tabi olması şaşırtıcı değildir. Ancak, bunun bitmiş oluşuna çok da fazla odaklanmayın çünkü sizlere duyuruyorum ki, Babama geri döner dönmez, bu kaybolmuş birkaç ruhaniyetin talihsiz fanilerin akıllarına bir daha girememesi için, insanların tam da akıllarına bizlerin ruhaniyetlerini göndereceğiz. Ben, insanlar üzerinde sizlerin güce sahip olmasından memnuniyet duymaktayım; ancak, doğrudan bir biçimde bu deneyim nedeniyle neşelenmeyin, cennetin isim listesine adlarınızın yazılmış olmasından ve ruhsal utgunluğa ait sonsuz bir süreçte böylece ilerleyecek oluşunuz için mutluluk duyun.”
163:6.3 (1807.2) Ve, akşam yemeğini yemelerinden hemen önce, İsa’nın, takipçilerinin zaman zaman şahit olmuş bulundukları, duygusal coşkunluğun bu ender anlarından bir tanesini deneyimlemesi bu zaman zarfında gerçekleşmişti. O şunu söylemişti: “Yerin ve göğün Koruyucusu olan, sen Babam, sana teşekkür ediyorum; bu muhteşem müjde bilge ve doğrudan saklı iken, ruhaniyet bu ruhsal ihtişamları krallığın bu çocuklarına açığa çıkardı. Evet, benim Babam, bunun gerçekleşmesini görmek senin gözüne hoş gelse gerek; ve, ben, sana geri döndükten sonra ve bana yerine getirilmesi için vermiş olduğun görevin başına geçtikten sonra bile, iyi haberlerin tüm dünyaya yayılacak olacağını bilmekten derin mutluluk duymaktayım. Ben, tüm yönetim yetkisini benim ellerime teslim edecek oluşunun bilincinde bulunmaktan, çok büyük bir heyecan duymaktayım; başlı başına, gerçekten benim kim olduğumu bilmenden, ve başlı başına, benim ve seni açığa çıkarmış olduğum kişilerin gerçekten senin kim olduğunu bilmemizden. Ve, ben bu duyuruyu beden içindeki kardeşlerime açığa çıkarmayı tamamladığımda, yukarıdaki yaratılmışlarına açığa çıkarmayı sürdüreceğim.”
163:6.4 (1807.3) İsa Baba’ya bu şekilde hitap ettiğinde, havarileri ve yardımcıları ile konuşmak için kenara çekildi: “Bu şeyleri gören gözler ve onları duyan kulaklar kutsanmışlardır. Geçmiş çağların birçok tanrı-elçisi ve büyük insanının şu an görmekte olduğunuz şeye şahit olmayı derinden arzulamış bulunduklarını sizlere söylememe izin verin. Ve, gelecek haldeki ışığın çocuklarının birçok nesli bu şeyleri duyduklarında, sizlerin onları bizzat duymuş ve görmüş olmanıza gıpta edeceklerdir.”
163:6.5 (1807.4) Bunun sonrasında, takipçilerinin tümüne hitap eder halde, İsa şunu söylemişti: “Sizler, ne kadar sayıda şehir ve kasabanın krallığın iyi haberlerini almış bulunduğunu, ve ne kadar sayıda yardımcım ve öğretmenimin hem Museviler hem de gentileliler tarafından kabul edilmiş olduğunu duymuş haldesiniz. Ve, krallığın müjdesine inanmayı tercih etmiş bulunan bu cemiyetler gerçekten de kutsanmış olanlardır. Ancak, bu ileticileri iyi bir şekilde almamış olan, Çorazin, Bethsayda-Yulias ve Kapernaum gibi şehirlerin ışığı reddeder sakinlerinin başına talihsizlik gelecektir. Sizlere duyuruyorum, bu yerlerde verilmiş çok büyük emekler Tire ve Şidon’a gerçekleştirilmiş olsaydı, bu tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle inanmayan şehirlerin insanları uzunca bir süredir çuval bezinde ve küllerde pişmanlıklarını belirtmiş olurlardı. Gerçekten de, yargı gününde Tire ve Şidon’a daha çok hoşgörü ile bakılacaktır.”
163:6.6 (1807.5) Ertesi günün Şabat olduğu biçimiyle, İsa yetmişliden ayrılmış olup, kendilerine şunu söylemişti: “Ben gerçekten de, Celile, Samarya ve Yudea boyunca etrafa dağılmış birçok insan tarafından krallığın müjdesinin kabulüne dair iyi haberleri taşıyan bir biçimde geri dönmüş olmanızdan büyük mutluluk duydum. Ancak, neden bu kadar şaşırmış halde sevinçlisiniz ki? İletinizin, duyuruluşunda gücü dışa vuracağını beklemiyor muydunuz? Bu müjde içinde çok az inanç besler halinde gittiğiniz de mi, başarısından bu kadar şaşırmış halde geri döndünüz? Ve, şimdi, her ne kadar ben neşeli halinize ket vurmayacak olsam da, sizleri, ruhsal gurur olarak, gururun dışarıdan kolayca görülemeyecek olan detaylarına karşı sert bir biçimde uyarmak istiyorum. Eğer siz, adaletsiz olan, Lucifer’in çöküşünü anlayacak olursanız, ruhsal gururun her türünden ulvi bir biçimde kaçınmayı arzu edersiniz.
163:6.7 (1808.1) “Sizler, fani insanlara kendisinin bir Tanrı evladı olduğunu öğretmenin bu büyük görevine girişmiş bulunmaktasınız. Ben sizlere yolu göstermiş bulunmaktayım; görevinize gidin, ve iyi şeyleri yapmaktan yorgun düşmeyin. Sizlere ve çağlar boyunca adımlarınızı takip edecek olan herkese, şunu söylememe izin verin: ben her zaman yakında bulunmaktayım; ve, benim davet çağrım her zaman yakında olup, her zaman yakında bulunacaktır. Emek veren ve ağır yük taşıyan hepiniz, bana gelin; ben sizleri dinlendireceğim. Benim boyunduruğumu giyin ve beni öğrenin; zira, ben gerçek ve sadık olanım; ve, sizler, ruhlarınız için ruhsal istirahatı bulacaksınız.
163:6.8 (1808.2) Ve, onlar, Üstün’ün vermiş olduğu sözleri sınadıklarında onun sözlerinin doğru olduğunu buldular. Ve, bu günden beri sayısız binler de, aynı sözleri sınamış ve onların kesinliğini onaylamıştır.
163:7.1 (1808.3) Birkaç sonraki gün, Pella kampında yoğun vakitlerdi; Perea görevi için hazırlıklar tamamlanılmaktaydı. İsa ve birliktelikleri; sadece, Üstün’ün yeryüzü üzerindeki son emekleri için Kudüs’e girişi ile sonlanmış bulunan, Perea’nın tamamından meydana gelen üç aylık turne olarak, son görevlerine girmek üzereydiler. Bu süreç boyunca İsa ve on iki havarinin ana merkezi, Pella kampında yönetilmekteydi.
163:7.2 (1808.4) Artık İsa için, dışarı gidip insanlara öğretide bulunmak gerekli olan nitelikte değildi. Onlar bu aşamada kendisine her hafta artan sayılarda ve, yalnızca Filistin’den değil aynı zamanda tüm Roma dünyasından ve Yakın Doğu’dan olmak üzere, dünyanın her bir tarafından gelmekteydi. Her ne kadar Üstün, Perea turnesinde yetmişliye katılmış olsa da, o vaktinin büyük bir çoğunluğunu, kalabalıklara öğreten ve on ikiliyi eğiten bir biçimde, Pella kampında geçirmişti. Bu üç aylık süreç boyunca, havarilerin en azından onu İsa ile birlikte kalmıştı.
163:7.3 (1808.5) Kadınların birliği de aynı zamanda, Perea’nın daha büyük şehirlerinde yetmişliyle beraber emek vermek için yola çıkmaya hazırlanmaktaydı. On iki kadından meydana gelen bu çekirdek topluluk yakın bir zaman içerisinde, ev ziyaretleri çalışmalarında ve hasta ve sıkıntı içindekilere yardım etme sanatında elli kadından meydana gelen daha geniş bir birliği eğitmiş haldeydi. Şimon Petrus’un eşi, Perpetua, kadınlar birliğinin bu yeni biriminin bir üyesi haline gelmiş olup, kendisine, Abner altında bulunan büyüyen kadınlar topluluğuna ait çalışmalarının önderliği görevi verilmişti. Hamursuz’dan sonra, o, öğreti-yayıcı turnelerinin tümünde kendisine eşlik eden bir biçimde, tanınmış eşiyle kalmıştı ve, o, Petrus’un Roma’da çarmığa gerildiği gün, arenada yaban hayvanlarına yem olarak atılmıştı. Bu kadınların yeni birliği aynı zamanda, Filip ve Matta’nın eşlerine ek olarak Yakub ve Yahya’nın annesine üyeleri olarak sahip olmaktaydı.
163:7.4 (1808.6) Krallığın emeği bu aşamada, İsa’nın kişisel önderliği altında son fazına girmeye hazırlanmaktaydı. Ve, bu mevcut faz, Celile’de meşhur halde bulunduğu geçmiş günler boyunca Üstün’ü takip etmiş bulunan mucize-aklında ve harika-arar kalabalıklar ile derin bir ruhsal tezatlıkta bulunmaktaydı. Buna rağmen, hala kendi takipçileri arasında; maddi-akılda olan ve cennetin krallığının, Tanrı’nın kâinatsal babalığının ebedi gerçekliği üzerine kurulmuş olan insanın ruhsal kardeşliği oluşunun gerçekliğini kavramada başarısız olan çok sayıda kişi bulunmaktaydı.
Urantia’nın Kitabı
164. Makale
164:0.1 (1809.1) PELLA’daki kamp kurulurken, Nathanyel ve Tomas’ı yanına alan bir biçimde İsa, adanma şölenine katılmak için gizlice Kudüs’e çıkmıştı. Bethani geçidinde Ürdün nehrinden geçene kadar, iki havari Üstünleri’nin Kudüs’e gitmekte olduklarını fark etmemişlerdi. Onlar, İsa’nın gerçekten de adanma şöleninde hazır bulunmayı amaçladığını sezdiklerinde, kendisine ciddi bir biçimde karşı durmuşlardı ve, her türlü ikna türünü kullanarak onu vazgeçirmeye çalışmışlardı. Ancak onların çabaları boşaydı İsa, Kudüs’ü ziyaret etmekte kararlıydı. Kendisini Sanhedrin’in ellerine teslim etmenin mantıksızlığına ve tehlikesine vurguda bulunan tüm ricalarına ve tüm uyarılarına karşı, o yalnızca, “Ben İsrail’de bulunan bu öğretmenlere, vaktim gelmeden önce ışığı görmeleri için bir şans daha vermek istiyorum.”
164:0.2 (1809.2) Kudüs’e olan yolları üzerinde bu iki havari, korkularını ifade etmeye ve bu türden görünürde tamamen cüretkâr olan bir girişimin taşıdığı bilgeliğe dair kuşkularını dile getirmeye devam etmişlerdi. Onlar Eriha’ya dört buçuk sularında ulaşmış olup, gece için burada konaklamaya hazırlanmışlardı.
164:1.1 (1809.3) O akşam, dikkate değer büyüklükte bir kafile sorular sormak için İsa ve iki havari etrafında toplandığında, bu soruların çoğuna havariler cevap vermiş olup, diğerlerinde Üstün söz almıştı. Akşam ilerlerken, bilinen bir avukat, zor duruma düşürecek bir tartışmaya kendisini iterek İsa’yı tuzağa düşürmeyi amaçlayan bir biçimde, şunu söylemişti: “Üstün ben sana, ebedi yaşamı almak için tam olarak neyi yapmam gerektiğini sormak istiyorum.” İsa, “kanun ve peygamberlerde ne yazıyor; Yazıtları nasıl okuyorsun?” biçiminde cevap vermişti. Avukat, hem İsa’nın hem de Ferisiler’in öğretilerini bilen bir biçimde: “Koruyucu Tanrı’yı tüm kalbinle, ruhunla, aklın ve gücünle derinden sevmek, ve komşunu kendin gibi görmek.” Bunun sonrasında İsa: “Sen doğru cevabı verdin; bu, eğer onu gerçekten yapacak olursan, sonsuza kadar sürecek olan yaşama götürecektir.”
164:1.2 (1809.4) Ancak, avukat bu soruyu sormada tamamiyle içten değildi; ve, kendisini kanıtlama arzusu taşıyan ve aynı zamanda İsa’yı utandırmayı umut bir biçimde, o, başka bir soruyu sorma girişiminde bulundu. Üstün’e biraz daha yaklaşır bir halde, o, “Ama, Öğretmen, ben sana, benim komşumun tam da kim olduğunu bana söylemeni istiyorum” dedi. Avukat bu soruyu, bir kişinin sahip olduğu komşusunu “kişinin ait olduğu ırkın çocukları” olarak tanımlayan Musevi yasasına karşı gelecek bir ifadeye doğru İsa’yı tuzağa düşürmeyi arzulayan bir biçimde sormuştu. Museviler diğer her bir insanı “gentile köpekleri” olarak görmekteydi. Bu avukat bir ölçüde Üstün’ün öğretilerine aşina olup, bu nedenle Üstün’ün farklı bir biçimde öğretide bulunduğunu oldukça iyi bilmekteydi; böylece o, kutsal yasaya bir saldırı olarak yorumlanacak olan bir şeyi söylemeye İsa’yı yöneltmeyi umut etmişti.
164:1.3 (1810.1) Ancak, İsa, avukatın amacını sezmiş olup, tuzağa düşmek yerine, dinleyicilerine, her bir Eriha topluluğu tarafından bütünüyle takdirle karşılanacak olan bir hikâye biçiminde, bir hikâye anlatmaya başladı. İsa şunu söyledi: “Bir seferinde, tanınmış bir kişi Kudüs’ten Eriha’ya gitmekte olup, yolu üzerinde acımasız haydutların eline düşmüştü; bu haydutlar, onun sahibi olduğu her şeyi gasp etmiş, onu soymuş, dövmüş ve yarı ölü bir biçimde öylece bırakıp gitmişlerdi. Kısa bir süre sonra, şans eseri, bir din-adamı o yoldan geçmekteydi; ve, bu din-adamı yaralı kişiye yaklaştığında, onun talihsiz halini görür bir halde, yolun diğer tarafına geçmişti. Ve, benzer bir biçimde bir Levi de, gelip adamı gördüğünde, yolun diğer tarafına gelmişti. Bu aşamada, yaklaşık olarak bu zaman zarfında, Eriha’ya inen yolu üzerinde, bir Samiri bu yaralı kişiyle karşılaşmış olup, bu kişinin nasıl gasp edilmiş ve dövülmüş olduğunu gördüğünde, içi acıma duygusuyla dolmuştu; kendisine giderek yağ ve şarapla yaralarını sarmış, onu hayvanının üzerine atıp onu konakladığı yere getirmiş ve ona burada bakmıştı. Ve, ertesi sabah para çıkarıp konak sahibine veren bir biçimde, ona şunu söylemişti: ‘Arkadaşıma iyi bak, ve eğer masraflar verdiğimden daha fazla tutarsa, tekrar geldiğimde sana üzerini vereceğim.’ Şimdi sizlere şunu sormama izin verin: Üçü arasında kim soyguncuların arasına düşünenin komşusu çıkmıştır?” Ve, avukat kendi tuzağına düştüğünü sezerek, şunu cevabı vermişti: “Kendisine merhamet gösteren.” Ve, İsa: “Git ve sen de aynısını yap.”
164:1.4 (1810.2) Avukat, “Kendisine merhamet gösteren” cevabını verdiğinde, Samiri olarak fazlasıyla tiksindirici kelimeyi söylemekten bile kaçınmaya çalışmıştı. Avukat; İsa’nın aslında zorlanmış olduğu ve cevap verdiği takdirde dine karşıtlık işleyeceği, “Benim komşum kim” sorusuna cevap vermek zorunda bırakılmıştı. İsa yalnızca dürüst olmayan avukatı şaşkınlık içerisinde bırakmamıştı ancak o, takipçilerinin tümü için güzel bir uyarı, aynı zamanda da Musevilerin tamamının Samirilere karşı takındıkları tutumlarına yönelik etkileyici bir eleştiri nitelikte bulunan bir hikâye anlatmıştı. Ve, bu hikâye, ilerleyen zamanlarda İsa’nın müjdesine inanmış olan herkes arasında kardeşsel sevgiyi yaymaya devam etmişti.
164:2.1 (1810.3) İsa öncesinde, krallığın her bir tarafından gelmekte olan kutsal yolculara müjdeyi duyurabilmek için mişkan şölenlerine katılmıştı o bu aşamada, adanma şölenine yalnızca tek bir amaç için çıkmıştı: Sanhedrin üyelerinin ve Musevi önderlerinin ışığı görmesi için bir diğer imkânı sunmak. Kudüs’te bu birkaç günün en başta gelen olayı, Nikodemus’un evinde Cuma gecesi gerçekleşmişti. Burada, İsa’nın öğretisine inanmakta olan yetmiş beş Musevi önderinden meydana gelen bir kalabalık toplanmıştı. Bu topluluk arasında, bu zamanlar üye konumunda bulunan veya daha önce üyelikte bulunmuş, on dört Sanhedrin üyesi hazırdı. Bu topluluğa, Arimathealı Eber, Matadormus ve Yusuf katılmaktaydı.
164:2.2 (1810.4) Bu oturumda İsa’nın dinleyicilerinin tümü eğitimli kişilerdi; ve, hem bu kişiler hem de iki havari, Üstün’ün bu seçkin topluluğa bulunduğu yorumların kapsamı ve derinliği karşısında hayretler içerisine düşmüşlerdi. İskenderiye, Roma ve Akdeniz adalarında öğretimde bulunduğu zamanlardan beri o öncesinde bu düzeyde bir eğitimi ve, hem din-dışı ve dini olarak, insan olaylarına dair bu türden bir yetkinliği göstermemişti.
164:2.3 (1810.5) Bu küçük topluluk dağıldığında onların tümü, onun şükran dolu tutumu karşısında büyülenmiş bir halde, Üstün’ün kişiliğinden ve onun insanlara duymuş olduğu derin sevgiden fazlaca etkilenmiş olarak ayrılmışlardı. Onlar öncesinde, Sanhedrin’in geride kalan üyelerini kazanma arzusuna dair İsa’ya tavsiyede bulunmayı amaçlamışlardı. Üstün, onların tüm önerilerini dikkatli bir biçimde, ancak sessizce dinledi. O, onların planlarının hiçbirinin gerçekleşmeyeceğini oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi. İsa, Musevi önderlerinin büyük bir kısmının krallığın müjdesini hiçbir zaman kabul etmeyeceği tahminini yürütmüştü; yine de, o, kendilerinin tümüne seçimde bulunulması için bu bir şansı daha vermişti. Ancak, İsa o gece, Nathanyel ve Tomas ile birlikte, Zeytindağı’nda konaklamak için yola çıktığında, çalışmasını Sanhedrin heyetinin ilgisine bir kez daha nasıl getireceğinin yöntemi üzerinde henüz karara varmış halde değildi.
164:2.4 (1811.1) O gece Nathanyel ve Tomas oldukça az uyumuştu; onlar, Nikodemus’un evinde duymuş oldukları şeyler karşısında olduğundan fazla hayretler içerisine düşmüşlerdi. Onlar, Sanhedrin’in eski ve bu zamandaki üyelerinin yetmişlinin önüne kendisiyle birlikte çıkması teklifine dair söylemiş olduğu son söz hakkında fazlasıyla düşünmüşlerdi. İsa şunu söylemişti: “Hayır, benim kardeşlerim, böyle bir şey faydasız olacaktır. Sizler kendi başlarınıza gelecek olan gazabı çoğaltacaksınız, onların bana beslemiş olduğu kini biraz bile olsun azaltamayacaksınız. Her biriniz, krallığı onların ilgilerine Babamın emredeceği biçimde bir kez daha getirirken, ruhaniyetin sizleri yönlendireceği Baba’nın görevine gidin.”
164:3.1 (1811.2) Bir sonraki sabah üçlü kahvaltı için Bethani’deki Marta’nın evine gitmiş olup, daha sonra doğrudan bir biçimde Kudüs’ün yolunu tutmuşlardı. Bu Şabat sabahı, İsa ve iki havarisi mabede yaklaşırlarken, her zamanki yerinde oturur halde bulunmakta olan gözleri görmez biçimde doğmuş bir adam olarak, oldukça iyi bilenen bir dilenciyle karşılaştılar. Her ne kadar bu dilenenler Şabat günü taleplerinde bulunmaz ve sadaka almazlarsa da, her zamanki yerlerinde bu şekilde oturmaya izin verilmekteydiler. İsa durup, dilenciye bakmıştı. Gözleri görmez halde doğmuş bu kişi üzerinde bakışlarını gezdirirken, Sanhedrin üyelerinin ve diğer Musevi önderleri ve dini öğretmenlerinin ilgisine yeryüzü üzerindeki görevini bir kez daha nasıl getireceği fikri aklına gelmişti.
164:3.2 (1811.3) İsa, derin düşünceye dalmış bir halde, gözleri görmez kişi önünde orada dururken, bu kişinin görmeyişinin olası nedeni hakkında fikir yürütür halde Nathanyel şu soruyu sordu: “Üstün, bu kişi veya onların ebeveynleri arasında biri bir günah mı işledi de o gözleri görmez halde doğdu?”
164:3.3 (1811.4) Hahamlar, görmeyişin tüm bu vakalarına günahın neden olduğunu öğretmekteydiler. Sadece çocuklar günahkâr olarak anne karnına girmiyor veya dünyaya gelmiyor, bir çocuk babasının işlemiş olduğu özel bir günahının bir cezası olarak gözleri görmez halde doğabiliyordu. Onlar, bir çocuğun kendisinin dünyaya gelişinden önce günah işleyebileceğini bile öğretmekteydi. Onlar aynı zamanda, bu türden kusurların, çocuğu taşırken annenin günahı veya bir cazibeye kapılışı nedeniyle sebep olunacağını öğretmişti.
164:3.4 (1811.5) Orada, bu bölgelerin tümü boyunca, yeniden doğuma olan hala varlığını sürdüren bir inanç bulunmaktaydı. Eski Musevi öğretmenleri, Plato, Filon ve Essenilerin çoğuyla beraber, insanların bir önceki mevcudiyet içinde ektikleri bir şeyi bir sonraki dünyaya gelişlerinde biçebilecekleri kuramını hoş görmüşlerdi; böylelikle, bir yaşam içerisinde onlar, önceki yaşamlarda işlenen günahları ödemekte bulunduklarına inanmaktaydılar. Üstün, ruhlarının öncül mevcudiyetlere sahip olmadığına dair insanları inandırmada güçlük çekmişti.
164:3.5 (1811.6) Buna rağmen, tutarsız görünebilse de, bu türden görmezlik hali günahın sonucu biçiminde var sayılırken, gözleri görmez bu dilencilere sadakat vermek oldukça yüksek düzeyde bir övgü konumundaydı. Çevreden geçenlere sürekli olarak, “Ey iyi kalpli, gözleri görmeze yardım ederek sevap kazan” biçiminde nakaratı söylemesi bu gözleri görmez kişilerin âdetiydi.
164:3.6 (1811.7) İsa Nathanyel ve Tomas ile; yalnızca, görevini Musevi önderlerin ilgisine daha güçlü bir biçimde getirmek için o günün araçlarından biri olarak bu gözleri görmez kişiyi kullanmaya hali hazırda karar vermiş olması nedeniyle değil, aynı zamanda havarilerini, doğal veya ruhsal olarak, tüm olguların gerçek nedenlerini aramak için her zaman teşvik etmiş olması nedeniyle bu durumun söyleşine girişmişti. O öncesinde kendilerini sıklıkla, olağan fiziksel olaylara ruhsal nedenleri bağlamanın sıklıkla gerçekleşen eğiliminden kaçınmaları için uyarmaktaydı.
164:3.7 (1812.1) İsa, bu günün çalışması için planlarında bu dilenciyi kullanmaya karar vermişti; ancak, Yoşiyahu ismindeki, gözleri görmez kişi için herhangi bir şeyi yapmadan önce, ilk olarak Nathanyel’in sorusuna cevap verdi. Üstün şunu söyledi: “Ne bu adam ne de onun ebeveynleri, Tanrı’nın yaptıkları şeylerin kendi üzerinde görünebileceği biçimde bir günah işledi. Bu görmezlik hali kendisine, doğal olayların bir sonucu olarak gelmiştir; ancak, bizler şimdi, beni göndermiş olan O’nun görevlerini yerine getirmek zorundayız; vakit hala gündüz vaktidir, zira bizlerin yakın zaman içerisinde yerine getirecek olacağı görevi gerçekleştirmenin imkânsız bulunacağı gece kesin bir biçimde gelecektir. Ben bu dünyada iken, ben dünyanın ışığıyım; ancak, çok kısa bir süre içerisinde ben sizlerle birlikte olamayacağım.”
164:3.8 (1812.2) İsa bunları söylediğinde, Nathanyel ve Tomas’a: “Haydi bu gözleri görmez kişiyi bu Şabat günü görür kılalım da, kâtipler ve Ferisiler İnsan Evladı’nı suçlamak için aramış olduğu kanıta tümüyle sahip olabilsinler.” Bunun ardından, eğilir bir halde İsa, yere hafifçe vurup, kili tükürüğü ile karıştırmıştı tüm bunların hepsini gözleri görmez kişinin duyabileceği bir biçimde konuşmuş olarak, Yoşiyahu’a gitmiş, şunu söyleyerek, görmez gözlerine kili sürmüştü: ‘Davran, benim evladım, Şiloam havuzunda bu kili yıka, doğrudan bir biçimde görüşüne kavuşacaksın.” Ve, Yoşiyahu Şiloam havuzunda bu şekilde yıkadığı zaman, arkadaşları ve ailesine gören bir halde geri dönmüştü.
164:3.9 (1812.3) Her zaman bir dilenci halinde bulunmuş olarak, o başka bir şey bilmemekteydi; böylece, görüşünün sağlanmasının yaratmış olduğu ilk heyecan geçtiğinde, sadaka topladığı her zamanki yerine geri dönmüştü. Onun arkadaşları, komşuları ve kendisini önceden tanımakta olan herkes, onun görebildiğini gözlemlediklerinde, tek bir ağızdan şunu söylemişlerdi, “Bu gözleri görmez Yoşiyahu değil mi?” Bazıları onun aynı kişi olduğunu söyledi, diğerleri ise “Hayır, ona benzeyen biri, bu kişi görebiliyor” demişti. Ancak, onlar kendisine bu soruyu sorduklarında, o, “ben oyum” demişti.
164:3.10 (1812.4) Onlar kendisinin nasıl olur da gözleri görür hale geldiğini sormaya başladıklarında, kendilerine: “Şu yoldan gelmiş olan İsa isminde biri; arkadaşlarına benden bahsettiğinde, tükürüğü ile kil yaptı, gözlerimi kutsadı ve Şiloam havuzuna gidip yıkamamı emretti; ve, ben doğrudan bir biçimde görüşüme kavuştum. Ve, bu yalnızca bir kaç saat önce yaşandı. Ben henüz, görmekte olduğum şeylerin çoğunun taşıdığı anlamı bilmiyorum.” Ve, insanlar kendisi etrafında toplanıp onu iyileştirmiş olan bu yabancı kişiyi nasıl bulacaklarını sormaya başladıkları zaman, Yoşiyahu hiçbir fikre sahip olmadığı cevabını vermişti.
164:3.11 (1812.5) Bu, Üstün’ün mucizelerinin tümü içinde en tuhaf olanıydı. Bu kişi iyileştirilme arzusunda bulunmamıştı. O, Şiloam’da yıkanması için emir vermiş ve görüşüne kavuşacağı sözünde bulunmuş kişinin mişkan şölenleri boyunca Kudüs’de duyuruda bulunmuş olan Celileli tanrı-elçisi olduğunu bilmemekteydi. Bu kişi, görüşüne kavuşacağına dair çok az inanca sahipti; ancak, bu günün insanları, büyük veya kutsal bir kişinin tükürüğünün etkinliğine büyük bir inanç beslemekteydi; ve, İsa’nın Nathanyel ve Tomas ile olan konuşmasından Yoşiyahu, kendisine yardım edecek olan kişinin, eğitimli bir öğretmen veya kutsal bir peygamber halinde, büyük bir kişi olduğu sonucuna varmış haldeydi; bunun uyarınca o, İsa’nın kendisine emretmiş olduğu şeyi yapmıştı.
164:3.12 (1812.6) İsa şu üç nedenden dolayı, kil ve tükürüğü kullanmış ve kendisinden Şiloam’ım simgesel havuzunda yıkanmasını istemişti:
164:3.13 (1812.7) 1. Bu, bireyin inancı için mucizevî bir karşılık değildi. Bu, İsa’nın kendi amacını yerine getirmek için gerçekleştirmeyi seçmiş bulunduğu bir mucizeydi; ancak, o bu olayı, bu kişinin bahse konu eylemden daha uzunca bir süre yarar görebilmesi biçiminde düzenlemişti.
164:3.14 (1813.1) 2. Gözleri görmeyen kişi iyileşme talebinde bulunmadığı ve görmeye dair inancı çok az olduğu için, bu maddi eylemler kendisini teşvik etmek için sunulmuştu. O kesin bir biçimde tükürüğün etkinliği hurafesine inanmaktaydı ve, o, Şiloam havuzunun yarı-kursal bir mekân olduğunu bilmekteydi. Ancak, bu kişi oraya, kutsanmış olduğu kilin yıkanması gerekli olmasaydı nereyse hiçbir bir biçimde gitmeyecekti. Bu, kendisini hareket ettirmek için tam kararında uygulanmış bir törensellikti.
164:3.15 (1813.2) 3. Ancak, İsa, bu benzersiz etkileşim ile ilgili olarak bu maddi araçlara başvurmada üçüncü bir nedene sahipti: Bu, tamamiyle kendi öz tercihine uyması sonucunda gerçekleşmiş bulunan bir mucizeydi; ve, bunun aracılığıyla o, bu zaman zarfında kendisini takip etmekte olan ve ilerleyen çağlardaki kişilere, hastanın iyileştirilmesinde maddi araçları küçük görmekten veya onları önemsiz düşünmekten kaçınmayı öğretmemeyi arzuluyordu. O bu kişilere, insan hastalıklarını iyileştirmede mucizeleri tek yöntem olarak görmeyi bırakmak zorunda olduklarını öğretmek istemişti.
164:3.16 (1813.3) İsa bu kişiye; bu eylemi, Sanhedrin üyeleri ve tüm Musevi öğretmenleri ve dini önderleri için açık bir meydan okuma haline getirmenin ana amacı için, bu Şabat sabahı Kudüs’te tapınak yakınında mucizevî yöntem ile görüşünü vermişti. Bu, Ferisiler ile açık bir biçimde ayrılışını duyurma biçimiydi. O her zaman yaptığı her şeyde olumlayıcı olmuştu. Ve, bu hususları Sanhedrin heyeti önüne getirmek amacıyla İsa, iki havarisini bu Şabat gününün öğleden sonrasının erken vakitleri bu adama getirmiş olup, Ferisilerin bu mucizeyi fark etmelerine zorlayacak konuşmalara kasti bir biçimde neden olmuştu.
164:4.1 (1813.4) Yoşiyahu’nun iyileştirilişinin öğleden sonrası mabet çevresinde öyle bir tartışma çıkmıştı ki, Sanhedrin önderleri heyeti onun olağan buluşma mekânında toplamaya karar vermişti. Ve, onlar bunu, Şabat günü Sanhedrin buluşmasını yasaklayan ortak karara karşı gelen bir biçimde gerçekleştirmişlerdi. İsa, nihai sınav geldiğinde, Şabat yasağına bu uymayışın kendisine karşı getirilecek olan başlıca suçlamalardan bir tanesi olacağını bilmekteydi; ve, o, bu merhamet eylemi için kendisini yargılamaya oturmuş olan yüksek Musevi mahkemesinin tam da bu oturumu bu hususları Şabat gününde ve kendi almış olduklara karara doğrudan karşıtlık içinde görürken, Şabat günü gözleri görmeyen bir adamı iyileştirme suçuyla yargılanmak için Sanhedrin heyeti karşısına çıkarılmayı arzulamıştı.
164:4.2 (1813.5) Ancak onlar İsa’yı karşılarına çağırmamışlardı onlar bundan korku duymuşlardı. Bunun yerine, onlar, derhal Yoşiyahu’yu çağırdılar. Birkaç giriş sorgusundan sonra, Sanhedrin’in (yaklaşık olarak elli üyenin hazır bulunduğu haliyle) sözcüsü Yoşiyahu’a kendisine ne olduğunu anlatmasını emretti. İyileşmesinin gerçekleşmiş olduğu o sabahtan beri Yoşiyahu, Tomas, Nathanyel ve diğerlerinden Ferisilerin Şabat günü gerçekleşen iyileşiminden kızgın olduklarını ve onların muhtemel bir biçimde ilgili herkes için sorun çıkaracağını öğrenmiş haldeydi; ancak, Yoşiyahu, İsa’nın Kurtarıcı olarak adlandırılmakta olan kişi olduğunu henüz anlamamıştı. Bu nedenle, Ferisiler kendisini sorguladıklarında, o şunu söylemişti: “Bu adam bana yaklaştı, kili gözlerime sürdü, Şiloam’da yıkan dedi ve ben şimdi görüyorum.”
164:4.3 (1813.6) Eski Ferisiler’den bir tanesi, uzunca bir konuşmada bulunduktan sonra: “Bu kişi Tanrı’dan gelmiş olamaz, çünkü görüyorsunuz Şabat gününe uymuyor. O, ilk başta kil yaparak, daha sonra ise bu dilenciyi Şabat günü Şiloam’da yıkanmaya göndererek, kanuna karşı geliyor. Bu türden bir adam Tanrı’dan gönderilmiş bir öğretmen olamaz.”
164:4.4 (1813.7) Bunun sonrasında, İsa’ya gizlice inanmış olan daha genç kişilerden bir tanesi şunu söyledi: “Eğer bu kişi Tanrı tarafından gönderilmemişse, nasıl böyle şeyleri yapabilmekte? Hepimiz, bu türden mucizeleri sıradan günahkâr bir kişinin gerçekleştiremeyeceğini biliyoruz. Hepimiz bu kişinin dilenci olduğunu ve onun gözleri görmez halde doğduğunu biliyoruz; şimdi o görmektedir. Sizler hala bu tanrı-elçisinin tüm bu mucizeleri ecinnilerin prensinin gücü ile yerine getirdiğini mi söyleyeceksiniz?” Ve, İsa’yı suçlamaya ve onu kınamaya cüret etmiş olan her bir Ferisi için biri onları tuzağa düşüren ve utandıran bir soruyu sormak için ayağa kalktı öyle ki, aralarında büyük bir fikir ayrılığı yaşandı. Başkanlık eden görevli tartışmanın nereye doğru kaymakta olduğunu görmüş olup, onları azaltmak için karşılarında olan kişiyi kendi başına sorgulamaya hazırlandı. Yoşiyahu’ya dönen bir halde, o şunu söyledi: “Gözlerini açtığını söylediğin İsa ismindeki bu adam hakkında ne söyleyebilirsin?” Ve, Yoşiyahu, “Bence o bir tanrı-elçisi” cevabını verdi.
164:4.5 (1814.1) Önderler fazlasıyla rahatsız olmuştu, ve onlar, başka ne yapacaklarını bilmez bir halde, onun gerçekten de gözleri görmez halde doğmuş olduğunu öğrenmek için Yoşiyahu’nun ebeveynlerini çağırma kararına vardılar. Onlar, dilencinin iyileştirilmiş olduğuna inanmak istemiyorlardı.
164:4.6 (1814.2) Yalnızca İsa’nın her bir sinagoga olan girişinin yasaklanmış oluşu değil, aynı zamanda onun öğretisine inanan herkesin benzer bir biçimde İsrail cemiyetinden atılmış bir halde bulunduğu Kudüs’te oldukça iyi bilinmekteydi; ve, bu, yaşam ihtiyaçlarının tedarik edilmesi hakkı dışında, tüm Musevi halkının sahip olduğu her türlü hak ve ayrıcalıktan mahrum bırakıldıkları anlamına gelmekteydi.
164:4.7 (1814.3) Bu nedenle, fakir ve korku içindeki ruhlar olan, Yoşiyahu’nun ebeveynleri ihtişamlı Sanhedrin heyeti önüne çıktıklarında olduğu gibi konuşmaktan korku duymaktaydı. Mahkeme sözcüsü şunu söyledi: “Bu senin evladın mı? Ve, biz onun gözleri görmez halde doğmuş olduğunu doğru mu anlıyoruz? Eğer bu doğru ise, nasıl olurda o şimdi görüyor?” Ve, bunun sonrasında, annesinin hemen yanı başında durur halde, Yoşiyahu’nun babası cevap verdi: “Biz onun bizim evladımız olduğunu ve onun gözleri görmez halde doğduğunu biliyoruz; ancak, onun nasıl oldu da gözleri görür hale geldiğine veya onun gözlerini kimin açtığına dair hiçbir bilgimiz yok. Kendisine sorun; o erişkin yaşta; onun kendisi hakkında konuşmasına izin verin.”
164:4.8 (1814.4) Onlar bu aşamada Yoşiyahu’yu karşılarına ikinci sefer çağırdılar. Onlar, resmi bir mahkemeyi gerçekleştirişlerine dair bu tutumları karşısında huzursuzlardı ve, bazıları, bunu Şabat günü gerçekleştirmeye dair tuhaf duyguları hissetmeye başlamıştı bunun uyarınca, onlar Yoşiyahu’yu tekrar çağırdıklarında, kendisini farklı türden bir saldırı ile tuzağa düşürmeye girişmişlerdi. Mahkeme görevlisi, şunu söyleyen bir biçimde, eskiden gözleri görmez olan kişiye: “Bu ihtişamı neden Tanrı’ya vermiyorsun? Neden bizlere, gerçekleşmiş olana dair bütüncül gerçekliği söylemiyorsun? Hepimiz bu kişinin bir günahkâr olduğunu biliyoruz. Gerçekliği anlamayı neden reddediyorsun? Sen, hem kendinin hem de bu adamın Şabat’a karşı gelmeden suçlu halde burada karşımızda durmakta olduğunu biliyorsun. Eğer hala gözlerinin tam da bu gün açılmış olduğunu söylüyorsan sen, gerçek iyileştiricinin Tanrı olduğunu kabul ederek günahlarından arınmayacak mısın?”
164:4.9 (1814.5) Ancak, Yoşiyahu ne akılsız ne de mizahtan yoksun biriydi; bu nedenle o mahkeme görevlisine şu cevabı verdi: “Bu adam bir günahkâr mı bilmem; ancak, bir şeyi biliyorum — o da, benim gözlerim görmüyordu, şimdi görüyorum.” Ve, onlar Yoşiyahu’yu tuzağa düşüremedikleri için, şunu soran bir biçimde, sorgularına devam etmeyi amaçladılar: “O gözlerini tam olarak nasıl açtı? Tam olarak sana ne yaptı? Sana ne söyledi? O senden kendisine inanmanı istedi mi?”
164:4.10 (1814.6) Yoşiyahu, bir ölçüde sabırsız bir biçimde, şu cevabı verdi: “Ben sizlere tamı tamına neyin yaşandığını söyledim, ve eğer benim şahitliğime inanmıyorsanız, neden tekrar duymak istiyorsunuz? Sizler de mi yoksa onun takipçileri olmak istiyorsunuz?” Yoşiyahu bunları söylediğinde Sanhedrin’de, neredeyse şiddete varan, karışıklık patlak verdi; zira, önderler, kızgınca şunu haykıran bir biçimde, Yoşiyahu’ya yetişti: “Sen bu kişinin takipçisi olarak konuşabilirsin, ancak bizler Musa’nın takipçileriyiz; ve, bizler, Tanrı’nın kanunlarının öğretmenleriyiz. Bizler Tanrı’nın Musa aracılığı ile konuşmuş olduğunu biliyoruz; bu İsa ismindeki kişi içinse, onun nereden konuştuğunu bilmiyoruz.”
164:4.11 (1814.7) Bunun ardından, Yoşiyahu, bir taburenin üzerine çıkmış halde, şunu söyleyerek, herkesin duyabileceği biçimde etrafa haykırdı: “Kulak verin, İsrail’in tamamının öğretmenleri olarak kendinizi duyuran sizler: ben sizlere burada büyük bir mucizenin yaşanmış olduğunu duyururken, siz bu kişinin nereden geldiğini bilmediğinizi itiraf ediyorsunuz; ancak, yine de sizler kesin bir biçimde, benden duymuş olduğunuz şahitlikten, onun gözlerimi açmış olduğunu biliyorsunuz. Hepimiz, Tanrı’nın bu türden şeyleri kendisine layık olmayanlar için gerçekleştirmemekte olduğunu biliyoruz; Tanrı bu türden bir şeyi yalnızca gerçek bir ibadetçinin ricası üzerine gerçekleştireceğini — kutsal ve doğru olan biri için. Sizler, dünya tarihinde gözleri görmez olarak doğmuş birinin gözlerinin açıldığının bir kez bile duyulmamış olduğunu bilmektesiniz. Öyleyse, hepiniz, bana bakın Kudüs’te bugün neyin yaşanmış olduğunun farkına varın! Ben sizlere söylüyorum, eğer bu kişi Tanrı’dan gönderilmemiş olsaydı, bunu gerçekleştiremezdi.” Ve, Sanhedrin üyeleri kızgınlık ve kafa karışıklığı içinde ayrılırlarken, onlar kendisine: “En başta sen günah içinde doğmuş birisin, şimdi bizlere öğretide bulunmaya nasıl cüret ediyorsun? Belki de sen gerçekten gözleri görmez halde doğmadın; ve, kaldı ki şayet senin gözlerin Şabat günü açıldıysa, bu ecinnilerin prensinin gücü tarafından gerçekleştirilmiş olmalıdır.” Ve, onlar derhal sinagoga Yoşiyahu’yu dinden çıkarmak için yöneldiler.
164:4.12 (1815.1) Yoşiyahu bu mahkemeye, İsa’ya ve onun iyileştirmesinin doğasına dair yetersiz düşünceler ile girmişti. İsrail’in tamamını kapsayan bu en yüksek mahkeme karşısında onun oldukça zeki ve cesur bir biçimde savunmuş olduğu cüretkâr şahitliğin çoğu, onun aklında, bu türden hakkani olmayan ve adaletsiz bir biçimde mahkeme ilerlerken gelişmişti.
164:5.1 (1815.2) Sanhedrin’in bu Şabat’a karşı geliş oturumunun tamamı mabet odalarının bir tanesinde gerçekleşirken, İsa; Tanrı’nın krallığı içindeki kutsal evlatlığın taşıdığı özgürlüğe ve neşeye dair güzel haberleri söyleyebileceği yer olan Sanhedrin karşısına çıkarılmayı umut eden bir biçimde Solomon’un Verandasında insanlara öğretimde bulunur bir halde yakında dolaşmaktaydı. Ancak, onlar kendisini çağırmaktan korkuyorlardı. Onlar her zaman, İsa’nın Kudüs’teki bu ani ve kamuya açık görünüşleri karşısında ne yapacaklarını bilemez konuma düşmekteydiler. Onların oldukça içten arzuladıkları tam da bu imkânı İsa bu aşamada onlara vermişti; ancak, onlar İsa’yı Sanhedrin heyetinin karşısına bir şahit olarak bile çıkarmaktan korkmuşlardı, hatta onların bu korkusu kendisini tutuklamalarınkinden daha fazlaydı.
164:5.2 (1815.3) Bu dönem Kudüs’te ara kış mevsimi olup, insanlar Solomon’un Veranda’sında kısmi barınağı arzulamaktaydılar; ve, İsa burada vaktini geçirirken, kalabalıklar kendisine birçok soru sormuş olup, o kendilerine iki saatten daha fazla öğretide bulunmuştu. Bazı Musevi öğretmenleri herkese açık bir biçimde kendisine şunu sorarak onu tuzağa düşürmeyi amaçlamıştı: “Bizleri daha ne kadar böyle kararsızlık içinde bekleteceksin? Eğer sen Mesih isen, neden bizlere açık bir biçimde söylemiyorsun?” İsa: “Ben sizlere kendim ve benim babam hakkında birçok defa bahsettim, ancak sizler bana inanmayacaksınız? Babamın adına yapmış olduğum şeylerin bana şahitlik ettiğini görmüyor musunuz? Ancak, birçoğunuz bana, benim ahırıma ait olmadığınız için inanmıyorsunuz. Gerçekliğin öğretmeni yalnızca, gerçeklik için açlık duyanı ve doğruluğa susayanı çeker. Benim koyunum benim sesimi duyar, ben onları bilirim ve onlar beni takip eder. Ve, benim öğretimi takip eden herkese ben ebedi yaşamı veririm; onlar hiçbir zaman yok olmayacak, ve kimse onlardan herhangi birini benim elim elimden kaçıramayacak. Benim Babam, bu çocukları bana vermiş olan kişi, herkesten daha büyüktür; böyle olduğu için, hiçbir kimse onları Babamın elleri arasından çekip almaya yetkin değildir. Baba ve Ben birim.” İnanmayan Musevilerden bazıları, çalışanların hala mabedi inşa etmekte olduğu yere İsa’ya atmak için taş toplamaya koşuştu; ancak, inananlar bu kişileri durdurdu.
164:5.3 (1815.4) İsa öğretisini şöyle sürdürmüştü: “Ben sizlere Baba’dan birçok sevgi dolu emek göstermiş bulunmaktayım; şimdi sizlere soruyorum, bu iyi emeklerden hangi biri sizlerin bana taş atmasını gerektiriyor?” Ve, bunun ardından Ferisilerden bir tanesi cevap verdi: “Bizler seni iyi emeklerinin hiçbiri için taşlamak istemiyoruz, Tanrı’ya saygısızlık ettiğin için taşlamak istiyoruz; tam da bir insan olarak sen kendini Tanrı ile eş kılıyorsun.” Ve, İsa: “Sizler İnsan Evladı’nı, benim Tanrı tarafından gönderilmiş olduğumu duyurduğumda bana inanmayı reddettiğiniz için Tanrı’ya saygısızlıkta bulunmaktan suçluyorsunuz. Eğer ben Tanrı’nın görevlerini yerine getirmiyorsam bana inanmayın; ancak, eğer Tanrı’nın görevlerini yerine getiriyorsam, her ne kadar bana inanmıyor olsanız da, ben sizlerin benim emeklerine inanmakta olduğunuzu düşünmeliyim. Ancak, benim sizlere duyurmuş olduğum şeyden emin olabilmeniz için, Baba’nın benim içinde olduğunun ve benim de Baba’nın içinde bulunduğunun, ve, Baba’nın benim içinde ikamet ettiği bir biçimde, benim bu müjdeye inanan her bir kişi içerisinde ikamet edeceğimin altını çizmeme izin verin.” Ve, insanlar bu sözleri duyduklarında onlardan çoğu, hiç vakit kaybetmeden, kendisine atmak için taşlara ellerini uzatmaya davrandılar; ancak, o, mabet etrafı boyunca ortamı terk etmişti; ve, öncesinde Sanhedrin oturumuna katılmış bulunan, Nathanyel ve Tomas ile buluşmuş bir halde İsa, Yoşiyahu heyet odasından gelene kadar mabet yakınında onlarla birlikte beklemişti.
164:5.4 (1816.1) İsa ve iki havari, onun sinagogdan atılmış olduğunu duyana kadar evinde Yoşiyahu’yu aramaya gitmemişlerdi. Onlar Yoşiyahu’nun evine geldiklerinde, Tomas bahçeden kendisini çağırdı ve, İsa, şunu söyleyen bir biçimde, onunla konuştu: “Yoşiyahu, Tanrı’nın Evladı’na inanıyor musun?” Ve, Yoşiyahu “Kendine inanabilmem için bana ondan bahset” şeklinde cevabını verdi. Ve, İsa. “Sen onu he gördün hem de duydun; ve, o, şu anda seninle konuşan kişidir.” Ve, Yoşiyahu, “Koruyucu, ben inanıyorum” dedi ve dizlerine çökerek ona ibadet etti.
164:5.5 (1816.2) Yoşiyahu, kendisinin sinagogdan atılmış olduğunu öğrendiğinde ilk başta fazlasıyla üzüntülüydü; ancak, o, İsa’nın kendisine derhal Pella’daki kampa beraberlerinde gelmeye hazırlanmasını emrettiğinde fazlasıyla cesaretlenmişti. Kudüs’ün bu olağan akla sahip kişisi, gerçekten de, bir Musevi sinagogundan atılmıştı ancak, gelin görün ki, bir evren Yaratanı onu, bu zaman ve neslinin ruhsal soyluluğu ile kendisini ilişkili hale getirmeye götürmekteydi.
164:5.6 (1816.3) Ve, bu aşamada İsa, bu dünyadan ayrılmaya hazırlandığı zaman zarfı yaklaşana kadar bir daha tekrar geri dönmeyecek bir biçimde, Kudüs’ten ayrılmıştı. İki havari ve Yoşiyahu ile birlikte Üstün Pella’ya geri döndü. Ve, Yoşiyahu, Üstün’ün mucizevî hizmetini alıp da onun karşılığını veren biri çıkmıştı zira, o, krallığın müjdesinin yaşam-boyu süren bir duyurucusu haline gelmişti.
Urantia’nın Kitabı
165. Makale
165:0.1 (1817.1) SALI GÜNÜ, M.S. 30’da, Ocak ayının 3’ü, Nasıralı Yahya’nın on iki havarisinin eski başı, bir Nazari ve bir zamanlar Engedi’deki Nazari okulunun başını çekmiş olan, ve bu aşamada krallığın yetmiş ileticisinin baş sorumlusu olan, Abner, birlikteliklerini bir araya toplayıp, Perea’nın tüm şehirleri ve köylerine bir öğreti-yayma görevi içinde nihai eğitimlerini vermişti. Bu Perea görevi neredeyse üç ay sürmüş olup, Üstün’ün son hizmetiydi. Bu emeklerden İsa doğrudan bir biçimde, beden içindeki nihai deneyimlerinden geçmek için Kudüs’e gitmişti. İsa ve on iki havarinin dönemsel emekleri tarafından desteklenmiş bir halde, yetmişli şu şehir ve kasabalarda çalışmış olup, elliye yakın ilave köyde emek vermişti: Zafon, Gadara, Macad, Arbela, Ramat, Edrei, Bosora, Kaspin, Mispeh, Gerasa, Ragaba, Sukkot, Amathus, Adam, Penuel, Kapitolias, Dion, Hatita, Gadda, Philadelphia, Jogbehah, Gilead, Bet-Nimrah, Tayrus, Elealah, Livias, Heşbon, Kallirhoe, Bet-Peor, Şittim, Sibmah, Medeba, Bet-Meon, Areopolis, and Aroer.
165:0.2 (1817.2) Perea’nın bu turnesi boyunca, bu aşamada atmış iki üyeden oluşmakta olan, kadın birliği hastalara olan hizmetin büyük bir kısmını devralmıştı. Bu, krallığın müjdesine ait daha yüksek ruhsal niteliklerinin gelişiminin nihai dönemi olup, orada, bunun uyarınca, mucizeleri gerçekleştirişin bir yoksunluğu bulunmaktaydı. Filistin’in başka hiçbir kısmı, İsa’nın havarileri ve takipçileri tarafından bu ölçüde bütüncül bir biçimde çalışılmamıştı ve, başka hiçbir bölgede vatandaşların daha iyi sınıfları, Üstün’ün öğretilerini bu kadar genel bir biçimde kabul etmemişti.
165:0.3 (1817.3) Perea bu zaman zarfında, yaklaşık olarak eşit bir düzeyde gentilelilerden ve Musevilerden meydana gelmekteydi; ve, Museviler genel olarak bu bölgelerden Yudas Makabi döneminde uzaklaştırılmışlardı. Perea, Filistin’in tümü içinde en güzel ve en muhteşem manzaraya sahip vilayetti. Burası Museviler tarafından genel olarak “Ürdün vadisi ötesindeki topraklar” olarak adlandırılmaktaydı.
165:0.4 (1817.4) Bu süreç boyunca İsa vaktini, Pella’daki kamp ile öğretimde ve duyuruda bulundukları yer olan çeşitli şehirlerde yetmişliye yardım etmek arasında bölmüştü. Abner’in yönergeleri altında yetmişli inananların tümünü vaftiz etmişti, her ne kadar İsa onlara bu yönde emir vermemiş olmasına rağmen.
165:1.1 (1817.5) Ocak ayının ortasında bin iki yüzden fazla kişi Pella’da toplanmış haldeydi; ve, İsa bu kalabalığa, kamptaki yerleşkesinde olduğunda, yağmur tarafından engellenmediği müddetçe genellikle sabahın dokuzunda konuşan bir biçimde, her gün en azından bir kere öğretimde bulunmuştu. Petrus ve diğer havariler her öğleden sonrası eğitimde bulunmuştu. İsa akşamları, on iki ve diğer ileri takipçileri ile olan soru ve cevapların olağan oturumlarına ayırmıştı. Akşam toplulukları ortalama elli kişiden meydana oluşmaktaydı.
165:1.2 (1817.6) İsa’nın Kudüs’e olan seyahatine başlamış olduğu, Mart ayı ortasında, dört binden fazla kişi, her sabah İsa’nın veya Petrus’un duyurusunu dinlemiş olan büyük bir topluluğu meydana getirmişti. Üstün iletisine olan ilginin, krallığın ilerleyişi içinde bu ikinci veya diğer bir değişle mucizesiz aşama altında erişilmiş en yüksek nokta olarak, zirveye ulaştığı bir noktada yeryüzü üzerindeki görevini sonlandırmayı tercih etmişti. Her ne kadar kalabalıkların dörtte üçü gerçeklik arayıcısı olsa da, orada, kuşku duymakta olan birçok kişi ve alaycılar ile birlikte, Kudüs ve başka yerlerden gelen Ferisilerin büyük bir kısmı hazır bulunmaktaydı.
165:1.3 (1818.1) İsa ve on iki havari vakitlerinin büyük bir çoğunluğunu Pella’daki kampta bir araya gelmiş olan kalabalığa ayırmıştı. On ikili, İsa ile zaman zaman Abner’in birliktelikleri ziyaret etmek için ayrılan bir biçimde, sahadaki çalışmaya neredeyse hiçbir ilgi ayırmamıştı. Abner Perea bölgesine oldukça aşinaydı, çünkü burası, eski öğretmeni, Vaftizci Yahya’nın çalışmasının büyük bir kısmını gerçekleştirmiş olduğu sahaydı. Perea görevi başladıktan sonra, Abner ve yetmişli bir daha hiç Pella kampına geri dönmedi.
165:2.1 (1818.2) Ferisiler ve diğerlerinden meydana gelmekte olan, üç yüz Kudüslüden fazla bir kafile, adanma şöleninin sonunda Kudüs yöneticilerinin kararından hızlıca uzaklaştığında onu Pella’nın kuzeyine kadar takip etmişlerdi; ve, on iki havarinin duyuruşuna ek olarak Musevi öğretmenleri ve önderlerinin mevcudiyetinde İsa “İyi Çoban” üzerine olan vaazında bulunmuştu. Yarım saatlik resmi olmayan bir konuşmadan sonra, yaklaşık olarak yüz kişiden meydana gelmiş bir topluluğa konuşan bir biçimde, İsa şunu söyledi:
165:2.2 (1818.3) “Bu gece benim sizlere söyleyeceği çok şey var; ve, birçoğunuz benim takipçilerim ve bazılarınız benim keskin düşmanlarım olduğunuz için, ben sizlere öğretimi bir simgesel hikâye içinde sunacağım; her biriniz kalbinizde hangi karşılığı buluyorsa onu kendi payınıza alasınız diye.
165:2.3 (1818.4) “Bu gece, benim karşımda benim için ve krallığın bu müjdesi için ölmeye gönüllü olacak kişiler bulunmakta olup, onlardan bazıları kendilerini ilerleyen yıllarda bu şekilde sunacaklardır; ve, burada aynı zamanda, geleneğin köleleri olarak, Kudüs’ten inişimde beni takip etmiş ve, karanlıkta kalmış ve kanmış önderleri ile birlikte, İnsan Evladı’nı öldürmeyi amaçlayan sizlerden bazıları da bulunmaktadır. Beden içinde mevcut an içerisinde yaşamakta olduğum hayat, gerçek çobanlar ve sahte çobanlar olarak sizlerin ikisini de yargılayacaktır. Eğer sahte çobanın gözü görmüyorsa, onun hiçbir günahı yoktur; ancak, sizler görmekte olduğunuzu öne sürüyorsunuz; sizler İsrail’in öğretmenleri olduğunuzu duyuruyorsunuz; bu nedenle sizleri günahı bulunmaktadır.
165:2.4 (1818.5) “Gerçek çoban, tehlike anlarında gece için sürüsünü ahıra toplar. Ve, sabah geldiğinde, ağırına kapıdan girer ve onlara seslendiğinde, koyunu sesini bilir. Her Koyun ahırına kapıdan başka her türlü yolla giriş elde etmiş her bir çoban bir hırsız ve bir soyguncudur. Gerçek çoban ahıra, çalışını onun için kapıyı açtıktan sonra girer, ve onun koyunu, sesini bilen bir halde, sözüne gelir; ve, kendisinin olanlar bu şekilde hareket ettiğinde, gerçek çoban onların önünden gider; o yolu gösterir ve koyun onu takip eder. Onun koyunu kendisini takip eder çünkü onlar sesini bilir; onlar bir yabancıyı takip etmeyecektir. Onlar yabancıdan kaçacaktır, çünkü onlar bu kişinin sesini tanımayacaktır. Burada etrafımızda toplanmış olan bu kalabalık bir çobansız koyun gibidir; ancak, bizler onlara konuştuğumuzda, onlar çobanın senini bilmekte ve bizlerin peşinden gelmektedir; en azından, gerçeklik için açlık çeken ve doğruluğa susamış olanlar bunu yapmaktadır. Sizlerden bazılarınız benim ahırıma ait değilsiniz; sizler benim sözümü tanımıyorsunuz, ve sizler beni takip etmiyorsunuz. ve, sizler sahte çobanlar olduğunuz için, koyun sizlerin sesini tanımamaktadır, ve onlar sizi takip etmeyecektir.”
165:2.5 (1819.1) Ve, İsa bu simgesel hikâyeyi söylediğinde, hiç kimse kendisine bir soru sormadı. Belirli bir süre sonra o tekrar söz aldı ve simgesel hikâye üzerinde konuşmaya devam etti:
165:2.6 (1819.2) “Babamın sürülerinin çoban yardımcıları olacak sizler yalnızca değerli önderler olmamalısınız; aynı zamanda sürüyü iyi yiyecek ile beslemek zorundasınız; sizler, sürüleri yeşil çayırlara ve sakin su kenarlarına götürmedikçe gerçek çobanlar değilsiniz.
165:2.7 (1819.3) “Ve, şimdi, sizlerden bazıları bu simgesel hikâyeyi haddinden daha kolay bir biçimde kavramasın diye, ben kendimin hem Baba’nın koyun ahırının kapısı hem de Babamın sürülerinin gerçek çobanı olduğunu duyuracağım. Bensiz ahıra girmeyi arzulayan her çoban başarısız olacaktır, ve koyun onun sesini duymayacaktır. Ben, benimle birlikte hizmet edenler ile birlikte, kapının kendisiyim. Benim yarattığım ve emrettiğim araçlar ile ebedi yola giren her ruh kurtulacak ve ilerleyip Cennet’in ebedi çayırlarına erişecektir.
165:2.8 (1819.4) “Ancak, ben aynı zamanda, koyunu için yaşamını sermeye bile gönüllü olan gerçek bir çobanım. Hırsız ahıra yalnızca çalmak, ve öldürmek, ve zarar vermek için zorla girmektedir; ancak, ben, hepiniz yaşama ve ona daha bol bir biçimde sahip olabilesiniz diye gelmiş bulunmaktayım. Tehlike ortaya çıktığında, parayla tutulan bir görevli, kaçacak ve koyunun dağılmasına ve yok olmasına izin verecektir; ancak, gerçek çoban, kurt geldiğinde kaçmayacaktır; o sürüsünü koruyacak, gerekirse, koyunu için yaşamını öne serecektir. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum, dostlar ve düşmanlar, ben gerçek çobanım; ben kendiminkini biliyorum ve kendiminki de beni biliyor. Ben tehlike karşısında kaçmayacağım. Ben Babamın iradesinin tamamlanışından olan bu hizmeti bitireceğim, ve Baba’nın benim korumama vermiş olduğu sürüyü terk etmeyeceğim.
165:2.9 (1819.5) “Ancak, ben, bu sürüye ait olmayan birçok diğer koyuna sahibim; ve, bu sözler, yalnızca bu dünya için gerçeklik taşımamaktadır. Bu diğer koyunlar aynı zamanda benim senimi duymakta ve onu bilmektedir; ve, ben Baba’ya onların, Tanrı’nın evlatlarına ait tek bir kardeşlik olarak, tek bir sürü halinde bir araya getirileceğine söz vermiş bulunmaktayım. Ve, bunun sonrasında hepiniz, gerçek çoban olarak, tek çobanın sesini bilecek ve her biriniz Tanrı’nın babalığını kabul edeceksiniz.
165:2.10 (1819.6) “Ve, böylece sizler, Baba’nın neden beni derinden sevmekte olduğunu ve nüfuz alanındaki sürülerinin tümünü korumam için benim ellerime emanet etmiş olduğunu bileceksiniz; çünkü, Baba, koyunluğu korumamda yanlış yapmayacağımı, koyunlarımı terk etmeyeceğimi, ve eğer gerekirse, onun çok büyük sürülerinin hizmeti için yaşamımı öne sermekte tereddüt etmeyeceğimi bilmektedir. Ancak, şunu unutmayın, eğer ben yaşamımı öne serecek olursam, ona tekrar sahip olacağım. Hiçbir kişi veya başka hiçbir yaratılmış benim yaşamımı almaya yetkin değildir. Ben yaşamımı öne serecek hakka ve güce sahibim, ve ben onu tekrar almak için aynı güce ve hakkı taşımaktayım Sizler bunu anlamamaktasınız; ancak, ben Babamdan, bu dünya mevcut değilken bile böyle bir yetki aldım.”
165:2.11 (1819.7) Onlar bu sözleri duyduklarında, havarilerinin kafası karışmış, takipçileri hayretler içine düşmüş, bunun karşısında, Kudüs çevresinden gelmekte olan Ferisiler, şunu söyleyen bir biçimde, gecelerine çekilmişti: “Ya o deli ya da bir şeytan.” Ancak, Kudüs öğretmenlerinden bazıları bile şunu söylemişti: “O, yetkiye sahip biri gibi konuşuyor; bunun dışında, kim şimdiye kadar bir şeytanın gözleri görmez halde doğmuş bir kişinin gözlerini açtığını ve bu adamın gerçekleştirmiş olduğu tüm bu muhteşem şeyleri yerine getirmiş olduğunu gördü?”
165:2.12 (1819.8) Ertesi sabah, bu Musevi öğretmenlerinden yaklaşık olarak yarısı İsa’ya inançlarını ilan etmiş olup, onların diğer yarısı ümitsizlik içinde Kudüs ve evlerine geri dönmüşlerdi.
165:3.1 (1819.9) Ocak ayının sonunda, Şabat-öğleden sonrası kalabalıkları neredeyse üç bine ulaşmış haldeydi. Cumartesi günü, Ocak’ın 28’i, İsa “Güven ve Ruhsal Hazırlılık” üzerine çok önemli olan vaazını vermişti. Şimon Petrus tarafından gerçekleştirilmiş olan başlangıçsal konuşmadan sonra, Üstün şunu söyledi:
165:3.2 (1820.1) “Havarilerime ve takipçilerime birçok sefer söylemiş olduğum şeyi, şimdi bu kalabalığa duyuruyorum: Her ne kadar onların çoğu dürüst kalpte olsalar ve bazıları burada benim takipçilerim halinde bulunsalar da, özü ikiyüzlü olan, önyargıdan kökenini alan ve geleneksel kölelik içinde beslenmiş Ferisi mayasına dikkat edin. Yakın bir zaman içinde hepiniz benim öğretimi anlayacaksınız; zira, bu aşamada açığa çıkarılmayacak olan üstü örtülü hiçbir şey bulunmamaktadır. Sizlerden şu anda saklı halde bulunan şey, İnsan Evladı yeryüzü ve beden içindeki görevini tamamladığında bilinir kılınacaktır.
165:3.3 (1820.2) “Yakında, çok yakında, düşmanlarımızın mevcut an içerisinde gizlilik ve karanlık içerisinde planlamış olduğu şeyler ışığa kavuşturulacak ve çatılardan duyurulacaktır. Ancak, sizlere söylüyorum, benim arkadaşlarım, İnsan Evladı’nı yok etmeyi amaçladıklarında, onlardan korkmayın. Her ne kadar onlar bedeni öldürmeye yetkin olabilse de, onun sonrasında üzerinizde herhangi bir güce sahip olmayan kişilerden korku duymayın. Ben, gökyüzünde veya yeryüzünde bulunmakta olan, hiçbir kimseden korku duymamanız uyarısında bulunuyorum; bunun yerine, doğru olmayan her halinizden sizleri kurtarma ve bir evrenin yargı makamı önünde sizleri kusursuz olarak sunma gücünde olan O’na dair bilgide neşeyi deneyimleyin.
165:3.4 (1820.3) “Beş serçe iki metelik için satılmamakta mıdır? yine de, bu kuşlar sessizce yemek aramak için uçtuğunda, onlardan bir tanesi bile, tüm yaşamın kaynağı halindeki, Baba’nın bilgisi olmadan mevcut bulunamaz. Meleksel koruyucular için başınızda bulunan her bir kıl bile sayılıdır. Ve, tüm bunların hepsi doğru ise, günlük yaşamlarınızda ortaya çıkan birçok küçük rahatsızlıktan korku duymalı mısınız? Sizlere söylüyorum: Korkmayın; sizler, birçok serçeden çok daha fazla değere sahipsiniz.
165:3.5 (1820.4) “İnsanların önünde benim müjdeme olan inancı itiraf etme cesaretine sahip olan hepinizi ben yakın bir süre içinde cennetin melekleri önünde tanıyacağım: ancak, insanların önünde benim öğretilerimin gerçekliğini bilerek reddedecek olanlar, cennetin melekleri önünde bile kendi sahip olduğu nihai son koruyucusu tarafından reddedilecektir.
165:3.6 (1820.5) “İnsan Evladı hakkında istediğiniz söyleyeceksiniz, ve sizler bağışlanacaktır; ancak, Tanrı’ya karşı saygısızlıkta bulunmaya cesareti göstermiş olan kişi neredeyse hiçbir biçimde bağışlama bulamayacaktır. İnsanlar Tanrı’nın eylemlerini kötülüğün kuvvetlerine atfedecek kadar ileri gittiğinde, bu türeden kasti isyankârlar günahları için neredeyse hiçbir biçimde bağışlama aramayacaktır.
165:3.7 (1820.6) “Ve, düşmanlarımız sizleri sinagog yöneticileri ve diğer yüksek makamların önüne çıkardığında, ne söylemeniz gerektiği hususunda endişelenmeyin ve onların sorularına nasıl cevap vermeniz gerektiği konusunda tasalanmayın; zira, içinizde ikamet eden ruhaniyet kesin bir biçimde sizlere, o anda krallın müjdesinin taşıdığı onur içinde ne söylemeniz gerektiğini öğretecektir.
165:3.8 (1820.7) “Sizler kararın vadisinde daha ne kadar fazla oyalanacaksınız? Neden iki düşünce arasında duruyorsunuz? Neden Museviler ve gentileliler, onun ebedi Tanrı’nın bir evladı oluşuna dair güzel haberleri kabul etmede çekince gösteriyor. Bizlerin sizi, ruhsal mirasınıza neşe içinde girişinize ikna etmemiz bizlerin daha ne kadar vaktini alacak? Ben bu dünyaya sizlere Baba’yı açığa çıkarmak ve sizleri Baba’ya götürmek için geldim. Ben ilkini gerçekleştirdim, ancak ikincisini sizlerin rızası olmadan yerine getiremeyebilirim; Baba hiçbir zaman hiçbir insanı krallığa girmeye zorlamamaktadır. Şu davet her zaman mevzu bahis olmuştur ve her zaman böyle olacaktır: Her kim olursa, gelmesine ve yaşam suyundan özgür bir biçimde almasına izin verin.”
165:3.9 (1820.8) İsa konuşmasını bitirdiğinde, birçokları Ürdün vadisinde bulunan havarileri tarafından vaftiz olmak için yola çıktı bu gerçekleşirken, İsa, geri kalanların sorularını dinledi.
165:4.1 (1821.1) Havariler inananları vaftiz ederken, Üstün geride kalanlar ile konuşmuştu. Ve, bir geç adam kendisine şunu söyledi: “Üstün, babam birçok mal varlığını bana ve ağabeyime bırakan bir biçimde yaşamını yitirdi; ancak, ağabeyim bana benim olanı vermeyi reddediyor. Böyle olduğu için, ağabeyimden bu mirası benimle bölüşmesini isteyecek misin?” İsa, bu maddi-akıldaki gencin bu türden bir iş meselesi sorusunu tartışmak için ortaya getirmesi karşısında hafif bir biçimde sinirlenmişti; ancak, o, bu meseleyi ilave eğitimin aktarılışı için kullanmıştı. İsa şunu söyledi: “Hey sen, kim beni aranızda bir bölüştürücü kıldı? Sen, bu dünyanın maddi olaylarına önem verdiğim düşüncesini de nerden aldın?” Bunun ardında, etrafında bulunmakta olan herkese dönerek: “Kulak verin ve kendinizi aç gözlülükten uzak tutun; bir kişinin yaşamı, ellinde bulundurabileceği şeylerin bolluğundan meydana gelememektedir. Mutluluk servetin gücünden gelmemektedir, ve neşe zenginlikten pınar olup doğmamaktadır. Refah, kendi içinde, bir lanet değildir; ancak, zenginliklere dair derin sevgi birçok kez, ruhu, yeryüzü üzerinde Tanrı’nın krallığına ait ruhsal gerçekliklerin taşıdığı güzel çekicilikleri ve gökyüzündeki ebedi yaşamın neşeleri karşısında gözleri görmez halde kılan bir biçimde, bu dünyanın şeylerine dair bu düzeyde adanmışlığa götürmektedir.
165:4.2 (1821.2) “Sizlere, kökeni kendisine bolca kaynak vermiş olan bir zenginden adamın hikâyesini anlatmama izin verin; bu kişi oldukça zengin hale geldiğinde, şunu söyleyen bir biçimde, kendi kendine düşünmeye başladı: ‘Tüm bu zenginliklerimle de ne yapmalıyım? Şimdi o kadar çok şeye sahibim ki, servetimi saklayacağım hiçbir yer yok.’ Ve, o bu sorun üzerinde düşündüğünde şunu söyledi: ‘Şunu yapacağım; ambarlarımı yıkıp, daha büyüklerini yapacağım, ve böylece meyvelerimi ve mallarımı saklayacak geniş odaya sahip olacağım. Bunun sonrasında ruhuma, ruhum, birçok seneye yetecek servete sahipsin; şimdi rahatla; ye, iç ve mutlu ol; zira sen zengin ve varlıklısın.’
165:4.3 (1821.3) “Ancak, bu zengin adam aynı zamanda budalaydı. Aklın ve bedeninin maddi gereksinimlerini karşılarken, ruhaniyetin tatmini ve ruhun kurtuluşu için gökteki servetleri biriktirmede başarısız olmuştu. Ve, böyleyken bile, o, istiflemiş bulunduğu serveti tüketmenin hazzını memnuniyetle deneyimleyemeyecekti; zira, o akşam onun ruhu kendisine ihtiyaç duydu. O akşam öyle yaşandı ki, haydutlar kendisini öldürmek için evine zorla girip, ambarlarındaki ganimetleri topladıktan sonra, kalanları yaktı. Ve, haydutlardan kaçmış olan mal varlığını elde etmek için onun çocukları kendi aralarında çatışmaya tutuştu. Bu kişi yeryüzü üzerinde kendisi için hazineleri biriktirmişti; ancak, o Tanrı’ya karşı zengin değildi.”
165:4.4 (1821.4) İsa bu şekilde genç adam ve onun mirasına girmiş oldu, çünkü bu kişinin sorunu açgözlülüktü. Bu böyle olmasaydı bile, Üstün karışmazdı zira, o hiçbir zaman, bırakınız kendi takipçilerinin, kendi havarilerinin bile zamansal hadiselerine karışmamıştı.
165:4.5 (1821.5) İsa bu hikâyeyi tamamladığında, başka biri ayağa kalkıp, kendisine şu soruyu sormuştu: “Üstün, ben havarilerinin seni takip etmek için tüm dünyasal iyeliklerini satmış olduğunu, ve bu bakımdan tamamiyle Esseniler ile ortak paydaya sahip olduklarını biliyorum; ancak, hepimizin senin takipçilerin gibi yapmasını mı istersin? Dürüst servete sahip olmak bir günah mıdır?” Ve, İsa bu soruyu şöyle cevapladı: “Benim arkadaşım, onurlu servete sahip olmak bir günah değildir; ancak, eğer siz maddi iyeliklerden oluşan serveti, ilginizi tamamiyle alan ve şefkatinizi krallığın ruhsal amaçlarına olan bağlılıktan başka yöne çeken hazinelere dönüştürmek bir günahtır. Hazineniz gökte olduğu müddetçe yeryüzü üzerinde dürüst iyeliklere sahip olmada hiçbir günah bulunmamaktadır. Alçak gönüllülüğe ve bencilliğe götüren servet ile, bu dünyanın mallarının bir bolluğuna sahip olup, tüm enerjilerini krallığın emeğine harcayanlara bunları cömertçe bahşedenler tarafından gözetim tutumu içinde sahip olunan ve harcanan servet arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Burada ve parasız halde bulunan sizlerin çoğu, ev sahibiniz Davud Zübeyde’ye bu gayeler için kaynaklar aktarmış olan varlıklı ancak cömert erkek ve kadınlar sayesinde, oradaki çadır şehir içinde doyurulmakta ve ağırlanmaktasınız.
165:4.6 (1822.1) “Ancak, şunu hiçbir zaman unutmayın; en sonunda, servet devamlılığı olan bir şey değildir. Zenginliklere duyulan derin sevgi, sıklıkla görülen bir biçimde ruhsal görüşe bir şekilde engel olmakta ve onu yok bile etmektedir. Servetin sizlerin çalışanı değil, sizlerin sahibi olması tehlikesinin farkına varmazlık etmeyin.”
165:4.7 (1822.2) İsa, kişinin sahip olduğu alenin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak için iltiması, düşünmemeyi, eylemsizliği ve umursamazlığı öğretmemişti; ne de sadakalara olan bağlılığı. Ancak, o kesin bir biçimde, maddi ve zamansal olanın ruhun refahı ve cennetin krallığı içinde ruhsal doğanın ilerleyişine tabii kılınması zorunluluğunu öğretmişti.
165:4.8 (1822.3) Bunun ardından, insanlar vaftizi gözlemlemek için nehre doğru inerlerken, ilk soruyu soran kişi, İsa’nın kendine sert davranmış olduğu düşüncesiyle mirası hakkında ona özel bir biçimde yaklaştı ve, Üstün tekrar onu duyduğunda, şu cevabı verdi: “Benim evladım, aç gözlülük eğiliminin cazibesine düşmek için böyle bir günde neden yaşamın ekmeğinden beslenme imkânını kaçırıyorsun? Bilmiyor musun, sinagog mahkemesine şikâyetinle gittiğin zaman mirasa dair Musevi yasaları adil bir biçimde uygulanacaktır? Görmüyor musun benim görevim sizlerin göksel mirasınıza dair bilgiye sahip olmanızdan emin olmak? Şunu Yazıtlarda okumadın mı: ‘Zenginliğini haddinden fazla yorulmayla ve aşırı zorlamayla elde etmiş kişinin payına düşen ödül şudur: Şimdi dinleneceğim ve mallarımı devamlı olarak tüketmeye yetkin hale geleceğim dediği zaman, zamanın ona ne getirecek oluşunu ve aynı zamanda tüm bunların hepsini öldüğü zaman başkalarına bırakma zorunda olduğunu bilmemektedir.’ Şu emri okumadın mı: ‘Başkasının malına göz dikmeyeceksiniz.’ Ve, tekrar, ‘Onlar tıka basa yedi ve yağ bağladı, ve daha sonra diğer tanrılara döndü.’ Zeburlarda ‘Koruyucu’nun aç gözlüden hiç hoşlanmadığını’ okumadın mı? ‘Bir doğru adamın sahip olduğu az şeyin birçok ahlaksızın zenginliklerinden daha iyi’ olduğunu? ‘Eğer zenginlikler artarsa, kalplerinizi onlara dayamayın.’ Yeremya’nın şunu dediğini okumadın mı: ‘Zengin kişinin zenginliklerinde ihtişamı bulmasına izin vermeyin’; ve, Ezekiel şunu söylediğinde, gerçeği ifade etmişti: ‘Ağızları derin bir sevgiyi sergilemektedir, ancak kalpleri bencil kazanç peşindedir.’”
165:4.9 (1822.4) İsa, şunu söyleyen bir biçimde, genç adamı göndermişti: “Benim evladım, eğer tüm dünyayı kazansan ve kendi öz ruhunu kaybetsen ne kazanırsın ki?”
165:4.10 (1822.5) İsa’ya zengin olanın yargı gününde başına ne geleceğini soran yakındaki birine o şu cevabı vermişti: “Ben bu dünyaya ne zengini ne de fakiri yargılamak için geldim; ancak, insanların yaşadıkları yaşamların tümü yargı önüne çıkacaktır. Yargı önündeki varlıklı kişiyi ne beklerse beklesin, en azından şu üç soru büyük serveti elde edenlerin tümü tarafından cevap verilmek zorundadır; ve, bu sorular şunlardır:
165:4.11 (1822.6) “1. Ne kadar servet elde ettin?
165:4.12 (1822.7) “2. Bu serveti nasıl elde ettin?
165:4.13 (1822.8) “3. Bu serveti nasıl harcadın?”
165:4.14 (1822.9) Bunun sonrasında İsa, akşam yemeğinden önce bir süreliğine dinlenmek için çadırına gitti. Havariler vaftizi tamamladıklarında, onlar da gelip yeryüzü üzerindeki servetten ve gökyüzü üzerindeki hazineden bahsetmeyi arzulamaktaydı ama İsa uyuyordu.
165:5.1 (1823.1) O akşam yemeğinden sonra, İsa ve on ikili günlük görüşmesi için bir araya geldiğinde, Andreas şu soruyu sormuştu: “Üstün, bizler inananları vaftiz ederken, sen burada kalmış kalabalıklara bizlerin duymadığı birçok söz söyledin. Bu sözleri bizim yararımıza tekrar etmeyi arzu eder misin?” Ve, Andreas’ın talebine yanıt olarak İsa:
165:5.2 (1823.2) “Evet, Andreas, servet ve kişinin kendi yaşamını idame ettirişine dair bu hususlardan bahsedeceğim; ancak, benim sizlere olan sözlerim, havariler, takipçilere söylenmiş olanlara kıyasla bir ölçüde farklı olmak zorundadır; zira, sizler, yalnızca beni takip etmek için değil, aynı zamanda krallığın elçileri olarak görevlendirilmiş konumda bulunduğunuz için her şeyinizi bıraktınız. Hâlihazırda sizler birkaç yıllık deneyime sahip olup, kendisinin krallığını duyurmakta olduğunuz Baba’nın sizleri yalnız bırakmayacağını biliyorsunuz. Sizler yaşamlarınızı krallığın hizmetine adadınız; bu nedenle, ne yiyeceğiz ne de bedeniniz için ne giyeceğiniz biçiminde zamansal yaşama dair şeyler için tasalanmayın veya endişelenmeyin. Ruhun refahı yiyecek ve içecekten daha fazlasıdır; ruhaniyetteki ilerleyiş, elbiselere ihtiyacın çok üzerindedir. Ekmeğinizin kesinliğinden şüphe duyma cazibesine kapıldığınız zaman, kargaları düşünün; onlar ne ekmekte, ne de dikmektedir; onların ne kilerleri ne de ambarları vardır; ve, yine de Baba, onlar içinde arayan her birine yiyecek sağlamaktadır. Ve, sizler birçok kuştan ne kadar da fazla değere sahipsiniz! Bunun yanı sıra, endişenizin veya yıpratıcı kuşkularınızın tamamı, maddi ihtiyaçlarınıza karşılamada hiçbir yardımda bulunmamaktadır. Hangi biriniz endişe ile boyunuza bir karış, yaşamınıza bir gün ekleyebilirsiniz? Bu türden hususlar sizlerin ellerinde olmadığı için, neden bu sorunların herhangi birine endişeli düşünceleri ayırmaktasınız?
165:5.3 (1823.3) “Leylakları düşünün, nasıl büyüdüklerini; onlar mücadele vermemekte, ne de dönmektedir; yine de, ben sizlere söylüyorum, tüm ihtişamı içinde Solomon bile bunlardan bir tanesi gibi kuşanmadı. Eğer Tanrı, bu gün canlı ertesi gün koparılmış ve ateşe bırakılmış olarak, arazilerdeki çimeni bu şekilde kuşatıyorsa, göksel krallığın elçileri olarak, sizleri ne kadar da fazla kuşatacaktır. Eh siz, az inanca sahip olanlar! Kendinizi tüm içtenliğinizle krallığın duyurusuna adadığınız zaman, kendinize veya bırakmış olduğunuz ailelere bakmanıza dair kuşkulu akılda olmamalısınız. Eğer sizler yaşamlarınızı gerçek bir biçimde müjdeye verirseniz, yaşamınız müjde tarafından karşılanacaktır. Eğer siz sadece inanan takipçilerseniz, kendi ekmeğinizi kazanmak ve öğretimde bulunan, duyuran ve iyileştirenlerin tamamının yaşamlarını idare ettirmeye katkıda bulunmak zorundasınız. Eğer sizler ekmek ve sudan endişe ediyorsanız, nasıl olur da bu türden ihtiyaçları oldukça hesaplı bir biçimde arayan dünya milletlerinden farklı bir konumda bulunmaktasınız? Kendinizi, hem Baba’nın hem de benim tüm bu şeylere ihtiyacınız bulunduğunu bildiğimize inanan bir biçimde, emeklerinize adayın. Sizleri, bir seferde ve bütüncül bir biçimde, temin etmeme izin verin: Eğer sizler yaşamlarınızı krallığın emeklerine adarsanız, gerçek ihtiyaçlarınızın tümü karşılanacaktır. Daha fazla şey ararsanız, orada daha azı bulunacaktır; göksel olanı isteyin, dünyasal olan istediğinizin içinde gelecektir. Gölgenin özü takip edeceği kesindir.
165:5.4 (1823.4) “Sizler yalnızca küçük bir topluluksunuz; ancak, eğer inanca sahipseniz, korkuda sendelemezseniz, ben, Babamın bu krallığı sizlere vermekten büyük memnuniyet duyacağını duyuruyorum. Sizler hazinelerinizi cüzdanın eskimeyeceği, hırsızın el uzatamayacağı ve hiçbir güvenin yok edemeyeceği yerlerde biriktirdiniz. Ve, insanlara söylediğim gibi, hazinenizin olduğu yerde, aynı zamanda kalpleriniz bulunmaktadır.
165:5.5 (1824.1) “Ancak, önümüzde hemen bizleri bekleyen görevde ve Baba’ya gittikten sonra sizlere kalanda, oldukça ciddi bir biçimde yorgun düşeceksiniz. Hepiniz, korku ve kedere karşı tetikte olmalısınız. Her biriniz, akıllarınızı tüm gücüyle hazır, algılarınızı sürekli açık tutmalısınız. Kendinizi; gelip kapıyı çalınca hızlıca ona açmak için, sahibinin evlilik ziyafetinden gelmesini bekleyen hizmetçiler gibi tutun. Bu türden dikkatli hizmetçiler, böyle önemli bir anda kendilerini itaatkâr bulan üstünleri tarafından ödüllendirilirler. Bunun ardından, hizmetçilerin sahibi, kendisi onlara hizmet ederken onlardan oturmalarını ister. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, bir bunalım tam da yaşamlarımızın önündedir; ve, o, bizlerin onu gözleyip hazır olmasını gerektirmektedir.
165:5.6 (1824.2) “Sizler, hırsızın geleceği saati bilmiş olan kişinin, evine zorla girilmiş oluşundan zarar görmeyeceğini oldukça iyi anlayabilirsiniz. Aynı zamanda kendinize de dört gözle bakın; zira, en ummadığınız anda ve düşünmediğiniz bir biçimde, İnsan Evladı ayrılışını gerçekleştirecektir.”
165:5.7 (1824.3) Birkaç dakika boyunca on ikili sessizlik içinde oturdu. Bu uyarıların bazılarını onlar daha önce de duymuştu; ancak, onlar, bu an gerçekleştirilen çerçeve içinde onları duymamışlardı.
165:6.1 (1824.4) Onlar düşünür halde otururlarken, Şimon Petrus şu soruyu sordu: “Bu simgesel hikâyeyi havarilerin olan bizlere mi söylüyorsun, yoksa o takipçilerin tümü için midir?” Ve, İsa şu cevabı vermişti:
165:6.2 (1824.5) “Bir sınav anında, bir kişinin ruhu açığa çıkar; sınav, kalpte gerçekte ne olduğunu açığa çıkarır. Hizmetçi denendiğinde ve kendini ispat ettiğinde, evin sahibi böyle bir hizmetçiyi hanesinin başına getirir ve hiç korkmadan bu doğru çalışanına çocuklarının beslenmesi ve büyütülmesi görevini verir. Benzer bir biçimde, ben yakın bir süre içinde, Baba’ya geri döndüğüm zaman çocuklarımın refahı sorumluluğunun kime emanet edileceğini bileceğim. Hane sahibinin gerçek ve sınanmış hizmetçiyi ailesinin sorumluluklarına verişi gibi, ben, krallığımın olaylarında böyle bir vaktin sınavlarına katlananları yücelteceğim.
165:6.3 (1824.6) “Ancak, eğer hizmetçi tembel olup, kalbinde ‘Sahibimin gelmesi gecikti’ demeye başlarsa, ve akran hizmetçilerine kötü davranmaya ve alkolü fazla kaçırmışlar ile aynı sofraya oturup yiyip içmeye başlarsa, bunun sonrasında bu hizmetçinin sahibi onun beklemediği bir zamanda eve geldiğinde ve kendisini itaatkâr bulmadığında, onu itibarız bir biçimde evinden uzaklaştıracaktır. Bu nedenle, aniden ve beklenmedik bir biçimde ziyaret edilecek olduğunuz gün için kendinizi oldukça iyi hazırlayın. Hatırlayın, size hâlihazırda fazlası verilmiştir; bu nedenle, sizden fazlası istenecektir. Çetin sınavlar sizlere yaklaşmaktadır. Benin vaftiz edilecek bir vaftizim var, ve bu gerçekleşene kadar tetikte beklemekteyim. Sizler yeryüzü üzerinde barışı duyurmaktasınız; ancak, benim görevim insanların maddi olayları içinde barışı getirmek değildir — en azından bir süreliğine değil. Bölünme sadece, bir ailenin iki üyesinin bana ve üç üyesinin bu müjdeye karşı gelişinin sonucu olarak ortaya çıkabilir. Arkadaşlar, akrabalar ve sevilenler, sizlerin duyurmakta olduğunuz müjde nedeniyle birbirlerine karşı gelmenin nihai sonuna sahiptirler. Gerçektir, bu inananlardan her biri kendi öz kalbinde büyük ve sonsuza kadar sürecek barışa sahip olacaktır; ancak, dünya üzerindeki barış, herkes inanmaya istekli hale gelip, sahip oldukları Tanrı ile olan evlatlığın ihtişamlı miraslarına girene kadar gelmeyecektir. Yine de, bu müjdeyi, her erkeğe, kadına ve çocuğa olarak, milletlerin tümüne duyuran bir biçimde tüm dünyaya gidin.”
165:6.4 (1824.7) Ve, bu, oldukça dolu ve yoğun geçmiş bir Şabat gününün sonuydu. Ertesi sabah İsa ve on ikili, Abner’in yüksek denetimi altında bu bölgelerde emek veren, yetmişliyi ziyaret etmek için kuzey Perea’nın şehirlerine doğru gittiler.
Urantia’nın Kitabı
166. Makale
166:0.1 (1825.1) ŞUBAT’IN 11’inden 20’sine kadar, İsa ve on ikili, Abner’in birlikteliklerinin ve kadın birliğinin üyelerinin çalışmakta olduğu kuzey Perea’nın şehir ve köylerinin tümünü kapsayan bir turnede bulundu. Onlar, müjdenin bu ileticilerini başarı elde eder halde bulmuş olup, İsa tekrar eden bir biçimde havarilerinin dikkatine, krallığın müjdesinin mucizeler ve harikalar olmadan yayılabileceği gerçeğini çekti.
166:0.2 (1825.2) Perea’daki üç ay süren bu ileti-yayım görevi başarılı bir biçimde on iki havarinin çok az desteği ile yerine getirilmişti; ve, bu zaman zarfından itibaren sunulan müjde, İsa’nın kişiliği yerine, çok daha fazla onun öğretileri üzerineydi. Ancak, onun takipçilerinin İsa’nın öğretilerini takip etmesi uzun sürmemişti; zira, İsa’nın ölümünden ve yeniden doğumundan yakın bir süre onlar, kendisinin öğretilerinden ayrılmış, öncül din-kurumunu onun kutsal-insan kişiliğine ait mucizevî kavramsallaşmalar ve ihtişam yüklenmiş anılar etrafında kurmaya başlamışlardı.
166:1.1 (1825.3) Şabat günü, Şubat ayının 18’i, İsa, Nathanyel isminde varlıklı bir Ferisi’nin yaşamış olduğu yer olan Ragaba’daydı ve, Nathanyel’in akran Ferisileri’nin oldukça dikkate değer sayıdaki üyeleri İsa’yı ve on ikiliyi ülke boyunca takip ettiği için, bu Şabat günü, yaklaşık olarak yirmi kişiden meydana gelen, onların tümü için bir kahvaltı hazırlamış olup, İsa’yı onur konuğu olarak davet etmişti.
166:1.2 (1825.4) İsa’nın bu kahvaltıya ulaşmış olduğu zaman zarfında, Ferisiler’in büyük bir çoğunluğu, iki veya üç avukat ile birlikte, hâlihazırda orada bulunmuş olup, masada oturur haldeydi. Üstün doğrudan bir biçimde, ellerini yıkamak için su leğenlerine gitmeden, Nathanyel’in solundaki yerini almıştı. Ferisilerin çoğu, özellikle İsa’nın öğretilerine olumlu bakanları, onun ellerini yalnızca temizlenme amacıyla yıkamakta olduğunu biliyordu; onun bu tamamiyle törensel olan yerine getirmelerden hiç hoşnut olmadığını bu nedenle, onlar, ellerini iki kez yıkamadan doğrudan bir biçimde masaya gelişi karşısında şaşkınlık içine düşmemişlerdi. Ancak, Nathanyel, Ferisi uygulamasının bu katı gerekliliklerine Üstün’ün uymama hatası karşısında büyük şaşkınlık içerisine düşmüştü. İsa, Ferisilerin yaptığı gibi, ne her çeşit yemekte ne de yemeğin sonunda ellerini yıkamıştı.
166:1.3 (1825.5) Nathanyel ve sağındaki dostane olmayan bir Ferisi arsasında gerçekleşen dikkate değer düzeydeki fısıltıdan ve Üstün’ün karşısında oturanların gözlerini hayretle açışından ve gözle görülür dudak büküşlerinden sonra, İsa nihai olarak şunu söyledi: “Ben zannettim ki sizler beni bu eve, sizlerle bir yemek paylaşmak için ve eğer olursa, iyi olursa, Tanrı’nın krallığının yeni müjdesinin duyuruluşu ile ilgili benden bilgi edinmek için çağırdınız; ancak, anlıyorum ki sizler beni buraya, kendi öz doğruluk anlayışınıza olan törensel bağlılığın bir sergisine şahit olmak için çağırmış haldesiniz. Bu hizmeti bana şu an yapmış haldesiniz; bu yemekte sizlerin misafiri olarak beni onurlandırmak için daha neyi yapacaksınız?”
166:1.4 (1826.1) Üstün bunları söylediğinde, onlar gözlerini masada dikili tutup, sessiz kalmaya devam ettiler. Ve, hiç kimse konuşmadığı için, İsa devam etti: "Siz Ferisiler’in çoğu burada arkadaşlar olarak benimlesiniz, ki bazılarınız benim takipçilerimsiniz; ancak, Ferisilerin büyük bir çoğunluğu, müjdenin emekleri kendileri önüne büyük bir güç içinde getirilirken bile, ışığı görmedeki ve gerçeği tanımadaki retlerinde ısrar etmekte. Ruhsal-yiyeceğin kapları kirli halde ve saflığı bozulmuş dururken, kupalarınızın ve tabaklarınızın çevresini ne kadar da dikkatli bir biçimde temizlemektesiniz! Sizler, insanlara dindar ve kutsal bir görünüm sergilemekten emin olmaya çalışıyorsunuz; ancak, içteki ruhlarınız yalnızca, kendini doğru görmeyle, açgözlülükle, zorla istekle ve ruhsal ahlaksızlığın her bir türüyle dolu haldedir. Önderleriniz, İnsan Evladı’nı öldürmek için kumpaslar kurmakta ve bunu gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Siz budala kişiler, cennetin Tanrısı’nın dıştaki davranışlarınıza ve dindar mesleklerinize ek olarak ruhunuzdaki içsel güdülerinize bakmakta olduğunu anlamıyor musunuz? Sadakalar ve din-kurumlarınıza vergiler vermenin sizleri doğru olmayan hallerinizden temizleyeceğini ve insanların tümünün Yargıcı huzurunda temiz halde durmanızı sağlayacağını düşünmeyin. Yaşamın ışığını almayı reddetmekte ısrarcı olan siz Ferisileri ne de büyük sıkıntılar beklemektedir! Sizler vergi vermede kuruşu kuruşuna hesap yapan ve sadaka vermede gösterişte bulunan kişilersiniz; ancak, sizler bilinçli bir biçimde, Tanrı’nın ziyaretine küçük gözle bakmakta ve onun derin sevgisinin açığa çıkarılışını reddetmektesiniz. Her ne kadar bu küçük görevlere önem vermek sizler için doğru tamamiyle doğru olsa da, sizler bu daha ağır sorumlulukları gerçekleştirmemiş halde bırakmamalısınız. Adaletten kaçan, bağışlamayı küçük gören ve gerçekliği reddeden herkesi ne de büyük sıkıntılar beklemektedir! Sinagogda baş koltukları amaçlayıp, pazarlarda pohpohlar selamları almaya can atarken, Baba’nın açığa çıkarılışını hor gören herkesi ne de büyük sıkıntılar beklemektedir!”
166:1.5 (1826.2) İsa ayrılmak için ayağa kalktığında, masadaki avukatlardan bir tanesi, kendisine hitap eden bir biçimde, şunu söylemişti: “Ancak, Üstün, ifadelerinin bazılarında sen de bizleri küçük görmektesin. Kâtiplerde, Ferisilerde veya avukatlarda hiç mi iyi bir şey yok?” Ve, İsa, ayakta duran bir biçimde, avukata şu cevabı vermişti: “Sizler, Ferisiler gibi, ziyafetlerde baş koltuklara sahip olmaktan ve uzun kuşaklar giymekten mutluluk duyarken, insanların omuzlarına, taşınması çok ağır olan, güç yükleri vermektesiniz. Ve, insanların ruhları bu ağır yükler altında titrerken, sizler parmaklarınızın bir tanesini bile fazla kaldırmayacaksınız. Atalarınızın öldürmüş olduğu tanrı-elçileri için türbeler dikmede olabilecek en yüksek mutluluğu duyan sizleri ne de büyük sıkıntılar beklemektedir! Ve, atalarınızın yaptıklarına rıza gösterişiniz; Tanrı’nın doğruluğunu duyurmak ve cennetsel Baba’nın bağışlamasını açığa çıkarmak olarak — tanrı-elçilerinin kendi vakitlerinde yaptıklarını bugün gerçekleştirmek için gelmiş olanları mevcut anda öldürmeyi tasarlamanızla dışa vurulmaktadır. Ancak, geçmiş nesillerin tümü içinde, tanrı-elçilerinin ve havarilerin kanı tam da bu sapkın ve kendini doğru gören nesil için gereklidir. Sıradan insanlardan bilginin anahtarını çalmış olan siz avukatların tümünü ne de büyük sıkıntılar beklemektedir! Sizin kendileriniz gerçekliğin yoluna girmeyi reddederken, aynı zamanda, oraya girmeyi arzulayan diğer herkese engel olmaktasınız. Ancak, sizler, cennetin krallığının kapılarını böylece kapatamazsınız; bu kapıları bizler, girmesi için inanca sahip olan herkes için açmış bulunmaktayız; ve, bağışlamanın bu girişleri, dışarısıyla güzel görünürken, içinde tamamen ölü insanların kemikleriyle ve ruhsal kirliliğin her türüyle dolu, beyaza bürünmüş kabirler gibi olan, sahte öğretmenlerin ve gerçek olmayan çobanların önyargısıyla ve kibriyle kapanmayacaktır.”
166:1.6 (1826.3) Ve, İsa Nathanyel’in masasında konuşmasını bu şekilde tamamladığında, yemekten yemeden evden ayrılmış oldu. Ve, bu sözleri duymuş olan Ferisiler arasında, bazıları onun öğretisinin inananları haline gelmiş olup, krallığa girdi; ancak, daha fazla sayıdaki kişi, Kudüs’teki Sanhedrin önünde kendisini mahkemeye ve yargıya getirmek için kullanılabilecek sözlerinden bazıları yakalayabilmek için pusuda beklemeye daha da kararlı hale gelmiş olarak, karanlık yollarında ısrarcı olmuştu.
166:1.7 (1827.1) Orada, Ferisilerin özel ilgi göstermiş olduğu sadece üç şey bulunmaktaydı:
166:1.8 (1827.2) 1. Katı din-kurumu vergisi.
166:1.9 (1827.3) 2. Saflık yasalarını harfi harfine yerine getirme.
166:1.10 (1827.4) 3. Ferisi olmayan herhangi biriyle olan ilişkilemden kaçınma.
166:1.11 (1827.5) Bu zaman zarfında İsa, bu ilk iki âdetin içermiş olduğu ruhsal sığlığı açığa çıkarmaya çalışırken, Ferisilerin Ferisiler olmayanlar ile toplumsal iletişimde bulunma reddini eleştirme yorumlarını, bu aynı kişilerin çoğu ile tekrar yemek yiyeceği bir diğer ve ileriki sefere saklamıştı.
166:2.1 (1827.6) Ertesi gün İsa on ikiyle birlikte, Samarya’nın sınırı yakınında bulunan, Amathus’a uğramıştı ve, onlar şehre yaklaşırlarken, bu yerleşke yakında konaklamakta olan on cüzamlıdan oluşan bir topluluk ile karşılaşmışlardı. Bu topluluktan dokuzu Musevi olup, biri Samiri’ydi. Olağan koşullarda bu Museviler, bu Samiri ile her türlü ilişkilemden kaçınırdı ancak, onların ortak rahatsızlığı, tüm dini önyargının üzerinden gelmek için yeterli ve artan bir nitelikteydi. Onlar İsa’ya ve onun daha önceki iyileştirme mucizelerine dair birçok şey duymuş haldeydiler; ve, yetmişli, bu turneler için Üstün dolaşmakta olduğunda, İsa’nın beklenen varış zamanını duyurmadan oluşan bir âdeti geliştirdikleri için bu on cüzamlı, bu zaman zarfında İsa’nın bu yakınlarda görünmesinin beklenmekte olduğu bilgisini almışlardı ve, onlar, bunun uyarınca, İsa’nın ilgisini çekmeyi ve iyileşme için ondan yardım istemeyi umdukları yer olan şehrin çevresindeki burada konumlanmışlardı. Cüzamlılar İsa’nın kendisine yaklaşmakta olduğunu gördüklerinde, ona gitmeye cüret edemeyen bir halde, uzakta durup kendisine şöyle bağırmışlardı: “Üstün, bizlere merhamet et; bizleri sıkıntılarımızdan kurtar. Diğerlerini iyileştirdiğin gibi bizleri iyileştir.”
166:2.2 (1827.7) İsa tam da daha yeni on ikiliye, daha az köktenci Musevilerle birlikte, Perea gentilelilerin, daha köktenci ve daha gelenek etkisindeki Yudea’nın Musevilerine kıyasla yetmişli tarafından duyurulmakta olan müjdeye inanmaya neden daha istekli olduklarını açıklamaktaydı. İsa onların ilgisine, iletilerinin benzer bir biçimde Celileliler ve hatta Samiriler tarafından daha hazır bir halde kabul edilmiş olduğu gerçeğini çekmişti. Ancak, on iki havari henüz, uzun bir süre boyunca hor görülmüş Samiriler için iyi hisleri beslemeye neredeyse hiçbir bir biçimde istekli değildi.
166:2.3 (1827.8) Bunun uyarınca, Şimon Zelotes cüzamlılar arasında Samiri’yi gördüğünde, o Üstün’ün, onlara selam vermek için bile durmadan, şehre geçmesini sağlamaya çabalamıştı. İsa Şimon’a: “Ama, Samiriler Tanrı’yı Musevilere ek olarak seviyorsa da ne olacak? Bizler kendi akran insanlarımız hakkında yargıya mı oturmalıyız? Kim önceden söyleyebilir ki? Eğer biz on kişiyi sağlığına kavuşturursak, belki Samiriler Musevilerden daha minnettar çıkacaktır. Görüşlerinden emin olduğunu mu düşünüyorsun, Şimon?” Ve, Şimon hızlıca cevapladı: “Eğer sen onları temizlersen, birazdan göreceksin.” Ve, İsa: “Öyle olsun, Şimon, insanların minnettarlığına ve Tanrı’nın sevgi dolu merhametine dair gerçeği birazdan öğreneceksin.”
166:2.4 (1827.9) İsa, cüzamlıların yakınına giden bir biçimde, şunu söyledi: “Eğer siz sağlığınıza kavuşturulursanız, derhal Musa’nın kanununun gerektirdiği gibi din-adamlarına gidin ve onlara kendinizi gösterin.” Ve, onlar giderlerken, sağlıklarına kavuşmuş hale getirildiler. Ancak, Samiri kendisinin iyileşmekte olduğunu gördüğünde, geri döndü, ve, İsa’yı arayan bir biçimde, güçlü bir sesle Tanrı’yı yüceltmeye başladı. Ve, o Üstün’ü bulduğunda, onun ayaklarına kapanıp, temizlenişi için ona teşekkürlerini iletti. Diğer dokuzu, Musevi olanlar, aynı zamanda iyileşmelerini keşfetmekteydi; ve, onlar da temizlenişleri için minnettarken, din-adamlarına kendilerini göstermek için yollarına devam etmişti.
166:2.5 (1828.1) Samiri, İsa’nın ayaklarında diz çökmüş bir halde kalmaya devam ederken, Üstün, özellikle Şimon Zelotes’e olarak, on ikiliye doğru bakar bir halde, şunu söyledi: “Onlu temizlenmedi mi? Öyleyse, nerede diğer dokuzu, Museviler? Yalnızca biri, bu yabancı, Tanrı’ya ihtişamını vermek için geri döndü.” Ve, bunun ardından, İsa Samiri’ye, “Ayağa kalk ve yoluna git; inancın seni tekrar sağlıklı kıldı,” dedi.
166:2.6 (1828.2) İsa, bu yabancı ayrılırken havarilerine tekrar baktı. Ve, havarilerin tümü, gözleri yerde olan Şimon Zelotes dışında, İsa’ya bakışlarını çevirdi. On ikili bir söz bile söylemedi. Ne de İsa konuşmada bulundu; onun bir şey söylemesi gerekli değildi.
166:2.7 (1828.3) Her ne kadar bu on kişinin tamamı cüzama sahip olduklarına inanmış olsa da, yalnızca dördü bu sıkıntıyı çekmekteydi. Diğer altısı, cüzam olarak karıştırılmakta bulunan bir deri hastalığından iyileştirilmişti. Ancak, Samiri gerçekten cüzama sahipti.
166:2.8 (1828.4) İsa on ikiden ciddi bir biçimde, cüzamlıların iyileştirilişi hakkında hiçbir şey söylememelerini istemişti; ve, onlar Amathus’a doğru giderlerken, şunu belirtmişti: “Sizler görüyorsunuz, nasıl da evin çocukları, Baba’nın iradesine karşı gelirken bile, bahşedilmelerini hafife alıyor. Onlar, Baba kendilerine iyileştirme bahşettiğinde teşekkür etmemezlikte bulunmayı küçük bir husus olarak görüyor; ancak, yabancılar, evin başından hediyeler aldıklarında, şaşkınlık içerisine düşünüyor ve kendilerine bahşedilen iyi şeylerin tanınışı içinde kendilerini teşekkür etme zorunda hissediyor.” Ve, devam eden bir biçimde havariler Üstün’ün sözlerine cevap olarak hiçbir şey söylememişti.
166:3.1 (1828.5) İsa ve on ikili Gerasa’daki krallığın ileticilerini ziyaret ettiğinde, kendisine inanmakta olan Ferisilerden bir tanesi şu soruyu sordu: “Koruyucu, çok az kişinin mi, yoksa gerçekten de birçok kişinin mi hayatı kurtarılacak?” Ve, İsa, cevap veren bir biçimde, şunu söyledi:
166:3.2 (1828.6) “Sizlere, yalnızca İbrahim’in çocuklarının kurtarılacağı öğretilmiştir; yalnızca dışarıdan kabul edilmiş gentilelilerin kurtuluş umudunda bulunabileceği. Sizlerden bazıları Mısır’dan ayrılmış olan birçok topluluk üyesi içinde yalnızca Kaleb ve Yeşu’nun hayatta kalıp söz verilmiş topraklara ulaşabilmesi nedeniyle, cennetin krallığını aramakta olanlar içinde benzer bir biçimde çok az bir topluluğunun buraya girişe sahip olacağına akıl yordunuz.
166:3.3 (1828.7) “Sizler aynı zamanda aranızda başka bir deyişe sahip olup, bu değiş fazlasıyla gerçekliği içinde barındırmaktadır: Ebedi yaşama götüren yol dosdoğru ve dardır; oraya açılan kapı ise benzer bir biçimde dardır ki, yalnıza kurtuluşu arayanlar içinde azı bu kapıdan girişi elde edebilir. Sizler aynı zamanda; yok oluşa götüren yolun büyük, oraya olan girişin geniş ve bu yoldan gitmeyi tercih eden birçok kişinin bulunuşuna dair bir öğretiye sahipsiniz. Ve, bu değiş anlamsız değildir. Ancak, ben sizlere, kurtuluşun ilk başta kendi kişisel tercihinizin bir meselesi olduğunu söylüyorum. Her ne kadar yaşam yoluna açılan kapı dar olsa da, ona içten bir biçimde girmeyi arzulayanların tamamını alacak kadar geniştir; zira, ben o kapının ta kendisiyim. Ve, Evlat, inanç ile, Evlat kanalıyla Baba’yı arayan evrenin hiçbir evladına girişi hiçbir zaman reddetmeyecektir.
166:3.4 (1829.1) “Ancak, burada, olgunsuzluk halinin hazlarının peşine düşmeye ve bencilliğin tatminlerinin cazibesine kendilerini bırakmaya devam ederken, krallığa girişlerini erteleyen herkes için bir tehlike bulunmaktadır: Geçmişte bir ruhsal deneyim olarak krallığa girmeyi reddetmiş halde, onlar daha sonra buraya, gelecek çağlarda ihtişamın daha iyi yolu açığa çıkarıldığında girmeyi amaçlayabilirler. Ve, bu nedenle, insanlığın suretinde geldiğimde krallığı reddetmiş olanlar, kutsallığın suretinde açığa çıkarıldığında bir giriş için yol ararlar; bu gerçekleştiğinde, ben tüm bu bencil kişilere şunu söyleyeceğim: Ben nereden geldiğinizi bilmiyorum. Sizler bu cennetsel vatandaşlığa hazırlanmak için imkâna sahip oldunuz; ancak, sizler, bağışlamanın tüm bu sunuşlarını reddettiniz; kapı açıkken tüm bu davetleri reddettiniz. Şimdi, kurtuluşu reddetmiş olan sizlere, kapı kapılıdır. Bu kapı, krallığa bencil ihtişam için girmeyi isteyenlere açık değildir. Kurtuluş, Babamın iradesini gerçekleştirmek için samimi adanmışlığını bedelini ödemeye gönülsüz olanlar için değildir. Ruhaniyet ve ruh içerisinde sizler sırtlarınızı Baba’nın krallığına çevirdiğinizde, akıl ve beden içerisinde, şunu söyleyen bir biçimde, bu kapı önünde durup onu çalmanız nafiledir: “Koruyucu, bizlere aç; bizler de krallık için büyük kişiler olabiliriz.’ Bunun sonrasında ben sizlere, sizlerin benim ahırıma ait olmadığınızı duyuracağım. Ben sizleri, inancın iyi kavgasını vermiş ve yeryüzü üzerinde krallık için fedakâr hizmetin ödülünü kazanmış olanlar arasına kabul etmeyeceğim. Ve, sizler, ‘Biz senle yemek masasına oturup beraber yiyip içmedik mi, ve sen bizlere bizim sokaklarımızda öğretimde bulunmadım mı?’ dediğinizde, ben sizlere tekrar, sizlerin ruhsal yabancılar olduklarınızı söyleyeceğim; sizlerin, yeryüzü üzerinde Baba’nın bağışlama hizmetinin akran hizmetçileri olmadığınızı sizleri tanımadığımı ve, bunun sonrasında, tüm dünyanın Hâkimi sizlere şunu söyleyecektir: ‘Bizlerden ayrıl, adaletsizliğin eylemlerinden haz alan siz hepiniz.’
166:3.5 (1829.2) “Ancak, korkmayın; Tanrı’nın krallığına olan giriş ile ebedi yaşamı içten bir biçimde bulmayı arzulayan her bir kişi, bu türden sonsuza kadar sürecek kurtuluşu bulacaktır. Ancak, bu kurtuluşu reddeden sizler bir gün, İbrahim tohumlarına ait tanrı-elçilerinin bu yüceltilmiş krallık içinde gentile milletlerinin inananları ile yaşamın ekmeğini bölmelerine ve onun suyu ile canlanmalarına şahit olacaksınız. Ve, krallığı ruhsal güç içerisinde bu şekilde üstlenenler ve yaşayan inanç ile onu sürekli bir biçimde ayakta tutanlar, kuzeyden, ve güneyden, ve doğudan ve batıdan geleceklerdir. Ve, göreceksiniz ki, ilk başta gelenler son, sonda gelenler ise çoğu sefer ilk olmuş.”
166:3.6 (1829.3) Bu gerçekten de, doğru ve dar yola dair eski ve bilindik deyişin yeni ve yabancı bir türüydü.
166:3.7 (1829.4) Yavaşça bir biçimde havarilerden ve takipçilerden çoğu, İsa’nın öncül duyurusunun taşıdığı anlamı öğrenmekteydi: “Sizler, ruhaniyetten gerçekleşen bir biçimde tekrar doğmadıkça, Tanrı’nın krallığına giremezsiniz.” Yine de, kalplerinde dürüst ve inançlarında içten olan herkes için şu ebedi bir biçimde doğrudur: “Bakın, ben insanların kalplerinin kapıları önünde beklemekte ve onları çalmaktayım; eğer herhangi biri bana kapıyı açacak olursa, içeri gireceğim, çorbalarını içeceğim ve kendilerini yaşamın ekmeği ile besleyeceğim; bizler ruhaniyet ve ana gaye içinde bir tek olacağız; ve, böylece, Cennet Babası için arayışın uzun ve verimli hizmetinde sonsuza kadar kardeş olarak kalacağız.” Ve, bu nedenle, birkaç veya birçok kişinin kurtulacak olması tamamiyle, birkaç veya birçok kişinin benim şu davetime kulak verişine bağlıdır: “Ben kapıyım, ben yeni ve yaşayan yolum, ve her kim irade gösterirse, ebedi yaşam için sonu gelmez gerçeklik arayışına açılmaya girebilir.”
166:3.8 (1829.5) Havariler bile; Tanrı’nın özgürleştirilmiş evlatları olarak, ruhaniyet içinde yeni yaşamın her şeyden önemli ruhsal değerlerini kavrama düzeyine erişebilme imkânına sahip olmak için her türlü maddi karşıtlıktan geçmek ve her bir dünyasal engelin üstesinden gelmek amacı için ruhsal kuvveti kullanma gerekliliği bakımından onun öğretisini bütünüyle anlamaya yetkin değillerdi.
166:4.1 (1830.1) Her ne kadar Filistinliler günde yalnızca iki öğün yerken, bir yolculuk içinde, öğle vakti dinlenmek ve canlanmak için İsa’nın ve havarilerin durması onların adetleriydi. Ve, Philadelphia’ya olan bu türden bir öğle vakti durağında Tomas İsa’ya şu soruyu sormuştu: “Üstün, bu sabah yolda giderken dinlemiş olduğum senin sözlerinden, ruhsal varlıkların maddi dünyada tuhaf ve olağanüstü olayların yaratılışında ilgili olup olmadığını öğrenmek, ve buna ek olarak melekler ve diğer ruhaniyet varlıklarının kazaları önlemeye yetkin olup olmadığını sormak istiyorum.”
166:4.2 (1830.2) Tomas’ın sorusuna cevap olarak, İsa şunu söyledi: “Sizinle uzun süredir birlikteyim, ama siz yine de bana bu türden soruları sormaktasınız? İnsan Evladı’nın sizlerle birlikte yaşayıp, nasıl kendi kişisel beslenişi için cennetin kuvvetlerini uygulamayı tutarlı bir biçimde reddedişini gözlemlemediniz mi? Hepimiz, aracılığı ile insanların tümünün hayatlarını sürdüğü araçlar ile yaşamıyor muyuz? Baba’nın açığa çıkarılışı ve sıkıntı içindeki çocuklarının zaman zaman iyileştirilişi dışında, bu dünyanın maddi yaşamında dışa vurulmuş haldeki ruhsal dünyanın gücünü görüyor musunuz?
166:4.3 (1830.3) “Haddinden uzun bir süre boyunca atalarınız, sahip olunan şeylerin kutsal beğeninin simgesi olduğuna inandı zorluğun Tanrı’nın hoşnutsuzluğun kanıtı olduğuna. Ben sizlere bu türden inanışların hurafeler olduğunu duyuruyorum. Görmüyor musunuz, fakirlerin çok büyük sayıları neşeli bir biçimde müjdeyi almakta ve doğrudan bir biçimde krallığa girmektedir? Eğer zenginlikler kutsal beğenin kanıtı oluyorsa, neden zenginler birçok sefer cennetten gelen bu iyi haberlere inanmayı reddediyor?
166:4.4 (1830.4) “Baba yağmurunun hem adil hem de adil olmayanın üzerine düşmesine izin veriyor; güneş benzer bir biçimde doğru ve doğru olmayan üzerine ışıyor. Sizler, kanlarını Pilatus’un kurbanlar ile karıştırmış olduğu Celileri biliyorsunuz; ancak, ben sizlere, bu Celilelilerin hiçbir bir biçimde, sırf böyle bir şey başlarına geldi diye tüm diğer akranlarından daha fazla günahkâr olmadıklarını söylüyorum. Sizler aynı zamanda, onları öldüren biçimde Şiloam kulesinin üzerlerine düştüğü, on sekiz kişiyi biliyorsunuz. Bu şekilde yok edilen bu kişilerin, Kudüs’teki tüm diğer kardeşlerine kıyasla yasaya daha fazla karşı gelmiş kişiler olduklarını düşünmeyin. Bu kişiler yalnızca, zamanın kazalarından bir tanesinin günahsız kurbanlarıdır.
166:4.5 (1830.5) “Orada, yaşamlarınızda ortaya çıkabilecek üç türden olay topluluğu bulunmaktadır:
166:4.6 (1830.6) “1. Siz ve akranlarınızın yeryüzü üzerinde yaşadıkları yaşamın bir parçası olan olağan şeyleri deneyimleyebilirsiniz.
166:4.7 (1830.7) “2. Bu türden olayların hiçbir biçimde önceden düzenlenmemiş veya diğer bir biçimde âlemin ruhsal kuvvetleri tarafından üretilmemiş olduğunu oldukça iyi bilen bir biçimde, insanların yaşadıkları talihsizliklerden biri olarak, doğanın kazalarından bir tanesinin şans eseri kurbanı olabilirsiniz.
166:4.8 (1830.8) “3. Dünyayı idare etmekte olan doğal kanunlara uyuşunuzdaki doğrudan çabalarınızın bir meyvesini alabilirsiniz.
166:4.9 (1830.9) “Bir zamanlar bahçesine bir incir ağacı dikmiş olan biri bulunmaktaydı ve, o birçok sefer onun meyvesini arzulayıp bir tanesi bile çıkmadığında, üzüm bahçıvanlarını karşısına çağırıp, şunu söyledi: ‘Buraya üç mevsimdir bu incir ağacında meyve bulmak için geliyorum, daha bir tane bulamadım. Bu kısır ağacı kesin; neden toprakta bu kadar yer işgal etsin ki?’ Ancak, baş bahçıvan sahibine şu cevabı vermişti: ‘Etrafını eşmem ve gübre koymam için bana bir yıl daha izin ver; eğer bir sonraki yıl hiçbir meyve vermezse, o zaman kesilmeli.’ Ve, onlar böylece verimin yasalarına uyduklarında, ağaç yaşar ve iyi halde olduğu için, bolca bir verimle ödüllendirilmişlerdi.
166:4.10 (1831.1) “Hastalık ve sağlıkla ilgili hususlarda, sizler bu beden hallerinin maddi nedenlerin bir sonucu olduğunu bilmelisiniz; sağlık cennetin bir gülüşü değildir; ne de sıkıntı Tanrı’nın kaş çatışıdır.
166:4.11 (1831.2) “Baba’nın insan çocukları maddi güzelliklerin alınışı için eşit imkâna sahiptirler; bu nedenle, o, hiçbir ayrı gözetimde bulunmadan insanların çocukları üzerine fiziksel şeyleri bahşetmektedir. Mesele ruhsal hediyelerin bahşedilişine geldiğinde, Baba insanın bu kutsal bahşedilmişlikleri alma yetisiyle sınırlıdır. Her ne kadar Baba kişileri ayırt etmese de, ruhsal hediyelerin bahşedilişinde insanın inancı ve Baba’nın iradesine her zaman uyması gönüllülüğü ile sınırlanmaktadır.”
166:4.12 (1831.3) Onlar Philadelphia’ya doğru seyahat ederlerken, İsa onlara öğretmeye devam etmiş olup, kazalar, hastalıklar ve mucizeler ile ilgili sorularına cevap vermeyi sürdürmüştü; ancak, onlar bu eğitimi tamamiyle kavramaya yetkin değildi. Bir saatlik öğreti, bir yaşamlık inanışları değiştirmeye yeterli olmayacaktır; ve, böylece İsa, onların anlamalarını umut eden bir biçimde, tekrar tekrar anlatarak, iletisini tekrarlamayı gerekli görmüştü; ve, o, ölümüne ve yeniden dirilişine kadar onlar yeryüzü görevinin taşıdığı anlamı kavramada başarısız olmuşsa da, bunu gerçekleştirmeye devam etmişti.
166:5.1 (1831.4) İsa ve on ikili, Philadelphia’da duyuruda ve öğretimde bulunmakta olan Abner ve birlikteliklerine olan ziyaretleri üzerindeydi. Perea’nın tüm şehirleri içinde Philadelphia, yetmişlinin öğretilerini kucaklamış, böylece cennetin krallığına girmiş olan, zengin fakir, eğitimli eğitimsiz, Musevi ve gentilelerin en büyük topluluğuydu. Philadelphia sinagogu daha öncesinde hiçbir zaman, Kudüs’teki Sanhedrin’in yüksek denetimine tabi olmamıştı ve, bu nedenle, burası İsa ve birlikteliklerinin öğretilerine hiçbir zaman kapalı konumda bulunmamıştı. Tam da bu zaman zarfında Abner, Philadelphia sinagogunda üç sefer öğretimde bulunmaktaydı.
166:5.2 (1831.5) Bu sinagogun kendisi daha sonra bir Hıristiyan kilisesi haline gelmiş olup, doğuya olan bölgeler boyunca müjdenin duyuruluşu için ana öğreti-yayım merkeziydi. Burası uzunca bir süre boyunca Üstün’ün öğretilerinin kaleliğini yapmış olup, çağlar boyunca Hıristiyan öğreniminin bir merkezi olarak bölgedeki tek yer halinde varlığını sürdürmüştü.
166:5.3 (1831.6) Kudüs’teki Museviler öncesinde her zaman Philadelphia Museviler ile sorun yaşamıştı. Ve, İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişinden sonra, Koruyucu’nun kardeşi Yakub’un başkanlığını yapmış olduğu, Kudüs kilisesi, inananlardan oluşan Philadelphia cemiyeti ile ciddi sorunlar yaşamaya başlamıştı. Abner, bu konumda ölümüne kadar bulunan bir biçimde, Philadelphia kilisesinin başına gelmişti. Ve, Kudüs ile olan bu ilişkinin kopuşu, Yeni Ahit’de bulunan Müjde kayıtlarında neden Abner’in ve onun çalışmalarının geçmeyişini açıklamaktadır. Kudüs ve Philadelphia arasında bulunan bu anlaşmazlık Yakub ve Abner’in yaşam süreçleri boyunca devam etmiş olup, Kudüs’ün yıkılışından bir süre sonrasına kadar da devam etmişti. Philadelphia gerçekten de güney ve doğunun öncül din-kurumunun ana merkeziydi; bunun karşısında, Antakya kuzey ve batının.
166:5.4 (1831.7) Öncül Hıristiyan kilisesinin önderlerinin tümü ile uyuşmazlık içerisinde bulunması Abner’in bariz talihsizliğiydi. O, Petrus ve Yakub’dan (İsa’nın kardeşinden), idare hususlarında ve Kudüs kilisesinin nüfuz alanı yüzünden kopmuştu; o Pavlus ile yollarını, felsefe ve din-kuramı üzerindeki farklılıklar nedeniyle ayırmıştı. Abner, felsefesinde Helenist bakışa kıyasla daha fazla Babilci tutum içerisindeydi; ve, o inatçı bir biçimde, Pavlus’un İsa’nın öğretilerini ilk başta Musevilere daha sonra ise gizemlerin Greko-Romen inananlarına daha az karşı gelecek bir biçimde sunan biçimde onları yeniden anlatışının tüm çabalarına karşı gelmişti.
166:5.5 (1832.1) Böylelikle Abner tecrit içindeki bir yaşamı yaşamaya itilmişti. O, Kudüs’te tanınmamakta olan bir kilisenin başıydı. O, ilerleyen süreç içerisinde Petrus tarafından desteklenmiş olan, Koruyucu’nun kardeşi Yakub’a karşı gelme cüreti göstermişti. Bu türden bir davranış kendisini neredeyse tamamen tüm eski birlikteliklerinden ayırmıştı. Bunun sonrasında o, Pavlus’a karşı durmaya cüret etmişti. Her ne kadar o Pavlus’un gentilelilere olan öğreti-yayma görevine iyi bakmış olsa da, ve onu Kudüs’teki kilise ile olan anlaşmazlıklarında desteklemiş olsa da, onun duyurmayı seçmiş olduğu İsa’nın öğretileri türüne sert bir biçimde karşı çıkmıştı. Son yıllarında Abner Pavlus’u, “yaşayan Tanrı’nın Evladı halindeki, Nasıralı İsa’nın yaşam öğretilerinin zeki yozlaştırıcısı” olarak kınamıştı.
166:5.6 (1832.2) Abner’in son yıllarında ve onun ardından belli bir süre boyunca Philadelphia’daki inananlar, yeryüzü üzerindeki herhangi bir topluluktan daha fazla bir biçimde, onun yaşadığı ve öğretimde bulunduğu haliyle İsa’nın dinine daha bağlı bir şekilde uymuşlardı.
166:5.7 (1832.3) Abner, M.S. 74’de, Kasım’ın 21. günü Philadelphia’da yaşamını yitiren bir biçimde, 89 yaşına kadar yaşamıştı. Ve, son anına kadar o dosdoğru bir inanan ve cennetsel krallığın müjdesinin öğretmeni olmuştu.
Urantia’nın Kitabı
167. Makale
167:0.1 (1833.1) PEREA hizmetinin bu süreci boyunca, yetmişlinin çalışmakta olduğu çeşitli yerleri ziyarette bulunan İsa ve havarilerden bahsedildiği zaman, bir kural olarak, onların yalnıza onunun kendisiyle bulunduğu, çünkü kalabalıklara öğretide bulunmak için Pella’da havarilerin en az ikisinin bırakılması âdetinin bulunduğu hatırlanmalıdır. İsa Philadelphia’ya devam etmeye hazırlanırken, Şimon Petrus ve abisi Andreas, orada bir araya gelmiş kalabalıklara öğretide bulunmak için Pella kampına geri dönmüştü. Üstün Perea çevresinde ziyaretlerde bulunmak için Pella’daki kamptan ayrıldığı zaman, sayıları üç yüz ila beş yüz arasında değişen kampçının onu takip edişi görülmemiş bir şey değildi. O Philadelphia’ya vardığı zaman, kendisine altı yüzden fazla takipçi eşlik etmekteydi.
167:0.2 (1833.2) Dekapolis turnesi boyunca, on cüzamlının iyileştirilişi dışında, yakın zamanda verilmiş duyuruşta hiçbir mucize gerçekleşmemişti; bu ana kadar bu Perea görevinde hiçbir mucizede bulunulmamıştı. Bu, müjdenin güç ile, mucizeler olmadan, ve çoğu zaman İsa’nın ve hatta kendi havarilerinin bile kişisel mevcudiyeti olmadan duyurulmuş olduğu bir dönemdi.
167:0.3 (1833.3) İsa ve on havari Philadelphia’ya Çarşamba günü, Şubat’ın 22’si varmış olup, Perşembe ve Cumayı önceki seyahatlerden ve emeklerinden dinlenir halde geçirmişlerdi. Bu Cuma Yakub sinagogda konuşmuş olup, genel bir heyet ertesi akşam için toplanmaya çağrılmıştı. Onlar, Philadelphia’daki ve yakındaki köylerde müjdenin ilerleyişinden fazlasıyla mutluluk duymuşlardı. Davud’un ileticileri de, İskenderiye ve Şam’dan iyi haberlere ek olarak, Filistin boyunca krallığın ilave gelişimi haberleri getirmişti.
167:1.1 (1833.4) Philadelphia’da, Abner’in öğretileri kabul etmiş halde bulunan ve Şabat sabahı kahvaltı için evine İsa’yı davet etmiş olan oldukça varlıklı ve etkili bir Ferisi yaşamaktaydı. İsa’nın bu zaman zarfında Philadelphia’da beklenmekte olduğu bilinmekteydi; aralarında birçok Ferisinin bulunduğu, oldukça büyük sayıdaki ziyaretçi Kudüs’ten ve diğer yerlerden gelmiş haldeydi. Bunun uyarınca, bu önde gelen yaklaşık olarak kırk kişi ve birkaç avukat, Üstün’ün onuruna düzenlenmiş halde bulunan bu kahvaltıya davet edilmişti.
167:1.2 (1833.5) İsa, Abner ile konuşan bir biçimde, kapı çevresinde vakit geçirmekteyken, ve ev sahibi sofraya oturduktan sonra, odaya, bir Sanhedrin üyesi olan, Kudüs’ün önde gelen Ferisilerinden bir tanesi girmişti; ve, alışkanlığı olduğu için, bu kişi doğrudan bir biçimde ev sahibinin yanındaki onur olduğuna yönelmişti. Ancak, öncesinden bu yer Üstün için ve onun yanındaki koltuk ise Abner için ayrılmış olduğu için, ev sahibi Kudüs Ferisisi’ne soldan dördüncü koltuğu işaret etmiş olup, bu soylu kişi onur koltuğunu almadığı için fazlasıyla alınmıştı.
167:1.3 (1834.1) Yakın bir süre içinde onların tümü oturmuş olup, kendi aralarında gerçekleşen sohbeti memnuniyetle deneyimlemekteydiler çünkü orada mevcut bulunanların büyük bir çoğunluğu İsa’nın takipçileri ve öyle olmayan durumlarda ise müjdeye dostane yaklaşan kişilerdi. Sadece onun düşmanları İsa’nın, yemeğe oturmadan önce ellerin törensel biçimde yıkanmasına uymadığını gözlemlemişti. Abner ellerini yemek başlamadan önce yıkamıştı, ancak yemek sunulurken değil.
167:1.4 (1834.2) Yemeğin sonuna yakın sokaktan, müzmin bir hastalıktan sıkıntı çekmekte olan ve bu aşamada derisi kabarmış bir koşuldaki bir kişi gelmişti. Bu kişi, yakın bir süre içinde Abner’in birliktelikleri tarafından vaftiz edilmiş olarak, bir inanandı. O iyileşmek için İsa’dan hiçbir istekte bulunmamıştı ancak, Üstün, bu sıkıntı içindeki kişinin bu kahvaltıya, aracılığıyla kendisini çevreleyen kalabalıklardan kaçmayı ve böylece onun ilgisine daha olası bir biçimde gelmeyi umut eder halde uğramış olduğunu oldukça iyi bilmekteydi. Bu kişi çok az mucizenin bu zamanlarda gerçekleştirilmekte olduğunu bilmekteydi; buna rağmen, o kalbi içerisinde, kendi talihsiz görünüşünün mümkün bir biçimde Üstün’ün merhametini çekecek oluşunu düşünmüştü. Ve, o yanılmamıştı zira, bu kişi odaya girdiğinde, hem İsa hem de kendisini üstün görmekteki Kudüslü Ferisi kendisini fark etmişti. Ferisi, bu türden bir kişinin odaya girmesine izin verilmemesi gerektiğine dair itirazını ifade etmede yavaş davranmamıştı. Ancak, İsa hasta kişiye doğru bakışlarını kaldırıp o kadar iyi bir biçimde gülümsemişti ki, bu kişi yakına gelmiş olup, yere çömelmişti. Yemek sona ererken, Üstün akran davetlilere doğru bakışlarını yöneltmiş olup, ardından, ödem içindeki kişiye dikkate değer bir süre bakarak, şunu söylemişti: “Benim arkadaşlarım, siz İsrail’deki öğretmenler ve eğitimli avukatlar, sizlere bir soru sormak istiyorum: “Hasta ve sıkıntı çekmekte olan kişiyi Şabat günü iyileştirmek kanuna aykırımıdır değil midir?” Ancak, burada mevcut bulunmakta olan kişiler İsa’yı oldukça iyi bilmekteydi; onlar sessizliklerini korumuşlardı, bu sorusuna cevap vermemişlerdi.
167:1.5 (1834.3) Bunun ardından, İsa hasta olan kişinin oturmuş olduğu yere gidip, kendisinin elinden tutan bir biçimde, şunu söylemişti: “Kalk ve kendi yoluna git. Sen iyileşmeyi istemedin, ancak ben kalbinin arzusunu ve ruhunun inancını biliyorum.” Bu kişi odadan ayrılmadan önce, İsa oturduğu yere geri dönmüş olup, masada bulunanlara hitap eden bir biçimde, şunu söylemişti: “Bu türden şeyleri benim Babam yapmaktadır; sizleri krallığın cazibesine çekmek için değil, hâlihazırda krallık içinde bulunmakta olanlara kendisini açığa çıkarmak için. Sizler, tam da bu tür şeyleri yapmanın Baba gibi davranmak olduğunu sezebilirsiniz çünkü hanginiz gözde bir hayvanınız Şabat günü kuyuya düştüğünde doğrudan bir biçimde oraya gidip onu çekmek istemezsiniz ki?” Ve, hiç kimse ona cevap vermeyeceği için, ve onu ağırlayan kişi göründüğü kadarıyla neyin gerçekleşmekte olduğunu onayladığı için, İsa ayağa kalkıp, orada bulunan herkese şunu söyledi: “Benim kardeşlerim, bir düğün şölenine davet edildiğiniz zaman, hani olur da sizden daha büyük onura sahip olan kişi davet edilmiştir diye baş tarafa oturmazsınız; ev sahibi size gelip, yerinizi bu diğer, onurlu davetliye vermenizi istemek zorunda kalır diye. Böyle bir durumda, utanma duygusuyla masadaki daha alt bir konumda yerinizi almanız gerekecektir. Bir şölene davet edildiğinizde, şölen sofrasına varışınızda, en alt konumdaki yeri aramak ve ev sahibinin sizi davetliler içinde görüp, sizlere ‘Arkadaşım benim, neden olmayacak yere oturuyorsun? Şöyle yakınıma gel’ diyebilmesi için burada yerinizi almak bir bilgece harekettir; ve, böylece, böyle bir kişi akran davetlileri arasında saygın bir konuma sahip olabilir. Unutmayın, kendisini yücelten herkes alçakgönüllülüğü tadacakken, kendisini içten bir biçimde alçak gören yüceltilecektir. Bu nedenle, bir yemek düzenleyeceğiniz veya bir akşam yemeği vereceğiniz zaman, her zaman arkadaşlarınızı, kardeşlerinizi, kan bağınızdan olanları veya karşılığında sizlere ziyafetler verebilsinler ve böylece telafi edilebilesiniz diye zengin komşularınızı çağırmayın. Bir ziyafet vereceğiniz zaman, zaman zaman fakirleri, sakatları ve gözleri görmeyenleri çağırın. Bu şekilde sizler kalplerinizde kutsanacaksınız; zira, sizler, kötürüm olanların ve normal olmayanların sizlere derin sevgi hizmetiniz için maddi şeyler veremeyeceğini oldukça iyi bilmektesiniz.
167:2.1 (1835.1) İsa kahvaltı masasında Ferisi’den bahsedişini bitirdiğinde, hazır bulunan avukatlardan bir tanesi, sessizliğini bozma arzusu içinde, düşünmeden şunu söylemişti: “Tanrı’nın krallığında yemek yiyecek kişi kutsanmıştır” — bu, bu dönemlerin olağan bir deyişiydi. Ve, bunun ardından İsa, dostane ev sahibinin kalbinde düşünmeye zorlanmış olduğu, bir hikâyeyi anlattı. İsa şunu söylemişti:
167:2.2 (1835.2) “Bir zamanlar belli bir yönetici büyük bir akşam yemeği veriyordu; birçok davetliyi çağırmış bir biçimde, yemek zamanı davet edilmiş olanlara hizmetçilerini şunu söylemeleri için göndermişti: ‘Gelin, şimdi her şey hazır.’ Ve, onların tümü tek bir ağızdan bahanelerini söylemeye başladılar. İlki, ‘Ben daha yeni bir çiftlik aldım ve nasıl işliyor görmek zorundayım; umarım beni affedersin.’ Diğeri, ‘beş baş öküzü satın aldım, ve şimdi teslim almak zorundayım; umarım beni affedersin.’ Bir diğeri ‘Yeni evlendim, ve bu yüzden gelemem.’ Böylece hizmetçiler geri dönüp, bunları sahiplerine duyurdu. Evin sahibi bunları duyduğunda, oldukça kızmış olup, hizmetçilerine dönen bir biçimde, şunu söyledi: ‘Ben bu evlilik ziyafetini hazırladım; eti yumuşak hayvanları kestim ve her şey davetliler için hazır, ama onlar benim davetimi küçük görüyor; onlar herkesin topraklarına gitti ve mallarından yedi, ve onlar kendilerini şölenime çağırmış olan hizmetçilerime saygısızlık bile ediyor. Bu yüzden Derhal davranın, şehrin sokaklarına, geçitlerine gidin, ana yollarına çıkın, dar yollarına uğrayın, fakir ve itilmiş, gözleri görmez ve yürüyemezi buraya getirin, getirin ki evlilik şöleni davetlilere sahip olsun.’ Ve, hizmetçiler ev sahibinin emretmiş olduğu şeyi böylece yerine getirdiler; ve, böyleyken bile, daha fazla ziyaretçi için yer hala vardı. Bunun ardından, ev sahibi çalışanlarına: ‘Şimdi dış yollara ve şehir dışına çıkın ve bu şehre gelenleri doyurmak için benim evi beraberinizde getirin. Ben sizlere, ilk olarak çağrılmış olanlardan hiçbirinin yemeğimi tatmayacağını duyuruyorum.’ Ve, hizmetçiler üstünlerin emretmiş oldukları şeyi yerine getirdiler, ve ev doldu.”
167:2.3 (1835.3) Ve, bu kişiler bu sözleri duyduklarında, oradan ayrılmışlardı her kişi kendi mekânına çekildi. En sonunda, orada hazır bulunup dudak büken Ferisilerden bir tanesi bu simgesel hikâyenin anlamını kavramıştı zira, o, bu gün vaftiz olmuş ve krallın müjdesine olan inancını herkese açık bir biçimde itiraf etmişti. Abner bu gece, inananlardan meydana gelen genel toplantı da bu simgesel hikâye üzerine duyuruda bulunmuştu.
167:2.4 (1835.4) Bir sonraki gün, havarilerin tümü, bu büyük akşam yemeği hikâyesinin içermiş olduğu anlamı yorumlamaya çalışmanın felsefi alıştırmasında bulunmuştu. Her ne kadar İsa ilgi ile bu farklılık gösteren yorumların tümünü dinlemiş olsa da, oldukça kararlı bir biçimde kendilerine hikâyenin anlaşılmasında ilave yardımda bulunmayı reddetmişti. O yalnızca şunu söylerdi, “Bırakınız her kişi anlamı kendi için ve kendi öz ruhunda bulsun.”
167:3.1 (1835.5) Abner öncesinde, sinagogların tümünün Sanhedrin emri ile onun öğretilerine kapatılmış olmasından beri bir sinagogda ilk kez görünüşü olarak, bu Şabat günü Üstün’ün öğretide bulunmasını düzenlemişti. Ayinin sonunda, İsa, bir üzüntü ifadesi taşıyan ve fazlasıyla kambur olan, yaşlıca bir kadına doğru bakışlarını indirmişti. Bu kişi uzunca bir süre boyunca korku etkisinde yaşamıştı ve, her türlü neşe yaşamından kaçmıştı. İsa kürsüden inerken, ona doğru gitti, ve onun kambur bedeninde omzuna dokunarak, şunu söyledi: “Kadın, sadece inanacak olursan, yılgın halinden tamamiyle kurtulmuş olacaksın.” Ve, on sekiz yıldan fazla bir süre boyunca korkunun getirmiş olduğu ümitsizlik halinden dolayı eğilip ve bükülmüş olan bu kadın, Üstün’ün sözlerine inanmış olup, inançla derhal doğruldu. Bu kadın kendisinin doğrultulmuş olduğunu görünce, sesini yükseltti ve Tanrı’yı yüceltti.
167:3.2 (1836.1) Her ne kadar, kambur halinin onun umutsuzluk içindeki aklının bir sonucu olduğu biçimde, bu kişinin sıkıntısı tamamiyle zihinsel olsa da, insanlar İsa’nın gerçek bir fiziksel bozukluğu düzelmiş olduğunu düşündüler. Philadelphia’daki sinagog cemiyeti İsa’nın öğretisine karşı dostane olsa da, bu sinagogun baş yöneticisi dostane olmayan bir Ferisi’idi. Ve, İsa’nın bir fiziksel bozukluğu iyileştirmiş oluşuna dair cemiyetin fikrini paylaşmış ve Şabat günü İsa’nın bu türden bir şeyi yapmaya cüret edişi karşısında sinirlenmiş halde, ayine katılanların karşısında ayağa kalıp, şunu söylemişti: “İnsanların yapmaları gereken her şeyi gerçekleştireceği altı gün bulunmuyor mu? Bu çalışma günleri gelsin, iyileştirilme yapılsın, ancak Şabat günü değil.”
167:3.3 (1836.2) Dostane olmayan idareci bu şekilde konuştuğunda, İsa konuşma kürsüsüne geri dönüp, şunu söylemişti: “Neden iki yüzlülükte bulunmak gerekiyor ki? Her biriniz Şabat gününde büyük baş hayvanınızı tutulduğu yer olan ahırdan çıkarıp, sulamaya götürmüyor musunuz? Eğer böyle bir hizmete Şabat günü izin veriliyorsa, on sekiz yıl kötülük altında eğilmiş olan İbrahim bir kızı, bu kadın, tutsaklığından kurtarılmaya ve özgürlük ve yaşamın sularından beslenmeye götürülmemeli midir, bu Şabat günü de mi?” Ve, kadın Tanrı’yı yüceltmeye devam etmeyi sürdürdükçe, İsa’yı eleştirilen utanmış olup, ayin katılanları bu kadının iyileşmiş oluşu karşısında derin neşe duydular.
167:3.4 (1836.3) Bu Şabat günü İsa’yı herkes karşısında eleştirmesinin bir sonucu olarak sinagogun baş yöneticisi görevinden alınmış olup, İsa’nın bir takipçisi onun yerine getirilmişti.
167:3.5 (1836.4) İsa sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, yılgınlık tutumlarından, akıllarındaki ümitsizlik hislerinden ve korkuya olan köleliklerinden bu korku kurbanları kurtarmıştı. Ancak, insanlar tüm bu sıkıntılarının ya fiziksel bozukluklardan yâda kötülük ruhaniyetlerinin ruhlara girmesinden dolayı gerçekleşmiş olduğunu düşünmüştü.
167:3.6 (1836.5) İsa sinagogdaki öğretisini bir kez daha Pazar günü gerçekleştirmişti; ve, birçok kişi o gün öğle vakti, şehrin güneyinde akmakta olan nehirde Abner tarafından vaftiz edilmişti. Ertesi sabah, Kudüs yakındaki, Bethani’de bulunan arkadaşlarından İsa’ya acil bir iletiyi getirmiş olan, Davud’un ileticilerinden bir tanesinin varışı olmasaydı, İsa ve on havari Pella kampına olan geri dönüşlerine başlayacaklardı.
167:4.1 (1836.6) Pazar akşamı, Şubat’ın 26’sı, oldukça geç bir saate bir ulak, şunu söylemiş olan, Marta ve Meryem’den bir iletiyi getiren bir biçimde, Bethani’den Philadelphia’ya ulaşmıştı: “Koruyucu, senin derinden sevmiş olduğun kişi çok hasta.” Bu ileti İsa’ya akşam konuşmasının sonunda ulaşmış olup, İsa bu anda gece için havarilerine iyi geceler dilemekteydi. İlk başta İsa hiçbir cevapta bulunmamıştı. Orada, kendisinin dışında ve onun ötesinde bulunan bir konumdaki kişiyle bir iletişim içinde olduğu göründüğü bir vakit olarak, tuhaf ara hallerinden bir tanesi yaşanmıştı. Ve, bunun ardından, yukarı doğru bakar bir halde, o ileticiye, şunu söyleyen bir biçimde, havarilerin duyabildiği halde şöyle hitap etmişti: “Bu hastalık gerçekten de ölüme varmamaktadır. Onun, Tanrı’ya hak ettiği ihtişamı sunmak ve Evlat’ı yüceltmek için kullanılabileceğinden kuşku duymayın.”
167:4.2 (1837.1) İsa, Marta, Meryem ve onların kardeşleri olan Lazarus’tan fazlasıyla hoşnuttu; o kendilerini çok güçlü bir şefkat ile derinden sevmekteydi. Onun ilk ve insani olan düşüncesi, onların derhal yardımlarına koşmaktı ancak, onun bileşik haldeki aklına başka bir düşünce gelmişti. O öncesinde, Kudüs’te bulunan Musevi önderlerin krallığı bir zaman zarfında kabul edeceklerine dair umudu neredeyse tamamen bırakmış haldeydi; ancak, o hala kendi insanlarını derinden sevmekteydi; ve, orada bu aşamada aklına, aracılığı ile Kudüs kâtipleri ve Ferisilerin kendi öğretilerini kabul etmek için bir tane daha imkâna sahip olabilecekleri bir plan fikri gelmişti; ve, İsa, eğer Babası bu iradeye sahip ise, Kudüs’teki bu son başvurunun onun tüm yeryüzü süreci içindeki en derin ve en hayretler verici emeği olmasına karar vermişti. Museviler, mucizeleri gerçekleştiren bir kurtarıcı düşüncesine sarılmaktaydılar. Ve, her ne kadar o maddi harikaları gerçekleştirmeyi veya siyasi gücün zamansal dışavurumlarını uygulamayı sırf insanları hoşnut kılmak için kabul etmeyi reddetmiş olsa da, o bu aşmada kesin bir biçimde, sahip olduğu bu zamana kadar yaşam ve ölüm üzerine gösterilmemiş olan gücün dışavurumu için Baba’nın iznini istemişti.
167:4.3 (1837.2) Museviler, ölümün gerçekleştiği gün kefeni toprağa verme alışkanlığındaydılar; bu, bu türden sıcak bir iklimde gerekli bir uygulamaydı. Onların, aslında yalnızca koma halinde bulunan bir kişiyi tabuta koyup, bu kişinin de ikinci veya üçüncü gün tabuttan çıkması sıklıkla yaşanmıştı. Ancak, her ne kadar ruhaniyet ve ruhun iki veya üç gün boyunca beden yakınında vakit geçirmiş oluşu, ancak bunu hiçbir zaman üçüncü gün sonrası gerçekleştirmeyişi Musevilerin inancıydı gerçekte bozulma dördüncü gün oldukça ilerlemekte olup, bu türden bir vakit geçtikten sonra hiç kimse tabuttan geri dönmemekteydi. Ve, bu nedenlerden dolayı, İsa Bethani için ayrılmaya hazırlanmadan önce, Philadelphia’da iki bütün gün vakit geçirmeye devam etmişti.
167:4.4 (1837.3) Bunun uyarınca, Çarşamba günü sabahı erkenden o havarilerine şunu söyledi: “Bir an önce Yudea’ya tekrar gitmek için hazırlanalım.” Ve, havariler Üstün’ün bunu söylediğini duyduğunda, birbirlerine danışmak için bir süreliğine kendi aralarına çekildiler. Yakub konuşmanın idaresini üstlenmiş olup, onlar hep birlikte İsa’nın Yudea’ya tekrar gitmesine izin vermenin yalnızca budalalık olacağına karar vermiş olup, tek bir vücut içerisinde geri gelip, bunu böylece ona söylediler. Yakub: “Üstün, sen yalnızca birkaç hafta önce Kudüs’teydin, ve önderler senin ölümünü amaçlarken, insanlar seni taşlamayı istediler. O zaman sen bu kişilere gerçeği almak için imkânlarını sundun, ve bizler senin tekrar Yudea’ya geri gitmene izin vermeyeceğiz.”
167:4.5 (1837.4) Bunun sonrasında, İsa: “Ancak, herhangi bir işi güvenle gerçekleştirmek için günde on iki saatin bulunduğunu anlamıyor musunuz? Eğer bir kişi gün içinde yürürse, gecedekine kıyasla daha az sendeleyecektir. Eğer bir kişi gece yürürse, ışık olmadığı için sendelemeye elverişli halde bulunacaktır. Benim günlerim sürene kadar, Yudea’ya girmekten korkmuyorum. Ben bu Museviler için bir kudretli emekte daha bulunacağım; ben onlara inanmak için bir şans daha vereceğim, her ne kadar onların anladığı biçimde olsa da — dışa dönük ihtişam içinde ve Baba’nın gücünün ve Evlat’ın derin sevgisinin görünür dışavurumu halinde. Bunun yanı sıra, arkadaşımız Lazarus’un uykuya dalmış olduğunu görmüyor musunuz, ben onu bu uykudan uyandırmak istiyorum!”
167:4.6 (1837.5) Bunun ardından, havarilerden bir tanesi şunu söyledi: “Üstün, eğer Lazarus uykuya dalmışsa, o oldukça kesin bir biçimde eski haline dönecektir.” Bu zamanlarda Museviler’in ölümden bir uyku biçiminde bahsetmeleri adetti; ancak, havariler İsa’nın, Lazarus’un bu dünyadan ayrılmış oluşunu kastettiğini anlamamışları o bu aşamada yalın bir biçimde: “Lazarus öldü. Ve, ben sizin adınıza mutluyum; her ne kadar ben tek bir yerde olduğum için diğerleri bunun aracılığı ile kurtarılmayacak olsa da, şimdi bana inanmak için sizlerin yeni bir nedene sahip olacağınız için; ve, gözlemleyeceğiniz şeyle, hepiniz, sizlerden ayrılacağım ve Baba’ya gideceğim güne hazırlıkta tamamiyle güçlenmelisiniz.”
167:4.7 (1838.1) Onlar İsa’yı, Yudea’ya gitmekten kaçınması için ikna edemediklerinde, havarilerden bazıları kendisine eşlik etmeyi bile istememişti; Tomas, şunu söyleyen bir biçimde, akranlarına: “Bizler Üstüne korkularımızı söyledik, ancak o Bethani’ye gitmeye kararlı. Ben bunun onun sonu anlamına geleceğini kabul ediyorum; onlar kesin bir biçimde kendisini öldürecekler; ancak, eğer bu Üstün’ün tercihi ise, ona cesur kişiler olarak karşılık verelim; kendisi ile birlikte ölebilmek için bizler de o yoldan gidelim.” Ve, bu her zaman böyle olmuştu; bilinçli ve kararlı cesaret gerektiren hususlarda Tomas her zaman on iki havarinin bel kemiği olmuştu.
167:5.1 (1838.2) Yudea yolunda İsa, arkadaşları ve düşmanlarından oluşan neredeyse elli kişilik bir kafile tarafından takip edilmişti. Öğlen yemek vakti, Çarşamba günü, o havarilerine ve takip edenlerin bu topluluğuna “Kurtuluş Şartları” üzerine konuşmuş olup, Ferisi ve publikan (bir vergi toplayıcısı) hakkındaki şu hikâyeyi anlatmıştı. İsa: “Bunun ardından, Baba’nın kurtuluşu insanın çocuklarına verdiğini görürsünüz; ve, bu kurtuluş, kutsal aile içinde evlatlığı almak için inanca sahip olan herkes için karşılıksız bir hediyedir. Bu kurtuluşu kazanmak için insanın elleriyle yapabileceği hiçbir şey bulunmamaktadır. Kendini üstün görerek gerçekleştirilen şeyler Tanrı’nın iltimasını satın alamaz; ve, herkes önünde fazlasıyla dua etmek, kalp içinde yaşayan inancın yoksunluğunun yerine geçemez. İnsanlar dışa yönelik hizmetleri ile aldatabilir; ancak, Tanrı sizlerin ruhlarınızı görmektedir. Sizlere söylediğim şey, bir Ferisi ve diğeri ise publikan olarak mabede dua etmek için giden iki kişi tarafından oldukça iyi bir biçimde sergilenmektedir. Ferisi orada durup, kendi kendisine şöyle dua etti: ‘Ey Tanrı, ben sana benim diğer insanlar gibi, haraççılar, eğitimsizler, adil olmayanlar, evlilik dışı ilişkide bulunanlar ve hatta bu publikan gibi biri olmadığım için teşekkür ediyorum. Hafta iki kez oruç tutuyorum; kazandığım her şeyi sinagoguma vergi olarak veriyorum.’ Ancak, uzakta durur haldeki, publikan, öyle gözlerini gökyüzüne fazlaca kaldırmazdı, ancak, şunu söyleyerek, göğsüne vurmuştu, ‘Tanrı benim gibi bir günahkâra merhamet et.’ Ben sizlere Ferisi yerine publikanın eve Tanrı’nın onayını kabul etmiş olarak gitmiş olduğunu söylüyorum; zira, kendisini yücelten herkes alçak gönüllüğü tadacak, ancak kendisini alçaltan herkes yüceltilecektir.”
167:5.2 (1838.3) O gece, Eriha’da, dostane olmayan Ferisiler, akranlarının bir seferinde Celile’de gerçekleştirmiş olduğu gibi, onu evlilik ve boşanma hususlarına konuşmaya iten bir biçimde, Üstün’ün tuzağa getirmeyi amaçlamışlardı ancak, İsa mahirane bir biçimde, kendisini boşanmaya dair kanunları ile çatışmaya getirecek olan çabalarından kaçınmıştı. Publikan ve Ferisi iyi ve kötü dini gösterirken, onların boşanma uygulamaları, evlilik yasalarına dair Musevi kanunları ile bu Musasal boşanma yönergelerine dair Ferisilerin utanç dolu yorum genişliği arasındaki farkı göstermekteydi. Ferisiler kendilerini en alt düzeydeki ortak ölçüt ile yargılamaktaydı publikan kendisini en yüksek ideal ile feda etmeyi amaçlamaktaydı. Adanma, bir Ferisi için, kendini üstün gören eylemsizliğe gitmenin bir aracı ve sahte ruhsal güvencenin teminatıydı adanma, publikan için, ruhun — merhamet dolu bağışlamaya ait olan — inanç ile pişmanlık, itiraf ve kabul edilme ihtiyaçlarının tatmin edilmesi nihai amacını gerçekleştirmek için bir araçtı. Ferisi adaleti aramaktaydı publikan bağışlamayı bulmuştu. Evrenin kanunu şudur: İstediğinizi alacak, aradığınızı ettiğinizi bulacaksınız.
167:5.3 (1838.4) Her ne kadar İsa boşanmaya dair Ferisiler ile bir çekişmeye çekilmeyi reddetmişse de, kesin bir biçimde, evlilik hakkında en yüksek ideallerden meydana gelen olumlayıcı bir öğretiyi duyurmuştu. O evliliği, tüm insan ilişkileri içinde en ideal ve en yükseği olarak yüceltmişti. Benzer bir biçimde o; zayıf bir aşçı, kusurlu bir ev kadını gibi, veya kocanın daha alımlı görünen bir kadına âşık olmasından daha iyi bir nedene sahip olmaz halde, bu dönemlerde olabilecek en küçük nedenlerden olayı bir erkeğin eşini boşamasına izin veren, Kudüs Musevilerinin gevşek ve adaletsiz boşanma uygulamalarına güçlü bir biçimde karşı çıkışının ipucunu vermişti.
167:5.4 (1839.1) Ferisiler bu basit nedenlerle boşanmanın, özellikle Ferisiler olmak üzere, Musevi insanları için verilmiş özel bir uygulama olduğunu öğreten biçimde ileri bile gitmiş haldelerdi. Ve, böylece, İsa evlilik ve boşanmayı içeren duyurularda bulunmayı reddederken, oldukça sert bir biçimde evlilik ilişkilerinin bu utanç verici alayını kınamış ve onların kadınlara ve çocuklara olan adaletsizlerine işaret etmişti. O hiçbir zaman, kadın karşısında insana üstünlük veren bir boşanma uygulamasına izin vermemişti; Üstün yalnızca, kadınlara erkekler ile eş düzeyi veren öğretileri iyi gözle bakmıştı.
167:5.5 (1839.2) Her ne kadar İsa evlilik ve boşanmayı düzeyen yeni emirler sunmamış olsa da, o güçlü bir biçimde Museviler’den kendi öz yasaları ve daha yüksekte bulunan öğretileri uyarınca yaşamalarını istemişti. O sürekli olarak, bu toplumsal amaçlar doğrultusunda onların adetlerini geliştirmek çabasında yazılı Yazıtlar’a başvurmuştu. Evliliğin yüksek ve ideal kavramsallaşmalarını korurken, İsa mahir bir biçimde hem yazılı kanunları hem de fazlasıyla memnuniyet duydukları boşanma ayrıcalıkları tarafından görülmekte olan toplumsal uygulamaları hakkında soruda bulunanlar ile çatışmaktan kaçınmıştı.
167:5.6 (1839.3) Havariler için; Üstün’ün bilimsel, toplumsal, ekonomik ve siyasim sorunları içine alan olumlayıcı duyularda bulunmaya olan isteksizliğini anlamaları oldukça zordu. Onlar, onun yeryüzü görevinin tamamen ruhsal ve dini gerçeklerin açığa çıkarılışı ile ilgili olduğunu bütünüyle fark edemiyorlardı.
167:5.7 (1839.4) İsa’nın evlilik ve boşanma hakkında konuşmasından sonra, bu akşam ilerleyen saatlerde onun havarileri özel olarak kendisine birçok ilave soruda bulunmuştu; ve, onun bu sorulara olan cevapları havarilerin akıllarındaki birçok yanlış anlaşılmanın giderilmesini sağlamıştı. Bu konuşmanın sonunda İsa şunu söylemişti: “Evlilik onurlu nitelikte olup, tüm insanlar tarafından arzulanacaktır. İnsan Evladı’nın yeryüzü üzerindeki görevinin peşine yalnız olarak düşmüş olması, evliliğin arzulanır niteliğine dair hiçbir şeyi yansıtmamaktadır. Bu şekilde emek vermem Baba’nın iradesidir; ancak, bu aynı Baba, erkek ve kadının yaratılmasını emretmiştir; ve, erkek ve kadınların en yüksek hizmetlerini ve bunu izleyen neşelerini, yaratımları ile bu ebeveynlerin gökyüzünün ve yeryüzünün Yaratanları ile ortak-eşler haline geldiği, çocukların doğumu ve hazırlanışı için evi kurmada bulmaları kutsal iradedir. Ve, bu amaçla, bir kişi anne ve babasından ayrılmalı, eşine sıkıca bağlanmalı ve ikisi bir bütün haline gelmelidir.”
167:5.8 (1839.5) Ve, bu şekilde, İsa, havarilerinin akıllarından evlilik ile ilgili birçok endişeyi gidermiş olup, boşanmaya dair birçok yanlış anlaşılmayı temizlemişti; aynı zamanda o, bu toplumsal birlikteliğe dair ideallerini yükseltmek ve kadın ve çocuklara ve eve olan saygılarını arttırmak için fazlaca şeyi gerçekleştirmişti.
167:6.1 (1839.6) O akşam, İsa’nın evliliğe ve çocukların kutsanmış niteliğine dair iletisi tüm Eriha’ya yayılmıştı öyle ki, bir sonraki sabah, İsa ve havarilerin ayrılmak için hazırlanışından uzunca bir süre önce, kahvaltı vaktinden bile önce düzinelerce anne, kollarında çocuklarını getiren ve onları ellerinde tutan bir biçimde, İsa’nın konaklamakta olduğu yere gelmiş ve İsa’nın küçük çocukları kutsanışını arzu etmişlerdi. Havariler çocuklarıyla birlikte annelerin bu toplanışını görmek için dışarı çıktıklarında, onları evlerine göndermeye çalışmışlardı ancak, bu kadınlar, Üstün çocuklarının başına ellerini uzatıp onları kutsamadıkça ayrılmayı reddetmişlerdi. Ve, havariler sesli bir biçimde bu kadınları uyardığında, kargaşayı duyan bir halde İsa, dışarı çıkmış olup, rahatsız olmuş bir biçimde şunu söyleyerek onları uyarmıştı: “Küçük çocukların bana gelmesini engellemeyin; onları yasaklamayın, zira cennetin krallığı onlarındır. Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum ki, Tanrı’nın krallığını bir çocuk gibi almayan kişi, ruhsal erişkinliğin bütüncül haline erişen bir biçimde büyümek için oraya neredeyse hiçbir biçimde giremez.”
167:6.2 (1840.1) Ve, Üstün havarilerine bu şekilde konuştuğunda, çocukların tümünü kabul etmiş olup, ellerini onların başlarına koyarken, annelerine cesaret ve ümit verici şeyleri söylemişti.
167:6.3 (1840.2) İsa sıklıkla havarilerine göksel malikânelerden bahsetmiş olup, onlara Tanrı’nın çocuklarının buralarda bu dünya üzerinde çocukların fiziksel bir biçimde büyümesi gibi ruhsal olarak büyümek zorunda olduklarını öğretmişti. Ve, kutsal olanın zaman zaman alışılageldik halde görünüşü gibi, bu gün bu çocuklar ve anneleri Nebadon’un izler haldeki uslarının Eriha çocuklarının bir evrenin Yaratanı ile oynamakta oluşunu gözlemlediklerinin farkına çok az vardılar.
167:6.4 (1840.3) Filistin’de kadının düzeyi, İsa’nın öğretisi tarafından fazlasıyla ilerlemişti; ve, eğer İsa’nın takipçileri onun kendilerine oldukça zorlu emeklerle öğretmiş olduğu şeylerden bu kadar ayrılmamış olsaydı, bu gelişme dünyanın tamamı boyunca şu an kendisini göstermiş halde olurdu.
167:6.5 (1840.4) Kutsal ibadetin alışkanlıkları içinde çocukların öncül dini hazırlanışı üzerine olan konuşmayla iniltili olarak, İsa’nın havarilerine, özellikle çocukları içeren bir biçimde, ibadet etme uyarımına götüren bir etki halinde güzelliğin büyük değerinin altını çizişi aynı zamanda Eriha’da gerçekleşmişti. Üstün, yaratımın sahip olduğu doğal çevre içinde Yaratan’a ibadet etmenin değerini bizzat ve örnek olarak öğretmişti. O, ağaçlar ve doğal dünyanın alt düzeydeki yaratılmışları arasında cennetsel Baba ile bir araya bir bütün haline gelmeyi tercih etmişti. O, Yaratan Evlatların yıldızsal âlemlerinin ilham verici görünüşü boyunca Baba hakkında düşünmeden derin sevk almıştı.
167:6.6 (1840.5) Doğa içindeki ibadet yerlerinde Tanrı’ya ibadet etmek mümkün olmadığında, insanlar evlerini, çekici yalınlığın ve sanatsal süslemelerin mabetleri halinde güzelliğin mekânı hale getirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmalılar ki, Tanrı ile olan ruhsal birlikteliğe ussal bir biçimde yaklaşmak için insanın en yüksek duyguları harekete geçebilsin. Gerçeklik, güzellik ve kutsallık, gerçek ibadet için güçlü ve verimli yardımcılardır. Ancak, ruhaniyet birlikteliği, yalnızca büyük ölçekteki süsler ve insanın detaylı ve gösterişli sanatının yansıtmakta olduğu haddinden fazla süslemeyle gerçekleştirilemez. Güzellik, en yalın ve doğaya benzer halde en dinidir. Küçük çocukların, güzellik çekiciliğinden bu kadar yoksun ve neşe ve ilham verici kutsallığın her türlü hatırlatıcısından bu kadar uzak olan soğuk ve ıssız odalarda kamu ibadetine dair kavramsallaşmalara olan ilk eğitimi almaları ne kadar da talihsizdir! Çocuk ibadetle doğayla baş başa olan mekânlarda tanıştırılmalı ve daha sonra ebeveynlerine, en azından bu çocuğun günlük hayatında kalmış olduğu ev kadar maddi bir biçimde ilgi çekici ve sanatsal olarak güzel olan kamunun dini toplanış evlerinde eşlik etmelidir.
167:7.1 (1840.6) Onlar Eriha’dan Bethani’ye tepelere çıkarak seyahat ederlerken, Nathanyel yolun büyük bir kısmını İsa’nın yanı başında yürümüştü; ve, cennetin krallığı ile ilişkili olan onların çocuklar üzerine konuşması dolaylı bir biçimde meleklerin hizmetini içeren bir söyleşiye açılmıştı. Nathanyel nihai olarak Üstün’e şu soruyu sormuştu: “En yüksek din-adamının bir Sadduki olduğunu gören bir halde, ve Saddukilerin meleklere inanmadığını bilerek, bizler göksel hizmetkârlar hakkında insanlara ne öğretmeliyiz?” Bunun ardından, diğer şeylerden de bahseden bir biçimde, İsa şunu söylemişti:
167:7.2 (1841.1) “Meleksel birlikler, yaratılmış varlıkların ayrı bir düzeyidir; onlar fani yaratılmışların maddi düzeyinden tamamiyle farklı olup, evren uslarının ayrı bir topluluğu olarak faaliyet gösterirler. Melekler, Yazıtlar’da ‘Tanrı Evlatları’ olarak adlandırılan o topluluk değildir; ne de onlar, yukarıdaki malikâneler boyunca ilerleme sürecine girmiş ve bunu tamamlamış olan eskiden fani olan insanlara ait yüceltilmiş ruhaniyetlerdir. Melekler doğrudan bir yaratım olup, kendileri arasında doğumda bulunmamaktadırlar. Meleksel birlikler, insan ırkı ile yalnızca ruhsal bir ortak bağa sahiptirler. İnsan Cennet içindeki Baba’ya olan seyahatinde ilerlerken, meleklerin düzeyine bir aşamada benzemekte olan bir varlık düzeyini kat ederler; ancak, fani insan hiçbir zaman bir melek haline gelmemektedir.
167:7.3 (1841.2) “İnsanın olduğu gibi melekler hiçbir zaman ölmemektedir. Melekler; muhtemel bir biçimde, Lucifer aldanışında bazılarının gerçekleştirmiş olduğu gibi günaha katılır hale gelmedikçe, ölümsüz niteliktedirler. Melekler cennet içinde ruhaniyet hizmetçileridirler; ve, onlar ne her şeyi bilen ne de her şeye gücü yeten haldedirler. Ancak, sadık melekler gerçekten de saf ve kutsaldırlar.
167:7.4 (1841.3) “Ve, bir seferinde benim sizlere; eğer ruhsal gözleriniz kutsanırsa, gökyüzünü tüm çıplaklığıyla görüp, inen ve çıkan Tanrı’nın meleklerini gözleyebilirsiniz demiş olduğumu hatırlamıyor musunuz? Meleklerin vasıtasıyla bir dünya diğerleriyle iletişim halinde tutulabilir; zira, ben sizlere, bu ahırda bulunmayan başka koyunlara sahip olduğumu söylemedim mi? Ve, bu melekler, sizleri izleyen daha sonra da kalbinizdeki düşünceleri koşup Baba’ya söyleyip, beden içindeki eylemlerinizi bildiren ruhaniyet hafiyeleri değillerdir. Baba’nın, kendi öz ruhaniyeti sizler içinde yaşadığı müddetçe bu türden bir hizmete ihtiyacı bulunmamaktadır. Ancak, bu meleksel ruhaniyetler, cennetsel yaratımın bir kısmını evrenin diğer ve uzak kısımlarının eylemleri hakkında bilgili halde kılmak için faaliyet göstermektedirler. Ve, meleklerin çoğu, Baba’nın başında bulunduğu yönetimde ve Evlatların evrenlerinde faaliyet gösterirken, insan ırklarının hizmetine verilmişlerdir. Ben sizlere bu yüksek meleklerin birçoğunun hizmetkâr ruhaniyetler olduklarını öğrettiğimde, gerçekte ne değişmeceli bir dil ne de şairane bir ifade kullandım. Ve, tüm bunların hepsi, bu türden hususları anlamada yaşadığınız zorluktan bağımsız olarak, gerçek niteliktedir.
167:7.5 (1841.4) “Bu meleklerin çoğu insanları kurtarma emekleri içindedirler; zira, ben sizlere, bir ruh günahı bırakmayı tercih ettiği ve Tanrı’yı aramaya başladığı zaman ortaya çıkan meleksel neşeden bahsetmedim mi? Ben sizlere; tövbe eden bir günahkâr üzerine gökteki meleklerin mevcudiyetinde ortaya çıkan neşeden bile bahsetmiş olup, böylece, fani insanın ruhsal refahı ve kutsal ilerleyişi ile benzer bir biçimde ilgili halde bulunan göksel varlıkların başka ve daha yüksek düzeyde bulunan üyelerin mevcudiyetini belirtmiştim.
167:7.6 (1841.5) “Aynı zamanda bu melekler, aracılığı ile insan ruhaniyetinin bedenin tapınaklarından salındığı ve onun ruhunun cennet içindeki malikânelerine eşlik edildiği araçlar ile fazlasıyla ilişkilidir. Melekler, bedenin ölümü ile ruhaniyet mekânlarda yeni yaşam arasındaki aşina olunmayan ve ne zaman tamamlanacağı bilinmez süreç boyunca, insan ruhunun kesin ve cennetsel rehberleridir.”
167:7.7 (1841.6) Ve, İsa Nathanyel ile meleklerin hizmeti hakkında daha fazla konuşmak istiyordu ancak onun konuşması, doğudaki tepelerden kendisini iner halde gören arkadaşları tarafından Üstün’ün Bethani’ye yaklaşmakta olduğu bilgilendirilmiş halde bulunan, Marta’nın yaklaşması üzerine yarıda kesilmişti. Ve, Marta bu aşamada kendisini karşılamaya koşmaktaydı.
Urantia’nın Kitabı
168. Makale
168:0.1 (1842.1) MARTA, İsa Bethani yakınındaki tepe eteğine geldiğinde, onunla buluşmak için yola çıkışı öğleden biraz sonra gerçekleşmişti. Kardeşi, Lazarus, üç günden beri ölü hale bulunup, Pazar günü öğleden sonrası bahçenin en uç kısmında kişisel tabutlarında toprağa verilmişti. Tabutun başındaki mezar taşı buraya, bu, Perşembe günü sabahı dikilmişti.
168:0.2 (1842.2) Marta ve Meryem Lazarus’un hastalığı ile ilgili İsa’ya haber gönderdiklerinde, Üstün’ün bir şeyler yapacak oluşundan eminlerdi. Onlar, kardeşlerinin umutsuz bir biçimde hasta olduğunu bilmekteydiler; ve, her ne kadar onlar, İsa’nın öğretim ve duyuruş emeklerini sırf kendilerine yardıma gelmek için bırakacağını umut etmeye neredeyse hiçbir şekilde cüret etmemişlerse de, onun bulunduğu yerden sadece iyileştirici kelimeleri söyleyeceğini ve Lazarus’un böylece doğrudan sağlığına tekrar kavuşacağı biçiminde, onun hastalığı iyileştirme gücüne inanmaktaydılar. Ve, Lazarus, iletici Philadelphia için Bethani’den ayrıldıktan birkaç saat sonra yaşamını yitirdiği için, onlar bu ölümün, Üstün’ün kardeşlerinin hastalığını çok geç öğrenmesi, o öğrendiğinde Lazarus’un birkaç saattir ölü halde bulunması, nedeniyle gerçekleşmiş olduğunu düşünmüşlerdi.
168:0.3 (1842.3) Ancak, onlar, inanan arkadaşlarının tümüyle birlikte, Bethani’ye ulaştığında ulağın Salı öğle öncesi getirmiş olduğu cevap iletisi karşısında fazlasıyla şaşkınlık içine düşmüşlerdi. Ulak, İsa’nın şunu söylemiş olduğunu duyuşunda ısrar etmişti: “... bu hastalık gerçekten de ölümle son bulmayacak.” Ne de onlar, neden İsa’nın kendilerine hiçbir haber göndermemiş ve başka bir yardımı sunmamış oluşunu anlayabilmişlerdi.
168:0.4 (1842.4) Yakında bulunan yerleşkelerden birçok arkadaş ve Kudüs’te yaşayan diğerleri, keder içindeki kız kardeşleri teselli etmek için buraya gelmişti. Lazarus ve onun kız kardeşleri, küçük Bethani köyünün önde gelen sakinlerinden biri olmuş bulunan, varlıklı ve onurlu bir Musevi’nin çocuklarıydı. Ve, her ne kadar onların üçü de uzunca bir süredir İsa’nın kararlı takipçileri olmuş bulunsalar da onlar, kendilerini tanıyan herkes tarafından fazlasıyla saygı duyulmaktaydılar. Onlar, bu yerleşke çevresinde geniş üzüm bahçeleri ve zeytin ağaçlıkları miras almış olup, onların varlıklı halde bulunuşu, kendilerine ait arazilerinde özel bir mezarlığı inşa etmeyi karşılamaları tarafından ilave biçimde sergilenmişti. Onların ebeveynlerinin ikisi de bu mezarlıkta toprağa verilmişti.
168:0.5 (1842.5) Meryem İsa’nın gelecek oluşu düşüncesini bırakmış olup, kendi yasına çekilmişti; ancak, Marta, tabutun önündeki mezar taşını yerleştirdikleri ve mezarı tamamladıkları tam da bu sabaha kadar İsa’nın gelecek oluşu umuduna sımsıkı sarılmıştı. Böyle bir anda bile o komşunun bir ufaklığına, tepenin eteğinden Bethani’nin doğusuna uzanan Eriha yolu inişini gözetlemesini salık vermişti; ve, İsa ve onun arkadaşlarının yaklaşmakta oluşuna dair Marta’ya haberleri getiren kişi bu ufaklık olmuştu.
168:0.6 (1842.6) Marta İsa ile karşılaştığında, o İsa’nın ayaklarına, şunu haykıran bir biçimde, kapanmıştı: “Üstün, eğer sen burada olsaydın, kardeşim ölmeyecekti!” Birçok korku Marta’nın aklından geçmekteydi ancak o hiçbir şüpheye yer vermemişti; ne de o, Lazarus’un ölümüne dair Üstün’ün davranışını eleştirmeye veya onu sorgulamaya girişmişti. Marta bunu söylediğinde, İsa eğilip, ayaklarına kapanmış olan Marya’yı kaldırıp, şunu söyledi: “Sadece inan, Marta; kardeşin tekrar dirilecek.” Bunun ardından Marta: “Biliyorum, o son günde yeniden dirilecek; ve, bu anda bile ben, sen Tanrı’dan neyi isteyecek olursan, Babamızın sana onu verecek oluşuna inanıyorum.”
168:0.7 (1843.1) Bunun ardından, Marta’nın gözlerine doğrudan bakan bir biçimde, İsa şunu söyledi: “Ben yeniden dirilişin ve yaşamın kendisiyim; bana inanan kişi, her ne kadar ölse de, yine de yaşayacaktır. Gerçekte, yaşayan ve bana inanan hiçbir kimse gerçekte hiçbir zaman ölmeyecektir. Marta, buna inanıyor musun?” Ve, Marta Üstün’ün sorusuna: “Evet, uzunca bir süredir ben senin, bu dünyaya gelmek zorunda bulunan, yaşayan Tanrı’nın oğlu halinde Kurtarıcı olduğuna inanmaktayım.”
168:0.8 (1843.2) İsa’nın Meryem’i sormasıyla, Marta derhal eve gidip, kız kardeşine fısıldayan bir biçimde, şunu söylemişti: “Üstün burada ve seni sordu.” Ve, Meryem bunu duyduğunda, hızlıca kalkıp, Marta’nın kendisiyle ilk kez karşılaşmış olduğu yer olan, evin biraz ötesindeki yerde hala vakit geçirir halde, İsa ile buluşmaya koştu. Kendisini teselli etmeyi amaçlar haldeki, Meryem ile birlikte olan arkadaşlar, onun hızlıca ayağa kalkıp dışarı çıkışını gördüklerinde, mezarlığa gidip ağlayacağını varsayarak, kendisini takip etmişti.
168:0.9 (1843.3) Burada hazır halde bulunanların çoğu İsa’nın çetin düşmanlarıydı. Bu nedenle Marta kendisiyle yalnız halde buluşmak için çıkmış olup, İsa’nın kendisini sormuş oluşunu Meryem’e gizlice bilgilendirmişti. Marta, bir yandan İsa’yı görmeye can atarken, onun Kudüs düşmanlarından oluşan geniş bir kalabalık ortasına aniden gelmesiyle ortaya çıkacak her türlü tatsızlıktan kaçınmayı arzulamıştı. Meryem İsa’yı karşılarken, arkadaşları ile birlikte evde kalmayı sürdürüşü Marta’nın amacıydı ancak, bunda o başarısız olmuştu, zira arkadaşlarının tümü Meryem’i takip etmiş olup, kendilerini beklenmedik bir biçimde Üstün’ün karşısında bulmuşlardı.
168:0.10 (1843.4) Marta Meryem’i İsa’ya götürmüştü; ve, Meryem İsa’yı gördüğünde, şunu haykıran bir biçimde, ayaklarına kapanmıştı: “Bir burada olsaydın, kardeşim ölmeyecekti!” Ve, İsa, onların tümünün Lazarus’un ölümü karşısında yas tutmuş olduklarını gördüğünde, ruhu güçlü merhamet duygusuyla dolmuştu.
168:0.11 (1843.5) Yas içindekiler Meryem’in İsa’yı karşılamaya gitmiş olduğunu gördüklerinde, onlar biraz geri dururlarken, Marta ve Meryem Üstün ile konuşmuş olup, onun tesellisini ve Baba’ya olan güçlü inancı sürdürme ve kutsal iradeye tamamiyle adanma isteğini almışlardı.
168:0.12 (1843.6) İsa’nın insan aklı, Lazarus’a ve yakınlarını kaybetmiş haldeki kız kardeşlere duyduğu derin sevgi ile inanmayan ve katilane arzuları taşıyan bu Musevilerin bazıları tarafından dışa dönük bir biçimde sergilenen şefkate beslediği olumsuz düşüncesi ve eleştirilen bakışı arasındaki büyük fark fazlasıyla karşısında etkilenmişti. İsa, kalplerinde bu denli sahte kederin ve kendisine karşı fazlaca güçlü düşmanlığın bulunması nedeniyle, kendilerini arkadaş olarak adlandırmakta olan bu kişilerin bazıları tarafından sergilenen zoraki ve dışa dönük yasa rahatsız olmuş halde itiraz etmişti. Buna rağmen, bu Musevilerden bazıları yaslarında içtendi; zira, onlar ailenin gerçek arkadaşlarıydı.
168:1.1 (1843.7) İsa, Marta ve Meryem’i teselli etmede birkaç dakika harcadıktan sonra, yas içindekileri dışlayarak, onlara şu soruyu sordu: “Onu nereye gömdünüz?” Bunun ardından Marta “Gel ve gör” dedi. Ve, Üstün yas içindeki iki kardeşi sessizce takip ederken, gözlerinden yaşlar boşandı. Arkalarından gelmekte olan dostane Museviler İsa’nın gözyaşlarını gördüğünde, içlerinden biri şunu söyledi: “Bakın, o Lazarus’u ne kadar da derinden seviyormuş. Gözleri görmeyenin gözünü açmış olan kişi, bu adamı ölümün elinden kurtaramaz mıydı?” Tam da bu zaman zarfında onlar, bahçe arsasının en ucunda yaklaşık bir metre uzunluğunda dikili olan kaya resifindeki, doğal yollarla oluşmuş küçük bir mağara, veya diğer bir değişle oyuk olan, aile kabrinin karşısında durmaktaydılar.
168:1.2 (1844.1) İsa’nın neden ağlamış olduğunu insan akıllarına açıklamak zordur. Her ne kadar bizler, insan duyguları ile kutsal düşüncelerin bileşik doğasına dair kayda erişim halinde bulunsak da, Kişileşmiş Düzenleyici’nin aklındaki bu duygusal dışavurumların gerçek nedenine dair tamamiyle kesin olan bilgiye sahip değiliz. Bizler, şunlar gibi, bu zaman zarfında onun aklından geçmekte olan belirli bir sayıdaki düşünce ve hisler nedeniyle ağlamış olduğuna inanma eğilimindeyiz:
168:1.3 (1844.2) 1. O, Marta ve Meryem ile samimi ve kederli bir duygudaşlık hissetmişti; o, kardeşlerini kaybetmiş olan bu kız kardeşler için gerçek ve derin bir insan şefkati duymuştu.
168:1.4 (1844.3) 2. O, bazıları içten bazıları ise yalnızca rol yapan, yas içindekilerin bir kalabalığı karşısında rahatsız olmuştu. O her zaman, yasın bu dışa dönük sergilenişlerine karşı durmuştu. O, kız kardeşlerin ağabeylerini derinden sevmekte ve onların inananların kurtuluşuna inanmakta olduklarını bilmekteydi. Bu karşıt duygular muhtemel bir biçimde, kabre yaklaşırken İsa’nın neden gözyaşlarına boğulmuş olduğunu açıklamaktadır.
168:1.5 (1844.4) 3. O gerçekten, Lazarus’u fani yaşama geri getirmede çekinceye sahip olmuştu. Kız kardeşleri Lazarus’un mevcudiyetine gerçekten de ihtiyaç duymaktaydı ancak, İsa, İnsan Evladı’nın kutsal gücünün dışavurumlarının tümü içinde en büyüğüne tabi oluşunun bir sonucu olarak, Lazarus’un acı idamı deneyimleme sürecinden geçecek oluşunu oldukça iyi bilen bir biçimde, arkadaşını geri çağırma karşısında pişmanlık duyguları içerisindeydi.
168:1.6 (1844.5) Ve, tam da bu aşamada bizler, ilgi çekici ve eğitici bir gerçeği anlatabiliriz: Her ne kadar bu olay görünürde, insanın deneyimleri bakımından tamamiyle doğal ve olağan bir yaşanmışlık halinde gerçekleşmiş olsa da, birtakım oldukça ilgi çekici yan detaylara sahiptir. İletici, Lazarus’un hastalığın bildiren bir biçimde, İsa’ya Pazar günü gelmiş olsa da, ve, İsa, “ölümle sonuçlanmayacak” haberini cevap olarak göndermiş olsa da, Bethani’ye bizzat çıkmış olup, “Onu nereye defnettiniz?” sorusunu bile sormuştu. Her ne kadar tüm bunların hepsi Üstün’ün bu yaşamın olağan akış biçimiyle ve insan aklının sınırlı bilgisi uyarınca hareket ettiğini işaret eden bir gösterişe sahip olsa da, evren kayıtları İsa’nın Kişisel Düzenleyicisinin, Lazarus’un ölümünün ardından onun Düşünce Düzenleyicisi’nin ikinci bir emre kadar gezegende kalması yönergesinde bulunduğunu, ve bu yönergenin Lazarus’un son nefesini alışından yalnızca on beş dakika önce gerçekleştirilişini açığa çıkarmaktadır.
168:1.7 (1844.6) İsa’nın kutsal aklı, Lazarus’un ölümünden bile önce, onun kendisini ölümden diriltecek oluşunu biliyor muydu? Bizler bunun cevabını bilmiyoruz. Ancak, bizler yalnızca, böylece kayıtlara geçirmiş olduğumuz şeyi bilmekteyiz.
168:1.8 (1844.7) İsa’nın düşmanlarının çoğu, onun şefkat dışavurumunu küçük görme eğilimi göstermişti; ve, onlar kendileri aralarında: “Eğer bu kişi hakkında bu kadar düşünüyorduysa, neden Bethani’ye gelmeden önce bu kadar oyalandı? Eğer o başkalarının duyurmuş olduğu kişiyse, neden sevgili arkadaşını kurtarmadı? Eğer derinden sevdiği kişiyi kurtaramıyorsa, Celile’deki yabancıları iyileştirmenin ne anlamı olabilir ki?” Ve, diğer birçok biçimde onlar İsa’nın öğretilerini ve emeklerini alaycılıkla karşılamış olup, onları hafife almışlardı.
168:1.9 (1844.8) Ve, böylece, bu Perşembe öğleden sonrası, yaklaşık olarak iki buçuk suları, beden içindeki vücutlaşımı süresince kutsal gücün en büyük dışavurumu olarak, Nebadonlu Mikâil’in yeryüzü hizmeti ile ilişkili tüm emekler içinde en büyüğünün yerine getirilişi için bu küçük Bethani yerleşkesinde her şey hazırlanmıştı bu en büyük olanıydı, zira İsa’nın kendi yeniden dirilişi, maddi yaşamın bağlarından tamamiyle kurtulmasından sonra gerçekleşmişti.
168:1.10 (1845.1) Lazarus’un kabri önünde bir araya gelmiş olan küçük topluluk; İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi’nin yönergesiyle, çok sevgili Egemenleri’nin emrini yerine getirme beklentisi içinde can atar ve hazır halde bulunarak, Cebrail’in önderliği altında bir araya gelmiş ve bu aşamada bekler haldeki göksel varlıkların her bir düzeyine ait unsurdan oluşan geniş bir izdihamını ne de az fark etmişlerdi.
168:1.11 (1845.2) İsa, “Mezar taşını kaldırın” biçimindeki emir sözlerini söylediğinde, bir araya gelmiş haldeki göksel birlikler, fani beden sureti içinde Lazarus’un yeniden diriliş sahnesini sergilemeye başlamaya hazır hale geldiler. Bu türden bir yeniden diriliş türü, fani yaratılmışların morontia biçiminde yeniden dirilişinin olağan yönteminin çok ötesine geçen uygulama zorluklarına sahip olup, daha fazla göksel kişileri ve evren kaynaklarının daha büyük bir uygulanışını gerektirmektedir.
168:1.12 (1845.3) Marta ve Meryem, kabir başındaki taşın kaldırılmasını emreden İsa’nın emrini duyduklarında, içleri karşıt duygularla dolmuşlardı. Meryem İsa’nın ölümden dirilmesini umut etmişti; ancak, Marta, bir ölçüde kardeşinin inancını paylaşsa da, Lazarus’un İsa’nın, havarilerin ve kendi arkadaşlarının karşısına çıkabilecek bir görünüm içinde bulunmayacağı korkusu karşısında daha fazla etkilenmişti. Marta şunu söylemişti: “Mezar taşını kaldırmak zorunda mıyız? Kardeşim bugün itibariyle burada dört gündür ölü halde bulunmaktadır; bu nedenle bedeninin bozuluşu çoktan başlamıştır.” Marta aynı zamanda bunu, Üstün’ün neden taşın kaldırılmasını istemekte olduğunu tam olarak bilmemesi nedeniyle söylemişti; o, muhtemelen Üstün’ün, Lazarus’a son bir kez daha bakma arzusu duyduğunu düşünmüştü. O, tutumunda kararlı ve ısrarcı değildi. Onlar taşı kaldırmada çekince gösterdiklerinde, İsa şunu söylemişti: “Ben size daha en başından bu hastalığın ölümle sonuçlanmayacağını söylemedim mi? Ben sözümü yerine getirmek için gelmedim mi? Ve, ben sizlere geldikten sonra, eğer yalnızca inanacak olursanız, Tanrı’nın ihtişamını görecek oluşunuzu söylemedim mi? Öyleyse neden kuşku duymaktasınız? İnana ve itaat edene kadar daha ne kadar süre geçecek?”
168:1.13 (1845.4) İsa konuşmasını bitirdiğinde, havarileri, istekli komşuların desteği ile birlikte, taşa el atmış olup, onu kabrin başından almışlardı.
168:1.14 (1845.5) Ölüm meleğinin kılıcı dehşetinin üçüncü günün sonunda kendisini göstermeye başladığı, bu nedenle dördüncü gün onun bütüncül etkisinin göründüğü Museviler’in ortak inanışıydı. Onlar, insan ruhunun üçüncü günün sonuna kadar tabutta biraz daha fazla oyalanabileceği düşüncesine imkân vermekteydiler; ancak, onlar kesin bir biçimde, bu türden bir ruhun, dördüncü gün doğmadan önce göçmüş ruhaniyetlerin yerleşkesine hâlihazırda gitmiş oluşuna inanmışlardı.
168:1.15 (1845.6) Ölüye ve ölünün ruhaniyetlerinin göçüşüne dair bu inanışlar ve düşünceler, Lazarus’un kabrinde bu anda mevcut halde bulunmuş olanların tümünün ve neyin gerçekleşmiş olduğunu daha sonra duymuş olacakların hepsinin akıllarında onları, bunun, kendisini “yeniden diriliş ve yaşam” olarak duyurmuş olan birinin kişisel eylemi tarafından ölünün yeniden dirilişinin tamamiyle gerçek bir vakası oluşuna ikna etmeyi sağlamıştı.
168:2.1 (1845.7) Yaklaşık olarak kırk beş faniden meydana gelmiş bu kafile kabrin önünde dururken, onlar az da olsa, defnedilen mağaranın sağ altında bulunan küçük oyuğunda yatar haldeki, keten sargılarla sarmalanmış Lazarus’un bedenini görebilmekteydi. Her ne kadar bu yeryüzü yaratılmışları burada neredeyse nefes bile alınmayan sessizlik içerisinde beklerken, göksel varlıkların çok geniş bir birliği, önderleri olan Cebrail tarafından verildiğinde, hareket etme işaretine cevap verebilmek için yerlerine geçmeye çalışmaktaydılar.
168:2.2 (1846.1) İsa bakışlarını kaldırmış olup, şunu söylemişti: “Baba, benim arzumu duymuş ve isteğimi yerine getirmiş olduğum için sana teşekkür etmekteyim. Ben senin her zaman beni duymakta olduğunu biliyorum; ancak, burada benim birlikte durmakta olanlar nedeniyle, seninle bu şekilde konuşuyorum; senin beni bu dünyaya göndermiş olduğuna inanabilmeleri ve birazdan bizlerin gerçekleştirecek olduğu şeyde senin benimle birlikte emek verdiğini bilebilmeleri için.” Ve, İsa bu şekilde duasını bitirdiğinde, güçlü bir biçimde, “Lazarus, gel” şeklinde bağırdı.
168:2.3 (1846.2) Her ne kadar bu insan gözlemcileri hareketsiz kalmayı sürdürseler de, çok büyük göksel birlik, Yaratan’ın sözüne olan itaatte bir elden hareket içindeydi. Yeryüzü zamanına göre yalnızca on iki saniyede, Lazarus’un o ana kadar hareketsiz olan bedeni hareket etmeye başlamış olup, yakın bir süre içinde bulunduğu taş rafın ucunda oturur hale gelmeye başladı. Onun bedeni büyük elbiselerle sarılmış olup, yüzü bir mendil ile çevrelenmişti. Ve, Lazarus onların karşılarında — canlı halde — dururken, İsa, “Kendisini serbest bırakın, hareket etmesine izin verin” dedi.”
168:2.4 (1846.3) Havariler dışında, herkes, Marta ve Meryem ile birlikte, eve kaçmışlardı. Onların yüzleri korkudan bembeyaz kesilmiş olup, büyük şaşkınlık etkisine girmişlerdi. Bazıları burada kalmayı sürdürmüş olsa da, birçokları evlerine koşuşmuşlardı.
168:2.5 (1846.4) Lazarus İsa’yı ve havarileri selamlamış olup, sarınmış olduğu büyük kıyafetlerin ve neden bahçede uyanmış olduğunun anlamını sormuştu. İsa ve havariler bir yana çekilirken, Marta Lazarus’a ölümünden, toprağa verilişinden ve yeniden dirilişinden bahsetmişti. Marta kendisine, her ne kadar ölüm uykusunda bulunuşundan beri zamana dair hiçbir bilince sahip olmasa da, Pazar günü ölmüş olduğunu ve şimdi Perşembe günü tekrar yaşama döndürülmüş bulunduğunu açıklamak zorunda kalmıştı.
168:2.6 (1846.5) Lazarus kabirden çıktığında, bu aşamada bu yerel evrende kendi düzeyinin başı halde bulunan, İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi; bu anda bekler haldeki, Lazarus’un eski Düzenleyicisi’ne, diriltilmiş kişinin aklında ve ruhunda ikamet etmeye devam etme emrini vermişti.
168:2.7 (1846.6) Bunun ardından Lazarus İsa’ya gitmiş olup, kız kardeşleri ile birlikte, teşekkürlerini sunmak ve Tanrı’ya şükranlarını iletmek için Üstün’ün ayaklarına kapanmışlardı. İsa, Lazarus’u elinden tutarak ayağa kaldırmış ve şunu söylemişti: “Benim evladım, senin başına gelmiş olan şey aynı zamanda, daha da ihtişamlı biçimde diriltilecek olmaları dışında, bu müjdeye inananların tümü tarafından deneyimlenecektir. Sen, şu söylemiş olduğum gerçekliğin yaşayan bir tanığı olacaksın — ben yeniden dirilişin ve yaşamın kendisiyim. Ancak, hadi şimdi hepimiz eve gidelim ve bu fiziksel bedenlerimizi besleyecek şeyler yiyelim.”
168:2.8 (1846.7) Onlar eve doğru yürürlerken, Cebrail, bir araya gelmiş olan cennetsel birliğin ilave topluluklarını dağıtmıştı bunu yaparken o, Urantia üzerinde ölümün fiziksel bedeni suretinde yeniden diriltilmiş olan bir fani yaratılmışın ilk, ve son, yaşanmışlığını gerçekleştiren kişi olarak tarihe geçmişti.
168:2.9 (1846.8) Lazarus neredeyse hiçbir biçimde neyin yaşanmış olduğunu kavrayamamıştı. O, kendisinin oldukça hasta olduğunu bilmekteydi; ancak, o sadece, ne zaman uykuya dalıp, ne zaman uyanmış olduğunu hatırlamaktaydı. O hiçbir zaman, tabuttaki bu dört güne dair herhangi bir şey söyleyebilmişti; çünkü, o tamamiyle bilinçsiz halde bulunmaktaydı. Zaman, ölüm uykusunda bulunanlar için mevcudiyet-dışı haldedir.
168:2.10 (1846.9) Her ne kadar birçok kişi bu kudretli eylemin bir sonucu olarak İsa’ya inanmış olsa da, diğerleri sadece, kendisini daha fazla reddetmek için kalplerini karartmışlardı. Bir sonraki günün öğle suları bu hikâye Kudüs’ün tamamına yayılmış haldeydi. Düzinelerce erkek ve kadın Lazarus’a göz atmak ve kendisiyle konuşmak için Bethani’nin yolunu tutmuştu; ve, endişeye düşmüş ve ne yapacağını bilmez hale gelmiş Ferisiler aceleyle, bu yeni gelişmeler hakkında neyin yapılması gerektiğine karar verebilmeleri için Sanhedrin’i bir buluşmaya çağırmışlardı.
168:3.1 (1847.1) Her ne kadar ölümden diriltilmiş olan bu kişiye tanıklık, cennetin krallığındaki inananların geniş sayıdaki kitlesi içinde inancı bir bütün haline getirmede fazlasıyla katkıda bulunmuş olsa da, İsa’yı yok etmek ve çalışmalarını sonlandırmak için kararlarını çabuklaştırmaları dışında, Kudüs’te bulunan dini önderlerin ve yöneticilerin tutumu üzerinde neredeyse hiçbir etkide bulunmamıştı.
168:3.2 (1847.2) Ertesi gün, Cuma günü, saat birde, Sanhedrin, “Nasıralı İsa ile ne yapacağız?” sorusu üzerinde daha fazla görüş alışverişine varmak için toplandı. İki saatten fazla konuşmadan ve hararetli tartışmadan sonra, bir Ferisi, İsa’nın tüm İsrail için yaşam tehlikesi olduğunu duyuran ve Sanhedrin’i, yargılama olmadan ve geçmiş tüm uygulamalara karşıt bir halde, ölüm kararına resmi olarak bağlayan bir biçimde, onun doğrudan ölümü içeren bu çözümü sunmuştu.
168:3.3 (1847.3) Her zaman olduğu gibi, kendilerine saygı duyulmakta olan Musevi önderlerinin bu bünyesi, İsa’nın tutuklanıp, onun Tanrı’ya saygısızlık suçu ve Musevi kutsal kanunlarını hiçe saymayı içeren sayısız suçlamalar ile mahkeme önüne çıkarılmasını emretmişti. Onlar bir kez daha onun ölmesi gerektiğini duyuracak kadar ileri gitmişlerdi; ancak, bu Sanhedrin’in, İsa’nın ölümünü bir mahkeme düzenlenişinden önce arzulamakta oluşlarını kayda geçirdikleri ilk seferdi. Ancak, bu karar, bu türden emsali bulunmayan eylem sunulduğunda Sanhedrin’in on dört üyesi istifa etmiş olduğu için oya sunulmamıştı. Her ne kadar bu istifalar resmi bir biçimde neredeyse iki hafta boyunca tam olarak uygulanmamışsa da, on dört üyeden meydana gelen bu topluluk o gün Sanhedrin’den ayrılmış olup, bir daha heyete herhangi bir karar için katılmamıştı. Bu istifalar daha sonra yerine getirildiğinde, beş üye daha, onların görev arkadaşları tarafından İsa’ya karşı dostane hisler besledikleri düşüncesi ile heyetten atılmışlardı. Bu on dokuz kişinin Sanhedrin’den ayrılması ile, heyet, neredeyse hemfikir olan bir bütünlük içerisinde İsa’yı yargılama ve kınama konumuna gelmişti.
168:3.4 (1847.4) Takip eden hafta Lazarus ve onun kız kardeşleri, Sanhedrin’in karşısına çıkmak için çağrılmışlardı. Onların tanıklıkları duyulduğunda, Lazarus’un ölümden dirilmiş oluşuna dair şüphe duyulacak herhangi bir durum bulunmamaktaydı. Her ne kadar Sanhedrin içindeki konuşmalar Lazarus’un ölümden diriliş oluşunu neredeyse tamamen kabul etmiş olsa da, yazılı metin, İsa’nın aynı düzeyde bulunduğunun duyurulmakta olduğu, kötülüklerin prensinin gücü ile İsa’nın bunu ve tüm diğer mucizeleri gerçekleştirmiş olduğu yargısında bulunan bir nihai kararı taşımıştı.
168:3.5 (1847.5) Onun mucizeleri gerçekleştirme gücünün kaynağı ne olursa olsun, bu Musevi önderleri, İsa doğrudan bir biçimde durdurulmayacak olursa, çok yakın bir süre içinde olağan insanların tümünün kendisine inanacak oluşundan emin haldelerdi; ve, buna ek olarak, İsa’nın birçok inananı kendisini, İsrail’in kurtarıcısı halinde, Mesih olarak gördüğü için Roma yöneticileri ile ciddi sürtüşmelerin ortaya çıkacağına.
168:3.6 (1847.6) Yüksek din-adamlarından biri olan Kaiaphas’ın, daha sonra birçok kez tekrar etmiş olduğu, şu eski Musevi sözünü ilk kez ifade edişi Sanhedrin’in tam da bu buluşmasında yaşanmıştı: “Bir kişinin ölümü, bir cemiyetin yok olmasından daha iyidir.”
168:3.7 (1847.7) Her ne kadar İsa Sanhedrin’in yaptıklarına dair uyarıyı bu kara Cuma’nın öğleden sonrasında almış olsa da, o en ufak ölçüde bile rahatsız olmamış olup, Şabat’ı, Bethani yakınındaki küçük bir köy olan, Bethpage’de arkadaşları ile birlikte dinlenerek geçirmeye devam etmişti. Erken Pazar sabahı İsa ve havarileri, önceden kararlaştırmış oldukları bir biçimde, Lazarus’un evinde bir araya gelmiş olup, Bethani ailesinden ayrılır halde, Pella kampına olan geri dönüş yolculuklarına başlamışlardı.
168:4.1 (1848.1) Bethani’den Pella’ya olan yolculuklarında, havariler İsa’ya birçok soru sormuştu; bunların tümünü Üstün, ölüden dirilişin detayları ile ilgili olanlar dışında, hiçbir kısıtlama olmadan cevaplamıştı. Bu türden sorunlar, havarilerin kavrama yetisinin ötesinde bulunmaktaydı bu nedenle Üstün, bu soruları onlarla tartışmayı geri çevirmişti. Onlar Bethani’den gizlice ayrılmış oldukları için, yalnız haldelerdi. İsa bu nedenle, tam da önlerinde bulunmakta olan zorlu günler için kendilerini hazırlayacağını düşünmüş olduğu birçok şeyi söyleme imkânını değerlendirmişti.
168:4.2 (1848.2) Havarilerin zihinleri fazlasıyla etkin olup, dua ve duaya verilen cevaba dair yakın zamandaki deneyimleri üzerine konuşarak dikkate değer bir süre geçirmişlerdi. Onların tümü, yalın bir biçimde şunu söylediğinde, İsa’nın Bethani ulağına gerçekleştirmiş olduğu ifadeyi hatırlamışlardı: “Bu hastalık gerçekte ölüme varmayacak.” Ve, yine de, bu söze rağmen, Lazarus gerçekte ölmüştü. Bugünün tamamı boyunca, tekrar ve tekrar onlar, duanın cevabına dair bu soru üzerine konuşmaya geri dönmüşlerdi.
168:4.3 (1848.3) Onların birçok sorusuna karşı İsa’nın vermiş olduğu cevaplar şu şekilde özetlenebilir:
168:4.4 (1848.4) 1. Dua, sınırlı aklın Sınırsız’a olan bir ulaşma çabasının bir temsilidir. Bir duanın içeriği, bu nedenle, sahip olunan bilgi, bilgelik ve sınırlılığın nitelikleri ile kısıtlı halde bulunmak zorundadır; benzer bir biçimde, dua’nın cevabı, Sınırsız’ın öngörüşü, amaçları, idealleri ve ayrıcalıkları ile belirlenmiş halde bulunmak zorundadır. Bir duanın gerçekleştirilişi ile ona verilen bütüncül nitelikteki ruhsal cevabın alınışı arasında, hiçbir zaman, kendilerini doğrudan bir biçimde izleyen maddi olgular gözlemlenemez.
168:4.5 (1848.5) 2. Bir dua cevaplanmamış halde görünüyorsa, gecikme çoğu zaman daha iyi bir cevabın habercisidir, her ne kadar cevap çok uzunca bir süre boyunca belirli iyi bir nedenden dolayı gerçekleşmiş olsa da. İsa Lazarus’un hastalığı gerçekte ölüme varmayacak demiş olsa da, Lazarus hâlihazırda on bir saattir ölü halde bulunmaktaydı. İçten olan herhangi bir duaya cevap, insanın salt aklının ürünü olan duaya tezat haldeki insan ruhunun talebini karşılayacak bütünlükteki bir cevap olarak, ruhsal dünyanın daha üstün olan görüşünün daha iyi bir cevabı tasarlayışı dışında, verilmezlik edilmez.
168:4.6 (1848.6) 3. Zamanın duaları, ruhaniyet tarafından oluşturulduğunda ve inançla ifade edildiğinde, sıklıkla o kadar engin ve her şeyi içeren haldedirler ki, onlara cevap ancak ebediyet içinde verilebilir; sınırlı nitelikteki talep zaman zaman Sınırsızlık’ın kavrayışı sorunsalını derinden içerdiği için, cevap, algı için yeterli yetkinliğin oluşumu gerçekleşinceye kadar ertelenmek zorundadır; inancın duası öyle her şeyi içine kapsar halde bulunabilir ki, cevap yalnızca Cennet üzerinde alınabilir.
168:4.7 (1848.7) 4. Fani aklın duasına olan cevaplar, sıklıkla, bu dua eden akıl ölümsüz olan düzeye eriştikten sonra alınabilir ve tanınabilir haldeki bir niteliktedir. Maddi varlığın duasına birçok kez yalnızca, bu türden bir birey ruhaniyet düzeyine ilerlediğinde cevap verilebilir.
168:4.8 (1848.8) 5. Bir Tanrı-bilen kişinin duası bilgisizlikle o kadar çarpıtılmış ve hurafeyle o kadar özü bozulmuş halde bulunabilir ki, ona verilecek cevap fazlasıyla arzu edilmez nitelikte bulunacaktır. Bunun ardından, duada bulunan kişi duasına olan cevabı bir şekilde olsun tanıyabilmesi için, cevap ulaştığında aradaki ruhaniyet varlıkları onu çevirmek zorundadırlar.
168:4.9 (1848.9) 6. Gerçek duaların tümü ruhsal varlıklara sunulmakta olup, bu türden talepler ruhsal terimler içinde cevaplanmak zorundadır; ve, bu türden cevapların tümü ruhsal gerçeklikleri içermek zorundadır. Ruhsal varlıklar, maddi varlıkların bile ruhsal taleplerine maddi cevaplar bahşedemez. Maddi varlıklar, yalnızca “ruhaniyet içinde dua ettikleri zaman” etkin bir biçimde dua etmiş olurlar.
168:4.10 (1849.1) 7. Ruhaniyetten doğmadıkça ve inançla beslenmedikçe, hiçbir dua bir cevabı almayı umut dahi edemez. İçten olan inancınız; her seferinde dua etmekte olduğunuz kişileri etkinleştiren, inancınızın resmettiği en yüce bilgelik ve kutsal derin sevgi uyarınca, duanızı işitilenlere taleplerinize cevap vermeleri için bütüncül hakkı öncül bir biçimde neredeyse tamamen vermekte oluşunuz anlamına gelmektedir.
168:4.11 (1849.2) 8. Çocuk, ebeveynlerinden bir şey istemeye cüret ettiğinde, her zaman hakkı olanı gerçekleştirmektedir; ve, ebeveyn, daha üstün nitelikteki bilgeliği çocuğa verilecek cevabın gecikmesini, dönüştürülmesini, aşkınlaştırılmasını veya ruhsal yükselişin başka bir aşamasına ötelenmesini emrettiğinde, henüz olgun halde bulunmayan çocuğuna olan ebeveynsel sorumluluklarını hala yerine getirir halde bulunmaktadır.
168:4.12 (1849.3) 9. Ruhsal arzuya ait duaları ifade etmede çekince göstermeyin; taleplerine cevap alacağınızdan kuşku duymayın. Bu cevaplar; üzerinde, öncül fakat tam da zamanında gerçekleştirilmemiş arzularınıza olan uzun süredir bekler haldeki cevapları tanıyışınızın ve özümseyişin üzerinde mümkün hale geleceği, bu dünya veya diğerleri üzerinde, mevcut kâinatsal erişimin geleceksel ruhaniyet düzeylerine varışınızı bekler halde, size ait konumda bulunacaklardır.
168:4.13 (1849.4) 10. Ruhaniyet doğumu olan tüm samimi taleplerin bir cevap bulacağı kesindir. Sorun ve sorunuza cevap alacaksınız. Ancak, sizler, zaman ve mekânın ilerleyici yaratılmışları olduğunuzu hatırlamalısınız; bu nedenle, sizler, çok katmanlı haldeki dualarınıza ve taleplerinize bütüncül cevapları alışınız deneyiminde zaman-mekân etkenini sürekli göz önünde bulunmak zorundasınız.
168:5.1 (1849.5) Lazarus; Sanhedrin’in kendi ölümüne karar vermiş oluşuna dair uyarıyı aldığı, İsa’nın çarmıha gerildiği güne kadar, birçok içten inanana ve sayısız meraklı bireyin ilgi olduğu halinde, Bethani evinde kalaya devam etmişti. Musevi yöneticileri, İsa’nın öğretilerinin daha fazla yayılışına bir nokta koymaya kararlıydı ve, onlar doğru bir biçimde, İsa’nın mucizeleri gerçekleştirişinin doruk noktasını temsil eden Lazarus’un yaşamasına ve İsa’nın kendisini ölümden diriltişinin kanıtlığını canlı bir biçimde taşımasına izin vermeleri halinde, İsa’nın öldürülüşünün anlamsız hale geleceğini düşündüler. Hâlihazırda Lazarus onların katı yargısından maruz kalmış halde bulunmaktaydı.
168:5.2 (1849.6) Ve, böylece Lazarus, Bethani’deki kız kardeşlerinden acele ile ayrılmış olup, Eriha ve Ürdün boyunca güney yönünde kaçarak, Philadelphia varana kadar kendisinin dinlenmesine bile izin vermemişti. Lazarus Abner’i oldukça iyi bir biçimde tanımaktaydı, ve burada o, ahlaksız Sanhedrin’in katilane gizli tasarımlarından kendisini güvende hissetmişti.
168:5.3 (1849.7) Yakın bir süre içerisinde Marta ve Meryem olarak bu kız kardeşler Bethani’deki arazilerini ellerinden çıkarmış olup, Perea’daki erkek kardeşlerine katılmışlardı. Bu arada, Lazarus, Philadelphia’daki kilisenin haznedarı olmuştu. O, Paul ile olan anlaşmazlığında Abner’in güçlü bir savunucusu haline gelmiş olup, nihai olarak, Bethani’deki genç bir adam iken kendisini ölüme göndermiş olan aynı hastalıktan, 67 yaşında, yaşamını yitirmişti.
Urantia’nın Kitabı
169. Makale
169:0.1 (1850.1) PAZARTESİ akşamı, Mart’ın 6’sı, geç saatlerde İsa ve on havari Pella kampına ulaşmıştı. Bu, İsa’nın buradaki konukluğunun son haftası olup, o kalabalıklara olan öğretimde ve havarilerin eğitiminde oldukça faaldi. O her öğleden sonrası kalabalıklara duyuruda bulunmuş olup, her gece havarilerin ve kampta ikamet etmekte olan daha ileri düzeydeki takipçilerin bir topluluğun sorularını cevaplamıştı.
169:0.2 (1850.2) Lazarus’un yeniden dirilişine dair haber Üstün’ün varışından iki gün önce kampa ulaşmıştı ve, topluluğun tamamı yerinde duramaz haldeydi. Beş bin kişinin doyuruluşundan beri, insanların hayal gücünü bu kadar harekete geçirmiş herhangi bir şey yaşanmamıştı. Ve, böylece, İsa’nın Pella’da bu bir kısa hafta boyunca öğretide bulunmayı tasarlayışı ve bunun ardından Kudüs’teki son haftasında gerçekleşen nihai ve acı deneyimlere götüren güney Perea turnesine çıkışından oluşan, kamu hizmetinin ikinci fazının tam da doruk noktasında gerçekleşmişti.
169:0.3 (1850.3) Ferisiler ve baş din-adamları suçlamalarını oluşturmaya ve ifadelerini kesinleştirmeye başlamış haldeydiler. Onlar Üstün’ün öğretilerine şu temellerde karşı gelmişlerdi:
169:0.4 (1850.4) 1. O, vergi toplayıcıların ve günahkârların bir dostuydu; o, tanrıya layık olmayanları kabul etmekte ve hatta onlarla aynı sofrada yemek yemekteydi.
169:0.5 (1850.5) 2. O, Tanrı’ya saygısızlıkta bulunan bir kişiydi; o Tanrı’dan Babası’ymış gibi konuşmakta olup, kendisini Tanrı ile eşit görmekteydi.
169:0.6 (1850.6) 3. O yasalara karşı gelen bir kişiydi. Hastalıkları Şabat günü iyileştirmekte ve birçok başka biçimde İsrail’in kutsal kanununa karşı gelmekteydi.
169:0.7 (1850.7) 4. O, ecinniler ile aynı düzeydeydi. O mucizeleri gerçekleştirmekte ve ecinnilerin prensi olan Beelzebub’un gücü ile görünürde harikaymış gibi görünen şeyleri ortaya çıkarmaktaydı.
169:1.1 (1850.8) Perşembe öğleden sonrası, İsa kalabalığa “Kurtuluşun Şükranı”ndan bahsetmişti. Bu vaaz süresince o, kayıp koyunun ve meteliğin hikâyesini yeniden anlatmış olup, bunun sonrasında israf içindeki evlada dair gözde hikâyesini aktarmıştı. İsa şunu söyledi:
169:1.2 (1850.9) “Sizler, gerçekliği arar biçimde — Tanrı’yı aramanıza dair Şamuel’den Yahya’ya kadar peygamberler tarafından uyarılmış haldesiniz. Onlar her zaman, ‘Bulunabilmesi için Koruyucu’yu arayın’ demişti. Ve, bu türden öğretilerin tümü kalpten dinlenilmelidir. Ancak, ben sizlere, sizler Tanrı’yı ararken, Tanrı’nın da benzer bir biçimde sizleri bulmayı arzuladığını göstermek için gelmiş bulunmaktayım. Birçok sefer ben sizlere, sürüde bulunan doksan dokuz koyunu kayıp olan biri için terk etmiş olan iyi çobanın hikâyesini anlattım; onun nasıl da, sürüden ayrılmış olan koyunu bulduğunda onu omzuna atıp, şefkatle sürüye geri taşıdığını. Ve, kayıp koyun sürüye geri döndüğünde, hatırlayacaksınız, iyi çobanın nasıl da arkadaşlarını çağırıp, kayıp koyunun bulunuşu kendisiyle birlikte kutlama isteyişini. Yine sizlere söylüyorum, pişmanlığa ihtiyaç duymayan tam da doksan dokuz kişi karşısında, pişman olmuş olan bir günahkâra dair cennet üzerinde daha fazla neşe duyulmaktadır. Ruhların kayboluşu gerçeği, cennetsel Baba’nın ilgisini yalnızca daha fazla çekmektedir. Ben bu dünyaya Babamın emrini yerine getirmek için gelmiş bulunmaktayım; ve, İnsan Evladı’nın gerçekten de vergi toplayıcıların ve günahkârların dostu oluşunun söylenişi tam anlamıyla doğruluk taşımaktadır.
169:1.3 (1851.1) “Sizlere, kutsal kabulün pişman oluşunuzdan sonra ve fedalarınızın ve tövbelerinizin tümünün bir sonucu olarak geldiği öğretilmiştir; ancak, ben sizlere, Baba’nın sizleri pişman oluşunuzdan bile önce kabul etmiş ve Evladını ve onu birlikteliklerini sizleri bulmak ve, neşe içinde, evlatlığın ve ruhsal ilerleyişin krallığından olan sürüye geri getirmek için göndermiş olduğunun teminatını veriyorum. Tümünüz, doğru yoldan ayrılmış koyunlarsınız; ve, ben sizleri bulmak ve kayıp olanları kurtarmak için gelmiş bulunmaktayım.
169:1.4 (1851.2) “Ve, sizler aynı zamanda; takı olan, on gümüş parçasından meydana gelmiş bir kolyede, bir parçayı düşürüp de, lamba yakıp, tüm evi onu bulana kadar didik didik arayan bir kadının hikâyesini hatırlamalısınız. Ve, kadın nasıl da, meteliği bulur bulmaz, arkadaşlarını ve komşularını çağırıp ‘Benimle eğlenin, çünkü ben kayıp olan parçayı buldum’ demiş olduğunu. İşte tekrar söylüyorum, tövbe edip Baba’nın sürüsüne geri dönen bir tek günahkâra dair göğün meleklerinin mevcudiyeti içinde her zaman neşe bulunmaktadır. Ve, ben sizlere bu hikâyeyi, Baba ve Evladı’nın kaybolmuş olanları aramak için yola çıktığının, ve bu arayışta, kurtuluş ihtiyacında bulunanlar olarak, kaybolmuş olanları bulmaya dair kararlı çabalarımızda bizlere destek olacak her türlü etkiyi kullanacağımızın altını çizmek için aktarmaktayım. Ve, böylece, İnsan Evladı, doğru yoldan ayrılmış koyunu aramak için ıssıza giderken, sizler de evde kaybolmuş olan meteliği aramaktasınız. Koyun, istemeyen bir halde sürüden ayrılmaktadır; meteliğin üstünü zamanın tozu örtmekte ve insanlara ait şeyler onu görünmez kılmaktadır.
169:1.5 (1851.3) “Ve, şimdi ben sizlere; babasının evinden bilinçli bir biçimde ayrılmış ve, üzerinde birçok sıkıntıya düştüğü yer olan, yabancı bir yere gitmiş varlıklı bir çiftçinin düşüncesiz bir evladının hikâyesini anlatmak istiyorum. Sizler, istemeden yoldan ayrılan koyunu hatırlayacaksınız; ancak, bu genç evini isteyerek terk etmişti. Hikâye şöyle gerçekleşmişti:
169:1.6 (1851.4) “Bir adam iki erkek çocuğa sahipti; biri, her zaman rahatlığı ve sorumsuz yaşamı arzular halde, kaygısız ve umursamaz biriydi; daha büyük çocuk ise ciddi, ne yaptığını bilen, çalışkan ve sorumluluğu taşımaya istekli biriydi. Zaman geldi ki bu iki kardeş iyi anlaşamadı onlar her zaman tartışmakta ve ufak şeylerden atışmaktaydı. Genç olanı neşeli ve yaşam doluydu ama tembel ve güvenilmez nitelikteydi; büyük evlat güvenilir ve çalışkandı, aynı zamanda bencil, kendini fazla önemser ve kibirliydi. Genç evlat oyunu fazlaca sevmekteydi ama işten kaçmaktaydı büyük kendisini işe adamış olup, nadiren oyuna katılmaktaydı. İkisinin birlikteliği o kadar tatsız hale gelmişti ki, genç evlat babasına gelip, şunu söylemişti: ‘Baba, payıma düşmekte olan sahip olduğun şeylerin üçte birini bana ver, şansımı denemek için dünyayı görmeme izin ver.’ Ve, baba bu talebi duyduğunda, genç evladının evde ve abisiyle nasıl mutsuz olduğunu bilen halde, servetini ölüp, gence payını verdi.
169:1.7 (1851.5) “Birkaç hafta içinde genç adam tüm kaynaklarını bir araya toplayıp, uzakta bir ülkeye olan yoluna çıktı ve, aynı zamanda keyif veren karlı hiçbir şeyi bulamamış halde, yakın bir süre içinde tüm mirasını bu israf doluşu yaşamında harcadı. Ve, her şeyini tükettiğinde, bu ülkede uzunca sürecek bir kıtlık baş göstermiş olup, kendisini ihtiyaç duyar halde bulmuştu. Ve, böylece, aç kaldığında ve sıkıntısı çok büyük düzeylere ulaştığında, o, domuzları beslemek için kendisini tarlalara göndermiş olan bu ülkenin vatandaşlarından birinin altında çalışır halde gördü. Ve, domuzların yediği yemiş kabukları ile karnını doyurmaya bile istekliydi, ancak hiç kimse ona bir parça bile bir şey vermemekteydi.
169:1.8 (1852.1) “O bir gün çok aç olduğunda, kendisine gelip, şunu söylemişti: ‘Ben burada, yabancı bir ülkede domuzları posalarla besleyerek açlıktan yok olmaktayken, babam, doyacak kadar ekmeğe sahip olup, hatta onları biriktiren ne kadar da fazla hizmetçiye sahip! Kalkıp babama gideceğim, ve kendisine şunu söyleyeceğim: Baba, ben cennete ve sana karşı geldim. Ben artık, senin evladın olarak adlandırılmayı bile hak etmiyorum; sadece, beni tutmuş olduğun hizmetçilerinden biri yapmanı istiyorum.’ Ve, genç adam bu karara vardığında, doğrulup, babasının evine doğru yola koyulmuştu.
169:1.9 (1852.2) “Bu aşamada baba, evladının yokluğundan fazlasıyla kederlenmiş haldeydi; o, her ne kadar düşüncesiz olsa da, küçük neşeli oğlunu özlemekteydi. Bu baba bu evladını derinden sevmiş olup, her zaman onun geri dönüş yolunu gözlemişti; ve, böylece bu evlat evine yaklaştığında, çok uzaktan baba kendisini görmüş, içi merhametle dolu halde, kendisi karşılamak için koşmuştu; geldiğinde bana şefkatle onu karşılamış, kucaklamış ve öpmüştü. Ve, onlar bu şekilde buluştuktan sonra, evlat babanın gözü yaşlı yüzüne bakıp, şunu söylemişti: ‘Baba, ben cennete karşı ve gözün önünde günah işledim; artık bir evlat olarak çağrılmayı hak etmiyorum’ — ancak, ufaklık itirafını tamamlamaya fırsat bulamadı çünkü fazlasıyla neşe içindeki baba bu zaman zarfında kendilerine koşmakta olan hizmetkârlarına şunu söylemişti: ‘Ona, saklamış olduğum, en iyi kaftanı getirin, onu giydirin, evlatlık yüzüğünü parmağına girip, ayaklarına ayakkabıları geçirin.’
169:1.10 (1852.3) “Ve, bunun sonrasında, mutlu baba ayağı acı içindeki ve yorgun evladı eve götürdükten sonra, hizmetçilerini çağırıp şunu demişti: ‘Gürbüz buzağıyı getirin ve onu kesin, şölen hazırlayın ve bizleri keyiflendirin; zira, benim evladım ölüydü ancak o şimdi tekrar yaşıyor; o kayıptı fakat bulundu.’ Ve, onların tümü, oğluyla tekrar kavuşmasını neşeyle kutlamak için babanın etrafında toplandı.
169:1.11 (1852.4) “Bunlar gerçekleşirken, onlar kutlama içindeyken, büyük evlat tarladaki günün çalışmasından gelmiş olup, eve yaklaşırken müzik ve oyun sesini duymuştu. Ve, o arka kapıya geldiğinde, hizmetçilerden bir tanesini çağırıp, tüm bu kutlamaların anlamını sordu. Ve, bunun ardından hizmetçi şunu söyledi: ‘Senin uzun zamandır kayıp kardeşin eve geri döndü, ve senin baban kendi oğlunun sağ salim eve varışını kutlamak için gürbüz buzağını kesti. Kardeşini selamlamak için sen de içeri gel, ve onu babanın evine geri kabul et.’
169:1.12 (1852.5) “Ancak, büyük evlat bunu duyduğunda, o kadar incinmiş ve kızgın hale gelmişti ki, eve girmedi. Babası bu oğlunun kardeşini karşılamayı reddedişini duyduğunda, ona rica etmek için dışarı çıktı. Ancak, büyük evlat babasının iknasına kendisini teslim etmeyecekti. O babasını, şunu söyleyen bir biçimde, cevaplamıştı: ‘Ben burada bu kadar yıl boyunca sana, emirlerinin bir tanesine bile karşı gelmeyen bir biçimde, hizmet ettim; ama yine de, sen bana, arkadaşlarımla eğlenmem için körpe keçi bile vermedin. Ben burada tüm bu yıllar boyunca sana bakmak için kaldım ve sen hiçbir zaman benim doğru hizmetimi kutlamadın; ancak, bu oğlun, sahip olduğun şeyleri kadınlara harcayan bir biçimde, geri döndüğünde, hiç vakit kaybetmeden gürbüz buzağını kesin, onu kutluyorsun.’
169:1.13 (1852.6) “Bu baba gerçekten de iki evladını da derinden sevmiş olduğu için, bu büyük evlada açıklamada bulunmayı denedi: ‘Ama, benim evladım, sen bu süre boyunca hep benimle birlikteydin, ve sahip olduğum her şey senin. İstediğin zaman arkadaşlarınla eğlenmek için bir körpe keçiyi kesebilirdin. Ancak, senin şimdi mutlulukla bana katılman ve kardeşinin dönüşünden mutlu olman tek beklenilen şeydir. Düşün benim evladım, kardeşin kaybolmuştu ve şimdi bulundu; o bizlere canlı olarak geri döndü!”
169:1.14 (1853.1) Bu İsa’nın; dinleyicilerine, cennetin krallığına girişi arayan herkesi Baba’nın kabul etmedeki gönüllülüğünü vurgulamak için sunmuş olduğu simgesel hikâyeler içinde en dokunaklı ve etkili olanlardan bir tanesiydi.
169:1.15 (1853.2) İsa, bu üç hikâyeyi aynı anda sunmada oldukça istekliydi. O kayıp koyunun hikâyesini; insanlar istemeden yaşamın yolundan ayrıldığında, Baba’nın bu kayıp olanları düşündüğünü ve, sürünün doğru çobanları olan, Evlatları ile birlikte, kayıp koyunları aramaya çıktığını göstermek için sunmuştu. O bunun ardından evde kaybedilen meteliğin hikâyesini; kafası karışmış, ne yapacağını bilmeyen veya bunun dışındaki hallerde yaşamın maddi ilgileri ve servetleri tarafından ruhsal olarak gözleri görmez hale gelmiş olanlar için kutsal arayışın ne kadar da kapsamlı olduğunu örneklendirmek için anlatırdı. Ve, bunun ardından o, müsrifin geri dönüşünün kabulü olarak, kayıp evladın bu hikâyesine, Baba’nın evine ve kalbine kayıp evladın geri kazandırılışın ne kadar bütüncül olduğunu göstermek için anlatmaya başlardı.
169:1.16 (1853.3) Öğreti yılları boyunca birçok ama birçok kez İsa, müsrif oğlun bu hikâyesini tekrar tekrar anlatmıştı. Bu simgesel anlatı ve iyi Samiri hikâyesi, Baba’nın derin sevgisini ve insanların kardeşliğini öğretmede onun gözde araçlarıydı.
169:2.1 (1853.4) Bir akşam Şimon Zelotes, İsa’nın söylediklerinin biri üzerinde yorumda bulunan bir biçimde, şunu söyledi: “Üstün, dünyanın çocuklarının çoğunun doğru olmayan paragöz kişilerle arkadaşlıkta bulunmada daha mahir oldukları için cennetin krallığınınkilerden daha bilge olduklarını bugün söylediğinde neyi kastettin?” İsa şu cevabı vermişti:
169:2.2 (1853.5) “Sizlerden bazıları, krallığa girmeden önce, iş birliktelikleri içinde oldukça kurnaz haldeydi. Sizler hakkaniyet gözetmeyip ve sıklıkla adil olmayan bir biçimde davrandıysanız da, yine de, her zaman bir gözünüz mevcut karınızda ve gelecek güvenliğinizde olduğu için, akıllı ve geleceği görür halde işlerinizi yürüttünüz. Benzer bir biçimde sizler şimdi; burada mevcut neşenizi sağlarken, bir yandan da cennette biriken hazinelerinizi gelecekte keyifle deneyimlemeyi teminat altına alır halde, krallık içinde yaşamlarınızı düzenlemelisiniz. Eğer sizler, benliğe hizmette bulunduğunuz zaman kendiniz için kazançları elde etmede bu kadar titiz olduysanız, şimdi sizler insanların kardeşliğine ait hizmetçiler ve Tanrı’nın koruyucuları iseniz, ruhları kazanmada neden daha az titizlik gösteresiniz?
169:2.3 (1853.6) “Hepiniz, akıllı ancak adaletsiz bir koyucuya sahip bir zengin adamın hikâyesinden bir ders çıkarabilirsiniz. Bu koruyucu kendi bencil kazancı için sahibinin müşterilerine yalnızca kötü davranmadı, o aynı zamanda sahibinin kaynaklarını doğrudan bir biçimde israf boşa verip, onları çarçur etti. Ve, tüm bunların hepsi nihayet sahibinin kulağına gittiğinde, o koruyucusunu karşısına çağırdı ve bu dedikoduların anlamını sordu; ve, o, koruyuculuğunun derhal bir muhasebesini isteyip, sahibinin işlerini başkasına devretmeye hazır olmasını istedi.
169:2.4 (1853.7) “Bu aşamada, bu doğru olmayan koruyucu kendisine şunu söylemeye başladı: ‘Bu koruyuculuğumu kaybetmek üzereyim, ne yapmalıyım? Kazacak kuvvetim yok; dilencilik desen, yapmaya utanırım. Ne yapacağımı biliyorum: Ben bu koruyuculuktan alındığımda, kendimi, üstünüm ile iş yapan hanelerin tümünde iyi karşılanacak hale getirmek için her şeyi yapacağım.’ Ve, bunun ardından, sahibine borcu olan herkesi çağıran bir biçimde, ilkine ‘Üstünüme ne kadar borcun var?’ diye sordu. Bu kişi, ‘Yüz ölçü yağ’ dedi. Bunun ardından koruyucu, ‘Parafinli kâğıt hesabını getir, hemen şuraya otur, ve yüzü elli yap.’ Bunun ardından, bir başka borçluya ‘Ne kadar borcun var?’ diye sordu. Ve, bu kişi, ‘Yüz ölçü buğday’ dedi. Bunun ardından, koruyucu, ‘senedini getir ve seksen’ yaz dedi. Ve, o bunu çok sayıdaki başka borçlu ile gerçekleştirmişti. Ve, böylece, bu dürüst olmayan koruyucu, koruyuculuktan atıldığında kendisine arkadaş yaratmaya çalışmıştı. Onun sahibi ve üstünü bile daha sonra bunu öğrendiğinde; doğru olmayan koruyucusunun, yokluk ve sıkıntının bu gelecek günleri için bir şeyler yapmayı amaçlaması tutumunda en azından akıllıca bir şey yapmış olduğunu kabul etmek durumunda kalmıştı.
169:2.5 (1854.1) “Ve, bu bakımdan, bu dünyanın çocukları zaman zaman, gelecek için hazırlanışlarında ışığın çocuklarına kıyasla daha fazla bilgelik sergilemektedir. Ben cennet içinde hazineleri elde etmekte olduklarını duyuran sizlere şunu söylüyorum: Doğru olmayan paragözler ile arkadaşlıkta bulunanlardan dersler çıkarın, ve benzer bir biçimde yaşamlarınızı ona göre idame ettirin ki, dünyasal olan her şey sizleri yüzüstü bıraktığında, ebedi yerleşkeye neşe içinde kabul edilebilesiniz.
169:2.6 (1854.2) “Ben sizlere şunun teminatını veriyorum: Küçük şeylerde doğru olan kişi, aynı zamanda büyük şeylerde de doğru olacaktır; küçük şeylerde doğru olmayan kişi, büyük şeylerde de doğru olmayacaktır. Eğer sizler, bu dünyanın olaylarında öngörüşlülüğü ve dürüstlüğü göstermediyseniz, cennetsel krallığın gerçek zenginliklerin koruyuculuğuna emanet edildiğinizde nasıl doğru ve akıllı olmayı ümit edebilirsiniz? Eğer sizler iyi koruyucular ve doğru muhasebeciler değilseniz, başkasına ait olanda doğru olmadıysanız, her kim büyük hazineleri sizlerin üstüne verecek kadar budala olabilir ki?
169:2.7 (1854.3) “Ve, tekrar şunu bilmenizi istiyorum: hiç kimse iki sahibe hizmet edemez; o ya birinden nefret edecek veya diğerini sevecek, ya da birini üste tutarken diğerini aşağı görecektir. Sizler Tanrı’ya ve paragöze aynı anda hizmet edemezsiniz.”
169:2.8 (1854.4) Burada bulunan Ferisiler bunu duyduklarında, zenginliklere elde etmeye fazlasıyla adanmış oldukları için dudaklarını bükmeye ve alay etmeye başlamışlardı. Bu dostane olmayan dinleyiciler İsa ile nafile bir tartışmaya girmeye çalışmışlardı ancak, İsa onlarla söyleşide bulunmayı reddetmişti. Ferisiler kendi içlerinde bir söz dalaşına tutuştuklarında, onların gürültülü konuşması bu yerleşke çevresinde konaklamakta olan kişilerden büyük bir kalabalığı etraflarına toplamıştı ve, onlar birbirleriyle tartışmaya başladıklarında, İsa, gece için çadırına çekilen bir biçimde, aralarından ayrılmıştı.
169:3.1 (1854.5) Buluşma çok gürültü hale geldiğinde, Şimon Petrus, ayağa kalkan bir biçimde, sorumluluğu ele alıp şunu söylemişti: “Sizler ve kardeşler, aranızda bu şekilde münakaşa etmeniz hoş değildir. Üstün sözünü söylemiştir, ve sizler onun sözleri üzerine konuşmada iyi bir şey yapıyorsunuz. Ve, bu, sizlere duyurmuş olduğu yeni bir inanç savı değildir. Zengin adam ve dilenciyi içeren Nazarilerin hikâyesini de duymadınız mı? Bizlerden bazıları, zenginlikleri derinden seven ve dürüst olmayan servete sahip olmayı arzu eden kişilere uyarıda bulunur haldeki Vaftizci Yahya’nın bu hikâyeyi haykırışını duyduk. Ve, her ne kadar bu eski hikâye duyurduğumuz müjde uyarınca olmasa da, hepiniz, cennetin krallığının yeni ışığını kavrayacağınız bir vakte kadar onun derslerine kulak verseniz iyi bir şey yapmış olursunuz. Yahya’nın hikâyesi şu şekilde anlatılmaktaydı:
169:3.2 (1854.6) “Bir zamanlar Dives isminde zengin bir kişi yaşamaktaydı bu kişi, morlar içinde ve az bulunur ketenlere sarılır halde, her günü mutlulukla ve olabilecek en iyi halde yaşamaktaydı. Ve, orada aynı zamanda Lazarus isminde bir dilenci bulunmaktaydı bu dilenci, zengin kişinin kapısı girişinde uzanır halde, morluklarla kaplı olup, zenginin masasından düşen kırıntılar ile beslenmeyi arzu etmekteydi; evet, köpekler bile gelip onun morluklarını yalamaktaydı. Ve, öyle bir vakit geldi ki, dilenci öldü ve İbrahim’in bağrında ikamet etmekte olan melekler tarafından taşındı. Ve, bunun ardından, yakın bir süre içinde, bu zengin kişi de öldü ve büyük ihtişam ve saygınlık gösterisi içinde defnedildi. Zengin kişi bu dünyadan ayrıldığında, Hades içinde gözlerini açtı ve kendisini derin acılar içerisinde buldu; gözlerini kaldırdığında uzaktaki İbrahim’i görüp, Lazarus’u onun bağrında buldu. Ve, bunun ardından Dives şöyle haykırdı: “Baba İbrahim, bana merhamet et ve Lazarus’u buraya gönder; umarım o parmağının ucunu suya batırıp benim dilimi serinletir, zira cezamdan dolayı büyük acılar içerisindeyim.’ Ve, bunun sonrasında İbrahim şu cevabı verdi: ‘Benim evladım, hatırla, Lazarus benzer bir biçimde kötülükten sıkıntı çekerken, yaşamın içinde sen iyi şeylerin keyfini çıkardın. Ancak, şimdi bunların hepsi değişti; Lazarus keyif içindeyken, sen acı çekmektesin. Ve, bunun yanı sıra, bizler ve senin aranda büyük bir uçurum var; bizler sana gelemeyiz, ne de sen bizlere gelebilirsin.’ Bunun ardından Dives İbrahim’e şunu söyledi: “Umarım sen Lazarus’u babamın evine geri gönderirsin; beş kardeşim olduğu için, o bu şahitliği ile kardeşlerimin bu acı çektirilen yere gelmesini engelleyebilir.’ Ancak, İbrahim: ‘Benim evladım, onlar Musa ve peygamberlere sahipler; bırak kardeşlerin bu kişileri duysunlar.’ Ve, bunun ardından Dives: ‘Hayır, hayır, Ata İbrahim! Eğer biri onlara ölümden gelecek olursa, onlar tövbe edeceklerdir.’ Ve, bunun üzerine İbrahim: ‘Eğer onlar Musa ve peygamberleri duymazlarsa, ne de bir kişinin ölümden dirilişiyle ikna olacaklardır.’”
169:3.3 (1855.1) Peter Nazari kardeşliğinin bu tarihi hikâyesini anlattıktan sonra, ve kalabalık yatıştığı için, Andreas ayağa kalktı ve onları gece için dağıttı. Her ne kadar iki havari de ve kendi takipçileri İsa’ya sürekli olarak Dives ve Lazarus’un simgesel hikâyesine dair sıklıkla sorular sormuş olsa da, o bunun üzerine yorumda bulunmaya hiçbir zaman razı olmadı.
169:4.1 (1855.2) İsa her zaman, Tanrı’nın krallığının kuruluşunu duyururlarken, cennet içindeki Baba’nın bir kral olmadığını havarilerine açıklamaya çalışmada sorun yaşadı. İsa’nın yeryüzü üzerinde yaşadığı ve beden içinde öğretimde bulunduğu zaman zarfında, Urantia’nın insanları milletlerin idaresinde en fazla kralları ve imparatorları bilmekteydi; ve, Museviler uzunca bir süre boyunca, Tanrı’nın krallığının gelişi üzerine düşünmüş haldelerdi. Bu ve diğer nedenlerden dolayı, Üstün, insanın ruhsal kardeşliğini cennetin krallığı biçiminde ve bu kardeşliğin ruhani başını cennet içindeki Baba olarak adlandırmanın en iyisi olduğunu düşünmüştü. Bir sefer dahi olsun İsa Babasından bir kral olarak bahsetmişti. Havariler ile olan yakın ve doğrudan konuşmalarında o her zaman kendisine, İnsan Evladı ve onların büyük abisi atfında bulunmuştu. O takipçilerinin tümünü, insanlığın hizmetçileri ve krallığın müjdesinin ulakları olarak tasvir etmişti.
169:4.2 (1855.3) İsa hiçbir zaman havarilerine, cennet içindeki Baba’nın kişiliğine ve kişilik özelliklerine dair sistematik bir ders vermemişti. O hiçbir zaman insanlardan kendi Babasına inanmalarını istememişti; o, insanların yapmış oldukları şeyleri görmezden gelmişti. İsa hiçbir zaman vaktini, Baba’nın gerçekliğinin kanıtı için savlarını sunmanın nafile emekleriyle harcamamıştı. Onun Baba’ya dair öğretisinin tümü, o ve Baba’nın bir tek oluşunun duyurusunda odaklanmıştı Evladı görmüş kişinin Babayı görmüş oluşuna; Evlad’ın gerçekleştirdiği gibi, Baba’nın her şeyi bilmekte oluşuna; yalnızca Evlad’ın gerçekte Baba’yı bildiğine ve Baba’yı Evlad’ın açığa çıkaracağına; ve, Baba’nın kendisini bu dünyaya birleşik doğalarını açığa çıkarmak ve ortak emeklerini göstermek için göndermiş olduğuna. O, “Tanrı ruhaniyettir” duyurusunda bulunduğu zamanki, Yakub’un kuyusunda Samaryalı kadına gerçekleştirdiği zamankinin dışında, Babasına dair başka hiçbir duyuruda bulunmamıştı.
169:4.3 (1856.1) Sizler İsa’dan Tanrı’ya dair şeyleri, onun yaşamının kutsallığını gözlemleyerek öğreneceksiniz; onun öğretilerine yaslanarak değil. Üstün’ün yaşamından her biriniz; ruhsal ve kutsal gerçeklikleri, şimdi anın ve ebediyetin gerçekliklerini kavramak için yetkinliğinizin ölçüsünü gösteren Tanrı kavramsallaşmasını çıkarabilirsiniz. Sınırlı olan hiçbir zaman, Sınırsız Nasıralı İsa’nın insan yaşamının sınırlı deneyimine ait zaman-mekân kişiliğinde odaklanışı dışında, Sınırsız’ı anlamayı hayal dahi edemez.
169:4.4 (1856.2) İsa, Tanrı’nın yalnızca deneyimin gerçeklikleri tarafından bilinebilir nitelikte olduğunu bilmekteydi; o, kendisinin hiçbir zaman aklın salt öğretişi ile anlaşılamayacağını. İsa havarilerine, her ne kadar onlar bütünüyle Tanrı’yı anlayamayacak halde bulunsalar da, onu, tıpkı İnsan Evladı’nı bildikleri halde, kesin bir biçimde bilebileceklerini öğretmişti. Sizler Tanrı’yı bilebilirsiniz; İsa’nın ne söylediğini anlayarak değil, İsa’nın kim olduğunu bilerek. İsa, Tanrı’nın bir açığa çıkarılışının tam da kendisiydi.
169:4.5 (1856.3) İbrani yazıtlarına atıfta bulunma dışında, İsa İlahiyat’dan yalnızca iki isimde söz etmişti: Tanrı ve Baba. Ve, Üstün Babası’na Tanrı olarak atıfta bulunduğunda, o genellikle, çoğul Tanrı (Kutsal Üçleme olarak) anlamına gelen İbrani kelimesini kullanmıştı Musevilerin kabile Tanrısı anlamına gelen gelişmiş kavramsallaşma halindeki, Yahveh kelimesini değil.
169:4.6 (1856.4) İsa hiçbir zaman Baba’yı bir kral olarak çağırmamıştı ve, o, yeniden getirilmiş bir krallığa dair Musevi umudunun ve Yahya’nın gelecek bir krallığı duyuruşunun öne sürmüş olduğu kendi ruhsal kardeşlik birlikteliğini cennetin krallığı olarak adlandırmayı gerekli kılmış olmasından fazlasıyla üzüntü duymuştu. Tek bir istisna dışında — “Tanrı’nın ruhaniyet” oluşu duyurusu dışında — İsa hiçbir zaman İlahiyat’a, İlk Kaynak ve Merkez ile olan kişisel ilişkisinin tasvirsel kavramları dışında başka hiçbir biçimde atıfta bulunmamıştı.
169:4.7 (1856.5) İsa Tanrı kelimesini İlahiyat düşüncesini ve Baba kelimesini Tanrı’yı bilme deneyimini adlandırmak için kullanmıştı. Baba Tanrı’yı adlandırmada kullandığında, bu kavram kapsayabildiği en geniş anlamda anlaşılmalıdır. Tanrı kelimesi tanımlanamaz niteliktedir; ve, bu nedenle, o, Baba’nın sınırsız olan kavramsallaşması anlamına gelirken, kısmen tanımlanabilir bir halde, Baba terimi, fani mevcudiyetin süreci boyunca insan ile ilişkili konumunda, kutsal Baba’ya dair insani kavramsallaşmayı temsil edecek biçimde kullanılabilir.
169:4.8 (1856.6) Museviler için, Elohim Tanrılar’ın Tanrısı iken, Yahveh İsrail’in Tanrısı anlamına gelmekteydi. İsa Elohim kavramsallaşmasını kabul etmiş olup, varlıklardan meydana gelen bu en yüce topluluğu Tanrı olarak adlandırmıştı. Irksal ilahiyat halindeki, Yahveh kavramsallaşması yerine, o Tanrı’nın babalığını ve insanın tüm dünya çapındaki kardeşliği düşüncesini sunmuştu. O, ilahlaştırılmış ırksal bir Baba’ya dair Yahveh kavramsallaşmasını, bireysel inananın kutsal bir Babası halindeki, insan çocuklarının tümüne ait bir Baba düşüncesine yüceltmişti. Ve, o buna ilaveten, evrenlere ait bu Tanrı’nın ve insanların tümünün bu Babası’nın, bir tek ve aynı Cennet İlahiyatı olduğunu öğretmişti.
169:4.9 (1856.7) İsa hiçbir zaman kendisinin, Elohim’in (Tanrı’nın) beden içindeki dışavurumu olduğunu söylememişti. O hiçbir zaman kendisinin, Elohim’in (Tanrı’nın) dünyalara olan bir açığa çıkarılışı olduğunu duyurmamıştı. O hiçbir zaman, kendisini görmüş olan kişinin Elohim’i (Tanrı’yı) görmüş olacağını öğretmemişti. Ancak, o, kendisinin, beden içindeki Baba’nın açığa çıkarılışı olduğunu duyurmuştu; ve, o kesin bir biçimde, kendisini gören kişinin Baba’yı görmüş olduğunu söylemişti. Kutsal evlat olarak o, yalnızca Baba’yı temsil etmekte olduğunu söylemişti.
169:4.10 (1857.1) O, gerçekten de, Elohim Tanrısı’nın bile Evladı’idi; ancak, fani beden sureti içinde ve Tanrı’nın fani evlatları için o, fani insan tarafından kavranabilecek bir açığa çıkarılış ölçüsünde Babası’nın karakterinin temsili ile kendi yaşam açığa çıkarışını sınırlandırmayı tercih etmişti. Mesele Cennet Kutsal Üçlemesi’nin diğer bireylerinin karakterine geldiğinde, bizler; onların hep birlikte, Nasıralı İsa olarak vücutlaştırılmış Evladı’nın yaşamındaki kişisel portrede açığa çıkarıldığı, Baba oluşu bilgisiyle yetinmeliyiz.
169:4.11 (1857.2) Her ne kadar İsa yeryüzü yaşamında cennetsel Baba’nın gerçek doğasını açığa çıkarmış olsa da, o Baba hakkında çok az şey öğretmişti. Gerçekte, o yalnızca iki şey öğretmişti: Tanrı’nın kendisinin ruhaniyet oluşunu, ve, yaratılmışları ile ilişkisinin tüm hususlarında kendisinin bir Baba oluşunu. Bu akşam İsa, şunu duyurduğunda, Tanrı ile olan ilişkisine dair nihai bildirisinde bulunmuştu: Ben Baba’dan gelmiş, ve ben dünyaya gelmiş haldeyim; tekrar ediyorum, ben bu dünyadan ayrılacak ve Baba’ya gideceğim.”
169:4.12 (1857.3) Ancak, dikkat edin! İsa hiçbir zaman şunu söylemedi: “Beni duymuş olanlar Tanrı’yı duymuşlardır.” Ancak, o kesin bir biçimde şunu söyledi: “Beni görmüş olanlar Baba’yı görmüşlerdir.” İsa’nın öğretisini duymak, Tanrı’yı bilmeye denk düşmemektedir; ancak, İsa’yı görmek, kendi içinde Baba’nın ruha bir açığa çıkarılışı olduğu bir deneyimdir. Evrenlerin Tanrısı uçsuz bucaksız yaratıma hükmetmektedir; ancak, akıllarınız içinde ikamet etmek için ruhaniyetini götüren kişi cennet içindeki Baba’dır.
169:4.13 (1857.4) İsa, görünmez olan O’nu maddi yaratılmış için görünür kılan insan sureti içindeki ruhsal mercektir. O; göksel birliklerin bile bütünüyle anlamaya cüret edemediği, sınırsız niteliklere sahip bir Varlık’ı, beden içinde, sizler tarafından bilinir hale getiren ağabeyinizdir. Ancak, tüm bunların hepsi, bireysel inananın kişisel deneyiminde gerçekleşmek zorundadır. Kendisi ruhaniyet olan Tanrı, yalnızca bir ruhsal deneyim olarak bilinebilir. Tanrı, maddi dünyaların sınırlı evlatlarına, ruhsal âlemlerin kutsal Evladı tarafından, yalnızca bir Baba olarak açığa çıkarılabilir. Sizler Ebedi’yi bir Baba olarak bilebilirsiniz; sizler ona, mevcudiyetlerin tümünün sınırsız Yaratan’ı olarak, evrenlerin Tanrısı halinde ibadet edebilirsiniz.
Urantia’nın Kitabı
170. Makale
170:0.1 (1858.1) CUMARTESİ öğleden sonrası, Mart’ın 11’i, İsa, Pella’da şu son vaazını vermişti. Bu, cennetin krallığının bütüncül ve tamamlanmış haldeki bir söyleşisini içeren, onu kamu hizmeti içinde dikkate değer konuşmalardan bir tanesiydi. İsa, bahşedilme görevine ait değişmeceli adlandırmalar olarak kullanmış olduğu, “cennetin krallığı” ve “Tanrı’nın krallığı” terimlerinin anlamı ve önemine dair havarilerinin ve takipçilerinin akıllarında mevcut bulunan kafa karışıklığının farkındaydı. Her ne kadar tam da cennetin krallığı terimi, onu dünyasal krallıklar ve zamansal hükümetler ile her türlü ilişkiden ayırmak için yeterli nitelikte bulunsa da, bu gerçekte böyle olmamıştı. Zamansal bir kral düşüncesi Musevi aklında o kadar derin bir yerde bulunmaktaydı ki, tek bir nesilde onu yerinden etmek mümkün değildi. Bu nedenle İsa ilk başta, krallığın bu uzun süredir beslenen kavramsallaşmasına doğrudan bir biçimde karşı gelmemişti.
170:0.2 (1858.2) Bu Şabat öğleden sonrası, Üstün, cennetin krallığına dair öğretisini açıklığa kavuşturmayı amaçlamıştı o, bu hususu her açıdan ele almış olup, terimin kullanılmış olduğu birçok biçimi netleştirmeye çabalamıştı. Bu anlatımda bizler, daha önceki seferlerde İsa tarafından gerçekleştirilmiş olan birçok ifadeyi ekleyerek konuşmayı anlatacak olup, bu günün akşam söyleşileri boyunca yalnızca havarilerine yapılmış belli başlı yorumlara da yer vereceğiz. Bizler aynı zamanda, daha sonraki Hıristiyan din-kurumu ile ilişkili haldeki, krallık düşüncesinin ilerleyen süreçlerdeki anlayışını içeren belirli yorumlarda bulunacağız.
170:1.1 (1858.3) İsa’nın vaazının anlatımı ile ilişkili olarak, İbrani yazıtları boyunca cennetin krallığına dair çifte bir kavramsallaşmanın bulunduğunun altı çizilmelidir. Peygamberler Tanrı’nın krallığını şu şekilde sunmuştu:
170:1.2 (1858.4) 1. Bir mevcut gerçeklik; ve,
170:1.3 (1858.5) 2. Bir gelecek umudu — Mesih’in ortaya çıkışı ile birlikte krallığın bütünüyle gerçekleşecek oluşu. Bu, Vaftizci Yahya’nın öğretmiş olduğu krallık kavramsallaşmasıydı.
170:1.4 (1858.6) En başından itibaren İsa ve havariler, bu iki kavramsallaşmayı da öğretmişti. Orada, akılda tutulması gereken krallığa dair başka iki düşünce de bulunmaktaydı.
170:1.5 (1858.7) 3. Doğa-ötesi kökenli ve mucizevî başlangıca sahip olan, tüm dünya çapında ve aşkın krallığa dair yakın dönemki Musevi kavramsallaşması.
170:1.6 (1858.8) 4. Dünyanın sonunda iyiliğin kötülük üzerindeki zaferinin elde edilişi olarak kutsal bir krallığın kuruluşunu temsil eden Fars öğretileri.
170:1.7 (1858.9) İsa’nın yeryüzü üzerinde ortaya çıkışından hemen önce Museviler; içinde insanlığın tümünün Yahveh’e ibadet edeceği bir dönem olarak, yenidünya halinde, Tanrı’nın yeryüzü üzerindeki en yüce idaresinin ebedi çağı olarak, Musevi dönemini kurmak için İsa’nın gelişini içeren kehanetsel kavramsallaştırmalarına, krallığın tüm bu düşüncelerini eklemleyip, her şeyi birbirine karıştırmışlardı. Krallığın bu kavramsallaşmasını kullanmayı tercih ederek İsa, hem Musevi hem de Fars dinlerinin en önemli ve değerli mirasını kullanmayı tercih etmişti.
170:1.8 (1859.1) Cennetin krallığı, Hıristiyan dönemi çağlarından beridir anlaşıldığı ve yanlış anlaşıldığı biçimiyle, dört farklı düşünceler topluluğunu içermişti:
170:1.9 (1859.2) 1. Museviler’in kavramsallaşması.
170:1.10 (1859.3) 2. Farsiler’in kavramsallaşması.
170:1.11 (1859.4) 3. İsa’nın kişisel-deneyim kavramsallaşması — “bireyin benliği içinde yaşayan krallık” kavramsallaşması.
170:1.12 (1859.5) 4. Hıristiyanlığın kurucuları ve yayıcılarının dünyayı etkileme amacı taşıdıkları, eklemsel ve kafa karışıklığı ürünü kavramsallaşmalar.
170:1.13 (1859.6) Farklı dönemlerde ve değişik koşullarda, kamu öğretileri içinde İsa’nın “krallığın” çok sayıdaki kavramsallaşmasını sunmuş olduğu görülebilir; ancak, havarilerine İsa her zaman, yeryüzü üzerinde insanın akranlarıyla ve cennet içindeki Babası’yla olan ilişkisindeki kişisel deneyiminden meydana gelen krallığı öğretmişti. Krallığa dair onun kapanış sözü her zaman, “Krallık sizlerin içinde” olmuştu.
170:1.14 (1859.7) “Cennetin krallığı” teriminin taşıdığı anlama dair çağlar boyunca süren kafa karışıklığı şu üç etken sebebiyle gerçekleşmişti:
170:1.15 (1859.8) 1. İsa ve havarileri tarafından ilerleyen çeşitli aşamalar boyunca “krallık” düşüncesinin değişen bütünlükte sunuluşunun gözlenişinden doğan kafa karışıklığı.
170:1.16 (1859.9) 2. Bir Musevi doğadan Musevi-olmayana olan öncül Hristiyanlık aktarımıyla kaçınılmaz olarak gerçekleşmiş kafa karışıklığı.
170:1.17 (1859.10) 3. Hıristiyanlık’ın İsa’nın kişiliğine ait ana düşünce çerçevesinde düzenlenmiş bir din haline gelişi gerçekliği içinde içkin nitelikte bulunan kafa karışıklığı krallığın müjdesinin giderek artan bir biçimde ona dair bir din haline gelişi.
170:2.1 (1859.11) Üstün cennetin krallığının, Tanrı’nın babalığı gerçekliği ile onunla ilişkili halde bulunan insanın kardeşliği gerçeğinin çifte kavramsallaşmasıyla başlaması, ve onda odaklanmasının altını kesin bir biçimde çizmiştir. Bu türden bir gerçekliğin kabul edilişi, İsa’nın duyurmuş olduğu biçimiyle, insanı çağlarca sürmüş olan hayvan kökenli korkunun esaretinden özgürleştirecek ve aynı zamanda insan yaşamını ruhsal özgürlüğün yeni yaşamına ait şu kazanımlarla zenginleştirecektir:
170:2.2 (1859.12) 1. Yeni cesaretin iyeliği ve artmış ruhsal güç. Krallığın müjdesi, insanı özgür kılma ve ona ebedi yaşamı umut eder cesareti kazandıran ilhamı verme amacını taşımaktaydı.
170:2.3 (1859.13) 2. Müjde, insanların tümü, hatta yoksullar için bile, yeni bir güveni ve gerçek teselliyi veren bir iletiyi taşımıştı.
170:2.4 (1859.14) 3. O başlı başına, insan davranışının aracılığı ile ölçüldüğü yeni bir etik barem olarak, ahlaki değerlerin yeni bir ortak ölçüsüydü. O, insan toplumunun sonuçsal bir yeni düzeni idealini temsil etmişti.
170:2.5 (1859.15) 4. O, maddi olanlar karşısında ruhsal olanın üstün niteliğini öğretmişti; o ruhsal gerçeklikleri yüceltmiş olup, insan-ötesi idealleri üst bir düzeye taşımıştı.
170:2.6 (1860.1) 5. Bu yeni müjde, yaşamın gerçek gayesi olarak, ruhsal erişime teşvik etmişti. İnsan yaşamı, ahlaki değerin ve kutsal soyluluğun yeni bir bahşedilmişliğini almıştı.
170:2.7 (1860.2) 6. İsa, ebedi gerçekliklerin, doğru dünyasal emeklerin sonucu (ödülü) olduğunu öğretmişti. İnsanın yeryüzü üzerindeki fani konukluğu, soylu bir nihai sonun tanınması sonucunda yeni anlamları elde etmişti.
170:2.8 (1860.3) 7. Yeni müjde; insan kurtuluşunun, Tanrı’nın kurtulmuş evlatlarının sonu gelmez hizmetine ait olan gelecek nihai sonunda yerine getirilebilecek ve tamamlanabilecek olan, çok engin bir kutsal amacın açığa çıkarılışı oluşunu olumlamıştı.
170:2.9 (1860.4) Bu öğretiler, İsa tarafından öğretilmiş olan krallık düşüncesinin kapsamlı düşüncesinin içeriğini oluşturmaktadır. Bu muhteşem kavramsallaşma neredeyse hiçbir biçimde, Vaftizci Yahya tarafından gerçekleştirilmiş sunduğu ve kafası karışık krallık öğretilerini içermemektedir.
170:2.10 (1860.5) Havariler, krallığa dair Üstün’ün ifadelerinin taşıdığı gerçek anlamı kavramaya yetkin halde değillerdi. Yeni Ahit’de kayda geçirilmiş haliyle, İsa’nın öğretilerinin ilerleyen zamanlardaki bozuluşu, müjde yazarlarının sahip oldukları kavramsallaşmanın İsa’nın dünyadan yalnızca kısa bir süreliğine ayrı oluşu inancıyla temel bir biçimde etkilenmiş oluşu nedeniyle gerçekleşmişti; onun, tıplı beden içinde kendisiyle beraber yaşarlarken beslemiş oldukları bir düşünce olarak — güç ve ihtişam içinde krallığı kurmak için yakın zamanda geri dönecek oluşu inancıyla. Ancak, İsa, krallığın oluşumunu bu dünyaya olan geri dönüşü düşüncesi ile ilişkilendirmemişti. Çağlar boyunca “Yeni Çağ”ın ortaya çıkışına dair herhangi bir işaretin ortaya çıkmamış oluşu, hiçbir biçimde, İsa’nın öğretisiyle uyumsuzluk göstermemektedir.
170:2.11 (1860.6) Bu vaazın temelindeki büyük çaba, cennetin krallığının kavramsallaşmasını Tanrı’nın iradesini gerçekleştirme düşüncesi idealine dönüştürme girişiminde odaklanmıştı. Uzunca bir süredir Üstün takipçilerine şu şekilde dua etmelerini öğretmişti: “Yenin krallığın gelsin; senin iraden yerine gelsin;” ve, bu zaman zarfında, o içten bir biçimde onları, Tanrı’nın krallığı terimini daha kullanışlı bir eşleniği olan Tanrı’nın iradesi ile değiştirmek için bırakmalarına ikna etmeye çabalamıştı. Ancak, o başarılı olamamıştı.
170:2.12 (1860.7) İsa; krallık, kral ve onun tebaası düşüncesini cennetsel aile, cennetsel Baba ve, akran insanları için ve Baba olarak Tanrı’ya ulvi ve ussal ibadet içinde neşeli ve gönüllü hizmet verir haldeki, Tanrı’nın özgürlüklerini kazanmış evlatları kavramsallaşması ile değiştirmeyi arzulamıştı.
170:2.13 (1860.8) Bu zaman zarfına kadar havariler krallığa dair çifte bir bakış açısı elde etmişlerdi; onlar bunu şu şekilde görmüşlerdi:
170:2.14 (1860.9) 1. Gerçek inananların kalplerinde var olduğu düşünülen kişisel bir deneyim meselesi, ve
170:2.15 (1860.10) 2. Irksal veya dünyasal olgulara dair bir sorunsal; ümit beslenilen nitelikte, krallığın gerçekte yaşanacak oluşu.
170:2.16 (1860.11) Onlar krallığın insanların kalplerine gelişini, hamurdaki mayanın etkisi veya hardal tohumunun büyümesi gibi, kademeli bir gelişim olarak görmüşlerdi. Onlar krallığın gelişinin ırksal veya dünyasal anlamda hem ani hem de büyüleyici bir biçimde gerçekleşeceğine inanmışlardı. İsa hiçbir zaman, cennetin krallığının ruhsal yaşamın daha üst düzeydeki niteliklerini yerine getirmeden meydana gelen onların kişisel deneyimleri olduğunu ifade etmekten yorulmamıştı ruhaniyet deneyiminin bu gerçekliklerinin ilerleyen bir biçimde, kutsal kesinliğin ve ebedi ihtişamın yeni ve daha yüksek düzeylerine dönüştürülecek oluşunu.
170:2.17 (1860.12) Bu öğleden sonrası, Üstün farklı bir biçimde, şu fazlarda sunmuş olduğu, krallığın çifte doğasına dair yeni bir kavramsallaşmayı öğretmişti:
170:2.18 (1860.13) “Birinci faz. Gelişmiş etik ve ahlaki davranışın iyi meyvelerini veren, bu dünyadaki Tanrı’nın krallığı, Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmenin en yüce arzusu ve insanın fedakâr bir biçimde derinden sevilişi.
170:2.19 (1861.1) “İkinci faz. İçinde Tanrı’ya duyulan sevginin kusursuz hale getirildiği, ve üzerinde Tanrı’nın iradesinin daha kutsal halde yerine getirildiği yerleşke olarak, fani inananların hedefi, cennet içindeki Tanrı’nın krallığı.”
170:2.20 (1861.2) İsa, inanç vasıtasıyla inananın krallığa tam da mevcut an içerisinde girdiğini öğretmişti. Çeşitli konuşmalarda o, krallığa olan inanç-girişinde iki şeyin temel nitelikte bulunduğunu öğretmişti.
170:2.21 (1861.3) 1. İnanç, içtenlik. Küçük bir çocuk olarak gelmek, bir hediye olarak evlatlığın bahşedilişini almak; şüphe duymadan ve bütüncül güven ve Baba’nın bilgeliğine olan samimi inanç içinde Baba’nın iradesini yerine getirmeye kendini teslim etmek; hiçbir önyargı veya peşin hüküm olmadan krallığa gelmek; açık fikirli ve bozulmamış bir çocuk gibi öğretilebilir olmak.
170:2.22 (1861.4) 2. Gerçeklik açlığı. Tanrı gibi olmak ve Tanrı’yı bulmanın güdüsünün elde edilişi olarak, bir zihinsel değişiklik, doğruluğa olan susama.
170:2.23 (1861.5) İsa, günahın kusurlu bir doğanın çocuğu olmadığını, itaat etmez bir iradenin baskın olduğu ne yaptığını bilen bir aklın doğumu olduğunu öğretmişti. Günaha dair, o, Tanrı’nın hâlihazırda bağışlamış oluşunu öğretmişti; bizlerin bu türden bağışlamayı, kendi akranlarımızı bağışlama eylemiyle kişisel olarak mümkün kıldığımızı. Beden içindeki kardeşinizi bağışladığınızda, sizler bu eylemin aracılığıyla, kendi yanlışlarınızı Tanrı’nın hâlihazırda bağışlamış oluşu gerçeğini kabul etmek için ruhunuzda yetkinliği yaratmaktasınız.
170:2.24 (1861.6) Havari Yahya’nın İsa’nın yaşamı ve öğretileri hikâyesini yazmaya başlamış olduğu zaman zarfında, öncül Hıristiyanlar Tanrı’nın-krallığı düşüncesinin bir idam kaynağı oluşundan o kadar muzdarip olmuşlardaki, onlar bu terimin kullanışını büyük ölçüde bırakmışlardı. Yahya fazlasıyla “ebedi yaşamdan” bahsetmektedir. İsa sıklıkla ondan “yaşamın krallığı” biçiminde söz etmişti. İsa aynı zamanda sıklıkla ona “içinizde bulunan Tanrı’nın krallığı” olarak atıfta bulunmuştu. O bir seferinde bu türden bir deneyimden “Baba olarak Tanrı ile gerçekleştirilen aile birlikteliği” biçiminde söz etmişti. İsa, krallığı birçok başka terim ile değiştirmeyi amaçlamıştı ancak, o her seferinde başarısız olmuştu. Birçoğu içinde, o şunları kullanmıştı: Tanrı’nın ailesi, Baba’nın iradesi, Tanrı’nın arkadaşları, inananların birlikteliği, insanın kardeşliği, Baba’nın sürüsü, Tanrı’nın çocukları, doğru olanların birliği, Baba’ya olan hizmet ve Tanrı’nın kurtarılmış evlatları.
170:2.25 (1861.7) Ancak, o, krallık düşüncesini kullanmaktan kaçamamıştı. Elli yıldan daha fazla bir süre sonra, Roma orduları tarafından Kudüs’ün yok edilişine kadar, krallığın bu kavramsallaşması onun toplumsal ve kurumsal nitelikleri hızlıca bir biçimde genişleyen ve katı bir bütünlük kazanan Hıristiyan kilisesi tarafından ele geçirilinceye kadar, ebedi yaşamın törensel inanışına dönüşmeye başlamayacaktı.
170:3.1 (1861.8) İsa her zaman havarilerine; onların inan vasıtasıyla, kâtiplerin ve Ferisilerin bazılarının dünya önünde oldukça gösterişli bir biçimde sergilemekte oldukları, kölesel emeklerin meydana getirdiği doğruluğu aşan bir doğruluğu elde etmek zorunda olduklarının altını çizmişti.
170:3.2 (1861.9) Her ne kadar İsa, yalın çocuksu inanış halindeki, inancın, krallığın kapısının anahtarı olduğunu öğretmişse de, o aynı zamanda, kapıdan içeri girildiğinde, her inanan çocuğun, Tanrı’nın gürbüz evlatlarının bütüncül düzeyine yükselmek için çıkacakları doğruluğun yükselen aşamaları olduğunu öğretmişti.
170:3.3 (1861.10) Tanrı’nın bağışlamasının alınma yönteminin irdelenişinde, krallığın doğruluğuna erişim açığa çıkarılmıştır. İnanç, Tanrı’nın ailesine girmek için ödediğiniz bedeldir; ancak, bağışlama, sahip olduğunuz inancınızı içeriye kabulün bedeli olarak sayan, Tanrı’nın eylemidir. Ve, bir krallık inananı tarafından Tanrı’nın bağışlamasının kabulü, kesin ve mevcut bir deneyimi içermekte olup, içsel doğruluğun krallık aşamaları olarak, şu dört adımdan oluşmaktadır:
170:3.4 (1862.1) 1. Tanrı’nın bağışlaması, insan tarafından yalnızca akranlarını bağışlamasıyla mevcut bir biçimde mümkün kılınmış olup, bu eylemle kişisel olarak deneyimlenebilir niteliktedir.
170:3.5 (1862.2) 2. İnsan, akranlarını kendi gibi derinden sevmedikçe onları gerçek anlamıyla bağışlamayacaktır.
170:3.6 (1862.3) 3. Komşunuzu kendiniz gibi bu şekilde derinden sevmek en yüksek düzeydeki etik kurallarının tam da kendisidir.
170:3.7 (1862.4) 4. Gerçek doğruluk olarak ahlaki davranış, bunun ardından, bu türden derinden sevginin olağan sonucu haline gelmektedir.
170:3.8 (1862.5) Krallığın gerçek ve içsel dininin her seferinde ve artan bir biçimde toplumsal hizmetin gözle görülebilir alanlarında kendisini sergileme eğilimi göstermesi böylelikle kesinlik kazanmaktadır. İsa, inananlarının sevgi dolu hizmeti gerçekleştirmeye katılmalarını isteyen yaşayan bir dini öğretmişti. Ancak, İsa, etik kuralları dinin yerine koymamıştı. O, dinin bir neden, etik kurallarının bir sonuç olduğunu öğretmişti.
170:3.9 (1862.6) Herhangi bir eylemin doğruluğu, onun temelinde yatan güdü tarafından ölçülmek zorundadır; iyiliğin en yüksek türleri bu nedenle bilincin dışında bulunur niteliktedir. İsa hiçbir zaman, ahlaki değerlerle veya benzeri etik kurallar ile ilgilenmemişti. O tamamiyle, oldukça kesin ve doğrudan bir biçimde kendisini insan için dışa dönük ve sevgi dolu hizmet biçiminde sergilemekte olan, Baba olarak Tanrı’yla gerçekleşen içsel ve ruhsal birliktelik ile ilgilenmişti. O, krallığın dininin, hiçbir kişinin kendi içinde sınırlı bir biçimde taşıyamayacağı içten bir kişisel deneyim olduğunu öğretmişti; inananlardan oluşan ailenin bir üyesi olma bilincinin kaçınılmaz bir biçimde, kardeşliği derinleştirme ve onu büyütme çabası içinde kişinin erkek ve kız kardeşlerinin hizmeti olarak, aile davranışının prensiplerini yerine getirmeye götüreceğini.
170:3.10 (1862.7) Krallığın dini, bireysel nitelikte, kişiseldir; onun, sonuçları olarak, meyveleri, toplumsal nitelikte, aileseldir. İsa hiçbir zaman, cemiyet karşısında bireyin kutsallığını yüceltmekten geri durmamıştır. Ancak, o aynı zamanda, insanın sahip olduğu karakteri fedakâr hizmet vasıtasıyla geliştirdiğini tanımıştır; onun ahlaki doğasını, akranları ile olan sevgi dolu ilişkileri içinde gerçekleştirdiğini.
170:3.11 (1862.8) Bireyi yücelten bir biçimde, krallığın benlik içinde bulunduğunu öğreterek İsa, gerçek toplumsal doğruluğun yeni bir ölçütünün habercisi olarak, eski toplum anlayışının ortadan kalkışını başlatmıştır. Bu yeni toplum düzenini dünya çok az bilmektedir; çünkü, dünya, cennetin krallığı müjdesinin prensiplerini uygulamayı reddetmektedir. Ve, ruhsal üstünlüğe ait bu krallık dünyaya indiğinde, sadece daha gelişmiş toplumsal ve maddi koşullar içinde kendisini sergilemeyecek, aynı zamanda gelişmiş insan ilişkilerinin ve ilerleyen ruhsal erişimlerinin yaklaşmakta olan çağının temel niteliklerini temsil etmekte olan, derinleşmiş ve zenginleşmiş ruhsal değerlerin ihtişamında kendisini ortaya çıkaracaktır.
170:4.1 (1862.9) İsa hiçbir zaman, krallığın kesin bir tanımında bulunmamıştı. Bir seferinde o, krallığın bir fazından bahseder, diğerinde ise, insanların kalplerindeki hükmetmekte olan Tanrı’ya ait kardeşliğin farklı bir özelliğini tartışırdı. Bu Şabat öğleden sonrası vaazı süresince İsa, krallığın beşten az olmayan fazını, veya diğer bir değişle çağını belirtmişti; ve, onlar şunlardı:
170:4.2 (1862.10) 1. Bireysel inananın Baba olarak Tanrı ile gerçekleştirdiği birlikteliğe ait ruhsal yaşamın kişisel ve içsel deneyimi.
170:4.3 (1863.1) 2. Tanrı’nın ruhaniyetinin bireysel inananların kalplerindeki hükmünden doğmaktaki derinleşmiş ahlaki değerlerden ve canlanmış etiksel kurallardan meydana gelen toplumsal nitelikler halinde, müjde inananların genişleyen kardeşliği.
170:4.4 (1863.2) 3. Tanrı’nın insan-ötesi krallığı olarak, dünya üzerinde ve cennette genişçe ikamet etmekteki görünmez ruhsal varlıklar ile gerçekleşen fani-ötesi kardeşlik.
170:4.5 (1863.3) 4. İnsanın bir sonraki çağı olarak — gelişmiş ruhsal yaşam ile ilişkili haldeki yeni toplumsal düzenin doğuşuna olan ilerleyiş halinde, Tanrı’nın iradesini daha kusursuz bir biçimde yerine getirme düzeyi.
170:4.6 (1863.4) 5. Yeryüzü üzerinde ışık ve yaşamın gelecek ruhsal çağı olarak, krallığın bütüncül bir biçimde deneyimlenişi.
170:4.7 (1863.5) Bu nedenle, bizler her zaman Üstün’ün öğretilerini, cennetin krallığı terimini kullandığında onun gerçekte hani fazına atıfta bulunduğunu belirlemek için incelemek zorundayız. İnsan iradesini kademeli olarak değiştirmenin ve böylece insan kararlarını etkilemenin bu süreci vasıtasıyla Mikâil ve onun birliktelikleri, benzer bir biçimde, kademeli ancak kesin bir biçimde, toplumsal ve diğer hallerdeki, insan evriminin bütüncül gidişatını değiştirmektedir.
170:4.8 (1863.6) Üstün bu sefer, krallığın müjdesinin temel niteliklerinin sunuluşunda şu beş noktaya vurguda bulunmuştu:
170:4.9 (1863.7) 1. Bireyin üstünlüğü.
170:4.10 (1863.8) 2. İnsan deneyiminde iradenin belirleyici etkinliği.
170:4.11 (1863.9) 3. Baba olarak Tanrı’yla ruhsal birliktelik.
170:4.12 (1863.10) 4. İnsana sevgi dolu hizmetin getirmiş olduğu en yüce tatminler.
170:4.13 (1863.11) 5. İnsan kişiliği içinde maddi olanlar üzerinde ruhsal olanların aşkınlığı.
170:4.14 (1863.12) Bu dünya henüz ciddi veya içten bir biçimde, İsa’nın cennetin krallığına dair inanç-savının taşımakta olduğu bu dinamik düşünceleri ve kutsal idealleri gerçekleştirmeyi denememiştir. Ancak, sizlerin, Urantia üzerindeki krallığın düşüncesinin bu görünürde yavaş ilerleyişi karşısında cesaretiniz kırılmamalıdır. İlerleyici evrim düzeninin, hem maddi hem de ruhsal dünyalardaki ani ve beklenmeyen dönemsel değişikliklere bağlı olduğunu hatırlayın. İsa’nın bir vücutlaştırılmış Evlat olarak bahşedilişi, dünyanın ruhsal yaşamında tam da bu düzeyde tuhaf ve beklenmeyen bir olaydı. Ne de, krallığın çağsal bir dışavurumunu bekler halde, kendi öz ruhlarınız içinde onun kuruluşunu gerçekleştirmede başarısız olmanın hayati hatasında bulunun.
170:4.15 (1863.13) Her ne kadar İsa gelecekteki krallığın bir fazına atıfta bulunmuş, ve kesin bir biçimde, çok sayıdaki yaşanmışlıkta, bu türden bir olayın bir dünya buhranının bir parçası olarak ortaya çıkabileceğini ima etmişse de; ve, her ne kadar o, birkaç sefer, kesin bir biçimde Urantia’ya geri dönme sözünde bulunmuş olsa da, onun hiçbir zaman bu iki düşünceyi olumlu bir biçimde bağdaştırmadığı kaydedilmelidir. O, yeryüzü üzerinde ve gelecekteki bir zaman krallığın yeni bir düşüncesinin sözünü vermiştir; o aynı zamanda, bu dünyaya bizzat geri döneceğinin sözünde bulunmuştur; ancak, o, bu iki olayın eş zamanlı gerçekleşeceğini söylememiştir. Sahip olduğumuz bilgilerin tümü ışığında şunu söylemek isteriz ki, bu iki söz aynı olaya atıfta bulunabilir de, bulunmayabilir de.
170:4.16 (1863.14) Onun havarileri ve takipçileri kesin bir biçimde bu iki öğretiyi bağdaştırmıştı. Krallık, onların beklemiş oldukları biçimde gerçekleşmede başarısız olduğunda, gelecek bir krallığa dair Üstün’ün öğretisini ve yeniden gelme sözünü hatırlayan bir biçimde, onlar doğrudan, bu iki sözün tek bir olaya atıfta bulunduğu yargısına vardılar; ve, onlar bu nedenle İsa’nın, krallığı bütüncül haliyle ve gücü ve ihtişamıyla kurmak için her an gerçekleşebilecek olan ikinci gelişi umuduyla yaşamışlardı. Ve, böylece ilerleyen inançlı nesiller dünya üzerinde, aynı ilham verici ancak hayal kırıklığına uğratıcı umudu besleyerek yaşamışlardı.
170:5.1 (1864.1) İsa’nın cennetin krallığına dair öğretilerini bu şekilde özetledikten sonra, bizlerin, krallığın kavramsallaşmasına bağlı hale gelmiş daha sonraki belirli düşünceleri anlatmasına ve gelecek çağlarda ortaya çıkabilecek bir biçimde krallığın öngörüsel bir tahminine katılmamıza izin verilmiştir.
170:5.2 (1864.2) Hıristiyan propagandasının ilk çağları boyunca, cennetin krallığı devasa bir biçimde, zamanın ebediyetin gölgesi oluşu biçiminde zamansal halde — doğal olanın ruhsalın gölgesi oluşu düşüncesi şeklindeki Yunan idealizminin bu dönemdeki hızlıca yayılan fikirleri ile etkilenmişti.
170:5.3 (1864.3) Ancak, İsa’nın öğretilerinin bir Musevi çevresinden Musevi-olmayan bir çevreye aktarılışını niteleyen büyük aşama; Pavlus ve takipçilerinin etkinliklerinden doğmuş ve iyi ve kötülüğe dair Filon’un düşüncelerinin ve Farsi inanç savlarının eklemlendiği İsa’nın öğretilerine dayanmış olan, bir dini ve toplumsal örgütlenme olarak, Mesih din-kurumunun Kurtarıcısı haline geldiğinde gerçekleşmişti.
170:5.4 (1864.4) Krallığın müjdesinin içerdiği öğreti içinde vücut bulan, İsa’nın düşünceleri ve idealleri gerçekleşmede, takipçilerinin giderek artan bir biçimde onun ifadelerini çarpıtmasıyla, neredeyse tamamen başarısız olmuştur. Krallığa dair Üstün’ün kavramsallaşması, dikkate değer bir biçimde şu iki eğilim tarafından dönüşüme uğramıştır:
170:5.5 (1864.5) 1. Musevi inananları kendisini Mesih olarak görmede ısrarcı olmuştu. Onlar, İsa’nın mevcut bir halde, dünya çapında ve belirli bir düzeyde maddi olan krallığı oluşturmak için oldukça yakın bir süre içinde geri döneceğine inanmıştı.
170:5.6 (1864.6) 2. Gentile Hıristiyanları, oldukça öncül bir biçimde; krallığın tamamiyle ruhsal olan kardeşliğinin öncül kavramsallaşmasının yeni ve kurumsal bir takipçisi halinde, İsa’nın din-kurumunun çocuklarının Kurtarıcısı oluşuna dair genel inanca artan bir biçimde götüren, Pavlus’un inanç savlarını kabul etmeye başlamışlardı.
170:5.7 (1864.7) Krallığın bir toplumsal ürünü halindeki, din-kurumu, tamamiyle doğal ve hatta arzu edilebilir nitelikte bulunabilirdi. Din-kurumunun kötülüğü onun mevcudiyetinden kaynaklanmamaktadır; onun kötülüğü gerçekte, İsa’nın krallık kavramsallaşmasını nerdeyse tamamen kendisi ile değiştirmiş oluşudur. Pavlus’un kurumsallaştırmış olduğu din-kurumu, İsa’nın duyurmuş olduğu cennetin krallığı için neredeyse değiştirilebilir bütüncül bir eşlenik haline gelmişti.
170:5.8 (1864.8) Ancak, şüphe etmeyin, Üstün’ün inananın kalbinde mevcut olduğunu öğrettiği, bu aynı cennetin krallığının bu Hıristiyan din-kurumuna, hatta her bir bireye gerçekleşecek bir biçimde — yeryüzü üzerinde tüm diğer dinlere, ırklara ve milletlere duyurulacağı vakit henüz gelip geçmemiştir.
170:5.9 (1864.9) Bireysel doğruluğun ruhsal ideali ve insanın Tanrı ile olan kutsal birlikteliğin kavramsallaşması olarak, İsa’nın krallığa dair öğretisi; Kurtarıcı-Yaratan ve toplumsal hale gelmiş dini bir cemiyetin ruhsal başı olarak, İsa’nın kişiliğine ait gizemli bir düşünceye doğru kademeli olarak gerilemişti. Böylece, resmi ve kurumsal bir din-kurumu, krallığın bireysel temelli ruhaniyetin rehberliğindeki kardeşliğinin eşleniği haline gelmişti.
170:5.10 (1864.10) Din-kurumu, İsa’nın yaşam ve öğretilerinin kaçınılmaz ve yararlı bir toplumsal sonucuydu; acı olan şey, krallığın öğretilerine olan bu toplumsal karşılığın oldukça bütüncül bir biçimde, İsa’nın öğrettiği ve yaşadığı halde gerçek krallığa dair ruhsal kavramsallaşmayı kendisiyle değiştirmesi olmuştur.
170:5.11 (1865.1) Museviler’e göre krallık İsrail cemiyeti’idi; gentileliler için o, Hıristiyan din-kurumu haline gelmişti. İsa için krallık, Tanrı’nın babalığına karşı inançlarını duyurmuş olan, ve bunun aracılığı ile Tanrı’nın iradesini yerine getirmeye samimi bağlıklarını bildirmiş ve böylece insanın ruhsal kardeşlerinin üyeleri haline gelmekte olan, bireylerin toplamından oluşmaktaydı.
170:5.12 (1865.2) Üstün, krallığın müjdesinin yayılışının bir sonucu olarak dünyada belirli toplumsal sonuçların açığa çıkacağını bütünüyle görmüştü; ancak, o, ikamet etmekte ve tüm inananları harekete geçirmekte olan, kutsal ruhaniyetle gerçekleştirilen bu tamamiyle ruhsal bu türden bireysel inananların içsel olan kişisel deneyimlerine ait halde, önceden tasarlanmamış ve kaçınılmaz sonuçlar olarak, veya bir diğer değişle doğal meyveler olarak, tüm bu arzu edilir toplumsal dışavurumları amaçlamıştı.
170:5.13 (1865.3) İsa, gerçek ruhsal ilerleyişin sonucunda bir toplumsal örgütlenişin, veya din-kurumunun, gerçekleşeceğinin ön görüsünde bulunmuştu; ve, bu nedenle, o hiçbir zaman, havarilerin Yahya’nın vaftiz törenini gerçekleştirmesine karşı çıkmamıştı. O, Tanrı için olarak, gerçekliğin açlığı ve susuzluğunu duyan biri halinde, gerçeklik-seven ruhun ruhsal krallığa inançla kabul edildiğini öğretmişti; aynı zamanda, havariler, bu türden bir inananın takipçilerin toplumsal örgütlenişine vaftizin bu dışa dönük töreni ile kabul edildiğini öğretmişti.
170:5.14 (1865.4) İsa’nın doğrudan takipçileri, bireysel inananın içinde sahip olduğu ruhaniyet egemenliği ve rehberliği tarafından insanların kalplerinde krallığın oluşumuna dair onun idealini gerçekleştirmedeki kısmi başarısızlıklarını anladıklarında, onlar, Hıristiyan din-kurumu olarak, elle tutulur bir toplumsal örgütlenmenin kademeli yaratımı ile Üstün’ün krallık idealini değiştirerek İsa’nın öğretisini kurtarmaya koyulmuşlardı. Ve, onlar bu değiştirme programını başarıyla yerine getirdiklerinde, tutarlı olmak ve krallık gerçeğine dair Üstün’ün öğretisini açıklamak için, krallığın gelecekteki bir zaman içerisinde gerçekleşeceğini sundular. Tamamiyle kurulu hale gelir gelmez, din-kurumu, krallığın gerçekte, Mesih’in ikinci gelişi olarak, Hıristiyan çağının gerçekleşiminde ortaya çıkacağını duyurmaya başladı.
170:5.15 (1865.5) Bu şekilde, krallık, gelecekteki bir ziyaret düşüncesi olarak, bir çağın kavramsallaşması ve En Yüksek’e ait azizlerin nihai kurtuluşa dair ideali haline gelmişti. Öncül Hıristiyanlar (ve daha sonraki birçokları) genel olarak, İsa’nın krallığa dair öğretisinde vücut bulan Baba-ve-evlat düşüncesini gözden yitirirken, bunu din-kurumunun oldukça detaylı örgütlenmiş toplumsal birlikteliği ile değiştirdiler. Din-kurumu böylece, temel olarak, İsa’nın bir ruhsal kardeşliğe ve ideale dair kavramsallaşmasını etkin bir biçimde kendisiyle değiştirmiş olan, bir toplumsal kardeşlik haline gelmişti.
170:5.16 (1865.6) İsa’nın ideal kavramsallaşması büyük ölçüde başarısız olmuştu; ancak, Üstün’ün kişisel yaşam ve öğretileri temelinde, ebedi yaşama dair Yunan ve Fars kavramsallaşmaları ile desteklenmiş ve zamansal olan karşısında ruhsala dair Filon’un din-kuramı tarafından gelişmiş halde, Pavlus, Urantia üzerinde o zamana kadar ortaya çıkmış en ilerleyici insan topluluklarından bir tanesini inşa etmeye girişmişti.
170:5.17 (1865.7) İsa’nın kavramsallaşması, dünyanın gelişmiş dinlerinde hala etkin olan bir niteliktedir. Pavlus’un Hıristiyan din-kurumu, İsa’nın amaçlamış olduğunun — ve ileride oldukça kesin bir biçimde gerçekleşecek olanın — toplumsallaşmış ve insanileşmiş gölgesidir. Pavlus ve kendisinden sonra gelenler, ebedi yaşama ait hususları kısmi bir biçimde bireyden din-kurumuna aktırmıştı. Mesih bu nedenle, Baba’nın krallık ailesi içindeki her bir bireysel inananın büyük abisi yerine, din-kurumunun başı haline gelmişti. Pavlus ve onun çağdaşları, kendisine ve bireysel inanana dair İsa’nın tüm ruhsal imalarını, inananların bir topluluğu olarak din-kurumuna uygulamıştı ve, bunu gerçekleştirerek onlar, İsa’nın bireysel inananın kalbindeki kutsal krallık kavramsallaşmasına yok edici bir darbeyi indirmişlerdi.
170:5.18 (1866.1) Ve, böylece, çağlar boyunca, Hıristiyan din-kurumu, yalnızca İsa ve onun ruhsal inanan kardeşleri arasında uygulanabilecek ve deneyimlenebilecek olan güçler ve ayrıcalıklar halindeki, krallığa ait o bilinen güçler ve ayrıcalıklar hakkında söz sahibi olduklarını söylemeye cüret etmeleri nedeniyle, büyük utanç altında emek vere gelmişlerdir. Ve, bu nedenle, din-kurumuna üyeliğin doğrudan bir biçimde krallık içindeki birliktelik anlamına gelmeyeceği bariz hale gelmektedir; biri ruhsal, diğeri ise temelinde toplumsaldır.
170:5.19 (1866.2) Er ya da geç, başka ve Vaftizci Yahya’dan daha büyük birinin krallığın — inananın kalbinde egemen ve aşkın nitelikte bulunan kendi cennetsel Babası’nın iradesi olduğunu duyurmuş, İsa’nın yüksek ruhsal kavramsallaşmasına bir geri dönüş anlamına gelecek — “Tanrı’nın krallığı yakında” sözünü ayağa kalkıp duyurması gerçekleşecektir; ve, o tüm bunların hepsini, ne elle tutulur bir din-kurumuna ne de Mesih’in beklenen ikinci gelişine herhangi bir biçimde atıfta bulunmadan gerçekleşecektir. Orada, yeryüzü üzerinde Mikâil’in konukluğu geçeğine dair inançtan meydana gelen toplumsal ve felsefi bir sistemi yaratmaya koyulmuş onun öncül takipçilerinin yapmış oldukları şeyleri ger alacak bir yeniden ifade biçiminde, İsa’nın gerçekte vermiş olduğu öğretilerin bir canlanışı gerçekleşmek zorundadır. Kısa bir süre içinde, İsa hakkındaki öğretinin anlatısı, neredeyse tamamen, İsa’nın krallığa dair müjdeyi duyurusunun yerine geçmiştir. Böylece, özünde tarihe ait bir din, İsa’nın insanın sahip olduğu en yüksek ahlaki düşünceleri ve ruhsal idealleri ile onun — ebedi yaşam olarak — geleceğe dair en ulvi umudu ile harmanlamış olduğu öğretiyle kendisini değiştirmiştir. Ve, İsa’nın bu harmanı gerçekte krallığın müjdesiydi.
170:5.20 (1866.3) İsa’nın müjdesi tam da oldukça çok katmana sahip olduğu için, onun öğretilerine dair kayıtların birkaç çağı içindeki öğrenciler, birçok inanış biçimi ve mezhebe bölünmüştü. Hıristiyan inananlarının bu talihsiz içsel bölünüşü, temelini, onun benzersiz yaşamının bir bütün haldeki kutsal birliğini Üstün’ün çok katmanlı öğretilerinde görmedeki başarısızlıktan almaktadır. Ancak, bir gün, İsa’nın gerçek inananları, inanmayanlar karşısındaki tutumlarında bu şekilde ruhsal olarak bölünmüş halde bulunmayacaklardır. Her zaman bizler ussal kavrayışın ve yorumun çeşitliliğine, hatta toplumlaşmanın değişen ölçekteki oluşumlarına sahip olabiliriz; ancak, ruhsal kardeşliğin yoksunluğu hem bahane bulunmayacak hem de ayıplanacak niteliktedir.
170:5.21 (1866.4) Görmezden gelmeyin! İsa’nın öğretisinde, düşünen insanların kalplerinde onların sonsuza kadar verimsiz kalmalarına izin vermeyecek olan ebedi bir doğadan bahsedilmektedir. İsa’nın düşündüğü haliyle krallık, yeryüzü üzerinde büyük bir ölçüde başarısız olmak zorunda bulunan niteliğe sahiptir; şimdilik, dışa-dönük bir din-kurumu onun yerini almıştır; ancak, sizler, bu din-kurumunun yalnızca engellenmiş ruhsal krallığın larvasal düzeyi olduğunu kavramalısınız; bu larvasal düzey onu maddi çağlardan taşıyıp, Üstün’ün öğretilerinin, gelişim için daha bütüncül bir imkânı deneyimleyebilecek olduğu daha ruhsal olan bir yazgı-dönemine doğru taşıyacaktır. Böylece, tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle Hıristiyan kilisesi, İsa’nın krallığa dair kavramsallaşmasının hala içinde uyku halinde bulunduğu koza haline gelmektedir. Kutsal kardeşliğin krallığı hala yaşar halde olup, tıpkı kelebeğin daha az alımlı haldeki dönüşümsel gelişim yaratığından nihai olarak gelişip daha güzel halde ortaya çıkışı kadar kesin biçimde, bu uzun baskınlık altından nihai olarak ve kesin bir biçimde çıkacaktır.
Urantia’nın Kitabı
171. Makale
171:0.1 (1867.1) “CENNETİN KRALLIĞI”nın gerçekleştirilmiş olduğu büyük öneme sahip vaazının ertesi günü İsa, öbür gün kendisi ve havarilerin, yol üzerinde güney Perea’nın çok sayıdaki şehrini ziyaret edecek bir biçimde, Kudüs’te Hamursuz için ayrılacaklarını duyurmuştu.
171:0.2 (1867.2) Onun krallığa dair konuşması ve Hamursuz’a gidecek oluşunu duyurması, takipçilerinin tamamını, İsa’nın Musevi üstünlüğüne ait geçici krallığı başlatmak için Kudüs’e gidişi düşüncesine sevk etmişti. İsa ne kadar fazla krallığın maddiyat-dışı niteliğinden bahsetmişse de, o, Musevi dinleyicilerin akıllarından Mesih’in Kudüs’te bir tür milli yönetim merkezini kuracak oluşunu düşüncesini bütünüyle silememişti.
171:0.3 (1867.3) İsa’nın Şabat vaazında söylemiş olduğu şeyler yalnızca, takipçilerinin büyük bir kısmının kafasını karıştırma eğilimi göstermişti; oldukça az sayıdaki kişi, Üstün’ün söyleşisi tarafından aydınlanmıştı. Önderler, “cennetin krallığı içinizdedir” biçimindeki, içsel krallık üzerindeki onun öğretilerine dair bir şeyleri anlamış haldeydiler; ancak, onlar aynı zamanda, onun hâlihazırda başka ve gelecek bir krallıktan bahsetmiş olduğunu bilmekte olup, bu krallığın onun bu aşamada Kudüs’e çıkarak kuracağı krallık olduğuna inanmışlardı. Onlar bu beklentide hayal kırıklığına uğradıkları zaman, İsa Museviler tarafından reddedildiğinde, ve ilerleyen zamanlarda, Kudüs kelimenin tamamıyla yok edildiğinde, yakın bir süre içinde sözü verilmiş olan krallığı oluşturmak için Üstün’ün büyük güç ve büyüleyici ihtişam içerisinde geri döneceğine içten halde inanmış bir biçimde, hala bu umuda sarılmışlardı.
171:0.4 (1867.4) Yakup ve Yahya Zübeyde’nin annesi olan Şalome’nin iki havari evladıyla birlikte İsa’ya gelişi ve, Doğulu bir hükümdara yaklaşır bir biçimde, kendisi birazdan her ne isteyecek olursa Üstün’ün önceden yerine getirme ricasında bulunuşu bu Pazar öğleden sonrası gerçekleşmişti. Ancak, Üstün söz vermeyecekti; bunun yerine, o anneye, “Benden senin için ne yapmamı istiyorsun?” şeklinde sordu. Ve, Şalome: “Üstün, şimdi sen krallığı kurmak için Kudüs’e çıktığın için, ben senden bana önceden, bu iki evladımın, krallığın içinde biri senin sağ kolunda diğerinin ise sol kolunda oturması onuruna sahip olmaları sözünü vermeni istiyordum.”
171:0.5 (1867.5) İsa Şalome’nin bu talebini duyduğunda, şunu söyledi: “Kadın, sen ne istediğini bilmiyorsun.” Ve, bunun ardından, onurlandırılma bekleyen iki havarinin gözlerine doğrudan bir biçimde bakarak, İsa: “Uzun bir süredir sizleri bilmekte ve derinden sevmekte olduğum için; annenizin evinde bile yaşamış olduğum için; Andreas sizlerin benimle birlikte olmanızı görevlendirdiği için, sizler, bu uygunsuz ricayı gerçekleştiren halde, annenizin bana gizlice gelmesine izin verdiniz. Ancak, sizlere şunu sormama izin verin: Birazdan içecek olduğum kadehten içmeye yetkin misiniz?” Ve, düşünmek için bir an bile beklemeden Yakub ve Yahya: “Evet, Üstün, yetkiniz.” Bunun üzerine İsa: “Bizim neden Kudüs’e çıkmakta oluşumuzu bilmeyişinize üzüldüm; krallığımın doğasını anlamayışınızdan dolayı büyük keder içerisindeyim; benden bu ricayı istemesi için annenizi getirmenizden hayal kırıklığı duydum; ancak, sizlerin beni kalplerinizde derinden sevmekte olduğunu biliyorum; bu nedenle, sizlerin gerçekten de, benim acı kadehimi içecek ve aşağılanışımı paylaşacak oluşunuzu duyuruyorum; ancak, sağ ve sol kolumda oturmak benim verebileceğim bir şey değildir. Bu türden onurlar, Babam tarafından belirlenen kişilere ayrılmıştır.”
171:0.6 (1868.1) Bu zaman zarfında, bir kişi Petrus ve diğer havarilere bu görüşme haberini taşımıştı ve, onlar, Yakub ve Yahya’nın bu şekilde kendilerinden önce tercih edilmeyi amaçlayışlarına fazlasıyla kızmışlardı ve, onlar, Yakub ve Yahya’nın anneleriyle birlikte bu türden bir ricayı gerçekleşmek için gizlice gitmeyi istemiş olmalarına. Onlar kendileri arasında bir tartışmaya düştüklerinde, İsa hepsini bir araya toplayıp, şunu söylemişti: “Sizler, gentile yöneticilerinin tebaalarını nasıl idare ettiklerini ve büyük yönetim yetkisine sahip kişilerin nasıl olduklarını oldukça iyi anlamaktasınız. Ancak, cennetin krallığında hiçbir şey böyle değildir. Aranızda her kim büyük ise, ilk başta onun sizlerin hizmetkârı olmasına izin verin. Krallıkta en başta gelen kişinin, sizlerin hizmetçisi olmasına izin verin. Sizlere duyuruyorum, İnsan Evladı kendisine hizmet edilmesi için değil, hizmet etmek için gelmiştir; ve, ben şimdi Kudüs’e, Babamın iradesini gerçekleştirir ve kardeşlerimin hizmetinde emek verir halde yaşamımı yere sereceğim.” Havariler bu sözleri duyduklarında, onlar dua etmek için kendilerine çekilmişlerdi. O akşam, Petrus’un çabalarına cevap olarak, Yakub ve Yahya onluya makul özürlerini bildirmiş olup, kardeşlerinin kendilerine beslemiş oldukları iyi tutumu tekrar kazanmışlardı.
171:0.7 (1868.2) Kudüs’te İsa’nın sağ ve sol kolu üzerindeki yerlerini isterken, Zübeyde’nin evlatları, bir aydan kısa bir süre içinde derinden sevmiş oldukları öğretmenlerinin, bir yanında ölmekte olan hırsız diğerinde ise kanuna karşı gelmiş başka biriyle birlikte bir Roma çarmıhına gerilmiş halde bulunacağını akıllarından geçirmemişlerdi. Ve, çarmıhta mevcut halde bulunmuş olan, onların annesi, havari evlatları için bilgesiz bir biçimde amaçlamış bulunduğu onurlara dair Pella’da İsa’ya gerçekleştirdiği budalaca ricayı iyi hatırlamıştı.
171:1.1 (1868.3) Pazartesi öğleden önce, Mart’ın 13’ü, İsa ve on iki havarisi, Abner’in birlikteliklerinin çalışmakta oldukları, güneydoğu Perea’nın şehirlerine olan turnelerine doğru güney yönünde yola çıkmış halde, Pella’daki kamptan nihai olarak ayrılmışlardı. Onlar, yetmişliyi ziyaret etmede iki haftadan fazla zaman harcamış olup, bunun ardından doğrudan bir biçimde Hamursuz için Kudüs’e gitmişlerdi.
171:1.2 (1868.4) Üstün Pella’dan ayrıldığında, yaklaşık bin kadar sayıda bulunan, havariler ile kamp halindeki takipçi kendisini takip etmişti. Bu topluluğun yaklaşık olarak yarısı, İsa’nın Heşbon’a uğramak üzere olduğunu öğrendiğinde, Eriha yolu üzerinde olan Ürdün ırmak geçişinde kendisini takip etmeyi bırakmışlardı ve, bu olaydan sonra İsa “Bedelin Hesabı” üzerine olan vaazını vermişti. Onlar Kudüs’e çıkarlarken, takip edenlerin diğer yarısı, güney Perea’da onlar kasabaları ziyaret ederken, iki hafta boyunca onları takip etmişti.
171:1.3 (1868.5) Genel olarak, İsa’nın doğrudan takipçilerinin çoğu, Pella’daki kampın terk edilmiş olduğunu anlamışlardı ancak, onlar gerçekten, bu eylemin Üstünleri’nin en sonunda Kudüs’e gitme ve Davud’un tahtını sahiplenme amacında oluşuna işaret ettiğini düşünmüşlerdi. Takipçilerin çok büyük bir çoğunluğu, cennetin krallığına dair başka herhangi bir kavramsallaşmayı kavramaya yetkin değildi; İsa onlara her ne öğrettiyse, onlar, krallığa dair bu Musevi düşüncesinden vazgeçmemekteydi.
171:1.4 (1868.6) Havari Andreas’ın yönergeleri doğrultusunda hareket eder halde, Davud Zübeyde, Mart’ın 15’i, Çarşamba günü Pella’daki ziyaretçi kampını kapattı. Bu zaman zarfında, neredeyse dört yüz ziyaretçi ikamet eder haldeydi; ve, bu, öğretmenler kampı olarak bilinen ve İsa ve on ikili ile birlikte güneye gitmiş olan, havariler ile konukluk halindeki binden fazla kişiyi içermemekteydi. Her ne kadar Davud bunu gerçekleştirmeyi hoş karşılamamış olsa da, kamp araçlarının tümünü çok sayıdaki müşteriye satmış olup, daha sonra parayı Yudas İscariot’a aktaran bir biçimde, kaynaklar ile birlikte Kudüs’ün yolunu tutmuştu.
171:1.5 (1869.1) Davud, çarmıhtan sonra annesini beraberinde Bethsayda’ya götüren bir biçimde, acı son hafta boyunca Kudüs’te mevcut haldeydi. İsa ve havarileri beklerken, Davud Bethani’de Lazarus’un evinde durmuş olup, onun yeniden dirilişinden başlayarak Ferisiler’in eziyete ve tacize başladıkları tutumdan çok fazlasıyla rahatsız olmuştu. Andreas Davud’a, ulak hizmetine devam etmemesini emretmişti; ve, bu herkes tarafından, Kudüs’de krallığın öncül kuruluşunun bir habercisi olarak yorumlanmıştı. Davud kendisini işsiz halde bulmuştu; ve, yakın bir süre içinde kaygı duymuş olduğu kişi Philadelphia’ya acele içinde kaçtığında, kendisini Lazarus’un koruyucusu olarak atamıştı. Bunun uyarınca, yeniden dirilişten bir süre sonra ve aynı zamanda Lazarus’un annesinin ölümü ertesinde Davud, ilk önce Marta ve Meryem’e gayrimenkullerinin elden çıkarılışında yardım ettikten sonra, Philadelphia’nın yolunu tuttu; ve burada, Abner ve Lazarus ile ilişkili halde, Abner’in yaşamı boyunca Philadelphia’da merkezine sahip olduğu krallığın tüm geniş çıkarlarının finansal denetçisi haline gelerek, yaşamının geri kalan kısmını geçirmişti.
171:1.6 (1869.2) Kudüs’ün yok edilişinden sonra kısa bir süre içinde, Antakya Pavlussal Hıristiyanlığı’nın ana merkezi haline gelirken, Philadelphia, Abnersel cennet krallığının merkezi olarak kalmaya devam etti. Antakya’dan, İsa’nın ve İsa’ya dair öğretilerin Pavlussal türü tüm Batı dünyasına yayılmıştı Philadelphia’dan, krallığın Abnersel türüne ait öğreti-yayıcıları, bu taviz vermez elçiler İslam’ın beklenmedik doğuşunun üstünlüğü karşısında ezildiği geç zamanlara kadar, yayılmıştı.
171:2.1 (1869.3) İsa ve neredeyse bin kadar takipçiden oluşan kafile, zaman zaman Bethabara olarak adlandırılmış bulunan, Ürdün’ün Bethani nehir geçidine ulaştığında, takipçileri onun doğrudan bir biçimde Kudüs’e gitmemekte olduğunu anlamaya başlamışlardı. Her ne kadar onlar kendi aralarında çekince göstermiş ve görüş alışverişinde bulunmuş olsa da, İsa büyük bir taşın üzerine tırmanmış ve “Bedelin Hesabı” olarak bilinir hale gelmiş söyleşisinde bulunmuştu. Üstün şunu söyledi:
171:2.2 (1869.4) “Bu zaman zarfından itibaren beni takip edecek olan sizler, Babamın iradesini gerçekleştirmeye gönüllü olmak zorundasınız. Eğer sizler benim takipçim olacaksanız, babanızı, annenizi, eşinizi, çocuklarınızı, erkek ve kız kardeşlerinizi geride bırakmaya gönüllü olmak zorundasınız. İçinizden herhangi biri şu an benim takipçim olacaksa, tıpkı İnsan Evladı’nın tam da yakın bir süre içinde dünya üzerinde ve beden içinde Baba’nın iradesini gerçekleştirme görevinin tamamlanışı için yaşamı sunacak oluşu gibi, yaşamınızı terk etmeye gönüllü olmak zorundasınız.
171:2.3 (1869.5) “Eğer sizler bütüncül bedeli ödemeye gönüllü değilseniz, neredeyse hiçbir biçimde benim takipçim olmaya yetkin bulunamazsınız. Daha fazla yürümeden önce, her biriniz oturmalı ve benim takipçim olmanın bedelini hesap etmelisiniz. Hangi biriniz, daha tamamlamaya yeter bedele sahip olup olmayışınızın hesabını yapmadan önce topraklarınızda bir gözetleme kulesi inşa etme sorumluluğa girişecektir? Eğer siz bedeli hesap etmede bu şekilde başarısız olursanız, temelleri atmış bir halde başladığınız şeyi tamamlamaya yetkin olmayışınızı keşfedebilir ve bunun sonunda komşularınız, şunu söyler halde, sizlerle alay edebilir: ‘Bakın, bu adam inşa etmeye başladı ancak işini bitirmeye yetkin olamadı.’ Tekrar ediyorum, hangi kral, bir başka kral ile savaş yapmaya hazırlandığında, oturup, on bin adamı ile karşısına çıkacak olan yirmi bin adamı karşılayabilmesine dair tavsiyeyi almaz? Eğer kral, hazırlanmamış olduğu için düşmanını karşılayamazsa, elçisini, çok uzun bir yol olsa da, barış koşullarını soran bir halde, bu krala gönderir.
171:2.4 (1870.1) “İşte o zaman, şimdi, her biriniz oturmalı ve benim takipçim olmanın bedelini hesap etmelisiniz. Bu andan itibaren, sizler, öğretileri duyar ve emeklere şahit olur bir biçimde, bizleri takip edemeyeceksiniz; sizlerin, amansız yargılarla karşılaşmanız ve tüm umutları yok eden bir hayal kırıklığı karşısında bu müjdeye şahit olmanız gerecektir. Eğer sizler, her kim iseniz onu geride bırakmaya ve sahip olduğunuz her şeyi adamaya gönüllü değilseniz, böyleyse beni takipçim olmaya layık değilsiniz. Eğer sizler tam da kalbinizde kendinizin utgun bir biçimde üstesinden geldiyseniz, İnsan Evladı baş din-adamları ve Sadukiler tarafından reddedildiğinde ve alaycı inanmayanların ellerine verildiğinde, yakın bir süre içinde kazanacak olduğunuz dışa dönük zaferden korku duymamalısınız.
171:2.5 (1870.2) “Şimdi sizler, benim takipçim olmadaki ana güdünüzü bulmak için kendinizi irdelemesiniz. Eğer sizler onur ve ihtişam arıyorsanız, dünya aklındasınızdır, eşliğini kaybetmiş bir tuz gibisinizdir. Ve, tuzluluğu için değerli görülmüş şey ekşiliğini kaybettiğinde, korunup, saklanma neyle gerçekleşecek? Bu türden bir baharat nafiledir; onun ancak çöpe atılması gerekir. Şimdi ben sizleri, hazırlanmakta olan kadehi benimle birlikte içmeye gönüllü değilseniz, huzurla evlerinize geri dönmeniz konusunda uyarmış haldeyim. Tekrar ve tekrar, ben sizlere krallığımın bu dünyaya ait olmadığını söylemiş bulunmaktayım; ancak, siz bana inanmayacaksınız. Bırakınız duyacak kulaklar ne söylediğimi anlasın.”
171:2.6 (1870.3) Bu sözleri söyledikten hemen sonra, İsa, on ikilinin önünde yürüyen bir biçimde, yaklaşık olarak eş yüz kişi tarafından takip edilen bir halde, Heşbon’a olan yoluna başladı. Onun havarileri, başta gelen takipçiler ile birlikte, bu sözler üzerinde uzun uzadıya düşünmüştü; ancak, hala onlar, bu karşıtlığın ve sınanmanın kısa süren döneminden sonra bile, krallığın kesin bir biçimde onların uzun zamandır besledikleri umutlara bir biçimde benzer halde kurulacak oluşu inancına sarılmışlardı.
171:3.1 (1870.4) İki haftadan fazla bir süre boyunca, İsa ve on ikili, birkaç yüz takipçiden meydana gelmiş bir kalabalık tarafından takip edilen bir biçimde, yetmişlinin üzerinde emek vermiş olduğu kasabaların tümünü ziyaret eden bir halde, güney Perea çevresinde seyahat etmişlerdi. Birçok gentile bu bölgede yaşamakta olup, çok azı Kudüs’te Hamursuz şölenine gittiği için krallığın ileticileri, öğretme ve duyurma görevlerine tüm hızıyla devam etmekteydi.
171:3.2 (1870.5) İsa Abner ile Heşbon’da buluşmuş olup, Andreas yetmişlinin emeklerinin Hamursuz şöleni tarafından engellenmemesini emretmişti; İsa, öğreti-yayıcılarının Kudüs’te gerçekleşmek üzere olan şeyi hiçbir şekilde önemsemeden çalışmalarına devam etmelerini tavsiye etmişti. O aynı zamanda Abner’e, onun, kadın birliğinin Hamursuz için Kudüs’e gidişine izin vermesinin görüşünde bulunmuştu, en azından İsa bunu arzu etmişti. Ve, bu, Abner’in beden içinde İsa’yı gördüğü son seferdi. Onun Abner’e olan elvedası şu olmuştu: “Benim Evladım, ben senin krallığa doğru kalacağını biliyorum, ve ben, Baba’nın sana kardeşlerini derinden sevme ve anlama bilgeliğini vermesinin duacısıyım.”
171:3.3 (1870.6) Onlar şehirden şehre seyahat ederken, takipçilerinden oluşan büyük bir topluluk kendilerini yalnız bırakıp Kudüs’e devam etmişti; öyle ki, İsa’nın Hamursuz için Kudüs’ün yolunu tuttuğu zaman zarfında, kendisini gün be gün takip eden kişilerin sayısı iki yüzün altına düşmüştü.
171:3.4 (1871.1) Havariler, İsa’nın Hamursuz için Kudüs’e gitmekte olduğunu anlamıştı. Onlar, Sanhedrin’in tüm İsrail’e, İsa’nın ölüm cezasına çarptırılmış oluşunu duyuran ve onun nerede bulunduğunu bilenin Sanhedrin’e bildirmesini emreden bir genel iletide bulunduğunu bilmekteydiler; ama yine de, tüm bunlara rağmen, onlar, İsa Philadelphia’da kendilerine Lazarus’u görmek için Bethani’ye gitmekte olduğunu duyurduğunda pek de öyle endişe içine düşmemişlerdi. Yoğun korkudan kendine güvenir bir beklenti düzeyine olan bu tutum değişikliği, büyük ölçüde Lazarus’un yeniden dirilişi nedeniyle gerçekleşmişti. Onlar, İsa’nın, acil bir durum halinde, kutsal gücünü öne çıkarıp, düşmanlarını utandırıcı bir konuma getirebileceği çıkarımına ulaşmış halde bulunmaktaydılar. Bu umut, Üstünleri’nin ruhsal yüceliğine olan daha derin ve olgun inançla birlikte, Sanhedrin’in İsa’nın ölmek zorunda oluşuna dair açık duyurusunun tam da karşısında, bu aşamada kendisini takip etmeye hazır bulunan doğrudan takipçileri tarafından sergilenmiş dışa dönük cesaretin nedenini oluşturmaktaydı.
171:3.5 (1871.2) Havarilerin büyük bir çoğunluğu ve içlerindeki takipçilerin çoğu, İsa’nın ölmesinin mümkün olabileceğine inanmamıştı onlar, onun “yeniden diriliş ve yaşam” oluşuna inanır bir halde, kendisini ölümsüz ve hâlihazırda ölümün üzerinde utgun konumda görmüşlerdi.
171:4.1 (1871.3) Çarşamba akşamı, Mart’ın 29’u, İsa ve takipçileri, güney Perea’nın şehirlerine olan turnelerini tamamladıktan sonra, Kudüs’e olan yolları üzerinde Livias’ta konaklamışlardı. Şimon Zelotes ve Şimon Petrus’un, burada ellerine teslim edilecek şekilde yüzden fazla kılıcın teslim edişini gizlice tasarlayan bir halde, onları kabul edip, elbiseleri altında saklı halde onları giyecek kişilere bu silahların dağıtışı Livias’taki bu gece süresince gerçekleşmişti. Şimon Petrus, bahçedeki Üstün’e olan ihanet gecesinde hala kılıcını giymekteydi.
171:4.2 (1871.4) Perşembe sabahı erkenden, diğeri uyanmadan önce, İsa Andreas’ı çağırmış olup, şunu söylemişti: “Kardeşlerini uyandır! Benim onlara söyleyeceğim şeyler var.” İsa, havarilerinin almış olduğu ve hâlihazırda kuşanmış bulundukları kılıçları bilmekteydi; ancak, o hiçbir zaman kendilerine, bu türden şeyleri bildiğini açığa çıkarmamıştı. Andreas birlikteliklerini kaldırdığında ve onlar kendi başlarına bir araya geldiğinde, İsa: “Benim çocuklarım, sizler uzun bir süredir benimle birliktesiniz, ve ben sizlere bu zaman için ihtiyaç duyulacak birçok şeyi öğretmiş bulunmaktayım; ancak, şimdi sizlere şunun uyarısında bulunuyorum: inancınızı ne bedenin bilinmezliklerine ne de önümüzde uzanmakta olan sınavlara ve zorluklara karşı olan insanın savunmasının zayıflıklarına yaslayın. Ben sizleri buraya, İnsan Evladı’nın hâlihazırda ölüme çarptırılmış olduğu yer olan, Kudüs’e çıkışımızı yalın bir biçimde söyleyebilmek için çağırdım. Ben sizlere tekrar söylüyorum, İnsan Evladı, baş din-adamlarının ve dini yöneticilerin ellerine teslim edilecek; onlar kendisini kınayacak ve gentilelilerin ellerine verecek. Ve, böylece onlar, İnsan Evladı’yla alay edecek, hatta onun üzerine tükürecek ve onu kırbaçlayacaklardır; ve, bu kişiler onu ölümün ellerine teslim edeceklerdir. Ve, onlar İnsan Evladı’nı öldürdüklerinde, ümitsizliğe düşmeyin; zira, ben sizlere duyuruyorum ki, o üçüncü gün yükselecektir. Kulak verin ve önceden söylemiş olduğum şeyi hatırlayın.”
171:4.3 (1871.5) Tekrar havariler, şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmez hale gelen bir biçimde, hayretler içine düşmüşlerdi; ancak, onlar, bu sözleri tam kelime anlamıyla kavrayan bir konumda kendilerini düşünmüyorlardı. Onlar, ana merkezi Kudüs olan, yeryüzü üzerindeki zamansal krallığa dair devamlılık gösteren inançlarıyla o kadar gözleri görmez haldeydiler ki, yalın bir değişle, onlar kendilerinin, İsa’nın sözlerinin tam da kelime anlamıyla kastedilmiş oluşu gerçeğini kabul etmelerine izin verememeklerdi — veremeyeceklerdi. Onların tümü bütün gün boyunca, İsa’nın bu türden tuhaf duyurular ile neyi kastetmiş oluşu üzerinde düşünmüşlerdi. Ancak, onların hiçbiri, bu ifadelere dair kendisine bir soru yöneltmeye cüret etmemişti. Ölümü vaktine kadar bu şaşkınlık içerisindeki havariler, Üstün’ün kendilerine, çarmıha gerilişinin beklentisi içinde yalın ve doğrudan bir biçimde konuşmuş olduğu farkındalığına uyanmamışlardı.
171:4.4 (1872.1) Kahvaltıdan hemen sonra, dostane Ferisiler’den bir tanesinin İsa’ya gelip, şunu söylemesi burada, Livias’ta gerçekleşmişti: “Buralardan çabucak kaç, zira Hirodes şimdi, tıpkı Yahya’ya yaptığı gibi, öldürmek için seni arıyor. O, insanların bir başkaldırısından korkmakta olup, seni öldürmeye karar verdi. Bizler, kaçabilmen için bu uyarıyı getirmekteyiz.
171:4.5 (1872.2) Ve, bu kısmen doğruydu. Lazarus’un yeniden dirilişi Hirodes’i korkutmuş ve endişeye düşürmüştü; ve, Sanhedrin’in İsa’yı, bir mahkeme bile olmadan, idama mahkûm etmeye cüret edişini bilen bir biçimde Hirodes, ya İsa’yı öldürme ya da onu nüfuz alanından çıkarma konusunda kesin kararına varmıştı. Hirodes içten bir biçimde ikincisini yapmayı arzulamıştı çünkü, o, İsa’dan öylesine korkmaktaydı ki, onu idam etme zorunda kalmamayı umut etmişti.
171:4.6 (1872.3) İsa Ferisilerin söylemek istedikleri şeyleri duyduğunda, şöyle cevap verdi: “Ben Hirodes’i ve onun bu krallığa dair korkusunu oldukça iyi biliyorum. Ancak, yanılmayın, o İnsan Evladı’nın baş din-adamlarının ellerinde acı çekmesi ve ölmesi için onun Kudüs’e çıkmasını çok daha fazla tercih edecektir; onun, ellerini Yahya’nın kanıyla bulamış bir halde, İnsan Evladı’nın ölümünden sorumlu hale gelme acelesi yoktur. Siz tilkiye gidin ve ona söyleyin ki, İnsan Evladı bugün Perea’da duyurusunu gerçekleştirecek, ertesi gün Yudea’ya gidecek, ve birkaç günden sonra yeryüzü üzerindeki görevinde kusursuz hale getirecek ve Baba’ya yükselmeye hazır olacaktır.”
171:4.7 (1872.4) Bunun ardından havarilerine dönen bir biçimde, İsa: “Eski zamanlardan beri havariler Kudüs’te yok oldu; ve, insan bağnazlığının bedeli ve dini önyargı ve ruhsal görmezliğin bir sonucu halinde Baba’nın evinin şehrinde kurbanlık halinde sunulmak için İnsan Evladı’nın buraya çıkması ancak ona uygun düşen bir şeydir. Ey Kudüs, peygamberleri öldüren ve gerçekliğin öğretmenlerini taşlayan Kudüs. Ne kadar da çok, tıpkı tavuğun kendi yavrularını kanatları altında topladığı gibi, senin çocuklarını bir araya toplamak isterdim ama sen bana izin vermeyeceksin! Dikkatle izle, senin evin kendini yalnız bırakmak üzere! Birçok sefer sen beni görmeyi arzu edeceksin ama göremeyeceksin. O vakit beni arayacaksın ama bulamayacaksın.” Ve, o bunları söylediğinde, kendisi etrafındakilere dönüp, şunu söyledi: “Yine de, haydi, Hamursuz’a katılmak için Kudüs’e çıkalım ve cennet içindeki Baba’nın iradesini yerine getirmede bizi temsil edecek şeyi yapalım.”
171:4.8 (1872.5) Bu gün İsa’yı Eriha’ya takip etmiş inananlar kafası karışmış ve şaşkınlık içindeki bir topluluktu. Havariler yalnızca, krallığa dair İsa’nın duyuruları içindeki nihai zaferin kesin vurgusunu algılayabilmekteydi; onlar hiçbir bir biçimde kendilerini, yaklaşan olumsuzluğun içermekte olduğu uyarıyı kavramaya gönüllü oldukları bir noktaya getirememekteydi. İsa “üçüncü gün doğmadan” bahsettiğinde, onlar hemen bu ifadeyi, Musevi dini önderler ile olan tatsız bir başlangıçsal mücadeleden hemen sonra krallığın kesin bir zaferini belirten bir şey olarak benimsediler. “Üçüncü gün,” “yakın bir zaman içinde” veya “bir şey gerçekleştikten kısa bir süre sonra” anlamına gelen yaygın bir Musevi ifadesiydi. İsa “yükselmeden” bahsettiğinde, onlar kendisinin “krallığın doğumuna” atıfta bulunduğunu düşünmüştü.
171:4.9 (1872.6) İsa, bu inananlar tarafından Mesih olarak kabul edilmişti; ve, Museviler, acı çekmekte olan bir Mesih’e dair neredeyse hiçbir şey bilmemekteydi. Onlar İsa’nın, yaşamı tarafından hiçbir biçimde elde edilemeyecek birçok şeyin ölümü vasıtasıyla elde edilecek oluşunu anlamamışlardı. Her ne kadar Lazarus’un dirilişi havarilerin Kudüs’e girmelerine duygusal dayanak oluştururken, bahşedilişinin bu zorlayıcı sürecinde Üstün’ü bir arada tutan şey onun dönüşüme dair hafızası olmuştu.
171:5.1 (1873.1) Perşembe öğleden sonrasının geç saatleri, Mart’ın 30’u, İsa ve havarileri, yaklaşık olarak iki yüz takipçiden oluşan bir grubun başında olan bir halde, Eriha’nın duvarlarına yaklaşmıştı. Onlar şehrin kapısı yakınına geldiklerinde, gençliğinden beri gözleri görmez halde bulunan yaşlı biri olarak, aralarında Bartimeus ismindeki birinin bulunduğu, dilencilerinin bir kalabalığı ile karşılaşmıştı. Bu gözleri görmez dilenci, öncesinde İsa hakkında birçok şey duymuş olup, İsa’nın gözleri görmeyen Yoşiyahu’yu iyileştirişine dair her şeyi bilmekteydi. Bartimeus, İsa Bethani’ye gidene kadar onun Eriha’ya olan son ziyaretinden haberdar değildi. Bartimeus, görüşünün eski hale gelmesi için İsa’ya başvurmadan onun Eriha’ya ziyaretine hiçbir zaman izin vermeyecekti.
171:5.2 (1873.2) İsa’nın yaklaşımının haberleri, Eriha’nın tamamı boyunca iletilmiş haldeydi; ve, sakinlerin yüzlercesi kendisiyle tanışmak için buraya akın etmekteydi. Bu büyük kalabalık Üstün’ün şehre olan girişini takip eden bir biçimde geri dönerken, Bartimeus, kalabalığın gürültülü ayak seslerini duyar bir halde, olağandışı bir şeyin yaşanmakta olduğunu bilmiş olup, yakında duran kişiye neyin olup bildiğini sormuştu. Ve, dilencilerden bir tanesi, “Nasıralı İsa geçiyor” dedi. Bartimeus İsa’nın yakında olduğunu duyduğunda, sesini yükseltip, şunu haykırmaya başladı: “İsa, İsa, bana merhamet et!” Ve, o giderek daha güçlü bir sesle haykırmaya devam ederken, İsa’nın yakınında bulunanlardan bazıları Bartimeus’a gelip, sessiz olmasını talep eden bir biçimde, onu uyardı ancak, bu nafileydi; o yalnızca daha fazla ve daha güçlü bir biçimde haykırmıştı.
171:5.3 (1873.3) İsa gözleri görmez adamın haykırışını duyduğunda, birden durdu. Ve, İsa Bartimeus’u gördüğünde, arkadaşlarına, “Adamı bana getirin” dedi. Ve, bunun ardından, şunu söyleyen bir biçimde, onlar Bartimeus’a gitti: “Neşelen; bizimle geliyorsun, Üstün seni çağırıyor.” Bartimeus bu sözleri duyduğunda, yolun tam ortasına doğru birden koşmaya başlayan bir biçimde, örtüsünü attı, ama onun yakınında bulunanlar kendisini İsa’ya doğru yönlendirdi. Bartimeus’a hitap eden bir biçimde, İsa: “Benden senin için ne yapmamı istiyorsun?” Bunun ardından gözleri görmeyen kişi, “Görüşümün eski haline dönmesini istiyordum” biçiminde cevapladı. Ve, İsa bu talebi duyduğunda ve onun inancını gördüğünde, şunu söyledi: “Sen görüşünü kazanacaksın; yoluna git; inancın seni iyileştirmiştir.” Derhal Bartimeus görüşünü kazandı, ve, Tanrı’yı yücelten bir halde, Üstün ertesi gün Kudüs yoluna çıkana kadar İsa’nın yakında kalmaya devam etti; ve, bunun ardından Bartimeus, görüşünün nasıl Eriha’da eski haline getirilmiş oluşunu herkese duyuran bir biçimde kalabalıkların karşısına çıktı.
171:6.1 (1873.4) Üstün’ün güruhu Eriha’ya girdiğinde vakit gün batımına yakındı, ve İsa burada gece için konaklamayı düşünüyordu. İsa vergi binasından geçerken, baş publikan, veya bir diğer değişle vergi toplayıcısı, Zakheus tesadüfen orada bulunmakta olup, İsa’yı görmeyi derinden arzulamaktaydı. Bu baş publikan çok zengin olup, Celileli bu tanrı-elçisi hakkında birçok şey duymuştu. O, şayet Eriha’yı bir daha ziyaret ederse İsa ismindeki kişinin nasıl biri olduğunu görmeye kararlıydı bunun uyarınca, Zakheus, kalabalığı yarmaya çalıştı ancak, kalabalık çok büyüktü, ve kısa boylu olduğu için, insanların başları üzerinden bir şey göremiyordu. Ve, böylece baş publikan, onlar şehir merkezi yakınına ve kendisinin yaşamakta olduğu yerden çok da uzak olmayan bir yere gelene kadar kalabalığı takip etti. O kalabalıktan geçecek durumu olmadığını gördüğünde, ve, İsa’nın durmadan şehirden geçebilecek oluşunu düşünen bir halde, direk koşup, dalları yolun üzerinde uzanmakta olan doğu çınarına tırmandı. O bu şekilde, Üstün geçerken ona dair iyi bir görüşü yakalayabileceğini biliyordu. Ve, o hayal kırıklığına uğramadı zira, İsa geçerken, yukarı kafasını kaldırıp Zakheus’a bakar bir halde, şunu söyledi: “Davran, Zakheus, aşağıya in, zira bu gece ben senin evinde kalmak zorundayım.” Ve, Zakheus bu çok şaşırtıcı sözleri duyduğunda, alelacele aşağıya inerken neredeyse ağaçtan düşünüyordu; ve, İsa’ya gider bir halde, Üstün’ün kendi evinde durmaya gönüllü oluşundan çok büyük bir mutluluk duyduğunu ifade etti.
171:6.2 (1874.1) Onlar doğrudan Zakheus’un evine gitmişti; ve, Eriha’da yaşayanlar, İsa’nın baş publikan ile kalmaya rıza gösterişi karşısında fazlasıyla şaşkınlığa uğramışlardı. Daha Üstün ve havarileri evinin önünde Zakheus ile vakit geçirirlerken, yakında bulunan Eriha Ferisileri’nden bir tanesi şunu söyledi: “Sizler görüyorsunuz işte bu adam nasıl da gidip, kendi öz insanlarından haraç alan ve onları soyan bir kişi halinde, İbrahim’in sözünü terk etmiş bir evladıyla, bir günahkârla kalıyor.” Ve, İsa bunu duyduğunda, Zakheus’a bakışlarını indirip, ona gülümsedi. Bunun ardından Zakheus bir taburenin üstüne çıkıp, şunu söyledi: “Eriha insanları, beni dinleyin! Ben bir publikan ve bir günahkâr olabilirim ama büyük Öğretmen benim evimde kalmaya gelmiştir; ve, o içeriye girmeden, sizlere söylüyorum, ben neye sahip isem onun yarısını fakirlere verecek, ve yarından itibaren, hangi kişiden zorla neyi bir zerre almışsam, onun dört misliyle iade edeceğim. Ben kurtuluşumu tüm kalbimle arayacak ve Tanrı’nın gözündeki doğruluğu gerçekleştirmeyi öğreneceğim.”
171:6.3 (1874.2) Zakheus konuşmasını bitirdiğinde, İsa şunu söyledi: “Bugün kurtuluş bu eve gelmiştir; ve, sen gerçekten de İbrahim’in bir oğlu haline geleceksin.” Ve, etrafında toplanmış olan kalabalığa dönerek, İsa: “Ve, söylediğim şeye şaşırmayın ve yaptığım şeye alınmayın; zira, ben uzun bir süredir, İnsan Evladı’nın kaybolmuşu arayıp, onu bulmak için gelmiş bulunduğunu duyurmaktayım.”
171:6.4 (1874.3) Onlar Zakheus ile birlikte geceyi geçirdiler. Ertesi günün sabahı kalıp, Kudüs’teki Hamursuz yolları üzerinde Bethani’ye “soyguncular yolundan” gitmeye başlamışlardı.
171:7.1 (1874.4) İsa, her nereye gitmişse oraya sevinç yaymıştı. Onun kişiliği tamamiyle şükran ve doğruluk içindeydi. Onun birliktelikleri bir an bile olsun, dilinden dökülen şükran dolu ifadelerden büyülenmekten sıkılmadılar. Sizler zamanla şükran sahibi olabilirsiniz; ancak, onun gerçek çekimi, tamamiyle sevgi dolu bir ruhtan yayılan arkadaşlık aromasıdır.
171:7.2 (1874.5) İyilik her zaman saygının gösterişini zorlamaktadır; ancak, iyilik şükrandan yoksun olduğunda, sıklıkla kendisine duyulacak olan şefkati itmektedir. İyilik, yalnızca şükran dolu olduğunda evrensel bir biçimde çekicidir. İyilik, yalnızca çekici olduğunda etkilidir.
171:7.3 (1874.6) İsa gerçekten insanları anlamıştı bu nedenle, o, içten duygudaşlık gösterebilmiş ve samimi merhameti sergilemişti. Ancak, o nadiren acımanın çekimine kapılmıştı. Onun merhameti sınırsız olsa da, onun duygudaşlığı işlevsel, kişisel ve yapıcıydı. Onun çekilen acıyla olan sık yüzleşişi hiçbir zaman, nihai bir biçimde acıya karşı bir vurdumduymazlıkla sonuçlanmamıştı ve, o her zaman, sıkıntı içindeki ruhların kendilerine olan acıyışlarını arttırmadan onlara yardım etmeye yetkin olabilmişti.
171:7.4 (1874.7) İsa insanlara çok iyi bir biçimde yardım edebilmişti; çünkü, o insanları oldukça samimi bir biçimde derinden sevmişti. O gerçek anlamıyla her bir erkeği, her bir kadını ve her bir çocuğu derinden sevmişti. O insanlar için bu türden gerçek bir arkadaş, insanın kalbinde ve aklında neyin olduğunu oldukça bütüncül bir biçimde bilişi halinde — çok dikkate değer kavrayışı nedeniyle olabilmekteydi. O, ilgili ve keskin bir gözlemciydi. İnsan arzularını tespit etmede oldukça akıllı bir biçimde, insan ihtiyacının kavranışında bir uzmandı.
171:7.5 (1874.8) İsa hiçbir zaman bir acelecilik hali içerisinde değildi. “O geçerken,” akran insanlarını teselli etme zamanı bulmuştu. Ve, o her zaman, arkadaşlarını rahatlatmaya çalışmıştı. O büyüleyici bir dinleyiciydi. Hiçbir zaman, birlikteliklerinin ruhlarını rahatsız edici bir halde incelemeye girişmemişti. O aç akılları rahatlatıp, susuzluk çekmekte olanlara yardım ederken, onun merhametini alan kişiler kendisine itirafta bulunmadan çok, kendisiyle sohbet edişlerini hissetmişlerdi. Onlar İsa’ya karşı sınırsız bir güvene sahiplerdi, zira onlar İsa’nın kendilerine fazlasıyla inanmış olduğunu görmüşlerdi.
171:7.6 (1875.1) İsa hiçbir zaman, insanlara dair meraklı bir halde görünmemişti; ve, o hiçbir zaman, onları yönetme, irade etme veya takip etme arzusu sergilememişti. O kendi birlikteliğini zevkle deneyimleyen herkese, çok derin bir kendine güven ve çok güçlü bir cesaret ilhamı vermişti. O bir kişiye gülümsediği zaman, bu fani, çok katmanlı sorunlarını çözmede artan bir yetkinliği deneyimlemişti.
171:7.7 (1875.2) İsa inanları çok fazlasıyla ve oldukça bilge bir biçimde derinden sevmişti ki, hiçbir zaman, şartlar bu türden bir disiplini gerektirdiğinde onlardan ayrılmakta tereddüt etmemişti. O sürekli olarak, yardım isteyen bir kişiye yardım etmeye davranmıştı. Bu şekilde, o, insan doğasında daha iyi olan niteliklere başvuran bir biçimde, ilgi çekmişti.
171:7.8 (1875.3) Üstün, kendi kıyafetinin ucuna dokunarak iyileşmeyi amaçlayan kadının sahip olduğu çok büyük hurafe içinde kurtarıcı inancı görebilmişti. O her zaman, tek bir kişinin, hatta bir küçük çocuğun, ihtiyaçlarına cevap vermek için, bir vaazı durdurmaya veya bir kalabalığı bekletmeye her zaman hazırdı. Büyük şeyler yalnızca insanlar İsa’ya dair inanç besledikleri için değil, aynı zamanda İsa’nın onlara oldukça fazla inanç beslediği için gerçekleşmişti.
171:7.9 (1875.4) İsa’nın söylemiş veya yapmış olduğu gerçekten önemli olan şeylerin çoğu, “o geçerken”, günlük hayatın olağan akışı içinde, önceden tasarlanmamış bir halde ortaya çıkarmış gibi görünmüştü. Üstün’ün yeryüzü hizmeti içinde çok az profesyonel, oldukça tasarlanmış veya diğer bir değişle önceden detaylıca amaçlanmış çok az şey bulunmaktaydı. O, yaşamı içinde ilerlerken, doğal bir biçimde ve şükranla sağlığı dağıtmış ve mutluluğu saçmıştı. “Onun iyiliği yapmaya çıkışı” kelimenin tam anlamıyla gerçekti.
171:7.10 (1875.5) Ve, tüm çağlar içindeki Üstün’ün takipçilerine, olağan yaşamlarının akışı içinde seyrederlerken fedakâr şeyleri yapma biçiminde — “geçerlerken” yardımda bulunmayı öğrenmek yakışmaktadır.
171:8.1 (1875.6) Onlar öğlene kadar Eriha’dan olan yolculuklarına başlamamışlardı çünkü onlar İsa Zakheus ve onun ailesine krallığın müjdesini öğretirken geç saatlere kadar oturmuşlardı. Bethani’ye olan yokuş yukarı yolun yaklaşık olarak ortasında, kafile öğlen yemeği için durmuşken, kalabalık, İsa ve havarilerin o gece Zeytindağı’nda konaklayacak oluşunu bilmeyen bir halde, Kudüs’e devam etmişti.
171:8.2 (1875.7) Takipçilerin tümü için amaçlanmış olan talentlerin simgesel hikâyesine nazaran, sterlinlerin simgesel hikâyesi, daha ayrıcalıklı bir halde havarilere söylenmiş olup, büyük ölçüde Archelaus’un deneyimine ve Yudea krallığının idaresini almadaki nafile girişine dayanmaktaydı. Bu, mevcut tarihi bir karaktere dayanan Üstün’ün aktarmış olduğu simgesel hikâyelerden bir tanesiydi. Eriha’daki Zakheus’un evi Archelaus’un süslü sarayına oldukça yakın olduğu ve Archelaus’un kemeri üzerinden ayrılmış oldukları yol boyunca uzandığı için, onların aklında Archelaus’un bulunuşu şaşılacak bir durum değildi.
171:8.3 (1875.8) İsa şunu söyledi: “Sizler, İnsan Evladı’nın Kudüs’e bir krallığı alma amacıyla çıkmakta olduğunu düşünüyorsunuz; ancak, ben sizlere, kesin bir biçimde hayal kırıklığına uğramanın nihai sonuna sahip olduğunuzu duyuruyorum. Hatırlamıyor musunuz, kendisine bir krallığı almak için uzak bir ülkeye giden bir prensi? Daha oradan geri dönememişken, kalplerinde hâlihazırda kendisini reddetmiş olan, kendi vilayetinin vatandaşları, şunu söyler halde, arkasından bir elçi göndermiş olduğunu: ‘Bu kişinin üzerimizde hükmetmesine izin vermeyeceğiz?’ Ve bu kral nasıl zamansal yönetiminde reddedilmiş ise, İnsan Evladı da ruhsal yönetiminde öyle reddedilmiştir. Tekrar sizlere duyuruyorum, benim krallığın bu dünyaya ait değildir; ancak, eğer İnsan Evladı’na insanlarının ruhsal yönetimi verilseydi, o, insanların ruhlarının bu türden bir krallığını kabul edip, insan kalplerinin bu türden bir hâkimiyeti üzerinde hükmetmeyi kabul edecekti. Her ne kadar onlar kendileri üzerindeki ruhsal yönetimimi reddetmiş olsalar da, şimdi benim için reddedilmiş halde bulunan, ruhaniyetin bu türden bir krallığını diğerlerinden almak için geri geleceğim. Sizler İnsan Evladı’nın şimdi reddedilişini göreceksiniz; ancak, bir başka çağda, şimdi reddetmekte olan İbrahim evlatları kabul edilecek ve yükseltileceklerdir.
171:8.4 (1876.1) “Ve şimdi, bu hikâyeye ait soylu gibi, ben, özel gözeticilerim olan, on iki yardımcımı önüme çağıracağım, ve her birinizin eline bir sterlin veren bir biçimde, her birinizden, sizlerden bir hesabın isteneceği vakit olarak, geri döndüğüm zaman gözeticiliğinizi aracılığıyla aklayabilesiniz diye, ben yokken emanet kaynaklarını iyi değerlendirmenizi isteyeceğim.
171:8.5 (1876.2) “Ve, bu reddedilmiş Evlat geri dönmeyecek olsa bile, bir diğer Evlat bu krallığı almak için gönderilecektir; ve, o Evlat bunun ardından, sizlerden gözeticiliğinizin bildirimini isteyecek ve kazançlarınızdan mutlu olacaktır.
171:8.6 (1876.3) “Ve, bu gözeticiler bir hesap için daha sonra bir araya çağrıldıklarında, ilki, şunu söyleyen bir biçimde, öne çıkacak, ‘Koruyucu, senin sterlininden on tane daha fazlasını elde ettim.’ Ve, üstünü kendisine, “Aferin; sen iyi bir hizmetçisin; çünkü sen kendini bu şekilde ispat ettin; ben sana otuzdan fazla şehrin idaresini vereceğim” diyecek. Ve, ikincisi, şunu söyleyen bir biçimde, gelecek: ‘Bana bırakmış olduğun sterlinden, Koruyucum, beş tane yaptım.’ Ve, üstün, ‘Bunun uyarınca ben seni beş şehrin yöneticisi yapacağım’ diyecek. Ve, böylece, son hizmetçiye gelene kadar herkes bildirimini sunacak, ve hesap için çağrıldığında, son hizmetçi ‘Koruyucu, bak, sterlinin burada, onu güven içimde mendil içinde olduğu gibi tuttum. Ve, ben bunu senden korktuğum için yaptım; ‘ben, koymadığın şeyi aldığını ve ekmediğin bir şeyi biçmeye çalıştığını’ gören bir halde, senin makul olmadığına inandım.’ Bunun ardından, onun koruyucusu şunu söyler: ‘Sen bilgisiz ve doğru olmayan hizmetçi, ben seni ağzından dolayı yargılayacağım. Sen, görünürde ekmediğin bir şeyi biçtiğimi biliyordun; bu nedenle, bu hesabın senden istenecek oluşunu. Bunu bilir halde, en azından sen benim paramı, ben gelene kadar yeterli faizi toplayabilmesi için bir bankacıya verseydin.’
171:8.7 (1876.4) “Ve, bunun ardından bu yönetici yakında bulunanlara: ‘Bu tembel hizmetçiden parayı alın, ve onu on ten sterlini olana verin.’ Ve, onlar üstüne hâlihazırda bu kişinin on sterline sahip olduğunu hatırlattığında, o: ‘Sahip olan herkese daha fazlası verilecek, ancak sahip olmayandan elinde bulunanı bile alınacaktır.’”
171:8.8 (1876.5) Ve, bunun ardından havariler, bu hikâye ile önceki talent olanı arasındaki farkı öğrenmeye çalışmışlardı ancak, İsa yalnızca, onların birçok sorusuna, “Her biriniz onların gerçek anlamını bulana kadar, kalplerinizde bu sözler üzerine uzun uzadıya düşünün.”
171:8.9 (1876.6) Yıllar sonra bu iki hikâyenin anlamını, şu yargılarda İsa’nın öğretilerini özetler bir halde, oldukça iyi bir şekilde öğretmiş kişi Nathanyel olmuştu:
171:8.10 (1876.7) 1. Kabiliyet yaşamın olanaklarını kullanmada elverişli bir ölçümdür. Sizler hiçbir zaman, sahip olduğunuz kabiliyetlerin ötesinde bulunan kazanımlar için sorumlu tutulmayacaksınız.
171:8.11 (1876.8) 2. Doğruluk, insanın güvenirliliğinin şaşmaz bir ölçüsüdür. Küçük şeylerde doğru olan aynı zamanda, sahip olduğu bahşedilmişliklerin uyarınca olan her şeyde doğruluk sergileme eğilimindedir.
171:8.12 (1876.9) 3. Üstün, benzer bir olanak olduğunda daha az doğruluk sergileyene daha az ödül vermektedir.
171:8.13 (1877.1) 4. O, daha az olanak olduğu zaman aynı doğruluk için aynı ödülü vermektedir.
171:8.14 (1877.2) Onlar öğle yemeklerini bitirdiklerinde, ve takipçilerden oluşan kalabalık Kudüs’e doğru gittikten sonra, İsa, yol kenarında asılı duran bir kayanın gölgesinde havarilerin karşısında durur bir halde, şunu söyleyerek, parmağıyla neşeli soylulukla ve şükran dolu bir ihtişamla batıyı gösterdi: “Gelin, kardeşlerim, haydi Kudüs’e, bizleri beklemekte olan şeyi almak için gidelim; böylelikle bizler, her şeyde cennetsel Baba’nın iradesini yerine getirmiş olacağız.”
171:8.15 (1877.3) Ve, böylece İsa ve havarileri, Üstün’ün, fani insanın sahip olduğu beden suretinde Kudüs’e olan son yolculuğu olarak, bu yola devam etmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
172. Makale
172:0.1 (1878.1) İSA ve havariler Cuma öğleden sonrası, M.S. 30 yılında, Mart ayının 31. günü, saat dörtten biraz sonra Bethani’ye ulaştılar. Lazarus, kız kardeşleri ve arkadaşları kendilerini beklemekteydi; ve, birçok insan her gün dirilişi hakkında Lazarus ile konuşmak için geldiği için, İsa, Lazarus’un ölümünden beri küçük kasabanın önde gelen vatandaşlarından olan, Şimon ismindeki biri halinde, bir komşu inanan ile kalması için hazırlıkların yapıldığı hakkında bilgilendirildi.
172:0.2 (1878.2) O akşam İsa birçok ziyaretçi almış olup, Bethani ve Bethpage’in olağan insanları kendisinin hoş karşılanmış olduğunu kesince sağlamak için ellerinden gelenin en iyisini yapmışlardı. Her ne kadar birçok kişi İsa’nın bu aşamada, Sanhedrin’in ölüm yönergesini hiçbir şekilde tanımaz halde, Musevilerin kralı olarak kendisini duyurmak için, Kudüs’e doğru gitmekte olduğunu düşünmüşse de, Lazarus, Marta ve Meryem halindeki — Bethani ailesi Üstün’ün bu türden bir kral olmadığını daha bütüncül bir biçimde anlamıştı onlar az da olsa, bunun kendisinin Kudüs ve Bethani’ye gerçekleştirdiği son ziyaret olabileceğini hissetmişti.
172:0.3 (1878.3) Din adamların başı İsa’nın Bethani’de konakladığı hakkında bilgilendirilmişti; ancak, onlar, arkadaşları arasında kendisini yakalamaya girişmemenin en iyisi olduğunu düşünmüşlerdi. İsa bunların hepsini bilmekteydi; ancak, o ihtişamlı bir biçimde sakindi; onun arkadaşları öncesinde kendisini bundan daha fazla ne yaptığını bilir ve neşesi yerinde olur halde görmemişlerdi; havariler bile, Sanhedrin Musevilerin tümünü İsa’nın kendi ellerine verilmesi için çağrıda bulunduğu bir zamanda onun bu kadar tasasız oluşu karşısında hayretler içindeydiler. Üstün bu gece uyurken, havariler kendisini ikişerli topluluklar halinde gözlemişti; ve, onlardan çoğu kılıçlar ile kuşanmış haldeydi. Bir sonraki sabah erken vakitlerde onlar, hatta Şabat günü bile, Kudüs’ten İsa’yı ve onun kendisini ölümden diriltmiş olduğu Lazarus’u görmek için gelen yüzlerce kutsal yolcuyla uyanmıştı.
172:1.1 (1878.4) Musevi yöneticilerine ek olarak Yudea’nın dışından gelen kutsal yolcuların hepsi de şu soruyu sormaktaydı: “Ne düşünüyorsunuz? İsa şölene gelecek mi?” Bu nedenle, insanlar İsa’nın Bethani’de olduğunu duyduklarında mutlu olmuşlardı ancak, baş din-adamları ve Ferisiler bir ölçüde şaşkın içerisine düşmüşlerdi. Onlar kendisine yönetim yetki alanlarına sahip olmaktan mutluydular, ancak onun cüretkârlığından az da olsa endişelenmişlerdi; onlar İsa’nın Bethani’ye olan bir önceki ziyaretinde Lazarus’un ölümden diriltilişini hatırlamışlardı ve Lazarus İsa’nın düşmanları için büyük bir sorun haline gelmekteydi.
172:1.2 (1878.5) Hamursuz’dan altı gün önce, Şabat sonrası akşamında, tüm Bethani ve Bethpage Şimon’un evinde herkese açık bir ziyafet ile İsa’nın varışının kutlanışına katılmıştı. Bu yemek, hem İsa hem de Lazarus’un onurunaydı o, Sanhedrin’e karşı gelen bir biçimde gerçekleştirilmişti. Marta yemeklerin sunuluşunu yönetmişti; onun kardeşi Meryem kadın gözlemcileri arasındaydı, zira bir kadının bir kamu ziyafetine oturması Musevilerin geleneğine karşıydı. Sanhedrin hafiyeleri hazır haldeydi, ancak onlar İsa’yı arkadaşları arasında gözaltına almaktan korku duymaktaydı.
172:1.3 (1879.1) İsa Şimon ile, isminin geldiği, eskilerin Yeşu’su hakkında konuşmuştu ve nasıl Yeşu ve İsrail insanlarının Eriha üzerinden Kudüs’e çıktıklarını anlatmıştı. Eriha duvarlarının çöküşüne dair efsaneye yorumda bulunan bir biçimde İsa şunu söylemişti: “Ben tuğla ve taştan olan o duvarlarla ilgilenmiyorum; ancak, ben, insanların tümü için Baba’nın derin sevgisinin bu duyurusu karşısında önyargının, kendini doğru görmenin ve nefretin duvarlarının yıkılışına neden olacağım.”
172:1.4 (1879.2) Ziyafet, havarilerin tümünün görülmemiş ölçüde bilincinin açık olması dışında, oldukça neşeli ve olağan bir biçimde seyretmeye devam etmişti. İsa görülmemiş bir biçimde neşeli olup, masaya geliş vaktine kadar çocuklar ile oynamaktaydı.
172:1.5 (1879.3) Şölenin kapanışına doğru, Lazarus’un kız kardeşi olan Meryem’in, kadın gözleyicilerinin topluluğu arasından öne çıkıp, İsa’nın onur konuğu olarak oturmuş olduğu yere kadar gidip, içi oldukça nadir bulunan ve pahalı balsamdan meydana gelen büyük bir kaymak taşı sürahisini açmaya koyuluşuna kadar, olağanın dışında hiçbir şey yaşanmamıştı ve, Üstün’ün başını kutsadıktan sonra, o bu balsamı ayaklarına dökmeye başlamıştı, bunu yaptıktan sonra saçlarını alıp, İsa’nın ayaklarını kurulamıştı. Tüm ev balsamın kokusu ile dolmuş olup, orada bulunan herkes Meryem’in yapmış olduğu şey karşısında şaşkınlık içerisine düşmüştü. Lazarus hiçbir şey söylememişti, ancak insanlardan bazıları, bu türden pahalı bir balsamın bu şekilde kullanılma gerekliliği karşısında kızgınlık gösterir halde, fısır fısır konuşurken, Yudas İskaryot Andreas’ın oturduğu yere adım atıp, şunu söylemişti: “Neden bu balsam satılmadı ve ondan elde edilecek para ile fakirler beslenmedi? Onun bu türden israfı uyarması için Üstün ile konuşmalısın.”
172:1.6 (1879.4) İsa, insanların ne düşünmüş olduğunu bilir ve onların ne söylemiş olduğunu duymuş halde, Meryem yanında diz çökmüş haldeyken elini onun başına koyup, yüzünde sevecen bir ifade ile şunu söylemişti: “Onu rahat bırakın, her biriniz. Neden, onun kalbinde iyi bir şey yapmış olduğunu görür halde, bundan dolayı onu rahatsız ediyorsunuz? Fısır fısır konuşan ve bu balsamın satılmış ve ondan elde edilecek paranın fakirlere verilmiş olması gerektiğini söyleyenlere şunu söylememe izin verin: sizler, her ne zaman yerinde görürseniz yardım edebileceğiniz fakirlere sahipsiniz; ancak, ben her zaman sizler ile birlikte olamayacağım; ben yakın bir zaman içinde Babam’a gideceğim. Bu kadın uzunca bir süredir bu balsamı gömüldüğü yerde benim bedenim için tutmuştur; ve, şimdi, ona, benim ölümümü öngörür halde bu kutsayışı gerçekleştirme yerine göründüğü için, bu türden bir neşe yasaklanmamalıdır. Bunu gerçekleştirerek Meryem, ölümüm ve cennet içindeki Babam’a çıkışım hakkında söylemiş olduğum şeye inancını göstererek hepinize uyarında bulunmuştur. Bu kadın, bu gece yapmış olduğu şeyler için uyarılmayacaktır; bunun yerine sizlere gelecek çağlar için şunu söylüyorum: bu müjde tüm dünya içinde nerede duyurulursa duyurulsun, onun yapmış olduğu şey onun anısıyla birlikte hatırlanacaktır.”
172:1.7 (1879.5) Kişisel bir suçlama olarak almış olduğu, bu uyarı nedeniyle, Yudas İskariot nihai olarak, incinmiş duyguları için intikam almada kesin kararını vermişti. Birçok kez o bu türden düşünceleri bilinçaltında aklından geçirmişti; ancak, bu aşamada o, bu türden ahlaksız düşünceleri açık ve bilinç içindeki aklında düşünmeye cüret etmişti. Ve, diğer birçok kişi kendisini bu tutum için cesaretlendirmişti, zira bu balsamın değeri bir kişinin bir yıllık kazancına denkti — beş bin kişiye ekmek sağlamaya yetmekteydi. Ancak, Meryem İsa’yı derinden sevmekteydi; o bu kıymetli balsamı, öldüğünde vücudunu sarmak için tedarik etmişti; zira, o, ölmek zorunda oluşuna dair öncül uyarısı sözlerine inanmıştı ve, eğer kararını değiştirirse ve henüz daha yaşarken bu sunuşu Üstün’ü üzerine bahşetmeyi tercih ederse bunun kendisine yasaklanmayacağını bilmekteydi.
172:1.8 (1879.6) Hem Lazarus hem de Marta, Meryem’in uzunca bir süredir bu hoş kokulu sürahiyi almak için para biriktirmekte olduğunu bilmekteydi; ve, onlar içten bir biçimde, kalbi böyle bir şeyi istediği için bunu gerçekleştirmekte oluşunu onaylamıştı zira, onların durumları yerinde olup, bu türden bir sunuşu kolayca karşılayabilen konumdaydılar.
172:1.9 (1880.1) Baş din-adamları Bethani’de İsa ve Lazarus için verilmiş olan bu yemeği duyduklarında, Lazarus ile nasıl ilgilenilmesine dair kendi aralarında görüş alışverişine başladılar. Ve, yakın bir süre içinde onlar, Lazarus’un ölmesine karar verdiler. Onlar doğru bir biçimde, ölümden dirilmiş olduğu kişi olan Lazarus’un yaşamasına izin verdikleri takdirde İsa’yı öldürmenin faydasız olacağının çıkarımında bulundular.
172:2.1 (1880.2) Bu Pazar sabahı, Şimon’un güzel bahçesinde, Üstün on iki havarisini etrafına çağırmış olup, kendilerine Kudüs’e girmeye hazırlık için nihai yönergelerini vermişti. O kendilerine, Baba’ya geri dönmeden önce muhtemel bir biçimde birçok konuşmada bulunacağını ve birçok ders vereceğini söylemişti; ancak, o havarilerine, Kudüs’teki bu Hamursuz konukluğu boyunca kamuya tamamiyle açık herhangi bir kamu çalışmasında bulunmadan kaçınmalarını salık vermişti. O kendilerine, yakınında kalmalarını ve “gözleri açık olup, dua etmelerini” söylemişti. İsa, havarilerinin ve doğrudan takipçilerinin birçoğunun tam da bu zamanlarda bile kılıçlar taşıdığını ve beraberlerinde saklamış olduklarını bilmekteydi; ancak, o bu gerçekliğe hiçbir atıfta bulunmamıştı.
172:2.2 (1880.3) Bu sabahın yönergeleri, Kapernaum yakınındaki görevlendirildikleri günden Kudüs’e girmek için hazırlanmış oldukları o güne kadar hizmetlerinin kusa bir özetinden oluşmuştu. Havariler sessiz bir biçimde dinlemişlerdi; onlar hiçbir soru sormamışlardı.
172:2.3 (1880.4) O sabahın erken vakitleri Davud Zübeyde, Pella kampı araçlarının satışından elde edilen kaynakları Yudas’a teslim etmişti; ve, Yudas, bunun ardından, bu paranın büyük bir kısmını, Kudüs’e olan girişlerinin gerekliliklerini görür halde güvenli bir biçimde muhafaza etmesi için ev sahipleri olan Şimon’un ellerine vermişti.
172:2.4 (1880.5) Havariler ile olan görüşmeden sonra, İsa Lazarus ile konuşmuş olup, kendisine, Sanhedrin’in intikamına yaşamını kurban etmekten kaçınmasını salık vermişti. Birkaç gün sonra, Sanhedrin görevlileri kendisini tutuklamak için gönderildiğinde Lazarus’un Philadelphia’ya kaçması bu uyarıya itaat içinde gerçekleşmişti.
172:2.5 (1880.6) Bir bakımdan İsa’nın takipçilerinin tümü yaklaşmakta olan buhranı hissetmişti; ancak, onlara, Üstün’ün görülmemiş neşesi ve bulunmaz nüktedanlığı onun ciddiyetini bütünüyle kavramalarına engel olmuştu.
172:3.1 (1880.7) Bethani mabetten yaklaşık olarak üç buçuk kilometre ötedeydi; ve, İsa’nın Kudüs için yola çıkmaya tamamiyle hazır hale gelişi Cuma öğleden sonrası bir buçukta gerçekleşmişti. İsa, Bethani ve onun yalın insanları için derin şefkat hislerine sahipti. Nasıra, Kapernaum ve Kudüs kendisini reddetmiş haldeydi; ancak, Bethani kendisini kabul etmişti, kendisine inanmıştı. Ve, neredeyse her bir erkeğin, kadının ve çocuğun inanan olduğu bu küçük kasabada o, Lazarus’un yeniden dirilişi olarak, yeryüzü bahşedilişinin en büyük çalışmasını yerine getirmeye tercih etmişti. O, kasaba sakinlerinin inanabilmesi için Lazarus’u diriltmemişti; ancak, o, onlar hâlihazırda inandıkları için bunu gerçekleştirmişti.
172:3.2 (1880.8) Tüm sabah İsa Kudüs’e olan girişini düşünmüştü. Öncesinde o her zaman, Mesih olarak tüm kamu tarafından tanınışını baskılamaya çalışmıştı ancak, şimdi başka bir durum bulunmaktaydı o, beden içindeki sürecinin sonuna gelmekteydi; ölümü Sanhedrin tarafından emredilmiş olup, eğer şehre resmi ve kamuya açık bir girişte bulunmayı tercih ettiği takdirde tam da olabilecek şeyler olarak, havarilerini hislerini sınırsız bir biçimde ifade etmelerine izin vermenin herhangi bir zararı olmayacaktı.
172:3.3 (1881.1) İsa Kudüs’e olan bu kamuya açık girişini, kitlelerin son bir desteğini kazanmak veya son bir kez gücü elde etmeye çalışmak için gerçekleştirmeye karar vermemişti. Ne de o bunu bütünüyle, takipçileri ve havarilerinin insan arzularını tatmin etmek için gerçekleştirmişti. İsa, olmayacak şeyleri aklından geçiren hayalperest birinin yanılsamalarına sahip olmamıştı o, bu ziyaretin sonucunu ne olduğunu oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi.
172:3.4 (1881.2) Kudüs’e kamuya açık bir biçimde girmeye karar vermiş bir halde Üstün, bu türden bir kararı yerine getirmeye elverişli bir yöntemi tercih etmenin gerekliliğiyle karşı karşı gelmişti. İsa, tartışmalı olan tarafınızdan-adlandırıldığı-biçimiyle Mesihsel kehanetlerin tamamını etraflıca aklından geçirmişti; ancak, orada kendisi için takip edilmesi uygun olan tek bir yol görünmüştü. Bu kehanetsel ifadelerin çoğu, Davud’un oğlu ve varisi olarak, tüm İsrail’i yabancı hâkimiyetin boyunduruğundan kurtaracak olan cüretkâr ve savaşçı bir zamansal kurtarıcı halinde, bir kralı tasvir etmekteydi. Ancak, orada, görevinin ruhsal kavramsallaşmasını daha çok ön planda düşünmekte olanlar tarafından Mesih ile zaman zaman ilişkilendirilmiş bir Yazıt bulunmaktaydı İsa bunun, Kudüs’e olan tasarlanmış girişi için bir rehber halinde tutarlı bir biçimde alınabileceğini düşünmüştü. Bu Yazıt Zekeriya’da bulunmuş olup, şunu söylemişti: “Fazlasıyla neşelen, ey Zion’un kızı haykır, ey Kudüs’ün kızı. Bak, senin kralın sana geliyor. O adil ve kurtuluşu getiriyor. O alt düzeyde biri olarak, bir eşeğin üzerinde, genç bir eşek üzerinde geliyor.”
172:3.5 (1881.3) Muzaffer bir kral her zaman, bir şehre bir at üzerinde girmişti; barış ve arkadaşlığın bir görevi üzerindeki bir kral her zaman bir eşek üzerinde girmişti. İsa Kudüs’e, at üzerindeki bir adam olarak girmeyecekti; ancak, o, bir eşek üzerinde İnsan Evladı olarak barışçıl bir biçimde ve iyi niyetle girmeye gönüllüydü.
172:3.6 (1881.4) İsa doğrudan öğretim ile uzunca bir süre havarilerine ve takipçilerine, krallığının bu dünyaya ait olmadığının altını çizmeye çalışmıştı onun tamamiyle ruhsal bir husus olduğunun; ancak, o bu çabada başarılı olamamıştı. Bu aşamada, yalın ve kişisel öğreti ile gerçekleşmede başarısız olduğu şeyi, simgesel bir etki ile yerine getirmeye girişecekti. Bunun uyarınca, öğle yemeğinden hemen sonra, İsa Petrus ve Yahya’yı çağırmış olup, kendilerine, ana yoldan biraz dışarıda ve Bethani’den kuzeybatı yönünde kısa bir mesafede bulunan bir komşu kasaba olan, Bethpage’e uğramalarını emrettikten sonra, şunu ilave etmişti: “Bethpage’e gidin, ve yolların kesiştiği yere yaklaştığınızda, bir genç eşeğin orada bağlı bulacaksınız. Bu eşeği çözün ve bana geri getirin. Eğer herhangi biri bu neden yaptığınızı sorarsa, sadece, “Üstün’ün ona ihtiyacı var” deyin. Ve, iki havari Üstün’ün emretmiş olduğu gibi Bethpage’e gittiğinde, genç eşeği, yolun hemen yakınında köşedeki bir evin uzağında olmayan bir halde annesi başında bağlı halde buldular. Peter eşeği çözmeye başladığında, sahibi gelip onların bunu neden yaptığını sordu; ve, Petrus İsa’nın salık vermiş olduğu bir biçimde kendisine cevap verdiğinde, adam: “Eğer Üstününüz Celileli İsa ise, genç eşek onun olsun.” Ve, böylece onlar eşekle birlikte geri döndüler.
172:3.7 (1881.5) Bu zaman zarfında, birkaç yüz kutsal yolcu İsa ve havarileri etrafında toplanmış haldeydi. Öğle öncesinden beri, Hamursuz’a olan yolları üzerinde geçmekte olan ziyaretçiler burada vakit geçirmişlerdi. Bu arada, Davud Zübeyde ve onun eski ileticilerinden bazıları, Nasıralı İsa’nın şehre muzaffer bir girişte bulunacağı haberini mabet çevresinde bulunan ziyaretçi kutsal yolcularından oluşan kalabalıklar etrafında etkin bir biçimde yaydıkları yer olan, Kudüs’ün yolunu hiç vakit kaybetmeden tutma görevini üstlenmişlerdi. Bunun uyarınca, bu ziyaretçilerden birkaç bini derhal, bazılarının Mesih olduğuna inandığı, bu kendisi hakkında fazlasıyla konuşulan tanrı-elçisini ve mucize gerçekleştiricisini karşılamak için akın etmişlerdi. Bu kalabalık, Kudüs’ten gelmiş bir halde, İsa ile ve Zeytindağı yamacından aşağıya inişlerinden hemen sonra ve şehre çıkışlarına daha yeni başlamış olan topluluk ile birleşmişti.
172:3.8 (1882.1) İlerleyiş Bethani’den başlarken, birçoğu Celile ve Perea’dan akın akın gelmiş bir biçimde, takipçilerden, inananlardan ve ziyaret içindeki kutsal yolculardan meydana gelen neşeli kalabalık içinde büyük bir coşku bulunmaktaydı. Başlamalarından hemen önce, birlikteliklerinin bazıları tarafından eşlik edilir halde, özgün kadın birliklerinin on iki kadını da, buraya ulaşmış olup şehre olan neşeli yönelişlerindeki bu benzersiz ilerleyişe katılmıştı.
172:3.9 (1882.2) Girişlerine başlamadan önce, Alpheus ikizleri üzerindekileri eşeğe koymuş olup, Üstün binerken onu tutmuşlardı. İlerleyiş Zeytindağı’nın tepesine doğru hareket ederken, neşeli kalabalık kıyafetlerini yere atmış ve, söz verilmiş Mesih olarak, soylu Evladı taşıyan eşeğin onuruna bir halı hazırlamak için yakındaki ağaçlardan dal getirmişlerdi. Mutlu kalabalık Kudüs’e doğru hareket ettiğinde, şu Mezmur’u ahenkle söylemeye, veya diğer bir değişle hep bir ağızdan haykırmaya başlamıştı: “Yaşa Davud’un oğlu; Koruyucu adına gelen kişi kutlu olsun. Yaşa en üstteki. Cennetten gelen krallık kutlu olsun.”
172:3.10 (1882.3) Onlar, şehir ve mabet tepelerinin bütüncül görünüşe gelmiş olduğu, Zeytindağı yamacına gelinceye kadar ilerlerken, İsa tasasız ve neşeli haldeydi; burada Üstün kafileyi durdurdu; ve, onlar kendisini ağlar halde gördüklerinde büyük bir sessizlik ortaya çıktı. Şehirden kendisini karşılamak için gelmiş olan o çok büyük kalabalığa doğru bakışlarını indiren bir halde, fazlasıyla duygulu ve gözleri yaşlı bir sesle, Üstün: “Ey Kudüs, senin bile, en azından bu gününde bile, huzurunda sahip olduğun ve hiçbir kısıtlama olmadan sahip olabileceğin şeyleri bir bilebilseydin! Ancak, şimdi, bu ihtişamlar gözlerinden saklanmak üzere. Sen Barışın Evladı’nı reddetmek ve kurtuluşun müjdesine sırtını çevirmek üzeresin. Üzerine, düşmanlarının senin etrafına hendekler kazacakları ve her bir çevresini kuşatacakları günler gelecek; onlar, bir taşın diğerinin üzerinde bırakılmayacağı kadar, seni yerle bir edecekler. Ve, tüm bunların hepsi size, kutsal ziyaret vaktini bilmediğiniz için gelecek. Sizler Tanrı’nın hediyesini reddetmek üzeresiniz, ve insanların tümü sizleri reddedecek.”
172:3.11 (1882.4) O bu şekilde konuşmasını tamamladığında, onlar Zeytindağı’ndan inişlerine başlamış olup, yakın bir zaman içinde kendilerine, zeytin dalları sallamakta, yaşa yaşa diye haykırmakta ve bunun gerçekleştirilmediği durumlarda ise neşelerini ve iyi birlikteliklerini ifade eder haldeki ziyaretçilerin kabalalıkları katılmıştı. Üstün, bu kalabalıkların Kudüs’ten kendilerini karşılamak için gelmelerini tasarlamamıştı bu diğerlerinin yapmış olduğu bir şeydi. O hiçbir zaman, bilerek gösterişli olan bir şeyi gerçekleştirmeyi amaçlamamıştı.
172:3.12 (1882.5) Üstün’ü karşılamak için akın etmiş olan kalabalık ile birlikte, Ferisilerin ve onun diğer düşmanlarının çoğu da gelmişti. Onlar, birçok kişi tarafından gerçekleştirilmekte olan desteğin bu anlık ve beklenmeyen duygu patlaması karşısında fazlasıyla endişelenmişlerdi; öyle ki, onlar, kalabalıkların açık bir başkaldırışına sebebiyet vereceğini düşünerek onu tutuklamaktan korku duymuşlardı. Onlar fazlasıyla, İsa hakkında fazlasıyla şey duymuş olan ve birçoklarının kendisine inanmakta olduğu ziyaretçilerin geniş sayıdaki kişilerinden meydana gelen kalabalığın tutumundan korkmuşlardı.
172:3.13 (1882.6) Onlar Kudüs’e yaklaştıklarında, kalabalık kendisini daha fazla ifade eder hale gelmişti; öyle ki, Ferisilerden bazıları İsa’nın yanına kadar varıp, şunu söylemişti: “Öğretmen, takipçilerini uyarmalı ve onlardan daha makul bir biçimde davranmalarını talep etmelisin.” İsa ise: “Bu çocukların, baş din-adamlarının reddetmiş olduğu Barışın Evladı’nı karşılamaları tek denk düşen şeydir. Yol kenarlarındaki taşlar haykırmadıkça, onları kimse durduramaz.”
172:3.14 (1882.7) Ferisiler derhal, bu zaman zarfında mabette oturum içinde bulunmakta olan, Sanhedrin’e yeniden katılmak için kafilenin önüne geçtiler; ve, onlar, birlikteliklerine şunu durum bildirisinde bulundular: “Bakın, yapmış olduğumuz her şey boşa çıktı bu Celileli bizleri ne yapacağımızı bilmez halde bıraktı. İnsanlar onun için deliye döndü; eğer biz bu cahilleri durdurmazsak, tüm dünya onun arkasından gidecek.”
172:3.15 (1883.1) Orada gerçekten de, herkes tarafından gösterilmiş olan coşkunun bu sığ ve anlık patlayışına atfedilebilecek derin bir önem bulunmamaktaydı. Bu karşılayış, her ne kadar mesut ve içten bulunsa da, bu neşeli kalabalığın kalplerinde herhangi bir gerçek nitelikteki ve köklü kararı göstermemekteydi. Bu aynı kalabalık eşit bir biçimde, Sanhedrin bir çırpıda kendisine karşı durmanın güçlü ve kesin kararını verdiğinde ve onların hayalleri boşa çıktığında — İsa’nın, uzun zamandır besledikleri beklentileri uyarınca krallığı kurmayacak oluşunu anladıklarında — bu haftanın sonraki günlerinde kendisini reddetmeye gönüllü hale gelmişlerdi.
172:3.16 (1883.2) Ancak, tüm şehir çok güçlü bir biçimde hareketlenmişti; öyle ki, herkes, “Kim bu adam?” diye sormaktaydı. Ve, kalabalık, “Celileli peygamber, Nasıralı İsa” cevabını vermekteydi.
172:4.1 (1883.3) Alpheus ikizleri eşeği sahibine geri verdiğinde, İsa ve on havari kendilerini doğrudan birlikteliklerinden çekmiş ve, Hamursuz hazırlıklarına bakar bir halde, mabet çevresinde dolaşmaya çıkmıştı. Sanhedrin insanlardan fazlasıyla korkmuş olduğu için, İsa’yı rahatsız etmede hiçbir girişimde bulunulmamıştı ve, bu, son kertede, İsa’nın kalabalıkların kendisine övgüde bulunmasına izin vermesinin nedenlerinden bir tanesiydi. Havariler bunun, İsa’nın şehre girişiyle birlikte doğrudan bir biçimde tutuklanışını engellemede etkin olabilecek tek insan kökenli önlem olduğunu çok az anlayabilmişti. Üstün, Hamursuz ziyaretçilerinin on binlercesine ek olarak, toplumsal olarak üst düzeyde ve alt düzeyde bulunuşu fark etmeksizin, Kudüs sakinlerine müjdeyi duymak ve eğer gerçekleştirirlerse Barış Evladı’nı almak için bu tek ve son şansı vermeyi arzulamıştı.
172:4.2 (1883.4) Ve, şimdi, akşam yaklaşırken ve kalabalıklar yiyecek arayışına girmişken, İsa ve onun doğrudan takipçileri yalnız bırakılmıştı. Ne kadar da garip bir gündü! Havariler düşünceliydi ancak söyleyecek sözleri yoktu. İsa ile olan birliktelik yıllarında hiçbir zaman böyle bir günü görmemişlerdi. Bir anlığına onlar hazine yakında durup, insanların bağışlarında bulunuşlarına bakmışlardı: zenginler fazlasıyla katkıda bulunmakta ve diğerleri ise sahip oldukları ölçüsünde destek vermekteydi. En sonunda oraya, çok az kıyafete sahip, fakir bir dul kişi geldi ve onlar bu kadının ileticiye iki mite (küçük metelik) verişini gördü. Ve, bunun sonrasında İsa, havarilerin dula bakmasını isteyerek, şunu söyledi: “Şu gördüğünüz şeyi iyi anlayın. Bu fakir dul diğerlerinden daha fazla servetini vermiştir; zira, diğerlerin tamamı bollukları içinde çok küçük bir kısmı bir hediye olarak vermiştir, ancak, bu fakir kadın, her ne kadar ihtiyaç içinde olsa da, sahip olduğu her şeyi vermiştir, ekmeğinin bedelini bile.”
172:4.3 (1883.5) Akşam yaklaşırken, onlar mabet bahçelerinde sessizlik içinde yürümüşlerdi; ve, İsa bu aşina olduğu mekânlara bir kez daha göz gezdirdikten sonra, önceki ziyaretler ile ilişkili hislerini hatırlar bir halde, daha da öncül onlarını da içine alır bir biçimde, şunu söyledi: “Haydi Bethani’ye çıkalım ve dinlenelim.” İsa, Petrus ve Yahya ile birlikte, Şimon’un evine giderken, diğer havariler Bethani ve Bethpage’de arkadaşları ile konakladılar.
172:5.1 (1883.6) Bu Pazar akşamı onlar Bethani’ye geri döndüklerinde, İsa havariler önünde yürümüştü. Şimon’un evine ulaşmalarıyla ayrılana kadar, onlar bir kelime bile konuşulmamıştı. On iki insan varlığından bir tanesi bile bu zaman zarfına kadar, cennetin bu elçilerinin akılları ve ruhlarından şimdi yükselmekte olan, bu türden çeşitli ve tarif edilemez duyguları deneyimlememişti. Bu sağlam Celileliler kafaları karışmış ve ne yapacaklarını bilmez hale düşmüşlerdi; onlar, neyi bekleyeceklerini bilmemekteydi; onlar korku duymayacakları kadar şaşkınlık içerisindelerdi. Bir sonraki gün için Üstün’ün tasarılarına dair hiçbir şey bilmemekte olup, hiçbir soru sormamışlardı. Onlar konakladıkları yerlere doğru gitmiş olup, ikizler dışında, fazlasıyla uyku çekmemişlerdi. Ancak, Şimon’un evinde İsa’yı gözlemek için silahlı gözetmeni tutmamışlardı.
172:5.2 (1884.1) Andreas, ne yapacağını neredeyse hiçbir biçimde bilmez halde, tamamiyle şaşkınlık içerisindeydi. O, herkesin göstermiş olduğu övgü patlamasını değerlendirecek kadar onu ciddiye almamış olan bir havariydi. O, kalabalıkların gürültülü kutlayışının anlamı veya önemi üzerinde ciddi bir biçimde düşünmeyecek kadar havarisel birliğin başı olarak sorumluluğu düşüncesi içerisindeydi. Andreas, coşkun anlarında, özellikle Petrus, Yakub, Yahya ve Şimon Zelotes olmak üzere, birlikteliklerinden bazılarının istenilenin dışında hareket edebileceğinden korktuğu için onları gözetlemek ile meşguldü. O, kılıçlar kuşanmış olan on ikiliden bazılarının tutumlarından endişeliydi; ancak, o, kendi öz kardeşi olan Petrus’un bu türden bir silah taşımakta olduğunu bilmiyordu. Bu gün ve onun hemen ardından gelenler boyunca Andreas, ciddi endişeler altında rahatsızlık çekmekteydi; ancak, o, bu şüpheli sorgularına dair hiçbir şeyi havarisel birlikteliklerine ifade etmedi. Ve, böylece, Kudüs’e olan yürüyüş Andreas üzerinde görece derin olmayan bir etkide bulunmuştu; o, başka biçimde etkilenmeyecek kadar görevinin sorumluluklarıyla meşguldü.
172:5.3 (1884.2) Şimon Petrus ilk başta, coşkunun bu gözde dışavurumu tarafından ayakları neredeyse tamamen yerden kesilmişti; ancak, onun aklı, bu gece Bethani’ye geri döndüğü zaman zarfında dikkate değer bir biçimde eski yerine gelmişti. Peter, yalın bir değişle ifade edilecek olursa, Üstün’ün asli mevcudiyetini çözememişti. O, İsa’nın bir resmi duyuru biçimiyle gözde destek dalgasını takip etmeyişinden çok fazlasıyla hayal kırıklığına uğramıştı. Petrus, İsa’nın mabede ulaştıklarında kalabalıklara neden konuşmamış olduğunu anlamamıştı o en azından, havarilerden bir tanesinin kalabalığa hitap etmesine izin vermesini beklemekteydi. Petrus muhteşem bir duyurucuydu, ve o, bu türden çok geniş, dinlemeye hazır ve coşkulu kitlenin boşa verilmesini görmekten mutsuz olmuştu. O, tam da orada mabet içindeki o kalabalığa krallığın müjdesini duyurmayı çok isterdi; ancak, Üstün özellikle onlara, bu Hamursuz haftasında Kudüs’te bulundukları zaman zarfında hiçbir öğreti ve duyuruda bulunmamalarını tembihlemişti. Şehre olan gösterişli ilerleyişin tepkisi Şimon Petrus için yıkıcıydı gece vakti onun coşkuları dinmiş olup, tarif edilemez bir biçimde üzgün haldeydi.
172:5.4 (1884.3) Yakub Zübeyde için, bu Pazar bir şaşkınlık ve derin kafa karışıklığı günüydü; o, neyin yaşanmakta oluşuna dair en ufak bir şeyi bile anlamamıştı o, Üstün’ün bu görülmemiş desteğe izin verip de daha sonra mabede ulaştıklarında insanlara bir söz söylemeyi reddedişindeki amacı kavrayamamaktaydı. Kafile Zeytindağı’ndan Kudüs’e doğru ilerlerken, özellikle Üstün’ü karşılamak için binlerce kutsal yolcu ile buluştuklarında, Yakub, gördüğü şey ve mabede ulaştıklarında neyin yaşanacağına dair çok derin bir korku hissi karşısında heyecanın ve tatminin çatışmalı hisleri ile acı bir biçimde ikiye bölünmüştü. Ve, bunun ardından, o ümitsizliğe düşmüş olup, İsa eşeğine çıkıp, mabet bahçelerinde rahat bir biçimde gezmeye başladığında büyük hayal kırıklığının etkisi altına girmişti. Yakub, krallığı duyurmak için bu türden bir muhteşem imkânı boşa vermeyi anlayamamıştı. Akşam vakti onun aklı, sıkıntı verici ve işkence verici belirsizliğin etkisi altındaydı.
172:5.5 (1884.4) Yahya Zübeyde İsa’nın neden bunu yapmış olduğunu anlamaya yaklaşmıştı en azından o, Kudüs’e gerçekleştirilen bu sözde muzaffer girişin sahip olduğu ruhsal önemini kısmen kavramıştı. Kalabalık mabede doğru ilerlerken, ve Yahya Üstününün eşek üzerinde hareket edişine bakarken, İsa’nın bir zamanlar, Mesih’in bir barış adamı ve Kudüs’e bir eşek üzerinde gelişini tasvir eden Zekeriya’nın sözü olan, Yazıtlardan bir metne atıfta bulunuşunu duyduğunu hatırladı. Yahya aklında bu Yazıt’a geri dönerken, bu Cuma-öğleden sonrası gösterişin simgesel önemini kavramaya başladı. En azından, o, kendisini yaşanmışlıktan keyif alır ve muzaffer ilerleyişin bu görünüşte amaçsız sonu karşısında haddinden fazla umutsuzluğa kapılmış hale gelmeyi engeller hale getirecek kadar bu Yazıtların anlamını kavramıştı. Yahya, simgeler içinde düşünmeye ve hissetmeye doğal olarak eğilim göstermiş olan bir akıl türüne sahipti.
172:5.6 (1885.1) Filip, duygu patlamasının anlığı ve kendiliğinden gerçekleşen biçimi karşısında tamamiyle ne yapacağını bilmez hale gelmişti. O, Zeytindağı’ndan olan inişlerinde, tüm bu gösterişin ne olduğuna dair kesin herhangi bir kanıya varamayacak kadar düşüncelerini yeterli bir biçimde toplayamamıştı. Bir biçimde o gösterişten, kendi Üstünü onurlandırıldığı için keyif almıştı. Onların mabede ulaştıkları zaman zarfında, İsa’nın kendisinden kalabalıkları besleme ricasında bulunabilme düşüncesinin endişe verici hisleri altındaydı öyle ki, havarilerin çoğunu güçlü bir biçimde hayal kırıklığına uğratmış olan, kalabalıklardan İsa’nın rahat bir biçimde çekilme davranışı Filip’e derin bir nefes aldırmıştı. Kalabalıklar zaman zaman, on ikinin koruyucusu için büyük bir sınav olmuştu. Kalabalıkların maddi ihtiyaçlarına dair bu kişisel korkudan kurtulduktan sonra Filip, kalabalığa öğretide bulunmak için hiçbir şeyin yapılmamış oluşuna dair hayal kırıklığını ifade etmede Petrus’a katılmıştı. O gece Filip bu deneyimler üzerine düşünmeye dalmış olup, krallığa dair bütüncül düşünceden kuşku duymanın çekiciliğine kapılmıştı o dürüst bir biçimde, tüm bu şeylerin ne anlama geldiğini merak etti; ancak, o kuşkularını hiç kimseye ifade etmedi; o İsa’yı fazlasıyla derinden sevmekteydi. O Üstün’e dair çok büyük bir kişisel inanca sahipti.
172:5.7 (1885.2) Nathanyel, simgesel ve kehanetsel nitelikleri dışında, Üstün’ün Hamursuz kutsal yolcularının gözde desteğini arkasına alma nedenini anlamaya en yakın konuma gelmişti. O, mabede ulaşmalarından önce, Kudüs’e bu türden bir gösterişli giriş olmadan İsa’nın Sanhedrin görevlileri tarafından tutuklanacağını ve şehre adım atmaya cüret ettikleri anda hapse atılacağını düşünmüştü. O, bu nedenle, Üstün’ün şehrin duvarlarından içeri bir kez girdiklerinde neşe içindeki kalabalıkları artık daha fazla kullanmayışı karşısında hiç şaşırmamıştı zira onlar, kendisini doğrudan bir biçimde tutuklamaya engel olan bir biçimde Musevi yöneticilerini çok fazlasıyla etkilemişlerdi. Üstün’ün bu şekilde şehre girişinin gerçek nedenini anlar halde, Nathanyel doğal olarak tutumunu korumuş olup, diğer havarilere kıyasla İsa’nın daha sonraki davranışı karşısında hayal kırıklığa düşmemişti. Nathanyel, İsa’nın zor durumları idaredeki bilgeliği ve zekâsına ek olarak insanları anlayışına büyük güven beslemekteydi.
172:5.8 (1885.3) Matta ilk başta, bu gösterişli dışavurum karşısında çok şaşırmıştı. O da tanrı-elçisinin kralı kurtuluşu getirdiği ve bir genç eşeğin üzerinde geldiği için Kudüs’ün derin neşe duyduğunu ima eden Zekeriya bölümündeki Yazıtları hatırlayana kadar, gözlerinin görmekte olduğu şeyin taşıdığı anlamı kavrayamamıştı. Kafile şehrin yönünde ilerlerken ve daha sonra mabede doğru yönelirken Matta coşkun hale gelmişti; o, Üstün bu haykıran kalabalığın başında mabede ulaştığında olağanüstü nitelikte beklenmeyen bir şeyin gerçekleşeceğinden emindi. Ferisilerden bir tanesi, “Bakın, herkes, buraya kim geliyor, Musevilerin kralı bir eşek üzerine geliyor” biçiminde İsa ile alay ettiğinde, Matta ancak büyük bir öz denetim uygulayarak kendi ellerini bu kişiden uzak tutabilmişti. On ikiliden hiçbiri o akşam Bethani’ye olan geri dönüş yolunda Matta’dan daha fazla ümitsizliğe kapılmış halde değildi. Şimon Petrus ve Şimon Zelotes’ten sonra o, en yüksek düzeydeki sinirsel gerilimi deneyimlemiş olup, gece vakti çok büyük bir yorgunluk içindeydi. Ancak, sabah Matta fazlasıyla neşeliydi; o, son kertede, neşeli bir kaybedendi.
172:5.9 (1886.1) Tomas, on iki içinde en fazla şaşkınlık ve kafa karışıklığı çekmiş olan kişiydi. Zamanının büyük bir kısmında o, olan bitene bakar ve bu türden tuhaf bir gösteriye katılmadaki Üstün’ün güdüsünün ne olduğunu dürüstçe merak eder bir halde, yalnızca kafileyi takip etmişti. Kalbinin derininde o tüm bu dışavurumu biraz olsun çocuksu görmüştü, eğer tamamiyle budalaca değilse. O hiçbir zaman İsa’yı bu türden bir şeyi yapar halde görmemiş olup, bu Pazar öğleden sonrasındaki onun tuhaf davranışını hiçbir şekilde anlayamamaktaydı. Mabede ulaştıkları zaman zarfında Tomas, bu gözde dışavurumun, Üstün’ü derhal tutuklamaya cüret edemeyecekleri bir biçimde Sanhedrin’i korkutmuş olduğu çıkarımında bulunmuştu. Bethani’ye olan geri dönüş yollarında Tomas birçok şey düşünmüştü ama o hiçbir şey söylemedi. Uyku vakti Üstün’ün Kudüs’e olan bu gürültülü girişi sahneleyişindeki zekiliği onun üzerinde bir ölçüde mizahi bir çekicilikte bulunmuştu, ve o bu tepki nedeniyle fazlasıyla neşelenmişti.
172:5.10 (1886.2) Bu Pazar Şimon Zelotes için büyük bir gün olarak başlamıştı. O, birkaç gün içinde Kudüs’te muhteşem şeyleri gerçekleştirmenin öngörüsünde bulunmuştu ve bunda o doğruydu da; ancak, Şimon, Davud’un tahtında İsa’nın bulunduğu bir biçimde, Musevilerin yeni ulusal yönetiminin kuruluşunu hayal etmişti. Şimon, krallık duyurulur duyurulmaz ulusalcıların bir an önce faaliyete geçeceklerini düşünmüş olup, onun kendisi, yeni krallığın bir araya gelen askeri kuvvetlerinin yüce en yüksek kumandanı haline gelecekti. Zeytindağı’na olan inişte o hatta, Sanhedrin’e ek olarak onlara destek verenlerin tümünün o günün gün batımından önce ölü olacaklarını öngörmüştü. O gerçekten de çok büyük bir şeyin gerçekleşecek oluşuna inanmıştı. O, tüm kalabalık içinde en fazla ses çıkaran kişiydi. Öğleden sonra saat beş suları ı sessizleşmiş, umutları kırılmış ve hayalleri başa çıkmış bir havariydi. O hiçbir zaman, bu günde deneyimlemiş olduğu şokun bir sonucu olarak üzerine düşen ümitsizlik hissinden bütünüyle kurtulamamıştı en azından Üstün’ün yeniden dirilişine kadar.
172:5.11 (1886.3) Alpheus ikizleri için bu kusursuz bir gündü. Onlar gerçekten de başından sonuna kadar bu günden keyif almışlardı ve, her ne kadar mabet etrafındaki sessiz ziyaret süreci boyunca hâlihazırda bulunmuş olsalar da, gözde desteğin getirmiş olduğu çöküşten fazlasıyla kaçabilmişlerdi. Onlar, bu akşam Bethani’ye geri döndüklerinde havarilerin umutsuzluğa kapılmış tutumunu herhangi şekilde anlayabilir konumda bulunmuyorlardı. İkizlerin hafızalarında bu her zaman, yeryüzü üzerinde cennette en yakın oldukları gündü. Bu gün, havariler olarak bütüncül süreçlerinin tatmin edici zirve noktasıydı. Ve, bu Pazar öğleden sonrasının derin mutluluk hatırası kendilerini, çarmıh saatine kadar uzanan bir biçimde, bu büyük öneme sahip hatanın her türlü acı olayları boyunca taşımıştı. Bu, ikizlerin düşünebildikleri krallara en yaraşan girişti; onlar, tüm gösterişin her anından fazlasıyla keyif almışlardı. Onlar, görmüş oldukları her şeyi onaylamış ve hafızalarında bunu uzunca bir süre neşe ile anmışlardı.
172:5.12 (1886.4) Havarilerin tümü içinde Yudas İskariot, Kudüs’e olan bu kafilesel giriş tarafından en olumsuz biçimde etkilenendi. Onun aklı, Şimon’un evindeki şölende Meryem’in kutsayışı ile ilişkili olarak bir önceki günde Üstün’ün gerçekleştirmiş olduğu paylama nedeniyle hiç de hoş olmayan bir üretken haldeydi. Tüm bu sergi karşısında Yudas’ın midesi bulanmıştı. Ona her şey çocuksu gelmişti, eğer gerçekten de saçma değilse. Bu intikam arzular havari bu Pazar öğleden sonrasının gelişmelerine baktığında, İsa ona bir kraldan ziyade bir palyaçoya daha çok benzer halde görülmüştü. O içten bir biçimde tüm bu dışavuruma karşı çıkmıştı. O, eşek veya bir genç eşek ile seyahat etmeye razı olacak herhangi birini Yunanlıların ve Romalıların hor görme düşüncelerini paylaşmaktaydı. Utgun kafilenin şehre girmiş olduğu zaman zarfında Yudas, bu türden bir krallığa ait bütüncül düşünceyi ret etmedeki kesin kararına varmıştı o, cennetin krallığını kurmanın bu türden tüm saçma girişimlerini terk etmeye neredeyse çok kesin bir biçimde karar vermişti. Ve, bunun ardından o Lazarus’un yeniden dirilişini ve birçok diğer şeyi düşündü; ve, en azından bir gün daha, on ikili ile birlikte kalmaya karar verdi. Bunun yanı sıra, o keseyi taşımakta olup, kişisel olarak taşımakta bulunduğu havarisel kaynakları terk etmeyecekti. Bethani’ye olan geri dönüş yolunda o gece, kendi davranışı garip görünmemişti çünkü havarilerin tümü eşit düzeyde karamsar ve sessizdi.
172:5.13 (1887.1) Yudas, Sadduki arkadaşlarının alayı karşısında çok fazlasıyla etkilenmişti. İsa ve akran havarilerini terk etmedeki nihai kararında, İsa şehrin kapısına ulaştığında yaşanmış belirli bir olay dışında başka hiçbir etken onun üzerinde bu kadar güçlü bir etkide bulunmuştu: Önde gelen bir Sadduki (Yudas’ın ailesinin bir arkadaşı olarak) neşeli bir alay tutumu içinde kendisine yaklaşıp, sırtına vuran bir biçimde şunu söylemişti: “Neden de canın sıkkın görünüyorsun benim güzel arkadaşım; Kudüs’ün kapılarından bir eşek üzerinde geçerken Musevilerin kralı olarak bu Nasıralı İsa’yı tanırken bizlere katıl.” Yudas hiçbir zaman yargılamadan korkmamıştı ancak, o bu türden alaya dayanamamaktaydı. Uzun süredir beslemekte olduğu intikam duygusuna şimdi, alay edilmenin bu ölümcül korkusu karışmıştı Üstünü’nden ve akran havarilerinden utanç duyacak olmanın korkunç ve korku verici hissi. Kalbinde, krallığın bu görevlendirilmiş elçisi hâlihazırda bir terk ediciydi; sadece onun için, Üstün ile açık bir biçimde yolları ayırmanın makul bir bahanesini bulmak kalmıştı.
Urantia’nın Kitabı
173. Makale
173:0.1 (1888.1) BU PAZAR sabahının erken saatlerinde, önceden ayarlanmış bir biçimde, İsa ve havarileri Bethani’de Şimon’un evinde bir araya geldi. On ikili, mabede doğru seyahat ederlerken tuhaf bir biçimde sessiz haldeydi; onlar, bir önceki günün deneyiminden kendilerini kurtaramamışlardı. Onlar, korku duyar halde, bekler konumda bulunup, derin bir biçimde, bu Hamursuz haftası boyunca hiçbir kamu öğretisine girişmemelerine dair onun emrini de içine alan, Üstün’ün birden gerçekleştirmiş olduğu taktik değişikliğinden doğan belirli bir aidiyetsizlik hissinden etkilenmişlerdi.
173:0.2 (1888.2) Bu topluluk Zeytindağı’ndan inerlerken, havarilerin kendisini arkadan düşünce dolu bir sessizlik içinde sessizce takip ettiği bir biçimde, İsa en başta seyahat etmekteydi. Yudas İskaryot dışında hepsinin akıllarında en önde gelmiş tek bir düşünce bulunmaktaydı, ve o ise: Üstün bugün ne yapacak? Yudas’ın içine düşmüş olduğu düşünce ise şuydu: Ne yapmalıyım? İsa ve birlikteliklerim ile devam etmeli miyim, yoksa çekilmeli miyim? Ve, eğer bırakırsam, nasıl ayrılmalıyım?
173:0.3 (1888.3) Bu güzel sabah onlar mabede vardıklarında saat yaklaşık olarak saat dokuzdu. Onlar derhal, İsa’nın oldukça sık bir biçimde öğretimde bulunduğu büyük bahçeye gitmişlerdi; ve, kendilerini beklemekte olan inananları selamladıktan sonra, İsa öğretim kürsülerinden bir tanesine çıkmış olup, toplanmakta olan kalabalığa hitap etmeye başladı. Havariler yakındaki bir yere çekilip, gelişmeleri beklediler.
173:1.1 (1888.4) Mabet ibadetinin ayinleri ve törenleri ile ilişkili olarak büyük bir ticari trafik oluşmuştu. Orada, çeşitli kurbanlar için elverişli olan hayvanları sağlamanın ticareti bulunmaktaydı. Her ne kadar bir ibadet eden kişinin kendi öz kurbanını kendi başına sağlamasına izin verilmekte olsa da, bu hayvanın Levi yasasının taşımakta olduğu anlam bakımından ve mabedin resmi denetleyicileri tarafından yorumlandığı biçimiyle tüm “leke”den uzak alması gerçekliğini korumaktaydı. Birçok sefer bir ibadet eden kişi, kusursuz olarak varsaydığı hayvanının mabet denetleyicileri tarafından reddedilmesinin küçük düşürücü etkisini deneyimlemişti. Bu nedenle, kurbanlık hayvanları mabette satın almak daha yaygın bir uygulama haline gelmişti; ve, her ne kadar Zeytindağı yakınında satın alınabilecek birkaç kurbanlık yer bulunmuş olsa da, bu hayvanları doğrudan bir biçimde mabet bölümlerinden almak gözde bir şey olmuştu. Kademeli bir biçimde, mabet bahçelerinde her bir türden kurbanlık hayvanı satmanın bu adaleti ortaya çıkmıştı. Devasa karların elde edildiği, bu büyük ticaret bu şekilde doğmuştu. Kazançların bir kısmı mabet hazinesi için alıkonulmaktaydı ancak, onların daha büyük bir kısmı dolaylı olarak yönetimdeki yüksek din-adamsal ailelerin ellerine gitmekteydi.
173:1.2 (1888.5) Hayvanların bu satışı gelişme gösterdi çünkü ibadet eden kişi bu türden bir hayvanı satın aldığında, ücret bir ölçüde yüksek olsa da, ilave hiçbir ücret ödenmemekteydi; ve, o, amaçlanan kurbanın, gerçek veya teknik lekelere sahip olması nedeniyle reddedilmeyecek oluşundan emin olabilirdi. Özellikle büyük ulusal şölenler boyunca, sıradan insanlar üzerinde bir seferlik veya başka düzenlerde gerçekleşen dudak uçuklatıcı ücretler alınmaktaydı. Bir seferinde açgözlü din-adamları o kadar ileriye gitti ki, fakirlere birkaç meteliğe satılması gereken bir çift güvercin için bir haftalık yevmiyenin değerine denk düşen ücreti talep ettiler. “Annas’ın evlatları” hâlihazırda, mabedin kendisinin yıkılmasından önce bir kalabalık tarafından nihai bir biçimde yok edilene kadar sürmüş olan, bu tam da ticari eşya pazarları olarak, mabet yerleşkesindeki tezgâhlarını kurmuşlardı.
173:1.3 (1889.1) Ancak, kurbanlık hayvanlardaki ve çeşitli eşyalardaki trafik, mabet bahçelerine saygısızlıkla davranıldığı tek biçim değildi. Bu zaman zarfında orada, tam da mabet içinde gerçekleştirilmekte olan geniş bir bankacılık ve ticari değiş-tokuş serpilmişti. Ve, tüm bunların hepsi şu şekilde gelişmişti: Aşmonayim hanedanlığı boyunca Museviler kendilerine ait gümüş parayı basmış olup, mabedin bir buçuk şekel ve tüm diğer mabet ücretlerinin bu Musevi parası ile ödenmesini zorunlu kılması bir adet haline gelmişti. Bu düzenleme, tüm Filistin ve Roma İmparatorluğu’nun diğer vilayetleri boyunca kullanımda olan birçok para birimi ile Musevi parasının bu geleneksel şekelini değiştirmek için para takasçılarının mabet tarafından onaylanmasını gerektirmişti. Mabet; kadınlar, köleler ve küçükler dışında, tüm kişilere getirilen, yaklaşık olarak on kuruş büyüklüğünde ancak ondan iki kat daha kalın bir madeni para olarak, bir buçuk şekellik baş vergisi almaktaydı. İsa’nın zamanında din-adamları da, mabet ödemelerinden muaf tutulmuştu. Bunun uyarınca, Hamursuz’dan önceki ayın 15’inden 25’ine kadar, onaylanmış para takasçıları, Kudüs’e ulaştıktan sonra mabet ödemeleri gerçekleştirebilmeleri için kabul edilen parayı Musevi insanlarına sağlamak amacıyla Filistin’in baş şehirlerinde tezgâhlarını dikmekteydiler. Bu on günlük dönemden sonra bu para takasçıları Kudüs’e ilerlemiş olup, mabedin bahçelerinde takas masalarını kurmaya devam ettiler. Onlar, yaklaşık olarak on kuruş değerindeki olan bir madeni paranın takası için üç ila dört kuruşa den gelen bir komisyon almaktaydılar; ve, eğer bir madeni para takas için daha yüksek bir değer de ise, onların bu komisyonun iki mislini almasına izin verilmekteydi. Benzer bir biçimde mabet bankacıları, kurbanlık hayvanların satın alınışını, yemin ödemelerini ve sunaklarda bulunmayı içeren tüm para takasından kar elde etmekteydi.
173:1.4 (1889.2) Bu mabet para takasçıları sadece, ziyaret eden kutsal yolcuların Kudüs’e dönemsel olarak getirmiş oldukları yirmiden fazla para birimini takas etmenin getirdiği gelirden düzenli bir bankacılık ticaretinde bulunmamaktaydı anlar aynı zamanda, bankacılık işi ile ilgili diğer her türlü etkileşim türüne katılmaktaydı. Hem mabet hazinesi hem de mabet yöneticileri, bu ticari etkinliklerden devasa biçimde kar elde etmekteydi. Sıradan insanlar fakirlik içinde bulunmaya ve onlar bu adil olmayan vergileri vermeye devam ederken, mabet hazinesinin dört yüz milyon liraya varan kaynakları elinde tutması görülmemiş şey değildi.
173:1.5 (1889.3) Para takasçılarının, eşya satıcılarının ve hayvancıların bu gürültülü topluluğu arasında İsa, bu Pazar sabahı, cennetsel krallığın müjdesini öğretmeye girişmişti. O, mabede olan bu saygısızlığa karşı durmada yalnız değildi; olağan insanlar da, özellikle yabancı vilayetlerden gelmekte olan Musevi ziyaretçiler, ulusal ibadet evlerinin bu kar amaçlı kirletilişine içten bir biçimde karşıydılar. Bu zaman zarfında Sanhedrin’in kendisi, ticaret ve değiş-tokuşun tüm bu konuşma gürültüleri ve kafa karışıklığı tarafından çevrelenmiş bir biçimde, bir odada olağan toplantılarını düzenlemekteydi.
173:1.6 (1890.1) İsa hitabetine başlayacakken, ilgisini zorla çeken iki şey yaşanmıştı. Yakındaki bir takasçının para masasında, İskenderiyeli bir Musevi’nin fazla ücret almak ile suçlayışından doğan çok şiddetli ve kızgın bir tartışma kopmuşken, hava, bir hayvan ahırından diğerine sürülmekte olan yaklaşık yüz sayıdaki boğanın çıkardığı böğürme sesi ile doluydu. İsa, sessiz ancak düşünceli bir biçimde bu ticaret ve kafa karışıklığı sahnesini irdeler halde, durmuşken, yakında, bir zamanlar İron’da konuşmuş olduğu bir kişi olarak, yalın akıldaki bir Celileli’nin gösteriş peşinde ve kendilerini üstün gören Yudealılar tarafından alay edilişini ve itilip kakılmasına bakmaktaydı ve, tüm bunların hepsi, İsa’nın ruhunda kızgın hislerin tuhaf ve dönemsel doğuşunu üreten bir biçimde bir araya gelmişti.
173:1.7 (1890.2) Biraz sonra olacaklara katılmadan kaçınmış olan yakında durmaktaki, havarilerini şaşırtan bir biçimde, İsa öğreti kürsüsünden aşağıya inip, bahçe boyunca sürüyü gütmekte olan gence gidip tellerden olan kırbacını aldı ve hayvanları çabuk bir biçimde mabetten dışarı sürdü. Ancak, bu onun yaptığı tek şey değildi; o ihtişamlı bir biçimde, mabet bahçesinde toplanmış olan binlerce kişinin meraklı bakışları önünde en uzak ahıra gidip her birinin kapılarını tutsaklık içindeki hayvanları dışa doğru sürmek için açmaya başlamıştı. Bu zaman zarfında, bir araya toplanmış olan kutsal yolcular hareketlenmişti; ve, haykıran sesleri ile pazarlara doğru hareket etmiş olup, para takasçılarının tezgâhlarını devirmeye başlamışlardı. Beş dakikadan kısa bir süre içinde ticaretin her bir etkinliği mabetten gitmiş hale gelmişti. Bu zaman zarfında, yakında bulunan Roma muhafızları, hepsinin sessiz olduğu bir biçimde, olay yerinde ortaya çıktı ve kalabalıklar sakinleşti; İsa, konuşma kürsüsüne geri dönen bir halde, kalabalıklara şunu söyledi: “Sizler, Yazıtlarda yazılmış olan şu güne şahit oldunuz: ‘Benim evim tüm milletler için dua evi olarak çağrılmalı ama siz onu bir soyguncu yatağına çevirdiniz.’”
173:1.8 (1890.3) Ancak, İsa başka şeyleri söylemeden önce, büyük topluluk takdir haykırışlarına katılmıştı ve, yakın bir süre içinde gençlerden meydana gelen bir kalabalık topluluktan ileri çıkıp, kutsal mabetten atılmış olan saygısız ve kar amacı içindeki satıcıların durumunu takdirin minnettar övgü şarkısını söylediler. Bu zaman zarfında, din-adamlarından bazıları olay yerine ulaşmış olup, onlardan bir tanesi İsa’ya şunu söylemişti: “Levi çocuklarının ne söylediğini duymuyor musun?” Ve, Üstün: “Hiç okumadınız mı, ‘bebelerin ve emzik bekleyenlerin ağızlarından kusursuz övgüler dizilir’?” Ve, insanlar tarafından belirlenmiş koruyucuların her girişte beklediği bir biçimde, İsa günün geri kalan kısmında öğretisine devam etti; ve, bu koruyucular, herhangi bir kişinin mabet bahçelerine boş testinin bile taşınmasına izin vermemekteydi.
173:1.9 (1890.4) Baş din-adamları ve kâtipler bu yaşananları duyduklarında, ne düşüneceklerini bilemez hale geldiler. Onlar Üstün’den daha da korku duymaya başladılar, ve bunun uyarınca onu yok etmeye daha kararlı hale geldiler. Ancak, onlar şaşkınlık içerisindelerdi. İsa’nın ölümünü nasıl elde edeceklerini bilmiyorlardı zira, onlar fazlasıyla, bu aşamada İsa’nın saygısız kar amacı taşıyanları atışına dair onayında açık destekte bulunmuş, kalabalıklardan korkmaktaydı. Ve, mabet bahçelerinde sessiz ve huzur içinde olan bir gün olarak, bugünün tamamı boyunca, insanlar İsa’nın öğretisini duymuş olup, onun sözlerini kulaklarını dört açıp dinlediler.
173:1.10 (1890.5) İsa’nın bu şaşırtıcı eylemi, havarilerin kavrayışının ötesindeydi. Onlar, Üstünlerinin bu anlık ve beklenmeyen hareketi karşısında o kadar şaşırmışlardı ki, yaşanmışlığın tümü boyunca konuşma kürsüsünün yakınında birbirlerine yanaşık kalmışlardı onlar bir sefer dahi olsun, mabedin temizlenişine yardım etmek için bir parmak bile oynatmamışlardı. Eğer bu dikkate değer olay, bir gün önce, kalabalık tarafından haykırışlar ile onaylanırken, şehrin kapılarından gerçekleşen gürültülü ilerleyişinin sonunda İsa’nın mabede olan zafersel varışı zamanında yaşanmış olsaydı, onlar bu yardımda bulunmaya hazır olurdu, ancak yaşananlar nedeniyle bu gelişmelere katılmaya tamamiyle hazırlıksız haldeydiler.
173:1.11 (1891.1) Mabedin bu temizlenişi, Üstün’ün fakirlere ve eğitim görmemiş olanlara adaletsiz davranma ve onlar üzerinden kar elde etmenin her türüne karşı olan kınayışına ek olarak dinin uygulamalarını ticari hale getirmeye olan tutumunu yansıtmaktadır. Bu yaşanmışlık aynı zamanda İsa’nın, kendilerine siyasi, finansal veya din-kurumsal gücü siper edebilecek olan adaletsiz azınlıkların hakkaniyetsiz ve köleleştirici uygulamalarına karşı herhangi bir topluluk içindeki çoğunluğu korumak için şiddeti kullanmayı reddedişe onaylar gözle bakmadığını göstermektedir. Kurnaz, ahlaksız ve planlar kurmakta olan kişilerin; idealleri nedeniyle, kendilerini korumak veya takdir edilecek yaşam projelerini ilerletmek için son olarak kuvvete başvurma eğiliminde bulunmayanların sömürülüşü ve ezilişi için kendi aralarında örgütlenmelerine izin verilmeyecektir.
173:2.1 (1891.2) Pazar günü Kudüs’e olan bu muzaffer giriş Musevi önderlerini o kadar şaşkına uğrattı ki, onlar İsa’yı tutuklamaktan kaçındı. Bu gün, mabedin bu göz alıcı temizlenişi benzer bir biçimde Üstün’ün yakalanışını etkili bir şekilde öteledi. Gün be gün, Musevilerin yöneticileri onu yok etmede gittikçe artan bir biçimde kararlı hale gelmekteydi; ancak, onlar, saldırı saatinin gecikmesine neden olan, iki korkunun güçlü etkisi altındaydı. Baş din-adamları ve kâtipler, kalabalıkların kendilerine bir karşı duruş buhranı içinde gelmelerinden korku duydukları için İsa’yı kamuya açık bir biçimde tutuklamaya gönüllü değillerdi; onlar aynı zamanda, Roma muhafızlarının birçok kişi tarafından desteklenen bir başkaldırıyı dağıtmak için çağrılma olasılığından büyük endişe etmekteydi.
173:2.2 (1891.3) Sanhedrin’in öğlen toplantısında, Üstün’ün hiçbir arkadaşı görüşmeye katılmadığı için, İsa’nın hızlı bir biçimde yok edilmesine oy birliği ile karar verilmişti. Ancak, onlar, onun ne zaman ve nasıl gözaltına alınması gerektiğinde anlaşamıyorlardı. Nihai olarak, onlar, eğitimini dinlemekte olanların gözleri önünde onu tuzağa düşürmek veya başka bir halde onun itibarını zedelemek için beş topluluğun görevlendirilmesine ve onların insanların arasına katılmasına karar verdi. Bunun uyarınca, yaklaşık olarak saat ikide, tam da İsa “Evlatlığın Özgürlüğü” söyleşisine başlayacakken, İsrail’in bu kıdemlilerinin bir topluluğu İsa’nın yakınına gelebilen bir biçimde, alışılageldik halde onun sözünü keserek, şu soruyu sormuştu: “Hangi yönetim yetkisi ile bu şeyleri yapıyorsun? Kim sana bu yetkiyi verdi?”
173:2.3 (1891.4) Mabet yöneticileri ve Musevi Sanhedrin görevlilerinin; öğretimde bulunmaya ve, İsa’nın temel niteliğini oluşturmuş bulunan, ve özellikle mabedi tüm ticaretten arındıracak yakın dönemdeki davranışı gibi, olağanüstü biçimde davranmaya cüret etmekte olan her bir kişiye bu soruyu yöneltmesi tamamiyle anlaşılabilir bir şeydi. Bu tüccarların ve para takasçılarının tümü, en yüksek düzeydeki idarecilerin doğrudan onayı ile faaliyet göstermekte olup, onların kazancının belirli bir yüzdesinin doğrudan bir biçimde mabet hazinesine gitmekte olduğu varsayılmaktaydı. Musevilerin tümü için yönetim yetkisinin bir anahtar kelime halinde bulunmuş olduğunu unutmayın. Tanrı-elçileri her zaman, hahamsal akademilerde yerli bir biçimde eğitilmeden ve daha sonra Sanhedrin tarafından bir düzen içinde görevlendirilmeden, gözü kara bir halde yetki olmadan öğretmeye cüret etmeleri nedeniyle sorun yaratmaktaydı. Kamuya açık cüretkâr öğretimdeki bu yetkisizlik hali, ya cahil cesaretine veya açık isyana işaret eden bir şey olarak görülmekteydi. Bu zaman zarfında, yalnızca Sanhedrin bir kıdemliyi veya öğretmeni atayabilirdi; ve, bu türden bir tören, daha öncesinden aynı şekilde görevlendirilmiş bulunan en az üç kişinin gözü önünde gerçekleşmeliydi. Bu türden bir görevlendirme öğretmenin üzerine “haham” unvanını vermekte olup, aynı zamanda onun, “kendisine yargı için getirilebilecek olan kabul etme veya uzaklaştırma gibi hususlarda,” bir hâkim olarak hareket etmesine ehliyet vermekteydi.
173:2.4 (1892.1) Mabet yöneticileri, yalnızca onun öğretisine değil aynı zamanda eylemlerine de karşı gelmek için bu öğleden sonrası saatinde İsa’nın önüne gelmişti. İsa tam da bu kişilerin uzunca bir süre boyunca kamuya açık bir biçimde, öğretim için kendi yetkisinin Şeytansı olduğunu, ve onun tüm kudret dolu yaptıklarının ecinnilerinin prensinin gücü ile gerçekleştirilebildiğini öğretmiş halde bulunduklarını oldukça iyi bilmekteydi. Bu nedenle, Üstün onların sorularına cevap vermeye bir karşı soru sorarak başladı. İsa şunu söyledi: “Ben de aynı zamanda sizlere bir soru sormak istiyorum, eğer bana cevap verirseniz, benzer bir biçimde sizlere hangi yetki ile bunları gerçekleştirdiğimi söyleyeceğim. Yahya’nın vaftizi, nereden geldi? Yahya yetkisini cennetten mi yoksa insanlardan mı aldı?”
173:2.5 (1892.2) Ve, onun sorusunun sahipleri bunları duyduklarında, hangi cevabı verebileceklerini düşünmek için kendi aralarında görüş alışverişlerine başlayarak çekildiler. Onlar öncesinde, İsa’yı kalabalıklar önünde utandırmayı düşünmüşlerdi; ancak, şimdi onlar kendilerini, mabet bahçesinde herkesin bir araya toplanmış olduğu bir zamanda onların tümü önünde fazlasıyla kafa karışıklığı halinde bulmaktaydı. Ve, onların rahatsızlığı, şunları söyler halde İsa’ya geri döndüklerinde, çok daha fazla belliydi: “Yahya’nın vaftizi hakkında, bizlerin cevap veremeyiz; bizler onun bilgisine sahip değiliz.” Ve, onlar Üstün’e bu cevabı, kendi aralarında şu biçimde fikir yürüttükleri için vermişlerdi: Eğer bizler cennetten dersek, bunun ardından İsa, peki o zaman neden ona inanmadınız diyecek; ve, muhtemel bir biçimde o yönetim yetkisini Yahya’dan almış olduğunu ekleyecek; ve, eğer bizler insandan dersek, o zaman da kalabalıklar bizlere dönecek; zira, onların çoğu İsa’nın bir tanrı-elçisi olduğuna inanıyor; ve, böylece, İsrail’in dini öğretmenleri ve önderleri olarak, onlar, Yahya’nın görevine dair bir görüş belirtemeyeceklerini (veya belirtmek istemeyeceklerini) itiraf eder bir halde İsa’nın karşısına çıkmak zorunda kalmışlardı. Ve, onlar bu şekilde konuştuklarında, onlara doğru bakışlarını indirmiş halde, İsa, “Ne de ben size hangi yönetim yetkisi ile bu şeyleri yapmakta olduğumu söyleyeceğim.”
173:2.6 (1892.3) İsa hiçbir zaman, kendi yönetim yetkisi için Yahya’ya başvurmayı amaçlamamıştı Yahya hiçbir zaman Sanhedrin tarafından görevlendirilmemişti. İsa’nın yönetim yetkisi kendisinden ve Baba’nın ebedi yüceliğinden kökenini almaktaydı.
173:2.7 (1892.4) Kendisine karşı çıkanlar ile bu şekilde yüzleşme yöntemini uygulayarak İsa soruyu ötelemeyi amaçlamamıştı. İlk başta onun mahirane bir kaçıştan suçlu olduğu görülebilir; ancak, bu böyle değildi. İsa hiçbir zaman, düşmanlarından bile fayda sağlama eğilimi göstermemişti. Görünürde bu ötelemede o gerçekten tüm dinleyicilerine, kendi görevi arkasında yatan yönetim yetkisine dair Ferisilerin sorusuna cevap vermişti. Onlar, İsa’nın yapmış olduğu şeyleri ecinnilerin prensinin yönetim yetkisi ile gerçekleştirmiş olduğunu öne sürmüş haldelerdi. İsa sıkça tekrar eden bir biçimde, tüm öğreti ve emeklerinin cennet içindeki Babasının gücü ve yönetim yetkisi ile gerçekleştiğini vurgulamıştı. Bu Musevi önderleri İsa’nın ifadesini kabul etmeyi reddetmiş olup, onun düzene ait olmayan bir öğretmen olduğunu kendisine kabul ettirmek için onu sıkıştırmayı amaçlamaktaydı çünkü o hiçbir zaman Sanhedrin tarafından onaylanmamıştı. Onlara cevap verdiği biçimiyle, Yahya’dan yönetim yetkisini aldığını söylemeyerek, düşmanlarının kendisini tuzağa düşürme amacının başarılı bir biçimde ters teptiğini ve tüm bunların onların güvenirliğini zedeleyen bir şekilde gerçekleştiğini görmek insanları tatmin etmişti.
173:2.8 (1892.5) Ve, Üstün’ün kendisine karşı çıkanlar ile yüzleşmedeki bu dehası kendilerinin ondan çok fazlasıyla korkmasına neden olmuştu. Onlar o gün ilave herhangi bir soru sorma girişiminde bulunmadı onlar, kendi aralarında ilave görüş alış-verişlerinde bulunmak için çekildiler. Ancak, insanlar, Musevi önderleri tarafından sorulmuş olan bu soruların taşıdığı iki-yüzlülüğü ve samimiyetsizliği anlamada yavaş kalmamıştı. Olağan insanlar bile Üstün’ün ahlaki ihtişamı ile düşmanlarının tuzak kurucu iki-yüzlülüğü arasındaki farkı anlamada başarısız olmamıştı. Ancak, mabedin temizlenişi Saddukileri, İsa’yı yok etme tasarımlarını kusursuzlaştırmada Ferisilerin yanına getirmişti. Ve, Saddukiler bu aşamada Sanhedrin’in çoğunu teslim etmekteydi.
173:3.1 (1893.1) Kusur arayan Ferisiler İsa’nın önünde öylece sessizlik içinde dururken, İsa onlara doğru bakışlarını indirip, şunu söylemişti: “Sizler Yahya’nın görevine dair kuşku içinde olduğunuz için ve İnsan Evladı’nın öğretisi ve emeklerine karşı düşmanlıkta dizildiğiniz için, bir hikâye anlatırken bana kulak verin: Bir zamanlar büyük bir adam ve saygın bir toprak sahibinin iki erkek evladı vardı ve büyük arazilerinin idaresinde onlara yardım etmek amacıyla, şunu söyler halde, onlardan bir tanesine geldi: ‘Oğlum, bugün üzümlüğümde çalış.’ Ve, bu düşünmez haldeki evlat babasına, ‘Gitmeyeceğim’ dedi; ancak, bunun ardından pişman oldu ve üzümlüğe gitti. Baba büyük oğlunu bulduğunda, benzer bir biçimde ona, ‘Oğlum, bugün üzümlüğümde çalış’ dedi. Ve, bu ikiyüzlü ve doğru yolda olmayan evlat, ‘Evet, babam, gideceğim’ dedi. Ancak, baba oradan ayrıldığında, o üzümlüğe gitmedi. Şimdi sizlere soruyorum, bu evlatlardan hangisi gerçekten babasının iradesini yerine getirmiştir?”
173:3.2 (1893.2) Ve, insanlar hep bir ağızdan, “İlk evlat” şeklinde cevap verdi. Ve, bunun ardından İsa: “Böyleyse; ve, şimdi ben, şunu duyuruyorum: publikanlar ve hayat kadınları, her ne kadar pişmanlık çağrısını reddetmiş görünseler de, bulundukları yollardaki hatalarını görüp, cennet içindeki Baba’ya hizmet edişinize dair büyük iddialarda bulunurken gerçekte Baba’nın görevlerini yerine getirmeyi reddetmiş olan sizler önünde Tanrı’nın krallığına girecekler. Yahya’ya inanmayan sizlerdiniz, Ferisiler ve kâtipler; sizler yerine ona publikanlar ve günahkârlar inandı ne de sizler benim öğretime inanmaktasınız, olağan insanlar beni sözlerimi memnuniyetle duymakta.”
173:3.3 (1893.3) İsa, Ferisileri ve Saddukileri kişisel olarak küçük görmemişti. Onun gözden düşürmeyi amaçladığı şey onların öğretim ve uygulama sistemleriydi. İsa hiçbir insana düşmancıl bir tutum içerisinde bulunmamıştı ancak, burada, ruhaniyete ait yeni ve yaşayan bir din ile tören, gelenek ve yönetim yetkisine ait eski din arasında kaçınılmaz bir çatışma meydana gelmekteydi.
173:3.4 (1893.4) Tüm bu zaman zarfında havariler Üstün’ün yakınında durmuşlardı ancak, onlar, hiçbir biçimde bu etkileşimlere katılmamışlardı. On ikiliden her biri, beden içindeki İsa’nın hizmetinin bu kapanış günlerinin yaşanmışlıklarına kendi özel biçimiyle karşılık vermekteydi; ve, onların her biri benzer biçimde, bu Hamursuz haftası boyunca tüm kamu öğretisi ve duyuruşundan uzak durulmasına dair Üstün’ün emrine itaatkâr halde kalmaya devam etti.
173:4.1 (1893.5) İsa’yı soruları ile tuzağa düşürmeyi amaçlamış olan Baş Ferisiler ve kâtipler iki evlada dair hikâyeyi dinlemeyi bitirdiklerinde, onlar aralarında ilave görüş alış-verişine varmak için çekilmişlerdi; ve, Üstün, dinleyen kalabalığa doğru ilgisini yöneltir bir halde, başka bir simgesel hikâye anlatmıştı:
173:4.2 (1893.6) “Bir zamanlar bir ev sahibi olan iyi bir adam vardı ve bu adam bir üzümlük dikmişti. O çit çekmiş, üzüm yapraklarının basımı için bir kuyu kazmış, ve bekçiler için bir kuşe inşa etmişti. Bunun ardından, bir başka ülkede uzun bir seyahate çıktığında bu üzümlüğü kiraya vermişti. Ve, meyve veriş vakti yaklaştığında, hizmetçilerini kira toplamaları için kiracılara göndermişti. Ancak, onlar kendi aralarında görüş alış-verişinde bulunmuş olup, sahiplerine borçları olan meyveleri hizmetçilere vermeyi reddettiler; bunun yerine, onlar sahiplerinin hizmetçine çullanmıştı birini dövüp, diğerini taşlayıp, diğerlerini de boş elle göndermişlerdi. Ve, ev sahibi tüm bunları duyduğunda, bu ahlaksız kiracılar ile ilgilenmesi için başka ve daha güvenilir hizmetçilerini göndermişti; ve, bunları onlar yaralamış ve kendilerine de utanç verici bir biçimde davranmışlardı. Ve, bunun ardından ev sahibi, başyardımcısı olan, gözde hizmetçisini gönderdi; ve, onlar bu kişiyi öldürdü. Ve, daha, sabır ve tahammül içinde, o birçok diğer hizmetçiyi göndermişti; ancak, o hiçbir şey alamayacaktı. Bazıları dövülmüş, diğerleri ise öldürülmüştü; ve, ev sahibine bu şekilde davranıldığında, kendisine şunu söyler bir halde, bu minnettarlık bilmez kiracıları ile ilgilenmesi için kendi oğlunu göndermeye karar verdi: “Onlar benim hizmetçilerime doğru şekilde davranmayabilir ama onlar kesin bir biçimde benim sevgili oğlum için saygı göstereceklerdir.’ Ancak, bu pişmanlık bilmez ve ahlaksız kiracılar evladı gördüklerinde, kendi aralarında şöyle fikir yürüttüler: ‘Bu varis; gelin onu öldürelim, sonra da miras bizim olsun.’ Böylece onlar bu kişiye el uzattılar; kendisini üzümlükten çıkardıktan sonra, onu öldürdüler. O üzümlüğün sahibi evladını reddedip öldürdüklerini duyduğunda, bu minnettarlık bilmez ve ahlaksız kiracılarına ne yapacak?”
173:4.3 (1894.1) Ve, insanlar bu hikâyeyi ve İsa’nın sormuş olduğu duyduklarında, şu şekilde cevap vermişlerdi: “O bu acınası kişileri yok edecek ve üzümlüğünü hasat zamanı kendilerine meyve verecek olan başka ve dürüst kiracılara kiralayacak.” Ve, dinlemiş olan onlardan bazıları bu simgesel hikâyenin Musevi ulusuna ve onun tanrı-elçilerine olan davranışına ve İsa ve krallığın müjdesini olan nihai reddedişlerine atıfta bulunduğunu anladığında, keder içinde şunu söylemişlerdi: “Tanrı esirgesin bizler böyle şeyleri yapmaya devam etmeyelim.”
173:4.4 (1894.2) İsa, Saddukilerden ve Ferisilerden meydana gelen bir topluluğun kalabalığı yarışını gördü ve onlar yaklaşana kadar bir anlığına ara verdi ve sonra şunu söyledi: “Sizler, atalarınızın tanrı-elçilerini reddetmiş olduklarını biliyorsunuz; ve, sizler oldukça iyi bir biçimde, kalplerinizde İnsan Evladı’nı reddetme yolunda olduğunuzu biliyorsunuz. Ve, bunun ardından, yakınında bulunan bu din-adamlarını ve kıdemlileri arayan bir göz gezdiriş ile, İsa: “Hiç, inşaatçıların reddetmiş olduğu taşı Yazıtlarda okudunuz mu? İnsanlar keşfedince onu köşe taptığı taşı? Ve, böylece, sizleri bir kez daha uyarıyorum: eğer müjdeyi reddetmeye devam ederseniz, yakın bir süre içinde Tanrı’nın krallığı sizden alınacak ve iyi haberleri almaya ve ruhaniyetin meyvelerini vermeye gönüllü olan bir insanlar topluluğuna verilecek. Ve, bu taşta bir gizem bulunmaktadır; her kim onun üzerine düşerse, o bu nedenle parçalara ayrılacak ve kurtulacak; ancak, her kimin başına bu taş düşerse, bu kişi toz olacak ve küllerini dört rüzgâr dört bir yana savuracaktır.”
173:4.5 (1894.3) Ferisiler bu sözleri duyduklarında, onlar İsa’nın kendilerine ve diğer Musevi önderlerine atıfta bulunduklarını anlamışlardı. Onlar fazlasıyla oracıkta kendisine el uzatmayı istemişlerdi; ancak, onlar kalabalıktan korkmuşlardı. Buna rağmen, onlar Üstün’ün sözlerine o büyük kızgınlık duymuşlardı ki, onlar buradan çekilmiş ve onun ölümünü nasıl getireceklerine dair ilave görüş alış-verişi düzenlemişlerdi. Ve, o gece, hem Saddukiler hem de Ferisiler kendisini ertesi gün kapana kıstırmak için kumpaslarında ellerini birleştirdiler.
173:5.1 (1894.4) Kâtipler ve yöneticiler çekildikten sonra, İsa kendisini toplanmış olan kalabalığa seslenir kılmış olup, evlilik ziyafetinin şu hikâyesini anlatmıştı. O şunu söyledi:
173:5.2 (1894.5) “Cennetin krallığı, oğlu için bir evlilik ziyafeti hazırlamış olan bir krala benzetilebilir; bu kişi, daha öncesinden gelmesi için çağrılmış olan kişilere ulaklar gönderip, ‘Kralın sarayında evlilik yemeği için her şey hazır’ der. Kral davetine olan retleri duyduğunda, diğer hizmetçileri ve ulakları şunu söylemesi için gönderir: ‘Çağrılmış herkese gelmesini söyleyin, bakın, yemeğim hazır. Öküzüm ve buzağım kesildi, ve her şey evladımın bekleyen evliliğinin kutlanışı için hazır.’ Ancak, tekrar, düşüncesizler krallarının bu çağrısını hafife aldı ve, biri tarlaya, diğeri çömlekhaneye ve diğerleri de ticarete giden bir biçimde, onlar kendi yollarına gitti. Daha başkaları da, yalnızca kralın çağrısına bu şekilde saygısızlıkta bulunmadı onlar açık bir isyan ile kralın ulaklarına el uzatıp, utanç duyulacak bir biçimde onlara kötü davranıp, hatta onların bazılarını öldürmüşlerdi. Ve, kral, seçilmiş davetlilerin, hatta öncül davetini kabul etmiş ve evlilik şölenine katılmaya söz vermiş olanların, nihai bir biçimde çağrısını reddettiğini ve seçilmiş ulaklarına saldırıp, onların canına kıydıklarını anladığında, nefret duyguları içindeydi. Ve, bunun ardından, bu aşağılanmış kral kendi ve dostlarının ordularını çağırıp, bu isyankâr katilleri yok etme ve şehirlerini başlarına yıkma emrini verdi.
173:5.3 (1895.1) “Ve, davetini geri çevirmiş olanları cezalandırtan sonra, evlilik şöleni için başka bir gün belirleyip, ulaklarına şunu söyledi: ‘Evlilik törenine ilk çağrılmış olanlar değerli değildi; şimdi ayrı yollara ve ana yollara ve hatta şehrin hudutları ötesinde olan yerlere gidin ve bulabildiğiniz kadar yabancıyı bu evlilik ziyafetine gelmesi ve ona katılması için çağırın.’ Ve, bunun ardından, bu hizmetçiler ana yollara ve şehrin dışında kalan yerlere gitmiş, iyi kötü, zengin fakir, bulabildikleri kadar kişiyi en azından düğün odası istekli ziyaretçiler ile dolu olabilsin diye toplamıştı. Her şey hazır olduğunda, kral davetlileri görmeye geldi; ve, fazlasıyla şaşıran bir biçimde evlilik kıyafeti olmayan bir adamı gördü. Kral, davetlilerin tümü için hiçbir kısıtlama olmaksızın evlilik kıyafetleri tedarik ettiği için, şunu söyledi: ‘Arkadaşım, nasıl olur da bu vesile içindeki benim misafir odama bir evlilik kıyafeti olmadan geliyorsun?’ Ve, bu hazırlıksız haldeki kişinin söyleyecek bir sözü yoktu. Bunun ardından, kral hizmetçilerine: ‘Bu düşüncesiz davetliyi benim evimden atın ve onu konukluğumu geri çevirmiş ve çağrımı reddetmiş olan diğer her bir kişinin sonu ile paylaştırın. Ben burada, davetimi kabul etmekten büyük keyif alanlar ve herkes için hiçbir kısıtlama olmaksızın tedarik edilen davetli kıyafetlerini giyme onurunu bana gösterenler dışında hiç kimseye sahip olmayacağım.”
173:5.4 (1895.2) Bu simgesel hikâyeyi anlattıktan sonra, İsa, kalabalığa dağıtmak üzereydi; ancak, kendisine olumlu gözle bakan bir inanan, kalabalıkları yarıp kendisine gelen bir biçimde, şunu söylemişti: “Ancak, üstün, biz bu şeyleri nasıl bileceğiz? Kralın daveti için nasıl hazır olabiliriz? Aracılığıyla senin Tanrı’nın Evladı olduğunu bilebilmemiz için bizlere hangi işareti vereceksin?” Ve, Üstün bunu duyduğunda, şunu söyledi: “Yalnızca tek bir işaret sizlere verilecektir.” Ve, bunun ardından, kendi bedenine işaret eder bir halde, devam etti: “Bu mabedi yok edin, üç günde yükseleceğim.” Ancak, onlar kendisini anlamadı ve dağılırlarken, şunu söyleyen bir biçimde, kendi aralarında konuşmaya giriştiler: “Neredeyse elli yıldır bu mabet burada, yine de o bu mabedi yok edip üç günde yeniden yükselteceğini söylüyor.” Kendi öz havarileri bile bu ifadenin önemini kavramamıştı ancak, daha sonra, onun yeniden dirilişinden sonra, onlar İsa’nın ne söylemiş olduğunu hatırlamışlardı.
173:5.5 (1895.3) Bu öğleden sonrası yaklaşık olarak saat dörtte İsa havarilerine işaret edip, mabedi terk etme ve akşam yemeği ve gecelik istirahatları için Bethaniye gitme arzusunda olduğunu söyledi. Zeytindağı’na olan çıkışlarında, İsa Andreas, Filip ve Tomas’a, ertesi sabah, Hamursuz haftasının geri kalan kısmı boyunca kalacakları şehir yakınında bir kamp kurbanlarını salık verdi. Bu emre uyan bir halde ertesi sabah onlar, Bethanili Şimon’a ait olan bir arazi üzerinde, Gethsemane’nin kamuya açık kamp parkını gören tepe yamacında çadırlarını gerdiler.
173:5.6 (1896.1) Yine, onlar, bu Pazartesi gecesi Zeytindağı’nın batı yamacına olan çıkışlarında bir sessiz Musevi topluluğuydu. Bu on iki adam, hiçbir zaman olmadığı biçimiyle, acı bir şeyin gerçekleşecek olduğunu hissetmeye başlamıştı. Sabahın erken saatleri boyunca mabedin görkemli temizlenişi onların, Üstün’ün kendisini öne çıkarmasını ve kudretli güçlerini sergilemesini görmeye dair umutlarını ateşlendirmişse de, öğleden sonrasının tamamının yaşanılmışları yalnızca, her şeyin İsa’nın öğretisinin Musevi yöneticileri tarafından ret edilişini işaret ettiği bir çöküş hissi olarak faaliyet göstermişti. Havariler nefeslerini tutma hissine kapılmış olup, korkunç bir belirsizliğin güçlü etkisi altındaydı. Onlar, şimdi geçmiş gün ile gelmekte olan korkun bir sonun yıkıcı etkisi arasında sadece birkaç kısa günün geçeceğini anlamışlardı. Onların tümü, devasa bir şeyin gerçekleşmek üzere olduğunu hissetmişti; ancak, onlar neyi bekleyeceklerini bilmemekteydi. Alpheus ikizleri bile en sonunda, Üstün’ün yaşamına ait olayların hızlı bir biçimde son noktasına doğru hareket edişini fark etmeyle hareketlenmişti.
Urantia’nın Kitabı
174. Makale
174:0.1 (1897.1) BU SALI sabahı yedi sularında İsa havariler, kadın birliği ve Şimon’un evindeki diğer başta gelen yaklaşık iki düzine takipçi ile buluşmuştu. Bu buluşmada o, yakın zamanda, daha sonra bu şehirde ana merkezine sahip olduğu öğreti-yayma hareketi ile ilişkili hale geldiği yer olan Perea’da Philadelphia’ya kaçmasına götüren emri kendisine veren bir halde, Lazarus’a elveda etmişti. İsa aynı zamanda yaşlı Simon’a güle güle demiş, ve bir daha onlara resmi bir biçimde hitap etmeyen bir biçimde, kadın birliğine ayrılış tavsiyesini vermişti.
174:0.2 (1897.2) Bu sabah o, on ikilinin her birini kişisel bir selamlama ile karşılamıştı. Andreas’a: “Tam da önünde gerçekleşmeyi bekleyen olaylar karşısında umutsuzluğa kapılma. Kardeşlerini sıkıca tut ve onların seni ümitsiz halde bulmamasını sağla.” Petrus’a: “Güvenini, bedenden olan kola ya da çelikten olan silahlara koyma. Kendini, ebedi kayalardan meydana gelen ruhsal temeller üzerinde oluştur.” Yakub’a: “Dış görünüşlerden dolayı tereddüde düşme. İnancında güçlü kal ve sen yakın zamanda inanmış olduğun şeyin taşıdığı gerçekliği bileceksin.” Yahya’ya: “Nazik ol; düşmanlarını bile sev; hoşgörülü ol. Ve, benim sana birçok şey emanet etmiş olduğumu hatırla.” Nathanyel’e: “Dış görünüşler ile yargılama; her şey yok olur görünürken bile inancında güçlüce kalmaya devam et; krallığın elçisi olarak görevine layık ol.” Filip’e: “Şimdi bekleyen olaylardan etkilenme. Sarsılmaz halde kalmaya devam et, yolu göremediğin zamanlarda bile. Adanma yeminine sadık kal.” Matta’ya: “Krallığa kabul edildiğin zaman görmüş olduğun merhameti unutma. Herhangi bir insanın ebedi ödülünü hile ile almasına izin verme. Fani doğanın eğilimlerine karşı gelirken, güçlü olmaya gönüllü ol.” Tomas’a: “Ne kadar zor olursa olsun, tam da şu an içerisinde inançla yürümek zorundasın, gördüğün şeylerle değil. Başladığım şeyi bitirmeye yetkin olduğumdan, nihai bir biçimde ötedeki krallık içinde benim doğru elçilerimin hepsini nihai olarak göreceğimden kuşku duyma.” Alpheus ikizlerine: “Anlamadığınız şeylerin sizleri ezip geçmesine izin vermeyin. Kalplerinizin duyduğu şefkate bağlı kalın ve güveninizi ne büyük insanlara ne de insanların değişen tutumlarına yaslayın. Kardeşlerinizin yanında durun.” Ve, Şimon Zelotes’e: “Şimon, hayal kırıklığıyla ezilebilirsin ancak senin ruhaniyetin başına gelebileceklerin hepsinin üzerine çıkacaktır. Benden öğrenmede başarısız olduğun şeyi, ruhaniyetim sana öğretecek. Ruhaniyetin gerçek gerçekliklerini ara ve gerçek olmayan ve maddi gölgelerin seni çekmesine son ver.” Ve, Yudas İskarot’a İsa: “Yudas, ben seni derinden sevdim ve senin kardeşlerini derinden sevmen için dua ettim. İyiyi yapmaktan yorgun düşme; ve, ben seni, pohpohlamanın kaygan yolları ve alayın zehirleyici okları hususunda uyarmak isterim.”
174:0.3 (1897.3) Ve, o bu selamları tamamladığında, diğer havariler o günün gecesi için çekildikleri ve Üstün’ün beden içindeki yaşamının geri kalanı için ana merkezlerini yaptıkları yer olan Gethsemane kampının kuruluşuna koyulurlarken, o Kudüs için Andreas, Petrus, Yakub ve Yahya ile ayrılmıştı. Zeytindağı yokuşunun yaklaşık olarak yarısında İsa durup, dört havarisi ile birlikte bir saatten fazla söyleşide bulundu.
174:1.1 (1898.1) Birkaç gün boyunca Petrus ve Yahya, günahın bağışlamasına dair İsa’nın öğretisi hakkında görüş farklılıklarını konuşmaya dalmışlardı. Onların ikisi de bu mevzuyu İsa’nın önüne sermede anlaşmışlardı ve, Petrus bu olayı, Üstün’ün tavsiyesini elde etmek için yerinde bir imkân olarak benimsemişti. Bunun uyarınca, Şimon Petrus, şunu sorar bir biçimde, övgü ve ibadet arasındaki farklar ile ilgili bir konuşmaya girişti: “Üstün, Yakub ve ben, günahın bağışlanması ile ilgili senin öğretilerinde aynı fikirde değiliz. Yakub senin, Babanın bizleri talep etmeden önce dahi bağışlamış olduğunu öğrettiğini öne sürmekte; ve, ben, pişmanlık ve itirafın bağışlamadan önce gelmek zorunda olduğunu savunuyorum. Hangimiz haklı? Ne söylersin?”
174:1.2 (1898.2) Kısa bir sessizlikten sonra, İsa dördüne de dikkate değer bir biçimde bakıp, şöyle cevapladı: “Benim kardeşlerim, sizler görüşlerinizde hata yapmaktasınız çünkü, insan ve Tanrı olarak, yaratılmış ve Yaratan arasındaki o içten ve derin sevgi dolu ilişkilerin doğasını kavramamaktasınız. Sizler, bilge ebeveynin olgun halde bulunmayan ve zaman zaman hata yapmakta olan çocuğu için gerçekleştirdiği anlayışlı duygudaşlığı kavramada başarısız olmaktasınız. Bir zaman zarfında ussal ve şefkat dolu ebeveynlerin ortalama ve olağan bir çocuğu bağışlamaya çağrılmış oluşu gerçekten de şüphe götürür bir şeydir. Derin sevgi tutumuna ait olan anlayışlı ilişkiler etkin bir biçimde, belirli bir süre sonra önce çocuğun pişmanlığını daha sonra da ebeveynin merhametini gerektirecek tüm ayrılıkları önler niteliktedir.
174:1.3 (1898.3) “Her babanın bir parçası çocukta yaşar haldedir. Baba, evlat-ebeveyn ilişkisi ile ilgili olan hususların tümünde anlayışın önceliğini ve üstünlüğünü memnuniyetle deneyimlemektedir. Ebeveyn, daha görmüş geçirmiş olan eşin daha olgun deneyimi olarak, daha ileri düzeyde bulunan ebeveynsel olgunluğun ışığı altında çocuğun olgunsuzluğunu görmeye yetkindir. Yeryüzüsel çocuk ile gökyüzüsel Baba’nın ilişkisi içinde kutsal ebeveyn, duygudaşlığın sonsuzluğunu ve kutsallığını ve derin sevgi dolu anlayışın yetisini elinde bulundurur. Kutsal bağışlama kaçınılmazdır; o, çocuğun hatalı yargısı ve yanlış tercihi ile ilişkili her şeyin kusursuz bilgisine olan sahiplik içinde, Tanrı’nın sonsuz anlayışı içinde içkin ve dışlanamaz niteliktedir. Kutsal adalet ebedi bir biçimde o kadar adildir ki, hatasız bir biçimde her seferinde anlayış dolu merhamete vücut vermektedir.
174:1.4 (1898.4) “Bilge bir kişi, akranlarının içsel dürtülerini anladığında, onları derinden sevecektir. Ve, sizler kardeşinizi derinden sevdiğinizde, hâlihazırda onu bağışlamış konumda bulunacaksınız. İnsanın doğasını anlamanın ve onun bariz yanlışını bağışlamanın bu yetkinliği Tanrı-gibi olmaktır. Eğer sizler bilge ebeveyn olursanız, bu, geçici yanlış anlama görünürde sizleri ayırdığında onları bağışlar bile halde, çocuklarınızı derinden sevmenizin ve anlamanızın yoludur. Olgunlaşmamış ve evlat-baba ilişkisinin derinliğini bütüncül bir biçimde anlamadan henüz yoksun halde, çocuk, sıklıkla, bir babanın bütüncül onayından ayrılıştan doğan bir suçluluk hissini hissetmek zorundadır; ancak, gerçek baba hiçbir zaman bu türden ayrılışın bilincinde değildir. Günah, yaratılmış bilincine ait bir deneyimdir; o, Tanrı’nın bilincinin bir parçası değildir.
174:1.5 (1898.5) “Akranlarınızı bağışlamadaki yetkinsizliğiniz ve isteksizliğiniz, erişkin duygudaşlığa, anlayışa ve derin sevgiye olan erişimdeki başarısızlığınız olarak, olgunsuzluğunuzun göstergesidir. Sizler, içsel doğaya ve çocuklarınızın ve akran varlıklarınızın gerçek arzularına dair bilgisizliğiniz ölçüsünde kin duymakta ve intikam hisleri beslemektesiniz. Derin sevgi, yaşamın kutsal ve içsel uyarımının gözlenebilir nitelikteki faaliyetidir. Onun temeli anlayış üzerine olup, fedakâr hizmet ile beslenip, bilgelikle kusursuz hale gelir.”
174:2.1 (1899.1) Pazartesi akşamı, Sanhedrin ve, Ferisiler olarak, kâtipler ve Saddukiler arasından seçilmiş yaklaşık elli kişiden oluşan ilave önderler arasında bir heyet toplanmıştı. Olağan insanların şefkatine fazlasıyla sahip olması nedeniyle İsa’nın kamu içinde tutuklanmasının tehlikeli olacağı bu toplantıdan çıkmış ortak karardı. Aynı zamanda, onun tutuklanmasından ve mahkemeye çıkarılmasından önce itibarının kalabalığın gözleri önünde zedelenmesi için kararlı bir çaba sarf edilmesi çoğunluğun varmış olduğu bir görüştü. Bunun uyarınca, eğitimli kişilerden meydana gelen birkaç topluluğun, zor sorularla kendisini tuzağa düşürmeye veya insanlar önünde onu utandırmayı çabalamaya girişmek için mabette ertesi sabah hazır olmaları düzenlendi. En sonunda, Ferisiler, Saddukiler ve hatta Hirodesçilerin tümü, Hamursuz kalabalıklarının gözleri önünde İsa’yı itibarsızlaştırmanın bu çabasında bir bütün haline gelmişti.
174:2.2 (1899.2) Salı sabahı, İsa mabet bahçesine ulaştığında ve öğretimde bulunmaya başladığında, bu amaç için önceden hazırlanmış bulunan, akademilerden olan daha genç öğrencilerin meydana gelen bir topluluk öne çıkıp sözcüsü vasıtasıyla İsa’ya şunu söylediğinde, o yalnızca birkaç söz söylemişti: “Üstün, bizler senin doğru bir öğretmen olduğunu biliyoruz, ve bizler senin doğruluğun yollarını duyurduğunu biliyoruz, senin yalnızca Tanrı’ya hizmet ettiğini, zira hiçbir kişiden korkmadığını ve kimseyi ayırt etmediğini. Bizler yalnızca öğrencileriz, ve bizlere sıkıntı veren bir hususa dair gerçekliği öğrenmek isteriz; sorunumuz şudur: Sezar’a övgüde bulunmak bizler için yasal mıdır? Bunu yapmalı mıyız, yoksa yapmamalı mıyız?” İsa, onların ikiyüzlülüğünü ve maharetini anlar bir halde, şunu söyledi: “Neden böyle gelip beni tuzağa düşürmeye çalışıyorsunuz? Övgü paranızı gösterin ve ben sizlere cevap vereceğim.” Ve, onlar kendisine bir dinarı uzattıklarında, İsa bu madeni paraya bakıp, şunu söyledi: “Bu madeni para kimin imgesini ve imzasını taşımakta?” Ve, onlar kendisine, “Sezarınkini” cevabını verdiğinde, İsa “Sezar'ın şeylerini Sezar’a, Tanrı’nın şeylerini Tanrı’ya teslim edin” dedi.
174:2.3 (1899.3) İsa bu genç kâtipleri ve onların Hirodesçi işbirlikçilerini cevapladığında, onlar huzurundan çekilmiş olup, insanlar, Saddukiler bile, onların rahatsız oluşlarından keyif almıştı. Kendisini tuzağa düşürmeye çabalamış olan gençler bile, Üstün’ün cevabındaki beklenmeyen ustalık karşısında fazlaca şaşkınlığa düşmüşlerdi.
174:2.4 (1899.4) Bir önceki gece önderler, din-kurumsal yönetim yetkisi hususlarında kalabalık önünde kendisini tuzağa düşürmeyi amaçlamıştı bunda başarısız olmuş bir halde onlar bu aşamada, sivil yönetime dair zarar verici bir konuşmaya kendisini çekmeyi amaçlamışlardı. Hem Pilatus hem de Hirodes bu zaman zarfında Kudüs’te bulunmaktaydı ve, İsa’nın düşmanları, eğer kendisi Sezar’a olan övgü vergisine karşı tavsiyede bulunmaya cüret ederse, onlar derhal Romalı makamların önüne gidip, onu kargaşaya teşvik ile suçlayabilirlerdi. Bir diğer yandan, onlar doğru bir biçimde şunu hesap etmişlerdi: İsa birçok söz ifade ederek övgü vergisini tavsiye edecek olursa, bu türden bir duyuru fazlaca Musevi dinleyicilerin ulusal onurunu kıracak, böylece kalabalıkların iyi niyetini ve şefkatini kendisinden çekecekti.
174:2.5 (1899.5) Bunların tümü içinde İsa’nın düşmanları yenilgiye uğramıştı çünkü gentile ulusları arasında ayrı yaşayan Musevilerin rehberliği için Sanhedrin’in şu emri oldukça iyi bilinmekteydi: “Madeni paranın ait olduğu kurum, vergi almaya yetkindir.” Bu bakımdan İsa onların tuzağından kaçmıştı. Onların sorularına “Hayır” cevabı vermek, isyanı teşvik etmeye denk düşecekti; “Evet” cevabı vermek, bu dönemim derin kökenlere sahip olan ulusal hislerini kıracaktı. Üstün, sorudan kaçmamıştı o yalnızca, çifte bir cevapta bulunma bilgeliğini kullanmıştı. İsa hiçbir zaman kaçış gösteren niteliği sergilememişti; ancak, o her zaman, kendisini kızdırmayı ve yok etmeyi amaçlayanlar ile ilişkilerinde bilge olmuştu.
174:3.1 (1900.1) İsa öğretisine başlayamadan önce bir başka topluluk kendisini sorgulamak için öne çıkmıştı bu seferki topluluk, eğitimli ve mahir Saddukilerin bir kafilesiydi. Onların sözcüsü, kendisine yaklaşır bir halde, şunu söylemişti: “Üstün, Musa eğer eğitimli bir kişi ölürse, ardında hiçbir çocuk bırakmayan bir halde, kardeşinin onun eşini alması ve hayatını kaybetmiş olan ağabeyinin soyunu devam ettirmeli demişti. Şimdi eğer, çocuğu olmadan yaşamını yitiren bir kişinin altı kardeşinin olduğu bir durumda, onun en büyük kardeşi abisinin eşini aldı ve arkasında çocuk bırakmaz bir halde yakın bir süre sonra yaşamını yitirdi. Benzer bir biçimde ikinci kardeş eşi aldı, o da hiçbir doğum olmadan öldü. Ve, böylece giderek altı kardeş ağabeylerinin eşini aldı ve onların hepsi de arkalarında hiçbir çocuk bırakmadan yaşamlarını yitirdi. Şimdi, sana şunu sormak isteriz: Yeniden dirilişte bu eş kimin olacak, zira yedi kardeşin hepsi de onu eş olarak aldı?”
174:3.2 (1900.2) İsa, insanlar da, bu Saddukilerin bu soruyu sormada içten olmadıklarını biliyordu, zira böyle bir şeyin gerçekten olabileceği çok da mümkün değildi; ve, bunun yanı sıra, ölü bir ağabeyin kardeşlerinin, ağabeyleri için soyunu devam ettirmelerine dair bu uygulama bu zaman zarfında Museviler arasında neredeyse tamamen ölü bir salık konumdaydı. Yine de, İsa, onların kötü niyetli sorusuna cevap vermek için onların düzeyine geldi. O şunu söyledi: “Hepiniz bu soruları sormada hata yapmaktasınız çünkü ne Yazıtları biliyorsunuz ne de Tanrı’nın yaşayan gücünü. Sizler, bu dünyanın evlatlarının evlenebildiğini ve kadınlarının gelin olarak verilebildiğini biliyorsunuz; ancak, görünen o ki sizler, doğrunun dirilişiyle, gelecek olan dünyalara erişmede değerli olarak görülen kişilerin ne evlenebildiğini ne de gelin olarak verilebildiğini anlamıyorsunuz. Ölüden dirilişi deneyimleyenler cennetin melekleri gibi olup, hiçbir zaman ölmemektedirler. Bu diriltilmiş olanlar ebedi bir biçimde Tanrı’nın evlatlarıdır; onlar, ebedi yaşamın ilerleyişine doğru diriltilmiş ışığın çocuklarıdır. Ve, Musa Atanız bile bunu anlamıştı zira, çalının yakılmasındaki deneyimleri ile ilişkili olarak, Baba’nın şunu söylediğini duymuştu: ‘Ben, İbrahim’in Tanrısı, İşaya’nın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısı’nın tam da kendisiyim.’ Ve, böylece, Musa ile birlikte, ben Babamın ölünün Tanrısı değil, yaşayanın Tanrısı olduğunu duyuruyorum. Onda, hepiniz yaşamakta doğmakta ve fani mevcudiyetinize sahip olmaktasınız.”
174:3.3 (1900.3) İsa bu sorulara cevap vermeyi bitirdiğinde, Saddukiler çekilmiş olup, Ferisilerden bazıları kendilerini o kadar unutmuşlardı ki şunu haykırmışlardı: “Gerçekten, gerçekten, Üstün, sen bu inanmaz Saddukileri ne de iyi cevapladın.” Saddukiler kendisine daha fazla soru sormaya cüret edemedi, ve olağan insanlar öğretisinin içermiş olduğu bilgelik karşısında hayretler içinde kalmıştı.
174:3.4 (1900.4) İsa, Saddukiler ile olan yüzleşiminde yalnızca Musa’ya başvurmuştu çünkü bu siyasi-din mezhebi yalnızca sözde beş Musa Kitabı’nın gerçekliğini tanımaktaydı onlar, tanrı-elçilerine ait öğretilerin din-kuramsal dogmaların bir temeli olarak kabul edilişine izin vermemekteydi. Üstün cevabında, her ne kadar yeniden diriliş yöntemi ile fani yaratılmışların kurtuluş gerçeğini olumlu bir biçimde onaylamış olsa da, insanın temel bedeninin yeniden dirilişine dair Ferisi inanışları hakkında hiçbir biçimde olumlayıcı halde konuşmamıştı. İsa’nın vurgulamayı arzulamış olduğu nokta şuydu: “Baba’nın, İbrahim’in, İşaya’nın ve Yakup’un Tanrısıyım demiş olduğunu, bir zamanlar onların Tanrısıydım’ı değil.
174:3.5 (1900.5) Saddukiler, kamu önünde saldırışın kalabalığın akıllarında neredeyse kesin bir biçimde İsa için daha ilave bir desteği yaratacağını neredeyse tamamen bilir bir halde, İsa’yı alay edilecek konuma getirmenin yıkıcı etkisine maruz bırakmayı amaçlamışlardı.
174:4.1 (1901.1) Saddukilerden meydana gelen başka bir topluluğa, İsa’ya melekler hakkında soru sormaları salık verilmişti; ancak, onlar, yeniden dirilişe dair sorular ile kendisini tuzağa düşürmeyi amaçlamış olan yoldaşlarının nihai sonunu gördüklerinde, oldukça bilge bir biçimde sessizliklerini korumaya karar verdiler; onlar bir soru sormadan çekildiler. Aracılığı ile İsa’nın itibarını insanlar önünde zedelemeyi ve aynı zamanda rahatsızlık verici öğretilerinin duyuruluşu için herhangi bir zamana sahip olmasını etkili bir biçimde engellemeyi umut etmek amacıyla, bu tuzağa düşürücü sorular ile bütün günü doldurmak bir araya gelmiş Ferisilerin, kâtiplerin, Saddukilerin ve Hirodesçilerin önceden düzenlemiş oldukları plandı.
174:4.2 (1901.2) Bunun ardından, kızgınlık verici soruları sormak için Ferisilerden olan bir topluluk öne çıkmıştı ve, sözcü, İsa’ya işaret eden bir biçimde, şunu söylemişti: “Üstün, ben bir avukatım, ve sana, sence hangi emrin en büyük olduğunu sormak istiyorum.” İsa: “Orada tek bir emir bulunmaktadır, ve bu onların en büyüğüdür; bu emir: ‘Kulak ver ey İsrail, Tanrınız olan Koruyucu, Koruyucu bir tektir; ve, sizler Tanrınız olan Koruyucunuzu tüm kalbiniz ve tüm ruhunuzla, tüm aklınızla ve gücünüzle seveceksiniz.’ Bu, ilk ve büyük emirdir. Ve, ikinci emir bu ilki gibidir; gerçekten de, o doğrudan bir biçimde ondan kaynağını almaktadır, o: ‘Komşunuzu kendiniz gibi seveceksiniz.’ Bu emirlerden daha büyük hiçbir emir bulunmamaktadır; bu iki emir üzerine kanun ve tanrı-elçileri dayanmaktadır.”
174:4.3 (1901.3) Avukat İsa’nın yalnızca Musevi dininin en yüksek kavramsallaşması uyarınca değil, aynı zamanda toplanmış kalabalığın bakışına göre bilge bir biçimde cevap vermiş olduğunu anladığında, yapılacak en iyi şeyin Üstün’ün cevabını takdir etmek olduğunu düşündü. Bunun yarınca, o şunu söyledi: “Gerçekten, Üstün, Tanrı’nın bir olduğunu ve ondan başka kimsenin bulunmadığını çok güzel söyledin; onu tüm kalple, anlayışla ve kuvvetle derinden sevmenin ve aynı zamanda kişinin komşusunu kendisi gibi sevmesinin ilk ve büyük emir olduğunu; ve, bizler bu büyük emrin, yanmış sunakların ve kurbanların tümünden daha önemsendiği üzerinde hem fikiriz. Avukat bu şekilde ince bir biçimde cevap verdiğinde, İsa bakışlarını onun üzerine indirip, “Arkadaşım, görüyorum ki sen Tanrı’nın krallığından çok da uzak bir yerde değilsin” dedi.
174:4.4 (1901.4) İsa, bu avukata “krallıktan çok da uzak olmadığı” atfında bulunduğunda, gerçeği söylemişti; zira, tam da o gece bu avukat Gethsemane yakınındaki Üstün’ün kampına çıkmış olup, krallığın müjdesine olan inancını duyurmuş ve Abner’in takipçilerinden bir tanesi olan Yosiah tarafından vaftiz edilmişti.
174:4.5 (1901.5) Kâtiplerden ve Ferisilerden oluşan iki veya üç topluluk hazır olup, soru sormayı amaçlamıştı ancak, onlar ya İsa’nın avukata olan cevabı karşısında ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi ya da kendisini tuzağa düşürme girişiminde bulunanların tümünün deneyimlemiş olduğu hoşnutsuzluğu görüp caymışlardı. Bundan sonra hiçbir kişi kendisine kamu içinde başka bir soru sormaya cüret edemedi.
174:4.6 (1901.6) Başka hiçbir soru gelmeyince ve öğle vakti yakın olduğu için, İsa öğretimine devam etmemiş olup, sadece, İsa ve onların birlikteliklerine bir soru sormakla yetinmişti. İsa şunu söylemişti: “Siz ilave herhangi bir soru sormadığınız için, ben size bir soru sormak isterim. Kurtarıcı hakkında ne düşünüyorsunuz? Özel olarak sormak istediğim şey, o kimin evladı?” Kısa süreli bir duraklamadan sonra Kâtipler, “Mesih Davud’un oğlu” demişlerdi. Ve, İsa, kendi öz takipçileri arasında bile olmak üzere, orada onun Davud’un oğlu olup olmayışı hususunda birçok savın bulunmuş olduğunu bildiği için, şu ilave soruyu sormuştu. “Eğer Koruyucu gerçekten de Davud’un oğlu ise, Davud’a atıfta bulunmakta olduğunuz Mezmur’da, onun kendisi, ruhaniyet içinde konuşur bir halde, “Koruyucu benim sahibime, düşmanlarını ayaklarının taburesi haline getirirken sağ olduğumda otur demiştir?’ Eğer Davud onu Koruyucu olarak çağırıyorsa, bu kişi nasıl olur da onun evladı olabilir?” Her ne kadar yöneticiler, kâtipler ve baş din-adamları bu soruya cevap vermemiş olsalar da, benzer bir biçimde, onu tuzağa düşürmenin herhangi bir çabası içinde ilave her türlü soruyu sormaktan kaçınmışlardı. Onlar, İsa’nın önlerine sürmüş olduğu bu soruya hiçbir zaman cevap vermemişlerdi; ancak, Üstün’ün ölümünden sonra, bu Mezmur’un Mesih yerine İbrahim’e atıfta bulunmuş olduğu biçimiyle onun yorumunu değiştirerek zorluktan kaçmaya çalıştılar. Diğerleri ise, Davud’un bu sözde mesihsel Mezmur’un yazarı oluşunu reddederek çıkmazdan kaçınmaya çalışmıştı.
174:4.7 (1902.1) Kısa bir süre önce Ferisiler, Saddukiler’in Üstün tarafından susturuluş biçiminden keyif almışlardı bu aşamada, Sadukiler, Ferisiler’in başarısızlığından fazlasıyla neşe duymuşlardı ancak, bu türden bir rekabet yalnızca anlıktı onlar hızla, İsa’nın öğretilerini ve emeklerini durdurmadaki birleşmiş çabalarında uzun geçmişi bulunan farklılıklarını unutmuşlardı. Ancak, bu deneyimlerin tümü boyunca olağan insanlar kendisini memnuniyetle dinlemişlerdi.
174:5.1 (1902.2) Öğle vaktine yakın, Filip, Gethsemane yakınında o gün kurulmakta olan yeni kamp için gerekli olan şeyleri satın alırken, İskenderiye’den, Atina’dan ve Roma’dan gelen inanmaktaki Yunanlıların bir topluluğu halinde, yabancıların bir heyeti ile karşılaşmıştı bu heyetin sözcüsü havariye şunu söylemişti: “Sen, seni tanıyan kişiler tarafından bizlere gösterildin; böylece biz sana, Bayım, Üstünün olan, İsa’yı görme arzusu ile gelmiş bulunmaktayız.” Filip, pazarda bu başta gelen ve sorusu olan Yunan gentileleri ile bu şekilde karşılaşmadan şaşkınlık duymuştu; ve, İsa Hamursuz haftası boyunca on ikilinin tümüne hiçbir kamu öğretisinde bulunmamalarını açık bir biçimde görevlendirmiş olduğu için, bu hususu doğru bir biçimde idare etme karşısında biraz ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Onun aynı zamanda kafası, bu kişilerin yabancı gentileler olması nedeniyle karışmıştı. Eğer onlar Museviler veya yakında bulunan ve bilindik gentileliler olsalardı, o bu kadar bariz bir biçimde tereddüt etmezdi. Filip şunu yapmıştı: O bu Yunanlılara oldukları yerde kalmaya devam etmelerini istedi. Hızla buradan uzaklaşırken, bu kişiler Filip’in İsa’yı aramaya çıktığını varsaymışlardı ancak, gerçekte o, Andreas’ın ve diğer havarilerin öğlen yemeğinde olduğunu bildiği Yusuf’un evine koşmuştu; ve, Andreas’ı dışarı çağıran bir halde, geliş nedeni açıkladı ve, bunun ardından, Andreas tarafından eşlik edilen bir biçimde, bekler haldeki Yunanlılara geri döndü.
174:5.2 (1902.3) Filip neredeyse tamamen ihtiyaç duyulan şeyleri almayı tamamladığı için, o ve Andreas Yunanlılar ile birlikte, İsa’nın kendilerini karşıladığı yer olan, Yusuf’un evine geri dönmüşlerdi; ve, onlar, İsa havarilerine ve bu yemek vakti bir araya gelmiş olan önde gelen takipçilerin büyük sayıdaki bir topluluğuna konuşurken yakında oturmuşlardı. İsa şunu söylemişti:
174:5.3 (1902.4) “Benim Babam bu dünyaya beni, insanların çocukları için onun derin sevgi dolu iyiliğin açığa çıkarmak için göndermiştir; ancak, benim ilk olarak geldiğim kişiler beni kabul etmeyi reddetmiş haldedir. Doğrudur, gerçekten, sizlerin çoğu kendiniz için benim müjdeme inanmış haldesiniz; ancak, İbrahim’in çocukları ve onların önderleri beni reddetmek üzereler; ve, bunu gerçekleştirerek onlar beni göndermiş olan O’nu reddedecektirler. Ben, bu insanlara hiçbir kısıtlama olmadan kurtuluşun müjdesini duyurmuş haldeyim; ben onlara, evlatlığın ruhaniyet içinde daha bol halde bulunan neşesinden, özgürlüğünden ve yaşamından bahsetmiş haldeyim. Benim Babam, insanların bu korku egemenliği altındaki evlatları arasında birçok muhteşem şeyi gerçekleştirmiştir. Ancak, Peygamber İşaya, şunu yazdığında, bu insanlara doğru bir biçimde atıfta bulunmuştu: ‘Koruyucu, öğretilerimize kim inandı? Ve, kimler için Koruyucu duyuruldu?’ Gerçekten de insanlarımın önderleri kasıtlı bir biçimde, onların gözlerini görmesinler diye görmez hale getirmişlerdir; kalplerini inanmasınlar ve kurtarılmasınlar diye katılaştırmışlardır. Tüm bu yıllar boyunca ben, onlar Baba’nın ebedi kurtuluşunun alıcıları olabilsinler diye onların inanmayışlarını iyileştirmeyi amaçladım. Ben, onların hepsinin beni başarısızlığa uğratmamış olduğunu biliyorum; bazılarınız gerçekten de benim iletime inanmış haldesiniz. Bu oda içinde şimdi, bir zamanlar Sanhedrin’in üyeliğini yapmış veya ulusun heyetlerinde üst makamlarda bulunmuş üç düzineden fazla insan var; her ne kadar aranızdan bazıları hala sinagogdan sizleri atmasınlar diye gerçeğin açık itirafında bulunmaktan kaçınsanız da. Ancak, ben tahammül göstermek zorundayım zira uzun zamandır benim yakınımda bulunan ve yanı başımda yaşamış olan kişilerin bazılarının bile güvenliğinden ve sadakatinden endişe etmekteyim.
174:5.4 (1903.1) “Bu ziyafet odasında, yaklaşık olarak eşit sayıda bulunan Musevilerin ve gentilelilerin bir araya gelmiş olduğunu görüyorum; ve, ben, Babam’a gitmeden önce krallığın hususlarında yönergelerde bulunabileceğim bu türden bir topluluğa ilk ve son konuşmamı yapmak isterim.”
174:5.5 (1903.2) Bu Yunanlılar, İsa’nın mabetteki öğretisine düzenli bir biçimde katılım göstermişlerdi. Pazartesi akşamı onlar, ertesi sabahın şafak vaktine kadar sürmüş olan, Nikodemus’un evinde bir görüşme düzenlemişlerdi; ve, onların otuzu krallığa girmeyi seçmişlerdi.
174:5.6 (1903.3) İsa bu zaman zarfında onların önünde dururken, bir yazgı döneminin bitişini ve diğerinin başlayışını anlamıştı. İlgisini Yunanlılara çeviren bir halde, Üstün şunu söylemişti:
174:5.7 (1903.4) “Bu müjdeye inanan kişi yalnızca bana değil, beni göndermiş olan O’na inanmaktadır. Bana baktığınızda, yalnızca İnsan Evladı’nı değil aynı zamanda beni göndermiş olan O’nu görmektesiniz. Ben dünyanın ışığıyım, ve her kim benim öğretime inanacak olursa, artık karanlık içinde kalmayacaktır. Eğer gentileliler beni duyacak olursa, yaşamın sözlerini alıp, derhal Tanrı ile olan evlatlığın gerçekliğine ait neşeli özgürlüğe girecektir. Eğer, benim aynı ulustan geldiğim kişiler olarak, Museviler, beni reddetmeyi ve öğretilerime karşı gelmeyi tercih ediyorsa, ben onların yargısına oturmayacağım, zira ben dünyaya yargılamak için değil, kurtuluşu sunmak için gelmiş bulunmaktayım. Yine de, beni reddeden ve öğretilerimi almaya karşı çıkan kişiler vakti geldiğinde benim Babam ve bağışlama hediyesinin ve kurtuluşun gerçekliklerinin hediyesini reddetme hususlarında yargıya varmaları için görevlendirilmiş olanlar tarafından yargı önüne çıkarılacaklardır. Hatırlayın, hepiniz, ben kendimden konuşmamaktayım; bunun yerine ben sizlere, Baba’nın insan evlatlarına açığa çıkarmamı emretmiş olduğu şeyleri asklına uygun biçimde duyurmuş haldeyim. Ve, Baba’nın dünyaya söylememi emretmiş olduğu bu sözler, kutsal gerçekliğin, sonsuza kadar süren bağışlamanın ve ebedi yaşamın kelimeleridir.
174:5.8 (1903.5) “Ancak, hem Musevilere hem de gentilelilere, İnsan Evladı’nın yüceltilecek olduğu zamanın gelmiş olduğunu duyuruyorum. Sizler çok iyi bir biçimde, bir buğday tanesi yeryüzüne düşüp ölmediği zaman, öylece durduğunu; ancak, iyi bir toprağa düştüğünde, tekrar yaşama filizlenir halde dönüp, fazlasıyla meyve verdiğini biliyorsunuz. Yaşamını bencil bir şekilde seven kişi onu yitirme tehlikesi içindedir; ancak, yaşamını benim adıma ve müjdeninki için öne sermeye gönüllü olan kişinin, yeryüzü üzerinde ve, ebedi yaşam olarak, cennet içinde çok daha bol bir mevcudiyeti memnuniyetle deneyimlecektir. Babam’a gittiğimden sonra bile gerçekleşir halde, eğer siz gerçekten beni takip edecek olursanız, o zaman benim takipçilerim ve akran fanilerinizin içten hizmetkârları haline geleceksiniz.
174:5.9 (1903.6) “Ben saatimin yaklaşmakta olduğunu biliyorum, ve ben şaşkınlık içerisindeyim. Ben kendi insanlarımın krallığı geri çevirmeye kararlı olduklarını görüyorum; ancak, ben, yaşamın ışığını sormak için bugün buraya gelen bu gerçekliği arayan gentilelileri almaktan büyük mutluluk duymaktayım. Yine de, kalbim benim insanlarım için acı çekmekte; ve, ruhum, tam da önümde uzanan şey karşısında rahatsız olmakta. Önüme bakınca ve başıma gelecekleri görünce ne söylemeliyim? Baba beni bu korkunç andan kurtar mı demeliyim? Hayır! Tam da bu amaçla ben, bu dünyaya ve bu saate bile gelmiş bulunmaktayım. Bunun yerine ben şunu söyleyeceğim, ve sizlerin bana katılması için dua edeceğim: “Baba, ismin yücelsin; iraden yerine gelsin.”
174:5.10 (1904.1) İsa bunları söylediğinde, vaftiz öncesi dönemlerde ikametinde bulunmuş olan ve bu aşamada Kişileşmiş haldeki Düzenleyici karşısında ortaya çıkmıştı ve, o dikkate değer bir biçimde duraklarken, Baba’nın bu anda kudretli hale gelmiş ruhaniyeti Nasıralı İsa’ya, şunu söyler bir halde, konuşmuştu: “Ben ismimi senin bahşedilmişliklerinde birçok kez yücelttim, ve bunu bir kez daha gerçekleştireceğim.”
174:5.11 (1904.2) Burada toplanmış olan Museviler ve gentileliler hiçbir ses duymamış olsalar da, insan-ötesi bir kaynaktan kendisine bir ileti gelirken Üstün’ün konuşmasına ara vermiş olduğunu algılamazlık edemezlerdi. Onların tümü, her bir kişi yakınındaki olan bir diğerine şunu söyleyen bir biçimde, “Bir melek kendisine konuştu” demişti.
174:5.12 (1904.3) Bunun ardından İsa konuşmasına devam etti: “Tüm bunların hepsi benim için değil, sizler için gerçekleşmiştir. Ben kesin bir biçimde, Baba’nın beni kabul edeceğini ve sizler adına benim görevimi onaylayacağını bilmekteyim; ancak, sizlerin, tam da önümüzde uzanan çetin sınav için cesaretlenmeniz ve hazırlanmanız gereklidir. Sizlere; zaferin nihai olarak, dünyayı aydınlatma ve insanlığı özgürleştirmedeki bir bütün haline gelmiş çabalarımızı taçlandıracağının teminatını vermeme izin verin. Eski düzen kendisini sorgu gününe getirmektedir; ben, bu dünyanın Prensi’ni indirmiş bulunmaktayım; ve, insanların tümü, cennet içindeki Babam’a yükseldikten sonra bedenin tümüne yağdıracağım ruhaniyet ışığı ile özgür hale gelecektir.
174:5.13 (1904.4) “Ve, şimdi sizlere duyuruyorum ki, eğer dünyadan ve yaşamlarınızdan yukarı kaldırılırsam, insanların tümünü kendime ve Babam’ın birlikteliğine çekeceğim. Sizler, Kurtarıcı’nın yeryüzü üzerinde sonsuza kadar kalacağına inanmış haldesiniz; ancak, sizlere duyuruyorum, İnsan Evladı insanlar tarafından reddedilecek, ve o Tanrı’ya geri dönecektir. Yalnızca kısa bir süre daha sizlerle birlikte olacağım; yalnızca kısa bir süre yaşayan ışık bu karanlık nesil arasında olacaktır. Bu ışığa sahipken yürüyün ki, gelmekte olan karanlık ve kafa karışıklığı sizi egemenliğine alabilmesin. Karanlıkta yürüyen kişi, nereye gittiğini bilmemektedir. Ancak, eğer sizler ışıkta yürümeyi tercih ederseniz, gerçekten de Tanrı’nın özgürleştirilmiş insanları haline geleceksiniz. Ve, şimdi, hepiniz, mabede geri dönerken ve baş din-adamlarına, kâtiplere, Ferisilere, Saddukilere, Hirodesçilere ve İsrail’in bağnaz yöneticilerine elveda sözlerimi söylerken, benimle birlikte gelin.”
174:5.14 (1904.5) Bu şekilde konuşmuş bir halde, İsa Kudüs’ün dar sokaklarında mabede geri dönen bir biçimde önde yürüdü. Onlar tam da yeni, Üstün’ün bunun mabet içindeki elveda konuşması olduğunu söyleyişini duymuştu; ve, onlar kendisini sessizlik ve derin düşünce içinde takip etmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
175. Makale
175:0.1 (1905.1) BU SALI öğleden sonrası, saat ikiden biraz sonra, İsa, on bir havari, Arimathealı Yusuf, otuz Yunanlı ve belli başlı diğer takipçiler tarafından eşlik edilen bir biçimde, mabede ulaşmış olup, kutsal eğitimin bahçelerindeki son konuşmasını sunmaya başlamıştı. Bu konuşma, Musevi insanlarına olan son çağrısı ve olup acımasız düşmanları ve — kâtipler, Ferisiler, Saddukiler ve İsrail’in baş yöneticileri olarak — yıkımın mimarları olacak kişilerin nihai iddianamesi amacındaydı. Öğle öncesi boyunca, çeşitli topluluklar İsa’yı sorgulamanın bir imkânına sahip olmuş haldeydi; bu öğleden sonrası hiç kimse kendisine bir soru sormamıştı.
175:0.2 (1905.2) Üstün konuşmaya başladığında, mabet bahçesi sessiz ve düzen içindeydi. Para takasçıları ve eşya satıcıları mabede girmeye cüret edememişti, çünkü İsa ve kızgın halk onları bir önceki gün dışarı çıkarmıştı. İsa, sahte öğretmenlere ve Musevilerin bağnaz yöneticilerine olan son kınayışını da içeren, insanlığa gerçekleştirdiği kamuya dönük elveda konuşmasını birazdan duyacak olan dinleyici topluluğuna sevgi dolu bir biçimde bakmıştı.
175:1.1 (1905.3) “Bu uzunca süredir ben, Baba’nın insan evlatları için duymuş olduğu derin sevgiyi oradan oraya gideren duyuran bir biçimde, sizlerle birlikte oldum; ve, birçoğunuz ışığı görmüş olup, inanç vasıtasıyla, cennetin krallığına girmiş bulunmaktasınız. Bu öğreti ve duyuru ile ilgili olarak Baba birçok muhteşem şeyi gerçekleştirmiştir, ölünün dirilişine varıncaya kadar. Birçok hasta ve sıkıntı içindeki kişi, inanmış oldukları için sağlıklarına kavuşturulmuştur; ancak, gerçekliğin duyuruluşunun ve hastalığın iyileştirilişinin tamamı, krallığın bu müjdesini reddetmeye kararlı olanlar olarak, ışığı görmeyi reddedenlerin gözlerini açmamıştır.
175:1.2 (1905.4) “Babamın iradesini yerine getirmeyle her şekilde tutarlı halde, ben ve havarilerim, Musa’nın yasalarının ve İsrail’in geleneklerinin makul gerekliliklerine uyar bir halde, kardeşlerimiz ile barış içinde yaşamak için elimizden gelenin hepsini yapmış bulunmaktayız. Bizler kararlı bir biçimde huzuru amaçlamış bulunmaktayız; ancak, İsrail’in önderleri bu huzura sahip olamayacaklardır. Tanrı’nın gerçekliğini ve cennetin ışığını reddederek onlar kendilerini hata ve karanlığın yanında yer alıyorlar. Işık ve karanlık arasında, yaşam ve ölüm arasında, gerçeklik ve hata arasında huzur olamaz.
175:1.3 (1905.5) “Birçoğunuz, benim öğretime inanma cüreti göstermiş olup, hâlihazırda, Tanrı ile olan evlatlığın bilincine ait neşe ve özgürlüğe girmiş bulunmaktasınız. Ve, sizler, şimdi benim yok edilmemi arzulayan tam da bu insanlara bile olmak üzere, tüm Musevi ulusu için Tanrı ile olan aynı evlatlığı sunmuş olduğuma şahitlik edeceksiniz. Ve, bu an içerisinde bile benim Babam, eğer yalnızca ona geri yüzlerini dönüp onun merhametini kabul ettikleri takdirde, bu gözleri görmez hale gelmiş ve ikiyüzlü önderleri kabul edecektir. Bu anda bile, bu insanlar için cennetin sözünü alması ve İnsan Evladı’nı karşılaması çok geç değildir.
175:1.4 (1906.1) “Benim Babam uzunca bir süredir bu insanlar ile merhamet içinde yüzleşmiştir. Nesilden nesile bizler onlara öğretimde bulunmak ve onları uyarmak için tanrı-elçilerimizi göndermiş bulunmaktayız; ve, nesilden nesile onlar bu cennetin göndermiş olduğu öğretmenleri öldürmüşlerdir. Ve, şimdi, sizlerin dinlemez yüksek din-adamlarınız ve inatçı yöneticileriniz tam da aynı şeyi yapmaktadırlar. Hirodes’in Yahya’nın ölümünü getirmiş olduğu gibi, sizler benzer bir biçimde şimdi İnsan Evladı’nı yok etmeye hazırlanmaktasınız.
175:1.5 (1906.2) “Musevilerin benim Babama döndüğü, kurtuluşu aradığı müddetçe, İbrahim’in, İşaya’nın ve Yakup’un Tanrısı’nın merhamet elleri sizlere uzanmış halde olacaktır; ancak, kadehinizi bir kez pişmansızlık ile doldurduğunuzda, ve bir kez Babamın merhametini nihai olarak reddettiğinizde, bu ulus kendi haline bırakılacak, ve hızlı bir biçimde utanç verici sonuna erecektir. Bu insanlar, bir Tanrı-bilir ırkın ruhsal ihtişamını göstermesi amacı olarak, dünyanın ışığı haline gelmesi için çağrılmıştır; ancak, sizler, kutsal ayrıcalıklarınızı yerine getirmeden o kadar uzaklaşmış haldesiniz ki, sizlerin önderleriniz, cennet içindeki Baba’nın yeryüzü üzerindeki tüm yaratılmışları için derin sevgisini açığa çıkarışı olarak — insanların tümü için ve tüm çağlar boyunca Tanrı’nın hediyesini nihai olarak reddetme eşiğinde bulunmaları bakımından, çok büyük bir budalalığa katılmak üzeredirler.
175:1.6 (1906.3) “Ve, Tanrı’nın insana olan bu açığa çıkarılışını bir kez reddettiğinizde, cennetin krallığı diğer insanlara, onu neşe ve memnuniyet içinde alacaklara verilecektir. Beni göndermiş olan Baba’nın adına, sizlerin, ebedi gerçekliğin ortak-ölçütüne sahip olanlar ve kutsal kanunun bekçileri olarak dünya içindeki konumunuzu kaybetmek üzere olduğunuzu ulvi bir biçimde uyarmaktayım. Tam da bu an içerisinde ben sizlere; tüm kalpleriniz ile Tanrı’yı arama isteğinizi belirten ve, küçük çocuklar gibi ve içten inanç ile, cennetin krallığının güvenliğine ve kurtuluşuna giren bir biçimde, öne çıkıp pişman olmanız için bu son şansı sunuyorum.
175:1.7 (1906.4) “Babam uzunca bir süredir sizlerin kurtuluşu için emek vermiş olup, ben yeryüzüne sizler aranızda yaşamak ve yolu size bizzat göstermek için inmiş bulunmaktayım. Hem Musevilerin hem de Samirilerin çoğu, hatta gentileliler bile olmak üzere, krallığın müjdesine inanmış haldedir; ancak, ilk olarak öne çıkacak ve cennetin ışığını kabul edecek kişiler, kararlı bir biçimde, Tanrı’nın insan içinde açığa çıkarılmış ve insanın Tanrı’ya yükseltilmiş olduğu haliyle — Tanrı’nın gerçekliğinin açığa çıkarılışına inanmayı reddetmiştir.
175:1.8 (1906.5) “Bu öğleden sonrası benim havarilerim sizler önünde sessizce durmaktadır; ancak, sizler yakın bir süre içinde, kurtuluşa olan çağrı ve yaşayan Tanrı’nın evlatları olarak cennetsel krallıkla bütünleşme talebi ile onların seslerinin yankılanışını duyacaksınız. Ve, şimdi bu, yanı başlarında bulunan görülmez ulaklara ek olarak takipçilerimin ve cennet müjdesine olan inananlarımın, İsrail ve onun yöneticilerine günahlardan arınışı ve kurtuluşu bir kez daha sunmuş olduğuma şahitlik yapmalarını istiyorum. Ancak, sizlerin hepiniz, Baba’nın merhametinin nasıl hafife alındığını ve gerçekliğin ileticilerinin nasıl reddedilmiş olduğunu görmektesiniz. Yine de, ben sizleri, bu kâtiplerin ve Ferisiler’in hala Musa’nın koltuğunda oturmakta olduğu, ve bu nedenle, insanların krallıklarını yönetmekte olan En Yüksektekiler’in bu ulusu nihai olarak ortadan kaldırıp, bu yöneticilerin mekânını yok edinceye kadar, İsrail’in bu kıdemlileri ile işbirliği içinde bulunmanızın uyarında bulunuyorum. Sizlerin, İnsan Evladını yok etme tasarımlarında bir bütün olmanız gerekmemektedir; ancak, İsrail’in huzuru ile ilişkili olan her şeyde sizler onlara tabi olacaksınız. Tüm bu hususlarda, onların istediği her şeyi yapın ve kanunun gerekliliklerine uyun; ancak, onların kötü emeklerinin peşine düşmeyin. Hatırlayın, bu yöneticilerin günahı şudur: Onlar iyi olan şeyi söylemektedirler; ancak, onlar bunu yapmamaktadırlar. Sizler bu önderlerin nasıl da, taşınması çok zor haldeki, ağır yükleri omuzlarınıza geçirmiş olduğunu biliyorsunuz; ve, onların, bu ağır yükleri taşımanıza yardım etmek için bir parmak olsun kaldırmayacağını. Onlar sizleri törenler ile ezmiş, gelenekler ile köleleştirmiştir.
175:1.9 (1907.1) “Daha da fazlası olarak, bu bencil yöneticiler iyi emeklerini yerine getirmekten, insanlar tarafından görünebilecekleri için keyif almaktadırlar. Onlar kutsal emanet kutularını büyütmekte, resmi kemelerinin uçları genişletmektedir. Onlar şölenlerde baş yerleri derinden arzulamakta, sinagoglarda baş makamları talep etmektedir. Pazarlarda gürültülü selamlara göz koymakta, insanların tümü tarafından haham olarak çağrılmayı amaçlamaktadır. Ve, onların tümü bu onuru insanlardan elde etmeyi amaçlarken bile, gizlice dulların evine girip, kutsal mabedin hizmetlerinden kar sağlamaktadırlar. Kendilerine bir kılıf sağlamak için bu ikiyüzlüler kamu önünde uzunca dualar etmekte ve akranları tarafından fark edilmek için sadakalar vermektedir.
175:1.10 (1907.2) “Her ne kadar sizler yöneticilerinize hak ettikleri onuru verip, öğretmenlerinize saygı duymalıysanız da, hiçbir kişiyi ruhsal bir anlamda Baba olarak çağırmamalısınız, zira, Tanrı bile olarak, sizlerin Babası olan biri hâlihazırda mevcuttur. Ne de sizler, krallık içinde bulunan kardeşleriniz üzerinde onu sahip kılan bir konuma getirmelisiniz. Hatırlayın, ben sizlere, aranızda en büyük olanların herkesin hizmetçisi haline geleceğini öğretmiş bulunmaktayım. Eğer sizler kendinizi Tanrı önünde yüceltme cüretinde bulunursanız, kesinlikle alçak gönüllülüğü tadacaksınız; ancak, kendilerini gerçekten alçak görenler, kesin bir biçimde yükseltileceklerdir. Günlük yaşamlarınız içinde benliğinizin yüceltilişini değil, Tanrı’nın yüceltilişini arayın. Ussal bir biçimde öz iradenizi, cennet içindeki Baba’nın iradesine tabi kılın.
175:1.11 (1907.3) “Sözlerimi yanlış anlamayın; şu an içerisinde bile benim yok edilişimi arayan bu baş din-adamlarına ve yöneticilere karşı hiçbir kötü niyet beslememekteyim; ben, öğretilerimi reddeden bu kâtiplere ve Ferisilere karşı hiçbir art niyete sahip değilim. Ben, sizlerin birçoğunun bana giz içerisinde inanmış olduğunu bilmekteyim; ve, ben, benim saatim geldiğinde krallığa olan bağlılığınızı açık bir biçimde duyuracağınızı biliyorum. Ancak, nasıl olacak da, Tanrı ile konuştuklarının duyuran ve bunun ardından da dünyalara Baba’yı duyurmak için gelmiş olan kişiyi reddedecek ve onu yok edecek sizlerin hahamları kendilerini haklı gösterecek?
175:1.12 (1907.4) “İkiyüzlü olan, kâtipler ve Ferisiler halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Sizler, sizlerin öğrettiği biçimlerde sırf eğitimsiz oldukları için içten insanlara karşı cennetin krallığının kapılarını kapatırsınız. Sizler krallığa girmeyi reddederken aynı zamanda diğer her bir kişinin girmesini engellemek için gücünüz içinde ne bulunursa onu yapmaktasınız. Sizler, sırtınızı kurtuluşun kapılarına çevirip, ona girecek olan herkes ile savaşmaktasınız.
175:1.13 (1907.5) “Gerçekten de ikiyüzlü olan, kâtipler ve Ferisiler halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Sizler bir kişinin dini değiştirmek için gerçekten de karayı ve denizi bitirmektesiniz, ve başarılı olduğunuzda ise, onu başka bir dine inanan kâfir konumundan iki kat daha kötü durumu getirene kadar tatmin olmamaktasınız.
175:1.14 (1907.6) “Fakirin malvarlığına el uzatan ve sizleri Musa’nın görevlendirdiği zannederlerken Tanrı’ya hizmet vermek isteyen kişiler üzerine ağır ücretler getiren, baş din-adamları ve yöneticiler halinde sizleri ne de acı son beklemektedir! Merhamet göstermeyi reddeden sizler, gelecek dünyalarda merhamet için umut edebilir misiniz?
175:1.15 (1907.7) “Gözleri görmez rehberler olarak, sahte öğretmenler halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Gözleri görmez kişinin bir başka gözleri görmeze yol gösterdiği bir ulustan ne beklenebilir? Onların ikisi de, yok oluşun çukuruna düşeceklerdir.
175:1.16 (1907.8) “Yapmacık bir biçimde ant içen haldeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Sizler, bir kişinin mabet çevresinde ant içip, sözüne daha sonra karşı gelebileceğini öğretirken, mabet içinde bulunan altın yanında ant içenin, sözüne karşı gelemeyeceğini öğreten düzenbazcılarsınız. Hepiniz budala ve gözleri görmez kişilersiniz. Sizler, dürüstsüz halinizde bile tutarlı değilsiniz; zira, hangisi daha büyük, altın mı, yoksa altını kutsadığı varsayılan mabet mi? Sizler aynı zamanda, eğer bir kişi sunak yanında ant içerse, bunun hiçbir anlama gelmediğini öğretmektesiniz; ancak, eğer bir kişi sunağın üstünde bulunan bir hediye yanında dua ederse, bu kişinin sorumlu tutulacağını. Tekrar ediyorum, sizlerin gözleri gerçekliği görmemekte mi; zira, hangisi daha büyük, hediye mi, yoksa hediyeyi kutsayan sunak mı? Nasıl olur da sizler, cennetin Tanrısı’nın gözleri önünde bu türden bir ikiyüzlülüğü ve dürüstsüzlüğü haklı çıkarabilmektesiniz?
175:1.17 (1908.1) “Kâtipler ve Ferisiler ve naneden, anasondan ve kimyondan vergi toplanmasını kesinleştirirken, aynı zamanda — inanç, merhamet ve yargı gibi — kanunun daha ağır hususlarını görmezden gelen tüm diğer ikiyüzlüler halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Makul bir biçimde ilkini yapmalıydınız, ancak ikincisini önemsemiş halde hiçbir zaman bulunmamalıydınız. Sizler gerçekten de gözleri görmez rehberler ve kötü öğretmenlersiniz; sizler tatar sineğinden kaçınırken, deveyi yutmaktasınız.
175:1.18 (1908.2) “Kâtipler ve Ferisiler ve ikiyüzlüler halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Zira sizler, kadehin ve tabağın dışını temizlemede en son noktasına varıncaya kadar önem verirken, haracın, aşırılığın ve düzenbazlığın pisliklerini öylece bırakmaktasınız. İlk önce kadehin içini temizlemenin, daha sonrasında onun dışına sıçrayanları yıkamanın daha iyi olduğunu görmüyor musunuz? Siz, kötü niyetli ahlaksızlar! Dininizin dışa dönük uygulamalarını Musa’nın yasasını olan yorumlayışınıza harfi harfine uyar hale getirirken, ruhlarınız haksızlığa adım atmakta ve cinayetle dolu hale gelmektedir.
175:1.19 (1908.3) “Gerçekliği reddeden ve merhameti geri çeviren hepinizi ne de acı son beklemektedir! Birçoğunuz, dışa dönük haliyle güzel görünen ancak içi tamamen ölü insanların kemikleri ve her türlü kirlik içinde bulunan kabirler gibisiniz. Böyleyken bile, Tanrı’nın tavsiyesini bilinçli bir biçimde reddetmekte olan sizler dışa dönük bir halde insanlar için kutsal ve doğru olarak görünmektesiniz; ancak, içsel olarak kalpleriniz ikiyüzlülükle ve haksızlıkla dolu haldedir.
175:1.20 (1908.4) “Bir ulusun sahte rehberleri halindeki sizleri ne de acı son beklemektedir! Tam da şurada sizler, eskinin şehit edilmiş tanrı-elçileri için bir anıt inşa etmiş haldeniz; bu böyleyken, O’ndan bahsetmekte olanı yok etmek için kumpaslar kurmaktasınız. Doğrunun mezarlarını süslemekte ve kendilerinize, eğer atalarınızın günlerinde yaşamış olsaydınız, tanrı-elçilerini öldürmeyeceğine dair sahte iltifatlar söylemektesiniz; ve, bunun ardından, bu türden kendini doğru görme düşüncesi karşısında, İnsan Evladı halindeki, peygamberlerin bahsetmiş olduğu kişiyi öldürmeye hazırlanıyorsunuz. Bu şeyleri yaparken, peygamberleri öldürmüş olanların ahlaksız evlatları olduğunuza şahit oluyor musunuz? Devam edin, öyleyse, kınanma kadehinizi sonuna kadar doldurun!
175:1.21 (1908.5) “Kötülüğün evlatları, sizleri ne de acı son beklemektedir! Yahya gerçekten sizleri engereklerin doğumu olarak çağırmıştır; ve, ben sizlere, Yahya’nın sizler için duyurmuş olduğu yargıdan nasıl kaçabileceğinizi soruyorum.
175:1.22 (1908.6) “Ancak, şimdi bile ben sizlere Babamın adına merhamet ve bağışlamayı sunmaktayım; şimdi bile ben, ebedi birlikteliğin derin sevgi dolu elini bahşetmekteyim. Babam sizlere bilge kişileri ve tanrı-elçilerini göndermiştir; bazılarını yargıladınız, diğerlerini öldürdünüz. Bunun ardından, İnsan Evladı’nın gelişini duyuran Yahya ortaya çıktı ve, onu, birçokları öğretisinde inandıktan sonra sizler yok ettiniz. Ve, şimdi, daha fazla masum kanı dökmeye hazırlanmaktasınız. Yeryüzünün tümünün Hâkimi bu insanlardan, cennetin bu ileticilerini reddetme, yargılama ve yok etme eylemlerinin bir hesabını istediğinde, korkunç bir hesap gününün geleceğini kavramıyor musunuz? Öldürülmüş olan ilk peygamberden, tapınak ve sunak arasında öldürülmüş olan Zekeriya dönemine kadar, tüm bu doğru insanlarının kanını açıklamak zorunda bulunduğunuzu anlamıyor musunuz? Ve, eğer kötü yollarınıza devam edecek olursanız, bu hesap tam da bu nesilden de istenilecektir.
175:1.23 (1908.7) “Ey Kudüs ve, peygamberleri taşlamış ve tarafınıza gönderilmiş olan öğretmenleri öldürmüş olan sizler, şimdi bile senin çocuklarını, civcivlerini kanatları altında toplayan bir tavuk gibi bir araya getirmek isterim; ancak, sen buna izin vermeyeceksin!
175:1.24 (1908.8) “Ve, şimdi, senden ayrılıyorum. Sen benim iletimi duymuş olup, karar vermiş bulunmaktasın. Benim müjdeme inanmış olanlar, bu an içerisinde bile Tanrı’nın krallığı içinde güvendedir. Tanrı’nın hediyesini reddetmeyi tercih etmiş haldeki, sizlere söylüyorum, beni artık bir daha mabet içinde öğretide bulunur halde görmeyeceksiniz. Benim sizler için emeklerim tamamlandı. Bakın, ben şimdi çocuklarımla ilerleyeceğim, ve eviniz sizlere terk edilmiş halde kalacaktır!”
175:1.25 (1908.9) Ve, bunun ardından Üstün takipçilerine mabetten ayrılma işaretinde bulundu.
175:2.1 (1909.1) Musevi ulusunun ruhsal önderlerinin ve dini öğretmenlerinin bir seferinde İsa’nın öğretilerini reddetmiş ve onun acımasız ölümünü sağlamayı planlamış olması gerçeği, hiçbir bireysel Musevi’nin Tanrı önündeki duruşunun düzeyini hiçbir etkilememektedir. Ve, bu, Mesih’in takipçileri olduğunu duyuranların, akran bir fani olarak Museviler’e önyargıda bulunmalarına sebebiyet vermemelidir. Bir siyasi-toplumsal grup halinde bir ulus olarak, Museviler, Huzurun Prensi’ni reddetmenin korkunç bedelini bütünüyle ödemişlerdir. Bu andan itibaren onların, insanlığın ırklarına olan kutsal gerçekliğin ruhsal meşale taşıyanları olmaları sonlanmıştır; ancak, bu, bu çok uzunca bir dönem önce yaşamış olan Musevilere ait bireysel soylara, kendisi doğal doğumu olarak bir Musevi olan, Nasıralı İsa’nın takipçileri olduklarını söylemiş hoşgörüsünüz, değersiz ve bağnaz kişiler tarafından başlarına getirilmiş aynı idamlarını çektirmeleri için hiçbir geçerli sebebi teşkil etmemektedir.
175:2.2 (1909.2) Birçok sefer, bu düşünmeyen ve hiçbir şekilde Mesih gibi olmayan kin ve çağdaş Musevilerin haksız yargılanışı İsa zamanında, onun müjdesini kalpleri ile kabul etmiş ve yakın bir süre içinde oldukça içten bir biçimde inanmakta oldukları gerçeklik için gözlerini kırpmadan ölmüş olan atalara sahip, belirli sayıdaki masum ve hiçbir suç işlemiş Musevi bireyin tam da kendilerinin acı çekmesiyle ve ölmesiyle son bulmuştur. İzlemekte olan göksel varlıklar, İsa’nın takipçileri olduklarını duyuran kişilerin tam da kendilerini, cennetsel krallığın müjdesinin ilk şehitleri olarak yaşamlarını ihtişamlı bir şekilde teslim vermiş olan, Petrus, Filip ve Matta’nın daha sonraki soylarını ve Filistinli Museviler’in diğerlerini haksız yargılama, taciz etme ve hatta öldürme cazibesine katılır halde görürlerken, üzerlerinden ne de büyük dehşet hissi geçmektedir!
175:2.3 (1909.3) Masum çocukların, hiçbir biçimde bilmedikleri yanlış eylemler olarak, kendilerini dünyaya getirenleri günahları ve hiçbir şekilde sorumlu tutulmayacakları şeyler için acı çektirilmeye zorlanmaları ne kadar da gaddar ve düşüncesiz bir şeydir! Ve, tüm bu ahlaksız eylemleri, takipçilerine düşmanlarını bile derinden sevmelerini öğretmiş olan birinin adına yapmak! İsa’nın yaşamına dair bu anlatı içerisinde, akran Musevilerinin belli başlı olanlarının kendisini reddetme ve alçak ölümünü sağlamayı planlama biçimini tasvir etmek gerekli hale gelmiştir; ancak, bizler bu anlatıyı okuyan herkese, bu türden tarihi bir anlatıyı sunuşun herhangi bir biçimde adil olmayan nefreti haklı göstermediğini, ne de, kendilerini Hıristiyan olarak duyurmuş birçok kişi tarafından çağlar boyunca bireysel Musevilere takınmış oldukları tutum olan, aklın adaletsiz bir tutumunu onaylamadığını uyarmak istiyoruz. İsa’nın öğretilerini takip edenler olarak, krallık inananları, İsa’nın reddinden ve çarmıha gerilişinden suçluymuş gibi bireysel Musevilere kötü davranmaya son vermek zorundadır. Baba ve onun Yaratan Evladı bir an olsun Musevileri derinden sevmeyi bırakmadı. Tanrı insanları ayırmamaktadır; ve, kurtuluş, gentileye ek olarak Musevi için de mevcuttur.
175:3.1 (1909.4) Bu Salı akşamı saat sekizde, Sanhedrin’in vahim oturumu çağrıldı. Önceki birçok sefer de, Musevi milletinin bu yüce mahkemesi resmi olmayan bir biçimde İsa’nın ölümüne karar vermişti. Birçok sefer bu saygı gösterilen karar bünyesi, onun emeklerine bir son vermeye karar vermişti; ancak, bundan önce hiçbir sefer onlar, her ne pahasına olursa olsun kendisini tutuklamak ve onun ölümünü sağlamak için karara varmamışlardı. Bu dönemki birlikteliği içinde, Sanhedrin’in, resmi bir biçimde ve oybirliği ile hem İsa’nın hem de Lazarus’un idamına karar verişi, bu salı günü, M.S. 30 yılında Nisan’ın 4’ünde, gece yarısından biraz önce gerçekleşmişti. Bu, yalnızca birkaç saat önce Üstün’ün mabet içinde Musevi yöneticilerine yapmış olduğu son çağrıya cevaptı ve, bu, bu aynı baş din-adamlarına ve pişman olmaz Saddukiler ve Ferisiler’e İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu son ve güçlü iddianameye onların sert karşı çıkış tepkisini temsil etmekteydi. Tanrı’nın Evladı’na dair ölüm kararının verilmesi (mahkeme önüne çıkarılmasından bile önce gerçekleşir halde), Sanhedrin’in, Musevi ulusuna bu çaplı uzatılacak olan cennetsel merhametin son teklifine cevaptı.
175:3.2 (1910.1) Bu andan itibaren Museviler, Urantia milletleri arasındaki tamamiyle insan düzeyi uyarınca ulusal yaşamlarının küçük ve kısa emanetini tamamlayışlarında tek başlarına bırakılmışlardı. İsrail, İbrahim ile bir anlaşmada bulunmuş olan İnsan Evladı’nı tanımamıştı ve, İbrahim’in evlatlarının dünya için gerçekliğin ışık-taşıyıcıları haline getirme tasarımı yok edilmişti. Kutsal anlaşma kaldırılmış, İbrani ulusunun sonu tüm hızı ile yaklaşmıştı.
175:3.3 (1910.2) Sanhedrin’in görevlilerine, ertesi sabah erkenden İsa’yı tutuklama emri verilmişti; ancak, yönergeler ile, kendisinin kamu önünde tutuklanmaması istenmekteydi. Onlara, tercihen aniden ve gece olarak, kendisinin giz içinde alınmasını tasarlamaları söylenmişti. Mabette öğretmek için onun ertesi gün (Çarşamba günü) gelmeyebileceğini anlar halde, onlar Sanhedrin’in bu görevlilerine, “onu Perşembe gece yarısından önce bir vakit yüksek Musevi yüksek mahkemesi önüne getirin” emrini vermişti.
175:4.1 (1910.3) İsa’nın mabetteki son söyleşi sonlandığında, havariler bir kez daha kafa karışıklığı ve çıkmaza düşmüşlerdi. Üstün’ün Musevi önderlerine olan sert kınayışı başlamadan önce, Yudas mabede geri dönmüş haldeydi; öyle ki, on ikilinin on ikisi de, mabet içindeki İsa’nın son söyleyişinin son yarısını duymuş haldeydi. Yudas İskarot’un, bu elveda konuşmasının ilk ve merhamet bahşeden kısmını duymamış olması talihsiz bir durumdur. O, Musevi yöneticilerine olan merhametin bu son teklifini duymamıştı çünkü o hala, beraber öğlen yemeği yediği, kendisini İsa ve onun akran havarilerden ayırmanın en yerinde biçimi hakkında görüş alış-verişinde bulduğu kişiler olan Sadduki akrabaları ve arkadaşlarından meydana gelen bir topluluk ile konuşma içindeydi. Üstün’ün Musevi önderlerine ve yöneticilerine olan nihai savını dinlerken, Yudas aklında nihai olarak ve bütüncül bir biçimde, müjde hareketini terk etme ve tüm bu girişimden ellerini yıkayarak ayrılmaya karar vermişti. Yine de, o mabetten, kendileri ile birlikte Zeytindağı’na giden bir biçimde, on iki ile beraber ayrılmıştı burada o, akran havarileri ile birlikte, Kudüs’ün yıkımına ve Musevi ulusunun sonuna dair o çok önemli konuşmayı dinlemiş olup, onlarla birlikte Gethsemane yakınındaki yeni kampta o Salı gecesi kalmaya devam etmişti.
175:4.2 (1910.4) Musevi önderlerine olan bağışlayıcı çağrısından, acımasız kınama noktasına kadar yaklaşmış anlık ve çok sert azarlama arasında seyretmiş İsa’nın konuşmasını duyan kalabalık şok olmuş ve ne yapacağını bilmez hale gelmişti. O gece, Sanhedrin İsa’ya dair ölü yargısına otururken, ve Üstün havarileri ve takipçilerin bir kısmı ile Musevi ulusunun ölümünü önceden söyler bir biçimde Zeytindağı üzerinde iken, tüm Kudüs’e, tek bir sorunun ciddi ve kaçınılmaz tartışması verilmişti: “Onlar İsa’ya ne yapacak?”
175:4.3 (1910.5) Nikodemus’un evinde, krallığın gizli inananları olan önde gelmekteki otuzdan fazla Musevi toplanmış olup, eğer Sanhedrin ile açık bir ayrışma gerçekleşirse hangi yolu tercih edecekleri hakkında konuşmuştu. Orada bulunan herkes, tam da tutuklanmasını duydukları anda Üstün’e olan bağlılıklarına dair açık bir itirafta bulunacakları üzerinde anlaşmışlardı.
175:4.4 (1911.1) Bu aşamada Sanhedrin’i denetler ve onda egemen konumda bulunur, Saddukiler, şu nedenlerden dolayı İsa’dan kurtulma arzusu duymaktaydılar:
175:4.5 (1911.2) 1. Onlar, Romalı yöneticilerinin muhtemel bir biçimde katılışı ile Musevi ulusunun mevcudiyetini tehlikeye atacak kadar kalabalıkların ona gözde bir biçimde olumlu bakışından korku duymuşlardı.
175:4.6 (1911.3) 2. İsa’nın mabedin köklü değişikliği için duymuş olduğu güçlü arzu, doğrudan bir biçimde onların gelirlerine zarar vermekteydi; mabedin temizlenişi onların mali durumlarını etkilemişti.
175:4.7 (1911.4) 3. Onlar kendilerini toplumsal düzenin muhafaza edilişinden sorumlu olarak hissetmiş olup, insanın kardeşliğine dair İsa’nın tuhaf ve yeni inanç-savının ilave bir biçimde yayılışına ait sonuçlardan korkmuşlardı.
175:4.8 (1911.5) Ferisiler, İsa’yı ölü görmeyi arzulamak için farklı güdülere sahiplerdi. Onlar kendisinden şu nedenlerden dolayı korkmuşlardı:
175:4.9 (1911.6) 1. O, Ferisiler’in insanlar üzerindeki geleneksel etkisine karşı konuşmalarda bulunmaya girişmiş haldeydi. Ferisiler aşırı-tutucu olup, dini önderler olarak sahip oldukları saygın itibara karşı gelen bu köklü nitelikte görmüş oldukları saldırılara güçlü bir biçimde karşı koymuşlardı.
175:4.10 (1911.7) 2. Onlar, İsa’nın kanuna gelen bir kişi olduğunu düşünmektelerdi; onun, Şabat’ın ve sayısız diğer yasal ve törensel gerekliliğini hiçe sayar bir biçimde hareket etmiş olduğunu.
175:4.11 (1911.8) 3. Onlar kendisini Tanrı’ya saygısızlık ile suçlamıştı çünkü İsa Tanrı’ya kendi Babası imasında bulunmaktaydı.
175:4.12 (1911.9) 4. Ve, bu aşamada onlar kendisine fazlasıyla, elveda hitabetinin son kısmı olarak bugün mabette vermiş olduğu sert kınamayı içeren son konuşması nedeniyle kızgınlık duymaktaydı.
175:4.13 (1911.10) İsa’nın ölümüne resmi bir biçimde karar vermiş ve yakalanması için emirlerde bulunmuş bir halde, Sanhedrin, İsa’nın mahkeme önüne çıkarılacağı suçlamaları oluşturma amacı ile yüksek din-adamı Kaiaphas’ın evinde ertesi sabah saat onda buluşulmasını belirledikten sonra, gece yarısına yakın bir zamanda bu Salı günü toplantısına ara verdi.
175:4.14 (1911.11) Saddukilerden oluşan küçük bir topluluk gerçekte suikast yoluyla İsa’dan kurtulmayı önermişti; ancak, Ferisiler, bu türden bir işleyişine onay vermeyi tamamen reddetmişlerdi.
175:4.15 (1911.12) Ve, bu, göksel varlıklardan meydana gelen çok büyük bir topluluk, çok sevgili Egemenlerine yardımda bulunmak için bir şeyler yapma endişesi halinde ancak aynı zamanda onların emir veren üstleri tarafından etkin bir şekilde sınırlandırılmış oldukları için hareket etme gücünden yoksun bir halde yeryüzü üzerindeki bu çok önemli sahne üzerinde beklerlerken, bu çok önemli günde Kudüs’te ve insanlar arasındaki mevcut durumdu.
Urantia’nın Kitabı
176. Makale
176:0.1 (1912.1) BU SALI öğleden sonrası, İsa ve havariler mabetten ayrılıp Gethsemane kampına olan yollarına çıkarlarken, Matta, mabetteki inşaata dikkat çeker bir halde, şunu söylemişti: “Üstün, bu inşaatların nasıl bir yapıda olduklarına bir bak. Kocaman kayaları ve çok güzel süslemeleri gör; bu binaların yıkılacak olması mümkün müdür?” Zeytin Dağı’na doğru devam ederlerken, İsa şunu söyledi: “Bu kayaları ve bu kocaman mabedi görüyorsunuz; gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum: Yakın bir süre içinde gelecek günlerde orada bir taşın üstünde taş kalmayacak. Onların hepsi yıkılıp bir kenara atılacak.” Kutsal mabedin yıkılışını tasvir eden bu ifadeler havarilerin ilgisini onlar Üstün’ün arkası boyunca yürürlerken çekmiş olup, mabedin yok edilişine sebep olacak şeyin dünyanın sonundan çok da küçük olmayan bir nitelikte gelişme halinde olduğunu düşünmüşlerdi.
176:0.2 (1912.2) Kidron vadisinden Gethsemane’ye hareket eden geçiş halindeki kalabalıklardan kaçınmak için, İsa ve havarileri, Zeytin Dağı’nın batı yamacına tırmanma ve onun sonrasında kamuya açık kamp alanına yakın bir mesafede, yukarıda bulunan kendilerine ait kampa doğru bir patikayı takip etmeyi amaçlamışlardı. Onlar Bethani’ye giden yoldan ayrılmak için döndüklerinde, güneşin üzerine ışımakta olduğu ışınlar tarafından ihtişamlandırılmış haldeki mabede bakmışlardı ve, onlar dağda vakit geçirirlerken, görünen şehrin ışıklarına bakmış olup, ışıklandırılmış mabedin güzelliğini izlemişlerdi; ve, orada, dolunayın yumuşak ışığı altında, İsa ve on ikili oturmuşlardı. Üstün kendileriyle konuşmuş olup, yakın bir süre içinde Nathanyel şu soruyu sormuştu: “Söyle bizlere, Üstün, bu gelişmelerin ne zaman gerçekleşecek olacağını nasıl bileceğiz?”
176:1.1 (1912.3) Nathanyel’in sorusuna cevap verir halde, İsa şunu söyledi: “Evet, ben sizlere, bu insanların yapmış olduğu adaletsizliklerin kadehlerinin dolacağı zamanları söyleyeceğim; adaletin aniden atalarımızın bu şehrine ineceği vakti. Ben sizlerden ayrılmak üzereyim; ben Baba’ya gideceğim. Ben sizlerden ayrıldıktan sonra, hiçbir kişinin sizleri aldatmaması için sözlerime kulak verin; zira, birçok kişi kurtarıcı olarak gelecek ve birçoklarını doğru yoldan saptıracak. Savaşları ve onlara dair söylentileri duyduğunuzda, sıkıntıya düşmeyin; zira, her ne kadar tüm bunların hepsi gerçekleşecek olsa da, Kudüs’ün sonu henüz yakında değildir. Kıtlıklardan veya depremlerden rahatsız olmayın; ne de, sivil yönetimlere teslim edildiğinizde ve müjde için yargılandığınızda endişeye kapılın. Sizler sinagogdan atılacak ve benim yüzümden hapse koyulacaksınız; ve, içlerinizden bazıları öldürülecektir. Valilerin ve yöneticilerin önüne çıkarıldığınızda, ifadeniz inancınızın bir göstergesi olmalı ve krallığın müjdesine olan kararlılığınızı göstermelisiniz. Ve, hâkimler karşısında dururken, ne söylemeniz gerektiğine dair öncesinden endişeye kapılmayın; zira ruhaniyet sizlere, düşmanlarınıza ne cevabı vermeniz gerektiğini sizlere tam da o vakit öğretecektir. Zorluğun bu günlerinde, kendi kanınızdan olan kişiler bile, İnsan Evladı’nı reddetmiş bulunan kişilerin önderliğinde sizleri esarete teslim edecek ve ölümün ellerine atacaktır. Bir süreliğine sizler, benim yüzümden insanların tümü tarafından nefret edilebilirsiniz; ancak, bu yargılamalarda dahi ben sizleri yalnız bırakmayacağım; benim ruhum sizlerden ayrılmayacaktır. Sabırlı olun! Krallığın bu müjdesinin düşmanlarının tümü üzerinde utgun hale geleceğinden ve, nihai olarak, milletlerin tümüne duyurulacağından şüphe etmeyin.”
176:1.2 (1913.1) İsa, şehre doğru bakışlarını indirirken konuşmasına ara verdi. Üstün; beklenen kurtarıcıyı içeren maddi göreve kararlı ve gözlerini kapatmış bir halde bağlanma olarak, Mesih’in ruhsal kavramsallaşmasının reddinin yakın bir süre içinde Musevileri güçlü Roma orduları ile doğrudan bir çatışmaya getireceğini, ve bu türden bir mücadelenin yalnızca Musevi ulusunun nihai ve bütüncül bir yönetimden alınışı ile sonuçlanacağını öngörmüştü. Onun insanları bu ruhsal bahşedilmişliği reddettiklerinde ve kendileri üzerinde oldukça merhametsel bir biçimde ışımış olan cennetin ışığını almayı geri çevirdiklerinde, öncesinde yeryüzü üzerinde kendilerine özel bir ruhsal görev verilmiş haldeki bağımsız insanlar olarak kendi kötü sonlarını teminat altına almışlardı. Musevi önderleri bile daha sonrasında, Mesih’e dair bu din-dışı haldeki düşüncenin doğrudan bir biçimde, nihai olarak kendi sonları getirecek, kargaşayla son bulacağını anlamışlardı.
176:1.3 (1913.2) Kudüs, öncül müjde hareketinin beşiği haline geleceği için, İsa, Kudüs’ün yok oluşu ile ilişkili olarak müjde öğretmenleri ve duyurucularının Musevi insanlarının korkunç bir biçimde yönetimden alınışı ile yok olmasını istememişti; bu nedenle, o takipçilerine bu yönergelerde bulunmuştu. İsa fazlasıyla, takipçilerinin yakın bir süre içinde gerçekleşecek olan bu isyanlara karışır hale gelmesinden ve böylece Kudüs’ün yıkımında yok olmalarından endişe duymuştu.
176:1.4 (1913.3) Bunun ardından Andreas merakla şunu sormuştu: “Ancak, Üstün, eğer Kutsal Şehir ve mabet yok edilecekse, ve eğer sen burada bizleri yönlendirecek konumda olmayacaksan, bizler neden Kudüs’ü terk etmeliyiz?” İsa şunu söyledi: “Sizler ben ayrıldıktan sonra, hatta zorluğun ve zalim yargılamaların dönemlerinde, şehirde kalmaya devam edebilirsiniz; ancak, sizler Kudüs’ün, sahte peygamberlerin isyanından sonra Roma orduları tarafından çevrelendiğini nihai olarak gördüğünüzde, onun yok oluşunun yakında olduğunu bilmelisiniz; bunun ardından sizler dağlara kaçmalısınız. Şehir ve etrafında bulunan bir kişinin bile bir şeyi kurtarmak için beklemesine izin vermeyin; ne de, buraya dışarıdan girmeye cüret edeceklere izin verin. Orada büyük bir kargaşa gerçekleşecektir; zira bunlar, gentilelilerin intikamlarını alacağı günler olacaktır. Ve, sizler şehirden ayrıldığınızda, bu itaatkâr olmayan insanlar kendi kılıçlarının hedefi olup, milletlerinin tümünün esiri haline geleceklerdir; ve, böylece Kudüs gentileliler tarafından yok edilecektir. Eğer herhangi bir kişi sizlere gelip ‘Bakın, burada Kurtarıcı’ diyecek olursa, inanmayın; zira, birçok sahte peygamber doğacak ve birçok kişi doğru yoldan saptırılacaktır; ancak, sizler aldanmamalısınız; zira, ben sizlere bunların hepsini önceden söylemiş bulunmaktayım.”
176:1.5 (1913.4) Havariler ay ışığı altında, Üstün’ün bu hayretler içinde bırakan tahminleri karışık haldeki akıllarında yerleşirken, dikkate değer bir süre boyunca sessizlik için oturmuşlardı. Ve, kuzeyde bulunan Pella’da güvenli bir sığınağı bulur halde, Roma ordularının ilk ortaya çıkışı üzerine inananlar ve takipçilerden meydana gelen topluluğun neredeyse tamamının Kudüs’ten kaçmaları tam da bu uyarıya uyan bir halde gerçekleşmişti.
176:1.6 (1913.5) Bu açık uyarından sonra bile, İsa’nın takipçilerinin çoğu bu tahminleri; Mesih’in yeniden ortaya çıkışının Yeni Kudüs’ün kuruluşu ile sonuçlanacağı ve bu şehrin genişlemesinin dünyanın başkenti haline geleceği vakitte, Kudüs’te bariz bir halde gerçekleşecek olan değişikliklere atıflar olarak yorumlamışlardı. Akıllarında bu Museviler, mabedin yıkışını “dünyanın sonuna” bağlamaya kararlılardı. Onlar bu Yeni Kudüs’ün tüm Filistin’i dolduracağına inanmışlardı dünyanın sonunu “yeni göklerin ve yerlerin” doğrudan ortaya çıkışının takip edeceğine inanmıştı. Ve, bu nedenle, Peter’in şunu söylemiş olması çokta şaşırtıcı bir şey değildi: “Üstün, yeni gökler ve yeni yer ortaya çıktığında her şeyin yok olacağını bilmekteyiz; ancak bizler, tüm bunları gerçekleştirmek için geri döndüğün zamanı nasıl bileceğiz?”
176:1.7 (1914.1) İsa bunu duyduğunda, belirli bir süre düşünmüş olup, sonrasında şunu söylemişti: “Sizler sürekli yanlış yapmaktasınız, çünkü yeni öğretiye her zaman eskisini eklemeye çalışmaktasınız; sizler, öğretimin tümünü yanlış anlamaya kararlısınız; müjdeyi kalıplaşmış inanışlarınız uyarınca yorumlamada ısrar etmektesiniz. Buna rağmen ben sizleri aydınlatmaya çalışacağım.”
176:2.1 (1914.2) Birkaç seferde, öncesinde İsa, dinleyicilerini; bu dünyadan kısa bir süre içinde ayrılmayı amaçlamış olmasına rağmen, cennetsel krallığın çalışmasını tamamlamak için çok kesin bir biçimde geriye dönecek oluşunu yorumlamalarına sevk eden ifadelerde bulunmuştu. Takipçileri üzerinde onun kendileri arasından ayrılacak olmasına dair yargı kesinleşirken, o bu dünyadan ayrıldıktan sonra, inananların tümünün sıkıca bir biçimde bu geri dönüş sözlerine sarılmaları yalnızca doğal olan bir durumdu. Mesih’in ikinci gelişine dair inanış-savı böylece öncül bir biçimde, Hıristiyanların öğretilerine eklemlenmiş hale gelmişti; ve, takipçilerin neredeyse her bir sonraki nesli dindar bir biçimde bu gerçekliğe inanmış olup, kendilerinden emin bir halde onun gelecekte belirli bir zaman zarfında gelişini gözlemişlerdi.
176:2.2 (1914.3) Eğer onlar Üstünleri ve Öğretmenlerinden ayrılacaklarsa, bu ilk takipçileri ve havariler geri dönüşe dair bu söze nasıl da fazla sarılacaklardı ve, onlar, Kudüs’ün bu tahmin edilmiş yıkımı ile bu söz verilmiş ikinci gelişi ilişkilendirmede hiçbir vakit kaybetmemişlerdi. Ve, onlar; Üstün’ün tam da bu türden bir hatayı engellemek için büyük özel çabalarda bulunmuş olduğu, Zeytin Dağı’ndaki bu akşam boyunca süren eğitime rağmen, onun sözlerini bu yönde yorumlamaya devam etmişlerdi.
176:2.3 (1914.4) Petrus’un sorusuna ilave cevap olarak, İsa şunu söylemişti: “Neden hala sizler İnsan Evladı’nın Davud’un tahtına oturmasını gözlemekte ve Musevilerin maddi hayallerin yerine getirileceğini beklemektesiniz? Ben tüm bu yıllar boyunca krallığımın bu dünyaya ait olmadığını söylemedim mi? Sizlerin şu an içerisinde bakışlarınızı indirmiş olduğunuz şeyler sonuna yaklaşmaktadır; ancak, bu, aracılığıyla krallığın müjdesinin tüm dünyaya gideceği ve bu kurtuluşun insanların tümüne yayılacağı sürecin başlangıcı olacaktır. Ve, krallık bütüncül meyvesini verdiğinde, cennet içindeki Baba’nın sizleri gerçekliğin genişlemiş haldeki bir açığa çıkarılışı ile ve doğruluğun gelişmiş bir sergilenişi ile ziyaret edeceğinden emin olun; tıpkı bu dünyaya, ilk önce karanlığın prensini, ve daha sonra Âdem’i, bunları takiben Melçizedeği ve bu günlerde İnsan Evladı’nı bahşetmiş olduğu gibi. Ve, böylece, Babam, bağışlamasını dışa vurmaya ve derin sevgisini göstermeye devam edecektir, bu karanlık ve kötülük içindeki dünyaya bile. Aynı zamanda ben de, Babam bana tüm güç ve yönetim yetkisini verdikten sonra, bedenin tümü üzerine yakın bir süre içinde aktarılacak olan, ruhaniyetimin mevcudiyeti vasıtasıyla sizlerin kaderlerini takip etmeye, krallığın meselelerinde sizlere rehberlik etmeye devam edeceğim. Her ne kadar ben bu şekilde sizler ile birlikte ruhaniyet içinde hazır olacaksam da, bu yaşamı beden içinde yaşamış olduğum ve Tanrı’yı insana açığa çıkarırken aynı zamanda insanı Tanrı’ya götürme deneyimine eriştiğim yer olan, bu dünyaya gelecekte belirli bir süre içinde geri dönecek oluşuma söz vermekteyim. Çok yakın bir süre içinde ben sizlerden ayrılmak ve Baba’nın ellerime emanet etmiş olduğu görevi üstlenmek zorundayım; ancak, yılmayın, zira ben yakın bir süre içinde geri döneceğim. Bu süre zarfında, bir evrene ait olan benim Gerçeklik Ruhaniyetim sizleri teselli edip, sizlere rehberlikte bulunacaktır.
176:2.4 (1915.1) “Sizlere bana şu an içerisinde zayıf ve beden halimde bakmaktasınız; ancak, ben geri döndüğümde, görünüşüm güç ve ruhaniyet içerisinde olacaktır. Bedenin gözü İnsan Evladı’nı beden içerisinde görmektedir; ancak, ruhaniyetin gözü İnsan Evladı’nı Baba tarafından ihtişamlaştırılmış ve yeryüzü üzerinde kendisinin sahip olduğu ismiyle ortaya çıkmış halde görecektir.
176:2.5 (1915.2) “Ancak, İnsan Evladı’nın yeniden ortaya çıkacağı dönem, yalnızca Cennet’in heyetleri içinde bilinmektedir; cennetin melekleri bile bunun ne zaman gerçekleşecek olduğunu bilmemektedir. Buna rağmen, sizler şunu anlamalısınız: krallığa dair bu müjde insanların tümünün kurtuluşu için duyurulduğunda, ve çağın tamamlanışı ortaya çıktığında, Baba sizlere bir diğer yazgı bahşedilmişliğini gönderecek, veya bu gerçekleşmez ise İnsan Evladı bu çağı yargılamak için geri dönecektir.
176:2.6 (1915.3) “Ve, sizlere söylemiş bulunduğum, şimdi Kudüs’ün zor günlerine dair mesele şuna işaret etmek istiyorum: bu nesli bile benim sözlerim yerine gelene kadar başka bir nesil takip etmeyecektir; ancak, İnsan Evladı’nın geliş vaktine dair ne gökyüzünde ne de yeryüzünde hiçbir kimse konuşma cüretinde bulunamaz. Ancak, sizler, bir çağın olgunlaşımına dair bilgeliğe sahip olmalısınız; içinizde bulunmuş olduğunuz dönemin taşıdığı işaretleri kavrayama tetikte olmasınız. Sizler, yaz yaklaştığında incir ağacının narin dallarını gösterdiği ve dallarını serdiği vakti bilmektesiniz. Benzer bir biçimde, dünya maddi akıldalığın uzun kışından geçtiğinde ve yeni bir yazgı döneminin içerdiği ruhsal baharın gelişini gördüğünüzde, yeni bir ziyaretin yaz vaktinin yakınlaşmakta olduğunu bileceksiniz.
176:2.7 (1915.4) “Ancak, bu öğretinin taşıdığı önem nasıl olur da Tanrı’nın evlatlarının gelişiyle ilişkilidir? Her birinizin yaşam mücadelenizi tamamladığınızda ve ölümün kapılarından geçtiğinizde, yargının doğrudan mevcudiyetinde bekler ve sonsuz Baba’nın ebedi tasarımı içinde hizmetin yeni bir yazgı dönemine ait gerçeklikler ile yüz yüze halde bulunduğunuzu görmüyor musunuz? Doğal yaşamınızın sonuna ulaştığınızda ve böylece Baba’nın krallığının ebedi ilerleyişine ait yeni açığa çıkarılış içinde içkin halde bulunan durumlar ve talepler ile yüzleşme aşamasına geçtiğinizde, bireyler halinde, her birinizin bir kişisel deneyim olarak oldukça kesin bir biçimde yüzleşecek olduğunuz şeyi, birçoğun sonunda dünyanın tamamı tamı tamına aynı gerçeklikte deneyimleyecektir.”
176:2.8 (1915.5) Üstün’ün havarilerine vermiş olduğu söyleşilerin tümü içinde, Kudüs’ün yıkımına ve kendi ikinci gelişine dair çifte katmanlı konuya dair, Zeytin Dağı’nda bu Salı akşamı verilmiş olanlar kadar, akılları bu kadar karışmış hale gelmemişti. Orada, bu nedenle, Üstün’ün bu olağanüstü yaşanmışlıkta söylemiş olduğu şeylere dair hatırlanmışlara dayanan daha sonraki yazılı metinlerde çok az anlaşma yaşanmıştı. Bunun sonucunda, kayıtlar bu Salı akşamı söylenmiş olanların çoğu hakkında boş bırakıldığında, birçok geleneksel anlatı türemişti; ve, ikinci yüzyılın tam da başlarında, İmparator Kaligula’nın sarayına ait, Selta ismindeki biri tarafından yazılmış olan Mesih’e dair bir Musevi kara nihai son anlatısı, bütünüyle Matta Müjdesi’ne kopyalanmış olup, ileriki dönemlerde, (kısmi bir biçimde) Markus ve Luka kayıtlarına eklenmişti. Selta’nın bu yazılarında, on bakirenin simgesel anlatısı ortaya çıkmıştı. Müjde kaydının hiçbir kısmı, bu akşamki öğreti kadar kafa karışıklığından muzdarip olmamıştı. Ancak, Havari Yahya daha öncesinde hiçbir sefer bu kadar kafası karışır hale gelmemişti.
176:2.9 (1915.6) Bu on üç kişi kampa doğru yolculuklarına devam ederken, ne söyleyeceklerini bilmez halde ve büyük bir duygusal gerilim içinde bulunmaktaydı. Yudas nihai olarak, birlikteliklerini terk etme kararını onaylamış haldeydi. Davud Zübeyde, Yahya Markus ve önde gelen takipçilerden meydana gelen bir topluluk İsa ve on ikiliyi yani kampta karşıladıklarında vakit geç saatlerdi; ancak, havariler uyumak istememişti; onlar, Kudüs’ün yok oluşuna, Üstün’ün ayrılışına ve dünyanın sonuna dair daha fazla şey bilmeyi arzulamışlardı.
176:3.1 (1916.1) Onlar, yaklaşık yirmi kişiden meydana gelmiş bir topluluk halinde, kamp ateşi etrafında bir araya toplanmışlarken, Tomas şu soruyu sormuştu: “Sen krallığın çalışmasını tamamlamak için geri dönecek olduğun için, Baba’nın görevi içinde bulunmadığın zamanlarda tutumumuz ne olmalıdır?” İsa ateşin çıkarmış olduğu aydınlığın üzerinden onlara bakarken, şu şekilde cevap vermişti:
176:3.2 (1916.2) “Ve, sen bile, Tomas, söyleyegelmiş olduğum şeyleri anlamada başarısız olmaktasın. Ben tüm bu süre boyunca, krallık ile olan ilişkinizin, sizlerin bir Tanrı evladı oluşunuza dair inanış-farkındalığı ile ruhaniyet içerisinde yaşanan tamamiyle bir kişisel deneyim meselesi olarak, ruhsal ve bireysel olduğunu öğretmedim mi? Milletlerin yıkımı, imparatorlukların yenilgisi, inanmayan Musevilerin yok oluşu, bir çağın sonlanışı, hatta dünyanın sonu olarak, bu şeylerin bu müjdeye inanan ve yaşamını ebedi krallığın kesinliği içinde muhafaza eden kişi ile ne ilişkisi bulunabilir? Tanrı-bilir ve müjde-inanır haldeki sizler, ebedi yaşamın kesinliklerini hâlihazırda almış bulunmaktasınız. Yaşamlarınızı ruhaniyet içinde ve Baba için yaşamış olduğunuz için, sizler karşısında hiçbir şey ciddi endişe kaynağı olamaz. Göksel dünyaların onaylanmış vatandaşları olarak, krallık inşacılarını, zamansal kargaşalar rahatsız edemez ve onları dünyasal felaketler kafa karışıklığına itemez. Krallığın bu müjdesine inanmakta olan sizlere için, milletler güçlerini kaybetse, çağ sona erse, veya görünen her şey yok olsa da ne olur ki; zira sizler, yaşamınızın Evlat’ın hediyesi olduğunu ve bunun Baba içinde ebedi bir biçimde güvende bulunduğunu bilmektesiniz. İnanç vasıtasıyla zamansal yaşamı yaşamış ve, akranlarınızı için derin sevgi dolu hizmetin doğruluğu olarak, ruhaniyetin meyvelerini vermiş halde sizler, Tanrı ile olan evlatlık içinde ilk ve dünyasal serüveniniz boyunca sizleri taşımış olan aynı kurtuluş inancı ile ebedi süreçlerinizdeki bir sonraki adımınızı kendinizden emin bir biçimde gözleyebilirsiniz.
176:3.3 (1916.3) “İnananların her nesli; tıpkı her birey kaçınılmaz ve sürekli yaklaşmakta olan doğal ölümün görüşü altında yaşam çalışmalarını sürdürdüğü gibi, İnsan Evladı’nın olası geri dönüşünün görüşü altında çalışmalarını devam ettirmelidir. Sizler inanç vasıtasıyla kendilerinizi bir Tanrı evladı olarak inşa ettiğinizde, kurtuluşun kesinliğinden başka her şey önemini yitirmektedir. Ancak, yanılgıya düşmeyin! Bu kurtuluş inanışı yaşayan bir inanış olup, artan bir biçimde, ilk olarak insan kalbinde ilham kaynaklığı yapmış, kutsal ruhaniyetin meyvelerini sergilemektedir. Cennetsel krallık içinde evlatlığı bir kez kabul etmiş olmanız sizleri, beden içindeki Tanrı’nın evlatlarının sahip oldukları ilerleyici ruhsal meyve verişler ile ilgili gerçeklikleri bilme ve onları sürekli olarak reddetme karşısında kurtarmayacaktır. Yeryüzü üzerinde Baba’nın görevinde benimle birlikte bulunmuş olan sizler, insanlık için Baba’nın hizmetinin yolunu derinden sevmediğinizi fark ediyorsanız, şimdi bile krallığı terk edebilirsiniz.
176:3.4 (1916.4) “Bireyler olarak, ve inananlardan meydana gelen bir nesil halinde, bir hikâyeyi anlatırken sözlerime kulak verin: Bir zamanlar, başka bir ülkeye doğru uzun bir yola çıkmaya hazırlanmakta büyük bir adam bulunmaktaydı bu kişi, güvendiği hizmetçilerini karşısına çağırmış ve onların ellerine sahip olduğu malların tümünü emanet etmişti. Ve, böylece, onurlandırılmış koruyucuların topluluğunun tamamının her birine, mahir oldukları belli başlı alanlara göre bu kişinin malları teslim edilmişti; ve, bunu yaptıktan sonra bu kişi yoluna çıkmıştı. Onların sahibi ayrıldığında, hizmetçileri derhal ellerine verilmiş olan servetten kar elde etmek için çalışmaya koyulmuşlardı. Kendisine beş talent verilmiş olan kişi, doğrudan bir biçimde onlar ile ticarette bulunmaya başlamış olup, yakın bir süre içinde bir diğer beş talentlik kar elde etmişti. Benzer bir biçimde, iki talenti almış olan kişi yakın bir süre içinde iki talent daha kazanmıştı. Ve, böylece, hizmetçilerin tümü, tek bir talenti almış kişi dışında, üstünleri için kar elde etmişti. Kendisine bir talent verilmiş olan kişi, kendi yoluna gitmiş ve sahibinin parasını sakladığı yer olan toprakta bir yer eşelemişti. Yakın bir süre içinde bu hizmetçilerin sahibi, beklenmeyen bir biçimde geri dönmüş ve hesap için gözetleyicilerini çağırmıştı. Ve, onların tümü sahiplerinin huzuruna çağrıldıklarında, beş talenti alan kişi kendisine emanet edilmiş olan talent ve ilave beş talent ile öne çıkıp, ‘Sahip, yatırım için bana beş talent verdin, kazancım olan ilave beş talenti sana vermekten mutluluk duymaktayım’ demiştir. Ve, bunun ardından, sahibi ona: ‘Aferin, iyi ve doğru hizmetçi, birkaç şey üzerinde her zaman doğruydun; şimdi ben seni birçok şey üzerinde gözetmenim yapıyorum; derhal sahibinin neşesine adım at.’ Ve, bunun ardından, iki talenti almış olan kişi öne çıkıp, şunu söylemişti: ‘Koruyucu, sen ellerime iki talenti verdin; bak, ben bu ilave iki talenti kazandım.’ Ve, koruyucusu bunun ardından ona: ‘Aferin, iyi ve doğru hizmetçi, sen de birkaç şey üzerinde her zaman doğruydun; şimdi ben seni birçok şey üzerinde gözetmenim yapıyorum; derhal sahibinin neşesine adım at.’ Ve, bunun ardından, orada, tek bir talenti almış kişinin hesabı gerçekleşmişti. Bu hizmetçi, şunu söyler bir halde, öne çıkmıştı: ‘Koruyucu, ben, kişisel olarak emek vermediğin bir yerde kazanç sağlamayı beklemiş olduğun için senin akıllı bir kişi olduğunu bilmekte olup, onun farkına varmış haldeydim; bu nedenle, ben, bana emanet edilmiş olan şeyin bir zerresini bile tehlikeye atmaktan korktum. Ben talentini güvenli bir biçimde toprakta sakladım; işte burada; şimdi sen, sana ait olana sahipsin.’ Ancak, onun sahibi şu cevabı verdi: ‘Sen emek vermek istemez ve aylak bir gözetçisin. Kendi sözlerinle, tıpkı özenle emek vermiş olan akran hizmetçilerinin bu gün yerine getirmiş olduğu gibi, benim senden makul bir karın hesabını isteyeceğimi itiraf ediyorsun. Bunu bilen bir halde, sen bu nedenle, benim paramı, geldiğimde faiziyle birlikte parama sahip olabileyim diye en azından bankacıların ellerine vermekle yükümlüydün.’ Ve, bunun ardından, baş gözetçiye bu koruyucu: ‘Bu yararsız hizmetçiden bu bir talenti al ve onu on talenti olana ver.’
176:3.5 (1917.1) “Sahip olan her kişiye daha fazlası verilecek ve bu kişi bolluğa sahip olacaktır; ancak, sahip olmayan kişiden, elinde bulunduğu da alınacaktır. Sizler, ebedi krallığın hususlarında öylece duramazsınız. Babam çocuklarının tümünden şükranlık içinde ve gerçekliğin bir bilgisi içinde büyümelerini zorunlu kılmaktadır. Bu gerçeklikleri bilen sizler, ruhaniyetin meyve hasadını artırmak ve akran hizmetçilerin fedakâr hizmetine artan bir adanmışlığı sergilemek zorundasınız. Ve, hatırlayın, kardeşlerimin en sonda gelenlerinden bir tanesine bile bir şeyin hizmetinde bulunursanız, bu hizmeti bana gerçekleştirmiş olursunuz.
176:3.6 (1917.2) “Ve, böylece sizler, Baba’nın görevinin çalışmasına, bu an ve bundan itibaren, hatta sonsuza kadar, koyulmalısınız. Ben gelene kadar devam edin. Doğruluk içerisinde sizlere emanet edilmiş olanı gerçekleştirin; ve, böylece, ölümün hesap günü için hazır hale geleceksiniz. Ve, Baba’nın ihtişamını ve Evlat’ın tatminini bu şekilde yaşamış olarak sizler, sonsuza kadar sürecek olan krallığın ebedi hizmetine neşe ve çok büyük düzeydeki tatmin ile gireceksiniz.”
176:3.7 (1917.3) Gerçeklik, yaşayan niteliktedir; Gerçekliğin Ruhaniyeti sürekli olarak, ruhsal gerçekliğin ve kutsal hizmetin yeni âlemlerine doğru ışığın çocuklarına rehberlik etmektedir. Sizlere gerçeklik; sabit, güvende ve onurlandırılmış biçimlere onu kalıpsal bir biçimde katılaştırmanız için verilmemiştir. Tarafınıza gerçekleştirilmiş olan gerçekliğin açığa çıkarılışı, kişisel deneyiminizden geçen bir biçimde o kadar derinleşmelidir ki, yeni güzellik ve mevcut ruhsal deneyimler ruhsal meyvelerinize bakacak olan herkes tarafından görünür hale gelecek ve bunun sonrasında onlar cennet içinde bulunan Baba’yı yüceltme ile son bulacaktır. Yalnızca, gerçekliğin bilgisi içinde bu şekilde büyüyecek olan ve aracılığı ile ruhsal gerçekliklerin kutsal takdiri için yetkinliklerini geliştiren bu inançlı hizmetçiler “Koruyucuları’nın neşesine bütünüyle girme” umuduna sahip olabilir. Kutsal gerçekliğe dair gözetçilikleri hakkında, İsa’nın doğrudan takipçilerinin ilerleyen nesillerinin şunu söyleyişlerini görmek ne de üzücü bir şeydir: “Burada, Üstün, yüzyıl veya binyıl önce senin bizlere bağlamış olduğun gerçeklik.” Ancak, ruhsal tembelliğin bu türden bir savı, Üstün’ün huzurunda gerçekliğin kurak gözetçiliğini haklı göstermeyecektir. Ellerinize emanet edilmiş gerçeklik uyarınca Üstün’ün gerçekliği bir hesabı gerektirecektir.
176:3.8 (1918.1) Bir sonraki dünyada sizlere, bu dünyanın bahşedilmişliklerin ve gözetçiliklerinin bir hesabını vermeniz istenecektir. İster ilk talentler birkaç veya birçok olsun, adil ve merhametsel bir hesap ile yüzleşilmek zorundadır. Eğer bahşedilmişlikler yalnızca bencil amaçlar için kullanılırsa ve, insanlara hizmetin ve Tanrı’ya ibadetin sürekli genişleyen hizmetinde sergilenmiş haliyle, ruhaniyetin meyvelerinin artan hasadını elde etmeden oluşan yüksek görev üzerine hiçbir düşünce bahşedilmez ise, bu türden bencil gözetçiler kasıtlı tercihlerinin sonuçlarını kabul etmek zorundadır.
176:3.9 (1918.2) Ve, sahibine doğrudan bir biçimde gerçekleştirmiş olduğu tembellikle suçlanması bakımından bencil fanilerin tümü, bir talentli bu doğru olanı yapmamış olan hizmetçiye ne kadar da çok benzemektedir. Kendisinin sebep olduğu başarısızlıklar ile karşılaştığında insan, sıklıkla onu en az hak edenler üzerine olmak üzere, diğerlerini suçlamaya ne kadar da eğimlidir!
176:3.10 (1918.3) O gece, onlar istirahatlarına çekilirlerken, İsa şunu söylemişti: “Sizler hiçbir kısıtlama olmadan aldınız; bu nedenle, cennetin gerçekliğini hiçbir kısıtlama olmadan vermek zorundasınız; ve, bu süreçte bu gerçeklik çoğalacak ve, tam da onu hizmetle verirken, kurtarıcı şükranın artan ışığı herkes tarafından görünür hale gelecek.
176:4.1 (1918.4) Herhangi bir aşamadaki Üstün’ün öğretilerinin tümü içerisinde hiçbiri, onun gelecekte belirli bir zaman içinde bu dünyana bizzat gelecek oluşuna dair söz kadar yanlış anlaşılmamıştır. Mikâil’in, âlemin bir fanisi olarak, üzerinde yedinci ve son bahşedilmişliğini deneyimlemiş olduğu gezegene gelecekte belirli bir zaman dönmeye ilgi duyması tuhaf bir durum değildir. Uçsuz bucaksız bir evrenin şu an egemen yöneticisi olarak Nasıralı İsa’nın, üzerinde bu türden bir benzersiz hayatı yaşadığı ve sonunda kendi elleriyle Baba’nın sonsuz evren gücü ve yetkisi bahşedilmişliğini kazandığı dünyaya, yalnızca bir kez değil birçok kez bile, geri dönmeye istekli oluşuna inanmak yalnızca doğal bir şeydir. Urantia ebedi olarak, evren egemenliğini kazanışında Mikâil’in özgün yedi âleminden bir tanesi olacaktır.
176:4.2 (1918.5) İsa kesin bir biçimde, sayısız defa ve birçok bireye, bu dünyaya geri dönme arzusunu duyurmuştu. Onun takipçileri Üstünleri’nin zamansal bir koruyucu olarak işlev vermeyeceği gerçekliğine uyandıklarında, ve onun Kudüs’ün güçten düşürülüşü ve Musevi milletinin çöküşü tahminlerini dinlediklerinde, oldukça doğal bir biçimde, bu yıkıcı gelişmeler ile onun söz verilmiş geri dönüşünü ilişkilendirmeye başlamışlardı. Ancak, Roma orduları Kudüs’ün duvarlarını yerle bir ettiklerinde, mabedi yıktıklarında ve Yudea Musevilerini etrafa dağıttıklarında, ve hala Üstün kendisini güç ve ihtişam içinde açığa çıkarmayınca, onun takipçileri çağın sonunda, hatta dünyanın sonunda, Mesih’in ikinci gelişi ile nihai bir biçimde ilişkilendirilmiş olan inancın tasarımına başlamışlardı.
176:4.3 (1918.6) İsa, Baba’ya yükseldikten sonra iki şeyi yerine getirme sözünde bulunmuştu; ve, son kertede, gök ve yer içindeki güç ellerine verilmiş haldeydi. O, ilk olarak, bu dünyaya, kendisinin yerine Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak, bir diğer öğretmeni gönderme sözünde bulunmuştu; ve, bunu o, Hamsin Yortusu’nda gerçekleştirmişti. İkinci olarak, o, oldukça kesin bir biçimde, takipçilerine, gelecekte bir zaman bu dünyaya kişisel olarak döneceği sözünü vermişti. Ancak, o, beden içindeki bahşedilme deneyimine ait bu gezegeni nasıl, nerede veya ne zaman yeniden ziyaret edeceğini söylememişti. Bir seferinde o; bedenin gözü kendisini beden içinde burada yaşar halde görürken, geri dönüşünde (en azından muhtemel ziyaretlerinin bir tanesinde) onun yalnızca ruhsal inancın gözü ile görülebileceği imasında bulunmuştu.
176:4.4 (1919.1) Bizlerin çoğu, İsa’nın Urantia’ya gelecek çağlar içinde birçok sefer geri dönecek oluşuna inanma eğilimindeyiz. Bizler, bu çoğul ziyaretler hakkında onun özel bir sözüne sahip değiliz; ancak, unvanları arasında Urantia’nın Gezegensel Prensi’ni taşıyan onun dünyaya birçok sefer ziyarette bulunması en olası halde görünmektedir; zira, Urantia’nın zaferi kendisine bu türden benzersiz bir unvanı bahşetmiştir.
176:4.5 (1919.2) Bizler oldukça emin bir biçimde, Mikâil’in tekrar Urantia’ya bizzat geleceğine inanmaktayız; ancak, bizler, ne zaman veya hangi biçimde onun gelmeyi tercih edebileceği hakkında en küçük bir düşünceye sahip değiliz. Onun yeryüzüne ikinci gelişi, bir hakimane Evlat’ın ilgili açığa çıkışıyla veya o olmadan, bu mevcut çağın sonlandırıcı yargısı ile gerçekleşecek halde mi ortaya çıkacak? O, bir sonraki bir Urantia çağının sonlanışı ile mi gelecek? O bildirilmemiş ve tamamiyle ayrı bir gerçekleşim içinde mi gelecek? Bilmiyoruz. Yalnızca tek bir şeyden eminiz, o ise, o geri döndüğünde, dünyanın tamamı muhtemel bir biçimde bu gerçekleşimi bilecektir; zira, o, bir evrenin en yüksek yöneticisi olarak gelmek zorundadır, Beytüllahim’in bilinmeyen bir bebeği olarak değil. Ancak, eğer her göz ona bakacak olursa, ve yalnızca ruhsal gözler onun mevcudiyetini algılayacak olursa, onun gelişi uzunca bir süre sonrasında gerçekleşmek zorundadır.
176:4.6 (1919.3) Sizler, bu nedenle, Üstün’ün yeryüzüne kişisel geri dönüşünü her türlü bilinen olaydan veya bilinen çağdan ayrıştırırsanız iyi bir şey yapmış olursunuz. O, geri dönme sözünü vermiş bulunmaktadır. Bizler, onun bu sözü ne zaman yerine getirecek oluşuna veya hangi ilişkide gerçekleştirecek oluşuna dair hiçbir fikre sahip değiliz. Bildiğimiz kadarıyla, o yeryüzü üzerinde herhangi bir gün içinde ortaya çıkabilir, ve o, bu çağın tamamlanışı ve onun ilişkide bulunduğu Cennetin Evlatlar birliği tarafından yerinde bir biçimde yargılanışına kadar gelmeyebilir.
176:4.7 (1919.4) Mikâil’in yeryüzüne ikinci gelişi, hem yarı-ölümlüler hem de insanlar için devasa duygusal öneme sahip bir olaydır; ancak, bunun dışında, yarı-ölümlüler ve insan varlıkları için, oldukça anlık bir biçimde fani insanın evren olaylarının bir sonraki aşamasına doğrudan girişine neden olan ve bu girişin doğrudan bir biçimde, evrenimizin egemen yöneticisi olarak, aynı İsa’nın mevcudiyetine götüren, doğal ölümün ortak hadisesinden daha işlevsel öneme sahip bir gerçekleşme değildir. Işığın çocuklarının tümü kendisini görme nihai sonuna sahiptir; ve, bizlerin ona gitmesi veya onun tesadüfen ilk bizlere gelmesi ciddi bir önemi taşımamaktadır. Sizler bu nedenle, o sizleri gökyüzünde karşılamak için hazır beklerken, onu yeryüzünde karşılamak için her zaman hazır olun. Bizler kendimizden emin bir biçimde, onun ihtişamlı ortaya çıkışını, hatta tekrar eden gelişini, dört gözle beklemekteyiz; ancak, bizler tamamiyle, onun nasıl, ne zaman veya hangi ilişki ile ortaya çıkma nihai sonundan bilgisiz haldeyiz.
Urantia’nın Kitabı
177. Makale
177:0.1 (1920.1) İNSANLARI eğitme çalışması onların üzerinde olmadığında, İsa ve onun havarileri için her Çarşamba günü emeklerinden dinlenmeleri adetti. Tam da bu Çarşamba, onlar kahvaltıyı olağandan bir ölçüde daha sonra yapmış olup, kamp büyük bir sessizlik ile kaplı haldeydi; bu sabah yemeğinin ilk yarısında çok az şey söylenmişti. En sonunda İsa şöyle konuşmuştu: “Ben bu gün dinlenmenizi arzuluyorum. Kudüs’e geldiğimizden beri yaşanmış olan her şeyi tekrar düşünmek ve, sizlere yalın bir biçimde söylemiş olduğum, tam da önümüzde uzananın üzerinde düşüncelerinizi yoğunlaştırmak için istediğiniz kadar vakti alın. Gerçekliğin yaşamlarınızda ikamet etmesinden emin olun, ve her gün şükran içinde büyümenizden.
177:0.2 (1920.2) Kahvaltıdan sonra Üstün Andreas’ı, gün boyunca orada bulunmama amacında olduğu hususunda bilgilendirip, havarilerin hiçbir koşul altında Kudüs’ün kapılarına gitmemeleri dışında, kendi tercihleri uyarınca vakit geçirmelerine izin verilmeleri tavsiye etmişti.
177:0.3 (1920.3) İsa tepelere tek başına gitmek için hazır hale geldiğinde, Davud Zübeyde, şunu söyleyen bir biçimde, kendisine yetişmişti: “Sen çok iyi biliyorsun, Üstün, Ferisiler ve yöneticiler seni yok etmeyi amaçlıyor, ve sen yine de tepelere tek başına gitmeye hazırlanıyorsun. Bunu yapmak budalalık; ben bu nedenle seninle, başına hiçbir kötü şeyin gelmemesi için oldukça hazırlıklı olan üç kişiyi göndereceğim.” İsa oldukça iyi kuşanmış ve gözcü üç Celileliye bakıp, Davud’a şunu söyledi: “Sen iyi niyetlisin, ancak İnsan Evladı’nın kendisini korumak için hiçbir kişiye ihtiyacı olmamasını anlamadığın için hata yapmaktasın. Babamın iradesi uyarınca yaşamımı öne sermeye hazır olacağım vakte kadar hiçbir kimse bana el süremez. Bu insanlar bana eşlik etmemeli. Ben tek başıma gitmeyi, Baba ile bir olmak için arzulamaktayım.”
177:0.4 (1920.4) Bu sözleri duyması üzerine, Davud ve onun silahlı koruyucuları geri çekildi; ancak, İsa tek başına yola çıkarken, Yahya Markus yiyecek ve su taşıyan küçük bir sepet ile gelip, eğer İsa tüm gün boyunca dışarıda olmayı arzu ediyorsa kendisini aç bulabileceğini tavsiye etti. Üstün Yahya’ya gülümseyip, sepeti almak için aşağı uzandı.
177:1.1 (1920.5) İsa, Yahya’nın elinden öğlen yemeği sepeti almaya hazırken, genç adam şunu söyleme cesareti gösterdi: “Ancak, Üstün, istersen sepeti bırakıp, o olmadan dua etmeye gidebilirsin. Bunun yanı sıra, eğer ben öğlen yemeğini taşımak için gelirsem, sen ibadet etmek için daha özgür olursun; ben kesinlikle sessiz olacağım. Ben hiçbir soru sormayacağım, ve dua etmek için kendi yoluna gittiğinde, sepetin yanı başında duracağım.”
177:1.2 (1920.6) Bu konuşmada bulunurken, onun cüretkârlığı yakında bulunan dinleyicilerin bazısını şaşkınlığa uğratırken, Yahya sıkıca sepete sarılma cesareti göstermişti. Orada onlar durmaktaydı, hem Yahya hem de İsa sepeti tutmaktaydı. Yakın bir süre içinde Üstün sepeti bıraktı, ve bakışlarını gence indiren bir biçimde, şunu söyledi: “Tüm kalbinle benimle bir gelmekte olduğunu arzuladığın için, o sana reddedilmeyecek. Bizler beraber yola çıkacağız ve iyi bir sohbette bulunacağız. Sen kalbinde doğacak her türlü soruyu sorabilirsin, ve biz birbirimizi teselli edip, birbirimize destek olacağız. Öğlen yemeğini ilk sen taşıyabilirsin, ve sen yorulduğunda ben sana yardım edeceğim. Beni takip et.”
177:1.3 (1921.1) İsa kampa o akşam güneşin batışına kadar geri dönmemişti. Üstün, yeryüzü üzerindeki bu son sessiz gününü bu gerçeklik açlığı içindeki genç ile sohbet ederek ve Cennet Babası ile konuşarak geçirmişti. Bu yaşanmışlık yukarıda, “genç bir adamın tepelerde Tanrı ile geçirmiş olduğu gün” olarak bilinir hale gelmiştir. Sonsuza kadar bu olay, Yaratan’ın yaratılmış ile olan birliktelik gönüllülüğünü örneklendirmektedir. Bir genç bile, eğer kalbinin arzusu gerçekten de en yüksek olan bir düzeyde ise, ilgiyi çekip, bir evrenin Tanrısının sevgi dolu birlikteliğini memnuniyetle deneyimleyebilir; gerçekte, tepelerde Tanrı ile beraber olmanın unutulamaz coşkusunu ve bir gün boyunca deneyimleyebilir. Ve, bu, bu Çarşamba günü Yudea’nın tepelerinde Yahya Markus’un benzersiz deneyimiydi.
177:1.4 (1921.2) İsa, bu dünya ve bir sonrakinin hadiselerine dair hiçbir kısıtlama olamadan konuşan bir biçimde, Yahya ile uzunca sohbet etmişti. Yahya İsa’ya, havarilerden bir tanesi olmak için yeterince yaşa sahip olmayışından ne kadar üzüntü duyduğunu söylemiş olup, Finike’ye olan ziyaretleri sayılmazsa, Eriha yakınındaki Ürdün ırmak geçişinde ilk duyuruşlarından beri onun kendilerini takip etmeye izin verilmiş olmasından ne kadar fazla memnuniyet duymuş olduğunu ifade etmişti. İsa ufaklığı, gerçekleşmesi beklenen olaylar karşısında kendine güvenini yitirmemesi konusunda uyarmış olup, krallığın kudretli bir ileticisi haline gelecek oluşu konusunda kendisini temin etmişti.
177:1.5 (1921.3) Yahya Markus, İsa ile tepelerde geçirilmiş bu günün hatırası karşısında heyecan duymuştu; ancak, o hiçbir zaman, tam da Gethsemane kampına geri dönmeye hazırlandıklarında söylenmiş haldeki, Üstün’ün nihai uyarısını unutmamıştı: “Sonunda, Yahya, gerçek bir dinlenme günü olarak, iyi bir sohbette bulunduk; ancak, sana söylemiş olduğum şeyleri hiçbir kişiye söylememeye dikkat et.” Ve, Yahya Markus hiçbir zaman, İsa ile tepelerde geçirdiği bu günde yaşanmış hiçbir şeyi açığa çıkarmamıştı.
177:1.6 (1921.4) İsa’nın yeryüzü yaşamının geride kalan az sayıdaki saatleri boyunca Yahya Markus hiçbir zaman, Üstün’ün uzunca bir süre boyunca gözü önünden ayrılmasına izin vermemişti. O her zaman yakında saklanan ufaklıktı o sadece İsa uyuduğu zaman uyumuştu.
177:2.1 (1921.5) Yahya Markus ile olan bu günün sohbeti sürecinde, İsa dikkate değer bir vakti öncül çocukluklarını ve daha sonraki ergenlik deneyimlerini karşılaştırmakla geçirmişti. Her ne kadar Yahya’nın ebeveynleri İsa’nınkilere kıyasla bu dünyanın mallarının daha fazlasını ellerinde bulundurmuş olsa da, orada ergenliklerindeki deneyimlerinin çoğu oldukça benzerdi. İsa, Yahya’nın ebeveynlerini ve ailesinin diğer üyelerini anlamasına yardım eden birçok şey söylemişti. Ufaklık Üstün’e, “krallığın bir kudretli ileticisi” haline gelmeyi nasıl öğreneceğini sorduğunda, İsa şunu söylemişti:
177:2.2 (1921.6) “Ben, krallığın müjdesine sadık çıkacağını biliyorum; çünkü, ben, mevcut inancına ve derin sevgine güvenebilirim; zira, bu niteliklerin, evde öncül eğitiminin bir parçası olarak kazanılmıştır. Sen, ebeveynlerin birbirlerine içten bir şefkat ile davranmış oldukları bir evin ürünüsün; ve, bu nedenle sen, benliğinin önemine dair anlayışını zarar veren bir biçimde yüceltir halde, haddinden fazla sevilmemiş bir konumdasın. Ne de senin kişiliğin, ebeveynlerinin sevgisiz bir biçimde, birini diğerine karşı kullanır halde, kendine olan güvenini sadakatinle oynamanın bir sonucu olarak bozulmadan muzdarip olmamıştır. Sen, takdir edilesi bir öz güveni teminat altına alan ve güvende olmanın olağan hislerini teşvik eden ebeveynsel derin sevgiyi keyifle deneyimlemiş haldesin. Ancak, sen aynı zamanda, sevgiye ek olarak bilgeliği ellerinde bulundurmuş ebeveynlere sahip olman bakımından şanslı konumdasın; ve, onların, seni cazibenin birçok türünden ve birçok lüksten şeyden uzak tutarken, komşu oyun arkadaşlarınla birlikte sinagog okuluna gönderen şey bilgelikleridir; ve, onlar aynı zamanda, özgün deneyime sahip olmana izin veren bir biçimde bu dünyada nasıl yaşamayı öğrenmeye teşvik etmiştir. Genç arkadaşın Amos ile beraber sen, bizlerin duyuruda bulunduğu ve Yahya’nın takipçilerinin vaftizi gerçekleştirdiği, Ürdün ırmağına uğradın. İkiniz de bizlerle birlikte gelme arzusu duydunuz. Kudüs’e geri döndüğünüzde, senin ebeveynlerin izin verdi; Amos’unkiler reddetti; onlar evlatlarını o kadar çok sevmekteydi ki, onlar kendisine, senin sahip olageldiğin kutsanmış deneyimi, hatta memnuniyetle yaşadığın türden bu günü reddetti. Evden kaçarak Amos bizlere katılabilirdi; ancak, bunu yaparak o derin sevgiyi zedelemiş ve sadakati kurban vermiş olacaktı. Böyle bir süreç bilge olacaksa bile, o, deneyim, bağımsızlık ve özgürlük için korkunç bir bedel olacaktı. Bilge ebeveynler, seninkiler gibi; senin yaşına geldiklerinde bağımsızlıklarını geliştirmeleri ve canlandırıcı özgürlüğü memnuniyetle deneyimlemeleri için, çocuklarının derin sevgiye zarar verme ve sadakati hiçe sayma zorunda kalmamasına özen göstermektedir.
177:2.3 (1922.1) “Sevgi, Yahya, tamamiyle bilge varlıklar tarafından bahşedildiği zaman evrenin en yüksek gerçekliğidir; ancak, fani ebeveynlerin deneyiminde dışa vurulmuş olduğu gibi, tehlikeli ve zaman zaman yarı-bencil niteliktedir. Evlendiğinde ve büyütmek için kendi çocuklarına sahip olduğunda, derin sevginin bilgeliğin idaresinde olmasından ve ussallık tarafından yönlendirilmesinden emin ol.
177:2.4 (1922.2) “Senin genç arkadaşın Amos, tam da senin kadar krallığın bu müjdesine inanmaktadır; ancak, ben ona tümüyle yaslanamam; ben, onun gelecek yıllarda ne yapacağından emin değilim. Onun öncül evi, bu türden tamamiyle güvenilir bir kişiyi yaratacak nitelikte değildi. Amos tam da; olağan, sevgi dolu ve bilge bir ev hazırlanışını memnuniyetle deneyimleyememiş havarilerden bir tanesi gibidir. Bundan sonraki yaşamının tamamı daha neşeli ve daha güvenilir olacaktır, çünkü sen ilk sekiz yaşını olağan ve oldukça iyi idare edilen bir evde geçirdin. Sen güçlü ve oldukça sağlam dokulu bir karaktere sahipsin, çünkü sen derin sevginin hüküm sürdüğü ve bilgeliğin egemen olduğu bir evde yetiştin. Bu türden bir çocukluk eğitimi, senin başlamış olduğun yolda devam edeceğin konusunda bana teminat veren, bir sadakat türünü yaratmaktadır.”
177:2.5 (1922.3) Bir saatten daha fazla bir süre boyunca İsa ve Yahya, ev yaşamının bu söyleşisini sürdürmüştü. Üstün konuşmasına devam edip Yahya’ya, nasıl bir çocuğun tamamiyle, ussal, toplumsal ahlaksal ve hatta ruhsal olan öncül kavramsallaşmalarının tümünde ebeveynlerine ve ilişkili ev yaşamına bağlı olduğunu anlatmıştı çünkü, ailenin genç çocuğa, ister insan isterse de kutsal ilişkilere dair bilebileceği her şeyi yansıtmakta oluşuna. Çocuk evrene dair ilk izlenimlerini, annenin ilgisinden elde etmek zorundadır; o, cennetsel Baba’ya dair ilk düşüncelerinde tamamiyle yeryüzü babasına bağlıdır. Çocuğun ilerideki yaşamı, evin içermekte olduğu bu toplumsal ve ruhsal ilişkiler tarafından belirlenir bir halde, öncül zihinsel ve duygusal yaşamı uyarınca, mutlu veya mutsuz, kolay veya zor, hale getirilir. Bir insanın varlığının sonraki yaşamının tamamı devasa bir biçimde, mevcudiyetinin ilk yılları boyunca neyin gerçekleştiğinden etkilenir.
177:2.6 (1922.4) Baba-evlat ilişkisi üzerine inşa edilmiş konumdaki, İsa’nın öğretisinin taşıdığı müjde, çağdaş medeni insanların ev yaşamı daha fazla derin sevgiyi ve daha fazla bilgeliği ile içermedikçe, tüm dünyaya yayılı bir kabulü neredeyse hiçbir biçimde memnuniyetle deneyimleyemez. Yirminci yüzyılın ebeveynleri evin gelişimi ve ev yaşamının soylulaştırılışı için büyük bilgiye ve artan gerçekliğe sahip olsa da, ve İsa’nın müjdesi ev yaşamının doğrudan gelişimi ile sonuçlanacak olsa da, çok az modern evin İsa’nın Celiledeki evi ve Yahya Markus’un Yudea’daki evi gibi erkek ve kızları yetiştirmek için bu türden iyi yerler oluşu bir gerçek olarak mevcudiyetini korumaktadır. Bir bilge evin içerdiği derin sevgi yaşamı gerçek dine olan sadık bağlılık, evin bireyleri arasında derin bir karşılıklı etkide bulunmaktadır. Bu türden bir ev yaşamı dini geliştirmekte olup, gerçek din her zaman evi yüceltmektedir.
177:2.7 (1923.1) Bu eskinin Musevi evlerinin içermiş olduğu karşı durulabilecek birçok engelleyici etki ve diğer baskılayıcı özellik, daha iyi idare edilen birçok çağdaş evden neredeyse tamamen uzaklaştırılmıştır. Orada, gerçekten de, daha özerk özgürlük ve çok daha fazla kişisel bağımsızlık bulunmaktadır; ancak, bu özgürlük, derin sevgi tarafından kısıtlanmayan, sadakat ile güdülenmeyen ve bilgeliğin ussal disiplini ile yönetilmeyen niteliktedir. Bizler çocuğa, “cennet içindeki Bizlerin Babasıdır” şeklinde dua etmeyi öğrettikçe, tüm dünyasal babalar üzerinde baba kavramı, büyüyen çocukların tümünün akıllarında ve kalplerinde kıymetli bir biçimde ışıldaması için hayatlarını yaşamanın ve evlerini idare etmenin devasa bir sorumluluğu yaslanmaktadır.
177:3.1 (1923.2) Havariler günlerinin büyük birçoğunu Zeytin Dağı çevresinde yürüyerek ve kendileri ile birlikte kamp halindeki takipçiler ile sohbet ederek geçirmişlerdi; ancak, öğleden sonrasının erken saatlerinde onlar, İsa’nın geri dönüşünü görmeyi fazlasıyla arzular hale gelmişti. Gün ağarırken, onlar artan bir biçimde onun güvenliğine dair endişeye kapılmıştı onlar kendilerini, İsa’nın yokluğunda tarif edilemez bir biçimde yalnız hissetmişlerdi. Orada gün boyunca fazlaca, Üstün’ün kendi başına, yalnızca bir getir-götürcü oğlan tarafından eşlik edilir halde, tepelere çıkmasına izin verilmesine dair konuşma yaşanmıştı. Her ne kadar hiç kimse açık bir biçimde kendi düşüncelerini ifade etmemişse de, hepsi, Yudas İskariot dışında, Yahya Markus’un yerinde olmayı istemişti.
177:3.2 (1923.3) Nathanyel yarım düzine havariye ve birçok takipçiye “Yüce Arzu” konuşmasında bulunduğunda, şu kapanışı gerçekleştirişi öğleden sonrasının ortalarına doğru gerçekleşmişti: “Bizlerin sorunu yarı gönüllü olmamızdır. Bizler Üstün’ü onun bizleri derinden sevmesi gibi sevememekteyiz. Eğer hepimiz Yahya Markus kadar onunla birlikte gitmeyi isteseydik, o kesin bir biçimde bizleri yanına alırdı. Bizler, ufaklık Üstün’e yaklaşırken ve ona sepeti önerirken kenarda durduk; ancak, Üstün sepeti tutarken, ufaklık onu bırakmayacaktı. Ve, böylece Üstün, kendisi tepelere sadece basket ve çocukla çıkarken, bizleri burada yalnız bıraktı.”
177:3.3 (1923.4) Yaklaşık olarak saat dörtte, Bethsayda’daki annesinden ve İsa’nın annesinden haberler getiren bir biçimde ulaklar Davud Zübeyde’ye ulaştı. Birkaç gün öncesinde Davud, baş din-adamları ve yöneticilerin İsa’yı öldürecek oluşundan emin hale gelmişti. Davud, onların Üstün’ü yok etmeye kararlı olduklarını bilmekteydi; ve, o neredeyse tamamen, İsa’nın, kendisini kurtarmak için hem kendi kutsal gücünü kullanmayacağı hem de kendisinin korunması için takipçilerinin kuvvet uygulamasına izin vermeyecek oluşundan emindi. Bu yargılara erişmiş halde o, derhal Kudüs’e gelmesini ve İsa’nın annesi Meryem’i ve ailesinin her bir üyesini beraberinde getirmesini isteyen bir ulağı annesine göndermede vakit kaybetmedi.
177:3.4 (1923.5) Davud’un annesi oğlunun talep ettiği gibi yaptı ve, bu aşamada ulaklar, annesi ve İsa’nın ailesinin tamamının Kudüs yolu üzerinde bulunduğunu ve onların ertesi günün geç bir saatinde veya bir sonraki sabahın oldukça erken vakitlerinde ulaşacağı haberini getiren bir biçimde Davud’a ulaşmıştı. Davud bunu kendi inisiyatifini kullanarak gerçekleştirdiği için, bu meseleyi sır olarak saklamanın bilge olduğunu düşündü. O, bu nedenle, İsa’nın ailesinin Kudüs yolu üzerinde olduğunu hiçbir kimseye söylemedi.
177:3.5 (1924.1) Öğle vaktinden kısa bir süre sonra, İsa ve on iki ile Arimathealı Yusuf’un evinde buluşmuş olan yirmiden fazla Yunanlı kampa ulaştı ve, Petrus ve Yahya, onlar ile görüşmede birkaç saat geçirmişti. Bu Yunanlılar, en azından onlardan bazıları, İskenderiye’de Rodan tarafından eğitilmiş bir halde, krallığın bilgisinde oldukça ileri bir düzeyde bulunmaktaydı.
177:3.6 (1924.2) O akşam, kampa geri döndükten sonra, İsa Yunanlılar ile sohbet etmişti; ve, bu türden bir şey havarilerini ve önde gelen takipçilerinin çoğunu fazlasıyla rahatsız edecek olmasaydı, İsa, yetmişliyi gerçekleştirdiği gibi, bu yirmi Yunanlıyı görevlendirecekti.
177:3.7 (1924.3) Her ne kadar tüm bunların hepsi kampta gerçekleşirken, Kudüs’te baş din-adamları ve kıdemliler, İsa’nın kalabalıklara seslenmek için geri dönmeyişi karşısında hayretler içindeydi. Bir önceki gün, mabedi terk ettiğinde, onun, “Ben evinizi kimsesiz olarak terk ediyorum” demiş olduğu doğruydu. Ancak, onlar, kalabalıkların dostane tutumunu inşa etmiş olmanın büyük yararını terk etmeye gönüllü olmasının nedenini anlayamamışlardı. Her ne kadar onlar İsa’nın insanlar arasında büyük bir kargaşa çıkarmasından korku duymuş olsalar da, Üstün’ün kalabalıklara söylemiş olduğu son sözler, “Musa’nın koltuğunda oturan” kişilerin yönetim yetkisi ile olası her makul biçimde uyuşma talebiydi. Ancak, bu, onlar aynı zamanda hem Hamursuz için hazırlanırlarken hem de İsa’yı yok etme tasarımlarını kusursuzlaştırırlarken, şehirde yoğun bir gündü.
177:3.8 (1924.4) Çok fazla sayıdaki kişi kampa gelmemişti; zira, onun kuruluşu, İsa’nın, Bethani’ye her gece gitme yerine burada kalmayı arzuladığını bilen herkes tarafından oldukça iyi saklanmış bir sır olarak tutulmaktaydı.
177:4.1 (1924.5) İsa ve Yahya Markus kamptan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Yudas İskariot, öğleden sonra geç saatlere kadar geri dönmeyen bir şekilde, kardeşleri arasından kayboldu. Bu kafası karışık ve tatminkâr olmayan havari, Üstün’ün Kudüs’e girişten uzak durmaya dair özel istediğine rağmen, yüksek din-adamı Kaiaphas’ın evinde İsa’nın düşmanları ile olan buluşmasına yetişmek için aceleyle yola koyuldu. Bu, Sanhedrin’in resmi olmayan bir buluşması olup, onun saati sabah saat ondan kısa bir sonrası olarak belirlenmişti. Bu buluşma, İsa’ya karşı getirilecek olan suçlamaların doğasını tartışmak ve hâlihazırda onun için getirilmiş olan ölüm emrine dair sivil yönetimlerin onayını almak amacıyla Romalı yöneticilerin huzuruna kendisinin çıkarılışının içeriğine kadar vermek için toplanmıştı.
177:4.2 (1924.6) Önceki gün Yudas, akrabalarının bazılarına ve babasının ailesinden gelen belirli Sadduki arkadaşlarına, her ne kadar İsa iyi niyetli bir hayalperest ve idealist olsa da, onun İsrail’in beklenen kurtarıcısı olmadığı yargısına varışını açığa çıkarmıştı. Yudas, tüm hareketten şükran dolu bir biçimde ayrılmanın bir yolunu bulmayı çok istediğini ifade etmişti. Onun arkadaşları kendisini pohpohlayan bir biçimde ona, onun çekilişinin Musevi önderleri tarafından büyük bir olay olarak kutlanacağının, ve kendisi için bundan daha büyük bir şeyin olamayacağının teminatını vermişti. Onlar; kendisinin Sanhedrin’den yüksek onurları alacağına, ve onun en sonunda en azından iyi niyetli ancak “eğitimsiz Celileliler ile olan talihsiz birlikteliği” lekesini silen konumda bulunacağına inanmasını sağladılar.
177:4.3 (1924.7) Yudas, Üstün’ün yapmış olduğu çok büyük işlerin ecinnilerin prensinin gücü tarafından gerçekleştirildiğine tamamiyle inanmamıştı ancak, o bu aşamada bütünüyle, İsa’nın kendi gücünü önemini ortaya seren bir biçimde kullanmayacağından tamamiyle emindi; o en sonunda, İsa’nın kendisinin Musevi yöneticiler tarafından yok edilmesine izin vereceğinden emindi; ve, Yudas, kendisinin bu türden bir yenilgi hareketi ile ilişkilendirecek olma düşüncesine katlanamayacaktı. O, göründüğü haliyle başarısızlık düşüncesini aklından geçirmeyi reddetmişti. O bütünüyle, Üstün’ün sağlam karakterini ve onun ihtişamlı ve bağışlayıcı aklının keskinliğini anlamıştı ancak, yine Yudas, akrabalarından bir tanesinin önerdiği şeyin kısmi bir düşüncesinden bile haz elde etmişti; onun akrabası, her ne kadar iyi niyetli bir tutucu olsa da İsa’nın muhtemelen güçlü bir akla sahip olmadığını önermişti; onun her zaman, tuhaf ve yanlış anlaşılan bir kişi olarak göründüğünü.
177:4.4 (1925.1) Ve, şimdi, daha önce hiç yaşanmamış bir biçimde, Yudas kendisini, İsa’nın hiçbir zaman onu daha onurlu bir konuma getirmeyişi karşısında tuhaf bir biçimde alınır halde bulmuştu. En başından beri o, havarisel haznedar olma onurunu takdir etmişti; ancak, bu aşamada o, kendisinin takdir edilmeyişini hissetmeye başlamıştı onun yetkinliklerinin tanınmayışını. O aniden Petrus, Yakub ve Yahya’ya İsa ile olan yakın birlikteliği onurunun verilmiş olmasından büyük kızgınlık duymaya başlamıştı ve, bu zaman zarfında, yüksek din-adamının evine olan yolu üzerinde, İsa’ya ihanet etme düşüncesinden çok, Petrus, Yakub ve Yahya ile ödeşme düşüncesi altındaydı. Ancak, tüm bunların üstünde ve ötesinde, tam da bu anda, yeni ve hükmedici bir düşünce bilinç içindeki aklının tam önünde yer işgal etmeye başlamıştı: O onuru elleriyle elde etmek üzereydi, ve bu eş zamanlı bir biçimde, yaşamının en büyük hayal kırıklığına katkıda bulunmuş olanlar ile ödeşen bir şekilde gerçekleşecek olursa, çok daha iyi olacaktı. O kafa karışıklığının, gururun, ümitsizliğin ve kararsızlığın korkunç bir oyunu altına girmişti. Ve, Yudas’ın, İsa’nın ihaneti düzenlemek için Kaiaphas’ın evinin yolu üzerinde bulunuşunun başlıca amacının para olmaması kesin bir biçimde anlaşılmalıdır.
177:4.5 (1925.2) Yudas Kaiaphas’ın evine yaklaştığında, İsa ve kendisinin akran havarilerini terk etmenin nihai kararına varmıştı ve, cennetin krallığı amacını terk etmek için bu şekilde kararını vermiş olarak o, İsa ve krallığın yeni müjdesi ile kendisini ilk ilişkilendirişinde kendisine bir zamanlar verileceğini düşünmüş olduğu onurun ve ihtişamın olabileceği kadar büyük bir kısmını kendisi için elde etmeye kararlıydı. Havarilerin hepsi bir kez Yudas ile bu gelecek amacını paylaşmıştı ancak, zaman ilerledikçe, onlar gerçekliğe hayran kalmayı ve İsa’yı derinden sevmeyi öğrendiler, en azından bunların hepsini Yudas’dan daha fazla gerçekleştirdiler.
177:4.6 (1925.3) İhanetçi Kaiaphas ve Musevi yöneticilerine onun kuzeni tarafından sunulmuştu; onun kuzeni onlara, Yudas’ın, kendisinin İsa’nın ince öğretileri tarafından yanlış yönlendirilişine izin vermedeki hatasını keşfetmiş bir halde, Celileli ile olan ilişkisine dair kamuya açık ve resmi bir terki duyurmayı arzular ve aynı zamanda Yudea kardeşlerine olan güvenini ve birlikteliğini yeniden onaylamayı ister bir konuma geldiğini açıklamıştı. Yudas’ın bu sözcüsü konuşmasına devam edip, İsa gözaltına alınışının İsrail’in huzuru için en iyi şey oluşunu Yudas’ın tanıdığını açıklamıştı ve, Yudas’ın yanlış içindeki bu türden bir harekete katılmasından duymuş olduğu kederin kanıtı ve bu aşamada Musa’nın öğretilerine geri dönüşündeki içtenliğinin göstergesi olarak, İsa’nın tutuklanışı kararını taşıyan baş muhafız ile birlikte, İsa’nın gözaltına sessiz bir biçimde alınması ve böylece kalabalıkları kızdırmadan ve Hamursuz’a kadar onun tutuklanışının ertelenilme gerekliliğinden kaçınılmasını ayarlamak için kendisini Sanhedrin’e sunar halde gelmiş olduğunu.
177:4.7 (1925.4) Onun kuzeni konuşmasını tamamladığında, o Yudas’ı sunmuş olup, yüksek din-adamına yaklaşan bir biçimde öne çıkar halde Yudas şunu söylemişti: “Kuzenimin söz vermiş olduğu her şeyi yapacağım; ancak, sizler, bu hizmet için bana neyi vermeye gönüllüsünüz?” Yudas, taş kalpli ve burnu çok büyük Kaiapas’ın yüzüne gelen saygı duymaz ve hatta tiksinme bakışı anlar halde gözükmemişti; Kaiaphas’ın kalbi, kendisinin sahip olduğu ihtişamla yüklü ve kendisini yüceltme tatminini arzular haldeydi.
177:4.8 (1926.1) Ve, bunun ardından, Kaiaphas ihanetkara bakışlarını indirirken, şunu söyledi: “Yudas, muhafızların başına git ve o görevli ile Üstün’ü bizlere ya bu gece ya da ertesi gece getirmeyi ayarla; ve, o senin tarafından bizlerin ellerine ulaştırıldığında, sen bu hizmetin ödülünü alacaksın.” Yudas bunu duyduğunda, o doğrudan bir biçimde baş din-adamlarının huzurundan ayrılıp, İsa’nın yakalanma biçimine dair mabet koruyucularının başına danışmaya gitti. Yudas, İsa’nın bu zaman zarfında kamptan ayrı olduğunu bilmekte olup, onun o akşam ne zaman geri döneceğine dair hiçbir fikre sahip değildi; ve, böylece onlar kendi aralarında İsa’nın, ertesi akşam (Perşembe günü) Kudüs insanlarının ve ziyaret eden kutsal yolcuların tamamı gece için çekildikten sonra tutuklanmasında anlaştılar.
177:4.9 (1926.2) Yudas, birçok kez bir gün bile sahip olmadığı yücelik ve ihtişam düşünceleri ile sarhoş halde kampa birlikteliklerine geri döndü. O İsa’ya, bir gün yeni krallık içinde büyük bir kişi haline gelmeyi umut ederek katılmıştı. O en sonunda, kendisinin beklemiş olduğu türden yeni bir krallığın ortaya çıkmayacağını anlamıştı. Ancak, o, beklenir haldeki bir yeni krallık içinde ihtişamı elde edemeyişin getirdiği hayal kırıklığı ile eski düzen içindeki onur ve ödüllün hemen gerçekleşecek olan takdirini değiştirmede oldukça akıllılık ettiği düşüncesinden mest olmuştu; o bu aşamada eski düzenin varlığını devam ettireceğine inanmış olup, onun İsa ve onun temsil ediği şeyi yok edeceğinden emindi. Bu bilinçli amacın en son sayılmış olan güdüsünde, Yudas’ın İsa’ya ihanet edişi, davranışının Üstüne ve onun eski birlikteliğine ne getirebileceğini hiçe sayan halde, sahip olduğu düşünce yalnızca kendi öz güvenliği ve ihtişamı olan bencil bir tek edicinin korkakça eylemiydi.
177:4.10 (1926.3) Ancak, o her zaman bu yol üzerindeydi. Yudas uzunca bir süre boyunca, aklında giderek yer kazanan bu kasıtlı, kararlı, bencil ve intikam dolu bilinci içine girmiş haldeydi, ve o kalbinde, intikam ve sadakatsizliğin bu nefret dolu ve kötülük içindeki arzuları geçirmekteydi. İsa, her nasıl diğer havarileri derinden sevmiş ve onlara güvenmişse, Yudas’ı öyle sevmiş ve ona öyle güvenmişti; ancak, Yudas, bunun karşılığında sadık güveni geliştirememiş ve samimi derin sevgiyi deneyimlemememişti. Ve, bir kez benliğin amacını peşine düşmeye tamamiyle adanıldığında ve kin içindeki ve uzunca bir süredir baskılanan intikam tarafından en yüksek derecede güvenildiğinde, geleceğe dair amaçlar ne kadar da tehlikeli hale gelebilmektedir! Bakışlarını yalnızca zamanın gölgesel ve geçici alıcılıklarına dikerken, kutsal değerlerin ve gerçek ruhsal gerçekliklerin ebedi dünyalarına ait sonsuz erişimlerin daha yüksek ve daha gerçek kazanımları karşısında gözleri görmez hale gelen bu budala kişilerin yaşamlarında hayal kırıklığı ne de yıkıcı bir şeydir. Yudas aklında dünyasal onuru elde etmenin derin arzusunu duymuş olup, bu arzuyu tüm kalbi ile derinden sever hale gelmişti; diğer havariler benzer bir biçimde akıllarında bu aynı dünyasal onuru derinden arzu etmişti; ancak, kalpleri ile onlar İsa’yı derinden sevmiş ve onun öğretmiş olduğu gerçeklikleri derinden sevmeyi öğrenmek için ellerinden gelenlerinin en iyisini yapmaktaydı.
177:4.11 (1926.4) Yudas bu zaman zarfında fark etmedi ama o, Vaftizci Yahya’nın başı Hirodes tarafından ayrıldığından beri İsa’nın bilinç-dışı bir eleştiricisi haline gelmişti. Kalbinde Yudas her zaman, İsa’nın Yahya’yı kurtarmayışı gerçekliğine alınmıştı. Sizler, İsa’nın bir takipçisi haline gelişinden önce Yudas’ın Yahya’nın bir takipçisi olduğunu unutmamalısınız. Ve, Yudas’ın nefret çeperleri içinde gömmüş olduğu bu insani alınmanın ve güçlü hayal kırıklığının tüm bu birikimi onun bilinç-altında oldukça düzenli hale gelmiş olup, İsa’nın düşmanlarının zeki alaylarına ve ince eğlenişlerine kendisini maruz bırakırken kardeşlerinin destekçi etkisinden kendisini bir kez ayırmaya cüret ettiğinde onu ele geçirecek düzeyde büyümeye hazırdı. Yudas’ın ümitlerinin güçlüce yeşermesine izin verdiği her seferde, İsa onları parçalara ayıracak bir şey yapmakta veya bir şey söylemekteydi; Yudas’ın kalbinde her zaman güçlü bir biçimde alınışın bir yara oluşmaktaydı ve, bu yaralar çoğalırken, yakın bir süre içinde, oldukça zedelenmiş haldeki, kalp, bu iyi niyetli ancak korkak ve benmerkezci kişilik üzerine olan bu tatsız deneyime neden olmuş kişi için her türlü gerçek şefkati yitirmişti. Yudas bunun farkına varmamıştı, ancak o bir kokaktı. Bunun uyarınca o her zaman, kolay bir biçimde erişebileceği görünen güç veya ihtişamı elde etmeyi sıklıkla reddetmesine neden olmuş güdüyü İsa’nın korkaklığı olarak görmeye eğilim göstermişti. Ve, her fani kişi, sevginin, bir seferinde içten konumda bulunduğu halde bile, hayal kırıklığıyla, kıskançlıkla ve uzun süre devam etmiş alınmayla nihai bir biçimde mevcut nefrete dönüşebileceğini oldukça iyi bilmektedir.
177:4.12 (1927.1) En sonunda baş din-adamları ve kıdemliler birkaç saatliğine rahat nefes almışlardı. Onlar İsa’yı kamu önünde tutuklamak zorunda değillerdi; ve, ihanet içindeki bir yardımcı olarak Yudas’ı teminat alına almanın, İsa’nın, geçmişte birçok kez gerçekleştirmiş olduğu gibi kendilerinin yetki alanından kaçamayacak oluşunu kesinleştirmişlerdi.
177:5.1 (1927.2) Çarşamba olduğu için, kamptaki bu akşam bir grup vaktiydi. Üstün, ümitsizlik içindeki havarilerini neşelendirmeye çabalamıştı ancak, bu neredeyse imkânsızdı. Onların tümü, ne düşüneceklerini bilmez konuma getirecek ve onları ezecek yaşanmışlıkların kendilerini beklemekte oluşunun farkına varmaya başlamaktaydı. Onlar neşeli olamamaktaydı, Üstün onların çok önemli olaylara sahne olmuş ve derin sevgi dolu birlikteliğinin yıllarının üzerinden geçtiğinde bile. İsa, havarilerinin tümünün aileleri hakkında özenli bir soruda bulunmuştu; ve, Davud Zübeyde’ye doğru bakar bir halde, içlerinden herhangi birinin yakın zaman içinde kendi annesi, en küçük kız kardeşi ve ailesinin diğer üyelerinden bir haber alıp almadığını sormuştu. Davud ayaklarına doğru bakışlarını indirdi; cevap vermeye korkmuştu.
177:5.2 (1927.3) Bu, kalabalıkların desteğine karşı dikkatli olmalarına dair İsa’nın takipçilerine uyarıda bulunmuş olduğu yaşanmışlıktı. O, tekrar eden bir biçimde insanların oluşturduğu büyük kalabalıkların coşku dolu bir biçimde kendileri her yere takip ettiği ve daha sonrasında ise aynı kararlılıkla sırtlarını çevirdikleri ve daha önceki inanış ve yaşamlarına geri döndükleri zamanki Celiledeki deneyimlerini hatırlatmıştı. Ve, bunun ardından, İsa şunu söyledi: “Ve, bu nedenle, sizler kendinizin, bizleri mabette dinlemiş ve öğretilerimize inanır görünmüş büyük kalabalıklar tarafından aldanmanıza izin vermemelisiniz. Bu kalabalıklar gerçekliği dinlemekte ve ona akıllarıyla yüzeysel olmayan bir biçimde inanmaktadır; ancak, onların çok azı gerçekliğe dair sözün yaşayan köklerle kalplerine saplanmasına izin vermektedir. Müjdeyi yalnızca akıllarında bilenler, ve kalplerinde deneyimlememiş olanlar, gerçek zorluk geldiğinde destek için yaslanılamazlar. Musevilerin yöneticileri İnsan Evladı’nı yok etmek için bir karara vardığında, ve onlar tek bir ağza düşmüş hale geldiğinde, bu ne yaptıklarını bilmez ve gözleri görmez yöneticilerin müjde gerçekliğine ait öğretmenleri ölümlerine götürürlerken, kalabalıkların ya umutsuzluk için kaçacağını yâda sessiz hayret içinde orada öyle duracağını göreceksiniz. Ve, bunun ardından, düşmanlık ve idam bizlerin başına geldiğinde, gerçekliği derinden sevdiğini düşündüğünüz diğerleri bile etrafa dağılacak ve onlardan bazıları müjdeyi bıraktıklarını duyuracak ve sizleri terk edecek. Bizlere oldukça yakın bulunmuş bazı kişiler hâlihazırda, bizleri yalnız bırakmak için son kararlarını vermişlerdir. Sizler bugün, şimdi bizler üzerinde olan bu zamanların hazırlığı içinde dinlendiniz. Bu nedenle, bekleyin ve dua edin ki, tam da önünüzde uzanan günler için güçlü hale gelebilesiniz.
177:5.3 (1927.4) Kampın havası, tarif edilmez bir gerginlik ile dolmuştu. Sessiz ulaklar, yalnızca Davud Zübeyde ile iletişime geçer bir halde, gelip gitmekteydi. Akşam vakti gelmeden önce belli başlı kişiler, Lazarus’un Bethani’den acele ile kaçmış olduğunu öğrenmişti. Yahya Markus, her ne kadar bütün bir günü Üstün’ün refakati içinde geçirmiş olmasına rağmen, kampa geri döndüğünden beri tamamiyle sessiz haldeydi. Konuşmasına ikna etmek için her çaba yalnızca, İsa’nın kendisini konuşmamasını söylediğine işaret etmişti.
177:5.4 (1928.1) Üstün’ün neşesi ve onun alışılmadık toplumsal canlılığı kendilerini korkutmuştu. Onların tümü, ezici anlığı ve kaçınılmaz terörü ile üzerlerine inecek olduğunu fark etmiş buldukları, korkunç yalnızlığın kesin bir biçimde üzerlerine gelmekte olduğunu hissetmişti. Onlar az da olsa neyin gelmekte olduğunu keşfetmiş olup, aralarından hiçbiri sınav ile yüzleşmek için kendilerini hazır hissetmemişlerdi. Üstün tüm gün boyunca aralarından ayrıydı onlar kendilerini çok fazlasıyla özlemişlerdi.
177:5.5 (1928.2) Bu Çarşamba öğleden sonrası, Üstün’ün ölümünün mevcut saatine kadar ruhsal düzeylerinin en düşük konumu temsil etmektedir. Her ne kadar ertesi gün, acı Cuma’ya bir gün daha yakın olsa da, hala Üstün kendileriyle birlikteydi; ve, onlar bu birlikteliğin endişeli saatlerini daha şükran içinde geçirmişlerdi.
177:5.6 (1928.3) İsa, yeryüzü üzerinde seçmiş olduğu ailesi ile birlikte sonuna kadar sahip olduğu son gece uykusu olduğunu bilir bir halde, gece için onları gönderirken şunu söylemişti: “Uykunuza gidin, benim kardeşlerim, sabah doğana kadar huzur üzerinize olsun; Baba’nın iradesini gerçekleştirmek ve bizlerin onun evlatları olduğumuzu bilmenin neşesini deneyimlemek için bir gün daha var.”
Urantia’nın Kitabı
178. Makale
178:0.1 (1929.1) İSA, beden içinde vücutlaştırılmış bir kutsal evlat olarak yeryüzü üzerindeki son özgür günü olarak, bu Perşembe’yi, havarileriyle ve birkaç sadık ve adanmış takipçi ile geçirmeyi planlamıştı. Bu güzel sabah kahvaltı vaktinden kısa bir süre sonra, Üstün onları kamplarının üzerinde yakın bir uzaklıkta bulunan saklı bir yere götürüp, onlara birçok yeni gerçeklik öğretmişti. Her ne kadar İsa, günün erken akşam saatleri boyunca havarilerine başka konuşmalarda bulunmuş olsa da, Perşembe öğle öncesi yapılan bu konuşma, hem Museviler hem de gentileliler olarak, havarilerden ve seçilmiş takipçilerden meydana gelen bu karışık kamp topluluğuna yapmış olduğu elveda konuşmasıydı. On ikilinin tümü, Yudas dışında, mevcut haldeydi. Petrus ve havarilerin birkaçı onun yokluğuna işaret etmişti; ve, onlardan bazıları, muhtemel bir biçimde yaklaşan Hamursuz kutlamalarının detaylarını düzenlemek amacı içinde, İsa’nın kendisini şehre bir şey için göndermiş olduğunu düşünmüştü. Yudas kampa, İsa’nın on ikiliyi Son Akşam Yemeği’ne katılmak için götürüşünden kısa bir süre öncesi olarak, öğleden sonrasının ortasına kadar geri dönmemişti.
178:1.1 (1929.2) İsa, neredeyse iki saat boyunca yaklaşık elli kişiden meydana gelen güvendiği takipçisine konuşmada bulunmuş olup, Tanrı ile olan evlatlığın dünyasal hükümetler içindeki vatandaşlık ile olan ilişkisi olarak, cennetin krallığının bu dünyanın krallıkları ile olan ilişkisi hakkında birçok soruyu cevaplamıştı. Bu konuşma, onun sorulara vermiş olduğu cevaplar ile birlikte, çağdaş dil içinde şu şekilde özetlenip, yeniden ifade edilebilir:
178:1.2 (1929.3) Maddi halde, bu dünyanın krallıkları, kanunlarının uygulanışında ve düzenin idaresinde fiziksel gücü uygulamayı sıklıkla gerekli görebilir. Cennetin krallığında gerçek inananlar fiziksel kuvvetin uygulanışına başvurmayacaklardı. Tanrı’nın ruhaniyet-doğumu evlatlarıyla olan bir ruhsal kardeşlik halinde, cennetin krallığı, yalnızca ruhaniyetin gücü ile duyurulabilir. Bu farklılık, inananlardan meydana gelen krallık ilişkileri ile din-dışı yönetimlerden olan ilişkiler ile ilgili olup, inananlardan meydana gelen toplumsal grupların konumları içinde düzeni idare etme ve güvenilmez ve değerli olmayan üyeleri üzerinde disiplini uygulama haklarını boşa çıkarmamaktadır.
178:1.3 (1929.4) Ruhsal krallık içindeki evlatlık ile din-dışı veya diğer bir değişle sivil yönetim içindeki vatandaşlık arasında bağdaşmaz nitelikte bulunur hiçbir şey yoktur. Sezar’a ait olanları Sezar’a, Tanrı’ya ait olanları Tanrı’ya emanet etmek inananın görevidir. Bir Sezar Tanrı’nın ayrıcalıklarını ele geçirmeye ve ruhsal saygınlığın ve en yüce ibadetin kendisine teslim edilmesini talep etmeye cüret edişi dışında, biri maddi diğeri ise ruhsal olan bu iki gereklilik arasında hiçbir uyuşmazlık bulunamaz. Böyle bir durumda sizler yalnızca Tanrı’ya ibadet edecekken, bu türden yanlış yönlendirilmiş dünyasal yöneticileri aydınlatmaya ve bu şekilde onları da cennet içindeki Baba’nın tanınışına yönlendirmeyi amaçlayacaksınız. Sizler, dünyasal yöneticilere ruhsal ibadeti teslim etmeyeceksiniz; ne de sizler, sahip oldukları yöneticiler zaman zaman inananlar haline geldiğinde, yeryüzüsel hükümetlerin fiziksel kuvvetlerini ruhsal krallığın görevine ait çalışmalarını derinleştirmek için kullanacaksınız.
178:1.4 (1930.1) Krallık içindeki evlatlık, ilerleyen medeniyetin bakış açısından değerlendirildiğinde, bu dünyanın krallıklarının ideal vatandaşları haline gelmenizde sizlere destek olmalıdır, çünkü kardeşlik ve hizmet krallığın müjdesinin köşe taşlarıdır. Ruhsal krallığın derin sevgi çağrısının, dünyasal krallıkların sahip olduğu inanmayan ve savaş-aklındaki vatandaşlarının nefret uyarımının etkili bir yok edicisi olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak, karanlık içindeki bu maddi akıldaki evlatlar, sizler, her bir bireysel inananın yaşam deneyiminde ruhaniyete ait meyve hasadının doğal sonuçları halindeki fedakâr toplumsal hizmetle onlara yaklaşmadıkça sahip olduğunuz ruhsal ışığını hiçbir zaman bilemeyeceklerdir.
178:1.5 (1930.2) Fani ve maddi insanlar olarak, sizler geçekten de, dünyasal krallığın vatandaşlarısınız; ve, sizler iyi vatandaşlar olmalısınız; cennetsel krallığın ruhsal evlatları olarak yeniden doğmuş olmanız daha da iyi olan bir şeydir. Cennetin krallığının inanç tarafından aydınlatılmış ve ruhaniyet tarafından özgürleştirilmiş evlatları olarak sizler, insana ve Tanrı’ya olan çifte bir sorumluluk ile yüzleşmektesinizdir; bunun yanı sıra sizler üçüncü ve kutsal bir ödevi gönüllü bir biçimde üstlenirsiniz: Tanrı-bilen inananların kardeşliğine olan hizmet.
178:1.6 (1930.3) Sizler, zamansal yöneticilerinize ibadet etmeyebilirsiniz; ve, sizler, ruhsal krallığın genişletişinde zamansal gücü kullanmamalısınız; ancak, sizler, inananlara ve inanmayanlara eşit düzeyde sevgi dolu hizmetin doğru yardımını sergilemelisiniz. Krallığın müjdesinde kudretli Gerçekliğin Ruhaniyeti ikamet etmekte olup, yakın bir süre içinde ben tam da bu ruhaniyeti tüm bedene aktaracağım. Sizlerin içten ve sevgi dolu hizmetiniz olarak, ruhaniyetin meyveleri, karanlığa ait ırkları kaldırmak için kudretli bir kaldıraç olup, Gerçekliğin Ruhaniyeti sizlerin güç-çoğaltıcı dayanağınız haline gelecektir.
178:1.7 (1930.4) İnanmayan sivil yöneticiler ile olan ilişkilerinizde bilgelik sergileyin ve ussunuzu kullanın. Ayrım gücü ile, küçük anlaşmazlıkları gidermede ve çok az öneme sahip yanlış anlaşmaları düzenlemede uzman olduğunuzu gösterin. Olası her şekilde — evrenin yöneticilerine olan ruhsal bağlılığınızdan feragat etmeyen her biçimde — insanların tümü ile huzur içinde yaşamayı amaçlayın. Her zaman yılanlar kadar bilge olun, ancak güvercinler kadar da zararsız.
178:1.8 (1930.5) Sizler, krallığın aydınlanmış evlatları haline gelmenin bir sonucu olarak, din-dışı yönetimin çok daha iyi vatandaşları haline geleceksiniz; bu nedenle, dünyasal yönetimlerin yöneticileri, cennetsel hükümetin bu müjdesine inanmanın bir sonucu olarak, sivil meselelerde daha iyi yöneticiler haline gelecektir. İnsana olan fedakâr hizmetin ve Tanrı’ya olan ussal ibadetin tümü, tüm krallık inananlarını daha iyi dünya vatandaşları haline getirmelidir; bu gerçekleşirken, bir kişinin sahip olduğu zamansal ödeve gösterdiği dürüst vatandaşlığın ve içten bağlılığın tutumu, böyle vatandaşı cennetsel krallık içinde evlatlığa olan ruhsal çağrı tarafından daha kolay ulaşılır hale getirmektedir.
178:1.9 (1930.6) Yeryüzü hükümetlerine ait yöneticiler dini diktatörlerin yönetim yetkisini uygulama amacı gösterdikçe, bu müjdeye inanan sizler yalnızca kargaşayı, haksız yargılanmayı ve hatta ölümü beklemelisiniz. Ancak, bu dünyaya taşımakta olduğunuz tam da o ışık, ve krallığın bu müjdesi için sıkıntı çekme ve ölme biçiminiz, kendi içinde, nihai olarak tüm dünyayı aydınlatacak ve siyaset ve dinin kademeli boşanmasıyla sonuçlanacaktır. Krallığın bu müjdesinin devamlı duyuruluşu bir gün, milletlerin tümüne yeni ve inanılmaz bir kurtuluşu, ussal özgürlüğü ve dini bağımsızlığı getirecektir.
178:1.10 (1931.1) Neşenin ve özgürlüğün bu müjdesinden nefret edenler tarafından yakın bir süre içinde gelecek olan haksız yargılamalar altında sizler serpilecek olup, krallık büyüyecektir. Ancak, sizler, insanların çoğunun krallık inananları hakkında iyi şeylerden bahsettiği ve yüksek makamlarda olan birçok kişinin neredeyse tamamen cennetsel krallığın müjdesini kabul ettiği zamanlar olarak ilerleyen süreçte büyük bir tehlike içinde bulunacaksınız. Huzurun ve refahın dönemlerinde bile krallığa doğru olmayı öğrenin. Kolaycılığı arayarak doğru olandan ayrılan ruhlarınızı kurtarmak için tasarlanmış sevgi dolu bir disiplin olarak yüksek-denetimde bulunan meleklerin, sizlere zorlu yollarda rehberlik etmesine neden olmamaya gayret edin.
178:1.11 (1931.2) Sizlere — Baba’nın iradesini yerine getirmenin en üst düzeydeki arzusu ile birlikte Tanrı ile olan evlatlığın inanç gerçekleşiminden doğan en yüksek neşe olarak — krallığın bu müjdesi görevinin verilmiş olduğunu hatırlayın; ve, kendinizi, bu tek göreve olan adanmışlıktan alıkoymaya neden olacak hiçbir şeye izin vermemelisiniz. İnsanlığın tümünün, sevgi dolu ruhsal yardımınızın, aydınlatıcı ussal birlikteliğinizin ve canlandırıcı toplumsal hizmetinizin taşkınlığından faydalanmasına izin verin; ancak, bu insani emeklerin hiçbiri, veya tamamı, müjdenin duyuruluşunun yerini almamalıdır. Bu kudretli yardımlar; yaşayan Gerçekliğin Ruhaniyeti ve ruhaniyetten doğmuş bir kişinin ebedi Tanrı ile olan yaşayan birlikteliğinin teminatını tanımasından doğal kişisel farkındalık ile krallık inananının kalbinde gerçekleşen daha bile kudretli ve ulvi yardımlar ve dönüşümlerin toplumsal yan ürünleridir.
178:1.12 (1931.3) Sizler, sivil yönetimlerin gücüyle veya din-dışı yasaların uygulanışı ile gerçekliği duyurmaya veya doğruluğu sağlamaya çalışmamalısınız. Sizler her zaman, insanların akıllarını ikna etmeye emeği verebilirsiniz; ancak, sizler hiçbir zaman onu zorlama cüreti göstermemelisiniz. Sizler, olumlayıcı bütünlüğü içinde sizlere öğretmiş olduğum insani hakkaniyetin muhteşem yasasını hiçbir zaman unutmamalısınız: İnsanların sizlere neyi yapmasını istiyorsanız, karşılık beklemeden bile bunu onlara gerçekleştirin.
178:1.13 (1931.4) Bir krallık inananı sivil yönetime hizmet etmek için çağrıldığında, bu kişinin bu türden bir hizmeti böyle bir hükümetin bir dünyasal vatandaşı olarak gerçekleştirmesine izin verin, her ne kadar bu türden bir inanan sivil hizmeti içinde, ebedi Tanrı’nın ikamet eden ruhaniyeti ile birlikte fani insan aklının soylulaştırıcı birlikteliğinin ruhsal aydınlanması tarafından derinleştirilmiş olan vatandaşlığın tüm olağan niteliklerini gösterecek olsa da. Eğer inanmayan bir kişi daha üst düzeyde bir sivil hizmetkâr olarak yetkinliğe sahip olabiliyorsa, sizler ciddi bir biçimde, kalbiniz içinde bulunan gerçekliğin kölelerinin, ruhsal birlikteliğin ve toplumsal hizmetin bir araya gelmiş yaşayan sularından susuzluk içinde ölmediğini sorgulamalısınız. Tanrı ile olan evlatlığa ait bilinç, bir insan kişiliğine ait tüm içkin güçleri harekete geçiren güçlü bir uyarıma sahip hale gelen her erkeğin, kadının ve çocuğun bütüncül yaşam hizmetini çoğaltmaktadır.
178:1.14 (1931.5) Sizler, durağan gizemciler veya renksiz nefislerine işkence edenler olmayacaksınız; sizler, yaşamın ihtiyaçlarını bile sağlaması için bir hayali Keder’e rahat bir biçimde güvenir halde, hayalperestler veya kolaycılığa kaçanlar olmayacaksınız. Sizler gerçekten de, hata içindeki faniler ile olan ilişkilerinizde nazik, bilgisiz insanlar ile olan iletişimlerinizde sabırlı ve kışkırtıcı koşullar altında tahammüle sahip olacaksınız; ancak, sizler aynı zamanda, doğruluğun savunulmasında gözü pek, gerçekliğin duyuruluşunda kudretli ve, dünyanın sonuna kadar bile giden bir halde, krallığa ait müjdenin bu duyurusunu gerçekleştirmede kararlı olacaksınız.
178:1.15 (1931.6) Krallığın bu duyurusu yaşayan bir gerçekliktir. Ben sizlere onun, hamurdaki maya, hardal tohumu zerresi gibi olduğunu söyledim; ve, şimdi, ben, onun yaşayan varlığın tohumu gibi olduğunu duyuruyorum; nesilden nesile, aynı yaşayan tohum halinde kalmaya devam etse de, her seferinde kendisini yeni dışavurumlara içinde açığa çıkaran ve her bir ilerleyen neslin özel ihtiyaçları ve koşullarına olan yeni uyumun kanallarında makul bir biçimde büyüyen bir tohum olarak. Benim sizlere gerçekleştirmiş olduğum açığa çıkarılış, bir yaşayan açığa çıkarılıştır; ve, ben, her bir birey ve her bir nesil içinde onun ruhsal büyümenin, çoğalışın ve uyumsal gelişmenin kanunları uyarınca yerinde meyveleri vermesini arzuluyorum. Nesilden nesile bu müjde çoğalan canlılığı ve ruhsal gücün göstermek ve ruhsal gücün daha büyük derinliğini sergilemek zorundadır. Onun sadece, bana ve şimdi şu an yaşamış olduğumuz dönemlere dair kutsal bir hatıra, yalın bir tarihsel anlatı haline gelmesine izin verilmemelidir.
178:1.16 (1932.1) Ve, unutmayın: Bizler, Musa’nın koltuğunda oturmuş olanların bireylerine veya onların yönetim yetkilerine doğrudan hiçbir saldırıda bulunmadık; bizler yalnızca, onların oldukça hareketli bir biçimde reddetmiş oldukları, yeni ışığı onlara önerdik. Bizler onlara yalnızca, tam da öğrettiklerini ve koruduklarını söylemiş oldukları gerçekliklere olan ruhsal sadakatsizliklerini kınayan bir biçimde karşı geldik. Bizler bu kurulu önderler ve tanınmış yöneticiler ile sadece, onlar kendilerini doğrudan bir biçimde insanların evlatlarına olan krallığın müjdesinin duyurulma biçimine müdahale ettiklerinde mücadele ettik. Ve, şimdi bile, onlara saldıran bizler değiliz; bunu gerçekleştiren bizlerin yok edilişini isteyen onlardır. Sizlerin yalnızca iyi haberleri duyurmak için hareket etmekle görevlendirilmiş olduğunuzu unutmayın. Sizler, eski yollara saldırmayacaksınız; sizler, eski inanışların ortasına yeni gerçekliğin mayasını mahirane bir biçimde yerleştireceksiniz. Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin kendi işini yapmasına izin verin. Bırakın anlaşmazlığın yalnızca, gerçekliği küçük görenler bunu sizlere dayatınca gelsin. Ancak, ne yaptığını tamamiyle bilen inanmayan kişi size saldırdığı zaman, sizleri kurtarmış ve arındırmış olan gerçekliğin canlı savunmasına durmaktan çekinmeyin.
178:1.17 (1932.2) Yaşamın iniş-çıkışları boyunca her zaman birbirinizi derinden sevmeyi hatırlayın. İnsanlarla, hatta inanmayanlarla çatışmayın. Sizleri hor gören bir biçimde sizlere kötü davrananlara bile merhamet gösterin. Sadık vatandaşlar, dürüst zanaatkârlar, takdire layık komşular, adanmış akrabalar, anlayışlı ebeveynler ve Baba’nın krallığının kardeşliği içinde içten inananlar olduğunuzu gösterin. Ve, benim ruhaniyetim sizler üzerine olacaktır, şimdi ve dünyanın sonuna kadar bile.
178:1.18 (1932.3) İsa bu öğretiyi tamamladığında saat neredeyse bir olup, ve onlar derhal, Davud ve onun birlikteliklerinin kendileri için öğen yemeğini hazır hale getirmiş oldukları yer olan, kampa geri döndüler.
178:2.1 (1932.4) Üstün’ün dinleyicilerinin çoğu, onun öğle öncesi konuşmasının bir kısmına bile katılamamıştı. Kendisini duymuş olanların tümü içinde, Yunanlılar en fazla şeyi anlamış olanlardı. On bir havari bile, kendisinin gelecekteki siyasi krallıklara ve krallık inananlarının ilerleyen nesillerine dair atıfları karşısında kafa karışıklığına düşmüşlerdi. İsa’nın en adanmış takipçileri, müjde etkinliklerinin bu türden geniş bir geleceğine olan atıflar ile onun dünyasal hizmetinin yaklaşan sonunu bir araya getiremiyordu. Bu Musevi inanlardan bazıları, dünyanın en büyük acı olayının gerçekleşecek oluşunu hissetmeye başlamışlardı ancak, onlar, yaklaşan felaket ile Üstün’ün neşe içindeki önemsemez kişisel tutumu veya, içinde onun sıklıkla zamanın geniş dönemleri boyunca uzanan ve birçok ve ilerleyen zamansal krallığı içine alan ilişkiler halinde, cennetsel krallığın gelecekte ilişkilerine imada bulunmuş olduğu, onun öğlen öncesi konuşmasını bağdaştıramıyorlardı.
178:2.2 (1932.5) Bu günün öğle sularında, havarilerin ve takipçilerin tümü, Lazarus’un alelacele Bethani’den gerçekleştirmiş olduğu kaçışı öğrenmişti. Onlar, Musevi yöneticilerinin İsa ve onun öğretilerinin kökünü kazımaya dair korkunç kararlılığını hissetmeye başlamışlardı.
178:2.3 (1932.6) Davud Zübeyde, Kudüs’teki gizli hafiyelerinin faaliyetleriyle, İsa’yı tutuklamaya ve öldürmeye dair planın ilerleyişinden bütünüyle haberdar edilmişti. O, bu kumpas içinde Yudas’ın bir rol oynayışına dair her şeyi biliyordu; ancak, o bu bilgiyi hiçbir zaman, diğer havarilere veya takipçilerin herhangi birine açık etmemişti. Öğlen yemeğinden kısa bir süre sonra o İsa’yı kenara çekip, cüretli bir biçimde onun bilip bilmediğini sormuştu — ancak o hiçbir zaman sorusunu tamamlayamamıştı. Üstün, elini kaldırır bir halde, şunu söyleyerek, kendisini durdurdu: “Evet, Davud, bunların hepsini biliyorum, ve ben senin bildiğini de biliyorum; ancak, bunu kimseye söylememeye dikkat et. Sadece, kalbinde, Tanrı’nın iradesinin sonunda üstün geleceğinden kuşkun olmasın.”
178:2.4 (1933.1) Davud ile olan bu konuşma, Abner’in İsa’yı öldürme planını duymuş olduğu ve onun Kudüs için ayrılmayı soruşu haberini Philadelphia’dan getiren bir ulağın varışı ile kesilmişti. Bu koşucu derhal, Abner için şu haber ile Philadelphia’nın yolunu tutmuştu: “Çalışmana devam et. Eğer ben aranızdan beden içinde ayrılacak olursam, bu yalnızca sizlere ruhaniyet içinde geri dönebileceğim anlamına gelmektedir. Ben sizleri yalnız bırakmayacağım. Sizlerle sonuna kadar birlikte olacağım.”
178:2.5 (1933.2) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında Filip Üstün’e gelip, şunu sordu: “Üstün, Hamursuz vaktinin yaklaştığını görür bir halde, yemek için onu nerede hazırlamamızı istiyorsun?” Ve, İsa Filip’in sorusunu duyduğunda, şu cevabı vermişti: “Git ve Petrus ve Yahya’yı getir; ben sizlere bu gece beraber yiyeceğimiz akşam yemeği ile ilgili yönergeleri vereceğim. Hamursuz hususunda ise sen, bizler ilk önce bunu gerçekleştirdikten sonra ne yapılması gerektiğini düşüneceksin.
178:2.6 (1933.3) Yudas Üstün’ün Filip ile bu hususlar hakkında konuştuğunu duyduğunda, onların konuşmasını uzaktan duyabilmek amacıyla yakınlaşmıştı. Ancak, yakında durur halde, Davud Zübeyde harekete geçip, Filip, Petrus ve Yahya Üstün ile konuşmak için kenara çekilirlerken, Yudas ile konuşma başlatmıştı.
178:2.7 (1933.4) İsa üçlüye şunu söylemişti: “Derhal Kudüs’e gidin, ve kapıdan girerken sizler, bir su testisini taşıyan bir kişiyle karşılaşacaksınız. O sizlerle konuşacak, ve bunun ardından sizler onu takip edeceksiniz. O sizleri belirli bir eve götürdüğünde, onunla birlikte içeri girin ve bu evin iyi sahibine, ‘Üstün’ün havariler ile akşam yemeği misafir odası nerede?’ diye sorun. Ve, sizler bu şekilde soru sorduğunuzda, bu ev sahibi sizlere tamamiyle döşeli ve bizler için hazır haldeki büyük bir yukarı odayı gösterecek.”
178:2.8 (1933.5) Havariler şehre ulaştıklarında, kapı yanında su testisi taşıyan adamı görüp, onun peşinden kendisini, ufaklığın babasının kendilerini karşıladığı ve onlara akşam yemeği için hazır haldeki yukarı odayı gösterdiği, Yahya Markus’un evine takip etmişti.
178:2.9 (1933.6) Ve, tüm bunların hepsi, tepelerde yalnız oldukları bir önceki günün öğleden sonrası boyunca Üstün ve Yahya Markus arasında gerçekleşen bir anlaşmanın sonucu olarak yaşanmıştı. İsa, havariler ile olan bu son yemeği rahatsız edilmemesinden emin olmak istemişti; ve, Yudas’ın buluşma yerlerinin mekânın önceden bilebilmesi olasılığı üzerine, o Yahya Markus ile gizli bir düzenlemede bulunmuştu. Bu biçimde Yudas, İsa ve diğer havarilerin eşliğinde oraya ulaşana kadar onların buluşma yerlerini öğrenememişti.
178:2.10 (1933.7) Davud Zübeyde’nin Yudas ile gerçekleştirecek çok fazla işi olduğu için, Yudas çok fazla arzulamış olmasına rağmen, onun Petrus, Yahya e Filip’i takip etmesi kolayca engellenmişti. Yudas Davud’a tedarik edilecek şeyler için belirli bir miktarı verdiğinde, Davud ona: “Yudas, şu belli koşullarda yeterli olmayabilir, mevcut ihtiyaçlarımın öncesinde birazcık daha fazla parayı tedarik edebilir misin?” Ve, Yudas kısa bir süre düşündükten sonra, cevap verdi: “Evet, Davud, bence de bilgece olacaktır. Hatta, düşünüyorum da, Kudüs’teki rahatsız koşullar göze alınacak olursa, paranın tamamını sana devretmem benim için en iyisi olacaktır. Onlar Üstün’e karşı kumpas kuruyorlar, ve bana bir şey olursa, sana zarar gelmemelidir.”
178:2.11 (1934.1) Ve, böylece Davud, tüm havarisel nakit kaynakları ve yatırılmış tüm paranın faturalarını almıştı. Ertesi günün akşamına kadar havariler bu ilişkiyi öğrenmemişti.
178:2.12 (1934.2) Üç havari geri dönüp İsa’yı akşam yemeği için her şeyin hazır oluşu için bilgilendirdiğinde, saat dört buçuk sularıydı. Üstün doğrudan, on iki havarisini Bethani yoluna ve oradan da Kudüs’e giden patikaya götürmek için hazırlandı. Ve, bu, on ikinin tümü ile gerçekleştirmiş olduğu en son yolculuktu.
178:3.1 (1934.3) Kidron vadisi boyunca Gethsemane Parkı ve Kudüs arasında gelip giden kalabalıklardan kaçınmayı tekrar amaçlayan bir halde, İsa ve on ikili, Bethani’den gelip şehre inen yola varmak için Zeytin Dağı’nın batı boyunu üzerinde yürümüştü. Onlar, İsa’nın Kudüs’ün yıkımı üzerine olan konuşmayı gerçekleştirmek için bir önceki beklediği yere yaklaşınca, bilinçsiz bir biçimde durmak ve şehre bakışlarını indirmek için seyahatlerine ara vermişlerdi. Onlar biraz erken buraya vardıkları için, ve İsa şehirden gün ağarana kadar geçmeyi arzulamadığı için, birlikteliklerine şunu söylemişti:
178:3.2 (1934.4) “Sizi yakın bir süre içinde neyin gerçekleşmek zorunda olduğunu söylerken oturun ve kendinizi dinlendirin. Tüm bu yıllar boyunca ben sizlerle kardeşlerim olarak yaşadım; ve, ben sizlere, cennetin krallığına dair gerçekliği öğretmiş olup, onun gizemlerini açığa çıkardım. Ve, benim Babam gerçekten de, yeryüzü üzerindeki görevim ile ilişkili olarak birçok harika şeyi gerçekleştirmiş haldedir. Sizler tüm bunun şahitleri, Tanrı ile beraber emekçi olma deneyiminin katılımcılarısınız. Ve, sizler, Baba’nın bana vermiş olduğu göreve yakın bir süre içinde geri dönmek zorunda oluşuma dair sizleri belli bir süredir uyarmış olduğum şeye benimle birlikte şahitlik edeceksiniz; ben yalın bir biçimde sizlere, krallığın görevine devam etmek için dünyada sizlerden ayrılmak zorunda olduğumu söyledim. Bu amaçla ben sizleri, Kapernaum’un tepelerinde serbest bıraktım. Sizlerin benimle sahip olduğunuz deneyimi, şimdi başkaları ile birlikte paylaşmaya hazır hale gelmelisiniz. Baba’nın beni bu dünyaya gönderdiği gibi, ben sizleri beni temsil etmek ve başlamış olduğum işi tamamlamanız için göndermek üzereyim.
178:3.3 (1934.5) “Sizler oradaki şehre keder içinde bakışlarınızı indirmektesiniz; zira, sizler, Kudüs’ün sonuna dair benim sözlerimi duydunuz. Ben sizleri, bu şehrin yıkımında yok olmayasınız ve krallığın müjdesinin duyuruluşunda gecikmeye neden olamayasınız diye öncesinden uyardım. Benzer bir biçimde ben sizleri, İnsan Evladı’nı almak için geldiklerinde, kendinizi gereksiz bir biçimde tehlikeye atmamanız için sözlerime kulak vermekle uyarıyorum. Ben gitmek zorundayım; ancak, sizler, tıpkı Tanrı’nın ihtişamının bilinebilmesi için yaşaması amacıyla Lazarus’un insanın gazabından kaçmasını emrettiğim gibi, gittiğim zaman bu müjdeye şahitlik eden bir biçimde burada bulunmaya devam edeceksiniz. Eğer ayrılmam Baba’nın iradesi ise, yapabileceğiniz hiçbir şey kutsal planı rahatsız edemeyecektir. Onların sizleri de öldürmemesi için sözlerime kulak verin. Ruhlarınızın, ruhaniyet gücü ile müjdenin korunuşunda gözü pek olmasını sağlayın; ancak, İnsan Evladı’nı korumak için herhangi bir budalaca girişimde bulunmanın yanlış yönlendirilişine düşmeyin. Ben, insan eliyle gelecek hiçbir savunmaya ihtiyaç duymamaktayım; cennetin orduları şu an bile elimin yakınındadır; ancak, ben, cennet içindeki Babamın iradesini gerçekleştirmeye kararlıyım; ve, bu nedenle, bizler, oldukça yakın bir süre içinde bizlere gelecek olan şeylere kendimizi teslim etmek zorundayız.
178:3.4 (1934.6) “Bu şehrin yıkıldığını gördüğünüzde, kendinizin hâlihazırda, cennetin sürekli yükselen krallığında, hatta cennetlerin cennetinde bile, sonsuz hizmetin ebedi yaşamına girmiş olduğunuzu unutmayın. Sizler Babamın evreninde ve benimkinde birçok âlemin olduğunu, ve orada ışığın çocuklarını, inşaatçısı Tanrı olan şehirlerin ve yaşam alışkanlığı gerçeklik içindeki doğruluk ve neşe olan dünyaların açığa çıkarılışı beklemektedir. Ben cennetin krallığını burada yeryüzü üzerinde sizlere getirmiş bulunmaktayım; ancak, ben sizlere, inançla oraya girecek ve gerçekliğin yaşayan hizmeti vasıtasıyla orada bulunmaya devam edecek sizlerin tümünün kesin bir biçimde yukarıdaki dünyalara yükseleceğini ve benimle birlikte Babamızın ruhaniyet krallığında oturacağını duyurmaktayım. Ancak, ilk önce sizler kendinizi korumalı ve benimle birlikte başlamış olduğunuz işi tamamlamalısınız. Sizler ilk önce fazlasıyla sıkıntı sürecinden geçmek ve birçok kederden muzdarip olmak durumundasınız — ve, bu sınavlar şimdi bizler üzerinedir; ve, yeryüzü üzerindeki işinizi tamamladığınızda, benim neşeme katılacaksınız; tıpkı benim yeryüzü üzerinde Babamın işini tamamlayıp, onun kollarına geri dönmek üzere oluşum gibi.”
178:3.5 (1935.1) Üstün konuştuğunda, ayağa kalktı ve onların hepsi kendisini Zeytin Dağı’ndan aşağı doğru takip etti. Üçü dışında, havarilerin hiçbiri, yaklaşan karanlıkta dar sokaklar boyunca ilerlerken nereye gitmekte olduklarını bilmiyorlardı. Kalabalıklar kendilerine çarpmaktaydı ancak, hiç kimse onları ne tanıdı ne de İnsan Evladı’nın krallığa ait kendisinin seçmiş olduğu elçiler ile son fani randevusu üzerinde aralarından geçmekte olduğunu bilmişti. Ve, ne de, havariler kendilerine ait birinin hâlihazırda Üstün’ü düşmanlarının eline atan bir biçimde ihanet kumpasına girmiş olduğunu bilmekteydi.
178:3.6 (1935.2) Yahya Markus onları tam da şehre kadar takip etmiş haldeydi; ve, onlar kapıdan girdiklerinde, onlar ulaştıklarında babasının evinde kendilerini karşılamak için bekler halde bulunmak amacıyla bir başka sokağa doğru koşmaya başladı.
Urantia’nın Kitabı
179. Makale
179:0.1 (1936.1) BU PERŞEMBE gününün öğleden sonrası sürecinde, Filip Üstün’e yaklaşan hamursuzu hatırlatıp, onun kutlanışı için planlarını öğrenmek istediğinde, Filip’in aklında, Cuma olarak, ertesi günün akşamında yenilmesi beklenen Hamursuz yemeği bulunmaktaydı. Hamursuz’un kutlanma hazırlıklarına bir önceki günün öğle vaktinden sonra başlamamak adetti. Ve, Museviler yeni günün güneşin ağarmasıyla başladığını hesap ettiği için, bu, Cumartesi’nin Hamursuz yemeğinin, gece saatinden bir süre öncesi olarak, Cuma gecesinde yenilmesi anlamına gelmekteydi.
179:0.2 (1936.2) Havariler, bu nedenle, onların Hamursuz’u bir gün öncesinde kutlayacaklarına dair Üstün’ün duyurusunu yorumladıkları için fazlasıyla şaşkın haldelerdi. Onlar, en azından içlerinden bazıları olmak üzere; kendisinin Cuma gecesi Hamursuz yemeği vaktinden önce tutuklanacağını bildiğini ve bu nedenle kendilerini bir araya bu Perşembe akşamı özel bir yemek için çağırdığını düşünmüştü. Diğerleri bunun yalnızca, özel Hamursuz kutlanışından önce yaşanacak özel bir etkinlik olduğunu düşünmüştü.
179:0.3 (1936.3) Havariler, İsa’nın diğer Hamursuzları koyun olmadan kutlamış olduğunu bilmekteydi; onlar, onun kişisel bir biçimde hiçbir kurbansal ayine katılmadığını bilmekteydi. İsa, birçok kez bir konuk olarak paşa koyunundan yemişti; ancak, ne zaman o ev sahibi olmuşsa, koyun sunulmamıştı. Hamursuz gecesi bile koyunun çıkarılmış olduğunu görmek havariler için büyük bir şaşkınlık kaynağı olmayacaktı ve, bu akşam yemeği bir gün öncesinden verildiği için, onun eksikliğine dair hiçbir şey düşünmemişlerdi.
179:0.4 (1936.4) Yahya Markus’un baba ve annesi tarafından uzatılmış olan hoş geldin selamları aldıktan sonra, havariler derhal yukarı odaya çıkarken, İsa geride Markus ailesi ile konuşmak için vakit geçirmişti.
179:0.5 (1936.5) Üstün’ün bu birlikteliği on iki havarisi ile yalnız bir biçimde kutlayacak oluşu öncesinden anlaşılmış haldeydi; bu nedenle, kendilerine, onları bekleyecek hiçbir hizmetçi tedarik edilmemişti.
179:1.1 (1936.6) Havarilere Yahya Markus tarafından üst kat gösterildiğinde, onlar, akşam yemeği için tamamiyle döşenmiş olan, geniş ve ferah bir odayı görmüş olup, ekmeğin, şarabın, suyun ve baharatların tamamının hazır halde masanın bir ucunda bulunuşunu gözlemlemişlerdi. Ekmek ve şarabın bulunduğu uç dışında, bu uzun masa, tıpkı varlıklı bir Musevi hanesinde Hamursuz’un kutlanışı için sağlanacak olan, uzanabilen on üç sedirle çevriliydi.
179:1.2 (1936.7) On ikili bu üst odaya girerken, kapının hemen iç kısmında, tozlu ayaklarını silmeleri için su testileri, leğenleri ve havlularını görmüşlerdi; ve, hiçbir hizmetçi bu hizmeti gerçekleştirmek için tedarik edilmemiş olduğu için, Yahya Markus kendilerinden ayrılır ayrılmaz birbirlerine bakmaya başlamışlardı ve, her biri, Ayaklarımızı kim yıkayacak? sorusuyla kendi kendisine düşünmeye başlamıştı. Ve, her biri benzer bir biçimde, böyle kendilerine hizmet eder halde hareket eden ufaklığın bunu gerçekleştirmeyeceğini düşünmüştü.
179:1.3 (1937.1) Kalplerinde sorgu içinde, onlar burada dururken, ev sahibinin daha yüksek divanının sağında bir sedirin bulunduğunu ve geri kalan on bir sedirin karşılıklı halde bu ikinci onur koltuğunun karşısında konumlandığını gören bir biçimde, masanın oturum yerleşkesini gözden geçirmişlerdi.
179:1.4 (1937.2) Onlar Üstün’ün her an içinde gelebilecek oluşunu beklemekteydi; ancak, onlar, kendi kendilerine oturmak veya onun gelişini gözleyip ve onun kendilerini yerlerine oturtmasını beklemek arasında ikileme düşmüşlerdi. Onlar tereddüt ederken, Yudas, ev sahibi koltuğunun solunda bulunur haldeki, onur koltuğuna adım atmış olup, onun burada tercih edilen konuk olarak uzanacağını işaret etmişti. Yudas’ın bu eylemi doğrudan bir biçimde diğer havariler arasında hararetli bir tartışmayı koparmıştı. Yudas onur koltuğunu yakalar yakalamaz, ev sahibinin sağındaki olarak, Zübeyde bir sonraki tercih edilen koltuğu sahiplendi. Şimon Petrus, Yudas ve Yahya’nın tercih edilen bu koltukları alması karşısında o kadar kızmıştı ki, diğer kızgın havariler bakmaya devam ederken, masa etrafında dolanıp, Yahya Zübeyde tarafından seçilmiş olan tam da karşısındaki oturma düzeninin en sonunda bulunan, en alt düzeydeki koltukta yerini almıştı. Diğerleri yüksek koltukları aldığı için, Petrus en düşük olanı tercih etmeyi düşünmüştü; ve, o bunu, sadece kardeşlerinin yakışık olmayan gururuna karşı durmak için değil, ancak, İsa geldiğinde ve kendisini en alt düzeydeki onur koltuğunda gördüğünde, onu daha yüksek bir koltuğa çağırıp, böylece onunla onuru cüret etmiş olanla yer değiştirmek amacıyla gerçekleştirmişti.
179:1.5 (1937.3) En yüksek ve en alt konumların bu şekilde tutuluşuyla, havarilerin geri kalan kısmı, hepsi yerleşene kadar, Yudas ve Petrus’un yanlarında oturdular. Onlar, U şeklindeki masa etrafında uzanan sedirlerde şu sıra içinde oturmuşlardı: sağda Üstün ve Yahya; solda, Yudas, Şimon Zelotes, Matta, Yakub Zübeyde, Andreas, Alpheus ikizleri, Filip, Nathanyel, Tomas ve Şimon Petrus.
179:1.6 (1937.4) Onlar, en azından ruhaniyet içinde, Musa’dan bile öncesine dayanan ve atalarının Mısır’da köle oldukları dönemlere atıfta bulunan bir kurumda kutlamada bulunmak için bir araya gelmişti. Bu akşam yemeği, onların İsa ile gerçekleştirmiş olduğu son randevularıydı ve, bu türden ulvi bir oturumda bile, Yudas’ın öderliği altında havariler bir kez daha, onur, tercih ve kişisel yüceltmeye dair eski arzularına yol vermeye sürüklenmişlerdi.
179:1.7 (1937.5) Onlar hala, yüzünde bir hayal kırıklığı ifadesi yavaş yavaş yerini alırken bir anlığına tereddüt etmiş olduğu yer olarak, kapı önünde ortaya çıktığında, kızgın suçlamalara kapılmış haldeydi. Yorumda bulunmadan o kendi yerine gitti, ve onların oturma düzenlerini bozmadı.
179:1.8 (1937.6) Onlar bu aşamada akşam yemeklerine başlamaya hazırdı, ancak onların ayakları hala yıkanmamış haldeydi; ve, onlar, mutlu bir akıldan başka her türlü bir konum içindeydi. Üstün vardığında, onlar hala; herkese açık bir biçimde duygularını ifade etmekten kaçınmak için yeterli duygusal denetime sahip olan bazılarının düşüncesine bile geçmeden, birbirleri hakkında hiç de takdir edici olmayan nitelikte yorumlarda bulunma içindelerdi.
179:2.1 (1937.7) Üstün’ün kendi yerine gidişinden sonra kısa bir süreliğine, bir çıt bile çıkmamıştı. İsa onların tümüne bakıp, gerginliği bir gülücükle açan bir halde, şunu söyledi: “Ben bu Hamursuzu sizlerle birlikte yapmayı fazlasıyla arzulamış haldeyim. Acıya düşmeden önce sizlerle birlikte bir kez daha yemek yemeyi istedim; ve, vaktimin gelmiş olduğunu fark etmiş halde, bu gece sizlerle birlikte bu yemeği düzenledim; zira, mesele sabaha geldiğinde, hepimiz, sahip olduğu iradeyi yerine getirmek için gelmiş bulduğum, Baba’nın ellerinde olacağız. Onun beni bu dünyaya göndermiş olduğu şeyi bitirdiğim zaman Babamın bana vereceği krallık içinde, sizler benimle oturana kadar sizlerle bir daha yemek yemeyeceğim.”
179:2.2 (1938.1) Şarap ve su karıştırıldığında, onlar İsa’ya kadehi getirmişlerdi; ve, İsa, kadehi Thaddeus’un elinden almış ve teşekkürlerini sunarken onu havada tutmuştu. Ve, o teşekkürlerde bulunmasını bitirdiğinde, şunu söylemişti: “Bu kadehi alın ve kendi aranızda paylaştırın; ve, onu içtiğinizde, bu bizlerin son akşam yemeği olduğu için üzüm meyvesini sizlerle birlikte bir daha içmeyeceğimi anlayın. Bu şekilde tekrar oturduğumuzda, vakit gelecek olan krallıkta olacaktır.”
179:2.3 (1938.2) İsa havarilerine bu şekilde konuşmaya başlamıştı, çünkü o vaktinin gelmiş olduğunu bilmekteydi. O, kendisinin Baba’ya geri döneceği vaktin gelmiş olduğunu, ve yeryüzü üzerindeki görevinin neredeyse tamamlanmış olduğunu anlamıştı. Üstün, kendisinin yeryüzü üzerinde Baba’nın derin sevgisini açığa çıkarmış olduğunu ve insanlığa onun bağışlamasını göstermiş olduğunu bilmekteydi; ve, dünyaya gelmiş olduğu şeyi, gök ve yer üzerinde tüm güç ve yönetim yetkisini alan bir konuma kadar, tamamlamış olduğunu. Benzer bir biçimde, o Yudas İşkariyot’un kendisini o gece düşmanlarının eline teslim etmede tamamiyle kararlı hale geldiğini bilmekteydi. İsa tamamiyle, bu sırları vermeye dönük ihanetin Yudas’ın işi olduğunu bütünüyle anlamıştı ancak, Yudas’ın yapmış olduğu bu şey aynı zamanda Lucifer’i, Satan’ı ve karanlığın prensi olan Caligastia’yı memnun etmişti. Ancak, o, fiziksel ölümünü sağlamayı amaçlayanlardan ne kadar korku duymuşsa, ruhsal egemenliğini bitirmeyi amaçlayanların her birinden o kadar korkmuştu. Üstün tek bir endişeye sahipti; ve, bu, seçmiş olduğu takipçilerin güvenliği ve kurtuluşuydu. Ve, böylece, Baba’nın her şeyi kendi yönetim yetkisi altına vermiş oluşunun bütüncül bilgisiyle, Üstün bu aşamada, kardeşsel derin sevginin simgesel olayını yerine getirmeye hazırlanmıştı.
179:3.1 (1938.3) Hamursuz’un ilk kadehini içtikten sonra, ev sahibinin yemekten kalkıp ellerini yıkaması adetti. Daha sonra yemekte ve ikinci kadehten sonra, davetlilerin tümü benzer bir biçimde ayağa kalkıp ellerini yıkardı. Havariler Üstünleri’nin törensel el yıkamasının bu adetlerine hiçbir zaman uymadığı için, onlar fazlasıyla, bu ilk kadehinden sonra İsa masadan kalkıp sessizce su testileri, leğenleri ve havlularının konulmuş olduğu yer olan kapı yakınına yöneldiğinde, onun neyi yapmayı amaçladığını bilme merakı içerisindelerdi. Ve, onların merakı, Üstün’ün üst kıyafetini çıkarışını, bir havlu ile kendisini kuşanışını ve ayak leğenlerinden bir tanesine su dökmeye başlayışını gördüklerinde, onların merakı hayrete dönüşmüştü. Daha tam da yeni birbirlerinin ayaklarını yıkamayı reddetmiş, ve sofradaki onur yerleri hakkında bu türden hiç de hoş bulunmayan münakaşalara katılmış olan bu on iki kişinin, İsa’nın masanın oturulmayan ucuna doğru yönelip, Şimon Petrus’un oturmuş olduğu, şölenin en alt düzeydeki koltuğuna gidişini ve bir hizmetkârın tutumu içinde eğilen bir biçimde, Şimon’un ayaklarını yıkamaya hazırlanışını gördüklerinde, bu on ikilinin deneyimlemiş olduğu hayreti hayal edin.
179:3.2 (1938.4) Üstününün yukarı doğru yönelmiş olan bakışlarına gözlerini indirmiş halde Şimon Petrus orada öylece durmaktaydı. İsa hiçbir şey söylememişti; onun konuşması gerekmemekteydi. Onun tutumu yalın bir biçimde, onun Şimon Petrus’un ayağını yıkama amacında olduğunu göstermekteydi. Beden içindeki zafiyetlerine rağmen, Petrus Üstün’ü derinden sevmişti. Bu Celileli balıkçı, İsa’nın kutsallığına tüm kalbiyle inanmış ve bu inancı bütüncül ve kamuya açık bir biçimde ifade etmiş ilk insan varlığıydı. Ve, Petrus bu andan itibaren, Üstün’ün kutsal doğasından hiçbir zaman gerçek anlamda kuşku duymamıştı. Petrus kalbinde İsa’ya öyle derinden saygı duymakta ve onu öyle onurlandırmaktaydı ki, onun ruhunun, olağan bir hizmetçinin tutumu içinde ve bir kölenin gerçekleştireceği gibi onun ayaklarını yıkamayı talep eden bir biçimde İsa’nın önünde diz çöküşü düşüncesine karşı koymuş oluşu tuhaf bir durum değildi. Petrus yakın bir süre içinde Üstüne hitap edecek bir biçimde kafasını yeteri kadar toplayabildiğinde, o, tüm akran havarilerinin kalbindeki hisleri ifade etmişti.
179:3.3 (1939.1) Kısa bir sürelik çok büyük mahcubiyetten sonra, Petrus şunu söylemişti: “Üstün, gerçekten de benim ayakları mı yıkamak istiyorsun?” Ve, bunun ardından, Petrus’un yüzüne doğru bakışlarını diker halde, İsa: “Benim birazdan yapacak olduğum şeyi bütünüyle anlamayabilirsin; ancak, daha sonra tüm bunların taşımış olduğu anlamı bileceksiniz.” Bunun ardından Şimon Petrus, uzunca bir nefes alan bir biçimde: “Üstün, sen benim ayağımı hiçbir zaman yıkamamalısın!” ve, havarilerin her biri, Petrus’un kendileri önünde İsa’nın bu şekilde alt konuma düşürmesine izin vermeyi reddedişin çok kararlı duyurusunu başlarıyla onaylamıştı.
179:3.4 (1939.2) Bu olağandışı sahnenin etkileyici etkisi ilk olarak Yudas İşkariyot’un kalbine bile dokunmuştu; ancak, onun kibirli usu yaşanmakta olan şeyi düşündüğünde, alçak gönüllülüğün bu sergilenişinin yalnızca, İsa’nın hiçbir zaman İsrail’in kurtarıcısı olamayacağını kesin bir biçimde doğrulayan bir yaşanmışlık olduğunu, ve Üstün’ün amacını terk etme kararında hiçbir hatada bulunmadığı yargısına varmıştı.
179:3.5 (1939.3) Onların tümü orada nefesleri kesilmiş bir hayretlik içerisinde dururken, İsa şunu söylemişti: “Petrus, duyuruyorum ki, eğer ben ayağını yıkamazsam, birazdan gerçekleştireceğim şeyde bana katılamayacaksın.” Petrus, İsa’nın orada kendi ayakları ucunda devam eden çömelişi gerçeği ile birlikte, bu duyuruyu duyduğunda, saygı duyduğu ve derinden sevdiği bir kişinin arzusunu yerine getirmek için ilave hiçbir düşüncede bulunmayan onaylardan bir tanesinde bulunan kararını gerçekleştirmişti. Şimon Petrus’un aklında, hizmetin bu sunulmuş uygulanışının bir kişinin Üstün’ün emekleri ile olan gelecekteki ilişkisini belirleyen bir anlamı taşıdığı belirmeye başladığında, o yalnızca İsa’nın kendi ayaklarını yıkamasına izin verme düşüncesini sonunda kabul eder hale gelmemişti; o, her zamanki ve pervazsız haliyle, şunu söylemişti: “O zaman, Üstün, yalnızca ayaklarımı değil, ellerimi ve başımı da yıka.”
179:3.6 (1939.4) Üstün Petrus’un ayaklarını yıkamaya hazırlandığında, şunu söyledi: “Hâlihazırda temiz olan kişi yalnızca temiz ayaklara ihtiyaç duyar. Bu gece benimle birlikte oturmakta olan sizler temizsiniz — ancak hepiniz değil. Ancak, ayaklarınızın tozunun, benimle birlikte yemeğe oturmanızdan önce yıkanması gerekirdi. Ve, bunun yanı sıra, ben bu hizmeti size, yakın bir süre içinde sizlere vereceğim olan yeni bir emrin anlamını sergilemek için bir simgesel olay olarak gerçekleştiriyorum.
179:3.7 (1939.5) Benzer bir biçimde Üstün, Yudas’ı bile es geçmeyen halde, on iki havarinin ayaklarını yıkayan bir biçimde, sessizce, masa etrafında ilerlemişti. İsa on ikilinin ayaklarını yıkamayı bitirdiğinde, elbisesini üstüne geçirmiş, ev sahibi olarak yerine geri dönmüş ve, şaşkınlık içindeki havarilerini gözledikten sonra, şunu söylemişti:
179:3.8 (1939.6) “Sizlere gerçekleştirmiş olduğum şeyi gerçekten de anlıyor musunuz? Sizler beni Üstün olarak adlandırmaktasınız, ve sizler doğru söylemektesiniz, ben gerçekten de öyleyim. Eğer öyleyse, Üstün ayaklarınızı yıkamışsa, nasıl oldu da sizler birbirlerinizin ayağını yıkamaya gönülsüzlük ettiniz? Üstün’ün, kendi kardeşlerinin birbirleri için yapmaya gönülsüz oldukları bu hizmeti oldukça gönüllü bir biçimde yerine getirişinin simgesel hikâyesinden hangi dersi öğrenmelisiniz? Gerçekten de, gerçekten de, sizlere söylüyorum: “Bir hizmetçi, üstününden daha büyük değildir; ne de, gönderilmiş olan kişi, kendisini gönderenden daha büyüktür. Sizler hizmetin yolunu benim sizler aranızdaki yaşamım içinde görmüş haldesiniz; ve, kutsanmış olan kişiler, hizmet etmek için şükran dolu cesarete sahip olacak kişilerdir. Ancak, ruhsal krallık içinde büyüklüğün sırrının maddi dünyada gücün yöntemleri gibi olmadığını öğrenmede neden bu kadar yavaş kalmaktasınız?
179:3.9 (1940.1) “Ben bu gece bu odaya geldiğimde, sizler yalnızca, birbirinizin ayağını gururla reddetmekle yetinmediniz; aynı zamanda, aranızda benim soframda kimin onur koltuğuna oturacağı münakaşasına tutuşma zorunluluğuna düştünüz. Bu türden onurları Ferisiler ve bu dünyanın çocukları arzulamaktadır; ancak, böyle bir durum cennetsel krallığın elçileri arasında görülmemelidir. Benim masamda ayrıma hiçbir yer olamayacağını bilmiyor musunuz? Benim sizlerin her birinizi diğerleriniz gibi derinden sevdiğimi anlamıyor musunuz? Bilmiyor musunuz, insanların gördüğü haliyle, bana yakın olan koltuğun cennetin krallığı içindeki konumunuza dair hiçbir anlama gelmemektedir? Sizler, gentilelilerin krallarının tebaaları üzerinde hâkimiyete sahip oldukları, ve bu yönetim yetkisini uygulayanların zaman zaman bağışçılar biçiminde adlandırıldıklarını biliyorsunuz. Ancak, bunlar cennetin krallığında böyle olmayacaktır. Aranızda büyük olacak kişinin, genç olmasına izin verin; önder olacak kişinin, hizmetçi olmasına. Hangisi daha büyük, sofrada oturan mı, hizmet eden mi? Herkes tarafından, sofrada oturan kişinin daha büyük olduğu düşünülmemekte midir? Ancak, sizler, benim hizmette bulunan bir kişi olarak aranızda bulunduğumu gözlemleyeceksiniz. Eğer sizler, Baba’nın iradesini gerçekleştirmede benimle birlikte akran hizmetçiler haline gelmeye gönüllü iseniz, gelecek ihtişamı içinde Baba’nın iradesini gerçekleştirmeye devam eden bir biçimde, gelecek olan krallıkta benimle birlikte güce sahip halde bulunacaksınız.
179:3.10 (1940.2) İsa bu şekilde konuşmasını tamamladığında, Alpheus ikizleri, Son Akşam Yemeği’nin bir sonraki servisi olarak, daha sert baharatlar ve kurutulmuş meyvelerin ezmesiyle birlikte, ekmek ve şarabı getirdi.
179:4.1 (1940.3) Belirli bir süre boyunca havariler sessizlik içinde yemeklerini yemeğe devam etmişlerdi; ancak, Üstün’ün neşeli çehresinin etkisi altında onlar yakın bir süre içinde konuşmaya katılır hale gelmişler ve bu olağanüstü yaşanmışlığın keyfini ve toplumsal huzurunu bozacak olağandışı hiçbir şey yaşanmamışçasına uzun yemek ilerlemekteydi. Belirli bir süre geçtikten sonra, yemeğin bu ikinci servisinin yaklaşık olarak ortasında, İsa, onlara doğru bakar bir halde, şunu söylemişti: Ben sizlere bu akşam yemeğini sizlerle birlikte yapmayı ne kadar arzulamış olduğumu söyledim; ve, İnsan Evladı’nın ölümünü gerçekleştirmek için karanlığın kötü güçlerinin nasıl kumpasta bulunduklarını bilir bir halde, bu akşam yemeğini bu gizli odada ve Hamursuz’dan önceki bir günde yemeğe karar verdim, çünkü ben yarın gecenin bu saatlerinde sizlerle birlikte olmayacağım. Ben sizlere tekrar eden bir biçimde Baba’ya geri dönme zorunda bulunduğumu söyledim. Şimdi vaktim geldi; ancak, sizlerden birinin beni düşmanlarımın ellerine ihanet eder halde vermesi gerekmemekteydi.”
179:4.2 (1940.4) On ikili bunu duyduğunda, ayak yıkamanın simgesel yaşanmışlığı ve Üstün’ün daha sonrasında gerçekleşen söyleşisi tarafından, kararlılıklarını ve kendilerine güvenlerini fazlaca yitirmiş bir halde, birbirlerine bakarken, endişeli sesler içinde, tereddüt içinde “Ben mi?” sorusunu sormuşlardı. Ve, onların tümü bu şekilde soruda bulunduklarında, İsa: “Baba’ya gitmem gerekliyken, içlerinizden birinin Baba’nın iradesini yerine getirmek için bir gizi paylaşan hale gelmesi gerekli değildi. Bu, gerçekliği bütün ruhu ile derinden sevmede başarısız olmuş bir kişinin kalbinde bulunan gizli kötülüğün sonunda meyve verişi halidir. Ruhsal çöküşten önce gerçekleşen ussal kibir ne de aldatıcıdır! Şu anda benim ekmeğimden bile yemekte olan, birçok yıllık arkadaşım, bana ihanet etmeye gönüllü olmaktadır, tam da benimle şimdi aynı kaba elini uzatırken.”
179:4.3 (1940.5) Ve, İsa bu şekilde konuştuğunda, onların tümü “Ben mi?” sorusunu sormaya başladı. Ve, Yudas, Üstününün solunda oturur bir halde, tekrar “Ben mi?” diye sorduğunda, İsa, baharatların küçük tabağına ekmeğini batırır halde, onu Yudas’a verip, “Sen söyledin” dedi. Ancak, diğerleri İsa’nın Yudas’a konuştuğunu duymamıştı. İsa’nın sağ kolunda oturmakta olan, Yahya, eğilip, Üstün’e sordu: “O kim? Bizler, onun güvenine sadık olmadığı ortaya çıkmış kişiyi bilmeyiz.” İsa: “Hâlihazırda ben sizlere söyledim; ona bir lokma bile verdim.” Ancak, ev sahibinin kendisinin solunda oturmakta olan kişiye bir lokma vermesi oldukça doğal bir şey olduğu için, her ne kadar Üstün oldukça yalın bir biçimde konuşmuş olsa da, onlardan hiçbiri bunu fark etmemişti. Ancak, Yudas, kendi eylemi ile ilişkili haldeki Üstün’ün sözlerinin anlamının acı bir biçimde farkındaydı ve, o, onun ihanetkar oluşunu kardeşlerinin o andan itibaren benzer bir biçimde öğrenişi karşısında korku duyar hale gelmişti.
179:4.4 (1941.1) Petrus söylenmiş olan karşısında fazlasıyla heyecanlanmış olup, sofrada öne doğru uzanır bir halde, Yahya’ya: “Ona kimin olduğunu sor, eğer o sana söylediyse, ihanetkarı bana söyle.”
179:4.5 (1941.2) İsa, şunu söyleyen bir biçimde, onların fısıltılarına bir sonra verdi: “Bu kötülüğün gerçekleşmesinden keder duymaktayım; ve, ben, bu ana kadar bile, gerçekliğin gücünün kötülüğün aldatıcıları üzerinde utgun hale gelmesini umut ettim; ancak, bu türden zaferler, gerçekliğin içten derin sevgisinin taşımakta olduğu inanç olmadan kazanılmamaktadır. Ben, son akşam yemeğimiz olan, bu paylaşımda sizlere bunu söylemek istemezdim; ancak, ben, bu kederlere dair sizlere uyarıda bulunmayı, ve böylece şimdi sizleri bizler üzerinde olan şeye hazırlama arzusunu duymaktayım. Ben tüm bunları size, ben gittikten sonra, tüm bu kötülüğe ait kumpasları bildiğimi hazırlamanız arzusu duymuş olduğum için söylemekteyim. Ve, ben tüm bunları yalnızca, tam da önünüzde olan çekicilikler ve sınavlar için güçlenebilmeniz amacıyla gerçekleştirmekteyim.”
179:4.6 (1941.3) İsa bu şekilde konuştuğunda, Yudas’a doğru eğilen bir biçimde, şunu söyledi: “Neyi yapmaya karar verdiysen, onu çabucak yerine getir.” Ve, Yudas bu sözleri duyduğunda, masadan kalkıp, aklında yerine getirmeye karar vermiş olduğu şeyi gerçekleştirmek için geceye karışan bir biçimde, odadan aceleyle ayrıldı. Diğer havariler Yudas’ın İsa kendisiyle konuştuktan sonra hızlıca ayrıldığını gördüğünde, onun akşam yemeği için ilave bir şeyi almaya veya, onun hala keseyi taşıdığını varsaymış oldukları için, Üstün’ün bir işini görmeye gitmiş olduğunu düşünmüşlerdi.
179:4.7 (1941.4) İsa bu aşamada, Yudas’ı onun bir ihanetkara dönüşmesinden kurtaracak hiçbir şeyin yapılamayacak oluşunu bilmekteydi. O, on iki ile başlamıştı — şimdi o, on bire sahipti. O havarilerden altısını seçmişti; ve, her ne kadar Yudas onun ilk seçtiği havarilerin birisi tarafından aday gösterilmiş olsa da, Üstün onu kabul etmiş, tam da bu vakte kadar, kendisini kutsamak ve onu korumak için mümkün olan her şeyi gerçekleştirmişti, diğerleri için huzuru ve onların kurtuluşunu yerine getirirken.
179:4.8 (1941.5) Bu akşam yemeği, dokunaklı yaşanmışlıkları ve ince etkileri ile birlikte, İsa’nın terk etmekte olan Yudas’a gerçekleştirmiş olduğu son çağrıydı ancak, bu hiçbir sonuç vermemişti. Derin sevgi gerçekten bir kez ölü hale geldiğinde, uyarı, yalnızca, en yerinde biçimde gerçekleştirildiğinde ve en nazik tutumda aktarıldığında bile, kini yoğunlaştırmakta ve kişinin bencil amaçlarını tamamiyle yerine getirmedeki kötülük dolu kararlılıklarını körüklemektedir.
179:5.1 (1941.6) Onlar İsa’ya, “kutsama kadehi olan, üçüncü kadehi getirdiklerinde, o divanından kalktı, ve, kadehi ellerine alarak, şunu söyledi: “Bu kadehi alın, hepiniz, ve onu için. Bu, beni hatırlayacağın kadeh olacaktır. Bu, şükran ve gerçekliğin yeni bir yazgı döneminin kadehidir. Bu sizlere, kutsal olan Gerçeklik Ruhaniyeti’nin bahşedilişi ve hizmetinin nişanıdır. Ve, ben bir daha, Baba’nın ebedi krallığında yeni bütünlük içerisinde sizlerle birlikte içene kadar bu kadehi sizlerle paylaşmayacağım.”
179:5.2 (1942.1) Havarilerin tümü, bu kutsama kadehinden derin saygı ve kusursuz sessizlik içinde içerlerken, olağandışı bir şeyin gerçekleşmekte olduğunu hissetmişlerdi. Eskinin Hamursuz’u, atalarının ırksal bir kölelilik halinden bireysel özgürlüğe olan kurtuluşlarını kutlamaktaydı bu aşamada, Üstün, köleleştirilmiş bireyin, törenselliğin ve bencilliğin esaretinden Yaşayan Tanrı’nın özgürleştirilmiş inanç evlatlarının kardeşliğine ve birlikteliğine ait ruhsal neşeye kazandırıldıkları yeni yazgı döneminin bir simgesi olarak, yeni bir kutlama yemeğini oluşturmaktaydı.
179:5.3 (1942.2) Onlar bu hatırlanışın yeni kadehini içmeyi tamamladıklarında, Üstün ekmeği alıp, teşekkürlerini ifade ettikten sonra, onu parçalara ayırmış, ve aralarında onları dağıtmalarını emreden bir biçimde, şunu söylemişti: “Hatırlanışın bu ekmeğini alın ve onu yiyin. Ben sizlere, benim yaşamın ekmeği olduğunu söyledim. Ve, yaşamın bu ekmeği, bir tek armağan içinde Baba ve Evlad’ın birleşmiş yaşamıdır. Evlat içinde açığa çıkarılmış haliyle, Baba’nın sözü gerçekten de yaşamın ekmeğidir.” Onlar, fani bedenin sureti içinde vücutlaştırılmış halde gerçekliğin yaşayan simgesi halindeki, hatırlanma ekmeğinden yediklerinde, hep birden oturmuşlardı.
179:5.4 (1942.3) Bu hatırlanma yemeğinin yerleşiminde, Üstün, her zamanki alışkanlığı olarak, simgesel hikâyelere ve sembollere başvurmuştu. O simgeleri kullanmıştı çünkü kendisini takip edenler için kendi sözlerine şaşmaz yorumları ve hatları tamı tamına belirli anlamları vermeyi zorlaştıran bir biçimde büyük belirli ruhsal gerçeklikleri öğretmeyi istemişti. Bu şekilde o, ilerleyen nesillerin öğretilerini katı kalıplara dönüştürmelerini ve onların kendi ruhsal anlamlarını geleneğin ve dogmanın ölü zincirleri ile esaret altına almalarını engellemeyi amaçlamıştı. Yaşamının tümü içerisinde yalnızca tek bir törenin veya diğer bir değişle kutsal etkinliğin oluşturuluşunda, İsa, sahip olduğu anlamları ima etmek için her yolu denemişti, tamı tamına kesin tanımlara kendisini bağlamayı değil. O, tamamiyle tanımlı bir biçimi oluşturarak bireyin kutsal birlikteliğe dair kavramsallaşmasını yok etmeyi istememişti; ne de o, resmi bir biçimde gelişmesini engelleyerek inananın ruhsal imgelemini sınırlandırma arzusu duymuştu. O bunun yerine, yeni ve yaşayan ruhsal özgürlüğün neşeli kanatlarında insanın yeniden doğmuş ruhunun özgür hale gelişini gerçekleştirmek istemişti.
179:5.5 (1942.4) Üstün’ün hatırlanışın bu yeni kutsal âdetini oluşturmaya dair çabasına rağmen, aradaki çağlar boyunca kendisini takip etmiş olan kişiler; onun bariz arzusunun, etkin bir biçimde, beden içindeki son gecesine dair ruhsal simgesinin kesin yorumlara indirgenmesiyle ve neredeyse matematiksel bir formül işleyişine tabi tutulmasıyla engellendiğini görmüştür. İsa’nın öğretilerinin tümü içinde başka hiçbir şey geleneksel bir biçimde ortak ölçüt haline gelmemiştir.
179:5.6 (1942.5) Bu hatırlanma akşam yemeği, Evlat-inananlar ve Tanrı-bilenler tarafından yenildiğinde, onun simgeselliği, kutsal mevcudiyetin anlamına dair insanın çocukça yanlış yorumlarının herhangi biriyle ilişkilendirilmek zorunda değildir; zira, bu türden tüm hallerde Üstün gerçekten de hazır haldedir. Hatırlanma yemeği, inananın Mikâil ile gerçekleştirdiği simgesel buluşmadır. Sizler bu şekilde ruhaniyet bilincinde olduğunuzda, Evlat gerçekte mevcut haldedir; ve, onun ruhu, Babası’nın ikamet eden ruhaniyetiyle beraber sizlerle birliktelik içine girmektedir.
179:5.7 (1942.6) Onlar birkaç dakika süren derin düşünmede bulunduktan sonra, İsa şöyle konuşmasını sürdürmüştü: “Sizler bu şeyleri yaptığınızda, yeryüzü üzerinde aranızda yaşamış olduğum yaşamı hatırlayın ve yeryüzü üzerinde sizlerle birlikte yaşamaya devam edecek ve sizler vasıtasıyla hizmet verecek oluşumdan neşe duyun. Her biriniz kardeşler haline gelin. Ve, krallık inananlardan meydana gelen büyük toplulukları içeren bir biçimde büyüdüğünde, benzer bir biçimde sizler büyüklüğe aday olmadan veya bu türden topluluklar arasında gözetim amaçlamadan kaçınacaksınız.
179:5.8 (1943.1) Ve, bu çok önemli yaşanmışlık, bir arkadaşın üst kat odasında gerçekleşmişti. Orada herhangi bir biçimde, ne akşam yemeğine ne de binaya dair törensel adanmışlığın kutsal biçimi bulunmuştu. Adanma akşam yemeği, din-adamsal onay olmadan oluşturulmuştu.
179:5.9 (1943.2) İsa hatırlanmanın bu akşam yemeğini bu şekilde oluşturduğunda, o on birliye şunu söylemişti: “Ve, sizler bunu sıklıkla gerçekleştirdiğinizde, onu benim hatıramı duyarak yapın. Ve, beni hatırladığınızda, ilk önce beden içindeki yaşamıma dönüp bakın, sizler ile birlikte bir kez yaşamış bulunduğunu hatırlayın, ve daha sonra, inançla, Baba’nın ebedi krallığı içinde bir zaman benimle birlikte yudumlayacağınızı görün. Bu, sizlere bırakmış olduğum yeni Hamursuzdur, hatta ebedi gerçekliğin sözü olarak bahşedilme yaşamımın hatırası ve, sizlere duymuş olduğun derin sevgiye ait, benim Gerçeklik Ruhaniyetimin tüm bedene olan aktarılımı.”
179:5.10 (1943.3) Ve, onlar, yüz on sekizinci Mezmur ile, hep beraber bir halde, şarkıyla açılan eskinin, ancak kendilerinin kansız olarak gerçekleştirmiş bulunduğu, Hamursuzu, hatırlanışın yeni yemeğinin getirilişi ile sonlandırmışlardı.
Urantia’nın Kitabı
180. Makale
180:0.1 (1944.1) SON AKŞAM YEMEĞİ’nin sonunda Mezmur’un beraberce söylenmesinin ardından havariler, İsa’nın doğrudan bir biçimde kampa geri dönme arzusu duyduğunu düşünmüştü; ancak İsa, onların oturmaya devam etmelerine işaret etti. Üstün şunu söyledi:
180:0.2 (1944.2) “Benim sizleri sepet veya kese olmadan göndermiş olduğumu ve hatta ilave hiçbir kıyafeti almamanızı tavsiye etmiş bulunduğumu iyi hatırlamaktasınız. Ve, hepiniz, sizlerin hiçbir şeyden yoksun olmadığınızı oldukça iyi hatırlayacaksınız. Ancak, şimdi sizler sıkıntılı zamanlara geldiniz. Artık sizler kalabalıkların iyi idaresine dayanamamaktasınız. Bundan böyle, her kim bir sepete sahipse, onun beraberinde almasına izin verin. Sizler bu müjdeyi duyurmak için dünyaya açıldığınızda, kendinizi desteklemek için düşündüğünüz en iyi şeyi yapın. Ben sizlere huzuru getirmek için gelmiş bulunmaktayım, ancak huzur bir süreliğine ortaya çıkmayacak.
180:0.3 (1944.3) “Şimdi İnsan Evladı’nın yüceltilme vakti gelmiştir; ve, Baba, benim içimde yüceltilecektir. Arkadaşlarım, ben sizlerle yalnızca biraz daha uzun bir süre boyunca birlikte olacağım. Yakın bir süre içinde sizler beni arayacaksınız ama bulamayacaksınız; zira, ben, sizlerin, bu an içinde, gelemeyeceğiniz olan bir yere gideceğim. Ancak, sizler, şu an içinde benim bitirmiş olduğum gibi, çabalarınızı yeryüzü üzerinde bitirdiğinizde, tam da benim şimdi Babama gitmeye hazırlandığım gibi bana geleceksiniz. Çok kısa bir süre içinde sizlerden ayrılacağım, artık sizler beni yeryüzü üzerinde göremeyeceksiniz; ancak, sizler gelecek çağda, Babamın bana vermiş olduğu krallığa yükseldiğinizde beni göreceksiniz.”
180:1.1 (1944.4) Resmi olmayan birkaç dakikalık konuşmadan sonra, İsa ayağa kalkıp şunu söyledi: “Ben sizler için, birbirinize nasıl hizmet etmeye gönüllü olmanıza dair bir hikâye anlattığımda, sizlere yeni bir emirde bulunma arzusu taşıdığımı söyledim; ve, ben bunu şimdi sizlerden ayrılmak üzere olurken gerçekleştirmek istiyorum. Sizler, birbirinizi derinden sevmenizi emreden emri oldukça iyi bilmektesiniz; komşunuzu tıpkı kendiniz gibi derinden sevmeniz gerektiğini. Ancak, ben, çocuklarımın içten sadakatinden bile tamamiyle yetinmemekteyim. Ben sizlerden, inanan kardeşliğin krallığında derin sevginin daha da büyük eylemlerini gerçekleştirmenizi istemekteyim. Ve, böylece, ben sizlere bu yeni emri vermekteyim: Birbirinizi benim sizleri derinden sevdiğim gibi sevin. Ve, böylece, insanların tümü, eğer sizler birbirinizi bu şekilde derinden severseniz, sizlerin benim takipçilerim olduğunuzu bileceklerdir.”
180:1.2 (1944.5) “Ben sizlere bu yeni emri verdiğimde, ruhlarınıza herhangi yeni bir ağırlığı yüklememekteyim; bunun yerine, ben, sizlere yeni neşeyi getirmekte olup, sizler için, bahşedilmiş haldeki kalbinizin akran insanlara duyduğu şefkatin derin hazlarının bilincinde, yeni arzuları deneyimlemenizi mümkün kılmaktayım. Ben, sizler ve akran fanileriniz üzerine olan şefkatimin bahşedilişinde, her ne kadar dışa dönük kederlerden geçiyor olsam da, olabilecek en yüksek düzeydeki neşeyi deneyimlemek üzereyim.
180:1.3 (1944.6) “Ben sizleri birbirlerinizi derinden sevmeye, hatta benim sizleri derinden sevegeldiğim gibi, davet ettiğimde, sizler karşısında gerçek şefkatin en yüksek ölçüsünü tutmaktayım; zira, hiçbir insan bundan daha fazla büyük sevgiye sahip olamaz: arkadaşları için kendi yaşamını verebilecek oluşundan. Ve, sizler benim arkadaşlarımsınız; sizler, sizlere öğretmiş olduğum şeyi yapmaya yalnızca gönüllü olduğunuz sürece benim arkadaşlarım olarak kalmaya devam edeceksiniz. Sizler beni Üstün olarak çağırdınız; ancak, ben sizleri hizmetçiler olarak çağırmamaktayım. Eğer sizler yalnızca birbirinizi benim sizleri derinden sevmiş olduğum gibi sevecek olursanız, benim arkadaşlarım olacaksınız ve ben sizlere her zaman Baba’nın bana açığa çıkarmış olduğu şeyi söyleyeceğim.
180:1.4 (1945.1) “Sizler yalnızca beni seçmediniz; ben aynı zamanda sizleri seçmiş bulunmaktayım; ve, ben sizlere, aranızda yaşadığım ve Baba’yı sizlere açığa çıkardığım gibi, akranlarınıza derin sevgi hizmetinin meyvesini vermek için gitmenizi emretmiş bulunmaktayım. Hem Baba hem de ben sizlerle birlikte emek vermekteyiz; ve, sizler, yalnızca, benim sizleri derinden sevdiğim gibi, birbirlerinizi derinden sevme emrine uyacak olursanız neşenin kutsal bütünlüğünü deneyimleyeceksiniz.”
180:1.5 (1945.2) Eğer sizler Üstün’ün neşesini paylaşacak olursanız, onun derin sevgisini paylaşmak zorundasınız. Ve, onun derin sevgisini paylaşmak demek onun hizmetini paylaşmak demektir. Derin sevginin bu türden bir deneyimi sizleri bu dünyanın zorluklarından kurtarmamaktadır; o yeni bir dünya yaratmamaktadır; ancak o oldukça kesin bir biçimde eski dünyayı yeni hale getirmektedir.
180:1.6 (1945.3) Aklınızda tutun: İsa’nın talep etmiş olduğu şey sadakattir, feda değildir. Feda bilinci, bu türden derin bir sevgi hizmetini en yüksek düzeydeki bir neşeye dönüştürecek olan tamamiyle içten şefkatin yokluğuna işaret etmektedir. Görev düşüncesi, sizlerin hizmetkâr akılda bulunuşunuza, böylece sizlerin, hizmetinizi bir arkadaş olarak ve bir arkadaş için gerçekleştirmenizden duyulacak çok büyük heyecandan yoksun oluşunuza işaret etmektedir. Arkadaşlığın uyarımı, göreve dair her bir yargının ötesine geçmektedir; ve, bir arkadaşın bir arkadaş için hizmeti hiçbir zaman bir feda olarak adlandırılamaz. Üstün havarilere onların Tanrı’nın evlatları olduğunu öğretmiştir. Üstün onları kardeşleri olarak çağırmış olup, bu aşamada, ayrılmadan önce, kendilerini arkadaşları olarak çağırmıştır.
180:2.1 (1945.4) Bunun ardından İsa tekrar ayağa kalkıp, havarilerine öğretisini sürdürdü: “Ben gerçek asmayım, ve Babam hasatçıdır. Ben asmayım, ve sizler dallarsınız. Ve, Baba benden yalnızca, sizlerin fazlasıyla meyve vermenizi istemektedir. Asma sadece, dalları daha fazla meyve versin diye budanır. Benden gelmekte olan meyve vermeyen her dalı Baba alacak. Meyve veren her dalı, Baba daha fazla meyve verebilmesi için temizleyecek. Hâlihazırda sizler, sizlere söylemiş olduğum sözler vasıtasıyla temizsiniz; ancak, sizler, temiz olmaya devam etmek zorundasınız. Sizler benim içimde kalmak zorundasınız, ve ben sizler içinde kalmak; dal asmadan ayrılırsa ölecektir. Asmayla kalmadıkça dalın meyve veremeyeceği gibi, benimle birlikte kalmadan sizler derin sevgi hizmetinin meyvelerini veremezsiniz. Hatırlayın: Ben gerçek Asmayım, ve sizler yaşayan dallarsınız. Benimle yaşayan, ve benim onunla yaşadığım herkes, ruhaniyetin cömert meyvesini verecek ve bu ruhsal hasadı verişin en yüksek düzeydeki neşesini deneyimleyecektir. Eğer sizler benimle olan bu canlı ruhsal iletişimi devam ettirecek olursanız, sizler bolca meyveyi taşıyacaksınız. Eğer sizler benimle kalmaya devam edecek olup, sözlerim sizler içinde yaşayacak olursa, hiçbir kısıtlama olmadan benimle birliktelik içine girmeye yetkin hale geleceksiniz; ve, bunun ardından benim yaşayan ruhaniyetim, sizleri ruhaniyetimin istemiş olduğu her şeye irade gösterir ve bunları Baba’nın arzumuza izin vereceğinin teminatı içinde gerçekleştirir hale getiren bir biçimde sizleri sarmalayabilecektir. Ve, dünya — birbirlerini tıpkı benim onları derinden sevmiş olduğum gibi seven arkadaşlarım olarak — bu meyve veren dalları gördüğünde, insanların tümü sizlerin gerçekten de benim takipçilerim olduğunuzu bilecektir.
180:2.2 (1945.5) “Baba beni nasıl derinden seviyorsa, ben sizleri öyle derinden sevegeldim. Benim şu an Baba’nın derin sevgisi içinde yaşadığım gibi benim derin sevgim içinde yaşayın. Benim sizlere öğretmiş olduğum gibi yapacak olursanız, benim Baba’nın sözünü tutmuş olduğum ve sonsuza kadar onun derin sevgisi içinde kaldığım gibi, benim sevgimde kalmaya devam edeceksiniz.”
180:2.3 (1946.1) Museviler uzunca bir süre boyunca, Mesih’in, Davud’un “asmadan gelen bir gövde” olacağını öğretmişti; ve, bu eski öğretinin kutlanışı içinde, üzümün büyük bir simgesi ve onunla ilişkili olan asma Hirodes’in tapınağının girişini süslemişti. Havarilerin tümü, Üstün kendilerine bu gece üst odada konuştuğunda bu şeyleri hatırlamışlardı.
180:2.4 (1946.2) Ancak, büyük keder daha sonra, Üstün’ün duaya dair atıflarının yanlış yorumlanmasıyla gerçekleşmişti. Eğer onun söylemiş olduğu kelimeler tamı tamına hatırlanacak ve sonrasında ise gerçek bir biçimde kaydedilecek olsaydı, bu öğretilere dair çok az sorun yaşanırdı. Ancak, kayıtta bulunurken, inananlar nihai olarak, İsa’nın adına söyleyecek olan duayı, Baba’dan isteyecekleri her şeyi alacaklarını düşünen bir biçimde, bir çeşit en yüksek düzeydeki sihir olarak görmüşlerdi. Çağlar boyunca dürüst ruhlar, inanışlarını bu engelleyici çelmeye takmaya devam ettiler. İnananların tamamı için duanın, kişinin istediği şeyi elde edişinin bir süreci olmadığını bunun yerine, Baba’nın iradesini nasıl tanımayı ve onu uygulamayı öğrenmenin bir deneyimi olarak, Tanrı’nın isteyişini öğrenmenin bir işleyiş biçimi olduğunu anlamaları için ne kadar süre geçmesi gerekecek? İradeniz gerçek bir biçimde onunki ile eş hale geldiğinde, bu irade bütünlüğü tarafından düşünülen herhangi bir şeyi istediğinizde onun yerine getirilecek oluşu tamamiyle doğrudur. Ve, bu türden bir irade bütünlüğü, tıpkı asma yaşamının yaşayan dallar boyunca akışı gibi, İsa tarafından ve onun aracılığı ile yerine gelmektedir.
180:2.5 (1946.3) Kutsallık ve insanlık arasında bu canlı iletişim mevcut olduğu zaman, eğer insanlık düşüncesiz ve bilgisiz bir biçimde bencil kolaycılık ve gösterişli başarılar için dua edecek olursa, orada yalnızca tek bir kutsal cevap olacaktır: canlı dalların gövdeleri üzerinde ruhaniyetin ilave ve artan meyveleri. Asmanın dalı canlı olduğunda, onun tüm arzuları için tek bir cevap bulunabilir: artan üzüm meyvesi. Gerçekte, dal yalnızca, üzüm verme olarak, meyce taşıma için mevcut olup, bundan başka bir şey yapamamaktadır. Benzer bir biçimde, gerçek inanan yalnızca, ruhaniyetin meyvelerini verme amacı için mevcuttur: insanı Tanrı’nın kendisini derinden sevmiş olduğu gibi sevme amacı için — birbirlerimizi İsa’nın bizleri derinden sevmiş olduğu gibi sevmemiz olarak.
180:2.6 (1946.4) Ve, Baba’nın disiplin eli asmaya değdiğinde, o sevgi içinde gerçekleşmektedir, dallar daha fazla meyve taşıyabilsin diye. Ve, bilge bir hasatçı yalnızca ölü ve meyve vermez dalları koparmaktadır.
180:2.7 (1946.5) İsa havarilerinin; duanın, ruhaniyetin egemen olduğu krallık içinde ruhaniyetten doğmuş olan inananların bir işlevi oluşunu tanımalarına yönlendirmede büyük zorluk yaşamıştı.
180:3.1 (1946.6) Üstün, kendilerine ilave şeyleri söyleme arzusu duyduğuna işaret eden ve zamanının kısa olduğunu bilen bir biçimde, şunu söylediğinde, on birli asma ve dallara dair söyleşi üzerine olan konuşmalarını henüz bitirmemişti: “Ben sizlerden ayrıldığımda, dünyanın düşmanlığı karşısında yılmayın. Cesaretten yoksun inananlar sizlere karşı duyan hale geldiklerinde ve krallığın düşmanları ile el ele verdiklerinde bile, umutsuzluğa kapılmayın. Eğer dünya sizden nefret edecek olursa, onun sizden önce bile benden nefret etmiş olduğunu hatırlayın. Eğer sizler bu dünyaya ait olsaydınız, ait oluşunuzdan derin sevgi duyacaktı ancak, sizler böyle olmadığınız için, dünya sizleri derinden sevmeyi reddetmektedir. Sizler bu dünya içindesiniz; ancak, sizlerin yaşamlarınız dünyasal olmayacaktır. Ben sizleri bu dünyadan, sizlerin seçmiş olduğun bu dünyaya bile başka bir dünyanın ruhaniyetini temsil etmeniz için seçmiş bulunmaktayım. Ancak, her zaman sizlere söylemiş olduğum sözleri hatırlayın: Hizmetkâr üstününden daha büyük değildir. Eğer onlar beni yargılamaya cüret edecek olursa, onlar sizleri de yargılayacaklardır. Eğer benim sözlerim inanmayanların ağrına gidecek olursa, sizlerin sözlerin de tanrıyı tanımayanların ağrına gidecek. Ve, onlar bunların tümünü size, ne bana ne de beni göndermiş olan O’na inanmadıkları için yapacaklardır; bu nedenle sizler, benim müjdem nedeniyle birçok şeye maruz kalacaksınız. Ancak, sizler bu zorluklara göğüs gerdiğinizde, benim de cennetsel krallığın bu müjdesi için sizlerin önünde acı çekmiş bulunduğumu hatırlamalısınız.
180:3.2 (1947.1) “Sizlere saldıracak olanların çoğu, cennetin ışığından habersizdir; ancak, bu, şimdi bizleri yargılayanların bazıları için gerçek değildir. Eğer bizler onlara gerçekliği öğretmemiş olsaydık, onlar kınanmaya düşmeden birçok garip şeyi yapabilirlerdi; ancak, şimdi, onlar ışığı bilip, onu reddetme cüreti göstermiş oldukları için, bu tutumlarında hiçbir özre sahip değillerdir. Benden nefret eden kişi Babamdan nefret etmektedir. Bundan başkası olamaz; eğer kabul ettiğinizde sizleri kurtaracak olan ışık, bilinçli bir biçimde reddedilecek olursa sizleri yalnızca kınayacaktır. Ve, ben bu insanlara, bana karşı bu türden korkunç bir nefreti duymalarına sebep olacak ne yaptım? Hiçbir şey, onlara yeryüzü üzerindeki birlikteliği ve cennetteki kurtuluşu sunma dışında. Ancak, Yazıtlar’da şunun söylenildiği yeri okumadınız mı: ‘Ve onlar benden bir neden olmadan nefret etmektedir?’
180:3.3 (1947.2) “Ancak, ben sizleri bu dünyada yalnız bırakmayacağım. Çok yakın bir süre içinde, ayrıldıktan sonra, sizlere bir ruhaniyet yardımcısı göndereceğim. Sizler, sizler içinizde benim yerimi alacak birine sahip olacaksınız; sizlere gerçekliğin yolunu öğretmeye devam edecek, hatta sizleri teselli edecek birine.
180:3.4 (1947.3) “Kalplerinizin sıkıntıya düşmesine izin vermeyin. Sizler Tanrı’ya inanmaktasınız; aynı zamanda bana inanmaya da devam edin. Her ne kadar ben sizden ayrılmak zorunda olsam da, sizlerden uzak olmayacağım. Ben sizlere hâlihazırda, Babamın kâinatı içinde birçok bekleme yeri olduğunu söyledim. Eğer bu doğru olmasaydı, ben sizlere onlardan tekrar ve tekrar bahsetmezdim. Ben, sizlerin ileride bir zaman yükseleceğiniz olan Baba’nın cenneti içindeki istasyonlar olarak, ışığın bu dünyalarına geri döneceğim. Bu dünyalardan ben bu dünyaya geldim; ve şimdi, yukarıdaki âlemlerde babamın görevine geri dönme zorunda bulunduğum vakit geldi.
180:3.5 (1947.4) “Eğer ben bu şekilde Baba’nın cennetsel krallığına sizlerden önce gidecek olursam, ben kesin bir biçimde, bu dünyadan önce Tanrı’nın fani evlatları için hazırlanmış bulunan mekânlarda benimle birlikte olabilmenizi sağlayacağım. Her ne kadar sizlerden ayrılmak zorunda olsam da, ben ruhaniyet içinde sizlerle birlikte hazır bulunacağım; ve, nihai olarak sizler, tıpkı benim daha büyük evreni içinde Babam’a yükselecek oluşum gibi, benim evrenimde bana yükseldiğinizde bizzat benimle birlikte olacaksınız. Ve, sizlere söylemiş olduğum şey gerçek ve sonsuza kadar doğrudur, her ne kadar sizler bunu bütünüyle kavrayamıyor olsanız da. Ben Baba’ya gidiyorum, ve her ne kadar sizler şimdi beni takip edemezseniz de, beni gelecek çağlar içinde kesinlikle gerçekleştireceksiniz.”
180:3.6 (1947.5) İsa oturduğunda, Tomas ayağa kalktı ve şunu söyledi: “Üstün, bizler senin nereye gittiğini bilmiyoruz; bu nedenle, tabii ki bizler yolu bilmiyoruz. Ancak, bizler seni tam da bu gece takip edeceğiz, eğer sen bizlere yolu gösterecek olursan.”
180:3.7 (1947.6) İsa Tomas’ı duyduğunda, şu cevabı verdi: “Tomas, ben yolum, gerçekliğim ve yaşamım. Hiçbir insan Baba’ya benden geçmeden varamaz. Baba’yı bulan herkes, ilk olarak beni bulur. Eğer sen beni biliyorsan, sen aynı zamanda Baba’ya olan yolu biliyorsun. Ve, sen kesinlikle beni biliyorsun; zira, sen benimle birlikte yaşadın ve sen şimdi beni görüyorsun.”
180:3.8 (1947.7) Ancak, bu öğreti havarilerin çoğu için, özellikle Nathanyel’e birkaç söz söyledikten sonra ayağa kalkıp şunu söylemiş olan Filip olarak, haddinden fazla derindi: “Üstün, bizlere Baba’yı göster ve söylemiş olduğun her şeyi açık hale getir.”
180:3.9 (1947.8) Ve, Filip konuştuğunda, İsa: “Filip, ben uzunca bir süredir seninle birlikteyim ve sen şimdi bile beni bilmiyor musun? Ben tekrar duyuruyorum: Beni görmüş olan Baba’yı görmüştür. Böyleyse nasıl olurda, Bizlere Baba’yı göster, dersin? Benim Baba içinde olduğuma ve Baba’nın benim içimde olduğuna inanmıyor musun? Ben sizlere, benim kendi sözlerimi değil Baba’nın sözlerini söylemiş olduğumu öğretmedim mi? Ben Baba için konuşmaktayım, kendim için değil. Ben bu dünyada Baba’nın iradesini gerçekleştirmek için bulunmaktayım, ve ben bunu yerine getirdim. Babam benim içinde ikamet etmekte olup, benim aracılığımla çaba sarf etmektedir. Baba’nın benim içimde ve benim Baba içinde olduğumu söylediğimde bana inan; yoksa, yaşamış olduğum tam da bu yaşama dayanarak bana inan — emeklerime dayanarak.”
180:3.10 (1948.1) Üstün suyla canlanmak için kenara çekildiğinde, on birli bu öğretilere dair hararetli bir söyleşiye katılmıştı ve, Petrus, İsa geri döndüğünde ve onlara oturmaları işaretinde bulunduğunda, uzun bir konuşmada bulunmaya hazırlanmaktaydı.
180:4.1 (1948.2) İsa, şunu söyleyen bir biçimde, öğretmeye devam etmişti: “Ben Baba’ya gittiğimde, ve o sizler için yeryüzü üzerinde gerçekleştirmiş olduğum emekleri bütünüyle kabul ettikten sonra, ve kendi nüfuzumun nihai egemenliğini aldıktan sonra, Babama şunu söyleyeceğim: Yeryüzü üzerinde çocuklarımı yalnız bırakmış olarak, onlara başka bir öğretmen göndermek sözümün yerinde olacaktır. Ve, Baba onayladığında, ben Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni bedenin tümüne aktaracağım. Hâlihazırda Babamın ruhaniyeti kalplerinizdedir, ve bu gün geldiğinde, sizler de, tıpkı benim şu an Baba’ya sahip olduğum gibi beraberinizde bana sahip olacaksınız. Bu yeni hediye, yaşayan gerçekliğin ruhaniyetidir. İnanmayanlar ilk başta bu ruhaniyetin öğretilerine kulak vermeyeceklerdir; ancak, ışığın evlatlarının tümü onu memnuniyetle ve bütüncül bir kalp ile alacaktır. Ve, sizler, tıpkı sizlerin benle tanıştığınız gibi, geldiğinde bu ruhaniyeti bileceksiniz; ve, sizler bu hediyeyi kalplerinizde alacak olup, o sizler ile birlikte kalacaktır. Sizler böylelikle, benim sizleri yardımsız ve rehbersiz bırakmayacağımı görmektesiniz. Ben sizleri kimsesiz bırakmayacağım. Bugün ben sizlerle yalnızca bedenimle bulunabilmekteyim. Gelecek olan zamanlarda ben sizlerle ve benim mevcudiyetimi arzulayan tüm diğer kişilerle siz nerede isterseniz ve her birinizle aynı zamanda beraber olacağım. Gitmemin benim için daha iyisi olduğunu görmüyor musunuz? Ruhaniyet içinde sizlerle birlikte daha iyi ve daha bütüncül bir biçimde olabilmek için beden içinde sizleri bırakmamın?
180:4.2 (1948.3) “Sadece birkaç saat içerisinde dünya artık beni görmeyecek; ancak, sizler, Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak, bu yeni öğretmeni gönderene kadar beni kalplerinizde bilmeye devam edeceksiniz. Sizlerle birlikte beden içinde yaşadığım gibi, bunun ardından sizler içinde yaşayacağım; ben, ruhaniyet krallığı içindeki kişisel deneyiminizle beraber olacağım. Ve, bu gerçekleştiğinde, sizler kesin bir biçimde Benim baba içinde bulunduğumu, ve, yaşamınız benim içimde Baba ile beraber saklı halde olurken, benim aynı zamanda sizler içinde bulunduğumu bileceksiniz. Ben Baba’yı derinden sevmiş olup, onun sözünü tuttum; sizler beni derinden sevdiniz, ve sizler benim sözümü tutacaksınız. Babamın bana kendi ruhaniyetimi vermiş olduğu gibi, ben sizlere benim ruhaniyetimi vereceğim. Ve, benim sizlere bahşedecek olduğum bu Gerçekliğin Ruhaniyeti sizlere rehberlik edip, sizleri teselli edecektir; ve, o nihai olarak sizleri gerçekliğin tümüne götürecektir.
180:4.3 (1948.4) “Ben sizlere bu şeyleri hala sizlerle birlikteyken söylüyorum ki sizler, tam da başımızda gerçekleşmek üzere olan sınavlara göğüs germek için daha hazır hale gelesiniz. Ve, bu yeni gün geldiğinde sizler, Baba’ya ek olarak Evlat tarafından ikamet edilmiş hale geleceksiniz. Ve, cennetin bu hediyeleri sürekli olarak, tıpkı Baba ve benim yeryüzü üzerinde ve tam da gözleriniz önünde, İnsan Evladı olarak, tek bir kişi halinde gerçekleştirmiş olduğumuz gibi, birbirleri ile bir bütün halinde emeklerde bulunacaklar. Ve, bu ruhaniyet arkadaşı, sizlere öğretmiş olduğum her şeyi hafızanıza getirecek.”
180:4.4 (1948.5) Üstün bir anlığına durduğunda, Yudas Alpheus, ne kendisi ne de abisinin daha öncesinde hiçbir bir zaman herkes önünde İsa’ya seslenmediği bir biçimde, birkaç soruda bulunma cesareti göstermişti. Yudas: “Üstün, sen her zaman bizler arasında bir arkadaş olarak yaşadım; bahse konu bu ruhaniyet dışında artık bizlere kendini göstermediğin zamanı nasıl bilebiliriz? Eğer dünya seni görmüyorsa, nasıl olur da biz senden emin olabiliriz? Kendini bizlere nasıl göstereceksin?”
180:4.5 (1949.1) İsa bakışlarını onların tümüne indirdi, gülümsedi ve şunu söyledi: “Benim küçük çocuklarım, ben ayrılıyorum, Babama geri dönüyorum. Kısa bir süre içinde sizler beni burada gerçekleştirdiğiniz gibi, beden ve kan içinde, görmeyeceksiniz. Çok kısa bir süre içinde ben sizlere, bu maddi beden dışında tam da benim gibi olan, ruhaniyetimi göndereceğim. Bu yeni öğretmen, kalplerinizde gerçekleşecek bir biçimde, her biriniz içinde yaşayacak Gerçekliğin Ruhaniyeti’dir; ve, böylece, ışığın çocuklarının tümü bir bütün haline getirilecek ve birbirlerine çekilecektir. Ve, bu şekilde Babam ve ben her birinizin ruhunda ve bizleri derinden sevmekte olan tüm diğer insanların kalplerinde yaşamaya yetkin hale gelecek olup, tıpkı benim sizleri şu an içinde derinden sevdiğim gibi, birbirilerinizi derinden sevme deneyimlerinizde o derin sevgiyi gerçek kılacaktır.”
180:4.6 (1949.2) Yudas Alpheus Üstün’ün söylemiş olduğu şeyi tamamiyle anlamamıştı ancak, o, verilmiş olan yeni öğretmen sözünü anlamıştı ve, Andreas’ın yüzündeki ifadeden, bu sorunun tatmin edici bir biçimde cevaplandığını kavramıştı.
180:5.1 (1949.3) Bedenin tümüne aktarılacak olan, İsa’nın inananların kalplerine gönderme sözü vermiş olduğu yeni yardımcı, Gerçekliğin Ruhaniyeti’dir. Bu kutsal bahşedilmişlik, gerçekliğin sözü veya kanunu değildir; ne de o, gerçekliğin biçimi veya ifadesi halinde faaliyet eder niteliktedir. Yeni öğretmen gerçeklik yargısıdır, gerçek ruhaniyet düzeylerindeki gerçek anlamların bilinci ve onlara duyulan güvencedir. Ve, bu yeni öğretmen; genişleyen, kendisini açığa çıkaran ve uyum sağlayan gerçeklik olarak, canlı ve büyüyen gerçekliğin ruhaniyetidir.
180:5.2 (1949.4) Kutsal gerçeklik, bir ruhaniyeti-gören ve yaşayan gerçekliktir. Gerçeklik yalnızca, kutsallığın gerçekleşimine ait yüksek ruhsal düzeylerde ve Tanrı ile olan bütünlüğün bilincinde mevcuttur. Sizler gerçekliği bilebilirsiniz; ve, sizler gerçekliği yaşayabilirsiniz; sizler, ruh içinde gerçekliğin büyümesini deneyimleyebilir ve onun akıl içindeki aydınlanmasından gelen bağımsızlığı memnuniyetle deneyimleyebilirsiniz; ancak, sizler gerçekliği formüllere, yasalara, mezheplere veya insan davranışının ussal yöntemlerine hapsedemezsiniz. Sizler kutsal gerçekliğin insan formülleştirilişine giriştiğinizde, o hemen yaşamını yitirmektedir. Tutsak edilmiş gerçekliğin ölümünden sonra kalan şey, en iyi haliyle, ussal hale getirilmiş olan yüceltilmiş bilgeliğin tuhaf bir biçimin yaratımı ile sonuçlanabilir. Durağan gerçeklik, ölü gerçekliktir; ve, yalnızca ölü gerçekliğe bir kuram olarak sahip olunabilir. Yaşayan gerçeklik devinimsel olup, insan aklı içinde yalnızca deneyimsel bir varoluşu memnuniyetle deneyimleyebilir.
180:5.3 (1949.5) Us, kâinatsal aklın mevcudiyeti tarafından aydınlanmakta olan bir maddi mevcudiyetten doğmaktadır. Bilgelik, bilgelik düzenleyiciliğine sahip evrensel bahşedilmişliğin mevcudiyeti tarafından etkinleştirilmiş olan anlamın yeni düzeylerine yükseltilmiş bilgi bilincinden oluşmaktadır. Gerçeklik, yalnızca, evren bilincinin madde-ötesi düzeyleri üzerinde faaliyet gösteren ruhaniyetin bahşedilmiş olduğu ve gerçekliğin farkındalığın ardından ruhaniyet etkinleşiminin ruhları içinde yaşamasına ve hâkim olmasına izin veren kişiler tarafından deneyimlenebilecek olan bir ruhsal gerçeklik değeridir.
180:5.4 (1949.6) Evren kavrayışının gerçek çocuğu, her bilge sözde yaşayan Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni aramaktadır. Tanrı-bilen birey sürekli olarak bilgeliği, kutsal erişimin yaşayan-gerçeklik düzeylerine yükseltmektedir; ruhsal olarak gelişmez nitelikteki ruh, yaşayan gerçekliği bilgeliğin ölü düzeylerine ve yalnızca yüceltilmiş haldeki bilginin alanına kadar indirmektedir.
180:5.5 (1949.7) Altın kural, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin insan-ötesi kavrayışından koparıldığında, yüksek düzeydeki etik davranışın bir kuralından başka bir şeye dönüşmez. Altın kural, harfi harfine yorumlandığında, kişinin akranları için büyük bir zararın aracı haline gelebilir. Bilgeliğin altın kuralına dair ruhsal bir kavrayış olmadan sizler, insanların tümünün sizlere akılları içindeki bütüncül ve içten doğruluğu söylemesini arzu ettiğiniz için sizlerinde bu nedenle aklınızdaki olan her şeyi bütüncül ve içten bir biçimde söylemeniz gerektiğini düşünebilirsiniz. Altın kuralın bu türden ruhsal olmayan bir düşünüşü, düşünülmemiş mutsuzlukla ve sonu gelmez kederle sonuçlanabilir.
180:5.6 (1950.1) Bazı insanlar altın kuralı, insan kardeşliğinin tamamiyle ussal nitelikteki bir olumlayışı olarak anlamakta ve onu böyle yorumlamaktadır. Diğerleri insan ilişkinin bu ifadesini, insan kişiliğinin ince hislerinin ruhsal bir tatmini olarak deneyimlemektedir. Başka faniler bu aynı altın kuralı, toplumsal davranışın ortak ölçüsü olarak, toplumsal ilişkilerin tümü için bir ölçü birimi halinde tanımaktadır. Daha da başkaları ise onu, ifadesinde kardeşsel ilişkilerin tümünü kapsamı altına alan fani sorumluluğa dair en yüksek kavramsallaşmanın vücut bulduğu, büyük ahlaki bir öğretmenin emri olarak görmektedir. Bu türden fani varlıkların yaşamlarında altın kural, onların felsefesinin tamamının bilge merkezi ve çevresi haline gelmektedir.
180:5.7 (1950.2) Tanrı-bilen gerçeklik sevgilisi kişilerin inanan kardeşliğine ait krallıkta bu altın kural; Tanrı’nın fani evlatlarının Üstün’ün bu emrini, akranları ile olan ilişkilerinde inanan bir kişinin kendilerine yapacakları en iyi iyiliği onlara yapmalarını isteyen bir biçimde görmelerine sebebiyet veren, yorumun daha yüksek düzeylerindeki ruhsal gerçekleşimin yaşayan niteliklerini almaktadır. Bu, gerçek dinin özüdür; komşunuzu kendiniz gibi derinden seviniz.
180:5.8 (1950.3) Ancak, altın kuralın en yüksek gerçekleşimi ve en gerçek yorumu, gerçekliğin ruhaniyetine ait bu türden kutsal bir duyurunun varlığını sürdüren ve yaşayan gerçeklik bilincinden meydana gelmektedir. Kâinatsal ilişkiye ait bu kuralın gerçek kâinatsal anlamı yalnızca, Evlat’ın ruhaniyeti tarafından fani insanın ruhunda ikamet etmekte bulunan Baba’nın ruhaniyeti uyarınca gerçekleştirilmekteki kanun yorumu olarak, onun ruhsal gerçekleşimi içinde açığa çıkarılmaktadır. Ve, ruhaniyetin rehberliği altındaki bu türden faniler bu altın kuralın gerçek anlamının farkına vardıklarında, dostane bir evren içindeki vatandaşlığın güveni içinde coşkunluğa erişirler; ve, ruhaniyet gerçekliğine dair onların idealleri yalnızca, İsa’nın hepinizi derinden sevdiği gibi akranlarını sevdiklerinde tatmin olur; ve, bu, Tanrı’nın derin sevgisinin farkına varışın gerçekliğidir.
180:5.9 (1950.4) Kutsal gerçekliğin Tanrı’nın her bir evladının bireysel gerekliliklerine ve yetkinliklerine olan yaşayan esnekliğinin ve kâinatsal uyumsallaşımının bu aynı felsefesi, Üstün’ün kötülüğe karşı koymama öğretisini ve uygulamasını anlamayı umut edişinizden önce anlaşılmak zorundadır. Üstün’ün öğretisi özünde, bir ruhsal duyurudur. Onun felsefesinin maddi çıkarımları bile onların ruhsal ilişkileri olmadan faydalı bir biçimde düşünülemez. Üstün’ün emrinin ruhaniyeti, evrene verilen tüm bencil tepki karşısında karşılık göstermemekten meydana gelmektedir; bu tutum özünde, gerçek ruhani değerlerin doğru düzeylerine olan kararlı ve ilerleyici erişimi taşımaktadır: kutsal güzellik, sonsuz iyilik ve ebedi gerçeklik — Tanrı’yı bilmek ve artan bir biçimde onun gibi olmak.
180:5.10 (1950.5) Bencil olmamak halinde, derin sevgi, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin rehberliği uyarınca ilişkilerin sürekli ve yaşayan bir uyumsallaşımının yorumundan geçmek zorundadır. Derin sevgi böylece, derin bir biçimde sevilmekte olan bireyin sahip olduğu kâinatsal kapsamdaki en yüksek iyiye dair sürekli değişen ve genişleyen kavramsallaşmaları içermek zorundadır. Ve, bunun arından, derin sevgi bu aynı tutumu, ruhaniyetin rehberliği altındaki bir faninin evrenin diğer vatandaşları için derin sevgisinin büyüyen ve yaşayan ilişkisinden muhtemel bir biçimde etkilenecek olan tüm diğer bireylerle takınır. Ve, derin sevginin tüm bu yaşayan uyumsallaşımı, hem çevrede bulunan mevcut kötülüğün hem de kutsal nihai sonun kusursuzluğuna dair ebedi amacın ışığı altında gerçekleşmek zorundadır.
180:5.11 (1950.6) Ve, böylece, bizler açık bir biçimde, ne altın kuralın ne de karşılıkta bulunmama öğretisinin bir şekilde dogmalar veya kesin ilkeler olarak kabul edilebilir bir biçimde anlaşılamayacak oluşunu tanımak zorundayız. Onlar yalnızca, bir insan varlığının diğeriyle olan sevgi dolu iletişimini yönlendiren, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin yaşayan yorumlayışı içindeki anlamların farkındalığı ile, onları yaşayarak kavranabilir.
180:5.12 (1951.1) Ve, tüm bunların hepsi açık bir biçimde, eski ve yeni arasındaki farklılığa işaret etmektedir. Eski din bireyin kendisinden fedada bulunmasını öğretti; yeni din yalnızca, bütünleşmiş haldeki toplumsal hizmet ve evren kavranışı içindeki gelişmiş benlik farkındalığı olarak, benliğin unutuluşunu öğretmektedir. Eski dün, korku-bilinci ile güdülenmekteydi; krallığın yeni dini, ebedi ve kâinatsal gerçekliğin ruhaniyeti olarak, gerçeklik yargısının egemenliği altındadır. Ve, krallığın inananlarının yaşam deneyiminde bulunan yaşayan Tanrı’nın ruhaniyetten doğmuş evlatlarını simgeleyen anlık, cömert ve içten arkadaşlığının yokluğunu acımanın hiçbir miktarı veya mezhepsel sadakat karşılayabilir. Ne gelenek ne de resmi ibadetin bir törensel sistemi, kişinin akranlarına duymuş olduğu içten merhametin yoksunluğunun yerine geçebilir.
180:6.1 (1951.2) Petrus, Yakub, Yahya ve Matta Üstün’e sayısız soruda bulunduktan sonra, Üstün elveda konuşmasına şunları söyleyerek devam etmişti: “Ve, sizlerden ayrılmadan önce ben tüm bunların hepsini sizlere, ciddi bir hataya düşmemeniz amacıyla gelmekte olan şeyler için hazır hale gelmeniz için söylemekteyim. Yönetim yetkisine sahip olanlar, sizleri yalnızca sinagoglara almamakla yetinmeyeceklerdir; sizlere, sizleri öldürdüklerinde Tanrı için bir hizmeti gerçekleştirdiklerini düşünecek olanların vaktinin yaklaşmakta olduğunu uyarıyorum. Ve, onlar bu şeylerin tümünü sizlere ve sizlerin cennetin krallığına götürdüğünüz kişilere yapacaklardır çünkü onlar Baba’yı bilmemektedirler. Onlar, beni kabul etmeyi reddederek Babayı tanımayı reddetmiştir; ve, onlar, eğer birbirinizi benim sizleri derinden sevdiğim gibi seven biçimde benim yeni emrime uymanız koşulu ile, sizleri reddettiklerinde beni kabul etmeyi reddetmiş olacaklardır. Ben sizlere bu şeyleri önceden söylüyorum ki, vakit, şimdi benimkinin gelmiş olduğu gibi, geldiğinde, her şeyin tarafımdan önceden bilinmiş olduğu ve ruhaniyetimin ben ve müjdem nedeniyle çekeceğiniz tüm acılarınız içinde sizlerle birlikte olacağı bilgisi karşısıyla güçlenesiniz. Bu amaçla ben en başından beri sizlerle oldukça açık bir biçimde konuşmaktayım. Ben sizlere, bir kişinin düşmanlarının bile aynı aile içinde olabileceği hususunda uyarıda bulundum. Her ne kadar krallığın bu müjdesi bireysel inananın ruhuna büyük huzuru getirmede hiçbir zaman başarısız olmasa da, bu müjde, insan benim öğretime içten bir biçimde inanmaya ve Baba’nın iradesini fani yaşamı yaşamının esas amacı haline getirme uygulamasında bulunmaya gönüllü olana kadar yeryüzü üzerine barışı getirmeyecektir.
180:6.2 (1951.3) “Şimdi ben, Baba’ya gitme vaktinin gelmiş olduğunu gören bir biçimde, sizlerden ayrılmak üzereyken, içinizden hiçbirinin neden bana, Neden bizi bırakıyorsun? diye sormayışı karşısında şaşkınlık duymaktayım. Yine de, ben sizlerin bu türden soruları kalpleriniz içinde sormakta olduğunuzu biliyorum. Ben sizlere açıkça konuşacağım, bir arkadaşın diğerine konuştuğu gibi. Benim gitmem sizler için gerçekten yararlıdır. Eğer ben gitmezsem, yeni öğretmen kalplerine girmeyecektir. Benim bu maddi bedenden ayrılmam ve bu ruhaniyet öğretmenini ruhlarınız içinde yaşaması ve ruhaniyetleri gerçekliğinize yönlendirmesi için gönderebilmemden önce yukarıdaki konumuma geri döndürülmem zorunludur. Ve, ruhaniyetim sizler içinde ikamet etmek için geldiği zaman, o günah ve doğruluk arasındaki farkı aydınlatacak ve sizleri onlara dair kalplerinizde bilgece bir biçimde yargıda bulunmaya yetkin hale getirecek.
180:6.3 (1951.4) “Sizlere söyleyeceğim çok şey var ancak sizler bu an içerisinde daha fazla söze katlanamaz bir haldesiniz. Buna rağmen, o, Gerçekliğin Ruhaniyeti, geldiğinde, sizleri nihai bir biçimde, sizler Babamın kâinatı içinde birçok yerleşkeden geçerken gerçekliğin tümüne götürecek.
180:6.4 (1951.5) “Bu ruhaniyet kendisi adına konuşmayacak; ancak, o sizlere, Baba’nın Evlat’a açığa çıkarmış olduğu şeyi duyurup, o sizlere gelecek şeyleri bile gösterecek; o beni, tıpkı benim Babamı yüceltmiş olduğum gibi yüceltecek. Bu ruhaniyet beden gelmekte olup, benim gerçekliğimi sizlere açığa çıkaracak. Baba’nın bu âlemde sahip olduğu her şey artık benimdir; bu nedenle, ben sizlere, bu yeni öğretmenin bana ait olanı alıp, sizlere onu açığa çıkaracağını söylemiş bulunmaktayım.
180:6.5 (1952.1) “Çok kısa bir süre içinde ben sizlerden kısa bir süreliğine ayrılacağım. Sonrasında, sizler beni tekrar gördüğünüz zaman, ben hâlihazırda, Baba’ya olan yolumda bulunacağım; bu zaman bile sizler beni uzunca bir süreliğine görmeyeceksiniz.
180:6.6 (1952.2) O kısa bir süreliğine durduğunda, havariler kendi aralarında konuşmaya başladı: “Onun bizlere söylediği bu şey de nedir? ‘Sizlerden çok kısa bir süreliğine ayrılacağım,’ ve ‘Sizler beni tekrar gördüğünüzde uzun bir süreliğine olmayacak, zira ben Baba’ya olan yolum üzerinde bulunacağım.’ O ‘kısa bir süre sonra’ ve ‘uzun bir süreliğine olmayacak’ ile ne demek istiyor? Bizler onun bizlere söylemekte olduğu şeyi anlamamaktayız.
180:6.7 (1952.3) Ve, İsa onların bu soruları sorduklarını bildiği için, şunu söyledi: “Kendiniz aranızda, sizlerden ayrılığım çok uzun sürmeyecek ve beni tekrar gördüğünüzde Baba’ya olan yolum üzerinde bulunacağım sözüm ile ne kastettiğimi mi soruyorsunuz? Ben sizlere açık bir biçimde İnsan Evladı’nın ölmek zorunda olduğunu söyledim; ancak, onun tekrar dirileceğini de. O halde, benim sözlerimin taşımış olduğu anlamı kavrayamıyor musunuz? Sizler ilk başta kedere düşeceksiniz; ancak daha sonra, gerçekleştikten sonra bu şeyleri anlayacak birçok kişi ile sevinç duyacaksınız. Bir kadın gerçekten de sancısında kederli haldedir; ancak, bir kez çocuğunu dünyaya getirdi mi, o anında ıstırabını unutur; çünkü o, dünyaya bir kişinin gelmiş oluşunun neşesini duyar. Ve, benzer bir biçimde sizler, ayrılışımdan keder duymak üzeresiniz; ancak, sizler yakın bir zaman içinde beni tekrar görecek olup, o zaman kederiniz neşeye dönüşecek ve sizlere hiçbir kişinin hiçbir sizden alamayacağı Tanrı’nın kurtuluşuna ait yeni bir açığa çıkarılış gelecektir. Ve, dünyaların tümü, ölümün tahtan indirilişini gerçekleştiren yaşamın bu aynı açığa çıkarılışı içinde kutsanacaktır. Bu vakte kadar hepiniz taleplerinizi Babamın adına gerçekleştirdiniz. Beni tekrar gördükten sonra sizler isteklerinizi aynı zamanda benim adıma da gerçekleştirebilirsiniz, ve ben sizi duyacağım.
180:6.8 (1952.4) “Burada, aşağıda size ben atasözlerinde öğretimde bulundum, simgesel hikâyelerde konuştum. Ben bunları, sizler sadece ruhaniyet bakımından çocuklarsınız diye gerçekleştirdim; ancak, vakit, benim sizlere Baba ve onun krallığına dair açıkça konuşacağım ana gelmektedir. Ve, ben bunu, Baba’nın kendisi sizleri derinden sevdiği ve sizlere daha da bütüncül bir biçimde açığa çıkarılma arzusu taşıdığı için gerçekleştireceğim. Fani insan ruhaniyet halindeki Baba’yı görmemektedir; bu nedenle, ben bu dünyaya, yaratılmış gözlerine Baba’yı göstermek için geldim. Ancak, sizler ruhani büyümede kusursuz hale geldiğinizde, o vakit Baba’yı kendiniz göreceksiniz.”
180:6.9 (1952.5) On ikili kendisini bu şekilde konuşur halde duyduğunda, onlar birbirlerine şunları söyledi: “Bakın, o bizlere açıkça konuşuyor. Kesinlikle Üstün Tanrı’dan geldi. Ancak, o neden Baba’ya geri dönmek zorunda olduğunu söylüyor?” Ve, İsa, onların kendisini henüz kavramaya bile başlamadıklarını görmüştü. Bu on bir kişi, Museviler’in Mesih kavramsallaşmasına dair kendilerinin uzunca bir süredir besledikleri düşüncelerden kaçamamışlardı. Onlar İsa’nın Mesih oluşuna daha bütüncül bir biçimde inandığında, yeryüzü üzerindeki krallığın ihtişamlı olan maddi zaferine dair bu kökleri derin fikirler daha sorunlu hale gelmişti.
Urantia’nın Kitabı
181. Makale
181:0.1 (1953.1) ON BİRLİYE olan elveda konuşmasının tamamlanışından sonra, İsa resmi olmayan bir biçimde onlar ile sohbet edip, bir topluluk ve bireyler olarak onlara dair birçok deneyimi hatırlattı. En sonunda, bu Celilelilerin akıllarında onların arkadaşı ve öğretmenlerinin kendilerinden ayrılmakta olduğu düşüncesi yer etmişti; ve, onların umudu, kısa bir süre içinde Üstünlerinin tekrar kendileriyle birlikte olacağı sözüne tutunmuştu; ancak, onlar, bu geri dönüşün kısa bir süreliğine gerçekleşecek oluşunu unutma eğilimi göstermişlerdi. Havarilerden ve önde gelen takipçilerden çoğu gerçekten de, (yeniden diriliş ve yükseliş arasındaki kısa zaman zarfı olarak) kısa bir süre için geri dönüşe ait bu sözün İsa’nın Babasına yalnızca küçük bir ziyarette bulunacağına ve sonrasında ise onun krallığı kurmak için geri dönecek oluşuna işaret ettiğini düşünmüştü. Ve, onun öğretisinin bu türden bir yorumu hem onların daha önceki inanışlarıyla ve hem de tutkulu umutlarıyla uyuşmuştu. Onların yaşam boyu beslemiş oldukları inanışlar ve arzularının yerine gelmesine dair umutları bu şekilde hem fikir halde bulunduğu için, onlar için yoğun arzularını haklı gösterecek bir biçimde Üstün’ün sözlerinin bir yorumunda bulmaları zor olmamıştı.
181:0.2 (1953.2) Elveda söyleşisi üzerinde konuşulduktan ve konuşmanın içeriği akıllarına yer etmeye başladıktan sonra İsa tekrar havarileri bir araya toplamış olup, son tembihlerini ve uyarılarını aktarmaya başladı.
181:1.1 (1953.3) On birli yerlerine geçtiklerinde, İsa ayağa kalktı ve onlara şu şekilde seslendi: “Sizlerle beden içinde olduğum müddetçe, aranızda veya tüm dünyada yalnızca tek bir bireyim. Ancak, ben fani doğanın bu oluşumundan kurtulduğum zaman, her birinizin ve krallığın bu müjdesi içindeki tüm diğer inananların bir ruhaniyet ikametçisi olarak geri dönmeye yetkin hale geleceğim. Bu şekilde İnsan Evladı, tüm gerçek inananların ruhlarında bir ruhsal vücutlaşım haline gelecektir.
181:1.2 (1953.4) “Sizler içinde ve sizler vasıtasıyla yaşamak için geri döndüğümde, sizleri bu yaşam boyunca ve göklerin tümündeki gelecek yaşamda bulunan birçok yerleşim boyunca daha iyi yönlendirebileceğim. Baba’nın ebedi yaratımı içindeki yaşam, eylemsizliğin ve bencil kolaylığın sonu gelmez bir dinlenme yeri değildir; o, şükranda, gerçeklikte ve ihtişamda sonu gelmez bir ilerleyiştir. Babamın evindeki birçok durağın her biri, bir sonraki için sizi hazırlamak amacıyla tasarlanmış bir yaşam olarak, bir bekleme yeridir. Ve, böylece, ışığın çocukları, Baba’nın tıpkı her şeyde kusursuz olduğu gibi içinde ruhsal olarak kusursuzlaşmış hale gelecekleri kutsal yerleşkeye erişine kadar ihtişamdan ihtişama ilerleyeceklerdir.
181:1.3 (1953.5) “Sizlerden ayrıldıktan sonra eğer beni takip etmek isterseniz, benim öğretilerimin ruhu ve — Babamın iradesini yerine getirmek olarak — yaşamın ideali uyarınca yaşamak için en içten çabalarınızda bulunun. Bunu, beden içinde sahip olduğum doğal yaşamımı taklit etmek yerine gerçekleştirin; zira, bu, bu dünya üzerinde yaşamak için gerekli olan şeydir.
181:1.4 (1954.1) “Baba beni bu dünyaya gönderdi ama yalnızca çok azınız beni kabul etmeyi bütünüyle seçti. Ben ruhaniyetimi bedenin tümüne aktaracağım, ancak insanların tümü bu yeni öğretmeni ruhun rehberi ve danışmanı olarak kabul etmeyi seçmeyeceklerdir. Ancak, onu kabul eden herkes aydınlanacak, arınacak ve teselli bulacaktır. Ve, bu Gerçekliğin Ruhaniyeti kendilerinde, ebedi yaşama fışkıran bir yaşayan su kuyusu haline gelecektir.
181:1.5 (1954.2) “Ve, şimdi, sizler aranızdan ayrılmak üzereyken, teselli sözlerinde bulunmak istiyorum. Sizlere huzur bırakıyorum; huzurumu sizlere veriyorum. Ben bu hediyeleri dünyanın — ölçüyle — verdiği gibi değil, ben sizlerin her birine ne kadar alacaksınız o kadar veriyorum. Kalplerinizin sıkıntıya düşmesine izin vermeyin; ne de korku duyun. Ben dünyanın üstesinden geldim, ve benim içinde sizlerin hepiniz inançla utgun geleceksiniz. Ben sizlere, İnsan Evladı’nın öldürülecek oluşunun uyarısında bulundum; ancak, sizleri temin ederim ki, her ne kadar kısa bir süreliğine olsa da, Baba’ya gitmeden önce geri döneceğim. Ve, Baba’ya yükseldikten sonra, ben kesin bir biçimde, sizlerle olması ve tam da kalplerinizde ikamet etmesi için yeni öğretmeni göndereceğim. Ve, sizler, tüm bunların hepsi gerçekleşirken, umutsuzluğa kapılmayın; bunun yerine, öncesinden bunları fazlasıyla öğrendiğiniz için, inanın. Ben sizleri büyük bir şefkat ile derinden sevdim, ve ben sizlerden ayrılmak istemezdim ama bu Baba’nın iradesi. Vaktim geldi.
181:1.6 (1954.3) “Yargı ile etrafa saçıldıktan ve birçok kederle üzüntüye düştükten sonra bile bu gerçeklerin hiçbirinden şüphe duymayın. Bu dünyada yalnız olduğunuzu hissettiğinizde, ben sizlerin terk edilmişliğinizi anlayacağım, tıpkı sizlerin İnsan Evladı’nı düşmanların eline bırakan bir biçimde her biriniz tek başına kalacak bir halde dağıtıldığınızda benim halimi bilecek oluşunuz gibi. Ancak, ben hiçbir zaman yalnız değilim; her zaman Baba benimledir. Bu türden bir zamanda bile ben sizler için dua edeceğim. Ve, ben bunların hepsini sizlere huzura sahip olabilesiniz ve ona daha bolca erişebilesiniz diye söyledim. Bu dünyada sizler sıkıntılara sahip olacaksınız; ancak, neşenizi koruyun; ben bu dünyada utgun geldim ve sizlere ebedi neşe ve sonsuza kadar sürecek olan hizmetin yolunu gösterdim.”
181:1.7 (1954.4) İsa, Tanrı’nın iradesini gerçekleştiren akranlarının tümüne huzur vermektedir; ancak, bu maddi yaşama ait neşeleri ve tatminleri değil. İnanmayan maddiyatçılar ve kaderciler huzurun ve ruhsal tesellinin iki türünü memnuniyetle deneyimlemeyi umut edebilirler: Ya onlar, kaçınılmazla yüzleşmek ve en kötüsüne katlanmak için yılmaz bir kararlılıkla, stoacı olmak zorundadırlar; ya da, gerçekte hiçbir zaman gelmeyen bir huzuru nafile bir biçimde arzular halde, insan göğsünden ebedi bir şekilde fışkıran umudun cazibesine kendilerini bırakarak iyimser olmak zorundadır.
181:1.8 (1954.5) Hem stoacılığın hem de iyimserliğin belirli bir miktarı yeryüzü üzerindeki bir yaşamı idame ettirmede yararlıdır; ancak, onların hiçbiri, Tanrı Evladı’nın beden içinde kardeşlerine bahşetmiş olduğu muhteşem barışın yerini zerre kadar alamaz. Mikâil’in yeryüzü üzerindeki çocuklarına vermiş olduğu huzur, onun beden içinde ve tam da bu dünya üzeride kendisi yaşarken ruhunda dolu olan barışın ta kendisidir. İsa’nın barışı, beden içinde fani yaşamı yaşarken Tanrı’nı iradesinin nasıl gerçekleştirileceğini bütüncül bir biçimde öğrenmenin utgunluğuna erişmiş olan bir Tanrı-bilir bireyin neşesi ve tatminidir. İsa’nın akıl huzurunun temeli, kutsal Baba’nın bilge ve duygudaş ilgisinin mevcudiyetine olan mutlak bir insan inancına dayanmaktaydı. İsa yeryüzü üzerinde sıkıntıya sahip oldu, o sürekli ancak yanlış bir biçimde “kederlerin insanı” biçiminde çağrıldı ancak, bu deneyimlerin tümü içinde ve onlar süresince o, kendisinin Baba’nın iradesini yerine getirişine dair bütüncül güvence içinde yaşam amacında ilerlemesi için ona sürekli güç veren kendinden eminliğin tesellisini memnuniyetle deneyimlemişti.
181:1.9 (1954.6) İsa kararlıydı, ısrarcıydı ve bütüncül bir biçimde görevinin yerine getirilişine adanmıştı ancak, o, hissiz ve taşlamış bir stoacı değildir; o her zaman yaşam deneyimlerin neşeli taraflarının peşine düşmüştü; ancak, o, gözleri görmez ve kendi kendisini kandıran bir iyimser değildi. Üstün tüm bunların başına geleceğini bilmekteydi, ve o korkmamaktaydı. Bu huzuru takipçilerinin her birine bahşettikten sonra, sürekli bir biçimde, “Kalplerinizin sıkıntıya düşmesine izin vermeyin; ne de korku duymasına izin verin.”
181:1.10 (1955.1) İsa’nın huzuru, bu nedenle, zaman ve ebediyet için sahip olduğu sürecin güvende ve bütüncül bir biçimde tüm bilgeliğe sahip, herkesi derinden seven ve tamamiyle güçlü olan bir ruhaniyet Babası’nın ilgisi ve koruması altında bulunduğunda inanan bir evladın duymuş olduğu huzur ve güvenceydi. Ve, bu, gerçekten de, fani aklın anlayışının ötesine geçek bir huzurdur; ancak, ona bütüncül bir biçimde inanan insan kalbi tarafından memnuniyetle sahip olunabilir.
181:2.1 (1955.2) Üstün, bir topluluk olarak havarilere elveda yönergelerini vermeyi ve onlara son tembihlerini aktarmayı bitirmişti. O bunun ardından, herkese kişisel olarak güle güle demesine ve ayrılma kutsaması ile birlikte her birine bir kişisel tavsiye sözünde bulunmasına başlamıştı. Havariler, Son Akşam Yemeği’ni yemek için ilk olarak oturmuş bulundukları hala masa etrafındaki yerlerindeydiler; ve, Üstün masa çevresinde onlara konuşmak için ilerlerken, her kişi İsa ona seslendiğinde ayağa kalkmıştı.
181:2.2 (1955.3) Yahya’ya İsa: “Sen, Yahya, kardeşlerimin en gencisin. Sen bana yakın olageldin; ve, ben seni bir babanın evlatlarını derinden sevmiş olduğu aynı sevgi ile severken, sen Andreas tarafından her zaman bana yakın olması gereken üç kişiden biri olarak seçildin. Bunun dışında, sen benim için eylemde bulundun ve dünyasal ailem ile ilgili birçok hususta bu şekilde eylemde bulunmaya devam etmek zorundasın. Ve, ben Baba’ya gidiyorum, Yahya, beden içinde bana ait olanlarda gözün üzerinde olmaya devam edeceğine bütüncül bir güvene sahip biçimde. Benim görevime dair onların mevcut kafa karışıklığının herhangi bir biçimde senin onlara, beden içinde kalmaya devam etseydim tıpkı benim gerçekleştireceğim gibi, her türlü anlayışı, tavsiyeyi ve yardımda bulunmana engel olmamasına dikkat et. Ve, onların tümü ışığı görmek ve krallığa bütünüyle girmek için geldiğinde, hepiniz onları neşe ile karşılarken, ben sana, Yahya, onları benim adıma karşılaman için yaslanıyorum.
181:2.3 (1955.4) “Ve, şimdi, yeryüzü sürecimin son saatlerine girerken, aileme dair herhangi bir iletiyi bırakabilmem için yakında kalmaya devam et. Baba tarafından ellerime verilmiş olan görev hususunda ise, beden içindeki ölümüm dışında o tamamlanmış haldedir; ve, ben, bu son kadehi içmeye hazırım. Ancak, Yusuf olarak yeryüzü babam tarafından bana verilmiş olan sorumluluklar hususunda ise, ben bunları yaşamımın bu süreci boyunca yerine getirmişken, şimdi ben sana, tüm bu hususlarda benim yerime eylemde bulunman için yaslanıyorum. Ve, ben benim için yerine getirmen için seni seçmiş bulunmaktayım, Yahya, çünkü sen onların en genci olup, bu nedenle oldukça muhtemel bir biçimde bu diğer havarilerden daha uzun yaşayacaksın.
181:2.4 (1955.5) “Bir seferinde bizler seni ve ağabeyini yıldırım evlatları olarak çağırdık. Sen bizlerle güçlü akılda ancak hoşgörüsüz olarak başladın; ancak, sen benden bilgisiz ve düşüncesiz inanmayanların başlarına ateş getirmemi istediğinden beri çok değiştin. Ve, sen daha da fazla değişmek zorundasın. Sen, benim bu gece sizlere vermiş olduğum yeni emrin havarisi olmak zorundasın. Yaşamını, tıpkı benim sizleri derinden sevmiş olduğum gibi, kardeşlerini birbirlerini nasıl sevmeyi öğretmeye ada.
181:2.5 (1955.6) Yahya Zübeyde orada üst odada dururken, yanaklarından yaşlar düşer bir halde Üstün’ün yüzüne bakıp, şunu söyledi: “Ve, ben böyle yapacağım, Üstünüm, ancak kardeşlerimi daha fazla derinden sevmeyi nasıl öğrenebilirim?” Ve, bunun ardından İsa: “İlk olarak cennet içindeki Babalarını daha fazla sevmeyi öğrendiğinde kardeşlerini daha fazla derinden sevmeyi öğreneceksin; ve, bunun ardından sen gerçek bir biçimde, onların zaman ve ebediyet içindeki refahına daha fazla ilgi duyar hale geleceksin. Ve, bu türden tüm insan ilgisi, anlayışlı duygudaşlık, fedakâr hizmet ve sınırsız bağışlamayla desteklenmiş haldedir. Hiçbir kişi senin gençliğine küçük gözle bakamaz; ancak, güçlü bir biçimde ben senden her zaman, yaşın birçok durumda deneyimi yansıtmakta oluşu, ve insana ait hususlarda hiçbir şeyin mevcut deneyimin yerini alamayacağı gerçeğine yeteri miktarda düşünceyi vermeni istiyorum. İnsanların tümüyle, özellikle cennetsel krallığın kardeşliği içindeki arkadaşlarınla, huzurlu bir biçimde yaşamayı amaçla. Ve, Yahya, her zaman hatırla, krallık için kazanacağın ruhlarla çatışmaya girme.
181:2.6 (1956.1) Ve, bunun arından Üstün, kendi koltuğunun etrafından geçen bir biçimde, bir anlığına Yudas İskarot’un yeri yakında durdu. Havariler Yudas’ın bundan önce geri dönmeyişi karşısında olağanın dışında bir biçimde şaşırmış haldeydi; ve, onlar, ihanetkarın boş yeri yanında dururken İsa’nın üzüntülü yüzünün anlamını öğrenmeye can atmaktaydılar. Ancak, onlardan hiçbiri, muhtemel bir biçimde Andreas haricinde, İsa onlara daha öncesinde o akşam ve akşam yemeği süresince imada bulunmuş olduğu gibi, haznedarların Üstünlerine ihanet etmek için gitmiş oluşuna dair en küçük bir düşünceyi bile akıllarından geçirmemişti. Bu küçük zaman zarfında oldukça fazla şey bir anda yaşanmaktaydı ki onlar bir süreliğine Üstün’ün içlerinden birinin kendilerine ihanet edeceğine dair uyarıyı fazlasıyla unutmuştu.
181:2.7 (1956.2) İsa bu aşamada, ayağa kalkıp, şu tembihi dinlemiş olan Şimon Zelotes’in yanına gitmişti: “Sen İbrahim’in gerçek bir evladısın; ancak, seni bu cennetsel krallığın bir evladı haline getirmek için ne de çok uğraştım. Ben seni derinden sevmekteyim, tıpkı kardeşlerinin hepsi gibi. Ben senin beni derinden sevdiğini bilmekteyim, Şimon, ve aynı zamanda bu krallığı da derinden sevdiğini; ancak, sen hala bu krallığı senin istediğin hale getirmeyi amaçlar haldesin. Ben, senin benim müjdemin ruhsal doğasını ve anlamını nihai olarak kavrayacağını oldukça iyi bilmekteyim; ve, senin onun duyurusunda gözü pek emeklerde bulunacağını ancak, ben, ayrıldığımda başına ne geleceğini düşündüğümde endişe duymaktayım. Senin yoldan ayrılmayacağını bilsem ne de neşe duyarım; Baba’ya gittikten sonra, senin benim havarim olmayı bırakmayacağını ve kabul edilebilir bir biçimde kendini cennetsel krallığın bir elçisi olarak ayıracağını bilsem ne de mutlu olurum.”
181:2.8 (1956.3) İsa Şimon Zelotes ile olan konuşmasını daha tamamlamamıştı ki, gözlerini kurulayan bir biçimde, hırçın vatansever şu cevabı verdi: “Üstün, benim sadakatimden hiçbir korkuya kapılma. Ben sırtımı her şeye, yeryüzü üzerinde senin krallığının oluşumuna adayabilmem için çevirdim; ve, ben yoldan ayrılmayacağım. Ben şimdiye kadar her türlü hayal kırıklığından kurtuldum, ve ben seni yalnız bırakmayacağım.”
181:2.9 (1956.4) Ve, bunun ardından, elini Şimon’un omzuna koyan bir biçimde, İsa: “Senin böyle konuştuğunu duymak, özellikle böyle bir zamanda, gerçekten canlandırıcı ancak, benim iyi arkadaşım, sen hala ne konuştuğunu bilmiyorsun. Bir an olsun ben senin sadakatinden, adanmışlığından, kuşku duymadım; ben, tüm bu diğerlerinin yapacağı gibi, benim için savaşa girmeye ve benim için ölmeye tereddüt etmeyeceğini biliyorum;” (ve onların hepsi gür bir onayla başlarını indirdi) “ancak, bu senden istenmemektedir. Ben sana tekrar eden bir biçimde benim krallığımın bu dünyaya ait olmadığını söyledim; ve, takipçilerimin onun kuruluşunu gerçekleştirmek için kavga etmeyeceğini. Ben sana bunu birçok sefer söyledim, Şimon, ancak, sen gerçeklik ile yüzleşmeyi reddediyorsun. Ben senin bana ve krallığa olan sadakatinden endişe etmemekteyim; ancak, ben, gittiğimde ve sen en sonunda benim öğretimin anlamını kavramadaki başarısızlığını ve yanlış düşüncelerini, krallık içindeki ilişkilerin diğer ve ruhsal düzeyinin gerçekliğine uyarlamak zorunda bulunuşunu anladığında ne yapacağını düşünmekteyim?”
181:2.10 (1956.5) Şimon daha fazla konuşmak istedi, ancak İsa elini kaldırdı ve, onu durduran bir biçimde şunu söyledi: “Havarilerimden hiçbiri kalpte senden daha içten ve dürüst değil; ancak, onların bir tanesi bile, ayrılışımdan sonra, senin kadar üzüntülü ve umutsuzluğa kapılmış olmayacak. Tüm umutsuzluğun içinde, benim ruhaniyetim seninle birlikte kalmaya devam edecek, ve bu kişiler, senin kardeşlerin, seni yalnız bırakmayacak. Yeryüzü üzerindeki vatandaşlığın Baba’nın ruhsal krallığı içindeki evlatlık ile olan ilişkisine dair sana öğretmiş olduğum şeyleri unutma. Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nınkini ona emanet et sözümün üzerinde uzunca düşün. Yaşamını, Şimon, sivil güçlere olan zamansal görev ile krallığın kardeşliğindeki ruhsal hizmetin eş zamanlı tanınışı ile ilişkili emrimi fani insanın nasıl makul bir biçimde yerine getirebileceğini göstermeye ada. Eğer sen Gerçekliğin Ruhaniyeti tarafından eğitilirsen, zamansal yöneticiler yalnızca Tanrı’ya ait olan saygınlığı ve ibadeti senden istemedikçe, yeryüzü üzerindeki vatandaşlığın gereklilikleri ile cennet içindeki evlatlık arasında hiçbir zaman bir çatışma yaşanmayacaktır.
181:2.11 (1957.1) “Ve, şimdi, Şimon, sen nihai olarak bunların hepsini gördüğünde, ve hayal kırıklığını üzerinden atıp, büyük güç içinde bu müjdeyi duyurmak için harekete geçtiğinde, cesaretini yitireceğin tüm bu dönem boyunca bile benim seninle birlikte bulunduğumu, ve en sonuna kadar seninle beraber yürüyeceğimi hiçbir zaman unutma. Sen her zaman benim havarim olacaksın; ve, sen ruhaniyetin gözleriyle görmeye istekli hale geldikten ve iradeni daha bütüncül bir biçimde cennet içindeki Baba’nın iradesine verdikten sonra, benim elçim olarak emeklerine geri dönecek ve hiçbir kimse benim sana vermiş olduğum yönetim yetkisini senden alamayacaktır; zira, sen yalnızca sana öğrettiğim gerçeklikleri kalmada yavaş kalmaktasın. Ve, bu yüzden, Şimon, seni bir kez daha uyarıyorum, kılıçla kavga eden kılıçla yok olurken, ruhaniyet içinde emek verenler, hâlihazırda neşe ve huzur içinde olan krallıkta bu niteliklerdeki yaşama sonsuza kadar erişir. Ve, ellerine verilmiş olan görev yeryüzü üzerinde tamamlandığında, sen, Şimon, orada benim krallığımda benimle birlikte oturacaksın. Sen gerçekten de, arzu etmiş olduğun krallığı göreceksin; ancak, bu yaşam içinde değil. Bana ve sana açığa çıkarmış olduğum şeylere inanmaya devam et; ve, sen, ebedi yaşamın hediyesini alacaksın.”
181:2.12 (1957.2) İsa, Şimon Zelotes ile konuşmasını bitirdiğinde, Matta Levi’ye geçip şunu söyledi: “Havarisel topluluğun hazinesini doldurmak artık sana düşmeyecektir. Yakında, çok yakında, sizlerin hepsi dağılacaktır; sizlerin, kardeşlerinizin bir tanesinin bile teselli edici ve rahatlatıcı birlikteliğinden keyif duymanıza izin verilmeyecek. Krallığın bu müjdesini duyurma için ilerlerken, sizler kendileriniz için yeni yardımcılar bulma zorunluluğu duyacaksınız. Ben sizleri eğitim döneminiz boyunca ikişerli halde gönderdim; ancak şimdi sizlerden ayrıldığım için, sarsıntıdan kurtulduktan sonra, yalnız başınıza gidecek ve yeryüzünün en ücra yerlerine şu iyi haberleri duyuracaksınız: O inançla canlanmış faniler Tanrı’nın evlatlarıdır.”
181:2.13 (1957.3) Bunun ardından Matta: “Ancak, Üstün, kim bizleri gönderecek, ve nereye gideceğimizi nasıl bileceğiz? Andreas mı bizlere yolu gösterecek?” Ve, İsa şu cevabı verdi: “Hayır, Levi, Andreas artık sizleri müjdenin duyuruşunda yönlendirmeyecek. O gerçekten de, yeni öğretmenin üzerinde geleceği güne kadar sizlerin arkadaşı ve danışmanı olmaya devam edecek; ve, ondan sonra, Gerçeğin Ruhaniyeti her birinizi krallığın genişlemesi için emek vermek amacıyla dışarı yönlendirecek. Senin ilk olarak beni takip etmek için yola çıktığın gümrük evindeki günden beri sen birçok değişimden geçtin; ancak, çok daha fazlası, içinde gentilenin Musevi ile kardeşsel birliktelik içinde yan yana oturduğu bir kardeşliğin tahayyülünde bulunmaya yetkin hale gelmeden önce gerçekleşmek zorundadır. Ancak, bütünüyle tatmin olana kadar Musevi kardeşlerini kazanma uyarımını takip etmeye devam et; ve, onun sonrasında, tüm gücünle gentilelere dön. Bir şeyden emin olabilirsin, Levi: Sen kardeşlerinin güvenini ve şefkatini kazandın; onların hepsi seni derinden sevmektedir.” (Ve, onlarının onu da Üstün’ün sözlerine onaylarını belirttiler.)
181:2.14 (1958.1) “Levi, ben, kardeşlerinin bilmemekte olduğu, hazineyi dolu tutmak için taşımış bulunduğun endişelere, fedalara ve emeklere dair birçok şey biliyorum; ve, ben, her ne kadar keseyi taşıyan kişi burada olmasa da, krallığın ileticileri ile olan elveda toplanışımda publikan elçinin burada olmasından büyük keyif duymaktayım. Ben, senin benim öğretimin taşıdığı anlama ruhaniyetin gözleri ile kavraman için duacıyım. Ve, yeni öğretmen kalbine geldiğinde, o sana yolu gösterirken kardeşlerine — hatta tüm dünyaya — Baba’nın, İnsan Evladı’nı takip etmeye ve krallığın müjdesine inanmaya cüret etmiş bulunan, kendisinden nefret edilen bir vergi toplayıcı için ne yapabileceğini görmelerine izin ver. En başta bile, Levi, ben bu diğer Celileliler gibi seni derinden sevdim. O zamanlarda bile ne Baba’nın ne de Evlat’ın hiçbir kişiyi ayırmadığını oldukça iyi bilen bir biçimde, hizmetin vasıtasıyla müjdenin inananları haline gelenler arasında bu türden ayrımları yapmamaya dikkat et. Ve, böylece, Matta, bütüncül gelecek yaşamını, Tanrı’nın hiçbir kişiyi ayırmadığını insanların tümüne gösterme hizmetine ada; Tanrı’nın gözünde ve krallığın birlikteliğinde, inananların tümünün Tanrı’nın evlatları oluşu haliyle, insanların tümünün eşit oluşuna.”
181:2.15 (1958.2) İsa bunun ardından, Üstün kendisine seslenirken sessiz bir biçimde ayakta durmakta olan Yakub Zübeyde’ye yöneldi: “Yakub, sen ve senin küçük kardeşin bir seferinde krallığın onurlarında ayrıcalık elde etmek için geldiğinizde, ve ben sizlere bu türden onurları bahşetmenin Baba’ya düştüğünü söylediğimde, sizlere benim kadehimi içmeye yetkin olup olmadığınızı sordum; ve, sizler yetkin olduğunuz cevabını verdiniz. Her ne kadar sizler o zaman buna yetkin olmadıysanız da, ve eğer şimdi bile yetkin olmasanız da, geçmek üzere olduğunuz deneyim vasıtasıyla bu türden bir hizmet için yakın bir süre içinde hazır hale geleceksiniz. Bu türden davranışla sizler kardeşlerinizi o zaman sinirlendirdiniz. Eğer onlar hâlihazırda sizleri bütünüyle affetmediyse, onlar benim kadehimi bitirmemi gördüklerinde bunu gerçekleştireceklerdir. İster hizmetin uzun isterse de kısa olsun, ruhunda sabra sahip ol. Yeni öğretmen geldiğinde, onun sana, bana olan ulvi güvenden ve Baba’nın iradesine olan kusursuz itaatten doğan merhametin ve o duygudaş hoşgörünün dik duruşunu öğretmesine izin ver. Yaşamını, Tanrı-bilen ve Evlat-inanan takipçinin sahip olduğu birleşik insan şefkatinin ve kutsal soyluluğun gösterimine ada. Ve, bu şekilde yaşayan herkes, müjdeyi ölümlerinde bile açığa çıkaracaktır. Sen ve kardeşin Yahya farklı yollara gideceksiniz; ve, ikinizden biri ebedi krallıkta benimle birlikte diğerinden çok daha önce oturabilecek. Eğer gerçek bilgeliğin cesarete ek olarak ayrım gücünden meydana geldiğini öğrenecek olursan sana ne kadar da fazla yardımcı olacaktır. Sen kararlılığınla beraber gidecek olan bilgeliğini öğrenmelisin. İçinde takipçilerimin yaşamlarını bu müjde için öne sermede tereddüt etmeyecekleri o çok yüce anlar gelecektir; ancak, tüm olağan koşullar içinde, yaşabilmen ve mutlu haberleri duyurabilmen için inanmayanların kinini yumuşatman çok daha iyi olacaktır. Gücünde bulunduğu kadar yeryüzü üzerinde uzun yaşa ki, birçok yıl süren yaşamın cennetsel krallığı için ruhları kazanmada verimli olsun.”
181:2.16 (1958.3) Üstün Yakup Zübeyde ile olan konuşmasını bitirdiğinde, o Andreas’ın oturmuş olduğu masanın sonuna geçip, doğru yardımcısının gözlerine bakan bir biçimde şunları söyledi: “Andreas, sen dosdoğru bir biçimde beni cennetsel krallığın elçilerinin vekil başı olarak temsil ettin. Her ne kadar sen zaman zaman kuşku duymuş olup, diğer zamanlarda ise tehlikeli ürkekliği göstermiş olsan da, yine de, birlikteliklerinde olan ilişkilerinde her zaman içten bir biçimde adil ve yüksek derecede hakkaniyet gözetir oldun. Senin ve kardeşlerinin krallığın ileticileri olarak görevlendirilişinden veri, benim seni bu seçilmiş kişilerin vekil başı olarak görevlendirmem dışında, topluluğun tüm idari hususlarında özerk oldun. Başka hiçbir zamansal hususta ben kararlarını yönlendirmek veya onları etkilemek için bir şey yapmadım. Ve, ben bunu, daha sonraki tüm topluluk kararlarının sürecinde önderliği sağlamak için gerçekleştirdim. Benim evrenimde ve Babamın kâinat evrenlerinin tümünde, kardeş-evlatlarına tüm ruhsal ilişkilerinde bireyler olarak davranılır; ancak, tüm topluluk ilişkilerinde bizler her zaman kesin önderliği sağlarız. Bizlerin krallığı, bir düzen âlemidir; ve, iki veya daha fazla irade yaratılmışı işbirliği içinde faaliyet gösterdiğinde, orada her zaman önderliğin yönetim yetkisi sağlanır.
181:2.17 (1959.1) “Ve, şimdi, Andreas, benim atama yetkim tarafından kardeşlerinin başı olduğun için, ve sen bu şekilde benim kişisel temsilcim olarak hizmet verdiğin için, ve ben sizlerden ayrılmak ve Babama gitmek üzere bulunduğum için, seni bu zamansal ve idari hususlara dair her türlü sorumluluktan salıveriyorum. Bu andan itibaren sen, bir ruhsal önder olarak kazandığın ve kardeşlerinin bu nedenle tanımakta özgür bulunduğu yetkinlik dışında, kardeşlerin üzerinde hiçbir karar yetkisini kullanamayacaksın. Bu andan itibaren sen, ben Baba’ya gittikten sonra onların kesin yasama eylemi tarafından sana bu türden karar yetkisi geri verilmedikçe, kardeşlerin üzerinde hiçbir yönetim yetkisini kullanamayacaksın. Ancak, bu topluluğun idari başı olarak sorumluluktan bu salıveriş hiçbir biçimde, beden içindeki benim ayrılışım ile kalplerinizde yaşayacak ve nihai olarak sizleri gerçekliğin tümüne yönlendirecek olan yeni öğretmenin gönderilişi arasındaki zaman zarfı olarak tam da önünüzde uzanan zorlu zamanlar boyunca kardeşlerini güçlü ve sevgi dolu bir el ile beraber tutmadaki gücünde elinden gelen her şeyi yapmanın ahlaki sorumluluğunu azaltmamaktadır. Ben sizden ayrılmak için hazırlanırken, seni, temelini ve yönetim yetkisini aranızda biri olarak benim mevcudiyetimden alan tüm idari sorumluluktan kurtarmak istiyorum. Bundan böyle ben yalnızca sizler üzerinde ve sizler aranızda ruhsal yönetim yetkisine sahip olacağım.
181:2.18 (1959.2) “Eğer senin kardeşlerin danışmanları olarak sana sahip olmayı arzulamak istiyorlarsa, ben senden, zamansal ve ruhsal olan tüm hususlarda, içten müjde inananlarının çeşitli toplulukları arasında barışı ve uyumu desteklemen için elinden gelenin en iyisini yapmanı istiyorum. Yaşamının geride kalan kısmını, kardeşlerin arasındaki kardeşsel derin sevginin işlevsel yönlerini desteklemeye ada. Bu müjdeye inanmak için bütünüyle geldiklerinde beden içindeki kardeşlerime iyi davran; Batı’daki Yunanlılara ve Doğu’daki Abner’e sevgi dolu ve tarafsız adanmışlığı göster. Her ne kadar bunlar, havarilerim, yakın bir süre içinde yeryüzünün dört bir köşesine, Tanrı ile olan evlatlığın kurtuluşuna dair iyi haberleri duyurma amacı ile, dağılacak olsalar da, tam da önünüzde uzanan zorlu süreç boyunca onları bir arada beraber tutacaksın; Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak yeni öğretmenin gelişini sabırla beklerken kişisel mevcudiyetim olmadan bu müjdeye inanmayı öğrenmek zorunda olduğun yoğun sınayışın dönemi olan o günler boyunca. Ve, böylece, Andreas, her ne kadar insanlar tarafından görüleceği haliyle büyük şeyleri yapman sana düşmeyecek olsa da, bu tür şeyleri yapanların öğretmeni ve danışmanı halinde bulunmaktan mutlu ol. En sonuna kadar yeryüzü üzerindeki görevini sürdür, ve bunun ardından ebedi krallık içindeki bu hizmetine devam et; zira, ben sana birçok kez bu sürede bulunmayan başka koyunlar da var demedim mi?”
181:2.19 (1959.3) İsa bunun ardından, aralarında duran bir biçimde, Alpheus ikizlerine gitti ve şunu söyledi: “Benim küçük çocuklarım, sizler beni takip etmeyi seçmiş üç kardeş topluluğundan bir tanesisiniz. Altınız da beden ve kanınızla huzur içinde çok iyi şeyler gerçekleştirdiniz; ancak, onlardan hiçbiri sizden daha iyi şeyler yapmadı. Zor zamanlar tam da önümüzdedir. Sizler başınıza ve kardeşlerinize gelebilecek olan şeyleri bütünüyle anlamayabilirsiniz; ancak, sizlerin bir sefer krallığın emeklerine çağrılmış oluşunuzdan kuşku duymayın. Belirli bir süre boyunca idare edilecek herhangi bir kalabalık bulunmayacaktır ama, cesaretinizi yitirmeyin; yaşam göreviniz tamamlandığında ben sizleri, ihtişam içinde sizlerin kurtuluşunuzu yüksek meleksel birliklere ve sayısız yüksek Tanrı Evlatları’na söyleyeceğim yer olan yukarda karşılayacağım. Yaşamlarınızı ortak emeğin geliştirilmesine adayın. Yeryüzündeki insanların ve gökteki meleklerin tümüne, Tanrı’nın özel hizmetinde bir dönem çalışmak için çağrıldıktan sonra fani insanın nasıl neşeyle ve cesaretle eski günlerin emeklerine geri dönebileceğini gösterin. Eğer, kısa bir süreliğine şimdi, krallığın dışsal olaylarında sizlerin emekleri tamamlanmak zorundaysa, Tanrı ile olan evlatlık deneyiminin yeni aydınlanması ve Tanrı-bilen insan için, her zamanki iş veya diğer bir değişle din-dışı emek diye bir şeyin olmayışının yüce farkındalığı ile eski gayelerinize geri dönün. Benimle birlikte çalışmış olan sizler için, her şey kutsal ve yeryüzüsel emeğin her türlüsü Baba olan Tanrı için bile bir hizmet haline gelmiştir. Ve, önceki havarisel birlikteliklerinizin yaptıkları şeylere dair haberleri duyduğunuzda, onlarla sevinin ve Tanrı’nın işaretini bekleyenler ve beklerken de ona hizmet edenler olarak gündelik yaşamlarınıza devam edin. Sizler benim havarilerim olageldiniz, ve sizler her zaman benim havarilerim olacaksınız; ve, ben sizleri gelecek krallıkta hatırlayacağım.”
181:2.20 (1960.1) Ve, bunun arından İsa, ayakta durur halde Üstününden bu iletiyi duymuş olan Filip’e geçti: “Filip, sen bana birçok budala soruda bulundun ama ben her birini cevaplamak için elimden gelen her şeyi yaptım; ve, şimdi, ben, en içten haldeki ancak ruhsal olmayan aklında doğan bu türden soruların sonuncusunu cevaplamak istiyorum. Sana yaklaştığım andan beri tüm bu zaman zarfı boyunca sen kendi kendine, ‘Eğer Üstün gider ve bizleri dünyada yalnız başımıza bırakırsa ben ne yapacağım?’ diye soruyordun. Ey, küçük inanca sahip sen! Gel gör ki, sen kardeşlerinin ne kadar sahipse o kadar inanca sahipsin. Sen iyi bir gözetimci oldun, Filip. Sen bizleri yalnızca birkaç kez hayal kırıklığına uğrattın, ve bu başarısızlıkların bir tanesini bizler Baba’nın ihtişamını göstermek için kullandık. Senin gözetimcilik görevin sona ermek üzeredir. Sen yakın bir süre içinde, krallığın bu müjdesinin duyurusu olarak — çağrılmış olduğun görevde daha bütüncül bir biçimde emek vermek zorundasın. Filip, sen her zaman gösterilmeyi arzuladın, ve oldukça yakın bir süre içinde sen büyük şeyleri göreceksin. Tüm bunların hepsini inançla görseydin çok daha iyi olurdu ama sen maddi bakışında içten olduğun için benim sözlerimin yerine gelişini görecek kadar yaşayacaksın. Ve, bunun ardından, sen ruhsal görüş ile kutsandığında, yaşamını Tanrı’yı aramak ve maddi aklın gözleri yerine ruhsal inancın gözleri ile ebedi gerçeklikleri aramak için insanlığı yönlendirme amacına adayan bir biçimde, emeklerine gideceksin. Hatırla, Filip, sen yeryüzü üzerinde büyük bir göreve sahipsin; zira, dünya, tam da senin bakma eğiliminden yaşama bakmakta olan kişilerle doludur. Sen yapacak büyük bir göreve sahipsin, ve o inançla tamamlandığında, sen krallığım içinde bana geleceksin, ve ben sana gözlerin görmediği, kulağın duymadığı ve maddi aklın düşünmediği şeyleri göstermekten büyük haz duyacağım. Bu arada, ruhaniyetin krallığında küçük bir çocuk ol ve yeni öğretmenin ruhaniyeti olarak benim seni ruhsal krallıkta yönlendirmeme izin ver. Ve, bu şekilde ben, âlemin bir fanisi olarak seninle birlikte konakladığım zaman gerçekleştirmeye yetkin olmadığım şeyi senin için fazlasıyla sağlamaya yetkin olacağım. Ve, her zaman hatırla, Filip, beni görmüş olan kişi Baba’yı görmüştür.”
181:2.21 (1960.2) Bunun ardından Üstün Nathanyel’in tarafına geçti. Nathanyel ayakta dururken, İsa ondan oturmasını isteyip, onun yanında oturan bir biçimde, şunları söyledi: “Nathanyel, sen, benim havarim haline geldiğinden beri önyargının üzerinde yaşamayı ve artan hoşgörüyü uygulamayı öğrendin. Ancak, senin için öğrenmesi gereken çok daha fazla şey var. Sen akranların için, onların senin tutarlı içtenliğinden her zaman ilham alışı bakımından bir hediye oldun. Ben gittiğim zaman, senin dürüstlüğün, hem yeni hem de eski olarak, kardeşlerin ile iyi anlaşmana engel olabilir. Sen, iyi bir düşüncenin ifadesinin dinleyicinin ussal düzeyi ve ruhsal gelişimi uyarınca tasarlanmak zorunda oluşunu öğrenmek zorundasın. İçtenlik ayrım yetkisi ile birleştiğinde krallığın emeğinde en yararlı haldedir.
181:2.22 (1961.1) “Eğer sen kardeşlerin ile beraber emek vermeyi öğrenirsen, daha kalıcı şeyleri yerine getirebilirsin; ancak, sen kendini, senin yaptığın gibi düşünenlerin arayışında salıverir halde bulursan, bu durumda yaşamını, Tanrı-bilen takipçinin dünyada yalnız kaldığında ve akran inananlardan tamamiyle uzakta bulunduğunda bile bir krallık ustası haline gelebileceğini kanıtlamaya ada. Ben senin sonunda dosdoğru olacağını biliyorum; ve, ben bir gün seni, yukarıdaki krallığımın genişlemiş hizmetine kabul edeceğim.”
181:2.23 (1961.2) Bunun ardından, Nathanyel, İsa’ya şu soruyu soran bir biçimde, konuştu: “Ben senin öğretini, beni bu krallığın hizmetine ilk çağırışından beri dinlemekteyim; ancak, ben, dürüstçe, senin bize söylemekte olduğun şeylerin tümünün içerdiği bütüncül anlamı anlamamaktayım. Ben bir sonraki adımda neyin bekleneceğini bilmemekteyim, ve ben kardeşlerimin çoğunun benzer bir biçimde kafaları karışık olduğunu düşünmekteyim; ancak, onlar kendi karışıklıklarını ifade etmede tereddüt ediyor. Bana yardım edebilir misin?” İsa, elini Nathanyel’in omzuna koyan bir biçimde, şunu söyledi: “Benim arkadaşım, Musevi geleneğine dair önyargıların tarafından bu kadar engellenmiş ve müjdemi kâtiplerin ve Ferisilerin öğretileri uyarınca yorumlamadaki ısrarcı eğilimin nedeniyle fazlasıyla kafan karışmış olduğu için, ruhsal öğretilerimin anlamını kavramadaki çabanda çıkmazla karşılaşman tuhaf bir durum değildir.
181:2.24 (1961.3) “Ben öğretilerimin çoğunu sizlere dilin sözleriyle gerçekleştirdim, ve ben yaşamımı sizler aranızda yaşadım. Ben yapılabilecek her şeyi akıllarınızı aydınlatmak ve ruhlarınızı özgürleştirmek için gerçekleştirdim; ve, öğretilerimden ve yaşamımdan elde etmeye yetkin olmadığınız şeyleri şimdi — mevcut deneyim olarak — öğretmenlerin tümünün üstünü olanın elinden almaya hazırlanmak zorundasınız. Ve, şimdi sizleri beklemekte olan bu yeni deneyimin tümünde ben önünüzden gidecek olup, Gerçekliğin Ruhaniyeti sizlerle birlikte olacaktır. Korkma; şu an kavramakta başarısız olduğun şeyi, o geldiğinde sana, yeni öğretmen, yeryüzü üzerindeki yaşamının geri kalan kısmı ve ebedi çağlardaki hazırlanman boyunca açığa çıkaracak.”
181:2.25 (1961.4) Ve, bunun ardından Üstün, onların tümüne dönen bir biçimde, şunun söyledi: “Müjdenin taşımakta olduğu bütüncül anlamı kavramada başarısız oldunuz diye umutsuzluğa kapılmayın. Sizler yalnızca, fani insanlar olarak, sınırlı niteliktesiniz; ve, sizlere öğretmiş olduğum şey sınırsız, kutsal ve ebedidir. Sabırlı ve cesur olun çünkü sizlerin önünde, içinde, tıpkı Cennet içindeki Babanızın kusursuz olduğu gibi, kusursuz hale gelmenin deneyimine olan ilerleyici erişimini sürdüreceğiniz ebedi çağlara sahipsiniz.”
181:2.26 (1961.5) Ve, bunun ardından İsa, ayakta durur halde bulunan ve kendisinden şunları duymuş olan Tomas’a ilerledi: “Tomas, sen sıklıkla inançtan yoksun oldun; buna rağmen, kuşku dönemlerine sahip olduğun dönemlerde hiçbir zaman cesaretten yoksun olmadın. Ben, sahte peygamberlerin ve gerçek olmayan öğretmenlerin seni kandıramayacağını oldukça iyi biliyorum. Gittikten sonra senin kardeşlerin, yeni öğretilere değerlendirmekte olan senin eleştirel biçimini daha fazla takdir edecek. Ve, hepiniz gelecek zamanlarda yeryüzünün en ücra köşelerine dağıtıldığınızda, senin hala benim elçim olduğunu hatırla. Yaşamını, insanın eleştirel maddi aklının, yaşamlarında ruhaniyetin meyvelerini veren ve birbirlerini tıpkı benim sizleri derinden sevdiğim gibi seven ruhaniyetten doğmuş erkek ve kadınların deneyiminde gerçekleştiği gibi, yaşayan gerçekliğin dışavurumunun olgusu ile karşılaştığında ussal kuşkunun eylemsizliği üzerinde nasıl da utgun gelebileceğini göstermenin büyük görevine ada. Tomas, iyi ki sen bizlere katıldın, ve ben, kısa bir kafa karışıklığından sonra, senin krallığın hizmetine devam edeceğini biliyorum. Senin sahip olduğun kuşkular kardeşlerinin kafasını karıştırmıştır; ancak, onlar hiçbir zaman beni rahatsız etmedi. Ben sana güveniyorum, ve ben senin önünde yeryüzünün en ücra yerlerine bile gideceğim.”
181:2.27 (1962.1) Bunun ardından, Üstün, İsa kendisine şu biçimde seslenirken ayakta durmakta olan Şimon Petrus’a uğradı: “Petrus, ben senin beni derinden sevmekte olduğunu biliyorum; yaşamını, krallığın bu müjdesinin Musevilere ve gentilelilere açık bir biçimde duyurmaya adayacağını ancak, senin benimle olan bunca yıllık yakın birlikteliğinin konuşmadan önce düşünmene daha fazla yardımcı olmamasından rahatsızlık içerisindeyim. Dudaklarına bir gözetmen dikmeyi öğrenmeden önce hangi deneyimlerden geçmen gerekecek? Aşırı cüretkâr özgüvenin biçiminde düşüncesiz konuşman nedeniyle bizler için ne kadar da fazla sıkıntıya sebep oldun! Ve, sen, bu kırılganlığının üstesinden gelmezsen kendin için ne kadar da fazla sıkıntıya sebep olmanın nihai sonuna sahipsin. Sen, bu zayıflığına rağmen kardeşlerinin seni derinden sevdiğini bilmektesin; ve, sen aynı zamanda, bu zaafın hiçbir bir biçimde benim sana duymakta olduğum şefkati zedelemediğini anlamalısınız; ancak, o, senin faydanı azaltmakta ve senin için sıkıntı yaratmada bir on olsun boş durmamaktadır. Ancak, sen kuşkusuz bir biçimde, tam da bu gece geçecek olduğun deneyimden büyük bir yardım göreceksin. Ve, ben sana şimdi söylüyorum, Şimon Petrus, burada bir araya gelmiş tüm kardeşlerine benzer bir biçimde söylediğim gibi: Bu gece sizlerin hepiniz benden dolayı sendelemenin büyük bir tehlikesi içinde bulunacaksınız. Sizler şunun yazılmış olduğunu biliyorsunuz, ‘Çoban saldırıya uğrayacak ve koyunlar etrafa dağılacak.’ Ben burada olmadığımda, içlerinizden bazılarının kuşkulara takılması ve başıma gelenden dolayı sendelemesi için büyük bir tehlikesi bulunmaktadır. Ancak, sizlere şimdi söz veriyorum, ben kısa bir süre için sizlere geri döneceğim, ve bunun ardından sizler önünde Celile’ye gideceğim.”
181:2.28 (1962.2) Bunun ardından Petrus, elini İsa’nın omzuna koyan bir biçimde: “Kardeşlerimin tümü senin yüzünden kuşkulara takılsa bile, ben senin yapabileceğin herhangi bir şey yüzünden sendelemeyeceğim. Ben seninle birlikte gideceğim, ve eğer gerekirse senin için öleceğim.”
181:2.29 (1962.3) Petrus Üstünü’nün önünde, onun için duyduğu yoğun duygular ve taşan içten derin sevgi ile kendini tutamaz biçimde titreyen halde, orada dururken, İsa doğrudan buğulu gözlere bakıp, şunu söyledi: “Petrus, gerçekten de, gerçekten de, sana söylüyorum ki, bu gece horoz sen beni üç veya dört sefer reddetmeden ötmeyecek. Ve, bu nedenle, benimle olan huzurlu birliktelikten öğrenmediğin şeylerin tümünü, birçok sıkıntı ve fazlasıyla kederden öğreneceksin. Ve, sen gerçekten bu gerekli dersi öğrendikten sonra, kardeşlerini güçlendirmeli ve bu müjdeyi duyurmaya adanmış olan bir hayatı yaşamaya devam etmelisin; her ne kadar hapse düşebilecek ve, muhtemel bir biçimde, Baba’nın krallığının inşasında sevgi dolu hizmetin en yüksek bedelini ödeyen bir biçimde benim sonumu takip edebilecek olsan da.
181:2.30 (1962.4) “Ancak, benim sözümü hatırla: Ben yukarı çıkarıldığımda, Baba’ya gitmeden önce kısa bir süreliğine sizler ile vakit geçireceğim. Ve, bu gece bile ben, şimdi çok yakın bir süre içinde geçmek zorunda olduğunuz şeyler için her birinizi güçlendirmesi amacıyla Baba’dan ricada bulunacağım. Ben sizlerin tümünü, Baba’nın beni derinden sevmekte olduğu kaynaktan seviyorum, ve bu nedenle sizler böylece birbirlerinizi, tıpkı benim sizleri derinden sevdiğim gibi sevmelisiniz.”
181:2.31 (1962.5) Ve, bunun ardından, onlar bir şükran şarkısı söyledikten sonra, Zeytindağı üzerindeki kamp için ayrıldılar.
Urantia’nın Kitabı
182. Makale
182:0.1 (1963.1) BU PERŞEMBE İsa on bir havarisiyle İlyas ve Meryem’in evinden önde ayrıldığında saat yaklaşık olarak ondu, ve Markus Gethsemane kampına onları arkada takip ediyordu. Tepelerdeki o günden beri Yahya Markus İsa’nın üzerinde gözetimci bir göze sahip olmayı kendi işi haline getirmişti. Yahya, uykuya ihtiyaç duyan bir biçimde, Üstün havarileri ile birlikte üst odadayken, birkaç saatlik dinlenmede bulunmuştu; ancak, onların merdivenlerden inişini duyması üzerine o kalkıp, hızlıca üzerine bir keten paltoyu geçiren bir biçimde, kendilerini Kidron çayından ve Gethsemane Parkı’ndaki özel kamplarına kadar şehirden takip etmişti. Ve, Yahya Markus bu gece boyunca ve sonraki gün Üstün’e oldukça yakın bir konumda bulunmuştu ki o, bu zaman zarfından çarmıh saatine kadar her şeye şahit olmuş ve Üstün’ün söylemiş olduğu birçok şeye kulak misafirliğinde bulunmuştu.
182:0.2 (1963.2) İsa ve on birli kampa vardıklarında, havariler Yudas’ın uzun süren yokluğunun taşıdığı anlamı merak etmeye başlamış olup, onlar birbirlerine Üstün’ün içlerinden birinin kendisine ihanet edeceğine dair onun tahmininden bahsetmeye başladılar; ve, ilk kez onlar Yudas İskariot ile bir şeyin doğru gitmediğini düşündüler. Ancak, onlar, kampa ulaşıp onun kendilerini karşılamayı bekler bir biçimde burada bulunmayışını gözlemleyene kadar, Yudas’a dair açık bir yorumda bulunmadılar. Onların hepsi Yudas’a ne olduğunu öğrenmek için Andreas’a üşüştüklerinde, onların başı yalnızca, “Yudas’ın nerede olduğunu bilmiyorum, ancak korkarım ki o bizleri terk etti” yorumunda bulundu.
182:1.1 (1963.3) Kampa ulaştıktan birkaç dakika sonra, İsa onlara: “Benim arkadaşlarım ve kardeşlerim, sizlerle olan vaktim şimdi çok kısıtlı, ve ben, bu saatte bizleri bir arada tutmak için güç vermesi amacıyla dua ederek kendimize çekilmemizi istiyorum, ki böylece yaptığımız her şey onun adına olsun.”
182:1.2 (1963.4) İsa bu şekilde konuştuktan sonra, o Zeytindağı’na kısa bir mesafe kat eden bir biçimde önden gitti; ve, görevlendirildikleri gün onların gerçekleştirdikleri gibi, Kudüs’ün bütüncül görünüşü karşısında onların kendi çevresi etrafında bir büyük düz kaya parçası üzerinde diz çökmelerini istedi; ve, bunun ardından, o orada onların arasında narin ay ışığı içinde ihtişamlı halde parıldarken, gözlerini göğe kaldırdı ve şu şekilde dua etti:
182:1.3 (1963.5) “Baba, benim vaktim geldi; Evlat’ın senin ihtişamını verebilmesi için şimdi Evlat’a ihtişam ver. Ben senin bana, âlemim içindeki tüm yaşayan yaratılmışlar üzerinde bütüncül yönetim yetkisi vermiş olduğunu biliyorum; ve, ben, Tanrı’nın inanç evlatları haline gelecek olan herkese ebedi yaşamı vereceğim. Ve, bu, yaratılmışlarım seni tek gerçek Tanrı ve her şeyin Babası olarak bilmesi gereken ebedi yaşamdır; ve, senin dünyaya göndermiş olduğun kişiye inanmaları gereken. Baba, ben seni yeryüzü üzerinde yücelttim ve senin bana vermiş olan görevi başarıyla tamamladım. Ben, kendi öz yaratımımıza ait olan çocuklar üzerinde bahşedilmemi neredeyse bütünüyle tamamlamış haldeyim; arda kalan tek şey beden içindeki yaşamımı öne sermemdir. Ey benim Babam, bu dünyada olmadan seninle sahip olduğum ihtişamla beni ihtişamlandır ve beni bir kez daha sağ koluna kabul et.
182:1.4 (1964.1) “Ben seni, dünyadan seçmiş olduğun ve bana vermiş bulunduğun insanlara açığa çıkardım. Onlar senindir — tüm yaşam senin ellerindedir; sen onları bana verdin, ve ben onlar arasında, onlara yaşamın yolunu öğreten bir biçimde, yaşadım, ve onlar inandılar. Bu insanlar, sahip olduğum her şeyin senden gelmekte olduğunu öğreniyorlar; ve, beden içinde yaşadığım hayatın Babamı dünyalar tarafından bilinir hale getirmek olduğunu. Senin bana verdiğin gerçekliği ben onlara açığa çıkardım. Benim arkadaşlarım ve elçilerim olarak, bu kişiler, içten bir biçimde senin sözünü alma iradesi gösterdiler. Ben onlara benim senden gelmiş olduğumu, senin beni bu dünyaya göndermiş olduğunu, ve benim sana geri dönmek üzere olduğumu söyledim. Baba, ben bu seçilmiş insanlar için dua ediyorum. Ve, ben onlar için, dünya için dua ettiğim gibi değil, tıpkı benim seni bu dünyada beden içindeki konukluğum boyunca temsil etmiş olduğum gibi, vermiş olduğun görevine geri döndükten sonra dünyaya beni temsil etmeleri için dünyadan seçmiş olduğum kişiler olarak dua ediyorum. Bu insanlar benimdir; sen onları bana verdin; ancak, benim olan her şey sonsuza kadar senindir; öncesinde senin olan her şeyin şimdi benim olmasını sağladın. Sen benim içimde yüceltildin, ve ben şimdi benim bu insanlarda onurlandırılmam için dua ediyorum. Ben artık bu dünyada olamam; ben senin bana vermiş olduğun göreve geri dönmek üzereyim. Ben bu insanları arkada, bizleri ve insanlar arasındaki krallığımızı temsil etmeleri için bırakmak zorundayım. Baba, beden içindeki yaşamımı vermeye hazırlanırken bu insanları dosdoğru kıl. Benim arkadaşlarım olan bu kişilerin, tıpkı bizlerin olduğu gibi, ruhaniyette bir bütün olmalarına yardım et. Onlarla olabildiğim müddetçe, ben onlara göz kulak olabildim ve onları yönlendirebildim; ancak, şimdi, ben ayrılmak üzereyim. Onların yakınında ol, Baba, onları teselli etmek ve güçlendirmek için yeni öğretmeni gönderebilene kadar.
182:1.5 (1964.2) “Sen bana on iki insan verdin, ve ben biri, bizlerle ilave birliktelikte bulunmayacak olan intikamın evladı dışında, onların hepsini tutabildim. Bu insanlar zayıf ve kırılgandır; ancak, ben bizlerin onlara güvenebileceğimizi biliyorum; ben onları sınadım; onlar beni derinden sevmekte, tıpkı onların sana derinden saygı duydukları gibi. Onlar benim için çok fazla sıkıntı çekmek zorunda olsa da, ben onların aynı zamanda cennetsel krallık içindeki evlatlığın güvencesinden gelen neşe ile dolmaları arzusunu duymaktayım. Dünya onlardan nefret edebilir, tıpkı onların benden nefret ettikleri gibi; ancak, ben senden, onları bu dünyadan almanı değil, dünyadaki kötülüğü onlardan uzak tutmanı istiyorum. Onları gerçeklikte arındır; senin sözün gerçekliktir. Ve, sen beni bu dünyaya gönderdiğin gibi, ben bu insanları dünyaya göndermek üzereyim. Onlar için insanlar arasında yaşadım ve yaşamımı senin hizmetine adadım ki, kendilerine öğretmiş olduğum gerçeklik ve onlara açığa çıkarmış bulunduğum sevgi ile saflaşmaları için ilham kaynağı olabileyim. Çok iyi biliyorum, Babam, benim için, gittikten sonra bu kardeşlere göz kulak olmanı rica edecek bir sebep bulunmamaktadır; ben senin onları tıpkı benim gibi derinden sevdiğini biliyorum; ancak, ben bunu onlar Baba’nın fani insanı tıpkı Evlat’ın gerçekleştirdiği gibi derinden sevdiğini daha iyi anlamaları için yapıyorum.
182:1.6 (1964.3) “Ve, şimdi, Babam, ben sadece bu on bir kişi için değil, aynı zamanda şimdi inanan veya bundan sonra onların gelecekteki hizmetinin sözüyle krallığın müjdesine inanabilecek tüm diğerleri için dua etmek istiyorum. Ben onların tamamının, tıpkı sen ve benim bir oluşu gibi bir olmalarını istiyorum. Sen benim içindesin ve ben senin içindeyim; ve, ben, bu inananların benzer bir biçimde bizler içinde olmalarını arzu ediyorum; ikimizin de sahip olduğu ruhaniyetin onlarda ikamet etmesini. Eğer benim çocuklarım bizlerin bir olduğu gibi bir olursa, ve eğer onlar birbirlerini benim onları derinden sevmiş olduğum gibi derinden severse, insanların tümü o zaman benim senden gelmiş olduğuma inanıp, gerçekleştirmiş olduğum gerçekliğin ve ihtişamın açığa çıkarılışını almaya gönüllü olacaktır. Senin bana vermiş olduğun ihtişamı ben bu inananlara açığa çıkardım. Senin benimle birlikte ruhaniyet içinde yaşadığın gibi, ben onlarla birlikte ruhaniyet içinde yaşadım. Senin benimle birlikte bir olduğun gibi, ben onlarla birlikte bir oldum; ve, benzer bir biçimde, yeni öğretmen sürekli olarak onlarla birlikte ve onlar içinde olacak. Ve, tüm bunların hepsini ben, beden içindeki kardeşlerim tıpkı Evlat’ın gerçekleştirdiği gibi Baba’nın onları derinden sevdiğini bilmeleri için gerçekleştirdim; ve, senin onları tıpkı senin beni derinden sevdiğin gibi derinden sevmekte olduğunu. Baba, onların yakın bir süre içinde benimle birlikte ihtişam içinde bulunabilmeleri ve bunun arından Cennet kucağında sana katılmaya devam edebilmeleri için, bu inananları kurtarmak amacıyla benimle birlikte emek ver. Aşağılanmış haldeki benimle birlikte hizmet verenleri ben yanımda ihtişamıma alacağım ki onlar, fani bedenin suretinde zamanın tohumunun ekiminin ebedi hasadı olarak benim ellerime vermiş olduğun her şeyi görebilsinler. Ben yeryüzü kardeşlerime, bu dünya kurulmadan önce seninle sahip olduğum ihtişamı göstermenin derin arzusunu duymaktayım. Bu dünya senin hakkında çok az şeyi bilmekte, doğru Baba, ancak ben seni bilmekteyim, ve ben seni bu inananlar tarafından bilinebilir kıldım; ve, onlar senin ismini diğer nesiller için bilinebilir kılacaktır. Ve, şimdi, ben onlara, senin onlarla, tıpkı senin benimle bulunduğun gibi — gerçekte her zaman olduğu gibi — dünyada onlarla birlikte olacağının sözünü veriyorum.”
182:1.7 (1965.1) On birli İsa çevresinde, ayağa kalkıp sessizlik içinde yakındaki kamplarının geri dönüş yolunu tutmadan önce, birkaç dakika boyunca bu daire içinde dizleri üzerinde kaldı.
182:1.8 (1965.2) İsa takipçileri arasındaki bütünlük için dua etti; ancak, o tek-tipliği arzu etmemekteydi. Günah, kötülük niteliğinde bulunan eylemsizliğin bir ölüm düzeyini yaratmaktadır; ancak, doğruluk, ebedi gerçekliğin yaşayan gerçekliklerinde ve Baba ve Evlat’ın kutsal ruhaniyetlerinin ilerleyici birlikteliğinde bireysel deneyimin yaratıcı ruhaniyetini beslemektedir. İnanan evlat ile kutsal Baba’nın ruhsal birlikteliğinde hiçbir zaman, topluluk bilincinin inanç savından temelini alan bir kesinlik veya herhangi bir mezhepsel üstünlük bulunamaz.
182:1.9 (1965.3) Üstün, havariler ile olan bu son duanın sürecinde, Baba’nın isminin bu dünyaya gösterilişi gerçeğine imada bulunmuştu. Ve, bu gerçekten de, onun beden içindeki kusursuzlaşmış yaşamı boyunca Tanrı’nın açığa çıkarılışı ile gerçekleştirmiş olduğu şeydi. Cennet içindeki Baba kendisini Musa’ya açığa çıkarmaya çalışmıştı ancak, o, “BEN”den daha ileri giden başka bir şeyin söylenmesine neden olamamıştı. Ve, o, kendisinin daha ileri bir açığa çıkarılışında ısrarcı olduğunda, yalnızca “BEN BEN’im” ortaya çıkmıştı. Ancak, İsa yeryüzü yaşamını tamamladığında, Baba’nın bu ismi öyle bir biçimde açığa çıkarılmıştı ki, Baba’nın vücutlaşımı olan, Üstün gerçek bir biçimde şunları söyleyebilmişti:
182:1.10 (1965.4) Ben yaşamın ekmeğiyim.
182:1.11 (1965.5) Ben yaşayan suyum.
182:1.12 (1965.6) Ben dünyanın ışığıyım.
182:1.13 (1965.7) Ben tüm çağların arzusuyum.
182:1.14 (1965.8) Ben ebedi kurtuluşun açık kapısıyım.
182:1.15 (1965.9) Ben sonsuz yaşamın gerçeğiyim.
182:1.16 (1965.10) Ben iyi çobanım.
182:1.17 (1965.11) Ben sonsuz kusursuzluğun yoluyum.
182:1.18 (1965.12) Ben yaşamın yeniden dirilişiyim.
182:1.19 (1965.13) Ben ebedi kurtuluşun sırrıyım.
182:1.20 (1965.14) Ben yolum, gerçekliğim ve yaşamım.
182:1.21 (1965.15) Ben, sınırlı çocuklarımın sonsuz Babası’yım.
182:1.22 (1965.16) Ben gerçek asmayım; sizler dallarsınız.
182:1.23 (1965.17) Ben, yaşayan gerçekliği bilen herkesin umuduyum.
182:1.24 (1965.18) Ben, bir dünyadan diğerine olan yaşayan köprüyüm.
182:1.25 (1965.19) Ben yaşam ve ebediyet arasındaki yaşayan zincirim.
182:1.26 (1965.20) Böylece İsa, nesillerin tümü için Tanrı’nın isminin yaşayan açığa çıkarılışı genişletmişti. Kutsal derin sevgi Tanrı’nın doğasını açığa çıkarırken, ebedi gerçeklik sürekli genişleyen ölçeklerde onun ismini açık hale getirir.
182:2.1 (1966.1) Havariler, kampa geri dönüp, Yudas’ı burada bulamayınca fazlasıyla şaşkınlık içine düşmüşlerdi. On birli onların ihanetkar akran havarilerine dair hararetli bir konuşmaya girerken, Davud Zübeyde ve Yahya Markus İsa’yı bir kenara çekip, Yudas’ı birkaç gündür göz hapsine aldıklarını, ve onlar Yudas’ın kendisini düşmanların eline atacağını bildiklerini açığa çıkardılar. İsa onları dinledi, ancak kendilerine yalnızca şunu söyledi: “Benim arkadaşlarım, İnsan Evladı’nın başına cennetteki Baba irade göstermeze hiçbir şey gelmez. Kalplerinizin sıkıntıya düşmesine izin vermeyin; her şey, Tanrı’nın ihtişamı ve insanların kurtuluşu için beraber çalışacaktır.”
182:2.2 (1966.2) İsa’nın neşeli tutumu sönmekteydi. Saat geçtikçe, o giderek ciddi, hatta kederli hale geldi. Havariler, fazlasıyla sinirli hale gelmiş bir biçimde, Üstün tarafından istenildiğinde bile çadırlarına geri dönmeyi hiç istememekteydiler. Davud ve Yahya ile olan konuşmasından geri dönmüş bir halde, o, şunu söyleyen bir biçimde, on birlinin tümüne şu son sözlerle seslendi: “Benim arkadaşlarım, istirahatınıza gidin. Kendinizi yarının işi için hazırlayın. Hatırlayın, hepimiz kendimizi cennet içindeki Baba’nın iradesine teslim etmeliyiz. Huzurumu sizlere bırakıyorum.” Ve, bu şekilde konuşan bir biçimde o kendilerine çadırlarını gösterdi; ancak, onlar giderken, şunu söyleyen bir biçimde Petrus’u, Yakub’u ve Yahya’yı çağırdı: “ben sizlerin benimle birlikte bir süre daha kalmanızı istiyorum.”
182:2.3 (1966.3) Havariler uykuya yalnızca tamamiyle güçleri tükendiği için düşmüştü; onlar, Kudüs’e vardıklarından beri çok az uyku ile ayakta durmaktaydılar. Ayrı uyku bölümlerine gitmelerinden önce, Şimon Zelotes onların tümünü, kılıçları ve diğer silahları saklamış olduğu çadırına götürüp, her birine bu savaş aracını vermişti. Onların tümü, Nathanyel dışında, bu silahları almış olup, onlarla kendilerini kuşanmıştı. Nathanyel, silahlanmayı reddetmiş bir biçimde, şunu söylemişti: “Kardeşlerim, Üstün sürekli olarak bizlere onun krallığının bu dünyaya ait olmadığını, ve takipçilerinin onun kuruluşunu gerçekleştirmek için kılıçla savaşmamalarını söylemişti. Ben buna inanıyorum; ben Üstün’ün kendi koruması için bizlerin kılıcı kullanmamıza ihtiyaç duyduğunu düşünmüyorum. Hepimiz onun kudretli gücünü gördük ve onun kendisini eğer istediği takdirde düşmanlarına karşı savunabileceğini biliyoruz. Eğer o düşmanlarına karşı koymayacaksa, bu türden bir gidişatın onun Babası’nın iradesini yerine getirme girişimini temsil ettiği çıkarımı yapılmalıdır. Ben dua edeceğim, kılıcı tutmayacağım.” Andreas Nathanyel’in konuşmasını duyduğunda, kılıcı Şimon Zelotes’e geri verdi. Ve, böylece, onların dokuzu, gece için ayrıldıklarında silahlanmış haldeydi.
182:2.4 (1966.4) Yudas’ın bir ihanetkar oluşuna dair itiraz bir anlığına havarilerin akıllarındaki her şeyin ötesine geçmişti. Üstün’ün, son duanın sürecinde söylenilmiş bir biçimde, Yudas atfı onların gözlerini Yudas’ın kendilerini terk etmiş oluşu gerçekliğine açmıştı.
182:2.5 (1966.5) Sekiz havari nihai olarak çadırlarına gittiklerinde, ve Petrus, Yakup ve Yahya Üstün’ün emirlerini almak için orada dururlarken, İsa Davud Zübeyde’yi çağırıp, “Bana en ayağına çabuk ve güvenilir ulağını gönder” dedi. Davud Üstün’e, bir seferinde Kudüs ve Bethsayda arasında gece iletim hizmetinde bulunmuş bir haberci olan, Yakup ismindeki birini getirdiğinde, İsa, kendisine seslenen bir biçimde, şunu söyledi: “Çabucak Philadelphia’daki Abner’e git ve şunu söyle: ‘Üstün sana huzurun selamlarını gönderiyor ve diyor ki, kendisini ölüme gönderecek olan, düşmanlarının ellerine verileceği saat geldi; ancak, o ölümden dirilecek ve sana, Baba’ya gitmeden önce, kısa bir süreliğine görünecek; ve, o bu vakit sana, yeni öğretmenin kalplerinizde yaşayacağı zamana kadarki süre için tavsiyede bulunacak.” Ve, Yakup bu iletiyi Üstün’ü tatmin edene kadar prova ettiğinde, İsa kendisini, şunu söyleyen bir biçimde, yoluna gönderdi: “Herhangi bir kişinin sana bir şey yapacak oluşundan korku duyma, Yakup, zira bu gece görünmeyen bir melek senin yanında koşacak.”
182:2.6 (1967.1) Bunun ardından İsa, kendileriyle birlikte kamp yapmakta olan ziyaretçi Yunanlıların başına dönüp, şunu söyledi: “Benim kardeşim, ben sizleri hâlihazırda önceden uyardığım için, gerçekleşecek olan şeyden rahatsız olmayın. İnsan Evladı, baş din-adamları ve Musevi yöneticileri olarak düşmanlarının kışkırtmalarıyla ölüme gönderilecek; ancak, ben, Baba’ya gitmeden önce sizlerle kısa bir süre birlikte olmak için dirileceğim. Ve, siz bunların hepsinin gerçekleştiğini gördüğünüz zaman, Tanrı’ya ihtişamını verin ve kardeşlerinizi güçlendirin.
182:2.7 (1967.2) Olağan koşullarda havariler Üstün’e kişisel bir iyi gecelerde bulunurdu; ancak, bu akşam onların aklı fazlasıyla Yudas’ın terk edişini birden fark etmeleriyle meşgul olup, onlar, onun güle güle selamlarını dinledikleri ve sessizlik içinde ayrıldıkları Üstün’ün elveda duasının olağandışı doğasının çok yoğun etkisi altındaydılar.
182:2.8 (1967.3) İsa, bu gece yanından ayrılırken Andreas’a şunu söylemişti: “Andreas, ben bu kadehi bitirdikten sonra sizlere tekrar gelene kadar kardeşlerini beraber tutmak için elinden gelen her şeyi yap. Benim hâlihazırda sizle her şeyi söylemiş olduğumu gören bir biçimde kardeşlerini güçlendir. Huzur seninle olsun.”
182:2.9 (1967.4) Havarilerin hiçbiri, hâlihazırda çok geç olduğu için olağanın dışında herhangi bir şeyin gerçekleşeceğini beklememekteydi. Onlar, sabahın erken saatlerinde kalkabilmek ve en kötü için hazırlanabilmek amacıyla uyuma arzusundaydılar. Onlar, Hamursuz için hazırlanma gününde öğle vaktinden sonra din-dışı hiçbir şeyin o zamana kadar yapılmamış olduğu için, baş din-adamlarının Üstünlerini sabah erken saatte tutuklamayı amaçlayacaklarını düşünmüşlerdi. Sadece Davud Zübeyde ve Yahya Markus, İsa’nın düşmanlarının Yudas ile tam da o gece gelmekte olduğunu anlamıştı.
182:2.10 (1967.5) Davud o gece Bethani-Kudüs yoluna giden üst patika yolunda bekçilik görevinde bulunmayı düzenlemişken, Yahya Markus, Kidron’dan gelip Gethsemane’ye doğru giden bütün yolu gözetleyecekti. Davud kendi kendisine vermiş olduğu bekçilik görevine gitmeden önce, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya elveda etmişti: “Üstün, sana olan hizmetimden çok büyük neşe duydum. Benim kardeşlerim senin havarilerin oldu, ancak ben yapılması gereken daha küçük şeyleri gerçekleştirmekten büyük keyif aldım; ve, ben, sen gittiğinde seni tüm kalbimle özleyeceğim.” Ve, bunun arından İsa Davud’a: “Davud, benim evladım, diğerleri kendilerinden istenilmiş şeyleri yaptı ama sen bu hizmeti kendi öz kalbinden yaptın; ve, ben, senin adanmışlığının her zaman farkındaydım. Sen de bir gün benimle birlikte ebedi krallıkta hizmet vereceksin.”
182:2.11 (1967.6) Ve, bunun ardından, üst patikayı gözetlemek için gitmeye hazırlanırken, Davud İsa’ya şunu söyledi: “Sen gerçekte biliyorsun, Üstün, ben ailene haber gönderdim, ve ben bir ulaktan onların bu gece Eriha’da olduğu haberini aldım. Onlar öğleden önce erken saatlerde burada olacaklar zira onların gece üzeri bu kanlı yoldan gelmeleri tehlikeli olacaktır.” Ve, İsa, Davud’a gözlerini indiren bir biçimde, sadece şunu söyledi: “Öyle olsun, Davud.”
182:2.12 (1967.7) Davud Zeytindağı’na çıktığında, Yahya Markus Kudüs’e akan çayın aktığı yolun yakınında gece nöbetine başladı. Ve, Yahya bu noktada kalmayı arzu etmekteydi ancak o İsa’nın yakında olmayı ve orada neyin bittiğini öğrenmeye can atıyordu. Davud’un kendisinden ayrılışından kısa bir süre sonra, ve Yahya Markus, Petrus, Yakub ve Yahya ile İsa’nın yakındaki bir vadiye çekilişini gözlemlediğinde, adanmışlığın ve merakın birleştiği bir duygunun güçlü etkisi altına öyle bir biçimde girmişti ki, gözetçi yerini terk edip, çalılıklar arasında kendisini gizleyen bir şekilde, onları takip etti; burada o, bahçedeki son anlar boyunca ve Yudas ve silahlı koruyucuların tutuklamak için ortaya çıkışından hemen önce gerçekleşmiş olan her şeyi görmüş ve onlara kulak misafiri olmuştu.
182:2.13 (1968.1) Tüm bunlar Üstün’ün kampında gerçekleşirken, Yudas İskariot, ihanetkarın önderliği altında İsa’yı tutuklama amacına hazırlık için adamlarını toplamış olan, mabet muhafızlarının kumandanı ile görüşme içindeydi.
182:3.1 (1968.2) Kamp çevresinde her şey dingin ve sakin hale geldikten sonra, Petrus, Yakub ve Yahya’yı alan bir biçimde İsa, öncesinde dua etmek için ve bütünleşmek için sıklıkla gitmiş olduğu yakındaki bir vadiye kısa yoldan çıkmıştı. Havariler, kendisinin oldukça etkilenmiş olduğunu görmemezlikten gelemiyorlardı daha önce hiçbir zaman onlar Üstünleri’nin bu kadar ağır hisler altında ve kederli halde oluşunu gözlemlememişlerdi. Onlar İsa’nın adanmışlıklarında bulundukları yere geldiklerinde, İsa, bir taş atımlık mesafede dua etmek için kendilerinden ayrıldığı yere giderken, onların üçünden oturmalarını ve kendilerini izlemelerini istemişti. Ve, o yüzü üzerine kapaklandığında, şu duada bulunmuştu: “Babam, ben bu dünyaya senin iradeni gerçekleştirmek için geldim, ve ben bunu böylece gerçekleştirdim. Beden içinde yaşamımı verme vaktinin geldiğini biliyorum, ve ben ondan kaçınmıyorum; ancak, bu kadehi bitirmemin senin iraden olup olmadığını bilmek istiyorum. Bana, tıpkı yaşamımda gerçekleştirdiğim gibi ölümümle seni mutlu edeceğime dair güvenceni gönder.”
182:3.2 (1968.3) Üstün bir süre boyunca dua eder tutumda kalmaya devam etti, ve bunun ardından, üç havariye doğru giden bir biçimde, onları güçlü bir uyku içerisinde buldu; zira, onların gözleri öncesinde ağırlaşmış halde olup, uyanık duramamaktaydı. İsa onları uyandırdığında, o: “Bu da ne! Beni bir saatliğine bile izleyemiyor musunuz? Ruhumun fazlasıyla, hatta ölecek kadar bile, kederli olduğunu görmüyor musunuz? Ve, sizlerin dostluğunuza fazlasıyla ihtiyaç duymakta olduğumu?” Üçü uykularından kalktığında, Üstün tekrar kendi başına çekilip, yere kapaklanan bir biçimde, yine dua etti: “Baba, biliyorum, bu kadehten kurtulmak mümkün — seninle her şey mümkün — ancak ben senin iradeni gerçekleştirmek için geldiğim için, ve bu zor bir kadeh olsa da, eğer senin iraden ise onu içeceğim.” Ve, o bu şekilde dua ettiğinde, yüksek bir melek yanına inip, kendisiyle konuşan bir biçimde, ona dokundu ve onu cesaretlendirdi.
182:3.3 (1968.4) İsa üç havari ile konuşmak için geri döndüğünde, kendisi yine onları derin uykuda buldu. İsa onları, şunu söyleyen bir biçimde, uyandırdı: “Bu türden bir saatte sizlerin beni izlemenize ve benim için dua etmenize ihtiyaç duyuyorum — yapacağınız tek şey dua etmek ve cazibeye düşmemek — o halde neden sizlerden ayrıldığım zaman uykuya düşüyorsunuz?”
182:3.4 (1968.5) Ve, bunun ardından, üçüncü bir sefer, Üstün çekildi ve dua etti: “Baba, sen benim uyuyan havarilerimi görüyorsun; onlara merhamet et. Ruhaniyet gerçekten de irade ediyor ancak beden zayıf. Ve, şimdi, Ey Baba, eğer bu kadeh geçmeyecekse, o halde bunu içeceğim. Benim iradem değil, seninki yerine gelecek.” Ve, o duasını bitirdiğinde, bir süreliğine yerde yüzükoyun uzandı. Ayağa kalkıp, havarilerine geri döndüğünde, bir kez daha onları uykuda buldu. İsa onları izledi, ve acıyan bir işaretle, anlayışlı bir biçimde şunları söyledi: “Şimdi uyuyun ve dinlenin; karar vakti geçti. İnsan Evladı’nın düşmanlarının ellerine ihanetle verilecek olduğu vakit şimdi geldi.” O, uyandırabilmek için onlara eğilirken, şunu söyledi: “Kalın, haydi kampa geri dönelim; zira, bakın, bana ihanet eden kişi yakında, sürümün dağılacağı vakit geldi. Ancak, ben hâlihazırda bu şeyleri sizlere söyledim.”
182:3.5 (1968.6) İsa’nın takipçileri arasında yaşamış olduğu yıllar boyunca, onlar gerçekten de kendisinin kutsal doğasına dair fazlasıyla kanıta sahip olmuştu; ancak, tam da bu an içinde onlar, onun insanlığına dair yeni kanıtları gözlemek üzereydi. Onun yeniden dirilişi olarak kutsallığının tüm açığa çıkarılışı içinde onun en büyüğünden önce, şimdi, onun aşağılanması ve çarmıha gerilmesi olarak sahip olduğu ahlaki doğasına dair en büyük kanıtlar gelmek zorundaydı.
182:3.6 (1969.1) Bahçede oynamış olduğu her zaman, onun insanlığı kutsallığı üzerinde inançtan gelen güçlü bir idarede bulunmuştu; onun insan iradesi daha bütüncül bir biçimde Babasının kutsal iradesi ile bir hale gelmişti. Yüksek melek tarafından kendisine söylenmiş olan diğer sözler arasında; Baba’nın kendi Evlat’ından, tıpkı fani yaratılmışların tümünün zamanın mevcudiyetinden ebediyetin ilerleyişine doğru geçişte maddi ayrışımı deneyimledikleri gibi, ölümün yaratılmış deneyimden geçmeyle yeryüzü bahşedilişini tamamlamasını arzu ettiği iletisi bulunmaktaydı.
182:3.7 (1969.2) Akşam vakti daha öncesinde kadehi içmek zor görünmemişti; ancak, insan İsa havarilerine elvedada bulunup onları istirahatlarına gönderince, sınav daha fazla sıkıntı verici hale gelmişti. İsa, insan deneyiminin tümü için olağan halde bulunan doğal gelgit hislerini deneyimlemişti; ve, tam da şimdi o, havarilerinin güvenliğine dair zorlu çabaların ve acı verici endişelerin uzun saatlerinden yorgun düşmüş halde, çabalarından tükenmişti. Hiçbir fani, tam da böyle bir zaman zarfında vücutlaştırılmış Tanrı Evladı’nın düşüncelerini ve hislerini anlamaya cüret edemezken, bizler biliyoruz ki, o büyük bir sıkıntıdan geçmiş olup, söylenmemiş kedere maruz kalmıştı zira, yüzünden terler büyük damlarla akmaktaydı. O en sonunda, Baba’nın olağan olayların kendi yolunda izlemesine izin verme amacında oluşuna kani olmuştu; o bütünüyle, bir evrenin en yüksek başı olarak kendisini korumak için kendi egemen gücünden hiçbiri kullanmamaya kararlıydı.
182:3.8 (1969.3) Uçsuz bucaksız bir yaratımın toplanmış birlikleri şimdi bu sahne üzerinde, Cebrail ve İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi’nin ortak emri altında beklemekteydi. Göğün bu ordularının birlik kumandanları sürekli olarak, İsa’nın kendisi onlara müdahalede bulunmak için emir vermedikçe, yeryüzü üzerindeki bu türden gelişmelere müdahalede bulunmamakla uyarılmışlardı.
182:3.9 (1969.4) Havarilerden ayrılmak İsa’nın insan kalbinde büyük bir ağırlıktı derin sevgiden gelen bu keder üzerine çökmüş ve kendisini beklemekte oluşunu çok iyi bildiği bir ölümle yüzleşmesini daha da zor hale getirmişti. O havarilerinin ne kadar zayıf ve bilgisiz olduğunu görmüştü, ve onlardan ayrılmayı istememekteydi. O, ayrılma vaktinin gelmiş olduğunu oldukça iyi bilmekteydi; ancak, onun insan kalbi, muhtemel bir biçimde acı ve kederin bu korkunç durumundan kaçmak için makul bir yolun bulunup bulunmayışını öğrenmenin derin arzusunu taşımaktaydı. Ve, o bu şekilde kaçmayı amaçladığında, ve başarısız olduğunda, kadehi içmek gerekmişti. Mikâil’in kutsal aklı, havariler için elinden gelenin en iyisini yapmış olduğunu bilmekteydi; ancak, İsa’nın insan kalbi, dünyada yalnız başlarına bırakılmalarından önce onların için daha fazla şeyin yapılabileceğini umut etmişti. İsa’nın kalbi ezilmekteydi; o gerçekten de kardeşlerini derinden sevmişti. Beden içindeki ailesinden tecrit edilmiş haldeydi; seçilmiş birlikteliklerinden biri kendisine ihanet etmekteydi. Babası Yusuf’un insanları kendisini reddetmiş ve böylece bir insanlık olarak kendi kötü sonlarını yeryüzü üzerindeki özel bir görevle garanti altına almışlardı. Bu yalnızca, her şeyin amansız bir kabalıkla ve korkunç bir sıkıntıyla insanın üzerine çöktüğü o hiç istenmeyen insan anlarından bir tanesiydi.
182:3.10 (1969.5) İsa’nın insanlığı, özel yaşamdaki yalnızlığa, kamu yaşamındaki utanca ve amacında görünür haldeki başarısızlığa duyarsız değildi. Tüm bu duygular onun tarif edilemez bir yükle üzerine çökmüş haldeydi. Bu büyük kederde onun aklı Nasıra’daki çocukluğunun ve Celile’deki çalışmış olduğu erken yaşamına geri dönmüştü. Bu büyük sınav zamanında onun aklına, yeryüzüsel hizmetinin o keyifli sahnelerinin birçoğu gelmişti. Ve, Nasıra, Kapernaum, Hermon Dağı’na ve Celile Denizi’nde parıldayan gün doğuşa ve gün batışına ait bu eski hatırlardan kalbini güçlendirip ve çok yakın bir süre içinde kendisine ihanet edecek olan ihanetkar ile karşılaşmaya hazır hale gelerek kendisini telkin etmişti.
182:3.11 (1970.1) Yudas ve askerler ulaşmadan önce, Üstün bütüncül bir biçimde olağan duruşunu yeniden kazanmıştı ruhaniyet beden üzerinde utgun hale gelmişti; inanç kendisini, korku duymaya veya şüpheye düşmeye dair tüm insan eğilimlerin üzerinde kendisini göstermişti. İnsan doğasının bütünüyle gerçekleşimine dair en üst sınav verilmiş ve o makul bir biçimde geçilmişti. Bir kez daha İnsan Evladı, bir fani insanın koşulsuz bir biçimde Babasının iradesini gerçekleştirmeye adanışından gelen kendinden eminlik ve bundan dolayı yenilmez oluşunun bütüncül güvencesi ile düşmanlarıyla yüzleşmeye hazır hale gelmişti.
Urantia’nın Kitabı
183. Makale
183:0.1 (1971.1) İSA’nın nihai olarak Petrus, Yakub ve Yahya’yı uyandırmasından sonra, o kendilerine, çadırlarına gitmelerini ve ertesi günün sorumluluklarına hazırlanmak için uykuyu aramalarını tavsiye etmişti. Ancak, bu zaman zarfında üç havari tamamiyle uyanık haldeydi; onlar, küçük şekerlemeleriyle canlanmışlardı ve, bunun yanı sıra, onlar, Davud Zübeyde’yi sormakta olan ve Petrus kendilerine onun gözetleme yerinde bulunduğunu söylediğinde onu bulmak için hızlıca ayrılmış haldeki heyecanlı iki ileticinin buraya gelişiyle hareketlenmiş ve heyecanlanmışlardı.
183:0.2 (1971.2) Her ne kadar havarilerden sekizi derin uykuda bulunmuş olsa da, yanları başında kamp haldeki Yunanlılar sıkıntıdan daha fazla korku duyar haldeydi; öyle ki, onlar, bir tehlike anında kendilerini harekete geçirecek bir bekçi dikmişlerdi. Bu ileticiler kampa koştuklarında, Yunanlı bekçi ilerleyip akran vatandaşlarının hepsini uyandırdı bu kişiler çadırlarından tamamiyle giyinik ve bütünüyle silahlanmış halde fırladı. Sekiz havari dışında, kampın tümü bu an içinde ayağa kalkmıştı. Petrus birlikteliklerini çağırmayı arzulamıştı ancak İsa kesin bir biçimde ona bunu yasakladı. Üstün yumuşak bir biçimde onların hepsinin çadırlarına geri dönmesi için uyardı ancak onlar İsa’nın bu tavsiyesine uymada gönülsüzlerdi.
183:0.3 (1971.3) Takipçilerini dağıtmada başarısız olan bir halde, Üstün onlardan ayrıldı ve Gethsemane Parkı’nın girişi yakınında bulunan zeytin ezim yerine doğru yürümeye başladı. Her ne kadar üç havari, Yunanlılar ve kampın diğer üyeleri onu takip etmede çekince göstermişse de, Yahya Markus hızlıca zeytin ağaçları etrafından hareketlenip, kendisini zeytinlerin ezildiği yerin yakınındaki küçük bir kuytuda sakladı. İsa, kendisini yakalayacak kişiler ulaştıkları zaman kendisini havarileri rahatsız etmeden tutuklayabilmeleri için kamptan ve arkadaşlarından çekilmişti. Üstün, Yudas’ın kendisine olan ihanetinin görünüşü karşısında havarilerin askerlere karşı gelmeye başlayacak ve onun kendisiyle birlikte gözaltına alınacak kadar sinirlenmesine engel olmayı amaçlamış olduğu için, tutuklanma vaktinde havarilerin uyanık ve hâlihazır bulunmasından korkmuştu. O, eğer onlar tutuklanırlarsa onların kendisiyle birlikte yok olacağından korkmuştu.
183:0.4 (1971.4) Her ne kadar İsa, ölümü için gerçekleştirilmiş tasarımın kökenini Museviler’in yöneticilerine ait heyetlerden aldığını bilmiş olsa da, o aynı zamanda, Lucifer, Satan ve Caligastia’nın tüm bu türden suçlu kumpasları bütünüyle onaylamakta olduğunun farkındaydı. Ve, o, âlemlerin bu isyankârlarının, havarilerinin tümünün kendisiyle birlikte yok edilişini görmekten de mutlu olacağını oldukça iyi bilmekteydi.
183:0.5 (1971.5) İsa, yalnız bir halde, ihanetkarın gelişini beklemiş olduğu yer olan, zeytin ezim yerinde oturmuştu; ve, o bu zaman zarfında yalnızca Yahya Markus ve göksel gözlemcilerin sayısız bir birliği tarafından görülmüştü.
183:1.1 (1971.6) Üstün’ün beden içindeki sürecinin tamamlanışı ile ilgili sayısız söylemin ve birçok olayın taşımakta olduğu anlamı yanlış anlamanın büyük bir tehlikesi bulunmaktadır. İsa’ya bilgisiz hizmetçiler ve hissizleşmiş askerler tarafından acımasızca davranış, onun yargılanışının adaletsiz biçimi ve sözde dini önderlerin duygusuz tutumu, kendisini tüm bu acıya ve aşağılanmaya sabır içinde tabi kılan İsa’nın gerçekten de Cennet içindeki Baba’nın iradesini gerçekleştirmesiyle karıştırılmamalıdır. Evladı’nın, doğumdan ölüme uzanan bir biçimde, fani deneyimin kadehini tamamiyle bitirmesi gerçekten de ve gerçek haliyle Baba’nın iradesiydi; ancak, cennet içindeki Baba’nın, Üstün’e bu kadar acımasız bir biçimde işkencede bulunmuş ve onun karşı koymayan kişiliğine bu denli korkunç ve devamlı soysuzlukları gerçekleştirmiş olan sözde medeni insan varlıklarının barbarca davranışının kışkırtılmasıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Fani yaşamının son saatlerinde dayanması için İsa’nın çağrılmış olduğu bu insana layık olmayan ve hayretlere düşürücü deneyimler hiçbir biçimde; yorgun havarileri fiziksel tükenmişliğin uykusunu yaşarken bahçede onun oluşturmuş bulunduğu üç katmanlı duada gösterildiği haliyle insan doğasının insanın Tanrı’ya olan nihai teslim oluşu anında o kadar üstün bir biçimde taşımaya söz vermiş olduğu, Baba’nın kutsal iradesinin bir parçası bile değildi.
183:1.2 (1972.1) Cennet içindeki Baba, tıpkı fanilerin tümünün yeryüzü üzerindeki ve beden içindeki yaşamlarını tamamlamak zorunda oldukları gibi, yeryüzü sürecini doğal bir biçimde tamamlamasını arzulamıştı. Olağan erkekler ve kadınlar, yeryüzü üzerindeki son saatlerinin ve ölümün beklenmeyen deneyiminin özel bir yazgı tamamlanışı ile kolay hale gelmesini beklememektedirler. Bunun uyarınca, İsa, doğal olayların işleyişi uyarınca gerçekleşen bir biçimde beden içindeki yaşamını vermeyi tercih etmişti; ve, o kararlı bir biçimde, inanılmaz aşağılanışına ve soysuzlaştırıcı ölümüne tüm korkunç ve kesinliği ile doğrudan götürmüş olan insana hiçbir şekilde layık olmayan yaşanmışlıkların ahlaksız bir kumpasından yabani tuzaklarından kendisini kurtarmayı reddetmişti. Ve, nefretin akılları alt üst eden tüm bu dışavurumunun ve yabaniliğin bu öncülü olmayan sergilenişinin her bir zerresi, kötü insanların ve ahlaksız fanilerin işiydi. Cennet içindeki Baba buna irade etmemişti; ne de İsa’nın baş düşmanları buna emretmişti, her ne kadar onlar düşüncesiz ve kötü fanilerin bahşedilmiş Evlat’ın bu şekilde reddedilişini teminat altına almak için fazlasıyla şeyi gerçekleştirmiş olsa da.
183:2.1 (1972.2) Yudas’ın öyle paldır küldür Son Akşam Yemeği yenirken masadan ayrılmasından sonra, doğrudan bir biçimde kuzeninin evine gitmiş olup, bunun arından ikisi doğrudan mabet muhafız kumandanının yolunu tutmuştu. Yudas kumandanın muhafızları toplamasını rica edip, ona kendilerini İsa’ya götürmeye hazır olduğunu bildirdi. Yudas’ın, beklenmesinden biraz daha önce burada oluşu için, Markus evine doğru hazırlıkta biraz gecikme yaşamıştı burada Yudas İsa’yı hala havarileriyle birlikte konuşur halde bulmayı beklemekteydi. Üstün ve on birli İlyas Markus’un evini, ihanetkarın ve koruyucunun varışından bir tam on beş dakika önce terk etmişti. Tutuklayıcılar Markus’un evine ulaştıklarında, İsa ve on birli şehrin duvarlarının çok ötesinde bulunmuş olup, Zeytindağı kampına olan yolları üzerindelerdi.
183:2.2 (1972.3) Yudas, İsa’yı Markus’un yerinde ve on birlinin eşliğinde bulamama karşısında fazlasıyla rahatsız olmuştu; bu anda, havarilerin yalnızca ikisi karşı koymak için silahlıydı. O şans eseri bunu öğrenmişti; öğleden sonra onlar kampı terk ederken, yalnızca Şimon Petrus ve Şimon Zelotes kılıçları kuşanmıştı Yudas, şehir sessizlik içindeyken ve orada çok az karşı koyma tehlikesi bulunurken İsa’yı almayı umut etmişti. İhanetkar, eğer kampa olan geri dönüşlerini bekleyecek olurlarsa, otuzdan fazla adanmış havari ile karşılaşılmak zorunda olacaklarından korkmuştu; ve, o aynı zamanda, Şimon Zelotes’in kendisine ait bol miktarda kılıca sahip olduğunu biliyordu. Yudas, on bir sadık havarinin kendisinden nasıl nefret edeceği üzerinde düşünürken artan bir biçimde kaygılı hale gelmişti; ve, o, onların hepsinin kendisini yok etmeyi amaçlayacağından korkmuştu. O yalnızca sadakatsiz değildi; o kalbinde gerçek bir korkaktı.
183:2.3 (1973.1) Onlar İsa’yı üst odada bulamada başarısız olunca, Yudas muhafızların kumandanından mabede geri dönmesini istedi. Bu zaman zarfında, ihanetkar tarafından verilmiş İsa’nın en geç bu günün gecesinde tutuklanacak oluşu sözüne göre hareket eden bir biçimde, İsa’yı almaya hazırlık için yüksek din-adamının evinde bir araya gelmeye başlamıştı. Yudas birlikteliklerine İsa’yı Markus’un evinde bulmayı kaçırmış olduğunu açıkladı ve, kendisini tutuklamak için Gethsemane’ye gitmenin gerekli oluşuna. İhanetkar bunun arından, otuzdan fazla adanmış takipçinin kendisiyle birlikte kamp haline olduğunu ifade etti; ve, onların oldukça iyi bir biçimde silahlanmış olduklarını. Musevilerin yöneticileri Yudas’a, İsa’nın her zaman karşı koymayışı duyurmuş olduğunu hatırlattı ancak, Yudas onlara, kendilerinin İsa’nın takipçilerinin tümüne bu türden bir öğretiye uyacak oluşuna yaslanamayacakları cevabını verdi. O gerçekten de kendisi için endişeye düşmüş olup, bu nedenle görülmemiş bir şeyi yapıp kırktan fazla askerden meydana gelen bir refakatçi birliği istedi. Musevi yöneticileri yetkileri altında bu kadar fazla kişiden meydana gelen silahlı kişiye sahip olmadıkları için, onlar derhal Antonya’nın kalesine yetişip, Romalı kumandandan kendisine bu muhafız birliğini vermelerini rica etti; ancak, Antonya, onların İsa’yı tutuklama amacında olduklarını öğrendiğinde, o hiç beklemeden onların ricasına uymayı reddetmiş olup, kendilerini üstünde bulunan görevliye gönderdi. Bu şekilde, silahlı Roma muhafızlarını kullanmaya izin için bir yönetim makamından diğerine giderek ama en sonunda Pilatus’un kendisine kadar çıkan bir biçimde bir saatten fazla süre harcanmıştı. Onlar Pilatus’un evine ulaştıklarında vakit geçti; ve, Pilatus, eşi ile birlikte özel otalarına çekilmişti. O, bu girişim ile herhangi bir ilişkisinin olması karşısında çekince göstermişti; öyle ki onun eşi kendisinden bu ricayı reddetmesini istemişti. Ancak, Musevi Sanhedrin’in vekil görevlisi hâlihazırda olduğu ve bu yardım için kişisel ricada bulunduğu için, vali, onların gerçekleştirme yolunda olduğu her yanlışı daha sonra düzeltebilecek oluşunu düşünür bir halde, talebe izin vermenin bilgece olduğunu düşündü.
183:2.4 (1973.2) Bunun uyarınca, Yudas İskariot mabetten çıktığında, saat on bir buçuğu biraz geçmişken, ona — mabet muhafızları, Roma askerleri ve baş din adamları ve yöneticilerden meydana gelen meraklı hizmetçiler halinde — atmıştan fazla kişi eşlik etmişti.
183:3.1 (1973.3) Meşaleler ve fenerler taşır halde, silahlı askerlerden ve muhafızlardan meydana gelen bu kafile bahçeye yaklaştığında, Yudas, İsa’yı hızlıca tespit edebilmek ve böylece tutuklayıcıların İsa’nın birliktelikleri onun savunması için yetişmeden önce onu kolayca yakalayabilmeleri için topluluğun çok önünde ilerlemekteydi. Ve, orada Yudas’ın Üstün’ün düşmanlarının önünde olmayı tercih edişinin başka bir nedeni de bulunmaktaydı: O, olay yerinde askerlerden önce görürse, İsa’nın çevresine toplanmış olan havariler ve diğerlerinin doğrudan bir biçimde kendisini topuklarını oldukça yakın bir biçimde takip etmekte olan silahlı muhafızlar ile ilişkilendirmeyeceğini düşünmüştü. Yudas hatta, tutuklayıcılarının gelişine dair onları uyarmak için yetişmiş gibi yapmayı bile düşünmüştü; ancak, bu tasarım, İsa’nın ihanetkarın umutları yıkan bir biçimde karşılayışı ile engellenmişti. Her ne kadar Üstün Yudas’a nazik bir biçimde konuşmuş olsa da, o kendisini bir ihanetkar olarak karşılamıştı.
183:3.2 (1973.4) Petrus, Yakup ve Yahya, akran kampçılardan meydana gelen yaklaşık otuz kişilik bir toplulukla birlikte, tepenin eteği etrafında meşalelerin sallanışı ile silahlı kafileyi gördüklerinde, onlar bu askerlerin İsa’yı tutuklamak için gelmekte olduğunu bilmişlerdi; ve, onların hepsi, Üstün’ün ay ışığının aydınlatmış olduğu yalnızlık için oturduğu yer olan zeytin ezim yeri yakınına koşmuşlardı. Askerlerin kafilesi bir yandan yaklaşmakta, üç havari ve onların birliktelikleri diğer yandan yaklaşmaktaydı. Yudas Üstün’e ilk iletişimi kurmak için ileri atıldığında, iki topluluk, hareketsiz bir biçimde, durmuştu; onların ikisi arasında Yudas ihanetkar öpücüğünü İsa’nın alnına kondurma hazırlığı yapmaktaydı.
183:3.3 (1974.1) Muhafızları Gethsemane’ye yönlendirdikten sonra, yalın bir biçimde İsa’yı askerlere işaret etmek ihanetkarın ümidiydi; ya da en fazlası bir öpücükle kendisini karşılama görevinde bulunup, onun ardından hızlıca olay yerinden uzaklaşmak. Yudas havarilerin tümünün burada hazır olmasından fazlasıyla korkmuştu; sevgili öğretmenlerine cüretkâr ihanetinin karşılığını vermek için saldırılarını onun üzerinde toplayacak oluşundan. Ancak, Üstün onu bir ihanetkar olarak karşıladığında, o fazlasıyla şaşkınlık içine düşmüştü ki, kaçmak için hiçbir girişimde bulunmamıştı.
183:3.4 (1974.2) İsa, ihanetkarın kendisine ulaşabilmesinden önce, Yudas’ın mevcut biçimde ihanetten kurtarmak için son bir çabada bulunmuştu; o yana adımını atıp, Romalı kumandan olan, solda en önde gelen askere hitap eder bir halde, “Kimi arıyorsun?” diye sordu. Kumandan “Nasıralı İsa” cevabını verdi. Bunun ardından İsa doğrudan görevlinin önüne adımını atıp, tüm yaratıma ait Tanrı’nın sakin ihtişamı içinde orada duran bir biçimde, şunu söyledi: “Ben kendisiyim.” Bu silahlı kafilenin çoğu öncesinde İsa’nın mabette öğretimde bulunuşunu duymuş haldeydi; ve, onlar, kendisinin cesur bir biçimde bu şekilde kimliğini duyuruşunu duyduklarında, ön sıradaki birlik aniden geri çekildi. Onlar kendilerinden beklemeyen bir biçimde, onun gerçekleştirmiş olduğu kimliğinin bu sakin ve ihtişamlı duyuruşu karşısında şaşkınlığın egemenliği altına girmişlerdi. Orada, bu nedenle, Yudas için ihanet tasarımına devam etmek amacıyla bir neden bulunmamaktaydı. Üstün cesur bir biçimde kendisini düşmanlarına açığa çıkarmıştı ve, onlar kendisini Yudas’ın yardımı olmadan alabilirlerdi. Ancak, ihanetkarın, bu silahlı birlik ile olan mevcudiyetinin tanınması için bir şey yapması lazımdı ve, bunun yanı sıra o, İsa’yı ellerine teslim etme sözünün telafisi için kendisine yağdırılacağına inanmış olduğu büyük ödülleri ve onurları hak edebilmek amacıyla Musevi yöneticileri ile varmış olduğu ihanet anlaşmasında payına düşeni yapmakta olduğunun gösterisinde bulunmayı istemişti.
183:3.5 (1974.3) Muhafızlar, İsa’nın görünüşü ve onun olağandışı sesindeki bocalamadan hızlıca kurtulurlarken, ve havariler ve takipçiler yakınlaşırken, Yudas İsa’ya adım atmış olup, alnına bir öpücüğü konduran bir biçimde, “Yaşa, Üstün ve Öğretmen” dedi. Ve, Yudas Üstününü bu şekilde kucaklarken, İsa: “Arkadaş, bunu yaptığın yetmedi mi! Daha gidip İnsan Evladı’na bir öpücükle ihanet etmek mi istiyorsun?”
183:3.6 (1974.4) Havariler ve takipçiler, görmüş oldukları şey karşısında kelimenin tam anlamıyla çakılı kalmışlardı. Bir anlığına hiçbir kimse hareket etmedi. Bunun ardından İsa, bedenini Yudas’ın ihanetkar kucaklayışından alan bir biçimde, muhafızlara ve askerlere adım atıp, tekrar, “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. Ve, tekrar kumandan, “Nasıralı İsa” dedi. Ve, İsa tekrar: “Sizlere söyledim ben kendisiyim. Eğer öyleyse, beni arıyorsanız, bırakın diğerleri yollarına gitsin. Ben sizlerle gitmeye hazırım.”
183:3.7 (1974.5) İsa Kudüs’e muhafızlarla birlikte gitmeye hazırdı, ve askerlerin kumandanı üç havarinin ve onların birlikteliklerinin kendi yollarına huzurla gitmelerine izin vermeye tamamiyle gönüllüydü. Ancak, onların yollarına çıkabilmesinden önce, İsa orada kumandanın emirlerini beklerken, Malçus isminde yüksek din-adamının Suriyeli bir koruması İsa’ya adım atıp, ellerini arkasından bağlamak için hazırlandı, her ne kadar Romalı kumandan İsa’nın bu şekilde bağlanması emrinde bulunmamasına rağmen. Petrus ve onun birliktelikleri Üstünlerinin bu soysuzluğa tabi tutuluşunu gördüklerinde, artık kendilerine hâkim olamayan bir konuma ulaşmışlardı. Petrus kılıcını çekti ve diğerleri ile birlikte Malçus’a saldırmak için koştu. Ancak, askerler yüksek din-adamının hizmetçisinin korumasına gelmeden önce, İsa Petrus’a bir yasaklayıcı eli kaldırmış ve kesin bir biçimde şunu söylemişti: “Petrus, kılıcını at. Kılıcını alan, kılıçla yok olacaktır. Bu kadehi içmemin Baba’nın iradesi olduğunu anlamıyor musun? Ve, buna ek olarak bilmiyor musun, beni bu birkaç adamın ellerinden kurtaracak on iki alaydan oluşan meleğe ve onların birlikteliklerine sahibim?”
183:3.8 (1975.1) İsa böylece etkin bir biçimde takipçileri tarafından fiziksel karşılığın bu gösterisine bir son verirken, bu olay, bu aşamada, askerlerinin yardımıyla, İsa’nın üzerine güçlü elleri indirecek ve onu hızlıca bağlayacak bir biçimde muhafızlarının kumandanını korkutmaya yetmişti. Ve, onlar İsa’nın ellerini ağır halatlarla bağlarken, İsa onlara: “Neden bir hırsızı yakalarmış gibi bana kılıçlarla ve çubuklarla yaklaşıyorsunuz? Ben, insanlara açık bir biçimde öğretimi bulunur bir halde, sizlerle bütün gün mabetteydim, ve sizler beni yakalamak için hiçbir çabada bulunmadınız.”
183:3.9 (1975.2) İsa bu şekilde bağlandığında, kumandan, Üstün’ün takipçilerinin kendisini kurtarma girişiminde bulunabilmesinden korku duyan bir halde, onların yakalanması emrinde bulunmuştu; ancak, askerler yeterince hızlı değillerdi çünkü kumandanın onları tutuklama emirlerine kulak misafiri olmuş halde İsa’nın takipçileri hızlıca vadiye geri kaçmışlardı. Tüm bu zaman zarfı boyunca Yahya Markus, yakındaki kuytuda saklı halde kalmaya devam etmişti. Muhafızlar Kudüs için İsa ile birlikte yola çıktığında, Yahya Markus kuytusundan, kaçan havariler ve takipçileri yakalamak için çıkma girişiminde bulundu; ancak, o tam da çıkarken, kaçan takipçileri kovalamış ancak artık geri dönmekteki askerlerinin sonlarından bir tanesi yakından geçmekte olup, keten paltosu içinde bu ufaklığı görmüş bir biçimde koşup neredeyse onu yakalamıştı. Açıkçası, asker paltosuna elini uzatacak kadar Yahya’ya yaklaşmıştı ancak, ufaklık, asker boş paltoyu tutarken çıplak bir halde kaçarak, kıyafetten kendisini kurtarmıştı. Yahya Markus derhal üst patikada bulunan Davud Zübeyde’nin yolunu tutmuştu; o Davud’a neyin yaşandığını söylediğinde, onların ikisi de uyuyan havarilerin çadırlarına doğru geri koşup, Üstün’ün ihanetine ve onların tutuklanışına dair sekizi de bilgilendirmişlerdi.
183:3.10 (1975.3) Bu zaman zarfında sekiz havarinin uyandığı sıralarda, vadiye kaçmış olanlar geri dönmekteydi ve onların tümü zeytin ezim yeri yakınında neyin yapılması üzerine konuşmak için bir araya toplandı. Bu zaman zarfında, zeytin ağaçları arasına saklanmış olan Şimon Petrus ve Yahya Zübeyde hâlihazırda, umutsuz bir suçlunun önünden giderlerken bu aşamada İsa’yı Kudüs’e götürmekte olan askerlerden, koruyuculardan ve hizmetçilerden meydana gelmiş bir kalabalığın peşine düşmüşlerdi. Yahya kalabalığı yakından takip etmişti ancak Petrus uzaktan gelmekteydi. Yahya Markus’un askerin kollarından kurtulmasından sonra, Şimon Petrus ve Yahya Zübeyde’nin çadırında bulmuş olduğu bir paltoya kendisini sarmıştı. O, muhafızların İsa’yı, emekli yüksek din-adamı olan Annas’ın evine doğru götürmekte olduğunu düşündü; böylece o, zeytin tarlaları boyunca etraftan ilerleyip, yüksek din-adamının sarayının kapısındaki giriş yakınında saklanan bir biçimde, kalabalığın önünde bir konuma gelmişti.
183:4.1 (1975.4) Yakup Zübeyde kendisini Şimon Petrus ve kardeşi Yahya’dan ayrı bir konumda bulmuştu; ve, böylece o şimdi, Üstün’ün tutuklanışı üzerine neyin yapılması gerektiğine beraber karar vermek için zeytin ezim yerinde diğer havarilere ve akran kampçılara katıldı.
183:4.2 (1975.5) Andreas, akran havarilerinin topluluk idaresine dair her türlü sorumluluktan salıverilmişti; bunun uyarınca, yaşamlarındaki deneyimlemiş oldukları krizlerin en büyüğünde, o sessiz bir konumdaydı. Resmi olmayan kısa bir konuşmadan sonra, Şimon Zelotes, zeytin ezim yerinin taş duvarı üzerine çıkıp, akran havarilerinden ve diğer takipçilerden kalabalığa yetişip İsa’yı kurtarmayı gerçekleştirmeyi güçlü bir biçimde ister halde, Üstün ve krallığın amacına sadakat için tutkulu bir öneride bulunmuştu. Kafilenin büyük bir çoğunluğu, Nathanyel’in tavsiyesi olmasa onun saldırgan önderliğini takip etme eğiliminde bulunacaktı Nathanyel, Şimon’un konuşmasını bitirdiği an ayağa kalkıp, onların dikkatini, karşılık vermemeye dair İsa’nın sıklıkla tekrarlamış olduğu öğretilere çekti. O buna ilave bir biçimde kendilerine; İsa’nın tam da o gece, cennetsel krallığın iyi haberlerini duyuran bir biçimde dünyaya çıktıkları vakit için yaşamlarını korumaları yönergesinde bulunmuş olduğunu hatırlattı. Ve, Nathanyel bu tutumunda, nasıl Petrus’un ve diğerlerinin Üstün’ün tutuklanışına karşı kılıçlarını çektiğini ve İsa’nın Şimon Petrus’tan ve onun akran kılıç tutanlardan onları kınlarına sokmalarını istediğini bu aşamada söyleyen Yakub Zübeyde’nin anlatımıyla cesaret bulmuştu. Matta ve Filip aynı zamanda konuşmada bulunmuştu; ancak, Tomas’a kadar bu konuşmadan kesin bir sonuç çıkmamıştı Tomas, İsa’nın Lazarus’a kendisini ölüme atmamaya karşı tavsiyede bulunduğu gerçeğine dikkat çekmiş, arkadaşlarının kendisini savunmalarını reddettiği için Üstünleri’ni kurtarmak amacıyla hiçbir şeyin yapılamayacağına işarette bulunmuş ve onun insan düşmanlarını rahatsız etmek için kendi kutsal güçlerini kullanmadan nasıl uzak durmada kararlılık gösterdiğini hatırlatmıştı. Tomas, Davud Zübeyde’nin kampta ana iletişimi ve topluluk için iletici merkezi kurmak amacıyla kampta kalacağını anlayan bir biçimde, her birinin kendi başına dağılması biçiminde onların ayrılmalarına kendilerini ikna etti. Gecenin iki suları o sabah kamp terk edilmişti; yalnızca Davud üç veya dört ileticisiyle birlikte orada hazır haldeydi; diğerleri, İsa’nın alındığı yere ve kendisine ne yapılacağına kesin bilgiyi edinebilmek için etrafa gönderilmişti.
183:4.3 (1976.1) Nathanyel, Matta, Filip ve ikizler olmak üzere havarilerin beşi Bethpage’ye ve Bethani’ye saklanmaya gitmişti. Tomas, Andreas, Yakub ve Şimon Zelotes şehir içinde saklanmaktaydı. Şimon Petrus ve Yahya Zübeyde Annas’ın evine kadar takipte bulunmuştu.
183:4.4 (1976.2) Günün ağarmasından kısa bir süre sonra, Şimon Petrus, derin umutsuzluğun karamsar bir ruhu içinde, Gethsemane kampına ne yapacağını bilmez halde geri dönmüştü. Davud kendisini, Kudüs’te Nikodemus’un evinde bulunmakta olan abisi Andreas’a katılmak için bir ulakla göndermişti.
183:4.5 (1976.3) Çarmıhın sonuna kadar, Yahya Zübeyde, İsa’nın ona emretmiş olduğu gibi, her zaman el altında bulunmuş olup, saat saat Davud’un ulaklarına bilgi sağlayan kendisi olmuştu; onun vermiş olduğu bilgiler bahçe kampında bulunan Davud’a taşınmakta olup, bunun arından gizlenen havarilere ve İsa’nın ailesine aktarılmaktaydı.
183:4.6 (1976.4) Kesin bir biçimde çoban dövülmüş ve koyunlar dağılmıştı! Her ne kadar onların hepsi hayal meyal da olsa İsa’nın kendilerini tam da bu duruma dair önceden uyarmış oluşunun farkına varmışsa da, akıllarını olağan bir biçimde kullanmaya yetkin olamayacak kadar Üstün’ün anlık yok oluşu karşısında ciddi bir şaşkınlığa düşmüşlerdi.
183:4.7 (1976.5) Gün ışığından sonra ve Petrus’un abisine katılmak için gönderilmesinin hemen ardından, İsa’nın beden içindeki kardeşi olan Yude, son kertede yalnızca Üstün’ün hâlihazırda tutuklandığını öğrenen bir biçimde, nefes nefese ve İsa’nın ailesinin geri kalanından önce kampa varmıştı ve, o tekrar, bu bilgiyi annesine ve erkek ve kız kardeşlerine taşımak için doğrudan Eriha yolunu tutmuştu. Davud Zübeyde, Yude ile, onların Bethani’de Marta ve Meryem ile bir araya gelmeleri ve burada ulakların onlara düzenli olarak getirecekleri haberleri beklemeleri iletisini göndermişti.
183:4.8 (1976.6) Bu, Perşembe gecesinin diğer yarısı ve Cuma’nın erken sabah saatleri boyunca, havarilerin, baş takipçilerin ve İsa’nın yeryüzü ailesine dair durumdu. Ve, tüm bu toplulukların ve bireylerin tümü birbirleriyle, Davud’un Gethsemane kampındaki yönetim merkezinden işletmeye devam etmiş olduğu ulak hizmeti ile haberdar kılınmıştı.
183:5.1 (1977.1) Onlar bahçeden İsa ile birlikte yola çıktıklarında, İsa’yı nereye götürmeye dair mabet muhafızlarının Musevi kumandanı ve askerlerin Romalı kumandanı karasında bir münakaşa yaşanmıştı. Mabet muhafızlarının kumandanı İsa’nın, vekil yüksek din-adamı olan Kaiaphas’a götürülmesi için emir vermişti. Romalı askerlerin kumandanı, İsa’nın eski yüksek din-adamı ve Kaiaphas’ın kayınpederi olan, Annas’ın sarayına götürülmesini emretmişti. Ve, o bunu, Musevi din-yönetimsel yasaların uygulanışı ile ilgili her şeyde Annas ile doğrudan görüşmeleri alışanlığından yapmıştı. Ve, Romalı kumandanın emirlerine uyuldu; onlar İsa’yı, öncül sorgu için Annas’ın evine götürdüler.
183:5.2 (1977.2) Yudas, söylenilen her şeye kulak misafiri olan bir biçimde, kumandanlar boyunca yürümüştü; ancak, o münakaşada bir taraf tutmamıştı çünkü ne Musevi kumandan ne de Romalı görevli ihanetkar ile fazla bir şey konuşma arzusu taşımamaktaydı — onlar kendisine çok küçük gözlerle bakmaktaydı.
183:5.3 (1977.3) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, Yahya Zübeyde, her zaman el altında kalmaya devam etmeye dair Üstünü’nün emirlerini hatırlayan bir biçimde, iki kumandan arasında ilerleyerek İsa’nın yakınına yetişti. Mabet muhafızlarının kumandanı, Yahya’nın yanlarında geldiğini görmüş bir halde, yardımcısına: “Bu adamı al ve onu tutukla. O, bu kişinin takipçilerinden bir tanesi.” Ancak, Romalı kumandan bunu duyduğunda, ve etrafına bakıp Yahya’yı gördüğünde, havarinin kendisine uğramasını ve hiç kimsenin onu rahatsız etmesini emretti. Bunun ardından, Romalı kumandan Musevi kumandana: “Bu kişi ne ihanetkar ne de korkak. Ben onu bahçede gördüm ve o bize karşı gelmek için kılıç çekmedi. O, Üstünü ile birlikte olmak için öne çıkacak cesarete sahip, hiç kimse ona el sürmeyecek. Roma yasası herhangi bir tutsağın yargılamadan önce kendisi ile birlikte durması için en az birinin bulunmasına izin vermektedir; ve, bu kişinin, bu tutsak olarak, Üstününün yanında durması engellenmeyecektir.” Ve, Yudas bunu duyduğunda, kendisi o kadar utanmış ve aşağılanmıştı ki, Annas’ın sarayına tek başına gelen bir biçimde yürüyenlerin arkasına düşmüştü.
183:5.4 (1977.4) Ve, bu, Yahya Zübeyde’nin neden, bu gece ve ertesi gün onun zorlu deneyimlerinin tamamı boyunca İsa’nın yakınında kalmaya izin verilmiş olduğunu açıklamaktadır. Museviler, herhangi bir biçimde Yahya’a en ufak bir sözü söylemeden veya onu rahatsız etmekten korkmuşlardı çünkü ona, Musevi din-kurumsal mahkemesinin işleyişlerinin bir gözlemcisi olarak faaliyet göstermesi için atanmış bir Roma danışmanlık konumuna düşen bir yer vermişti. Yahya’nın ayrıcalıklı konumu, Annas’ın saray kapısında mabet muhafızlarının kumandanına İsa’yı teslim ederken, Romalının yardımcısına şunu söylemesi ile daha da güvenli hale gelmişti: “Bu tutsak ile beraber git ki, bu Museviler Pilatus’un rızası olmadan onu öldürmesin. Onların kendisine suikastta bulunmaması için gözleri dört aç ve Celileli olan onun arkadaşının orada bulunmasına ve her şeyi gözlemlemesine dikkat et.” Ve, böylece, her ne kadar diğer on havari saklanma yerlerinde kalmaya zorlanmış olsa da, Yahya İsa’nın çarmıhtaki ölüm anına kadar onun yanında bulunmaya yetkin olabilmişti. Yahya Roma koruması altında hareket etmekteydi, ve Museviler onu Üstün’ün ölümüne kadar rahatsız etmeye cüret etmedi.
183:5.5 (1977.5) Ve, Annas’ın sarayına kadar olan yolun tamamı boyunca İsa ağzını açmadı. Tutuklanışından Annas önüne çıkışına kadar İnsan Evladı bir kelime dahi etmedi.
Urantia’nın Kitabı
184. Makale
184:0.1 (1978.1) ANNAS’ın temsilcileri gizli bir biçimde Romalı askerlerin kumandanına, tutuklanışından sonra İsa’yı kendi Annas’ın sarayına getirmesi yönergesinde bulunmuştu. Eski yüksek din-adamı, Musevilerin baş din-kurumsal makamı olarak kendi konumunu idare etmeyi sürdürme arzusundaydı. O aynı zamanda, birkaç saat boyunca İsa’yı kendi evinde gözaltına almanın başka bir amacını taşımaktaydı ve, Sanhedrin heyetinin yasal bir biçimde bir araya toplanması için zaman sağlamaktı. Mabette sabah fedasını sunma vaktinden önce Sanhedrin mahkemesini toplamak kanuna uygun düşen bir şey değildi; ve, bu feda, sabah yaklaşık olarak üç sularında sunulmuştu.
184:0.2 (1978.2) Annas, Sanhedrinlerin bir mahkemesinin damadı olan Kaiaphas’ın sarayında beklemekte olduğunu biliyordu. Sanhedrin’in yaklaşık olarak otuz üyesi, İsa önlerine çıkarıldıklarında ona dair karara varmaya hazır olabilsinler diye, gece vakti yüksek din-adamının evinde toplanmıştı. Yalnızca, İsa’ya ve onun öğretisine güçlü bir biçimde karşı çıkmış olan kişiler toplanmıştı çünkü bir yargı mahkemesi oluşturmak için yirmi üç kişi yetiyordu.
184:0.3 (1978.3) İsa yaklaşık olarak üç saati, kendisini tutuklamış oldukları yer olan Gethsemane’nin bahçesinden çok uzak bir yerde bulunmayan Zeytindağı’ndaki Annas’ın sarayında geçirmişti. Yahya Zübeyde yalnızca Romalı kumandanın sözü ile özgür ve güvende değildi; o, eski yüksek din-adamının anneleri Şalome’nin uzak bir akrabası olmasıyla Yakub’un kıdemli hizmetçiler tarafından oldukça iyi bilinir olması nedeniyle de bu konumdaydı.
184:1.1 (1978.4) Annas, tapınak gelirleriyle zenginleşmiş, damadının vekil din-adamı oluşu ve Romalı yöneticiler ile olan ilişkilere sahip olan bir halde, Musevilerin tümü içinde kişisel en büyük güce sahip olan bir kişiydi. O, İsa’dan kurtuluş hususunu yönetme arzusundaydı bu türden önemli bir sorumluluğunun tamamiyle, kaba ve saldırgan damadına emanet edilmesinden korkmaktaydı. Annas, Üstün’ün yargılanışının Saddukilerin ellinde gerçekleşmesini teminat altına almayı istemişti; o, İsa’nın amacına destek vermiş olan Sanhedrin üyelerinin neredeyse tamamının Ferisiler olduğunu gören bir halde, Ferisilerin bazılarının göstereceği muhtemel duygudaşlıktan korkmuştu.
184:1.2 (1978.5) Annas, Üstün’ü evine çağırdığı ve onun kendisinin sahip olduğu soğukluğunu ve şerhleri gördüğünde derhal ayrıldığından beri, İsa’yı birkaç yıldır görmemişti. Annas, bu öncül tanışmada kendinden emin bir tutum takınmış olup, böylece İsa’yı savlarını terk edip onun Filistin’den ayrılmasına ikna etme girişiminde bulunmuştu. O, iyi bir insanın öldürülmesine katılmaya gönülsüz olup, İsa’nın ölümle yüzleşmek yerine ülkeden ayrılmayı terk edebileceğini düşünmüştü. Ancak, Annas güçlü ve kararlı Celileliyi gördüğünde, anında bu türden öneride bulunmanın nafile olduğunu anlamıştı. İsa, Annas’ın onu hatırladığından bile daha ihtişamlı ve ne yaptığını bilir görünmekteydi.
184:1.3 (1979.1) İsa gençken, Annas ona büyük bir ilgi beslemişti; ancak, şimdi onun gelirleri, İsa’nın oldukça yakın bir süre içinde para takasçılarını ve diğer kar peşindeki tüccarları mabetten sürmesi nedeniyle, tehdit altındaydı. Bu eylem, İsa’nın öğretilerinden çok daha fazla bir biçimde eski yüksek din-adamının düşmanlığını kazanmıştı.
184:1.4 (1979.2) Annas, büyük bir koltuğa kendisini oturtan bir halde, büyük kalabalık odasına girmiş ve İsa’nın karşısına çıkarılmasını emretmişti. Üstün’ü sessizce incelemeyle geçen birkaç dakikadan sonra, Annas: “Anlıyorsun, senin öğretine dair bir şey yapılmalı çünkü sen ülkemizin huzurunu ve düzenini bozuyorsun.” Annas İsa’ya sorusuna cevap ister bir biçimde bakarken, Üstün tam da onun gözleri içine baktı, ancak bir cevapta bulunmadı. Tekrar Anna söz aldı: “Kışkırtıcı olan Şimon Zelotes dışında, takipçilerin isimleri neler?” Ve, İsa tekrar bakışlarını onun üzerine indirdi, ancak o cevap vermedi.
184:1.5 (1979.3) Annas, İsa’nın kendi sorularını cevaplamayı reddedişi karşısında dikkate değer biçimde rahatsız olmuştu; öyle ki, kendisine şunu söyledi: “Benim sana dostane olup olmamamı hiçbir şekilde önemsemiyorsun değil mi? Senin gelmekte olan mahkemenin sonucunu belirlemekte sahip olduğum güce dair hiçbir şeyi önemsemiyorsun?” İsa bunu duyduğunda, şunu söyledi: “Annas, biliyorsun, Babam tarafından izin verilmedikçe senin benim üzerinde hiçbir güce sahip olamayacağını. Bazıları bilgisiz oldukları için İnsan Evladını yok etmek istiyor; onlar daha iyisini bilmiyor, ama, sen, arkadaş, ne yaptığını biliyorsun. Bu nedenle nasıl olur da Tanrı’nın ışığını reddedebilirsin?”
184:1.6 (1979.4) İsa’nın Annas ile konuşmasında takınmış olduğu nazik tutum neredeyse onun aklını başından almıştı. Ancak, o hâlihazırda aklında, İsa’nın ya Filistin’den ayrılması ya da ölmesi kararına varmıştı böylece o, cesaretini topladı ve şu soruyu sordu: “İnsanlara tam da neyi öğretmeye çalışıyorsun? Kendini ne olarak duyuruyorsun?” İsa cevap verdi: “Sen benim dünyaya apaçık bir biçimde konuştuğumu çok iyi bilmektesin. Ben, Musevilerin tümünün ve gentilelilerin çoğunun beni duymuş oldukları yer olan sinagoglarda ve birçok kez mabette öğretimde bulundum. Sen beni duymuş olanları çağırmıyorsun ve onlara bunu sormuyorsun? Bak, tüm Kudüs, kendin bu öğretileri duymamış olsan bile benim söylediğim şeyleri duydu.” Ancak, Annas daha cevap veremeden, yakında bulunan sarayın baş gözetçisi, şunu söyleyen bir biçimde, eliyle İsa’nın yüzüne vurmuştu: “Nasıl olur da yüksek din-adamına bu şekilde cevap verme cüreti gösteriyorsun?” Annas gözetçiye hiçbir uyarı cümlesinde bulunmadı ancak İsa, şunu söyler bir halde, kendisine hitap etti: “Benim arkadaşım, eğer ben kötü olanı söylediysem, kötülüğe karşı gel; ancak, eğer gerçeği söylediysem, o zaman beni yine dövmen gerekir mi?”
184:1.7 (1979.5) Her ne kadar Annas gözetçisinin İsa’ya vurmasından pişmanlık duysa da, bu meseleye önem verdiğini göstermeyecek kadar kibirliydi. Kafa karışıklığı içinde o, neredeyse bir saat boyunca ev görevlileri ve mabet muhafızlarıyla birlikte İsa’dan ayrılan bir biçimde, başka odaya gitmişti.
184:1.8 (1979.6) Geri döndüğünde, Üstün’ün yanına giden bir biçimde, şunu söyledi: “Kendinin, İsrail’in kurtarıcısı olarak, Mesih olduğunu mu duyuruyorsun?” İsa: “Annas sen beni gençliğim zamanlarından beri biliyorsun. Ben, Babamın beni görevlendirdiğinden başka bir şey olduğumu söylemiyorum; ve benim insanların tümüne Musevilere ek olarak gentilelere gönderilmiş olduğumu.” Bunun ardından Annas: “Bana senin kendini Mesih olarak duyurmuş olduğun söylendi; bu doğru mu?” İsa Annas’a doğru bakıp, yalnızca: “Söylediğin gibi.”
184:1.9 (1980.1) Bu zaman zarfında ulaklar, İsa’nın Sanhedrin mahkeme önüne çıkarılma saatini öğrenmek için gitmiş oldukları Kaiaphas’ın sarayından gelmişlerdi; ve, gün ağarmaya yaklaştığı için, Annas İsa’yı tutuklu halde ve mabet muhafızlarının gözetiminde Kaiaphas’a göndermenin en iyisi olduğunu düşündü. Onun kendisi onları kısa bir süre sonra takip etmişti.
184:2.1 (1980.2) Muhafızlardan ve askerlerden meydana gelen kafile Annas’ın sarayına olan girişe yaklaştığında, Yahya Zübeyde Romalı askerlerin kumandanı yanında ilerlemekteydi. Yudas belirli bir uzaklıkta arkada kalmış olup, Şimon Petrus onları uzaktan takip etmekteydi. Yahya İsa ve muhafızlarla birlikte sarayın bahçesine girdiğinde, Yudas kapıya gelmişti; ancak, İsa ve Yahya’yı gören bir halde, Üstün’ün gerçek mahkemesinin daha sonra gerçekleşeceği yer olan Kaiaphas’ın evinin yolunu tutmuştu. Yudas’ın ayrılmasından kısa bir süre sonra Şimon Petrus varmıştı ve, Yahya, kapı önünde duran bir konumda Şimon’u, onlar tam İsa’yı saraya almak üzereyken görmüştü. Kapıyı tutmakta olan kapı görevlisi Yahya’yı tanımaktaydı, ve Yahya bu kadınla konuştuğunda, onun Petrus’u içeri almasını rica etmişti; görevli güler yüzle buna rıza göstermişti.
184:2.2 (1980.3) Petrus, bahçeye girmesi üzerine, kömür ateşine doğru gitmiş, ısınmak istemişti; zira bu gece soğuk bir geceydi. O kendisini, İsa’nın düşmanları arasında hiçte istenmeyen bir konumda hissetmişti; ve, o gerçekten de, istenmeyen bir konumdaydı. Üstün kendisine, Yahya’ya tembihlemiş olduğu gibi yakında bulunma yönergesinde bulunmamıştı. Petrus, Üstünlerinin mahkemeyi ve çarmıhı deneyimleyecek olduğu bu süreçler boyunca yaşamlarını tehlikeye atmama hususunda özellikle uyarılmış olan, diğer havarilere ait haldeydi.
184:2.3 (1980.4) Petrus, Annas’ın bahçesine silahsız girebilmek için, saray kapısına varmadan kısa bir mesafe önce kılıcını atmıştı. Onun aklı çalkantılı bir kafa karışıklığı içindeydi; o, İsa’nın tutuklanmış olduğunun neredeyse hiçbir biçimde farkına varmamıştı. O, durumun gerçekliğini kavrayamıyordu — Annas’ın bahçesinde bulunuşunu, yüksek din-adamının hizmetçileri yanında kendisini ısıtışını. O, diğer havarilerin ne yapmakta olduğunu merak etti; ve, Yahya’nın bu saraya nasıl kabul edilmiş olduğunu aklında evirip çevirdikten sonra, nihai bir biçimde, Yahya’nın hizmetçiler tarafından bilinmekte oluşu, ve onun istemesi sonucunda kendisinin içeri alındığı yargısına varmıştı.
184:2.4 (1980.5) Kapı bekçisinin Petrus’u içeri almasından kısa bir süre sonra, ve o kendisini ateş çevresinde ısıtırken, bekçi kendisine gidip, kötü niyetle şunu söyledi: “Yoksa sen de bu adamın takipçilerinden biri değil misin?” Bu aşamada Petrus bu şekilde tanınmaktan şaşkınlık içerisine düşmüştü; zira, kendisinin saray kapılarından geçmesine izin vermesini talep etmiş kişi Yahya’idi; ancak, o, öyle bir gerilim duyan düzeydeydi ki, ve aklında tek önemli bir düşünceyle — yaşamı için kaçma düşüncesi ile — kadın hizmetçinin sorusuna hızlıca: “Değilim şeklinde cevapladı.”
184:2.5 (1980.6) Çok yakın bir süre içinde başka bir hizmetçi Petrus’a geldi ve şunu sordu: “Onlar bu kişiyi yakalarken ben seni bahçede görmedim mi?” Petrus bu aşamada tamamiyle tetiğe geçmişti; o, bu suçlayıcılardan güvende bir biçimde kaçmanın hiçbir yolunu görememekteydi; böylece, o çok güçlü bir biçimde, şunu söyler halde, İsa ile tüm ilişkisini reddetti: “Ben bu adamı tanımıyorum, ben ne de onun takipçilerinden biriyim.”
184:2.6 (1980.7) Yaklaşık olarak bu zaman zarfında, kapı görevlisi Petrus’u bir kenara çekip kendisine şunu söyledi: “Ben senin bu İsa’nın bir takipçisi olduğunu biliyorum; yalnızca onun takipçilerinden biri benden senin bahçeye kabul edilmeni istemedi, aynı zamanda burada benim kız kardeşim seni mabette bu kişiyle görmüş. Neden bunu reddediyorsun?” Petrus bu hizmetçinin kendisini suçladığını duyduğunda, fazlasıyla kötü dille ve küfürle, şunu söyler bir halde, İsa’ya dair sahip olduğu her türlü bilgiyi reddetti: “Ben bu adamın takipçisi değilim; ben onu bilmiyorum bile; ben daha önce ona dair hiçbir şey duymadım.”
184:2.7 (1981.1) Petrus bahçe etrafında yürürken, bir süreliğine ateş yanından ayrılmıştı. O fazlasıyla ayrılmayı isterdi; ancak, o, ilgiyi kendisine çekmekten korkmuştu. Üşüyen bir halde, ateş yakınına geri döndü, ve yakınında duran kişilerden bir tanesi kendisine: “Kesin bir biçimde sen bu adamın takipçilerinden bir tanesisin. Bu İsa bir Celileli, ve senin konuşman seni ele veriyor; zira sen bir Celileli gibi konuşuyorsun.” Ve, tekrar, Petrus Üstünü ile her türlü ilişkiyi reddetmişti.
184:2.8 (1981.2) Petrus o kadar fazla rahatsız olmuştu ki, ateşten ayrılan ve avluda kendi başına kalan bir biçimde, suçlayıcılarıyla olan iletişimden kaçınmaya çalışmıştı. Bu bir saatlik tecritten sonra, kapıcı ve onun kız kardeşi kendisiyle tanışma şansına erişmişti; ve, onların ikisi de tekrar kendisiyle uğraşan bir biçimde, onun İsa’nın bir takipçisi olduğunu söylemişti. Ve, tekrar o suçlamayı reddetti. O, İsa ile olan her türlü ilişkiyi tam da bir kez daha reddederken, horoz öttü, ve Petrus o aynı gecenin erken saatlerinde Üstünü tarafından kendisine söylenmiş olan uyarı cümlelerini hatırladı. Orada, kalbi ağır ve suçluluk duygusuyla çökmüş halde, dururken, sarayın kapıları açıldı, ve muhafızlar Kaiaphas’a olan yollarına devam etti. Üstün Petrus’un yanından geçerken, o, eski, kendinden emin ve yüzeysel cesarete sahip havarisinin yüzündeki umutsuzluğu, meşalelerin ışığı altında görmüş, ve dönüp Petrus’a gözlerini dikmişti. Petrus yaşamı boyunca bu bakışı unutamadı. Fani insandan hiçbiri, Üstün’ün yüzünde ortaya çıkan acıma ve derin sevgiyle bu denli bütünleşmiş bir yüzü görmemişti.
184:2.9 (1981.3) İsa ve muhafızlar saray kapılarından geçerken, Petrus kendilerini izlemişti; ancak sadece uzak bir mesafeden. O daha fazla ilerleyememişti. Yol kenarında oturup, hıçkıra hıçkıra ağladı. Ve, ıstırabın bu yaşlarını döktükten sonra, ağabeyi Andreas’ı bulmayı umut eden bir biçimde, geldiği adımlarını takip ederek kampa geri döndü. Kampa ulaştığında, o yalnızca, ağabeyinin Kudüs’te saklanmak için gittiği yere kendisini götürecek bir ulağı görevlendirmiş bulunan, Davud Zübeyde’yi bulmuştu.
184:2.10 (1981.4) Petrus bu tüm deneyimi, Zeytindağı’ndaki Annas’ın sarayının bahçesinde gerçekleşmişti. O İsa’yı, yüksek din-adamı olan Kaiaphas’ın sarayına takip etmemişti. Petrus’un, bir horozun ötüşü ile onun tekrar eden bir biçimde Üstün’ü reddetmiş oluşuna dair farkındalığı, tüm bunların Kudüs’ün dışında yaşanmış olduğuna işaret etmektedir; çünkü, şehrin sahip olduğu sınırları içinde kümes hayvanları beslemek kanuna aykırıydı.
184:2.11 (1981.5) Horozun ötüşünün Petrus’u acı bir biçimde kendine getirmesine kadar, o yalnızca, kendisini sıcak tutmak için aşağı yukarı yürürken, hizmetçilerin suçlamalarını nasıl zeki bir biçimde bertaraf ettiğini ve onların kendisini İsa ile ilişkilendirme amaçlarında kendilerine ne de fazla güçlük çıkardığını düşünmüştü. Bir süreliğine o sadece, bu hizmetçilerin kendisini bu şekilde sorgulamak için hiçbir ahlaki veya kanunsal hakka sahip olmadığını düşünmekteydi; ve, o gerçekten de, kimliğinin açığa çıkmasıyla muhtemel bir biçimde tutuklanmaktan ve hapse atılmaktan kaçtığı yöntemle kendisini tebrik etmekteydi. Horoz ötene kadar Petrus’un aklına, Üstününü reddettiği gerçeği düşmemişti. İsa kendisine bakana kadar, krallığın bir elçisi olarak sahip olduğu ayrıcalıklarına layık olmayı başaramadığını anlamamıştı.
184:2.12 (1981.6) Tavizin ve olabilecek en küçük karşı koyuşun bu yolunda ilk adımını atmış bir halde, Petrus için, karar verilen davranışı sürmeden başka bir şey görünmemişti. Yanlış bir biçimde başlamış halde, geri dönmek ve doğru olanı yapmak büyük ve soylu karakteri gerektirmektedir. İnsanın öz aklı fazlasıyla sık gerçekleşen bir biçimde, bir kere girildiği zaman yanlışın yolunda devam edişi haklı çıkarma eğilimi göstermektedir.
184:2.13 (1982.1) Yeniden dirilişten sonra Üstünü ile buluşana kadar Petrus affedilebileceğine hiçbir zaman bütünüyle inanmamıştı ve, o, reddedişlerden meydana gelen bu acı gecenin deneyimleri karşısında tam da bunu almıştı.
184:3.1 (1982.2) Baş din-adamı olan Kaiaphas Sanhedrinci sorgu mahkemesini toplantıya çağırdığında ve İsa’nın resmi yargılanışı için onların önüne getirilmesini istediğinde, bu Cuma sabahı saat üç buçuk sularıydı. Daha önceki toplantılarda Sanhedrin, büyük bir çoğunluk oyu ile, İsa’nın ölümü yargısında bulunmuştu; onun resmi olmayan bir biçimde, kanuna karşı gelme, Tanrı’ya saygısızlık ve İsrail’in atalarının geleneklerini küçük görme suçlamalarından suçlu bulunması nedeniyle ölüme layık olduğu kararlaştırılmıştı.
184:3.2 (1982.3) Bu, Sanhedrin’in düzenli bir biçimde toplanan bir oturumu değildi, ve o mabet içindeki yontulan taş odası biçimindeki olağan yerinde gerçekleştirilmemekteydi. Bu, yaklaşık olarak otuz kişiden meydana gelmiş Sanhedrin üyesinin özel bir yargılama mahkemesi olup, yüksek din-adamının sarayında toplanmıştı. Yahya Zübeyde, bu sözde mahkeme boyunca İsa ile birlikte hazırdı.
184:3.3 (1982.4) Baş din-adamları, kâtipler, Saddukiler ve Ferisilerin bazıları, kendi makamlarını rahatsız etmekte ve yönetim yetkilerini tehdit etmekte olan İsa’nın şimdi nasıl da ellerinde güvende oluşu karşısında kendilerini şımartmaktaydı! Ve, onlar, İsa’nın hiçbir zaman ihanetkar kollarından kaçamamasında kararlıydı.
184:3.4 (1982.5) Olağan bir biçimde, Museviler, bir ölüm cezasıyla bir kişiyi yargıladıklarında, büyük bir dikkatle hareket etmekte olup, şahitlerin seçiminde ve mahkemenin bütüncül işleyişinde hakkaniyetin her türlü güvencesini sağlamaktaydılar. Ancak, bu sefer, Kaiaphas, tarafsız bir yargıdan çok bir savcı halindeydi.
184:3.5 (1982.6) İsa bu mahkeme önüne olağan kıyafetleri içinde ve elleri arkasında bağlı halde çıkmıştı. Bütün mahkeme, onun ihtişamlı görünüşü karşısında etkilenmiş ve bir ölçüde şaşkınlığa düşmüşlerdi. Onlar daha öncesinde hiçbir zaman; ne bu türden bir tutsağı, ne de yaşamı için yargı halindeki bir adamın böyle bir rahatlığını görmüşlerdi.
184:3.6 (1982.7) Musevi yasası, tutsağa karşı bir suçlamada bulunmadan önce en azından iki şahidin aynı görüşü bildirmesini gerektirmekteydi. Yudas İsa’ya karşı bir şahit olarak kullanılamazdı çünkü Musevi yasası özellikle bir ihanetkarın tanıklığını yasaklamıştı. İki düzine de fazla sahte şahit İsa’ya karşı tanıklıkta bulunmak için hazırdı ancak, onların tanıklığı o kadar çelişkili ve bariz biçimde o kadar uydurulmuş haldeydi ki, Sanhedrincilerin kendisi bu dışavurum karşısında fazlasıyla utanmış hale düşmüşlerdi. İsa, bu iftiracılara iyi gözle bakışlarını indirir halde, orada durmaktaydı ve, tam da onun bu görünüşü yalan söyleyen şahitleri rahatsız etmişti. Tüm bu sahte tanıklık boyunca, Üstün bir söz bile söylemedi; o, onların birçok sahte suçlamasına hiçbir cevapta bulunmadı.
184:3.7 (1982.8) Onların şahitlerinden herhangi ikisinin anlaşmaya benzer bir şeye ulaşmaları, ikisinin, İsa’nın mabet konuşmalarının biri içinde “bu mabedi ellerinizle yıkın, üç gün içinde yeni eller olmadan dikilecektir” ifadesini duymuş olduğu konuşmaya gerçekleştirdikleri tanıklıkta yaşanmıştı. O aslında, İsa’nın söylediği şey değildi; kaldı ki bu atıfta bulunan konuşmada, İsa kendi bedenini işaret etmişti.
184:3.8 (1982.9) Yüksek din-adamlarının İsa’ya, “Bu suçlamaların herhangi birine cevap vermiyor musun?” şekilde bağırmalarına rağmen, İsa ağzını açmadı. O orada, tüm bu sahte şahitler tanıklıklarında bulunurken sessizlik içinde durdu. Bu iftiracıların sözlerinin paydasında öyle bir biçimde nefret, köktencilik ve sınırı bulunmayan abartı bulunmaktaydı ki, onlar kendi tanıklıklarına takıldılar. Sahte suçlayıcılara olan en iyi yalanlama Üstün’ün sakin ve ihtişamlı sessizliğiydi.
184:3.9 (1983.1) Sahte şahitlerin tanıklığına başlanılmasından sonra, Annas ulaşmış olup, Kaiaphas yanında yerini aldı. Annas bu aşamada ayağa kalkıp, İsa’nın mabedi yok etme tehdidinin kendisine şu üç suçlamada bulunmaya yeterli olduğunu savundu:
184:3.10 (1983.2) 1. Onun insanların tehlikeli bir aldatıcısı oluşuna. Onun kendilerine imkânsız şeyleri öğretmiş ve bunun dışında kalan hallerde ise onun insanları kandırmış oluşuna.
184:3.11 (1983.3) 2. Onun, kutsal mabede şiddetli elleri sürmeyi desteklediği için köktenci bir devrimci olduğuna; aksi halde o mabedi nasıl yok edebilirdi ki?
184:3.12 (1983.4) 3. Onun, yeni bir mabedi inşa etme ve bunu elleri olmadan gerçekleştirme sözünü verdiği için büyüyü öğrettiğini.
184:3.13 (1983.5) Hâlihazırda Sanhedrin’in tümü, İsa’nın, ölümü gerektiren karşı gelinen Musevi yasalarından suçlu olduğuna hem fikir olmuşlardı ancak, onlar bu aşamada, tutsakları üzerinde ölüm cezasını duyurmak için Pilatus’a haklı çıkaracakları onun davranışına ve öğretilerine dair suçlamaları büyütmenin endişesine düşmüşlerdi. Onlar, İsa’nın yasal bir biçimde ölüme gönderilmesinden önce Roma valisinin iznini almak zorunda oluşlarını bilmektelerdi. Ve, Annas, İsa’nın dışarıdaki insanlar arasında da tehlikeli bir öğretmen halinde görünüşünü sağlama kararlılığındaydı.
184:3.14 (1983.6) Ancak, Kaiaphas artık, İsa’nın orada kusursuz kendinden eminlikte ve kırılmamış sessizlikte durmanın görünüşüne dayanamayacaktı. O, tutsağın konuşmaya zorlanacağı en az bir yol bilmekteydi. Bunun uyarınca, o, İsa’nın yanına yetişip, Üstün’ün yüzüne kendi suçlayıcı parmağını sallar bir halde, şunu söyledi: “Sana emrediyorum, yaşayan Tanrı’nın adına, bizlere senin, Tanrı’nın Evladı olarak Kurtarıcı olup olmadığını söyle.” İsa Kaiaphas’a: “Öyleyim. Yakın bir süre içinde Baba’ya gideceğim, ve kısa zaman içinde İnsan Evladı güçle kuşandırılacak ve bir kez daha cennetin birlikleri üzerinde egemenliğine sahip olacak.”
184:3.15 (1983.7) Yüksek din-adamı İsa’nın bu sözleri söylediğini duyduğunda, aşırı bir biçimde sinirli hale gelmişti; ve, üstündeki kıyafetleri koparır halde, şunu haykırdı: “Bakın, şimdi hepiniz bu adamın Tanrı’ya saygısızlığını duydunuz. Bu kanunu çiğneyen ve Tanrı’ya saygısızlık edenle ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?” Ve, onların hepsi hep bir ağızdan, “O ölüme layık; bırakınız çarmığa gerilsin.”
184:3.16 (1983.8) İsa, Annas veya diğer Sanhedrin üyelerinin kendisine yöneltmiş olduğu herhangi bir soru karşısında hiçbir ilgi göstermemişti, bahşedilme görevi ile ilgili olan tek bir soru dışında. Onun İnsan Evladı olup olmadığı sorulduğunda, o derhal ve çok kesin bir biçimde olumlayıcı halde cevabını verdi.
184:3.17 (1983.9) Annas mahkemenin devam etmesini arzulamıştı İsa’ya getirilen suçlamaların, onun Roma kanunu ve Roma kurumlarıyla olan ilişkisiyle kesin bir biçimde daha sonra Pilatus’a sunulacak şekilde düzenlenmesini. Heyet üyeleri, bu hususları hızlı bir sona taşımaktan endişe duymaktaydılar; bu gün sadece Hamursuz için hazırlık günü olmayıp, bu günde din-dışı herhangi bir şeyin öğleden sonrası yapılmaması kuralı bulunmamaktaydı onlar aynı zamanda, Pilatus’un Kaysera olan Roma’nın Yudea başkentine her an içinde geri dönebileceğinden korktular çünkü o Kudüs’te yalnızca Hamursuz kutlaması için bulunmaktaydı.
184:3.18 (1983.10) Ancak, Annas, mahkemeyi denetim altında tutmayı başaramadı. İsa’nın bu kadar beklenmeyen bir biçimde Kaiaphas’a cevap vermesinden sonra, yüksek din-adamı ilerlemiş ve İsa’nın yüzüne eliyle vurmuştu. Annas, mahkemenin diğer üyeleri odadan dışarı çıkarken İsa’nın yüzüne tükürdüklerinde ve onlardan çoğu İsa’yı alaycı bir biçimde tokatlarken gerçek anlamıyla şaşkınlık içine düşmüştü. Ve, böylece, bu kargaşada ve bu daha önce duyulmamış kafa karışıklığı içinde İsa’nın Sanhedrin mahkemesinin ilk oturumu dört buçukta sona erdi.
184:3.19 (1984.1) Ön yargılı ve geleneklerin gözlerini görmez kıldığı otuz sahte hâkim, sahte şahitleri ile birlikte, bir evrenin doğru Yaratanı üzerinde yargıya varma cüreti göstermekteydi. Ve, bu tutkulu suçlayıcılar, bu Tanrı-insanının ihtişamlı sessizliği ve muhteşem denetimi karşısında çılgına dönmüşlerdi. Onun sessizliğine dayanmak korkunçtu; onun konuşması korkusuz bir biçimde onlara karşı gelen bir biçimde kararlıydı. O, bu kişilerin tehditleri karşısında hiçbir biçimde etkilenmemiş ve onların fiziksel saldırıları karşısında korkmamış haldeydi. İnsan Tanrı’ya dair yargıya oturmaktaydı ve, bunun ardından bile o kendilerini derinden sevmekte ve eğer yapabilirse onları kurtarmak isteğindedir.
184:4.1 (1984.2) Musevi yasası, ölüm cezasının verilişinde, mahkemenin iki oturumunun olmasını gerektirmekteydi. Bu ikinci oturum, ilkini takip eden günde gerçekleştirilecekti; ve, arada geçen zaman ise mahkemenin üyelerinin oruç ve yas tutmasıyla geçirilecekti. Ancak, bu kişiler, İsa’nın ölmek zorunda oluşuna dair kararlarını onaylamak için bir sonraki günü bekleyememekteydiler. Onlar yalnızca bir saat beklemişlerdi. Bu zaman zarfında İsa, İnsan Evladı’nın başına her türlü soysuzlukta bulunmakla kendilerini eğlendiren mabet muhafızlarının gözetimi altında dinleyici odasında bırakılmıştı. Onlar kendisiyle alay etmiş, yüzüne tükürmüş ve kendisine yabani bir biçimde yumruklamışlardı. Onlar yüzüne bir değnek ile vurup, daha sonra “Haydi kehanette bulun, sen Kurtarıcı, sana vuran kimdi” demişlerdi. Ve, böylece onlar, bu karşı koymayan Celileliye söven ve ona kötü davranan bir biçimde, tam bir sat boyunca böyle devam etmişlerdi.
184:4.2 (1984.3) Izdırabın bu acı saati ve sahte mahkemelerin süreci boyunca, bilgisiz ve hissiz muhafızların ve hizmetçilerden önce, Yahya Zübeyde yan odada yalnız bir terör içinde beklemişti. Bu istismarlar ilk başladığında, İsa Yahya’ya, başını sallayarak, onun buradan çekilmesine işaret etmişti. Üstün, bu soysuzluklara şahit olmak için havarisinin odada kalmaya devam etmesine izin vermesi durumunda, Yahya’nın itirazının, muhtemel bir biçimde onun ölümüyle sonuçlanacağı, karşı koyucu bir sinirin patlamasını ortaya çıkarak biçimde büyüyeceğini oldukça iyi bilmekteydi.
184:4.3 (1984.4) Bu çirkin saat boyunca İsa hiçbir söz söylemedi. Tüm bu kâinatın Tanrısı ile kişilik ilişkisine katılmış haldeki insanlığın bu nazik ve hassas ruhu için, bu sözde Sanhedrin mahkemesi üyelerinin örneği ile kendisini istismar etmek için uyarılmış bulunan bu bilgisiz ve yabani muhafızlar ve hizmetçilerin insafına bırakılmış bu korkunç saatten daha acı bir aşağılanma kadehi bulunmamaktaydı.
184:4.4 (1984.5) İnsan kalbi; göksel uslar, talihsiz Urantia’nın günahla kararmış âlemi üzerindeki bilgisiz ve yanlış yönlendirilen yaratılmışlarının iradesine kendisini tabi bırakmış halde sevgili Egemenleri’ni bu şekilde gözlemlerlerken, uçsuz bucaksız bir evreni kaplamış olan kızgınlık titreyişini hiçbir şekilde hissedemez.
184:4.5 (1984.6) Onu, ruhsal olarak elde edemeyeceği veya ussal olarak erişemeyeceği şeye hakaret etmek istemeye ve ona fiziksel olarak saldırmaya iten insan içindeki bu hayvana ait nitelikte de nedir? Yarı medenileşmiş insanda hala, kendisinden bilgelikte ve ruhsal erişimde üst düzeyde bulunanlara püskürmeyi amaçlayan kötü niteliğe sahip bir korkunçluk kol gezmektedir. Bu karşı koymaz İnsan Evladı’na olan bu fiziksel saldırıda hayvansal tatminin bir türünden elde ettikleri bu sözde medeni insanların kötü nitelikli kabalığına ve korkunç vahşiliğine bakın. Bu hakaretler, alaylar ve fiziksel saldırılar İsa’ya düşerken, o savunmamaktaydı ancak savunmasız değildi. İsa ezilmemişti; o yalnızca maddi anlamda karşılıkta bulunmamaktaydı.
184:4.6 (1985.1) Bunlar, uçsuz bucaksız ve engin bir evrenin yaratıcısı, koruyucusu ve kurtarıcısı olarak onun uzun ve çok önemli olaylara sahne olmuş sürecinin tümü içinde Üstün’ün en büyük zaferlerinin anlarıydı. Tanrı’yı insana açığa çıkarmanın bütüncül bir yaşamını yaşamış olarak, İsa bu aşamada, Tanrı’ya insanın yeni ve öncesi bulunmayan bir açığa çıkarılışını gerçekleştirmeye girişmişti. İsa bu aşamada dünyalara, yaratılmış kişilik tecridine dair her türlü korkunun üzerinde nihai utgunluğu duyurmaktaydı. İnsan Evladı nihai olarak, Tanrı’nın Evladı olarak kimliğin gerçekleşimine erişmişti. İsa, kendisi ve Baba’nın bir olduğunu ifade etmede çekince göstermemekteydi; ve, bu en yüce ve ulvi deneyimin gerçeği ve gerçekliğine dayanan bir biçimde, o her bir krallık inananının kendisiyle, tıpkı kendisinin ve Babasının bir olduğu gibi, bir olmasını tembihlemektedir. İsa’nın dini içindeki yaşayan deneyim böylece; aracılığıyla, ruhsal olarak tecrit içindeki ve kâinatsal olarak yalnız yeryüzü fanilerin, korku ve onunla ilişkili olan yardımsızlık hislerinin tüm sonuçlarıyla birlikte kişisel yalnızlaşmadan kaçmaları mümkün hale gelen, kesin ve güvenilir teknik haline gelmektedir. Cennetin krallığına ait kardeşsel gerçeklikler içinde Tanrı’nın inanç evlatları, hem kişisel ve hem de geleneksel olarak, benliğin yanlızlaşımından nihai kurtuluşu bulacaklardır. Tanrı-bilen inanan artan bir biçimde, yukarıdaki kusursuzluk erişiminin kutsal nihai sonunun ebedi gerçekleşimi ile olan ilişkilemden doğan vatandaşlık halindeki — bir evren ölçeğinde var olan ruhsal toplumlaşımın derin coşkusunu ve ihtişamını deneyimlemektedir.
184:5.1 (1985.2) Beş buçukta mahkeme yeniden bir araya toplandı, ve İsa Yahya’nın beklemekte olduğu yan odaya götürüldü. Burada Romalı asker ve mabet muhafızları, mahkeme Pilatus’a sunulacak olan suçlamaların tasarlanmasına başlarken İsa’yı gözlemişlerdi. Annas, Tanrı’ya saygısızlık suçlamasının Pilatus için hiçbir ağırlığı taşımayacağını birlikteliklerine açıkladı. Yudas mahkemenin bu ikinci buluşması boyunca hazır haldeydi ama o hiçbir tanıklıkta bulunmadı.
184:5.2 (1985.3) Mahkemenin bu oturumu yalnızca yarım saat sürdü; ve, onlar Pilatus’un önüne çıkmayı emrederlerken, ölüme layık halde, İsa’nın iddianamesini şu üç başlıkta toparlamışlardı:
184:5.3 (1985.4) 1. Onun Musevi milletini doğru yoldan çıkaran bir oluşuna; o insanları kandırmış ve kendilerini isyana kışkırtmıştı.
184:5.4 (1985.5) 2. Onun insanlara Sezar’a saygı duymamayı öğrettiğine.
184:5.5 (1985.6) 3. Kendisinin, bir çeşit yeni krallığın bir kralı ve kurucusu olduğunu duyuran bir biçimde, imparatora karşı ihanete kışkırtmış oluşuna.
184:5.6 (1985.7) Bu işleyişin tamamı daha önce yaşanılmamış olup, bütünüyle Musevi kanunlarına aykırıydı. İsa’nın mabedi yok etmeye ve onu tekrar üç günde dikmeye dair İsa’nın ifadesine tanıklık dışında, herhangi iki şahit hiçbir konuda anlaşamamıştı. Ve, bu bahsi geçen son hususta bile, hiçbir şahit İsa’yı savunmak için konuşmamış olup, ne de İsa’ya onun kastetmiş olduğu anlam sorulmuştu.
184:5.7 (1985.8) Mahkemenin tutarlı bir biçimde onu yargılamış olduğu tek nokta Tanrı’ya saygısızlıktı ve, bu tamamen onun kendi tanıklığına dayanmıştı. Tanrı’ya olan saygısızlıkta bile onlar ölüm cezası için resmi bir oy verme sürecini başlatamadılar.
184:5.8 (1985.9) Ve, onlar bu aşamada şimdi, hiçbir şahidin duyulmamış ve tüm bunların hepsi suçlanan tutuklayıcı yokken kararlaştırılmış haldeki Pilatus’a gidecek üç suçlamayı tasarlamaya cüret etmişlerdi. Bu gerçekleştirildiğinde, Ferisilerin üçü ayrılmıştı onlar İsa’nın yok edilmesini görmeyi arzu etmekteydi; ancak, onlar, şahitler olmadan ve kendisinin yokluğunda ona karşı bu suçlamaları tasarlamayacaklardı.
184:5.9 (1986.1) İsa, Sanhedrinci mahkeme önüne bir daha çıkmadı. Onlar, onun masum yaşamı üzerine yargıda otururlarken, yüzüne tekrar bakmayı istememişlerdi. İsa (bir insan olarak), Pilatus tarafından okunur halde duyurulana kadar bu kişilerin resmi suçlamalarını bilmemekteydi.
184:5.10 (1986.2) İsa Yahya ve muhafızlarla birlikte odadayken, ve mahkeme ikinci oturumundayken, yüksek din-adamının sarayına ait kadınların bazıları, arkadaşlarıyla birlikte, garip tutsağa bakmak için gelmişti; ve, onlardan biri kendisine, “Sen, Tanrı’nın Evladı olarak Mesih misin?” diye sordu. Ve, İsa şu cevabı verdi: “Eğer sana söyleyecek olsam, bana inanmayacaksın; ve, eğer ben sana bu soruyu sorarsam, cevap vermeyeceksin.”
184:5.11 (1986.3) Bu sabah saat altıda, İsa, bu Sanhedrinci mahkemenin oldukça adaletsiz ve görülmemiş bir biçimde karar vermiş olduğu ölüm cezasının onayı için Pilatus’un önüne çıkmak amacıyla Kaiaphas’ın evinden götürüldü.
Urantia’nın Kitabı
185. Makale
185:0.1 (1987.1) BU CUMA sabahı, M.S. 30 yılının 7 Nisan’ında, saat altıdan biraz daha sonra, İsa, Suriye temsilciliğinin doğrudan gözetimi altında bulunan Yudea’yı, Samarya’yı ve İdumea’yı yönetmekte olan Roma hâkimi olarak Pilatus’un önüne getirilmişti. Üstün, mabet muhafızları tarafından Roma valisinin huzuruna bağlı hale getirilmiş olup, ona, Sanhedrin üyeleri (başta Saddukiler olmak üzere), Yudas İskariot ve yüksek din-adamı Kaiaphas ve Havari Yahya’ya ek olarak, elli kişiden meydana gelen suçlayıcıları eşlik etmekteydi. Annas Pilatus’un karşısına çıkmamıştı.
185:0.2 (1987.2) Pilatus uyanık olup, önceki gece İnsan Evladı’nı tutuklamak için Romalı askerleri kullanmak amacıyla rızasını elde etmiş olanlar tarafından İsa’nın erken vakitlerde huzuruna getirilecek oluşu karşısında bilgilendirilmiş bir biçimde, kendisine sabahın erken saatlerinde başvurmakta olan bu kafileyi almaya hazırdı. Bu mahkemenin, Pilatus ve eşinin Kudüs’te konakladıkları zaman ana merkezlerini oluşturdukları Antonya kalesine eklenmiş haldeki, praetoryumun önünde gerçekleştirilmesi tasarlanmıştı.
185:0.3 (1987.3) Her ne kadar Pilatus praetoryum koridorları içinde İsa’nın ifadesinin büyük bir kısmını gerçekleştirmişse de, kamu mahkemesi, ana girişe uzanan basamakların önünde gerçekleştirilmişti. Bu; içinde, Hamursuz’a hazırlanışın bu gününde herhangi bir mayanın kullanılabileceği bir gentile binasına girmeyi reddetmekte olan Musevilere verilmiş bir tavizdi. Bu türden bir davranış yalnızca kendilerini törensel olarak kirlenmiş kılmayacaktı bu aynı zamanda öğleden sonraki şükran şölenine katılmaktan kendilerini alı koyacak olup, hem de, Hamursuz akşam yemeğini yemek için tekrar kabul edilebilir hale gelmeden önce, havanın kararması ardından arınma törenlerine katılmalarını zorunlu kılacaktı.
185:0.4 (1987.4) Her ne kadar bu Museviler, İsa’nın yargısal öldürülüşünü yerine getirme ilgisine sahip bir biçimde vicdani açıdan kendilerini hiçbir biçimde kötü hissetmemişlerse de, yine de törensel temizliğin ve geleneksel düzenin tüm bu hususlarında titizlik göstermektelerdi. Ve, bu Museviler, hem zaman ve hem de ebediyet içindeki insan refahı için bu çok küçük öneme sahip olan şeylere çok detaylı önemi verirken, kutsal bir doğanın yüksek ve kutsal sorumluluklarının tanınmasında başarısız olan toplulukta yalnız değillerdi.
185:1.1 (1987.5) Eğer Pontius Pilatus küçük vilayetlerin kabul edilebilir bir biçimde iyi valisi olmasaydı, Tiberyus, on yıllık bir süre boyunca Yudea’nın hâkimi olarak ona neredeyse hiçbir biçimde katlanmazdı. Her ne kadar Pilatus oldukça iyi bir yönetici olsa da, o ahlaki olarak bir korkaktı. O, Musevilerin valisi olarak görevinin doğasını kavrayacak yeteri kadar derin bir kişi değildi. O, bu İbranilerin, gerçek bir dine sahip oldukları gerçeğini kavramada başarısız olmuştu; ölmeye gönüllü, imparatorluk boyunca etrafa dağılmış milyonlarca kişinin Kudüs’ü inançlarının mabedi ve Sanhedrin'i yeryüzü üzerindeki en yüksek mahkeme olarak gördükleri bir inanış olarak.
185:1.2 (1988.1) Pilatus Musevileri sevmemişti, ve bu derinde yatmakta olan nefret kendisini erkenden dışa vurmaya başlamıştı. Roma vilayetlerinin tümü içinde hiçbiri Yudea’yı yönetmekten daha zor değildi. Pilatus hiçbir zaman, Musevilerin idaresiyle ilişkin sorunları gerçek anlamıyla anlamamıştı ve, bu nedenle, vali olarak deneyiminin en başında neredeyse ölümcül ve intihara yaklaşmış olan bir dizi büyük hatada bulunmuştu. Ve, Musevilere onun üzerinde bu kadar gücü veren şey bu büyük hatalar olmuştu. Onlar Pilatus’un kararlarını etkilemek istediklerinde, tek yapmaları gereken şey onu bir isyan ile tehdit etmekti; bunun ardından Pilatus derhal tavizde bulunurdu. Ve, hâkimin bu bariz dirayetsizliği, veya diğer bir değişle onun cesaret yoksunluğu, Museviler ile deneyimlemiş olduğu fazla sayıdaki anlaşmazlığın geçmişi ve her seferinde de onların kendisi üzerinde üstün gelmesi nedeniyleydi. Museviler Pilatus’un kendilerinden korkmakta olduğunu bilmekteydi; Tiberyus karşısında onun makamını kaybetme korkusunda oluşunu; ve, onlar, sayısız sefer bu bilgiyi valiye fazlasıyla zarar veren bir biçimde kullanmışlardı.
185:1.3 (1988.2) Pilatus’un Musevilere olan olumsuz bakışı, fazla sayıdaki talihsiz yüzleşmenin bir sonucu olarak gerçekleşmişti. İlk olarak, o, puta tapmanın simgeleri olarak kendilerinin imgelerin her türlüsüne karşı sahip oldukları ön yargıyı ciddiye almada başarısız olmuştu. Bu nedenle, o askerlerinin, selefi altındaki Romalı askerlerinin uygulaması olarak, nişanlarından Sezar’ın imgelerini kaldırmadan Kudüs’e girmelerine izin vermişti. Musevilerinin büyük bir temsilci topluluğu, kendisinden askeri ölçütlere uymayan bir biçimde bu imgelerin kaldırılmasını ister halde, Pilatus için beş gün beklemişti. O kesin bir biçimde, onların talebini reddetmiş olup, kendilerini anlık gerçekleşecek bir ölümle tehdit etmişti. Bir kuşkucu olarak Pilatus, güçlü dini hislere sahip olan insanların dini yargıları için ölmede tereddüt etmeyeceklerini anlamamıştı ve, bu nedenle o, Museviler inatla sarayı üzerine gelip, başlarını yere gömen bir biçimde, kendilerinin ölmeye hazır oldukları haberini gönderdiklerinde endişeye kapılmıştı. Pilatus, Kudüs’te bulunan askerlerin olağan kıyafetlerinden imgelerin kaldırılmasını emreden bir halde, teslim olmuş ve kendisini bu günden itibaren büyük bir biçimde, yerine getirmeye korktuğu tehditleri gerçekleştirmedeki zafiyetini bu şekilde keşfetmiş olan Musevi önderlerinin tahmin edilemez arzularına tabi halde bulmuştu.
185:1.4 (1988.3) Pilatus daha sonrasında, kaybolmuş olan itibarını tekrar kazanmaya kararlılık göstermişti, ve o bunun uyarınca, Sezar ibadetinde sıklıkça kullanmakta olan imparatorun kalkanlarını Kudüs içindeki Hirodes’in saray duvarlarına yerleştirmişti. Museviler buna karşı durduklarında, o kararlıydı. O kendilerinin itirazların dinlemeyi reddettiğinde, onlar derhal Roma’ya başvurmuştu; ve, imparator derhal gücendiren kalkanların kaldırılmasına emretmişti. Ve, bunun ardından Pilatus, öncesinden daha da alt bir düzeyde görülmüştü.
185:1.5 (1988.4) Musevilere karşı kendisini büyük bir hoşnutsuzluğa getirilen başka bir şey, büyük dini şölenler döneminde Kudüs’e olan milyonlarca ziyaretçi için artan su tedarikinde bulunmak için yeni bir su kemerinin yapılması amacıyla mabet hazinesinden para alama cesareti gösterişiydi. Museviler, yalnızca Sanhedrin heyetinin mabet kaynaklarını harcayabileceğini düşünmekteydi; ve, onlar hiçbir zaman, bu cüretkâr idare için Pilatus’u eleştirel gözlerle bakmayı sonlandırmadılar. Düzinelerce ayaklanma ve fazlasıyla kan bu karardan dolayı akmıştı. Bu ciddi isyanların sonu, tam da sunakta ibadette bulunurken Celilelilerden meydana gelen büyük bir kafilenin kırımını içermişti.
185:1.6 (1988.5) Her ne kadar bu dirayetsiz Roma yöneticisi İsa’yı Musevilere karşı duymuş olduğu korkuya ve kendi kişisel makamının muhafazasına kurban vermiş olsa da, onun, mabet vazolarının gömülmüş olduğunu söylemiş olan Gerizim Dağına orduları yönlendirmiş bir sahte Mesih’in iddialarıyla ilişkin olarak Samirilerin gereksiz bir kıyımının bir sonucu olarak görevinden alınmış olması dikkate değerdir. Bu yaşanmışlığın bir sonucu olarak, Suriye yönetim birimi Pilatus’u Roma’ya çağırmıştı. Tiberyus, Pilatus’un Roma’ya olan yolu üzerinde ölmüştü; ve, o, Yudea’nın hâkimi olarak yeniden atanmamıştı. O hiçbir zaman, İsa’nın vaftizine rıza göstermenin utandırıcı kınamasından kendisini kurtaramamıştı. Yeni imparatorun gözlerinde hiçbir onayı bulamayan bir biçimde, daha sonra intihara girişmiş olduğu yer olan Lozan vilayetinde emekli olmuştu.
185:1.7 (1989.1) Pilatus’un eşi, Klaudia Prokula İsa’ya dair birçok şeyi, krallığın müjdesinin bir Fenikeli inananı olan hizmetçisinin sözüyle duymuştu. Pilatus’un ölümünden sonra Klaudia güçlü bir biçimde iyi haberlerinin yayılışı ile ilişkili hale gelmişti.
185:1.8 (1989.2) Ve, tüm bunların hepsi, bu acı Cuma öğle öncesi gerçekleşmiş olan birçok şeyi açıklamaktadır. Museviler’in neden — kendisinin İsa’yı yargılamak için altıda kalmasını sağlayan bir biçimde — Pilatus’a emir vermiş olmasını ve aynı zamanda İsa’nın ölümü için kendi taleplerine karşı gelmeye cüret etmesinden önce İsa’yı vatana ihanet suçuyla suçlamaktan tereddüt etmemelerinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.
185:1.9 (1989.3) Musevilerin yöneticileri ile zarar verici bir biçimde ilişkili hale gelmemiş değerli bir Roma valisi hiçbir zaman; kendisinin, sahte suçlamalarından masum ve hatasız olduğunu duyurmuş olduğu bir kişinin ölümünü yerine getirmek için bu türden kana susamış dini köktencilere izin vermezdi. Roma, Filistin’i yönetmesi için ikinci düzey Pilatus’u gönderdiğinde, yeryüzüsel olaylarda çok büyük sonuçlara neden olmuş bir yanlış olarak, büyük bir hata yapmıştı. Tiberyus, imparatorluk içindeki en iyi vali yöneticisini Musevilere göndermiş olsaydı daha iyi bir şey yapmış olurdu.
185:2.1 (1989.4) İsa ve onun suçlayıcıları Pilatus’un yargılama salonunun önünde toplandıklarında, Roma valisi dışarı çıkıp, toplanmış haldeki kafileye hitaben, şunu sormuştu: “Bu akrana hangi suçlamayı getiriyorsunuz?” İsa’yı önlerinden kaldırmayı kendilerine görev edinmiş olan Saddukiler ve heyet üyeleri öncesinde, Pilatus’un önüne çıkmakta ve ondan herhangi bir kesin suçlama olmadan İsa’nın üzerindeki ölüm cezasını onaylamasını istemede kararlıydı. Bu nedenle Sanhedrin mahkemesinin sözcüsü Pilatus’a şu cevapta bulunmuştu: “Eğer bu kişi bir kötülük işleyen olmasaydı, biz onu sana kadar getirmezdik.”
185:2.2 (1989.5) Pilatus, her ne kadar onlar bütün bir gece boyunca onun suçuna dair karar vermeye girişmişlerse de, onların İsa’ya karşı getirmekte oldukları suçlamayı ifade etmelerinde gönülsüz olduklarını gözlemlediğinde, şu cevabı verdi: “Herhangi bir kesin suçlama üzerinde anlaşamadıysanız, neden bu adamı buraya getirip, benim onu sizin kendi kanunlarınız uyarınca yargılamamı istiyorsunuz?”
185:2.3 (1989.6) Bunun ardından, Sanhedrin mahkemesinin kâtibi Pilatus’a: “Herhangi bir kişiyi ölüme göndermemiz bizlerin kanununa uymamaktadır; ve, milletimize rahatsızlık veren bu kişi, söylemiş ve yapmış olduğu şeyler için ölmeyi hak etmektedir. Bu nedenle bizler, bu kararın onaylanması için sizin önünüze çıktık.
185:2.4 (1989.7) Roma valisinin önüne örtbas etmeye girişen bir biçimde çıkmak, Pilatus’un adaletine, onuruna ve soyluluğuna karşı onların saygısızlığına ek olarak Sanhedrin üyelerinin hem kötü niyetini hem de kötü ruh hallerini göstermektedir. Kendisine karşı adil bir yargılama sunmadan ve kendisine karşı kesin suçlayıcı şeyleri getirmeyi tercih etmeyen bile bir biçimde, bir kişiye karşı idam kararını onaylaması için yerel valileri önüne çıkmaları bu tebaa vatandaşlarının ne kadar da büyük cüretsizliğini göstermektedir!
185:2.5 (1990.1) Pilatus, İsa’nın Museviler arasındaki çalışmalarına dair bir takım şeyler bilmekte olup, ona karşı getirilecek suçlamaların Musevilerin din-kurumsal kanunlara karşı gelmekle ilişkili olduğunu tahmin etmişti; bu nedenle, o, bu davayı tekrar onların kendi yüksek mahkemelerine göndermeyi amaçladı. Yine, Pilatus; onların, güçlü ve kıskançlık duyan bir nefret ile alçak göre gelmiş oldukları kendi ırklarına ait bir kişiye bile ölüm cezasını getirme ve bunu uygulamada güçsüz olduklarını kamuya açık bir biçimde itiraf etmelerini sağlamadan büyük keyif almıştı.
185:2.6 (1990.2) Gece yarısından kısa bir süre önce ve o İsa’nın gizlice tutuklanmasını sağlamak için Roma askerlerinin kullanılmasına izin verdikten sonra olarak, Pilatus’un, İbrani dinine yarı bir biçimde dönmüş olan ve daha sonra İsa’nın müjdesinin bütüncül bir inananı haline gelmiş eşi Klaudia’dan İsa ve onun öğretisine dair ilave şeyleri duyması birkaç saat öncesinde gerçekleşmişti.
185:2.7 (1990.3) Pilatus, bu oturumu ertelemeyi istemekteydi ama o Musevi önderlerinin bu davayı karara bağlamaya kararlı olduklarını görmüştü. O, bunun yalnızca Hamursuz için bir öğle öncesi hazırlık olmadığını bilmekteydi; ancak aynı zamanda, Cuma olarak, bu günün Musevilerin Şabat istirahat günü ve ibadeti için hazırlık günü olduğunu.
185:2.8 (1990.4) Pilatus, bu Musevilerin saygısızca yaklaşımının oldukça farkında olan bir halde, İsa’nın bir yargılama olmadan ölümle cezalandırılma talebine uymaya gönüllü değildi. Bu nedenle, o, tutukluya karşı suçlamalarını sunmaları için birkaç dakika bekledikten sonra, kendilerine dönüp şunu söyledi: “Ben bu kişi bir mahkeme olmadan ölümle cezalandırmayacağım; ne de ben, kendisine olan suçlamaları yazılı halde sunana kadar onu sorgulamaya razı olacağım.”
185:2.9 (1990.5) Yüksek din adamı ve diğerleri Pilatus’un bunu söylemiş olduğunu duyduklarında, mahkemenin kâtibine işarette bulunmuş olup, bu kişi İsa’ya karşı getirilmekte olan suçlamaların kaydını Pilatus’a uzatmıştı. Ve, bu suçlamalar şöyleydi:
185:2.10 (1990.6) “Bizler Sanhedrin yüksek mahkemesinde bu kişinin bir kötülük işleyicisi ve milletimizin bir rahatsız edişi olduğuna su suçlara kani olduk:
185:2.11 (1990.7) “1. Milletimizi yoldan çıkarıp, isyana karşı insanlarımızı kışkırtmakla.
185:2.12 (1990.8) “2. Sezar’a saygı göstermeyi insanlara yasaklamakla.
185:2.13 (1990.9) “3. Kendisini Musevilerin kralı olmakla ve yeni bir krallığın kuruluşunu öğretmekle.”
185:2.14 (1990.10) İsa, düzenli bir biçimde mahkemeye çıkarılmamış olup, bu suçlamaların bir tanesinden bile yasal olarak suçlu bulunmamıştı. O, ilk kez ifade edildiğinde bu suçlamaları duymamıştı bile; ancak, Pilatus, muhafızların tuttukları yer olan, kendisini praetoryumdan getirtmiş olup, bu suçlamaların İsa’nın duyacağı bir biçimde tekrar edilmesinde ısrarcı olmuştu.
185:2.15 (1990.11) İsa bu suçlamaları duyduğunda, o, kendisinin bu hususları Musevi mahkemesinin önünde duymamış olduğunu oldukça iyi bilmekteydi; ve, bunu Yahya Zübeyde ve İsa’nın suçlayıcıları da böyle bilmekteydi; ancak, İsa, onların sahte suçlamalarına karşı hiçbir cevapta bulunmamıştı. Her ne kadar Pilatus suçlayıcılarına cevap vermesini kendisinden istemişse de, o ağzını açmamıştı. Pilatus, tüm bu yaşananların adaletsizliği karşısında oldukça hayretler içine düşmüş ve İsa’nın sessiz ve üstün tahammülü karşısında o kadar etkilenmişti ki, o tutuklunun salonun içine almaya ve kendisini kişisel olarak sorgulamaya karar vermişti.
185:2.16 (1990.12) Pilatus, zihinsel olarak kafa karışıklığı içindeydi, kalbinde Musevilerden korku duymaktaydı, ve ruhaniyeti içinde İsa’nın orada ihtişamıyla sessiz bir hor görüşün değil içten bir acımanın ve kederli bir şefkatin bir ifadesi ile kana susamış suçlayıcıları önünde ve onlara bakışlarını gezdiren bir biçimde duruşu karşısında derinden etkilenmişti.
185:3.1 (1991.1) Pilatus, salonun dışında muhafızları bırakan bir biçimde, İsa ve Yahya Zübeyde’yi özel bir odaya aldı ve, tutuklunun oturmasını rica eden bir biçimde, kendisi İsa’nın yanı başında oturmuş olup, kendisine birkaç soru sordu. Pilatus İsa ile konuşmaya, ilk olarak kendisinin ona getirilmiş olan birinci suçlamaya inanmadığının teminatını verişiyle başladı onun, milletin bir yoldan çıkarışı ve isyanın kışkırtıcısı olmayışına. Bunun ardından o: “Sen hiç Sezar’a saygıda bulunulmamasını reddetmeyi öğrettin mi?” İsa, Yahya’ya işaret eden bir biçimde, şunu söyledi: “Kendisine veya benim öğretimi duymuş olan başka herhangi birine sor.” Bunun ardından Pilatus Yahya’yı bu saygı hususunda sorguladı, ve Yahya İsa’nın öğretisine dair şahitlikte bulunup İsa’nın ve havarilerinin hem Sezar’a hem de mabede vergi verişi açıkladı. Pilatus Yahya’yı sorguladığında, o şunu söyledi: “Benim sizler ile konuştuğumu kimseye söylememeye dikkat et etin.” Ve, Yahya hiçbir zaman bu hususu açığa çıkarmamıştı.
185:3.2 (1991.2) Pilatus bunun ardından dönüp, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’yı ilave bir biçimde sorguladı: “ve, şimdi, sana getirilmiş olan üçüncü suçlama hususunda, sen Musevilerin kralı mısın?” Pilatus’un sesinde muhtemel bir biçimde içten bir sorunun tonu bulunduğu için, İsa hâkime gülümsemiş olup, ona şunu söylemişti: “Pilatus, sen bunu kendin için mi soruyorsun, yoksa bu soruyu suçlayıcılarım olan diğerlerinden mi alıyorsun?” Bunun üzerine, kısmi bir kızgınlık tonu içinde, vali: “Ben bir Musevi miyim? Senin kendi insanların ve baş din-adamları seni buraya getirip, benim sana ölüm cezası vermemi istedi. Ben onların suçlamalarının doğruluğunu sorguluyorum ve yalnızca senin gerçekte ne yapmış olduğunu kendi başıma bulmaya çalışıyorum. Söyle bana, sen kendinin Musevilerin kralı olduğunu ve yeni bir krallığı inşa etmeye çalıştığını söyledin mi?”
185:3.3 (1991.3) Bunun ardından İsa Pilatus’a: “Benim krallığımın bu dünyaya ait olmadığını görmüyor musun? Eğer benim krallığım bu dünyaya ait olsaydı, kesince takipçilerim Musevilerin ellerine düşmemem için savaşırdı. Bu zincirler içindeki senin önündeki bu mevcudiyetim, insanların tümüne krallığımın bir ruhsal birliktelik, hatta, inanç ve derin sevgi ile, Tanrı’nın evlatları haline gelmiş olan insanların kardeşleri oluşunu göstermek için yeterlidir. Ve, bu kurtuluş, Musevilere ek olarak gentileliler içindir.”
185:3.4 (1991.4) “Öyleyse sonuçta sen bir kralsın?” dedi Pilatus. Ve, İsa: “Evet, ben o türden bir kralım, ve benim krallığım gökteki Babamın inanç evlatlarının oluşturduğu ailedir. Bu amaçla ben bu dünyaya doğdum, hem de, Babamı insanların tümüne göstermek ve Tanrı’nın gerçekliğine şahitlik etmek için. Ve, şimdi bile ben sana, gerçekliği derinden seven herkesin benim sesimi duyduğunu duyuruyorum.”
185:3.5 (1991.5) Bunun ardından Pilatus, yarı alaycı yarı da içten bir biçimde, “Gerçeklik, nedir gerçeklik — gerçekte kim onu biliyor ki?” dedi.
185:3.6 (1991.6) Pilatus, İsa’nın sözlerini kavramaya yetkin değildi; ne de o, onun ruhsal krallığının doğasını anlamaya yetkindi; ancak, o bu aşamada, tutuklunun ölümüne neden olacak bir şeyi yapmamış oluşundan emindi. Yüz yüze bir halde, İsa’ya bir bakış atmak Pilatus için bile, bu narin ve yorgun, aynı zamanda ihtişamlı ve dik kişinin, İsrail’in zamansal tahtında kendisini konumlandırma amacı güden yabani ve tehlikeli bir devrimci olmayışına karar vermekte ikna ediciydi. Pilatus, o kendisini bir kral olarak çağırdığında İsa’nın ne demekte oluşuna dair bir şeyleri anladığını düşünmüştü; zira, o, “bilge kişi kraldır”ı duyurmuş bulunan Stoacıların öğretilerine aşinaydı. Pilatus oldukça bütüncül bir biçimde; İsa’nın, tehlikeli bir ayartıcı yerine masum bir köktenci olarak zararsız bir idealistten fazlası olmayışına kani olmuştu.
185:3.7 (1991.7) Üstün’ü sorguladıktan sonra, Pilatus baş din-adamlarına ve İsa’nın suçlayıcılarına geri dönüp, şunu söylemişti: “Ben bu adamı sorguladım, ve kendisine bir kusur bulmadım. Ben, onun sizlerin ona getirmiş olduğunuz suçlamalardan suçlu olduğunu düşünmüyorum; ben onun serbest bırakılmasını düşünüyorum.” Ve, Museviler bunu duyduğunda, büyük bir kızgınlığa kapılmışlardı öyle ki, onlar kendilerinden geçen bir biçimde İsa’nın ölmesi gerektiğini haykırmıştı ve, Sanhedrincilerden bir tanesi cüretkâr bir biçimde şunu söyleyerek Pilatus’un yanına varmıştı: “Bu adam, Celile’den başlayan ve tüm Yudea boyunca devam eden bir biçimde, insanları ayaklandırıyor. O bir muzur ve kötülük işleyicisi. Eğer bu ahlaksız kişinin serbest bırakılmasına izin verirsen, uzunca bir süre boyunca pişmanlık duyacaksın.”
185:3.8 (1992.1) Pilatus, İsa ile ne yapması gerektiğini bilmiyordu; bu nedenle, Pilatus, onların İsa’nın çalışmasına Celile’de başlamış olduğunu duyduğunda, davaya karar vermenin sorumluluğundan kaçmayı düşündü; en azından, Hamursuza katılan bir biçimde bu zaman zarfında şehirde bulunan Hirodes’in önüne çıkması için İsa’yı göndererek düşünmek için zaman elde etmeyi amaçlamıştı. Pilatus aynı zamanda, bu jestin, karar yetkisi hususlarına dair sayısız yanlış anlamadan doğmuş olan kendisi ve Hirodes arasında belirli bir süre boyunca bulunmuş sert hislerin bazılarını gidereceğini düşünmüştü.
185:3.9 (1992.2) Muhafızları çağıran bir biçimde Pilatus şunu söyledi: “Bu kişi bir Celilelidir. Onu derhal Hirodes’e götürün, ve o bu kişiyi sorguladığında, onun bulgularını bana bildirin.” Ve, onlar İsa’yı Hirodes’e götürdü.
185:4.1 (1992.3) Hirodes Antipa Kudüs’te durduğunda, Büyük Hirodes’in eski Makabi sarayında konaklamaktaydı ve, bu, İsa’nın bu aşamada mabet muhafızları tarafından götürüldüğü yer olan eski kralın eviydi; ve, İsa, suçlayıcıları ve sayısı artan bir kalabalık tarafından takip edilmekteydi. Hirodes uzunca bir süre boyunca İsa’yı duymuştu; ve, Hirodes İsa’ya dair birçok şeyi merak etmekteydi. İnsan Evladı, bu Cuma sabahı, onun karşısına çıktığında, ahlaktan yoksun Udimi bir an olsun bile bu kişinin, kamu binalarının bir tanesinde çalışırken kaza eseri ölmüş olan babasının alacağı paraya dair adil bir kararı talep eden bir biçimde Seforis’te kendisi önüne çıkmış olan eskilerin ufaklığı olduğunu hatırlamadı. Hirodes’in bildiği kadarıyla, o hiçbir zaman İsa’yı görmemişti, her ne kadar o bu kişinin çalışmaları Celile’de odaklandığında kendisine dair büyük bir endişe duymuş olsa da. Bu aşamada o Pilatus’un ve Yudealıların gözaltında bulunduğu için, Hirodes, kendisini gelecekte ondan gelecek herhangi bir sıkıntıdan güvende hisseden bir biçimde, onu görmeye can atmaktaydı. Hirodes öncesinde, İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu mucizelere dair birçok şey duymuştu; ve, o gerçekten de, kendisini bir harikada bulunurken görmeyi umut etmişti.
185:4.2 (1992.4) Onlar İsa’yı Hirodes’in önüne getirdiklerinde, alt yönetici onun devletsel görünüşü ve yüzündeki sakin eminlik karşısında şaşkınlığa uğramıştı. En beş dakikalık bir süre boyunca Hirodes İsa’ya sorular sordu ancak Üstün cevap vermeyecekti. Hirodes kendisiyle alay edip, onu bir mucizeyi gerçekleştirmeye zorladı ancak, İsa, onun birçok sorusuna veya alayına cevap vermeyecekti.
185:4.3 (1992.5) Bunun ardından Hirodes baş din-adamlarına ve Saddukilere döndü; ve, onların suçlamalarına kulak veren bir biçimde, İnsan Evladı’nın suçlanmış olduğu kötülük eylemlerine dair Pilatus’un duymuş olduğu her şeyi ve fazlasını dinlemişti. Nihai olarak, İsa’nın konuşmayacağından ne de kendisi için bir harika gerçekleştirmeyeceğinden emin olan bir halde, Hirodes, bir süreliğine onunla alay ettikten sonra kendisini eski bir kralsal pelerine sarıp, onu Pilatus’a geri gönderdi. Hirodes, kendisinin Yudea içinde İsa’ya dair herhangi bir karar yetkisine sahip olmadığını biliyordu. Her ne kadar o, nihai olarak Celile’de İsa’dan kurtulacak olacağına inanmadan mutluluk duymuş olsa da, onu ölüme gönderme sorumluluğunun Pilatus’a düşmüş olmasından minnettardı. Hirodes kendisini hiçbir zaman bütünüyle, Vaftizci Yahya’yı öldürmenin bir sonucu olarak kendisinin lanetlenmiş oluşu korkusundan kurtaramamıştı. Hirodes belirli dönemlerde, İsa’nın Yahya’nın ölümden dirilmiş hali oluşundan bile korku duymuştu. Bu aşamada o bu korkudan kurtulmuştu çünkü o İsa’nın özel yaşamını herkesin önüne sermeye ve onu kınamaya cüret etmiş olan sözünü sakınmayan ve korku verici din-adamından çok başka bir kişi olduğunu gözlemlemişti.
185:5.1 (1993.1) Muhafızlar İsa’yı tekrar Pilatus’a getirdiklerinde, o, karar koltuğunun konumlandırılmış olduğu praetoryumun ön basamaklarına çıkmıştı ve, baş din-adamlarını ve Sanhedrin üyelerini bir araya toplayan bir biçimde, kendilerine: “Siz bu kişiyi benim karşıma, onun insanları yoldan çıkardığı, vergilerin ödenmesini yasakladığı ve kendisinin Musevilerin kralı olduğunu duyurduğu suçlamalarıyla getirdiniz. Ben onu sorguladım, ve ben kendisini bu suçlamalardan suçlu halde bulamadım. Gerçekte, ben onda hiçbir kusur bulamadım. Bunun ardından ben onu Hirodes’e gönderdim, ve alt kral aynı karara varmış olmalı ki o bu kişiyi bizlere geri gönderdi. Kesin bir biçimde, bu kişi tarafından ölümü hak ettirecek hiçbir şey yapılmamıştır. Eğer siz hala bu kişinin cezalandırılması gerektiğini düşünüyorsanız, ben serbest bırakmadan önce onu uyarmaya gönüllüyüm.”
185:5.2 (1993.2) Museviler tam da İsa’nın serbest bırakılışına dair bağıran karşı koyuşlarına girişirlerken, praetoryuma Hamursuz şöleninin onuruna bir tutuklunun serbest bırakılmasını istemek amacıyla çok büyük bir kalabalık gelmişti. Bir süre öncesinden başlayarak, Roma valilerinin, halkın Hamursuz zamanında affetmek için tutuklu veya kınanmış birini seçmesine izin vermesi adet haline gelmişti. Ve, şimdi bu kalabalık kendisinin önüne, bir tutuklunun serbest bırakılmasını istemek için gelmişti; ve, İsa oldukça yakın bir süre içinde kalabalıklar tarafından büyük bir olumlulukla görüldüğü için, bu kalabalığa İsa’yı sunarak kendi kararından bu şekilde muhtemel bir biçimde kurtulmasını düşünmüştü; ve, İsa bu aşamada kendi karar koltuğu önünde bir tutuklu olduğu için, Hamursuz iyi niyetinin nişanı olarak onlara Celileli bu adamı serbest bırakacaktı.
185:5.3 (1993.3) Kalabalık binanın basamaklarına doğru çoğalırken, Pilatus onların Barabbas isimli birinin ismini söylediklerini duydu. Barabbas, bir din-adamının oğlu olarak, siyasi bir kışkırtıcı ve katil bir soyguncuydu; bu kişi yakın bir süre öncesinde Eriha yolunda soygunda bulunurken ve bu soygunda katil olurken yakalanmıştı. Bu kişi, Hamursuz şölenleri tamamlanır tamamlanmaz ölüm cezasına çarptırılacaktı.
185:5.4 (1993.4) Pilatus ayağa kalktı ve kalabalığa, İsa’nın kendisine, belirli suçlamalar içinde onun ölümünü amaçlamakta olan baş din-adamları tarafından getirilmiş olduğunu ve onun bu kişinin ölüme layık olduğunu düşünmediğini söyledi. Pilatus şöyle söyledi: “O halde, benim sizlere, katil olan bu Barabbas’ı mı vermemi tercih edersiniz yoksa Celileli bu İsa’yı mı?” Ve, Pilatus bu şekilde konuştuğunda, baş din-adamlarının ve Sanhedrin heyet üyelerinin tümü avazları çıktığı kadar “Barabbas, Barabbas!” şeklinde bağırmıştı. Ve, insanlar baş din-adamlarının İsa’yı ölüme göndermeye kararlı olduklarını gördüklerinde, onlar hızlıca onun yaşamı için haykırışa katılmış olup, gürültülü bir biçimde Barabbas’ın serbest bırakılması için bağırmışlardı.
185:5.5 (1993.5) Birkaç gün öncesinde bu kalabalık İsa’ya hayranlık içinde durmaktaydı ancak, bu güruh, Tanrı Evladı olduğu duyurulmuş haldeki birinin kendisini bu aşamada baş din-adamlarının ve yöneticilerin tutukluluğu ve yaşamı için Pilatus’un önündeki mahkemede bulan kişiye bakışlarını yöneltmeyecekti. İsa, para takasçılarını ve tüccarları mabetten dışarı çıkardığı zaman kalabalığın gözünde bir kahraman olabilirdi; ancak, düşmanlarının ellerinde karşılık vermez bir tutuklu halinde ve yaşamı için mahkeme önünde bulunduğu zaman bu konumda değildi.
185:5.6 (1993.6) Pilatus, İsa’nın kanı için bağırırken meşhur bir ahlaksız katili affetmek için baş din-adamlarının haykırışını görmek karşısında sinirlenmişlerdi. O bu kişilerin kötü niyetini ve nefretini görmüş olup, onların barındırmış olduğu önyargıyı ve kıskançlığı anlamıştı. Bu nedenle Pilatus onlara: “Bir katilin yaşamını, en kötü suçu kendisini mecazi olarak Musevilerin kralı olarak adlandırmak olan bu adamın üstünde nasıl seçersiniz?” Ancak, bu, Pilatus için yapılması gereken bilge bir ifade olmamıştı. Museviler gururlu bir topluluktu; onlar bu aşamada Roma’nın siyasi boyunduruğu altındaydı, ancak aynı zamanda kendilerini gentile tutsaklığı altından büyük bir güç ve ihtişam gösterisi ile kurtaracak olan bir Mesih’in gelişini umut etmektelerdi. Onlar, bu aşamada tutukluluk altında bulunan ve ölümü gerektirecek suçlamalar ile suçlanmış haldeki tuhaf inanç-savlarının bu alçak gönüllü tutumlara sahip öğretmeninden “Musevilerin kralı” olarak bahsetme imasında bile bulunmaya, Pilatus’un tahmin edemeyeceğinden çok, tepki göstermişlerdi. Onlar bu türden bir yorumu, ulusal mevcudiyetleri içinde kutsal ve onurlu olarak gördükleri her şeye bir aşağılamak olarak görmüşlerdi; ve, bu nedenle onların tümü, çığırından çıkan bir biçimde Barabbas’ın salı verişini ve İsa’nın ölümünü daha da güçlü haykırmışlardı.
185:5.7 (1994.1) Pilatus, İsa’nın kendisine getirilmiş olan suçlamalardan masum olduğunu bilmekteydi; ve, o adil ve cesur bir hâkim olsaydı, kendisini aklar ve onu çözerdi. Ancak, o, bu sinirli Musevilere karşı gelmekten korkmaktaydı ve, o, görevini yapmaya tereddüt ederken, bir ulak kendisine gelip, eşi Kaludia’dan gelen mühürlü bir iletiyi sunmuştu.
185:5.8 (1994.2) Pilatus bu karşısında toplanmış olan kalabalığa, önündeki husus üzerinde ilave bir eylemde bulunmadan önce tam da almış olduğu bu iletişim metnini okumak istediğine işaret etti. Pilatus eşinden gelen bu mektubu açtığında, o şunu okumuştu: “Senden rica ediyorum, onların İsa olarak çağırdığı bu masum ve adil kişi ile hiçbir ilişkin olmasın. Ben bu gece onun nedeniyle rüyamda birçok sıkıntı çektim.” Klaudia’dan gelen bu not yalnızca Pilatus’u fazlasıyla üzmemiş ve bu hususun karara varılmasını geciktirmemişti; o aynı zamanda, talihsiz bir biçimde, süresince Musevi yöneticilerin sınırsız bir biçimde kalabalık içinde dolaştığı ve Barabbas’ın salınması ve İsa’nın çarmıha gerilmesi için haykırmalarını istediği dikkate değer bir süreyi vermişti.
185:5.9 (1994.3) Sonunda, Pilatus kendisini, Musevi yöneticileri ve af dileyen kalabalıktan meydana gelmiş karma topluluğu şu soruyu yönelten bir biçimde; önünde bulunan sorunun çözümüne itti: “Ben Musevilerin kralı olarak adlandırılan bu kişi ile ne yapmalıyım?” Ve, onların tümü tek bir ağızdan “Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger!” diye haykırdı. Karma kalabalıktan gelen bu tek ortak talep, adil olmayan ve korku altındaki hâkim olarak, Pilatus’u şaşırtmış ve onu endişeye düşürmüştü.
185:5.10 (1994.4) Bir kez daha Pilatus: “Siz bu kişiyi çarmığa mı germek istiyorsunuz? O hangi kötülüğü işledi? Kim ona karşı tanıklık etmek için öne çıkacak?” Ancak, onlar Pilatus’un İsa’yı savunan bir biçimde konuştuğunu duyduklarında, onlar yalnızda daha da fazla, “Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger!” biçiminde haykırdı.
185:5.11 (1994.5) Bunun ardından, Pilatus onlara, şunu söyleyen bir biçimde, Hamursuz tutuklusunun salınması için kararlarını değiştirme talebinde bulundu: “Bir kez daha size soruyorum, bu Hamursuz döneminizde bu tutuklulardan hangisini serbest bırakayım?” Ve, tekrar kalabalık, “Bizlere Barabbas’ı ver!” diye haykırdı.
185:5.12 (1994.6) Bunun ardından Pilatus: “Eğer ben katili serbest bırakırsam, İsa ile ne yapacağım?” Ve, bir kez daha kalabalık hep bir ağızdan, “Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger!” biçiminde haykırdı.
185:5.13 (1994.7) Pilatus, baş din-adamlarının ve doğrudan önderleri ve Sanhedrin üyeleri altında hareket etmekte bulunan, kabalığın ısrarcı haykırışı karşısında dehşete kapılmıştı ancak buna rağmen o, kalabalığı yatıştırmak ve İsa’yı kurtarmak için en az bir girişimde daha bulunmaya karar vermişti.
185:6.1 (1994.8) Pilatus’un önünde bu Cuma sabahı yaşananların tümü içinde, yalnızca İsa’nın düşmanları katılır haldeydi. Onun birçok arkadaşı ya bu gece tutuklamasını ve erken sabah mahkemesini henüz bilmiyordu ya da İsa’nın öğretilerine inanmalarından dolayı gözaltına alınıp, ölüme layık olarak yargılamamak için saklanır haldelerdi. Bu aşamada Üstün’ün ölümü için haykırmakta olan kabalalıkta yalnızca onun yeminli düşmanları ve kolayca kandırılan ve düşünmez insanların bulunmaktaydı.
185:6.2 (1995.1) Pilatus, onların acıması için son bir çağrıda bulunacaktı. İsa’nın kanı için bağırmakta olan bu yanlış yönlendirilmekteki kalabalığın haykırışına karşı gelmekten korkan bir biçimde, o, Musevi muhafızlarına ve Romalı askerlere İsa’yı almalarını ve onu kırbaçlamalarını emretmişti. Bu kendi içinde adil olmayan ve yasalara karşı bir işleyişti çünkü Roma hukuku çarmıha gerilme ölümüne kınanmış olan kişilerin bu şekilde önceden kırbaçlanmasına izin vermekteydi. Muhafızlar İsa’yı, bu iş için praetoryumun açık bahçesine götürmüşlerdi. Her ne kadar onun düşmanları bu kırbaçlamaya şahit olmasa da, Pilatus buna şahit olmuştu; ve, onlar bu ahlaksız istismarı bitirmeden önce, o kırbaççıların durmasını emretmiş olup, İsa’nın kendisine getirilmesine işaret etmişti. Kırbaççılar düğümlere sahip olan kırbaçlarını İsa’ya değdirmeden önce, İsa kırbaçlanma yerinde bağlı haldeyken, onlar kendisini tekrar mor kaftana sarmış olup, örgülü çalılardan olan tacı başına geçirmişlerdi. Ve, onlar eline alaycı bir kral asası olarak bir sazlığı verdiklerinde, önlerinde eğilmiş ve, şunu söyleyen bir biçimde, kendisiyle dalga geçmişlerdi: “Yaşa, Musevilerin kralı!” Ve, onlar üzerine tükürmüş olup, yüzüne elleriyle vurmuşlardı. Ve, onlardan bir tanesi, kendisini Pilatus’a geri götürmeden önce elinden sazı almış ve onunla başına vurmuştu.
185:6.3 (1995.2) Bunun ardından, bu kanayan ve yara içindeki tutsağın önünde ilerlemiş, kendisini karma kalabalığın önünde sunan bir biçimde, şunu söylemişti: “Adama bakın! Sizlere tekrar duyuruyorum ben onda bir suç bulamadım, ve kendisini kırbaçlamış olarak, ben onu serbest bırakmak isterim.”
185:6.4 (1995.3) Orada Nasıralı İsa, eski bir kraliyet kaftanına sarılı halde narin balında dikenlerden olan bir taçla durmaktaydı. Onun yüzü kan içinde olup, onun başı acı ve kederden eğik haldeydi. Ancak, yoğun duygusal nefretin kurbanlarının ve dini önyargının kölelerinin sahip olduğu hissiz kalplere hiçbir şey çağrıda bulunamaz. Görünen bu durum, uçsuz bucaksız bir evrenin âlemleri boyunca kudretli bir ürpertiye neden oldu; ancak, o, İsa’nın yok edilişini gerçekleştirmek için akıllarında karar vermiş olanların kalplerine dokunmamıştı.
185:6.5 (1995.4) Onlar Üstün’ün acısını görmenin bu ilk dalgasından kurtulduklarında, yalnızca daha güçlü ve uzun bir biçimde, “Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger! Onu çarmığa ger!” biçiminde haykırdılar.
185:6.6 (1995.5) Ve, bu aşamada, Pilatus, onların sözde acıma hislerine çağrıda bulunmanın nafile olduğunu kavramıştı. O öne adımını atıp, şunu söyledi: “Anlıyorum ki sizler bu adamın ölmesinde kararlısınız; ancak, o ölüme layık olmak için ne yaptı? Kim onun suçunu duyuracak?”
185:6.7 (1995.6) Bunun ardından yüksek din-adamının kendisi bir adım öne atıp, Pilatus’a giden bir biçimde, şunu kızgınlıkla duyurdu: “Bizler bir kutsal kanuna sahibiz, ve bu kanun uyarınca bu kişi ölmek zorunda çünkü kendisinin Tanrı Evladı olduğunu söylüyor.” Pilatus bunu duyduğunda, o daha da fazla korkmaya başladı yalnızca Musevilerinkini değil, aynı zamanda eşinin notunu ve yeryüzüne tanrıların gelişini söyleyen Yunan mitolojisini hatırlayan bir biçimde, bu aşamada İsa’nın muhtemel bir biçimde kutsal kişiliğe ait olduğu düşüncesi karşısında titremeye başlamıştı. O, daha fazla kendisini sorgulayabilmesi için kolundan tutup kendisini tekrar içeri götürürken, kalabalığa sessiz olması için el işaretinde bulundu. Pilatus bu aşamada korku tarafından kafa karışıklığı içinde olup, hurafeler tarafından ne yapacağını bilmez hale düşmüş ve kalabalığın inatçı tutumu karşısında tacize uğramıştı.
185:7.1 (1995.7) Korku içindeki hislerle titreyen bir biçimde Pilatus İsa’nın yanına otururken, şunu öğrenmek istedi: “Sen nereden geliyorsun? Gerçekten, sen kimsin? Onların söylediği, senin Tanrı Evladı olman da nedir?”
185:7.2 (1996.1) Ancak, İsa; kendisi onu her türlü suçtan masum olarak duyurduğunda ve onun aslına uygun bir biçimde ölme cezasına çarptırılmadan önce bile kendisini kırbaç cezasına maruz bırakacak kadar hakkaniyetsiz olan, insandan korkar, zayıf ve dirayetsiz bir yargıç tarafından sorulduğunda bu soruları neredeyse hiçbir biçimde cevaplayamazdı. İsa Pilatus’un yüzüne doğrudan baktı, ancak o kendisine cevap vermedi. Bunun ardından Pilatus: “Benimle konuşmayı ret mi ediyorsun? Benim hala seni serbest bırakma veya seni çarmığa germe gücüme sahip olduğumu anlamıyor musun?” Bunun ardından İsa: “Sen benim üzerimde, yukarıdan izin verildiğinden başka bir güce sahip olamazdın. Gökteki Baba izin vermedikçe İnsan Evladı’nın üzerinde hiçbir yönetim gücünü uygulayamazdın. Ancak sen o kadar da suçlu değilsin çünkü müjdeden habersizsin. Bana ihanet eden ve beni sana teslim eden kişiler, daha büyük günaha sahiptir.”
185:7.3 (1996.2) İsa ile olan bu son konuşma Pilatus’u bütünüyle korkuya düşürdü. Bu ahlaki korkak ve yargısal zafiyet insanı bu aşamada, İsa’dan duymuş olduğu hurafesel korkuya ek olarak Musevi önderlerinden duymuş olduğu fani endişenin çifte ağırlığı altında emek vermekteydi.
185:7.4 (1996.3) Tekrar Pilatus, şunu söyleyen bir biçimde, kalabalığın karşısında görünmüştü: “Ben adamın yalnızca bir dini suçlu olduğundan eminim. Sen onu alın, ve kendisini kendi kanunuzla yargılayın. Geleneklerinize karşı geldi diye benim onun ölümüne razı göstereceğimi nasıl beklersiniz?”
185:7.5 (1996.4) Pilatus tam da İsa’yı sarmaya hazırdı ki, yüksek din-adamı Kaiaphas korkak Roma hâkimine yaklaşıp, intikamsal parmağını Pilatus’un yüzüne sallar halde kalabalığın tamamının duyabileceği kızgın kelimelerle: “Eğer sen bu adamı serbest bırakırsan, sen Sezar’ın arkadaşı değilsin; ve, ben imparatorun bunların hepsini bilmesini sağlayacağım.” Bu kamuya açık tehdit Pilatus için çok fazlaydı. Kendi kişisel kazançlarından duymuş olduğu korku bu aşamada tüm diğer düşünceleri sarmalamıştı ve, korkak vali İsa’nın yargı koltuğu önüne getirilmesini istedi. Üstün orada onların önünde otururken, o kendisine işaret edip, alaycı bir şekilde şunu söyledi: “Kralınıza bakın.” Ve, Museviler cevap verdi: “Ondan kurtul. Onu çarmığa ger!” Ve, bunun ardından Pilatus, fazlasıyla ironik ve iğneleyici bir biçimde, “Kralınızı çarmığa mı gereyim?” dedi. Ve, Museviler, “Evet, onu çarmığa ger! Bizim Sezar’dan başka kralımız yok” biçiminde cevap verdi. Ve, bunun ardından, Pilatus, Musevilere karşı germeye gönülsüz olduğu için İsa’yı kurtarmada bir umudun olmadığının farkına varmıştı.
185:8.1 (1996.5) Orada, İnsan Evladı olarak vücutlaştırılmış Tanrı Evladı durmaktaydı. O iddianame olmadan tutuklanmıştı kanıt olmadan suçlanmış tanıklar olmadan yargılanmış karar olmadan cezalandırılmıştı ve, bu aşamada, o yakın bir süre içinde, kendisinde hiçbir kusur bulamamış olduğunu itiraf eden adil olmayan bir hâkim tarafından ölmeye çarptırılacaktı. Eğer Pilatus İsa’ya “Musevilerin kralı” olarak atıfta bulunarak onların vatanperverliklerine çağrıda bulunmayı düşündüyse, bunda tamamen başarısız olmuştu. Museviler bu türden hiçbir kralı beklememekteydiler. Baş din-adamları ve Saddukilerin “Sezar’dan başka kralımız yok” ifadesi, düşünmeyen kalabalık için bile büyük bir şaşkınlık kaynağıydı ancak, bu aşamada, kalabalık Üstün’ün gayesini gün ışığına çıkarmaya cüret ettiğinde bile İsa’yı kurtarmak artık çok geç olmuştu.
185:8.2 (1996.6) Pilatus bir kargaşa ve ayaklanıştan korkmaktaydı. O, Kudüs’te Hamursuz dönemi boyunca bu türden bir rahatsızlığa sahip olma tehlikesini alma cesareti gösteremedi. O yakın bir süre içinde Sezar’dan bir uyarı olmuş olup, bir diğerini alma tehlikesine girmeyecekti. Kalabalık, kendisi Barabbas’ın serbest bırakılmasını emrettiğinde neşelendi. Bunun ardından, o bir leğen ve biraz suyu emretti; ve, kalabalığın önünde, şunu söyleyerek ellerini yıkadı: “Ben bu adamın dökülecek olan kanından masumum. Sizler onun ölmek zorunda oluşundan kararlısınız, ancak ben onda bir suç bulmadım. Bunu görün. Askerler kendisini götürecek.” Ve, bunun ardından kalabalık neşelenip, şöyle cevap verdi: “Onun kanı bizlerin ve çocuklarımızın üzerine olsun.”
Urantia’nın Kitabı
186. Makale
186:0.1 (1997.1) İSA ve onun suçlayıcıları Hirodes’i görme yoluna çıkarlarken, Üstün Havari Yahya’ya dönüp, şunu söylemişti: “Yahya, artık sen benim için başka bir şey yapamazsın. Anneme git ve ben ölmeden önce onu beni görmesi için getir.” Yahya Üstün’ün bu talebini duyduğunda, her ne kadar onu düşmanları arasında yalnız bırakmada çekince göstermişse de, doğrudan, İsa’nın ölümden diriltmiş olduğu Lazarus’un kız kardeşleri olan Marta ve Meryem’in evinde bekler halde bir araya gelmiş İsa’nın bütün ailesinin bulunduğu Bethani’ye yetişmişti.
186:0.2 (1997.2) Sabah boyunca birkaç kez, ulaklar Marta ve Meryem’e, İsa’nın mahkemesindeki ilerleyişe dair haberler getirmişti. Ancak, İsa’nın ailesi Bethani’ye, İsa’nın annesini ölüme gönderilmeden önce görmesi talebi ile varmasından tam da birkaç dakika öncesine kadar Bethani’ye ulaşmamıştı. Yahya Zübeyde onlara İsa’nın gece yarısı tutuklanışından beri yaşanmış olan her şeyi söylediğinde, onun annesi Meryem derhal Yahya’nın eşliğinde en büyük oğlunu görmeye gitti. Meryem’in ve Yahya’nın şehre ulaştığı vakit, İsa hâlihazırda, kendisini çarmığa gerecek olan Roma askerleri eşliğinde, Golgotha’ya ulaşmıştı.
186:0.3 (1997.3) İsa’nın annesi Meryem Yahya ile oğlunu görmek için yola çıktığında, İsa’nın kardeşi Ruth ailenin geri kalanı ile arkada kalmayı reddetmişti. O annesine eşlik etmede kararlı olduğu için, onun abisi Yude kendisiyle birlikte gelmişti. Üstün’ün ailesinin geride kalanı, Yakup’un yönergesi altında Bethani’de kalmaya devam etmişti; ve, neredeyse her saat Davud Zübeyde’nin ulakları kendilerine, Nasıralı İsa olarak onların en büyük ağabeylerinin ölüme gönderilişinin korkunç gelişmesine dair ilerleyiş hakkında raporlar göndermekteydi.
186:1.1 (1997.4) İsa’nın Pilatus karşısındaki savunması tamamlandığında ve Üstün kendisini çarmığa gerecek olan Roma askerlerinin eşliğine verildiğinde bu Cuma sabahının saat sekiz buçuk sularıydı. Romalı askerler İsa’nın yönetimini alır almaz, Musevi muhafızlarının komutanı adamlarıyla birlikte mabet yönetim merkezlerine yürümüştü. Baş din-adamı ve onun Sanhedrin birliktelikleri, doğrudan bir şekilde mabetteki oyma taş salonundaki olağan buluşma mekânlarına giden bir biçimde, muhafızları yakın bir biçimde takip etmişti. Burada onlar, İsa’ya neyin yapıldığını öğrenmek için bekleyen Sanhedrin’in birçok diğer üyesini bulmuşlardı. Kaiaphas, İsa’nın mahkemesi ve kınanmasına dair Sanhedrin’e raporunu sunmaya girişirken, Yudas, Üstününün tutuklanmasında ve ölüm cezasına çarptırılmasında oynamış olduğu rol için ödülü toplamak amacıyla onların önünde belirdi.
186:1.2 (1997.5) Bu Musevilerin tümü Yudas’tan tiksinmekteydi; onlar ihanetkara yalnızca bütüncül hor görme duygularıyla bakmışlardı. Kaiaphas önündeki İsa’nın mahkemesi süresince ve İsa’nın Pilatus önündeki ortaya çıkışı boyunca, Yudas ihanetkar davranışından dolayı vicdan azabı çekmekteydi. Ve, o aynı zamanda, İsa’nın ihanetkarı olarak hizmetlerinin ödülü için alacak olduğu armağan karşısında bir ölçüde uyanmaya başlamaktaydı. O, Musevi yönetim birimlerinin soğukluğunu ve kendisinden uzak tutumunu beğenmiyordu; yine de, o, korkakça davranışı için cömertçe ödüllendirilmeyi beklemekteydi. O, Sanhedrin’in bütüncül toplanışı önüne çağrılmayı beklemekteydi; ve, ulusuna verdiği düşünce ile kendisini şımartmış olduğu büyük hizmetin nişanı olarak kendisine uygun onurlar verilirken bu kurul tarafından övülüşünü dinlemeyi. Bu nedenle, yüksek din-adamının bir hizmetçisi, onun omzuna dokunan bir biçimde, kendisini tam da salonun dışına çağırıp şunu söylediğinde, bu bencil ihanetkarın yaşamış olduğu büyük hayal kırıklığını bir hayal edin: “Yudas, ben İsa’nın ihaneti için sana ödemede bulunmak için görevlendirildim. İşte ödülün burada.” Ve, bu şekilde konuşan bir biçimde, Kaiaphas’ın hizmetçisi Yudas’a, — iyi, sağlıklı bir kölenin mevcut bedeli olarak — otuz parça gümüşten oluşan bir çantayı verdi.
186:1.3 (1998.1) Yudas şaşkınlık içine düşmüştü, ne düşüneceğini bilememişti. O tekrar salona koşmuştu ancak kapıyı bekçisi tarafından engellenmişti. O Sanhedrin’e çağrıda bulunmayı istemişti ama onlar kendisini kabul edilmeyecekti. Yudas, Musevilerin bu yöneticilerinin arkadaşlarına ve Üstününe ihanet etmesine izin verip, bunun sonrasında da kendisine ödül olarak yalnızca otuz parça gümüşü sunmasına inanamamıştı. O aşağılanmıştı, kandırılmıştı ve tamamiyle ezilmişti. O mabetten sanki bir trans halindeki biri olarak ayrılmıştı. O kendiliğinden para kesesini derin cebine indirmişti; içinde oldukça uzunca bir süre boyunca havarisel kaynakları taşımış olduğu kesenin aynı cebine. Ve, o, çarmığa şahit olmak için yollarında bulunan kalabalıklardan sonra şehir boyunca amaçsızca dolaşmıştı.
186:1.4 (1998.2) Belirli bir uzaklıktan Yudas onların İsa’nın üzerinde çivilenmiş olduğu çarmıh parçasını kaldırışlarını görmüştü; ve, bunu görmesi üzerine, mabede koşmuş olup, kapı görevlisini geçmeye zorlayan bir biçimde, kendisini, hala oturumda bulunan Sanhedrin’in huzurunda durur halde bulmuştu. İhanetkar neredeyse nefessiz halde olup, fazlasıyla ne yaptığını bilmez haldeydi; ancak, o şu kelimeleri kekelemeyi başarmıştı: “Ben, masum kana ihanet ettiğim için günah işledim. Sizler beni aşağıladınız. Sizler bana hizmetimin bir ödülü olarak para sunduğunuz — bir kölenin bedelini. Ben bunu yaptığım için tövbe ediyorum; paranız burada. Ben bu eylemin suçundan kaçmak istiyorum.”
186:1.5 (1998.3) Musevilerin yöneticileri İsa’yı duyduklarında, kendisiyle alay etmeye başlamışlardı. Yudas’ın durduğu yerin yakınında bulunanlardan bir tanesi, onun salondan çıkmasını belirtip, şunu söyledi: “Senin Üstünün hâlihazırda ölüme Romalılar tarafından gönderildi; ve, senin suçluluğun konusuna gelirsen, bundan bize ne? O seni ilgilendirir — ve burayı terk et!”
186:1.6 (1998.4) Yudas Sanhedrin odasından ayrılırken, otuz gümüş parçasını keseden alıp, onları mabet zeminine saçmıştı. İhanetkar mabetten ayrıldığında, o neredeyse aklını yitirmiş haldeydi. Yudas bu aşamada, günahın gerçek doğasının farkına varma deneyiminden geçmekteydi. Yanlış yapmanın içerdiği parıltının, büyülenmenin ve sarhoşluğun tümü ortadan kaybolmuştu. Şimdi kötülük işlemiş olan biri tek başına ve aldanmış ve hayal kırıklığına uğramış olan ruhunun nihai kararı ile yüz yüze durmaktaydı. Günah, işlenince büyüleyici ve maceraya iticiydi; ancak, bu aşamada çıplak ve sıcak hisleri artık içermeyen gerçeklerin hasadı ile yüzleşilmesi gerekmekteydi.
186:1.7 (1998.5) Bir zamanlar yeryüzü üzerinde cennetin krallığının elçiliğini yapmış olan kişi bu aşamada, terk edilmiş ve yalnız halde Kudüs’ün sokakları boyunca yürümekteydi. Onun umutsuzluğu son noktasında ve neredeyse mutlak bir haldeydi. Şehir boyunca ve duvarların dışında hareket ederken, Hinnom vadisinin dehşet verici yalnızlığından iniş yolunda derin kayalara çıkmış olup, kıyafetinin kuşağının bir ucunu küçük bir ağaca, diğerini ise boynuna bağlayan bir biçimde kendisini boşluğa bırakmıştı. Ölmeden önce, endişeli ellerinin ördüğü bağ çözülmüş ve ihanetkarın bedeni aşağıdaki sivri kayalara düşerken parçalara ayrılmıştı.
186:2.1 (1999.1) İsa tutuklandığında, fani beden sureti içinde bulunan, yeryüzü üzerindeki görevinin tamamlanmış olduğunu bilmekteydi. O bütünüyle, deneyimleyecek olduğu ölüm türünü anlamış olup, sözde mahkemelerinin detayları ile çok az ilgilenmişti.
186:2.2 (1999.2) Sanhedrin mahkemesi önünde İsa, yalancı şahitlerin tanıklığına cevap vermeyi reddetmişti. İster bir dost isterse de bir düşman tarafından sorulmuş olsun, her zaman bir cevabı gerektirecek tek bir soru vardı ve, bu soru, onun yeryüzü üzerindeki görevinin doğasına ve kutsallığına dair olanıydı. Ne zaman onun İnsan Evladı oluşu sorulduysa, o her seferinde cevap vermişti. O kararlı bir biçimde, meraklı ve ahlaksız Hirodes’in mevcudiyeti içinde konuşmayı reddetmişti. Pilatus önünde o yalnızca, Pilatus veya başka içten bir kişiye söyleyeceği şeyler karşısında gerçekliğin daha iyi bir bilgisinin sağlanması yardımının yapılabileceğini düşündüğünde konuşmuştu. İsa öncesinde havarilerine, domuzlar karşısında incilerin dökülmesinin taşıdığı gereksizliği öğretmişti; ve, o bu aşamada, öğretmiş olduğu şeyi gerçekleştirme cesaretinde bulunmuştu. Onun bu zaman zarfındaki davranışı, kutsal doğaya ait ihtişamlı sessizlik ve ulvi soylulukla birlikte insan doğasının sabırlı taabiyetini örneklendirmişti. O tamamiyle, valinin yönetim yetkisine girdiğini kendisinin tanımış olduğu herhangi bir soru olarak — kendisine getirilecek olan siyasi suçlamalara dair her türlü soruyu tartışmaya gönüllüydü.
186:2.3 (1999.3) İsa, her bir diğer fani yaratılmış için zorunluluk taşıdığı gibi, insani olayların doğal ve olağan akışına kendisini tabi kılmasının Baba’nın iradesi oluşundan emin haldeydi; ve, bu nedenle, o, onun toplumsal olarak dar görüşlü ve ruhsal olarak gözleri görmez akran fanilerinin kumpaslarının sonucunu etkilemek amacıyla ikna edici tartışmadan oluşan onun tamamiyle insani güçlerini bile uygulamayı reddetmişti. Her ne kadar İsa Urantia üzerinde yaşamış ve ölmüş olsa da, onun bütüncül insani süreci, en başından en sonuna kadar, yaratımı ve sonu gelmez koruması içinde olan bütüncül evrenini etkileme ve onun için ders olmak için tasarlanmış bir yaşanmışlıktı.
186:2.4 (1999.4) Bu dar görüşlü Museviler, o bir ulusun — kendi yeryüzü babasının öz insanlarının — ölüm manzarasına korkunç bir sessizlik içinde bakarken, Üstün’ün ölümü için görülmemiş bir biçimde haykırmıştı.
186:2.5 (1999.5) İsa, devamlı ve amaçsız aşağılanma karşısında kendinden eminliğini koruyabilen ve soyluluğunu ortaya çıkarabilen insan karakterinin türünü elde etmişti. O korkutulamazdı. İlk olarak Annas’ın hizmetçisi tarafından saldırıldığında, o yalnızca, yerinde bir biçimde kendisine karşı tanıklıkta bulunabilecek şahitleri çağırmanın uygunluğunu tavsiye etmişti.
186:2.6 (1999.6) İlkinden sonuncusuna kadar, sözde Pilatus karşısındaki mahkemesinde, izleyen göksel melekler, bu sahneyi “İsa’nın karşısında Pilatus’un mahkemesi” olarak evrene tasvir eder halde yayınlamaktan kendilerini alamamışlardı.
186:2.7 (1999.7) Kaiaphas’ın karşısında, ve tüm yalancı şahit tanıklığı çöktüğünde, İsa baş din-adamının sorusuna cevap vermede çekince göstermemiş olup, böylelikle, onların kendisini Tanrı’ya olan saygısızlıktan suçlamanın bir temeli olarak oluşturmayı arzuladığı kendi öz tanıklığını sunmuştu.
186:2.8 (1999.8) Üstün hiçbir zaman, Pilatus’un iyi niyetli ancak yarı gönüllü olan kendisini serbest bırakma çabalarına karşı zerre olsun ilgi göstermemişti. O gerçekten Pilatus’a acımış olup, içten bir biçimde onun karanlık hale gelmiş aklını aydınlatmaya çaba göstermişti. O, Roma valisinin Musevilere gerçekleştirmiş olduğu kendisine dair suçlamalarını düşürmeleri çağrılarının tümü karşısında tamamiyle hareketsiz konumda bulunmuştu. Bu bütüncül kederli süreç boyunca, o kendisine yalın soyluluğu ve gösterişsiz ihtişamı giymişti. O, birazdan katili olacak kişilere, kendisinin “Musevilerin kralı” olup olmadığı sorulduğunda dürüstsüzlüğün dışavurumlarını göstermeyecekti. Küçük bir ayrıntısal açıklamayla o bu unvanı kabul etmişti; ancak, o, onların kendisini reddetmiş olduğunu bilir bir halde, bırakınız ruhsal bir anlamda olsun, gerçek bir ulusal önderliği onlara sağlayacak olan son kişi olacaktı.
186:2.9 (2000.1) İsa bu mahkemeler boyunca çok az şey söylemişti; ancak, o fanilerin tümüne, Tanrı ile birliktelik içinde kusursuzlaşabilen insan karakterinin bir türünü gösterecek kadar yeterli şey söylemişti; ve, içinde, bir yaratılmış gerçekten Baba’nın iradesini yerine getirmeyi seçtiğinde, böylece yaşayan Tanrı’nın faal bir evladı haline geldiğinde, yaratılmışın yaşamı içinde Tanrı’nın dışa vurulur hale geldiği biçimi tüm evrene açığa çıkaracak kadar.
186:2.10 (2000.2) Onun bilgisiz faniler için duymuş olduğu derin sevgi, kaba askerlerin ve düşünmez hizmetçilerin küfürleri, tokatları ve yumrukları karşısında, onun sabrı ve kendisinde sahip olduğu büyük benlik hâkimiyeti tarafından bütünüyle açığa serilmiştir. O, onlar gözlerini bağladıklarında ve küçültücü bir biçimde yüzüne vurup, şunu duyurduklarında bile sinirli değildi: “Bizlere sana vuranın kim olduğunun kehanetinde bulun.”
186:2.11 (2000.3) Pilatus, İsa kırbaçlandıktan sonra, “Adama bakın!” biçiminde haykırarak kalabalığa onu sunduğunda bildiğinden daha gerçekçi halde konuşmuştu. Gerçekten de, korkunun etkisi altındaki Romalı vali, karanlığa düşmüş ve alçalmış fani tebaalarının alayları ve tokatlarının bu şekilde aşağılanmasına tabi halde sevgi duydukları Egemeni’nin odağında olduğu bu benzersiz sahneye bakarken, tam da o an evrenin tüm dikkatle bu anı izlediğini çok az hayal etmişti. Ve, Pilatus konuşurken, Nebadon’un tamamı boyunca “Tanrı ve insana bakın!” sesi yankılanmıştı. Bir evren boyunca, sayısız milyonlar bu günden itibaren bu insana baklama devam ederken, kâinat evrenlerinin tümünün en yüksek yöneticisi olarak, Havona’nın Tanrısı, zaman ve mekâna ait bu yerel evrenin fani yaratılmışlarının idealinin yerine getirilişi olarak Nasıralı insanı kabul etmektedir. Onun benzersiz yaşamında, o hiçbir zaman Tanrı’yı insana açığa çıkarmada başarısız olmadı. Bu aşamada, fani sürecinin son yaşanmışları içinde ve daha sonraki ölümünde, o, insanın Tanrı’ya olan yeni ve dokunaklı bir açığa çıkarılışında bulunmuştu.
186:3.1 (2000.4) İsa’nın Pilatus’un önündeki oturumun tamamlanışında Romalı askerlere verilmesinden kısa bir süre sonra, mabet muhafızlarına ait bir birlik, Üstün’ün takipçilerini dağıtmak veya onları tutuklamak için Gethsemane’ye koşmuştu. Ancak, onların varışından uzunca bir süre önce, bu takipçiler dağılmış haldeydi. Havariler, belirlenmiş saklanma konumlarına çekilmişti; Yunanlılar ayrılmış ve Kudüs’teki çeşitli evlere gitmişlerdi; diğer havariler benzer bir biçimde ortadan kaybolmuşlardı. Davud Zübeyde, İsa’nın düşmanlarının geri dönebileceğine inanmaktaydı böylece o erkenden, Üstün’ün oldukça sık bir biçimde dua ve ibadet etmek için çekilmiş olduğu vadiye kadar beş veya altı çadırı kaldırmıştı. Burada o saklanmayı ve aynı zamanda, ulak hizmeti için bir merkez, veya diğer bir değişle eş güdüm durağı, kurmayı amaçlamıştı. Mabet muhafızları ulaştığında Davud daha yeni kampı terk etmişti. Orada hiç kimseyi bulamayan bir biçimde, onlar kampı yakmakla yetinip, bunun ardından mabede yetiştiler. Onların raporunu duyan bir biçimde, Sanhedrin, İsa’nın takipçilerinin oldukça bütüncül bir biçimde korkmuş olduğundan tatmin olup, İsa’yı onu idam edenlerin ellerinden kurtarmak için bir isyanın veya herhangi bir başka girişimin tehlikesi olmamasını başarmışlardı. Onlar en azından kolay bir biçimde nefes almaya yetkin hale gelmişlerdi; ve, böylece onlar, her bir üyenin Hamursuz için hazırlanması için kendi yoluna gitti bir biçimde, dağılmışlardı.
186:3.2 (2000.5) Çarmığa gerilmek için İsa Pilatus tarafından Romalı askerlere teslim edilir edilmez, bir ulak Davud’u bilgilendirmek için Gethsemane’ye yetişti; ve, beş dakika içinde ulaklar Bethsayda, Pella, Philadelphia, Sidon, Şeçem, Hebron, Şam ve İskenderiye yolları üzerindelerdi. Ve, bu ulaklar, İsa’nın, Musevilerinin yöneticilerinin ısrarcı istekleri sonucu Romalılar tarafından çarmığa gerilecek oluşunun haberini taşımışlardı.
186:3.3 (2001.1) Bu acı gün boyunca, iletim nihai olarak Üstün’ün mezara verildiği haberini nihai olarak gönderilene kadar, Davud ulakları her yarım saatte bir raporlarıyla havarilere, Yunanlılara ve Bethani’deki Lazarus’un evinde bir araya gelmiş olan İsa’nın yeryüzü ailesine göndermişti. Ulaklar, İsa’nın gömüldüğü haberi ile ayrıldıklarında, Davud yerel ulakların birliğini Hamursuz kutlaması ve gelen Şabat istirahat günü için dağıtmıştı Davud onlardan, bir kaç günlüğüne Andreas ve Şimon Petrus ile birlikte saklanmayı amaçladığı yer olan Nikodemus’un evinde Pazar günü kendisine sessizce rapor vermelerini istemişti.
186:3.4 (2001.2) Bu kimseye benzemez akıldaki Davud Zübeyde, Üstün’ün öleceği ve “tekrar üçüncü gün dirileceği”ne dair güçlü ifadesini yalın ve olduğu haliyle yorumlama eğiliminde bulunan İsa’nın önde gelen takipçileri içinde tek olanıydı. Davud bir sefer onun bu tahminde bulunduğunu duymuştu; ve, olduğu gibi yorumlayan bir akılda olduğu için, kendisi bu aşamada, İsa’nın ölümden dirilmesi gerçekleşirse haberleri yaymak için hazır olacakları Nikodemus’un evinde erken Pazar sabahı ulaklarını bir araya toplamayı önerdi. Davud yakın bir süre içinde, İsa’nın takipçilerinin hiçbirinin mezardan o kadar yakın bir süre içinde geri döneceğini ondan beklememekte olduklarını keşfetmişti; bu nedenle, o, kendi inanışına dair çok az şey ve, uzak şehirlere ve inanan merkezlere Cuma öğle öncesi gönderilmiş olan ulaklar dışında, erken Pazar sabahı ulak kuvvetinin tümünün hareketlenişine dair hiçbir şey söylememişti.
186:3.5 (2001.3) Ve, böylece, Kudüs ve onun çevresi boyunca dağılmış haldeki, İsa’nın bu takipçileri bu gece Hamursuz’u yemiş olup, ertesi gün ayrı bir konumda kalmayı sürdürmüşlerdi.
186:4.1 (2001.4) Pilatus kalabalıklar önünde ellerini yıkadıktan, ve böylece sırf Musevilerin yöneticilerinin haykırışlarına karşı gelmekten korkmuş olduğu için masum bir kişimin çarmıha gerilme suçundan kaçmayı arzu ettikten sonra, Üstün’ün Romalı askerlere teslim edilmesini emretmiş olup, muhafızların kumandanına onun derhal çarmıha gerilme sözünü vermişti. İsa’nın sorumluluğunu üstlenmesi üzerine, askerler onu tekrar praetoryumun bahçesine götürmüşlerdi; ve, Hirodes’in onun üzerine geçirmiş olduğu kaftanı aldıktan sonra, onu kendi kıyafetlerinde giydirdiler. Bu askerler onunla alay edip, kendisini aşağıladı ancak, onlar ilave bir fiziksel cezada bulunmadı. İsa bu aşamada bu Romalı askerler ile yalnız olduğunu biliyordu. Onun arkadaşları saklanmaktaydı düşmanları kendi yollarına gitmişlerdi; Yahya Zübeyde bile artık kendi yanında değildi.
186:4.2 (2001.5) Pilatus İsa’yı askerlere emanet ettiğinde saat sekizi biraz geçmiş olup, onlar çarmıhın sahnesini hazırlamaya başladıklarında dokuzdan biraz önceydi. Yarım saatten fazla olan bu süreç boyunca İsa bir kelime dahi etmedi. Bir büyük evrenin idari işi neredeyse tamamen durmuş bir konumdaydı. Cebrail ve Nebadon’un baş yöneticileri ya Urantia üzerinde toplanmış haldeydi, bunun dışında kalan hallerde ise Urantia üzerinde İnsan Evladı’nın başına neyin geldiği hususunda kendilerinin bilgilendirildiği bir biçimde baş meleklerinin mekân raporlarını yakın bir biçimde gözden geçirmekteydiler.
186:4.3 (2001.6) Askerler İsa ile birlikte Golgotha için ayrılmaya hazır hale geldikleri vakit, onun şikâyet etmez sessizliği olarak, görülmemiş kendinden eminliğinden ve olağanüstü soyluluğundan etkilenmeye başlamıştı.
186:4.4 (2001.7) Çarmıhın gerçekleşeceği yer için İsa ile birlikte yola çıkmada gerçekleşen gecikmenin büyük bir kısmı, ölümle kınanmış olan iki hırsızı yanlarına almaya dair kumandanın son anda verdiği karar olmuştu; İsa bu sabah çarmığa gerilecek olduğu için Roma kumandanı, Hamursuz şölenlerin sonunu beklenmesi yerine onunla birlikte ölmesinin yerinde olacağını düşündü.
186:4.5 (2002.1) Hırsızlar hazır hale gelir gelmez, onlar, İsa’yı gördükleri yer olan bahçeye getirilmişlerdi; onların ilki kendisini ilk kez görmüştü, ancak diğeri hem mabette hem de birçok ay önce Pella kampında kendisini konuşurken duymuştu.
186:5.1 (2002.2) İsa’nın ölümü ile Musevi Hamursuz’u arasında hiçbir doğrudan ilişki bulunmamaktadır. Gerçektir, Üstün beden içindeki yaşamını, Musevi Hamursuzu için hazırlanmanın günü olarak, bu gün ve yaklaşık olarak mabet içindeki Hamursuz kuzularının kurban edilmesi zamanında vermiştir. Ancak, bu şans eseri gerçekleşen yaşanmışlık hiçbir bir biçimde, yeryüzü üzerindeki İnsan Evladı’nın ölümünün herhangi bir biçimde Musevi kurban sistemi ile ilişkili olduğuna işaret etmemektedir. Hâlihazırda anlatılmış olan ve Üstün’ün yaklaşan çarmığa gerilişinin bu saatine giden yaşanmışlıklar, onun yaklaşık olarak bu vakit gerçekleşen ölümünün tamamiyle doğal ve insanın yönettiği bir olay olduğuna işaret etmede yeterlidir.
186:5.2 (2002.3) İsa’nın çarmıh üzerinde idam edilmesini tasarlayan ve bunu yerine getiren Tanrı değil insan olmuştur. Gerçektir, Baba Urantia üzerinde insani olayların ilerleyişine müdahale etmeyi reddetmiştir; ancak, Cennet içindeki Baba kendi Evladı’nın ölümün yeryüzü üzerinde bu şekilde gerçekleşmesini emretmemiş, istememiş veya herhangi bir biçimde onu şart koşmamıştır. Bir şekilde, elinde veya sonunda, beden içindeki vücutlaşımı olan, İsa’nın kendi fani bedenini bırakacak olacağı bir gerçektir; ancak, o bu türden bir görevi, iki hırsızın arasında bir çarmıh üzerinde ölmeden sayısız farklı şekilde gerçekleştirebilirdi. Tüm bunların hepsi insanın eylemidir, Tanrı’nın değil.
186:5.3 (2002.4) Üstün’ün vaftiz zamanında, o hâlihazır bir biçimde, yeryüzü üzerinde ve beden içinde gerçekli olan deneyim tekniğini tamamlamış haldeydi; bu, onun yedinci ve son evren bahşedilmişliğinin tamamlanışı için gerekliydi. Bu zaman zarfında İsa’nın yeryüzü üzerindeki görevi tamamlanmıştı. Bu andan sonraki yaşamının her bir parçası, ve hatta ölümünün biçimi, bu dünya ve diğer dünyalar üzerinde onun fani yaratılmışlarının refahı ve onların gelişimi için kendisinin üstlenmiş olduğu salt bir kişisel hizmetti.
186:5.4 (2002.5) Fani insanın, inanç vasıtasıyla, kendisinin Tanrı’nın bir evladı oluşunun ruhaniyet bilincine sahip hale gelebilmesine dair iyi haberlerin müjdesi İsa’nın ölümüne bağlı değildir. Gerçektir, tamamen, krallığın bu müjdesinin tamamı devasa bir biçimde Üstün’ün ölümü ile aydınlanmış hale gelmiştir; ancak, onun yaşamı tarafından bu çok daha fazla aydınlatılmıştı.
186:5.5 (2002.6) İnsan Evladı’nın yeryüzü üzerinde söylemiş veya gerçekleştirmiş olduğu her şey fazlasıyla, Tanrı ile olan evlatlığın ve insanların kardeşliğinin din-savlarını süslemiştir; ancak, Tanrı ve insanların bu temel ilişkileri, Tanrı’nın yaratılmışları için beslemiş olduğu derin sevgi ve kutsal Evlatların doğal bağışlamasının kâinat gerçekleri için içkin haldedir. İnsan ve onu Yaratan arasındaki bu dokunaklı ve kutsal bir biçimde güzel olan ilişkiler, bu dünya ve kâinat evrenlerinin tümü üzerindeki diğerleri üzerinde, ebediyetten beri varlığını sürdürmektedir; ve, onlar hiçbir bir biçimde, ilgili yerel evrenleri üzerinde sonsuz egemenliği son olarak elde edişi için ödemek zorunda oldukları bedelin bir parçası olarak kendilerinin yaratılmış uslarının doğasını ve suretini bu şekilde alan Tanrı’nın Yaratan Evlatları’nın bu dönemsel bahşedilmişlik uygulamalarına bağlı değildir.
186:5.6 (2002.7) Cennet içindeki Baba, Urantia üzerinde İsa’nın ölümünden önce ve sonrasında yeryüzü üzerindeki fani insanı aynı düzeyde sevmiştir; ve, kendisi bunu, insan ve Tanrı arasındaki eş ortaklığın bu aşkın sergilenişinden sonra bile bu şekilde gerçekleştirmiştir. Urantia üzerinde bir insan olarak Nebadon’un Tanrısı’nın vücutlaşımının bu kudretli etkileşimi, ebedi, sınırsız ve kâinatsal olan Baba’nın niteliklerini attıramazdı ancak, o Nebadon evrenine ait tüm diğer idarecileri ve yaratılmışları zenginleştirmiş ve onları aydınlatmıştı. Her ne kadar cennet içindeki Baba bizleri Mikâil’in bu bahşedilişi nedeniyle daha fazla sevmemekte olsa da, tüm diğer göksel uslar bunu gerçekleştirmektedir. Ve, bunun nedeni, İsa yalnızca insana Tanrı’nın bir açığa çıkarılışını gerçekleştirmiş olması nedeniyle değil, aynı zamanda o insanın Tanrılara ve kâinat evrenlerinin tümüne ait göksel uslara yeni bir açığa çıkarılışında bulunmuş olduğu içindir.
186:5.7 (2003.1) İsa, günahın bir fedası için ölmeyecektir. O, insan ırkının doğumla halen ahlaki suçunu kendisiyle temizlemeyecektir. İnsanlık, Tanrı karşısında bu tür ırksal bir suça sahip değildir. Suç tamamiyle kişisel bir günah meselesidir; ve, bu günah, Baba’nın iradesine ve onun Evlatları’nın iradesine karşı bilinçli, kasti isyanda bulunmaktan doğmaktadır.
186:5.8 (2003.2) Günahın ve isyanın, Tanrı’nın Cennet Evlatları’nın temel bahşedilme tasarısı ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır, her ne kadar bu bizlere kesin bir biçimde, kurtarma tasarımının bahşedilme tasarımının bir gelecek sonucu olduğu görülse de.
186:5.9 (2003.3) Eğer İsa bilgisiz fanilerin yabani ellerinde ölüme gönderilmemiş olsaydı, Urantia fanileri için Tanrı’nın kurtuluşu aynı verimlilikte ve aynı doğru kesinlikte gerçekleşecekti. Eğer Üstün yeryüzünün fanileri tarafından olumlu bir biçimde karşılanacak olsaydı ve o Urantia’dan beden içindeki yaşamının gönüllü terki ile ayrılacak olsaydı, Tanrı’nın derin sevgisinin ve Evlat’ın bağışlamasının gerçeği — Tanrı ile olan evlatlığın gerçeği olarak — anlaşılabilir herhangi bir biçimde etkilenmeyecekti. Siz faniler Tanrı’nın evlatlarısınız; ve, bu türden bir gerçekliği kişisel deneyiminizde gerçek haline getirecek yalnızca tek bir şey bulunmaktadır, ve o sizlerin ruhaniyetten doğan inancınızdır.
Urantia’nın Kitabı
187. Makale
187:0.1 (2004.1) BİR CENTURİON’un emri altında askerler olarak iki haydut hazırlandıktan sonra, çarmıh sahnesi başlamıştı. Bu on iki askerden sorumlu olan centurion, Gethsemane’de İsa’yı tutuklamak için önceki gece Romalı askerlere önderlik eden aynı kumandandı. Çarmığa gerilecek her bir kişiye dört askeri görevlendirmek Roma âdetiydi. İki hırsız çarmıha gerilmek için götürülmeden önce yerinde bir biçimde kırbaçlanmıştı ancak, İsa’ya ilave bir fiziksel ceza verilmemişti; kumandan kuşku duymayan bir biçimde, kınanmasından önce bile, onun hâlihazırda yeteri kadar kırbaçlanmış olduğunu düşünmüştü.
187:0.2 (2004.2) İsa ile çarmığa gerilecek olan iki hırsız, Barabbas’ın birliktelikleri olup, eğer kendisi Pilatus’un Hamursuz affı olarak serbest bırakılmayacak olsaydı daha sonra önderleriyle ölüme gönderilecekti. İsa böylece, Barabbas’ın yerinde çarmığa gerilmişti.
187:0.3 (2004.3) İsa’nın bu aşamada yapacağı şey, çarmıh üzerinde kendisini ölüme teslim etmek olarak, kendi öz iradesiyle gerçekleştirdiği bir şeydir. Bu deneyimin öngörüsünün ifadesinde, o şunu söylemişti: “Baba beni derinden sevmekte ve benim her ihtiyacımı karşılamaktadır çünkü ben kendi yaşamımı öne sermeye gönüllüyüm. Ancak, ben onu tekrar alacağım. Hiç kimse benim yaşamımı benden alamaz — ben onu kendim teslim edeceğim. Ben onu öne serme yetkisine sahibin, ben onu tekrar alma yetkisine sahibim. Ben Babamdan bu türden bir emri aldım.”
187:0.4 (2004.4) Askerler İsa’yı praetoryumdan Golgotha için yola çıkardıklarında, bu sabah saat dokuzdan biraz önceydi. Onlar, İsa ile gizlice duygudaşlık kuran birçokları tarafından takip edilmekteydi; ancak, iki yüz veya daha fazlasından meydana gelen bu topluluğun büyük bir kısmı ya onun düşmanları ya da sadece çarmığa gerilmenin şahitliğinin şokundan keyif duymayı amaçlayan meraklı haldeki işi olmayanlardı. Onun Roma askerlerini Pilatus tarafından teslim edilmiş olduğunu ve onun ölmeye kınandığını bilir bir halde, onlar kendilerini, İsa’nın takipçileri ile ne yapılmasını tartıştıkları, mabette buluşmalarıyla meşgul kılmışlardı.
187:1.1 (2004.5) Praetoryumun bahçesinden ayrılmadan önce, askerler sürgüleri İsa’nın omuzlarına geçirmişlerdi. Kınanmış kişinin artıyı yapan kısa keresteyi çarmığın sahnesine taşımaya zorlanması adetti. Bu türden kınanmış bir kişi yalnızca bütün çarmıhı taşımazdı, yalnızca bu küçük keresteyi taşırdı. Üç çarmıh için daha uzun ve dümdüz kereste parçaları hâlihazırda Golgotha için gönderilmişti; ve, askerlerin ve onların tutsaklarının varışı zamanında, onlar güçlü bir biçimde toprağa dikilmiş haldeydi.
187:1.2 (2004.6) Adet gereği kumandan, suçluların isimlerinin ve kınanmış oldukları suçların doğasının kömür ile yazılmış olduğu küçük beyaz tahtaları taşıyan bir biçimde, kafileye öncülük etmişti. İki hırsız için centurion isimlerinin altına tek bir kelime yazmıştı: “Haydut”. Kurban artıyı yapan keresteye çivilendikten ve dik olan kerestede dikildikten sonra, izleyenlerin tümü kınanmış kişinin hangi suç için çarmığa gerildiğinin bilinebilmesi için, bu notun artının tepesine çivilenmesi adetti. İsa’nın çarmıhına koymak için centurionun taşımış olduğu işaret Pilatus’un kendisi tarafından Latince, Yunanca ve Aramice’de yazılmıştı, ve o şunu söylemekteydi: “Nasıralı İsa — Musevilerin Kralı.”
187:1.3 (2005.1) Pilatus bu işareti yazdığında hala burada hazır olan Musevi makamlarının bazıları, İsa’nın “Musevilerin kralı” olarak çağrılmasına karşı güçlü bir karşı koyuşta bulundu. Ancak, Pilatus onlara, bu türden bir suçlamanın onun kınanmasına götüren suçlamanın bir parçası olduğunu hatırlattı. Museviler, kendilerinin Pilatus’un aklını değiştirmede egemen olamadıkların gördüklerinde, onun en azından şu şekilde onacak halde değiştirilmesi için ısrar etmişlerdi: “O, ‘ben Musevilerin kralıyım’ dedi.” Ancak, Pilatus kararlıydı o yazıyı değiştirmeyecekti. Onların tüm ek isteklerine yalnızca şunu söyledi: “Yazdığım şey, yazdığım gibi kalacaktır.”
187:1.4 (2005.2) Olağan hallerde, geniş sayıdaki kişilerin kınanmış suçluyu görebilmesi için en uzak yoldan Golgotha’ya hareket etmek adetti; ancak, bu gün onlar, şehirden kuzeye Şam kapısına olan en doğrudan yoldan gitmiş olup, bu yolu izleyerek, yakın bir süre içinde Kudüs’ün remi çarmıh yeri olan Golgotha’ya varmışlardı. Golgotha’nın ötesinde varlıklı kişilerin villaları bulunmaktaydı ve yolun diğer kısmında birçok hali vakti iyi Musevilerin mezarı vardı.
187:1.5 (2005.3) Çarmıh yalnızca bir Musevi türü cezalandırma değildi. Hem Yunanlılar hem de Romalılar bu idam yöntemini Fenikelilerden öğrenmişti. Hirodes bile, tüm yabaniliğine rağmen, çarmıha başvurmamıştı. Romalılar hiçbir zaman bir Romalı vatandaşı çarmıha germemişti; yalnızca köleler ve tabi insanlar ölümün bu onursuz türüne bağlıydı. Kudüs’ün kuşatılması sırasında, İsa’nın çarmıhından yalnızca kırk yıl sonra, Golgotha’nın tümü, gün be gün, Musevi ırkı çiçeğinin orada yok olduğu binlerce ama binlerce çarmıhla kaplanmıştı. Korkunç bir hasat, gerçekten de, bu günün ekimi olmuştu.
187:1.6 (2005.4) Ölüm kafilesi Kudüs’ün dar sokaklarından geçerken, İsa’nın neşe ve merhamet sözlerini duymuş ve onun sevgi dolu hizmetini bilmiş olan iyi kalpli birçok Musevi kadını, bu türden soysuz bir ölüme götürülürken kendisini gördüklerinde ağlamadan kendilerini alamamışlardı. O geçerken bu kadınlardan çoğu haykırmış olup yas tutmuştu. Ve, onlardan bazıları onun yanında izlemeye bile cüret ettiğinde, Üstün başını onlara çevirip, şunu söylemişti: “Kudüs’ün kızları, benim için ağlamayın; bunun yerine kendileriniz ve çocuklarınız için ağlayın. Benim görevim tamamlanmak üzere — yakın bir süre içinde Babam’a gideceğim — ancak Kudüs için korkunç sıkıntı dönemleri daha yeni başlamaktadır. Bakın, sizlerin şunu söyleyeceği günler gelmektedir: Çocukları olmayan ve memeleri bir kez küçüklerini emzirmemiş olanlar ne de kutlu kişilerdir. Bu günlerde sizler, sıkıntılarınızın dehşetlerinden kurtulabilmek için başınıza tepelerden kayalar düşsün diye dua edeceksiniz.”
187:1.7 (2005.5) Kudüs’ün bu kadınları gerçekten de İsa’ya bariz duygudaşlık göstermekte cesurlardı zira, çarmıha götürülen kişi için dostane hisler göstermek kanuna kesin bir biçimde aykırıydı. Kalabalığın kınanmış olan kişiyle uğraşmasına, onunla alay etmesine ve onunla eğlenmesine izin verilmekteydi; ancak, herhangi bir duygudaşlığın ifade edilmesine izin verilmemekteydi. Her ne kadar İsa, kendi dostları saklanırken duygudaşlığın bu sergilenişini takdir etmiş olsa da, kendisi adına merhamet göstermeye cüret ederek bu iyi kadınların makamların hoşnutsuzluğuna sahip olmalarını istemiyordu. Bu türden bir zamanda bile bu İsa kendisi adına çok az şey düşünmüştü; o yalnızca, Kudüs ve bütün Musevi ulusu için beklemekte olan acının korkunç günleriyle ilgiliydi.
187:1.8 (2006.1) Üstün çarmıha olan yol boyunca yavaşça ilerlerken, oldukça yorgun haldeydi; onun gücü nerdeyse tamamen tükenmişti. İlyas Markus’un evindeki Son Akşam Yemeği’nden beri ne yiyecek yemiş ne de su içmişti; ne de onun bir anlık uykuyu keyifle yaşamasına izin verilmişti. Buna ek olarak, fiziksel acıyla ve kan kaybıyla gelen istismarcı kırbaçlanmasını daha hesaba katmadan, kınanmasına kadar bir duruşmadan diğeri izlemişti. Tüm bunların üzerinde güçlü olarak onun olağanüstü derecedeki zihinsel rahatsızlığı, keskin ruhsal gelişimi ve insani yalnızlığın acı bir hissi binmişti.
187:1.9 (2006.2) Şehrin dışından kapı boyunca geçtikten kısa bir süre sonra, İsa artıyı oluşturan kısa keresteyi taşırken, fiziksel gücü anlık olarak kesildi ve o ağır yükünün altına düştü. Askerler ona bağırmış ve kendisini tekmelemişlerdi; ancak, o ayağa kalkamayacaktı. Kumandan bunu gördüğünde, İsa’nın hâlihazırda hangi şeylerden geçmiş olduğunu bilir bir halde, askere durmasını emretti. Bunun ardından o, Kireneli olan Şimon ismindeki bir yoldan geçenin İsa’nın omuzlarından keresteyi almasını emredip, bu kişiyi Golgotha’ya olan yolun geri kalanı boyunca taşımasına zorladı.
187:1.10 (2006.3) Şimon ismindeki bu kişi tam da, kuzey Afrika’da bulunan, Kirene’den Hamursuz’a katılmak için gelmişti. O, şehrin duvarlarının hemen dışında bulunan diğer Kireneliler ile durmakta olup, Roma kumandanı kendisine İsa’nın kerestesini taşımasını emrettiğinde şehirdeki mabet ayinlerine olan yolu üzerindeydi. Şimon, onun arkadaşlarının ve düşmanlarının birçoğu ile konuşan bir halde, Üstün’ün çarmıh üzerindeki ölüm saatlerinin tümü boyunca burada vakit geçirmeye devam etmişti. Yeniden dirilişten ve Kudüs’ten ayrılmadan önce, o, krallığın müjdesinin gözü kara bir inananı haline geldi; ve, o eve geri döndüğünde, ailesini cennetsel krallığa yönlendirdi. İskender ve Rufus olarak onun iki oğlu, Afrika’da yeni müjdenin oldukça etkin öğretmenleri haline gelmişti. Ancak, Şimon hiçbir zaman, yükünü taşımış olduğu İsa ile ve bir zamanlar yaralanmış oğlu ile arkadaş olmuş Musevi öğretmenin aynı kişi olduğunu bilmemişti.
187:1.11 (2006.4) Bu ölüm kafilesi Golgotha’ya ulaştığında saat dokuzu biraz geçmiş olup, Romalı askerler iki haydudu ve İnsan Evladı’nı kendi çarmıhlarına çivilemenin görevi içindeydi.
187:2.1 (2006.5) Askerler ilk olarak Üstün’ün kollarını bağlar ile artıyı oluşturan keresteye bağlamıştı, ve bunun ardından onlar kendisinin ellerini tahtaya çivilemişlerdi. Onlar bu keresteyi direkte dik bir konuma getirdiklerinde, ve onu güvenli bir biçimde çarmıhın üst kerestesine oturttuklarında, ayaklarını bağlayıp onları, iki ayağından da içeri girecek bir uzun çiviyi kullanan bir biçimde, çivilemişlerdi. Dik olan kereste, bedenin ağırlığını desteklemek için bir sele görevi gören, doğru yükseklikte eklenmiş büyük bir askıya sahipti. Çarmıh yüksek değildi İsa’nın ayakları yalnızca yerden yaklaşık olarak bir metre yukarıdaydı. O böylece, kendisi hakkında alayla söylenmiş olan her şeyi duymaya yetkin olup, oldukça düşüncesiz bir biçimde kendisiyle eğlenen herkesin yüzlerindeki ifadeyi net bir biçimde görebilmekteydi. Ve, aynı zamanda, burada hâlihazırda bulunmakta olan kişiler, bu yavaş yavaş gerçekleşen işkencenin ve uzun ölümün saatleri boyunca İsa’nın söylemiş olduğu her şeyi kolayca duyabilmekteydi.
187:2.2 (2007.1) Çarmıha gerilecek olanların tüm kıyafetlerini çıkarmak adetti; ancak, Museviler fazlasıyla çıplak insan bedeninin kamuya gösterilmesine karşı olduğu için, Romalılar her zaman Kudüs’te çarmıha gerilecek kişilerin tümü için elverişli bir kapatıcı kıyafet sağlamaktaydı. Bunun uyarınca, İsa’nın kıyafetleri çıkarıldığında, o çarmıha konulmadan önce bu şekilde sarmalanmıştı.
187:2.3 (2007.2) Çarmıha, kurbanın bazı durumlarda birkaç gün ölmeyeceği bir biçimde, vahşi ve uzun süren cezayı sağlamak için başvurulmaktaydı. Kudüs’te çarmıha karşı dikkate değer bir yargı bulunmaktaydı ve, orada, kurbanın acısını dindirmek için içine ilaç katılmış şarabı sunmak amacıyla çarmıhlara her zaman bir temsilci gönderen bir Musevi kadın cemiyeti mevcuttu. Ancak, İsa içine bu uyuşturucu katılmış şarabı tattığında, her ne kadar susamış olsa da, onu içmeyi reddetmişti. Üstün en sonuna kadar insan bilincini elinde bulundurmaya devam etmeyi tercih etmişti. O, bu yabani ve insan olmayan halde bile ölümle yüzleşip, bütüncül insan deneyimine gönüllü bir biçimde tabi olarak onun üzerinden başarıyla gelmeyi arzulamaktaydı.
187:2.4 (2007.3) İsa çarmıha konulmadan önce, idamcılarına küfreden ve onlara tüküren bir biçimde, iki haydut hâlihazırda çarmıhlarına yerleştirilmişlerdi. Artıyı oluşturan keresteye onlar kendisini çivilerken İsa’nın söylemiş olduğu tek cümle şu olmuştu: “Baba, onları affet, zira onlar ne yaptığını bilmiyorlar.” Eğer şefkatli bağlılığın bu türden düşünceleri fedakâr yaşamının tümünün ana kaynağı olsaydı kendisini idam edenlerden bu kadar merhamet dolu ve bu kadar derin sevgiyle bahsedemezdi. Bir yaşama ait düşünceler, güdüler ve arzular bir kriz anında açık bir biçimde açığa çıkar hale gelir.
187:2.5 (2007.4) Üstün çarmıha dikildiğinde, kumandan unvanı onun üstüne çivilemiş ve o üç dilde şunu söylemişti: “Nasıralı İsa — Musevilerin Kralı.” Museviler bu aşağılanma olarak gördükleri şey karşısında kızgınlıktan deliye dönmüşlerdi. Ancak, Pilatus, onların saygısız tutumları karşısında ellerini ovuşturmaktaydı o kendisinin korkutulmuş ve aşağılanmış olduğunu hissetmiş olup, o bu küçük intikamı elde etmenin yöntemini seçmişti. O, “İsa, bir isyankâr” yazabilirdi. Ancak, o, bu Kudüs Musevilerinin da Nasıra ismini duymaktan ne kadar hoşnutsuz olduklarını oldukça iyi bilmekteydi; ve, o, bu şekilde onları aşağılamaya kararlıydı. O, bu kişilerin aynı zamanda “Musevilerin Kralı” olarak adlandırılmakta olan bu idam edilmiş Celileliyi görerek oldukça hızlıca buradan ayrılacaklarını biliyordu.
187:2.6 (2007.5) Musevi önderlerinin çoğu, Pilatus’un nasıl da İsa’nın çarmıhı üzerine bu yazıyı koyarak kendileriyle eğlenme amacında olduğunu öğrendiklerinde, Golgotha’ya koşmuşlardı ancak, onlar, Romalı askerleri koruma konumunda bekledikleri için onu kaldırma cüreti göstermediler. Bu unvanı kaldırmaya yetkin olmayan bir halde, bu önderler kalabalığın arasına karışıp, kalabalık bu yazı üzerinde hiçbir ciddi düşüncede bulunmaması için, ellerinden geldiği biçimde alçaltma ve alayda bulundular.
187:2.7 (2007.6) Havari Yahya, İsa’nın annesi Meryem, Ruth ve Yude ile birlikte, İsa çarmıhta dikili bir konuma geldikten hemen sonra ve tam da kumandan unvanı Üstün’ün başı üzerindeki yere çivilerken olay yerine ulaşmıştı. Yahya çarmıha şahit olan on bir havariden tek olanıydı ve, o, İsa’nın annesini olay yerine getirdikten yakın bir süre sonra kendi annesi ve arkadaşlarını getirmek için Kudüs’e koştuğu için bu sürenin tamamı boyunca hazır halde değildi.
187:2.8 (2007.7) İsa annesini, Yahya, erkek ve kız kardeşi ile birlikte gördüğünde, gülümsedi ancak bir şey söylemedi. Bu anda, Üstün’ün çarmıhına görevlendirilmiş dört asker, adet gereği, onun kıyafetlerini kendi aralarında paylaştırmışlardı biri terliklerini, diğeri örtüsünü, bir diğeri kuşağını ve dördüncüsü ise yeleğini almıştı. Bu tünikin, dizlerine kadar görünmez kıyafet haldeki, dört parçaya ayrılmasını gerektirmişti; ancak, askerler bunun ne de olağan dışı bir kıyafet olduğunu gördüklerinde, aralarında zar atmaya karar verdiler. Kıyafetlerini paylaştırırken İsa onlara gözlerini dikmiş olup, düşüncesiz kalabalıklar kendisiyle eğlenmekteydi.
187:2.9 (2008.1) Romalı askerlerin Üstün’ün kıyafetini alması iyi bir şeydi. Aksi halde, eğer onu takip edenler bu kıyafetlere sahip olsalardı, onlar hala geçmişten varlığını sürdürmekte olan hurafesel ibadetin cazibesine düşeceklerdi. Üstün, takipçilerinin onun yeryüzü üzerindeki yaşamıyla ilişkilendirebilecekleri hiçbir şeye sahip olmamalarını arzulamıştı. O insanlığa yalnızca, Baba’nın iradesini gerçekleştirmeye adanmış olan yüksek ruhsal ideale ithaf edilmiş bir insan yaşamının hatırasını bırakmak istiyordu.
187:3.1 (2008.2) Bu cuma sabahı yaklaşık olarak saat dokuz buçukta, İsa çarmığa gerilmişti. On birden önce, bine kadar kişi İnsan Evladı’nın çarmığa gerilişinin bu olayına şahit olmak için bir araya gelmiş haldeydi. Bu korkunç saatler boyunca, bir evrene ait görülmez haldeki birlikler, yaratılmışın ölümünü, kınanmış bir suçlunun soysuz ölümüne bile kadar varan bir biçimde deneyimlerken, Yaratanın bu olağanüstü olgusuna bakışlarını dikerken sessizlik içinde beklemekteydiler.
187:3.2 (2008.3) Belirli dönemlerde geriliş sürecinde çarmıhın yakınında durmuş kişiler şunlar olmuştu: “Meryem, Ruth, Yude, Yahya, Şalomi (Yahya’nın annesi) ve Klopas’ın eşi ve İsa’nın annesinin kız kardeşi olan Meryem’in, Mecdelli Meryem’in ve bir zamanlar Seforis’ten tanımakta olduğu Rebecca’yı içine alan içten kadın inananlardan meydana gelen bir topluluk bulunmaktaydı. İsa’nın bu ve diğer arkadaşları, onun büyük sabrına ve cesaretine şahit olur ve onun yoğun acılarına bakarlarken, sessizliklerini korumuşlardı.
187:3.3 (2008.4) Oradan geçmekte olan birçok kişi kendisini kınar halde başlarını sallamış, ve kendisine kızan biçimde şunu söylemişti: “Mabedi yok edecek ve onu üç günde tekrar dikecek olan kişi şimdi kendini kurtar. Eğer sen Tanrı’nın evladı isen, neden çarmıhtan gelmiyorsun?” Benzer bir biçimde Musevilerin yöneticilerinden bazıları, şunu söyleyerek kendisiyle alay etmişti: “O diğerlerini kurtardı, ancak şimdi kendisi kurtaramıyor.” Diğerleri ise: “Eğer sen Musevilerin kralıysan, çarmıhtan in ve bizler sana inanacağız.” Ve, daha sonra onlar kendisiyle, şunu söyleyen bir biçimde, daha da fazla alay etti: “O, kendisini kurtarması için Tanrı’ya güvendi. He kendisinin Tanrı’nın Evladı olduğunu bile iddia etti — şimdi bakın ona — iki hırsız arasında çarmığa gerildi.” İki hırsız bile aynı zamanda kendisine kızmış olup, onu suçlamışlardı.
187:3.4 (2008.5) İsa onların alaylarına cevap verdiği için ve bu özel hazırlanma günün öğle vakti yaklaşmakta olduğu için, on bir buçukta eğlenen ve alay eden kalabalığın büyük bir kısmı kendi yoluna gitmişti; elliden az sayıdaki kişi burada kalmaya devam etmişti. Askerler bu aşamada öğlen yemeğini yemeye ve, uzun süren ölüm gözcülüğü için konumlanan halde ucuz, ekşi şaraplarını içmeye hazırlanmışlardı. Onlar şaraplarından alırlarken, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya alay ederek kadeh kaldırdılar: “Yaşa iyi talih! Musevilerin kralına.” Ve, onlar Üstün’ün, onların bu eğlenmelerine ve alaylarına göstermiş olduğu hoşgörü karşısında şaşkınlığa uğramışlardı.
187:3.5 (2008.6) İsa onları yer ve içerken gördüklerinde, onlara bakışlarını indirip, şunu söyledi: “Susuyorum.” Gözetçilerin kumandanı İsa’nın “Susuyorum” dediğini duyduğunda, şişesinden biraz şarap alıp onu, bir ciridin ucundaki kurumuş sünger tıpasına onu koyan bir biçimde, kurumuş dudaklarını ıslatabilsin diye İsa’ya kaldırdı.
187:3.6 (2008.7) İsa öncesinde, olağanüstü gücüne başvurmadan yaşamaya karar vermişti; ve, o benzer bir biçimde, çarmıh üzerinde olağan bir fani olarak ölmeyi tercih etmişti. O bir insan olarak yaşamıştı, ve o — Baba’nın iradesini gerçekleştiren bir biçimde — bir insan olarak ölecekti.
187:4.1 (2008.8) Haydutlardan biri, şunu söyleyen bir biçimde, İsa’ya kızmıştı: “Eğer sen Tanrı’nın evladı isen, neden kendini ve bizleri kurtarmıyorsun?” Ancak, o İsa’ya kızarken, Üstün’ün öğretimini birçok kez duymuş olan diğer hırsız şunu söyledi: “Tanrı’dan bile korkmuyor musun? Bizlerin eylemlerimiz için adil bir biçimde ızdırap çekerken, bu kişinin adil olmayan bir biçimde acı çektiğini görmüyor musun? Günahlarımız için bağışlama ve ruhlarımız için kurtuluş ararsak daha iyi olacaktır.” İsa hırsızın bunu söylediğini duyduğunda, yüzünü ona çevirip, olumlayan bir biçimde gülümsemişti. Kötülük işlemiş kişi İsa’nın yüzünün kendisine dönmüş olduğunu gördüğünde, cesaretini toplayıp, inancının kıvılcımını yakan bir biçimde şunu söylemişti: “Koruyucu, krallığına geldiğinde beni hatırla.” Ve, bunun ardından İsa: “Gerçekten de, gerçekten de, sana bugün söylüyorum ki, sen bir zaman benimle birlikte Cennet’te olacaksın.”
187:4.2 (2009.1) Üstün, inanan haydudun inanç itirafını dinleyecek kadar fani ölümün derin acıları arasında zaman bulabilmişti. Bu haydut kurtuluş için el aradığında, özgürlüğü bulmuştu. Bundan önce birçok kez o İsa’ya inanma zorunluluğu hissetmişti; ancak, bilincin bu son anlarında o bütüncül bir kalp ile Üstün’ün öğretisine dönmüştü. O İsa’nın çarmıh üzerinde ölümle yüzleşme biçimini gördüğünde, bu hırsız artık, İnsan Evladı’nın gerçekten de Tanrı’nın Evladı olduğu yargısına karşı koyamamıştı.
187:4.3 (2009.2) Hırsızın konuşmasının ve İsa tarafından krallığa kabul edilişinin bu süreci boyunca, Havari Yahya, çarmıhın yerine annesini ve arkadaşlarını getirmek için şehre gitmiş halde, burada bulunmamaktaydı. Luka daha sonra bu hikâyeyi, inanmış olan muhafızların Romalı kumandanından duymuştu.
187:4.4 (2009.3) Havari Yahya, ortaya çıkışından neredeyse atmış yıl sonra olayı hatırladığı bir biçimde çarmıha gerilişi anlatmıştı. Diğer kayıtlar, gördüğü ve duyduğu şeylere yaslanan bir biçimde, daha sonra İsa’ya inanmış ve yeryüzü üzerinde cennetin krallığının bütüncül birlikteliğine girmiş olan görev üzerindeki Romalı centurionunun anlatısına dayanmaktaydı.
187:4.5 (2009.4) Tövbe içindeki bu genç adam, siyasi baskıya ve toplumsal adaletsizliğe karşı etkili bir vatansever karşı koyma olarak gaspın bu türden bir sürecini yüceltmiş olanlar tarafından şiddet ve yanlışın bir yaşamına çekilmişti. Ve, serüven için duyulan bir uyarıma ek olarak bu türden öğreti, aksi halde iyi niyetli olan başka gençleri gaspın bu cüretkâr serüvenlerine yazılmaya götürmüştü. Bu genç adam Barabbas’ı bir kahraman olarak görmüştü. Bu aşamada o yanlış olduğunu anlamıştı. Burada çarmıhta yanı başında o gerçek anlamıyla büyük bir adamı, gerçek bir kahramanı görmüştü. Burada, ona coşku veren ve bireyin kendisine duyduğu ahlaki saygınlığın en yüksek düşüncelerine kaynaklık eden ve cesarete, erkekliğe ve yiğitliğe dair tüm ideallerini etkinleştiren bir kahraman bulunmaktaydı. İsa’ya bakarken onun kalbinde egemen olan çok güçlü bir derin sevgi, sadakat ve içten büyüklük doğmuştu.
187:4.6 (2009.5) Eğer alaycı kalabalık içinde başka herhangi bir ruhunda inancın doğunu deneyimlemiş olsaydı ve İsa’nın merhametine başvursaydı, inanan hayduda gösterilmiş olan aynı sevgi dolu anlayışı alırdı.
187:4.7 (2009.6) Tövbekâr hırsız Üstün’ün onların bir zaman Cennet’te buluşma sözünü duyduktan hemen sonra, Yahya, kendisiyle annesi ve neredeyse bir düzine kadın inanandan meydana gelen bir kafileyi getiren bir biçimde, şehirden geri dönmüştü. Evladı Yude diğer yanda durmaktaydı. İsa bu yaşananları gördüğünde, öğle vaktiydi; ve, o annesine: “Kadın, oğluna bak!” Ve, Yahya’ya konuşan bir biçimde, o: “Benim oğlum, annene bak!” Ve, onlar ikisine, şunu söyleyen bir biçimde, seslendi: “Ben sizlerin buradan ayrılmanızı arzu ediyorum.” Ve, böylece Yahya ve Yude Meryem’i Golgotha’dan götürdü. Yahya İsa’nın annesini, Kudüs’te beklemekte olduğu yere götürüp, bunun ardından çarmığın yerine yetiştirmişti. Hamursuz’dan sonra Meryem, olağan yaşamının geri kalan kısmı boyunca Yahya’nın evi olan Bethsayda’ya geri döndü. Meryem, İsa’nın ölümünden sonra bir yıl kadar yaşamamıştı.
187:4.8 (2010.1) Meryem ayrıldıktan sonra, diğer kadınlar biraz öteye geçmiş olup, çarmıh üzerinde bilincini yitirene kadar burada kalmaya devam ettiler; ve, onlar yine de, Üstün’ün bedeni gömülme için alındığı anda bile burada ayakta durmaktaydılar.
187:5.1 (2010.2) Bu türden bir olgu için bu dönemde saat erken olmasına rağmen, on ikiden biraz sonra gökyüzü havadaki ince kumlarla kararmıştı. Kudüs’ün insanları bunun, Arabistan çölünden sıcak kum fırtınalarından birinin geleceği anlamına geldiğini biliyordu. Öğleden sonra birden önce gökyüzü o kadar karanlıktı ki, güneş görülmemekteydi; ve, kalabalığın geri kalan kısmı şehre yetişmişti. Üstün yaşamını bu saatten biraz sonra vermişti; bu anda, yalnızca on üç Roma askeri ve yaklaşık on beş kişiden meydana gelen bir topluluk olarak, otuzdan az kişi mevcut haldeydi. Bu inananların tümü, Üstün’ün yitirilişinden önce olay yerine geri dönmüş olan İsa’nın kardeşi Yude ve Yahya Zübeyde dışında kadındı.
187:5.2 (2010.3) Birden kısa bir süre sonra, çetin kum fırtınasının artan karanlığı ortasında, İsa insan bilincini yitirmeye başlamıştı. Onun son kelimeleri olan merhamet, bağışlama ve tembih sözleri ifade edilmişti. Onun son arzusu — annesinin bakımı olarak — ifade edilmişti. Yaklaşan ölümün bu saati boyunca İsa’nın insan aklı, özellikle Mezmurlar olarak, İbrani yazıtlarındaki birçok metnin tekrarına başvurmuştu. İnsan İsa’nın son bilinçsel düşüncesi; şimdi yirminci, yirmi birinci ve yirmi ikinci Mezmurlar olarak bilinen Mezmurlar kitabının bir kısmını aklında tekrar etmekle ilgiliydi. Onun dudakları sıklıkla hareket etse de, o, kalbinden çok iyi bildiği ve bu aşamada aklından geçirmekte olan bu metinler olarak kelimeleri ifade edemeyecek kadar zayıftı. Yalnızca birkaç sefer yakında bulunanlar bir takım ifadeleri yakalamıştı “Ben Koruyucu’nun kutsanmış olanı kurtaracağını biliyorum,” “Senin elin düşmanlarımın hepsini bulacaktır” ve “Tanrım, tanrım, neden beni yalnız bıraktın?” gibi. İsa bir an olsun bile, Baba’nın iradesi uyarınca yaşamış oluşuna dair en ufak bir kuşkuyu dahi aklında geçirmemişti; ve, o hiçbir zaman, mevcut an içerisinde Babasının iradesi uyarınca beden içindeki yaşamını öne sermekte olduğundan kuşku duymamıştı. O Baba’nın kendisini yalnız bırakmış olduğunu hissetmemişti; o yalnızca, yitirmekte olan bilinci içinde, birçok Yazıtları söylemekteydi; onların arasında, şöyle başlamakta olan yirmi ikinci Mezmur bulunmaktaydı: Tanrım, tanrım, neden beni yalnız bıraktın?” Ve, bu tesadüf olarak, yakında bulunanlar tarafından yeterli kesinlikte duyulmuş olan üç metinden bir tanesiydi.
187:5.3 (2010.4) Fani İsa’nın takipçilerinden istemiş olduğu son rica yaklaşık olarak bir buçuk sularıydı ve, ikinci kez o “Susuyorum” dediğinde, gözcülerin aynı kumandanı, bu zamanlarda ortak bir biçimde sirke olarak adlandırılmakta olan, tekrar onun dudaklarını içinde ekşi şarap olan aynı ıslak süngerle ıslatmıştı.
187:5.4 (2010.5) Kum fırtınasının yoğunluğu artmış ve gökler artan bir biçimde kararmıştı. Hala askerler ve inananlardan oluşan küçük topluluk kenarda beklemekteydi. Askerler, keskin kumdan kendilerini korumak için bir araya sokulan bir biçimde, çarmıhın yakınında çömelmişlerdi. Yahya’nın annesi ve diğerleri, üzerlerinde duran bir kaya tarafından bir ölçüde korundukları uzak bir yerden izler konumdalardı. Üstün nihai olarak son nefesini aldığında, Çarmıhın ayağında Yahya Zübeyde, kardeşi Yude, kız kardeşi Ruth, Mecdelli Meryem ve bir zamanlar Seforis’ten tanımış olduğu Rebecca bulunmaktaydı.
187:5.5 (2011.1) Saat üçten tam biraz önce İsa, güçlü bir sesle, “O bitti! Baba, ben ellerine ruhaniyetimi sunuyorum” şeklinde haykırmıştı. Ve, o bu şekilde konuştuğunda, başını eğmiş ve yaşam mücadelesini bırakmıştı. Romalı centuriyon İsa’nın nasıl öldüğünü gördüğünde göğsüne vurarak şunu söylemişti: “Bu gerçekten de doğru bir adamdı gerçekten de o bir Tanrı Evladı olmalı.” Ve, bu andan itibaren o İsa’ya inanmaya başladı.
187:5.6 (2011.2) İsa sadık bir biçimde öldü — tıpkı yaşadığı gibi. O sınırsız bir biçimde kendi krallığını kabul etmiş olup, acı gün boyunca durumun üstesinden gelmiş bir konumda kalmaya devam etmişti. O, seçilmiş havarilerinin güvenliğini sağladıktan sonra, gönüllü bir biçimde onursuz ölüme gitmişti. O bilge bir biçimde, Petrus’un sorun çıkaran şiddet yanlısı karakterini kısıtlamış ve fani mevcudiyetinin tam da sonuna kadar Yahya’nın yakında olabilmesini sağlamıştı. O, sahip olduğu gerçek doğayı katil emellere sahip Sanhedrin’e açığa çıkarmış, ve Pilatus’a, bir Tanrı Evladı olarak egemen yönetim yetkisinin kaynağını hatırlatmıştı. O Golgotha’ya kendi kerestesini taşıyarak başlamış ve fani erişime ait kendi ruhaniyetini Cennet Babası’na teslim ederek sevgi dolu bahşedilmişliğini tamamlamıştı. Ve, bu türden bir yaşamdan sonra — ve bu türden bir ölümde — Üstün gerçekten de “O bitti” diyebilirdi.
187:5.7 (2011.3) Bu, hem Hamursuz hem de Şabat için hazırlık günü olduğu için, Museviler bu bedenlerin Golgotha’da öyle herkese açık bir biçimde durmasını istememişlerdi. Bu nedenle, onlar Pilatus’un huzuruna, çarmıhlarından alınabilmesi ve gün batımından önce suçlu mezar çukurlarına atılabilmeleri için taşınabilmeleri amacıyla bu üç adamın ayaklarının kırılmasını isteyen bir biçimde, çıkmışlardı. O bu ricayı duyduğunda derhal üç askerini ayakları kırmak ve İsa ve iki haydudu taşımak için göndermişlerdi.
187:5.8 (2011.4) Bu askerler Golgotha’ya ulaştıklarında, onlar bunu iki hayduda yapmışlardı ancak, onlar, fazlasıyla şaşırmış olarak, İsa’yı hâlihazırda ölü bulmuşlardı. Buna rağmen, onun ölümünden emin olmak için, askerlerden bir tanesi onun sol yanını mızrağı ile yarmıştı. Her ne kadar çarmıhın kurbanlarının iki veya üç gün bile çarmıhın üstünde canlı halde yaşamlarını hale sürdürmeleri sıklıkla karşılaşılan bir şey olsa da, çok yoğun duygusal üzüntü ve İsa’nın keskin ruhsal kızgınlığı, beş buçuk saatten biraz daha bir süre içinde beden içindeki yaşamını sonlandırmıştı.
187:6.1 (2011.5) Kum fırtınasının karanlığı ortasında, olarak üç buçuk sularında, Davud Zübeyde Üstün’ün ölümünün haberi taşıyan ulakların sonuncusunu göndermişti. Onun koşucularının sonuncusunu, İsa’nın annesinin ailesinin geri kalan kısmıyla beklemekte olduğunu varsaydığı yer olan, Bethani’deki Marta ve Meryem’in evine göndermişti.
187:6.2 (2011.6) Üstün’ün ölümünden sonra, Yahya kadınları, Yude’nin sorumluluğu altında, kendilerinin Şabat günü için vakit geçirmekte olduğu İlyas Markus’un evine göndermişti. Yahya’nın kendisi, bu zaman zarfında Romalı centurion tarafından oldukça iyi bilinir bir halde, Yusuf ve Nikodemus olay yerine kendilerinin İsa’nın bedenini almaları yetkisini veren bir emirle gelene kadar Golgotha’da kalmaya devam etmişti.
187:6.3 (2011.7) Böylelikle, sahip olduğu çok çeşitli usların, sevgili Egemenleri’nin insan vücutlaşımın çarmığa gerilişinin dehşete düşürücü sergisi ile ürperdiği, engin bir evren için acı ve keder günü sona ermişti; onlar, fani hissizliğin ve insan sapkınlığının bu sergisi karşısında ne düşüneceklerini bilmez hale gelmişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
188. Makale
188:0.1 (2012.1) İSA’nın fani bedeninin bir buçuk gün Yusuf’un mezarında yattığı süreç, çarmıh üzerindeki ölümü ile yeniden dirilişi arasındaki süreç olarak, bizler tarafından çok az bilinmekte olan, Mikâil’in yeryüzü süreci içinde bir ayrı bölümdür. Bizler İnsan Evladı’nın gömülüşünü anlatabilir ve onun yeniden dirilişi ile ilişkili olan olayların bu kaydını sunabiliriz; ancak, bizler, Cuma öğleden sonrası saat üçten Pazar sabahı saat üçe kadar, yaklaşık olarak otuz altı saatlik bu devre boyunca gerçekte neyin yaşandığına dair fazla özgün bir doğadaki bilgiyi sunamayız. Üstün’ün süreci içindeki bu dönem, Romalı askerler tarafından çarmıhtan alınmadan kısa bir süre önce başlamıştı. O çarmıh üzerinde, ölümünden sonra yaklaşık olarak bir saat kadar asılı kalmıştı. O, iki haydudun gönderilişindeki gecikme olmasa daha erken indirilecekti.
188:0.2 (2012.2) Musevilerin yöneticileri öncesinden, İsa’nın bedeninin şehrin güneyinde bulunan Gehanna’nın açık mezar çukurlarına atılmasını tasarlamışlardı. Eğer bu tasarı izlenseydi, Üstün’ün bedeni vahşi hayvanlara açık halde bulunacaktı.
188:0.3 (2012.3) Bu arada, Nikodemus eşliğindeki, Arimathealı Yusuf Pilatus’a gitmiş ve İsa’nın bedeninin kendilerine yerinde bir defin için verilmesini rica etmişti. Çarmığa gerilen kişilerin arkadaşlarının Roma makamlarına bu türden bedenleri elde etme ayrıcalığı için rüşvet önermeleri olağandışı bir şey değildi. Yusuf, büyük bir meblağ ile, İsa’nın bedenini özel bir kabre kaldırmak için izin amacıyla verilmesi gerekli olabilir diye, Pilatus’un karşısına çıkmıştı. Ancak, Pilatus bu parayı almayacaktı. O bu ricayı duyduğunda, hızlıca, Yusuf’un Golgotha’ya ilerlemesini ve Üstün’ün bedenine derhal bütüncül bir biçimde sahip olmasına izin veren emri imzalamıştı. Bu sırada, kum fırtınası dikkate değer bir biçimde dinmiş olup, Sanhedrin’i temsil eden Musevilerden meydana gelen bir topluluk, İsa’nın bedeninin kendisini eşlik eden iki haydudunki ile birlikte açık kamu defin çukurlarına atılmasını kesinleştirmek amacıyla Golgotha’ya gitmişlerdi.
188:1.1 (2012.4) Yusuf ve Nikodemus Golgotha’ya ulaştıklarında, onlar askerleri İsa’yı çarmıhtan alır ve Sanhedrin temsilcilerinin İsa’nın takipçilerinden hiçbirinin onun bedeninin suçlu defin çukurlarına gitmesini engellememesi için bekler halde bulmuşlardı. Yusuf, Pilatus’un Üstün’ün bedeni için emrini centuriona sunduğunda, Museviler bir kargaşa koparmış olup, bedenin iyeliği için haykırmışlardı. Kızgın gürültülerinde bedenin bedeni şiddetle anlaya çalışmışlardı ve, onlar bunu yaptıklarında, centurion dört askerini yanına çağırmış ve çekili kılıçları ile yerde yatarken Üstün’ün parçalara ayrılmış bedeni önünde hazır halde beklemişlerdi. Centurion diğer askerlerin iki haydutla birlikte ayrılması emrini verirken, sinirden çılgına dönmüş olan Musevilerden meydana gelen bu kızgın kalabalığa dönmüşlerdi. Düzen tekrar kurulduğunda, centurion Pilatus’un iznini Musevilere okumuş, ve yana çekilen bir biçimde, Yusuf’a şunu söylemişti: “Bu beden sizindir, ona yerinde gördüğünüz şeyi yapın. Ben ve askerlerin, hiç kimsenin müdahale etmemesini sağlamak için bekleyeceğiz.”
188:1.2 (2013.1) Çarmıha gerilmiş bir kişi bir Musevi mezarlığında defnedilemezdi; bu türden bir işleyişe karşı kesin bir kanun bulunmaktaydı. Yusuf ve Nikodemus bu kanunu bilmekteydi; ve, Golgotha’dan çıkarken onlar İsa’yı, sert kayadan oyulmuş haldeki, Golgotha’nın biraz kuzeyinde ve Samarya’ya giden yol üzerinde bulunan, Yusuf’un yeni aile mezarlığında defnetmeye karar vermişlerdi. Bu kabirde henüz kimse defnedilmemişti, ve onlar Üstün’ün burada yatmasının uygun olduğunu düşünmüşlerdi. Yusuf gerçekten de İsa’nın ölümden dirileceğine inanmıştı ancak, Nikodemus oldukça kuşkuluydu. Sanhedrin’in bu eski üyeleri İsa’ya olan inançlarını neredeyse bir sır halinde tutmuşlardı, her ne kadar onların akran Sanhedrincileri, kendileri heyetten ayrılmadan dahi önce, uzun bir süre boyunca onlardan kuşku duymuş olsalar da. Bu andan itibaren onlar, tüm Kudüs içinde İsa’nın en sözünü esirgemeyen takipçileriydi.
188:1.3 (2013.2) Dört buçuk sularında, Nasıralı İsa’nın defin kafilesi Golgotha’dan yol üzerindeki Yusuf’un kabri için yola çıkmıştı. Beden, Celile’den gelen inançlı kadın gözcüler tarafından takip edilen bir biçimde, dört kişinin taşıdığı bir halde bir keten çarşafa sarılmıştı. Kabre İsa’nın maddi bedenini taşıyan faniler şunlardı: “Yusuf, Nikodemus, Yahya ve Romalı centurion.
188:1.4 (2013.3) Onlar bedeni, alelacele defin için hazırlamış oldukları, yaklaşık olarak bir metre karelik bir oda olarak, kabre taşımışlardı. Museviler gerçekten de ölülerini gömmekteydiler; onlar gerçekte bunları mumyalamaktaydılar. Yusuf ve Nikodemus kendileri ile birlikte büyük miktarlarda laden reçinesi ve sarısabır getirmişlerdi; ve, onlar bu aşamada bedeni, bu çözeltilerle dolu sargılarla sarmalamışlardı. Mumyalama tamamlandığında, onlar yüze bir mendil gerip, bedeni keten bir çarşafa sarıp, onu kabirdeki bir safa derin bir saygı ile koydular.
188:1.5 (2013.4) Bedeni kabre koyduktan sonra centurion, kabrin girişinin önünde kapı kayasını itmelerine yardım etmek için askerlerine işarette bulundu. Askerler bunun sonrasında hırsızların bedenleri ile Gehenna için ayrılırken, diğerleri, keder içinde, Musa’nın yasalarına göre Hamursuz şölenini yerine getirmek amacıyla Kudüs’e dönmüşlerdi.
188:1.6 (2013.5) İsa’nın defninde dikkate değer bir düzeyde acelecilik ve ivedilik vardı çünkü bu hazırlanma günü olup, Şabat tüm hızıyla yaklaşmaktaydı. Bu kişiler alelacele şehre geri koşmuştu; ancak, kadınlar kabir yakınında fazlasıyla karanlık olana kadar vakit geçirmeye devam etmişlerdi.
188:1.7 (2013.6) Tüm bunlar gerçekleşirken, kadınlar, her şeyi gözlemlemek ve Üstün’ün nerede gömüldüğünü görmek için yakında saklanmaktaydı. Onlar bu şekilde kendilerini gizlediler çünkü kadınların erkeklerle bu türden bir zamanda ilişkilenmesine izin verilmemekteydi. Bu kadınlar defin için İsa’nın yerinde bir biçimde hazırlanmadığını düşünmekteydiler; ve, onlar aralarında, Şabat için dinlenmekte olacakları Yusuf’un evine geri dönmek için anlaşmışlardı bu arada onlar baharatları ve yağ özlerini hazırlayıp, ölüm istirahatı için Üstün’ün bedeninin yerinde bir biçimde hazırlanması amacıyla Pazar sabahı geri döneceklerdi. Bu Cuma akşamı kabir yakınında bu şekilde vakit geçiren kadınlar şu kişilerdi: Mecdelli Meryem, Klopas’ın eşi olan Meryem ve İsa’nın diğer kız kardeşi Marta ve Seforisli Rebecca.
188:1.8 (2013.7) Davud Zübeyde ve Arimethealı Yusuf haricinde, İsa’nın takipçilerinden oldukça az bir kısmı gerçekte onun üçüncü gün mezardan yükselecek olacağına inanmış veya bunu anlamıştı.
188:2.1 (2014.1) İsa’nın takipçileri üçüncü gün onun mezardan yükseleceğine dair sözünü önemsememiş olsalar da, düşmanları bu konumda değillerdi. Baş din-adamları, Ferisiler ve Saddukiler kendilerinin öncesinde onun ölümden dirileceğine dair raporları almış bulunduklarını hatırlamışlardı.
188:2.2 (2014.2) Bu Cuma akşamı, Hamursuz akşam yemeğinden sonra, gece yarısı sularında Musevi önderlerinden meydana gelen bir topluluk, onların Üstün’ün üçüncü gün ölümden dirileceğine dair kendinden emin ifadeleri için duymuş oldukları korkuları tartıştıkları yer olan Kaiaphas’ın evinde bir araya gelmişlerdi. Bu buluşma, bir Roma muhafızının İsa’nın arkadaşlarının kabri ile oynamaması için kabrin önünde konumlandırılmasına dair Sanhedrin’in resmi ricasını taşır bir biçimde, ertesi günün erken saatlerinde Pilatus’u ziyaret edecek olan Sanhedrincilerin bir heyetinin atanmasıyla sonuçlanmıştı. Pilatus’a bu heyetin sözcüsü şunu söylemişti: “Bayım, bizler, Nasıralı İsa olan bu aldatıcının henüz yaşarken, ‘üç gün sonra tekrar dirileceğim’ demiş olduğunu hatırlıyorum. Bizler, bu nedenle, en azından üçüncü güne kadar mezar yerinin onun takipçilerinden güvende bir şekilde tutulmasını sağlayan emirleri vermeni talep etmek amacıyla önüne gelmiş bulunuyoruz. Bizler fazlasıyla, onun takipçilerinin gelip kendisini gece vakti kaçırıp, daha sonra da insanlara onun ölümden dirilmiş olduğunu duyurmasından korkuyoruz. Eğer bizler böyle bir şeyin gerçekleşmesine izin verecek olursak, bu hata, onun yaşamasına izin verdiğimizden çok daha kötü sonuçları yaratacaktır.
188:2.3 (2014.3) Pilatus Sanhedrin’in bu ricasını duyduğunda, şunu söyledi: “Ben sizlere on askerden oluşan bir koruma vereceğim. Yolunuza gidin ve kabri güvence altına alın.” Onlar mabede geri dönmüş, kendilerine ait özel on muhafızı olmuş ve bunun ardından bu on Musevi muhafızı ve on Roma askeri ile birlikte, bu günün Şabat sabahı olmasına rağmen, onları mabet önünde gözetçi olarak konumlandırmak amacıyla Yusuf’un kabrine yürümüşlerdi. Bu kişiler mezarın önüne başka bir kayayı yerleştirmiş olup, onların bilgisi olmadan kimse dokunmasın diye bu kayalar üzerinde ve etrafında Pilatus’un mührünü koymuşlardı. Ve, bu yirmi kişi, Musevilerin onlara yiyecek ve içecek sağlamış oldukları bir biçimde, yeniden diriliş vaktine kadar burayı gözetlemeye devam etmişlerdi.
188:3.1 (2014.4) Bu Şabat günü boyunca, takipçiler ve havariler saklanmış konumlarında bulunmaya devam ederken, tüm Kudüs İsa’nın çarmıh üzerinde ölümünü tartışmaktaydı. Orada, Roma İmparatorluğu’nun her bir yanından ve Mezopotamya’dan gelen bir biçimde, neredeyse bir buçuk milyon Musevi hazır haldeydi. Bu Hamursuz haftasının başlangıcı olup, bu kutsal yolcuların tümü, İsa’nın yeniden dirilişini öğrenecekleri ve evlerine haberlerini taşıyacakları bir biçimde şehirde olacaklardı.
188:3.2 (2014.5) Geç Cuma akşamı, Yahya Markus on bir havariyi, gece yarısından hemen önce, iki gece öncesi Üstünleri ile birlikte Son Akşam Yemeği’ni yemiş oldukları aynı üst odada bir araya toplandıkları yer olan babasının evine gizlice gelmeleri için çağırmışlardı.
188:3.3 (2014.6) İsa’nın annesi olan Meryem, Ruth ve Yude ile birlikte, gün batımından hemen önce bu Cumartesi akşamı ailesine katılmak için Bethani’ye geri dönmüştü. Davud Zübeyde, erken Pazar sabahı bir araya gelmek için ulaklarını düzenlediği yer olan Nikodemus’un evinde kalmaya devam etmişti. İsa’nın bedenini ilave bir biçimde mumyalamak için baharatlar hazırlamış olan Celile kadınları, Arimethealı Yusuf’un evinde vakit geçirmekteydi.
188:3.4 (2014.7) Yusuf’un yeni kabrinde istirahat edildiği varsayıldığında bir buçuk günlük bu süreçte Nasıralı İsa’nın başına tam da neyin geldiğini bütünüyle açıklanmaya yetkin değiliz. Bariz bir biçimde o, aynı koşullarda başka herhangi bir faninin deneyimleyeceği gibi çarmıhta aynı olağan ölümü deneyimlemişti. Bizler onun “Baba, ellerine ruhaniyetimi sunuyorum” demiş olduğunu duyduk. Bizler, sahip olduğu Düşünce Düzenleyicisi uzun bir süredir kişileşmiş olduğu ve İsa’nın fani varlığından ayrı bir mevcudiyeti taşımış olması nedeniyle, bu türden bir ifadenin anlamını bütünüyle kavrayamamaktayız. Üstün’ün Kişileşmiş Düzenleyicisi onun çarmıh üzerindeki fiziksel ölümünden hiçbir bir biçimde etkilenemezdi. İsa’nın Baba’nın ellerine bir süreliğine vermiş olduğu şey, insan deneyimi kaydını malikâne dünyalarına olan aktarımını sağlamak amacıyla fani aklı ruhanileştirmede faaliyet göstermiş olan Düzenleyici’nin öncül çalışmalarının eş ruhaniyeti olmalı. İsa’nın deneyiminde, âlemlerin inançla büyüyen fanilerine ait ruhaniyet doğası, veya bir değişle ruha, benzer bir ruhsal deneyim bulunmuş olmalı. Ancak, bu tamamiyle bizlerin öz fikridir — bizler gerçek anlamıyla İsa’nın Babasına neyi sunmuş olduğunu bilmemekteyiz.
188:3.5 (2015.1) Bizler, Üstün’ün fiziksel bedeninin Salı sabahı yaklaşık olarak üçe kadar Yusuf’un kabrinde dinlendiğini bilmekteyiz; ancak, bizler, bu otuz altı saatlik süreç boyunca İsa’nın kişiliğine dair konum hakkında hiçbir biçimde bilgimizden emin değiliz. Bizler zaman zaman bu şeyleri kendimize şu şekilde açıklama girişiminde bulunduk:
188:3.6 (2015.2) 1. Mikâil’in Yaratan bilinci, fiziksel vücutlaşımın ilişkili fani aklından tamamiyle ayrı ve ondan bütünüyle bağımsız halde bulunmuş olmalı.
188:3.7 (2015.3) 2. İsa’nın öndeki Düşünce Düzenleyicisi’nin, bu süreç boyunca ve toplanmış göksel birliklerin kişisel idaresinde yeryüzünde bulunmuş olduğunu bilmekteyiz.
188:3.8 (2015.4) 3. Sahip olduğu Düşünce Düzenleyicisi’nin doğrudan çabaları, ve daha sonra, Baba’nın iradesini tercih etmede bir an bile geri durmamasıyla sağlanan bir biçimde, ideal fani mevcudiyetin fiziksel gereksinimleri ile ruhsal gereklilikleri arasındaki kusursuz uyumlaşımı sayesinde beden içindeki yaşamı boyunca inşa edilmiş olan Nasıralı İsa’nın elde edilmiş ruhaniyet kimliği Cennet Babası’nın gözetimine verilmiş halde bulunmuş olmalı. Bu ruhaniyet gerçekliğinin kişiliğinin yeniden dirilmiş kişiliğin bir parçası haline gelip gelmediğini bilmiyoruz; ancak, bizler bunun onun bir parçası haline geldiğine inanıyoruz. Ancak, evrende, İsa’nın bu ruhsal kimliğinin mevcut an içerisinde Baba’nın göğsünde barındığına ve dış uzayın henüz düzenlenmemiş âlemlerine ait yaratılmamış evrenlerle ilişkili olarak henüz açığa çıkarılmamış nihai sonlarında Kesinliğin Nebadon Birliği’nin önderliği için daha sonrasında salınacağına inanan kişiler bulunmaktadır.
188:3.9 (2015.5) 4. Bizler, İsa’nın insani veya diğer bir değişle fani bilincinin bu otuz altı saat boyunca uymuş olduğunu düşünüyoruz. Bizler, bu süreç boyunca evrende neyin gerçekleşmiş olduğuna dair insan İsa’nın hiçbir şey bilmemiş oluşuna inanmak için nedene sahibiz. Fani bilinç için orada bir zaman kayması ortaya çıkmamıştır; yaşamdan diriliş, ölüm nasıl anlık bir biçimde gerçekleşiyorsa aynı anlıkta gerçekleşmiştir.
188:3.10 (2015.6) Ve, bu, kabrin bu süreci boyunca İsa’nın konumuna dair kayda geçireceğimiz şeylerin tamamıdır. Bizlerin atıfta bulunacağı ilişkili çok sayıda gerçek bulunmaktadır ama bizler onların yoruma girişmeye neredeyse hiçbir biçimde yetkin değiliz.
188:3.11 (2015.7) Satanya’nın ilk malikâne dünyasına ait yeniden diriliş odalarının engin bahçesinde şimdi, artık Cebrail’in nişanını taşır haldeki, “Mikâil Hatıratı” olarak bilinen maddi-morontia yapısı gözlenebilir. Bu hatıra, Mikâil’in bu dünyadan ayrılışından çok kısa bir süre sonra yapılmıştı ve, o şu yazıtı taşımaktadır: “Nasıralı İsa’nın Urantia üzerindeki fani geçişinin hatırası için.”
188:3.12 (2016.1) Yüz kişiden meydana gelen Salvington’un bu süre içinde yüce heyetinin Cebrail’in başkanlığında bir üst düzey yönetici toplantısında bulunduğunu gösteren kayıtlar bulunmaktadır. Orada aynı zamanda, bu süreç zarfında Nebadon evreninin düzeyi ile ilgili Uversa Zaman Ataları’nın Mikâil ile iletişimde bulunduğunu gösteren kayıtlar da bulunmaktadır.
188:3.13 (2016.2) Bizler, Üstün’ün bedeni kabir içinde yatarken Mikâil ve Salvington üzerindeki Emanuel arasında en az bir iletinin geçmiş bulunduğunu bilmekteyiz.
188:3.14 (2016.3) İsa’nın bedeni kabirdeyken Yerusem’de toplanmış olan Gezegensel Prenslerin sistem heyeti içinde Caligastia’nın koltuğunda bir kişiliğin oturmuş olduğuna inanmak için iyi neden bulunmaktadır.
188:3.15 (2016.4) Edentia’nın kayıtları, Norlatiadek’in Takım Yıldız Babası’nın Urantia üzerinde olduğuna ve onun kabrin bu dönemi boyunca Mikâil’den emirler olmuş bulunduğuna işaret etmektedir.
188:3.16 (2016.5) Ve, İsa’nın kişiliğinin tamamının görünürde fiziksel ölümün bu süreci boyunca uyku halinde ve bilinçsiz bir biçimde bulunmadığını gösteren diğer birçok diğer kanıt da bulunmaktadır.
188:4.1 (2016.6) Her ne kadar İsa, fani insanın ırksal suçunu temizlemek veya başka bir biçimde gücenmiş ve bağışlamaz bir Tanrı’ya etkin bir şekilde yaklaşmayı sağlamak için çarmıh üzerinde bu ölümü deneyimlememiş olsa da; İnsan Evladı kendisini Tanrı’nın gazabını dindirmek ve günahkâr insanın kurtuluşa ermesi için yol açmak için bir feda olarak sunmamış olsa bile; kefaretin ve kurban oluşun tüm bu düşünceleri hatalı olsa da, yine de, görmezden gelinmemesi gereken İsa’nın bu ölümüyle ilişkili önemli şeyler bulunmaktadır. Urantia’nın diğer komşu ikamet gezegenlerinde “Çarmıhın Dünyası” olarak bilinir hale geldiği bir gerçektir.
188:4.2 (2016.7) İsa Urantia üzerinde bütüncül bir fani yaşamını yaşamayı arzulamıştı. Ölüm, olağan bir biçimde, yaşamın bir parçasıdır. Ölüm, fani dram içinde son sahnedir. Çarmıhın üzerindeki ölümün içermiş olduğu anlamın yanlış yorumlanışından doğan hurafesel hatalardan kaçmaya dair iyi çabalarınızda, Üstün’ün ölümünün içerdiği gerçek önemi ve içten değeri kavrayamazlık etmemenin büyük hatasını yapmayın.
188:4.3 (2016.8) Fani insan hiçbir zaman, baş aldatıcıların nesnesi olmamıştır. İsa, insanı inançtan çıkmış yöneticilerin ve âlemlerin düşmüş prenslerinin zincirinden kurtarmak için ölmemiştir. Cennet içindeki Baba bir kez bile olsun, atalarının kötülük eylemleri yüzünden bir fani ruhu cezalandırmanın bu türden ham adaletsizliğini düşünmemiştir. Ne de Üstün’ün çarmıh üzerindeki ölümü, insanlık ırkının kendisine borçlu hale geldiği bir bedel için Tanrı’yı ödemeye çalışmasından oluşan bir feda olmuştu.
188:4.4 (2016.9) İsa yeryüzü üzerinde yaşamadan önce, sizler muhtemel bir biçimde bu türden bir Tanrı’ya inanmada anlaşılabilir konumda bulunabilirdiniz; ancak, bu, Üstün’ün akran fanileriniz arasında yaşamasından ve ölümünden veri böyle olmayacaktır. Musa, bir Yaratan Tanrı’nın soyluluğunu ve adaletini öğretmiştir; ancak, İsa, bir cennetsel Baba’nın derin sevgisini ve merhametini sergilemiştir.
188:4.5 (2016.10) Hayvansal doğa — kötülük yapmaya dair eğilim — kalıtımsal olabilir; ancak, günah, ebeveynden evlada geçmemektedir. Günah, bir bireysel irade yaratılmışının Baba’nın iradesine ve Evlatların kanunlarına bilinçli ve kasıtlı isyanının eylemidir.
188:4.6 (2017.1) İsa, bütün bir evren için yaşadı ve öldü, yalnızca bu bir dünyanın ırkları için değil. Her ne kadar âlemlerin fanileri İsa Urantia üzerinde yaşamadan ve ölmeden önce bile kurtuluşa sahip olmuşsa bile, onun bu dünya üzerindeki bahşedilişinin kurtuluşun yoluna fazlasıyla ışık tutmuş olduğu bir gerçektir; onun ölümü, beden içindeki ölümden sonra fani kurtuluşun kesinliğini sonsuza kadar açık hale getirmeye katkıda bulunmuştur.
188:4.7 (2017.2) Her ne kadar İsa’dan bir fedacı, bir fidyeci veya bir borç kapatıcısı olarak bahsetmek neredeyse hiçbir biçimde yerinde olmasa da, ona bir kurtarıcı olarak atıfta bulunmak tamamiyle doğrudur. O sonsuza kadar kurtulma yolunu (kurtuluşu) daha açık ve kesin hale getirmiştir; o, Nebadon evrenine ait dünyalarının tümü içindeki fanilerin hepsi için kurtulmanın yolunu daha iyi ve daha kesin bir biçimde göstermiştir.
188:4.8 (2017.3) İsa’nın sürekli öğretmiş olduğu tek kavram olarak, Tanrı’nın gerçek ve sevgi dolu bir Baba olduğu düşüncesini bir kez kavradığınızda, sizler derhal; başlıca arzusu, neredeyse kendisine denk olan birinin, onlar yerine ve onların konumunda ölümü biçiminde onlar için ızdırap çekmeye gönüllü olmadığı müddetçe tebaalarında yanlışı yakalamak, onları yerinde bir biçimde cezalandırılmak olan, katı ve her şeye gücü yeten bir yönetici halinde alınmış bir kral olarak Tanrı’yı görmenin her türlü ilkel düşüncesini tamamiyle terk etmek zorundasınız. Fidye ve kefarete dair bütüncül düşünce, Nasıralı İsa tarafından öğretilmiş ve onun tarafından örneklendirilmiş olan Tanrı kavramsallaşmasıyla bağdaşmaz haldedir. Tanrı’nın sınırsız sevgisi, kutsal doğada hiçbir şeyden sonra gelmemektedir.
188:4.9 (2017.4) Kefaretin ve fedasal kurtuluşun tüm bu kavramı, bencilliğin temelinde yatmakta olup, ondan beslenmektedir. İsa, bir kişinin akranlarına olan hizmetin, ruhaniyet inananlarının kardeşliğine dair en yüksek kavramsallaşma olduğunu öğretmişti. Kurtuluş, Tanrı’nın babalığına inananların tümüne verilecektir. İnananın ana amacı, kişisel kurtuluş için bencil arzu olmamalıdır; derinden sevmek için fedakâr uyarıma sahip olmak ve böylece İsa’nın fani insanları derinden sevmiş ve onlara hizmet vermiş olduğu gibi kişinin akranlarına hizmet vermesi olmalıdır.
188:4.10 (2017.5) Ne de gerçek inananlar kendilerini, günahın gelecekte cezası için sıkıntıya sokmaktadırlar. Gerçek inanan yalnızca, Tanrı ile olan mevcut ayrılıktan endişeye düşmektedir. Gerçektir, bilge babalar evlatlarını cezalandırabilir; ancak, onlar bunların tümünü derin sevgi içinde ve düzeltici amaçlarla yerine getirmektedirler. Onlar kızgınlık içinde cezalandırmamakta; ne de, intikam için disiplinde bulunmaktadırlar.
188:4.11 (2017.6) Tanrı adaletin en yüksek düzeyde yerine getirildiği bir evrenin katı ve yasal kralı olsaydı, o kesin bir biçimde, suçlu bir kişi ile masum bir acı çekeni değiştirmenin çocuksu düzeniyle tatmin olmayacaktı.
188:4.12 (2017.7) İnsan deneyiminin zenginleşimi ve kurtulma yolunun genişlemesi ile ilişkili olarak İsa’nın ölümüne dair muhteşem şey, onun ölümünün gerçeği değil; onun ölümle yüzleşmedeki muhteşem tutumu ve benzersiz halidir.
188:4.13 (2017.8) Kefaretin fidyesine dayanan bu bütüncül düşünce, kurtuluşu gerçek olmayan bir düzleme koymaktadır; bu türden bir kavramsallaşma tamamiyle felsefidir. İnsan kurtuluşu gerçektir; o, yaratılmışın inancı tarafından kavranabilen ve böylece insan deneyiminin bir parçası haline gelebilen iki gerçekliğe dayanmaktadır: Tanrı’nın babalığı gerçeği ve insanın kardeşliği olarak onunla ilişkili gerçeklik. Son kerte de, sizlerin “boşlarınızın affedileceği, tıpkı sizlerin borçlularınızı affedeceğiniz” doğrudur.
188:5.1 (2017.9) İsa’nın çarmıhı, sürünün değersiz üyeleri için bile gerçek çobanın sahip olduğu en üst düzeydeki sadakati sonuna kadar temsil etmektedir. O sonsuza kadar, Tanrı ve insan arasındaki ilişkilerin tümünü aile temeline oturtmaktadır. Tanrı Baba’dır; insan onun evladıdır. Bir babanın derin oğlu için duymuş olduğu derin sevgi olarak sevgi, Yaratan ve yaratılmışın evren ilişkilerinde merkezi gerçeklik haline gelmektedir — kötülükte bulunan öznesinin acılarından ve cezalandırılışından tatmin arayan bir kralın adaleti değil.
188:5.2 (2018.1) Çarmıh sonsuza kadar İsa’nın günahkârlara olan tutumunun ne kınama ne de onay olmadığını, bunun yerine ebedi ve sevgi dolu kurtuluş olduğunu göstermektedir. İsa gerçekten, yaşamının ve ölümünün insanları iyilik ve doğru kurtuluş için kazanabilmesi bakımından bir kurtarıcıdır. İsa insanları o kadar derinden sevmektedir ki, onun derin sevgisi insan kalbi içindeki derin sevgi karşılığını uyandırmaktadır. Derin sevgi gerçekten yayılmacı bir nitelikte bulunup, ebedi olarak yaratıcıdır. İsa’nın çarmıh üzerindeki ölümü, günahı bağışlayacak ve tüm kötü eylemleri sindirecek kadar güçlü ve kutsal olan bir derin sevgiyi örneklendirmektedir. İsa bu dünyaya, salt tekniksel doğru ve yanlış halindeki — adaletten daha büyük nitelikte olan bir doğruluk niteliğini açığa çıkarmıştır. Kutsal derin sevgi yalnızca yanlışları bağışlamamaktadır; onları içine almakta ve mevcut olarak yok etmektedir. Derin sevginin bağışlaması tamamiyle merhametin bağışlamasının ötesine geçmektedir. Merhamet, kötülük işleyenin suçunu bir kenara atmaktadır; ancak, derin sevgi, ondan doğan günahı ve her türlü zayıflığı sonsuza kadar yok etmektedir. İsa, Urantia’ya yeni bir yaşam yöntemini getirmişti. O bizlere kötülüğe karşı koymamayı öğretmemişti ancak onun vasıtasıyla kötülüğü etkili bir biçimde yok eden bir iyiliği bulmamızı öğretmişti. İsa’nın bağışlaması bir onay değildi; kınanmadan kurtuluştu. Kurtuluş yanlışlara kaba davranmamaktadır; kurtuluş onları doğru hale getirmektedir. Gerçek derin sevgi ne taviz verir, ne de nefreti onaylar; o nefreti yok eder. İsa’nın derin sevgisi hiçbir zaman salt bağışlama ile tatmin olmamıştı. Üstün’ün derin sevgisi, ebedi kurtuluş olarak, düzelmeye imada bulunmaktadır. Eğer bu ebedi iyileşme olarak kurtuluştan günahların ödeşmesi biçiminde bahsediyorsanız tamamiyle makul bir şey yapıyor oluyorsunuz.
188:5.3 (2018.2) İsa, insanlar için duymuş olduğu kişisel derin sevginin gücü ile, günahın ve kötülüğün zincirlerini kırabilmişti. O böylece, insanı daya iyi yaşama biçimlerini seçmekte özgür hale getirmişti. İsa, gelecek için bir zaferin sözünü veren geçmişten gerçekleştirilecek bir kurtuluşu sergilemişti. Bağışlama böylece kurtuluşu sağlamıştı. Kutsal derin sevginin güzelliği, bir kez insan kabine kabul edildiğinde, günahın büyüsünü ve kötülüğün gücünü sonsuza kadar yok etmektedir.
188:5.4 (2018.3) İsa’nın acıları, çarmığa gerilmekle sınırlı olmamıştı. Gerçekte, Nasıralı İsa, gerçek ve yoğun bir fani mevcudiyetten oluşan çarmıhta yirmi beşten fazla yıl yaşamıştı. Çarmıhın gerçek değeri, onun merhametinin tamamlanmış haldeki açığa çıkarılışı olarak, onun derin sevgisinin en yüce ve nihai ifadesi içindeki gerçeklikten meydana gelmektedir.
188:5.5 (2018.4) Milyonlarca ikamet eden dünya üzerindeki, ahlaki mücadeleyi bırakmanın ve inancın iyi kavgasını terk etmenin cazibesine düşmek üzere olan trilyonlarca evrimleşen fani, İsa’nın yaşamına bir kez daha göz attıktan sonra, Tanrı’nın kendisine ait vücutlaşmış yaşamı insanların fedakâr hizmetine olan adanmışlıkta vermesinin bu sahnesinden ilham duymuş bir halde, yollarına bağlı kalmaya devam etmiştir.
188:5.6 (2018.5) Ölümün çarmıh üzerindeki zaferi bütünüyle, İsa’nın kendisine saldıranlara karşı tutumu içinde özetlenmiş haldedir. O çarmıhı, şöyle dua ettiğinde, derin sevginin nefret üzerindeki zaferinin ve gerçekliğin kötülük üzerindeki utgunluğunun ebedi bir simgesi haline getirmişti: “Baba, onları bağışla, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” Derin sevginin bu adanmışlığı, engin bir evren boyunca yayılmacı haldeydi; takipçiler onu Üstünlerinden almıştı. Bu hizmet için yaşamını öne sermek için çağrılmış olan onun müjdesinin tam da ilk öğretmeni, kendisini taşlayarak ölüme gönderirlerken, şunu söylemişti: “Bu günahı onlara yüklemeyin.”
188:5.7 (2018.6) Çarmıh, insanda en iyi olana karşı en yüce bir çağrıda bulunmaktadır çünkü o kendi akran insanlarının hizmetinde yaşamını vermeye gönüllü olmuş kişiyi açığa çıkarmaktadır. Hiçbir insan bundan daha büyük derin bir sevgiye sahip olamaz: onun arkadaşları için yaşamını öne sermeye gönüllü oluşundan — ve İsa öyle bir derin sevgiye sahip olmuştu ki, o, yeryüzü üzerinde bu zamana kadar bilinenden daha büyük bir derin sevgi olarak, düşmanları için yaşamını öne sermeye gönüllü olmuştu.
188:5.8 (2019.1) Urantia’ya ek olarak diğer dünyalarda da, insan İsa’nın Golgotha’nın çarmıhı üzerindeki ölümünün bu ulvi yaşanmışlığı fanilerin duygularını harekete geçirirken, melekler üzerinde en yüksek adanmışlığı doğurmuştu.
188:5.9 (2019.2) Çarmıh, bir kişinin kendi akranlarının refahı ve kurtuluşu için adanışı olarak, kutsal hizmetin o yüksek simgesidir. Çarmıh, alınmış bir Tanrı’nın gazabını yatıştırmak amacıyla suçlu günahkârların yerine masum Tanrı Evladı’nın feda edilme simgesi değildir. Tanrı, yeryüzünde ve engin bir evren boyunca, ve sonsuza kadar böyle olmak üzere, kötülük üzerinde iyinin bahşedilişinin ve böylece onları derin sevginin tam da bu adanmışlığı ile kurtarmanın kutsal bir simgesidir. Çarmıh kendisini, tüm kalple gerçekleştirilen yardımın hizmetinde, hatta, çarmıhın üzerindeki ölüm olarak, ölümde bile doğru bir yaşamın bütüncül bahşedilişine ait en yüce adanmışlık olarak, fedakâr hizmetin en yüksek türünün nişanı olarak göstermektedir. Ve, İsa’nın bahşedilme yaşamının bu muhteşem simgesine bir bakış, gerçekten de, hepimizin benzer bir biçimde gidip aynı şeyleri yapması için ilham kaynağı olmaktadır.
188:5.10 (2019.3) Düşünen erkekler ve kadınlar İsa’yı çarmıh üzerinde kendisini sunar hale gördüklerinde, kendilerinin bir daha, bırakınız küçük rahatsızlıklardan ve onların sadece hayali olan birçok şikâyetlerinden, yaşamın en çetin zorluklarından bile şikâyet etmelerine izin veremeyeceklerdir. Onun yaşamı o kadar ihtişamlı ve onun ölümü o kadar utkundu ki, hepimiz ikisini de deneyimlemek için gönüllülük duyar hale geliriz. Gençlik günlerinden çarmıh üzerindeki ölümünün bu baskıcı yaşanmışlığına kadar Mikâil’in bahşedilişinin tümü içinde gerçek bir çekim gücü bulunmaktadır.
188:5.11 (2019.4) Öyleyse, çarmıhı Tanrı’nın bir açığa çıkarılışı olarak gördüğünüzde, onu ilkel insanın gözleriyle görmemeye veya ona daha sonraki barbarların bakışıyla bakmamaya dikkat edin; onların ikisi de Tanrı’yı, katı adalete ait ve keskin halde kuralları uygulayan amansız bir Egemen olarak gördü. Bunun yerine, kendinizin çarmıhı, İsa’nın derin sevgisinin ve engin evreninin fani ırkları üzerine olan bahşedilme halindeki yaşam görevine olan adanmışlığın nihai temsili olarak görmenizi sağlayın. İnsan Evladı’nın ölümünde, fani âlemlerine ait evlatları için Baba’nın kutsal derin sevgisinin kendisini açığa çıkarışının doruk noktasını görün. Çarmıh böylece, irade gösterilen şefkatin adanmışlığını ve bu türden armağanları ve adanmışlığı almaya gönüllü olacaklar üzerinde tercihsel kurtuluşun bahşedilmişliğini temsil etmektedir. Çarmıhta Baba’nın istemiş olduğu hiçbir şey bulunmamaktaydı — İsa’nın oldukça gönüllü bir biçimde vermiş ve kaçınmayı reddetmiş olduğu tek şey dışında.
188:5.12 (2019.5) Bundan başka eğer insan İsa’yı takdir edemez ve onun yeryüzü üzerindeki bahşedilişinin anlamını kavrayamazsa, o en azından İsa’nın fani acılarından duyulan bir birlikteliği anlayabilir. Hiçbir insan hiçbir zaman, Yaratan’ın sahip olduğu sıkıntıların doğasını veya kapsamını bilmeyişinden korku duyamaz.
188:5.13 (2019.6) Bizler, çarmıh üzerindeki ölümün insanın Tanrı ile olan bütünleşimini gerçekleştirmek için değil, onun Babanın ebedi derin sevgisi ve kendi Evladı’nın sonu gelmez bağışlamasını fark etmesini ve bu kâinatsal gerçeklikleri bir bütün evrene yaymasını hareket geçirmek için yaşandığını biliyoruz.
Urantia’nın Kitabı
189. Makale
189:0.1 (2020.1) İSA’nın Cuma öğleden sonrası defnedilişinden kısa bir süre sonra, bu zaman zarfında Urantia’da bulunmakta olan, Nebadon’un baş melekler önderi, uyuyan irade yaratılmışlarının yeniden dirilişinden sorumlu olan heyeti toplamış olup, İsa’nın geri getirilmesi için olası bir yöntemi düşünmeye başladı. Mikâil’in yaratılmışları olarak, yerel evrenin bu bir araya gelmiş evlatları, bunu kendi öz sorumlulukları olarak yerine getirmişti; Cebrail onları bir araya toplamamıştı. Gece vakti onlar, Yaratan’ın yeniden dirilişini kolaylaştırmak içi yaratılmışın hiçbir şey yapamayacağı yargısına varmışlardı. Onlar, Cebrail’in tavsiyesini kabul etme eğilimindeydiler; Cebrail onlara, Mikâil “yaşamını kendi öz iradesi uyarınca verdiği için, onu kendisinin vereceği karar doğrultusunda tekrar alma gücüne sahip olduğunu yönermişti.” Başmeleklerden, Yaşam Taşıyıcıları ve onların yaratılmış geri dönüşümü ve morontia yaratımındaki çeşitli birlikteliklerinden meydana gelen bu heyetinin toplantılarına bu ara verdikleri dönem içinde, bu zaman zarfında Urantia üzerinde toplanmış göksel birliklerin kişisel emrine sahip haldeki İsa’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi, endişe içinde bekleyen gözlemcilere şu sözleri söylemişti:
189:0.2 (2020.2) “İçlerinizden bir tanesi bile, Yaratan-babanızın yaşama geri dönüşüne yardım etmede en ufak bir şey dahi yapamaz. Âlemin bir fanisi olarak o fani ölümü deneyimlemiştir; Bir evrenin Egemeni olarak o hala yaşamaktadır. Gözlemlemiş olduğunuz şey, Nasıralı İsa’nın beden içindeki yaşamından morontia içindeki yaşamına olan fani taşınmasıdır. Bu İsa’nın ruhani taşınması, ben kendimi onun kişiliğinden ayırmış olduğum anda tamamlanmıştır; ve, ben böylece sizlerin geçici yöneticisi haline geldim. Sizlerin Yaratan-babanız; maddi dünyalar üzerindeki ölümden doğal ölüm vasıtasıyla ve morontianın yeniden dirilişi aracılığıyla gerçek ruhaniyet mevcudiyet düzeyine olan geçiş halindeki kendi fani yaratılmışlarının bütüncül deneyimden geçmeyi tercih etmiş bulunmaktadır. Bu deneyimin belirli bir fazını sizler kısa bir süre içinde gözlemleyeceksiniz; ancak, sizler, buna katılamayacaksınız. Yaratılmış için olağan bir biçimde gerçekleştirdiğiniz şeyleri Yaratan için gerçekleştiremezsiniz. Bir Yaratan Evlat, kendi içinde, yaratılmış evlatlarının herhangi birinin bünyesinde kendisini bahşetme gücüne sahiptir; o kendi içinde, gözlenebilir yaşamını öne serme ve onu tekrar alma gücüne sahiptir; ve, o bu güce, Cennet Baba’nın doğrudan emri neticesinde sahiptir, ve ben neden bahsetmekte olduğumu çok iyi biliyorum.”
189:0.3 (2020.3) Onlar Kişileşmiş Düzenleyici’nin bu şekilde konuştuğunu duyduklarında, Cebrail’den başlayarak en aşağıdaki çocuksu meleğe kadar, onların hepsi, endişeli bir bekleme tutumunu takınmışlardı. Onlar, İsa’nın fani bedeninin mezar içinde olduğunu görmüşlerdi; onlar, sevgili Egemenleri’nin evren etkinliğinde bulunduğuna dair izleri fark etmişlerdi; ve, bu türden bir olgular bütününü anlamayan bir biçimde, sabırlı bir biçimde gelişmeleri beklediler.
189:1.1 (2020.4) Pazar sabahı saat iki kırk beşte, yedi bilinmeyen Cennet kişiliğinden meydana gelmekte olan, Cennet vücutlaşım heyeti olay yerine varmış olup, derhal kendilerini mezar çevresinde konumlamışlardı. Saat iki elli de, maddi ve morontia etkinliklerinin birleştiği yoğun titreşimler Yusuf’un yeni kabrinden gelmeye başlamıştı, ve M.S. 30’da, Nisan’ın 9’u olan bu Pazar sabahı üç elli de Nasıralı İsa’nın yeniden dirilmiş olan morontia biçimi ve kişiliği mezardan gelmişti.
189:1.2 (2021.1) Yeniden dirilmiş olan İsa defin mezarından geldikten sonra, neredeyse otuz altı yıl boyunca yaşamış ve yeryüzü üzerinde mevcut kılınmış olan onun bedeni, Yusuf ve onun birliktelikleri tarafından Cuma öğleden sonrası defnedilmiş olduğu gibi aynen, keten çarşafa sarılı halde bozulmadan kabir oyuğunda hala yatmaktaydı. Ne de kabrin önündeki kaya herhangi bir biçimde yerinden oynatılmıştı Pilatus’un mührü hala yerindeydi; askerler hala gözetir konumdaydı. Mabet muhafızları devamlı bir görev içindeydi; Romalı muhafızlar gece vakti değişmişti. Bu gözetçilerden hiç biri bekler oldukları şeyin mevcudiyetin yeni ve daha yüksek bir türüne yükseltilmiş oluşundan kuşku duymamıştı ve, beklemekte oldukları bedenin bu aşamada, İsa’nın kurtarılmış ve yeniden dirilmiş olan morontia kişiliği ile hiçbir ilişkisi bulunmayan terk edilmiş bir örtü olduğundan.
189:1.3 (2021.2) İnsanlık, kişisel olan her şeyde maddenin morontianın iskeleti ve her ikisinin de kalıcı olan ruhaniyet gerçekliğinin yansımasal gölgesini olduğunu anlamada yavaştır. Zamanı ebediyetin hareket eden imgesi ve mekânı Cennet gerçekliklerin yüzen gölgesi olarak görmeniz için daha ne kadar süre geçecek?
189:1.4 (2021.3) Yargılayabildiğimiz kadarıyla, bu evrenin hiçbir varlığının veya başka bir evrenin herhangi bir kişiliğinin Nasıralı İsa’nın bu morontia yeniden dirilişi ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Cuma günü o yaşamını âlemin bir fanisi olarak vermiştir; Pazar sabahı o yaşamını, Norlatiadek’te Satania sisteminin bir morontia varlığı olarak tekrar almıştır. İsa’nın yeniden dirilişine dair anlamadığımız birçok şey bulunmaktadır. Ancak bizler, onun bizlerin ifade ettiği biçimde gerçekleştiğini ve yaklaşık olarak belirtilen zamanda gerçekleştiğini bilmekteyiz. Bizler aynı zamanda, bu fani taşınma, veya morontia yeniden dirilişi, ile ilişkili olan bilinir haldeki olguların tümünün, tam da orada, İsa’nın fani maddi kalıntılarının defin kıyafetleri içinde sarılı bulunduğu yer olan Yusuf’un yeni kabrinde ortaya çıkmış olduğunu kayıt altına alabiliriz.
189:1.5 (2021.4) Bizler, yerel evrenin hiçbir varlığının bu morontia uyanışına katılmamış olduğunu biliyoruz. Bizler, kabri çevreleyen Cennetin yedi kişiliğini görmüş bulunmaktayız; ancak, bizler, onların Üstün’ün uyanışı ile ilgili olarak herhangi bir şey gerçekleştirmiş olduğunu görmedik. Tam da kabrin üzerinde olarak, İsa Cebrail’in yanı başında ortaya çıkar çıkmaz, Cennet’ten gelen yedi kişilik Uversa için kendilerinin derhal ayrılma isteklerine işaret etti.
189:1.6 (2021.5) Şu ifadelerde bulunarak İsa’nın yeniden dirilişine dair kavramsallaşmayı sonsuza kadar açık hale getirelim:
189:1.7 (2021.6) 1. Onun maddi veya diğer bir değişle fiziksel bedeni, yeniden diriliş kişiliğinin bir parçası değildi. İsa kabirden geldiğinde, onun bedeni oyukta rahatsız edilmemiş halde kalmaya devam etmişti. O defin mezarından, giriş önündeki kayaları hareket ettirmeden ve Pilatus’un mührünü bozmadan ortaya çıkmıştı.
189:1.8 (2021.7) 2. O kabirden bir ruhaniyet veya Nebadonlu Mikâil olarak ortaya çıkmamıştı o, Urantia üzerindeki fani beden sureti içindeki vücutlaşımından önce sahip olduğu gibi, Yaratan Egemen bütünlüğü içinde ortaya çıkmamıştı.
189:1.9 (2021.8) 3. O Yusuf’un bu kabrinden, yeniden diriltilmiş morontia yükseliş varlıkları gibi, morontia kişiliklerinin sureti içinde bu Satania yerel sistemine ait ilk malikâne dünyalarının yeniden diriliş odalarından ortaya çıkmıştı. Ve, birinci malikâne dünyasındaki yeniden diriliş odalarının geniş bahçesinin merkezde bulunan Mikâil anıtının varlığı, Üstün’ün Urantia üzerindeki yeniden dirilişinin malikâne dünyaları sisteminin bu ilkinde gerçekleşmiş olduğu varsayımımızı bir biçimde güçlendirmektedir.
189:1.10 (2022.1) Kabirden yükselmesiyle İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu ilk şey Cebrail’i karşılamak ve kendisine evren olaylarını Emanuel’in altında devam etmesine emretmek olmuştu; ve, bunun ardından, o Melçizedekler'in başına, kardeşsel selamlarını Emanuel’e göndermelerine salık vermişti. O bunun üzerine Edentia’nın En Yüksek Unsuru’ndan, Zamanın Ataları’nın kendi fani geçişini onaylamasını istemişti; ve, Yaratanlarını düzeylerinin bir varlığı olarak selamlamak ve kabul etmek için burada toplanmış bulunan, yedi malikâne dünyanın bir araya gelmiş morontia topluluklarına dönen bir biçimde, İsa fani-sonrası sürecinin ilk kelimelerini söylemişti. Morontia İsa şunu söylemişti: “Beden içindeki yaşamımı tamamlamış olarak, ben, yükseliş yaratılmışlarımın yaşamını daha bütüncül bir biçimde bilebilmek ve Cennet içindeki Babamın iradesini daha ileri bir biçimde açığa çıkarabilmek için burada geçiş bütünlüğü içinde kısa bir süreliğine vakit geçirmek istiyorum.”
189:1.11 (2022.2) İsa bu şekilde konuştuktan sonra, Kişileşmiş Düzenleyicisi’ne işaret etmişti; ve, yeniden dirilişi gözlemlemek için Urantia üzerinde bir araya gelmiş olan tüm evren usları derhal ilgili evren görevlerine gönderilmişlerdi.
189:1.12 (2022.3) İsa bu aşamada, morontia düzeyi ilişkilerine başlamıştı bir yaratılmış olarak o, Urantia üzerinde kısa bir süreliğine yaşamayı tercih etmiş bulunduğu yaşamın gereklilikleriyle tanıştırılmıştı. Morontia dünyasına olan bu tanıştırılma, dünya zamanının bir saatinden biraz daha fazla süre almış olup, beden içindeki eski birliktelikleriyle iletişimde bulunma arzusuyla iki kez kesintiye uğramıştı bu birliktelikler Kudüs’ten, onun yeniden dirilişimim kanıtı olarak gördükleri boş kabre bakmak için gelmişlerdi.
189:1.13 (2022.4) Bu aşamada — İnsan Evladı’nın morontia yeniden dirilişi olarak — İsa’nın fani taşınması tamamlanmıştı. Maddi ve ruhsal olarak yarı-yol halindeki bir kişilik olarak Üstün’ün geçişsel deneyimi başlamıştı. Ve, o bunların tümünü kendi içindeki güç ile gerçekleştirmişti; hiçbir kişilik ona herhangi bir biçimde yarımda bulunmamıştı. O bu aşamada morontialı İsa olarak yaşamış olup, bu morontia yaşamına başlarken, maddi bedeni orada kabir içinde rahatsız edilmemiş halde yatmaya devam etmekteydi. Askerler hala gözetim içinde beklemekteydi, ve valinin kayalar çevresindeki mührü hala bozulmamıştı.
189:2.1 (2022.5) Üçü on geçe, yeniden dirilmiş olan İsa Satania’nın yedi malikâne dünyasından gelen bir araya toplanmış morontia kişilikleriyle bütünleşirken, yeniden dirilişin melekleri olarak — başmeleklerin önderi Cebrail’e yaklaşmış olup, İsa’nın maddi bedeni ile ilgili soruda bulunmuştu. Başmeleklerin başı şunu söylemişti: “Bizler Mikâil’in bahşedilme deneyimine ait morontia yeniden dirilişine katılmayabiliriz; ancak, bizler, derhal ayrışma için onun fani kalıntılarının gözetimimize alınmasını arzu etmekteyiz. Bizler, maddeyi bütünlüğünden çıkarma yöntemimizi uygulamamızı sunmuyoruz; bizler yalnızca, hızlandırılmış zaman sürecini gerçekleştirmeyi arzu ediyoruz. Egemen’in Urantia üzerinde yaşadığını ve öldüğünü görmüş olmak bizler için yeterlidir; cennetin birlikleri, bir evrenin Yaratanına ve Koruyucusuna ait insan bütünlüğünün yavaşça gerçekleşen ayrışımının sahnesine maruz kalmanın hatırasından kurtarılmış olacaktır. Nebadon’un tamamına ait göksel usların adına, bana Nasıralı İsa’nın maddi bedeninin gözetiminin ve bizlere onun derhal aytışmasını gerçekleştirmek için emrin verilmesini rica ediyorum.”
189:2.2 (2023.1) Ve, Cebrail Edentia’nın kıdemli En Yüksek Unsuru ile görüş alış verişinde bulunduğunda, göksel birliklerin baş melek sözcüsüne, uygun gördüğü biçimde İsa’nın fiziksel kalıntılarının bu türden kurtuluşunu gerçekleştirmek için izin verilmişti.
189:2.3 (2023.2) Başmeleklerin başına izin verildiğinde, o, göksel kişiliklere ait her düzeyin temsilcilerinden meydana gelen sayısız birlik ile birlikte, akranlarının birçoğunun desteğini istemişti; ve, bunun ardından, Urantia yarı-ölümlülerinin yardımıyla, İsa’nın fiziksel bedeninin iyeliğini almaya geçmişti. Ölümün bu bedeni, tamamiyle maddi olan bir yaratımdı o fiziksel olup, tamı tamına bu bütünlükteydi; o, yeniden dirilişin morontia biçimi mühürlenmiş oyuktan kaçamamış olsaydı, kabirden çıkarılamazdı. Belirli yan morontia kişiliklerinin yardımıyla, morontia biçimi, olağan maddeden etkilenmeyen bir biçimde ancak aynı zamanda da âlemlerin fanileri gibi maddi varlıklar tarafından algılanabilir ve onlar tarafından ilişki kurabilir haldeki ruhaniyet türüne getirilebilmektedir.
189:2.4 (2023.3) Onlar, neredeyse anlık olan ayrışmanın soylu ve saygılı kurtuluşu uyarınca İsa’nın bedenini almaya hazır hale geldiklerinde, mabedin girişinden kayaları oynatma görevi ikincil Urantia yarı-ölümlerine verilmişti. Bu iki taştan büyük olanı, bir değirmen taşına çok benzeyen bir biçimde, devasa bir yuvarlak biçimdeydi; ve, o, kayadan yontulmuş bir kanalda, mabedi açmak veya kapatmak için ileri geri itebilmek için, hareket etmekteydi. Gözler haldeki Musevi muhafızlar ve Romalı askerler bu devasa kayanın sabahın karanlık saatlerinde kendi kendine — bu türden bir hareket için hiçbir aracı kullanılmaksızın — mabedin girişinden açıldığını gördüklerinde, korku ve panikle dolmuşlardı ve, onlar olay yerinden bir çırpıda kaçmışlardı. Museviler, mabetteki kumandanlarına bu yaşananları bildirmek için geri döndükten sonra evlerine kaçmışlardı. Romalılar Antonia kalesine kaçmış olup, görmüş oldukları şeyleri o görevine gelir gelmez centuriona bildirmişlerdi.
189:2.5 (2023.4) Musevi önderler, İsa’dan sözde kurtuluşun ahlaksız sürecine ihanetkar Yudas’a rüşvet önererek başlamışlardı ve, bu aşamada, bu utandırıcı durum ile karşı karşı kalındığında, konumlarını terk etmiş olan muhafızlarını cezalandırmayı düşünmek yerine, bu muhafızlara ve Romalı askerlere rüşvet önermek zorunda kalmışlardı. Onlar bu yirmi kişinin her birine bilirli miktarda para önemiş olup, herkese şu şekilde söylemelerini emretmişlerdi: Gece vakti uyurken, onun takipçileri gelip bedeni bizlerden aldı.” Ve, Musevi önderleri, onların bir rüşveti kabul etmiş oldukları valinin kulağına gidecek olursa kendilerini Pilatus’un önünde savunacaklarına dair en yüksek sözleri vermişlerdi.
189:2.6 (2023.5) İsa’nın yeniden dirilişine dair Hıristiyan inanışı, “boş mezara” dair gerçekliğe dayanmıştı. Mezarın boş olması gerçekten de bir gerçekti, ancak bu yeniden dirilişin gerçekliği değildi. Mezar gerçekten de ilk inananlar ulaştığında boştu, ve Üstün’ün kuşku duyulmaz yeniden dirilişi ile ilişkili halde bu gerçek, şu gerçek olan bir inanışın oluşturulmasına neden oldu: İsa’nın maddi ve fani bedeni mezardan yükseltilmişti. Ruhsal gerçeklikler ve ebedi değerler ile ilişkili olan gerçeklik, her zaman, bariz gerçekliklerin bir bileşimi üzerine inşa edilemez. Her ne kadar bireysel gerçekler maddi bir biçimde gerçek olsa da, bu gerçeklerin bir topluluğunun ilişkileminin doğrudan bir biçimde gerçeksel ruhsal yargılara çıkacağı anlamına gelmez.
189:2.7 (2023.6) Zamanın gecikmeleri ve fani ayrışmanın ve maddi bozumlumun olağan ve görünebilir haldeki süreçleri işlemeden, “tozdan toza” olan bir dönüş halinde, özel ve benzersiz bir ayrışmayı sağlamaları için göksel birliklere iznin verilmiş olması sebebiyle Yusuf’un mezarı boştu, İsa’nın yeniden yaşama döndürüldüğü veya yeniden diriltildiği için değil.
189:2.8 (2024.1) İsa’nın fani kalıntıları, tüm insan bedenlerini niteleyen elementsel ayrışımın aynı doğal sürecinden geçmişti; ayrışımın bu doğal biçiminin nihayeten, neredeyse anlık hale getirilen bir biçimde çabuklaştırılmış halde, fazlasıyla hızlandırılmış olması dışında.
189:2.9 (2024.2) Mikâil’in yeniden dirilişinin gerçek kanıtları doğası bakımından ruhsaldır, her ne kadar bu öğreti yeniden dirilmiş olan morontia Üstünü ile buluşmuş, onu tanımış ve kendisiyle bir araya gelmiş olan âlemin birçok fanisinin tanıklığı ile doğrulanmakta olsa da. O, Urantia’da nihai olarak ayrılmadan önce neredeyse bin insan varlığının kişisel deneyiminin bir parçası haline gelmişti.
189:3.1 (2024.3) Bu Pazar sabahı dört buçuktan biraz sonra, Cebrail başmelekleri yanına toplamış olup, Urantia üzerindeki Âdemsel yazgı döneminin sonlanışıyla gelen genel yeniden dirilişi başlatmak için hazırlanmıştı. Bu büyük olay ile ilişkili olan yüksek meleklerin ve çocuksu meleklerin geniş bir birliği uygun bir düzen içinde harekete geçtiğinde, morontia Mikâil’i, şunu söyleyen bir biçimde, Cebrail’in karşısında belirdi: “Babam kendi içinde yaşama sahip olduğu gibi, onu kendisi içinde yaşama sahip olması için Evlat’a vermiştir. Her ne kadar ben evren karar yetkimi kullanmaya henüz bütünüyle devam etmiş olmasam da, bu kendi kendime getirmiş olduğum kısıtlama hiçbir biçimde uyuyan evlatlarım üzerindeki bahşedilme yaşamını kısıtlamamaktadır; geleneksel yeniden diriliş çağrı listesini duyurma başlasın.”
189:3.2 (2024.4) Başmeleklerin döngüsü bu dönemde ilk kez Urantia’dan faaliyet göstermişti. Cebrail ve başmelek birlikleri, gezgenin ruhsal kutup noktalarına hareket etmişti; ve, Cebrail işaret verdiğinde, şunu söyler bir halde, malikâne dünyaların sisteminin ilkine Cebrail’in sesi yansımıştı: “Mikâil’in emriyle, bir Urantia yazgı dönemine ait ölüler ayağa kalksın!” Bunun ardından, Âdem döneminden beri uykuya düşmüş olan ve karara hâlihazırda gitmemiş bulunan, Urantia’nın insan ırklarına ait hayatlarını sürdüren her bir kişi, morontia töreni için hazırlanmak için mansonianın yeniden diriliş odalarında belirdi. Ve, bir an içerisinde yüksek melekler ve onların birliktelikleri malikâne dünyaları için ayrılmaya hazır hale geldi. Olağan bir koşulda, bu kurtulan fanilerin topluluk gözetimine bir kez atanmış haldeki, yüksek meleksel koruyucular mansonianın yeniden diriliş odalarında onların uyandıkları an hazır halde bulunacaklardı ancak, onlar bu zaman zarfında bu dünyanın kendisinde bulunmaktaydı çünkü İsa’nın morontia yeniden dirilişi ile ilişkili olarak Cebrail’in burada bulunması gerekmekteydi.
189:3.3 (2024.5) Her ne kadar Âdem ve Havva döneminden sonraki çağlar boyunca kişisel yüksek meleksel koruyuculara sahip olan sayısız birey ve ruhsal kişilik ilerleyişinin gerekli kazanımlarını elde emiş kişiler mansoniaya ilerlemiş bulunsa da, ve orada Urantia evlatlarının birçok özel ve bin yılsal yeniden dirilişleri gerçekleşmiş olsa da, bu gezegensel çağrı duyuruşlarının üçüncüsü veya diğer bir değişle bütüncül yazgı dönem yeniden dirilişleriydi. Onların ilki Gezegensel Prens’in varışı zamanında ortaya çıkmıştı ikincisi Âdem zamanında ve üçüncü olarak bu, Nasıralı İsa’nın, fani taşınması olarak, morontia yeniden dirilişini simgelemişti.
189:3.4 (2024.6) Gezegensel yeniden dirilişin işareti başmeleklerin önderi tarafından alındığında, İnsan Evladı’nın Kişileşmiş Düzenleyicisi, yerel evrenin tüm bu evlatlarını ilgili kumandanlarının yönetim yetkisine geri veren bir biçimde, Urantia üzerinde bir araya gelen göksel birlikler üzerindeki yönetim yetkisini bıraktı. Ve, o bunu gerçekleştirdiğinde, Mikâil’in fani taşınmasının tamamlanışını Emanuel ile kayıt altına almak için Salvington’un yolunu tutarak ayrıldı. Ve, onu derhal, Urantia üzerinde görevde bulunması gerekmeyen göksel birliğin tamamı eşlik etti. Ancak, Cebrail, morontia İsa ile birlikte Urantia’da kalmaya devam etti.
189:3.5 (2025.1) Ve, bu, kısmi ve kısıtlı insan görüşünün sınırlamalarından özgür halde, gerçekte neyin gerçekleşmiş olduğunu görmüş olanlar tarafından izlenmiş olduğu haliyle İsa’nın yeniden dirilişine ait olayların aktarımıdır.
189:4.1 (2025.2) Bu erken Pazar sabahı İsa’nın yeniden diriliş vaktine yaklaştığımızda, on iki havarinin, Üstünleri ile birlikte son akşam yemekleri boyunca uzandıkları koltukların tam da üzerinde istirahat eden bir biçimde, üst odada uyudukları yer olan İlyas ve Meryem Markus’un evinde konaklamakta olduğu hatırlanmalıdır. Bu Cuma sabahı Tomas haricinde onların tümü burada toplanmıştı. Tomas geç Cumartesi gecesi onlar ilk kez bir araya geldiğinde birkaç dakikalığına onlar ile birlikteydi; ancak, İsa’nın başına neyin gelmiş olduğu düşüncesiyle beraber, havarileri görmek onun için kaldıracağından fazla bir şeydi. O birlikteliklerine bakıp, sıkıntıları için yalnız bir biçimde yas tutacağını düşündüğü yer olan Bethpage’deki Şimon’un evine giden bir biçimde, odadan derhal ayrıldı. Havarilerin tümü acı çekmişti, ancak onlar, kuşku ve umutsuzluk yerine korku, yas ve utançtan sıkıntı çekmişlerdi.
189:4.2 (2025.3) Nikodemus’un evinde onlar, Davud Zübeyde ve Arimethealı Yusuf ile ve İsa’nın Kudüs takipçilerinin daha önde gelenlerinden olan on iki ile on beş kişi arasında değişen kişi ile birlikte bir araya toplanmışlardı. Arimathealı Yusuf’un evinde, önde gelen kadın inananların on beş veya yirmisi bulunmaktaydı. Yalnızca bu kadınlar Yusuf’un evinde konaklamış olup, Şabat günü boyunca ve Şabat’tan sonraki akşam mezardaki gözetler haldeki askeri korumalara görünmemek için burada bir arada durmuşlardı ne de onlar, ikinci bir kayanın mezar önünden oynatılmış olduğunu ve bu iki kayanın da Pilatus’un mührü altına yerleştirilmiş olduğunu öğrenmişlerdi.
189:4.3 (2025.4) Bu Pazar sabahı üçten biraz önce, günün ilk ışıkları doğuda ortaya çıkmaya başladığında, kadınların beşi İsa’nın mezarı için yola koyulmuşlardı. Onlar, özel mumyalama losyonlarının fazlaca bir miktarını hazırlamış olup, kendileriyle birlikte birçok keten çarşafı taşımışlardı. Onların amacı, İsa’nın bedenine ölüm kutsamasını daha bütüncül bir biçimde vermek ve onu yeni çarşaflarla daha dikkatli bir biçimde sarmalamaktı.
189:4.4 (2025.5) İsa’nın bedenini kutsamanın bu görevine gitmiş olan kadınlar şunlardı: Mecdelli Meryem, Alpheus ikizlerinin annesi Meryem, Zübeyde kardeşlerinin annesi Şalomi, Çuza’nın eşi Yoanna ve İskenderiyeli Ezra’nın kızı Susanna.
189:4.5 (2025.6) Özlü yağlarla yüklü beş kadın boş kabrin önüne ulaştığında saat üç buçuk sularıydı. Onlar Şam köprüsünden çıktıklarında, belirli bir ölçüde panik içinde şehre doğru kaçan belirli bir sayıdaki askerle karşılaşmışlardı ve, bu onların birkaç dakikalığına durmalarına neden olmuştu; ancak, başka hiçbir şey yaşanmadığında, onlar yolculuklarına devam etmişlerdi.
189:4.6 (2025.7) Onlar, mezarın girişinden taşların çekilmiş olduğunu görmeleri karşısında fazlasıyla şaşkınlığa düşmüşlerdi; zira onlar evden çıkarken kendilerine “Taşları çekmede bizlere kim yardım edecek” şeklinde soru sormuşlardı. Onlar yüklerini indirmiş ve birbirlerine korku ve büyük şaşkınlık içinde bakmaya başlamışlardı. Onlar burada korku içinde titrer halde dururken, Mecdel küçük olan kaya etrafından yolu bulmaya çalışıp, açık oyuğa girmeye cüret etmişti. Yusuf’un bu mezarı, yolun doğu yakasındaki tepe kenarı üzerinde bulunan bahçesindeydi; ve, o aynı zamanda doğuya bakmaktaydı. Bu saatte Meryem’in Üstün’ün bedeninin bırakılmış olduğu yeri görüp, onun gitmiş olduğunu anlayacak kadar yeni günün yeterli yeni ışığı bulunmaktaydı. İsa’nın bırakılmış olduğu kaya oyuğunda, Meryem yalnızca, onun başının yaslatılmış olduğu katlanmış mendili ve göksel birlikler bedeni kaldırmadan önce taşta dururken bütünüyle sarılmış olduğu boş sargıları görmüştü. Örten çarşaf gömü oyuğunun ucunda durmaktaydı.
189:4.7 (2026.1) Meryem birkaç anlığına mezarın kapı eşiğinde bekledikten sonra (o kabre ilk girdiğinde burayı kesin bir biçimde seçememişti), İsa’nın bedeninin gitmiş olduğunu ve onun yerine yalnızca bu defin örtülerinin bulunduğunu görmüş olup, endişe ve mutsuzluğunun bir haykırışında bulunmuştu. Kadınların tümü aşırı bir biçimde ne yapacaklarını bilmez haldeydi; onlar, şehir kapısında panik içindeki askerleri gördüklerinden beri bıçak sırtı üzerindelerdi; ve, Meryem bu mutsuzluk haykırışında bulunduğunda, onlar dehşete kapılmış olup, çabucak buradan kaçmışlardı. Ve, onlar, Şam kapısına kadar koşana kadar bir an olsun durmamışlardı. Bu zaman zarfında Yoanna Meryem’i yalnız bırakmış olduğunun farkına varmış olup, vicdan azabı duymuştu; o kendisini eşlik edenleri harekete geçirmiş olup, beraberce kabrin yolunu geri tutmuşlardı.
189:4.8 (2026.2) Onlar oyuğun yakınına ilerlerken, kabirden dışarı çıktığında kardeşlerini bekler halde bulamamış olduğunda daha da dehşet içine kapılmış halde, korku içindeki Mecdelli, bu aşamada onlara doğru koşup, heyecan içinde şöyle haykırmıştı: “O burada değil — onlar onu almış!” Ve, Meryem onları kabre geri götürüp, onların tümü hep birlikte kabrin boş olduğunu görmüşlerdi.
189:4.9 (2026.3) Beş kadının beşi de bunun sonrasında, giriş yakınındaki kaya üzerine oturup, mesele üzerine konuşmaya başlamışlardı. Onlar Şabat günü beraber olup, bedenin başka bir kabir yerine götürülmüş olduğunu düşündüler. Ancak, onlar çıkmazlarına aydınlık getirecek bu türden bir şeyi düşündüklerinde, mezar örtülerinin düzenli bir biçimde yerli yerinde bulunuşunu açıklayamamışlardı sargıların tam da kendisi yerinde dururken ve defin rafında olduğu gibi dururken beden nasıl olurda götürülmüş olabilirdi?
189:4.10 (2026.4) Bu kadınlar bu yeni günün doğumunun erken saatlerinde orada otururlarken, bir yana bakıp, sessiz ve hareketsiz bir yabancıyı görmüşlerdi. Bir anlığına onlar tekrar korku içine kapılmışlardı ancak, Mecdelli Meryem, ona doğru koşan ve kendisine bahçenin bahçıvanı şeklinde varsaydığı haliyle hitap eden bir biçimde, şunu söyledi: “Üstün’ü nereye götürdün? Onu nereye defnettin? Söyle ki gidip onu alabilelim.” Yabancı Meryem’e cevap vermediğinde, o ağlamaya başladı. Bunun ardından İsa onlara, şunu söyleyen bir biçimde, “Kimi arıyorsunuz?” şeklinde konuştu. Meryem: “Bizler Yusuf’un kabrinde yatırılmış olan İsa’yı arıyoruz ama o gitmiş. Onların kendisini nereye götürdüğünü biliyor musun?” Bunun ardından İsa: “Bu İsa sizlere Celile’de bile, onun öleceği ve tekrar dirileceğini söylemedi mi?” Bu sözler kadınları şaşkınlık içerisine düşürmüştü; ancak, Üstün o kadar değişmişti ki onlar, onun sırtı cılız ışıklara geri dönü halde kendisini henüz tanıyamamışlardı. Ve, onlar İsa’nın bu sözleri üzerine düşünürlerken, o Meedelli’ye, “Meryem” biçiminde bilindik bir sesle hitap etti. Ve, o, oldukça iyi bilinen duygudaş ve şefkatli karşılamanın bu sözünü duyduğunda, onun Üstün’ün sesi olduğunu anlamıştı ve, o derhal, şöyle haykırırken, dizlerine kapanmıştı: “Koruyucum, ve benim Üstünüm!” Ve, diğer kadınların tümü, ihtişamlandırılmış halde kendileri önünde duran kişinin Üstün olduğunu anlamış olup, çabucak önünde diz çökmüşlerdi.
189:4.11 (2027.1) Bu insan gözleri, bu zaman zarfında İsa’ya eşlik etmekte olan belirli morontia kişiliklerinin birlikteliği içindeki dönüştürücülerin ve yarı-ölümlülerin özel hizmetiyle İsa’nın morontia halini görmeleri mümkün hale getirilmişti.
189:4.12 (2027.2) Meryem onun ayaklarını kucaklamayı amaçladığında, İsa şunun söyledi: “Dokunma bana, Meryem, zira be senin beni beden içinde bildiğin halde değilim. Bu halde ben Babaya yükselmeden önce bir süreliğine vakit geçireceğim. Ancak, hepiniz, şimdi gidin ve — ve Petrus’a — dirildiğimi ve sizlerin benimle konuşmuş olduğunuzu söyleyin.”
189:4.13 (2027.3) Bu kadınlar şaşkınlıklarının derin etkisinden kurtulduklarında, şehre doğru acele ile koşmuş olup, başlarına neyin geldiğini başından sonuna kadar on havariye anlatmış oldukları yer olan İlyas Markus’un evine gitmişlerdi. Onlar ilk başta kadınların bir hayal görmüş olduğunu düşünmüşlerdi; ancak, Mecdelli Meryem İsa’nın kendilerine söylemiş olduğu kelimeleri tekrar ettiğinde, ve Petrus kendi ismini duyduğunda, Petrus, Yahya tarafından yakın bir biçimde takip edilir halde, kabre ulaşmak ve bunları kendi gözleriyle görmek için acele ile üst odadan çıkmıştı.
189:4.14 (2027.4) Kadınlar, İsa ile konuşmanın hikâyesini diğer havarilere tekrarlamışlardı ancak, onlar kendilerine inanmayacaklardı ve, onlar, Petrus ve Yahya’nın gerçekleştirdiği gibi olanı biteni kendi kendilerine anlamaya çalışmayacaklardı.
189:5.1 (2027.5) İki havari Golgotha ve Yusuf’un kabri için koştuğunda, Petrus’un düşünceleri korku ve umut arasında gidip gelmişti; o Üstün ile buluşmaktan korku duymaktaydı ancak, o, İsa’nın kendisine özel bir söz gönderme anlatısı karşısında umutlanmıştı. O İsa’nın gerçekten yaşıyor oluşuna yarı gönüllü bir biçimde kani olmuştu; o, üçüncü gün diriliş sözünü hatırlamıştı. Anlatılması zor ama, çarmıhın vaktinden beri onun Kudüs boyunca kuzeye doğru aceleyle hareket ettiği bu vakte kadar bu sözü hatırlamak aklının ucundan geçmemişti. Yahya şehirden aceleyle çıkarken, ruhu neşe ve umudun tuhaf bir coşkunluğuyla dolmuştu. O, kadınların gerçek bir biçimde Üstün’ün yükselmiş olduğunu görmelerine yarı bir biçimde kani olmuştu.
189:5.2 (2027.6) Petrus’tan genç bir halde, Yahya, onu geçmiş olup, mezara ilk önce ulaşmıştı. Yahya, mezara bakan bir biçimde, kapı eşiğinde beklemiş olup, her şey tam da Meryem’in tasvir etmiş olduğu gibiydi. Çok kısa bir süre içinde Şimon Petrus acele ile yetişmiş olup, girmesiyle oldukça tuhaf bir biçimde durmakta olan mezar örtüleriyle aynı boş kabri görmüştü. Ve, Petrus dışarı çıktığında, Yahya’da içeri girip her şeyi gözleri ile görmüştü; ve, bunun ardından onlar, görmüş ve duymuş oldukları şeylerin anlamını yorumlamak için kayanın üstünde oturmuşlardı. Ve, onlar burada otururlarken, kendilerine İsa hakkında söylenmiş olan her şeyi akıllarından geçirmeye başlamışlardı ancak, onlar, neyin yaşanmış olduğunu açık bir biçimde görememişlerdi.
189:5.3 (2027.7) Petrus ilk başta, mezarın talan edildiğini; bedenin düşmanlar tarafından çalınışını ve muhafızların muhtemel bir biçimde rüşvet ile kandırıldığını önermişti. Ancak, Yahya, eğer beden çalınmış olsa mezarın bu kadar düzenli bir biçimde bırakılmayacağının fikrini yürütmüştü; ve, o aynı zamanda, sargıların nasıl arkada bırakıldığı ve bu kadar bariz bir biçimde bozulmamış halde kaldığı sorusunu sormuştu. Ve, tekrar onarın ikisi de, mezar örtülerini daha yakın bir biçimde incelemek için kabre geri gitmişlerdi. Onlar mezardan ikinci defa gelirken, Mecdelli Meryem’i geri dönmüş eve giriş önünde ağlar halde bulmuşlardı. Meryem, İsa’nın mezardan yükseleceğine inanan bir biçimde havarilere gitmişti; ancak, onların tümü kendisinin bildirisine inanmayı reddettiğinde, üzüntüye kapılmış olup, hayal kırıklığına uğramıştı. O, İsa’nın alışıldık sesini duymuş olduğu yer olan kabir yakınına geri dönme arzusu duymuştu.
189:5.4 (2027.8) Meryem, Petrus ve Yahya ayrıldıktan sonra burada vakit geçirmeye devam ederken, Üstün, şunu söyleyen bir biçimde tekrar ona göründü: “Kuşku duyma; gördüğün ve duyduğun şeye inanma cesareti göster. Havarilerime geri dön ve onların tümüne tekrar benim yükseldiğimi, onlara görüneceğimi ve yakın bir süre içinde söz vermiş olduğum gibi onlar önünde gideceğimi söyle.”
189:5.5 (2028.1) Meryem Markus evine acele ile geri gidip havarilere onun İsa ile tekrar konuşmuş olduğunu söyledi; ancak, onlar kendisine inanmayacaklardı. Ancak, Petrus ve Yahya geri döndüğünde, onlar alay etmeye sonlandırmış olup, korku ve dehşetle dolmuşlardı.
Urantia’nın Kitabı
190. Makale
190:0.1 (2029.1) YENİDEN DİRİLMİŞ İSA bu aşamada, âlemlerin bir fanisinin yükseliş morontia sürecini deneyimlemek amacıyla Urantia üzerinde kısa bir süre geçirmeye hazırlanmıştı. Her ne kadar morontia yaşamının bu süreci fani vücutlaşımının dünyasında harcanacak olsa da, o her açıdan, Jerusem’in yedi malikane dünyasının ilerleyen morontia yaşamı boyunca geçen Satania fanilerinin deneyimine eştir.
190:0.2 (2029.2) Yaşam bahşedilişi olarak — İsa’da içkin bulunan ve onun ölümden yükselmesini mümkün kılan bu gücün tamamı, onun krallık inananlarına bahşetmiş olduğu ebedi yaşamın hediyesinin tam da kendisi olup, bu aşamada bile olağan ölümün engellerinden onların yeniden dirilişini kesin hale getirmektedir.
190:0.3 (2029.3) Alemlerin fanileri, İsa’nın mezardan bu Pazar sabahı dirilmiş olduğu günde geçiş veya morontia bedeninin aynı türü ile yeniden diriliş sabahında yükselecektir. Bu bedenler döngü içindeki kana sahip değillerdir; ve, bu türden varlıklar olağan maddi yiyecekle beslenmemektedir; yine de, bu morontia biçimleri gerçektir. Çeşitli inananlar İsa’yı yeniden dirilişinden sonra gördüklerinde, onu gerçekten de görmüşlerdi; onlar bedenlerinin kendilerini kandırmış olduğu hayallerin veya halüsinasyonların kurbanları değillerdi.
190:0.4 (2029.4) İsa’nın yeniden dirilişine dair kalıcı inanç, öncül müjde öğretisinin tüm kollarına ait inancın ana niteliğidir. Kudüs’te, İskenderiye’de, Antakya’da ve Philadelphia’da tüm müjde öğretmenleri Üstün’ün yeniden dirilişinin bu şart koşulmamış inancında birleşmişti.
190:0.5 (2029.5) Mecdelli Meryem’in Üstün’ün yeniden dirilişini duyuşundaki başat rol göz önünde bulundurulduğunda, tıpkı Petrus’un havariler olduğu gibi Meryem’in kadınlar birliğinin ana sözcüsü olduğu kaydedilmelidir. Meryem kadın çalışanlarının başı değildi; o, onların başöğretmeni ve kamu sözcüsüydü. Meryem öncesinde, büyük özene sahip bir kadın hale gelmişti; Yusuf’un bahçesinin çalışanı olarak gördüğü bir kişiyle olan konuşmasındaki cüretkârlık sadece onun mezarı boş buluşundaki dehşeti göstermektedir. Adanmışlığının bütünlüğü olarak, onun sevgisinin derinliği ve şiddeti, onun bir anlığına bir Musevi kadınının bir yabancı kişiye olan yaklaşımının herkes tarafından kabul edilen sınırlarını unutmasına neden olmuştu.
190:1.1 (2029.6) Havariler İsa’nın kendilerinden ayrılmasını istememişlerdi; bu nedenle, onlar, tekrar yükselişine dair sözleri ile birlikte ölümüne dair ifadelerinin tümünü kulak ardı etmişlerdi. Onlar geldiği haliyle yeniden dirilişi beklemiyorlardı ve, onlar, reddedilemez kanıtın zorlaması ve kendi öz deneyimlerinin mutlak kanıtı ile yüzleşene kadar buna inanmayı reddetmişlerdi.
190:1.2 (2030.1) Havariler, İsa’yı gördüklerini ve onunla konuştuklarını sunan beş kadının raporuna inanmayı reddettiğinde, Mecdelli Meryem kabre geri dönmüş olup, diğerleri ise, deneyimlerini kızlarına ve diğer kadınlarına aktarmış oldukları Yusuf’un evine dönmüşlerdi. Ve, kadınlar onların raporuna inanmışlardı. Saat altıdan kısa bir süre sonra, Arimathealı Yusuf’un kızı ve İsa’yı görmüş olan dört kadın, olanların hepsini Yusuf’a, Nikodemus’a, Davud Zübeyde’ye ve burada bir araya gelmiş diğer kişilere anlatmış oldukları yer olan Nikodemus’un evine uğramışlardı. Nikodemus ve diğerleri onların hikayesinden kuşku duymuşlardı İsa’nın ölümden dirilişinden şüphe duymuşlardı onlar, Musevilerin bedeni götürdüklerini varsaymışlardı. Yusuf ve Davud rapora inanma eğilimi göstermişlerdi; o kadar ki, onlar mezarı incelemek için acele ile yetişip, her şeyi kadınların tasvir ettiği gibi bulmuştu. Ve, onlar oyuğu bu halde gören son kişiler olmuştu; zira, yüksek din-adamı yedi buçukta, mezar örtülerini kaldırmak için mabet kumandanını kabre göndermişti. Kumandan onların tümünü keten bir çarşafa sarıp, onları yakındaki bir yükseltiden atmıştı.
190:1.3 (2030.2) Mezardan Davud ve Yusuf doğrudan bir biçimde, on havari ile üst odada bir görüşme düzenlemiş oldukları yer olan İlyas Markus’un evine gitmişlerdi. Yalnızca Yahya Zübeyde, çok küçük bir düzeyde olsa da, İsa’nın ölümden dirilmiş olduğuna inanma eğilimi göstermişti. Petrus ilk başta inanmıştı ancak, o Üstün’ü bulamayınca, büyük kuşkuya düşmüştü. Onların tümü, Musevilerin bedeni kaldırdığına inanma eğilimi göstermişti. Davud onlar ile tartışmayacaktı ancak, o ayrıldığında şunu söyledi: “Sizler havarilersiniz; sizler bu şeyleri anlamalısını. Ben sizlerle tartışmayacağım; yine de, bu sabah bir araya toplanmaları için ulakları görevlendirmiş olduğum Nikodemus’un evine geri dönüp, onlar bir araya gelince kendilerini Üstün’ün yeniden dirilişinin haberleri olarak on göndereceğim. Ben Üstün’ün ölünce, üçüncü gün dirileceğini söylediğini duydum; ve, ben ona inanıyorum” ve, krallığın bu umutsuzluk içindeki ve kendilerini kaybetmiş elçilerine konuşan bir biçimde, iletişimin ve haberin kendi kendisini görevlendirmiş olan bu başı havarilerden ayrılmıştı. Üst odadan yolu üzerinde, havarisel kaynakların tamamını taşır haldeki Yudas’ın kesesini Matta Levi’nin kucağına bırakmıştı.
190:1.4 (2030.3) Davud’un yirmi altı ulağı Nikodemus’un evine vardığında saat dokuz buçuktu. Davud onları çabucak bu geniş bahçede bir araya toplamış olup, kendilerine şu şekilde hitap etmişti:
190:1.5 (2030.4) “İnsanlar ve kardeşler, tüm bu zaman içinde sizler bana ve birbirlerinize vermiş olduğunuz yemin içinde hizmet verdiniz, ve ben sizleri, ellerinize hiçbir zaman bir kez dahi olsun yanlış bilgi vermemiş olduğuma şahitlik etmeye çağırmaktayım. Ben sizleri, krallığın gönüllü ulakları olarak son görevinize göndermek üzere olup, bunu gerçekleştirerek sizleri yeminlerinizden özgür bırakacak ve böylece ulak birliğini dağıtacak olacağım. Üstün artık fani ulaklara ihtiyaç duymamaktadır; o ölümden dirilmiştir. O bizlere onlar kendisini tutuklamadan önce ölüp, üçüncü gün tekrar dirileceğini söylemiştir. Ben kabri gördüm — kabir boş. Ben, İsa ile konuşmuş olan Mecdelli Meryem ve dört diğer kadınla konuştum. Ben şimdi sizleri dağıtıyor, elvedalarımı sunuyor ve sizleri ilgili görevlerinize gönderiyorum; ve, inananlara taşıyacağınız ileti şudur: ‘İsa ölümden dirildi; mezar boş.’”
190:1.6 (2030.5) Burada mevcut bulunanların büyük bir çoğunluğu bunu yapmaması için Davud’u ikna etmeye çabaladı. Ancak, onlar kendisini etkileyemedi. Onlar bunun ardından ulakların akıllarını çelmeye çalıştı ancak, onlar, kuşkunun sözlerine kulak vermeyeceklerdi. Ve böylece, bu Pazar sabahında saat ondan biraz önce, bu yirmi altı ulak, yeniden dirilmiş olan İsa’nın güçlü gerçeklik-gerçeğinin ilk habercileri olarak yola çıkmıştı. Ve, onlar bu göreve, Davud Zübeyde’ye ve birbirlerine olan sözlerini yeri getirme içinde, tıpkı diğerlerini gerçekleştirdikleri gibi çıkmışlardı. Bu kişiler Davud’ büyük bir güven duymaktaydılar. Onlar bu görev için, İsa’yı görmüş olanlarla konuşarak vakit geçirmeden bile ayrılmışlardı. Onların büyük bir çoğunluğu Davud’un kendilerine söylemiş olduğu şeye inanmışlardı ve, bir ölçüde kuşku duymuş olanlar bile iletiyi aynı kesinlik ve çabuklukta taşımışlardı.
190:1.7 (2031.1) Krallığın ruhsal birliği olarak, havariler; insanlığın kardeşliğine dair Üstün’ün müjdesinin toplumsallışımındaki bu ilk girişimi temsil eden bir biçimde bu tabancılar bu korkusuz ve verimli önderin emirleri altında bir dünya ve bir evrenin yükselmiş Kurtarıcısını duyurmak için yola çıkarken, korkuyu dışa vurmuş ve şüpheleri ifade etmiş oldukları yer olan üst odada bir araya gelmişti. Ve, onlar bu çok önemli hizmete, seçili temsilcileri onun sözüne inanmaya gönüllü olmadan ve şahitlerin kanıtını kabul etmeden önce katılmışlardı.
190:1.8 (2031.2) Bu yirmi altılı, Bethani’deki Lazarus’un evine ve güneydeki Berşeba’dan kuzeydeki Şam ve Şidon’a, doğudaki Philadelphia’dan ve Batı’daki İskenderiye’ye uzanan bir biçimde inanan merkezilerinin tümüne ve gitmişlerdi.
190:1.9 (2031.3) Davud kardeşlerinden ayrıldığında, o annesi için Yusuf’un evine uğramıştı ve, onlar daha sonra, İsa’nın bekler haldeki ailesine katılmak için Bethani’ye gitmişlerdi. Davud burada Bethani’de, dünyasal iyeliklerinden kurtulana kadar Marta ve Meryem ile beraber kalmışlardı ve, Davud onlara, kardeşleri Lazarus’a Philadelphia’da katılmak için yolculuklarında eşlik etmişti.
190:1.10 (2031.4) Bu dönemde yaklaşık olarak bir hafta içinde İsa’nın annesi olan Meryem’i Bethsayda’daki kendi evine götürmüştü. İsa’nın en büyük kardeşi olan Yakub ailesiyle birlikte Kudüs’te kalmaya devam etmişti. Ruth, Lazarus’un kız kardeşleri ile birlikte Bethani’de kalmaya devam etmişti. İsa’nın ailesinin geri kalanı Celile’ye geri dönmüştü. Davud Zübeyde, İsa’nın en küçük kız kardeşi olan Ruth ile evlendiği günün ertesi, erken Haziran’da, Philadelphia için Marta ve Meryem ile birlikte Bethani’den ayrılmıştı.
190:2.1 (2031.5) Morontia yeniden dirilişi anından yukarıdaki ruhaniyet yükseliş vaktine kadar İs, yeryüzü üzerindeki inananları tarafından görülebilen bütünlük içerisinde on dokuz ayrı görünümde bulundu. O düşmanlarına görünmedi; ne de görünebilir bütünlüğündeki dışavurumundan ruhsal bir biçimde faydalanmayacak olanlara. Onun ilk görünüşü mezardaki beş kadınaydı onun ikinci görünümü, yine mezarda olan Mecdelli Meryem’eydi.
190:2.2 (2031.6) Üçüncü görünüm, Bethani’deki bu Pazarın öğlen sularında ortaya çıkmıştı. Öğleden kısa bir süre sonra, İsa’nın en büyük erkek kardeşi Yakub, Marta ve Meryem’in yeniden diriltilmiş kardeşinin boş mezarı önünde Lazarus’un bahçesinde durmaktaydı o burada aklında, Davud’un ulağı tarafından yaklaşık olarak bir saat önce verilmiş olan haber üzerine düşünmekteydi. Yakub her zaman, en büyük ağabeyinin yeryüzü üzerindeki görevine inanma eğilimi göstermişti; ancak, p uzunca bir süre boyunca İsa’nın çalışmalarına dair iletişimi yitirdiği için, İsa’nın Mesih oluşuna dair havarilerin daha sonraki ifadelerine dair çok büyük kuşkulara düşmüştü. Bütün aile şaşkınlık çerisine düşmüş olup, ulak tarafından getirilmiş olan haberler karşısında neredeyse ne düşüneceklerini bilmez hale gelmişti. Yakub Lazarus’un boş mezarı önünde dururken, Mecdelli Meryem olay yerine gelip, Yusuf’un mezarındaki erken sabah saatlerindeki deneyimlerini heyecanlı bir biçimde aileye aktarmaktaydı. O anlatımını tamamlamadan önce Davud Zübeyde ve onun annesi buraya ulaştı. Ruth, tabii ki, rapora inanmıştı, ve Davud ve Şalomi ile konuştuktan da Yude de.
190:2.3 (2032.1) Bu zaman zarfında, onlar Yakup’u ararken ve kendisini bulmadan önce, mezar yakınındaki bahçede orada dururken, sanki biri omzuna dokunmuş gibi, yakında bulunan bir mevcudiyetin farkına vardı ve, o bakmak için döndüğünde, yanı başında tuhaf bir bütünlükteki şeyin kademeli olarak ortaya çıkışını seyretti. O konuşamayacak kadar şaşkınlığa düşmüş ve kaçamayacak kadar korkuya kapılmıştı. Ve, bunun ardından, tuhaf bütünlük, şunları söyler bir biçimde konuşmuştu: “Yakub, ben seni krallığın hizmetine çağırmak için geldim. Kardeşlere içten ellerle katıl ve beni takip et.” Yakup kendi isminin söylenmiş olduğunu duyduğunda, kendisine seslenmiş olan kişinin en büyük ağabeyi olan İsa olduğunu tanımıştı. Onların hepsi bir ölçüde, Üstün’ün morontia halini tanımada güçlük çekmişlerdi; ancak, onların çok azı onun sesini veya aksi hallerde kendileriyle birlikte bir kez konuşmaya başladığındaki büyüleyici kişiliğini tanımada bir çeşit güçlük yaşamışlardı.
190:2.4 (2032.2) Yakup İsa’nın kendisine seslendiğini algıladığında, şunu haykıran bir biçimde, dizlerine kapanmaya başladı: “Benim babam ve ağabeyim,” ancak İsa ondan ayağa kendisiyle konuşurken ayağa kalkmasını istedi. Ve, onlar, bahçe boyunca yürüyüp, neredeyse üç dakika boyunca konuştular; eski günlere ait deneyimlerden ve yakın gelecekteki olayların öngörüşü üzerinde konuştular. Onlar eve yaklaştıklarında, İsa: “Elveda, Yakub, sizleri hep beraber selamlayana kadar.”
190:2.5 (2032.3) Yakub şunu haykıran bir biçimde eve doğru koşarken, onlar kendisini Bethpage’de aramaktaydı: “Ben İsa’yı gördüm ve onunla konuştum, onunla sohbet ettim. O ölü değil; o dirildi. O gözlerimin önünde, şunu söyleyen bir biçimde, kayboldu: ‘Sizlerin hepinizi hep beraber karşılayana kadar elveda.’” Yude geri döndüğünde o sözünü daha bitirmemişti bile, ve o Yude’nin yararına İsa ile bahçede sohbet etme deneyimini tekrar anlattı. Ve, onların tümü İsa’nın yeniden dirilişine inanmaya başladı. Yakub bu aşamada, Celile’ye geri dönmeyeceğini bildirdi, ve Davud şunu haykırdı: “O yalnızca heyecan dolu kadınlar tarafından görülmedi; kolay kolay etkilenmeyen erkekler bile onu görmeye başladı. Ben onu kendim göreceğimi bekliyorum.”
190:2.6 (2032.4) Ve, Davud uzun süre beklemedi; zira, İsa’nın fani tanınma için dördüncü ortaya çıkışı tam da Marta ve Meryem’in bu evinde saat ikiden kısa bir süre önce ortaya çıktı İsa bu sefer, tamamı yirmi kişiden oluşan yeryüzü ailesi ve arkadaşlarının önünde ortaya çıktı. Üstün şunu söyleyen bir biçimde, açık olan arak kapıda ortaya çıktı: “Huzur sizler üzerinize olsun. Beden içinde bir kez bana yakın olanlara selam ve cennetin krallığı içindeki erkek ve kız kardeşlerim için birliktelik diliyorum. Nasıl olur da kuşku duyarsınız? Bütün bir kalple gerçekliğin ışığını takip etmeyi tercih etmeden önce neden bu kadar beklediniz? Gelin, bu nedenle, Baba’nın krallığı içindeki Gerçekliğin Ruhaniyetine ait birlikteliğe, hepiniz.” Onlar şaşkınlıklarının ilk dalgasından kurtulmaya başladıklarında ve onunla kucaklaşmak istercesine kendisine yaklaştıklarında, İsa görünüşlerinden kaybolmuştu.
190:2.7 (2032.5) Onların tümü neyin gerçekleşmiş olduğuna dair kuşku duyan havarilere anlatmak için şehre doğru koşmayı istemişlerdi ama Yakub onları engelledi. Yalnızca Mecdelli Meryem’e Yusuf’un evine geri dönme izni verilmişti. Yakub, bahçe içinde konuşurlarken İsa’nın kendisine söylemiş olduğu belirli şeyler nedeniyle bu morontia ziyareti gerçekliğini onların etrafa yaymasını yasaklamıştı. Ancak, Yakub hiçbir zaman, Bethani’deki Lazarus’un evinde bu gün dirilmiş Üstün ile olan sohbete dair daha fazla şeyi açığa çıkarmamıştı.
190:3.1 (2033.1) Fani gözlerin farkındalığı için İsa’nın beşinci morontia dışavurumu, bu aynı Pazar öğleden sonrası yaklaşık olarak dördü on beş geçe, Arimethealı İsa’nın evinde bir araya toplanmış bir yirmi kişilik inananın mevcudiyetinde gerçekleşmişti. Mecdelli Meryem, bu ortaya çıkıştan yalnızca birkaç dakika önce Yusuf’un evine geri dönmüştü. İsa’nın kardeşi Yakub öncesinden, Bethani’deki Üstün’ün ortaya çıkışına dair havarilere hiçbir şeyin söylenmemesini istemişti. O Meryem’den, kadın kardeş inananlarına bu olayı anlatmadan sakınmasını istememişti. Bunun uyarınca, Meryem kadınların tümünden sırrı tutma yemini istedikten sonra, o, Bethani’de İsa’nın ailesiyle birlikteyken çok yakın bir süre içinde neyin yaşanmış olduğunu anlatmaya geçti. Ve, o, bu heyecan verici anlatının tam da ortasındayken, çok ani ve ulvi bir sessizlik ricası üzerlerine düştü; onlar tam da ortalarında dirilmiş İsa’nın oldukça bütüncül bir biçimde görülür haline bakmaktaydı O, şunu söyleyen bir biçimde, kendilerin karşıladı: “Barış üzerlerinize olsun. Krallığın birlikteliğinde ne Musevi ne gentile, ne zengin ne fakir, ne özgür ne tutsak, ne kadın ne de erkek bulunmamaktadır. Sizler de, cennetin krallığı içinde Tanrı ile olan evlatlığın müjdesiyle insanlığın özgürlüğüne dair iyi haberleri yaymaya çağrılmış haldesiniz. Bu müjdeyi duyuran ve ona olan inanç içindeki inananları olumlayan bir biçimde tüm dünyaya yayılın. Ve, bunu gerçekleştirirken, hasta olanlara hizmet vermeyi ve zayıf kalpteki ve korku etkisindekileri güçlendirmeyi unutmayın. Ve, ben her zaman sizlerle birlikte olacağım, dünyanın sonuna kadar bile.” Ve, o böyle konuştuğunda, gözlerinden kaybolmuştu; ve, kadınlar yüzlerine kapanıp, sessizlik içinde ibadet etmişlerdi.
190:3.2 (2033.2) Bu zaman zarfına kadar yaşanmış İsa’nın beş morontia görüşünden dördüne Mecdelli Meryem şahitlik etmişti.
190:3.3 (2033.3) Öğleden önceki süreç boyunca ulakları etrafa göndermenin bir sonucu olarak ve İsa’nın Yusuf’un evindeki bu görünüşü ile ilgili özel bilgilerin istemeden bir biçimde sızması nedeniyle, İsa’nın dirilmiş oluşuna dair bilginin şehre ulaştığını ve birçok kişinin kendisini görmüş olduğunu bildirmekte olduğu bilgisi Musevi yöneticilerinin kulaklarına gelmeye başlamıştı. Sanhedrin üyeleri bu dedikodular tarafından bütünüyle etkilenmişti. Annas ile gerçekleşen aceleci bir danışmadan sonra, Kaiaphas bu akşam saat sekizde bir araya gelmesi için bir Sanhedrin buluşması istemişti. İsa’nın yeniden dirilişinden bahsetmiş olan her bir kişinin sinagoglardan katılması eylemi bu görüşmede karara varılmıştı. Onu görmüş olduğunu duyuran herhangi bir kişinin ölüm cezasına çarptırılması bile önerilmişti; bu öneri, buna rağmen, mevcut bir panik haline yaklaşan bir kafa karışıklığı içinde buluşma dağıldığı için oylanmaya sunulmamıştı. Onlar, İsa’dan kurtulmuş olduklarını düşünmeye cüret etmişlerdi. Onlar, Nasıralı ile olan gerçek sorunlarının daha yeni başlamakta olduğunu keşfetmeye başlamaktaydılar.
190:4.1 (2033.4) Flavius isimli birinin evinde, dört buçuk sularında, Üstün, burada bir araya gelmiş olan bir kırk sayıdaki Yunan inananına altıncı morontia görünüşünde bulunmuştu. Onlar Üstün’ün yeniden dirilişine dair haberleri tartışmaya girişmişken, o aralarında kendisini gösterdi; her ne kadar kapılar güvenli bir biçimde kapanmış olsa da; ve, onlara seslenen bir biçimde şunu söyledi: “Huzur üzerinize olsun. İnsan Evladı yeryüzü üzerinde Museviler arasında ortaya çıkmış olsa da, o insanların tümüne hizmet etmek için gelmiştir. Babamın krallığında ne Musevi ne de gentile olmayacaktır; hepiniz kardeşler olacaksınız — Tanrı’nın evlatları olarak. Bu nedenle, krallığın elçilerinden almış olduğunuz kurtuluşun bu müjdesini duyuran bir biçimde tüm dünyaya gidin; ve, ben, Baba’nın inanç ve gerçekliğe ait evlatlarının kardeşliği içinde sizlerle birlikte olacağım.” Ve, o kendilerini bu şekilde görevlendirdiğinde, o ayrılmış olup, onlar kendisini bir daha görmemişlerdi. Onlar bu akşamın tamamı boyunca evde kalmaya devam etmişti; onlar şaşkınlıktan ve bu görevde ilerleme korkusundan fazlasıyla etkilenmiş haldeydi. Ne de bu Yananlıların herhangi biri bu gece uyumuştu; onlar bu şeyler üzerine konuşmak için ayakta kalmış ve Üstün’ün kendilerini tekrar ziyaret edeceğini umut etmişlerdi. Bu toplulukta, askerler İsa’yı tutukladığında ve Yudas onu bir öpücük ile ihanet ettiğinde Gethsemane’de bulunmuş olan birçok Yunanlı bulunmaktaydı.
190:4.2 (2034.1) İsa’nın yeniden dirilişine dair dedikodular ve onun birçok takipçisine olan birçok görünümüne dair bildiriler hızlıca bir biçimde yayılmaktaydı ve, bütün bir biçimde şehir, yüksek derecedeki bir heyecana ulaşmıştı. Halihazırda Üstün ailesine, kadınlara, ve Yunanlılara görünmüş olup, kısa bir süre çinde kendisini havarilere açığa çıkaracaktı. Sanhedrin, Musevi yöneticilere çok ani bir biçimde atılmış olan bu yeni sorunlar üzerinde düşünmeye başlayacaktı. İsa havarilerini fazlasıyla önemsemekteydi, ancak o bu aşamada, kendisinin onları ziyaret etmesinden önce ulvi düşünmeyle ve irdeleyici irdeleyişle dolu birkaç ilave saat içinde yalnız bırakılmalarını arzu etmişti.
190:5.1 (2034.2) Kudüs’ün yaklaşık olarak 10 kilometre batısında bulunan Emmaus’ta, kurbanlara, törenlere ve şölenlere katılan bir biçimde Kudüs’te Hamursuz haftasını geçirmekte olan iki kardeş çoban yaşamaktaydı. Kardeşlerin büyüğü olan Kleopas İsa’nın kısmi bir inananıydı en azından o sinagogdan atılmıştı. Onun küçük kardeşi Yakub bir inanan değildi, her ne kadar onun ilgisini Üstün’ün öğretilerine ve çalışmalarına dair birçok şey çekmiş olsa da.
190:5.2 (2034.3) Bu Pazar öğleden sonrası, Kudüs’ten yaklaşık olarak beş kilometre dışarıda ve saat beşten birkaç dakika önce, bu iki kardeş Emmaus yolu boyunca ilerlerken, onun öğretileri olarak İsa hakkında büyük bir içtenlikle konuşmaktaydı ve, onlar özellikle İsa’nın mezarının boş oluşundan ve bazı kadınların onunla konuşmuş olduğundan bahsetmişlerdi. Kleopas bu bildirilere yarı gönüllü bir biçimde inanmaktaydı ancak Yakup bütün bir olayın muhtemelen bir aldatma olduğunda ısrarcıydı. Evlerine doğru ilerlerken onlar bu şekilde söyleşşir ve farklı görüşlerini bildirirken, yedinci ortaya çıkışı olarak İsa’nın morontia görünümü, onlar ilerlerken yanlarında belirdi. Kleopas öncesinde İsa’nın öğretimini çoğu sefer duymuştu ve o birkaç farklı zamanda Kudüs inananlarının evlerinde onunla birlikte yemek yemişti. Ancak, o, Üstün kendileriyle hiçbir kısıtlama olmadan konuşmaya başladığında bile onu tanımamışlardı.
190:5.3 (2034.4) Onlarla kısa bir süre ilerledikten sonra, İsa şunu söylemişti: “Ben sizlere gelirken hangi sözleri bu kadar içtenlikle birbirlerinize ifade ettiniz?” Ve, İsa bu şekilde konuştuğunda, onlar durup, kendilerini üzüntülü bir şaşkınlıkla görmüşlerdi. Kleopas şunu söylemişti: “Kudüs’te konaklayıp, yakın zamanda olanlara dair şeyleri bilmemen nasıl mümkün olabilir?” Bunun ardından şunu sordu “Hangi şeyleri?” Kleopas: “Eğer gerçekten bu olanları bilmiyorsan, sen, Tanrı’nın ve tüm insanların önünde sözünde ve eylemlerinde kudretli olan bir peygamber Nasıralı İsa’ya dair bu söylentileri duymamış olan Kudüs’teki tek kişisin. Baş din-adamları ve bizlerin yöneticileri onu Romalılara teslim edip, onların kendisini çarmığa gerilmesini istemişlerdi. Öncesinde birçoklarımız onun İsrail’i gentilelilerin boyunduruğundan kurtaracağını umut etmişti. Ama bu hiçbir bir biçimde gerçekleşmedi. Şimdi onun çarmığa gerilişinin üçüncü günü ve bazı kadınlar, tam da bu sabah onların kendisinin mezarına gitmiş ve onu boş olarak görmüş olduğunu duyuruşuyla şaşkınlığa uğrattı. Ve, bu aynı kadınlar, onların bu kişi ile konuşmuş olduğunda ısrar etmekte; onlar, bu kişinin ölümden dirilmiş olduğunu öne sürmekte. Ve, bu kadınlar bunu erkeklere bildirdiğinde, havarilerin ikisi kabre doğru koşup, benzer bir biçimde onu boş halde bulmuşlardı” — ve burada Yakup kardeşinin sözünü kesip, “ancak onlar İsa’yı göremediler” dedi.
190:5.4 (2035.1) Onlar beraber yürürken, İsa onlara şunu söyledi: “Gerçeği kavramada ne kadar da yavaşsınız! Sohbetiniz bu kişinin öğretileri ve yaptıkları üzerine olduğunu söylediğinizde, bu öğretilere daha faza aşina olduğum için sizleri aydınlatabilirim. Bu İsa’nın her zaman krallığının bu dünyaya ait olmadığını öğretmiş olduğunu hatırlamıyor musunuz; ve, Tanrı’nın evlatları olarak, insanların tümünün, Cennetsel Baba’nın derin sevgisine ait gerçeklikten oluşan bu yeni krallıktaki derin sevgi dolu hizmetten meydana gelen kardeşlik birlikteliği içindeki ruhsal neşede özgürlüğü ve bağımsızlığı bulmaları gerektiğini? Bu İnsan Evladı’nın, hasta ve sıkıntı içindekilere hizmet ederek ve korkuyla tutsak edilmiş ve kötülükle köleleştirilmiş kişileri özgür hale getiren bir biçimde, insanların tümü için Tanrı’nın kurtarılışını nasıl da duyurmuş olduğunu hatırlamıyor musunuz? Nasıralı bu kişinin havarilerine, kendisini ölüme gönderecek olan düşmanlarına teslim edilen bir biçimde Kudüs’e gitmek zorunda ve üçüncü gün yeniden dirilecek oluşunu söyleyişini bilmiyor musunuz? Bunların tümü sizlere söylenmedi mi? Museviler ve gentileliler için kurtuluşun bu gününe dair, içinde yeryüzüne ait ailelerin tümünün kutsanacağını yazan Yazıtları hiç mi okumadınız; onun, ihtiyaç içindekilerin haykırışını duyacağını ve kendisini arayan fakirlerin ruhlarını kurtaracağını milletlerin tümünün kendisini kutsanmış olarak çağıracağını? Endişe içindeki bir şekilde böyle bir Kurtarıcı’nın büyük bir kayanın gölgesi olacağını. Onun, koyunları kollarına toplayarak onları göğsünde ilgiyle taşıyan gerçek bir çoban gibi sürüsünü besleyecek oluşunu. Onun, ruhsal olarak gözleri görmez haldekilerin gözlerini açacağını ve mutsuzluğun mahkumlarını bütüncül bağımsızlığa ve ışığa getireceğini; karanlıkta bulunan herkesin ebedi kurtuluşun büyük ışığını göreceğini. Onun kalbi kırılmışların yaralarını saracağını, günahın tutsaklarına özgürlüğü duyuracağını ve korkuyla köleleştirilmiş ve kötülükle tutsak edilmiş olanların zindanlarını açacağını. Yas içindekileri teselli edip, onlara, keder ve ağırlığın yerine kurtuluşun neşesini bahşedeceğini. Onun, ulusların tümünün arzusu ve doğruluğu arayanların sonsuza kadar sürecek neşesi olacağını. Gerçekliğin ve doğruluşun bu Evladı’nın dünya üzerinde iyileştirici ışık ve kurtarıcı güç ile doğacağını onun kendi insanlarını günahlarından bile kurtaracağını onun gerçekten de kayıp olanları arayıp onları kurtaracağını. Onun zayıfları yok etmeyeceğini, açlık ve susuzluk çekmekte olanların tümüne kurtuluşun hizmetinde bulunacağını. Ona inananların ebedi yaşama sahip olacağını. Onun ruhaniyetini bedenin tümüne aktaracağını ve bu Gerçeklik Ruhaniyeti’nin, sonsuza kadar sürecek olan yaşama fışkıran bir biçimde, her inanan içinde bir su deryası olacağını. Sizlere bu kişinin vermiş olduğu krallığın müjdesinin ne kadar büyük olduğunu anlamıyor musunuz? Sizlere gelmiş olan bir kurtuluşun ne kadar da büyük olduğunu algılamıyor musunuz?
190:5.5 (2035.2) Bu zaman zarfında onlar, bu kardeşlerin oturmuş oldukları köyün yakınına varmışlardı. Yol boyunca ilerlerken İsa onlara öğretide bulunmaya başladığından beri bu iki kişi tek bir cümle dahi etmemişti. Yakın bir süre içinde onlar mütevazi yerleşkelerinin karşısına gelmişlerdi, ve İsa, yola devam eden bir biçimde onlardan ayrılmak üzereydi; ancak, onlar, İsa’nın eve girip kendileriyle birlikte kalmasını istemişlerdi. Havanın kararmak üzere oluşunu söyleyip, onun kendileriyle birlikte kalmalarında ısrar etmişlerdi. Sonunda İsa razı olmuştu, ve kısa bir süre içinde onlara eve girip, yemek sofrasına oturmuşlardı. Onlar kendisine kutsaması için ekmek vermiş olup, İsa ekmeği bölüp onlara verirken, onların gözleri birden açılmıştı Kleopas konuklarının Üstün’ün kendisi olduğunu tanımıştı. Ve, o, “Bu Üstün —“ dediğinde, morontialı İsa gözlerinden kayboldu.
190:5.6 (2036.1) Ve, bunun ardından onlar birbirlerine “Yolda beraberce yürürken bizlere konuştukça kalplerimizin yanmış olmasına şaşırmamamız gerek!”
190:5.7 (2036.2) Onlar yemek için ara vermeyeceklerdi. Onlar Morontia Üstünü’nü görmüş olup, dirilmiş Kurtarıcı’nın iyi haberlerini haykırmak için doğrudan Kudüs’ün yolunu tutmuşlardı.
190:5.8 (2036.3) Bu akşam saat dokuz sularında ve Üstün onluya göründen biraz önce, heyecan içindeki bu iki kardeş, İsa’nın kendilerini görmüş olduğunu ve onun kendileriyle konuşmuş olduğunu duyuran bir biçimde, üst odadaki havarilerin konuşmasını bölmüşlerdi. Ve, onlar, İsa’nın kendilerine söylemiş olduğu her şeyi aktarmış olup, ekmeği bölüşüne kadar onun kim olduğunu nasıl anlamamış olduklarını söylemişlerdi.
Urantia’nın Kitabı
191. Makale
191:0.1 (2037.1) YENİDEN DİRİLİŞİN yaşanmış olduğu Pazar havarilerin yaşamlarında korkunç bir gündü; onların onu günün büyük bir kısmını kilitli kapılar arkasındaki üst odada geçirmişlerdi. Onlar Kudüs’ten kaçabilirlerdi ancak onlar eğer dışarıda görülürlerse Sanhedrin’in hafiyeleri tarafından tutuklanmaktan korkmuşlardı. Tomas Bethpage’deki sorunları üzerine endişeli bir biçimde fikir yürütmekteydi. Akran havarileriyle kalmış olsaydı onun için daha iyi bir şey olurdu, ve o, onların konuşmalarını daha yararlı kanallara yönlendirerek onlara yardım etmiş olurdu.
191:0.2 (2037.2) Tüm gün boyunca Yahya İsa’nın ölümden dirilmiş oluşuna dair düşünceyi savunmuştu. O beşten fazla sefer İsa’nın ölümden dirilişini onayladığı yaşanmışlığa atıfta bulunmuştu ve onun en az üç sefer üçüncü gün bunun gerçekleşeceğini söyleyişine. Yahya’nın tutumu, özellikle kardeşi Yakub ve Nathanyel olarak, onlar üzerinde dikkate değer bir etkide bulunmuştu. Topluluğun en geç üyesi olmasaydı Yahya onlar üzerinde daha da büyük etkide bulunurdu.
191:0.3 (2037.3) Onların tecrit hali daha çok yaşadıkları sorunlarla ilgiliydi. Yahya Markus onları mabet çevresindeki gelişmeler ile haberdar kılmış olup, kendilerini şehir içinde büyüyen söylentilerin birçoğu hakkında bilgilendirmişti; ancak, İsa’nın hâlihazırda görünmüş olduğu inananların farklı topluluklarından haberler elde etmek onun aklına gelmemişti. Böyle türden bir hizmet daha öncesinde Davud’un ulakları tarafından yerine getirilmekteydi; ancak, onların tümü, Kudüs’ten uzak bir yerleşkede ikamet eder haldeki bu topluluklara yeniden dirilişin haberlerini taşımadaki son görevleri üzerindelerdi. Tüm bu süreç boyunca ilk kez havariler, krallığın olaylarına dair günlük bilgileri için Davud’un laklarına ne kadar da bağlı olduklarının farkına varmışlardı.
191:0.4 (2037.4) Bu günün tamamı boyunca Petrus kendi kişiliğine has bir biçimde, Üstün’ün yeniden dirilişine dair inanç ve kuşku arasında duygusal bir gidiş gelişi deneyimlemişti. Petrus, İsa’nın bedeni sanki tabut içinde buharlaşmışçasına, bulunduğu yerde duran mezar kıyafetlerini görüşünün imgesinden kurtulamamaktaydı. “Ama” diye düşünmekteydi Petrus, “eğer o dirilmişse ve kendisini kadınlara gösterebilmekteyse, neden kendisini bizlere, havarilerine, göstermiyor?” Petrus, kendisi onu Annas’ın bahçesinde reddetmiş olduğu için, muhtemel bir biçimde havariler arasındaki mevcudiyeti nedeniyle gelmemekte oluşunu düşündüğünde kederlenmiş hale gelmişti. Ve, bunun sonrasında o kendisini, kadınların getirmiş olduğu “Havarilerime söyleyin — ve Petrus’a” haberi ile neşelenmekteydi. Ancak, bu iletiden cesaret toplaması için onun kadınların gerçekten de dirilmiş Üstün’ü görmüş ve duymuş oluşuna inanmak zorunda olması gerekmekteydi. Böylece Petrus, bahçeye çıkmış olduğu an olarak saat sekizden biraz sonrasına kadar bütün bir gün boyunca inanç ve kuşku içinde gidip gelmişti. Petrus, Üstün’ü reddetmiş olduğu için İsa’nın onlara gelişini engelleyebilmesi için havarilerden ayrılmayı düşünmüştü.
191:0.5 (2037.5) Yakub Zübeyde ilk olarak onların tümünün mabede gitmelerini önermişti; o, bu gizeme dair gerçekliğe erişmek için bir şeyler yapmaya dair güçlü düşüncelere sahipti. Yakub’un güçlü talebine karşı olarak kamuya açık bir biçimde dışarı çıkmayı önleyen kişi Nathanyel olmuştu; ve, o bunu, tam da bu süreç içinde yaşamlarını gereksiz yere tehlikeye atmaya dair İsa’nın uyarısını hatırlatarak gerçekleştirmişti. Öğle vakti Yakub dikkatli gözetimde bulunmak için diğerleri ile kalmaya karar vermişti. O çok az şey söyledi; İsa’nın kendilerine görünmemesinden dolayı o devasa bir biçimde hayal kırıklığına uğramış haldeydi; ve, o, Üstün’ün diğer topluluklar ve bireylere olan çok sayıdaki görünüşünden habersizdi.
191:0.6 (2038.1) Andreas bu günü fazlasıyla dinleyerek geçirmişti. O durum karşısında aşırı bir biçimde şaşkınlık içerisine düşmüş olup, her zamankinden daha fazla kuşkuyu taşımaktaydı ancak, o en azından, akran havarilerine olan rehberlik sorumluluğundan belirli bir düzeydeki özgürlüğü keyifle deneyimlemişti. O gerçekten de, Üstün’ün kendisini bu aklı çelen dönemlere düşmeden önderliğin yüklerinden kurtardığı için minnettardı.
191:0.7 (2038.2) Bu acı günün uzun ve endişe içindeki saatleri boyunca birden fazla kez topluluğun tek birleştirici etkisi Nathanyel’in kendisine has olan felsefi danışmasının sıklıkla gerçekleşen katkısıydı. O gerçekten de, bütün bir gün boyunca on arasında denetimi sağlayıcı olan etkiydi. O bir kez dahi olsun Üstün’ün yeniden dirilişine olan inancı veya inançsızlığı hakkında düşüncelerini ifade etmemişti. Ancak, gün ağarırken, o artan bir biçimde, İsa’nın tekrar dirilme sözünü gerçekleştirmiş oluşuna dar inanca eğilim göstermişti.
191:0.8 (2038.3) Şimon Zelotes, söyleşilere katkıda bulunamayacak kadar hayal kırıklığı içindeydi. O zamanın büyük bir kısmını, yüzü duvara çevrili bir halde bir sedirde uzanmış halde geçirmişti; o bütün bir gün boyunca bir düzineden fazla konuşmamıştı. Onun krallığa dair kavramsallaşması parçalara ayrılmıştı ve, o, Üstün’ün yeniden dirilişinin maddi bir biçimde bu durumu değiştirebileceğini kavrayamamaktaydı. Onun hayal kırıklığı oldukça kişisel olup, yeniden diriliş olarak bu türden devasa gerçeklik karşısında bile, kısa bir süre içinde değişmeyecek kadar baskın bir haldeydi.
191:0.9 (2038.4) Kulağa tuhaf gelse de, çoğu zaman suskun olan Filip, bu günün öğleden sonrası boyunca konuşmanın büyük bir kısmını gerçekleştirmişti. Öğleden önce o çok az şey söylemişti; ancak, öğleden sonrasının tamamı boyunca o diğer havarilere sorular yöneltmişti. Petrus Filip’in soruları karşısında fazlasıyla sinirlenmişti; ancak, diğerleri onun sorgularını iyi kalplilikle cevaplamıştı. Filip özel olarak, İsa eğer gerçekten mezardan dirilmişse onun bedeninin çarmıhın fiziksel işaretlerini taşıyıp taşımayacağını öğrenmek istiyordu.
191:0.10 (2038.5) Matta fazlasıyla kafa karışıklığı içindeydi; o akranlarının konuşmalarını dinlemişti ancak zamanının büyük bir kısmını gelecekti mali durumları sorunu üzerine olan derin düşünceyle geçirmişti. İsa’nın varsayımsal yeniden dirilişinden bağımsız olarak, Yudas ayrılmış haldeydi ve Davud kaynakları törensel olmayan bir biçimde kendilerine aktarmıştı, ve onlar güçlü bir yönetime sahip önderden yoksundu. Matta yeniden dirilişe dair onların görüşlerine üzerinde ciddi bir düşüncede bulunmadan önce, hâlihazırda Üstün’ü yüz yüze görmüştü.
191:0.11 (2038.6) Alpheus ikizleri bu ciddi konuşmalara çok az bir biçimde katılmıştı onlar olağan hizmetleri fazlasıyla meşgul haldelerdi. Onlardan biri, Filip tarafından yöneltilmiş olan bir soruya karşılık halinde, her ikisinin de sahip olduğu tutumu ifade etmişti: “Sizler yeniden dirilişe dair birçok şeyi anlamıyoruz, ancak annemiz Üstün ile konuştu ve bizler ona inanıyoruz.”
191:0.12 (2038.7) Tomas, kendisine zarar verici umutsuzluğun tipik dönemlerinden bir tanesi içindeydi. O günün belirli bir kısmını uyuyarak geçirmiş olup, zamanının geri kalanı boyunca tepeler üzerinde yürümüştü. O akran havarilerine katılmanın derin arzusunu duymuştu ancak kendisiyle birlikte kalma arzusu daha güçlüydü.
191:0.13 (2038.8) Üstün birçok nedenden dolayı havarilere olan ilk morontia görünüşünü ertelemişti. İlk olarak, o, havarilerin kendi başlarına olan yeteri kadar vakte sahip olmalarını istemişti; onun yeniden dirilişini duyduktan sonra beden içinde hala kendileri ile beraber bulunurken ölümü ve yeniden dirilişine dair onlara söylemiş olduğu şeyler üzerinde iyice düşünmelerini. Üstün, kendisini hep birlikte onlara dışa vurmadan önce Petrus’un kendi tuhaf sıkıntılarıyla yüzleşmesini istemişti. İkinci olarak o, Tomas’ın onun ilk görünüşü vaktinde havarilerle birlikte olmasını arzulamıştı. Yahya Markus Tomas’ı, yaklaşık saat on birde bu etkiyi sağlayan bir biçimde bu erken Cuma sabahı Bethpage’deki Şimon’un evinde bulmuştu. Bu gün içinde, eğer Nathanyel veya diğer havarilerin herhangi ikisi kendisine gitmiş olsaydı her an içinde Tomas geri dönerdi. O gerçekten de geri dönmeyi istemişti; ancak, bir önceki akşam öyle ayrılmış olarak o kendi rızasıyla çok yakın bir süre içinde geri dönmeyecek kadar gururluydu. Bir sonraki gün o kadar hayal kırıklığı içindeydi ki, geri dönmek için nihai bir biçimde aklını değiştirmesi için neredeyse bir hafta gerekmişti. Havariler kendisi için beklemişti; ve o, kardeşlerinin kendisini aramasını ve onun kendilerine geri dönmesini istemelerini beklemişti. Tomas böylece, karanlık düştüğünde ve Petrus ve Yahya Bethpage’ye uğrayıp kendisini yanlarında getirine kadarki bir sonraki Cumartesi akşamına kadar birlikteliklerinden bu şekilde ayrı kalmaya devam etmişti. Ve, bu, İsa ilk kez onlara görünene kadar Celile’ye derhal gitmeme nedenlerinden bir tanesiydi; onlar Tomas olmadan gitmeyeceklerdi.
191:1.1 (2039.1) İsa Şimon Petrus’a Markus evinin bahçesinde göründüğünde vakit bu Pazar akşamının sekiz buçuk sularıydı. Bu onun sekizinci morontia dışavurumuydu. Petrus, Üstün’ü reddedişinden beri ağır bir suçluluk ağırlığında yaşamıştı. Bütün bir Cumartesi ve bu Pazar o, muhtemel bir biçimde kendisinin artık bir havari olmadığı korkusuyla savaşmıştı. O Yudas’ın nihai sonunu ürpertiyle hatırlamış ve kendisinin de Üstünü’ne ihanet etmiş olduğunu bile düşünmüştü. Tüm bu öğleden sonra boyunca o, eğer o gerçekten de ölüden dirilecek olursa İsa’nın kendilerine görünmelerini engelleyen şeyin havariler ile olan mevcudiyeti olabileceğini düşünmüştü. Tam da böyle bir düşünüşte ve bu türden bir ruh halinde, umutsuzluğa kapılmış olan havari çiçekler ve çalılar arasında yürürken İsa Petrus’a görünmüştü.
191:1.2 (2039.2) Petrus, Annas’ın avlusunda geçerken Üstün’ün sevgi dolu bakışını düşündüğünde, ve o aklında derince, boş kabirden gelen kadınların o sabah erken vakitlerde kendisine “Gidin havarilerime söyleyin — ve Petrus’a” dediği iletiyi düşündüğünde — ve bu bağışlama işaretlerini irdelerken, onun inancı kuşkularını yenmeye başladı ve o, yumruklarını sıkan bir biçimde kendisini toplayıp, şunu güçlüce haykırdı: “Ben onun ölümden dirilmiş olduğuna inanıyorum; gidip kardeşlerime söyleyeceğim.” Ve, o bunu söylediğinde, şöyle konuşan bir biçimde, benzer hallerde kendisiyle konuşmuş bulunan bir adam onun önünde aniden belirdi: “Petrus, düşmanlar sana sahip olmayı arzuladı ama be seni bırakmayacağım. Kalbinden beni bırakmamış olduğunu bilmekteydim; bu nedenle sen sormadan önce bile seni affetmiştim; ancak şimdi sen kendin ve anın sorunları hakkında düşünmeye son verip, karanlıkta oturanlara müjdenin iyi haberlerini taşımaya hazırlanmalısın. Artık, krallıktan neyi elde edebileceğinle ilgilenmemeli, ciddi düzeyde ruhsal açlık içinde yaşayanlara neyi verebilecek oluşunu düşünmelisin. Kendini, Şimon, yeni bir günün savaşı için hazırla, ruhsal karanlıkla olan mücadele ile ve insanların doğa akıllarının içerdiği kötülük dolu kuşkularla.”
191:1.3 (2039.3) Petrus ve morontia İsa neredeyse beş dakika boyunca bahçe boyunca yürümüş olup, geçmişin, şimdi zamanın ve geleceğin şeyleri üzerine konuşmuştu. Bunun ardından Üstün onun bakışlarından, şunu söyleyen bir biçimde, kaybolmuştu: “Elveda, Petrus, kardeşlerinle birlikte seni görene kadar.”
191:1.4 (2039.4) Bir anlığına Petrus, dirilmiş Üstün ile konuşmuş ve onun hala krallığın bir elçisi oluşundan emin olabileceğinin farkındalığının etkisi altına girmişti. O daha yeni, güçlü bir biçimde, yüceltilmiş Üstün’ün kendisinden müjdeyi duyurmaya devam etmesini isteyişini duymuştu. Ve, tüm bunların hepsi kalbinde pınar olup taşarken, üst odaya koşup nefes nefese olan heyecan içinde duyurarak akran havarilerinin mevcudiyetine yetişmişti: “Üstün’ü gördüm; o bahçedeydi. Ben onunla konuştum, ve o beni bağışlamış.”
191:1.5 (2040.1) Petrus’un İsa’yı bahçede görüşüne dair duyurusu akran havarileri üzerinde derin bir etkide bulundu; ve, onlar neredeyse tamamen, Andreas kalkıp onları kardeşlerinin bildirisi karşısında fazlasıyla etkilenmemelerine dair uyarıda bulunduğunda kuşkularını teslim etmeye hazırlardı. Her ne kadar Andreas doğrudan bir biçimde, Petrus’un Üstün’ü su içinde yürür bir halde kendilerine doğru yürür biçimde görmüş oluşuna dair Celile Denizi üzerindeki geceye dair rüyaya doğrudan bir biçimde atıfta bulunmasa da, o, aklında bu olayın oluşuna dair orada bulunan herkese yeteri kadar işarette bulunan şeyi söylemişti. Şimon Petrus ağabeyinin olumsuz imalarından fazlasıyla alınmış olup, doğrudan bir biçimde keskin sessizliğe düşmüştü. İkizler Petrus için fazlasıyla üzüntü duymuştu ve onların ikisi de anlayışlarını belirtmek için ona gidip, kendilerinin ona inandığını ve annelerinin de Üstün’ü görmüş olduğunu tekrar ifade etmişlerdi.
191:2.1 (2040.2) O akşam dokuzdan kısa bir süre sonra, Kleopas ve Yakup’un ayrılışından sonra, Alpheus ikizleri Petrus’u teselli ederken ve Nathanyel Andreas’a karşı gelirken, ve on havari tutuklanma korkusuyla kapıların tümü kilitli halde üst odada bir aradayken, morontia hali içinde Üstün, şunu söyleyen bir biçimde, aniden aralarında ortaya çıkmıştı: “Huzur üzerinize olsun. Tıpkı bir ruhaniyet görmüşsünüz gibi ortaya çıktığımda neden de bu kadar korkuya kapıldınız? Ben, beden içinde sizlerle mevcut bulunurken sizlere bunlardan bahsetmedim mi? Baş din-adamlarının ve yöneticilerin beni öldürmek için yakalayacaklarını söylemedim mi; içlerinden bir tanesinin bana ihanet edeceğinden, ve üçüncü gün benim dirileceğimden? Kadınların, Kleopas’ ve Yakup’un ve hatta Petrus’un bildirilerine dair tüm bu kuşkularınızın ve tüm bu tartışmanın nedeni nedir? Benim sözlerime inanmak için söylediklerimden daha ne kadar fazla şüphe etmeniz gerekiyor? Ve, şimdi sizler beni gerçekte görerek, bana inanacak mısınız? Şimdi bile içlerinizden bir tanesi yok halde. Sizler bir kez daha bir araya geldiğinizde ve hepiniz kesin bir biçimde İnsan Evladı’nın mezardan yükselmiş olduğunu bilene kadar doğrudan Celile’ye gidin. Tanrı’ya inanın; birbirlerinize inanın; ve, böylece sizler cennetin krallığının yeni hizmetine gireceksiniz. Ben, sizler Celile’ye gitmek için hazır hale gelene kadar Kudüs’te vakit geçireceğim. Huzurumu sizlere bırakıyorum.”
191:2.2 (2040.3) Morontia İsa kendilerine konuştuğunda, bir içinde onların görüşlerinden kayboldu. Ve, onların tümü, Tanrı’yı yücelten ve şimdi görünmeyen Üstünlerini saygıyla anan bir biçimde, yüzlerine kapaklanmışlardı. Bu Üstün’ün dokuzuncu morontia görünüşüydü.
191:3.1 (2040.4) Bir sonraki gün, Pazar günü, bütünüyle, bu zaman zarfında Urantia üzerinde bulunan morontia yaratılmışlarıyla harcanmıştı. Üstün’ün morontia geçiş deneyiminin katılımcıları olarak, Satania’nın yedi malikâne dünyasına ait çeşitli düzeylerdeki geçiş fanileri ile birlikte, bir milyondan fazla morontia yöneticisi ve birlikteliği Urantia’ya gelmişti. Morontia İsa kırk günlük bir süre boyunca bu muhteşem uslarla konaklamıştı. O bu kişilere eğitimde bulunup, morontia yöneticilerinden, morontia âlemleri sistemi boyunca ilerlerken Satania’nın yerleşik dünyalarının fanileri tarafından kat edilmekte olan morontia geçişi yaşamını öğrenmişti.
191:3.2 (2041.1) Bu Pazartesi gece yarısı suları Üstün’ün morontia hali morontia ilerleyişinin ikinci aşamasına uyarlanmıştı. Onun yeryüzü üzerindeki fani evlatlara olan bir sonraki görünüşü, ikinci düzey bir morontia varlığıydı. Üstün morontia süreci boyunca ilerlerken, teknik olarak morontia uslarının ve onların dönüştürücü birlikteliklerinin Üstün’ü fani ve maddi gözler için resmedici hale getirişi gittikçe zor hale gelmişti.
191:3.3 (2041.2) İsa, morontianın üçüncü düzeyine 14 Nisan Cuma günü geçişte bulunmuştu; dördüncü düzeye 17’si Pazartesi günü; beşinci düzeye 22’si Cumartesi günü; altıncı düzeye 27’si Perşembe günü; yedinci düzeye Mayıs ayının 2’si Salı günü; Jerusem vatandaşlığına 7’si Pazar günü kabul edilmiş olup Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın bütünlüğüne 14’ü Pazar günü girmişti.
191:3.4 (2041.3) Bu şekilde Nebadon’un Mikâil’i, takımyıldızının yönetim merkezi üzerindeki konukluğundan aşkın evrenin ana merkezi hizmetine kadar ve bunun aracılığıyla zaman ve mekâna ait yükseliş fanilerinin bütüncül yaşamını, önceki bahşedilişleri ile ilişkili olarak, hâlihazırda deneyimlemiş olduğu için evren deneyim hizmetini tamamlamıştı. Ve, tam da bu morontia deneyimleri vasıtasıyla Nebadon’un Yaratan Evladı yedinci ve nihai evren bahşedilişini bitirmiş olup, onu yeterli bir biçimde sonlandırmıştı.
191:4.1 (2041.4) İsa’nın fani tanıyışına olan onuncu morontia dışavurumu, onun kendisini Abner ve Lazarus’a ve yetmişli öğreti-yayıcı birliğin ellisinden fazlasını içeren bir biçimde onların yüz elli kişilik bir birlikteliğine göstermiş olduğu yer olan Philadelphia’da Nisan’ın 11’i Salı günü saat sekizden kısa bir süre sonra gerçekleşmişti. Bu görünüş, Abner tarafından İsa’nın çarmığa gerilişini ve Davud’un ulağı tarafından getirilmiş olan yeniden dirilişin yeni raporunu görüşmek için Abner tarafından çağrılmış sinagog içindeki özel bir buluşmanın açılışından hemen sonra ortaya çıkmıştı. Yeniden diriltilmiş olan Lazarus bu aşamada inananların bu topluluğunun bir üyesi olduğu için, İsa’nın ölümden dirilmiş oluşuna dair bildiriye onların inanması zor bir şey değildi.
191:4.2 (2041.5) Sinagogdaki buluşma, kürsüde yan yana durmakta olan Abner ve Lazarus tarafından açılırken, dinleyici inananların tamamı Üstün’ün içinde bulunduğu halin anında ortaya çıkışını görmüştü. O, ikisinin de kendisini görmemiş olduğu Abner ve Lazarus arasında ortaya göründüğü yerden ileri adım atmış olup, kafileyi selamlayan bir biçimde şunu söyledi:
191:4.3 (2041.6) “Huzur üzerinize olsun. Hepiniz cennet içinde tek bir Baba’nın bulunduğunu biliyorsunuz; ve, orada krallığın tek bir müjdesi olduğunu — inançla insanların almış olduğu ebedi yaşamın hediyesine dair iyi haberleri. Müjdeye olan sadakatiniz içinde neşenizi sürdürürken, gerçekliğin Babası’na kalpleriniz içinde kardeşleriniz için yeni ve daha büyük bir derin sevgiyi serpmesi için dua edin. Sizler insanların tümünü benim sizleri derinden sevmiş olduğum gibi seveceksiniz; sizler insanların tümüne beni sizlere hizmet ettiğim gibi hizmet edeceksiniz. İster Musevi ister gentileli, ister Yunanlı ister Romalı, ister Farslı isterse de Etiyopyalı olsun, iyi haberlerin duyuruşuna adanmış olan kardeşlerinizin tamamı ile anlayış dolu duygudaşlık ve kardeşsel şefkatle birliktelik içine gireceksiniz. Yahya krallığı öncül bir biçimde duyurmuştu; sizler müjdeyi büyük bir güçle duyurdunuz; Yunanlılar hâlihazırda iyi haberleri öğretmektedir; ve, ben yakın bir zaman içinde, ruhsal karanlık içinde bulunan akranlarının aydınlanmasına yaşamlarını oldukça fedakâr bir biçimde adayan bu kardeşlerimin tamamının ruhlarına Gerçekliğin Ruhaniyetini göndereceğim. Sizlerin tümü ışığın çocuklarısınız; bu nedenle, fani kuşkunun ve insani hoşgörüsüzlüğün yanlış anlayıcı engellerine düşmeyiniz. Eğer siz, inancın şükranıyla inanmayanları derinden seven bir biçimde soylu hale gelmişseniz, inancın uzaklara yayılan ailesindeki akran inananları da eşit bir biçimde derinden sevmeyesiniz? Hatırlayın, sizler birbirlerinizi derinden severken, insanların tümü sizlerin benim takipçilerim olduğunuzu bilecek.
191:4.4 (2042.1) “Öyleyse, gidin, ulusların ve ırkların tümüne Tanrı’nın babalığının ve insanların kardeşliğinin bu müjdesini duyuran bir biçimde dünyaya çıkın; ve, insanlığın farklı ırklarına ve kabilelerine iyi haberleri sunarken tercih ettiğiniz yöntemlerde her zaman bilge olun. Sizler hiçbir kısıtlama olmadan krallığın bu müjdesini aldınız, ve sizler ulusların tümüne iyi haberleri hiçbir kısıtlama olmadan vereceksiniz. Kötülüğün karşı duyuşundan korkmayın zira ben her zaman sizinleyim, çağların sonuna kadar. Ve, huzurumu ben sizlere bırakıyorum.”
191:4.5 (2042.2) O “Huzurumu ben sizlere bırakıyorum” dediğinde, onların görüşünden kaybolmuştu. Bir seferde beş yüz inanandan fazlasının görmüş olduğu Celile’deki görünüşlerinin bir tanesi haricinde, Philadelphia’daki bu topluluk kendisini tek bir seferde görmüş olan en yüksek sayıdaki fani topluluğunu oluşturmuştu.
191:4.6 (2042.3) Bir sonraki sabah erken saatlerde, Tomas’ın duygusal iyileşmesini bekler halde havariler Kudüs’te vakit geçirirken, Philadelphia’daki bu inananlar Nasıralı İsa’nın ölümden dirilmiş olduğunu duyurmak için yola çıkmışlardı.
191:4.7 (2042.4) Çarşamba olarak bir sonraki gün, morontia birlikteliklerinden meydana gelen topluluğunda aralıksız bir gün geçirmişti; ve, o, öğleden sonrasının ortalarında Norlatiadek takımyıldızı boyunca yerleşik âlemlerin her bir yerel sistemine ait malikâne dünyasından gelen ziyaretçi morontia heyet üyelerini ağırlamıştı. Ve, onların tümü, evren uslarına ait kendi düzeylerinden biri olarak Yaratanlarını bilmeden büyük keyif duymuşlardı.
191:5.1 (2042.5) Tomas, Zeytin Dağı etrafındaki tepelerde yalnız bir haftayı tek başına geçirmişti. Bu zaman zarfında o yalnızca Şimon’un ve Yahya Markus’un evindekileri görmüştü. İki havari onu bulup Markus evindeki buluşmalarına yanlarında beraber götürdüklerinde, Nisan’ın 15’i Cumartesi günü saat dokuz sularıydı. Bir sonraki gün Tomas Üstün’ün çeşitli görünüşlerine dair hikâyelerin aktarılışını dinlemişti; ancak, o kederli bir biçimde inanmayı reddetmişti. O, Petrus’un onları Üstün’ü görmelerine dair düşünmeye ittiğini savunmuştu. Nathanyel onu ikna etmeye çalışmıştı ancak bu sonucu değiştirmemişti. Orada onun alışıldık kuşkuculuğu ile ilişkili olan duygusal bir inatçılık bulunmaktaydı ve, onun kendilerinden kaçmış oluşuyla bütünleşmiş bu akıl hali istemeden ve olumsuz bir biçimde Tomas’ın kendisinin bile bütünüyle anlamamış olduğu bir tecrit tutumu yaratmıştı. O arkadaşlarından ayrılmıştı, kendi yoluna gitmişti, ve bu aşamada, kendisi onlar arasında olsa da, bilinçdışı biçimde bir anlaşmama tutumunu üstlenme eğilimine sahipti. O teslim olmada yavaştı, geri adım atmadan hoşlanmıyordu. Amaçlamamış olsa da o gerçekten de kendisine gösterilmiş olan ilgiden keyif almıştı o, akranlarının kendisini ikna etmeye ve döndürmeye dair tüm çabalarından bilinçdışı bir biçimde tatmin elde etmişti. O kendilerini bütün bir hafta özlemişti, ve onların kararlı ilgilerinden dikkate değer bir keyif elde etmişti.
191:5.2 (2042.6) Onlar akşam yemeklerini altıdan biraz sonra yemekte olup, Tomas’ın bir yanında Petrus ve diğer yanında Nathanyel’in oturduğu bir biçimde kuşku duymakta olan havari şunu söyledi: “Üstün’ü kendi öz gözlerimle görmeden onun tırnak izlerine parmağımı dokundurmadan inanmayacağım.” Onlar böyle akşam yemeğinde otururken, ve kapılar kesin bir biçimde kapalı ve kilitliyken morontia Üstün’ü aniden masa oyuğu içinde belirmiş olup, doğrudan bir biçimde Tomas’ın önünde duran bir biçimde şunu söylemişti:
191:5.3 (2043.1) “Huzur üzerinize olsun. Bir bütün hafta bekledim ki, sizler hep birlikteyken dünyanın tamamına gitme ve krallığın bu müjdesini duyurma görevini bir kez daha duyabileceğiniz bir biçimde görünebileyim. Tekrar sizlere söylüyorum: Baba’nın beni dünyaya göndermiş olduğu gibi, ben sizleri gönderiyorum. Babayı açığa çıkarmış olduğum gibi, sizler kutsal derin sevgiyi açığa çıkaracaksınız, yalnızca sözlerle değil günlük yaşamınız içinde. Ben sizi gönderiyorum, yalnızca insanların ruhlarını derinden sevmek için değil, insanları derinden sevmek için. Sizler yalnızca cennetin neşelerini duyurmayacaksınız, aynı zamanda günlük deneyimleriniz içinde kutsal yaşamın bu ruhaniyet gerçekliklerini göstereceksiniz; çünkü sizler hâlihazırda, inan vasıtasıyla gelen, Tanrı’nın hediyesi, ebedi yaşama sahipsiniz. Sizler inanca sahip olduğunuz zaman, Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak gökten güç geldiği zaman, kapalı kapılar ardında ışığınızı saklamayacaksınız; sizler insanlığın tümüne Tanrı’nın derin sevgisini ve merhametini bilinir kılacaksınız. Korku vasıtasıyla sizler bu aşamada hoşnut olmayan bir deneyimin gerçeklerinden kaçmaktasınız; ancak, Gerçekliğin Ruhaniyeti ile vaftiz edildiğiniz zaman, Tanrı’nın krallığı içindeki ebedi yaşamın iyi haberlerini duyurmanın yeni deneyimleriyle buluşmak için cesur ve neşe içinde yola çıkacaksınız. Sizler, gelenekselliğin yönetim yetkisine sahip olan sahte güvenden yaşayan deneyimin yüce gerçeklikleri içinde gerçeklerin, gerçekliğin ve inancın yönetim yetkisine ait yeni düzene geçiş sarsıntısını atlatırken kısa bir süreliğine burada ve Celile’de vakit geçirebilirsiniz. Dünyaya olan göreviniz, benim sizler aranızda Tanrı’yı açığa çıkaran bir hayatı yaşamış olmamın gerçeği üzerine kuruludur; sizler ve tüm diğer insanların Tanrı’nın evlatları oluşu gerçekliği üzerine; ve, sizlerin insanlar arasında yaşayacağınız hayat bunlardan meydana gelecektir — tıpkı sizleri derinden sevmiş ve sizlere hizmet etmiş olduğum gibi insanları derinden sevmenin ve onlara hizmet etmenin mevcut ve yaşayan deneyiminden. İnancın dünyaya sizlerin sahip olduğu ışığı açığa çıkarmasına izin verin; gerçekliğin açığa çıkarışının gelenekle gözleri görmez hale gelmiş olanların gözlerini açmasına izin verin; sevgi dolu hizmetinizin amaçlanan bir biçimde bilgisizlikten doğan önyargıyı yok etmesine izin verin. Bu şekilde anlayışlı duygudaşlık ve fedakâr adanmışlıkla akran insanlarınıza yaklaşırken, onları Baba’nın derin sevgisine ait kurtarıcı bir bilgiye yönlendireceksiniz. Museviler iyiliği yüceltti; Yunanlılar güzelliği baş tacı etti; Hintliler adanmışlığı duyurdu; uzaktaki çileciler derin saygıyla yapılan ibadeti öğretti; Romalılar sadakati istedi; ancak, ben takipçilerimden yaşamı istiyorum, hatta beden içindeki kardeşleriniz için sevgi dolu hizmetten oluşan bir yaşamı.”
191:5.4 (2043.2) Üstün bu şekilde konuştuğunda, Tomas’ın yüzüne bakışlarını indirip, şunu söyledi: “Ve, sen, Tomas, beni görmeden ve parmağını ellerimin tırnaklarındaki izlere dokunmadan bana inanmayacağını söylemiş olan sen, şimdi bana bak ve sözlerimi dinle; ve, her ne kadar sen ellerimde hiçbir tırnak izlerini görmeyecek olsan da, zira ben bu dünyadan ayrıldığınızda sizlerin de dirileceğiniz haldeyim, kardeşlerine ne söyleyeceksin? Gerçekliği onaylayacaksın, zira sen kalbinde hâlihazır bir biçimde, inanmayışını o kadar kararlı bir biçimde belirttiğin an bile inanmaya başlamıştın. Senin kuşkuların, Tomas, tam da çökmeye başladığı anda kendilerini olabilecek en inatçı bir biçimde açığa çıkarıyor. Tomas, ben senden inançsızlığı değil inanmanı istiyorum — ve ben senin inanacağını biliyorum, hem de bütün bir kalple.”
191:5.5 (2043.3) Tomas bu sözleri duyduğunda, Morontia Üstün’ü önünde dizlerine kapanıp, şunu haykırdı: “Ben inanıyorum! Benim Koruyucum ve Üstünüm!” Bunun ardından İsa Tomas’a: “Sen bana inana geldin, Tomas, çünkü sen gerçekten beni gördün ve duydun. Gelecek çağlar boyunca kutsanmış olanlar, her ne kadar beni bedenin gözleriyle görüp, fani kulaklar ile duymayacak olsalar da bana inanacak kişilerdir.”
191:5.6 (2043.4) Ve, bunun ardından, Üstün’ün içinde bulunduğu hal basanın başına yakın bir yere hareket edip, şunu söyleyen bir biçimde, hepsine hitap etti: “Şimdi hepiniz, yakın bir süre içinde size görüneceğim yer olan Celile’ye gidin.” O bunu söyledikten sonra, gözlerinden kayboldu.
191:5.7 (2044.1) On bir havari bu aşamada İsa’nın ölümden dirilmiş oluşuna bütünüyle kani olmuştu; ve, ertesi sabah oldukça erken saatlerde, günün ağarmasından önce, Celile için yola çıktılar.
191:6.1 (2044.2) On bir havari Celile yolu üzerindeyken, yolculukları sona yaklaşan bir noktada, Nisan’ın 18’i Salı akşamı, saat sekiz buçuk sularında, İsa Rodan ve seksen kişiden oluşan bir inananlar topluluğuna İskenderiye’de göründü. Bu Üstün’ün morontia halinde gerçekleştirmiş olduğu on ikinci görünüştü. İsa bu Yunanlılara ve Musevilere çarmıha dair Davud’un ulağının getirmiş olduğu bildiri sonrası görünmüştü. Kudüs*İskenderiye hattı ulaklarının beşincisi olarak bu ulak İskenderiye’ye bu öğleden sonrasının geç bir vaktinde ulaşmış olup, Rodan’a iletisini ulaştırdığında, ulağın kendisinden bu acı haberi almak için inananların bir araya toplanılmasına karar verilmişti. Yaklaşık olarak saat sekizde, Busirisli Nathan ismindeki ulak bu topluluk önüne gelmiş olup, onlara önceki ulak tarafından kendisine söylenmiş olan her şeyi detaylı bir biçimde anlattı. Nathan dokunaklı anlatışını şu sözlerle sonlandırdı: “Ancak, bu haberi bizlere göndermiş olan Davud, Üstün’ün ölümünü ön gördüğünde tekrar dirileceğini duyurmuş olduğunu bildirmektedir.” Tam da Nathan bunu söylerken, morontialı Üstün orada herkesin bütünüyle görebileceği bir biçimde ortaya çıktı. Ve, Nathan oturduğunda, İsa şunu söyledi:
191:6.2 (2044.3) “Huzur üzerinize olsun. Babamın kurmak için beni dünyaya göndermiş olduğu şey bir ırka, ulusa veya öğretmenlerden veya duyuruculardan oluşan özel bir topluluğa ait değildir. Krallığın bu müjdesi Musevilere ve gentilelilere, zengine ve fakire, özgüre ve tutsağa, erkeğe ve kadına, ve hatta küçük çocuklara bile aittir. Ve, sizlerin tümü, beden içinde yaşadığınız yaşamlarla derin sevgi ve gerçekliğin bu müjdesini duyuracaksınız. Sizler, tıpkı benim sizleri derinden sevmiş oluğum gibi birbirinizi yeni ve şaşkınlığa çevirici bir şefkat ile derinden seveceksiniz. Sizler, tıpkı benim sizlere hizmet vermiş olduğum gibi, insanlığa yeni ve muhteşem bir adanmışlıkla hizmet edeceksiniz. Ve, insanlar sizlerin onları bu şekilde derinden sevdiğinizi gördüğünde, ve onlar sizlerin ne kadar da büyük bir tutku ile onlara hizmet ettiğinize şahit olduklarında sizlerin cennetin krallığına ait inanç akranları hale geldiğinizi anlayacak ve ebedi kurtuluşu bulmak için sizlerin yaşamlarınızda gördüğü Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni takip edecek.
191:6.3 (2044.4) “Tıpkı Baba’nın beni bu dünyaya göndermiş olduğu gibi, şimdi ben sizi gönderiyorum. Hepiniz, karanlıkta oturmakta olanlara iyi haberleri taşımak için çağrılmış haldesiniz. Krallığın bu müjdesi ona inanların tümüne aittir; o yalnızca, sadece din-adamı olanların gözetimine bırakılmayacaktır. Yakın bir süre içinde Gerçekliğin Ruhaniyeti sizlere gelecek ve o sizleri tüm gerçekliğe yönlendirecektir. Bu nedenle bu müjdeyi duyuran bir biçimde tüm dünyaya gidin, ve İo ben her zaman seninleyim, çağların sonuna bile kadar.”
191:6.4 (2044.5) Üstün bu şekilde konuştuğunda, onların görüşünden kayboldu. Bu gecenin tamamı boyunca bu inananlar krallık inananları olarak deneyimlerini anlatan ve Rodan ve birlikteliklerinin birçok sözlerini dinleyen bir biçimde burada beraberce kalmaya devam ettiler. Ve, onların tümü İsa’nın ölümden dirilmiş olduğuna inanmıştı. Bu yaşanmışlığın ikinci gününde buraya yeniden dirilişin haberini getirmek için ulaşmış olan Davud’un, onlar kendisinin haberine şöyle cevap verdiğinde yaşadığı şaşkınlığı hayal edin: “Evet, biliyoruz, zira bizler onu gördük. O bizlere önceki gün göründü.”
Urantia’nın Kitabı
192. Makale
192:0.1 (2045.1) HAVARİLERİN Celile için Kudüs’ü terk ettiği zaman zarfında, Musevi önderleri dikkate değer bir biçimde sakinleşmişti. İsa yalnızca krallık inananlarından meydana gelen ailesine göründüğü için, ve havariler saklanıp, kamuya açık duyuruda bulunmadığı için, Musevi önderleri müjde hareketinin, son kertede, etkili bir biçimde bastırıldığı sonucuna varmışlardı. Onlar, tabii ki, İsa’nın ölümden dirilişine dair söylentilerin artış gösteren bir yayılışından olumsuz bir biçimde etkilenmişlerdi; ancak, onlar, rüşvetle alınmış olan muhafızların, takipçilerinin eliyle bedenin alınmasına dair anlatımın tekrarlanışıyla bu türden raporların tümüne etkin bir biçimde karşı koymasına güveniyorlardı.
192:0.2 (2045.2) Bu zaman zarfından itibaren, idamın artış gösteren dalgasıyla havariler etrafa dağılana kadar, Petrus genel olarak havarisel birliğin başı olarak tanınmıştı. İsa hiçbir zaman ona bu türden bir yönetim yetkisi vermemişti; ve onun akran havarileri hiçbir zaman onu bu türden bir sorumluluk mevkisi için seçmemişlerdi; o kendiliğinden bunu üstlenmiş olu, ortak rıza ile onu tutmuştu; zira o aynı zamanda bu topluluğun ortan duyurucusuydu. Bu andan itibaren kamuya açık duyuru havarilerin başlıca işi haline gelmişti. Celile’den geri dönüşlerinde, Yudas’ın yerine seçmiş oldukları kişi Mathias onların haznedarı olmuştu.
192:0.3 (2045.3) Kudüs’de vakit geçirdikleri hafta boyunca İsa’nın annesi Meryem vaktin büyük bir kısmını, Arimethealı Yusuf’un evinde konaklayan kadın inananlarla birlikte geçirmişti.
192:0.4 (2045.4) Havarilerin Celile için ayrılmış oldukları bu erken Pazartesi sabahı Yahya Markus onlarla birlikte gitmişti. O onları şehrin dışına kadar takip etmiş olup, onlar Bethani’nin oldukça ötesine geçtiklerinde, cüretkâr bir biçimde, onların kendisini geri göndermeyecek oluşundan emin hisseden bir biçimde, kendilerine arasına katılmıştı.
192:0.5 (2045.5) Havariler, dirilmiş Üstünlerinin hikâyesini anlatmak için Celile’ye olan yolda birkaç kez durmuşlardı, ve bu nedenle onlar Çarşamba gecesi çok geç saatlere kadar Bethsayda’ya varmamışlardı. Onların tümü uyanıp, kahvaltıya oturmaya hazır hale gelmeleri Perşembe günü öğlen saatlerini bulmuştu.
192:1.1 (2045.6) Nisan’ın 21’i Cuma sabahı yaklaşık olarak saat altı da, morontia Üstün’ü Celile’deki ilk olan on üçüncü görünüşünü, Bethsayda’daki olağan kıyıya çıkma yerine tekneleri yaklaşırken on havariye görünmüştü.
192:1.2 (2045.7) Havariler Perşembe gününün öğleden sonrasını ve erken akşamını Zübeyde’nin evini ziyaret ederek geçirirken Şimon Petrus onların balığa çıkmasını önermişti. Petrus balığa gitmeyi sunduğunda, havarilerin tümü kendisinin beraberinde gelmeye karar verdi. Bütün bir gece onlar ağlarla emek vermişti ancak onlar bir tane balık bile yakalayamadılar. Onlar bir balık tutmadaki başarısızlıklarını fazlaca önemsemediler, zira onlar Kudüs’te kendilerine oldukça yakın bir süre içinde gerçekleşen şeyler üzerine olan bir biçimde, bahsedecekleri birçok deneyime sahipti. Ancak, gün ağardığında, onlar Bethsayda’ya geri dönmeye karar verdiler. Kıyıya yaklaştıklarında, bir ateş kenarında bekler halde kıyıya çıkış yeri yakınında, kumsalda birini gördüler. İlk başta onlar bu kişinin, tuttukları şeylerle kendilerini karşılamak için inmiş olan Yahya Markus olduğunu düşündüler; ancak onlar kıyıya yaklaştıklarında hata içinde olduklarını gördüler — bu kişi Yahya olamayacak kadar uzundu. Kıyıdaki kişinin Üstün olabileceği onların hiçbirinin aklından geçmemişti. Onlar, korku, ihanet ve ölümün acı ilişkilemleri ile dolu Kudüs’teki kapalı çevrelerinden çok uzakta, doğanın ortasında, önceki ilişlilerinin sahnelerinin tam da ortasında kendileriyle buluşma istediğini hiçbir biçimde anlamamışlardı. O öncesinde kendilerine, eğer onlar Celile’ye gidecek olursa, onları burada karşılayacak oluşunu söylemişti, ve o bu anda bu sözü yerine getirmek üzereydi.
192:1.3 (2046.1) Onlar demir atıp, kıyıya çıkmak için küçük tekneye girmeye hazırlandıklarında, sahildeki adam onlara şöyle seslendi: “Gençler, bir şey yakalayabildiniz mi?” Ve, onlar, “Hayır” şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine o: “Ağı teknenin sağ tarafından atın, orada balık bulacaksınız.” Onlar İsa’nın kendilerine yönergede bulunmuş olduğunu bilmeden, tek bir elden ağı söylenen bir biçimde atmışlardı ve, derhal ağ o kadar dolmuştu ki, onlar neredeyse hiçbir bir biçimde onu kaldıracak güce sahip değillerdi. Bu aşamada, Yahya Zübeyde’nin anlayışı kuvvetli olduğu için, ve o çok ağır olan ağı gördüğünde, Üstün’ün kendilerine konuşmuş olduğunu anlamıştı. Bu düşünce aklına geldiğinde, o Petrus’un kulağına eğilmiş ve Petrus’a şunları fısıldamıştı: “O kişi Üstün’ün kendisi.” Petrus her zaman düşüncesiz eylemin ve aceleci adanmışlığın bir kişisiydi; böylece, Yahya bunu kulağına fısıldadığında, o çabucak doğrulup, Üstün’ün yanına daha hızlı ulaşabilmek için suya doğru atladı. Onun kardeşleri, küçük teknede kıyıya gelen bir biçimde, balıkları arkalarından çekere, onu yakından takip etti.
192:1.4 (2046.2) Bu zaman zarfında Yahya Markus ayakta olup, havarilerin ağır ağ ile kıyıya geldiklerini görmüş bir halde, onları karşılamak için kıyıya koşmuştu; ve, onlar on kişi yerine on bir kişiyi gördüklerinde, tanınmayan kişinin dirilmiş İsa olduğunu düşündü; ve, şaşkınlık içindeki onlu sessizlik içinde dururken, genç Üstün’e yetişip, ayaklarına kapanır halde, şunu söyledi: “Koruyucum ve Üstünüm.” Ve, bunun ardından İsa, onları, “Huzur üzerinize olsun” biçiminde karşıladığında Kudüs’te konuştuğu gibi değil, alışıldık sesi konuşmuş olup, Yahya Markus’a şöyle seslenmişti: “Ne diyeyim, Yahya, seni tekrar ve iyi bir sohbette bulunabileceğimiz yer olan huzurlu Celile’de gördüğüme sevindim. Bizimle birlikte kal, Yahya, beraber kahvaltı edelim.”
192:1.5 (2046.3) İsa genç adamla konuşurken, onlu o kadar şaşkınlığa uğramış ve o kadar şaşırmıştı ki, sahilde yatan balık ağı yükünü çekmeyi umursamamışlardı. Bu aşamada İsa: “Balıkları getirin ve onlardan bazısını kahvaltı için hazırlayın. Hâlihazırda ateşimiz ve bir sürü ekmeğimiz var.
192:1.6 (2046.4) Yahya Markus Üstün’e saygısını belirtirken, orada sahilde yanan ateşteki kömürlerin sahnesi karşısında bir anlağına şaşkınlık içine düşmüştü; bu sahne ona, çok keskin bir biçimde, Üstün’ü reddetmiş olduğu yer olan Annas’ın bahçesindeki ateş kömürleri ile olan geceyi hatırlatmıştı ancak, o kendisine çeki düzen verip, Üstün’ün ayaklarına kapanan bir biçimde, şunu haykırmıştı: “Benim Koruyucum ve Benim Üstünüm!”
192:1.7 (2046.5) Petrus bunun ardından ağı çekerlerken yoldaşlarına katılmıştı. Onlar yüklerini indirdiklerinde balıkları saymış olup, 153’ten fazla büyük balığı yakaladıklarını saymışlardı. Ve, tekrar, bu olayı diğer bir mucizevî balık yakalama olayı şeklinde adlandırmışlardı. Bu yaşanmışlıkla ilişkili hiçbir mucize yoktu. O yalnızca, Üstün’ün öncül bilgisinin bir uygulanışıydı. O balıkların orada olduğunu bilmekte olup, bunun uyarınca havarilerine ağı nereye atmaları gerektiğini söylemişti.
192:1.8 (2047.1) İsa onlara, şunu söyleyen bir biçimde, hitap etmişti: “Şimdi, hepiniz, kahvaltıya gelin. Sizlerle sohbet ederken ikizler bile buraya oturmalı Yahya Markus balıkları hazırlayacak.” Yahya Markus, Üstün’ün ateşe koymuş olduğu, iyi büyüklükte yedi balığı getirmişti; ve, onlar piştiğinde, ufaklık onları onluya sundu. Bunun ardından İsa ekmeği bölüp, aç havarilere bunun üzerine sunan Yahya’ya verdi. Onların tümüne bunlar sunulduğunda, İsa Yahya Markus’tan, kendisi ufaklığa balık ve ekmek sunarken oturmasını istedi. Ve, onlar yemeklerini yerken, İsa onlarla sohbet etti ve Celile ve tam da bu göl çevresindeki birçok deneyimlerlerini tekrar anlattı.
192:1.9 (2047.2) Bu, İsa’nın havarilere bir topluluk olarak kendisini göstermiş olduğu üçüncü seferdi. İsa, onların balık yakalayıp yakalamadığını soran bir biçimde, kendilerine ilk kez hitap ettiğinde, onlar bu kişinin kim olduğundan şüphelenmemişlerdi, zira bu Celile Denizi üzerindeki bu balıkçılar için ortak bir deneyimdi; kıyıya çıktıklarında, kurutma ticaretleri için taze yakalanmış balıkları genellikle tam da orada satın almak için bulunan Teriça’nın balık tüccarları tarafından bu şekilde karşılanırlardı.
192:1.10 (2047.3) İsa on havari ve Yahya Markus ile bir saatten daha fazla bir süre boyunca sohbet etti; ve, o bunun ardından, onlarla ikişerli topluluklar halinde, sahilden yukarı aşağı yürüdü — ancak bu ikili çiftler ilk başta beraber göndermiş olduğu aynı çiftler değildi. Havarilerin on biri de Kudüs’ten beraber inmişlerdi; ancak, Şimon Zelotes onlar Celile’ye yaklaşırlarken gittikçe o kadar ümitsiz hale gelmişti ki, Bethsayda’ya ulaştıklarında kardeşlerini terk etmiş olup, evine geri dönmüştü.
192:1.11 (2047.4) Bu sabah onlardan ayrılmadan önce, İsa havarilerin ikisinin Şimon Zelotes’e gitmek için gönüllü olmasını ve onu tam da bu gün geri getirmesini söyledi. Ve, Petrus ve Andreas bunu böyle gerçekleştirdi.
192:2.1 (2047.5) Onlar kahvaltılarını bitirdiklerinde, ve diğerleri ateş çevresinde otururlarken, İsa Petrus ve Yahya’ya sahilde bir yürüyüş için beraberinde gelmelerine işaret etmişti. Ve onlar beraber yürürken, İsa Yahya’ya şunu söylemişti: “Yahya, beni seviyor musun?” Ve, Yahya, “Evet, Üstün, tüm kalbimle”, biçiminde cevap verdi. İsa: “O halde, Yahya, hoşgörüsüzlüğünden kurtul ve insanları benim sizleri derinden sevdiğim gibi sevmeyi öğren. Yaşamını derin sevginin dünyada en büyük şey olduğunu ispat etmeye ada. Tanrı’nın derin sevgisi insanı kurtuluş aramaya itmektedir. Derin sevgi, tüm ruhsal iyiliğin atasıdır, gerçekliğin ve güzelliğin özüdür.”
192:2.2 (2047.6) İsa bunun ardından Petrus’a dönüp, şunu sordu: “Petrus, beni derinden seviyor musun?” Petrus: “Koruyucu, biliyorsun, ben seni tüm ruhumla seviyorum.” Bunun ardından İsa: “Eğer beni derinden seviyorsan, Petrus, kuzularımı besle. Zayıfa, fakire ve gence yardım etmeyi ihmal etme. Korku ve gözetim olmadan müjdeyi duyur; Tanrı’nın hiç kimseyi gözetmediğini her zaman hatırla. Tıpkı benim sizlere hizmet etmiş olduğum gibi akran insanlara hizmet et; tıpkı benim sizleri bağışladığım gibi akran fanilerini bağışla. Deneyimin sana meditasyonun değerini ve ussal irdeleyişin gücünü öğretmesine izin ver.”
192:2.3 (2047.7) Onlar biraz daha beraber yürüdükten sonra, Üstün Petrus’a dönüp, şunu sordu: “Petrus, beni gerçekten derinden seviyor musun?” Ve, bunun ardından Şimon: “Evet, Koruyucu, benim seni derinden sevmekte olduğumu biliyorsun.” Ve, tekrar İsa şunu söyledi: “O halde sürüme iyi bak. Sürünün iyi ve doğru bir çobanı ol. Onların sana olan güvenine ihanet etme. Düşmanın elinin yaptıkları karşısında şaşkınlığa düşme. Her zaman hazırlıkta ol — gözlerini açık tut ve dua et.”
192:2.4 (2047.8) Onlar bir kaç daha adım attıktan sonra, İsa Petrus’a döndü ve üçüncü kez, “Petrus, gerçekten beni seviyor musun?” diye sordu. Ve, bunun ardından Petrus, Üstün’ün görünürde kendisine güvenmeyişinden biraz olsun üzülen bir biçimde, güçlü hislerle şunu söyledi: “Koruyucu, sen her şeyi biliyorsun, ve bu nedenle benim gerçekten ve gerçek bir biçimde seni derinden sevdiğimi biliyorsun.” Bunun ardından İsa: “Benim sürümü besle. Sürümü terk etme. Tüm akran çobanların için bir örnek ve ilham kaynağı ol. Benim seni derinden sevmiş olduğum gibi sürünü derinden sev, tıpkı benim sizlerin refahına yaşamımı adamış olduğum gibi onların refahına kendini ada. Ve, beni en sonuna kadar takip et.”
192:2.5 (2048.1) Petrus bu son ifadeyi gerçek anlamıyla düşündü — onun İsa’yı takip etmeye devam edişini — ve İsa’ya dönen bir biçimde, Yahya’yı göstererek şunu sordu: “Eğer ben seni takip edecek olursam, bu insanlar ne yapacak?” Ve, bunun ardından, Petrus’un kendi sözlerini yanlış anladığını algılayan bir biçimde, İsa şunu söyledi: “Petrus kardeşlerinin ne yapacağını düşünme. Eğer Yahya sen gittikten sonra burada vakit geçirmeye devam etmesine irade gösterirsem, hatta ben gelene kadar bile, bunun seninle ne ilgisi var? Yalnızca senin beni takip etmenden emin ol.”
192:2.6 (2048.2) Bu ifade kardeşler arasında yayılmış olup, Üstün geri dönene kadar Yahya’nın ölmeyeceğine yorumlanan bir ifade olarak algılandı birçokları Üstün’ün geri krallığı güç ve ihtişam içinde kuracağını düşünüp, umut etmişti. Şimon Zelotes’i hizmete geri getiren ve onu çalışmaya tutan şey İsa’nın söylemiş olduğu şeylerin bu yorumu olmuştu.
192:2.7 (2048.3) Onlar diğerlerine geri döndüğünde, İsa Andreas ve Yakub ile yürüyüp onlarla konuşmuştu. Onlar kısa bir mesafe kat ettiklerinde, İsa Andreas’a, “Andreas, bana güveniyor musun?” şeklinde soru sordu. Ve, havarilerin eski başı İsa’nın bu türden bir soru soruşunu duyduğunda, durup, şu cevabı verdi: “Evet, Üstün, esin bir biçimde sana güveniyorum, ve sen bunun böyle olduğunu biliyorsun.” Bunun ardından da: “Andreas, eğer bana güveniyorsan — kardeşlerine daha fazla güven — hatta Petrus’a bile. Bir zamanlar ben sana kardeşlerinin önderliği görevini emanet ettim. Şimdi sen ben seni Baba’ya gitmek için bırakırken diğerlerine güvenmek zorundasın. Acı idamlar nedeniyle kardeşlerin etrafa dağılmaya başladığında, benim kardeşim olan Yakub’un düşünceli ve bilge tavsiyecisi ol; taşımak için deneyime sahip olmadığı için yetkin olmayan ona ağır yükler yüklediklerinde. Ve, bunun ardından güvenmeye devam et, zira ben seni hayal kırıklığına uğratmayacağım. Sen yeryüzündeki görevini tamamladığında, bana geleceksin.”
192:2.8 (2048.4) Bunun ardından İsa şunu soran bir biçimde Yakub’a döndü: “Yakub, bana güveniyor musun?” Ve, tabii ki Yakub: “evet, Üstün, sana bütün kalbimle güveniyorum.” Bunun ardından İsa: “Yakub, eğer bana daha fazla güvenirsen, kardeşlerine daha az sabırsız olacaksın. Eğer bana güvenirsen, inananların kardeşliğine iyi olman kolaylaşacak. Söylediklerinin ve yaptıklarının sonuçları üzerinde düşünmeyi öğren. Ne ekersen onu biçeceğini hatırla. Ruhaniyetin dinginliği için dua et ve sabrı kazan. Yaşayan inanç ile birlikte bu şükranlar, feda kadehinin içilme vakti gelene kadar seni besleyecek. Ancak hiçbir zaman ümitsizliğe kapılma; dünyadaki görevini tamamladığında, sen de benimle birlikte olmak için geleceksin.”
192:2.9 (2048.5) İsa bunun ardından Tomas ve Nathanyel ile konuştu. Tomas’a o: “Tomas, bana hizmet ediyor musun?” Tomas: “Evet, Koruyucu, ben sana şimdi hizmet ediyorum ve her zaman hizmet edeceğim.” Bunun ardından İsa: “Eğer sen bana hizmet edecek olursan, tıpkı benim sizlere hizmet ettiğim gibi benden içindeki kardeşlerime hizmet et. Bu iyilikte yorgun düşme, Tanrı tarafından bu türden derin sevgi hizmeti için görevlendirilmiş olan biri olarak kendini koru. Yeryüzü üzerinde benimle birlikte olan hizmetini tamamladığında, ihtişam içinde bana hizmet edeceksin. Tomas, kuşku duymaya son vermek zorundasın; gerçekliğin inancı ve bilgisi içinde büyümelisin. Bir çocuk gibi Tanrı’ya inan, ancak bu kadar çocuksu bir biçimde hareket etmeye son ver. Cesur ol; inancında güçtü Tanrı’nın krallığında kudretli ol.”
192:2.10 (2049.1) Bunun ardından Üstün Nathanyel’e: “Nathanyel, bana hizmet veriyor musun?” Ve havari: “Evet, Üstün, kusuruz bir şefkat ile.” Bunun ardından İsa: “Eğer, öyleyse, bana bütün bir kalple hizmet et, sonu gelmez şefkat ile yeryüzü üzerindeki kardeşlerimin refahına adanmış olduğundan emin ol. Tavsiyene arkadaşlığı harmanla ve felsefene sevgiyi ekle. Tıpkı benim sana hizmet vermiş olduğum gibi akran insanlarına hizmet ver. Benim sizleri gözlediğim gibi insanlara sadık kal. Daha az eleştirel ol; bazı insanlardan daha az şey bekle böylece hayal kırıklığının kapsamanı azalt. Bu aşağıdaki görev tamamladığında, sen benimle birlikte yukarıda hizmet vereceksin.”
192:2.11 (2049.2) Bunun ardından Üstün Matta ve Filip ile konuştu. Filip’e: “Filip, bana itaat ediyor musun?” Filip, “Evet, Koruyucu, ben sana tüm yaşamımla bile itaat edeceğim.” Bunun ardından İsa: “Eğer sen bana itaat edecek olursan, gentilelilerin topraklarına git ve bu müjdeyi duyur. Tanrı-elçileri sana itaat etmenin feda vermekten daha iyi olduğunu öğretmiştir. İnançla sen Tanrı-bilen bir krallık evladı haline geldin. İtaat edilecek tek bir kanun bulunmaktadır — krallığın müjdesini duyurmak için yola çıkma emri. İnsanlardan korku duymaya bir son ver; karanlıkta vakitlerini boşa geçiren ve gerçekliğin ışığı için açlık çeken akranların için ebedi yaşamın iyi haberlerini duyurmaktan korkma. Artık, Filip, kendi para ve şeyler ile meşgul kılma. Şimdi sen, tıpkı kardeşlerinin olduğu gibi mutlu haberleri duyurmak için özgürsün. Ve, ben senin önünden gidecek olup, sonsuza kadar seninle birlikte olacağım.
192:2.12 (2049.3) Ve, bunun ardından, Matta’ya konuşan bir biçimde İsa: “Matta, bana itaat etmeni sağlayacak şeye kalbinde sahip misin?” Matta cevap verdi: “Evet, Koruyucu, ben iradeni gerçekleştirmene bütünüyle adanmış haldeyim.” Bunun ardından, Üstün: “Matta, sen eğer bana itaat edecek olursan, insanların tümüne krallığın bu müjdesini öğretmek için yola çık. Artık sen kardeşlerine yaşamın maddi şeyleri için hizmet vermeyeceksin; bundan böyle sen aynı zamanda ruhsal kurtuluşun iyi haberlerini duyuracaksın. Bu andan itibaren bir gözün tamamiyle Baba’nın krallığının bu müjdesini duyurma görevine itaat etmen üzerine olsun. Benim yeryüzü üzerinde Baba’nın iradesini yerine getirmem gibi, sen kutsal görevi yerine getireceksin. Hatırla, hem Museviler hem de gentileliler senin kardeşlerindir. Cennetin krallığına ait müjdenin kurtarıcı gerçekliklerini duyurduğunda hiçbir insandan korkma. Ve, gidecek olduğum yere sen yakın bir süre içinde geleceksin.”
192:2.13 (2049.4) Bunun ardından İsa, Yakup ve Yudas olan Alpheus ikizleriyle yürüyüp, konuştu; ve, onların ikisine de seslenen bir biçimde şunu sordu: “Yakup ve Yudas, bana inanıyor musunuz?” Ve, onların ikisi de, “Evet, Üstün, inanıyoruz”, dediğinde, o: “Ben sizlerden yakın bir süre içinde ayrılacağım. Sizler benim sizleri beden içinde hâlihazırda bırakmış olduğumu görmektesiniz. Babama gitmeden önce ben bu halde yalnızca kısa bir süre kalmaya devam edeceğim. Sizler bana inanıyorsunuz — sizler benim havarilerimsiniz, ve sizler her zaman böyle olmaya devam edeceksiniz. Ben gittiğimde, ve sizler, eğer olursa — ki ne güzel olur, benimle birlikte yaşamak için gelmenizden önce alışık olduğunuz işe geri döndükten sonra, inanmaya devam edin ve benimle birlikte olan birlikteliğinizi hatırlayın. Dışa dönük işinizdeki bir değişikliğin ben ile olan birlikteliğiniz üzerinde bir etkide bulunmasına izin vermeyin. Yeryüzü üzerindeki günlerinizin sonuna kadar Tanrı’ya inanç duyun. Hiçbir zaman unutmayın, sizler Tanrı’nın bir inanç evladı olduğunuzda âlemin her türlü dürüst işi kutsaldır. Tanrı’nın bir evladının yaptığı hiçbir şey sıradan olamaz. Bu andan itibaren, bu nedenle, çalışmanızı Tanrı için yapın. Ve, sizler bu dünyadaki görevinizi tamamladığınızda, ben, içinde sizlerin benzer bir biçimde benim için çalışacağınız diğer ve daha iyi dünyalara sahibim. Ve, bu dünyada ve diğer dünyalardaki, tüm bu emekleriniz içinde ben sizinle beraber emek harcayacağım, ve benim ruhaniyetim sizler içinde ikamet edecek.”
192:2.14 (2049.5) Ve, neredeyse saat on da İsa Alpheus ikizleriyle olan ziyaretinden geri dönmüştü, ve o havarilerden ayrılırken, şunu söyledi: “Elveda, yarın öğle vakti görevlendirileceğiniz dağda hepinizle buluşana kadar.” Ve, o bu şekilde konuştuktan sonra, görüşlerinden kayboldu.
192:3.1 (2050.1) Nisan’ın 22’si, Cumartesi günü öğle vakti, on bir havari Kapernaum yakınındaki tepede belirlenmiş olarak bir araya geldi, ve İsa onlar arasında ortaya çıktı. Bu buluşma, Üstün’ün kendilerini havarileri ve yeryüzü üzerindeki Baba’nın krallığının elçileri olarak ayırmış olduğu tam da aynı dağda gerçekleşmişti. Ve, bu, Üstün’ün on dördüncü morontia dışavurumuydu.
192:3.2 (2050.2) Bu zaman zarfında on bir havari Üstün çevresinde bir daire içinde diz çökmüş olup, tıpkı krallığın özel görevi için ilk olarak ayrılmış oldukları zaman gibi onun kendilerine ait görevleri tekrar ettiğini duymuş ve onun görevlendirme sahnesini yeniden sahneleyişine tanık olmuşlardı. Ve, tüm bunların hepsi, Üstün’ün duası dışında, Baba’ya olan hizmete önceki adanmışlıklarının aynı yaşanmışlığıydı. Üstün — morontia İsa — bu aşamada dua ettiğinde, onun ifadeleri havarilerin daha öncesinde hiçbir zaman duymamış olduğu türden ihtişam tonları ve güçlü kelimelerle gerçekleşmişti. Onların Üstünleri bu aşamada, kendi evreni içinde, ellerine her türlü güç ve yetkinin verilmiş olduğu biri olarak evrenlerin yöneticileri gibi konuşmuştu. Ve, bu on bir kişi hiçbir zaman, elçiliklerine dair eski sözlerinin bu morontia yeniden adanışını unutmamışlardı. Üstün bu dağ üzerinde elçileriyle yalnızca bir saat geçirmişti; ve, o kendilerine şefkatli bir elvedada bulunduktan sonra, görünüşlerinden kaybolmuştu.
192:3.3 (2050.3) Ve, hiç kimse İsa’yı bir bütün hafta boyunca görmedi. Havariler gerçekten de, Üstün’ün Baba’ya gitmiş olup olmadığını bilmez bir halde, ne yapacaklarına dair hiçbir fikre sahip değillerdi. Bu belirsizlik durumunda onlar Bethsayda’da vakit geçirdiler. Onlar, eğer İsa kendilerini ziyaret eder de onları göremezlerse diye, balık tutmaya gitmekten endişe duymaktaydı. Bu bütün hafta boyunca İsa yeryüzü üzerindeki morontia yaratılmışları, ve bu dünya üzerinde deneyimlemiş olduğu morontia geçişi olaylarıyla meşguldü.
192:4.1 (2050.4) İsa’nın görünüşlerine dair haberler Celile boyunca yayılmakta olup, her gün inananların artan sayıları Üstün’ün yeniden dirilişi hakkında soru sormak ve bu meşhur görünüşler hakkında gerçekliği öğrenmek için Zübeyde’nin evine varmaktaydı. Petrus, haftanın başlarında, bir sonraki Şabat öğleden sonra saat üçte deniz kenarında bir kamu buluşmasının gerçekleştirileceğine dair haber gönderdi.
192:4.2 (2050.5) Bunun uyarınca, Nisan’ın 29’u, Cumartesi günü, saat üçte, yeniden dirilişten beri Petrus’un ilk kamu vaazını duymak için Kapernaum çevresinden gelen beş yüzden fazla inanan Bethsayda’da bir araya geldi. Havari zirve noktasındaydı, ve alımlı söyleşisini bitirdikten sonra, onu dinleyenlerden çok azı Üstün’ün ölüden dirilmiş olduğundan kuşku duymuştu.
192:4.3 (2050.6) Petrus vaazını, şunu söyleyen bir biçimde, bitirmişti: “Nasıralı İsa’nın ölmemiş olduğuna şahidiz; onun kabirden dirildiğini duyuruyoruz; bizler onu görüp, onlarla konuştuğumuzu duyuruyoruz.” Petrus tam da bu inancın duyurusunu gerçekleştirirken, orada, yanı başında, tüm bu insanların gördüğü halde, Üstün morontia halinde ortaya çıkmıştı ve, o, kendilerine benzer tonlarda hitap eden bir biçimde, şunu söyledi: “Huzur üzerinize olsun, ve huzurumu sizlere bırakıyorum.” O bu şekilde ortaya çıkıp, onlara böyle konuştuğunda, görünüşlerinden kayboldu. Bu, dirilmiş İsa’nın on beşinci morontia dışavurumuydu.
192:4.4 (2051.1) Görevlendirme dağında Üstün ile konuşmalarında on birliye belirli şeyler söylenmiş olduğu için, havariler Üstünleri’nin Celile inananlarından meydana gelen bir topluluk önünde yakın bir süre içinde bir kamu görünüşünde bulunacağına dair bir kanıya sahip olmuşlardı ve, İsa bunu gerçekleştirdikten sonra, onlar Kudüs’e geri döneceklerdi. Bunun uyarınca, Nisan’ın 30’u, Pazar olarak ertesi gün erken saatlerde on birli Kudüs için Bethsayda’dan ayrıldı. Onlar, Mayıs’ın 3’ü, Çarşamba günü geç saatlere kadar Kudüs’teki Markusların evine kadar ancak varan bir biçimde, Ürdün vadisinden inerken dikkate değer düzeyde öğreti ve duyuruda bulunmuşlardı.
192:4.5 (2051.2) Bu, Yahya Markus için üzüntülü bir eve gelişti. Eve ulaşmadan yalnızca birkaç saat önce, babası İlyas Markus, aniden beyin kanaması geçirerek ölmüştü. Her ne kadar ölüden dirilişin kesinliği kederlerinde havarileri teselli etmişse de, onlar gerçekten de, büyük sıkıntıları ve hayal kırıklıkları dönemlerinde kendilerinin güçlü bir destekleyici olmuş iyi arkadaşlarının kaybı karşısında bir yas tuttular. Yahya annesini teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı ve, onun adına konuşarak, annesinin evinde havarilerin yerlerini yapmaya devam etmeye davet etti. Ve, on birli, Hamsin Yortusu gününe kadar bu üst odayı yönetim merkezleri yapmışlardı.
192:4.6 (2051.3) Havariler bilinçli bir biçimde, Musevi makamları tarafından görülmemek için karanlık çöktükten sonra Kudüs’e girmişti. Ne de onla İlyas Markus’un cenazesi ile ilişkili bir biçimde kamu önünde görünmüştü. Bir sonraki günün tamamı boyunca onlar bu büyük öneme sahip üst odada sessiz tecritleri içinde kalmaya devam ettiler.
192:4.7 (2051.4) Perşembe gecesi, havariler bu üst odada muhteşem bir buluşma gerçekleştirmiş olup, Tomas, Şimon Zelotes ve Alpheus ikizleri dışında, tümü, dirilmiş Koruyucu’nun yeni müjdesini kamuya açık bir biçimde duyurmak için yola çıkma sözünü kendilerine vermişti. Hâlihazırda — Tanrı ile evlatlık ve insanlar ile kardeşlik olarak — krallığın müjdesini İsa’nın yeniden dirilişinin duyurusuna değiştirmenin ilk aşamaları başlamıştı. Nathanyel kamu iletilerinin özündeki bu değişmeye karşı gelmişti ancak o Petrus’un ince ifadesine karşı koyamamıştı ne de, o, özellikle kadın inananlar olarak takipçilerin coşkusunun üzerinden gelememişti.
192:4.8 (2051.5) Ve, böylece, Petrus’un canlı önderliği altında ve Üstün Baba’ya yükselmeden önce, onun iyi niyetli temsilcileri İsa’ya ait dini İsa’ya dair yeni ve dönüşüme uğramış bir bütünlüğe kademeli ve kesin bir biçimde değiştirmenin ancak ince detaylar ile görülebilecek sürecine başlamıştı.
Urantia’nın Kitabı
193. Makale
193:0.1 (2052.1) İSA’nın on altıncı morontia dışavurumu, Mayıs’ın 5’i, Cuma günü gece dokuz sularında Nikodemus’un bahçesinde gerçekleşti. Bu akşam, Kudüs inananları yeniden dirilişten bu yana ilk buluşma girişimlerini gerçekleştirmişti. Burada bu zaman zarfında toplanmış olanlar arasında on bir havari, kadın birliği ve onların birliktelikleri ve Yunanlıların meydana getirdiği bir topluluğu içine alan bir biçimde Üstün’ün diğer önde gelen yaklaşık elli takipçisi bulunmaktaydı. İnananların bu kafilesi, yarım saatten biraz fazla süre boyunca sohbet etekteydi ki, morontia Üstün, aniden, bütüncül görünüşünde ortaya çıkmış olup, derhal onlara yönergelerde bulunmaya başlamıştı. İsa şunu söylemişti:
193:0.2 (2052.2) “Huzur üzerinize olsun. Bu, bedenden kurtuluşumdan beri görünmüş olduğum — havariler, takipçiler, hem erkek hem de kadınlar olarak — inananların en temsili topluluğudur. Ben şimdi sizleri, aranızdaki konukluğumun bir sona ereceğini önceden söylemiş olduğum gerçekliğine şahit olmaya çağırıyorum; ben size, yakın bir süre içinde Baba’ya geri dönmek zorunda olduğumu söylemiştim. Ve, bunun ardından ben sizlere, yalın bir biçimde, Musevilerin baş din-adamları ve yöneticilerin beni nasıl ölüme göndereceklerini ve benim nasıl mezardan dirileceğimi söylemiştim. Neden, öyleyse sizler, bu yaşananların tümü gerçekleşirken bu kadar şaşkınlık içine düşmenize izin verdiniz? Ve neden sizler üçüncü gün mezardan yükselmem karşısında şaşırdınız? Sizler bana inanmada başarısız oldunuz, çünkü siz benim sözlerimi onların taşıdığı anlamı kavramadan duydunuz.
193:0.3 (2052.3) “Ve, şimdi, kalplerinizde anlamını kavramada başarısız olurken öğretimi aklınızla duyma hatasında bulunmayasınız diye sözlerimi can kulağıyla dinleyin. Sizlerden biri olarak konukluğumun başından beri ben sizlere, tek amacımın yeryüzü üzerindeki çocuklarına cennet içindeki Babamı açığa çıkarmak olduğunu öğrettim. Nem, sizler Tanrı-bilen süreci deneyimleyebilesiniz diye Tanrı’yı açığa çıkarma bahşedilişini yaşadım. Ben Tanrı’yı cennet içindeki Babanız olarak açığa çıkardım; ben sizleri yeryüzü üzerinde Tanrı’nın evlatları olarak aççığa çıkardım. Sözlerime olan inançla bu gerçeklik kalpleriniz içinde ebedi ve yaşayan bir gerçeklik haline gelmektedir. Yaşayan inançla kutsal bir biçimde Tanrı-bilincine erişir hale geldiniz zaman, ışığın ve yaşamın çocukları olarak ruhaniyetten doğacak olup, hatta boyunca kâinat âlemlerin tümü boyunca yükseleceğiniz ebedi yaşama ve Cennet üzerinde Baba olarak Tanrı’yı bulma deneyimine erişeceksiniz.
193:0.4 (2052.4) “Ben sizlerden, Tanrı’nın babalığının mevcudiyeti ve insanlığın evlatlığının gerçekliği olarak — krallığın müjdesini duyurma görevinizi her zaman hatırlamanızı istiyorum. İyi haberlerin bütüncül gerçekliğini duyurun, yalnızca kurtarıcı müjdenin bir kısmını değil. Sizlerin iletisi benim yeniden diriliş deneyimimle değişmedi. İnanç vasıtasıyla olan Tanrı ille evlatlık hala krallığın müjdesinin kurtarıcı gerçekliğidir. Sizler, Tanrı’nın derin sevgisini ve insanın hizmetini duyuran bir biçimde yola çıkacaksınız. Dünyanın en fazla duymaya ihtiyaç duyduğu şey şudur: İnsanlar Tanrı’nın evlatları olup, inanç vasıtasıyla onlar mevut bir biçimde bu soylu gerçekliğin farkına varabilir, ve günlük yaşamlarında onu deneyimleyebilir. Benim bahşedilişim insanların tümünün onların Tanrı’nın evlatları olduğunu bilmelerine yardım edecektir; ancak, bu türden bilgi, kendilerinin ebedi Baba’nın yaşayan ruhaniyet evlatları oluşu biçiminde inançla gelen kurtarıcı gerçekliği kişisel olarak kavramadıkça yeterli olmayacaktır. Krallığın müjdesi Baba’nın derin sevgisi ve yeryüzü üzerindeki onun çocuklarının hizmeti ile ilişkilidir.
193:0.5 (2053.1) “Sizler aranızda, burada, benim ölümden diriliş oluşuma dair bilgiyi paylaşmaktasınız; ancak, bu garip bir şey değildir. Ben yaşamımı öne serme ve onu tekrar alma gücüne sahibim; Baba böyle bir gücü Cennet Evlatları’na vermektedir. Sizler bunun yerine, kalplerinizde, bir çağın ölülerinin Yusuf’un yeni kabrinden ayrıldıktan sonra ebedi yükselişe girmiş olduğu bilgisiyle heyecanla dolmalıdır. Ben kendi yaşamımı tıpkı sizleri derinden severek ve sizlere hizmet ederek sizlere Tanrı’yı açığa çıkaran hale geldiğim gibi, sevgi dolu hizmet ile akran insanlarınıza nasıl Tanrı açığa çıkarıcı hale gelebileceğinizi gösteren bir biçimde yaşadım. Ben sizler aranızdaki yaşamımı, sizlerin, ve tüm diğer insanların, kendilerinizin gerçekten de Tanrı’nın evlatları olduğunuzu bilebilmeniz için yaşadım. Bu nedenle, şimdi tüm dünyaya insanların tümüne cennetin krallığının bu müjdesini duyurarak çıkın. İnsanların tümünü benim sizleri derinden sevmiş olduğum gibi sevin; akran fanilerinize benim sizlere hizmet vermiş olduğum gibi hizmet verin. Sizler hiçbir kısıtlama olmadan aldınız, onu hiçbir kısıtlama olmadan verin. Ben Baba’ya giderken ve Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni gönderene kadar Kudüs’teki tek vakit geçirişinizi gerçekleştirin. O sizi daha büyük gerçekliğe yönlendirecek, ve ben sizlerle tüm dünyaya berber geleceğim. Ben her zaman sizlerleyim, ve huzurumu sizlere bırakıyorum.”
193:0.6 (2053.2) Üstün onlara böyle konuştuğunda, onların görünüşünden kayboldu Bu inananlar dağılmadan önce gün yeni ağarmaktaydı bütün bir gece onlar, Üstün’ün uyarılarını içten bir biçimde tartışan ve başlarına gelen her şey üzerinde düşünen bir biçimde, beraber kalmaya devam ettiler. Yakup Zübeyde ve havarilerin diğerleri aynı zamanda onlara Celile’deki morontia Üstünü ile deneyimlerinden bahsetmiş olup, kendisinin nasıl da onlara üç kez görünmüş olduğunu anlatmışlardı.
193:1.1 (2053.3) Şabat öğleden sonrası saat dört sularında, Mayıs’ın 13’ü, Üstün Şakar’daki Yakub’un kuyusu yakınında Nalda ve yaklaşık olarak yetmiş beş Samiri inananına görünmüştü. İnananlar, İsa’nın yaşamın suyuna dair Nalda ile konuşmuş bulunduğu yerin yakını olan bu yerde bir buluşa düzenleme âdeti geliştirmişlerdi. Bu gün, onlar bildirilen yeniden dirilişe dair söyleyişlerini tam tamamlarken, İsa, şunu söyleyen bir biçimde aniden onlar önünde belirdi:
193:1.2 (2053.4) “Huzur üzerinize olsun. Sizler benim yeniden diriliş ve yaşam olduğumu bilmeyi kutlamaktasınız; ancak, bu sizlere, sizler ilk olarak ebedi ruhaniyetten doğmadıkça bir şey getirmeyecektir; zira, ebedi ruhaniyetten doğmak, inanç vasıtasıyla, ebedi yaşamın hediyesine sahip olmayı getirecektir. Eğer sizler Babamın inanç evlatlarıysanız, hiçbir zaman ölmeyeceksiniz; sizler yok olmayacaksınız. Krallığın müjdesi sizlere insanların tümünün Tanrı’nın evlatları olduğunu öğretiştir. Ve, yeryüzü üzerindeki çocukları için cennetsel Baba’nın derin sevgisine dair bu güzel haberler tüm dünyaya taşınmak zorundadır. Ne Gerizim’de ne de Kudüs’te Tanrı’ya ibadet etme vakti gelmiştir; vakit, sizlerin ta da bulunduğunuz yerde, ruhaniyet ve gerçeklik içinde Tanrı’ya ibadet etmek için gelip çatmıştır. Ruhlarınızı kurtaran şey inancınızdır. Kurtuluş, kendilerinin onun evlatları olduğuna inanan herkes için Tanrı’nın hediyesidir. Ancak, aldanmayın; kurtuluş Tanrı’nın karşılıksız hediyesi olup, inanç vasıtasıyla onu kabul eden herkese bahşedilirken, onu, beden içinde yaşanıldığı haliyle bu ruhaniyet yaşamının meyvelerini taşıma deneyimi takip etmek zorundadır. Tanrı’nın babalığına dair inanç savının kabul edilişi sizlerin aynı zamanda inanın kardeşliğine ait ilişkilemsel gerçekliği hiçbir kısıtlama olmadan kabul etmeniz anlamına gelmektedir. Eğer insan sizlerin kardeşiniz ise, o, Baba’nın kendiniz gibi sevmenizi istediği komşunuzdan çok daha büyük öneme sahiptir. Öz ailenize ait olan kardeşinizi yalnızca bir ailesel şefkat ile derinden sevmeyeceksiniz; ona aynı zamanda kendinize hizmet verdiğiniz gibi hizmet vereceksiniz. Ve, sizler böylece kardeşinizi derinden sevecek ve ona hizmet vereceksiniz, çünkü, benim kardeşlerim olarak, sizler, beni tarafımdan bu şekilde derinden sevilmiş ve hizmet edilmiş haldesiniz. Öyleyse, her ırkın, kabilenin ve milletin her bir üyesine bu iyi haberleri anlatan bir biçimde tüm dünyaya gidin. Benim ruhaniyetim sizler önünde gidecek, ve ben her zaman sizlerle birlikte olacağım.”
193:1.3 (2054.1) Bu Samiriler Üstün’ün bu görünüşü karşısında fazlasıyla aşkınlık içine düşmüşlerdi, ve onlar derhal, İsa’yı görmüş ve onunla konuşmuş olduklarına dair haberleri etrafa yayan bir biçimde yakındaki kasaba ve köylerin yolunu tutmuşlardı.
193:2.1 (2054.2) Üstün’ün on sekizinci morontia görünüşü, Mayıs’ın 16’sı, Salı günü, akşam dokuzdan biraz önce Tire’de gerçekleşmişti. Benzer bir biçimde o inananların gerçekleştirmiş olduğu bir buluşmanın sonunda onlar dağılmak üzereyken ortaya çıkmış olup, şunu söylemişti:
193:2.2 (2054.3) “Huzur üzerinize olsun. İnsan Evladı’nın ölüden dirilmiş olduğunu bilmekten keyif almaktasınız çünkü sizler bu bilginin aracılığıyla siz e kardeşlerinizin de aynı zamanda fani ölümden kurtulacak oluşunu bilmektesiniz. Ancak, bu türden kurtuluş öncesinde, gerçekliği aramanın ve Tanrı’yı bulmanın ruhaniyetinden doğmuş olmanıza bağlıdır. Yaşamın ekmeği ve onun suyu — Tanrı için olan bir biçimde — gerçeklik için açlık ve doğruluk için susuzluk çekenlere verilmektedir. Ölümden diriliş gerçeği krallığın müjdesi değildir. Bu büyük gerçekliklerin ve bu evren gerçeklerinin tümü, iyi havarilere inanmanın bir sonucu olması ve inanç vasıtasıyla, eylemde ve gerçeklikte, ebedi Tanrı’nın sonsuza kadar sürecek evlatları haline gelenlerin daha sonraki deneyimlerini içermesi bakımından tümüyle ilişkili haldedir. Benim Babam beni dünyaya insanların tümüne evlatlığın bu kurtuluşunu duyurmak için gönderdi. Ve, böylece ben sizleri, evlatlığın bu kurtuluşunu duyurmak için dışarı gönderiyorum. Kurtuluş Tanrı’nın karşılıksız hediyesidir, ancak ruhaniyetten doğmuş olanlar doğrudan bir biçimde akran yaratılmışlarına olan derin sevgi dolu hizmette ruhaniyetin meyvelerini vermeye başlayacaktır. Ve, ruhaniyetten doğmuş ve Tanrı-bilen fanilerin yaşamlarında veren kutsal ruhaniyetin meyveleri şunlardır: derin sevgi dolu hizmet, fedakâr adanmışlık, cesur sadakat, içten adalet, aydınlanmış dürüstlük, ölmez umut, güvenilir güvence, merhametsel hizmet, yanılmaz iyilik, bağışlayıcı hoşgörü ve devamlılığı olan huzurdur. Eğer kendilerini inanan olarak duyurmuş kişiler kutsal ruhaniyetin bu meyvelerini yaşamlarında taşımıyorlarsa, onlar ölü haldedirler; Gerçekliğin Ruhaniyeti onlar içinde değildir; onlar, yaşayan asmanın verimsiz dallarıdır, ve onlar yakın bir süre içinde asmadan alınacaklardır. Babam inanç evlatlarından ruhaniyet meyvelerinin olabildiğince fazlasını taşımalarını istemektedir. Böyleyken, eğer sizler meyve vermiyorsanız, o köklerinize inecek ve verimsiz dallarınızı kesecektir. Tanrı’nın krallığı içinde cennet yolunda ilerlerken, ruhaniyetin meyvelerini giderek artan bir biçimde vermek zorundasınız. Sizler krallığa bir çocuk olarak girebilirsiniz; ancak, Baba sizden, şükran ile, ruhsal ergenliğin bütüncül düzeyine büyümenizi istemektedir. Ve, ulusların tümüne bu müjdenin iyi haberlerini anlatmak için çıktığınızda, ben sizler önünde gidecek olup, beni Gerçeklik Ruhaniyetim kalplerinizde ikamet edecektir. Huzurumu ben sizlere bırakıyorum.”
193:2.3 (2054.4) Ve, bunun ardından, Üstün onların görünüşünden kayboldu. Bir sonraki gün onlar, bu yaşanmışlığı Şidon’a ve hatta Antakya ve Şam’a taşımış olanların yaşadığı Tire’den yola çıkmışlardı. İsa beden içindeyken bu inananlarla birlikte olmuştu, ve onlar kendisi öğretmeye başlayınca onu tanımada hiçbir güçlük çekmemişlerdi. Onun arkadaşları görünür halde kılındığında onun morontia halini hazır bir biçimde tanımazken, onlar hiçbir zaman, kendisi onlara konuştuğunda onun kişiliğini tanımada yavaş kalmamışlardı.
193:3.1 (2055.1) Erken Perşembe sabahı, Mayıs’ın 18’i, İsa bir morontia kişiliği olarak yeryüzü üzerindeki son görünüşünde bulundu. On bir havari Meryem Markus’un üst odasında kahvaltı sofrasına oturmak üzereyken, İsa onlara görünmüş olup, şunu söyledi:
193:3.2 (2055.2) “Huzur üzerinize olsun. Ben sizlerden, Baba’ya yükselene, hatta, yakın bir süre içinde tüm bedene serpilecek ve hepinize göğün gücünü bahşedecek olan Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni gönderene kadar burada vakit geçirmenizi rica ettim.” Şimon Zelotes, şunu soran bir biçimde, İsa’nın konuşmasını böldü: “Öyleyse, Üstün, krallığı tekrar kuracak mısın, ve bizler yeryüzü üzerinde dışa vurulmuş haldeki Tanrı’nın ihtişamını görecek miyiz?” İsa Şimon’un sorusunu dinledikten sonra, şu cevabı verdi: “Şimon, sen hala Musevi Mesihi ve maddi krallığa dair eski düşüncelerine bağlı haldesin. Ancak, sen, ruhaniyet üzerine indikten sonra ruhsal gücü alacak olup, yakın bir süre içinde krallığın bu müjdesini duyuran bir biçimde tüm dünyaya gideceksin. Baba’nın beni bu dünyaya göndermiş olduğu gibi, ben seni dünyaya çıkmaya gönderiyorum. Ve, umut ederim sizler birbirlerinizi derinden sevecek olup, birbirlerinize güven duyacaksınız. Yudas artık sizinle değil çünkü onun derin sevgisi soğudu, ve o, kendi sadık kardeşleri olarak sizlere inanmayı reddetti. İçinde şunun yazılmış olduğu Yazıtları okumadınız mı?: ‘Yalnız olmak insan için iyi bir şey değildir. Hiçbir insan kendi başına yaşayamaz’? Ve, aynı zamanda şunun yazıldığı yeri?: ‘arkadaşlara sahip olacak kişi ilk önce kendisinin arkadaşçıl olduğunu göstermek zorundadır’? Ve, hatta ben sizleri, yalnızlığa, yanlışa ve tecrit kederlerine düşmeyesiniz diye ikişerli topluluklar halinde öğretmek için göndermedim mi? Sizler aynı zamanda, oldukça iyi bir biçimde, ben beden içindeyken, uzunca bir süre boyunca kendimin yalnız kalmasını engellediğimi biliyorsunuz. Birlikteliğimizin tam da en başından beri ben her zaman içlerinizden iki veya üç kişiyi sürekli olarak yanımda veya böyle olmadığı durumlarda, mesela Baba ile bütünlük içinde olduğum zamanlarda bile yakınımda tuttum. Bu nedenle birbirinize güvenin ve birbirinize sırlarınızı verin. Ve, bu her zamankinden daha da gerekli olan bir şeydir çünkü ben bu gün sizleri dünyada yalnız halde bırakıyorum. Vakit geldi; Baba’ya gitmeye hazırım.”
193:3.3 (2055.3) O bunları söylediğinde, onların kendisiyle birlikte gelmesi işaretinde bulunmuştu, ve, kendisi onları, Urantia’dan ayrılmaya hazır halde onlara elveda etmiş olduğu Zeytindağı’na götürmüştü. Bu, Zeytindağı’na olan ulvi bir yürüyüştü. İsa Zeytindağı’nda onlar ile birlikte durana kadar üst odadan ayrılışlarından beri içlerinden herhangi biri tarafından tek bir kelime dahi edilmemişti.
193:4.1 (2055.4) İsa’nın toplumsal ve kardeşsel tecridin tehlikelerine karşı bir ulvi uyarı olarak Yudas’ın yitirilişine ve onların ihanetkar akran emekçilerinin acı sonuna atıfta bulunuşu Üstün’ün havarilerine olan elveda iletisinin ilk kısmında gerçekleşmişti. Bu ve gelecek çağlar içinde Üstün’ün yorumları ve takip eden çağların biriken aydınlanması ışığında Yudas’ın çöküşünün nedenlerinin kısaca gözden geçirilişi yararlı olabilir.
193:4.2 (2055.5) Bizler bu acı yaşanmışlığa geri dönüp, onu düşündüğümüzde, Yudas’ın doğru yoldan ayrılışının başat olarak, olağan ve toplumsal ilişkilere kapalı ve onlardan uzak bir kişilik olarak, oldukça belirgin bir haldeki ayrılmış bir kişiliği nedeniyle gerçekleşmiş olduğunu düşünmekteyiz. O ısrarcı bir biçimde, akran havarileriyle sırlarını paylaşmayı ve onlar ile özgür bir biçimde kardeş hale gelmeyi reddetmişti. Ancak, Yudas’ın aynı zamanda daha fazla derin sevgiye sahip olmadaki ve ruhsal şükranda büyümedeki başarısızlığı gerçekleşmemiş olsaydı, ayrık haldeki bir kişiliğe sahip olması, tek başına, onun bu türden bir yanlışı gerçekleştirmesine neden olmayacaktı. Ve, bunlar üzerine, bu yetmezmiş gibi, o kendisini kinsel duygulara kendisini bırakmış olup, intikam ve tüm hayal kırıklıkları için bir kişiyle “ödeşmeyi” arzulamaya dair genel bir amaç gibi psikolojik düşmanları beslemişti.
193:4.3 (2056.1) Bireysel tuhaflıkların ve zihinsel eğilimlerin bu talihsiz birleşimi, bu kötülükleri derin sevgi, inanç ve güven ile yenmede başarısız olan iyi niyetli bir kişinin yok olmasına sebebiyet vermişti. Yudas’ın doğru yoldan ayrılması Tomas ve Nathanyel örneklerinde oldukça iyi ispatlanmış olduğu gibi zorunlu son değildi; bu kişilerin ikisi de talihsiz bir biçimde, kuşkunun ve bireysel eğilimin aşırı gelişiminin bu aynı türünü taşımaktaydı. Hatta Andreas ve Matta bile bu yönde birçok eğilime sahip olmuştu; ancak tüm bu kişiler, zaman ilerledikçe, İsa’yı ve akran havarilerini daha fazla sevmişti, daha az değil. Onlar, şükranlık ve gerçekliğin bir bilgisi içinde büyümüştü. Onlar kardeşlerine giderek artan bir güveni duyar hale gelip, yavaşça akranlarıyla sırlarını paylaşma yetkinliği geliştirmişti. Yudas ısrarcı bir biçimde kardeşleriyle sırlarını paylaşmayı reddetmişti. O, duygusal çatışmalarının birikmesi sonucu, kendisini ifade ederek rahatlama zorunluluğu hissettiğinde, her seferinde, kendisinin yeryüzü üzerindeki on iki kutsanmış elçisinden biri olduğu cennetsel krallığın ruhsal gerçekliklerinin refahına ve ilerleyişine ya ilgisiz, ya da mevcut bir biçimde düşmancıl olan ruhsal-olmayan tanıdıklarının veya zaman içinde tanışık hale gelmiş olduğu kişilerin tavsiyesine başvurmuş olup, onların bilgece olmayan önerilerini dinlemişti.
193:4.4 (2056.2) Yudas, kişisel eğilimlerin ve karakter zayıflığın şu etkenleri nedeniyle yeryüzü mücadelelerindeki savaşlarında başarısızlığa uğramıştı:
193:4.5 (2056.3) 1. O, ayrık bir insan varlığı türüydü. O aşırı bir biçimde bireysel olup, kesin bir biçimde “kapalı” ve toplumsallaşamaz haldeki bir kişiliğe dönüşmeyi tercih etmişti.
193:4.6 (2056.4) 2. Çocuk halinde yaşam onun için aşırı derecede kolay hale getirilmişti. O kendisinin engellenişine ciddi bir biçimde karşı koymaktaydı. O her zaman galip gelmeyi beklemişti; o oldukça kötü bir yenilendi.
193:4.7 (2056.5) 3. O hiçbir zaman, hayal kırıklığı ile yüzleşmenin bir felsefi tekniğini elde etmemişti. Hayal kırıklıklarını insan mevcudiyetinin düzenli ve olağan bir niteliği olarak kabul etmek yerine, o her seferinde, kişisel zorluklarının ve hayal kırıklıklarının tümü için, belirli bir kişiyi, veya bir topluluk olarak kendi birlikteliklerini suçlamaya başvurmuştu.
193:4.8 (2056.6) 4. O kin beslemeye eğilimliydi; o her zaman intikam düşünceleri beslemişti.
193:4.9 (2056.7) 5. O gerçeklikler ile dürüst bir biçimde yüzleşmekten hoşlanmamaktaydı o, yaşamın getirdiği koşullara olan tutumunda dürüst değildi.
193:4.10 (2056.8) 6. O, doğrudan birliktelikleri ile kişisel sorunlarını paylaşmaktan hoşlanmamaktaydı o, gerçek arkadaşları ve kendisini gerçekten sevmiş olanlar ile sorunlarından bahsetmeyi reddetmişti. Birliktelikte bulunduğu yılların tümü içinde Yudas bir kez olsun, tamamiyle kişisel bir sorun için Üstün’e gitmemişti.
193:4.11 (2056.9) 7. O hiçbir zaman, soylu yaşamın gerçek ödüllerinin, son kertede, beden içindeki bu kısa bir yaşam süresince her zaman dağıtılmayacak olan ruhsal ödüller olduğunu öğrenmemişti.
193:4.12 (2056.10) Ayrık haldeki kararlı kişiliğinin bir sonucu olarak, onun kederleri çoğalmış, acıları artmış, endişeleri birikmiş, ve onun umutsuzluğu neredeyse taşınamaz hale gelen bir biçimde derinleşmişti.
193:4.13 (2057.1) Bu bencil ve aşırı derecedeki havari birçok zihinsel, duygusal ve ruhsal sıkıntıya sahip olmuş olsa da, onun başlıca sıkıntıları şunlardı: Kişilikte, o tecrit içindeydi. Akılda, o kuşkucu ve intikamcıydı. Mizaçta, o kaba ve kinciydi. Duygusal olarak, o sevgisiz ve merhametsizdi. Toplumsal olarak, o paylaşmaz olup, tamamiyle kendi içine kapanık haldeydi. Ruhaniyette, o kibirli ve bencil bir biçimde gelecekten büyük beklentiler duyar hale gelmişti. Yaşamda, o kendisini derinden sevenleri görmezden gelmiş olup, ölümde o arkadaşsızdı.
193:4.14 (2057.2) Böylece, hep birlikte düşünüldüğünde, bunlar; iyi niyetli ve bir zamanlar İsa’nın içten inananı olmuş bir kişinin, İsa’nın dönüştürücü kişiliği ile içten ilişkileminden olan birçok yıldan sonra bile onun neden akranlarını terk etmiş, kutsal bir amacı reddetmiş, yüce görevlendirilişini kınayarak bırakmış ve kendi kutsal Üstünü’ne ihanet etmiş olduğunu açıklayan akıl etkenlerini ve kötülük etkileridir.
193:5.1 (2057.3) İsa, on bir sessiz ve bir ölçüde şaşkınlık içindeki havarisi ile Zeytindağı’nın batı yamacına ulaştığında, vakit neredeyse, bu Perşembe sabahı, Mayıs’ın 18’i, yedi buçuktu. Dağa giden yolun yaklaşık olarak üçte ikisine denk gelir haldeki bu yerden, onlar uzakta Kudüs’ü ve yakında Gethsemane’yi görebilmekteydi. İsa bu aşamada, Urantia’dan ayrılmadan önce havarilerine son elvedasını söylemeye hazırdı. İsa orada onların önünde dururken, kendilerine söylenmeden onun etrafında bir daire halinde diz çökmüştü; ve, Üstün onlara şunu söyledi:
193:5.2 (2057.4) “Sizden, gökten gelen güçle bahşedilene kadar Kudüs’te vakit geçirmenizi istiyorum. Ben şimdi sizlerden ayrılmak üzereyim; Babam’a yükselmek üzereyim; ve, yakın zaman içinde, oldukça yakın zaman içinde, bizler konukluğumun gerçekleşmiş olduğu bu dünyaya Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni göndereceğiz; ve, o geldiğinde, ilk önce Kudüs’te ve daha sonra dünyanın en ücra köşelerine gerçekleşmek üzere, krallığın müjdesinin yeni duyurusuna başlayacaksınız. İnsanları, aracılığı ile benim sizleri derinden sevmiş olduğu gibi sevin, ve akran fanilerinize tıpkı benim sizlere hizmet etmiş olduğum gibi hizmet edin. Yaşamlarınızın sahip olduğu ruhaniyet meyveleri ruhların, insanın Tanrı’nın bir evladı, ve tüm insanların kardeş oluşu gerçekliğine inanmaya zorlamaktadır. Sizlere öğretmiş olduğum her şeyi ve aranızda yaşamış olduğum yaşamı hatırlayın. Benim derin sevgim sizleri gölgelemekte olup, ruhaniyetim sizler içinizde ikamet edecektir; ve, benim huzurum sizler üzerinizde kalmaya devam edecektir. Elveda.”
193:5.3 (2057.5) Morontia Üstünü bu şekilde konuştuğunda havarilerin görüşünden kaybolmuştu. İsa’nın sözde bu yükselişi hiçbir biçimde, Urantia üzerindeki morontia sürecinin kırk günü boyunca fani görünüşten gerçekleştirmiş olduğu diğer kaybolmalardan farklı değildi.
193:5.4 (2057.6) Üstün Edentia’ya, Cennet Evladı’nın gözcülüğü altında bulunan Yüksek Unsurların Nasıralı İsa’yı morontia halinden serbest bırakmış ve yükselişin ruhaniyet kanalları aracılığı ile onu cennet evlatlığına ve Salvington üzerindeki en yüksek egemenliğe geri göndermiş olduğu yer olan Yerusem üzerinden gitmişti.
193:5.5 (2057.7) Morontia İsa’sı, Babası’nın sağ koluna yükselmeye başlamak için on iki havarinin görünüşünden ayrıldığında saat yaklaşık olarak bu sabahın yedi kırk beşiydi; burada o, Nebadon evreninin tamamlamış olduğu egemenliğinin resmi onayını alacaktı.
193:6.1 (2057.8) Petrus’un yönergesi üzerine hareket eden bir biçimde, Yahya Markus ve diğerleri, Meryem Markus’un evinde önde gelen takipçileri bir araya toplamak için yola düştü. Bu zaman zarfında, Kudüs’te yaşayan İsa’nın önde gelen yüz yirmi takipçisi Üstün’ün elveda iletisine dair bildiriyi duymak ve onun yükselişini öğrenmek için bir araya toplanmıştı. Bu kafile arasında İsa’nın annesi Meryem’de bulunmaktaydı. O, havariler Celile’deki bir önceki konukluklarından geri döndüklerinde Yahya Zübeyde ile Kudüs’e geri dönmüştü. Hamsin Yortusu’ndan kısa bir süre sonra o Bethsayda’daki Şalome’nin evine geri dönmüştü. İsa’nın kardeşi olan Yakub da, onun gezegensel yükselişinin sonlanmasından sonra Üstün’ün takipçileri tarafından düzenlenmiş olan ilk buluşma olarak bu buluşmada hazır haldeydi.
193:6.2 (2058.1) Şimon Petrus, akran havarilerine konuşma görevini kendi kendisine üstlenmiş olup, Üstünleri ile on birlinin son buluşmasına dair heyecan verici bir bildiriyi gerçekleştirmişti; ve, o oldukça dokunaklı bir biçimde Üstün’ün son elvedasını ve onun yükseliş kayboluşunu tasvir etmişti. Bu, bu dünya üzerinde daha önce hiçbir zaman gerçekleşmemiş olan bir buluşmaydı. Buluşmanın bu kısmı bir saat bile sürmemişti. Petrus bunun ardından Yudas İşkariyot’un konumu için bir varisin seçilmesine karar vermiş olduklarını açıklamıştı ve, bu konum için Mathias ve Yustus olarak önerilen iki kişi arasında havarilerin karar vermesini sağlamak amacıyla bir aranın verileceğini.
193:6.3 (2058.2) On bir havari bunun ardından, bu kişilerden hangisinin Yudas’ın yerine hizmet verecek bir havari olacağını belirlemek için oy vermeye karar vermiş bulundukları alt kata gitmişlerdi. Oy çokluğu Mathias üzerinde olmuştu; ve, o yeni havari olarak duyurulmuştu. O yerinde bir biçimde makamına tanıştırılmış olup, bunun ardından haznedar olarak görevlendirilmişti. Ancak, Mathias, havarilerin daha sonraki etkinliklerinde küçük bir rol oynamıştı.
193:6.4 (2058.3) Hamsin Yortusu’ndan sonra ikizler Celile’deki evlerine geri dönmüşlerdi. Şimon Zelotes, müjdeyi duyurmaya çıkmadan önce bir süreliğine dinlenmeye çekilmiş haldeydi. Tomas daha kısa bir süre boyunca endişe içinde vaktini geçirmiş olup, bunun ardından öğretisine devam etmişti. Nathanyel, krallığa ait eski müjdeyi duyurmanın yerine Petrus’un İsa’ya dair öğretisi karşısında onunla artan bir biçimde fikir ayrılığına düşmüştü. Bu anlaşmazlık o kadar keskin hale gelmişti ki, Abner ve Lazarus ile konuşmak için Philadelphia’ya giden bir biçimde, Nathanyel ertesi ay onlardan ayrılmıştı ve, burada bir yıldan daha fazla bir süre geçirdikten sonra, o, anladığı haliyle müjdeyi duyuran bir biçimde Mezopotamya’nın ötesindeki topraklara doğru gitmişti.
193:6.5 (2058.4) Bu özgün on iki havariden, Kudüs’te müjdenin öncül duyuruluşu aşamasında ana aktörü haline gelecek yalnızca altısını bırakmıştı: Petrus, Andreas, Yakub, Yahya, Filip ve Matta.
193:6.6 (2058.5) Tam da öğlen sularında havariler üst odada kardeşlerine geri dönmüş olup, Mathias’ın yeni havari olarak seçilmiş olduğunu duyurmuştu. Ve, bunun ardından, Üstün’ün gönderme sözünde bulunmuş olduğu ruhaniyete ait hediyeyi almak için hazır hale gelebilecekleri dua olarak, dua etmek için tüm inananları çağırmıştı.
Urantia’nın Kitabı
194. Makale
194:0.1 (2059.1) SAAT BİR sularında, yüz yirmiden fazla inanan dua içindeyken, onların tümü odada tuhaf bir mevcudiyeti fark etmişlerdi. Aynı zamanda bu havarilerin tümü, ruhsal neşe, güvence ve kendinden eminlikten meydana gelen yeni ve derin bir hissin bilincini deneyimlemişlerdi. Ruhsal kuvvete ait bu yeni bilinci derhal, dışarı çıkmak ve krallığın müjdesini ve İsa’nın ölümden dirilişine dair iyi haberleri duyurmaya dair güçlü bir uyarım takip etmişti.
194:0.2 (2059.2) Petrus ayağa kalkmış olup, bunun Üstün’ün kendilerine sözünü vermiş olduğu Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin gelişi olduğunu duyurmuştu; ve, o, mabede gidip ellerine teslim edilmiş olan iyi haberleri duyurmaya başlamayı önermişlerdi. Ve, onlar tam da Petrus’un önermiş olduğu şeyi yapmışlardı.
194:0.3 (2059.3) Bu kişiler, Tanrı’nın babalığından ve insanlığın evlatlığından oluşan müjdeyi duyurmak için hazırlanmış olup, kendilerine bu yönde yönergede bulunulmuştu; ancak, en yüksek hisler, en büyük haberler olarak ruhsal coşkunun ve kişisel zaferin tam da bu anında bu insanların düşünebildiği tek şey Üstün’ün dirilişine dair gerçeklik olmuştu. Ve, böylece, gökten gelen güç ile, insanları iyi havarileri — hatta İsa vasıtasıyla kurtuluşu bile — duyuran bir biçimde, yola çıkmışlardı ancak, onlar, istemeden de olsa, müjde ile ilişkili olan bazı gerçeklikleri müjdenin içerdiği ile karıştırmanın hatasına düşmüşlerdi. Petrus, bilincinde olmadan, onları bu hataya götürmüştü; ve, diğerleri onu, iyi haberlerin yeni türünden yeni bir din yaratmış olan Pavlus’a kadar takip etmişti.
194:0.4 (2059.4) Krallığın müjdesi şudur: Tanrı’nın babalığı gerçeği ve bu gerçeğin beraberinde getirdiği insanların evlatlık-kardeşliğine dair gerçeklik. Hristiyanlık, bu günden itibaren gelişmiş olduğu haliyle şudur: Koruyucu Mesih İsa’nın Babası olarak Tanrı gerçeği ve onun ilişkide bulunduğu, diriltilmiş ve yüceltilmiş Mesih ile inanan-birliktelik deneyimi.
194:0.5 (2059.5) Ruhaniyetin etkisi altındaki bu kişilerin, Üstünlerini yok etmeyi ve onun öğretilerinin etkisini sona erdirmeyi amaçlamış olduğu kuvvetler üzerinde zafer hislerini ifade etmek için bu imkânı kullanmaları şaşılacak bir durum değildir. Bu türden bir zaman zarfında, onların İsa ile olan kişisel ilişkilemlerini hatırlamak ve Üstün’ün hala yaşamış oluşuna dair güvence karşısında heyecan duymak daha kolaydı onun arkadaşlıklarının sona ermeyişini, ve onun ruhaniyetinin gerçekten de tam da söz vermiş olduğu gibi üzerlerine geldiğini.
194:0.6 (2059.6) Bu inananlar kendilerinin, neşenin, gücün ve ihtişamın yeni bir mevcudiyeti olarak başka bir dünyaya aniden aktarıldıklarını hissetmişlerdi. Üstün onlara krallığın güç ile geleceğini söylemişti; ve, onlardan bazıları, onun ne demek istediğini kavramaya başlamış olduklarını düşünmüşlerdi.
194:0.7 (2059.7) Ve, tüm bunların hepsi göz önüne alındığında, bu insanların nasıl olup da Tanrı’nın babalığına ve insanların kardeşliğine dair önceki iletilerinin yerine İsa’ya dair yeni bir müjdeyi duyurur hale gelmiş olduklarını anlamak zor değildir.
194:1.1 (2060.1) Havariler öncesinde kırk günlük bir süre boyunca saklanır haldeydiler. Bu gün şans eseri, Museviler’in Hamsin Yortusu şöleni günüydü; ve, dünyanın dört bir yanından gelmiş olan binlerce ziyaretçi Kudüs’teydi. Birçokları bu öğlen için buraya gelmişti; ancak, burada bulunanların büyük bir çoğunluğu Hamursuz’dan beri burada vakit geçirmekteydi. Şimdi bu korku içindeki havariler, dirilmiş bir Mesih’e dair yeni iletiyi duyurmaya başlamış oldukları yer olan mabette cüretkâr bir biçimde ortaya çıkarak haftalarca süren tecritlerinden ortaya çıkmışlardı. Ve, havarilerin tümü, kavrayış ve gücün belirli bir yeni bahşedilişini almış olmanın benzer bilinci içindeydi.
194:1.2 (2060.2) Petrus, Üstün’ü bu mabette son öğretisinde bulunduğundaki yerde durup, iki binden fazla ruhu kazanmakla sonuçlanmış coşku dolu ricasını gerçekleştirdiğinde, saat iki sularıydı. Üstün gitmişti; ancak, onlar aniden, ona dair bu hikâyenin insanlar üzerinde büyük bir güce sahip olduğunu keşfetmişlerdi. Onların, İsa’ya olan öncül sadakatlerini haklı gösteren ve aynı zamanda insanları ona inanmaya iten ilave duyuruda bulunmalarına şaşırmamak gerek. Bu buluşmaya havarilerin altısı katılmıştı: Petrus, Andreas, Yakub, Yahya, Filip ve Matta. Onlar bir saatten daha fazla bir süre boyunca konuşmuş olup, konuşmayı öğrenmiş oldukları diğer dillerde birkaç ifadeye bile ek olarak, Yunana, İbranice ve Aramice’de iletilerini duyurmuşlardı.
194:1.3 (2060.3) Musevi önderleri, havarilerin cüretkârlığı karşısında hayretler içine düşmüştü; ancak, geniş sayıdaki kişilerin onların hikâyesine inanmış olması nedeniyle onlara müdahalede bulunmaktan korkmuşlardı.
194:1.4 (2060.4) Saat dört buçukta, iki binden daha fazla yeni inanan havarileri Şiloam havuzuna takip etmişti; burada Petrus, Andreas, Yakub ve Yahya onları Üstün’ün adına vaftiz etmişti. Ve, onlar bu kalabalığı vaftiz etmeyi bitirdiklerinde güneş batmış haldeydi.
194:1.5 (2060.5) Hamsin Yortusu, Yahveh’e hizmet etmeyi arzulamakta olanların kapının yeni inananlarına kardeşlik içinde eşlik etme zamanı olarak büyük vaftiz şöleniydi. Bu nedenle, hem Musevilerin hem de inanan gentilelilerin geniş sayılarının bu gün vaftiz olmak istemesi daha kolaydı. Bunu gerçekleştirerek, onlar hiçbir biçimde kendilerini Musevi inancından ayırmamaktaydı. Bu yaşanmışlıktan belirli bir süre geçtikten sonra bile İsa’ya inananlar Yahudilik içinde bir mezhepti. Havarileri de içine alan bir biçimde onların tümü hala Musevi törensel sistemin temel gerekliliklerine sadıktı.
194:2.1 (2060.6) İsa yeryüzü üzerinde, insanı kendisinin şeytanın bir çocuğu olma hurafesinden kurtaran ve onu Tanrı’nın bir inanç evladı soyluluğuna yücelten bir müjdeyi yaşamış olup, onu öğretmişti. Duyurulmuş ve yaşamında yerine getirilmiş olduğu haliyle İsa’nın iletisi, ifade edildiği gündeki insanın ruhsal zorluklarının etkin bir çözümüydü. Ve, şimdi o kişisel olarak dünyadan ayrılmış olduğu için kendi yerine, insan içinde yaşamak ve her yeni nesil için İsa’nın iletisini yeryüzü üzerinde ortaya çıkacak olan fanilerin her bir yeni topluluğunun müjdenin güncel bir halini alması için İsa’nın iletisini yeniden ifade etmek amacıyla tasarlanmış bulunan Gerçekliğin Ruhaniyeti’ni göndermektedir; insanın sürekli yenilenen ve çeşitli ruhsal zorlukları için etkin bir çözüm olarak kişisel bir aydınlanmayı ve topluluk rehberliğini.
194:2.2 (2060.7) Bu ruhaniyetin ilk görevi, tabii ki, gerçekliği desteklemek ve onu kişiselleştirmektedir; zira, insan özgürlüğünün en yüksek türünü gerçekliğin bu kavrayışı oluşturmaktadır. Onun bir sonraki görevi, inananın sahip olduğu öksüzlük hissini yok etmektir. İsa onlar arasında bulunmuş olduğu için, Gerçekliğin Ruhaniyeti insanların kalbinde ikamet etmek için gelmiş olmasaydı, inananların tümü bir yalnızlık hissini deneyimleyecek olurdu.
194:2.3 (2061.1) Evlad’ın ruhaniyetinin bu bahşedilişi etkin bir biçimde olağan insanların tümünün aklını Baba’nın ruhaniyetinin (Düzenleyici’nin) tüm insanlığa olan daha sonraki evrensel bahşedilişini hazırlamıştı. Bir açıdan, bu Gerçeklik Ruhaniyeti hem Kâinatsal Baba’nın hem de Yaratan Evlat’ın ruhaniyetidir.
194:2.4 (2061.2) Aktarılmış olan Gerçeklik Ruhaniyeti’nin güçlü bir derecede ussal olarak bilincine varmayı bekleme hasadında bulunmayın. Ruhaniyet hiçbir zaman kendisine ait bir bilinç yaratmamaktadır; o yalnızca, Evlat olarak Mikâil’e dair bir bilinç yaratmaktadır. En başından beri İsa ruhaniyetin kendisi adına konuşmayacak oluşunu öğretmiştir. Gerçekliğin Ruhaniyeti ile olan birlikteliğinizin kanıtı, bu nedenle, bu ruhaniyete dair bilincinizde değil, Mikâil ile olan derinleşmiş birliktelik deneyimizdedir.
194:2.5 (2061.3) Ruhaniyet aynı zamanda, Üstün’ün yeryüzü üzerindeki yaşamını açıklamaya ve onu yeniden yorumlamaya ek olarak insanların Üstün’ün sözlerini hatırlamalarına ve onları anlamasına yardım etmek için gelmiştir.
194:2.6 (2061.4) Buna ilaveten, Gerçekliğin Ruhaniyeti inananın; beden içinde yaşamış olduğu ve şimdi tekrar Tanrı’nın-ruhaniyetle-dolu evlatlarının her bir ilerleyen nesline ait bireysel inananda yeniden ve taze bir biçimde yaşamakta bulunduğu yaşamı ve onun öğretilerinin mevcudiyetlerine şahitlik etmesine yardımda bulunmak için gelmiştir.
194:2.7 (2061.5) Böylelikle görünmektedir ki Gerçekliğin Ruhaniyeti gerçekten, inananların tümünü, Tanrı ile olan ebedi ve yükseliş halindeki evlatlığın mevcudiyetine dair yaşayan ve büyüyen ruhsal bilincin deneyimine ait genişleyen bilgiye doğru olarak, gerçekliğin tümüne götürmektedir.
194:2.8 (2061.6) İsa, Baba’nın iradesine tabii kılınmış haldeki insan için bir açığa çıkarılış olan bir yaşamı yaşamıştı herhangi bir kişinin tamı tamına takip etmeye girişmesi için bir örneği değil. Çarmıh üzerindeki ölümü ve onun daha sonraki yeniden dirilişi ile birlikte beden içindeki bu yaşam, yakın bir süre içinde, alınmış bir Tanrı’nın gazabından gerçekleşen bir biçimde — kötü olanın esaretinden insanı tekrar satın almak için ödenmiş fidyeye ait yeni bir müjde haline geldi. Yine de, her ne kadar müjde fazlasıyla bozulmuş hale gelmiş olsa da, İsa’ya dair bu iletinin kendisiyle birlikte krallığa ait onun öncül müjdesinin birçok temel gerçekliğini ve öğretisini taşımış olması bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Ve, er ya da geç, Tanrı’nın babalığına ve insanların kardeşliğine ait bu saklanmış gerçeklikler, insanlığın tümüne ait medeniyeti etkin bir biçimde dönüştürmek için ortaya çıkacaktır.
194:2.9 (2061.7) Ancak, usun bu hataları hiçbir biçimde inananın ruhaniyet içindeki büyük ilerleyişine müdahalede bulunmamıştır. Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bahşedilişinden sonra, bir ay dahi olmadan, havariler Üstün ile olan kişisel ve sevgi dolu neredeyse dört yıllık süren birliktelikleri boyunca daha fazla ruhsal ilerleyişte bulunmuştu. Ne de, Tanrı ile olan evlatlığa ait kurtarıcı müjde gerçekliği ile İsa’nın yeniden diriliş gerçeğinin bu değiştirilişi herhangi bir biçimde onların öğretilerinin hızlı bir biçimde yayılmasına müdahalede bulunmamıştır; bunun tersine, onun kişiliğine ve yeniden dirilişine ait bu yeni öğretilerle gerçekleşmiş olan İsa’nın iletisinin bu gölgelenişi iyi haberlerin duyuruşunun kolaylaşmasına fazlasıyla katkıda bulunan görünümde bulunmuştur.
194:2.10 (2061.8) Mevcut zaman zarfına kadar olağan ifade haline gelmiş olan “ruhaniyet vaftizi” terimi, yalnızca, daha öncesinde deneyimlendiği haliyle tüm ruhsal etkilerin bir çoğalımı olarak Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bu hediyesinin bilinçli bir biçimde alınmasını ve Tanrı-bilen ruhlar tarafından bu yeni ruhsal gücün kişisel farkındalığını simgelemişti.
194:2.11 (2061.9) Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bahşedilişinden beri, insan üç katmanlı bir ruhaniyet bahşedilişinin öğretimi ve rehberliğine tabii haldedir; Düşüne Düzenleyicisi olarak Baba’nın ruhaniyeti, Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak Evlat’ın ruhaniyeti, ve Kutsal Ruhaniyet olarak Ruhaniyet’in ruhaniyeti.
194:2.12 (2062.1) Bir açıdan, insanlık, evren ruhaniyet etkilerinin yedi katmanlı çekiminin çifte etkisine tabiidir. Fanilerin öncül evrimsel ırkları, yerel evren Ana Ruhaniyeti’nin yedi emir yardımcı akıl-ruhaniyetleri ile ilerleyen iletişime tabidir. İnsan us ve ruhsal kavrayışın ölçeğinde yukarı doğru ilerledikçe, onun üzerinde nihai olarak daha yüksek konumdaki yedi ruhaniyet etkisi bulunacak olup, bu etkiler onun içinde ikamet edecektir. Ve, ilerleyen dünyaların bu yedi ruhaniyeti şunlardır:
194:2.13 (2062.2) 1. Kâinatsal Baba’nın bahşedilmiş ruhaniyeti — Düşünce Düzenleyicileri.
194:2.14 (2062.3) 2. Ebedi Evlat’ın ruhaniyet mevcudiyeti — kâinat âlemlerinin tümünün ruhaniyet yer çekimi ve tüm ruhaniyet iletişiminin belirli hattı.
194:2.15 (2062.4) 3. Sonsuz Ruhaniyet’in ruhaniyet mevcudiyeti — tüm ilerleyici usların ussal akrabalığının ruhsal kaynağı olarak yaratımın tümünün evrensel ruhaniyet-aklı.
194:2.16 (2062.5) 4. Kâinatsal Baba ve Yaratan Evlat’ın ruhaniyeti — genel olarak Evren Evladı olarak görülen Gerçekliğin Ruhaniyeti.
194:2.17 (2062.6) 5. Sonsuz Ruhaniyet’in ve Evren Ana Ruhaniyeti’nin ruhaniyeti — genel olarak Evren Ruhaniyeti’nin ruhaniyeti olarak görülen Kutsal Ruhaniyet.
194:2.18 (2062.7) 6. Evren Ana Ruhaniyeti’nin akıl-ruhaniyeti — yerel evrenin yedi emir-yardımcı ruhaniyeti.
194:2.19 (2062.8) 7. Baba, Evlat ve Ruhaniyetler’in ruhaniyeti — ruhaniyetten doğmuş olan faninin Cennet Düşünce Düzenleyicisi ile bütünleşmesinin ve Kesinliğin Cennet Birliği’nin düzeyine ait kutsallığa ve yüceltilişe olan daha sonraki erişimin ardından gerçekleşen âlemlerin yükseliş fanilerine ait ruhaniyetin yeni ismi.
194:2.20 (2062.9) Ve, böylece, Gerçekliğin Ruhaniyetinin bahşedilişi dünya ve onun insanlarına, Tanrı için gerçekleşen yükseliş halindeki arayışa yardım etmek için tasarlanmış bulunan ruhaniyet bahşedilişinin sonuncusunu getirmişti.
194:3.1 (2062.10) Birçok tuhaf ve garip öğretiler, Hamsin Yortusu gününe ait öncül anlatılar ile ilişkili hale gelmişti. Sonraki dönemlerde, yeni öğretmen olarak içinde Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin insanlık içinde ikamet etmek için gelmiş olduğu bu güne dair yaşanmışlıklar, önü alınmaz duygusallığın budalaca patlamaları ile karıştırılır hale geldi. Baba ve Evlat’a ait olan bu aktarılmış ruhaniyetin ana görevi insanlara Baba’nın derin sevgisini ve Evlat’ın merhametini öğretmekti. Bunlar, insanların kutsallığın karakter özelliklerinin tümüne kıyasla daha bütüncül bir biçimde kavrayabileceği kutsallığa ait gerçekliklerdir. Gerçekliğin ruhaniyeti başlıca Baba’nın ruhaniyet doğası ve Evlat’ın ahlaki karakteri ile ilişkilidir. Yaratan Evlat, beden içinde, insanlara Tanrı’yı açığa çıkarmıştır; Gerçekliğin ruhaniyeti, kalp içinde, insanlara Yaratan Evladı açığa çıkarmaktadır. İnsan “ruhaniyetin meyvelerini” yaşamı içinde verdiğinde, o, yalın bir biçimde, Üstün’ün kendi yeryüzü yaşamında dışa vurmuş olduğu nitelikleri göstermektedir. İsa yeryüzü üzerindeyken, o yaşamını tek bir kişilik olarak yaşamıştı — Nasıralı İsa olarak. “Yeni öğretmen”in ikamet eden kişiliği olarak Üstün, Hamsin Yortusu’ndan beri, gerçekliğin öğretilmiş olduğu her bir inananın deneyiminde yaşamını yeniden yaşamaya yetkin halde bulunagelmiştir.
194:3.2 (2062.11) Bir insan yaşamının gidişatı içinde yaşanan birçok şey; bu evrenin, içinde gerçekliğin hüküm sürdüğü ve doğruluğun galip geldiği bir evren olduğu düşüncesiyle bağdaştırılması zor bir biçimde anlaşılması zordur. Oldukça sık bir biçimde — günah olarak — iftiranın, yalanlarının, yalanın ve yanlışlığın galip geldiği görünmektedir. İnanç, son kertede, kötülük, günah ve adaletsizlik üzerinde galip gelmekte midir? Evet, gelmektedir. Ve, İsa’nın yaşamı ve ölümü, iyiliğin gerçekliğinin ve ruhaniyet rehberliğindeki yaratılmışın inancının her zaman haklı çıkacağının ebedi kanıtıdır. Onlar, şunu söyleyen bir biçimde, çarmıh üzerindeki İsa’yı aşağılamışlardı: “Görelim bakalım Tanrı gelip, onu kurtaracak mı.” Çarmıh gününde yaşam karanlık göründe, ancak yeniden diriliş gününde o ihtişamı bir biçimde berraktı Hamursuz Yortusu gününde o daha da parlak ve daha da neşeliydi. Karamsar umutsuzluğa ait dinler yaşamın yüklerinden bir kurtuluşu elde etmeyi amaçlamaktadır; onlar sonsuz bir uygu ve dinlenmede yok olmayı arzulamaktadır. Onlar ilkel korku ve endişenin dinleridir. İsa’nın dini, hala mücadele içindeki insanlığa duyurulacak olan inancın yeni bir müjdesidir. Bu yeni din inanç umut ve derin sevgi üzerine inşa edilmiştir.
194:3.3 (2063.1) İsa için, fani yaşam en sert, en kaba ve en acı darbeleri içermişti; ve, bu kişi umutsuzluğun bu hizmetlerini inançla, cesaretle ve Babası’nın iradesini gerçekleştirmek için şaşmaz kararlılıkla karşılamıştı. İsa yaşamı onun her türlü korkunç gerçekliği ile karşılamış olup, onun üstesinden gelmişti — ölümde bile. O dini yaşamdan bir kaçış olarak kullanmamıştı. İsa’nın dini, başka mevcudiyetin bekler haldeki neşesini keyifle deneyimlemek için bu dünyadan kaçmayı arzulamamaktadır. İsa’nın dini, insanların mevcut an içinde beden bünyesinde yaşamış olduğu yaşamı derinleştirmek ve onu soylulaştırmak için diğer ve ruhsal mevcudiyetin neşesini ve huzurunu sağlamaktadır.
194:3.4 (2063.2) Eğer din insanların bir uyuşturucuysa, İsa’nın dini böyle bir din değildir. O çarmıh üzerinde öldürücü uyuşturucuyu içmeyi reddetmiş olup, bedenin tümüne aktarılmış haldeki onun ruhaniyeti, insanları yukarı götüren ve onun ileri doğru yürümesine uyarımda bulunan çok kudretli bir dünya etkisidir. Ruhsal ilerleme uyarımı, bu dünya içinde mevut olan en güçlü yönlendirici kuvvettir; gerçeklik-öğrenen inanan, yeryüzü üzerinde ilerleyici ve oldukça faal bir ruhtur.
194:3.5 (2063.3) Hamsin Yortusu gününde, İsa’nın dini her türlü ulusal kısıtlamaları ve ırksal engelleri yıkmıştı. Şu sonsuza kadar gerçektir: “Koruyucu’nun ruhaniyetinin olduğu yerde özgürlük bulunmaktadır.” Bu günde, Gerçekliğin Ruhaniyeti, her fani için Üstün’den gelen kişisel bir hediye haline gelmişti. Bu ruhaniyet, yetkin inananların daha etkin bir biçimde krallığın müjdesini duyurmak için bahşedilmişti; ancak, onlar, aktarılmış ruhaniyeti almanın bu deneyimini, bilinçsiz bir biçimde tasarlamakta oldukları yeni müjdenin bir parçası olarak yanlış yorumlamışlardı.
194:3.6 (2063.4) Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin tüm içten inananlar üzerine bahşedilmiş oluşu gerçeğinin taşımakta olduğu ağırlığı görmezden gelmeyin; ruhaniyetin bu hediyesi yalnızca havarilere gelmemişti. Üst odada bir araya gelmiş olan yüz yirmi erkek ve kadının tümü yeni öğretmeni almıştı tıpkı tüm dünya boyunca kalplerinde dürüst olanların aldığı gibi. Bu yeni öğretmen insanlığa bahşedilmişti; ve, her ruh onu, gerçeklik için derin sevgisi, kavrayış yetkinliği ve ruhsal mevcudiyetleri algılayışı uyarınca almıştı. En sonunda, gerçek din, din-adamlarının ve tüm kutsal sınıfların gözetiminden kurtarılmış olup, kendi gerçek dışavurumunu insanların bireysel ruhlarında bulmaktadır.
194:3.7 (2063.5) İsa’nın dini, ruhsal kişiliğin en yüksek türünü yaratması ve bu kişinin kutsallığını duyurması bakımından insan medeniyetinin en yüksek türünü yetiştirmektedir.
194:3.8 (2063.6) Hamsin Yortusu gününde Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin gelişi hem köktenci hem de tutucu olmayan bir dini mümkün kılmıştı o ne eski ne de yenidir; o ne eskinin ne de yeninin egemenliği altında olacaktır. İsa’nın yeryüzü yaşamına dair gerçek zamanın atılmış demiri için sabit bir noktayı oluştururken, Gerçekliğin Ruhaniyeti onun yaşamış olduğu dinin ve duyuruş olduğu müjdenin sonsuza kadar süren genişlemesini ve sonsuz büyümesini sağlamaktadır. Ruhaniyet gerçekliğin tümüne rehberlik etmektedir; o, sonu gelmez ilerleyişe ve kutsal gerçekleşime ait sürekli genişleyen ve her zaman büyüyen bir dinin öğretmenidir. Bu yeni öğretmen, İnsan Evladı’nın kişiliğinde ve doğasında oldukça kutsal bir bütünlükte bulunmuş olan nitelikleri gerçekliği arayan inanan için sonsuza kadar açık hale getirecektir.
194:3.9 (2064.1) “Yeni öğretmen”in bahşedilişi ile ilişkili olan dışa vurumlar ve çeşitli ırkların ve milletlerin insanları tarafından havarilerin duyurusunun kabulü İsa’nın dinine ait evrenselliği göstermektedir. Krallığın müjdesi hiçbir ırk, kültür veya dil ile ilişkilendirilmeyecekti. Hamsin Yortusu’nun bu günü, İsa’nın dininin onun içkin Musevi zincirlerinden kurtarılışının büyük ruhani çabasına şahitlik etmiştir. Ruhaniyetin bedenin tümüne olan bu aktarılışı sergisinden sonra bile, havariler ilk başta Yahudiliğin gerekliliklerini yeni inananlarına dayatmaya çabalamıştı. Pavlus bile Kudüs kardeşleri ile sorun yaşamıştı çünkü o gentilelileri bu Musevi uygulamalarına tabi kılmayı reddetmişti. Bir din belirli bir milli kültürle dolmanın veya kurulu haldeki ırksal, toplumsal veya ekonomik uygulamalar ile ilişkili hale gelmenin ciddi hatasında bulunduğunda, dünyanın tümüne yayılamaz.
194:3.10 (2064.2) Gerçekliğin Ruhaniyeti, dışa vuruluşunun bütünlüğünü almış olanların sahip olduğu her türlü adetten, törenden, kutsal mekândan ve mevcut davranıştan bağımsızdı. Ruhaniyet üst odada toplananlara geldiğinde, onlar, daha yeni sessiz duaya katılmış halde, yalnızca orada oturmaktaydılar. Bu ruhaniyet şehre ek olarak ülkenin tümüne bahşedilmişti. Havarilerin, ruhaniyeti almak için ayrılıp tecrit içindeki yalnız bir mekânda yalnız meditasyonla geçen yıllara ihtiyaç duymaları gerekmemekteydi. Zamanın tümü için Hamsin Yortusu ruhsal deneyime ait düşünceyi, özellikle elverişle çevreye dair düşünmeden ayırmaktadır.
194:3.11 (2064.3) Ruhsal bahşedilmişliği ile birlikte Hamsin Yortusu, Üstün’e ait dinin fiziksel kuvvete olan her türlü bağlılığından sonsuza kadar kurtarmak için tasarlanmıştı bu yeni dinin öğretmenleri bu aşamada ruhsal silahlarla kuşanmış hale gelmişti. Onlar, hatasız bağışlama, benzersiz iyi irade ve sonu gelmez derin sevgiyle dünyayı fetih etmeye gideceklerdi. İsa hâlihazırda takipçilerine kendi dininin hiçbir zaman durağan olmadığını öğretmişti; onun takipçileri, merhamet hizmetlerinde ve derin sevgiyi sergileyişlerinde her zaman faal ve olumlayıcı olacaktı. Bu inananlar artık Yahveh’i “Birliklerin Koruyucusu” olarak görmemekteydi. Onlar artık ebedi İlahiyatı “Koruyucu Mesih İsa’nın Tanrısı ve Babası” olarak görmüştü. Onlar bir ölçüde Tanrı’nın aynı zamanda her bireyin ruhsal Babası oluşuna dair gerçekliği bütüncül bir biçimde kavramada başarısız olmuşsa da, en azından ilerleme kaydetmişlerdi.
194:3.12 (2064.4) Hamsin Yortusu fani insana; kişisel yaraları affetme, çok büyük adaletsizliklerin ortasında soğukkanlılığı koruma, fazlasıyla şaşırtıcı tehlike karşısında etkilenmemiş halde bulunmaya devam etme ve derin sevginin ve hoşgörünün korkusuz eylemleri ile kin ve kızgınlığın kötülüğüne karşı koyma gücünü bahşetmişti. Urantia, tarihi içinde büyük ve yok edici savaşların kasırgalarından geçmiştir. Bu korkunç müdahalelerin tüm katılımcıları yenilgiyle yüzleşmiştir. Orada yalnızca tek bir galip çıkmıştır; bu şiddetli mücadelelerden biri daha derin bir saygınlıkla çıkmıştır — bu Nasıralı İsa ve onun kötülüğün üzerinden iyilik ile gelme müjdesidir. Daha iyi bir medeniyetin sırrı, derin sevgiye ve karşılıklı güvene ait iyi niyet olarak Üstün’ün insanların kardeşliğine dair öğretilerinde atmaktadır.
194:3.13 (2065.1) Hamin Yortusuna kadar, din yalnızca Tanrı’yı arayan insanı açığa çıkarmıştır; Hamsin Yortusu’ndan beri insan hala Tanrı’yı aramaktadır; ancak, dünya üzerinde aynı zamanda, insanı arayan ve onu bulduğunda kendi ruhaniyetini gönderen Tanrı imgesi parlamaktadır.
194:3.14 (2065.2) Hamsin Yortusu’nda bütünlüğe kavuşmuş olan İsa’nın öğretilerinden önce, eski dinlerin düşüncelerinde kadınlar neredeyse hiçbir ruhsal yere sahip değildi. Hamsin Yortusundan sonra, krallığın kardeşliği içinde kadın Tanrı önünde insan ile eş yerde durdu. Ruhaniyetin bu özel ziyaretini almış olan yüz yirmi içinde birçok kadın takipçisi bulunmuş olup, onlar erkek inananlar ile bu kutsanmışlıkları eşit bir şekilde paylaşmıştı. Erkekler artık, dini hizmetin yardımını tekeli haline alma cüreti gösteremez. Ferisiler Tanrı’ya “bir kadın, bir cüzamlı veya bir gentile” olarak doğmamış oldukları için teşekkür etmeye devam edebilir; ancak, İsa’nın takipçileri arasında kadın sonsuza kadar cinsiyete dayalı olan tüm dini ayrımlardan özgür kılınmıştır. Hamsin yortusu; ırksal farklılığa, kültürsel ayrışıma, toplumsal tabakalara veya cinsi önyargıya dayalı olan her türlü dini ayrımcılığı yok etmiştir. Bu yeni dinde inanların şunu haykırmalarına şaşmamak gerekir: “Koruyucu’nun ruhaniyeti nerdeyse, özgürlük oradadır.”
194:3.15 (2065.3) İsa’nın hem annesi hem de kardeşi yüz yirmi inanan arasında hazır haldeydi; ve, takipçilerin bu ortak topluluğunun üyeleri olarak onlar da aktarılmış ruhaniyeti almışlardı. Onlar akranlarından daha fazla iyi hediyeyi almamışlardı. İsa’nın yeryüzü ailesinin hiçbir üyesine özel bir hediye bahşedilmemişti. Hamsin Yortusu özel din-adamlığının ve kutsal ailelere olan her türlü inancın sonunu simgelemektedir.
194:3.16 (2065.4) Hamsin Yortusu’ndan önce havariler İsa için birçok şeyden feda etmişlerdi. Onlar evlerinden, ailelerinden, arkadaşlarından, dünyasal eşyalarından ve mevkilerinden feragat etmişlerdi. Hamsin Yortusu’nda onlar kendilerini Tanrı’ya verirken, Baba ve Evlat — onlar içinde yaşamaları için ruhaniyetleri göndermeleri olarak — onların bu fedalarına kendilerini insanlara vermesiyle karşılık vermişti. Benliği yitirmenin ve ruhaniyeti bulmanın bu deneyimi duygusal bir şey değildi; o, ussal bir benlik tesliminin ve koşulsuz adanmışlığın eylemiydi.
194:3.17 (2065.5) Hamsin Yortusu, müjde inananları arasında ruhsal bütünlüğe olan bir çağrıydı. Ruhaniyet Kudüs’teki inananlara indiğinde, aynı şey Philadelphia’da, İskenderiye’de ve gerçek inananların ikamet etmiş olduğu tüm diğer yerlerde gerçekleşmişti. “İnananlardan oluşan kalabalıkta yalnızca tek bir kalp ve ruhun olduğu” kelimenin tam anlamıyla doğrudur. İsa’nın dini, dünyanın şimdiye kadar şahit olduğu en güçlü birleştirici etkidir.
194:3.18 (2065.6) Hamsin Yortusu bireylerin, milletlerin ve ırkların üstünlük görüşlerini azaltmak için tasarlanmıştır. Bu üstünlük görüşleri, yıkıcı savaşlar ile dönemsel olarak patlak verecek kadar gerginlikler yaratmaktadır. İnsanlık yalnızca ruhsal yaklaşımla bir bütün hale getirilebilir; ve, Gerçekliğin Ruhaniyeti, evrensel olan bir dünya etkisidir.
194:3.19 (2065.7) Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin gelişi, insan kalbini arıtmakta olup, alan kişiyi Tanrı’nın iradesine ve insanların refahına adanmış olan bir yaşam amacı tasarlamasına götürmektedir. Bencilliğin maddiyatçı tutumu fedakârlığın bu yeni ruhsal bahşedilişinde yutulmuştur. Hamsin Yortusu, bu zaman olduğu gibi ve şimdiki haliyle, tarihin bir parçası olmuş İsa’nın yaşayan deneyime ait kutsal evlat haline gelişini simgelemektedir. Bu aktarılan ruhaniyetin neşesi, insan yaşamında bilinçli bir biçimde deneyimlendiği zaman, sağlık için bir ilaç, akıl için bir uyarım ve ruh için şaşmaz bir enerji haline gelmektedir.
194:3.20 (2065.8) Dua, Hamsin Yortusu gününde ruhaniyeti getirmemiştir; ancak, o, bireysel inananları niteleyen algı yetkinliğini belirlemede fazlasıyla katkıda bulunmuştur. Dua kutsal kalbi bahşedilişin özgürlüğüne taşımamaktadır; ancak, o oldukça sık bir biçimde, onların Yaratıcı ile içten dua ve gerçek ibadetin doğrudan ilişkisini kurmayı bu şekilde hatırlayanların kalplerinde ve ruhlarında kutsal bahşedilmişliklerin akabilmesi için daha büyük ve derin kanalları açmaktadır.
194:4.1 (2066.1) İsa oldukça anlık gerçekleşen bir biçimde düşmanları tarafından alınıp, çok hızlıca iki hırsız arasında çarmıha gerildiğinde, onun havarileri ve takipçileri tamamiyle umutsuzluk içine düşmüşlerdi. Üstün’ün tutuklanışı, zincirlenmesi, kırbaçlanması ve çarmıha gerilmesi havariler için bile katlanılamaz nitelikteydi. Onlar İsa’nın öğretilerini ve uyarılarını unutmuştu. O, gerçekten de, “Tanrı ve insanların tümü önünde eylemde ve sözde çok kudretli bir peygamber” olabilirdi; ancak, o neredeyse hiçbir bir biçimde, İsrail krallığını yeniden kurmayı kendisinden umut etmiş oldukları Mesih olamazdı.
194:4.2 (2066.2) Bunun ardından, umutsuzluktan kurtarılışı ve Üstün’e ait inançlarına geri dönüşleriyle yeniden diriliş gelmişti. Tekrar ve tekrar onlar İsa’nın kendilerini görüşüne ve kendileriyle konuşmasına şahit olmuştu; ve, İsa onları kendilerine elvedada bulunup, Baba’ya geri dönüyor olduğunu söylemiş olduğu Zeytindağı’na götürmüştü. İsa onlara, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin gelişi biçiminde, güç ile bahşedilene kadar Kudüs’te vakit geçirmelerini söylemişti. Ve, Hamursuz Gününde bu yeni öğretmen gelmiş olup, onlar bir kez daha yeni güçle müjdelerini duyurma çıkmışlardı. Onlar yaşayan bir Koruyucu’nun cüretkâr ve cesur takipçileriydi; ölü ve yenilmiş bir önderin değil. Üstün, bu öğreti-yayıcılarının kalplerinde yaşamaktadır; Tanrı onların akıllarında bir inanç-savı değildir; o, ruhlarında yaşayan bir mevcudiyet haline gelmiştir.
194:4.3 (2066.3) “Onlar gün be gün kararlı bir biçimde ve uyum halinde mabetteki etkinliklerine ve evdeki yemeklerine devam etmişlerdi. Onlar, Tanrı’yı öven ve insanların tümünün iyiliğini isteyen bir biçimde, yiyeceklerini şükranla ve ortak kalple almışlardı. Onların tümü ruhaniyetle dolmuştu; ve, onlar Tanrı kelimesinden cüretkâr bir biçimde bahsetmeye başlamışlardı. Ve, inanmış olan bu kişilerin oluşturduğu kalabalıklar tek bir kalp ve ruh içerisindeydi; ve, onlardan bir tanesi bile sahip oldukları şeylerin bir tanesinin bile kendisine ait olduğunu söylememişti; ve, onlar her şeye ortak bir biçimde sahip olmuştu.”
194:4.4 (2066.4) İsa’nın Tanrı’nın babalığı ve insanın kardeşliği olarak krallığın müjdesini duyurmaya çıkmalarını emretmiş olduğu bu kişilere ne olmuştu? Onlar yeni bir müjdeye sahiplerdi; onlar yeni bir deneyimin yoğun coşkusu içindeydi; onlar yeni bir ruhsal enerji ile doğmuştu. Onların iletisi aniden gerçekleşen bir biçimde dirilmiş Mesih’in duyurusuna dönmüştü: “birçok kudretli emekleri ve mucizeleri ile bir insan halindeki Tanrı olan Nasıralı İsa; kendisinin kesin tavsiye ile Tanrı’ya dair önbilgisiyle kurtarmış olduğu böyle kişiliği sizler çarmıha gerip öldürdünüz. Peygamberlerin tümünün sözleri ile Tanrı’nın haberciliğinde bulunduğu her şeyi o yaşamıyla yerine getirdi. Bu İsa’yı Tanrı kesin bir biçimde diriltti. Tanrı onu hem Koruyucu hem de Mesih kıldı. Tanrı’nın sağ koluna erişerek, Baba’dan ruhaniyet sözünü almış ve onun tarafından yüceltilmiş olarak, o gördüğünüz ve duyduğunuz şeylerin hepsine aktardı. Tövbe edin ki günahlarınız temizlensin; ki Baba, sizler için, görevlendirilmiş olan, evet İsa bile olarak, Mesih’i gönderebilsin; her şey yerli yerine getirildiğinde cennetin kabul edeceği sizler.”
194:4.5 (2066.5) İsa’nın iletisi olarak krallığın müjdesi aniden Koruyucu İsa Mesih’in müjdesine dönüştürülmüştü. Onlar bu aşamada, onun yaşamının, ölümünün ve yeniden dirilişinin gerçeklerini duyurmakta olup, başladığı çalışmasını tamamlayabilmesi için onun bu dünyaya hızlıca geri dönmesi umudunun vaazında bulunmaya başlamamışlardı. Böylece, öncül inananların iletisi onun ilk gelişinin gerçeklerini duyurmak ve, oldukça yakın bir süre içinde gerçekleşecek olduğunu düşündükleri bir yaşanmışlık olarak onun ikinci gelişinin umudunu öğretmekten meydana gelmişti.
194:4.6 (2067.1) Mesih, hızlıca din kurumuna dönüşen bir mezhep haline gelmek üzereydi. İsa yaşamaktaydı o insanlar için ölmüştü; o ruhaniyet vermişti; o tekrar gelecekti. İsa tüm düşüncelerini kaplamış ve Tanrı’ya ve her şeye dair tüm yeni kavramsallaşmalarını belirlemişti. Onlar “Tanrı Koruyucu İsa’nın Babası” biçimindeki yeni inanç savıyla o kadar aşırı bir biçimde etkilenmişlerdi ki, “Tanrı’nın her insanın sevgi dolu Babası”, hatta her bir bireyinki oluşuna dair eski iletiye ilgilerini yitirmişti. Gerçektir, kardeşsel derin sevginin ve benzeri görülmemiş iyi niyetin muhteşem bir dışavurumu inananlardan meydana gelen bu cemiyetler içinde doğmuştu. Ancak, bu, İsa’ya olan inanların meydana getirmiş olduğu bir birliktelikti; cennet içindeki Baba’nın ailesel krallığı içindeki kardeşlerin birlikteliğine olan inananların topluluğu değil. Onların iyiliği, İsa’nın bahşetmesine ait kavramsallaşmanın derin sevgisinden doğmuştu; fani insanın kardeşliğinin tanınmasından değil. Yine de, onlar neşe ile dolmuştu; ve, onlar o kadar yeni ve benzersiz yaşamlar yaşamaktaydı ki, insanların tümü onların İsa’ya dair öğretilerine bağlanmışlardı. Onlar, bu müjde için krallığın müjdesine dair yaşam içinde ve örneklendirici yorumları kullanmanın büyük hatasında bulunmuştu; ancak, bu bile, insanın bu zamana kadar görmüş olduğu en büyük dini temsil etmişti.
194:4.7 (2067.2) Aksi görülemeyecek bir biçimde, yeni bir birliktelik tüm dünyada doğmaktaydı. “İnanmış olan kalabalıkların sayısı havarilerin öğretisinde ve birlikteliğinde, yemeğin yenmesinde ve duada sürekli bir biçimde artmaktaydı.” Onlar birbirlerini ağabey ve abla olarak çağırmışlardı onlar birbirlerini kutsal bir öpücükle selamlamışlardı onlar fakire yardım etmişlerdi. Bu, ibadete ek olarak yaşamdan meydana gelen bir birliktelikti. Onların bütünlüğü, emirle bir araya gelmiş ortaklaşa yaşam değildi; onlarınki akran takipçileri ile sahip oldukları şeyleri paylaşma arzusuydu. Onlar kendilerinden emin bir biçimde, nesilleri boyunca Baba’nın krallığının kuruluşunu tamamlamak için İsa’nın geri döneceğini beklemişlerdi. Bu kendiliğinden gerçekleşen dünyasal iyeliklerinin paylaşımı İsa’nın öğretisinin doğrudan bir özelliği değildi; o böyle gerçekleşmişti çünkü bu erkek ve kadınlar oldukça içten ve kendilerinden emin bir biçimde İsa’nın her an çalışmalarını bitirmek ve krallığı tamamlamak için geri döneceğine inanmışlardı. Ancak, düşüncesiz kardeşsel derin sevgi biçimindeki bu iyi niyetli deneyime ait nihai sonuçlar yıkıcı ve keder besleyiciydi. Binlerce içten inanan emlaklarını satmış olup, değerli tüm eşyalarından ve gelir getiren şeylerinden kurtulmuştu. Zamanın ilerlemesiyle, Hıristiyan “eşit-paylaşım”a ait azalan kaynaklar bir sona ermişti — ancak dünya olduğu gibi akmaya deva etmişti. Çok yakın bir süre içinde Antakya’daki inananlar, Kudüs’teki akran inananların açlıktan ölmelerini engellemek için bir dizi eşyalar tutmaya başlamıştı.
194:4.8 (2067.3) Bu günlerde onlar, onun oluşturulmuş haliyle Koruyucu’nun Son Akşam Yemeği’ni kutlamışlardı bu biçim uyarına, onlar iyi birliktelikten oluşan bir toplumsal yemek için bir araya gelmekte ve yemek sonunda dini bir âdete katılmaktaydı.
194:4.9 (2067.4) Onlar ilk başta İsa adına vaftizde bulunmuşlardı “Baba, Evlat ve Kutsal Ruhaniyet” adına vaftizde bulunmaya başlamaları neredeyse yirmi yıl almıştı. Vaftiz, inananlardan meydana gelen birlikteliğe kabul edilmek için gereken tek şeydi. Onlar henüz bir örgütlenmeye sahip değildi; onlar yalnıza bir İsa kardeşliğiydi.
194:4.10 (2067.5) Bu İsa mezhebi hızlıca büyümekteydi; ve, bir kez daha Saddükiler onları fark etmeye başladı. Ferisiler, öğretilerin hiçbiri Musevi yasalarının uyumuna karşı gelmediği için bu durumdan çok az rahatsız olmuşlardı. Ancak, Sadukiler, Gamaliel ismindeki önde gelen hahamlardan birinin tavsiyesi aralarında üstün hale gelene kadar İsa’nın mezhebine ait önderleri hapse atmaya başlamışlardı Gamaliel onlara şunun tavsiyesinde bulunmuştu: “Bu insanlara bir şey yapmaktan sakının ve onları rahat bırakın; zira, eğer onların tavsiyesi veya çalışması insana ait bir şeyse, o zaten kalıcı olmayacak; ancak, bunlar Tanrı’ya aitse, siz onları kaldıracak güce sahip olmayacak, yalnızca kendinizi Tanrı’ya karşı ümitsiz halde çatışır halde bulacaksınız.” Onlar Gamaliel’in tavsiyesini dinlemeye karar verdi; ve, Kudüs’te, boyunca İsa’ya dair yeni müjdenin hızlı bir biçimde yayılmış olduğu, huzur ve sessizlikten meydana gelen bir dönem ortaya çıktı.
194:4.11 (2068.1) Ve, böylece, Yunanlıların İskenderiye’den büyük kalabalıklar halinde gelişine kadar Kudüs’te her şey yolunda gitmişti. Rodan’ın iki öğrencisi Kudüs’e varmış olup, Helenciler arasında birçok yeni inananı elde etmişti. Onların öncül inananları arasında Stephen ve Barnabas bulunmuştu. Bu yetkin Yunanlılar Musevi bakış açısına dair birçok şeye sahip değildi, ve onlar Musevi ibadet türüne ve diğer törensel uygulamalara iyi bir biçimde uyuşmamaktaydı. Ve, İsa kardeşliği ve Ferisiler ve Saddukiler arsasındaki huzurlu ilişkileri sonlandıran şey bu Yunanlı inananlarının eylemleri olmuştu. Stephen ve onun Yunan birlikteliği daha çok İsa’nın öğretmiş olduğu gibi vaazda bulunmaya başlamıştı ve, bu onları Musevi önderleri ile doğrudan bir çatışma konumuna getirmişti. Stephen’in kamuya olan vaazlarından bir tanesinde, söyleşinde tartışmalı bir noktaya geldiğinde, onlar mahkemenin tüm resmi işleyişlerinden kurtulmuş olup, onu burada ölesiye taşlamaya geçmişlerdi.
194:4.12 (2068.2) Kudüs’te İsa’ya inananların Yunan kafilesini önderi olarak Stephen böylece, öncül Hıristiyan din kurumunun resmi örgütlenişi için yeni inancın ve belirli bir amacın ilk şehidi olmuştu. Bu yeni kriz, inananların artık Musevi inancı içinde bir mezhep olarak devam edemeyeceğinin tanınmasıyla sonuçlanmıştı. Onların tümü kendilerinin inanmayanlardan ayrılmasında hem fikir haline gelmişti; ve, Stephen’in ölümünden sonra bir ay içinde Kudüs’teki din kurumu Petrus’un önderliği altında örgütlenmiş olup, İsa’nın kardeşi Yakub onun fahri başı olarak seçilmişti.
194:4.13 (2068.3) Ve, bunun sonrasında, Museviler tarafından o kadar yeni ve acımasız idamlar patlak vermişti ki, daha sonra Antakya’da Hristiyanlık olarak adlandırılmış olan, İsa’ya dair yeni dinin faal öğretmenleri imparatorluğun en uç sınırlarına varasıya İsa’yı duyurmaya çıkmıştı. Bu iletinin taşınmasında, Pavlus zamanından önce, önderlik Yunanlıların ellerindeydi; ve, bu ilk öğreti-yayıcılar, ve aynı zamanda daha sonrakiler, eski günlerde İskender’in yolu olarak adlandırılış olan güzergâhı takip etmişti; bu yol, Gazze ve Tire üzerinden Antakya’ya ve buradan Küçük Asya üzerinden Makedonya’ya ve buradan da Roma ve imparatorluğun uç sınırlarına gitmekteydi.
Urantia’nın Kitabı
195. Makale
195:0.1 (2069.1) HAMSİN YORTUSU gününde Petrus’un vaazının sonuçları, krallığın müjdesini duyurmadaki çabalarında onların gelecek siyasalarına karar verecek, planlarını belirleyecek onların büyük bir kısmını etkileyecek nitelikteydi. Petrus, Hıristiyan din kurumunun gerçek kurucusuydu; Pavlus Hıristiyan iletisini gentilelilere taşımış olup, Yunan inananlar onu tüm Roma İmparatorluğuna yaymıştı.
195:0.2 (2069.2) Her ne kadar bir topluluk olarak geleneğin esaretindeki ve din adamlığının büyük etkisindeki İbraniler İsa’nın Tanrı’nın babalığına veya inanın kardeşliğine veya (sonraki Hıristiyanlık olarak) Petrus ve Pavlus’un yeniden dirilişi duyurmasına ve Mesih’in yükselişine inanmayı reddetmiş olsalar da, Roma İmparatorluğu’nun geri kalanının evrimleşen Hıristiyan öğretilerine açık olduğu görülmüştü. Batı medeniyeti bu zaman zarfında entelektüel, savaş yorgunu ve mevcut tüm dinlerden ve evren felsefelerinden tamamiyle kuşku duyar haldeydi. Yunan kültürünün varisleri olarak Batı dünyasının insan toplulukları büyük bir geçmişe dair saygı duymuş oldukları bir geleneğe sahipti. Onlar, felsefede, sanatta, edebiyatta ve siyasi ilerleyişte büyük başarılarından oluşan miras üzerine düşünebilmekteydi. Ancak, tüm bu kazanımlarda onlar ruhu tatmin edici bir dine sahip değildi. Onların ruhsal arzuları tatmin edilmemiş halde kalmaya devam etmişti.
195:0.3 (2069.3) İnsan toplumundan oluşan böyle bir sahneye, Hıristiyan iletisinden oluşan İsa’nın öğretileri çok ani bir güçle girmişti. Yaşamın yeni bir düzeyi böylece bu Batı insanlarının aç kalplerine sunulmuştu. Bu durum, eski dini uygulamalar ile İsa’nın iletisine dair dünya için Hıristiyanlaştırılmış biçimi arasında doğrudan bir çatışma anlamına gelmekteydi. Bu türden bir çatışma ya yeninin veya eskinin bariz bir zaferiyle sonuçlanmak zorundaydı, ya da belirli bir tavizle gelen anlaşmayla. Tarih bu mücadelenin tavizle sonuçlanmış olduğunu göstermektedir. Hıristiyanlık, herhangi bir insan topluluğunun bir veya iki nesilde kendisine uyarlayamayacağı türden çok şeyi içinde barındırmaktaydı. O, İsa’nın insanların ruhlarına sunmuş olduğu haliyle, yalın bir etki değildi; o öncül bir biçimde, dini törenler, eğitim, sihir, tıp, sanat, edebiyat, kanun, hükümet, ahlaki değerler, cinsel yaşam düzeni, çok eşlilik ve, kısıtlı bir düzeyde, kölelik hususlarında bir tutum belirlemişti. Hıristiyanlık, tüm Roma İmparatorluğu’nun ve Doğu’nun tamamının beklemekte olduğu haliyle — sadece yeni bir din olarak gelmemişti; o, insan toplumunun yeni bir düzeni olarak gelmişti. Ve, bu türden bir iddia hızlı bir biçimde, çağlarca sürecek olan bir toplumsal-ahlaki çatışmaya dönüşmüştü. Yunan felsefesi tarafından yeniden yorumlandığı ve Hıristiyanlık tarafından toplumsallaştığı haliyle, İsa’nın idealleri bu aşamada Batı medeniyetinin etik değerlerinde, ahlakında ve dinlerinde vücut bulan insan ırkı geleneklerine cüretkâr bir biçimde karşı gelmekteydi.
195:0.4 (2069.4) İlk başta, Hıristiyanlık, yalnıza alt toplumsal ve ekonomik tabakadan yeni inananlar elde etmişti. Ancak, ikinci yüzyılın başlamasıyla, Yunan-Roma kültürünün en güçlü üyeleri, yaşam amacına ve varoluş gayesine ait bu yeni kavramsallaşma halinde, Hıristiyan inanışının bu yeni düzenine dönmekteydi.
195:0.5 (2070.1) Kendi doğduğu topraklarda neredeyse tamamiyle başarısız olmuş olan Musevi kökenindeki bu ileti nasıl oldu da bu kadar hızlı ve verimli bir biçimde Roma İmparatorluğu’nun en iyi akıllarını kazanmıştı? Hıristiyanlığın, felsefi dinler ve gizem kültleri üzerindeki zaferi şu sebeplerden dolayı gerçekleşmişti:
195:0.6 (2070.2) 1. Örgütlenme. Pavlus büyük bir örgütleyici olup, onun takipçileri onun belirlemiş olduğu hıza uyum sağlamıştı.
195:0.7 (2070.3) 2. Hıristiyanlık bütünüyle Helenleşmiş hale gelmişti. O, İbrani din kuramının en değerli savlarına ek olarak Yunan felsefesindeki en iyi düşüncelerden meydana gelmişti.
195:0.8 (2070.4) 3. Ancak, onun en iyi özelliği, İsa’nın yaşam bahşedilişinin yankısı ve tüm insanlığın kurtuluşu için iletisinin yansıması olarak, yeni ve büyük bir ideali taşımıştı.
195:0.9 (2070.5) 4. Hıristiyan önderleri Mitraizm için o kadar fazla tavizde bulunmaya hazırdı ki, onun takipçilerinin yarıdan fazlası Antakya kültüne karşı kazanılmıştı.
195:0.10 (2070.6) 5. Benzer bir biçimde Hıristiyan önderlerinin sonraki ve geç nesilleri paganizme öyle bir ilave tavizlerde bulunmuştu ki Roma imparatoru Konstantin bu yeni dine kazanılmıştı.
195:0.11 (2070.7) Ancak, Hıristiyanlar paganlarla kurnaz bir pazarlıkta bulunmuştu; onlar paganların törensel tapınmalarını benimserken, paganların Pavlus Hıristiyanlığı’nın Helenleşmiş türünü benimsemeye zorlamışlardı. Onlar, Mitraik kült ile olduğu gibi paganlarla kendilerinin daha kazançlı çıkmış oldukları bir pazarlıkta bulunmuşları ancak, böyleyken bile bu inanışlar büyük ahlaksızlıkları ve aynı zamanda Farslı gizemin çok sayıdaki diğer utanç verici uygulamaları içlerinden ayıklamaları bakımından kendilerin fethedenlerden daha büyük şey elde etmişlerdi.
195:0.12 (2070.8) Bilgece, veya bilgece olmayan bir biçimde, Hıristiyanlığın bu öncül önderleri kasti bir biçimde İsa’nın düşüncelerinin birçoğunu kurtarmak ve onları ilerletmek çabası içinde İsa’nın ideallerinden tavizde bulunmuşlardı. Ve, onlar fazlasıyla başarılı olmuştu. Ancak, yanlışa düşmeyin! Üstün’ün sahip olduğu bu tavizde bulunmuş idealler hala onun müjdesinde saklı haldedir; ve, onlar nihai olarak, tüm dünya üzerinde bütüncül gücünü sergileyecektir.
195:0.13 (2070.9) Hıristiyanlığın paganlaşmasıyla, eski düzen ritüelsel anlamda birçok küçük galibiyette bulunmuştu; ancak, Hıristiyanlar bu açılardan üstünlüğü elde etmişlerdi:
195:0.14 (2070.10) 1. İnsanların sahip olduğu ahlaki değerlerde yeni ve devasa düzeyde yüksek bir seviye belirlenmişti.
195:0.15 (2070.11) 2. Dünyaya Tanrı’ya ait yeni ve fazlasıyla genişleştirilmiş bir kavramsallaşma verilmişti.
195:0.16 (2070.12) 3. Ölümsüzlüğe dair umut, tanınmakta olan bir dinin sözünün bir parçası haline gelmişti.
195:0.17 (2070.13) 4. Nasıralı İsa insanın aç ruhuna verilmişti.
195:0.18 (2070.14) İsa tarafından öğretilmiş olan birçok büyük gerçeklik bu öncül tavizlerde neredeyse tamamen kaybolmuştu; ancak, onlar yine de, son kertede İnsan Evladı’nın yaşamına ve öğretilerine dair Pavlus’un yorumu olan, paganlaşmış Hıristiyanlığa ait bu dinde uyur haldedir. Ve, Hıristiyanlık, paganlaşmadan önce bile, tamamiyle Helenleşmişti. Hıristiyanlık, Yunanlılara çok şey, çok ama çok şey borçludur. Nikaea’da oldukça cesur bir biçimde karşı durup, toplanmış kişilere İsa’nın doğasına dair kavramsallaşmanın bozulduğu takdirde onun bahşedilişine dair mevcut gerçekliğin dünyada kaybedilme tehlikesine sebep olmaya cüret etmemelerini savunan kişi, Mısır’dan gelmekte olan bir Yunanlıydı. Bu Yunanlının İsmi Athanasius’tu; bu inananın ine ifadesi ve mantığı olmasaydı, Arius’un iknaları galip gelecekti.
195:1.1 (2071.1) Hıristiyanlığın Helenleşmesi tüm gücü ile, Atina’da Areopagus heyeti önünde Havari Pavlus durup, Atinalılara “Bilinmeyen Tanrı”dan bahsetmiş olduğu büyük öneme sahip olan gün gerçekleşmişti. Burada, Acropolis’in gölgesi altında, bu Roma vatandaşı bu Yunanlılara, Musevi Celile arazisinden kökenin alan bu yeni dine dair kendi yorumunu duyurmuştu. Ve, Yunan felsefesi ve İsa’nın öğretilerinin çoğu içinde tuhaf bir biçimde özdeş olan bir şey bulunmaktaydı. Onlar ortak bir gayeye sahipti — onların ikisi de bireyin ortaya çıkışını amaçlamıştı. Yunanlılar toplumsal ve siyasi bir ortaya çıkışı amaçlarken; İsa, ahlaki ve ruhsal bir ortaya çıkışı vurgulamıştı. Yunanlılar ussal açık görüşlülüğün siyasi özgürlüğe götürdüğünü öğretmekteydi; İsa, ruhsal açık görüşlülüğün dini özgürlüğe götürdüğünü öğretmişti. Bu iki düşünce bir araya getirildiğinde insan özgürlüğü için yeni ve kudretli bir düzen oluşturmuştu; onlar insanın toplumsal, siyasi ve ruhsal özgürlüğünü göstermişti.
195:1.2 (2071.2) Hıristiyanlık şu iki sebep sonucunda mevcut hale gelip, rakip tüm dinler üzerinde galip çıkmıştı:
195:1.3 (2071.3) 1. Yunan aklı, Museviler’den bile olacak şekilde, yeni ve iyi düşünceleri almaya gönüllüydü.
195:1.4 (2071.4) 2. Pavlus ve onun takipçileri istekli ancak kurnaz ve amaçlarını bilen tavizcilerdi; onlar, keskin din kuramsal tüccarlardı.
195:1.5 (2071.5) Pavlus Atina’da ayağa kalkıp, “Mesih ve O Çarmıha Gerildi” vaazında bulunduğunda, Yunanlılar ruhsal bir biçimde açtı onlar yeni gerçeği sorgular, ona ilgi gösterir ve mevcut bir biçimde onu arar haldeydi. Romalılar ilk başta Hıristiyanlıkla savaşırken, Yunanlıların onu kucaklamış olduğunu hiçbir zaman unutmayın; Romalıları daha sonra, kelimenin tam anlamıyla, bu zamanlarda dönüşmüş olduğu haliyle, Yunan kültürünün bir parçası olarak bu dini kabul etmeye zorlamış olanlar bu Yananlılar olmuştu.
195:1.6 (2071.6) Yunanlılar güzelliğe saygı duymaktaydı Museviler kutsallığa; ancak, bu iki insan topluluğu da gerçekliği derinden sevmişti. Çağlar boyuna Yunanlılar ciddi bir biçimde, din haricinde, toplumsal, ekonomik siyasi ve felsefi olarak — insan sorunlarının tümü üzerinde fikir yürütmüşlerdi. Çok az Yunanlı dine fazlaca önemde bulunmuştu; onlar kendi öz dinlerini bile fazlasıyla ciddiye almamışlardı. Çağlar boyunca Museviler, akıllarını dine adarken, düşüncenin bu diğer dallarını görmezden gelmişlerdi. Onlar dinlerini oldukça ciddiye almışlardı, haddinden fazla bir biçimde. İsa’nın iletisinin içeriğinden görüleceği haliyle, bu iki insan topluluğunun çağlar boyuncaki düşüncesinin ortak sonucu bu aşamada insan toplumunun yeni düzeninin, ve bir ölçüde insanın dini inancı ve uygulamasının yeni bir düzeninin itici gücü haline gelmişti.
195:1.7 (2071.7) Yunan kültürünün etkisi hâlihazırda, İskender yakın Doğu dünyası üzerinde Helen medeniyetini yaydığında, batı Akdeniz topraklarına girmiş haldeydi. Yunanlılar, küçük şehirlerde yaşadıkları müddetçe din ve siyasetleri ile oldukça başarılı oldular; ancak, Makedonyalı kral Yunanistan’ı, Adriyatik’ten İndus’a uzanan bir biçimde, bir imparatorluğa dönüştürmeye cüret ettiğinde sorunlar başladı. Yunanistan’ın sanatı ve felsefesi imparatorluksal genişleme görevine tamamiyle denkti; ancak, bu durum Yunan siyasi idaresi veya dini için söz konusu değildi. Yunanistan’ın şehir-devletleri bir imparatorluğa genişlediğinde, onların yerel tanrıları tuhaf görünmeye başladı. Yunanlılar gerçekten de, eski Musevi dinin Hıristiyanlaşmış biçimi onlara geldiğinde, daha büyük ve daha iyi Tanrı olarak, tek bir Tanrı’yı aramaktaydı.
195:1.8 (2072.1) Bu haliyle Helenist İmparatorluk buna katlanamayacaktı. Onun kültürel kayışı devam etti; ancak, bu kayış, imparatorluk yönetimi için Batı’dan Romalı siyasi dehayı ve Doğu’dan sahip olduğu tek Tanrı’nın imparatorluksal kutsallığı bünyesinde barındırmış olduğu bir dini alınca sonlandı.
195:1.9 (2072.2) Mesih’ten sonraki ilk yüzyılda Helenist kültür hâlihazırda en yüksek düzeylerine ulaşmıştı onun gerileyişi başlamıştı öğrenme ilerlemekte ancak deha azalmaktaydı. Kısmi bir biçimde Hıristiyanlıkta vücut bulmuş olan İsa’nın düşünceleri ve idealleri tam da bu zaman zarfında Yunan kültürü ve öğrenimin kurtuluşunun bir parçası olmuştu.
195:1.10 (2072.3) İskender Doğu’ya, Yunanistan medeniyetinin kültürel hediyesini vermişti; Pavlus Batı’yı, İsa’nın müjdesine dair Hıristiyan yorumu ile akın etmişti. Ve, Batı boyunca her nerede Yunan kültürü üstün gelmişse, orada Helenleşmiş Hıristiyanlık kök salmıştı.
195:1.11 (2072.4) İsa’nın iletisinin Doğu yorumu, her ne kadar onun öğretilerine daha sadık kalmışsa da, Abner’in taviz vermeyen tutumunu takip etmişti. O hiçbir zaman Helenleşmiş yorum kadar ilerlememiş olup, nihai olarak İslam hareketi içinde kaybolmuştu.
195:2.1 (2072.5) Romalılar, seçimle gelen hükümet yerine temsili hükümeti koyan bir biçimde, Yunan kültürünü tamamiyle kendisiyle değiştirmişti. Ve, yakın bir süre içinde, bu değişiklik, farklı diller, insanlar ve hatta dinler içi tüm Batı dünyasına yeni bir hoşgörü getirmesi bakımından Hıristiyanlık’ın yararına olmuştu.
195:2.2 (2072.6) Roma’daki Hıristiyanların öncül idamının çoğu yalnızca, onların duyuruşlarındaki “krallık” terimini talihsiz bir biçimde kullanmalarıydı. Romalılar her bir dine hoş görü beslemekteydi; ancak, onlar, siyasi karşıtlığı besleyen her şeye karşı gelmektelerdi. Ve, böylece, fazlasıyla yanlış anlamaya dayanmış olan bu öncül idamlar dindiğinde, dini propaganda için her imkân ardına kadar açılmıştı. Romalılar siyasi idareye ilgi duymaktaydı onlar, ne sanata ne de dine çok az ilgi göstermişti; ancak, Romalılar her ikisi için de görülmemiş ölçüde hoşgörülüydü.
195:2.3 (2072.7) Doğu kanunu katı ve keyfiydi; Yunan kanunu akıcı ve sanatsaldı Roma kanunu soylu ve saygıyı besleyiciydi. Roma eğitimi, duyulmamış ve değişmez bir sadakati yetiştirmişti. Öncül Romalılar siyasi olarak adanmış ve ulvi bir biçimde bağlanmış bireylerdi. Onlar dürüst, köktenci ve ideallerine adanmış kişilerdi; ancak, onlar tüm bu nitelikleri dikkate değer bir dine ait olmadan gerçekleştirmekteydiler. Yunan öğretmenlerin onları Pavlus’un Hıristiyanlığı’na ikna etmesi çok az şaşılası bir şeydir.
195:2.4 (2072.8) Ve, bu Romalılar muhteşem bir insan topluluğuydu. Onlar Doğu’yu yönetebilmekteydiler çünkü onlar kendilerini yönetebilmekteydiler. Bu tür benzeri olmayan dürüstlük, adanmışlık ve şaşmaz benlik denetimi Hıristiyanlığın alınması ve büyümesi için ideal koşulları sunmaktaydı.
195:2.5 (2072.9) Devlete siyasi olarak adanmış bulundukları için bu Yunan-Romalıların tam da aynı bir biçimde bir bireysel kiliseye adanmış olması onlar için kolay bir şeydi. Romalılar din kurumuyla yalnızca, ondan devletin bir rakibi olarak korku duyduklarında savaşmıştı. Çok az ulusal felsefeye veya ulusal kültüre sahip olan bir biçimde Roma Yunan kültürünü kendisiymiş gibi almış olup, kendisinin ahlaki felsefesi olarak Mesih’i cüretkâr bir biçimde benimsemişti. Hıristiyanlık Roma’nın ahlaki kültürü haline gelmişti; ancak, bu türden top yekûn biçimde yeni dini kabul etmiş olanların ruhsal büyümesi içinde bireysel deneyim oluşturmaması bakımından Hıristiyanlık neredeyse hiçbir bir biçimde Roma’nın dini olmamıştı. Gerçekten de doğrudur, birçok birey tüm bu devlet dininin yüzeyinden derinlere inmiş ve Helenleşmiş ve paganlaşmış Hıristiyanlık’ın saklı gerçekleri içindeki gizli anlamlara ait gerçek değerleri ruhlarının beslenmesi için bulmuştu.
195:2.6 (2073.1) “Doğaya ve vicdana” olan Stoacı ve onun güçlü çekimi, en azından bir entelektüel anlamda, Roma’nın tümünü Hıristiyanlık’ı almak için her anlamda daha iyi hazırlayan koşulları sunmuştu. Bir Romalı doğası bakımından ve eğitimi sonucu bir avukattı o, doğanın kanunlarına bile derin saygı göstermişti. Ve, şimdi, Hıristiyanlıkta, o doğanın yasalarının Tanrı’nın yasaları olduğunu fark etmişti. Çiçero ve Vergil’i yetiştirmiş olan bir insan topluluğu Pavlus’un Helenleşmiş Hıristiyanlığı için olgun haldeydi.
195:2.7 (2073.2) Ve, böylece bu Romalılaşmış Yunanlılar hem Musevileri hem de Hıristiyanları kendi dinlerini felsefi hale getirmeye, düşüncelerini iş birliksel konuma getirip ideallerini sistemsel bütünlüğü kavuşturmaya, yaşamın mevut akışına uygun bir biçimde dini uygulamaları uyarlamaya zorlamıştı. Ve, tüm bunların hepsine devasa bir biçimde, İbrani yazıtlarının Yunanca’ya ve Yeni Ahit’in daha sonraki kayıtlarının Yunan diline çevrilmesine yardım etmişti.
195:2.8 (2073.3) Musevilere ve birçok diğer insan topluluğuna karşıt bir biçimde, Yunanlılar uzunca bir süre boyuna, ölümden kurtuluşun bir türü olarak, kesin hatlara sahip olmayan bir biçimde ölümsüzlüğe inanmışlardı ve, bu İsa’nın öğretisinin tam da kalbinde yattığı için, Hıristiyanlık’ın onlara güçlü bir çekimde bulunacağı kesin bir şeydi.
195:2.9 (2073.4) Yunanlıların kültürel ve Romalıların siyasi zaferlerinin bir dizisi, tek bir dil ve tek bir kültür olarak, Akdeniz topraklarını tek bir imparatorlukta toplamıştı ve, bu durum Batı dünyasını tek bir Tanrı için hazır hale getirmişti. Yahudilik bu Tanrı’yı sağlamıştı ancak, Yahudilik bu Romanlılaşmış Yunanlılar için kabul edilebilir bir din değildi. Philon onların karşıtlıklarını azaltmak için belirli bir düzeyde yardımda bulunmuştu; ancak, Hıristiyanlık onlara tek bir Tanrı için daha bile iyi bir kavramsallaşmayı açığa çıkarmış olup, onlar hazır bir biçimde onu benimsemişti.
195:3.1 (2073.5) Roma siyasi idaresinin bütünleşmesinden ve Hıristiyanlığın yayılımından sonra, Hıristiyanlar kendilerini, bir büyük dini kavramsallaşma ancak imparatorluk yoksunu halde bulmuşlardı. Yunan-Romalılar kendilerini bir büyük imparatorluk ancak imparatorluksal ibadet ve ruhsal bütünleşme için elverişli bir dini kavramsallaşma olarak hizmet verecek bir Tanrı yoksunu halinde bulmuşlardı. Hıristiyanlar imparatorluğu kabul etmişti; imparatorluk Hıristiyanlığı benimsemişti. Romalılar siyasi idareden meydana gelen bir bütünlüğü sağlamıştı Yunanlılar, kültür ve öğrenmeden meydana gelen bir bütünlüğü; Hıristiyanlık, dini düşünce ve uygulamadan meydana gelen bir bütünlüğü.
195:3.2 (2073.6) Romalılar ulusçuluk geleneğinin üstesinden imparatorluksal evrensellikle gelmiş olup, tarihte ilk defa farklı ırkların ve ulusların, en azından kuramsal olarak, bir dini kabul etmelerini mümkün kılmıştı.
195:3.3 (2073.7) Hıristiyanlık Roma’da, Stoacıların katı öğretileri ile gizem inanışlarının kurtuluş sözleri arasında büyük bir çatışmanın bulunduğu bir zamanda tercih edilir hale gelmişti. Hıristiyanlık, dili “fedakârlık” için bir kelime taşımayan ruhsal bakımdan aç bir insan topluluğa canlandırıcı teselli ve özgürleştirici güçle gelmişti.
195:3.4 (2073.8) Hıristiyanlığa en büyük gücünü veren şey ona inananların hizmetin yaşamlarını yaşamış olması ve hatta acı idamın öncül dönemleri boyunca inanışları için ölme biçimleri olmuştu.
195:3.5 (2073.9) Mesih’in çocuklara dair derin sevgisinin öğretisi yakın bir süre içinde, özellikle kız çocukları olarak, istenmediği zaman çocukları ölmeye terk etmenin yaygın uygulamasına bir son vermişti.
195:3.6 (2074.1) Hıristiyan ibadetinin öncül tasarımı büyük ölçüde, Mitraik tören tarafından dönüşüme uğramış haliyle, Musevi sinagogundan alınmıştı daha sonra, birçok pagan adetleri eklenmişti. Öncül Hıristiyan din kurumunun temeli, Yahudiliğe dinlerini değiştirmiş Yunanlıların Hıristiyanlaşmış daha sonraki düşüncelerinden meydana gelmişti.
195:3.7 (2074.2) Mesih’ten sonraki ikini yüzyıl, iyi bir dinin Batı dünyasında ilerleme kaydetmesi için dünya tarihinin tümü içindeki en iyi zaman zarfıydı. Birinci yüzyıl boyunca Hıristiyanlık, mücadele ve tavizle, kök salmak ve hızlı bir biçimde yayılmak için kendisini hazırlamıştı. Hıristiyanlık imparatoru benimsemişti; daha sonra, imparator Hıristiyanlığı benimsemişti. Bu, yeni bir dinin yayılması için muhteşem bir çağdı. Burada dini özgürlük bulunmaktaydı seyahat evrensel olup, düşünce sınırlanmamaktaydı.
195:3.8 (2074.3) Helenleşmiş Hıristiyanlığı resmi olarak kabul etmeye dair ruhsal uyarım, çok daha önce başlamış olan ahlaki çöküşü durdurmayacak veya hâlihazırda oluşmuş ve artış gösteren ırksal kötüleşmeyi telafi edemeyecek kadar geç gelmişti. Bu yeni din imparatorluksal Roma için kültürel bir ihtiyaçtı ve, onun daha büyük bir kapsamda ruhsal kurtuluşun bir aracı haline gelememiş olması fazlasıyla talihsiz bir durumdur.
195:3.9 (2074.4) İyi bir din bile; hükümet olaylarına bireysel katılım eksikliğinin, haddinden fazla yasacılığın, aşırı vergilerin ve çok büyük vergi toplama istismarlarının, altını fazlasıyla eritmiş olan Levent ile olan açık verir ticaretin, sürekli eğlence arama çılgınlığının, Romalı tek tipleştirme âdetinin, kadını küçük görmenin, köleliğin ve ırksal gerilemenin, fiziksel salgınların ve ruhsal yokluk noktasına kadar varan bir biçimde bir devlet din kurumunun kurumsallaşmış hale gelişinin kesin sonuçlarından bir muhteşem imparatorluğu kurtaramayacaktı.
195:3.10 (2074.5) Koşullar, buna rağmen, İskenderiye’ye de bu kadar kötü değildi. Öncül okullar İsa’nın öğretilerinin büyük bir kısmını taviz vermeden bünyesinde tutmaya devam etmişti. Pantaenus Clement’e öğretide bulunmuş olup, bunun ardından o Nathanyel’i Hindistan’da Mesih’i duyurma yolunda takip etmişti. İsa’nın ideallerinden bazıları Hıristiyanlığın inşasında kurban verilmiş olsa da, kesin bir biçimde belirtilebilir ki, ikinci yüzyılın sonunda Yunan-Romalı dünyanın neredeyse tüm büyük akılları Hıristiyan hale gelmişti. Zafer tamamlanmaya yaklaşmaktaydı.
195:3.11 (2074.6) Ve, bu Roma imparatorluğu, imparatorluk yıkıldıktan sonra bile Hıristiyanlığın kurtuluşunu teminat altına alacak bir biçimde uzun bir süre varlığını sürdürdü. Ancak, bizler sıklıkla, Yunan Hıristiyanlığı yerine krallığın müjdesi kabul edilmiş olsaydı Roma’da neyin yaşanacağı üzerinde fikir yürüttük.
195:4.1 (2074.7) Topluma zorla eklenmiş ve siyasetin bir işbirlikçisi olarak din-kurumu Avrupa’nın “karanlık çağları” olarak adlandırılmaktaki ussal ve ruhsal gerileyişinde kendi payına düşeni almanın nihai sonuna sahipti. Bu zaman zarfı boyunca, din gittikçe monarşik hale gelmiş olup, bedeni dışlayıcı ve yasal bütünlüğe dönüşmüştü. Ruhsal bir bakımdan Hıristiyanlık kış uykusuna yatmaktaydı. Bu süreç boyunca, bu uyku halindeki ve din-dışılaşmış din yanında, gizemciliğin devamlı bir akışı olarak geçek-dışılığa yaklaşan ve felsefi olarak panteizme benzer hayali nitelikteki ruhsal bir deneyim mevcut olmuştu.
195:4.2 (2074.8) Bu karanlık ve umutsuz haldeki çağlar boyunca, din tekrar neredeyse tamamen ikincil konuma gelmişti. Birey neredeyse tamamen, din-kurumunun gölgede bırakıcı yönetim gücü, geleneği ve emri karşısında yitirilmişti. Kutsal çevrelerde özel bir etkiye sahip olmayı üstlenmiş ve bu nedenle, kendisine yerinde bir biçimde başvurulduğunda, Tanrılar önünde insan adına ona yardım etmeye yetkin, “azizlerden” meydana gelen büyük bir galaksinin yaratımında yeni bir ruhsal çılgınlık doğmuştu.
195:4.3 (2075.1) Ancak, Hıristiyanlık o kadar etkin bir biçimde toplumsallaşmış ve paganlaşmıştı ki, gelecek karanlık çağlarda varlığını korumada güçsüz olsa da, ahlaki karanlığın ve ruhsal durağanlığın bu uzun sürecinden varlığını sürdürerek çıkmada daha iyi hazırlanmış haldeydi. Ve, o Batı medeniyetinin uzun gecesi boyunca varlığını sürdürmüş olup, rönesans doğduğunda dünyada ahlaki bir etki olarak hala faaliyet eder bir konumdaydı. Karanlık çağların geçişini takip eden bir biçimde, Hıristiyanlığın geri döndürülüşü, insan kişiliğinin özel nitelikteki ussal, duygusal ve ruhsal türlerine uygun olan inanışlar halinde Hıristiyan öğretilerinin sayısız mezhebini mevut hale getirmeyle sonuçlandı. Ve, bu özel Hıristiyan topluluklarından çoğu, veya diğer bir değişle dini aile, bu sunumun hazırlanışı zamanında bile hala varlığını sürdürmektedir.
195:4.4 (2075.2) Hıristiyanlık, İsa’nın dininin İsa’ya dair bir dine olan istenmeyen dönüşümünden doğmuş olan bir tarihi sergilemektedir. O ilave bir biçimde; Helenleşme, paganlaşma, laikleşme, kurumsallaşma, ussal kötüleşme, ruhsal gerileme, ahlaki uyku, yok olma tehlikesinde bulunma, daha sonra ise, yeniden canlanma, bölünme ve daha yakın zaman içerisinde gerçekleşmiş olan görece onarımdan meydana gelen bir tarihi sunmaktadır. Bu türden bir geçmiş, geniş iyileşme kaynaklarına iyeliği ve onlardaki içkin canlılığı göstermektedir. Ve, bu aynı Hıristiyanlık, mevcut an içinde, Doğu insanlarına ait medenileşmiş dünyada mevcut olup, üstünlük için önceki mücadeleleri nitelemiş bulunan büyük öneme sahip buhranlardan daha bile tehlike arz eder halde bir varoluş mücadelesi karşısındadır.
195:4.5 (2075.3) Din mevcut an içinde, bilimsel akılların ve maddi eğilimlerin yeni bir çağının karşı koyucu mücadelesiyle karşılaşmaktadır. Din-dışı ve ruhsal arasındaki bu devasa mücadelede İsa’nın dini nihai olarak galip çıkacaktır.
195:5.1 (2075.4) Yirminci yüzyıl, Hıristiyanlık ve tüm diğer dinler için çözülmesi gereken yeni sorunları getirmiştir. Bir medeniyet daha yüksek bir konuma yükseldiğinde, toplumu istikrara kavuşturmak ve onun maddi sorunlarının çözümünü kolaylaştırmak için insanın tüm çabaları içinde “ilk önce göğün gerçeklerinin aranması” bir görev haline gelmektedir.
195:5.2 (2075.5) Gerçeklik bölündüğünde, araştırıldığında, tecrit edildiğinde ve haddinden fazla incelendiğinde kafa karıştırıcı hatta yanlış yönlendirici hale gelmektedir. Yaşayan gerçeklik arayan kişiye, maddi bilimin bir gerçeği olarak veya dönemsel sanatın bir ilhamı olarak değil, bu kişi onu yalnız bütüncül halde ve yaşayan bir ruhsal gerçeklik olarak kucakladığında, doğru eğitimde bulunmaktadır.
195:5.3 (2075.6) Din, kutsal ve ebedi nihai sonuna dair insan için açığa çıkarılıştır. Din, tamamiyle kişisel ve ruhsal bir deneyim olup, şunlar gibi, insanın diğer yüksek düşünce türlerinden sonsuza kadar ayırt edilmek zorundadır:
195:5.4 (2075.7) 1. İnsanın maddi mevcudiyete ait şeylere olan mantıksal tutumundan.
195:5.5 (2075.8) 2. İnsanın çirkinliğin karşıtı olan estetik güzellik takdirinden.
195:5.6 (2075.9) 3. İnsanın toplumsal sorumlulukları ve siyasi görevlerine dair etiksel farkındalığından.
195:5.7 (2075.10) 4. İnsanın insan ahlakına ait anlayışı, kendi içinde bile, dini nitelikte değildir.
195:5.8 (2075.11) Din; inancı, güveni ve güvenceyi çağıran evren içindeki değerleri bulmak için tasarlanmıştır; din ibadet ile sonuçlanmaktadır. Din, akıl tarafından keşfedilen görece değerler karşısında ruh için yüce olan değerleri keşfeder. Bu türden insan-ötesi kavrayışa yalnıza içten dini deneyimle sahip olunabilir.
195:5.9 (2075.12) Bir ahlaki değerler sistemine sahip olmadan devamlılığını koruyan bir toplumsal sistem, çekim olmadan idare edilmesi beklenen bir güneş sisteminden daha kolay bir biçimde idare edilemeyecek ruhsal değerler üzerine yaslanmaktadır.
195:5.10 (2076.1) Beden içindeki bir kısa yaşam içinde ruh bünyesinde uyarıma çağıran tüm gizli serüven hislerini tatmin etmeye ve merakınızı gidermeye çalışmayın. Sabırlı olun! Basit ve güzel olmayan serüvenlere ölçüsüz bir biçimde düşmenin cazibesine düşmeyin. Enerjilerinizi odaklayın ve tutkunuzu dizginleyin; ilerleyici serüvenin ve heyecan verici keşfin sonu gelmez bir sürecinin ihtişamlı gerçekleşimini sakince bekleyin.
195:5.11 (2076.2) İnsanın kökenine dair kafa karışıklığı içinde onun nihai sonuna dair gerçekliği yitirmeyin. İsa’nın küçük çocukları bile derinden sevmiş olduğunu unutmayın; onun, insan kişiliği için çok büyük bir değeri sonsuza kadar açık hale getirmiş oluşunu.
195:5.12 (2076.3) Dünyaya bakarken, görmüş olduğunuz kötülüğün sahip olduğu siyah lekelerin nihai iyiliğin beyaz bir arka planı üzerinde bulunduğunu hatırlayın. Sizler, kötülükten meydana gelen bir siyah arka plan önünde sadece çok az sayıda görünen iyilik lekelerine bakmamaktasınız.
195:5.13 (2076.4) Dünyada duyurmak ve yaymak için çok fazla sayıda iyi gerçeklik bulunurken, insan neden, sırf bir gerçek olarak göründüğü içinde dünyada bulunan kötülükler üzerinde bu kadar fazla durmaktadır? Gerçekliğe ait ruhsal değerlerin güzellikleri, kötülüğün olgularından daha memnuniyet verici ve daha canlandırıcıdır.
195:5.14 (2076.5) Din içerisinde İsa, tıpkı çağdaş bilimin deney tekniğini amaçlamış olduğu gibi deneyim metodunu tavsiye etmiş olup, onu takip etmiştir. Bizler Tanrı’yı ruhsal kavrayışın rehberliği ile bulmaktayız; ancak, bizler ruhun bu kavrayışına, güzele olan derin sevgiyle, gerçekliğin arayışıyla, göreve olan sadakatle ve kutsal iyiliğin ibadetiyle yaklaşmaktayız. Ancak, tüm bu değerler içinde, derin sevgi mevcut kavrayışa olan gerçek rehberdir.
195:6.1 (2076.6) Bilim adamları, istemeden de olsa, insanlığın maddiyatçı bir paniğe doğru sürüklenmesine neden oldu; onlar, çağların ahlaki bankasında düşünmeden gerçekleştirilen bir kaybı başlattı ancak, insan deneyiminin bu bankası engin ruhsal kaynaklara sahiptir; o, kendisinden istenen her şeyi karşılayabilir. Yalnızca düşüncesiz insanlar, insan ırkının ruhsal kaynakları hakkında panikleşir hale gelirler. Maddi-din-dışı panik sona erdiğinde, İsa’nın dini hala iflas bayrağını çekmemiş olacaktır. Cennetin krallığına ait ruhsal banka, “Onun İsmi için” kendisine gelen herkese inanç, umut ve ahlaki güvence verecektir.
195:6.2 (2076.7) Maddiyatçılık ve İsa’nın öğretileri arasında görünürdeki çatışma her ne olursa olsun, gelecek çağlar içinde, Üstün’ün öğretilerinin tamamiyle galip geleceğinden emin olabilirsiniz; Gerçekte, gerçek din hiçbir biçimde din ile karşıt düşer hale gelemez; din hiçbir biçimde maddi şeyler ile ilişkili değildir. Din dine karşı görüşsüz olsa da, ona karşı anlayışlı konumdadır; o kendisini olabilecek en yüksek derecede bilim adamıyla ilgili kılar.
195:6.3 (2076.8) Kendisine katılan bilgeliğin yorumu ve dini deneyimin ruhsal kavrayışı olmadan yalnızca bilimin peşinde koşmak bireyi nihai olarak karamsarlığa ve insani ümitsizliğe götürür. Az bir bilgi gerçekten de insanı kafa karışıklığına iter haldedir.
195:6.4 (2076.9) Bu yazım anında maddi çağın en kötü dönemi sona ermiş haldedir; daha iyi bir anlayış dönemi hâlihazırda doğumuna başlamıştır. Bilimsel dünyanın daha yüksek akılları artık felsefeleri içinde tamamiyle maddiyatçı halde değildir; ancak, olağan insanlar hala eski öğretilerin bir sonucu olarak bu yönde eğilim göstermektedir. Ancak, fiziksel gerçekçiliğin bu çağı, yeryüzü üzerindeki insanın yaşamı içinde bir geçiş dönemidir. Modern bilim, inananlarının yaşamları içinde çevrilmiş haliyle İsa’nın öğretileri olarak — gerçek dini saf halinde bırakmıştır. Bilimin tüm yaptığı şey, yaşamın yanlış yorumundan meydana gelen çocuksu aldanmaları yok etmek olmuştur.
195:6.5 (2077.1) Yeryüzü üzerinde insan hayatı mevzu bahis olduğunda bilim niceliksel bir deneyimdir; din, nitelikseldir. Bilim olgular ile ilgilenir; din, kökenler, değerler ve amaçlarla. Fiziksel olguların bir açıklanışı olarak sadece nedenleri göstermek, nihai sonlara dair bilgisizliği itiraf etmek olup, sonunda yalnızca bilim adamını doğrudan bir biçimde — Cennetin Kâinatsal Babası olarak — ilk büyük nedene geri getirmektedir.
195:6.6 (2077.2) Mucizelerden meydana gelen bir çağı makinalardan olan bir çağa çok şiddetli bir biçimde getirmek insan için üzücü sonuçları doğurmuştur. Makinalaşmanın doğru olmayan felsefelerine ait zekâ ve ustalık onların mekanik amaçlarını göstermektedir. Bir maddiyatçının aklının sahip olduğu kadersi çeviklik, sonsuza kadar, evrenin gözü görmez ve amaçsız bir evren olgular bütünü oluşunu çürütmektedir.
195:6.7 (2077.3) Hem sözde eğitimli olan bazılarının mekaniksel doğallığı hem de olağan insanın düşüncesiz din-dışılığı ayrıcalıklı bir biçimde şeyler ile ilgilidir; onlar, inançtan, umuttan ve ebedi güvencelerden yoksun bulunmaya ek olarak, tüm gerçek değerlerden, desteklerden ve tatminlerden uzaktır. Modern yaşamın en büyük sorunlarından bir tanesi, ruhsal meditasyon ve dini adanmışlık için insanın vakit bulamayacak kadar kendisinin meşgul olduğunu düşünmesidir.
195:6.8 (2077.4) Maddiyatçılık insanı ruhsuz bir robota indirmekte olup, onu yalnızca, sevgiden yoksun ve mekanik bir evren içindeki matematiksel formülde kendisine umutsuz bir yer bulmuş olan aritmetik simge haline getirmektedir. Ancak, bir Üstün Matematikçi olmadan, matematikten meydana gelen tüm bu uçsuz bucaksız evrenden de nereden geldi? Bilim, maddenin korunumundan uzun uzadıya bahsedebilir; ancak, din, insanların ruhlarının korunumunu onaylamaktadır — o kendisini, ruhsal gerçeklikler ve ebedi değerlerle olan insanların deneyimleri ile ilgili kılmaktadır.
195:6.9 (2077.5) Bugünün maddi toplum bilimcisi; bir cemiyeti irdelemekte, onun üzerine bir rapor azmakta ve insanları bıraktığı gibi bulmaktadır. Bin dokuz yüz yıl önce, eğitimsiz Celileliler İsa’nın insanın iç deneyimine olan bir ruhsal katkıda bulunduğunu irdelemiş olup, bunun ardından yola çıkıp tüm Roma İmparatorluğu’nun altını üstüne getirmişlerdi.
195:6.10 (2077.6) Ancak, dini önderler, çağdaş insanları Orta Çağların boru sesleri ile ruhsal mücadelede bulunmaya çağırmayı denediklerinde büyük bir hatada bulunmaktadırlar. Ne demokrasi ne de herhangi bir siyasi deva ruhsal ilerleyişin yerini almayacaktır. Sahte dinler gerçeklikten bir kaçışı sunabilirler; ancak, müjdesi içinde İsa fani insana ruhsal ilerleyişin ebedi gerçekliğine olan girişin tam da kendisini tanıştırmıştı.
195:6.11 (2077.7) Aklın maddeden “ortaya çıkmış” olduğunu ifade etmek hiçbir şey açıklamamaktadır. Eğer evren yalnızca bir mekanizma olup, akıl maddeden ayrı olmayan bir konumda bulunsaydı, bizler hiçbir zaman gözlemlenen herhangi bir olguya dair farklı iki yoruma sahip olmayacaktık. Gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe dair kavramsallaşmalar ne fizik ne de kimya da içkin haldedir. Bir makina bilemez; bırakınız gerçeği öğrenmeyi, doğruluğa açlık hissetmeyi ve iyilikten mutluluk duymayı.
195:6.12 (2077.8) Bilim fiziksel olabilir; ancak, gerçekliği kavrayan bilim adamının aklı aynı zamanda madde-ötesidir. Madde gerçekliği bilmemektedir; ne de o bağışlamayı derinden sevebilir, veya ruhsal gerçekliklerden büyük keyfi alabilir. Ruhsal aydınlanmaya dayalı ve insan deneyimi içinde köklü haldeki ahlaki yargılar, tıpkı fiziksel gözlemlere dayalı olan matematiksel çıkarımlar kadar gerçek ve kesindir; ancak, başka ve daha yüksek düzeyde.
195:6.13 (2077.9) Eğer insanlar yalnızca makinalar olsaydı, onlar maddi bir evrene neredeyse tamamen tek tip halde karşılık gösterirlerdi. Bırakınız kişiliği, bireysellik mevcudiyet dışı bir halde olurdu.
195:6.14 (2077.10) İkinci Kaynak ve Merkez’in koşulsuz iradesinin mevcudiyetinde içkin haldeki, kâinat âlemlerinin tümünün merkezinde bulunan Cennet’in mutlak mekanizmasına dair gerçek, sonsuza kadar, belirleyicilerin kâinatın tek kanunu olmadığını sonsuza kadar kesin kılmaktadır. Maddiyatçı düzen vardır; ancak, o yalnız değildir; mekanik düzen mevcuttur; ancak, o koşulsuz nitelikte değildir; sebep sonuç ilişkisi bulunmaktadır; ancak, o tekil değildir.
195:6.15 (2078.1) Maddenin sınırlı evreni, şayet aklın ve ruhaniyetin birleşik mevcudiyeti olmasaydı, nihai olarak tek tip ve sebep sonuç ilişkisine dayalı hale gelirdi. Kâinatsal aklın etkisi sürekli olarak maddi dünyalara bile kestirilemeyebilen aniliği eklemektedir.
195:6.16 (2078.2) Mevcudiyetin herhangi bir âlemi içindeki özgürlük veya inisiyatif niteliği, ruhsal etki ve kâinatsal akıl denetimi ölçüsüyle orantılıdır; bu, insan deneyimi içinde, “Baba’nın iradesini” yerine getirmenin mevcudiyet düzeyidir. Ve, böylece, bir kez Tanrı’yı bulma yoluna çıktığınızda, Tanrı’nın hâlihazırda sizleri bulmuş olduğu kendisini doğrulayan kesin kanıttır.
195:6.17 (2078.3) İyiliğin, güzelliğin ve gerçekliğin içten arayışı Tanrı’ya götürmektedir. Ve, her bilimsel keşif evrende hem özgürlüğün hem de tek tipliliğin mevcudiyetini göstermektedir. Keşfeden kişi keşifte bulunmak için özgürdü. Onun keşfetmiş olduğu şey gerçek olup, görünürde tek tiptir; aksi halde o bir şey olarak bilinir halde gelemezdi.
195:7.1 (2078.4) Gerçek dinin kişisel deneyimine ait engin ruhsal kaynaklardan kendisini mahrum bırakacak bir biçimde bir mekanik evrene dair bu türden büyük zaafa sahip kuramlara izin vermesi maddi akıldaki insan için ne de budalaca niteliktedir. Gerçekler hiçbir zaman gerçek ruhsal inançla tartışmamaktadır; kuramlar tartışabilir. Dinin hurafenin yıkımına adanması, ruhsal gerçekliklere ve kutsal değerlere olan insan inancı biçiminde — dini inancın kaldırılmasına girişilmesinden daha iyidir.
195:7.2 (2078.5) Bilim, dinin insan için ruhsal olarak gerçekleştirdiği şeyi onun için maddi bir biçimde yerine getirmelidir; onun yaşam ufkunu genişletmeli ve onun kişiliğini büyütmeli. Gerçek bilim gerçek din ile hiçbir kalıcı tartışma içinde bulunamaz. “Bilimsel yöntem”, maddi serüvenleri ve fiziksel kazanımları aracılığıyla ölçmek için bir ussal baremdir. Ancak, maddi ve tamamiyle ussal olarak, o, ruhsal gerçekliklerin ve dini deneyimlerin değerlendirilişinde tamamiyle kullanışsız haldedir.
195:7.3 (2078.6) Modern mekanikçinin tutarsızlığı şudur: Eğer bu tamamiyle maddi bir evren ve insan sadece bir makina olsaydı, bu türden bir insan kendisini bu türden bir makina olarak tanımaya hiçbir biçimde yetkin olmayan konumda bulunurdu; ve, benzer bir biçimde bu türden makina-insan tamamiyle bu türden maddi bir evrenin mevcudiyet gerçeğinden bütünüyle bilinçsiz halde bulunurdu. Bir mekanik bilimin maddi umutsuzluğu ve ümitsizliği, sahip olduğu madde-ötesi kavrayışın tam da kendisinin bu hatalı ve kendisiyle çelişen bir maddi evren kavramsallaşmalarına sahip bilim adamının aklındaki ruhaniyet ikamet gerçeğini tanımada başarısız olmuştur.
195:7.4 (2078.7) Ebediyetin ve sonsuzluğun, gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin cennet değerleri, zaman ve mekân âlemlerine ait olan olgular bütünlüğünün gerçekleri içinde saklı haldedir. Ancak, bu ruhsal değerleri tespit etmek ve onu kavramak ruhaniyetten doğmuş olan bir faninin inanç gözlerini gerektirmektedir.
195:7.5 (2078.8) Ruhsal ilerleyişe ait mevcudiyetler ve değerler, maddi aklın yüceltilmiş bir düşünden başkası olmayan bir halde — bir “psikolojik arzu” değildir. Bu tür şeyler, insan aklı içinde yaşayan Tanrı’nın Ruhaniyeti olarak, ikamet eden Düzenleyici’nin ruhsal öngörüleridir. Ve, “göreceliğin” bulgularına olan küçük bir bakışınızla gelen tanışmanızın Tanrı’nın ebediyetine ve sonsuzluğuna kavramlarınızı rahatsız etmesine izin vermeyin. Ve, benlik ifadenizin gerekliliğine dair tüm taleplerinizde, sizlerin gerçek ve daha iyi benliğinizin dışavurumu olarak Düzenleyici-ifadesini sağlamama hatasında bulunmayın.
195:7.6 (2079.1) Eğer bu yalnızca maddi bir evren olsaydı, maddi insan hiçbir zaman, bu türden tamamiyle maddi mevcudiyetten meydana gelmiş mekanik bir nitelik kavramsallaşmasına erişmeye yetkin olmayacaktı. Evrenin tam da bu mekanik kavramsallaşması kendi içinde aklın madde-dışı bir olgusudur; ve, her akıl, her ne kadar bütüncül bir biçimde madde tarafından belirlenir ve mekaniksel olarak denetlenirse denetlensin, maddi olmayan bir kökene sahiptir.
195:7.7 (2079.2) Fani insanın kısmen evrimselleşmiş olan zihinsel mekanizması, tutarlılık ve bilgelik ile haddinden fazla bahşedilmiş halde değildir. İnsanın kibri onun nedenselliğinin önüne geçmekte ve onun mantığını dışlamaktadır.
195:7.8 (2079.3) En karamsar olan maddiyatçının sahip olduğu karamsarlığının tam da kendisi, kendi içinde, karamsarın sahip olduğu evrenin tamamiyle maddi olmayışının yeterli kanıtıdır. Hem iyimserlik hem de kötümserlik, gerçeklere ek olarak değerlerin bilincinde olan bir akıl içindeki kavramsal tepkilerdir. Eğer evren gerçekten de maddiyatçının gördüğü gibi olsaydı, bir insan makinası olarak insan böyle bir durumda tam da bu gerçeğin her türlü bilinçli tanıyışından yoksun olurdu. Ruhaniyetten doğmuş olan akıl içindeki değerlerin kavramsallaşmasına dair bilinç olmadan, evren maddiyatı gerçeği ve evren işleyişinin mekanik olgular bütünü insan tarafından tamamiyle farkında bulunulmayan nitelikte olurdu. Bir makina diğer makinanın doğası veya değerinin bilincinde olamaz.
195:7.9 (2079.4) Yaşama ve evrene dair bir mekanik felsefe bilimsel olamaz çünkü bilim yalnızca maddeler ve gerçekler ile ilgilenmekte olup, onları tanımaktadır. Felsefe kaçınılmaz olarak bilim-ötesidir. İnsan, doğanın maddi bir gerçeğidir; ancak, onun yaşamı, aklın denetimsel özelliklerini ve ruhaniyetin yaratıcı niteliklerini göstermesi bakımından doğa ait maddi düzeyleri yaşan bir olgular bütünüdür.
195:7.10 (2079.5) İnsanın bir mekanikçi hale gelmesinin içten çabası, insanın ussal ve ahlaki intiharda bulunmasının nafile çabasının acı olgusudur. Ancak, o bunu yerine getirmeye yetkin değildir.
195:7.11 (2079.6) Eğer evren yalnızca maddi ve insan yalnızca makina olsaydı, evrenin bu makinalaşması üzerinde düşünmek için bilim adamını güvenle harekete geçirecek hiçbir bilim olamazdı. Makinalar kendilerini ölçemez, sınıflandıramaz veya değerlendiremez. Bu türden bilimsel nitelikteki çaba yalnızca makina-ötesi düzeyde ulunan bir bünye tarafından yerine getirilebilir.
195:7.12 (2079.7) Eğer evren gerçekliği gerçekten uçsuz bucaksız bir tek makina olsaydı, böyle bir durumda insan evrenin dışında bulunup, bu türden bir gerçeği görmek durumunda ve bu türden bir irdelemenin içerdiği kavrayışının bilincine varmak zorunda olurdu.
195:7.13 (2079.8) Eğer insan bir makina olsaydı, hangi yöntemle bu insan yalnızca bir makina olduğuna inanır hale gelip, ya da bunu bildiğini ifade etmektedir? Kişinin sahip olduğu benliğe dair bireysel değerlendirmesinin bilinçsel deneyimi hiçbir zaman, yalnızca bir makina olan bünyenin bir niteliği olamaz. Kendinin bilincinde ve kendinden emin olan bir mekanist, mekanikliğe olan en iyi olası cevaptır. Eğer maddiyatçılık bir gerçek olsaydı, orada kendinin bilincinde olan bir mekanikçi bulunamazdı. Kişinin ahlaki olmayan eylemlerde bulunmadan öne onun ilk önce ahlaki bir kişi olmak zorunluluğu aynı zamanda doğrudur.
195:7.14 (2079.9) Maddiyatçılığın sahip olduğu savın tam da kendisi, bu türden dogmaları savunma cüreti gösteren aklın madde-ötesi düzeyine ait bir bilincin varlığına işaret etmektedir. Bir mekanizma kötüye gidebilir; ancak, o hiçbir zaman ilerleyemez. Makinalar düşünemez, yaratamaz, hayal edemez, geleceğe dair kendisi için amaçlar besleyemez, idealleştirmede bulunamaz, gerçeklik için açlık çekemez veya doğruluk için susuzluk çekemez. Onlar, diğer makinalara hizmet vermek ve Tanrı’yı bulmanın ulvi görevinin ve onun gibi olmanın ebedi ilerleyişindeki amaçlarını seçmede tutkuyla yaşamlarını güdümleyemez. Makinalar hiçbir zaman entelektüel, duygusal, estetik, etik ahlaki veya ruhsal olamaz.
195:7.15 (2079.10) Sanat insanın mekaniksel olmadığını kanıtlamaktadır; ancak, o, insanın ruhsal olarak ölümsüz olduğunu kanıtlamamaktadır. Sanat, maddi nitelikteki insan ile ruhsal nitelikteki insan arasındaki ara yer olarak, fani morontiadır. Şiir, maddi gerçekliklerden ruhsal değerlere olan bir kaçma çabasıdır.
195:7.16 (2080.1) Yüksek bir medeniyet içinde, sanat bilimi insanileştirirken, sanat bunun karşılığında gerçek din tarafından gerçek haliyle ruhsallaşır hale gelir — ruhsal ve ebedi değerleri olan kavrayış vasıtasıyla. Sanat, gerçekliğin insan ve zaman-mekân değerlendirilişini yansıtır. Din, kâinatsal değerlerin kutsal bütünlüğünün tam da kendisiyken, o, ruhsal yükseliş ve genişlemede ebedi ilerleyiş anlamına gelmektedir. Zamanın sanatı, yalnızca, zamanın gerçeklik gölgeleri olarak ebediyetin yansıtmakta olduğu kutsal yöntemlerinin ruhsal ölçütlerini görmez hale geldiğinde tehlikeli hale gelmektedir. Gerçek sanat, yaşama ait maddi şeylerin verimli bir biçimde değişime uğratılmasıdır; din, yaşama ait maddi gerçeklerin soylulaştırıcı bir biçimde dönüştürülmesi olup, bir an olsun sanatı ruhsal bir biçimde irdeleyişine ara vermez.
195:7.17 (2080.2) Bir otomasyonun bir otomasyon felsefesini düşünebilecek oluşunu varsaymak ne kadar da budalaca bir şeydir; ve, diğer ve akran otomasyonlara dair böyle bir kavramsallaşmanın oluşturulabileceğini varsaymak ne kadar da saçmadır.
195:7.18 (2080.3) Maddi evrenin her bir bilimsel yorumu, bilim adamını yerinde bir biçimde tanımadıkça değersiz bir niteliğe sahiptir. Sanatın takdiri sanatçının tanınışında bulunmadıkça içten değildir. Ahlaki değerlerin irdelenişi ahlakçıyı içermedikçe değerli değildir. Herhangi bir felsefenin tanınışı, eğer filozofu görmezden geliyorsa eğitim değildir; ve, din, Tanrı’yı bulmayı ve onu tanımayı arayan din kişisinin bu gerçek deneyimi olmadan var olamaz. Benzer bir biçimde kâinat âlemlerinin tümü, onu mevcut kılmış ve hiç durmadan yönetmekte olan sonsuz Tanrı olarak BEN’in dışında ayrı öneme sahip değildir.
195:7.19 (2080.4) Mekanistler — hümanistler olara maddi gelişmeler ile hayatlarına yön verme eğilimi gösterirler. İdealistler ve ruhaniyetçiler, enerji akımlarının tamamiyle maddi görünen gidişatını dönüştürmek için usları ve güçleriyle küreklerini kullanma cesareti gösterirler.
195:7.20 (2080.5) Bilim aklın matematiği ile yaşar; müzik duygularının temposunu ifade eder. Din, Sonsuzluğun daha yüksek ve ebedi melodi ölçüleri ile ruhun ruhsal ritminin zaman-mekân içindeki armonisidir. Dini deneyim insan yaşamı içinde, gerçekten de matematik-ötesi nitelikte bulunan bir şeydir.
195:7.21 (2080.6) Dilde bir alfabe maddenin mekanizmasını temsil eder; bu yandan, derin sevgiye ve nefrete, korkaklığa ve cesarete ait halde — binlerce düşüncenin, büyük fikrin ve soylu idealin anlamını ifade eden kelimeler hem maddi hem de ruhsal kanun tarafından belirlenmiş olan kapsamda aklın dışavurumlarını temsil eder; ve bu dışa vurumlar kişiliğin iradesinin uygulanmasıyla yönetilmekte olup, durum içinde bulunulan içkin kazanım ile sınırlıdır.
195:7.22 (2080.7) Evren, bilim adamının keşfettiği ve bilim olarak göre geldiği haldeki kanunlar mekanizmalar ve tek tiplikler gibi değildir; bunun yerine evren, evren olgular bütününü bu şekilde gözleyen ve yaratımın maddi yönünün mekaniksel fazları içinde içkin haldeki matematiksel gerçekleri sınıflandıran meraklı, düşünen, seçen, yaratıcı, birleştirici karar yetkisini kullanan bilim adamı gibidir. Ne de evren sanatçının sanatı gibidir; bunun yerine, o, bir ruhsal amacı elde etme çabası içinde maddi şeylerin dünyasının ötesine geçmeyi amaçlayan ilerler haldeki sanatçı gibidir.
195:7.23 (2080.8) Bilim adamı, bilim değil, enerji ve maddeden oluşan evrimleşen ve ilerleyen bir evrenin gerçekliğini algılamaktadır. Sanatçı, sanat değil, maddi mevcudiyet ve ruhsal özgürlük arasında kalan geçici morontia dünyasının mevcudiyetini göstermektedir. Din kişisi, din değil, ebediyetin ilerleyişi içinde karşılaşılacak olan ruhaniyet gerçekliklerin ve kutsal değerlerin mevcudiyetini ispat etmektedir.
195:8.1 (2081.1) Ancak, maddecilik ve mekaniklik neredeyse tamamen yenildiğinde, yirminci yüzyılın din-dışılığının yok edici etkisi hala beklemez haldeki milyonlarca ruhun ruhsal deneyimini zedeleyecektir.
195:8.2 (2081.2) Modern din-dışılık, dünya çapındaki iki etki tarafından desteklenmiştir. Din-dışılığın babası, Tanrı tanımaz bilim olarak — on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın sözde biliminin dar akıldaki ve tanrısız tutumudur. Modern din-dışılığın annesi, totaliter nitelikte bulunmuş olan Hıristiyan kilisesi olmuştur. Din-dışılık, kurumsallaşmış Hıristiyan kilisesi tarafından Batı Medeniyeti’nin neredeyse tamamen egemen haline gelmesine karşı artan bir karşı koyuş olarak doğmuştur.
195:8.3 (2081.3) Bu açığa çıkarılışın bulunduğu dönemde, hem Avrupa hem de Amerika yaşamındaki hüküm süren ussal ve felsefi iklim bariz bir biçimde — hümanist olarak — din-dışı niteliktedir. Üç yüz yıl boyunca Batı düşüncesi ilerleyen bir biçimde din-dışı hale gelmiştir. Din, büyük ölçüde bir törensel uygulama olarak, giderek artan bir biçimde simgesel bir etki haline gelmiştir. Batı medeniyetinde kendisini Hıristiyanlar olarak duyuran kişilerin büyük bir çoğunluğu habersiz bir halde mevcut din-dışılığın savunucularıdır.
195:8.4 (2081.4) Totaliter din sınıfı egemenliğinin yok edici etkisinden düşünen ve yaşayan Batı insan topluluklarını kurtarmak, çok kudretli bir etki olarak büyük bir gücü gerektirmişti. Din-dışılık din-kurumu denetiminin zincirlerini kesin bir biçimde kırmıştı ve, o bu aşamada, bunun sonucunda gelen bir biçimde, çağdaş insanın kalplerinde ve akıllarında yeni ve tanrısız bir üstünlük türünü kurmanın tehdidini yaratmaktadır. Zorba ve diktatör siyasi devlet, bilimsel maddiciliğin ve felsefi din-dışılığın doğrudan doğumudur. Din-dışılık insanı kurumsallaşmış din-kurumunun egemenliğinden kurtarır kurtarmaz onu totaliter devletin kölesel tutsaklığına satmaktadır. Din-dışılık, yalnızca siyasi ve ekonomik köleliğin zorbalığına insanı ihanet eder bir biçimde onu din sınıfının köleliğinden kurtarmaktadır.
195:8.5 (2081.5) Maddiyatçılık Tanrı’yı reddetmektedir; din-dışılık, yalın bir değişle, onu görmezden gelmektedir; en azından bu daha öneki uttumdu. Daha yakın zamanlar içinde, totaliter esaretine bir zamanlar karşı geldiği dinin yerini alan bir biçimde, daha kuvvet kullanır bir tutum benimsedi. Yirminci yüzyıl din-dışılığı insanın Tanrı’ya ihtiyaç duymayışını olumlar eğilim göstermektedir. Ancak, dikkatli olun! İnsan toplumunun bu tanrısız felsefesi yalnızca kargaşaya, düşmanlığa, mutsuzluğa, savaşa ve dünya çapındaki felaketlere götürmektedir.
195:8.6 (2081.6) Din-dışılık insanlığa hiçbir zaman huzuru getiremez. İnsan toplumu içinde hiçbir şey Tanrı’nın yerini alamaz. Ancak, dikkat edin! Din-adamı sınıfının totaliterliğinden din-dışılığın ayaklanmasının yararlı kazançlarını teslim etmede o kadar hızlı davranmayın. Batı dünyası bu gün, din-dışı ayaklanmanın bir sonucu olarak birçok özgürlüğü ve memnuniyeti keyifle deneyimlemektedir. Din-dışılığın büyük hatası şu olmuştu: dini yönetimin neredeyse bütüncül denetimine karşı ayaklanmada bulunurken, ve bu türden din sınıfının zorbalığından özgürlüğe eriştikten sonra, din-dışılığın savunucuları ilerleyip, zaman zaman üstü örtülü, zaman zaman ise aleni bir biçimde, Tanrı’nın kendisine karşı bir ayaklanmayı gerçekleştirmeye geçti.
195:8.7 (2081.7) Sizler, Amerika’nın sanayisinin büyüleyici yaratıcılığını ve Batı medeniyetinin tarihte benzeri bulunmayan maddi gelişimini din-dışılığın isyanına borçlusunuz. Ve, din-dışılığın isyanı aşırı bir konuma ulaşıp, Tanrı’yı ve gerçek dini gözden yitirdiği için, orada aynı zamanda istenmemiş dünya savaşlarının ve uluslar arası huzursuzluğun hasadı yaşanmıştır.
195:8.8 (2081.8) Çağdaş sekülerlik isyanına ait şu gibi olumlu şeyleri keyifle deneyimlemeye devam etmek için Tanrı’ya olan inancı bırakmak gerekli bir şey değildir: hoşgörü, toplumsal hizmet, demokratik hükümet ve sivil özgürlükler. Bilimi desteklemek ve eğitimi ilerletmek için sekülerlik savunucularının kendine karşıt olarak gerçek dini alması gerekli bir şey değildi.
195:8.9 (2082.1) Ancak, sekülerlik, yaşamın genişlemesi içinde tüm bu yakın süre içinde gerçekleşmiş olan kazanımların tek ebeveyni değildir. Yirminci yüzyılın kazançlarının arkasında yalnızca bilim ve sekülerlik değil aynı zamanda Nasıralı İsa’nın yaşam ve öğretisine ait farkında bulunulmayan ve tanınmamış ruhsal çalışmaları bulunmaktadır.
195:8.10 (2082.2) Tanrı olmadan, din olmadan, bilimsel sekülerlik hiçbir zaman kuvvetlerini iş birliği içine getiremez, farklı ve birbirlerine karşıt çıkarları, ırkları ve milletleri bir uyum haline getiremez. Benzeri görülmemiş maddi kazanımlarına rağmen, bu seküler insan toplumu yavaşça bir biçimde ayrışmaktadır. Düşmanlığın bu ayrışmasına karşı koyan ana birleştirici kuvvet milliyetçiliktir. Ve, milliyetçilik dünya huzuru karşısındaki ana engeldir.
195:8.11 (2082.3) Sekülerliğin içkin zafiyeti, siyaset ve güç için etik değerleri ve dini bir kenara atmasıdır. Sizler, yalın bir biçimde ifade etmek gerekirse, Tanrı’nın babalığını görmezden gelerek veya ona karşı çıkarak insanların kardeşliğini oluşturamazsınız.
195:8.12 (2082.4) Seküler nitelikteki toplumsal ve siyasi iyimserlik bir yanılsamadır. Tanrı olmadan, ne özgürlük ne bağımsızlık, ne mal ne de mülk huzura götürür.
195:8.13 (2082.5) Bilimin, eğitimin, ekonomik üretimin ve toplumun bütüncül sekülerleşmesi yalnızca faciaya götürür. Yirminci yüzyılın ilk otuz yılında Urantialılar, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından bahse konu vakte varıncaya kadar daha çok insan varlığını öldürmüştür. Ve, bu yalnızca, maddiyatçılığın ve sekülerliğin acı hasadının başlangıcıdır; daha acı yıkım gelmek üzeredir.
195:9.1 (2082.6) Çağlar boyunca, hatta bir maddiyatçı ve seküler çağın kurak dönemlerine bile akar halde bulunmuş olan gerçekliğin nehri olarak ruhsal kökeninizin taşıdığı değeri görmezden gelmeyin. Geçmiş çağların hurafesel inanışlardan kendinizi kurtarmanızın tüm değerli çabaları içinde, ebedi gerçekliğe sımsıkı tutunmakta olduğunuzdan emin olun. Ancak, sabırlı olun! Mevcut hurafeye karşı isyan tamamlandığında, İsa’nın müjdesine ait gerçeklikler yeni ve daha iyi bir yolu ihtişamlı bir biçimde göstermeye devam edecektir.
195:9.2 (2082.7) Ancak paganlaşmış ve toplumsallaşmış olan Hıristiyanlık İsa’nın tavizsiz öğretileri ile yeni bir iletişimde bulunma ihtiyacı içindedir; o, Üstün’ün yeryüzü üzerindeki yaşamına dair yeni bir vizyondan yoksuz halde beklemektedir. İsa’nın dininin yeni ve daha bütüncül bir açığa çıkarılışı, maddi sekülerlikten oluşmuş bir imparatorluğun fethetme ve mekanik doğallıktan meydana gelen bir dünyayı tahttan indirecektir. Urantia mevcut zaman zarfında, yeni toplumsal düzenin, ahlaki devinimin ve ruhsal aydınlanmanın en muhteşem ve heyecan verici cağlarının tam da eşiğinde şevkle beklemektedir.
195:9.3 (2082.8) İsa’nın öğretileri, her ne kadar fazlasıyla dönüşüme uğratılmış olsa da, karanlık çağların bilgisizliği ve hurafesi olarak içinde doğmuş olduğu gizem kültlerinden sağ olarak çıkmıştır; ve, şimdi bile o yavaşça yirminci yüzyılın maddiyatçılığının, mekanikçiliğinin ve sekülerliğin üzerinde galip gelmektedir. Ve, büyük sınavın ve yenilgi tehdidinin bu türden dönemleri her zaman büyük açığa çıkarılışın zamanlarıdır.
195:9.4 (2082.9) Din, yalnızca İsa’ya ve onun karşılaştırılamayacak nitelikteki öğretilerine dayanmaya cüret edecek ruhsal erkek ve kadınlar olarak yeni önderlere ihtiyaç duymaktadır. Eğer Hıristiyanlık, kendisini toplumsal ve maddi sorunlar ile meşgul kılmaya devam ederken sahip olduğu görevi görmezden gelirse, ruhsal rönesans, ayrıcalıklı bir biçimde insanların ruhsal yenilenişine adanacak olan İsa’nın dininin bu yeni öğretmenlerinin gelişini beklemek zorundadır. Ve, bunun ardından, ruhaniyetten doğmuş olan bu ruhlar hızlıca, dünyanın toplumsal, ahlaki, ekonomik ve siyasi yeniden düzenlenişi için gerekli olan önderliği ve ilhamı sağlayacaklardır.
195:9.5 (2083.1) Modern çağ gerçekler ile tutarsız ve gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe dair sahip olduğu en yüksek kavramsallaşmaları ile uyumsuz haldeki bir dini kabul etmeyi reddedecektir. Vakit, İsa’nın gerçek yaşamı ve öğretileri olarak — bu günün bozulmuş ve tavizde bulunmuş Hıristiyanlığı’nın yeniden gerçekleşecek bir keşfi için akmaktadır.
195:9.6 (2083.2) İlkel insan, dini korku için hurafesel bir köleliğin yaşamını yaşamıştı. Çağdaş, medeni insanlar, güçlü dini yargıların egemenliğine düşmenin güçlü endişesini deneyimlemektedir. Düşünen insan her zaman, bir din tarafından tutulma korkusu duymuştur. Güçlü ve harekete geçirici bir din kendisini egemenliği altına alma tehdidinde bulunduğunda, o şaşmaz bir biçimde bu dini mantıksallaştırma, gelenekselleştirme ve kurumsallaştırmaya, böylece onun üzerinde denetim sağlamaya çalışmaktadır. Bu türden bir uygulama biçimiyle, açığa çıkarılmış bir din bile insan-yaratımı ve insan-egemeni haline gelmektedir. Usun çağdaş erkek ve kadınları İsa’nın dininden — onlarla olarak — bu dinin onlara ne yapacağından korktukları için kaçınmaktadır. Ve, bu türden korkular yerindedir. İsa’nın dini, gerçekten de, insanların yaşamlarını, cennet içindeki Baba’nın iradesine ait bir bilgiyi arayan ve insanın kardeşliğinin fedakâr hizmetine adanan yaşam enerjilerini gerektiren bir biçimde yaşamaya adamalarını isteyerek onun inananları üzerinde egemen olup, onları dönüştürmektedir.
195:9.7 (2083.3) Bencil erkekler ve kadınlar, yalın bir değişle, fani insan için şimdiye kadar sunulmuş en büyük ruhsal hazine için bile bu türden bir bedeli ödemeyeceklerdir. İnsan bencilliğin budalaca ve aldatıcı arayışlarıyla gelen kederli hayal kırıklıklarından yeterli bir biçimde uyandığında, ve resmileşmiş dinin kuraklığını keşfettikten sonra, Nasıralı İsa’nın dini olarak krallığın müjdesine içten bir biçimde yüzünü dönme eğiliminde bulunacaktır.
195:9.8 (2083.4) Dünya daha çok ilk planda tutulacak dine ihtiyaç duymaktadır. Yirminci yüzyılın dinleri içinde en iyisi olarak — Hıristiyanlık bile, sadece İsa’ya dair bir din değildir; bu din fazlasıyla büyük hale gelmiştir ki insanlar onu ikini planda deneyimlemektedir. Onlar sahip oldukları dini kabul edilmiş dini öğretmenlerinin vermiş olduğu gibi almaktadırlar. Eğer dünya bir, İsa’nın gerçekten yeryüzü üzerinde yaşamış olduğu gibi onu görüp, ilk elden, onun yaşam veren öğretilerini bilecek olsaydı, ne de büyük bir uyanmayı deneyimlerdi! Güzelliğe dair aldatıcı kelimeler görmenin kendisi kadar heyecan uyandıramaz; ne de, Tanrı’nın mevcudiyetini bilme deneyimi gibi bir şeye mezhepsel kelimeler insanda ilham uyandıramaz. Ancak, bekler haldeki inanç her zaman, ötedeki dünyalara ait kutsal değerlerin ebedi ruhsal mevcudiyetlerine giriş için insan ruhunun ümit kapsını açık tutacaktır.
195:9.9 (2083.5) Hıristiyanlık, insan açgözlülüğü, savaş çılgınlığı ve güç şehvetinin zorlaması karşısında ideallerini düşürme cüreti göstermiştir; ancak, İsa’nın dini, hayvansal devrim tüm olumlu geçmişinin üzerine çıkmak, ve, şükranla gerçek insan nihai sonunun ahlaki doruklarına erişmek için insandaki en iyiye çağrıda bulunan bir biçimde, bozulmamış ve aşkın haldeki ruhsal davet olarak varlığını sürdürmektedir.
195:9.10 (2083.6) Hıristiyanlık resmiyetin, haddinden fazla örgütlenmenin, ussalcılığın ve diğer ruhsal olmayan akımların getirdiği yavaş ölüm tehdidi altındadır. Çağdaş Hıristiyan kilisesi, İsa’nın sürekli olarak insanlığın ilerleyen nesillerinin ruhsal dönüşümünü sağlamak için görevlendirmiş olduğu dinamik inananlardan meydana gelen türde bir kardeşlik değildir.
195:9.11 (2083.7) Sözde Hıristiyanlık, dini inanış ve uygulamaya ek olarak toplumsal ve kültürel bir hareket haline gelmiştir. Modern Hıristiyanlığın nehri, birçok ilkçağ pagan bataklığını ve birçok vahşi batağını temizlemektedir; eskinin birçok kültürel havzası, ayrıcalıklı kaynağı olarak varsayılan yüksek Celile ovalarına ek olarak bugünün kültürel nehrine akmaktadır.
195:10.1 (2084.1) Hıristiyanlık gerçekten de dünya için büyük bir hizmette bulunmuştur; ancak, şimdi en ihtiyaç duyulan İsa’dır. Dünya İsa’yı, Üstün’ü verimli bir biçimde insanların tümüne açığa çıkaran ruhaniyetten doğmuş fanilerin deneyimi içinde yeryüzünde tekrar yaşar görmeye ihtiyaç duymaktadır. İlkel Hıristiyanlığın bir yeniden doğuşundan bahsetmek nafiledir; sizler, kendinizi bulmuş olduğunuz yerin ilerisine gitmek zorundasınız. Modern kültür, İsa’nın yaşamının yeni bir açığa çıkarılışıyla ve onun ebedi kurtuluşa dair müjdesinin yeni bir anlayışıyla ruhsal olarak vaftiz edilmek zorundadır. Ve, İsa bu şekilde kaldırıldığında, o insanların tümünü kendisine çekecektir. İsa’nın takipçileri fetihçilerden daha fazlası olmalıdır; onlar, insanların tümü için taşan ilham pınarları ve derinleşmiş yaşam örnekleri olmalıdır. Din, kişisel deneyim içinde Tanrı’nın mevcudiyetinin gerçekliğinin keşfi ile kutsal kılınana kadar yalnızca bir yüceltilmiş hümanizmdir.
195:10.2 (2084.2) İsa’nın yeryüzü üzerindeki yaşamının güzelliği ve ulviliği, insanlığı ve kutsallığı, yalınlığı ve benzersizliği insanı kurtarmanın ve Tanrı açığa çıkarmanın o kadar etkileyici ve çekici tasvirini sunmaktadır ki, zaman içindeki her bir din-kuramcısını ve filozofu etkin bir biçimde, insan biçiminde Tanrı’nın bu türden aşkın bir bahşedilişinden mezhepler oluşturmaktan ve din kuramsal sistemleri geliştirmeye cüret etmekten kaçındırmaktadır. İsa’da, evren, içinde derin sevgiye ait ruhaniyetin zamanın maddi engellerinden utgun gelip, fiziksel kökenin gerçeğinin üstesinden geldiği bir fani insanı yaratmıştır.
195:10.3 (2084.3) Şunu sürekli aklınızda tutun — Tanrı ve insanlar sürekli olarak birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Onlar, evren kesinliğine ait kutsal nihai sondaki ebedi kişilik deneyiminin bütüncül ve nihai erişimi için karşılıklı olarak gerekli haldedirler.
195:10.4 (2084.4) Baba’nın bir yaşayan ve sevgi dolu ruhaniyet oluşu bildirisinden sonra, “Tanrı’nın krallığı senin içinde” ifadesi, muhtemel bir biçimde, İsa’nın gerçekleştirmiş olduğu en büyük duyuruydu.
195:10.5 (2084.5) Üstün için ruhların kazanılışında zorundalık, ödev veya geleneğin ilk adımı insanı ve onun dünyasını dönüştürmeyecektir; bunun yerine, derin sevgi içinde İsacı bir biçimde kardeşine uzanan elin ve ruhsal rehberlik altında onu daha yüksek ve kutsal bir fani mevcudiyet hedefine getirmenin işareti olan karşılıksız hizmetin ve özgürlük aşığı bağlanmanın ikinci adımı bu dönüşümü getirecektir. Hıristiyanlık şimdi ile istekli bir biçimde ilk adımı atmaktadır; ancak, insanlık, onun kendi takipçilerine yaşamayı ve derinden sevmeyi ve hizmet etmeyi öğrettiği gibi gerçekten yaşayan ve derinden seven kendisini duyurmuş çok az İsa takipçisi olarak — çok az içten ikinci adımcı bulunduğu için ahlaki karanlıkta hala beklemekte ve yolunu bulamamaktadır.
195:10.6 (2084.6) İsa’nın kardeşliğine ait krallığın ruhsal yeniden doğumunun araçları ile yeni ve dönüşmeye uğramış insan topluluğunu inşa etme çağrısı, beden içindeki dostları olarak yeryüzü üzerinde yürümüş olduğu günlerden beri ruhları heyecana kapılmamış olan inananlarının tümünde heyecan yaratmalıdır.
195:10.7 (2084.7) Tanrı’nın gerçekliğini reddeden bir toplumsal sistem veya siyasi düzen insan medeniyetinin gelişimi için yapıcı ve kalıcı herhangi bir biçimde katkıda bulunamaz. Ancak, Hıristiyanlık, bugünkü bölünmüş ve sekülerleşmiş haliyle, ileri gelişimi için en büyük tekil engeli sunmaktadır; özellikle bu durum Doğu için doğrudur.
195:10.8 (2084.8) Dini kuralcılık her seferinde ve sonsuza kadar yaşayan inançla, büyüyen ruhaniyetle ve cennetin krallığındaki ruhsal ilişkilemdeki insanın kardeşliğinde İsa’nın inanç yoldaşlarının ilk elden deneyimleriyle uyuşmaz niteliktedir. Geçmiş kazanımları muhafaza etmenin takdir edilesi arzusu sıklıkla, ibadetin aşırı büyümüş sistemlerinin savunmasına gitmektedir. İlk çağa ait düşünce sistemlerini yeşertmenin iyi niyetli arzusu, neredeyse tamamen, çağdaş insanların genişleyen ve ilerleyen akıllarının ruhsal arzularını tatmin etmek için tasarlanmış olan yeni ve yeterli araç ve yöntemleri sağlamayı engellemektedir. Benzer bir biçimde, yirminci yüzyılın Hıristiyan kiliseleri, Nasıralı İsa’nın öğretileri olarak — gerçek müjdenin doğrudan ilerleyişi için büyük, ancak tamamiyle bilinç dışı haldeki engeller olarak durmaktadırlar.
195:10.9 (2085.1) Müjdenin Mesihi’ne memnuniyetle sadakatlerini verecek olan birçok içten kişi, onun yaşamının ve öğretilerinin ruhaniyetini o kadar az bir biçimde yansıtmakta ve kurduğu öğretileri yanlış bir biçimde öğreten bir din-kurumuna coşkulu bir biçimde destek vermeyi oldukça zor bulmaktadır. İsa Hıristiyan kilisesi olarak adlandırılan bütünlüğün kurucusu olmamıştır; ancak, o, doğası ile her bakımdan tutarlı bir biçimde, yeryüzü üzerindeki yaşam emeklerinin en iyi simgesi olarak onu teşvik etmiştir.
195:10.10 (2085.2) Eğer Hıristiyan kilisesi yalnızca Üstün’ün programını yansıtmaya cesaret edecek olursa, görünürde farklı gençliklerden gelen binlerce kişi bu türden bir sorumluluğa isimlerini yazdırmak için koşacaklardır; ve, onlar, bu büyük serüven boyunca sonuna kadar gitmekten çekince göstermeyeceklerdir.
195:10.11 (2085.3) Hıristiyanlık ciddi bir biçimde, kendi sloganlarından bir tanesinde vücut bulan kötü sonla karşılaşmış haldedir: “Kendisi içinde bölünmüş bir ev ayakta duramaz.” Hıristiyan olmayan dünya neredeyse hiçbir şekilde mezheplerle bölünmüş olan bir Hıristiyanlığa kani olmayacaktır. Yaşayan İsa, Hıristiyanlığın muhtemel bir birleşimi için tek ümittir. İsa kardeşliği olarak — gerçek din-kurumu, ruhsal halde, görünemez olup, onu birliktelik niteler; tek tiplik zorunluluğu değil. Tek tiplilik, mekanik doğaya ait fiziksel dünyanın doğum izidir. Ruhsal bütünlük, yaşayan İsa ile olan inanç birlikteliğinin meyvesidir. Görünen din-kurumu, Tanrı’nın kardeşliğine ait görünmeyen ve ruhsal olan kardeşliğin ilerleyişine engel olmaya artık bir son vermelidir. Ve, bu kardeşlik, kurumsallaşmış bir toplumsal örgütlenmeye karşı nitelikte, bir yaşayan organizma olma nihai sonuna sahiptir.
195:10.12 (2085.4) Ancak, yirmici yüzyılın bile Hıristiyanlığı küçük görülmemelidir. O, birçok çağ boyuna birçok ırka ait Tanrı bilen insanların birleşik ahlaki dehasının ürünüdür; ve, o, iyilik için yeryüzü üzerindeki en büyük güçlerden bir tanesidir; ve, bu nedenle, hiçbir insan, içkin ve zaman içinde elde etmiş olduğu bozulmalarına rağmen, onu hafife almamalıdır. Hıristiyanlık, kudretli nitelikteki ahlaki hisler ile irdeleyici insanların akıllarını harekete geçirmektedir.
195:10.13 (2085.5) Ancak, din-kurumunun ticarete ve siyasete girişmiş olmasının hiçbir özrü bulunmamaktadır; bu türden kutsal olmayan birliktelikler Üstün’e gerçekleştirilmiş aleni bir ihanettir. Ve, gerçekliği içtenlikle derinden sevenler, bu güçlü kurumsallaşmış din-kurumunun yeri gelmiş gelenekçi kıyafet içinde görünmemişler diye yeni doğmuş inancı boğmaya ve gerçeklik taşıyıcılarını öldürmeye cüret ettiğini unutmaları zaman alacaktır.
195:10.14 (2085.6) Bu türden bir ibadet biçimini tercih etmiş kişiler dünyada bulunmasaydı bu türden bir din-kurumunun varlığını sürdüremeyecek oluşu tamamiyle doğrudur. Ruhsal olarak tembel birçok ruh, ritüel ve kutsal geleneklerin ilk çağlara ait ve baskıcı bir dininin arzusunu duymaktadır. Ve, krallığın görünmez nitelikteki kardeşliği, onlar, bir kez, Tanrı’nın ruhaniyetin önderliğindeki evlatları haline gelmeye gerçekten gönüllü olduklarında, çeşitli toplumsal ve değişen sınıflarının aile topluluklarını kesin bir biçimde içine alabilir. Ancak, İsa’nın bu kardeşliği içinde hiçbir şekilde, mezhepsel karşıtlığa, topluluk kinine veya ahlaki üstünlüğün ve ruhsal şaşmazlığın ifadelerine yer yoktur.
195:10.15 (2086.1) Hıristiyanların bu çeşitli toplulukları, Batı medeniyetinin çeşitli insanları arasında inanan olacak kişilerin çok sayıdaki farklı türünü barındıracak bütünlükte hizmet veriyor olabilir; nacak, Hıristiyanlığın bu bölünmesi, İsa’nın müjdesini Doğulu insan topluluklarına taşıma girişimlerinde çok büyük bir zafiyet olarak kendisini göstermektedir. Bu ırklar henüz, İsa’ya ait ayrı bir dinin bulunduğunu ve bu dinin, gittikçe bir İsa’ya dair din haline gelmiş bulunan Hıristiyanlıktan ayrı olduğunu anlamamaktadır.
195:10.16 (2086.2) Urantia’nın büyük umudu, kurtarıcı iletisinin yeni ve genişlemiş bir sunumuyla İsa’yı yeni bir biçimde açığa çıkarmanın kendisini takipçiler olarak duyurmuş bugünün bireylerinden meydana gelen çok sayıdaki aile içinde ruhsal olarak bütünleştirebilme olasılığında yatmaktadır.
195:10.17 (2086.3) Bu büyük rönesans içinde seküler eğitim bile, gençliğin yaşam planlamasına ve karakter gelişimine nasıl katılacağını öğretmeye daha fazla önem verirse bu büyük ruhsal rönesansta yardımda bulunabilir. Tüm bu eğitimin amacı, ihtişamlı ve oldukça dengeli bir kişiliğin gelişimi olarak, yaşamın en yüksek düzeydeki amacını teşvik etmek ve onu ilerletmek olmalıdır. Orada, bu denli fazla benlik tatmini yerine ahlaki disiplini öğretmenin büyük bir ihtiyacı bulunmaktadır. Bu türden bir temel üzerine din, fani yaşamın genişlemesi ve zenginleşmesi, hatta ebedi yaşamın güvencesi ve derinleşmesi için bile ruhsal teşviki sağlayabilir.
195:10.18 (2086.4) Hıristiyanlık bütünlüğüne uygun hareket etmeyen bir din olup, bu nedenle yavaş eylemler içinde hareket etmek zorundadır. Daha hızlı ruhsal dışavurumlar yeni açığa çıkarılışı ve İsa’nın gerçek dininin daha genel kabulünü beklemek zorundadır. Ancak, çarmıha gerilmiş bir marangoza ait olağan takipçilerin, üç yüz yılda Roma dünyasını fethetmiş ve bunun ardından da Roma’yı tahtan indirmiş olan barbarlar üzerinde utgun gelmiş öğretileri harekete geçirişini görmüş olarak, Hıristiyanlık kudretli bir din olduğunu söylemek isteriz. Bu aynı Hıristiyanlık, İbrani din-kuramının ve Yunan felsefesinin bütüncül nehrini — içine alan ve onu yücelten bir biçimde — ele geçirmişti. Ve bunun ardından, bu Hıristiyan dini gizemlerin ve paganizmin aşırı dozunun bir sonucu olarak bilincini yitirir hale geldikten sonra, kendisini yeniden diriltip, neredeyse Batı dünyasının tamamını yeniden ele geçirmişti. Hıristiyanlık, kendisini ölümsüz hale getirmek için İsa’nın öğretilerinin yeterli miktarını taşımaktadır.
195:10.19 (2086.5) Eğer Hıristiyanlık bir kez olsun İsa’nın öğretilerine ait daha çok şeyi kavrayacak olursa, yeni ve artan bir biçimde karmaşık hale gelen sorunlarını çözmede fani modern insana çok daha fazla yardımda bulunacaktır.
195:10.20 (2086.6) Hıristiyanlık büyük bir engelden sıkıntı çekmektedir çünkü o dünyanın tümünün akıllarında toplumsal düzenin, ekonomiksel üretim yaşamının ve Batı medeniyetinin ahlaki ölçütlerinin bir parçasıyla özdeşleşmiştir; ve, böylece Hıristiyanlık, bilinç dışı bir biçimde, idealizmsiz bilime, prensipsiz siyasete, çalışmadan gelen refaha, sınırlamasız hazza, karaktersiz bilgiye, vicdansız güce ve ahlak olmadan ekonomik üretime hoşgörüyle bakmanın suçu içinde sendeleyen topluma destekçi olan görünümü vermektedir.
195:10.21 (2086.7) Modern Hıristiyanlığın umudu, Batı medeniyetinin toplumsal sistemlerine ve üretimsel siyasalarına destekçi olmaya bir son verirken, her ne zaman kendisini cesur bir biçimde çarmıhın önünde över bir biçimde alçak gönüllükle eğdiğinde, Tanrı’nın babalığının ve insanın kardeşliğinin yaşayan müjdesi olarak — Nasıralı İsa’dan fani insanın duyabileceği en büyük gerçekleri yeniden öğrenmek olacaktır.
Urantia’nın Kitabı
196. Makale
196:0.1 (2087.1) İSA, Tanrı’ya olan ulvi ve tüm kalple hissedilmiş bir inanıştan keyif almıştı. O fani mevcudiyetin olağan inişleri ve çıkışlarını deneyimlemişti; ancak, o hiçbir zaman Tanrı’nın gözetiminin ve rehberliğinin kesinliğinden kuşku duymamıştır. Onun inancı, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi olarak kutsal mevcudiyetin eyleminden doğmuş olan kavrayışın ürünü olmuştu. Onun inancı ne geleneksel, ne de yalnızca ussaldı o tamamiyle kişisel ve salt bir biçimde ruhsaldı.
196:0.2 (2087.2) İnsan İsa Tanrı’yı gerçek, güzel ve iyi olmasına ek olarak kutsal, adil ve muhteşem halde görmüştü. Kutsallığın tüm bu niteliklerinde o aklında “cennet içindeki aba’nın iradesinde” odaklanmıştı. İsa’nın Tanrı’sı bir ve aynı olarak “İsrail’in Kutsalı” ve “Cennet içindeki yaşayan ve sevgi dolu Baba”idi. Tanrı’nın bir Baba olarak kavramsallaşması İsa’ya özgün bir şey değildi; ancak, o, bu düşünceyi yüceltmiş ve onu, Tanrı’ya dair yeni bir açığa çıkarılışı elde ederek ve her fani yaratılmışın, Tanrı’nın bir evladı olarak, derin sevgiye ait bu Baba’nın bir çocuğu olduğunu duyurarak, onu ulvi bir deneyim konumuna çıkarmıştı.
196:0.3 (2087.3) İsa Tanrı’ya olan inancını, evrenle bir savaş içinde mücadele verir ve düşmancıl ve günahkâr bir dünya ile ölüm uğraşında olur halde bağlamamıştı o inanca, zorlukların ortasında salt bir teselli olarak veya umutsuzluk tehdidi içinde bir huzur olarak başvurmamıştı inanç sadece, yaşama ait hoş olmayan mevcudiyetler ve kederler için aldatmacı bir telafi değildi. Fani mevcudiyetin tüm bu doğal zorlukları ve zamansal çelişkilerinin tam da ortasında o yüceliğin huzurunu ve Tanrı’ya olan sorgulanamaz güvenci deneyimlemişti; ve, o, cennetsel Baba’nın tam da mevcudiyeti içinde, inançla, yaşamın verdiği devasa heyecanı hissetmişti. Ve, bu utgun inanç, mevcut ruhaniyet erişimine ait bir yaşayan deneyimdi. İsa’nın insan deneyimine ait değerlere büyük katkısı, cennet içimdeki Baba’ya dair birçok yeni düşünceyi açığa çıkarması değildi; bunun yerine, Tanrı’ya olan yaşayan inancın yeni ve daha yüksek bir türünü oldukça muhteşem ve insani bir biçimde göstermesiydi. Bu evrenin dünyalarının tümünde herhangi bir faninin yaşamında bir daha hiçbir kez Tanrı, Nasıralı İsa’nın insan deneyiminde bu türden yaşayan bir mevcudiyet haline gelmemiştir.
196:0.4 (2087.4) Üstün’ün Urantia üzerindeki yaşamında, yerel yaratımın bu ve tüm diğer dünyaları, Kâinatsal Baba ile olan kişisel nitelikteki ruhsal ilişkilere dayalı ve tamamiyle içten kişisel deneyiminin en yüksek derecedeki karar yetkisiyle doğrulanmış din olarak, yeni ve daha yüksek bir dini keşfetmektedir. İsa’nın yaşayan inancı ussal bir düşünceden çok daha fazlası olup, o gizemli bir meditasyon değildi.
196:0.5 (2087.5) Din kuramı inancı sabitleştirebilir, onu formülsel hale getirebilir, belirleyip dogmalaştırabilir; ancak İsa’nın insan yaşamındaki inanç kişisel, yaşayan, özgün, anlık ve tamamiyle ruhsaldı. Bu inanç, geleneğe duyulan derin bir saygı değildi; ne de o, kutsal bir inanç savı olarak tutulmuş salt bir ussal inanıştı bunun yerine o, onu sıkıca tutmuş olan ulvi bir deneyim ve derin bir yargıydı. Onun inancı o kadar gerçek ve o kadar her şeyi bütünlüğüne alır haldeydi ki, o mutlak bir biçimde her bir ruhsal şüpheyi kaldırmış olup, çatışan her bir arzuyu yok etmişti. Hiçbir şey onu, bu ateşli, ulvi ve coşkulu inancın atmış olduğu ruhsal demirden sökmeye yetkin olmayacaktı. Görünürdeki yenilgi veya hayal kırıklığının şiddetli acıları ve tehdit eden ümitsizliğin karşısında bile, o kutsal mevcudiyetin huzurunda korkudan uzak ve ruhsal ölümsüzlüğün bütünüyle bilincinde öylece durmuştu. İsa, geri dönmez inanca sahip olmanın canlandırıcı eminliğini memnuniyetle deneyimlemişti; ve, yaşamın her bir sınayıcı durumunda o her seferinde, Baba’nın iradesine sorgusuz bir sakat göstermişti. Ve, bu muhteşem inanç, onursuz bir ölümün kaba ve yıkıcı bir tehdidi karşısında bile her zamanki coşkulu haliyle, etkilenmemiş haldeydi.
196:0.6 (2088.1) Dini bir dehada dahi, güçlü ruhsal inanç birçok sefer doğrudan bir biçimde, dini benliğin abartılı hale getirilişi biçiminde, yıkıcı köktenciliğe götürmektedir. O, olağanüstü inancı ve ruhaniyet erişimi sayesinde gündelik yaşamında olumsuz bir biçimde etkilenmemiş haldeydi; çünkü, bu ruhsal yüceltiş, Tanrı ile olan onun kişisel deneyiminin tamamiyle bilinçsiz ve anlık gerçekleşen ruh ifadesiydi.
196:0.7 (2088.2) İsa’nın her türlü gücü sağlayan ve baş eğdirilemez ruhsal inancı hiçbir zaman kökteni hale gelmedi; çünkü o, günlük ve olağan toplumsal, ekonomik ve ahlaki yaşam durumlarına dair denk düşecek değerlere dair oldukça dengeli olan ussal yargılarında bulunmayla kaçmaya çalışmadı. İnsan Evladı muhteşem bir biçimde bütünleşmiş bir insan kişiliğiydi; o, kusursuz bir biçimde donanmış bir kutsal varlıktı o aynı zamanda, bir tek kişilik olarak yeryüzünde faaliyet gösteren birleşik bir insan ve kutsal varlık olarak harika bir biçimde eşgüdüm halindeydi. Her zaman Üstün ruhun inancı ile güngörmüş deneyimin bilgelik ölçütlerini eşgüdümsel hale getirmişti. Kişisel inanç, ruhsal umut ve ahlaki adanmışlık her zaman — kişisel onur, aile sevgisi, dini sorumluluk, toplumsal ödev ve ekonomik gereklilik olarak — tüm insan sadakatleri gerçekliğinin ve kutsallığının keskin farkındalığı ile ilişkili halde benzersiz bir dini uyum içinde bir araya gelmişti.
196:0.8 (2088.3) İsa’nın inancı tüm ruhaniyet değerlerini Tanrı’nın krallığı içinde bulunur halde tahayyül etmişti; bu nedenle o, “İlk önce cennetin krallığını arayın” demişti. İsa, krallığın gelişmiş ve ideal birlikteliği içinde “Tanrı’nın iradesinin” kazanılışını ve yerine getirilişini görmüştü. Takipçilerine öğretmiş olduğu duanın tam da kalbinde şu bulunmaktaydı: “Senin krallığın gelecek; senin iraden yerine gelecek.” Krallığı Tanrı’nın iradesinden oluşan bir biçimde düşünmüş halde o kendisini, muhteşem bir fedakârlıkla ve sınırsız coşkuyla bu krallığın yerine getirilme amacına adamıştı. Ancak, o yoğun görevinin tümü ve olağanüstü yaşamının tamamı boyunca, orada hiçbir zaman bir köktencinin kızgınlığı veya dini bir bencilin yüzeysel yavanlığı bulunmamıştı.
196:0.9 (2088.4) Üstün’ün bütüncül yaşamı tutarlı bir biçimde, bu ulvi dini deneyim olarak, bu yaşayan inanç tarafından belirlenmişti. Bu ruhsal tutum bütüncül bir biçimde, onun düşüncesini ve hissini, onun inancını ve duasını, onun öğretisini ve duyuruşunu, belirlemişti. Cennetsel Baba’nın rehberliğinin ve korumasının kesinliği ve güvencesi içindeki bir evladın sahip olduğu bu kişisel inanç, onun benzersiz yaşamına ruhsal gerçekliğin derin bir bahşedilişini aktarmıştı. Ama yine de, kutsallık ile olan bu yakın ilişkiye dair bu oldukça derin bilince rağmen, Tanrı’nın Celilelisi olarak bu Celileli, kendisine İyi Öğretmen olarak hitap edildiğinde, hiç vakit geçirmeden şu cevabı vermişti: “Neden beni iyi olarak çağırıyorsunuz?” Bu türden muhteşem benlik-unutuşuyla karşılaştığımızda, Kâinatın Yaratıcısı’nın kendisini ona bu kadar bütüncül bir biçimde dışa vurmasını ve âlemlerin fanileri için onun aracılığıyla kendisini açığa çıkarmayı mümkün bulmasını anlamaya başlıyoruz.
196:0.10 (2088.5) İsa, âlemin bir insanı olarak, Tanrı’ya sunakların en büyüğünü getirmişti: kutsal iradeyi yerine getirmenin ihtişamlı hizmetine kendi öz iradesini bağlamak ve onu adamak. İsa her zaman ve tutarlı bir biçimde dini, tamamiyle Baba’nın iradesi uyarınca yorumlamıştı. Dua ile ilişkili olarak veya dini yaşamın herhangi bir niteliği ile olarak Üstün’ün sürecini incelediğinizde, düşüncesinden çok kendisinin neyi yaptığına bakın. İsa hiçbir zaman bir dini ödev olarak dua etmemişti. Dua onun için; ruhsal tutumun içten bir ifadesi, ruhsal sadakatin bir duyurusu, kişisel adanmışlığın bir anlatımı, şükranlığın bir ifadesi, ruhsal gerilimden bir kaçınış, çatışmanın bir önlenişi, ussun bir yüceltilişi, arzunun bir soylulaştırışı, ahlaki kararın bir yargısı, düşüncenin bir zenginleşimi, daha yüksek eğilimlerin bir canlanışı, uyarımın bir adanmışlığı, bir bakış açısının netliği, inancın bir duyurusu, iradenin aşkın bir teslimi, güvencenin ulvi bir duyurusu, cesaretin bir açığa çıkarılışı, keşfin duyuruluşu, yüce adanmışlığın bir ifadesi, adanmışlığın onayı, zorluklara olan uyumun bir tekniği ve bencillik, kötülük ve günah olarak mevcut olan tüm insan eğilimlerine karşı koymak için birleşmiş ruh güçlerinin kudretli bir biçimde harekete geçirilmesiydi. O, Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye olan dualı adanmışlığın bu türden bir hayatını yaşamış olup, tam da bu türden bir dua ile yaşamını utgun bir biçimde sona erdirmişti. Onun benzersiz dini yaşamının sırrı, Tanrı’nın devamlı olan mevcudiyetiydi; ve, o bu yaşama — Tanrı ile olan devamlı bütünlük olarak — ussal dua ve içten ibadet ile erişmişti; ve, o bu yaşama, yönlendirmeler, sesler, görünen şeyler veya olağanüstü derecedeki dini uygulamalarla erişmemişti.
196:0.11 (2089.1) İsa’nın öncül yaşamında din, uygulamasal doğruluğa olan ruhsal derin saygıdan gelen doğrudan ve kişisel bir hareket biçiminde, yaşayan bir deneyimdi. İsa’nın inancı, kutsal ruhaniyetin aşkın meyvelerini taşımıştı. Onun inancı bir çocuğunki gibi olgunsuz veya düşünmeden inanır halde değildi; ancak, birçok açıdan o bir çocuğun şüphe duymaz güvenine sahipti. İsa Tanrı’ya, bir çocuğun bir ebeveyne güvendiği kadar güvenmişti. O, evrene karşı derin bir güvene sahipti — tıpkı bir çocuğun ebeveynlerine ait çevreye duymuş olduğu güven gibi. İsa’nın evrenin temel iyiliğine tüm kalbiyle gerçekleştirmiş olduğu güven, dünyasal çevresinin güvencesine karşı bir çocuğun beslemiş olduğu güvene benzemişti. O fazlasıyla, bir çocuğun yeryüzüsel ebeveynine dayanmış olduğu gibi cennetsel Babası’na güvenmişti; ve, onun tutkulu inancı bir an olsun, cennetsel Baba’nın gözetiminin kesinliğinden kuşku duymamıştı. O, korkular, şüpheler veya kuşkuculuk tarafından ciddi bir biçimde rahatsız edilmemişti. İnanmamazlık onun yaşamının özgür ve özgün ifadesinde kendisine yer bulmamıştı. O, inanan bir çocuğun içten ve güvenen iyimserliği ile tamamiyle erişkin hale gelmiş birinin kararlı ve ussal cesaretini birleştirmişti. Onun inancı, korkudan yoksun olan güvenin o doruklarına çıkmıştı.
196:0.12 (2089.2) İsa’nın inancı, bir çocuğun güveninin saflığına erişmişti. Onun inancı o kadar mutlak ve kuşku duymaz haldeydi ki, akran varlıklarla ilişki kurmanın v evren harikalarını yerine getirmenin büyüsüne karşılık vermişti. Onun kutsal olana duymuş olduğu güven hissi o kadar bütüncül ve o kadar kendinden emindi ki, mutlak kişisel güvenin neşesini ve güvencesini açığa çıkarmıştı. Onun dini deneyimi içinde tereddüt eder hiçbir bahane bulunmamıştı. Büyümesini tamamlamış bu kişinin devasa usunda çocuğun inancı, dini bilinç ile ilgili olan tüm hususlarda en üst konumda bulunmaya devam etti. Bir seferinde şunu ifade etmiş olması şaşılacak bir şey değildir: “Küçük bir çocuk haline gelmezseniz, krallığa giremeyeceksiniz.” İsa’nın inancı çocuğunki gibi olsa da, hiçbir biçimde çocuksu değildi.
196:0.13 (2089.3) İsa, takipçilerinden kendisine inanmasını gerekli kılmamıştı ancak, Tanrı’nın derin sevgisinin gerçekliğine inanmak ve bütüncül güven içinde cennetsel Baba ile olan evlatlığın teminatının güvencesini kabul etmek olarak, kendisiyle birlikte inanmayı gerekli kılmıştı. Üstün, takipçilerinin tümünün kendi aşkın inancını bütünüyle paylaşmasını arzu etmektedir. İsa en dokunaklı bir biçimde akranlarını, yalnızca neye inanmış olduğunu inanmakla değil, aynı zamanda inanmış olduğu biçimde inanmakla zorlamıştır. Bu, “Beni takip et” biçimindeki tek en yüksek gerekliliğinin bütüncül önemidir.
196:0.14 (2090.1) İsa’nın öncül yaşamı tek büyük amaca adanmıştı — insan yaşamını dini bir biçimde ve inanç vasıtasıyla yaşamak olarak Tanrı’nın iradesin yerine getirmek. İsa’nın inancı, bir çocuğunki gibi, güven duyar haldeydi; ancak, o tümüyle kendine aşırı güvenden bütünüyle uzaktı. O; çok katmanlı hayal kırıklıklarıyla cesur bir biçimde yüzleşen, olağanüstü zorlukların üstesinden kararlı bir biçimde gelen ve görevin ciddi gereklilikleriyle etkilenmemiş halde karşılaşan bir biçimde güçlü ve kendinden emin kararlarda bulunmuştu. İsa’nın inanmış olduğu şeye inanmak ve onun inanmış olduğu gibi inanmak için güçlü bir irade ve şaşmaz bir kendinden eminlik gerekmekteydi.
196:1.1 (2090.2) İsa’nın Baba’nın iradesine ve insanlara olan hizmete adanmışlığı, fani kararının ve insan kararlılığın bile ötesindeydi; o, derin sevginin bu türden sınırsız bir bahşedilmişliğine kendisini içten bir biçimde adanmışlığıydı. Mikâil’in egemenlik gerçeği ne kadar büyük olursa olsun, sizler İsa’nın insan olan yanını onlardan ayırmamalısınız. Üstün yukarı, Tanrı’ya ek olarak, insan haline çıkmıştır; o insanlara aittir; insanlar ona aittir. İnsan olan İsa’’yı mücadele halindeki fanilerden ayıracak kadar dinin yanlış yorumlanması ne kadar da talihsizdir! Mesih’in insanlığının ve kutsallığının bahsedilişinde, Nasıralı İsa’nın, inanç vasıtasıyla, Tanrı’nın iradesini öğrenmeye ve onu yerine getirmeye erişmiş olmasının kurtarıcı gerçekliğini çarpıtmasına izin vermeyin; o, Urantia üzerinde şimdiye kadar yaşamış olan gerçek anlamıyla en dini kişiydi.
196:1.2 (2090.3) On dokuzunu yüzyılın din-kuramsal gelenekleri ve dini dogmaları arasında insan İsa’nın ölüm kabrinden mecazi olarak dirilişine şahitlik etme vakti gelmiştir. Nasıralı İsa, yüceltilmiş İsa’nın muhteşem kavramsallaşması için bile kurban verilmemelidir. Bu açığa çıkarılış vasıtasıyla eğer İnsan Evladı geleneksel din-kuramının kabrinden kurtarılıp, ismini taşıyan din-kurumuna ve tüm diğer dinlere yaşayan İsa olarak sunulursa ne de aşkın bir hizmet gerçekleştirilmiş olunur! Kesin bir biçimde inananların Hıristiyan birlikteliği, dini adanmışlıktan ve Babası’nın iradesini yerine getirmekten ve insanların fedakâr hizmetine adanmışlığından olan gerçek yaşamının sergisinde Üstün’ü “takip etmeyi” yetkin hale getirecek inancın bu türden düzenlemelerini ve yaşamın bu türden uygulamalarını gerçekleştirmede çekince göstermeyecektir. Kendilerini Hıristiyanlar olarak ilan etmiş kişiler, toplumsal saygınlığa ve bencil ekonomik düzensizliğe ait yalnızca kendi kendisine yeterli ve adanmamış bir kardeşliğin gün yüzüne çıkarılmasından korku mu duymaktadır? Kurumsal Hıristiyanlık, eğer Celileli İsa kişisel nitelikteki dini yaşamın ideali olarak fani insanların akıllarında ve ruhlarında eski başat konumuna getirildiğinde, geleneksel din-kurumsal yetkinliğin muhtemel bir biçimde tehlikeye düşeceğinden, hatta kaldırılıp atılacağından, korku mu duymaktadır? Gerçekten de, eğer İsa’nın yaşayan dini aniden İsa’ya dair din-kuramsal dinin yerine geçirse, Hıristiyan medeniyet üzerindeki toplumsal yeniden düzenlemeler, ekonomik dönüşümler, ahlaki canlanmalar ve dini gözden geçirmeler keskin ve devrimsel olacaktır.
196:1.3 (2090.4) “İsa’yı takip etmek” demek onun dini inanını kişisel olarak paylaşmak ve insan için fedakâr hizmetten meydana gelmiş Üstün’ün yaşamının ruhaniyetine girmek demektir. İnsan yaşamı içinde en önemli şeylerden bir tanesi, İsa’nın neye inanmış olduğunu öğrenmek, onun ideallerini keşfetmek ve onun yüceltilmiş yaşam amacının kazanılmasının peşine düşmektir. Tüm insan bilgisi içinde, bilinmesi için en büyük değeri taşıyan şey, İsa’nın dini yaşamını ve onun nasıl yaşamış olduğunu öğrenmektir.
196:1.4 (2090.5) Olağan insanlar İsa’yı memnuniyetle duymuşlardı ve, onlar tekrar, bu türden gerçeklikler tekrar dünyaya duyulacak olursa adanmış dini güdülenmeden meydana gelmiş onun içten insan yaşamının sunumuna karşılık vereceklerdir. İnsanlar onu memnuniyetle duymuşlardı, çünkü o, hiçbir şeyde tamamiyle uzman olmayan bir biçimde, onlardan bir tanesiydi; dünyanın en büyük dini öğretmeni gerçekten de hiçbir şey de uzman olmayan bir kişiydi.
196:1.5 (2091.1) Krallık inananlarının amacı beden içinde İsa’nın dışa dönük yaşamını tam anlamıyla taklit etmek değil; bunun yerine onun inancını paylaşmak olmalıdır; onun Tanrı’ya güvendiği gibi güvenmek ve onun insanlara inandığı gibi insanlara inanmak. İsa hiçbir zaman ne Tanrı’nın babalığı ne de insanların kardeşliği üzerinde tartışmada bulundu; o, ilkinin yaşayan bir örneği ve ikincinin derin bir dışavurumuydu.
196:1.6 (2091.2) Tıpkı insanların inanın bilincinden kutsal olanın farkındalığına olan ilerleyiş zorundalığı gibi, İsa insanın doğasından Tanrı’nın doğasının bilincine yükselmiştir. Ve, Üstün insan olandan kutsal olana gerçekleşen bu büyük yükselişi, fani usunun sahip olduğu inancın ve ikamet eden Düzenleyicisi’nin eylemlerinin ortak kazanımıyla gerçekleştirmiştir. Kutsallığın bütünlüğüne olan erişimin gerçeklik-farkındalığı (ki bu düzey insanlığın gerçekliğinin bütüncül bilincini de içermektedir) ilerleyici kutsallaşmaya dair inanç bilincinin yedi aşaması tarafından gerçekleşir. İlerleyici benlik gerçekleşiminin bu aşamaları, Üstün’ün bahşedilme deneyimindeki şu olağanüstü olaylar tarafından gösterilmişti:
196:1.7 (2091.3) 1. Düşünce Düzenleyicisi’nin varışı.
196:1.8 (2091.4) 2. Yaklaşık olarak on iyi yaşındayken Kudüs’te kendisine görünmüş olan Emanuel’in ulağı.
196:1.9 (2091.5) 3. Vaftizinde gerçekleşen dışavurumlar.
196:1.10 (2091.6) 4. Dönüşümün Dağı’ndaki deneyimler.
196:1.11 (2091.7) 5. Morontia yeniden dirilişi.
196:1.12 (2091.8) 6. Ruhaniyet yeniden yükselişi.
196:1.13 (2091.9) 7. Sahip olduğu evrene sonsuz egemenliği veren bir biçimde, Cennet Babası’nın nihai kucaklayışı.
196:2.1 (2091.10) Bir gün Hıristiyan kilisesinde bir reform, bizlerin inancının yazarı ve tamamlayıcısı olarak, İsa’nın sahip olduğu bozulmamış dini öğretilere geri dönen bir biçimde derin bir biçimde gerçekleşebilir. Sizler İsa’ya dair bir dini duyurabilirsiniz; ancak, kesin bir biçimde, sizler İsa’ya ait dini yaşamak zorundasınız. Hamsin Yortusu’nun coşkusu içinde, Petrus istemeden, dirilmiş ve yüceltilmiş Mesih’in dini olarak, yeni bir dini oluşturmuştur. Havari Pavlus daha sonra, Şam yolundaki İsa ile kendi kişisel deneyimini tasvir eden ve kendi din-kuramsal görüşlerini taşıyan bir din olarak, bu yeni müjdeyi Hıristiyanlık’a doğru dönüştürmüştür. Krallığın müjdesi, Celileli İsa’nın kişisel dini deneyimi üzerine inşa edilmiştir; Hıristiyanlık, neredeyse bütüncül bir biçimde Havari Pavlus’un kişisel nitelikteki dini deneyimi üzerine inşa edilmiştir. Neredeyse Yeni Ahit’in tüm dünyası, İsa’nın büyük öneme sahip ve ilham verici dini yaşamının tasvirine değil, Pavlus’un dini deneyimine dair bir söyleşisine ve onun kişisel nitelikteki dini yargılarının bir tasvirine adanmıştır. Bu ifadenin dikkate değer tek istisnası, Matta, Markus ve Luka’nın belirli kısımları dışında, İbranilerin Kitabı ve Yakub’un Mektuplarıdır. Petrus bile, kendi yazılarında, yalnızca bir kez Üstünü’nün kişisel nitelikteki dini yaşamına geri dönmüştü. Yeni Ahit muhteşem bir Hıristiyan belgesidir; ancak, o İsa’ya dair yalnızca vasat bir gerçekliği taşımaktadır.
196:2.2 (2091.11) İsa’nın beden içindeki yaşamı, Baba ile olan bir bütünlüğün bilincine ait gelişmiş ve yüceltilmiş düzeye nihai olarak varıncaya kadar kişisel nitelikteki ruhsal birlikteliğin yılları boyunca ilkel huşudan ve insani derin saygıdan meydana gelen öncül düşüncelerden aşkın bir dini büyümeyi temsil etmektedir. Ve, böylece, bir tek küçük yaşam içinde, İsa, insanın yeryüzünde başladığı ve yalnızca olağan bir biçimde Cennet-öncesi sürecinin ilerleyici aşamalarına ait ruhaniyet eğitim okullarındaki uzun konukluğunun tamamlanmasında kazandığı dini ruhsal ilerleyiş deneyimini kat etmiştir. İsa, kişisel dini deneyimden meydana gelen inanç kesinliklerinin tamamiyle bir insani olan bilincinden, kutsal doğasının olumlu bir farkındalığından ve bir evrenin idaresindeki Kâinatın Yaratıcısı ile olan yakın ilişkileminin bilincinden meydana gelen ulvi ruhsal doruklara ilerlemişti. O, kendisini İyi Öğretmen olarak çağıran birine hiç vakit kaybetmeden “Neden beni iyi olarak çağırıyorsunuz? Baba’dan başkası iyi değildir” dedirten fani güvenirliğin alçak gönüllü düzeyinden, kendisini şunu haykırmaya götürmüş olan kazanılmış kutsallığın şu yüce bilincine ilerlemişti: “İçinizden hangi biriniz beni günahtan suçlu bulabilir?” Ve, insandan kutsala olan bu ilerleyici yükseliş tamamiyle bir insani kazanımdı. Ve, o bu şekilde kutsallığa eriştiğinde, o hala, Tanrı’nın Evladı’na ek olarak, İnsan Evladı olarak aynı insan İsa’ydı.
196:2.3 (2092.1) Markus, Matta ve Luka, kutsal iradeyi vurgulamanın ve bu iradeyi yerine getirmenin muhteşem mücadelesi içine katılmış halde insani İsa’nın imgesine dair bir şeyi koruyabilmişlerdi. Üstün’ün yaşamını çalışmış olanlar tarafından gerçekleştirilmekte olan büyük hata bazıları onu tamamiyle insan olarak düşünürken, diğerlerinin ise onu yalnızca kutsal olarak düşünmesidir. Onun bütüncül deneyimi boyuna o gerçekten de hem insan hem de kutsaldı o her zaman böyleydi.
196:2.4 (2092.2) İnsan İsa bir dine sahip halde tanınmışken, kutsal İsa’nın (Mesih’in) neredeyse bir gece bir din haline gelmesinde yapılmıştı. Pavlus’un Hıristiyanlığı kutsal Mesih’e duyulan hayranlığı teminat altına almaya çalışmıştı ancak, o tamamiyle, kişisel dini inancının büyük cesareti ve ikamet eden Düzenleyicisi’nin kahramanlığı ile, insanlığın alt düzeylerinden kutsallık ile birlikte bir bütün haline gelebilmek için yükselmiş ve böylece tüm insanların benzer bir biçimde insanlıktan kutsallığa yükselebilmesi için yeni ve yaşayan yol olabilmek için mücadele vermiş ve mertlik göstermiş olan insan Celileli İsa’nın gerçekliğini gözden yitirmiştir. Ruhsallığın tüm aşamalarındaki ve dünyaların tümü üzerindeki faniler, her türlü kişisel nitelikteki dini deneyimin başından sonuna olmak üzere, en alt düzeydeki ruhaniyet aşamalarından en yüksek kutsal değerlere olan ilerleyişlerinde kendilerini güçlendirecek ve onlara ilham kaynağı olacak İsa’nın kişisel yaşamını bulabilir.
196:2.5 (2092.3) Yeni Ahit’in yazım zamanında, yazarlar yalnıza dirilmiş Mesih’in kutsallığına olabilecek en derin bir biçimde inanmamışlardı onlar aynı zamanda, Mesih’in cennetsel krallığı tamamlamak için yeryüzüne derhal geri dönüşüne adanmış ve içten bir biçimde inanmışlardı. Koruyucu’nun her an gerçekleşebilecek olan geri dönüşüne beslenen bu güçlü inancın, Üstün’ün tamamiyle insan olan kişisel deneyimlerini ve niteliklerini temsil etmiş atıflarını kayıttan çıkarma eğilimiyle ilişkisi bulunmuştu. Hıristiyan hareketinin tamamı, Nasıralı İsa’nın insan imgesini yüceltilmiş ve yakın bir süre içinde geri dönecek olan Koruyucu Mesih İsa olarak, dirilmiş Mesih’in yüceltilmesine doğru dönüştürme eğilimi göstermişti.
196:2.6 (2092.4) İsa, Tanrı’nın iradesini yerine getirmeden ve insan kardeşliğine hizmet etmekten meydana gelen kişisel deneyime dayanan bir dini kurmuştu; Pavlus, içinde, yüceltilmiş İsa’nın ibadet öznesi ve kardeşliğin kutsal Mesih’e inanan akran üyelerden meydana geldiği bir dini kurmuştu. İsa’nın bahşedilişinde, onun kutsal-insan yaşamında bu iki kavramsallaşma potansiyel nitelikteydi; ve, onun takipçilerinin, onun yeryüzü yaşamında ayrışmaz bir biçimde bütünlük halindeki ve oldukça ihtişamlı bir biçimde krallığın özgün müjdesi içinde harekete geçirilmiş olan Üstün’ün hem insan hem de kutsal doğalarına yeterli tanınmayı verebilecek bütünleşmiş bir dini yaratmada başarısız olmaları acınası bir şeydir.
196:2.7 (2093.1) Eğer siz, yalnızca, İsa’nın dünyanın en içten ve adanmış din-inananı olduğunu hatırlayacak olursanız, onun en güçlü duyularının bazıları karşısında şaşkınlık ve rahatsızlık duymayacaksınız. O, Babası’nın iradesini gerçekleştirmeye koşulsuz bir biçimde bağlanmış olarak, tamamiyle adanmış bir faniydi. Onun sert görünen sözlerinin çoğu, takipçilerine vermiş olduğu emirlerden çok, inancın kişisel bir ifadesi ve bağlılığın bir sözüydü. Ve, tek bir kısa yaşam içinde insan aklının fethi içinde bu türden olağanüstü gelişimi sağlamada kendisini yetkin kılmış olan şey amacın ve fedakâr adanmışlığın bu tekilliği olmuştu. Onun duyurularından çoğu, takipçilerinin tümü için gerekli kılmasından ziyade kendisinden istemiş olduğu bir ifade olarak görülmelidir. Krallığın amacına olan adanmışlığında İsa arkasındaki tüm köprüleri yakmıştı o, Babası’nın iradesini yerine getirmedeki tüm engelleri feda etmişti.
196:2.8 (2093.2) İsa fakirleri kutsamıştı çünkü onlar genellikle içten ve dindardı o zengini kınamıştı çünkü onlar genellikle iffetsiz ve dini hiçe sayar haldeydi O, eşit bir biçimde dini hiçe sayan bir yoksulu kınayıp, adanmış ve ibadet içindeki refahlı bir insanı överdi.
196:2.9 (2093.3) İsa, insanları dünyada kendilerini evlerinde hissetmelerini sağlamıştı o insanları, tabulara olan kölelikten kurtarmış olup, kendilerine dünyanın temelinde kötü olmadığını öğretmişti. O yeryüzü yaşamından kaçma arzusu duymamıştı o, beden içindeyken Baba’nın iradesini makul bir biçimde yerine getirme yönteminde üstünleşmişti. O, gerçekçi bir dünyanın tam ortasında idealist bir dini yaşama erişmişti. İsa, insanlığa karşı Pavlus’un karamsar bakışını paylaşmamıştı. Üstün insanları Tanrı’nın evlatları olarak görmüş olup, kurtuluşu seçecekler için muhteşem ve ebedi yaşamı öngörmüştü. O, ahlaki bir kuşkucu değildi; o insanları olumlu olarak görmüştü, olumsuz halde değil. O insanların çoğunu hasta yerine zayıf olarak görmüştü; ahlak yoksunu yerine endişe altında ne yaptıklarını bilmez halde. Ve, konumları ne olursa olsun onlar Tanrı’nın çocukları ve kendi kardeşleriydi.
196:2.10 (2093.4) O insanlara, zaman ve ebediyet içinde kendilerine yüksek bir değeri vermelerini öğretmişti. İnsanlara yüksek bir değer vermesinden dolayı İsa, insanlığa olan aralıksız hizmette vaktini ayırmaya gönüllü olmuştu. Ve, onun dini içinde temel kuralı hayati bir etken haline getiren şey sınırlı olanın sınırsız değeri olmuştu. İsa’nın onun içinde beslemiş olduğu olağanüstü inançla fani içinde ne yükseltilemez ki?
196:2.11 (2093.5) İsa, toplumsal ilerleme için hiçbir kuralı önermemişti; onunki bir dini görev olup, din ayrıcalıklı bir biçimde bir bireysel deneyimdi. Toplumun en gelişmiş kazanımının nihai hedefi, hiçbir zaman, Tanrı’nın babalığının farkındalığından temelini alan İsa’nın sahip olduğu insanlık kardeşliğinin ötesine geçmeyi hayal dahi edemez. Her türlü toplumsal kazanımın ideali yalnızca, bu kutsal krallığın gelişiyle gerçekleştirilebilir.
196:3.1 (2093.6) Kişisel nitelikteki ruhsal dini deneyim, birçok fani zorluğun verimli bir çözümüdür; o, tüm insani sorumların etkili bir sınıflandırıcısı, değerlendiricisi ve düzenleyicisidir. Din insan sorunlarını kaldırmamakta veya onları yok etmemektedir; ancak, din, onları ayrıştırmakta, bünyesine almakta, aydınlatmakta ve onları aşmaktadır. Gerçek din, her türlü fani gereksinime olan verimli uyum için kişiliği bütünleştirmektedir. İkamet eden kutsal mevcudiyetin olumlu rehberliği olarak — dini inanç, şaşmaz bir biçimde, Tanrı-bilen insanı Kâinatsal İlk Nedeni O olarak tanıyan ussal mantık ile bu İlk Kaynağı, insan kurtuluşunun kişisel Tanrı’sı halindeki, İsa’nın müjdesinin cennetsel Babası olarak, Bilinen O biçiminde duyuran ruhun olumlayıcı ifadeleri arasındaki uçurumu birleştirmeye yetkin hale getirmektedir.
196:3.2 (2094.1) Kâinatsal gerçeklik içinde yalnızca üç temel unsur bulunmaktadır: gerçeklik, düşünce ve ilişki. Dini bilinç bu gerçeklikleri din, felsefe ve gerçeklik olarak tanımlamaktadır. Felsefe, fiziksel gerçeklik, ussal gerçeklik ve ruhsal gerçeklik olarak — bu etkinlikleri neden, bilgelik ve inanç olarak görme eğiliminde olacaktır. Bizler bu gerçeklikleri şeyler, anlamlar ve değerler olarak adlandırma alışkanlığı içindeyiz.
196:3.3 (2094.2) Gerçekliğin ilerleyici kavrayışı, Tanrı’ya yaklaşmaya denktir. Gerçekliğin tanımlayan bilinç olarak, Tanrı’nın bulunması — benliğin tamamlılığına, benliğin bütünlüğüne olarak — benlik tamamlanışını deneyimleyeme denktir. Bütüncül gerçekliğin deneyimlenişi, Tanrı’yı bilme deneyiminin sonu olarak Tanrı’nın bütüncül farkındalığıdır.
196:3.4 (2094.3) İnsan yaşamının bütüncül özeti; insanın gerçekle eğitimi, bilgelikle soylulaşımı ve dini inançla kurtarılışı — doğru görünüşüdür.
196:3.5 (2094.4) Fiziksel gerçeklik, bilimin mantığından meydana gelmektedir; ahlaki kesinlik, felsefedeki bilgelikten; ruhsal kesinlik, içten dini deneyimin gerçekliğinden.
196:3.6 (2094.5) İnsan aklı, ruhsal kavrayışın yüksek düzeylerine ve kutsallığa ait değerlerin ilgili alanlarına erişebilir; çünkü, o, tamamiyle maddi değildir. Kutsal mevcudiyete ait Düzenleyici olarak — insan aklında bir ruhaniyet çekirdeği bulunmaktadır. İnsan akının bu ruhaniyet ikametinde üç farklı kanıt bulunmaktadır:
196:3.7 (2094.6) 1. İnsanlıkçı birliktelik — derin sevgi. Tamamiyle hayvansal akıl kendisini korumak için toplumsal olabilir; ancak, yalnızca ruhaniyetin ikamet ettiği ruh fedakâr bir biçimde başkalarını düşünür ve koşulsuz bir biçimde sevgi duyar haldedir.
196:3.8 (2094.7) 2. Kâinatın yorumu — bilgelik. Yalnızca ruhaniyetin ikamet etmiş olduğu akıl kâinatın bireye arkadaşçıl olduğunu kavrayabilir.
196:3.9 (2094.8) 3. Yaşamın ruhsal irdelenişi — ibadet. Yalnızca ruhaniyetin ikamet etmiş olduğu kişi kutsal mevcudiyetin farkında olup, kutsallığın bu öncül deneyimi içinde ve onunla daha bütüncül bir deneyime erişmeyi amaçlayabilir.
196:3.10 (2094.9) İnsan aklı, gerçek değerleri yaratmamaktadır; insan deneyimi, kâinatsal kavrayışı açığa çıkarmamaktadır. Kavrayıştan bahsedilecek olursa, ahlaki değerlerin farkındalığı ve ruhsal anlamların algılanışında insan aklının yapabileceği tek şey keşfetmek, fark etmek, yorumlamak ve seçmektir.
196:3.11 (2094.10) Kâinata ait ahlaki değerler, fani akla ait şu üç temel yargının, veya tercihin, uygulanmasıyla ussal iyelik haline gelmiştir:
196:3.12 (2094.11) 1. Benlik yargısı — ahlaki tercih.
196:3.13 (2094.12) 2. Toplumsal yargı — etiksel tercih.
196:3.14 (2094.13) 3. Tanrı yargısı — dini tercih.
196:3.15 (2094.14) Böylece, insan ilerleyişinin tümünün ortaklaşa faaliyet göstermekte olan bir açığa çıkarımsal evrimin yöntemiyle yerine geldiği görünmektedir.
196:3.16 (2094.15) İnsan içinde kutsal bir sevgi duyucu olmasaydı, insan fedakâr ve ruhsal olarak derinden sevemezdi. Akıl içinde bir yorumlayıcı yaşamasaydı, insan gerçek bir biçimde kâinatın bütünlüğünün farkına varamazdı. İnsan ile bir değerlendirici ikamet etmeseydi, o hiçbir biçimde ahlaki değerleri değerli görüp, ruhsal anlamları tanıyamazdı. Ve, bu derinden seven, sınırsız sevginin tam da kökeninden gelmektedir; bu yorumlayışı, Kâinatsal Bütünlük’ün bir parçasıdır; ve, bu değerlendirici, kutsal ve ebedi gerçekliğe ait tüm mutlak değerlerin Merkezi ve Kaynağı’nın çocuğudur.
196:3.17 (2095.1) Ruhsal kavrayış olarak — dini bir anlamla gelen ahlaki değerlendiriş insanın iyilik ve kötülük, gerçeklik ve hata, maddi ve ruhsal, insan ve kutsal, zaman ve ebediyet arasındaki tercihi anlamına gelir. İnsan kurtuluşu büyük bir ölçüde, insan iradesinin, ikamet eden yorumlayıcı ve bütünleştirici olarak — bu ruhaniyet değer sınıflandırıcı tarafından seçilen değerleri tercih etme iradesine adanmasına bağlıdır. Kişisel dini deneyim iki fazdan oluşmaktadır: insan aklının keşfi ve ikamet eden kutsal ruhaniyetin açığa çıkarışı. Kendisini din-inananı olarak duyuran kişilerin haddinden fazla sorgulayıcı öğrenmesinin veya dini hiçe sayan bir davranışının sonucu olarak, bir kişi, hatta insanların bir nesli bile, kendileri içinde ikamet eden Tanrı’yı keşfetme çabalarını askıya almayı tercih edebilir; onlar, kutsal açığa çıkarılış içinde ilerlemede ve ona erişmede başarısız olabilir. Ancak, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin mevcudiyeti ve etkisi nedeniyle ruhsal ilerlememenin bu türden tutumları uzunca bir süre varlığını sürdüremez.
196:3.18 (2095.2) Kutsal ikametin gerçekliğine ait bu derin deneyim sonsuza kadar, fiziksel bilimlerin gelişmemiş maddi yöntemlerinin ötesine geçmektedir. Sizler, ruhsal neşeyi bir mikroskop altında inceleyemezsiniz; sizler, derin sevgiyi bir terazide ölçemezsiniz; sizler, ahlaki değerleri ölçüyle belirleyemezsiniz; ne de sizler, ruhsal ibadetin değerini hesaplayabilirsiniz.
196:3.19 (2095.3) İbraniler, ahlaki ulviliğe ait bir dine sahip oldu; Yunanlılar, güzelliğe ait bir dini evrimleştirdi; Pavlus ve onun söyleşisine katılanlar inançtan, umuttan ve yardımdan olan bir dini kurdu. İsa, derin sevgiden meydana gelen bir dini açığa çıkarmış olup, onun örneği oldu; insan kardeşliğine olan hizmette Baba’nın derin sevgisini paylaşmayla gelen neşe ve tatminle bu sevgi içindeki güvenceyi.
196:3.20 (2095.4) Her ne zaman insan irdeleyici bir ahlaki tercihte bulunursa, o derhal, ruhuna olan yeni bir kutsal egemenliği deneyimlemektedir. Ahlaki tercih, dışsal koşullara olan içsel karşılığın güdüsü olarak dini temsil etmektedir. Ancak, bu türden gerçek bir din, tamamiyle kişiden kişiye değişir nitelikteki bir deneyim değildir. O, kâinat ve onun Yapıcısı olarak — göreceli olmayan gerçekliğe anlamlı ve ussal bir karşılık içindeki bireyin bütüncül göreceliğine işaret etmektedir.
196:3.21 (2095.5) Derinden sevme ve sevilmenin seçkin ve aşkın deneyimi, yalnızca, tamamiyle kişiden kişiye değişir olduğu için zihinsel bir aldanma değildir. Ahlaki varlıklar ile ilişkili haldeki gerçekten kutsal ve göreceli olmayan tek gerçeklik halindeki Düşünce Düzenleyicisi, insanın bakışına göre tamamiyle göreceli bir olgu olarak faaliyet gösterir görünümündedir. En yüksek görecesiz gerçeklik halindeki Tanrı ile olan insanın ilişkisi, yalnızca; onu bilmenin, ona ibadet etmenin ve onunla olan evlatlığın farkına varmanın tamamiyle göreceli olan deneyimi vasıtasıyla gerçekleşir.
196:3.22 (2095.6) Gerçek dini ibadet, bireyin kendisini kandırmasıyla gerçekleşen nafile bir iç konuşma değildir. İbadet, gerçekliğin tam da kaynağı ile olan, kutsal bir biçimde gerçek ile kişisel bir bütünleşme halidir. İnsan ibadet ile daha iyi olmayı kendisine amaç olarak belirlemekte, ve bunun aracılığı ile nihai olarak en iyi olmaya erişmektedir.
196:3.23 (2095.7) Gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin idealleşmesi ve bunlar adına gerçekleştirilecek olan hizmet — ruhsal gerçeklik olarak — içten bir deneyimin yerine geçmemektedir. Psikoloji ve idealizm, dini gerçekliğin dengi değildir. İnsan usunun yansımaları gerçekten de — insanın imgesindeki tanrılar olarak — sahte tanrıları üretebilir; ancak, gerçek Tanrı-bilinci bu türden bir kökene sahip değildir. İnsana ait dini sistemlerin çoğu, insan usunun formülleştirmelerinden gelmektedir; ancak, Tanrı bilinci, dini köleliğe ait bu gülünç gariplikteki sistemlerin bir parçası olmak zorunda değildir.
196:3.24 (2095.8) Tanrı, insanın idealizminin yalın yaratımı değildir; Tanrı, bu türden hayvan-ötesi kavrayışların ve değerlerin tam da kendisidir. Tanrı, gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe dair insan kavramsallaşmalarını bütünleştirmek için oluşturulmuş bir kuramsal varsayım değildir; o, tüm bu evren dışavurumlarının kendisinden türetilmiş olduğu derin sevginin kişiliğidir. İnsan dünyasına ait gerçeklik, güzellik ve iyilik, Cennet gerçekliklerine doğru yükseliş halinde bulunan fanilerinin artan ruhsallaşma deneyimi ile bütünleşmektedir. Gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin bütünlüğü yalnızca Tanrı-bilen kişiliğin ruhsal eyleminde yerine getirilebilir.
196:3.25 (2096.1) Ahlak, Düzenleyici’nin içsel mevcudiyetinin kişisel gerçekleşimi olarak kişisel Tanrı bilincinin önceden mevut olan temel toprağıdır; ancak, bu türden ahlak, dini deneyimi ve onun sonucunda gelen ruhsal kavrayışın kökeni değildir. Ahlaki doğa hayvan-ötesi kökende, ancak ruhsal-altı niteliğindedir. Ahlaklık, doğru ve yanlışın mevcudiyetinin farkındalığı olarak, görevin tanınmasına denktir. Ahlaki alan, tıpkı morontianın kişisel kazanımın maddi ve ruhsal alanları arasında faaliyet gösterişi gibi, aklın hayvan ve insan türleri arasındadır.
196:3.26 (2096.2) Evrimsel akıl, kanunu, ahlaki değerleri ve etik kuralları keşfetmeye yetkindir; ancak, ikamet etmekte olan Düzenleyici olarak, bahşedilmiş ruhaniyet, gerçek, güzel ve iyi olan her şeyin Baba kaynağı olarak kanun koyucuyu açığa çıkarmaktadır; ve, bu türden aydınlanmış bir insan bir dine sahip olup, Tanrı için uzun ve serüven dolu bir arayışa başlamak için ruhsal olarak donanmış haldedir.
196:3.27 (2096.3) Ahlakın doğrudan bir biçimde ruhsal olma nedenselliği bulunmamaktadır; o, her ne kadar gerçek dini her türlü ahlaki değerleri derinleştirip, onları daha anlamlı hale getirse de, tamamiyle ve katışıksız olarak insani olabilir. Din olmadan ahlak, nihai iyiliği açığa çıkarmada başarısız olmaktadır; ve, o, kendi öz ahlaki değerlerinin bile kurtuluşunu sağlamada başarısız olmaktadır. Din, ahlakın tanımış ve onaylamış olduğu her şeyin derinleşmesini, yüceltilmesini ve teminat altına alınmış kurtuluşunu sağlamaktadır.
196:3.28 (2096.4) Din bilimin, sanatın, felsefenin, etik kuralların ve ahlaki değerlerin üstesinde bulunmaktadır; ancak, din onlardan ayrı bir konumda değildir. Onların tümü, ister kişisel isterse de toplumsal olsun, insan deneyimi içinde ayrışmaz bir halde karşılıklı ilişki içindedir. Din, fani doğa içinde insanın en yüksek düzeydeki deneyimidir; ancak, sınırlı nitelikteki dil, din-kuramının gerçek dini deneyimi herhangi bir biçimde yeterli olarak tasvir etmesini sonsuza kadar imkânsız hale getirmektedir.
196:3.29 (2096.5) Dini kavrayış, yenilgiyi daha yüksek arzulara ve yeni kararlılıklara dönüştürme gücünü elinde bulundurmaktadır. Derin sevgi, insanın evren yükselişi içinde kullanabileceği en yüksek güdüdür. Ancak, gerçekten ayrılmış bir biçimde, derin sevgi, güzellik ve iyilik yalnızca bir his, felsefi bir çarpıtma, fiziksel bir yanılsama ve ruhsal bir aldanmadır. Derin sevgi her zaman, morontia ve ruhaniyet ilerleyişinin ilerleyici düzeylerinde yeniden tanımlanmak durumundadır.
196:3.30 (2096.6) Sanat, insanın, kendi maddi çevresi içindeki güzelliğin yoksunluğundan kaçma girişiminden doğmaktadır; o, morontia aşamasına gerçekleştirilmiş bir işarettir. Bilim, maddi evrenin görünürdeki bilmecelerini çözmek için insanın gerçekleştirmiş olduğu çabadır. Felsefe, insan deneyimini bütünleştirmeye dair onun çabasıdır. Din, Tanrı’yı arama ve onun gibi olmaya dair kararlılığı biçiminde, nihai son için muhteşem uzanışı halinde, insanın en yüksek işaretidir.
196:3.31 (2096.7) Dini deneyim alanında, ruhsal olasılık potansiyel bir gerçekliktir. İnsanın ileri olan ruhsal uyarımı fiziksel bir aldanma değildir. İnsanın kâinata duyduğu derin sevginin tümü gerçek olmayabilir; bu fazlasıyla, ancak oldukça fazlasıyla gerçekliktir.
196:3.32 (2096.8) Bazı insanların yaşamları o kadar büyük ve soyludur ki, yalnızca başarılı olmuş alt düzeydeki varlıkların düzeyine inmezler. Hayvan, çevresine uyum sağlamak zorundadır; ancak, dini kişi, kutsal derin sevginin bu kavrayışıyla kendi çevresini aşıp, bir ölçüde, mevcut maddi dünyanın sınırlılıklarından kurtulmaktadır. Derin sevginin bu kavrayışı insan ruhu içinde, gerçekliği, güzelliği ve iyiliği bulmanın bu hayvan-ötesi çabasını yaratmaktadır; ve, insan onları bulduğunda, onların kucaklanışı içinde yüceltilmiş hale gelmektedir; o, doğruluğu gerçekleştirmek olarak, onları yaşama arzusu duymaktadır.
196:3.33 (2097.1) Güveniniz kırılması insan evrimi hala ilerleyiş halindedir; ve, Tanrı’nın, İsa içindeki ve onun vasıtasıyla gerçekleşen, dünyaya açığa çıkarılışı başarısız olmayacaktır.
196:3.34 (2097.2) Modern insan için büyük zorlayıcı etken, insan aklı içinde ikamet etmekte olan kutsal Görüntüleyici ile daha iyi iletişimi elde etmektir. İnsanın beden içindeki en büyük serüveni; benlik bilincinin sınırlarından başlayıp, hala embriyo aşamasında bulunan ruh bilincinin henüz tam aydınlanmamış bölgelerinden geçerek — kutsal mevcudiyet ile iletişim olarak — ruhaniyet bilincinin sınırına ulaşmanın içten bir çabası olarak oldukça dengeli ve ne yaptığını bilen bir emekler bütününden meydana gelir. Bu türden bir deneyim, Tanrı’yı bilmenin dini deneyimine ait önceden mevcut gerçekliği oldukça kudretli bir biçimde doğrulayan bir deneyim olarak, Tanrı-bilincini meydana getirmektedir. Bu türden ruhaniyet-bilinci, Tanrı ile olan evlatlığın mevcudiyetine dair bilgiye denktir. Bunun dışında kalan hallerde ise, evlatlığın güvencesi, inancın deneyiminin kendisidir.
196:3.35 (2097.3) Ve, Tanrı-bilinci, beliğin kâinat ile bütünleşmesine denktir; ve, bu bilinç, ruhsal gerçekliğin en yüksek düzeyleri üzerindedir. Yalnızca ruhaniyet içeriğine sahip bir değer yok olmaz niteliktedir. Gerçek, güzel ve iyi olan bir şey insan deneyimi içinde kaybolmayabilir. Eğer insan kurtuluşu tercih etmeyecek olursa, bu durumda kurtulan Düzenleyici derin sevgiden doğmuş ve hizmet içinde yetiştirilmiş olan bu gerçeklikleri muhafaza edecektir. Ve, tüm bu şeyler Kâinatın Babası’nın bir parçasıdır. Baba yaşayan bir derin sevgidir; ve, Baba’nın bu yaşamı onun Evlatları içindedir. Ve, Baba’nın ruhaniyeti — fani insanlar olarak — onun Evlatları’nın evlatlarındadır. Her şey söylenip, her şey yerine getirildiğinde, Baba düşüncesi hala Tanrı’ya dair insanın en yüksek kavramsallaşmasıdır.