Urantia’nın Kitabı
Kısım III / Bölüm 3
Bu bildiriler, Salvington'lu Gabriel'in otoritesi tarafından hareket eden Yerel Evren Kişilikleri Birliği tarafından desteklenmiştir.
Urantia’nın Kitabı
57. Makale
57:0.1 (651.1) URANTİA’nın ataları ve onun öncül tarihi hakkındaki kayıtları için Jerusem’in arşivlerinden alıntıları sunarken, — yılda 365¼ günün mevcut artık yıl takvimi biçiminde — şimdiki var olan kullanımının ölçülerinde zamanı hesaplamamız konunda yönlendirilmekteyiz. Bir kural olarak, her ne kadar kayıtlara geçmişse de, kesin yıl sürelerinin belirtilmesine girişilmeyecektir. Biz, bu tarihsel gerçeklerin sunulması için daha iyi yöntem olarak yaklaşık olarak en yakın ondalık sayıları kullanacağız.
57:0.2 (651.2) Bir veya iki milyon yıl önceki bir olayı belirtirken, biz bu türden bir oluşumun; Hıristiyan dünyalarının kullandığı takvim döneminin yirminci yüzyılının ilk on yıllarından başlayarak yıl sayılarının geriye doğru sayılmasına dair tarihi kastetmekteyiz. Biz oldukça uzak bir geçmişte gerçekleşen bu olayları; böylelikle binli, milyonlu ve trilyonlu dönemler halinde bile ortaya çıkan süreçler içinde gerçekleşmiş bir biçimde tasvir edeceğiz.
57:1.1 (651.3) Urantia’nın kökeni güneşinizden kaynaklanmakta, güneşinizin kökeni ise; Nebadon yerel evreninin fiziksel kuvvet ve maddi oluşumunun bir bileşen parçası olarak bir süre zarfında bir kere düzenlenmiş olan Andronover nebulasının çok çeşitli doğumlarından biridir. Ve bu büyük nebulanın kökenini çok uzun seneler önce, Orvonton aşkın-evreni içindeki mekânın evrensel kuvvet-etkisinden kaynağını almıştır.
57:1.2 (651.4) Bu oluşumun başladığı zaman zarfında Cennet’in Birincil Üstün Kuvvet Düzenleyicileri uzun süreçler boyunca; Andronover nebulası olarak daha sonra düzenlenmiş, mekân-enerjilerinin bütüncül denetimi içinde bulunmaktaydılar.
57:1.3 (651.5) 987.000.000.000 yıl önce, birliktelik içerisindeki kuvvet düzenleyicisi ve bunun sonrasında Uversa’dan gelen Orvonton dizilerinin 811.307’inci faal denetim unsuru Zamanın Ataları’na; o zamana göre Orvonton’un doğu bölgesi olan, belirli bir birim içinde maddileşme olgusunun başlaması için mekân koşullarının uygun olduğunun bilgisini vermiştir.
57:1.4 (651.6) 900.000.000.000 yıl önce orada, Uversa arşivlerinin doğruladığı bir biçimde; 811.307’inci denetim unsuru tarafından daha önceden belirlenen bölgeye bir kuvvet düzenleyicisinin ve görevlisinin gönderilmesini resmen onaylaması için aşkın-evren hükümetine, Uversa Eşitlik Heyeti tarafından bir iznin verildiği kaydedilmiştir. Orvonton makamları, bu olası evrenin ilk kâşifini; yeni bir maddi yaratımın düzenlenmesi için göreve çağıran Zamanın Ataları’nın hükmünün uygulaması için görevlendirilmiştir.
57:1.5 (652.1) Bu iznin kaydı, kuvvet düzenleyicisi ve görevlisinin; Orvonton içinde yeni bir fiziksel yaratımın ortaya çıkmasıyla sonuçlanacak bu çok uzun süren etkinliklere daha sonrasından katılacakları yer olan, doğu mekân bölgesi doğrultusunda uzun süreli seyahatleri için Uversa’dan çoktan ayrılmış olduklarını belirtmektedir.
57:1.6 (652.2) 875.000.000.000 yıl önce, 876.926’ıncı devasa Androvener nebulası yetkin bir biçimde oluşturulmuştur. Yalnızca kuvvet düzenleyicisi ve birliktelik görevlisinin mevcudiyeti, mekânın bu geniş kasırgasına şeklinde nihai olarak büyüyecek enerji hortumunun başlatılması için yeterliydi. Bu türden nebulasal döngülerin başlatılmasından sonra yaşayan kuvvet düzenleyicileri bu oluşumu, döngüsel daire düzleminin doğru açılarında sadece bırakmış olup; bu zaman zarfından beri enerjinin içkin nitelikleri, bu türden yeni bir sistemin ilerleyici ve düzensel evrimini gerçekleştirmektedir.
57:1.7 (652.3) Yaklaşık olarak yine bu zaman zarfında anlatım, aşkın-evrenin kişiliklerinin faaliyetine kaymaktadır. Cennet kuvvet düzenleyicilerin, Orvonton aşkın-evrenine ait güç yöneticileri ve fiziksel düzenleyicilerinin faaliyeti için mekân-enerji şartlarını hazır hale getirmesi biçimde — gerçekte bu tarihsel oluşum gerçek başlangıç kısmına bu noktadan itibaren giriş yapmaktadır.
57:2.1 (652.4) Evrimsel maddi yaratımlarının tümü, döngüsel ve gaz nebulalarından doğmuştur; ve bu türden öncül nebulaların tümü, gaz mevcudiyetlerinin ilk süreci boyunca döngüseldir. Onlar yaşlanınca genel olarak sarmalsal hale gelirler; ve güneş oluşum faaliyetleri kendi doğrultusu içinde ilerleyince, — birçok açıdan ufak güneş sisteminize benzeyen — gezegenlerin, uyduların ve maddenin küçük topluluklarının çeşitli sayılardaki yapıları tarafından çevrelenmiş yıldız kümeleri veya devasal güneşler olarak sıklıkla görevleri sonlanır.
57:2.2 (652.5) 800.000.000.000 yıl önce Andronover yaratımı, Orvonton’un muhteşem öncül nebulalarından biri olarak oldukça iyi bir biçimde oluşturulmuştu. Yakın evrenlerin gök bilimcileri mekânın bu yeni olgusuna baktıklarında, ilgilerini çeken çok az şey görmüşlerdir. Bitişik yaratımlarda ölçülen çekim tahmini hesaplamaları, mekân yaratımlarının Andronover bölgelerinde gerçekleştiğini göstermiştir; ve onların bilgileri bu bulgunun ötesine geçmemiştir.
57:2.3 (652.6) 700.000.000.000 yıl önce Andronover sistemi, devasa boyutlar almaktaydı; ve ilave fiziksel düzenleyiciler onu çevreleyen dokuz maddi yaratıma, oldukça hızlı bir biçimde evirilen bu yeni maddi sistemin güç merkezleri için destek sağlamak ve eş güdümü yerine getirmek amacıyla gönderilmiştir. Takip eden yaratılmışlara miras bırakılmış maddenin tümü bu uzak zaman içinde; çapının en yüksek derecesine ulaştıktan sonra yoğunlaşmaya ve büzüşmeye devam edene kadar gittikçe artan bir biçimde dönmesi için, döngüsel hareketine sürdüren bu devasa uzay burgacının sınırları içinde tutulmuştur.
57:2.4 (652.7) 600.000.000.000 yıl önce Andronover enerji-yönlendiriliş döneminin doruk noktasına erişilmiştir; bu nebula, kendisinin olası en yüksek kütlesine ulaşmıştır. Bu zaman zarfında bahse konu nebula, düzleşmiş bir küreye bir ölçüde benzer şekil içerisinde devasa bir döngüsel gaz bulutu haline bulunmaktadır. Bu oluşum, farklılaşan kütle oluşumunun ve çeşitlilik gösteren döngüsel hızın öncül dönemidir. Çekim ve diğer etkiler, mekân gazlarını düzenlenmiş maddeye dönüştürme görevlerine başlama noktasında bulunmaktadırlar.
57:3.1 (653.1) Bu devasa nebula; bu aşamada kademeli olarak sarmal biçimini almaya başlamakta olup, uzak evrenlerin bile gök bilimcileri tarafından açık bir şekilde görülebilen bir hale gelmektedir. Bu oluşum, nebulaların birçoğunun olağan gelişim sürecidir; güneşleri serbest bırakma ve evren inşasının görevine başlamalarından önce bu ikincil mekân nebulaları, genellikle sarmal olgular olarak gözlemlenir.
57:3.2 (653.2) Bu tarihin çok uzak döneminde bulunan yakın yıldız öğrencileri, Andronover nebulasının bu başkalaşımını gözlemlediklerinde; yirminci yüzyıl gök bilimcilerinin teleskoplarını uzaya doğru çevirip komşu dışsal uzayın mevcut-çağ sarmal nebulalarına baktığında gördükleri şeylerin tıpatıp aynısını deneyimlemişlerdir.
57:3.3 (653.3) Kütlenin olası en yüksek düzeyine erişildiği zaman zarfında, gazsal içeriğin çekim denetimi azalmaya başlamıştır; ve orada bu durumu takiben, ana kütlenin iki karşı kutbundan kaynağını alan iki devasa ve farklı kol biçiminde gazların dışa doğru püskürüşü oluşumunda, gaz çıkış aşaması gerçekleşmiştir. Bu devasa merkezi çekirdeğin yüksek hızlardaki dönüşleri yakın bir zaman zarfı içerisinde, bu iki gaz akıntıları bakımından sarmalsal bir görünüşü açığa çıkarmıştır. Bu fışkıran akıntı kollarına ait çıkan parçacıkların soğuması ve bunun sonrasında gerçekleşen yoğunlaşmaları, nihai olarak onların iç içe geçmiş görünüşünü meydana getirmiştir. Bu yoğun parçacıklar, ana burgacın çekim etkisi içinde güvenli bir biçimde tutulurken nebulanın gaz bulutunun ortasında uzay boyunca dönen fiziksel maddenin çok geniş sistemleri ve alt sistemleridir.
57:3.4 (653.4) Ancak nebula büzülmeye başlamış ve döngünün hız derecesindeki artış çekim denetimini daha fazla azaltmıştır; ve çok geçmeden dışsal gaz bölgeleri, düzensiz yörüngenin döngüleri içinde uzaya dağılıp, döngülerini tamamlamak için çekirdeksel bölgelere geri dönerek ve bu ilerleyişi sürekli olarak takip ederek, nebulasal çekirdeğin doğrusal bütünlüğünden mevcut bir biçimde ayrılmaya başlamışlardır. Ancak bu oluşum, nebulasal ilerleyişin yalnızca geçici bir aşamasıydı. Burgaç dönüşünün sürekli artan hızı yakın bir zaman içinde bağımsız döngüler üzerinde devasa güneşleri uzaya fırlatmaya başlayacaktır.
57:3.5 (653.5) Bu olaylar çağlar öncesinden Andronover’in deneyimlediği oluşumlardır. Enerji burgacı, olası en yüksek genişlemesine erişinceye kadar büyümeye devam etmiştir; ve bunun sonrasında nihai olarak büzüşmenin başladığı zaman zarfında bu burgaç, nihai olarak eşiksel merkezkaç aşaması ulaşılana ve büyük kopuş meydana gelinceye kadar gittikçe artan bir hızda dönmeye devam etmiştir.
57:3.6 (653.6) 500.000.000.000 yıl önce, ilk Andronover güneşi doğmuştur. Bu parıldayan alevli şerit, ana çekim etkisini kırmış ve yaratımın kâinatı içinde bağımsız bir serüven içerisinde uzaya doğru ayrılmıştır. Onun yörüngesi, kaçış doğrultusu tarafından belirlenmiştir. Bu türden genç güneşler çabuk bir biçimde küresel bir hale gelmekte ve uzayın yıldızları olarak uzun ve ciddi süreçlerine başlamaktadır. Dönemsel nebulasal çekirdekleri dışında Orvonton güneşlerinin çok büyük bir kısmı, benzer bir doğuma sahip olmuştur. Bu türden ayrılan güneşler, evrimin çeşitli süreçleri ve takip eden evren hizmetleri boyunca ilerlemektedir.
57:3.7 (653.7) 400.000.000.000 yıl önce, Andronover nebulasının yeniden birleşim süreci başlamıştır. Yakında bulunan ve küçük güneşlerin çok büyük bir kısmı, ana çekirdeğin kademeli büyümesinin ve daha ileri yoğunlaşmasının bir sonucu olarak yeniden yakalanmıştır. Çok yakın bir zamanda orada; enerji ve maddenin bu engin uzay bütünleşmelerinin nihai ayrışmasından her zaman daha önce gerçekleşen süreç olarak, nebulasal yoğunlaşmanın dönemsel fazı başlatılır.
57:3.8 (654.1) Cennet’in bir Yaratan Evladı olarak Nebadon Mikâili’nin evren inşası için kendi serüveninin yerleşkesi niteliğinde ayrışmakta olan bu nebulayı seçmesi bu aşamanın neredeyse bir milyon yıl sonrasında gerçekleşmiştir. Neredeyse eş zamanlı olarak Salvington’un mimari dünyalarının ve gezegenlerin yüz takımyıldız yönetim merkezinin inşası başlatılmıştır. Özel olarak yaratılan dünyaların bu topluluklarının tamamlanması yaklaşık olarak bir milyon yıl almıştır. Yerel sistem yönetim merkez gezegenleri, bu zaman sürecinden fazla olarak yaklaşık beş milyar yılı bulan bir süre zarfında inşa edilmiştir.
57:3.9 (654.2) 300.000.000.000 yıl önce Andronover güneş döngüleri, oldukça iyi bir biçimde oluşturulmuştur; ve bu süreç içinde nebulasal sistem, görece fiziksel istikrarın bir geçiş döneminden geçiş yapmaktadır. Bu zaman zarfında Mikâil’in yönetim görevlileri, Salvington’a gelmiş; ve Orvonton’un Uversa hükümeti fiziksel tanınmasını Nebadon yerel evrenine kadar genişletmiştir.
57:3.10 (654.3) 200.000.000.000 yıl öncesi, Andronover merkezi kümesi veya diğer bir değişle çekirdeksel kütlesi içinde devasa bir ısı yaratımı ile birlikte gerçekleşen büzülmenin ve yoğunlaşmanın gelişimine şahit olmuştur. Görece uzay, merkezi ana-güneş burgacının yakınında bulunan bölgelerde bile ortaya çıkmıştır. Dışsal bölgeler daha istikrarlı ve daha iyi düzenlenmiş bir hale gelmektedir; yeni doğan güneşler etrafında dönen bazı gezegenler, yaşam aktarımı için uygun hale gelmesi bakımından yeterince soğumuştur. Nebadon’un en eski yerleşik gezegenlerinin oluşumu bu tarihe rastlamaktadır.
57:3.11 (654.4) Bu aşamada Nebadon’un tamamlanmış evren işleyiş biçimleri faaliyet göstermeye başlamaktadır; ve Mikâiller’in yaratımları, Uversa üzerinde yerleşimin ve ilerleyici fani yükselişin bir evreni olarak kaydedilmiştir.
57:3.12 (654.5) 100.000.000.000 yıl önce, yoğunlaşma geriliminin nebulasal zirvesine ulaşılmıştır; olası en yüksek ısı gerilim noktası erişilmiştir. Çekim-ısı geriliminin bu ciddi eşik aşaması zaman zaman çağlar boyunca sürmektedir; ancak nihai olarak ısı çekim ile girdiği çekişmeden galip çıkmakta olup, güneş dağılımının muhteşem dönemi başlar. Ve bu oluşum, bir uzay nebulasının ikincil sürecinin sonunu simgelemektedir.
57:4.1 (654.6) Bir nebulanın birincil düzeyi daireseldir; ikincil düzeyi, sarmal biçimindedir; üçüncül düzeyi ise ilk güneş dağılımının şeklindedir; bunun karşısında dördüncül düzey, ana çekirdeğin bir küresel bulut kümesi veya dönemsel bir güneş sisteminin merkezi şeklinde faaliyet gösteren yalnız bir güneş biçiminde sonlanmasıyla, ikinci ve son güneş dağılım çevrimi ile bütünleşir.
57:4.2 (654.7) 75.000.000.000 yıl önce bu nebula, güneş ailesi düzeyin doruk noktasına erişmiştir. Bu oluşum, güneş kayıplarının ilk döneminin zirve noktasıydı. Bu güneşlerin büyük bir çoğunluğu bu zamandan beri; gezegenlerin, uyduların, karanlık adaların, kuyruklu yıldızların, göktaşlarının ve kâinatsal toz bulutlarının geniş sistemlerine kendi içlerinde sahip oldular.
57:4.3 (654.8) 50.000.000.000 yıl önce, güneş dağılımının ilk dönemi tamamlanmıştır; bu nebula, 876.926 güneş sistemine kaynaklık eden bir süreç boyunca mevcudiyetinin dördüncü çevrimini hızlı bir biçimde tamamlamaktaydı.
57:4.4 (654.9) 25.000.000.000 yıl öncesi; nebulasal yaşamın üçüncü çevriminin tamamlanışını gözlemlemiş olup, bu ebeveynsel nebuladan elde edilen uçsuz bucaksız sistemlerin düzenlenişini ve görece istikrarını beraberinde getirmiştir. Ancak fiziksel büzülme ve artan ısı üretiminin süreci, nebulasal kalıntılının merkezi kütlesi içinde devam etmiştir.
57:4.5 (655.1) 10.000.000.000 yıl önce, Andronover’in dördüncü çevrimi başlamıştır. Çekirdek-kütlenin olası en yüksek sıcaklığı erişilmiştir; yoğunlaşmanın önemli eşiği yaklaşmaktaydı. Kökensel ana çekirdek; kendisine ait içsel-ısı yoğunlaşma gerilimine ek olarak özgürleştirilmiş güneş sistemlerinin çevreleyen kümelenişine ait aratan çekim-gelgit etkisinin bir araya gelen basıncı altında, şiddetle sarsılmaktaydı. İkinci nebulasal güneş çevrimini başlatacak olan patlamalar oldukça yakındı. Nebulasal mevcudiyetin dördüncü çevrimi çok yakın bir zaman zarfında başlayacaktı.
57:4.6 (655.2) 8.000.000.000 yıl önce, şiddetli nitelikte dönemsel patlama başlamıştır. Yalnızca dışsal sistemler, kâinat kapsamındaki büyük ve ani bu türden değişiklerinin gerçekleştiği zaman zarfında güvenli bir konumda bulunmaktadır. Bu nihai güneş püskürüşleri, neredeyse iki milyon yıllık bir süreci aşkın zaman zarfına kadar devam etmiştir.
57:4.7 (655.3) 7.000.000.000 yıl öncesi, Andronover’in dönemsel kopuşunun doruk noktasına şahit olmuştur. Bu süreç; daha geniş dönemsel güneşlerin doğumu olup, şiddetli yerel fiziksel oluşumların en yüksek noktasıdır.
57:4.8 (655.4) 6.000.000.000 yıl öncesi; dönemsel kopuşun sonuna ek olarak, Andronover ikinci güneş ailesinin son biriminden meydana elen elli altıncı güneş biçiminde sizin güneşinin doğuşunu simgeler. Nebula çekirdeğinin bu nihai patlaması, birçoğunun yalnız gökcisimleri olduğu 136.702 güneşi meydana getirmiştir. Andronover nebulası içinden kaynağını olan güneşler ve güneş sistemlerinin toplam sayısı 1.013.628’di. Güneş sistemi güneşi, bu açığa çıkan güneşlerin 1.013.572’ncisiydi.
57:4.9 (655.5) Ve bu aşamada büyük Andronover nebulası artık, uzayın bu ana bulutundan kaynağını alan birçok güneş ve onların gezegensel aileleri dışında bir yerde mevcut bulunmamaktadır. Bu muhteşem nebulanın nihai kalıntısı hala; kırmızı bir parıltı ile yanmaya devam etmekte olup, ışığın hükümdarlarına ait iki kudretli neslin bu saygın annesi etrafında dönmekte olan yüz altmış beş dünyadan oluşan gezegensel aileyi kendisi ile ısıtmaya devam etmektedir.
57:5.1 (655.6) 5.000.000.000 yıl önce güneşiniz; doğumuna eşlik eden yakın zamanda gerçekleşmiş patlayışın kalıntıları olarak yakın konumdaki uzayın döngü halindeki maddelerin birçoğunu kendisinde toplayarak, göreceli nitelikte yalnızlaşmış bir alevli gökcismidir.
57:5.2 (655.7) Mevcut an içerisinde güneşiniz, göreceli istikrarına kavuşmuş bir haldedir; ancak onun on bir buçuk yıl güneş lekesi çevrimi, gençliğinde değişkenlik gösteren bir yıldız olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Güneşinizin ilk zamanlarında devam eden büzüşme ve bunun sonrasında gerçekleşen ısının kademeli yükselişi, yüzeyinde devasa kasılmaları başlatmıştır. Bu dev çırpınışlar, değişkenlik gösteren parlaklığın bir çevriminin tamamlanması için üç buçuk güne ihtiyaç duymuştur. Bu dönemsel kasılma niteliğindeki bahse konu değişkenlik gösteren düzey, kısa zamanda karşılaşılacak olan belirli dış etkenlere karşı güneşinizi oldukça tepkisel kılmıştır.
57:5.3 (655.8) Böylelikle bu oluşum; dünyanızın ait olduğu yerel sistem niteliğindeki güneşinizin gezegensel ailesinin ismi olarak, Monmatia’nın benzersiz kökeni için hazırlanmış yerel mekân aşamasıydı. Orvonton’un gezegensel sistemlerinin yüz de birinden daha azı bu türden benzer kökene sahiptir.
57:5.4 (655.9) 4.500.000.000 yıl önce devasa Angona sistemi, bu yalnız güneşin çevresine olan yaklaşımına başlamıştır. Bu büyük sistemin merkezi; yüksek bir biçimde etkiye maruz kalan katı nitelikte ve muhteşem çekim etkisine sahip, mekânın devasa karanlık yıldızıydı.
57:5.5 (656.1) Güneşsel kasılmalar boyunca olası en yüksek genişleme zamanında Angona daha yakın bir biçimde güneşe yaklaştığında, gaz maddesinin akımları devasa güneş uzantıları olarak uzaya fırlatılmıştır. İlk başta bu yanan gaz uzantıları, güneşe sürekli olarak geri dönecekti; ancak Angona gittikçe yakına geldiğinde, devasa ziyaretçinin çekim etkisi o kadar büyük bir hale gelmiştir ki bu gaz uzantılarının dışarı atılımları güneşe tekrar dönerek belirli bir noktada kesilmiştir; bunun karşısında ise güneşin dışsal bölgeleri, kendilerine ait oval yörüngeleri içinde güneş etrafında eş zamanlı olarak dönmeye başlayan güneş göktaşları biçiminde, maddenin bağımsız bünyelerini oluşturmak için ondan ayrılmışlardır.
57:5.6 (656.2) Angona sistemi yakınlaştıkça, güneşsel püskürme giderek büyümüştür; gittikçe artan bir nicelikte madde, çevreleyen uzay içinde döngü halindeki bağımsız bedenler haline gelmek için güneşten çekilmiştir. Bu durum, Angona güneşe olan en yakın konumuna gelene kadar yaklaşık olarak beş yüz bin yıl boyunca gelişme göstermiştir. Bunun üzerine, kendisine ait dönemsel içsel kasılmalarından biri ile eş zamanlı olarak, güneş kısmı bir parçalanma yaşamıştır; iki zıt kutbundan ve eş zamanlı olarak maddenin devasa hacimleri dışarıya atılmıştır. Angona tarafından ise; güneşin doğrudan çekim denetiminden kalıcı bir biçimde ayrılmış hale gelen nitelikteki, iki kutbu kaplayan ve merkezde önemli ölçüde toplanan güneş gazlarının geniş bir sütunu dışarı doğru çekilmiştir.
57:5.7 (656.3) Güneşten böylelikle koparılan güneşsel gazların bu büyük sütunu daha sonra, güneş sisteminin on iki gezegenine evirilmiştir. Bu devasa güneş sistemi atasının patlamasıyla birlikte gel-git içerisinde güneşin iki kutbundan gazın nihai çekimi bu zamandan beri; her ne kadar bu maddenin oldukça büyük bir kısmı Angona sistemi uzayın derinliklerine geri çekilirken güneşsel çekim tarafından daha sonra geri yakalansa da, güneş sisteminin göktaşlarına ve uzay tozuna gelecek bir biçimde yoğunlaşmıştır.
57:5.8 (656.4) Her ne kadar Angona güneş sistem gezegenlerinin atasal maddesinin çıkarımında başarılı olmuş ve maddenin devasa büyüklükteki hacmi bu aşamada küçük gezegenler ve gök taşları olarak güneş etrafında dönse de; bu güneş maddesinin hiçbir parçasını kendi içine almamıştır. Ziyaret eden sistem, güneşin özünün herhangi bir parçasını gerçek anlamıyla çalacak kadar onun yakınına gelmemiştir; ancak bu sistem, mevcut güneş sistemini meydana getiren maddenin tümünü arada kalan uzaya kadar çekmek için yeterli bir biçimde ona yakın bir konumda dönmüştür.
57:5.9 (656.5) Beş iç ve beş dış gezegenler yakın bir zaman içinde, Angona’nın güneşten koparmada başarılı olduğu devasa çekim kabartısının daha az büyüklükte ve sivrilen uç konumlarında soğuyan ve yoğunlaşan çekirdeklerden küçük oluşumlar halinde meydana geldiler; bunun karşısında ise Satürn ve Jüpiter, bu yapının daha büyük kütledeki ve sivri konumlarından meydana geldikler. Jüpiter ve Satürn’ün güçlü çekim etkisi, uyduların şahit olduğu belirli gerileme hareketi olarak Angona’dan çalınan maddenin birçoğunu önceden almıştır.
57:5.10 (656.6) Aşkın ısıtılmış güneşsel gazların devasa sütununun tam merkezinden meydana gelen bir biçimde Jüpiter ve Satürn; muhteşem bir parlaklıkta ışık verecek ve ısının devasa hacimlerini yayacak kadar, oldukça yüksek düzeyde ısıtılmış güneş maddesini içinde barındırmaktaydı. Güneş sistem gezegenlerinin bu iki en büyük oluşumu bu zamana kadar, tamamlanmış yoğunlaşma veya katılaşma noktasına kadar henüz soğumamış bir biçimde, gazsal olarak kalmaya devam ettiler.
57:5.11 (656.7) Diğer on gezegenin sahip olduğu çekirdeklerin gaz-büzüşümü yakın bir zaman içerisinde; katılaşma aşamasına erişmiş olup, yakın uzay içinde döngü halindeki göktaşı cisminin artan sayılarını böylelikle kendilerine doğru çekmiştir. Güneş sisteminin dünyaları böylece, göktaşlarının devasa sayılarının yakalanması vasıtasıyla daha sonra büyüten gaz yoğunlaşmasının çekirdekleri olarak, çifte bir kökene sahip olmuştur. Gerçek anlamıyla onlar, azalan sayılarda göktaşlarını yakalamaya devam etmektedir.
57:5.12 (657.1) Gezegenler, güneşsel annelerinin ekvatorsal düzlemi etrafında dönmemektedir; bunun aksi bir durum eğer güneşsel dönüşleri vasıtasıyla dışarı atılmaları durumunda gerçekleşirdi. Bunun yerine onlar; güneşin ekvator düzemine olan ciddi bir yakınlıkta meydana gelen açıda, Angona güneş püskürüşünün düzlemi içinde seyahat etmektedir.
57:5.13 (657.2) Angona her ne kadar güneşsel kütlenin herhangi bir parçasını yakalayamamış olsa da, sizin güneşiniz; bu ziyaret eden sistemin döngü halindeki uzay maddesinin bir parçasını kendisine ait başkalaşan gezegensel ailesine eklemiştir. Angona’nın etkili çekim alanı nedeniyle onun bağlı gezegensel ailesi, devasa karanlık yıldızdan ciddi bir uzaklıkta bulanan yörüngeyi takip etmiştir. Güneş sisteminin atasal kütlesinin püskürüşünden sonra ve Angona hali hazırda güneşin yakınında bulunurken, Angona sisteminin üç büyük gezegeni; güneşin çekim etkisiyle birleşen güneş sisteminin çekim etkisinin Angona’nın çekim etkisi karşısında eşit bir çekimle karşı koymasına ve gezinti halinde bulunan gök cisimlerinin bu üç bağlı unsurundan kalıcı bir biçimde kendisini ayırmasına yetecek kadar, bu devasa güneş sisteminin yakınında hareket etmiştir.
57:5.14 (657.3) Güneşten elde edilen güneş sistemi maddesinin tümüne kökensel olarak, yörüngesel dönüşün uyumlu doğrultusu kazandırılmıştır; bu yabancı mekân bünyelerinin müdahalesi olmasaydı, güneş sistem maddesinin tümü yörüngesel hareketinin aynı doğrultusunu hala korumaya devam ederlerdi. Bu durumun meydana gelmiş olması sebebiyle Angona’nın bağlı üç gök cisminin etkisi, ortaya çıkmakta olan güneş sistemine gerileme hareketinin sonuçsal dışavurumu ile birlikte yeni ve yabancı yön kuvvetlerini eklemiştir. Herhangi bir gökbilim sistemi içinde gerileme hareketi; her zaman kazasal olup, her koşulda yabancı mekân bünyelerinin çarpışmasal etkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden çarpışmalar her zaman gerileme hareketi ortaya çıkarmayabilir, ancak çeşitli kökenlere sahip olan gök kütlelerini taşıyan bir sistem dışında herhangi bir gerileme hareketi hiçbir zaman ortaya çıkmamaktadır.
57:6.1 (657.4) Güneş sisteminin doğumunu takiben, azalan niceliklerde bulunan güneş püskürmelerin bir süreci gerçekleşir. Sayıları azalan bir biçimde, bir diğer beş yüz bin yıllık süreç içerisinde, güneş; küçülen hacimlerdeki maddeyi çevreleyen uzaya atmaya devam eder. Ancak değişken yörüngelerin bu ilk zamanları boyunca, çevreleyen cisimler güneşe olan en yakın yaklaşımlarında bulundukları zaman, güneşsel ebeveyn bu göktaşı maddesinin büyük miktarlarını yeniden bünyesinde yakalamaya yetkin bir halde bulunmuştur.
57:6.2 (657.5) Güneşe en yakın olan gezegenler, gel-git etkisi sebebiyle dönüşleri yavaşlayacak olan ilk gök cisimleri olmuştur. Bu türden çekimsel etkiler aynı zamanda; Urantia’ya her zaman aynı yüzünü dönen Merkür gezegeni ve ay tarafından dışa vurulduğu gibi, gezegenin bir yarıküresini her zaman güneş tarafına dönen bir biçimde bırakarak, eksensel dönüş sonlanana kadar bir gezegenin dönüşünün giderek artan bir biçimde azalmasına sebep olan bir biçimde, gezegensel-eksen dönüşünün hızı üzerinde bir fren olarak faaliyet göstererek, gezegensel yörüngelerin istikrarına katkıda bulunur.
57:6.3 (657.6) Ay ve dünyanın gel-git etkileri birbirine eşit hale geldiğinde, dünya her zaman aynı yarıküresini aya dönecektir; ve gün ve takvimsel ay süreci — yaklaşık bir biçimde kırk beş gün uzunluğunda olarak — birbirine benzer hale gelecektir. Yörüngelerin bu türden istikrarı erişildiğinde, gel-git etkileri; ayı artık dünyadan daha uzağa doğru sürüklemeyecek bunun yerine kademeli olarak bu uyduyu gezegene doğru çekecek bir biçimde, tersi yönde hareketine geçecektir. Ve bunun sonrasında, uzak bir zaman içinde, ay dünyanın on bin mil yakınlarına geldiğinde dünyanın çekim etkisi ayı etkilemeye başlayacaktır; ve bu gel-git çekim patlaması, Satürn’ün sahip olduğu halka maddesine benzer bir biçimde dünya etrafında toplanarak veya kademeli bir biçimde göktaşları olarak dünya tarafından çekilecek bir biçimde, ayı küçük parçacıklara ayıracaktır.
57:6.4 (658.1) Eğer uzay bünyeleri birbirine benzer büyüklükte ve yoğunlukta ise, çarpışmalar gerçekleşebilir. Ancak benzer yoğunluğa sahip iki uzay cismi büyüklük bakımından göreceli olarak birbirine eşit değilse, eğer küçük olan artan bir biçimde daha büyük olana yaklaşıyorsa, küçük olan cismin patlaması; bu cismin yörüngesinin yarıçapı, büyük olan cismin yarıçapının iki buçuk katından daha az hale geldiğinde gerçekleşecektir. Mekânın devasa yıldızları arasındaki çarpışmalar gerçekte nadiren gerçekleşmektedir; ancak küçük cisimlerin çekim gel-git patlamaları oldukça sıklıkla görünmektedir.
57:6.5 (658.2) Düşen yıldızlar oldukça bol bir biçimde meydana gelmektedir, çünkü onlar; yakında bulunan ve daha büyük uzay cisimleri tarafından uygulanan gel-git çekimi tarafından parçalanan maddenin büyük cisimlerine ait kalıntılardır. Satürn’ün halkaları, parçalanmış bir uydunun kalıntılarıdır. Jüpiter’in sahip olduğu uydulardan biri gel-git etkisinin ciddi eşiğine mevcut an içerisinde tehlikeli bir biçimde yaklaşmaktadır; ve birkaç milyon yıl içerisinde bu cisim, ya bir gezegen tarafından yok olacaktır veya çekim gel-git parçalanma sürecine girecektir. Güneş sisteminin beşinci gezegeni çok uzun bir süre önce; çekim gel-git parçalanmasının ciddi eşiğine girene kadar dönemsel olarak Jüpiter’e giderek yaklaşma biçiminde düzensiz bir yörüngede hareket etmiş olup, bu eşik sonrasında aniden parçalarına ayrılmış ve mevcut an içerisindeki asteroit kümesi haline gelmiştir.
57:6.6 (658.3) 4.000.000.000 yıl öncesi; birkaç milyar yıl boyunca büyüklük bakımından artmaya devam etmiş uyduları dışında, bu günkü gibi görülen Jüpiter ve Satürn sistemlerinin düzenlemesine şahit olmuştur. Gerçekte güneş sistemine ait gezegenler ve uyduların tümü, devam eden göktaşların yakalanmalarının sonucu olarak hâlihazırda büyümeye devam etmektedir.
57:6.7 (658.4) 3.500.000.000 yıl önce, diğer on gezegenin yoğunlaşması çok yerinde bir biçimde gerçekleşmişti; ve her ne kadar küçük olan uyduların bazıları daha sonra mevcut anda bulunan daha büyük uydular ile bütünleşmiş olsa da, uyduların birçoğunun çekirdekleri bütüncül haldeydi.
57:6.8 (658.5) 3.000.000.000 yıl önce, güneş sistemi mevcut an içerisinde hareket ettiği gibi faaliyet göstermekteydi. Onun üyeleri, uzay göktaşlarının gezegenlere ve onların uydularına olan şaşılacak bir derecedeki akımları devam ederken büyüklük bakımından genişlemeye devam etmiştir.
57:6.9 (658.6) Bu zaman zarfında güneş sisteminiz; Nebadon’un fiziksel kaydına girmiş olup, kendisine Monmatia ismi verilmiştir.
57:6.10 (658.7) 2.500.000.000 yıl önce gezegenler büyüklük bakımından çok devasa ölçülerde genişlemiştir. Urantia bu zaman zarfında; mevcut kütlesinin yaklaşık olarak on katı büyüklüğünde çok iyi gelişmiş bir âlem olup, büyüklüğü göktaşsal yığılımı vasıtasıyla hızla hala artmaktaydı.
57:6.11 (658.8) Bu devasa etkinliğin tümü; Urantia’nın düzeyi üzerinde bir evrimsel dünyanın oluşumuna ait olağan bir süreç olup, zamanın yaşam serüvenlerini hazırlamasında mekânın bu türden dünyalarının fiziksel evriminin başlaması için gökbilimsel ön hazırlıkları meydana getirir.
57:7.1 (658.9) Bu öncül zamanlar boyunca güneş sisteminin mekân bölgeleri, küçük parçalayıcı ve yoğunlaşmış uzay cisimleri ile dolup taşmaktaydı; koruyucu bir yanma atmosferinin yokluğunda bu türden mekân cisimleri, doğrudan bir biçimde Urantia’nın yüzeyine çarpmıştır. Bu aralıksız gerçekleşen etkiler, gezegen yüzeyini nihai olarak sıcak tutmuş; ve âlemin çekim etkisinin artması ile birlikte bu durum, demir gibi daha ağır olan kimyasal elementlerin kademeli olarak gezegenin merkezine doğru daha çok hareket etmesine sebep olan bir biçimde bu değişimleri gerçekleştirmiştir.
57:7.2 (659.1) 2.000.000.000 yıl önce dünya, kesin bir biçimde büyüklük bakımından ayı geçmeye başlamıştır. Bu gezegen her zaman uydusundan daha fazla bir büyüklüğe sahip olmuştur; ancak, dünya tarafından devasa uzay cisimlerinin yakalandığı an olan bu zaman zarfına kadar büyüklük bakımından aralarında çok büyük bir fark bulunmamaktaydı. Urantia bu zaman zarfında; mevcut büyüklüğünün beşte biri kadar olup, ısıtılmış iç çekirdeği ve soğuyan kabuğu arasında gerçekleşen içsel nitelikteki temel karşıtlığın bir sonucu olarak ortaya çıkmaya başlayan ilkel atmosferi tutacak kadar büyük bir konuma gelmiştir.
57:7.3 (659.2) Belirli volkanik faaliyetin gerçekleşme süreci bu zaman zarfına uzanmaktadır. Dünyanın iç ısısı, göktaşları olarak uzaydan alınan radyoaktif veya diğer bir değişle ağır kimyasal elementlerin daha derinlere doğru gömülümü vasıtasıyla artmaya devam etmiştir. Bu radyoaktif elementlerin çalışması, yüzeyi bakımından Urantia’nın bir milyar yıldan daha yaşlı olduğunu ortaya çıkaracaktır. Radyum saati, bu gezegenin yaşına dair bilimsel tahminlerin yerine getirilmesi için sahip olduğunuz en güvenilir zaman ölçerdir; ancak bu türden tahminlerin tümü haddinden daha fazla bir biçimde kısa bir süreci göstermektedir, çünkü incelemenize açık olan radyoaktif maddelerin tümü dünyanın yüzeyinden alınmış olup bu nedenle göreceli olarak yakın zamanda meydana gelen Urantia’nın bu elementlerin kazanımlarını temsil etmektedir.
57:7.4 (659.3) 1.500.000.000 yıl önce ay mevcut andaki kütlesine yaklaşırken, dünya şu anda sahip olduğu büyüklüğünün üçte ikisi kadardı. Büyüklük bakımından dünyanın aya kıyasla çok daha hızlı genişlemesi, ayın kökensel olarak sahip olduğu küçük atmosferin dünya tarafından yavaşça gerçekleşen çalınışına izin vermiştir.
57:7.5 (659.4) Volkanik faaliyet bu aşamada zirve noktasında bulunmaktadır. Dünyanın bütünü, ağır metallerin merkeze doğru çekilmesinden önceki konumda bulunan yüzeyin öncül eriyik düzeyde varoluşuna benzeyen bir biçimde, gerçek anlamıyla alev dolu bir cehennemdir. Bu düzey, volkanik çağdır. Yine de, göreceli olarak başlıca daha hafif granitten meydana gelen bir kabuk kademeli bir biçimde oluşmaya başlamaktadır. Bu aşama, ilerde bir zaman zarfında yaşamı destekleyebilecek olan bir gezegen için oluşturulmaktadır.
57:7.6 (659.5) İlkel gezegensel atmosfer; bu aşamada bir miktar su buharı, karbon monoksit, karbondioksit ve hidrojen klorür taşıyarak, yavaşça evirilmektedir; ancak orada özgür nitrojen veya özgür oksijen neredeyse hiçbir biçimde bulunmamaktadır. Bir dünyanın atmosferi volkanik çağ içerisinde tuhaf bir görüntü yansıtmaktadır. Yukarıda sıralanan gazlara ek olarak atmosfer; sayısız volkanik gazlara ek olarak hava kemer oluşumları niteliğinde gezegensel yüzeye doğru sürekli bir biçimde fırlayan ağır göktaşı yağmurlarının patlama parçacıkları tarafından yoğun bir biçimde etkilenmektedir. Bu türden göktaşı patlamaları; atmosfersel oksijeni neredeyse yok olma düzeyine getirmekte olup, onların göktaşı bombardımanı hala devasa düzeylerde bulunmaktadır.
57:7.7 (659.6) Bu aşamada atmosfer, gezegenin sıcak kayalık yüzeyi üzerinde yağmur yağışının başlaması için yeteri miktarda oluşumunu tamamlamış ve soğumuştur. Binlerce yıl boyunca Urantia, buharın engin ve devasa bir yorganı altında kaplanmış bulunmaktaydı. Ve bu çağlar boyunca güneş, dünyanın yüzeyi üzerinde hiçbir şekilde parıldamamıştır.
57:7.8 (659.7) Atmosferin sahip olduğu karbonun birçoğu, gezegenin yüzeysel tabakaları içinde bolca bulunan çeşitli metallerin sahip olduğu karbonatlardan elde edilmiştir. Daha sonra bu karbon gazlarının çok daha büyük nicelikleri, öncül ve verimli bitki yaşamı tarafından tüketilmiştir.
57:7.9 (660.1) Daha sonraki dönemler içinde bile devam eden lav akıntıları ve gelmekte olan göktaşları, havanın oksijeninin neredeyse bütününü kullanmıştır. Yakın bir zamanda meydana gelecek olan ilkel okyanusun ilk birikintileri bile renkli kayalara veya şistlere sahip olmamıştır. Ve uzun bir süre boyunca bu ilk okyanusun ortaya çıkmasından sonra, atmosfer içinde neredeyse hiçbir özgür oksijen bulunmamaktaydı; ve oksijen, su yosunları ve bitki yaşamının diğer türleri tarafından daha sonra üretilene kadar önemli miktarlarda ortaya çıkmamıştır.
57:7.10 (660.2) Volkanik çağın ilkel gezegensel atmosferi, göktaşı yağmurlarının çarpışmasal etkilerinden çok az bir korunumu sunmaktaydı. Göktaşlarının milyonlarcası, katı cisimler olarak gezegensel kabuğa çarpmak için bu türden bir hava kemerinin içinde geçmeye yetkin bulunmaktaydı. Ancak zaman ilerledikçe, gittikçe azalan miktarlardaki büyük cisimler, daha sonraki dönemlerin oksijen bakımından zengin atmosferin sürekli güçlenen sürtünme kalkanına karşı koyar hale gelmiştir.
57:8.1 (660.3) 1.000.000.000 yıl öncesi, Urantia tarihinin mevcut bir biçimde başlama zamanıdır. Bu gezegen, yaklaşık olarak mevcut büyüklüğüne erişmiştir. Ve bu zaman zarfında Nebadon’un fiziksel kayıtlarına girmiş olup, bu âleme Urantia ismi verilmiştir.
57:8.2 (660.4) Atmosfer, aralıksız meydana gelen nem yağışı bile birlikte, dünya kabuğunun soğumasını gerçekleştirmiştir. Volkanik hareket, öncül bir biçimde iç-ısı basıncını ve kabuksal büzülüşü eşitlemiştir; ve volkanların sayısı hızlı bir biçimde azalırken, depremler kabuksal soğumanın ve onun uyumlu hale gelişinin bu çağı ilerledikçe dışavurumlarını sergilemişlerdir.
57:8.3 (660.5) Urantia’nın gerçek yeryüzü tarihi, ilk okyanusun oluşmasına yetecek kadar dünya kabuğunun soğumasıyla başlamaktadır. Dünyanın soğuyan yüzeyi üzerinde su-buharının yoğunlaşması bir kez başladığında, neredeyse tamamlanana kadar faaliyetine devam etmiştir. Bu sürecin sonucunda okyanus, bir milin üstünde ortalama bir derinlikte gezegenin tamamını kaplayan bir biçimde, dünya-çapında bulunan bir nitelikteydi. Bunun sonrasında gel-gitler mevcut an içerisinde gözlendiği gibi faaliyet içerisindeydi; ancak bu ilkel okyanus tuzlu değildi; o dünyayı neredeyse tamamen temiz suyla kaplamaktaydı. Bu zaman süreçleri içinde klorürün birçoğu çeşitli metaller ile birleşmişti; ancak orada bu suyu hafif bir biçimde asidik hale getirecek hidrojen birlikteliği mevcut bulunmaktaydı.
57:8.4 (660.6) Bu uzak çağın açılmasıyla birlikte Urantia bu aşamada, su ile çevrilmiş bir gezegen olarak düşünülmelidir. Daha sonra, daha derin ve böylece daha yoğun lav akımları mevcut Büyük Okyanus’un tabanına eklenmekte olup, su ile kaplı yüzeyin bu kısmı ciddi bir biçimde aşağıya doğru itilmiş bir hale gelmiştir. İlk kıtasal kara kütlesi dünya okyanusundan, kademeli olarak dünya kabuğunun kalınlaşma dengesinin karşılıksal düzenlemeleri içinde ortaya çıkmıştır.
57:8.5 (660.7) 950.000.000 yıl önce Urantia, büyük bir kıta karasına ilaveten Büyük Okyanus olarak büyük bir su bedeninin görünümünü yansıtmaktadır. Volkanlar geniş çaplı bir biçimde görünmekte olup, depremler ile birlikte sık ve ciddi bir biçimde gerçekleşmektedir. Göktaşları dünyaya çarpmaya devam etmektedir; ancak onların bu bombardımanı, sıklık ve büyüklük bakımından azalma göstermektedir. Atmosfer açılmaya başlamaktadır; ancak karbondioksitin miktarı büyümeye devam etmektedir. Dünya kabuğu kademeli olarak istikrar kazanmaktır.
57:8.6 (660.8) Urantia’nın Satania sistemine gezegensel idare için atanması ve onun Norlatiadek’in yaşam kaydına alınması bu zaman zarfında gerçekleşmiştir. Bunun sonrasında orada; üzerinde takip eden süre içinde Mikâil’in fani bahşedilişin muhteşem görevine katılacağı, ve bu andan itibaren “haçın dünyası” olarak yerel bir biçimde bilenen hale gelmesine neden olacak deneyimlerin içinde bulunacağı, küçük ve kayda değer ölçüde bulunmayan bu âlemin idari tanınması başlamıştır.
57:8.7 (661.1) 900.000.000 yıl öncesi, gezegende incelemelerde bulunması ve onun bir yaşam deneyim düzeyine olan uyumu hakkında durum değerlendirilmesinde bulunması için Jerusem’den gönderilen Satania’nın ilk keşif topluluğunun Urantia’ya ulaşmasına şahit olmuştur. Bu heyet; Yaşam Taşıyıcıları, Lanonandek Evlatları, Melçizedekler, yüksek meleklere ek olarak gezegensel düzenleme ve idarenin öncül zamanları ile ilgili göksel yaşamın diğer düzeyleriyle bütünleşen, yirmi dört üyeden meydana gelmiştir.
57:8.8 (661.2) Gezegenin bu zorlu bir incelenişinde bulunduktan sonra bu heyet; Jerusem’e dönüp, Urantia’nın yaşam deneyim kaydına alınmasını tavsiye eden bir biçimde Sistem Egemeni’ne olumlu görüş bildiriminde bulunmuştur. Dünyanız bunun uyarınca Jerusem üzerinde bir ondalık gezegeni olarak kaydedilmiştir; ve Yaşam Taşıyıcıları, bunun takip eden süreç içerisinde yaşam nakli ve aktarımları için bu gezegene ulaştıklarında mekanik, kimyasal ve elektriksel yönlendirmelerin yeni yöntemlerini yerine getirmek için izne sahip oldukları hakkında bilgilendirilmişlerdir.
57:8.9 (661.3) Bu zaman zarfında gezegensel oluşum için düzenlemeler; Jerusem’in on iki unsurundan oluşan karma heyet tarafından tamamlanmış, Edentia üzerindeki yetmiş unsurdan oluşan gezegensel heyet tarafından onaylanmıştır. Yaşam Taşıyıcıları’nın danışma karar yardımcıları tarafından önerilen bu tasarımlar, nihai olarak Salvington üzerinde kabul edilmiştir. Bunun sonrasında yakın bir zaman içerisinde Nebadon yayıncıları; Urantia’nın, Nebadon yaşam biçimlerinin Satania türünü genişletmek ve onu geliştirmek için tasarlanan altmışıncı Satania deneyimlerini Yaşam Taşıyıcıları’nın üzerinde yerine getireceği düzlem haline geleceğine dair duyuruyu taşımıştır.
57:8.10 (661.4) Urantia’nın Nebadon’un tümü için evren yayınları içinde ilk kez tanınmasından kısa bir süre sonra, ona bütüncül evren düzeyi verilmiştir. Bunun sonrasında yakın bir zamanda gerçekleşen bir biçimde Urantia, aşkın-evrenin azınlık ve çoğunluk birim yönetim merkezlerinin kayıtlarına alınmıştır; ve bu çağın sonlanmasından önce Urantia, Uversa’nın gezegensel yaşam kaydında kendine yer elde etmiştir.
57:8.11 (661.5) Bu çağın bütünü, sık ve oldukça şiddetli fırtınalar tarafından nitelenmektedir. Dünyanın öncül kabuğu, sürekli gerçekleşen değişimin bir durumu içinde bulunmaktaydı. Dünyanın yüzeyi içerisinde bu kökensel gezegen kabuğuna dair hiçbir şey geride kalmamıştı. Bu kabuğun tümü, derin köklerden gelen lav fışkırmaları ile birçok kez karışmış ve dünya çapında mevcut olan öncül okyanusun daha sonraki birikintileri ile bütünleşmiştir.
57:8.12 (661.6) Hudson körfezi etrafında Kanada’nın kuzeydoğusu haricinde, bu eski okyanus-öncesi kayaların değişikliğe uğramış kalıntıları dünya yüzeyinin hiçbir yerinde artık bulunamamaktadır. Bu geniş granit yükselişi, okyanus-öncesi çağlara ait olan kayalıktan meydana gelmiştir. Bu kayalık tabakaları ısıtılmış, eğilmiş, bükülmüş ve yukarı doğru büzülmüştür; ve bu oluşumlar, zarar verici başkalaşımsal deneyimler boyunca sürekli olarak tekrarlanmıştır.
57:8.13 (661.7) Okyanussal çağlar boyunca, fosili barındırmayan tabakalaşmış kayanın devasa katmanları bu eski okyanus tabanında birikmiştir. (Kireçtaşı, kimyasal yağışın bir sonucu olarak oluşabilir; ancak daha eski olan kireç taşlarının tümü deniz-yaşam birikimi vasıtasıyla üretilmemiştir.) Bu eski kayalık oluşumlarının hiçbiri içinde yaşam izleri bulamaz; onlar, su çağlarının daha sonraki birikimlerinin daha eski yaşam-öncesi katmanlar ile bütünleşmesinin şans eseri gerçekleşmesi dışında, hiçbir fosili taşımamaktadırlar.
57:8.14 (662.1) Dünyanın öncül kabuğu, oldukça istikrarsız bir konumdaydı; ancak bu süreç içerisinde dağlar, oluşum aşamasında bulunmamaktaydı. Gezegen, tıpkı oluşum sürecinde gerçekleştiği gibi, çekim basıncı altında büzüştü. Dağlar, büzüşen bir âlemin soğuyan kabuğunun çökmesi sonunca oluşmamaktadır; onlar daha sonra yağmur, çekim ve toprak kayması faaliyetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
57:8.15 (662.2) Bu çağın kıtasal kara kütlesi, dünya yüzeyinin neredeyse onda birini kaplayana kadar artmıştır. Ciddi depremler, karanın kıtasal kütlesinin denizden oldukça yukarı doğru çıkışına kadar başlamamıştır. Depremler bir kere ortaya çıkmaya başladığında, sıklık ve ciddilik bakımından çağlar boyunca artış göstermiştir. Milyonlarca yıl boyunca depremlerin sayısı azalmıştır, ancak Urantia hali hazırda ortalama olarak günde on beş depreme sahiptir.
57:8.16 (662.3) 850.000.000 yıl önce, dünya kabuğunun istikrarlı hale gelişinin ilk gerçek çağı başlamıştır. Daha ağır olan metallerin birçoğu, dünyanın merkezine doğru yerleşmiştir; soğuyan kabuk, geçmiş çağlarda olduğu gibi geniş bir ölçek içinde gerçekleşen çöküşüne son vermiştir. Kara çıkışı ve daha ağır okyanus tabanı arasında daha iyi kurulan bir denge oluşturulmuştur. Alt-kabuk lav yatağının akışı neredeyse dünya çapında görülen bir hale gelmiştir; ve bu oluşum, soğuma, büzüşme ve yüzeysel kaymadan doğan dalgalanmaları telafi etmiş ve onları dengeli hale getirmiştir.
57:8.17 (662.4) Volkanik patlamalar ve depremler, sıklık ve ciddilik bakımından azalmaya devam etmiştir. Atmosfer, volkanik gazlar ve su buharından arınmaktadır; ancak karbondioksitin oranı hala çok yüksek bir düzeyde bulunmaktadır.
57:8.18 (662.5) Hava ve yeryüzü üzerindeki elektriksel rahatsızlıklar aynı zamanda azalma göstermektedir. Lav akışları, kabuğu çeşitli hale getiren ve onu belirli mekân-enerjilerine karşı koruyan elementlerin bir karışımını yüzeye çıkarmıştır. Ve bütün bunların tümü; manyetik kutupların faaliyeti tarafından dışa vurulan bir biçimde, karasal enerjinin denetimini yerine getirmek ve onun akışını düzenlemekle ilgili olmuştur.
57:8.19 (662.6) 800.000.000 yıl öncesi, artan kıtasal ortaya çıkışın çağı olarak ilk büyük kıta çağının başlayışını deneyimlemiştir.
57:8.20 (662.7) Dünyanın sahip olduğu hidrosferin yoğunlaşmasından beri, ilk olarak dünya okyanusun ve daha sonra Büyük Okyanus’a doğru, suyun bu geniş kütlesinin dünya yüzeyinin onda dokuzunu kaplamış olduğu bu aşama için düşünülmelidir. Denize düşen göktaşları okyanus tabanı içinde birikmektedir; ve göktaşları, genel olarak, ağır maddelerden meydana gelmektedir. Kara üzerine düşen göktaşları büyük ölçüde oksitlenmiş, bunun sonrasında toprak kayması tarafından ufalanmış ve okyanus havzasına dökülmüştür. Böylelikle okyanus tabanı artan bir biçimde ağır hale gelmiştir; ve bu duruma ek olarak, bazı yerlerde on mil derinliğini bulan bir su kütlesinin ağırlığı mevcut bulunmuştur.
57:8.21 (662.8) Büyük Okyanus’un aşağı yönlü artan itiş etkisi, kıtasal kara kütlesinin daha fazla yukarı doğru çıkışını sağlamıştır. Büyük Okyanus’un yatağı, ilave bir karşılıksal batış düzenlemesi içine girerken; Avrupa ve Afrika’nın, Avustralya, Kuzey ve Güney Amerika ve Antarktika kıtası ismiyle mevcut an içerisinde adlandırılan bu kütleler ile birlikte Büyük Okyanus’un derinliklerinden yükselişi başlamıştır. Bu sürecin sonunda dünya yüzeyinin neredeyse üçte biri, tek bir kıtasal beden biçiminde karadan oluşmuş bir halde bulunmaktaydı.
57:8.22 (662.9) Kara yükselişin bu artışıyla birlikte, gezegenin ilk mevsimsel farklılıkları ortaya çıkmaya başlamıştır. Kara yükselişi, kâinatsal bulutlar ve okyanussal etkiler mevsimsel dalgalanmaların baş etkenleridir. Asya kara kütlesinin omurgası, olası en yüksek kara ortaya çıkışı zamanı içinde neredeyse dokuz mil yüksekliğine ulaşmıştır. Bu rakımı büyük yükselti bölgesi üzerinde gezinen hava içerisinde daha fazla nem bulunsaydı, devasa buz yorganları ortaya çıkmış olurdu; bu çağı gerçekleştiğinden çok daha önce ortaya çıkardı. Bu türden karanın tekrar suyun üstüne çıkmasından önce birkaç yüz bin yıl geçmiştir.
57:8.23 (663.1) 750.000.000 yıl önce, kıtasal kara kütlesi içinde ilk kopuşlar büyük kuzey ve güney çatlakları olarak başlamıştır; bu çatlaklar daha sonra okyanus sularını içine almış olup, Grönland adası dâhil olmak üzere Kuzey ve Güney Afrika kıtalarının batı yönlü ayrılışının zeminin hazırlamıştır. Bu uzun doğu-ve-batı çatlağı; Afrika’yı Avrupa’dan koparmış olup, Avustralya, Büyük Okyanus Adaları ve Antarktika’nın kara kütlelerini Asya kıtasından ayırmıştır.
57:8.24 (663.2) 700.000.000 yıl önce Urantia, yaşam sağlamak için elverişli şartların olgunlaşması düzeyine yaklaşmaktaydı. Bu kıtasal kara çatlağı yarılışına devam etmiştir; artan bir biçimde okyanus, deniz hayatı için bir yaşam alanı olarak oldukça elverişli sığ sular ve kapalı körfezleri sağlayarak parmak uzunluğunda denizler biçiminde karaya doğru giriş yapmıştır.
57:8.25 (663.3) 650.000.000 yıl öncesi, kara kütlelerinin ilave ayrılışına ve bunun sonucunda gerçekleşen kıtasal denizlerin ek bir genişlemesine şahit olmuştur. Ve bu sular hızlı bir şekilde, Urantia yaşamı için hayati derecede önemli olan tuzluluk düzeyine erişmektedir.
57:8.26 (663.4) Oldukça iyi korunmuş kaya tabakaları içinde, katman katman, bir dönemin diğerini takip ettiği bir çağın bir diğeri üzerine doğduğu biçimde daha sonradan keşfedilen şekliyle, Urantia’nın yaşam kayıtlarını tortullaştıran bu denizler ve onları takip eden su kütleleridir. Eski zamanların bu iç denizleri gerçek anlamıyla evrimin beşiğiydi.
57:8.27 (663.5) [Kökensel Urantia Birliği’nin bir üyesi konumunda bulunmuş ve mevcut an içerisinde bir yerleşik gözlemci olan, bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
58. Makale
58:0.1 (664.1) SATANİA’nın tümü üzerinde, yaşamın-değişikliğe-uğratıldığı gezegenler olarak Urantia’ya benzeyen yalnızca altmış bir dünya bulunmaktadır. Yerleşik dünyaların büyük çoğunluğu, oluşturulan işleyiş biçimleri uyarınca insanlar tarafından yerleştirilmişlerdir; bu tür âlemler üzerinde Yaşam Taşıyıcıları, yaşam aktarımları için tasarımlarının yerine getirilmesinde çok az bir zaman kaybına sahiptirler. Ancak on dünyadan bir tanesi bir ondalık gezegeni olarak adlandırılıp, Yaşam Taşıyıcıları’nın özel kaydına atanmaktadır; bu türden gezegenler üzerinde bizlerin, yaşayan varlıkların ortak evren türleri üzerinde değişiklikte bulunma ve muhtemel bir biçimde onları geliştirmeye dair bir çaba içerisinde belirli yaşam deneyimlerine girişmememize izin verilmektedir.
58:1.1 (664.2) 600.000.000 yıl önce Jerusem’den gönderilen Yaşam Taşıyıcıları’nın heyeti Urantia üzerine ulaşmış olup, Satania sisteminin 606’ncı dünyası üzerinde yaşamı faaliyete geçirmek için hazırlıksal nitelikteki fiziksel şartların çalışmasına başlamıştır. Bu etkinlik; Satania içindeki Nebadon yaşam işleyiş biçimlerinin başlatılması deneyimimizin altı yüz altıncısı olup, yerel evrenin temel ve ortak yaşam tasarımları içinde değişiklerde bulunma ve dönüşümleri gerçekleştirme imkânımızın altmışıncısıdır.
58:1.2 (664.3) Bir âlemin evrimsel çevrimin başlatılması için olgun hale gelmesinden önce Yaşam Taşıyıcıları’nın yaşamı başlatmaya yetkin olmadıklarının altı çizilmelidir. Buna ek olarak ne de bizler, gezegenin fiziksel ilerleyişi tarafından desteklenebilecek ve yerine getirebilecek daha hızlı bir yaşam gelişimini sağlayabiliriz.
58:1.3 (664.4) Satania Yaşam Taşıyıcıları, yaşamın bir sodyum klorür işleyiş biçimini önceden tasarlamış bulunmaktadırlar; bu nedenle, okyanus sularının yeterli bir biçimde tuzsal hale gelmesine kadar aktarım faaliyeti için hiçbir girişimde bulunulamaz. Urantia protoplazma türü, yalnızca elverişli bir tuz çözeltisi içerisinde faaliyet gösterebilir. Bitkisel ve hayvansal olarak atasal yaşamın tümü, bir tuz-çözelti yaşam alanı içinde evrimleşmiştir. Ve daha yüksek bir biçimde düzenlenmiş kara hayvanları bile; “tuzlu derinlik” içine her küçük hücrenin gerçek anlamıyla daldığı şekilde onunla özgürce yıkandığı bir biçimde, kan akışı içerisinde bu aynı hayati tuz çözeltisi bedenleri boyunca dolaşmış olmasaydı, yaşamlarına devam edemezdi.
58:1.4 (664.5) Sizin ilkel atalarınız özgür bir biçimde tuz okyanusu içinde dolaşmışlardır; mevcut zaman zarfında, bu benzer okyanussal tuz çözeltisi, tüm nitelikleri bakımından gezegen üzerinde faaliyet göstermesi için ilk yaşayan hücrelerin ilk protoplazmasal tepkilerini tetikleyen tuz suyuna benzer bir kimyasal sıvı ile her bireysel hücreyi yıkayan bir biçimde, özgürce bedenleriniz içinde dolaşmaktadır.
58:1.5 (664.6) Ancak bu dönem başlarken Urantia, deniz yaşamının başlangıçsal türlerinin desteklenmesi için elverişli bir düzeye doğru her açıdan evirilmekteydi. Yavaş ama kesin adımlarla dünya ve onun komşu uzay bölgeleri üzerindeki fiziksel gelişmeler; karasal ve uzaysal olmak üzere fiziksel çevrenin kendisini gerçekleştirmesine en iyi uyumu sağlayacağına karar verdiğimiz, bu türden yaşam türlerinin oluşturulması için daha sonraki girişimlerin zemini hazırlamaktadır.
58:1.6 (665.1) Bunun sonrasında Yaşam Taşıyıcıları’nın Satania heyeti; yaşam aktarımının mevcut olarak başlamasından önce, hala daha fazla iç denizi ve kapalı körfezi sağlayacak kıtasal kara kütlesinin ilave kırılışlarını beklemeyi tercih ederek Jerusem’e dönmüştür.
58:1.7 (665.2) Bir deniz kökenine sahip bir gezegen üzerinde yaşam aktarımı için nihai en uygun koşullar, sığ suların ve kapalı körfezlerin geniş bir kıyı şeridi biçiminde iç denizlerinin geniş bir miktarı tarafından sağlanmaktadır; ve burada, dünyanın sularının tam da bu türden dağılımı hızlı bir biçimde gelişme göstermekteydi. Bu eski iç denizleri nadiren beş ila altı yüz fit derinliğindeydi; ve güneş ışığı, altı yüz fitten fazla okyanus suyu derinliğine girebilmektedir.
58:1.8 (665.3) Ve daha sonraki bir çağın ılıman ve dengeli iklim koşullarına ait bu tür deniz kıyılarından, ilkel yaşam aktarımı kendisini karaya taşıyacak zemini bulmuştur. Atmosfer içinde karbonun yüksek düzeyi, hızlı ve gür büyüme için yaşam olanağının yeni kara çeşitliliğini sağlamıştır. Her ne kadar bu atmosfer bu zaman zarfında; bitki gelişimi için olası en iyi koşulu taşısa da, bu türden karbondioksit düzeyine sahip olarak bırakınız insanı hiçbir hayvanın dünya yüzeyinde yaşabilmesine imkân vermemekteydi.
58:2.1 (665.4) Gezegensel atmosfer, güneşin ışık emiliminin toplamının yaklaşık olarak iki milyarda birine kadar dünyaya ulaşan güneş ışıklarını süzmektedir. Eğer Kuzey Amerika’ya düşen ışık için saatteki kilovat başına iki sent ödenseydi, yıllık ışık faturası 800 katrilyon doların üstüne kadar çıkardı. Güneş ışığı için Chicago’nun faturası, günlük 100 milyon dolardan çok daha fazla bir fiyata denk gelirdi. Buna ek olarak, — güneş ışığının atmosferinize ulaşan tek güneşsel dağıtım olmaması gerçeği biçiminde — güneşten enerjinin diğer türlerini almakta olduğunuz hatırlanmalıdır. Çok geniş güneş enerjileri, insan görüşünün tanımlama kapsamının altında ve bütünde bir aralıktaki dalga boyları ile bütünleşen bir biçimde Urantia üzerine yayılmaktadır.
58:2.2 (665.5) Dünyanın atmosferi, renk tayfının aşırı kızılötesi ucunda bulunarak güneş radyasyonunun birçoğu için neredeyse ışık geçirmez bir nitelikte bulunmaktadır. Bu türden dalga uzunluklarının birçoğu, dünya yüzeyinin yaklaşık olarak on mil yukarısında bulunan ve diğer bir on mil uzunluğunda mekân genişliği içinde enlemesine uzanan bir seviye boyunca var olan bir ozon tabakası tarafından emilmektedir. Dünyanın yüzeyi üzerinde hüküm süren koşullar içerisinde bu bölgeye nüfuz eden ozon, bir inçin onda biri kalınlıktaki bir tabakayı oluşturmaktadır; yine de ozonun bu göreceli olarak küçük ve ortaya çıktığı biçimiyle önemsiz büyüklükteki miktarı, güneş ışığı içinde mevcut olan tehlikeli ve yıkıcı kızılötesi radyasyonların fazlalığından Urantia sakinlerini korumaktadır. Ancak bu ozon tabakası çok az daha kalın olsaydı, mevcut an içerisinde dünyanın yüzeyine ulaşan ve sahip olduğunuz vitaminlerin en temel olanlarından bir tanesinin atası niteliğindeki, oldukça önemli ve hayat verici kızılötesi ışınlardan mahrum kalırdınız.
58:2.3 (665.6) Ama yine de fani bilim adamlarınızdan daha az ufka sahip olanları, fani yaratımını ve insan evrimini bir kaza olarak görmede ısrar etmektedir. Urantia yarı-ölümlüleri; kazasal talih ile uyumlu olmadığını gördükleri ve maddi yaratım içerisinde ussal amacın mevcudiyetini hataya yer bırakmayan bir biçimde göstermenin uğraşını verdikleri, fizik ve kimya bilimine ait elli bin gerçeği bir araya getirmiştir. Ve bütün bu gerçeklerin tümü; maddi kâinatın tasarlanması, yaratımı ve idaresi içinde aklın mevcudiyetinin var olduğunu savundukları fizik ve kimya biliminin nüfuz alanlarının dışında yüz bin bulgulunun varlığına dair fihristlerinin içinde değildir.
58:2.4 (666.1) Güneşiniz, ölümcül ışınların ciddi bir taşkınını dışa doğru yaymaktadır; ve Urantia üzerindeki sizin keyifli yaşamınız, bu benzersiz ozon tabakasının faaliyetine benzer biçimde, görünüşte kırk kazasal nitelikteki koruyucu faaliyetten daha fazlasına ait “rastlantısal” etki altındadır.
58:2.5 (666.2) Gece içerisinde atmosferin “yorgan” etkisi olmasaydı, radyasyon vasıtasıyla ısı o kadar hızlı bir biçimde kaybedilecekti ki dışsal destek olmadan yaşamın idaresi imkânsız hale gelecekti.
58:2.6 (666.3) Dünya atmosferinin beş veya altı mil aşağısında troposfer bulunmaktadır; burası, hava olaylarını sağlayan rüzgârların ve hava akımlarının bölgesidir. Bu bölgenin üstü iç iyonosfer, ve onun üstündeki bölge ise stratosferdir. Dünyanın yüzeyinden yükseldikçe sıcaklık kademeli bir biçimde her altı veya sekiz milde bir düşmektedir; bu yükselişin zirve noktası yaklaşık olarak eksi 70 fahrenhayt derecesinde kaydedilmiştir. Eksi 65 ila 70 fahrenhayt derecesi arasında değişiklik gösteren bu sıcaklık, kırk milden daha yukarı olan yükseliş aşamasında değişmez bir nitelikte bulunmaktadır. Kırk beş veya elli mil yüksekliğinde sıcaklık artmaya başlamaktadır; ve bu sıcaklık, güneş doğum zamanları düzeyinde 1200 fahrenhayt derecedeki bir sıcaklığın erişimine kadar yükselmektedir; ve oksijeni iyonlaştıran etken bu yoğun ısıdır. Ancak bu türden bir seyrelmiş atmosfer içindeki sıcaklık, dünyanın yüzeyinde algılanan ısı ile neredeyse hiçbir biçimde karşılaştırılamaz. Atmosferinizin tamamının yüzde ellisinin yüzeyden ilk üç mil uzaklık içinde bulunabileceğini unutmayınız. Dünyanın sahip olduğu atmosferin yüksekliği, en yüksek güneş doğum akışlarının işaret ettiği biçimde yaklaşık olarak dört yüz mil uzunluğundadır.
58:2.7 (666.4) Güneş doğum olguları; karasal konumda çok sıcak kasırgaları bile meydana getiren bir şekilde, güneş ekvatorunun üstü ve altı olmak üzere zıt yönde burgaç biçiminde dönüş halinde olan güneş tufanları biçiminde, doğrudan güneş lekeleri ile ilgilidir. Bu türden atmosfersel yıkıcı oluşumlar, ekvatorun üstünde veya altında oluşunca zıt yönlerde burgaç şeklinde dönmektedirler.
58:2.8 (666.5) Işık dalgaları üzerinde değişiklik yaratmak için güneş lekelerinin sahip olduğu güç, bu güneş fırtına merkezlerinin devasa mıknatıslar olarak faaliyet gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu türden manyetik alanlar; güneş lekesi çukurlarından uzay boyunca, iyonlaştırma etkilerinin bu türden muhteşem güneş doğum oluşumlarını sergiledikleri yer olan dünyanın dışsal atmosferine kadar yüklenen parçacıkları savurmaya yetkindir. Bu nedenle siz; güneş lekelerinin daha genel bir biçimde ekvatorsal konumda yerleştikleri zaman zarfında gerçekleşen güneş lekelerinin zirve noktasında — veya bunun hemen sonrasında — en büyük güneş doğum olaylarına sahip olmaktasınız.
58:2.9 (666.6) Pusula iğnesi bile, bu türden güneşsel etkiye karşılık vermektedir; çünkü iğne, güneş doğarken hafifçe doğuya güneşin batışına yakın ise yine az bir biçimde batıya doğru yönelerek tepki vermektedir. Bu durum her gün yaşanmaktadır; ancak güneş lekesi çevrimlerinin zirve noktası boyunca pusuladaki bu değişiklik iki kat daha büyüktür. Pusulanın bu günlük değişimleri, güneş ışığı tarafından üretilen üst atmosferin artan iyonlaşmasına gösterilen tepkidir.
58:2.10 (666.7) Sahip olduğunuz uzun ve kısa dalga radyo yayınlarının uzak konumlara olan iletimini, yüksek stratosfer içinde elektrikle yüklenmiş iletken bölgelerin iki farklı düzeyinin varlığı açıklamaktadır. Sizin yayınlarınız zaman zaman, bu dışsal iyonosferin bölgeleri içinde ara sıra her şeyi birbirine katan devasa fırtınalar tarafından olumsuz yönde etkilenmektedir.
58:3.1 (666.8) Evrenin kendisini gerçekleştirme sürecinin öncül zamanları boyunca uzay bölgelerinin arasına, tıpkı bu türden gökbilimsel toz bulutlarının mevcut zaman zarfında uzayın derinlikleri boyunca birçok bölgeyi belirgin hale getirmesi gibi, çok geniş hidrojen bulutları girmektedir. Alevli güneşlerin ışıma enerjisi olarak kırdıkları ve dağıttıkları bu düzenlenmiş maddenin birçoğu kökensel olarak, uzayın öncül olarak ortaya çıkan hidrojen bulutlarından inşa edilmiştir. Olağanüstü nitelikte belirli şartlar altında atom parçalanması aynı zamanda, daha büyük hidrojen kütlelerinin çekirdeğinde meydana gelmektedir. Ve atom inşası ve parçalanmasının sahip olduğu bu olgularının tümüne, oldukça yüksek ısıya çıkarılmış nebulalarda olduğu gibi, ışıma enerjisine ait kısa uzay ışınlarının taşkın gel-gitlerinin ortaya çıkışı eşlik eder. Eşlik eden bu çeşitli radyasyonlar, Urantia üzerinde bilinmeyen uzay-enerji düzeyinin bir türüdür.
58:3.2 (667.1) Evren uzayının bu kısa-ışın enerji etkisi, düzenlenmiş mekân nüfuz alanlarında mevcut olan ışıma enerjisinin tüm diğer türlerinden dört yüz kat daha büyüktür. İster alevli nebulalardan, gergin elektrik alanlarından, uzayın derinliklerinden çıksın veya ister çok geniş hidrojen bulutlarından gelsin, kısa uzay ışınlarının üretimi; sıcaklık, çekim ve elektronik baskıların dalgalanmalarından veya onlar içindeki değişiklerden nicelik ve niteliksel olarak değişikliğe uğramaktadır.
58:3.3 (667.2) Uzay ışınlarının kökeni içinde meydana gelen bu oluşumlar; değişikliğe uğramış döngülerden aşırı oval yörüngelere kadar çeşitlilik gösteren döngü halindeki maddenin yörüngelerine ek olarak birçok kâinatsal olay tarafından belirlenmektedir. Fiziksel şartlar aynı zamanda, büyük bir ölçüde değişikliğe uğrayabilir; çünkü elektron dönüşü zaman zaman, aynı fiziksel alan içerisinde bile, maddenin bütünsel davranışının tersi yönünde gerçekleşebilir.
58:3.4 (667.3) Çok geniş hidrojen bulutları; evrim halindeki enerji ve başkalaşan maddenin tüm fazlarını içinde barındırarak, kâinatsal çapta dikkate değer kimyasal laboratuarlardır. Büyük enerji faaliyetleri aynı zamanda, oldukça sık gerçekleşen biçimde kesişen ve bu nedenle yaygın olarak birbirine eklemlenen büyük çifte yıldızlara ait azınlık gazları içinde meydana gelmektedir. Ancak uzayın bu devasa ve uçsuz bucaksız enerji etkinliklerinden hiçbiri, — yaşayan maddelerin ve varlıkların çekirdek plazması olarak — düzenlenmiş yaşam olgusu üzerinde en ufak bir etkide bulunmamaktadır. Uzayın bu enerji koşulları, yaşam oluşumuna ait temel çevre ile ilgidir; ancak onlar, ışıma enerjisinin daha uzun ışınlarının bazılarına ait olarak, çekirdek plazmasının miras etkenlerinin daha sonra gerçekleşen değişimi içerisinde etkin değillerdir. Yaşam Taşıyıcıları’nın aktarılan yaşamı bütünüyle, evren enerjisinin kısa uzay ışınlarına ait bu muhteşem taşkının tümüne karşı dirençli nitelikte bulunmaktadır.
58:3.5 (667.4) Temel nitelikte kâinatsal koşulların tümü; Yaşam Taşıyıcıları’nın Urantia üzerinde yaşamın oluşumuna mevcut olarak başlayabilmelerinden önce, elverişli bir düzeye gelmek zorundaydı.
58:4.1 (667.5) Yaşam Taşıyıcıları unsurları olarak adlandırılmamız sizlerin zihinlerini karıştırmamalıdır. Biz gezegenlere yaşam taşıyabilmekte olup, bunu hâlihazırda gerçekleştirmekteyiz; ancak biz Urantia’ya yaşam getirmedik. Urantia yaşamı, bu gezegene özgü bir biçimde benzersiz niteliktedir. Bu âlem, yaşamın-değişikliğe-uğratıldığı bir dünyadır; burada ortaya çıkmakta olan yaşamın tümü bu gezegen üzerinde bizler tarafından tasarlanmıştır; ve tüm Satania’da, hatta Nebadon’un hepsi içinde bile, başka hiçbir dünya Urantia’nın sahip olduğu yaşam deneyiminin aynısını taşımamaktadır.
58:4.2 (667.6) 550.000.000 yıl önce Yaşam Taşıyıcı birliği Urantia’ya dönmüşlerdir. Ruhsal ve aşkın fiziksel kuvvetler ile eş güdüm halinde bizler; bu dünyanın kökensel yaşam işleyiş biçimlerini başlatmış olup, onları âlemin konuksever sularına yerleştirdik. Gezegen-ötesi kişilikler dışında, gezegensel yaşamın başlangıç zamanlarından Gezegensel Prens olarak Caligastia’ya dönemine kadar, Urantia kökenine; bizlerin üç özgün, özdeş ve eş zamanlı olarak gerçekleşen deniz-yaşam aktarımında sahip olmuştur. Bu üç yaşam aktarımı; merkezi veya diğer bir değişle Avrasya-Afrika konumlu, doğusal veya diğer bir değişle Avustralya konumlu ve Grönland ve Amerika kıtalarını içine alan konumda batısal olarak adlandırılmıştır.
58:4.3 (668.1) 500.000.000 yıl önce, ilkel deniz-bitkisel yaşamı Urantia üzerinde oldukça iyi bir biçimde oluşturulmuştu. Grönland ve kutup kara kütlesi, Kuzey ve Güney Amerika ile birlikte, kendilerinin kuzeye doğru uzun ve yavaş bir biçimde gerçekleşen ayrılış hareketlerine başlamaktaydı. Afrika, kendisi ile ana karası arasında Akdeniz havzası biçiminde doğu kuzey doğrulusunda bir hat yaratarak kısmi bir biçimde güneye doğru hareket etmiştir. Antarktika, Avustralya ve Büyük Okyanus adaları tarafından çevrelenen kara parçası; güneyden ve kuzeyden kopmuş olup, bu zaman zarfından beri ana karadan çok uzaklara doğru sürüklenmiştir.
58:4.4 (668.2) Bizler, deniz yaşamının ilkel türünü; kıtasal kara kütlesinin ayrılmakta olan doğu-batı uzantısındaki çatlağına ait merkezi denizlerin kapalı sıcak iklim körfezlerine aktarmış bir konumda bulunmaktaydık. Üç deniz-yaşam aktarımını gerçekleştirmemizdeki amaç; karanın bir sonraki aşamada gerçekleşen ayrılışı birlikte, her büyük kara kütlesinin sahip olduğu sıcak-su denizleri içinde bu yaşamı taşımasını teminat altına almak olmuştur. Bizler; kara yaşamının ortaya çıkışının daha sonraki dönemi içinde suyun geniş okyanuslarının, akıntı tarafından sürüklenmekte olan bu kıtasal kara kütlelerini birbirinden ayıracağını öngörmüş bir konumda bulunmaktaydık.
58:5.1 (668.3) Bu zaman zarfında kıtasal kara ayrılışları gerçekleşmeye devam etmiştir. Dünyanın çekirdeği, bir inç karede neredeyse 25.000 tonluk bir basınca maruz kalan bir biçimde çelik kadar yoğun ve sert bir hale gelmişti; buna ek olarak devasa çekim basıncı nedeniyle onun iç katmanları bu zaman zarfında ve hali hazırda şimdi bile oldukça sıcaktır. Dünya yüzeyinden itibaren sıcaklık, çekirdeğindeki ısının güneşin yüzey sıcaklığından biraz daha yüksek olduğu bir seviyeye kadar derinlere gidildikçe artış göstermektedir.
58:5.2 (668.4) Dünya kütlesinin dış tabakasının bin mili başlıca olarak, farklı türdeki kayalardan meydana gelmiştir. Bu yüzeyin altında, daha yoğun ve daha ağır metal elementler bulunmaktadır. Bu öncül ve atmosfer-öncesi çağlar boyunca dünya; eriyik ve çok yüksek sıcaklıkta bulunan düzeyinde neredeyse oldukça akışkan bir konumda bulunmaktadır ki, daha ağır metaller iç bölgelerin derinliklerine doğru ilerlemektedir. Bugün yüzeyin yakınında bulunan bu metaller; tarihi volkanların kalıntılarını, daha sonraki bir zaman zarfında gerçekleşen geniş çaplı lav akıntılarını ve yakın bir tarihte oluşan göktaşı birikintilerini yansıtmaktadır.
58:5.3 (668.5) Dış kabuk, yaklaşık olarak kırk mil kalınlığında bulunmaktaydı. Bu dış tabaka; yüksek basınç altında tutulan, ama her zaman, değişen gezegensel basınçların dengelenmesi sürecinde etrafa doğru akış eğilimi göstererek böylelikle dünyanın kabuğunu istikrara kavuşturmaya yönelen eriyik haldeki lavın hareket halindeki bir tabakası olarak, değişen kalınlıktaki volkanik karataşın bir eriyiği tarafından desteklenip, doğrudan bir biçimde bunun üzerinde konumlanır.
58:5.4 (668.6) Mevcut an içerisinde bile kıtalar, eriyik volkanik karataşın bu belirginleşmemiş yastıksal denizi üzerinde yüzmeye devam etmektedir. Bu koruyucu özellik bulunmamış olsaydı, daha ciddi depremler dünyayı gerçek anlamıyla parçalara ayırıncaya kadar sallarlardı. Depremlere, katı dış kabuğun yatay doğrultudaki kayışı ve onun dikey yöndeki hareketi neden olmaktadır; onlar volkanlar nedeniyle meydana gelmemektedir.
58:5.5 (668.7) Dünya kabuğunun lav tabakaları, soğudukları zaman graniti meydana getirmektedir. Urantia’nın ortalama yoğunluğu, suyun sahip olduğu yoğunluğun beş buçuk katından biraz daha fazladır; granitin yoğunluğu, suyun yoğunluğunun üç katından azdır. Dünyanın çekirdeği, sudan on iki kat kadar yoğundur.
58:5.6 (668.8) Deniz tabanları, kara kütlelerinden daha yoğundur; ve kıtaları suyun üstünde tutan bu özelliktir. Deniz tabanları; suyun üstüne çıkarıldığı zaman, kara kütlelerine ait granite kıyasla oldukça ağır olan bir lav türü biçimindeki geniş bir ölçüde volkanik karataşından meydana geldiği görülür. Ve yine benzer bir biçimde; eğer kıtalar okyanus tabanlarından daha hafif olmasaydı, çekim kuvveti okyanus kıyılarını karanın üstüne çıkacak bir şekilde yukarı doğru iterdi. Ancak bu türden oluşumlar gerçekleşmemektedir.
58:5.7 (668.9) Okyanusların ağırlığı aynı zamanda, deniz tabanları üzerindeki basıncın artışında bir etkendir. Daha altta bulunan ancak göreceli olarak daha ağır okyanus tabaları, üzerinde bulunan suyun ağırlığı ile birlikte, daha yüksek fakat daha hafif kıtaların ağırlığına yaklaşmaktadır. Ancak kıtaların tümü, okyanuslara doğru sürünerek ilerleme eğilimi göstermektedir. Deniz-taban seviyelerinde kıta basıncı, inç kare başına yaklaşık olarak 20.000 pauntluk basınca denk gelmektedir. Bu durum, okyanus tabanından 15.000 fit yukarıda yüzen bir kıta kütlesinin basıncıdır. Okyanus-taban su basıncı yalnızca, inç kare başına yaklaşık olarak 5.000 paunttur. Bu basınç farkı, kıtaların okyanus tabanlarına doğru kayma eğilimi göstermesine neden olmaktadır.
58:5.8 (669.1) Yaşam-öncesi çağlar boyunca okyanus tabanının çöküşü, bağımsız bir kıta kütlesini öyle bir yüksekliğe çıkarmıştır ki; onun ensel basıncı, çevreleyen Büyük Okyanus’un suları istikametinde tabanda bulunan yarı-akışmaz lav yataklarının üzerinden doğu, batı, güney kıyılarının aşağıya doğru kayış eğilimi göstermesine neden olmuştur. Bu durum kıtasal basıncın yarattığı basınç farkını o kadar bütüncül bir ölçüde telafi etmiştir ki, geniş bir kırılma bu eski Avrasya kıtasının doğu sahilinde ortaya çıkmamıştır; ancak bu zaman zarfından beri bahse konu bu doğu sahil şeridi, sudan meydana gelmiş bir ölüm bölgesine doğru kayma tehlikesi barındıran bir biçimde, kendisine ait bağımlı okyanus derinliklerinin uçurumlarında gezinmektedir.
58:6.1 (669.2) 450.000.000 yıl önce, bitki yaşamından hayvan yaşamına olan geçiş meydana gelmiştir. Bu başkalaşım, ayrılma sürecinde bulunan kıtaların geniş kıyı şeritlerine ait kapalı sıcak iklim körfezleri ve kıyı göllerinin sığ sularında gerçekleşmiştir. Ve özgün yaşam işleyiş biçimleri içinde içkin her şey içerisinde bulunan bu gelişim, kademeli olarak gerçekleşmiştir. Orada, öncül ilkel bitkisel yaşam türleri ve daha sonraki oldukça farklılaşmış belirgin hayvan organizmaları arasında birçok geçiş aşaması var olmuştur. Mevcut zaman içerisinde bile geçiş balçık kalıpları varlığını devam ettirmektedir; ve onlar neredeyse hiçbir biçimde, ne bitkiler ne de hayvanlar olarak tanımlanamamaktadır.
58:6.2 (669.3) Her ne kadar bitkisel yaşamın evrimine ait izler hayvan yaşamı içinde sürülebilse de, ve her ne kadar en basitinden en karmaşık ve gelişmiş organizmalara kadar ilerleyen bir biçimde yükselen bitki ve hayvanların yetkin türleri bulunmuş olsa da; siz, ne hayvan krallığının içindeki büyük geniş türler arasında ne de insan-öncesi hayvan türlerinin en yüksek canlıları ile insan ırklarının ilk canlıları arasında bu türden birleştirici halkaları bulamayacaksınız. Bu sözde “eksik halkalar” sonsuza kadar kayıp olarak kalmaya devam edecektir; çünkü geleceğe dair bu durumun basit nedeni, onların aslında hiçbir zaman var olmamasıdır.
58:6.3 (669.4) Bir çağdan diğerine hayvan yaşamının yeni türleri köklü bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Onlar, küçük farklılıkların kademeli olarak bir araya gelişinin sonucu olarak evirilmemektedir; onlar bütünüyle gelişimini tamamlamış ve tamamiyle yeni olan türleri olarak ortaya çıkmaktadır, onlar anlık olarak belirmektedir.
58:6.4 (669.5) Yaşayan organizmaların yeni türlerine ve çeşitlilik gösteren düzeylerine ait anlık ortaya çıkış, kesinlikle doğal sürecin parçası olarak bütünüyle biyolojiktir. Bu anlık genetik değişimler ile ilgili doğaüstü hiçbir şey mevcut bulunmamaktadır.
58:6.5 (669.6) Tuzluluğun yeterli bir derecesinde okyanuslar içinde hayvan yaşamı evrimleşmiştir; ve bu durumda çok tuzlu suların, deniz yaşamının hayvan bünyeleri boyunca dolaşımda bulunmasına izin verilişi göreceli olarak kolay gerçekleşmiştir. Ancak okyanuslar daraldığında ve böylelikle tuz oranı büyük oranda arttığında bahse konu bu hayvanlar; tıpkı tatlı sularda yaşamak için tuz depolanışının oldukça hünerli işleyiş biçimleri vasıtasıyla beden sıvıları içindeki sodyum klorürün olması gereken düzeyini sağlama kabiliyetini elde eden canlılar gibi, beden sıvılarındaki tuzluluğu azaltma yetkinliğini evrimleştirmişlerdir.
58:6.6 (669.7) Deniz yaşamının kaya ile bütünleşen fosilleri üzerindeki çalışmalar, bu ilkel organizmaların öncül uyum çabalarını ortaya çıkarmaktadır. Bitkiler ve hayvanlar, bu uyum deneyimlerini gerçekleştirmeyi hiçbir zaman ara vermediler. En başından beri çevre değişmekte, ve yaşayan organizmalar her zaman bu sonu gelmez değişiklikler karşısında kendi gereksinimlerini yerine getirmeye çabalamaktadır.
58:6.7 (670.1) Yaşamın tümüyle yeni düzeylerine ait fizyolojik donanım ve anatomik düzen, fizik kanunlarının etkinliğine karşılık veren bir nitelikte bulunmaktadır; ancak aklın ilerideki kazanımı, içkin beyin yetkinliği uyarınca emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerinin bir bahşedilişidir. Akıl, her ne kadar bir fiziksel evrim olmasa da, tümüyle fiziksel ve evrimsel gelişmeler tarafından sağlanan beyin yetisine bütünüyle bağlıdır.
58:6.8 (670.2) Uyum ve uyumsuzluk biçiminde kazanım ve kayıpların neredeyse sonsuz döngüleri boyunca tüm yaşayan organizmalar, çağdan çağa gelişme ve gerileme göstermektedir. Bazıları kâinatsal bütünlüğe erişmekte, bunun karşısında ise bu amacı yerine getirmede başarısız olanların mevcudiyetleri son bulmaktadır.
58:7.1 (670.3) Yaşam-doğuş veya diğer bir değişle hayvan öncesi yaşam dönemi boyunca dünyanın dış kavuğunu oluşturan kaya sistemlerinin geniş topluluğu, dünya yüzeyi üzerinde birçok noktada şu an ortaya çıkmamaktadır. Daha sonraki çağların birikimlerinin tümünün altından bu topluluk ortaya çıktığında, orada bitkisel ve öncül ilkel hayvan yaşamının sadece fosil kalıntıları bulunacaktır. Bu daha eski su-birikinti kayalarının bazıları, daha sonraki tabakalar ile birlikte iç içe geçmiştir; ve onların en yüksek tabakaları içinde genellikle öncül deniz-hayvan organizmalarının daha ilkel türlerinin bazıları saptanırken, zaman zaman onlar bitkisel yaşamın daha önceki türlerinin herhangi birine ait fosil kalıntılarını sergileyebilirler. Birçok mekân içerisinde öncül deniz yaşamının fosillerine sahip olan bu tabakalaşmış en eski kaya katmanları, farklılaşmamış daha eski taşın en üstünde doğrudan bir biçimde bulunabilir.
58:7.2 (670.4) Bu döneme ait fosiller; su yosunlarını, mercansı bitkileri, ilkel tek hücreli canlılarını ve süngersi geçiş organizmalarını ortaya çıkarmaktadır. Ancak öncül kaya tabakaları içinde bu türden fosillerin yokluğu doğrudan bir biçimde, yaşayan varlıkların bu fosillerin tortusal birikimleri zamanında hiçbir yerde mevcut olmadıklarının anlamına gelmemektedir. Yaşam, bu öncül zamanlar boyunca aralıklı ve dağılmış bir niteliğe sahipti; ve yalnızca yavaşça gelişen bir biçimde yaşam, dünya yüzeyi üzerinde kendi varlığını sağlamıştır.
58:7.3 (670.5) Bu altın çağın kayaları mevcut an içerisinde; dünyanın yüzeyinde veya var olan kara alanının yaklaşık olarak sekizde birinden daha fazla olan bölgede yüzeye oldukça yakın bir konumda bulunmaktadır. Tabakalaşmış en eski kaya katmanları olarak bu geçiş kayasının ortalama kalınlığı, yaklaşık olarak bir buçuk mil kadardır. Bazı noktalarda bu eski kaya sistemleri, dört mil kalınlığa kadar ulaşmaktadır; ancak bu döneme kaynak olarak gösterilen tabakaların birçoğu gerçekte daha sonraki dönemlere aittir.
58:7.4 (670.6) Kuzey Amerika içinde fosil taşıyan bu eski ve ilkel taş katmanı, Kanada’nın doğu, merkez ve kuzey bölgeleri üzerinde yüzeye çıkmıştır. Orada aynı zamanda, Pennsylvania ve eski Adirondack Dağları’ndan batı doğrultusunda Michigan, Wisconsin, ve Minnesota boyunca uzanan bu kayanın aralıklı doğu-batı sıralı dağ sırtı mevcut bulunmaktadır. Diğer sıralı dağ sırtları, Newfoundland’den Alabama’ya ve Alaska’dan Meksika’ya uzanmaktadır.
58:7.5 (670.7) Bu dönemin kayaları, tüm dünya üzerinde etrafa dağılmış bir biçimde ortaya çıkmaktadır; ancak bunların hiçbiri, birkaç tabaka içinde mevcut bulunan bu ilkel fosil taşıyan kayaların bahse konu çok uzak yaşam dönemlerinin kabuksal kabarışlarına ve yüzey dalgalanmalarına tanıklık ettikleri yer olan, Superior Gölü yakınlarına ek olarak Büyük Kanyon ve Colorado Irmağı içindeki örnekler bariz değildir.
58:7.6 (670.8) Dünya kabuğu içinde en eski fosil taşıyan katman olarak bu taş tabakası, depremler ve öncül volkanların kabuksal kabarışlarının bir sonucu olarak buruşmuş, katlanmış ve garip bir şekilde bükülmeye uğramıştır. Bu çağın lav akıntıları, gezegensel yüzeyin yakınlarına daha fazla demir, bakır ve kurşunu getirmiştir.
58:7.7 (670.9) Bu türden etkinliklerin Wisconsin’in St. Croix vadisi içindekilerden daha görsel olarak gösterilebildiği nadir mekân mevcut bulunmaktadır. Bu bölgede, kara üzerinde meydana gelen birini takip etmiş yüz yirmi yedi lav akışına ek olarak daha sonrasında ortaya çıkan su baskını ve bunun sonrasında oluşan kaya tabakalaşması gerçekleşmiştir. Her ne kadar üst kaya tortulaşması ve aralıklı lav akışı etkinliklerinin birçoğu mevcut an içerisinde gerçekleşmiyor olsa da, ve bu sistemin tabanı dünyanın derinine gömülmüş bir durumda bulunsa da; yine de geçmiş çağların bu tabakalaşmış kayıtlarının yaklaşık olarak yüzde atmış beşi ila yetmişi mevcut an içerisinde gözleme açıktır.
58:7.8 (671.1) Birçok kara parçasının deniz seviyesinin yakınında bulunduğu bu öncül çağlar içinde, birbirini takip eden birçok su baskını ve su oluşumu meydana gelmiştir. Dünya kabuğu bu aşamada, göreceli istikrarının daha sonraki dönemine yeni giriş yapmaktadır. Öncül kıta ayrılışının çıkış ve iniş biçimindeki dalgalanmaları, büyük kara kütlelerinin dönemsel batışının sıklığını belirlemiştir.
58:7.9 (671.2) İlkel deniz yaşamının bu zamanları boyunca kıtasal kıyıların geniş alanları, birkaç fitten yarım mile kadar denizlerin altına batmıştır. Daha eski kumtaşları ve çakıl kayaların birçoğu, bu eski kıyıların tortusal birikimlerini yansıtmaktadır. Bu öncül tabakalaşmaya ait olan tortusal kayalar; dünya çapındaki okyanusun ilk ortaya çıkışına kadar geri uzanan bir biçimde, yaşamın kökeninin çok ötesindeki zaman zarfına dayanan bu tabakaların tam üzerinde bulunmaktadır.
58:7.10 (671.3) Bu geçiş kaya birikintilerine ait üst tabakaların bazıları; organik karbonun mevcudiyetine işaret eder ve bir sonraki Karboniferus veya diğer bir değişle kömür devri boyunca dünyayı etkin bir biçimde saran bitki yaşamının bu türlerine ait ataların mevcudiyetine tanıklık eden bir biçimde, koyu renklerde bulunan killi yaprak taşının veya arduazın küçük bir parçasını taşımaktadır. Bu kaya tabakaları içindeki kurşunun birçoğu, su birikimi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bazıları ise; daha eski kayaların çatlaklarında bulunmakta olup, birtakım eski kapalı kıyı şeridinin koyu bataklık suyunda yoğun olarak toplanmıştır. Kuzey Amerika ve Avrupa’nın demir madenleri, bir ölçüde daha eski tabakalaşmamış kayalara ek olarak yaşam oluşumunun bu geçiş dönemlerine ait daha sonraki tabakalaşmış kayalar içinde kısmen barınan birikimlerde ve kalıplar halindeki yüzeye çıkışlarda konumlanmıştır.
58:7.11 (671.4) Bu dönem, dünya suları boyunca yaşamın bu dağılımına şahit olmuştur; deniz yaşamı Urantia üzerinde oldukça iyi bir biçimde yerleşmiş hale gelmiştir. Sığ ve geniş iç denizlerin tabanlarına, bitkisel yaşamın cömert ve zengin bir gelişimi kademeli olarak yayılırken; kıyı şerit suları hayvan yaşamının ilkel türleri ile dolup taşmaktadır.
58:7.12 (671.5) Bu gelişim sürecinin öyküsünün tümü görsel bir biçimde, dünya kayıtlarının geniş “kaya kitabına” ait fosil sayfalarında anlatılmıştır. Ve eğer siz yorumlamak için gereken kabiliyete ayrıcalıklı olarak erişirseniz, bu devasa biyo-yeryüzü kaydının sayfaları hatasız bir biçimde doğruyu anlatmaktadır. Bu tarihi deniz tabanlarının birçoğu, mevcut an içerisinde kara üstünde yükselmiş bir konumda bulunmaktadır; ve onların çağlar boyunca gerçekleşen birikimleri, bu öncül zamanların yaşam mücadelelerine dair süreci anlatmaktadır. “Üzerine bastığımız toz bir zamanlar canlıydı” biçimindeki sizin bir şairinizin ifadesi gerçek anlamıyla doğruluk teşkil etmektedir.
58:7.13 (671.6) [Mevcut an içerisinde gezegen üzerinde ikamet etmekte olan, Urantia Yaşam Taşıyıcı Birliği’nin bir üyesi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
59. Makale
59:0.1 (672.1) BİZLER, Urantia’nın tarihinin yaklaşık olarak bir milyar yıl önce başladığını ve bu yaşamın şu beş ana dönemi içine aldığını tespit etmekteyiz:
59:0.2 (672.2) 1. Yaşam-öncesi dönem, gezegenin mevcut büyüklüğüne eriştiği andan yaşamın oluşturulduğu zamanda kadar ilk dört yüz elli milyon yılı kapsamaktadır. Sizin öğrencileriniz bu süreci Arkeozoyik devir olarak tanımladılar.
59:0.3 (672.3) 2. Yaşam-doğuş dönemi, bir sonraki yüz elli milyon yılı kapsamaktadır. Bu çağ, bir önceki yaşam-öncesi veya diğer bir değişle afet çağı ile takip eden dönemde gerçekleşecek daha yüksek düzeyde gelişmiş deniz yaşamı arasındaki süreçtir. Bu dönem, sizin araştırmacılarınız tarafından Proterozoyik devir olarak bilinmektedir.
59:0.4 (672.4) 3. Deniz-yaşam dönemi; bir sonraki iki yüz elli milyon yılı kapsamakta olup, sizler tarafından en iyi Paleozoyik devir olarak bilinmektedir.
59:0.5 (672.5) 4. Öncül kara-yaşam dönemi; bir sonraki yüz milyon yılı içine almakta olup, Mesozoyik devir olarak bilinmektedir.
59:0.6 (672.6) 5. Memeliler dönemi, geride kalan son elli milyon yılı kapsamaktadır. Bu yakın-geçmiş süreçler, Senozoyik devir olarak bilinmektedir.
59:0.7 (672.7) Deniz-yaşam dönemi böylelikle, sizin gezegensel tarihinizin yaklaşık olarak dörtte birini oluşturmaktadır. Bu dönem; yeryüzü bölgeleri ve biyolojik nüfuz alanları bakımından oldukça açık gelişmeler tarafından her birinin belirlendiği altı uzun sürece bölünebilir.
59:0.8 (672.8) Bu çağ başlarken deniz tabanları, geniş kıtasal kaya tabakaları ve sayısız sığ yakın-kıyı havzaları verimli bitkiler ile kaplanmıştır. Hayvansal yaşamın daha basit ve ilkel türleri hâlihazırda, bir önceki bitkisel organizmalardan gelişmiştir; ve öncül hayvan organizmaları kademeleri bir biçimde, birçok iç denizin ilkel deniz yaşamı ile dolup taşmasına kadar çeşitli kaya kütlelerinin geniş sahil şeritleri boyunca yerleşmişlerdir. Bu öncül organizmaların çok azı herhangi bir kabuğa sahip olduğu için, onların büyük bir çoğunluğu fosiller olarak korunamamıştır. Yine de bu süreç ile birlikte, takip eden çağlar boyunca oldukça yöntemsel bir biçimde tortullaşmış yaşam-kayıt korunumuna ait büyük “kaya kitabının” açılış bölümlerinin oluşumu için zemin hazırlanmıştır.
59:0.9 (672.9) Kuzey Amerika kıtası, deniz-yaşam döneminin bütününün sahip olduğu fosil barındıran birikintiler bakımından muazzam bir ölçüde zengindir. Bu en öncül ve en eski tabakalar; gezegensel gelişimin bu iki aşamasını açık bir biçimde birbirinden koparan geniş aşınım birikintileri tarafından, bir önceki dönemin daha sonra ortaya çıkan katmanından ayrılmıştır.
59:1.1 (673.1) Dünya yüzeyi üzerinde görece sessizliğin bu döneminin başlangıç zamanında yaşam, çeşitli iç denizler ve okyanussal kıyı şeritleri ile sınırlıydı; yine bu süreçte henüz kaya organizmanın hiçbir türü evrimleşmemişti. İlkel deniz hayvanları, oldukça iyi bir biçimde oluşturulmuş ve bir sonraki evrimsel gelişme için hazırlanmışlardı. Amipler, bir önceki geçiş sürecinin bitmesine yakın ortaya çıkmış bir biçimde hayvansal yaşamın bu başlangıç döneminin özgün kurtuluş varlıklarıdır.
59:1.2 (673.2) 400.000.000 yıl önce bitki ve hayvan, dünyanın tümüne oldukça eşit bir biçimde dağılmıştır. Dünya iklimi az da olsa ılımanlaşmaya ve daha düzenli hale gelmektedir. Orada, özellikle Kuzey ve Güney Amerika’nın sahip olduğu, çeşitli kıtalara ait deniz kıyıların olağan su baskınları mevcut bulunmaktadır. Yeni okyanuslar açığa çıkmakta, daha eski su kütleleri büyük bir biçimde genişlemektedir.
59:1.3 (673.3) Bitkisel yaşam; bu aşamada ilk kez karaya yayılmakta, ve daha sonra yakın bir zaman içerisinde bir deniz-dışı yaşam alanına olan uyum sağlamada büyük ilerleme göstermektedir.
59:1.4 (673.4) Ansızın ve herhangi bir geçişsel köken ataları mevcut bulunmaksızın ilk çok hücreli canlılar ortaya çıkmaktadır. Trilobitler evrimleşmiş, ve çağlar boyunca denizlerde hüküm sürmüşlerdir. Deniz yaşamı bakımından bu dönem, trilobit çağıdır.
59:1.5 (673.5) Bu zaman zarfının daha sonraki kısmı içerisinde, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın büyük bir kısmı su yüzeyine çıkmıştır. Dünya kabuğu geçici olarak istikrara kavuşturulmuştur; dağlar veya diğer bir değişle karanın yüksek uzantıları Atlas ve Büyük Okyanus boyunca, Büyük ve Küçük Antiller üzerinde, ve güney Avrupa’da yükselmiştir. Karayip bölgesinin tümü oldukça yükselmiştir.
59:1.6 (673.6) 390.000.000 yıl önce kara hali hazırda yükselmiş bir konumda bulunmaktaydı. Doğu ve batı Amerika’ya ek olarak doğru Avrupa’nın bazı kısımları üzerinde, bu zamanlar boyunca tortullaşmış kaya katmanları bulunabilir; ve bunlar, trilobit fosillerini taşıyan en eksi kayalardır. Orada, bu fosil-taşıyan kayaların biriktiği kaya kütlelerine parmak gibi uzanan körfezler mevcut bulunmaktaydı.
59:1.7 (673.7) Bir kaç milyon yıl içerisinde Büyük Okyanus, Amerika kıtalarını istila etmeye başlamıştır. Her ne kadar karanın ensel genişlemesi veya diğer bir değişle kıtasal uzayışı aynı zamanda bir etken olarak bulunmuş olsa da, karanın batmasına temel olarak kabuksal uyum neden olmuştur.
59:1.8 (673.8) 380.000.000 yıl önce Asya dibe çökmekte olup, diğer tüm kıtalar kısa süreli bir yükselmeyi deneyimlemekteydi. Ancak bu çağ ilerledikçe yeni ortaya çıkan Atlas Okyanusu, tüm bağlı kıyı şeritleri üzerinde geniş baskınlara sebebiyet vermiştir. Kuzey Atlas veya Kuzey Kutup denizleri bunun sonrasında, güney Körfez suları ile birleşmiştir. Bu güney denizi Appalachian dağ boğazına girdiğinde, onun dalgaları bu boğazın doğusunu Alpler kadar yüksek dağlara bölmüştür; ancak genelde kıtalar, manzarasal güzellikten bütünüyle yoksun bir biçimde dikkate değer nitelikte bulunmayan düz araziler halinde bulunmaktaydı.
59:1.9 (673.9) Bu çağların kalıntısal birikintileri şu dört türde bulunmaktadır:
59:1.10 (673.10) 1. Yığıntılar — kıyı şeritleri yakınında biriken madde oluşumları.
59:1.11 (673.11) 2. Kumtaşları — sığ sularda ancak dalgaların çamur oluşumlarını engelleyecek kadar etkin olduğu yerlerde meydana gelmiş birikintiler.
59:1.12 (673.12) 3. Şistler — daha derin ve daha durgun sularda meydana gelen birikintiler.
59:1.13 (673.13) 4. Kireçtaşı — derin sularda trilobit kabuklarının birikintilerini içine alan oluşum.
59:1.14 (673.14) Bu zamanlara ait trilobit fosilleri, iyice belirginleşmiş birtakım farklılaşmalara sahip bir biçimde temel belli bütünlükleri sunmaktadır. Üç özgün yaşam aktarımlarından gelişen öncül hayvanlar bu dönemin temel özelliğidir; Batı Yarıküresi içinde meydana gelen bu varlıklar, Avrasya topluluklarına ek olarak Avustralya veya Avustralya-Antarktik türlere ait unsurlardan biraz daha farklı bir nitelikte bulunmaktaydı.
59:1.15 (674.1) 370.000.000 yıl önce, Afrika ve Avustralya’nın deniz tabanına doğru hareketinin daha sonrasından eşlik ettiği, Kuzey ve Güney Amerika’nın en büyük ve dereyse bütünsel batışı gerçekleşmiştir. Kuzey Amerika’nın yalnızca belirli kısımları, bu sığ Kambriyen denizlerinin üstünde kalmıştır. Beş milyon yıl sonra denizler, karanın yükselmesinden önce geri çekilişlerini gerçekleştirmekteydi. Ve karanın batışı ve yükselişine ait bu olguların tümü, milyonlarca yıl boyunca yavaşça gerçekleşen bir biçimde çarpıcı bir nitelikte meydana gelmemekteydi.
59:1.16 (674.2) Bu çağın tribolit fosil taşıyan katmaları, merkezi Asya dışında tüm kıtalar boyunca etraflı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Birçok bölge içerisinde bu kayalar yatay bir konumda bulunmaktadır; ancak dağ bölgelerinde onlar, basınç ve kıvrılma etkisi sebebiyle eğilmiş ve bozulmaya uğramış bir nitelikte bulunmaktadır. Ve bu basınç birçok yerde, bahse konu birikintilerin özgün niteliğini değiştirmiştir. Kumtaşı, kuvarslara dönüşmüş; şist, damtaşı halini almış; bunun karşısında ise kireçtaşı, mermer niteliğine bürünmüştür.
59:1.17 (674.3) 360.000.000 yıl önce kara, hâlihazırda yükselişine devam etmekteydi. Kuzey ve Güney Amerika bütünüyle yükselmiştir. Doğu Avrupa ve Britanya Adaları; bütünüyle derine batmış olan Galler kısımları dışında, hala yükselmekteydi. Bu çağlar boyunca hiçbir büyük buz tabakası bulunmamaktaydı. Avrupa, Afrika, Çin ve Avustralya içinde bu tabakalar ile ilişkili olarak ortaya çıkan buz birikintilerinin beklenmeyen varlığı, münferit dağ buzullarının veya daha sonra gerçekleşen döneme ait buzsu kalıntılarının hatalı yerleşimi sonucunda gerçekleşmiştir. Dünya iklimi bu dönemde okyanussal bir niteliğe sahipti, karasal değildi. Güney denizleri; mevcut ana kıyasla daha sıcak olup, Kuzey Amerika’dan kutup bölgelerine kadar uzanmıştı. Körfez Akıntısı; mevcut an içerisinde buz ile kaplı kıtayı dikkate değer sıcak iklim cenneti haline getiren bir biçimde Grönland’ın sahillerini yıkamak ve onları ısıtmak için doğuya doğru yönlendirilmiş bir şekilde, Kuzey Amerika'nın merkezi kısmına doğru hareket istikametinde bulunmuştur.
59:1.18 (674.4) Deniz yaşamı; dünya üzerinde mevcut konumuna çok benzer bir biçimde var olmuş olup, deniz yosunları, tek hücreli organizmalar, basit süngerler, trilobitler ve — karidesler, yengeçler ve ıstakozlar biçimindeki — kabuklu deniz hayvanlarından meydana gelmiştir. Bu sürecin sonuna doğru kolsu deniz ayaklıların üç bin türü ortaya çıkmış, onların yalnızca iki yüz topluluğu varlığını devam ettirmiştir. Bu hayvanlar, neredeyse hiç değişmeyen bir biçimde mevcut zamana kadar gelen öncül hayatın bir çeşitliliğini temsil etmektedir.
59:1.19 (674.5) Ancak trilobitler, baskın miktarlarda bulunan canlılardı. Onlar cinsiyet hayvanları olup, birçok türde var olmuşlardı; zayıf yüzücüler olarak onlar, hantal bir biçimde su üzerinde asılı kalmış veya daha sonra açığa çıkmakta olan düşmanları tarafından saldırıya uğradıklarında savunma hali konumunda kıvrılan bir şekilde deniz tabanları boyunca sürünmüşlerdir. Onlar; genişlik bakımından iki inçten bir ayak ölçüsüne kadar büyümüş, otçul, etçil, hem otçul hem etçil ve “çamur yiyicileri” biçiminde dört topluluk içinde gelişmişlerdir. Organik olmayan maddeden büyük ölçüde varlığını idame ettiren çamur yiyicilerin bu yetkinliği, bu kabiliyete sahip en son çok hücreli canlı olarak, onların sayısal olarak büyük artışını ve uzun hayatta kalış sürelerini açıklamaktadır.
59:1.20 (674.6) Bu anlatım, Kambriyen olarak yer bilimcilerinizin tanımladığı elli milyon yılı içine alan dünya tarihinin uzun sürecinin sonunda Urantia’nın sahip olduğu biyolojik-yeryüzü-oluşum resminin tasviridir.
59:2.1 (674.7) Bu zamanların temel özelliği olan kara yükseliş ve batışının dönemsel oluşumlarının tümü; neredeyse hiçbir volkanik faaliyetlerin eşlik etmediği biçimde, kademeli ve dikkat çekmeyen nitelikteki olgulardır. Bu birbirini takip eden kara yükselişleri ve alçalışlarının tümü boyunca Asya ana kıtası, diğer kara kütlelerinin geçmişsel sürecini bütünüyle deneyimlememiştir. Bu kıta özellikle daha öncül tarih sürecinde, önce bir yöne daha sonrasında ise diğer bir yöne batarak birçok su baskınını yaşamıştır; ancak bu kara kütlesi, diğer kıtalar üzerinde gözlenebilecek tek-tip kaya birikintilerini taşımamaktadır. Yakın geçmiş çağlar içerisinde Asya, kara kütlelerinin tümünün içinde en istikrar halinde bulunan kıta olmuştur.
59:2.2 (675.1) 350.000.000 yıl öncesi, merkezi Asya dışında tüm kıtaların büyük sel döneminin başlangıcına şahitlik etmiştir. Kara kütleleri sürekli bir biçimde su ile kaplanmıştı; yalnızca sahil yükseltileri bu sığ fakat oldukça yaygın nitelikte bulunan salınımsal iç denizlerin üzerinde kalmıştır. Üç büyük su baskını bu süreci belirlemiştir; ancak bu süreç sona ermeden önce, mevcut an içerisindeki düzeyin yüzde on beşinden daha yukarıda olan bir şekilde bütüncül kara kütlesinin ortaya çıkışı olarak, kıtalar tekrar yükselmiştir. Karayip bölgesi oldukça yükselmiştir. Bu süreç Avrupa içinde oldukça belirgin bir nitelikte bulunmamaktadır, çünkü burada volkanik faaliyet daha kalıcı bir durumdayken kara dalgalanmaları daha azdı.
59:2.3 (675.2) 340.000.000 yıl önce, Asya ve Avustralya dışında diğer geniş kara batışları meydana gelmiştir. Dünya okyanuslarının suları genel olarak birbirine karışmıştır. Bu dönem, kireç-tutan su yosunları tarafından tortullaşmış kayanın büyük bir kısmı biçimindeki büyük bir kireç taşı çağıdır.
59:2.4 (675.3) Bir kaç milyon yıl sonra Amerika kıtalarının ve Avrupa’nın geniş toplulukları, su yüzeyine çıkmaya başladı. Batı Yarımküre’de yalnızca Büyük Okyanus’un bir kolu, Meksika ve mevcut Kayalık Dağ bölgeleri üzerinde kalmaya devam etti; ancak bu çağın sonuna doğru Atlas ve Büyük Okyanus sahilleri tekrar batmaya başladı.
59:2.5 (675.4) 330.000.000 yıl öncesi, birçok kara kütlesinin tekrar suyun yüzeyine çıkışı biçiminde tüm dünya üzerinde göreceli dinginliğine ait bir zaman zarfının başlangıcını simgelemektedir. Kıtasal dinginliğin bu dönemi için tek istisna, dünya üzerinde şu ana kadar bilinen en büyük tekil çaplı volkanik faaliyetlerden biri olan doğu Kentucky’ye ait büyük Kuzey Amerika volkanının patlamasıydı. Bu volkanın külleri, beş yüz mil kare alana yayılmış olup on beş ila yirmi fit arasında değişiklik gösteren derinliğe sahipti.
59:2.6 (675.5) 320.000.000 yıl önce, bu dönemin üçüncü ana seli meydana gelmiştir. Bu selin suları, Amerika kıtaları ve Avrupa’nın tümüne doğru uzanırken bir önceki su baskını tarafından suyun altına inmiş olan karanının tümünü kapladı. Doğu Kuzey Amerika ve batı Avrupa, suyun altında 10.000 ila 15.000 fit arasında değişen bir derinlikte bulunmaktaydı.
59:2.7 (675.6) 310.000.000 yıl önce dünyanın kara kütleleri, Kuzey Amerika’nın güney kısımları dışında tekrar yüzeye doğru çıkmaktaydı. Meksika suyun yüzeyine çıkmış olup böylece ona kadar hiçbir biçimde kimliğini koruyamamış olan Körfez Denizi’ni oluşturmuştu.
59:2.8 (675.7) Bu sürecin yaşamı evrimleşmeye devam etmektedir. Dünya tekrar dingin ve göreceli olarak kargaşadan uzaktır; iklim, ılık ve düzenli bir seyir halindedir; kara bitkileri deniz kıyılarından daha ileri doğru göç etmektedir. Her ne kadar bu zamanlara ait az miktarda bitki fosili bulunmuş olsa da, yaşam biçimleri oldukça iyi bir biçimde gelişme göstermiştir.
59:2.9 (675.8) Bu dönem; bitkiden hayvana olan bir geçiş gibi her ne kadar temel değişiklerin birçoğu daha önceden gerçekleşmiş olsa da, bireysel nitelikteki hayvansal organizma evriminin büyük çağıdır. Deniz hayvanatları öyle bir noktaya gelecek şekilde gelişmiştir ki, omurgalıların altında kalan yaşamın her türü bu zamanlar boyunca tortullaşmış bahse konu kayalar içindeki fosillerde temsil edilmiştir. Ancak bu hayvanların tümü deniz organizmaları niteliğinde bulunmaktaydı. Hiçbir kaya hayvanı, deniz kıyıları boyunca sürünen solucanların birkaç türü dışında ortaya çıkmamıştır; buna ek olarak kara bitkileri henüz kıtalara etraflı bir biçimde yayılmamışlardır; orada hava içerisinde, solunum varlıklarının yaşamasını engelleyecek kadar çok karbondioksit bulunmaktaydı. Temel olarak, daha ilkel olanlarının belirli varlıkları dışında tüm hayvanlar mevcudiyetleri için doğrudan veya dolaylı olarak bitki yaşamına bağlıdırlar.
59:2.10 (676.1) Bu dönemde trilobitler hala yaşam alanında etkin bir konumda bulunmaktaydılar. Bu küçük hayvanlar; yaşam biçimlerinin on binlercesi içinde mevcut bulunmuş olup, bugünkü kabuklu deniz hayvanlarının atalarıdır. Trilobitlerin bazıları, yirmi beş ile dört bin arasında değişen küçük gözcüklere sahipti; diğerleri ise işlevsel olmayan gözleri barındırmaktaydı. Bu süreç sona erdiğinde trilobitler, omurgasız yaşamın birçok diğer türü ile birlikte denizlerin hâkimiyetini paylaşmıştır. Ancak onlar, yeni dönemin başlangıcı sürecinde tümüyle ortadan yok olmuşlardır.
59:2.11 (676.2) Kireç-tutan su yosunları çok geniş bir alana yayılmış halde bulunmaktaydı. Orada, mercanların öncül atalarına ait binlerce canlı var olmuştur. Deniz solucanları bol sayılarda bulunup, bahse konu zaman zarfından bu yana nesli tükenmiş olan denizanasının birçok çeşidi var olmuştur. Kafadanbacaklılar oldukça gelişmiş, bugünkü incimsi deniz helezonları, ahtapotlar, mürekkep balıkları ve kalamarlar olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir.
59:2.12 (676.3) Orada, kabuklu hayvanların birçok çeşidi bulunmuştur; ancak onların sahip oldukları kabuklar, daha sonraki çağlara kıyasla fazlasıyla savunma amacıyla kullanılmamaktaydı. Karındanbacaklılar, eski denizlerin suları içinde mevcuttu; ve onlar tek kabuklu deniz istiridyelerini, deniz salyangozlarını ve deniz sümüklü böceklerini içine almaktadır. Çift kabuklu karındanbacaklılar; deniz midyesi, deniztarağı, istiridye ve eskaloplar halinde o zamanlarda mevcut bulunan ve bu türleri içine alan bir topluluk olarak, milyonlarca yıldan bu yana varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kapaklı-kabuklu organizmalar aynı zamanda evirilmişlerdir; ve bu kolsuayaklılar, mevcut an içerisinde var olduklarına benzer bir biçimde bu eski sularda yaşamışlardır; hatta onlar, hareketli ve çentikli oluşumlara ek olarak kabuklarının koruyucu başka düzenlemelerine sahip olmuştur.
59:2.13 (676.4) Böylece, yer bilimcileriniz tarafından Ordovisyen olarak bilinen deniz yaşamının ikinci büyük dönemine ait evrimsel hikâyenin sonuna gelinmiştir.
59:3.1 (676.5) 300.000.000 yıl önce, kara batışının bir başka büyük dönemi başlamıştır. Eski Silüryen denizlerinin güney ve kuzey doğrultudaki istilası, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmını kendi suları alışını mümkün kılmıştır. Bahse konu kara denizin yok üstünde bir yükseltiye sahip olmadığı için, çok fazla birikinti kıyı şeritleri etrafında meydana gelmemiştir. Denizler, kireç-kabuklu yaşam ile dolup taşmış bir konumda bulunmaktaydı; bu kabukların deniz tabanına dökülüşü kademeli bir biçimde kireçtaşının kalın katmanlarını inşa etmiştir. Bu geniş çaplı ilk kireçtaşı birikimidir; ve bu oluşum neredeyse Avrupa ve Kuzey Amerika’nın tamamını kapsamakta olup, ancak birkaç yerde dünya yüzeyinde ortaya çıkmaktadır. Bu tarihi kaya tabakası yaklaşık olarak bin fit yüksekliğindedir; ancak bu birikintilerin çoğu eğim, kabuksal yükselmeler ve fay kırılmaları tarafından büyük ölçüde hasara uğramış, kuvarsa, şiste ve mermere dönüşmüştür.
59:3.2 (676.6) Hiçbir ateş kayası veya lav, güney Avrupa ve doğu Maine’nin büyük volkanları ve Quebec’in lav akıntıları dışında, bu sürecin kaya tabakalarında bulunmamaktadır. Bu süreç içerisinde volkanik faaliyet büyük ölçüde geçmişte kalmış bir olgudur. Bu süreç, büyük su tortulaşmasının en yüksek olduğu dönemdir; orada neredeyse hiçbir dağ oluşumu bulunmamaktadır.
59:3.3 (676.7) 290.000.000 yıl önce deniz, kıtalardan büyük ölçüde çekilmiş; çevreleyen okyanusların tabanları çöküş halinde bulunmaktadır. Kara kütleleri, tekrar batana kadar çok küçük değişikliğe uğramıştır. Kıtaların tümünün öncül dağ hareketleri başlamakta olup, bu kabuksal yükselmelerin en büyük olanları Asya’nın Himalayalar’ı ve İrlanda’dan başlayarak İskoçya boyunca Spitzbergen’e kadar uzanan bir biçimde büyük Kaledonya Dağları’dır.
59:3.4 (677.1) Bu çağın birikimleri içinde, gaz, petrol, çinko ve kurşunun büyük bir kısmı bulunmaktadır; bu birikimlerdeki gaz ve petrol, bir önceki deniz batışı zamanında taşınan bitki ve hayvan maddesinin devasa tabakalaşmaları tarafından elde edilirken, madensel birikimler suyun hantal canlılarının tortulaşmasını yansıtmaktadır. Kaya tuz birikimlerinin birçoğu bu sürece aittir.
59:3.5 (677.2) Trilobitler hızlı bir biçimde azalma göstermiş olup, ortaya çıkan boşluk daha geniş yumuşakçalar veya kafadanbacaklılar tarafından doldurulmuştur. Bu hayvanlar on beş fit uzunluğuna bir ayak çapına kadar büyüyerek, denizlerin hâkimleri haline gelmiştir. Hayvan topluluklarına ait bu varlıklar ansızın ortaya çıkmış ve deniz yaşamının hâkimiyetini elde etmişlerdir.
59:3.6 (677.3) Bu çağın büyük volkanik etkinliği, Avrupa bölgesinde gerçekleşmiştir. Milyonlarca yıl boyunca Akdeniz dağ boğazında ve özellikle Britanya Adaları’nın çevresinde gerçekleşenler ki gibi bu türden şiddetli ve geniş volkanik patlamalar gerçekleşmemiştir. Britanya Adalar bölgesi üzerindeki bu lav akışı, mevcut an içerisinde 25.000 fit kalınlığındaki lav veya kaya tabakaları olarak açığa çıkmaktadır. Bu kayalar, sığ bir deniz yatağı üzerinde aralıklı yayılan ve böylece kaya birikintilerini içine serpiştiren lav akışları tarafından tortullaşmış olup; bu oluşumun tümü daha sonrasında deniz yüzeyine yükselmiştir. Şiddetli depremler, özellikle İskoçya olmak üzere kuzey Avrupa’da meydana gelmiştir.
59:3.7 (677.4) Okyanus iklimi ılıman ve düzenli kalmaya devam etmiştir; ve sıcak denizler, kutup karalarına ait kıyıları ısıtmıştır. Kolsuayaklılar ve diğer deniz-yaşam fosilleri bahse konu birikimler halinde Kuzey Kutbu’na doğru bulunabilir. Karındanbacaklılar, kolsuayaklılar, süngerler ve kayalık-meydana-getiren mercanların sayıları artmaya devam etmiştir.
59:3.8 (677.5) Bu çağın sonu, güney ve kuzey okyanusların sahip olduğu suların Silüryen denizinin ikinci istilasıyla birlikte karışmasına şahit olmuştur. Kafadanbacaklılar deniz yaşamında baskın bir konumda bulunurken, onlar ile birliktelik halinde bulunan yaşam türleri ilerleyen bir biçimde gelişmekte ve farklılaşmaktadır.
59:3.9 (677.6) 280.000.000 yıl önce kıtalar, ikinci Silüryen su baskınından büyük ölçüde yüzeye çıkmışlardır. Bu batışın kaya birikintileri Kuzey Amerika’da Niyagara kireçtaşı olarak bilinmektedir, çünkü Niyagara Şelaleleri’nin mevcut an içerisinde akmakta olduğu kayanın katmanı bu oluşumdur. Kayanın bu katmanı, doğu dağlarından Mississippi vadi bölgesine kadar uzanmaktadır; ancak bu kapsam güney haricinde daha batıya doğru uzanmamaktadır. Birkaç tabaka Kanada, Güney Amerika’nın bazı kısımları, Avustralya ve Avrupa’nın çoğuna uzanmaktadır. Bu Niyagara türlerinin ortalama kalınlığı, yaklaşık olarak altı yüz fittir. Birçok bölge içerisinde Niyagara birikiminin hemen üzerindeki kısımda yığıntı, şist ve deniz tuzunun bir topluluğu bulanabilir. Bu durum, ikincil çökeltinin birikim oluşumudur. Bu tuz; dönüşümsel olarak denize açılan ve çözelti içinde bulunan diğer maddeyle beraber tuzun birikiminin buharlaşma ile meydana gelmesine neden olan biçimde denizle bağlantısını daha sonra kestiği, büyük lagünler içinde oluşmuştur. Bazı bölgeler içerisinde bu kaya tuz yatakları yetmiş fit kalınlığındadır.
59:3.10 (677.7) Bu zaman zarfında iklim dengeli ve ılımandır; ve bu dönemin deniz fosilleri kuzey kutup bölgelerinde tortullaşmıştır. Ancak bu çağın sonunda denizler çok aşırı bir biçimde tuzlu hale gelmiştir ki, çok az yaşam varlığını sürdürebilmiştir.
59:3.11 (677.8) Nihai Silüryen batışının sonunda, denizlalesi kireçtaşı birikimlerinde delillendirildiği gibi, — kaya zambakları olarak — derisidikenlilerin sayısında büyük bir artış meydana gelmiştir. Tribolitler neredeyse tamamen yok olup, yumuşakçalar denizlerin hâkimi olmaya devam etmişlerdir; mercan kaya oluşumları büyük oranda artmaya devam etmiştir. Bu çağ boyunca daha elverişli bölgelerde ilkel deniz akrepleri ilk olarak evirilmeye başlamıştır. Bunun hemen sonrasında, ve ansızın, — mevcut zamandaki gibi hava solunumu yapan varlıklar olarak — gerçek akrepler ortaya çıkmıştır.
59:3.12 (678.1) Bu oluşumlar, yirmi beş milyon yıllık bir süreci kaplayan ve araştırmacılarınız tarafından Silüryen devri olarak bilinen, üçüncü deniz-yaşam dönemini sonlandırmaktadır.
59:4.1 (678.2) Kara ile denizin bu çağlar süren mücadelesinde deniz uzun yıllar boyunca göreceli galip gelmiştir; ancak karanın bu mücadeleden zaferle ayrılacağı zamanlar çok yakındır. Ve kıtasal ayrılışlar henüz bu süreci takip etmemiştir; ancak zaman zaman dünya karasının tümü neredeyse tamamen, zayıf kanallar ve dar kara köprüleri vasıtasıyla birbirine bağlanmıştır.
59:4.2 (678.3) Kara Silüryen su baskınından yüzeye doğru çıkarken, dünya gelişimi ve yaşam evrimi içinde önemli bir süreç tamamlanır. Bu dönem dünya üzerinde yeni bir çağın başlangıcıdır. Geçmiş zamanların kuru ve gösterişsiz tabiatı, zengin yeşillikler ile taçlanmaya başlamaktadır; ve ilk muhteşem ormanlar, yakın zamanda ortaya çıkacaktır.
59:4.3 (678.4) Bu çağın deniz yaşamı, öncül türlerin ayrımı nedeniyle oldukça çeşitlidir; ancak daha sonra, bu farklı türlerinin tümünün özgürce birbirine karışımı ve birliktelik haline gelişi meydana gelmiştir. Kolsuayaklılar, eklembacaklıların daha sonra onların yerlerini almalarıyla erkenden zirve noktalarına ulaşmışlardır; ve kaya midyeleri ilk kez ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak gerçekleşen bütün bu olayların arasında en büyük etkinlik, balık ailesinin ansızın ortaya çıkması olmuştur. Bu dönem, hayvanların omurgalı türleri olarak belirlenen dünya tarihi dönemi biçiminde balıkların çağı haline gelmiştir.
59:4.4 (678.5) 270.000.000 yıl önce kıtalar suyun çok üstünde bir konumda bulunmaktaydı. Milyonlarca yıl boyunca bu kadar ölçekte kara bir kez bile olsun suyun üstünde olan bir konumda bulunmamıştı; bu olgu, dünya tarihinin tümü içinde en büyük kara-yerleşim çağlarından biri olmuştur.
59:4.5 (678.6) Beş milyon yıl sonra Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Afrika, kuzey Asya ve Avustralya’nın kara bölgeleri kısa bir süreliğine su baskınına uğramıştır; Kuzey Amerika’da suya olan batış belirli bir zaman aralığı içinde neredeyse bütüncül bir düzeyde gerçekleşmiştir; ve bunun sonucunda gerçekleşen kireçtaşı tabakaları 500 ila 5.000 fit kalınlığında değişiklik gösteren oluşumlara sahip olmuştur. Bu çeşitli Devonik denizler; çok geniş buzul Kuzey Amerika iç denizinin kuzey Kaliforniya hattı boyunca Büyük Okyanus’a doğru bir çıkış yolu bulmasına yol açacak ölçüde, ilk önce belli bir doğrultuda daha sonra ise farklı bir yönde genişlemiştir.
59:4.6 (678.7) 260.000.000 yıl önce, bu kara-batışı çağının sonuna doğru Kuzey Amerika kısmi ölçüde; Büyük Okyanus, Atlas Okyanusu, Kuzey Kutup ve Körfez suları ile eş zamanlı bağlantıya sahip denizler tarafından kaplanmıştır. İlk Devonik seline ait bu daha sonraki aşamaların birikimleri, kalınlık bakımından yaklaşık olarak bin fiti bulmaktadır. Bu zamanları özetleyen mercan kayaları, iç denizlerin berrak ve sığ olduğunu göstermektedir. Bu türden mercan birikimleri; Louisville Kentucky yakınındaki Ohio Nehri’nin kıyısında açığa çıkmış olup, iki yüzden fazla çeşitliliğe sahip olan bir biçimde yaklaşık olarak yüz fit kalınlığında bulunmaktadır. Bu mercan oluşumları, Kanada ve kuzey Avrupa boyunca kutup bölgelerine kadar uzanmaktadır.
59:4.7 (678.8) Bu kara batışlarını takiben sahil şeritlerinin birçoğu, daha önceki birikimlerin çamur veya şist ile kaplanmasına sebebiyet verecek ölçüde, dikkate değer bir biçimde yükselmiştir. Orada aynı zamanda Denovik tortullaşmanın bir tanesine işaret eden kırmızı kumtaş tabakası bulunmaktadır; ve bu kırmızı tabaka — Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Rusya, Çin, Afrika ve Avustralya’da görüldüğü biçimiyle — dünya yüzeyinin büyük bir kısmını kaplamaktadır. Bu türden kırmızı birikintiler, kurak veya yarı-kurak çevre koşullarının var olduğuna işaret etmektedir; ancak bu çağın iklimi, hala ılıman ve dengeli bir konumda bulunmaktaydı.
59:4.8 (679.1) Bu sürecin tümü boyunca Cincinnati Adası’nın güneydoğu karası suyun çok yukarısında kalmaya devam etti. Ancak Britanya Adaları’na ek olarak batı Avrupa’nın çok büyük bir kısmı sular altında kaldı. Galler, Almanya ve Avrupa içinde diğer yerlerde Devonik kayalar 20.000 fit kalınlığında bulunmaktadır.
59:4.9 (679.2) 250.000.000 yıl öncesi; insan-öncesi evriminin tümü içinden en önemli aşamalardan bir tanesi olan, omurgasızlar türü olarak balık ailesinin ortaya çıkışına şahit oldu.
59:4.10 (679.3) Eklembacaklılar veya diğer bir değişle kabuklu hayvanlar, ilk omurgalıların atalarıydı. Balık ailesinin kökensel nesilleri, değişikliğe uğramış iki ata koluna aitti: bunlardan bir tanesi bir kafa ve kuyruğa bağlı uzun bir bedene sahip olan kol, diğeri ise çenesiz balık-öncesi varlıklar biçiminde omurgasız olan koldu. Ancak bu ilkel türler, hayvan dünyasının ilk omurgalıları olarak balıkların kuzeyde ansızın ortaya çıkmasıyla çabucak yok oldular.
59:4.11 (679.4) En büyük gerçek balıkların birçoğu bu çağa aittir; onların diş taşıyan çeşitleri yirmi beş ila otuz fit uzunluğuna varmaktadır; mevcut anda var olan köpek balıkları, bu tarihi balıkların kurtuluş canlılarıdır. Akciğere sahip ve zırhlı balıklar evrimlerinin zirve noktasına eriştiler; ve bu çağın sonlanmasından önce balıklar tatlı ve tuzlu sulara uyum sağladılar.
59:4.12 (679.5) Balık dişleri ve iskeletlerinin gerçek kemik kalıntıları, bu sürecin sonuna doğru gerçekleşen tortullaşmış birikimlerde bulabilir; ve onların zengin fosil kalıntıları, Büyük Okyanus’un kapalı körfezlerinin bu bölgenin karasına doğru genişlemesinden dolayı, Kaliforniya sahili boyunca konumlanmıştır.
59:4.13 (679.6) Dünya hızlı bir biçimde kara bitkisinin yeni düzeyleri tarafından kaplanmaktaydı. Bu zaman zarfına kadar çok az bitki, su kıyıları dışında kara üzerinde büyümüştü. Bu aşamada ve ansızın; doğurgan eğreltiotu ailesi ortaya çıkmış, ve onlar dünyanın tüm bölgeleri içinde hızlıca yükselen kara yüzeyine çabucak yayılmıştır. İki fit kalınlığında ve kırk fit genişliğinde ağaç türleri yakın bir zaman içinde gelişmiştir; bunun sonrasında yapraklar evirilmiştir, ancak bu öncül çeşitlilikler yalnızca olgunlaşmamış bitki uzantıları olarak kalmıştır. Orada birçok küçük bitki daha var olmuştur; ancak onların fosilleri, daha öncesinden ortaya çıkmaya başlayan bakteriler tarafından sıklıkla rastlanan bir biçimde yok olmuştur.
59:4.14 (679.7) Kara yükselirken Kuzey Amerika, Grönland’a uzanan kara köprüleri vasıtasıyla Avrupa ile birleşen bir hale gelmiştir. Ve mevcut zaman içinde Grönland, buz kabuğunun altında bu öncül kara bitkilerine ait kalıntıları barındırmaktadır.
59:4.15 (679.8) 240.000.000 yıl önce Avrupa’ya ek olarak Kuzey ve Güney Amerika’nın kısımları üzerindeki kara batmaya başlamıştır. Karanın bu alçalışı, Devonik sellerin gerçekleşen en son büyük çaptaki açığa çıkışını simgelemektedir. Kutup denizleri tekrar Kuzey Amerika’nın üzerinden güneye doğru hareket etmiş, Atlas Okyanusu Avrupa ve batı Asya’nın büyük bir kısmını sular altında bırakmış, bunun karşısında ise Büyük Okyanus’un güneyi Hindistan’ın büyük bir kısmını kaplamıştır. Kuzey Amerika’nın yüzeyinde bulunabilecek Hudson Nehri’nin batı kıyıları ile birlikte Catskill Dağları, bu çağın en büyük yeryüzü eserlerinden biridir.
59:4.16 (679.9) 230.000.000 yıl önce denizler çekilmeye devam etmekteydi. Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmı su yüzeyinin üstündeydi; ve büyük volkanik etkinlik St. Lawrence bölgesinde gerçekleşmişti. Montreal’de bulunan Mount Royal, bu volkanların bir tanesinin erimiş yakasıdır. Bu çağın bütününe ait birikimler; Susquehanna Nehri’nin, 13.000 fitlik bir kalınlığa erişen bu birbirlerini takip eden tabakaları sergilemekte olan bir vadiyi kestiği, Kuzey Amerika’nın Appalachian Dağları içinde çok iyi bir biçimde sergilenmektedir.
59:4.17 (680.1) Kıtaların yükselişi bu dönemi takip etmiş olup, atmosfer oksijen ile daha zengin hale gelmektedir. Yeryüzüne, yüz fit yüksekliğindeki eğrelti otlarının geniş ormanları ve sessiz ormanlar olarak bilinen bu zamanların özel ağaçları yayılmıştır; tek bir ses, hatta bir yaprak hışırtısı bile duyulmamaktaydı, çünkü bu türden ağaçlar hiçbir yaprağa sahip değildi.
59:4.18 (680.2) Ve böylelikle, balıkların çağı olarak deniz-yaşam evriminin en uzun süreçlerinden bir tanesi sona yaklaşmıştır. Dünya tarihinin bu süreci neredeyse elli milyon yıl sürmüştür; bu süreç, araştırmacılarınız tarafından Devonik devir olarak bilinmektedir.
59:5.1 (680.3) Bir önceki dönem içerisinde balıkların ortaya çıkması, deniz-yaşam evriminin zirve noktasını simgelemektedir. Bu noktadan itibaren kara yaşamının evrimi artan bir biçimde önem kazanmaktadır. Ve bu dönem, ilk kara hayvanlarının ortaya çıkışını neredeyse olası en yüksek koşulda hazırlayan aşama ile başlar.
59:5.2 (680.4) 220.000.000 yıl önce kıta kara alanlarının birçoğu, Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmı dâhil olmak üzere, suyun üstünde bulunmaktaydı. Karaya zengin bitkiler yayılmıştı; bu zaman süreci gerçek anlamıyla eğreltiotlarının çağıdır. Karbondioksit hala atmosferde mevcuttu, ancak azalan düzeylerde var olmaktaydı.
59:5.3 (680.5) İki büyük iç denizi yaratarak Kuzey Amerika’nın merkezi kısımları kısa bir süre sonra sular altında kalmıştır. Atlas ve Büyük Okyanus sahil dağlık alanları, mevcut kıyı şeridinin hemen ötesinde konumlanmıştı. Bu iki deniz bu aşamada, yaşamın iki türünün birleştiği bir şekilde bütünleşmiş halde bulunmaktadır; deniz hayvan yaşamlarının bu birlikteliği, deniz yaşamında hızlı ve dünya çapındaki bir azalmanın başlangıcını ve bunu takip eden kara-yaşam döneminin açılışını simgelemektedir.
59:5.4 (680.6) 210.000.000 yıl önce sıcak kutup denizleri, Kuzey Amerika ve Avrupa’yı kaplamıştır. Güney kutup denizleri, güney Amerika ve Avustralya’yı sular altında bırakırken, Afrika ve Asya oldukça yükselmiştir.
59:5.5 (680.7) Denizler en yüksek seviyelerinde bulunurken, yeni bir evrimsel gelişme ansızın ortaya çıkmıştır. Birden bire kara hayvanlarının ilki belirmiştir. Kara veya su içinde yaşayabilecek olan bu hayvanların sayısız türü orada mevcut bulunmuştur. Bu solunum yapan yüzergezer canlılar, hava keseleri akciğerlere dönüşen eklembacaklılardan türemişlerdir.
59:5.6 (680.8) Denizlerin çok tuzlu sularından salyangozlar, akrepler ve kurbağalar sürünerek karaya çıkmıştır. Mevcut an içerisinde kurbağalar, yumurtalarını suya bırakır; ve onların yavruları, kurbağa yavruları olarak küçük balıklar halinde var olmaktadırlar. Bu süreç, kurbağaların çağı olarak yerinde bir biçimde adlandırılabilir.
59:5.7 (680.9) Bundan daha sonra böcekler ilk olarak ortaya çıkmış; örümcekler, akrepler, karafatmalar, çekirgeler ve ağustos böcekleri ile birlikte yakın zaman içerisinde dünya kıtalarına yayılmışlardır. Yusufçuklar otuz inç uzunluğunda bulunmaktaydı. Karafatmaların sayıca bin türü gelişti, ve onların bazıları dört inçlik uzunluğa kadar büyüdü.
59:5.8 (680.10) Derisidikenlilerin iki topluluğu özellikle çok iyi bir biçimde gelişti, ve onlar gerçekte bu çağın yönlendirici fosilleridirler. Kabukla beslenen büyük köpek balıkları aynı zamanda yüksek bir biçimde evrime uğradı, ve beş milyon yıldan daha uzun bir süre boyunca onlar okyanusların hâkimi oldu. İklim bu dönemde hala ılıman ve dengeliydi; deniz yaşamı çok az ölçüde değişikliğe uğradı. Tatlı su balıkları gelişmekte, ve trilobitlerin nesilleri neredeyse tamamen tükenmekteydi. Mercanlar seyrekleşmiş, kireçtaşının büyük bir kısmı denizlalesinden meydana gelmeye başlamıştır. Bu çağ boyunca kireçtaşları daha iyi katmanlı halde tortullaşmıştır.
59:5.9 (681.1) İçdenizlerin büyük bir kısmının suları, birçok deniz türünün gelişimi ve büyümesine fazlasıyla katkıda bulunan kireç ve diğer madenler ile oldukça fazla bir biçimde yüklüdür. Nihai olarak denizler, bazı yerlerde çinko ve kurşunu taşıyan bir biçimde geniş bir kaya birikiminin sonucu olarak çekilmiş oldular.
59:5.10 (681.2) Bu öncül Kömür Devri’nin birikimleri; kumtaşı, şist ve kireçtaşından meydana gelen bir biçimde 500 ila 2.000 fit arasında değişen bir kalınlığa sahiptir. En eski tabakalar, kum ve çakıl tortuları ile birlikte karaya ek olarak deniz hayvan ve bitkilerinin fosillerini ortaya sermektedir. Bu eski katmanlar arasında küçük bir parça kullanılabilir kömür bulunmuştur. Avrupa boyunca bu birikimler, Kuzey Amerika’da tortullaşanlara oldukça benzerdir.
59:5.11 (681.3) Bu çağın sonuna doğru Kuzey Amerika’nın karası yükselmeye başlamıştır. Bu yükseltide kısa dönemli bir kesinti meydana gelmiştir; ve deniz, eski yatağının yarı düzeyini kaplayan konuma geri dönmüştür. Bu oluşum, kısa süren bir su baskını olmuştur; karanın büyük bir kısmı yakın zaman içerisinde su seviyesinin çok üzerine çıkmıştır. Güney Amerika, Afrika vasıtasıyla hala Avrupa ile bağlantılı haldeydi.
59:5.12 (681.4) Bu çağ Vosges, Kara Orman ve Ural dağlarının başlangıcına şahit olmuştur. Diğer ve eski dağların kalıntıları, Büyük Britanya ve Avrupa’nın tamamında bulunabilir.
59:5.13 (681.5) 200.000.000 yıl önce, Kömür Devri’nin gerçekten etkin olduğu aşamalar başlamıştır. Bu zaman zarfından önce yirmi milyon yıl süresince, öncül kömür birikintileri tortullaşmıştır; ancak bu aşamada daha geniş kömür oluşum etkinlikleri faal bir konumdaydı. Mevcut kömür birikim çağının uzunluğu, yirmi beş milyon yıldan biraz daha fazlaydı.
59:5.14 (681.6) Kara, okyanus tabanları üzerindeki etkinlikler tarafından belirlenen deniz seviyesindeki değişiklikler nedeniyle dönüşümsel olarak yükselip alçalıyordu. Karanın alçalışı ve yükselişi olarak bu kabuksal huzursuzluk, kıyısal bataklığın doğurgan bitki türüne dönüşümü ile birlikte; bu sürecin Kömür Devri olarak bilinmesine neden olan geniş kömür birikimlerinin üretimine katkıda bulunmuştur.
59:5.15 (681.7) Kömür tabakaları dönüşümlü olarak şist, kaya ve yığınlar ile birlikte barınmaktaydı. Bu kömür yatakları, kırk ila elli fit arasında değişen kalınlıkta merkezi ve doğu Amerika Birleşik Devletleri’ni kaplamaktadır. Ancak bu birikintilerin çoğu, bir sonraki kaya yükselişi sırasında temizlenmiştir. Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bazı kısımlarında kömür taşıyan tabakalar 18.000 fit kalınlığındadır.
59:5.16 (681.8) Var olan kömür yataklarının üstündeki ağaç kökenlerinin mevcudiyeti, bu zaman zarfında bulunan yerleşkede kömürün oluşmuş olduğunu göstermektedir. Kömür; bu uzak çağın balçıklarında ve bataklık kıyılarında büyüyen dizi halindeki bitkisel gelişime ait suyu muhafaza eden ve basıncı değiştiren kalıntılardır. Kömür tabakaları sıklıkla gaz ve petrolü tutmaktadır. Geçmiş bitki yetişiminin kalıntıları olarak turba yatakları, elverişli basınca ve ısıya maruz kalırsa kömürün bu türüne dönüşmektedir. Taşkömürü, kömürden daha çok basınca ve ısıya maruz kalarak sahip olduğu niteliği kazanmıştır.
59:5.17 (681.9) Karanın yükseliş ve alçalış miktarını işaret eden, Kuzey Amerika’da çeşitli yataklar içerisinde kömür tabakaları; Illinois’de on, Pennsylvania’da yirmi, Alabama’da yirmi beş ve Kanada’da ise yetmiş beşe kadar değişkenlik göstermektedir. Tatlı ve tuzlu su fosillerinin ikisi de kömür yataklarında bulunmaktadır.
59:5.18 (682.1) Bu çağ boyunca Kuzey ve Güney Amerika’nın dağları faal bir konumda bulunmuştur; And Dağları ve eski Kayalık Dağları’nın güney sıraları yükselmektedir. Atlas ve Büyük Okyanus’un yüksek kıyı bölgeleri; bu okyanusların sahil şeritlerinin yaklaşık olarak şu an ki konumlarına geri çekildiği bir biçimde nihai olarak aşınarak ve batmaya uğrayarak, suyun altına gömülmüştür. Bu su baskınının birikintileri, yaklaşık olarak bin fit kalınlığındadır.
59:5.19 (682.2) 190.000.000 yıl öncesi, kuzey Kaliforniya boyunca Büyük Okyanus’a bir kol ile bağlanarak Kuzey Amerika Kömür Devri denizinin batıya doğru genişleyişine şahit olmuştur. Kömür; deniz kıyısındaki değişimlerin bu çağı boyunca sahil düzlükleri yükselip alçalırken, Amerika kıtaları ve Avrupa boyunca tabaka tabaka tortullaşmaya devam etmiştir.
59:5.20 (682.3) 180.000.000 yıl öncesi, — Avrupa, Hindistan, Çin, Kuzey Afrika ve Amerika kıtlarında olmak üzere — kömürün dünyanın tümü üzerinde oluştuğu Kömür Devri’nin bitimini beraberinde getirmiştir. Kömür-oluşum döneminin sonunda Kuzey Amerika’daki Mississippi vadisinin doğusu yükselmiş, bu bölgenin büyük bir kısmı bahse konu zaman zarfından bu yana su üzerinde kalmaya devam etmiştir. Bu kaya-yükseliş dönemi, Appalachian bölgelerini ve kıtanın batı kısmını içine alan bir biçimde Kuzey Amerika’nın bugünkü dağlarının başlangıcını simgelemektedir. Volkanlar, Alaska ve Kaliforniya’ya ek olarak Avrupa ve Asya’nın dağ-oluşum bölgeleri içinde faal bir konumda bulunmaktadır. Doğu Amerika ve batı Avrupa, Grönland kıtası ile bağlantı halindedir.
59:5.21 (682.4) Kara yükselişi; önceki çağların deniz iklimini değiştirmeye başlamış, ve bu iklimi daha az ılık ve daha değişken kıta iklim sürecinin başlayışı ile değiştirmiştir.
59:5.22 (682.5) Bu zamanların bitkileri bitki sporlarını taşımakta olup, rüzgâr bu sporları uzaklara ve geniş bir alana doğru yaymaya yetkindi. Kömür Devri ağaç gövdeleri çoğunlukla yedi fit çapında ve sıkça rastlanan bir biçimde yüz yirmi beş fit uzunluğundaydı. Bugünkü eğrelti otları, bu eski çağların gerçek kalıntılarıdır.
59:5.23 (682.6) Genel olarak orada, tatlı su organizmaları için gelişim çağları bulunmaktaydı; eski deniz yaşamı içinde çok az bir değişiklik meydana gelmiştir. Ancak bu sürecin önemli ayırıcı nitelikteki özelliği, kurbağaların ve onların birçok köken akrabalarının anlık ortaya çıkışıdır. Karbon çağının yaşam belirleyici nitelikleri, eğreltiotları ve kurbağalar olmuştur.
59:6.1 (682.7) Bu süreç, deniz yaşamında hayati derecede önemli evrimsel gelişimin sonunu ve daha sonraki kara hayvanları çağlarına götüren geçiş döneminin başlangıcını simgelemektedir.
59:6.2 (682.8) Bu çağ, büyük yaşam yoksulluk dönemlerinden biridir. Deniz türlerinin binlercesi yok olmuş, ve yaşam kara üzerinde neredeyse hiçbir biçimde henüz istikrara kavuşturulmamıştır. Bu süreç; yaşamın dünya yüzeyinden ve okyanus derinliklerinden neredeyse tamamen kaybolduğu bir çağ olarak, bir biyolojik karışıklık zamanıdır. Uzun deniz-yaşam döneminin sonuna doğru dünya üzerinde yaşayan varlıkların yüz binden fazla türü mevcut bulunmaktaydı. Geçişin bu döneminin sonunda ise, onların beş yüz türünden azı hayatta kalabilmiştir.
59:6.3 (682.9) Bu yeni dönemin kendine has özellikleri; yeryüzü kabuğunun soğuması, veya, — denizlerin kısıtlamaları ve devasa kara kütlelerinin artan yükselişi biçiminde — genel olarak mevcut olan ve önceki süreçlerden beri var olan etkilerin olağandışı bir birlikteliği karşısında volkanik faaliyetin uzun süreli yokluğu nedeniyle baskın olarak belirlenmemiştir. Daha önceki süreçlerin ılıman deniz iklimi ortan kaybolmakta ve havanın daha sert kara iklimi hızlı bir biçimde gelişme göstermekteydi.
59:6.4 (683.1) 170.000.000 yıl önce büyük evrimsel değişiklikler ve düzenlemeler, dünyanın bütün yüzeyinde gerçekleşmeye başlamaktaydı. Kara, okyanus tabanları batarken dünyanın tümü üzerinde yükselmekteydi. Bağımsız dağ sıraları ortaya çıkmaya başlamıştı. Kuzey Amerika’nın doğu kısmı, deniz seviyesinin oldukça üstünde bulunmaktaydı; bu kıtanın batı kısmı yavaşça yükselmekteydi. Kıtalar, dar boğazlar ile birbirlerine bağlanmış olan büyük ve küçük tuz göllerine ek olarak sayısız iç denizler ile kaplanmıştı. Bu geçiş döneminin tabakaları, 1.000 ila 7.000 fit arasında değişen kalınlığa sahiptir.
59:6.5 (683.2) Dünyanın kabuğu, bu kara yükselmeleri sürecinde geniş bir biçimde kıvrılmaya uğramıştır. Bu dönem; Güney Amerika’nın Afrika ile Kuzey Amerika’nın Avrupa ile birlikte çok uzun bir süredir bağlantı halinde olduğu kıtaları içine alan bir biçimde belirli kara köprülerinin ortadan kaybolması dışında, kıtaların deniz yüzeyine çıkışının bir süreci olmuştur.
59:6.6 (683.3) Kademeli bir biçimde kıta içi göller ve denizler, dünyanın tümü üzerinde kurumaktaydı. Bağımsız dağ ve bölgesel buzullar, özellikle Güney Yarımküre üzerinde ortaya çıkmaya başlamıştı; birçok bölge içinde bu yerel buz oluşumlarına ait buzul birikimleri, toprağın üst kısmında bulunan ve daha sonra oluşmuş kömür birikimlerinin bazıları arasında bile bulunabilir. Buzullaşma ve kuraklık olarak iki yeni iklim etmeni ortaya çıkmıştır. Dünyanın daha yüksek bölgelerinin birçoğu, kurak ve çorak hale gelmiştir.
59:6.7 (683.4) İklim değişikliliğinin bu zamanları boyunca, aynı zamanda kara bitkileri içinde de büyük çeşitlilikler baş göstermiştir. Tohum bitkileri ortaya çıkmış, ve onlar daha sonra artış gösteren kara-hayvan yaşamı için daha iyi bir yiyecek kaynağı sağlamıştır. Kış ve kuraklık dönemleri boyunca nadas süreçleri, askıya alınmış yaşam dönemlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için evrim göstermiştir.
59:6.8 (683.5) Kara hayvanları arasında kurbağalar bir önceki çağ içinde türlerine ait doruk noktasına ulaşmış olup, sayıları hızla tükenmeye başlamıştır; ancak onlar, bu uzak geçmişin olağanüstü düzeydeki sıkıntılı süreçlerine ait kurumakta olan su birikintilerinde ve göletlerinde bile uzun süreler yaşayabilmelerinden dolayı, varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu düşüş eğilimi gösteren kurbağa çağı boyunca Afrika içinde, kurbağanın sürüngenlere olan evriminin ilk aşaması gerçekleşmiştir. Ve kara kütleleri hali hazırda birbirleri ile bağlantılı konumda oldukları için, bir solunum yapan tür olarak sürüngen-öncesi varlık tüm dünyaya yayılmıştır. Bu zaman zarfında atmosfer, hayvan solunumunu tatmin eder bir ölçüde sağlayacak kadar değişiklik göstermiştir. Bu sürüngen-öncesi kurbağaların varışından sonra, Kuzey Amerika Avrupa, Asya ve Güney Amerika’dan koparak geçici olarak bağımsız bir konumda bulunmuştur.
59:6.9 (683.6) Okyanus sularının kademeli olarak soğuyuşu, okyanus yaşamının bozulmasında oldukça büyük pay sahibi olmuştur. Bu çağların deniz hayvanları; Meksika Körfez bölgesi, Hindistan’ın Ganj Nehri ve Akdeniz havzasının Sicilya Körfezi olarak, üç elverişli sığınağa kısa süreli olarak çekilmiştir. Ve bu üç bölgeden, yeni deniz canlıları zor koşullarda dünyaya gelip daha sonra denizleri canlandırmaya başlamıştır.
59:6.10 (683.7) 160.000.000 yıl önce kara, kara-hayvan yaşamını desteklemek için uyum sağlamış olan bitkiler ile geniş bir biçimde kaplanmıştı; ve atmosfer, hayvan solunumu için olası en uygun konuma gelmişti. Bu gelişmeler böylelikle; deniz-yaşam kesintisine ek olarak, gezegensel evrimin sonraki çağlarına ait daha hızlı gelişen ve oldukça farklılaşmış yaşamın ataları olarak bu gelecek amacıyla faaliyet gösterme görevinde bulunan, kurtuluş değeri taşıyanlar dışında tüm yaşam türlerini ortadan kaldıran biyolojik yokluk döneminin sınayıcı zamanlarının sonunu simgelemektedir.
59:6.11 (684.1) Öğrencileriniz tarafından Permiyen devri olarak bilinen biyolojik sıkıntıya ait bu sürecin sona erişi aynı zamanda, iki yüz elli milyon yıllık bir zaman zarfını temsil eden bir biçimde gezegensel tarihin bir çeyreğini kaplayan uzun Paleozoyik devrin sonunu simgelemektedir.
59:6.12 (684.2) Urantia üzerinde yaşamın engin okyanussal desteği amacına ulaşmıştır. Bu uzun çağlar boyunca kara, yaşamı desteklemek için elverişsiz olduğunda, daha yüksek türden kara hayvanlarını idame etmek için atmosferin yeterli oksijeni taşımasından önce, deniz âlemin öncül yaşamını büyütmüş ve onu beslemiştir. Bu aşamada, kara üzerinde evrimin ikinci aşaması kendisini gerçekleştirirken, denizin biyolojik önemi giderek azalmıştır.
59:6.13 (684.3) [Urantia için görevlendirilmiş kökensel birlik unsurlarından biri olan, bir Nebadon Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
60. Makale
60:0.1 (685.1) AYRICALIKLI deniz yaşamının dönemi sona ermiştir. Karanın yükselişi, kabuğun soğumasına ek olarak okyanusların su sıcaklığının düşmesi, deniz çekilmesi ve bunun sonucunda onun derinleşmesi ve kuzey enlemler içinde kara seviyesindeki büyük bir artış hep birlikte, ekvator bölgesinden oldukça uzak bir konumda yerleşmiş bölgelerin tümünde dünya ikliminin ciddi ölçüde değişmesine sebebiyet vermiştir.
60:0.2 (685.2) Bir önceki çağın son dönemleri, gerçek anlamıyla kurbağaların devriydi; ancak kara omurgalıların bu ataları, büyük ölçüde azalan miktarlarda hayatta kalan bir düzeyde artık hâkimiyet halinde bulunmamaktadır. Oldukça az tür, biyolojik sıkıntının bir önceki dönemine ait çetin sınavlardan geçip hayatta kalmıştır. Spor taşıyan bitkiler bile bu aşamada, neredeyse nesilleri tükenmiş bir konumda bulunmaktaydı.
60:1.1 (685.3) Bu sürecin aşınma birikintileri büyük ölçüde yığıntılar, şistler ve kumtaşlarıydı. Amerika ve Avrupa üzerindeki tortullaşmalar içindeki kalsiyum sülfat ve kırmızı tabakaları, bu kıtların ikliminin kurak olduğuna işaret etmektedir Bu kurak bölgeler, çevreleyen yükseltiler üzerindeki şiddetli ve dönemsel yağmurlar sebebiyle meydana gelen büyük toprak kaymalarına maruz kalmıştı.
60:1.2 (685.4) Bu tabakalar içinde çok az fosil bulunmaktadır; ancak kara sürüngenlerinin sayısız kumtaş izi bu fosillerde gözlenebilir. Birçok bölge içinde bu sürece ait bin fitlik kırmızı kumtaşı hiçbir fosil taşımamaktadır. Kara hayvanlarının yaşamı yalnızca Afrika’nın belirli kısımlarında devam eden bir niteliğe sahipti.
60:1.3 (685.5) Bu birikintiler, Büyük Okyanus sahili üzerinde 18.000 fite bile ulaşabilen ölçüde, 3.000 ila 10.000 fit arasında değişen kalınlığa sahiptir. Lav daha sonra bu tabakaların birçoğu arasına girmiştir. Hudson Nehri’nin Palisades bölgesi, bu Triyasik tabakalar arasına volkanik karataşının girmesiyle oluşmuştur. Volkanik faaliyet dünyanın farklı bölgelerinde geniş bir ölçüde gerçekleşmekteydi.
60:1.4 (685.6) Özellikle Almanya ve Rusya olmak üzere Avrupa üzerinde, bu dönemin birikintileri bulunabilir. İngiltere içinde Yeni Kırmızı Kumtaşı bu döneme aittir. Kireçtaşı; bir deniz baskınının sonucu olarak güney Alpler’de tortullaşmış olup, mevcut an içerisinde bu bölgelerin kendine özgü dolomit kireçtaşı duvarları, zirveleri ve sütunlarında görülebilir. Bu tabaka, Afrika ve Avustralya’nın tümü üzerinde bulunabilir. Carrara mermeri bu türden değişikliğe uğramış kireç taşından kökenini almaktadır. Bu sürece ait hiçbir şey, su altında kalan ve bu nedenle yalnızca önceki ve sonraki çağların arasındaki aralıksız bir su ve deniz birikimini yansıtan Güney Amerika’nın güney bölgelerinde bulunamayacaktır.
60:1.5 (686.1) 150.000.000 yıl önce, dünya tarihinin öncül kara-yaşam çağı başlamıştır. Yaşam, genel olarak, yeterli ölçüde kendisini idame ettirmedi; ancak yaşam, deniz-yaşam döneminin çetin ve amansız sonundan daha iyi bir konumda bulunmaktaydı.
60:1.6 (686.2) Bu çağ açıldığında Kuzey Amerika’nın doğu ve merkezi kısımları, Güney Amerika’nın kuzey kısmı, Avrupa’nın büyük bir bölümü ve Asya’nın tamamı deniz seviyesinin çok üstündeydi. Kuzey Amerika ilk kez coğrafi açıdan bağımsız bir konuma gelmiştir; ancak yakın bir zaman içinde kıtayı Asya’ya bağlayan Bering Boğazı kara köprüsü tekrar ortaya çıkmaya başlamıştır.
60:1.7 (686.3) Atlas ve Büyük Okyanus’a paralel geniş dağ boğazları Kuzey Amerika içinde oluşmuştur. Bir tarafının nihai olarak iki mil yerin altına doğru çöktüğü büyük doğu Connecticut fayı ortaya çıkmıştır. Bu Kuzey Amerika boğazlarının çoğu daha sonra, aynı zamanda birçoğunun dağ bölgelerinin tatlı ve tuzlu su göllerinin havzaları da olduğu, aşınma birikintileri ile dolmuştur. Bu süreci takiben bu doldurulmuş kaya çöküntüleri, toprak altında oluşan lav akıntıları tarafından büyük ölçüde yükselmiştir. Birçok bölgenin taşlaşmış ormanları bu çağa aittir.
60:1.8 (686.4) Kıtasal batışlar boyunca genel olarak su üstünde bulunan Büyük Okyanus sahili, Kaliforniya’nın güney kısmı haricinde ve şu anki Büyük Okyanus sınırları içinde barınan geniş bir ada dışında sular altında kalmıştır. Bu tarihi Kaliforniya denizi deniz yaşamı bakımından zengin olup, orta batı bölgesinin eski deniz havzayı ile birleşmek için doğuya doğru genişlemiştir.
60:1.9 (686.5) 140.000.000 yıl önce ansızın ve bir önceki dönem boyunca Afrika’da gelişen iki sürüngen atasının kökeni ile sürüngenler, uçsuz bucaksız tür içinde ortaya çıkmıştır. Onlar hızlı bir biçimde gelişmiş, yakın zaman içinde büyük sürüngenler şeklinde timsahlara ve nihai olarak deniz yılanları ve uçan sürüngenlere evirilmişlerdir. Onların geçiş ataları hızlı bir biçimde ortadan kaybolmuştur.
60:1.10 (686.6) Bu hızla evirilen sürüngensi dinozorlar yakın bir zaman içerisinde bu çağın hâkimleri haline gelmiştir. Onlar; yumurta ile çoğalan canlılar olup, daha sonra kırk tona kadar varacak olan beden kütlelerini düzenleyen bir paunttan daha az beyne sahip olarak küçük beyinleri ile diğer canlılardan ayırt edilen bir niteliğe sahip olmuşlardır. Ancak öncül sürüngenler daha küçük, etçil ve kanguru gibi arka ayakları üzerinde yürüyen canlılardı; ve onların fosil izlerinin birçoğu, büyük kuşların bazı türleri ile karıştırılmaktadır. Bu sürecin sonrasında otobur dinozorlar evirilmiştir. Onlar; dört ayağının üstünde yürümüş olup, bu topluluğun bir ayağı koruyucu zırh geliştirmiştir.
60:1.11 (686.7) Birkaç milyon yıl sonra ilk memeliler ortaya çıkmıştır. Onlar karınbağı-olmayan bir niteliğe sahip canlılar olup, çok geçmeden başarısız unsurlar oldukları açığa çıkmıştır; onların hiçbiri hayatta kalamamıştır. Bu oluşum, memeli türlerini geliştirmek için deneyimsel bir çabaydı; ancak Urantia üzerinde bu çaba başarı ile sonuçlanmadı.
60:1.12 (686.8) Bu sürecin deniz yaşamı yetersiz bir seviyede bulunmaktaydı, ancak sığ sularda tekrar geniş sahil şeritleri yaratan yeni deniz baskını ile birlikte hızlı bir biçimde gelişmişti. Avrupa ve Asya etrafında daha sığ suların var olması nedeniyle en zengin fosil yatakları bu kıtaların etrafında bulunmaktadır. Mevcut an içerisinde eğer siz bu çağın yaşamını inceleyecek olursanız; Himalayalar, Sibirya, Akdeniz bölgelerine ek olarak Hindistan ve güney Büyük Okyanus havzasına dikkatlice bakınız. Deniz yaşamının temel bir özelliği, dünyanın tümü üzerinde bulunabilen fosil kalıntılarına sahip ilgi çekici ammonit kabuklularının mevcudiyetiydi.
60:1.13 (686.9) 130.000.000 yıl önce denizler çok az bir değişikliğe uğramıştır. Sibirya ve Kuzey Amerika, Bering Boğazı kara köprüsü ile bağlantılı bir halde bulunmaktaydı. Zengin ve benzersiz deniz yaşamı, binden fazla ammonit canlısının kafadanbacaklıların daha yüksek türlerinden geliştiği yer olan Kaliforniya Büyük Okyanus sahili üzerinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemin yaşam değişiklikleri, her ne kadar geçici bir nitelikte bulunmuş ve kademeli bir biçimde gerçekleşmiş olsa da, gerçek anlamıyla devrimseldi.
60:1.14 (687.1) Bu devre; yirmi beş yılı aşkın bir süreci kaplamış olup, Triyasik devri olarak bilinmektedir.
60:2.1 (687.2) 120.000.000 yıl önce, sürüngen çağının yeni bir fazı başlamıştır. Bu dönemin büyük gelişimi, dinozorların evrimi ve onların sayılarının azalması olmuştur. Kara-hayvan yaşamı; sahip olduğu türlerin büyüklüğü bakımından en büyük gelişim düzeyine ulaşmış olup, bu çağın sonuyla beraber dünya yüzeyinden neredeyse tamamen yok olmuştur. Dinozorlar; iki fitten az türlerindeki bir uzunluktan başlayarak, yaşayan herhangi bir canlı ile kütle bazında o zamandan bu yana karşılaştırılamayacak düzeyde yirmi beş fit yüksekliğindeki dev etçil olmayan dinozorlara kadar uzanan, değişken büyüklüklerin tümü içerisinde evrimleşmiştir.
60:2.2 (687.3) Dinozorların en büyüğü, Kuzey Amerika’nın batı kesimlerinde ortaya çıkmıştır. Bu korkunç büyüklükteki sürüngenler Kayalık Dağ bölgeleri boyunca Kuzey Amerika’nın Atlas Okyanus sahilinin tümüyle beraber batı Avrupa, Güney Afrika ve Hindistan üzerinde toprağa gömülmüştür; bu kalıntılara Avustralya’da rastlanmamaktadır.
60:2.3 (687.4) Bu devasa canlılar, gittikçe büyürken daha az hareketli ve güçlü hale geldiler; ancak beslenmeleri için olağanüstü miktarlardaki yiyeceğe ihtiyaç duydukları ve kara onların bu ihtiyaçları karşısında büyük kıtlığa düştüğü için, —bu durumla başa çıkabilecek akla sahip olmadıklarından dolayı — gerçek anlamıyla açlıktan ölmüş ve böylece nesilleri tükenmiştir.
60:2.4 (687.5) Uzun bir süreden beri su seviyesinin üstünde bulunan Kuzey Amerika’nın doğu kesimlerinin çoğu bu zaman zarfında, sahilinin bugünkü konumundan birkaç yüz metre daha ileri doğru genişlemesine sebebiyet verecek ölçüde Atlas Okyanusu seviyesine inmiş ve onun suları altında kalmıştır. Bu kıtanın batı kesimi hala su seviyesinin üstünde bulunmaktaydı; ancak bu bölgeler bile daha sonra, Dakota Kara Tepeler bölgesine doğru doğu yönlü genişleyen kuzey denizi ve Büyük Okyanus’un ikisi tarafından da istilaya uğramıştır.
60:2.5 (687.6) Bu dönem; Colorado, Montana ve Wyoming’in Morrison yatakları olarak adlandırılan yerleşkesine ait zengin tatlı su fosillerini tarafından gösterildiği gibi, birçok iç göller tarafından simgelenen bir tatlı su çağıdır. Tatlı ve tuzlu suyun birleştiği bu birikimlerin kalınlığı 2.000 ila 5.000 fit arasında değişiklik göstermektedir; ancak çok az kireçtaşı bu tabakalar arasında mevcut bulunmaktadır.
60:2.6 (687.7) Kuzey Amerika’yı bütünüyle kaplayan bir biçimde genişleyen kutup denizi yakın bir zaman zarfında ortaya çıkacak olan And Dağları dışında, benzer bir biçimde Güney Amerika’nın tümünü sular altında bırakmıştır. Çin ve Rusya’nın büyük bir kısmı su baskınına uğramıştır; ancak bu en büyük hacimli su istilası Avrupa içinde gerçekleşmiştir. Bu kara batışı boyunca; eski böceklerin en narin kanatlarının resmedildiği örneğindeki fosillerin tıpkı dün gibi tabakalarda korunduğu biçimiyle, güney Almanya’nın ilgi çekici taşbaskı kayası tortullaşmıştır.
60:2.7 (687.8) Bu çağın bitki örtüsü, bir önceki döneme oldukça benzer bir halde bulunmaktaydı. Eğrelti otları var olmaya devam ederken, kozalak ve çam ağaçları günümüzdeki çeşitliliklerine gittikçe daha yakın bir hale geldiler. Bazı kömür oluşumları, kuzey Akdeniz sahilleri boyunca gerçekleşmeye devam etmekteydi.
60:2.8 (687.9) Denizlerin geri dönüşleri havayı geliştirmişti. Mercanlar, iklimin hala ılıman ve dengeli olduğunu doğrular bir biçimde, Avrupa sularına yayılmıştır; ancak onlar, yavaş bir şekilde soğuyan kutup denizlerinde bir daha ortaya çıkmadılar. Bu süreçlerin deniz yaşamı, özellikle Avrupa sularında, büyük bir ölçüde iyileşme ve gelişme göstermiştir. Mercanlar ve denizlaleleri, bu zamana kadar gözlenen nüfuslarından daha fazla miktarlarda geçici olarak ortaya çıkmaya başlamıştır; ancak ammonitler, her ne kadar bir türleri sekiz fit çapına erişmiş olsa da, üç ila dört fit arasında değişen ortalama genişliklere sahip bir biçimde okyanusların omurgasız yaşamının hâkimi olmuşlardır. Süngerler her yerde bulunmaktaydı, buna ek olarak mürekkep balıkları ve istiridyeler evirilmeye devam etmiştir.
60:2.9 (688.1) 110.000.000 yıl önce deniz yaşamının içkin olanakları kendisini açığa çıkarmaya devam etmekteydi. Denizkestanesi, bu çağın olağanüstü başkalaşımlarından biridir. Yengeçler, ıstakozlar ve deniz kabukluların bugünkü türleri olgunlaşmıştır. Bir mersin balık türünün ilk kez ortaya çıkışı biçiminde balık ailesinde gözle görülür değişiklikler meydana gelmiştir; ancak kara sürüngenlerinden türemiş olan yırtıcı deniz yılanları denizlerin tümünü hala istila etmekteydi, ve onlar balık ailesinin tümünün ortadan kalma tehlikesini yaratmıştı.
60:2.10 (688.2) Bu süreç başlıca dinozorların çağı olmaya devam etti. Onlar karayı o kadar kıtlık haline düşürmüşlerdi ki; iki tür deniz istilasının bir önceki dönemi boyunca besin için suya uyum sağlamıştır. Bazı yeni türler gelişirken, topluluğun bazı unsurları istikrarlı bir konumda kalmaya, diğerleri ise daha önceden geldikleri düzeye gerilemektedirler. Ve bu son durum, karayı terk eden sürüngenlerin bu iki türünün deneyimlediği değişimdir.
60:2.11 (688.3) Zaman geçtikçe deniz yılanları; oldukça hantal hale gelecekleri seviyeye kadar büyümüşlerdir, ve devasa bedenlerini korumak için yeterli akla sahip olmamalarından dolayı nihai olarak ortadan yok olmuşlardır. Her ne kadar bu devasa ichthyosaurslar, büyük bir çoğunluğunun genişlik bakımından otuz beş fitin üstünde olduğu bir büyüklükte, zaman zaman elli fit uzunluğuna kadar büyüse de, beyinleri iki onsdan daha hafif gelmekteydi. Deniz timsah aileleri benzer bir biçimde, sürüngenlerin kara türünden olan bir başa doğru eviriliş gelişimiydi; ancak deniz yılanlarının aksine bu hayvanlar yumurtalarını bırakmak için her zaman karaya dönmüşlerdir.
60:2.12 (688.4) Yaşamlarını sürdürebilmek için dinozorların iki türünün nafile bir çaba içerisinde suya doğru göçünden yakın bir zaman sonra, dinozorların diğer iki türü; kara üzerindeki çetin yaşam rekabeti nedeniyle havaya yönelmiştir. Ancak bu uçan pterosaurlar, sonraki çağların gerçek kuş ataları değillerdi. Onlar, içi boş kemiğe sahip olan sekerek ilerleyen dinozorlardan evirilmişti; ve onların kanatları, yirmi ila yirmi beş fitlik bir kanat açıklığı ile yarasa oluşumuna benzemekteydi. Bu eski uçan sürüngenler; on fit uzunluğuna kadar büyümüş olup, bugünkü yılanların sahip oldukları gibi ayrılabilen çenelere sahiptiler. Bir süreliğine bu uçan sürüngenler başarılı bir görünüm sergilediler; ancak onlar, hava canlıları olarak varlıklarını devam ettirmeye yetkin hala getirecek süreci yakalayamadılar. Onlar, kuş soyunun varlığını devam ettirmeyen kolunu temsil etmektedirler.
60:2.13 (688.5) Bu süreç içerisinde kaplumbağaların sayıları, ilk olarak Kuzey Amerika’da ortaya çıkan bir biçimde, artmaya devam etmiştir. Onların ataları Asya’dan kuzey kara köprüsü vasıtasıyla gelmiştir.
60:2.14 (688.6) Yüz milyon yıl önce sürüngen çağı sona gelmekteydi. Devasa kütlelerinin tümü bakımından dinozorlar her şeye sahip ama, bu türden devasa bedenleri beslemek için yeterli besini sağlayacak usu taşımayan bir biçimde, akılsız varlıklardı. Ve böylece bu hantal sürüngenler sürekli artan sayılarda ortadan yol olmuşlardır. Bu nedenle evrim, fiziksel kütleyi değil beynin gelişimini takip edecek; ve beyinlerin gelişimi, hayvan evrimi ve gezegensel ilerleyişin her bir sonraki çağını simgeleyecektir.
60:2.15 (688.7) Bu süreç; sürüngenlerin doruk noktasını ve onların düşüşünün başlangıcını içine alan bir biçimde yaklaşık olarak yirmi beş milyon yılı kapsamış olup, Jura devri olarak bilinmektedir.
60:3.1 (688.8) Büyük Tebeşir Devri ismini, denizler içerisindeki verimli tebeşir-üreten deniz deliklilerin hakimiyetinden alırlar. Bu süreç; Urantia’yı uzun süren sürüngen hakimiyetinin sonuna yaklaştırmakta olup, kara üzerindeki çiçekli bitkilerin ve kuşların ortaya çıkışına şahitlik yapar. Bu süreçler aynı zamanda, devasa kabuk tahribatları ve bununla eş zamanlı olarak gelişen geniş çaplı lav akıntılarına ek olarak büyük volkanik faaliyetlerin eşlik ettiği, kıtaların batı ve güney doğrultuda ayrılışlarının sonlanış dönemleridir.
60:3.2 (689.1) Bir önceki yeryüzü sürecinin sonuna doğru kıta karasının büyük bir kısmı; her ne kadar orada hiç dağ zirvesi bulunmuş olmasa da, su seviyesinin üstünde bulunmaktaydı. Ancak kıtasal kara ayrılışları devam ederken, Büyük Okyanus’un derin tabanı üzerindeki ilk büyük engel ile karşılaştı. Yeryüzü kuvvetlerinin bu mücadelesi, Alaska’dan Meksika boyunca Horn Burnu’na kadar genişleşen çok geniş kuzey ve güney bütüncül dağ sıralarının oluşumunu tetikledi.
60:3.3 (689.2) Bu süreç böylelikle, yeryüzü tarihinin bugünkü dağ-oluşum aşaması haline gelmiştir. Bu zaman zarfından önce, yalnızca büyük genişlikteki yüksek kara sırtları olarak birkaç dağ zirvesi bulunmaktaydı. Bu aşamada ise Büyük Okyanus sahili yükselmeye başlamıştır; ancak bu oluşum bugünkü kıyı şeridinin yedi yüz mil batısında konumlanmıştı. Sierra Dağları, bu çağın lav akıntılarının sonucu olarak altın taşıyan kuvars tabakaları biçiminde, oluşumlarını ilk kez gerçekleştirmekteydi. Kuzey Amerika’nın doğu kesiminde, Atlas Okyanusu’nun deniz basıncı aynı zamanda kara yükselmesini tetiklemekteydi.
60:3.4 (689.3) 100.000.000 yıl önce, Kuzey Amerika kıtası ve Avrupa’nın bir kısmı su seviyesinin çok üstünde bulunmaktaydı. Amerika kıtalarının bükülüşü; Güney Amerika’daki And Dağlarının başkalaşımı ve Kuzey Amerika’nın batı vadilerinin kademeli olarak yükselişi ile sonuçlanan bir biçimde, gelişimlerine devam etmekteydi. Meksika’nın büyük bir kısmı su altında kalmıştı; ve Atlas Okyanusu’nun güneyi, nihai olarak bugünkü kıyı şeridine erişerek Güney Amerika’nın doğu sahilini yağmaladı. Atlas ve Hint Okyanusları, bugünkü konumlarına benzer bir şekilde bulunmaktaydı.
60:3.5 (689.4) 95.000.000 yıl önce Amerika ve Avrupa kara kütleleri tekrar batmaya başlamıştı. Güney denizler; Kuzey Amerika’nın istilasına başlayıp, kıtanın ikinci en büyük kara batışını meydana getirerek Kuzey Buz Denizi ile kuzeye doğru kademeli olarak genişlemiştir. Bu deniz nihai olarak çekildiğinde, suların terk ettiği kıta yaklaşık olarak bugünkü halindeydi. Ancak bu büyük batış başlamadan önce, doğu Appalachian dağları neredeyse bütünüyle su seviyesine kadar alçalmıştı. Bugün seramik üretiminde kullanılmakta olan saf kilin birçok renge sahip olan tabakası; kalınlığı yaklaşık olarak 2.000 fiti bulan düzeyde, bu çağ boyunca Atlas Okyanusu’nun sahil bölgeleri üzerinde tortullaşmıştır.
60:3.6 (689.5) Büyük volkanik faaliyetler Alpler’in güneyinde ve bugünkü Kaliforniya kıyı sıradağları hattında meydana gelmiştir. En büyük kabuksal bozulmalar milyonlarca yıl boyunca Meksika’da gerçekleşmiştir. Büyük değişikler aynı zamanda Avrupa, Rusya, Japonya ve Güney Amerika’nın güneyinde meydana gelmiştir. İklim artan bir biçimde çeşitlilik göstermeye başlamıştır.
60:3.7 (689.6) 90.000.000 yıl önce kapalı tohumlu bitkiler bu öncül Tebeşir Devri denizlerinden ortaya çıkmış olup, yakın bir zaman zarfı içinde kıtaları kaplamıştır. Bu kara bitkileri ansızın incir ağaçları, manolyalar ve lale ağaçları ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelerden yakın bir zaman sonra incir ağaçları, ekmek ağaçları ve hurma ağaçları Avrupa’yı ve Kuzey Amerika’nın batı düzlüklerini kapladı. Bu aşamada hiçbir yeni kara hayvanı ortaya çıkmamıştır.
60:3.8 (689.7) 85.000.000 yıl önce Bering Boğazı kara köprüsü, kuzey denizlerinin soğuyan suları tarafından kapandı. Bu vakte kadar Atlas-Körfez sularına ve Büyük Okyanus’a ait deniz yaşamı, bugün tek-tip hale gelen, suyun bu iki bedenindeki ısı farklılıkları nedeniyle büyük farklılıklar göstermekteydi.
60:3.9 (689.8) Tebeşir ve yeşil kum kireçtoprağının birikintileri bu sürece ismini vermiştir. Bu süreçlerin tortullaşmaları; tebeşir, şist, kumtaşı, küçük miktarlarda kireç taşı ve önemsenmeyecek ölçüdeki kömür veya linyitten meydana gelmiş bir biçimde rengârenk bir oluşumda bulunmakta olup, birçok bölge içerisinde onlar petrol taşımaktadır. Bu tabakaların kalınlığı, 200 fit ila Kuzey Amerika’nın batı kesimleri ve Avrupa çevresinde olduğu gibi 10.000 fite kadar değişkenlik göstermektedir. Kayalık Dağları’nın batı sınırları boyunca bu birikintiler, yukarı doğru bükülmüş tepelerde gözlenebilir.
60:3.10 (690.1) Dünyanın tümü üzerinde bu tabakalara tebeşir nüfuz etmiştir; ve boşluklu yarı-kaya oluşumlarının bu tabakaları suyu yukarı doğru bakan deliklerinden almakta, ve dünyanın mevcut haldeki kurak bölgelerinin büyük bir kısmının su ihtiyacını karşılamak için aşağıya doğru taşımaktadır.
60:3.11 (690.2) 80.000.000 yıl önce dünya kabuğunda büyük karışıklıklar meydana gelmiştir. Kıtasal ayrılışın batı ayağı sabit bir konuma gelmektedir; buna ek olarak iç kıta kütlesinin hantal devinimine ait devasa enerji Kuzey ve Güney Amerika’nın Büyük Okyanus kıyı şeridini yukarıya doğru bükmüş, Asya’nın Büyük Okyanus sahilleri boyunca köklü sonuçları getirecek etkileri başlatmıştır. Bugünkü dağ sıraları ile sonuçlanan bu Büyük Okyanus’a özgü kara yükselişi, yirmi beş milden daha fazladır. Bu yükselişin doğumuna katılan kabuksal kabartılar, Urantia üzerinde yaşamın oluşmasından bu yana meydana gelen en büyük yüzey bozulmalarıydı. Yüzeyin üstünde ve altında gerçekleşen lav akıntıları, yoğun ve her tarafa yayılmış niteliğe sahip gelişmelerdi.
60:3.12 (690.3) 75.000.000 yıl öncesi, karasal ayrılışın sonunu simgelemektedir. Alaska’dan Horn Burnu’na kadar uzun Büyük Okyanus sahil dağ sıraları oluşumlarını tamamlamıştı, ancak buralarda henüz çok az dağ zirvesi bulunmaktaydı.
60:3.13 (690.4) Durmuş kıtasal ayrılışın ters istikametteki itişi Kuzey Amerika’nın batı düzlüklerinin yükselişinin devam etmesine sebebiyet verirken, Atlas Okyanusu sahilinde bulunan alçalmış Appalachian Dağları’nın batısı küçük ölçekte gerçekleşen veya hiç gelişmeyen eğim ile yükselmekteydi.
60:3.14 (690.5) 70.000.000 yıl önce, Kayalık Dağ bölgesinin olası en yüksek gelişimi ile iniltili kabuksal bozulmalar ortaya çıkmıştır. Kayanın büyük bir kısmı, British Columbia içinde yüzeyin on beş mili ölçeğinde kıvrılma göstermişti; burada Kambriyen kayaları, Tebeşir Devri tabakaları üzerinde eğimli bir biçimde kıvrılmaya uğramıştı. Kanada sınırında olan Kayalık Dağları’nın batı yamacı üzerinde, fazlasıyla dikkate değer başka kıvrılma bulunmaktaydı; burada, bahse konu zaman zarfında gerçekleşen Tebeşir Devir birikintileri üzerine yaşam-öncesi kaya tabakaların üstten kıvrılış eklemlenişi gözlenebilir.
60:3.15 (690.6) Bu dönem, dünyanın tümü üzerinde sayısız derecedeki küçük bağımsız volkanik hunilerin yükselmesine sebebiyet veren bir volkanik etkinlik çağıydı. Deniz altı volkanları, suyun altında kalmış Himalaya bölgesi üzerinde patlamıştı. Sibirya’ya ek olarak Asya’nın geride kalan büyük bir kısmı hala suyun altında bulunmaktaydı.
60:3.16 (690.7) 65.000.000 yıl önce tüm zamanların en büyük lav akışlarından biri gerçekleşmiştir. Bu ve bundan önceki lav akışlarına ait birikim tabakaları; Amerika kıtaları, Kuzey ve Güney Afrika, Avustralya ve Avrupa’nın belirli kesinlerinin tümü üzerinde bulunabilir.
60:3.17 (690.8) Kara hayvanları küçük değişikliklere uğramıştır; ancak daha büyük ölçekte kıtanın su yüzeyinde belirmesi nedeniyle, özellikle Kuzey Amerika içinde, onlar hızlı bir biçimde çoğalmışlardır. Avrupa’nın büyük bir kısmı su altında bir konumda bulunuşuyla, Kuzey Amerika bu zamanların kara-hayvan evriminin büyük oluşum mekânıydı.
60:3.18 (690.9) İklim hala sıcak ve tek-tipti. Kutup bölgeleri, Kuzey Amerika’nın merkez ve güney kesimlerindeki bugünkü iklime çok benzer hava değişimlerini deneyimlemekteydi.
60:3.19 (690.10) Büyük bitki-yaşam evrimi gerçekleşmekteydi. Kara bitkileri arasında kapalı tohumlu bitkiler baskın bir konumda bulunmaktaydı; buna ek olarak kayın, huş, meşe, ceviz, çınar, akçaağaç ve çağdaş hurma ağaçlarını içine alan bir biçimde bugünkü ağaçlar ilk kez ortaya çıkmıştı. Meyveler, çayırlar ve hububatlar boldu; ve insan ataları için — insanın ortaya çıkışı bakımından ikincil evrimsel öneme sahip olan — hayvan dünyası ne anlama geliyorsa, bu tohum taşıyan çayırlar ve ağaçlar bitki dünyası için o anlama gelmekteydi. Ansızın ve öncül herhangi bir kökene sahip olmaksızın, çiçekli bitkilerin büyük ailesi başkalaşmıştı. Ve bu yeni bitki örtüsü, yakın bir zaman içerisinde dünyanın tümüne yayılmıştır.
60:3.20 (691.1) 60.000.000 yıl önce, her ne kadar kara sürüngenlerinin sayıları azalışta olsa da; etçil dinozorların sekerek ilerleyen küçük kanguru çeşitlerinin daha çevik ve etkin türleri tarafından bu aşamada türün temsil edildiği biçimde, dinozorlar karanın hâkimleri olmayı sürdürdüler. Ancak geçmişte belirli bir zaman zarfında, kara bitkilerinin çayır ailesinin ortaya çıkışı nedeniyle sayıları hızlı yükselen hem etçil hem otçul dinozorlarının yeni türleri boy göstermişti. Bu çayır yiyen dinozorların bir türü, iki boynuza ve bir burunsu omuz uzantısına sahip gerçek bir dört ayaklıydı. Yirmi fit uzunluğundaki kaplumbağanın kara türü, bugünkü timsahlar ve günümüz türlerindeki gerçek yılanlara ek olarak ortaya çıkmıştır. Büyük değişiklikler aynı zamanda, balıklar ve deniz yaşamının diğer türleri arasında da gerçekleşmekteydi.
60:3.21 (691.2) Önceki çağların yürüyen ve yüzen kuş-öncesi türleri, bu dönemdeki uçan dinozorlara ek olarak, havada bir başarı sağlayamamıştır. Orada, yakın zamanda nesilleri tükenen kısa ömürlü türler mevcut bulunmuştur. Onlar da, bedenlerine kıyasla çok küçük beyne sahip oldukları için dinozorların yıkıcı kaderini paylaşmışlardır. Atmosferde yönlerini belirleyecek hayvanları yaratmanın bu ikinci teşebbüsü de, bu ve bir önceki çağ boyunca memelileri açığa çıkarmanın beyhude çabası gibi, başarısızlığa uğramıştır.
60:3.22 (691.3) 55.000.000 yıl önce evrimsel ilerleyiş, kuş yaşamının tümünün atası olan küçük güvercin-vari bir varlık biçiminde gerçek kuşların ilkinin ansızın ortaya çıkışı tarafından simgelenmiştir. Bu varlık, dünya üzerinde ortaya çıkmış uçabilen canlıların üçüncü türüdür; ve bu canlı, ne bu zamanın uçan dinozorlardan ne de dişe sahip olan karakuşlarının ilkel türlerden gelen bir biçimde, doğrudan olarak sürüngen topluluğundan türemiştir. Ve bu dönem, sürüngenlerin kapanmakta olan çağına ek olarak kuşların çağı isminde de bilinmektedir.
60:4.1 (691.4) Büyük Tebeşir Devri sona yaklaşmakta ve onun sonlanışı, kıtaların deneyimlediği büyük deniz baskınlarının sonunu simgelemektedir. Bu durum özellikle, tamı tamına yirmi dört büyük su baskını açığa çıkmış olan, Kuzey Amerika’da gerçeklik taşımaktadır. Ve her ne kadar orada bu zaman zarfından sonra küçük çaplı batışlar gerçekleşmiş olsa da, bunların hiçbiri bu ve bundan önceki geniş ve uzun süreli deniz baskınları ile karşılaştırılabilecek düzeyde bulunmamaktadır. Kara ve deniz hâkimiyetinin bu dönüşümlü süreçleri, milyonlarca yıl süren çevrimler içinde meydana gelmiştir. Orada, okyanus seviyesi ve kıta kara düzeyinin yükselip alçalması ile ilişkili çağlar boyu süren bir ahenk var olmuştur. Ve bu ahenksel kabuk hareketleri, bu zaman zarfından dünya tarihi boyunca azalan sıklıkta ve genişlikte gerçekleşmeye devam edecektir.
60:4.2 (691.5) Bu süreç aynı zamanda, kıta ayrılışlarının sonuna ve Urantia’nın bugünkü dağlarının oluşumuna şahit olmuştur. Ancak kıta kütlelerinin basıncı ve onların çağlar boyunca süren ayrılışlarına ait engellenmiş devinim, dağ oluşumundaki ayrıcalıklı etkilerden değildir. Bir dağ sırasının yerleşkesinin belirlenmesinde ana ve temel etken, geçmiş çağların kara aşınması ve deniz baskınlarına ait göreceli daha hafif birikintiler ile dolmuş olan hali hazırdaki mevcut düzlük veya diğer bir değişle boğazdır. Karanın bu daha hafif bölgeleri zaman zaman 15.000 ila 20.000 fit kalınlığında değişiklik göstermektedir; bu nedenle kabuk herhangi bir sebepten dolayı basınca maruz kaldığında bu hafif bölgeler, dünyanın kabuğu veya kabuğun altında faal olan çekişme ve çatışma halindeki kuvvetler ve basınçlar için telafisel düzenlemeyi sağlamak amacıyla bükülme biçiminde yukarı doğru kıvrılır ve yükselir. Zaman zaman karanın yukarı yönlü itişleri bükülme olmadan gerçekleşmektedir. Ancak Kayalık Dağları’nın yükselişi ile ilişkili olarak büyük bükülme ve eğilim, yer altı ve yer üstündeki çeşitli tabakaların devasa kabuk itişleri eşliğinde meydana gelmiştir.
60:4.3 (692.1) Dünyanın en eski dağları, tarihi doğu-batı dağ topluluklarının üyeleri olarak Asya, Grönland ve kuzey Avrupa’da konumlanmıştır. Orta yaşa sahip olan dağlar, yaklaşık olarak aynı anda doğmuş biçimde, Büyük Okyanus çevresinde ve ikinci Avrupa doğu-batı dağ toplulukları içindedir. Bu devasa yükseliş, Avrupa’dan Batı Hint kara yükseltilerine kadar uzanan bir biçimde yaklaşık olarak on bin mil uzunluğundadır. En genç dağlar; her ne kadar daha yüksek karaların bazılarının adalar olarak kaldığı biçimde bir sonraki süreçte sadece deniz tarafından kaplanabilecek şekilde çağlar boyunca kara yükseltilerinin gerçekleştiği, Kayalık Dağ topluluklarıdır. Orta-yaş dağlarının oluşumunu takiben gerçek bir dağ yükseltisi, doğanın etkenlerinin zanaatı ile birlikte bugünkü Kayalık Dağları’na doğru takip eden süreçlerde dönüşme nihai sonu kazandırılmış bir biçimde yükselmiştir.
60:4.4 (692.2) Mevcut Kuzey Amerika Kayalık Dağ bölgesi, kayanın özgün yükseltisi değildir; bu yükselti uzun süreçler boyunca aşınma tarafından alçalmış ve sonra tekrar yükselmiştir. Dağların mevcut ön sırası, tekrar yükselmiş olan özgün sıranın geride kalanlarıdır. Pikes Zirvesi ve Longs Zirvesi, dağ yaşamlarının iki veya daha fazla neslini kapsayan bir biçimde, bu dağ etkinliğinin olağanüstü örnekleridir. Bu iki zirve başlarını, önceki su baskınlarının bazıları süresince suyun üstünde tutmuştur.
60:4.5 (692.3) Yeryüzü koşullarına ek olarak biyolojik bakımdan bu dönem, kara üzerinde ve su altında kayda değer gelişmelerin yaşandığı etkin bir çağdır. Denizkestanelerinin sayısı artarken, mercanlar ve denizlalelerinin sayısı azalmıştır. Bir önceki çağ boyunca hâkim etkiye sahip olan ammonitlerin sayıları, aynı zamanda hızlı bir biçimde azalma göstermiştir. Kara üzerinde eğrelti otu ormanlarının yerlerini büyük ölçüde, devasa kızıl sekoyalara ek olarak çam ve çağdaş ağaçlar almıştır. Bu sürecin sonunda karınbağı memelisi henüz evrimleşmemişken biyoloji aşama, gelecek memeli türlerinin öncül atalarının takip eden çağda ortaya çıkışı için bütünüyle hazır hale gelmiştir.
60:4.6 (692.4) Kara yaşamının öncül ortaya çıkışından insan türleri ve onun ortak soylarına ait doğrudan ataların daha yakın zamanlarına uzanan bir biçimde, dünya evriminin bu üzün dönemi böylelikle sona ermektedir. Tebeşir devri olan bu süreç; elli milyon yılı kaplamakta olup, Mesozoyik devri olarak bilinen ve yüz milyon yıllık bir döneme yayılan biçimde, kara yaşamının memeliler-öncesi devrinin sonu getirmektedir.
60:4.7 (692.5) [Satania’ya atanmış ve mevcut an içerisinde Urantia üzerinde faaliyet göstermekte olan bir Nebadon Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
61. Makale
61:0.1 (693.1) MEMELİLER dönemi, elli milyon yıldan biraz daha az bir süreci kapsayarak, karınbağı memelilerinin ortaya çıkış zamanlarından buz devrinin sonuna kadar uzanmaktadır.
61:0.2 (693.2) Bu Senozoyik devir boyunca dünyanın kara tabiatı — engebeli tepeler, geniş vadiler, büyük nehirler ve muazzam orman toplulukları biçiminde — ilgili çekici bir görünüm sunmuştur. Bu süreç boyunca iki kez Panama Kanalı yükselip alçalmıştır; üç kez Bering Boğazı kara köprüsü aynı gelişimi göstermiştir. Hayvan türleri çok ve çeşitli bir düzeyde bulunmaktaydı. Ağaçlar kuşlarla dolup taşmış, dünyanın tümü, üstünlük için evrimleşen hayvan türlerinin sonu gelmez mücadelesi dışında, bir hayvan cennetine dönüşmüştü.
61:0.3 (693.3) Bu elli milyon yıllık devrin beş dönemine ait tortullaşmış birikintiler, birbirlerini takip eden memeli soylarından insanın mevcut olarak ortaya çıkışına kadar olan zamanlara kadar uzanan fosil kayıtlarını taşımaktadır.
61:1.1 (693.4) 50.000.000 yıl önce dünyanın kara bölgeleri, oldukça yaygın bir biçimde suyun üstünde veya çok az bir şekilde onun altında bulunmaktaydı. Bu dönemin oluşumları ve birikintileri karasal ve denizsel niteliğin ikisine de sahip olup, karasal ağırlıkta bulunmaktadır. Dikkate değer bir zaman süreci boyunca kara kademeli olarak yükselmiştir, ancak su baskını etkisiyle eş zamanlı olarak alçalmış ve deniz seviyelerine doğru inmiştir.
61:1.2 (693.5) Bu dönemin başında ve Kuzey Amerika’da memelilerin karınbağı türleri ansızın ortaya çıkmıştır; ve bu canlılar, bu zaman zarfına kadar olan ki en önemli evrimsel gelişmeyi meydana getirmiştir. Karınbağı-olmayan memelilerin önceki düzeyleri var olmuştu; ancak bu yeni tür doğrudan ve ansızın, dinozorların azalış dönemi boyunca varlığını sürdüren mevcut sürüngen soylarından türemiştir. Karınbağı memelilerinin atası; küçük, oldukça hareketli, etçil, dinozordan türeyen bir cinsti.
61:1.3 (693.6) Temel memeli içgüdüleri, bu ilkel memeli türleri içinde sergilenmeye başlamıştır. Memeliler, hayvan yaşamının tüm diğer türleri üzerinde çok büyük bir kurtuluş üstünlüğünü elinde bulundurmaktadır; onların bu üstünlükleri şu özelliklerden kaynaklanmaktadır:
61:1.4 (693.7) 1. Göreceli olgun ve oldukça iyi gelişmiş nesilleri dünyaya getirmek.
61:1.5 (693.8) 2. Doğumlarını sevecen bir tutumla beslemek, büyütmek ve korumak.
61:1.6 (693.9) 3. Üstün beyin güçlerini yaşamlarını sürdürmek için kullanmak.
61:1.7 (693.10) 4. Düşmanlarından kaçmak için artan çevikliklerinden faydalanmak.
61:1.8 (693.11) 5. Çevresel şartlara alışma ve uyum için üstün aklı kullanmak.
61:1.9 (694.1) 45.000.000 yıl önce kıtasal omurgalar, kıyı şeritlerinin oldukça sık görülen bir biçimde batışıyla ilgili olarak yükselmiştir. Memeli yaşamı hızlı bir biçimde evrim göstermekteydi. Memelilerin yumurtlayan türü biçimindeki küçük bir sürüngen aile üyesi gelişti, ve daha sonraki kanguruların bu ataları Avustralya’ya yayıldı. Yakın bir zaman içinde orada; küçük atlar, düzayaklı gergedanlar, hortumlu tapirler, ilkel domuzlar, sincaplar, lemurlar, keseli sıçanlar ve maymuna benzer hayvanların birkaç kabilesi mevcut bulunmuştur. Onların tümü; küçük, ilkel ve dağ bölgelerinin ormanları arasındaki yaşama en iyi uyum sağlayan canlılardı. Geniş devekuşu-vari karakuşu; on fit gibi bir yüksekliğe kadar büyüyecek ve on üç inç çapında dokuz yumurta dünyaya getirecek bir biçimde gelişme gösterdi. Bu canlılar, oldukça ussal ve bir zamanlar insanları havada taşıyan bir niteliğe sahip, daha sonraki devasa ulaşım kuşlarının atalarıydı.
61:1.10 (694.2) Senozoyik devir başı memelileri; kara üstünde, su altında ve ağaç tepelerinde yaşamışlardı. Onlar bir çiften on bir çifte kadar değişen miktarlarda meme-vari bezlere sahiplerdi; ve onların tümünün vücudu ciddi oranda da kıllarla kaplanmıştı. Daha sonra ortaya çıkan düzeyler ile ortak bir biçimde onlar; birbirini tamamlayan iki diş setine, ve bedenlerine kıyasla büyük beyinlere sahip oldular. Ancak onlar arısında bugünkü türlerin hiçbiri var olmamıştır.
61:1.11 (694.3) 40.000.000 yıl önce Kuzey Yarımküre’nin kara bölgeleri yükselmeye başlamıştır; ve bu yükselişi, geniş ölçekli yeni kara birikintilerine ek olarak lav akıntılarını, kabuk bükülmelerini, göl oluşumlarını ve toprak aşınmalarını içine alan diğer yeryüzü etkinlikleri takip etmiştir.
61:1.12 (694.4) Bu çağın daha sonraki dönemi boyunca Avrupa’nın büyük bir kısmı sular altında kalmıştır. Küçük çaplı bir kara yükselişini takiben kıta, göller ve körfezler ile kaplanmıştı. Kuzey Buz Denizi, Ural çöküntüsü boyunca; deniz adaları olarak su seviyesinin üstünde bulunan Alpler, Karpatlar, Apennineler ve Piranalar’ın yükseklerine doğru kuzey yönlü genişlemiş bir biçimde bu zaman zarfında mevcut bulunan Akdeniz ile birleşmek için güneye doğru uzanmıştır. Panama Kanalı yükselmişti; Atlas ve Büyük Okyanus birbirinden ayrılmıştı. Kuzey Amerika Asya ile birlikte Bering Boğazı kara köprüsü, Avrupa ile Grönland ve İzlanda kanalıyla bağlanmıştır. Kuzey enlemlerde karanın dünya bağlantı hattı yalnızca, genişleyen Akdeniz ile birleşmiş olan kutup denizlerinin altında kalan Ural Boğazı tarafından çöküntüye uğramıştır.
61:1.13 (694.5) Ciddi ölçekte foraminiferitsel kireçtaşı Avrupa suları içinde birikmiştir. Mevcut an içinde bahse konu taş; Alpler’de 10.000 fit, Himalayalar’da 16.000 fit ve Tibet’te 20.000 fitlik bir yüksekliğe çıkmıştır. Bu dönemin tebeşir kalıntıları; Afrika ve Avustralya’nın sahilleri boyunca, Güney Amerika’nın batı sahilinde, ve Batı Hint Adaları etrafında bulunmaktadır.
61:1.14 (694.6) Eosen devri olarak sizler tarafından adlandırılan bu süreç boyunca memelilerin ve yaşamın diğer ilgili türlerinin evrimi çok az bir kesintiye uğramış veya bu kesintiyi bile yaşamadan gelişimine devam etmiştir. Kuzey Amerika bu zaman zarfında kara vasıtasıyla Avustralya haricinde her kıtaya bağlı bir konumda bulunmaktaydı; ve dünya kademeli olarak, çeşitli türlerin ilkel memeli hayvanatları ile kaplanmaktaydı.
61:2.1 (694.7) Bu süreç, bu çağlar boyunca niteliği artan memeli yaşamının daha gelişimsel türleri biçimindeki karınbağı memelilerinin daha ileri ve hızlı evrimi tarafından simgelenmekteydi.
61:2.2 (694.8) Her ne kadar öncül karınbağı memelileri etçil atalarından türemiş olsalar da, oldukça yakın bir zaman zarfı içinde onların otçul türleri gelişmiş olup, buna ek olarak çok geçmeden hem etçil hem otçul memeli aileleri aynı zamanda evirilmiştir. Kapalı tohumlu bitkiler; daha önceki süreçlerde ortaya çıkmış bir biçimde bugünkü bitki ve ağaçların büyük bir çoğunluğunu içine alan çağdaş kara bitkisi örtüsü olarak, sayıları hızla artan memelilerin temel besin kaynağıydı.
61:2.3 (695.1) 35.000.000 yıl öncesi, karınbağı memeli dünyasının sahip olduğu hâkimiyet çağının başlangıcını simgelemektedir. Güney kara köprüsü, bu zaman zarfında devasa konumda bulunan Güney Kutup karasını Güney Amerika, Güney Afrika ve Avustralya ile yeniden bağlayan bir biçimde oldukça geniş bir konumda bulunmaktaydı. Yüksek enlemlerde kara kütlesinin aksine dünya iklimi, sıcak iklim denizlerinin büyüklüğünde olan devasa artış nedeniyle göreceli olarak ılık kalmaya devam etmiştir; buna ek olarak kara, buzul oluşumunu meydana getirecek kadar yükselmemiştir. Geniş lav akıntıları, Grönland ve İzlanda’da meydana gelmiştir; az miktarda kömür bu akıntıların tabakaları arasında tortullaşmıştır.
61:2.4 (695.2) Ciddi ölçekteki değişiklikler, gezegenin hayvan yaşamı içinde gerçekleşmekteydi. Deniz yaşamı, büyük bir değişikliğe uğramaktaydı; deniz yaşamının sahip olduğu bugünkü türlerinin birçoğu bu zaman zarfında mevcut olup, forminiferler bu yaşamda önemli bir rol oynamaya devam etti. Böcek yaşamı, bir önceki dönemdeki yaşamına oldukça benzer bir konumdaydı. Colorado’nun Florissant fosil yatakları, bu uzak zamanların son dönemlerine aittir. Yaşayan böcek ailelerinin büyük bir kısmı, kökensel olarak bu döneme uzanmaktadır; ancak her ne kadar fosilleri kalmış olsa da bu zaman zarfında mevcut olanların birçoğunun nesli tükenmiştir.
61:2.5 (695.3) Kara üzerinde bu dönem, memeli değişimi ve gelişiminin başat çağıdır. Daha önceki ve daha ilkel memeliler arasında yüz türden fazlasının nesli bu dönem sona ermeden tükenmiştir. Geniş büyüklüğe ve küçük beyne sahip memeliler bile yakın zaman içerisinde yol olmuştur. Beyin ve çeviklik, hayvan yaşam mücadelesinin ilerleyişinde zırh ve beden büyüklüğünün yerini almıştır. Ve dinozor ailesinin çöküşü ile birlikte, sürüngen atalarının kalıntılarını hızlı ve bütüncül bir biçimde yok ederek memeliler yavaş bir biçimde dünyanın hâkimiyetini ele geçirmişlerdir.
61:2.6 (695.4) Dinozorların ortadan yok oluşu ile birlikte, sürüngen ailesinin çeşitli kollarında farklı ve büyük değişiklikler meydana geldi. Öncül sürüngen ailelerinin hayatta kalan üyeleri; insanın öncül atalarının geriden kalan tek temsilci topluluğu olarak, saygın kurbağalar ile birlikte kaplumbağalar, yılanlar ve timsahlardır.
61:2.7 (695.5) Memelilerin çeşitli toplulukları kökenlerini şu an nesli tükenmiş bir hayvandan almışlardır. Bu etçil yaratılmış, bir kedi ile bir ayı balığının birleşime benzer bir canlıydı; kara ve su üzerinde yaşabilmekte olup, oldukça akıllı ve etkindi. Avrupa’da bu köpek cins ailesinin atası, yakın bir zaman içinde küçük köpeklerin birçok türünün ortaya çıkmasına sebep olan bir biçimde evirilmiştir. Yaklaşık olarak yine bu zaman zarfında; kunduzlar, sincaplar, yer sincapları, fareler ve tavşanları içine alan aşındırıcı kemirgenler ortaya çıkmıştır; ve yakın bir zaman içinde bu canlılar, bu aile içinde çok az bir değişikliğin gerçekleştiği biçimde, yaşamın dikkate değer bir türü haline gelmiştir. Bu sürecin daha sonraki birikintileri; kökensel türleri halinde köpeklerin, kedilerin, rakunların ve sansarların fosil kalıntılarını taşımaktadır.
61:2.8 (695.6) 30.000.000 yıl önce memelilerin bugünkü türleri ortaya çıkışlarını gerçekleştirmiştir. Daha önceden memeliler dağ türleri olarak büyük ölçüde tepelerde yaşamışlardır; ansızın orada, beden ile beslenen pençeli canlılardan farklılaşan bir biçimde otlayan canlılar olarak bitki beslenicilerinin veya diğer bir değişle toynak türlerinin evrimi başlamıştır. Bu otlakçılar, bu çağın sona ermesinden önce ortadan kaybolmuş bir biçimde, beş toynağa ve kırk dört dişe sahip farklılaşmamış bir atadan türemiştir. Bu süreç boyunca ayak parmaklarının evrimi, üç-ayak-parmak aşamasının ötesine geçmemiştir.
61:2.9 (695.7) Evrimin olağanüstü bir örneği olarak at; her ne kadar ileriki buz devrine kadar bütünüyle gelişimi tamamlanmasa da, bu zaman zarfı içerisinde Kuzey Amerika ve Avrupa’da yaşamıştır. Gergedan ailesi bu dönemin sonunda ortaya çıkarken, bunun sonrasında kendilerine ait en büyük büyümeyi deneyimlemişlerdir. Yabandomuz-vari küçük bir canlı; domuzlar, göbekli domuzlar ve hipopotamların birçok türünün atası haline gelerek, aynı zamanda bu dönemde gelişme göstermiştir. Develer ve Lamalar bu sürecin ortalarına doğru Kuzey Amerika’da ortaya çıkmış, ve bu kıtanın batı kesimlerine yayılmıştır. Daha sonra, Lamalar Güney Amerika’ya, Develer Avrupa’ya göç etmiştir; her ne kadar birkaç deve buz devrine kadar hayatta kalsa da, yakın zaman içerisinde Kuzey Amerika’da bu iki türünde nesillerinin tükendiği bir konuma gelinmiştir.
61:2.10 (696.1) Yine yaklaşık olarak bu süre zarfında Kuzey Amerika’nın batı kesiminde dikkate değer bir gelişme meydana gelmiştir: tarihi lemurların öncül ataları ilk kez ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bu aile gerçek lemurlar olarak gösterilemese de, onların ortaya çıkışı takip eden dönemlerdeki gerçek lemurların türemiş olduğu evrim hattının kuruluşunu simgelemiştir.
61:2.11 (696.2) Koşulların kendilerini denize ittiği bir önceki çağın karayılanları gibi bu aşamada karınbağı memelilerin bütüncül bir kabilesi, karayı terk edip yerleşkelerini okyanuslarda kurmuştur. Ve onlar bu zaman zarfından beri; bugünün balinaları, yunusları, domuzbalıkları, ayıbalıkları, ve denizaslanlarının türemesine sebebiyet veren bir biçimde denizde kalmaya devam etmişlerdir.
61:2.12 (696.3) Gezegenin kuş yaşamı gelişmeye devam etmiştir; ancak birkaç önemli evrimsel değişiklikler ile bu gelişme meydana gelmiştir. Bugünkü kuşların büyük bir çoğunluğu; martılar, balıkçıllar, flamingolar, doğanlar, şahinler, kartallar, baykuşlar, bıldırcınlar ve deve kuşlarını içine alan bir biçimde, mevcut bulunmuştu.
61:2.13 (696.4) On mil yılı kaplayan bir biçimde bu Oligosen döneminin sonuna doğru, deniz yaşamı ve kara hayvanları ile birlikte bitki yaşamı; büyük ölçüde evcilmiş olup, bugüne benzer bir biçimde dünya üzerinde var olmuştur. Dikkate değer özelleşme bunun sonrasında ortaya çıkmıştır; ancak yaşayan varlıkların büyük bir kısmına ait kökensel türler bu zaman zarfında hayatta bulunmaktaydı.
61:3.1 (696.5) Kara yükselişi ve denizin karadan ayrışımı, kademeli olarak soğutan bir biçimde dünyanın havasını yavaşça değiştirmekteydi; ancak iklim hala ılık bir düzeyde bulunmaktaydı. Sekoyalar ve manolyalar Grönland’de yetişmişti; ancak bu dönence altı bitkileri, güneye doğru göç etmekteydi. Bu sürecin sonunda bahse konu sıcak-iklim bitkileri ve ağaçları, daha sert bitkiler ve yaprak döken ağaçlar tarafından yerleri alınarak kuzey enlemlerde büyük ölçüde ortadan kayboluşlardır.
61:3.2 (696.6) Çayır çeşitlerinde oldukça büyük bir artış bulunmaktaydı; ve birçok memeli türünün dişleri kademeli olarak bugünkü otçul türe uyum sağlayacak ölçüde değişime uğramıştır.
61:3.3 (696.7) 25.000.000 yıl önce kara yükselişinin uzun çağını takip eden küçük çaplı bir kara batışı meydana gelmiştir. Kayalık Dağ bölgesi, aşınan toprak birikiminin doğunun düzlükleri boyunca devam etmesine sebebiyet verecek ölçüde, oldukça yükselmiş bir konumda kalmaya devam etmiştir. Sierra Dağları ciddi bir biçimde yeniden yükselmeye uğramıştır; gerçekte onlar en başından beri yükselişlerine kesintisiz olarak devam etmekteydi. Kaliforniya bölgesi içinde dört millik büyük dikey fay kırılışı kökenini bu zaman zarfından almaktadır.
61:3.4 (696.8) 20.000.000 yıl öncesi gerçek anlamıyla memelilerin altın çağıydı. Bering Boğazı kara köprüsü su seviyesinin üstündeydi; ve dört uzun dişe sahip mastodonları, kısa bacaklı gerdanları ve kedi ailesinin birçok türünü içine alan bir biçimde hayvanların birçok topluluğu Asya’dan Kuzey Amerika’ya göç etmiştir.
61:3.5 (696.9) İlk geyik ortaya çıkmış, ve Kuzey Amerika yakın bir zaman içerisinde — geyikler, öküzler, develer, bizonlar ve gergedanların birkaç türü biçiminde — gevişgetirenler tarafından kaplanmıştır; ancak altı fitten daha fazla uzunluğa sahip olan dev domuzların nesli tükenmiştir.
61:3.6 (697.1) Bu ve daha sonraki dönemlerin dev filleri, bedenlerine ek olarak büyük ölçekteki beyinlere sahip olmuşlardır; ve onlar yakın zaman içerisinde Avustralya haricinde tüm dünyayı kaplamıştır. Bu sefer dünya, bedenini yeterli ölçüde idame ettirecek beyne sahip olan dev bir hayvanın baskın olduğu bir konumda bulunmuştur. Bu çağların yüksek ussal yaşamı ile bakımından fil büyüklüğünde hiçbir hayvan, geniş bir beyne ve üstün niteliğe sahip olmadan hayatta kalamazdı. Us ve uyum bakımından file yalnızca at yaklaşmaktadır; ve filin üstünlüğü sadece insan geçebilmektedir. Böyle bir durumda bile, bu dönemin başında var olan fillerin elli türü arasında yalnızca ikisi varlığını devam ettirebilmiştir.
61:3.7 (697.2) 15.000.000 yıl önce Avrasya’nın dağ bölgeleri yükselmekteydi; ve bu bölgeler boyunca bazı volkanik hareketler gerçekleşmişti; ancak bu hareketler hiçbir biçimde Batı Yarımküre’nin lav akıntıları ile karşılaştırılabilecek bir düzeyde bulunmamaktaydı. Bu düzensiz koşullar dünyanın tümü üzerinde varlığını sürdürdü.
61:3.8 (697.3) Cebelitarık Boğazı kapandı; ve İspanya Afrika ile eski kara köprüsü vasıtasıyla bağlandı; ancak Akdeniz Atlas Okyanusu’na Fransa boyunca uzanan küçük bir kanal vasıtasıyla bağlandı; dağ tepeleri ve yükseltiler bu tarihi deniz üzerinde adalar gibi görünmekteydi. Daha sonra bu Avrupa suları çekilmeye başladı. İlerleyen zamanlarda ise Akdeniz Hint Okyanusu’na bağlanırken, bu sürecin sonunda Suez bölgesi Akdeniz’i ilk defa bir tuzlu iç deniz haline getirecek ölçüde yükselişe uğradı.
61:3.9 (697.4) İzlanda kara köprüsü sular altında kaldı, ve kuzey kutup suları Atlas Okyanusu’nun suları ile birleşti. Kuzey Amerika’nın Atlas Okyanus sahili hızlı bir biçimde soğudu; ancak Büyük Okyanus sahili, bugünkünden daha sıcak olarak kalmaya devam etti. Büyük okyanus akıntıları faaliyet altında olup, bugünküne benzer bir biçimde iklimi etkilemekteydi.
61:3.10 (697.5) Memeli yaşamı evirilmeye devam etti. Atların dev sürüleri, Kuzey Amerika’nın batı düzlükleri üzerinde develere katıldı; bu dönem gerçek anlamıyla, fillere ek olarak atların çağıydı. Atın beyni, hayvan ölçüsü içerisinde file çok yakındı; ancak bir nitelik bakımından onun beyni daha alt düzeydeydi, çünkü at korktuğu zaman derininde oluşan kaçma eğiliminin üstesinden hiçbir zaman gelememiştir. At, filin sahip olduğu duygusal denetime sahip değilken; fil büyüklüğü ve çevik olmayışı engeliyle kısıtlanmış bir haldeydi. Bu süreç boyunca bir hayvan, at ve filin karışımına benzer bir cinste evirilmiştir; ancak bu tür, hızla çoğalan kedi ailesi tarafından yok edilmiştir.
61:3.11 (697.6) Tarafınızdan “atsız çağ” olarak adlandırılan döneme Urantia giriş yaparken, bu hayvanın atalarınız için ne anlama geldiğini bir durup düşünmelisiniz. İnsan ilk olarak atları kendi besin kaynakları olarak, daha sonra taşıma amacıyla ve bunun sonrasında ise tarımda ve savaşta kullandı. At uzun yıllar boyunca insan türüne hizmet etmiş ve insan medeniyetinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
61:3.12 (697.7) Bu sürecin biyolojik gelişmeleri, insanın daha sonraki ortaya çıkışı için koşulların hazırlanması yönünde katkıda bulunmuştur. Merkezi Asya içinde, mevcut an içerisinde nesli tükenmiş ortak bir kökenden gelerek, ilkel maymunlar ve gorillaların gerçek türleri evirilmiştir. Ancak bu türlerin hiçbirinin, insan ırkının daha sonra ataları haline gelecek olan yaşayan varlıkların evrim hattı ile ilgisi bulunmamaktadır.
61:3.13 (697.8) Köpek ailesi, kurtlar ve tilkiler başta olmak üzere birkaç topluluk tarafından temsil edilmiştir; panterler ve büyük kılıç dişli kaplanlar tarafından temsil edilen kedi kabilesi, daha sonra ilk olarak Kuzey Amerika’da evirilmekteydi. Çağdaş kedi ve köpek aileleri, dünyanın tümü üzerinde artış göstermişti. Gelincikler, sansarlar, su samurları ve rakunların sayıları kuzey enlemler boyunca artmış ve gelişme göstermiştir.
61:3.14 (698.1) Her ne kadar birkaç ciddi değişiklik meydana gelse de kuşlar evirilmeye devam etmiştir. Sürüngenler — yılanlar, timsahlar ve kaplumbağalar olarak — bugünkü türlerine benzer bir konumda bulunmuşlardır.
61:3.15 (698.2) Böylelikle, dünya tarihinin çarpıcı ve ilgili çekici bir süreci sona ermiştir. Fillerin ve atların bu çağı, Miyosen devri olarak bilinmektedir.
61:4.1 (698.3) Bu çağ; Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya içindeki buzul-öncesi kara yükselişinin dönemidir. Kara, topoğrafik anlamda büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Dağ sıraları doğmuş, nehir akımlarının yönü değişmiş, ve bağımsız volkanların dünyanın tümü boyunca patlamaya başlamıştır.
61:4.2 (698.4) 10.000.000 yıl önce, geniş çaplı yerel kara birikintileri kıtaların düzlüklerinde başlamıştır; ancak bu tortullaşmaların büyük bir kısmı daha sonra ortadan kalkmıştır. Bu zaman zarfında İngiltere, Belçika ve Fransa’nın belirli kesimlerini içine alan bir biçimde Avrupa’nın büyük bir kısmı sular altında kalmıştır; ve Akdeniz kuzey Afrika’nın büyük bir kısmını kaplamıştır. Kuzey Amerika içerisinde dağ tabanlarında, göllerde ve büyük kara havzalarında geniş birikintiler oluşmuştur. Bu birikintilerin kalınlığı yaklaşık olarak yalnızca iki yüz fit kalınlığında olup, neredeyse renkli bir biçimde bulunup, fosilleri nadiren taşımaktadır. İki büyük tatlı su gölü, Kuzey Amerika’nın batı kesiminde var olmuştur. Sierra Dağları yükselmiştir; Shasta, Hood ve Rainier dağları kendilerine ait yükselti süreçlerine başlamaktaydı. Ancak bir sonraki buz devrine kadar Kuzey Amerika’nın Atlas Okyanusu’na doğru olan batışı gerçekleşmeyecektir.
61:4.3 (698.5) Kısa bir süreliğine, Avustralya haricinde dünya karalarının tümü tekrar birbirine bağlanmıştır; ve bu aşamada son büyük dünya çaplı hayvan göçü gerçeklenmiştir. Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Asya ile bağlanmıştır; ve bu kıtalar arasında bağımsız bir hayvan yaşam değiş tokuşu gerçekleşmiştir. Asya kökenli tembelhayvan cinsi, armadillolar, antiloplar ve ayılar Kuzey Amerika’ya girerken; Kuzey Amerika develeri Çin’e gitmiştir. Gergedanlar, Avustralya ve Güney Amerika dışında tüm dünyaya göç etmiştir; ancak onların nesilleri Batı Yarımküre’de bu dönemin sonuna doğru tükenmiştir.
61:4.4 (698.6) Genel olarak bir önceki dönemin yaşamı evirilmeye ve yayılmaya devam etmiştir. Kedi ailesi hayvan yaşamı üzerinde baskın bir konuma gelmiş, ve deniz yaşamı neredeyse değişmez bir konumda bulunmuştur. Atların birçoğu hala üç toynaklıydı; ancak bugünkü atlar gelmeye başlamaktaydı; lamalar ve zürafa-vari develer, otlak düzlüklerinde atlara katıldılar. Zürafa, bugünkü uzunluğundan yalnızca bir boyun daha büyük bir bedene sahip olarak, Afrika’da ortaysa çıkmıştır. Kuzey Amerika tembelhayvanları, armodilloları ve karıncayiyenlerine ek olarak ilkel maymunların Güney Amerika türü evirilmiştir. Kıtaların nihai olarak birbirlerinden kopmalarından önce, mastodonlar olarak bu devasa hayvanlar Avustralya dışında her yere göç etmiştir.
61:4.5 (698.7) 5.000.000 yıl önce at, bugünkü bedenine evcilmiş ve Kuzey Amerika’dan tüm dünyaya göç etmiştir. Ancak köken kıtası üzerinde atın nesli, kızıl insanın ortaya çıkışından çok uzun bir süre önce tükenmiştir.
61:4.6 (698.8) İklim kademeli olarak soğumaktaydı; kara bitkileri yavaş bir biçimde güneye doğru hareket etmekteydi. İlk başta kuzeyde soğukluğun artışı hayân göçlerinin kuzey kanallarına doğru olan yönelimini durdurmuştur; bunu takiben bahse konu Kuzey Amerika kara köprüleri sular altında kalmıştır. Bunun sonrasında yakın bir süre zarfında Afrika ve Güney Amerika arasındaki kara bağlantısı nihai olarak batmış, ve Batı Yarımküresi bugünküne çok benzer bir biçimde bağımsız hale gelmiştir. Bu zaman zarfından itibaren yaşamın birbirinden farklı türleri Doğu ve Batı Yarımküreler içinde gelişmeye başlamıştır.
61:4.7 (699.1) Ve yaklaşık olarak on milyon yıllık bir süreci kaplayan bu dönem böylece sona yaklaşmış, ve insanın hiçbir atası henüz ortaya çıkmamıştır. Bu dönem, genel olarak Pliyosen devri olarak adlandırılan süreçtir.
61:5.1 (699.2) Bir önceki dönemin sonunda Kuzey Amerika’nın kuzeydoğu kısmına ve kuzey Avrupa’ya ait kara; Kuzey Amerika’da geniş alanların 30.000 fitten fazla bir düzeye kadar yükseldiği biçimde, geniş bir ölçekte oldukça yükselmiştir. Ilık iklimler önceden bu kuzey bölgeleri içinde baskın bir konumda bulunmaktaydı; ve kuzey buz deniz sularının tümü buharlaşmaya maruz kalmış olup, buzul sürecinin yaklaşık olarak sonuna doğru buzdan yoksun bir konumda kalmayı sürdürdü.
61:5.2 (699.3) Bu kara yükseltileri ile birlikte eş zamanları olarak okyanus akıntıları yönlerini değiştirdi ve mevsimsel rüzgârların doğrultuları farklılaşmaya uğradı. Bu koşullar nihai olarak, kuzey yükseltiler üzerinde oldukça doygun atmosferin hareketinden meydana gelen neredeyse sürekli olarak gerçekleşen bir nem yağışını yarattı. Kar, bu yüksek ve dolayısıyla soğuk bölgeler üzerinde yağmaya başladı; ve 20.000 fitlik bir derinliğe kadar yağışını sürdürdü. Yükseklik ile birlikte karın en yüksek derinlikte bulunduğu bölgeler, bir sonraki buzul basınç değişimlerinin merkezi noktalarını belirledi. Ve buz devri bu aşırı miktarda gerçekleşen yağış; yakın bir zaman içinde başkalaşıp katı ama sürünen buz biçimine gelecek olan, karın devasa kabuğuyla birlikte bu kuzey yükseltilerini kaplar hale gelene kadar yeryüzüne düşmeye devam etti.
61:5.3 (699.4) Bu sürecin büyük buz tabakalarının tümü, yükselmiş dağlarda konumlanmıştı; onlar, bugünkü bulundukları yerlerdeki dağ bölgelerinde oluşmamışlardı. Buzul çağının yarısı Kuzey Amerika’da, dörtte biri Avrasya’da, ve diğer çeyreği ise başlıca Güney Kutbu olmak üzere her yerde gerçekleşmiştir. Afrika buzdan çok az bir ölçüde etkilenmiştir; ancak Avustralya güney kutup buz yorganıyla neredeyse tamamen kaplanmıştır.
61:5.4 (699.5) Her ne kadar her buz tabakasının hareketi ile ilişkili sayısız ilerleme ve gerileme bulunsa da, bu dünyanın kuzey bölgeleri altı ayrı ve farklı buz istilasını deneyimlemiştir. Kuzey Amerika içindeki buz, önceki iki daha sonra üçüncü merkez etrafında toplanmıştır. Grönland’ın tamamı kaplanmış, ve İzlanda bütünüyle buz akışının altına gömülmüştür. Avrupa içinde buz farklı dönemlerde; güney İngiltere dışında Britanya Adaları’nı kaplamış, ve batı Avrupa’dan Fransa’ya kadar yayılmıştır.
61:5.5 (699.6) 2.000.000 yıl önce ilk Kuzey Amerika buzulu kendisine ait güney yönlü hareketine başladı. Buz çağı bu aşamada faaliyet halinde olup, bu buzul kuzey basınç merkezlerine doğru ilerleyişini ve gerileyişini neredeyse bir milyon yıl boyunca sürdürdü. Merkezi buz tabakası güneyde Kansas’a kadar genişledi; doğu ve batı bu merkezleri bahse konu bu zaman zarfında çok geniş değildi.
61:5.6 (699.7) 1,500.000 yıl önce ilk büyük buzul kuzey doğrultuda geri çekilmekteydi. Bu zaman zarfında devasa kar yağışları Grönland’e ve Kuzey Amerika’nın kuzey batı kesimlerine düşmekteydi; ve yakın bir süre zarfında bu doğu buz kütlesi güneye doğru kaymaya başlamıştı. Bahse konu bu oluşumlar, buzun ikinci istila dönemidir.
61:5.7 (699.8) Bu ilk iki buz istilası Avrasya’da çok geniş ölçekte gerçekleşmemekteydi. Buz devrinin bu öncül çağları boyunca Kuzey Amerika; mastodonlar, yünlü mamutlar, atlar, develer, geyikler, misk öküzleri, bizonlar, yeraltı tembelhayvanları, dev kunduzlar, kılıç dişli kaplanlar, filler kadar büyük yerüstü tembelhayvanlarına ek olarak kedi ve köpek ailelerinin birçok topluluğu ile kaplanmıştı. Ancak bu zaman zarfından beri onlar, buz döneminin artan soğukluğu nedeniyle sayı bakımından hızlı bir biçimde azalma göstermiştir. Buz devrinin sonuna doğru bu hayvan türlerinin büyük bir çoğunluğunun nesli Kuzey Amerika’da tükenmiştir.
61:5.8 (700.1) Buz dışında dünyanın kara ve su yaşamı çok az değişiklik göstermiştir. Buz istilaları arasında iklim mevcut andaki gibi ılıman, muhtemelen biraz daha sıcaktı. Her ne kadar devasa alanları kaplayacak ölçüde yayılmış olsalar da buzullar nihayeten yerel olgulardı. Kıyı çevresi iklimi; buzul hareketsizlik zamanları arasında oldukça büyük ölçüde çeşitlilik göstermiştir; ve bu zamanlar devasa buz dağlarının, Maine sahilinden Atlas Okyanusu’na doğru kaydığı, Puget Sound’dan Büyük Okyanus’a sürüklendiği, ve Norveç fiyortlarını Kuzey Denizi’ne doğru ittiği zamanlarıdır.
61:6.1 (700.2) Bu buzul döneminin en büyük etkinliği, ilkel insanın evrimidir. Hindistan’ın biraz batısına doğru şu an su altında bulunan kara üzerinde ve daha eski Kuzey Amerika lemur türlerine ait Asya göçmenlerinin doğumları arasında ilk memeliler ansızın ortaya çıktı. Bu küçük hayvanlar büyük bir çoğunlukla arka ayakları üzerinde yürümüşlerdir; ve onlar, bedenlerine ve diğer hayvanların beyinlerine kıyasla büyük beyinler taşıdılar. Yaşamın bu türünün yedinci neslinde, yeni ve daha yüksek bir hayvan topluluğu ansızın farklılaşma gösterdi. Atalarının neredeyse iki katı uzunluğa ve genişliğe sahip ve orantısal olarak artış göstermiş beyin gücünü elinde bulunduran bir biçimde bu yeni yarı-memeliler kendi oluşumlarını daha yeni yerine getirmişken, üçüncü hayati başkalaşım olarak Primatlar ansızın ortaya çıkmıştır. (Yine bu zaman aralığında, maymun soyuna kökenini veren yarı-memeli nesil kolu içinde geri yönde bir gelişim meydana gelmiştir; ve bu zaman zarfından bugüne kadar insan kolu ilerleyici bir evrim gösterirken, maymun kabileleri sabit kalmış veya gerçek anlamda geriye gitmiştir.)
61:6.2 (700.3) 1.000.000 yıl önce Urantia ikamet edilmiş bir dünya olarak kaydedilmiştir. İlerleyen Primatlar’ın nesil kolu içinde bir başkalaşım ansızın, insan türünün mevcut ataları olan iki ilkel insanı dünyaya getirmiştir.
61:6.3 (700.4) Bu gelişim yaklaşık olarak üçüncü buzul ilerleyişinin başlayış zamanında açığa çıkmıştır; böylelikle sizin öncül atalarınızın ilgi çekici, güçlendirici ve zor bir çevre içinde dünyaya geldiği ve yetiştiği gözlenebilir. Ve Eskimolar olarak bu Urantia aborjinleri mevcut zaman zarfında bile dondurucu kuzey iklimlerinde yaşamayı tercih etmektedirler.
61:6.4 (700.5) İnsan varlıkları, buz devrinin sonlanmasına yakın Batı Yarımküre içinde bulunmamaktaydı. Ancak bu buzul-içi-dönem çağları boyunca onlar Akdeniz etrafından batıya doğru geçip, yakın zaman içerisinde Avrupa’ya yayıldılar. Batı Avrupa’nın mağaralarında; ilerleyen ve geri çekilen buzulların daha sonraki çağları boyunca bu bölgeler içerisinde insanın yaşadığını kanıtlar nitelikteki, sıcak iklim ve kutup hayvanlarının kalıntıları ile birleşmiş insan kemikleri bulunabilir.
61:7.1 (700.6) Buzul dönemi boyunca diğer etkinlikler faaliyet içerisindeydi; ancak buzun faaliyeti, kuzey enlemlerinde tüm diğer oluşumları gölgelemekteydi. Hiçbir kara hareketi bu türden özel bir kalıntıyı topoğrafya üzerinde bırakmamaktadır. Kaya çukuru, göller, yerinden uzaklaşmış kaya ve kaya unu gibi örneklerdeki ayırt edici kaya parçaları ve kabuk kırılmaları, buzullar haricinde doğa içerisindeki hiçbir oluşum sonucunda meydana gelmemektedir. Buz aynı zamanda, drumlin olarak bilinen küçük yüzey kabartılarından veya diğer bir değişle kabuk kıvrımlarından da sorumludur. Ve bir buzul ilerlerken nehirleri yerlerinden alarak dünyanın bütün yüzeyini değiştirmektedir. Tek başları buzullar — yüzey, ensi ve dönemsel biçimlerdeki buzul taşları olarak — bu belirteç kıvrımları bırakmaktadırlar. Özellikle yüzey buzul taşları olarak bu kıvrımlar; Kuzey Amerika’nın kuzey ve batı kesimlerine doğru batı kıyı havzasından uzanmakta olup, Avrupa ve Sibirya’da bulunabilirler.
61:7.2 (701.1) 750.000 yıl önce Kuzey Amerika merkez ve doğu buz alanlarının bir birliği olarak dördüncü buz tabakası, güneye doğru kararlı bir doğrultuda hareket etmekteydi; zirve noktasında bu tabaka Mississippi Nehri’ni elli mil batıya kaydırarak güney Illinois’ye ulaşmış olup, doğuda en fazla Ohio Nehri ve Pennsylvania’nın merkezine uzanmıştır.
61:7.3 (701.2) Asya içinde Sibirya buz tabakası kendisinin en güneydeki istilasını gerçekleştirirken, Avrupa içinde ilerleyen buz Alpler’in dağ duvarında takılı kalmıştır.
61:7.4 (701.3) 500.000 yıl önce, buzun beşinci ilerleyişi boyunca, yeni bir gelişim insan evriminin ilerleyişini hızlandırmıştır. Ansızın, ve bir nesil içerisinde, altı renk ırk aborjinsel insan nesil kolundan başkalaşıma uğramıştır. Bu gelişim iki kat öneme sahiptir, çünkü o aynı zamanda Gezegensel Prens’in varışını simgelemektedir.
61:7.5 (701.4) Kuzey Amerika içinde ilerleyiş halindeki beşinci buzul, üç buz merkezinin bir araya gelen bir istilasından kaynaklanmıştır. Doğu kol, buna rağmen, St. Lawrence vadisinin yalnızca küçük bir seviye altına kadar genişleme göstermiştir; ve batı buz tabakası, güney ilerleyişinde çok az mesafe kat edebilmiştir. Ancak merkezi kol, Iowa Eyaleti’nin tamamını kaplayacak bir biçimde güneye ulaşmıştır. Avrupa içinde buzun bu istilası, bir önceki kadar geniş çaplı değildi.
61:7.6 (701.5) 250.000 yıl önce altıncı ve son buzul hareketi başlamıştır. Ve kuzey yükseltilerin az miktardaki batışına rağmen bu gelişim, kuzey buz bölgeleri üzerinde en büyük kar birikintisinin yaşandığı dönem olmuştur.
61:7.7 (701.6) Bu istila içinde bahse konu üç büyük buz tabakası, tek bir geniş buz kütlesi içinde kümelenmiştir; ve batı dağlarının tümü bu buzul etkinliğine katılmıştır. Bu oluşum, Kuzey Amerika içindeki buz istilalarının tümü içinde en büyük olanıydı; buz basınç merkezinden bin beş yüz milden fazla bir uzaklıkta doğuya doğru hareket etmiş, ve Kuzey Amerika sahip olduğu en düşük sıcaklıkları deneyimlemiştir.
61:7.8 (701.7) 200.000 yıl önce bu son buzulun ilerleyişi sırasında, — Lucifer isyanı olarak — Urantia üzerinde gerçekleşen etkilikler ile oldukça iniltili bir gelişme yaşanmıştır.
61:7.9 (701.8) 150.000 yıl önce altıncı ve son buzul tabakası, batı bu tabakasının Kanada sınırının tam üzerinden geçerek, güney doğrultudaki en geniş sınırlarına ulaşmıştır; merkezi buz tabakası Kansas, Missouri ve Illinois’nin güneyine doğru ilerlemiş; doğu buz tabakası güneye doğru genişlemiş, Pennsylvania ve Ohio’nun geniş kesimlerini kaplamıştır.
61:7.10 (701.9) Bu oluşum; büyük ve küçük ölçekli bugünkü gölleri şekillendiren, birçok buz dil-uzantısının veya diğer bir değişle buz kolunun oluşumuna sebebiyet veren buzuldur. Onun çekilişi sırasında Büyük Göller bölgesinin Kuzey Amerika sistemi meydana gelmiştir. Ve Urantia yeryüzü bilimcileri; oldukça doğru bir biçimde bu gelişmenin çeşitli aşamalarını tespit edip, bu su kütlelerin farklı zamanlarda Mississippi vadisine, daha sonra doğuya doğru Hudson vadisine ilerleyip son olarak bir kuzey bağlantısı vasıtasıyla St. Lawrence yerleşkesine boşaldığının doğru çıkarımında bulundular. Birbiri ile bağlantılı Büyük Göller’in bugünkü Niyagara hattı üzerinden boşalmaya ilk olarak başlaması sürecinden otuz yedi bin yıl geçmiştir.
61:7.11 (702.1) 100.000 yıl önce bu son buzulun çekiliş süreci boyunca, geniş kutup buz tabakaları oluşmaya başlamıştır; ve buz birikiminin merkezi ciddi bir ölçüde kuzeye doğru hareket etmiştir. Ve kutup bölgeleri buz ile kaplanmaya devam ettikçe, gelecekte meydana gelecek kara yükselişlerinden veya okyanus akıntılarının değişimlerinden bağımsız bir biçimde, başka bir buzul çağının meydana gelmesi neredeyse olanaksızdır.
61:7.12 (702.2) Bu son buzulun ilerleyişi yüz bin yıl sürmüştür; ve onun kuzey çekilişi için benzer bir süre zarfının geçmesi gerekmiştir. Ilıman bölgeler, elli bin yıldan biraz daha fazla süren bir süre zarfı boyunca hiçbir buz oluşumunu taşımamışlardır.
61:7.13 (702.3) Bu ciddi buzul dönemi birçok türü ortadan kaldırmış olup, köklü bir biçimde onların diğer sayısız türünü değişikliğe uğratmıştır. Birçoğu, ilerleyen ve geri çekilen buzun zorundalık yarattığı göç süreçlerinin gidiş ve dönüş istikametlerinde acı bir biçimde telef olmuşlardır. Buzulların ilerleme ve gerileme oluşumlarını kara üzerinde takip eden hayvanlar; ayılar, bizonlar, rengeyikleri, misk öküzleri, mamutlar ve mastodonlar olmuştur.
61:7.14 (702.4) Mamutlar açık çayırları tercih etmiş olup, bunun karşısında mastodonlar orman bölgelerinin korunaklı sınırlarını aramaya koyulmuşlardır. Geç bir zaman sürecine kadar mamutlar, Meksika’dan Kanada’ya kadar uzanmaktaydı; Sibirya türü yün ile kaplanmıştı. Mastodonlar Kuzey Amerika’da, kızıl ırk tarafından katledilene kadar varlığını sürdürmüş olup, benzer bir biçimde bizonlar beyaz ırkın bu nesli tüketişine kadar var olmuşlardır.
61:7.15 (702.5) Kuzey Amerika içinde son buzul oluşumu boyunca; atlar, tapirler, lamalar, kılıç dişli kaplanların nesli tükenmiştir. Onların yerlerini Güney Amerika’dan gelen tembelhayvanları, armadillolar ve yaban su domuzları almıştır.
61:7.16 (702.6) İlerleyen buzun öncesinde yaşamın zorunlu göçü, bitkiler ve hayvanların olağanüstü bir birleşimine sebebiyet vermiştir; ve buzun son istilasından çekilişiyle birlikte bitkilerin ve hayvanların birçok kutup türü, buzulun tahribatından kurtulmak için neresi elverişli olursa oraya kaçan bir biçimde, belirli dağ tepeleri üzerinde sıkışmış bir konumda kalmışlardır. Ve bu nedenle bahse konu yerlerinden edilmiş bitkiler ve hayvanlar mevcut an içerisinde, Avrupa Alpleri’nin tepelerinde ve hatta Kuzey Amerika’nın Appalachian Dağları’nda bile bulunabilir.
61:7.17 (702.7) Bu buz devri, iki milyon yıldan daha fazla süren bir zaman aralığını kaplayan bir biçimde, tarafınızdan Pleistosen devri isminde adlandırılmakta olan, yeryüzü sürecinin tamamlanmış en son zaman zarfıdır.
61:7.18 (702.8) 35.000 yıl öncesi, gezegenin kutup bölgeleri dışında büyük buz devrinin sonlanışını simgelemektedir. Bu zaman zarfı aynı zamanda; Holosen veya diğer bir değişle buzul-sonrası dönemin başına yaklaşık olarak denk düşen, bir Maddi Erkek ve Kız Evlat’ın varışına ve Âdemsel yazgı döneminin başlangıcına yaklaşması bakımından önemlidir.
61:7.19 (702.9) Memeli yaşamının yükselişinden buzun çekilişine ve ilkel çağların sonuna kadar uzanan bu anlatım, yaklaşık olarak elli milyon yıllık bir zaman zarfını kaplamaktadır. Bu devir en son — ve şimdiki — yeryüzü dönemi olup, araştırmacılarınız tarafından Senozoyik veya mevcut yeryüzü devri olarak bilinmektedir.
61:7.20 (702.10) [Bu anlatım, bir Yerleşik Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
62. Makale
62:0.1 (703.1) YAKLAŞIK bir milyon yıl önce, karın-bağı memelilerine ait lemur türünün öncül nesil kolundan kaynağını alan bir biçimde birbirini takip eden ve ansızın gerçekleşen üç başkalaşım sonrasında insan türünün birincil ataları ilk kez ortaya çıkmışlardır. Bu öncül lemurların baskın nitelikleri, evrimleşen yaşam plazmasına ait batı veya diğer bir değişle sonraki Amerikan topluluğundan elde edilmiştir. Ancak insan atalarının birincil kökeninin oluşturulmasından önce bu ırk kolu, Afrika içerisinde evrimleşen merkezi yaşam aktarımının katkılarıyla güçlendirilmiştir. Doğu yaşam topluluğu, insan türlerinin mevcut üretimine ya çok az bir yardımda bulunmuş veya hiçbir katkı sağlamamıştır.
62:1.1 (703.2) İnsan türlerinin atalarıyla ilgili olan öncül lemurlar; mevcut ana kadar kökenleri varlığını sürdürmüş, Avrasya ve kuzey Afrika’da bahse konu zaman zarfında yaşamakta olan asya-şebekleri ve maymunlara ait önceden var olan kabileler ile doğrudan bağlantılı bir konumda bulunmamaktaydılar. Buna ek olarak onlar; her ne kadar bu iki türün atası olan fakat bahse konu zaman zarfından bu yana nesli tükenmiş bir türden kökenini alsa da, lemurun çağdaş türünün doğumu değillerdi.
62:1.2 (703.3) Bu öncül lemurlar her ne kadar Batı Yarımküre içerisinde evrimleşmişse de; insan türünün doğrudan memeli soyunun oluşumu, merkezi yaşam aktarımının özgün yerleşkesi içinde fakat buranın doğu sınırları üzerinde, güneybatı Asya’da gerçekleşmiştir. Birkaç milyon yıl önce Kuzey Amerika lemur türleri; Bering kara köprüsü üzerinden batıya doğru göç edip, istikametlerini yavaşça gerçekleşen bir biçimde Asya sahili boyunca güneybatı doğrultusuna yöneltmişlerdir. Bu göç eden kabileler nihai olarak, bahse konu zaman zarfında Akdeniz’in genişleyen suları ve Hint yarımadasının yükselen dağ bölgeleri arasında kalan sağlıklı bölgeye ulaşmışlardır. Bu kara bölgelerinden Hindistan’ın batısına kadar onlar; diğer ve elverişli nesil kolları ile bütünleşip, böylelikle insan ırkının soyunu oluşturmuşlardır.
62:1.3 (703.4) Zamanla, Hindistan’ın güneybatısında bulunan dağlara ait sahil şeridi kademeli olarak, bu bölgeyi tamamen yalıtan bir biçimde, sular altında kalmıştır. Bu Mezopotamya yerleşkesi veya diğer bir değişle Fars yarımadasına kuzey doğrultusu yönünden erişilebilecek hiçbir bağlantı, veya buradan dışarıya gerçekleştirilebilecek hiçbir bir kaçış noktası bulunmamıştır; bu kuzey bağlantı noktası ise buzların güney istilası tarafından sürekli bir biçimde kesilmiştir. Ve burası; bahse konu zaman zarfında neredeyse cennetsel bir yerleşke halinde bulunmakta olup, burası içerisinde memelilerin bu lemur türünün baskın atalarından, çağdaş zamanın maymun kabileleri ve mevcut insan türleri biçiminde, iki büyük topluluk türemiştir.
62:2.1 (703.5) Bir milyon yıldan biraz daha fazla bir zaman sürecinden önce, karın-bağı memelilerin Kuzey Amerika lemur türünün doğrudan ataları olan Mezopotamyalı ilkel memeliler, ansızın ortaya çıkmışlardır. Onlar, neredeyse üç fit uzunluğunda bulunan hareketli küçük yaratılmışlardı; ve onlar alışkanlıkla arka ayakları üzerinde yürümezken, dik bir konumda kolaylıkla durabilmekteydiler. Onlar, maymunsu bir biçimde kıllı, çevik ve konuşkandılar; ancak onlar, maymun kabilelerinin aksine etle beslenmekteydiler. Onlar, oldukça yararlı bir niteliğe sahip kavrayıcı ayak parmağına ek olarak kıvrılıp dönebilen ilkel bir baş olanağına sahiptiler. Bu noktadan itibaren insan-öncesi türler bahse konu ilkel başparmağı geliştirirken, büyük ayak parmağının kavrayıcı gücünü kademeli bir biçimde yitirmişlerdir. Daha sonraki maymun kabileleri, kavrayıcı ayak parmağını ellerinde bulundurmuşlardır; ancak onlar, insan türünün sahip olduğu baş varmağını hiçbir zaman geliştirmemişlerdir.
62:2.2 (704.1) Bu ilkel memeliler; yaklaşık olarak yirmi yıllık olası bir yaşam ömrüne sahip bir biçimde, üç veya dört yaşında bütüncül gelişimlerini kazanmaktaydılar. Bir kural olarak, her ne kadar nadiren ikizler dünyaya gelse de, doğumlar tekil olarak gerçekleşmekteydi.
62:2.3 (704.2) Bu yeni türlerin üyeleri, bahse konu zaman zarfına kadar dünya üzerinde mevcut bulunan herhangi bir hayvanın sahip olduğu en büyük beyne sahipti. Onlar; oldukça meraklı olan ve girişimlerinde başarılı olduklarında dikkate değer sevinci gösteren bir biçimde, daha sonra ilkel insanı belirleyecek birçok duyguyu deneyimlemiş ve sayısız içgüdüyü paylaşmıştır. Yiyecek kıtlığı ve cinsel arzu oldukça iyi bir biçimde gelişme göstermiş, buna ek olarak kur yapmanın ve eş bulmanın ilkel bir türü içinde belirli bir cinsiyet tercihi sergilenmiştir. Onlar; kendi türlerinin korunması için oldukça çetince savaşabilecek varlıklar olup, utanç ve pişmanlığa yakın alçak gönüllülüğün bir duygusunu taşıyan bir biçimde, aile ilişkileri içinde fazlasıyla şefkatlilerdi. Onlar, eşlerine karşı oldukça sevgi besleyip ve etkileyici bir biçimde sadıklardı; ancak mevcut koşullar onları sevdiklerinden ayırınca, yeni eşlerini seçmekteydiler.
62:2.4 (704.3) Kısa bedenlere ve orman yaşam alanları içinde mevcut tehlikelerin farkında olabilecek keskin akıllara sahip olan bir biçimde onlar; kara yaşamının birçok tehlikesini saf dışı bırakan ağaç tepelerinde ilkel barınakları inşa etmek gibi, varoluşlarına oldukça büyük bir biçimde katkı sağlayan akıl dolu tedbir önlemlerini almaya onları iten olağandışı bir korku duyusunu geliştirmişlerdir. İnsan türünün korku eğilimlerinin başlangıcı kökenini daha çok bu zamanlardan almaktadır.
62:2.5 (704.4) Bu ilkel memeliler, en başından beri daha önce sergilenenden çok daha güçlü bir kabile ruhunu geliştirmişlerdir. Onlar gerçekten oldukça toplumsal varlıklardı, ancak buna rağmen herhangi bir biçimde günlük yaşamlarının alışılagelmiş faaliyetlerinden alıkonulduklarında aşırı bir biçimde kavgacı olmaktaydılar; buna ek olarak onlar, bütünüyle sinirli olduklarında durdurulamaz bir öfke selini sergilemişlerdir. Onların kavgacı doğaları, buna rağmen, yarlı bir amaca hizmet etmiştir; üstün topluluklar alt düzeyde bulunan komşuları ile mücadele etmekten çekinmemişlerdir; ve böylelikle, seçici evrim vasıtasıyla, bu türler ilerleyen bir biçimde gelişme göstermişlerdir. Onlar yakın bir zaman zarfı içerisinde; bu bölgenin daha küçük yaratılmışlarının yaşamlarında üstünlük kurmuş olup, eskiden kalan etobur olmayan maymunsu kabilelerin çok azı varlığını sürdürebilmiştir.
62:2.6 (704.5) Bu saldırgan küçük hayvanlar; fiziksel tür ve genel us bakımından sürekli gelişme gösteren bir biçimde, bin yıldan daha fazla bir süreç boyunca çoğalmış ve Mezopotamya yarımadasının tamamına yayılmıştır. Bu yeni kabilenin, lemur soyunun en yüksek türünden kökenini aldığı sürecin yalnızca yetmiş nesil sonrasında; Urantia üzerinde insan varlıklarının evrimleşmesi içinde bir sonraki hayati aşamaya ait ataların ansızın meydana gelen farklılaşması biçiminde, bir diğer çığır açıcı gelişme ortaya çıkmıştır.
62:3.1 (704.6) İlkel memelilerin oluşum süreçlerinin başında, bu çevik yaratılmışlarının üstün bir çiftinin sahip olduğu ağaç tepesi yerleşkesi içinde erkek ve dişi olarak ikiz canlı dünyaya gelmiştir. Ataları ile karşılaştırıldıklarında onlar gerçekten güzel küçük yaratılmışlardı. Onlar bedenleri üzerinde çok az miktarda kıla sahipti; ancak bu oluşum, ılıman ve düzenli bir iklimde yaşamaları nedeniyle kendilerinin gelişimi bakımından bir kısıtlılık niteliğinde bulunmamaktaydı.
62:3.2 (705.1) Bu çocuklar, dört fitin biraz üstünde bir uzunluğa gelen bir biçimde büyümüşlerdir. Onlar her bakımdan, daha uzun bacaklara ve kısa kollara sahip bir biçimde ebeveynlerinden büyük varlıklardı. Onlar, çeşitli uğraşlar için oldukça iyi bir biçimde uyum sağlamış mevcut insan başparmağına benzer bir biçimde, kıvrılabilen ve dönebilen neredeyse kusursuz başparmaklarına sahiplerdi. Onlar, neredeyse daha sonraki insan ırklarının yürümeleri için oldukça elverişli uzuvlarına benzer bacaklara sahip olarak, dik bir biçimde hareket etmişlerdir.
62:3.3 (705.2) Onların beyinleri; insan varlıklarına kıyasla daha alt bir düzeyde olup onlarınkinden daha küçüktü, ancak atalarına kıyasla daha üstün ve göreceli olarak daha büyüktü. İkizler; ilk olarak daha üstün usu sergilemiş olup, toplumsal düzenin ilkel bir türünün ve henüz ilkel bir iş bölümünün temellerini atarak ilkel memelilere ait kabilenin bütününün başları olarak yakın bir zaman içerisinde tanınmışlardır. Bu erkek ve dişi kardeş çiftleşmiş ve yakın bir zaman içinde, hepsinin dört fitten daha uzun olduğu ve her bakımdan köken türlerinden daha üstün niteliklerde bulunduğu, kendileri gibi yirmi bir çocuktan oluşan bir topluluk içinde yaşamışlardır. Bu yeni topluluk, ara-memelilerin çekirdeğini oluşturmuştur.
62:3.4 (705.3) Bu yeni ve üstün topluluğun nüfusu artınca, acımasız mücadeleler biçiminde savaşlar çıkmıştır; ve bu korkunç mücadele sonlandığında, ilkel memelilerin daha önceden mevcut olan türlerine ve köken ırklarına ait hiçbir birey hayatta kalmamıştır. Türlerin sayıca daha az olanları ancak daha güçlü ve daha fazla usu barındıran ırk kolları, atalarının yok oluşu pahasına hayatta kalmışlardır.
62:3.5 (705.4) Ve bu aşamada (altı yüz nesillik bir süreçte) yaklaşık olarak on beş bin yıllık bir süre zarfı boyunca bu yaratılmış, dünyanın bu kısmının dehşet yayan varlığı haline gelmiştir. Daha önceki zamanların büyük ve hırçın hayvanlarının tümü ortadan yok olmuşlardır. Bu bölgelere özgü geniş yapılı canlılar etçil değillerdi; buna ek olarak, aslanlar ve kaplanlar biçimindeki kedi ailesinin daha iri türleri dünya yüzeyinin bu özel yalıtılmış ücra noktasını henüz istila etmemişti. Böylelikle bu ara-memeliler cesur bir biçimde ortaya çıkmış ve yaratımlarının bu köşesinin bütününü egemenlikleri altına almıştır.
62:3.6 (705.5) Atasal türlerine kıyasla ara-memeliler, her bakımdan bir gelişim unsurlarıydı. Onların olası yaşam ömürleri bile, yirmi beş yılla yakın bir biçimde, daha uzundu. Gelişmemiş insan niteliklerinin bir miktarı bu yeni türler içinde ortaya çıkmıştır. Ataları tarafından sergilenen içkin eğilimlere ek olarak bu ara-memeliler, belirli itici durumlarda iğrenme belirtisi göstermeye yetkinlerdi. Onlar daha ileri bir biçimde, oldukça belirgin bir biriktirme içgüdüsüne sahip olmuşlardır; onlar, yiyeceklerini daha sonraki kullanımlar için saklayacak olup, savunma ve saldırı için elverişli olan yuvarlak çakıl birikintilerine ve pürüzsüz taşların belirli türlerine fazlasıyla sahiplerdir.
62:3.7 (705.6) Bu ara-memeliler; ağaç tepesi evlerinin ve toprak altı çok geçitli sığınaklarının inşasında gösterdikleri rekabette olduğu gibi, belirgin bir inşa eğilimi gösteren ilk türlerdir; onlar, ağaç ve yeraltı barınakları içinde güvenliği ilk kez sağlayan memelilerin en öncül türleriydi. Onlar, yer üstünde gündüz yaşayan ve ağaç tepelerinde geceleri uyuyan bir biçimde, ağaçları yerleşkeleri olarak tercih etmeyi büyük ölçüde bıraktılar.
62:3.8 (705.7) Zaman geçtikçe nüfuslarındaki doğal artış, bütün türleri neredeyse tamamen yok eden öldürücü çatışmaların bir dizisiyle sonuçlanan, ciddi bir yiyecek rekabetine ve cinsel ilişki çekişmesine nihai olarak sebep olmuştur. Bu mücadeleler, yüz bireyden biraz daha az üyeye ait bir tek topluluk hayatta kalana kadar devam etmiştir. Ancak barış bir kez daha hüküm sürmüştür; ve bu varlığını devam ettiren yalnız kabile kendisine ait ağaç tepesi yatak odalarını yeniden inşa etmiş olup, olağan ve yarı-huzurlu mevcudiyetlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdir.
62:3.9 (705.8) Sizler, insan-öncesi atalarınızın zaman zaman nasıl küçük farklarla yok olmaktan kurtulduklarını neredeyse hiçbir biçimde algılamazsınız. İnsanlığın tümünün kaynağını aldığı atasal kurbağa belirli bir durumda iki inç daha az zıplasaydı, evrimin bütün gidişatı dikkate değer bir biçimde değişirdi. İlkel memelilerin birincil lemursal annesi, yeni ve daha yüksek memeli düzeyinin babasını doğurmadan önce ölümünden beş kez kıl payı farkla kurtuldu. Ancak bunların ölüme en yakın olanı, primat ikizlerinin olası annesinin uyuduğu ağaca yıldırımın düşmesiydi. Bu ara-memelilerinin ebeveynlerinin ikisi de, ciddi bir biçimde elektrikle çarpılmış ve kötü bir biçimde yanıklara sahip olmuştur; onların yedi çocuğundan üçü, gökten gelen bu yıldırım sonucunda ölmüştür. Bu evrimleşen hayvanlar neredeyse batıl inançlara sahip varlıklardı. Ağaç tepesi evine yıldırım düşen bu çift, ara-memeli türlerinin daha ilerleyici topluluğunun gerçek anlamıyla liderleriydi; ve bu çiftin yaşadığı hadiseden sonra daha ussal ailelere sahip olan kabilenin yarıdan fazlası bahse konu yerleşkeden yaklaşık iki mil daha uzağa taşınıp, beklenmedik tehlike anında geçici barınakları olan yeni ağaç tepeleri ve yeni yer altı sığınaklarının inşasına başlamışlardır.
62:3.10 (706.1) Evlerinin tamamlanmasından sonra yakın bir zaman içerisinde, birçok mücadeleden sağ kurtulan bu çift kendilerini; insan-öncesi evrim içerisinde bir sonraki hayati aşamayı oluşturan Primatlar’ın yeni türlerinin ilki olan, bu zamana kadar yeryüzünde doğmuş en ilgi çekici ve en önemli hayvanlar biçiminde, ikizlerin gururlu ebeveynleri olarak buldular.
62:3.11 (706.2) Bu Primat ikizlerinin doğum sürecine yakın bir zaman içerisinde, — ara-memeli kabilenin özellikle alt seviye düzey aklına sahip bir erkek ve dişi olarak — akıl ve fizik bakımından aşağı konumda bulunan bir çift başka tür ikizleri dünyaya getirmiştir. Bir erkek ve dişiden oluşan bu ikiz, diğer türler karşında baskınlık kurmaya çalışmamaktaydı; onlar yalnızca yiyecek elde etmekle ilgilenmişti, ve etçil olmadıkları için yakın bir zaman içerisinde avlarını elde etmedeki tüm isteklerini kaybetmişlerdi. Bu us bakımından düşük düzeyde bulunan ikizler, çağdaş maymun kabilelerinin kurucuları haline geldiler. Onların soyları; asya şebekleri ve diğer maymunların öncül türleri ile çiftleşen ırk kolları dışında bahse konu zaman zarfında yaşadıkları gibi ve bunun sonucunda nesillerinin zarar gördüğü yerler olan, güney bölgelerinin ılık iklimlerini ve sıcak iklim meyvelerinin bol olduğu yerleşkeleri tercih etmişlerdir.
62:3.12 (706.3) Ve bu anlatımlar sonucunda açık bir biçimde gözlenebilir ki, insan ve maymun yalnızca; ikizlerin iki çiftinin eş zamanlı doğumu ve bunun sonrasında ayrışmasının içinde gerçekleştiği bir kabile olarak, ara-memelilerden çıktıkları köken bakımından birbirleriyle ilişkilidir; aşağı düzeyde bulunan çift günümüz maymununu, babununu, şempanzesini ve gorilini üretme nihai sonuna sahip olurken; üstün olan çift ise, insanın kendisine olan evrimin yükseliş doğrultusu boyunca ilerleme nihai sonuna sahip olmuştur.
62:3.13 (706.4) Çağdaş insan ve maymunlar aynı kabile türlerinden türemişlerdir, aynı ebeveynlerden değil. İnsanın ataları, ara-memeliler kabilesinin seçilmiş kalıntılarına ait üstün ırk kollarından gelmektedirler; bunun karşısında ise çağdaş maymunlar (lemurlar, asya şebekleri, diğer maymunlar ve onlara benzer yaratılmışların dışında), yalnızca düşmanlıklar bütünüyle sona erdiğinde kabilelerin en son şiddetli savaşı boyunca iki haftadan daha uzun bir süre boyunca bir toprakaltı besin sığınağı içinde kendilerini saklayarak hayatta kalabilen bir çift biçimindeki, bu ara-memeli topluluğunun en alt düzeyde bulunan çiftinin soyundan gelmektedirler.
62:4.1 (706.5) Ara-memeli kabilesinin iki önde gelen üyesi biçiminde bir erkek ve bir dişi olarak üstün ikizlerin doğumuna gelecek olursak: Bu hayvan bebekleri benzersiz bir düzeye aitlerdi; onlar ebeveynlerinden bile daha az kılı taşımakta olup, çok genç yaşta dik bir biçimde yürümekte ısrar ettiler. Onların ataları her zaman, arka ayakları üzerinde yürümeyi öğrenmişlerdi; fakat bu Primat ikizleri en başından beri dik bir duruşa sahip olmuştur. Onlar; beş fitin üstünde bir yüksekliğe erişmiş olup, kafaları kabilenin diğer üyelerine kıyasla daha büyük bir haldeydi. İşaretler ve sesler aracılığıyla birbirleriyle konuşmayı önceden öğrenirlerken, bu yeni sembollerin ne anlama geldiğini kendi topluluk üyelerine bir türlü anlatamadılar.
62:4.2 (707.1) Yaklaşık olarak on dört yaşında, ailelerini büyütmek ve Primatlar’ın yeni türlerini oluşturmak amacıyla kabilelerinden ayrıldılar. Ve bu yeni yaratılmışlar; insan ailesinin doğrudan ve birincil hayvan ataları oldukları için, oldukça yerinde bir biçimde Primatlar olarak adlandırılmaktadır.
62:4.3 (707.2) Daha az ussa sahip ve birbirleri ile yakın bir biçimde ilişki halinde olan kabileler yarımada merkezinde ve onun üstündeki doğu sahil hattı civarında yaşarken; Primatlar, bahse konu zaman zarfında güney denizine doğru bakan Mezopotamya yarımadasının batı sahili üzerinde bir bölgeye böylece yerleşmek için geldiler.
62:4.4 (707.3) Primatlar, ana-memeli soylarına kıyasla daha çok insan ve daha az hayvandı. Bu yeni türlerin iskelet oranları, ilkel insan ırklarının sahip olduklarına çok benzemekteydi. İnsan türünün el ve ayağı bütünüyle gelişmişti; ve bu yaratılmışlar, daha sonraki insan soylarının herhangi biri gibi yürüyebilmekte ve hatta koşabilmekteydi. Onlar büyük bir ölçüde ağaç yaşamını geride bırakmış olsa da, geceleri bir güvenlik önlemi olarak ağaç tepelerine ikamet etmeye devam ettiler; çünkü önceki ataları gibi onlar fazlasıyla korku duyan türlerdi. Ellerinin artan oranda gerçekleşen kullanımı, içkin beyin gücünün gelişmesine katkıda bulunmuştur; ancak onlar henüz, insan olarak gerçek anlamıyla adlandırılabilecek akıllara sahip değillerdi.
62:4.5 (707.4) Her ne kadar duygusal doğa bakımından Primatlar atalarından çok az ölçüde farklı olsalar da, sahip oldukları niteliklerin tümü bakımından daha çok bir insan eğilimi sergilediler. Onlar, gerçekten de, yaklaşık olarak on yaşında ergenliğe erişerek ve kırk yaşa varan bir yaşam ömrüne sahip olarak, harika ve üstün hayvanlardı. Bu yaşam ömrü, doğal ölümlerinin gerçekleştiği zamana kadar yaşamalarını varsayan bir ölçektir; ancak bu öncül zamanlarda çok az hayvan doğal bir ölüm sonucunda hayatını kaybetmiştir; mevcudiyet için verilen mücadele bütünü bakımından fazlasıyla yoğundu.
62:4.6 (707.5) Ve bu aşamada, ilkel memelilerin doğumundan itibaren yirmi bir bin yılı kaplayan bir süreç olarak gelişimin neredeyse dokuz yüz neslinden sonra Primatlar, ansızın, ilk gerçek insan varlıkları olarak iki dikkate değer yaratılmışı dünyaya getirdiler.
62:4.7 (707.6) Kuzey Amerikalı lemur türünden doğan, ara-memelilere kaynağını veren, ve bu yaratılmışlardan ilkel insan ırkının doğrudan ataları haline gelen üstün Primatlar’ı dünyaya getiren canlılar böylelikle ilkel memelilerdir. Primatlar, insanın evrimi içinde en son hayati zincirdi; ancak beş bin yıldan daha az bir süre içerisinde bu olağanüstü kabilelerden tek bir birey bile hayatta kalmamıştır.
62:5.1 (707.7) M.S. 1934 yılından ilk iki insan varlığının doğuşuna kadar yalnızca 993.419 yıl geçmiştir.
62:5.2 (707.8) Bu iki dikkate değer yaratılmış, gerçek insan varlıklarıydı. Onlar, birçok atasının sahip olduğu gibi, kusursuz insan başparmaklarını ellerinde bulundururken; günümüz insan ırklarının tıpkı sahip olduğu gibi kusursuz ayaklara sahiptiler. Onlar yürüyücü ve koşuculardı, tırmanıcı değillerdi; büyük ayak tırnağının kavrayıcı faaliyeti bulunmamaktaydı, bu nitelikten tamamen yoksunlardı. Tehlike onları ağaç tepelerine sürüklediği zaman, tıpkı bugünün insanlarının yapacağı gibi tırmandılar. Onlar, bir ağacın tepesine bir ayı gibi tırmanacak, bir şempanzenin veya gorilin yapacağı gibi daldan dala atlamayacaktır.
62:5.3 (708.1) Bu ilk insan varlıkları (ve onların soyları), on iki ergenliklerini tamamlamış olup, yaklaşık olarak yetmiş beş yıllık bir olası yaşam ömrünü sahiptiler.
62:5.4 (708.2) İnsan ikizlerinde yeni birçok duygu öncül bir biçimde ortaya çıkmıştır. Onlar; eşyalar ve varlıkların ikisi içinde besleyebildikleri beğeniyi deneyimlemiş olup, dikkate değer kibri sergilediler. Ancak duygusal gelişim bakımından en ilgi çekici gelişme; ibadet bütünlüğü olarak — saygı, ağırbaşlılık ve hatta minnettarlığın ilkel bir türünü içine alan bir biçimde — gerçek insan hislerinin yeni bir topluluğunun ansızın ortaya çıkmasıydı. Doğal olgulara karşı duyulan önemsemezlik ile birleşince korkunun ilkel dini dünyaya getirmesi yakındı.
62:5.5 (708.3) Bahse konu ilkel insanlarda; yalnızca bu türden insan hisleri değil, aynı zamanda oldukça yüksek bir biçimde evirilmiş duyguların olgunlaşmamış türü de mevcut bulunmaktaydı. Onlar; orta düzeyde acımanın, utancın ve tiksintinin hissiyatında olup, derin bir biçimde sevginin, nefretin, intikamın ve ayrıca kıskançlığın belirgin duygularının da bilincindelerdi.
62:5.6 (708.4) İkizler olarak bu ilk iki insan, Primat ebeveynleri için büyük bir zorluk teşkil etmekteydi. Onlar; o kadar meraklılar ve o kadar maceraperesttiler ki, sekiz yaşına gelmeden önce sayısız birçok durumda neredeyse yaşamları kaybetme gerçeğiyle yüz yüze gelmişlerdir. Böyle olduğu için onlar, on iki yaşında oldukça korku duyan bir konuma geldiler.
62:5.7 (708.5) Çok küçük yaşlarda onlar sözlü iletişim kurmayı öğrendiler; on yaşında onlar, neredeyse elli düşüncelik bir işaret ve kelime dilini geliştirip, atalarının ilkel iletişim tekniğini genişlettiler. Ancak onlar ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, kendilerine ait yeni işaret ve simgelerin sadece çok az bir miktarını ebeveynlerine öğretebildiler.
62:5.8 (708.6) Yaklaşık olarak dokuz yaşında onlar, açık bir gün vakti nehre doğru hareket edip çok önemli bir görüşme düzenlediler. Urantia üzerinde konumlanmış olan her göksel us, buna ben dâhil olmak üzere, bu öğle vakti gerçekleşen toplanım görüşmelerinin bir gözlemcisi olarak orada hazır bulunduk. Bu önemli günde onlar, kendi aralarında ve birbirleri için yaşama amacında bir anlaşmaya vardılar; ve bu sözleşme, insan ırkının böylece kuruluşunu gerçekleştireceklerinden habersiz bir biçimde, aşağı düzeyde bulunan hayvan birlikteliklerinden nihai olarak ayrılma ve kuzeye doğru hareket etme kararlarıyla sonuçlanacak bir dizi anlaşma zincirlerinin ilkiydi.
62:5.9 (708.7) Her ne kadar hepimiz, bu iki ilkel varlığın tasarımlarından bütünüyle korku duysak da; karar alış süreçlerini denetlemede güçsüz bir konumda bulunmaktaydık; bizler — yetkin olmayan bir biçimde — onların kararlarına keyfi olarak müdahalede bulunmadık. Ancak gezegensel faaliyetin müsaade eden sınırları içinde, birlikteliklerimiz ile birlikte Yaşam Taşıyıcıları olarak hepimiz; insan ikizlerinin kuzeye ve kıllı olmalarına ek olarak kısmi olarak ağaçta barınan topluluklarından uzağa doğru hareket edişlerini destekler tasarımlarda bulunduk. Ve böylelikle, kendilerinin ussal tercihi sonucunda bu ikizler göçlerini gerçekleştirmişlerdir; ve bizim yüksek denetimimiz vasıtasıyla onlar, Primat kabilelerinin aşağı düzeyde bulunan akrabaları ile karışmaları neticesinde ortaya çıkabilecek biyolojik gerilemenin olasılığından uzaklaştıkları tecrit edilmiş bir bölgeye doğru kuzey doğrultusunda hareket etmişlerdir.
62:5.10 (708.8) Ev ormanlarından ayrılışlarından kısa bir süre önce onlar, bir asya şebeği saldırısında annelerini kaybetmişlerdir. Her ne kadar bu anne çocuklarının taşıdığı ussu elinde bulundurmamış olsa da, çocukları için yüksek bir düzeye karşılık gelen bir memeli sevgisine sahipti; ve o korkusuz bir biçimde kendi canını, bu muhteşem çiftin hayatını koruma girişiminde feda etmiştir. Bu fedakârlık amaçsız bir biçimde gerçekleşmemiştir; çünkü o düşmanı, çocuklarının babası takviye güçler ile gelinceye ve saldırganları bozguna uğratıncaya kadar, oyalamıştır.
62:5.11 (709.1) Bu genç çiftin birlikteliklerini geride bırakıp insan ırkının temellerini atmasından yakın bir zaman sonra, babaları — kalbi kırık bir biçimde — kederli hale gelmiştir. Bu varlık yemeği, diğer çocukları tarafından kendisine yemek sunulduğunda bile, reddetmiştir. Onun muhteşem çocukları ortadan kaybolmuş, bu yüzden sıradan türleri arasında yaşamak onun için anlamsız hale gelmişti; bunun sonrasında o ormanın derinliklerine doğru uzaklaşmış, düşman asya şebekleri tarafından pusuya düşmüş ve yaşamını yitirinceye kadar dövülmüştü.
62:6.1 (709.2) Urantia üzerinde Yaşam Taşıyıcıları olarak bizler, gezegensel sularda yaşam plazmasını ilk kez aktardığımız günden beri dikkatli gözlemimizin uzun bekleyiş süreci boyunca ilerlemekteydik; ve ilk gerçek us ve irade sahibi varlıkların ortaya çıkışı doğal olarak bizlere büyük bir neşe ve yüce tatmini beraberinde getirmiştir.
62:6.2 (709.3) Bizler, gezegene varışımızda Urantia için görevlendirilmiş olan yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin dikkatle gözlediğimiz faaliyeti içinde ikizlerin akılsal gelişimini takip etmekteydik. Gezegensel yaşamın uzun evrimsel gelişimi boyunca bu yorulmak bilmez akıl hizmetkârları, gelişimsel olarak üstün hayvan yaratılmışlarının genişleyen beyin yetkinlikleri ile peşi sıra bir şekilde iletişimde bulunuşlarının sürekli artan kabiliyetlerini bizlere bildirdiler.
62:6.3 (709.4) İlk başta yalnızca içgüdü ruhaniyeti temel hayvan yaşamının sezgisel ve tepkisel davranışı içinde faaliyet gösterebilmekteydi. Daha yüksek türlerin farklılaşması ile birlikte anlayış ruhaniyeti, düşüncelerin eş zamanlı birlikteliğini bu tür yaratılmışlara kazandırmaya yetkin hale geldi. Daha sonrasında ise bizler, cesaret ruhaniyetinin faal olduğunu gözlemledik; evrimsel faniler gerçek anlamıyla koruyucu öz benliğin ilkel bir türünü geliştirdiler. Memeli topluluklarının ortaya çıkışından sonra bizler bilgi ruhaniyetinin artan bir ölçekte kendisini dışavurumunu dikkatle gözlemledik. Ve daha yüksek memelilerin evrimi, sürü içgüdüsünün büyümesi ve ilkel toplumsal gelişimin başlaması ile birlikte danışma ruhaniyetinin faaliyetini beraberinde getirmiştir.
62:6.4 (709.5) İlkel memeliler, ara-memeliler ve Primatlar’ın peşi sıra bizler artan bir biçimde ilk beş emir-yardımcı niteliğin bütünleşen hizmetini gözlemledik. Ancak en yüksek akıl hizmetkârları biçiminde geride kalan iki nitelik, Urantia türünün evrimsel aklı içinde bu dönemde faaliyet göstermeye yetkin bir konumda bulunmamaktaydı.
62:6.5 (709.6) İkizler yaklaşık olarak on yaşına geldiğinde, ibadet ruhaniyetinin ikizlerin kadın olan bireyinin aklı ile erkeğinkinin hemen ardından ilk iletişime geçtiği gün bizin duyduğumuz mutluluğu hayal edin. Bizler insan aklının en yüksek düzeyine erişiminin çok yakın bir süre içinde gerçekleşeceğini bilmekteydik; ve bir yıl sonra onlar, irdeleyici düşünüş ve amaçsal kararlarının bir sonucu olarak evlerinden ayrılıp güneye doğru hareket etmeleri gerektiğini nihai olarak tasarladıklarında, bunun sonrasında bilgeliğin ruhaniyeti, Urantia üzerinde ve bu aşamada artık tanınmış olan iki insan beyni içerisinde faaliyet göstermeye başlamıştır.
62:6.6 (709.7) Orada, yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin işlerlik kazanmasının doğrudan ve yeni bir düzeyi bulunmaktaydı. Bizler bütünüyle arzu dolu beklenti içerisindeydik; uzun sürelerdir beklediğimiz anın yaklaşmakta olduğunun farkına vardık; Urantia üzerinde irade sahibi yaratılmışlarının evirilişi için uzun süredir gösterdiğimiz çabaların meyvesini toplamaya başlama anının geldiğinin bilincindeydik.
62:7.1 (709.8) Bizler bu aşama sonrasında çok uzun bir süre beklemedik. İkizlerin evlerinden kaçtıkları günün sonrasında öğlen vakti, Urantia’nın gezegensel alıcı-odağında evren döngüsünün başlangıçsal deneme ışıması gerçekleşmiştir. Tabii ki hepimiz büyük bir gelişmenin yaklaşmakta olduğunun farkındalığında heyecanlıydık; ancak bu dünya yaşam denemelerinin gerçekleştiği bir hazırlanış yerleşkesi olduğu için, gezegen üzerinde ussal yaşamın tanınmasının tam olarak nasıl haberdar edileceğine dair en ufak bir fikre sahip değildik. Ancak biz bu belirsizlik içinde çok kalmadık. İkizlerin kaçışının üçüncü gününde, ve Yaşam Taşıyıcı birliklerinin ayrılışından önce, Nebadon baş meleğine ait başlangıçsal gezegensel döngü oluşumu gezegene ulaşmıştır.
62:7.2 (710.1) Uzay iletişiminin gezegensel havuzu yakınında bizim küçük topluluğumuz bir araya geldiği ve gezegenin yeni oluşturulmuş akıl döngüsü üzerinden Salvington’un ilk iletisini aldığımız gün, Urantia üzerinde oldukça önemli bir gündü. Ve baş melek birliklerinin önderi tarafından yazdırılmış ilk ileti şunları ifade etmekteydi:
62:7.3 (710.2) “Urantia üzerindeki Yaşam Taşıyıcıları’na — Selamlar! Akıl ve irade soyluluğunun Urantia üzerindeki mevcudiyetine dair işareti Nebadon yönetim merkezi üzerinde almamızın onuru taşıyarak Salvington, Edentia ve Jerusem üzerindeki derin memnuniyetin teminatını sizlere iletmekteyiz. İkizlerin kuzeye doğru hareket etmelerine ve aşağı düzey atalarından kendi doğumlarını ayırmalarına dair amaçsal kararları tarafımızdan kayda geçirilmiştir. Bu düşünce; — insan türünün aklı olarak — aklın ilk kararı olup, tanınmanın bu başlangıçsal iletisinin üzerinde taşındığı iletişim döngüsünü kendiliğinden kurmaktadır.”
62:7.4 (710.3) Bu yeni döngü üzerinde bu iletiyi takiben, oluşturduğumuz yaşamın işleyiş biçimine karışmamamızı yasaklayıcı ikamet halindeki Yaşam Taşıyıcılar için yönergeleri taşıyan Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın selamları ulaşmıştır. Bizlerin insan ilerleyişinin durumlarına karışmamamız emredilmiştir. Yaşam Taşıyıcıları’nın en başından beri keyfi olarak ve her aşamada gezegensel evrim tasarımlarının doğal işleyişlerine karışmakta olduğu bu yönergeden çıkarılmamalıdır; çünkü biz böyle bir şeyi hiçbir zaman gerçekleştirmemekteyiz. Ancak bu zaman zarfına kadar bizlerin özel bir biçimde çevre koşulları üzerinde değişiklerde bulunmamıza ve korumamıza izin verilmiştir; ancak bu aşamada, bütünüyle doğal olan yüksek denetimin varlığı sona erdirilmiştir.
62:7.5 (710.4) En Yüksek Unsurlar yönetimi güzel bir ileti ile Lucifer’e bırakır bırakmaz, Satania sistem egemeninin gezegenleştirme süreci başlamıştır. Bu aşamada Yaşam Taşıyıcıları önderinin karşılayıcı sözlerini duymuş, ve Jerusem’e dönmek için gereken izni almışlardır. Lucifer’den gelen bu ileti; Yaşam Taşıyıcıları’nın Urantia üzerindeki çalışmasının kabulünü taşımakta olup, Satania sistemi içinde oluşturulmuş olan Nebadon yaşam biçimlerine dair herhangi bir çabamıza karşı getirilecek gelecekteki tüm eleştirilerden bizleri muaf kılmıştır.
62:7.6 (710.5) Salvington ve Jerusem’den gelen bu iletiler, Yaşam Taşıyıcılar’ın gezegen üzerindeki çağlar süren yüksek denetiminin tamamlanışını resmi bir biçimde simgelemiştir. Çağlar boyunca bizler, yalnızca yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyeti ve Üstün Fiziksel Düzenleyiciler tarafından yardım görerek görevimiz üzerinde çalışmaktaydık. Ve bu aşamada; ibadet ve yükselişi tercih etme gücü olarak iradenin gezegenin evrimsel yaratılmışları içinde ortaya çıkmasıyla bizler, görevimizin tamamlandığının farkına vardık, ve geride iki kıdemli Yaşam Taşıyıcı’sı ile on iki yardımcıyı bu gezegende bırakma iznine sahip olduk; ve ben bu topluluğun bir üyesi olup, Urantia üzerinde bu zaman sürecinden beri ikamet etmekteyim.
62:7.7 (710.6) Nebadon evreni içinde insan yaşam alanının barındığı bir gezegen olarak Urantia’nın resmi olarak tanınmasından (M.S. 1934 yılından bu yana) yalnızca 993.408 sene geçmiştir. Biyolojik evrim, irade soyluluğunun insan düzeylerine bir kez daha erişmiş; insan, Satania’nın 606’ıncı gezegeni üzerine ulaşmıştır.
62:7.8 (710.7) [Bu anlatım, Urantia üzerinde ikamet etmekte olan Nebadon’un bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
63. Makale
63:0.1 (711.1) URANTİA; ikizler olarak ilk iki insan varlığı on bir yaşında iken, ve onlar mevcut insan varlıklarının ikinci neslinin ilk doğan üyelerinin ebeveynleri olmadan önce yerleşik bir dünya olarak kaydedilmiştir. Ve Salvington’dan gelen baş melek iletisi, resmi gezegensel tanınmanın bu durumu üzerine, şu cümleler ile sonlanmıştır:
63:0.2 (711.2) “İnsan-aklı Satania’nın 606’ncı dünyası üzerinde ortaya çıkmıştır, ve yeni ırkın bu ebeveynleri Andon ve Fonta olarak adlandırılmalıdır. Ve bütün baş melekler, bu yaratılmışların Kâinatın Yaratıcısı’nın ikamet eden ruhaniyet hediyesini ile hızlı bir biçimde kazanabilmesini umut etsinler.”
63:0.3 (711.3) Andon; “insanın kusursuzluk açlığını sergileyen ilk Yaratıcısal yaratılmış” anlamına gelen Nebadon ismidir. Fonta’nın anlamı ise “insanın kusursuzluk açlığını sergileyen ilk Evlatsal yaratılmıştır.” Andon ve Fonta, Düşünce Düzenleyicileri ile bütünleşme zamanına kadar kendilerine bu isimlerinin bahşedildiğini hiçbir şekilde bilmemekteydiler. Urantia üzerindeki fani ikametleri boyunca onlar birbirlerini, Sonta-an ve Sonta-en olarak çağırdılar; Sonta-an “annenin sevgilisi” ve Sonta-en ise “babanın sevgilisi” anlamına gelmekteydi. Onlar birbirlerine bu isimleri vermiş olup, bunların anlamları karşılıklı saygı ve sevgiyi göstermesi bakımından önemlidir.
63:1.1 (711.4) Birçok açıdan Andon ve Fonta, dünya üstünde bahse konu zaman zarfına kadar yaşamış olan insan varlıklarının en dikkate değer çiftiydi. Bu muhteşem çift, insan varlıklarının hepsinin mevcut ebeveynleri olarak; birincil soylarının çoğundan her bakımdan üstün olup, birincil ve ikincil akrabalarının tümünden köklü bir biçimde farklıydılar.
63:1.2 (711.5) Her ne kadar bu ilk insan çiftinin ebeveynleri; taş atmayı ve kavgada sopaları kullanmayı ilk öğrenen topluluk olarak, daha ussal üyeler arasında olsalar da, kabilelerinin ortalama niteliklerinden görünüşte çok az farka sahip unsurlardı. Onlar aynı zamanda taş, çakmaktaşı ve kemiğin sivri uçlarından faydalanmışlardır.
63:1.3 (711.6) Ebeveynleri ile yaşarken bile, bir sopanın ucuna çakmaktaşının sivri bir parçasını hayvan tendonlarını kullanıp bağlamışlardır; ve bir düzineden daha az olmayan durumda bu türden bir silahı, kendi yaşamını ve keşif gezintilerinde kendisini hiç yalnız bırakmayan onunla eşit derecede bulunan maceraperest ve araştırmacı kız kardeşininkini kurtararak yararlı bir biçimde kullanmıştır.
63:1.4 (711.7) Andon ve Fonta’nın Primat kabilelerinden ayrılma kararı, maymun kabilelerinin alt düzey akla sahip kuzenleri ile çiftleşmekten vazgeçen daha sonraki soylarının birçoğunu niteleyen temel ussun çok üzerinde bir akıl niteliğini simgelemektedir. Ancak onların hayvanlardan biraz daha fazlası olduklarına dair belirsiz hisleri, kişiliğe sahip olmalarından kaynaklanmış olup ve Düşünce Düzenleyicisi’nin ikamet eden mevcudiyeti tarafından çoğalmıştır.
63:2.1 (712.1) Andon ve Fonta kuzeye doğru kaçmaya karar verince, babalarını ve öncül ailelerini özellikle gücendirme endişesi biçiminde, kısa bir süreliğine korkularını yendiler. Onlar; akrabaları tarafından pusuya düşürülmeyi öngörmüş olup, böylelikle ölümlerini kıskanç kabile üyelerinin ellerinde tatma olasılığının farkına varmışlardır. Genç bireyler olarak ikizler, vakitlerinin büyük bir kısmını beraber geçirmişlerdir; bu nedenden dolayı onlar, Primat kabilesinin hayvan kuzenleri arasında fazlasıyla gözde bireyler hiçbir zaman olmamışlardır. Buna ek olarak onlar, ayrı ve çok üstün bir ağaç evi inşa etmek kendilerine duyulan saygınlığı arttırmamıştır.
63:2.2 (712.2) Ve ağaç tepeleri arasında bu yeni ev içerisinde bir gece şiddetli bir kasırgayla uyandıktan sonra, birbirlerini korkuyla ve sevgiyle sarmalarken, kabile yaşamından ve ağaç tepesi evinden ayrılmaları gerektiği konusunda nihai ve bütünsel olarak karar verdiler.
63:2.3 (712.3) Onlar, kuzey doğrultusunda bulunan kendilerine ait ilkel bir ağaç tepesi barınağını yarım gün içerisinde çoktan hazırlamışlardı. Bu barınak, ağaç ormanlarından ayrı kalacakları ilk gün için kendilerine ait gizli ve güvenli gizlenme yeriydi. Her ne kadar ikizler; Primatlar’a ait gece vakti yerde bulunmanın ölümcü korkusunu taşısalar da, kuzeye doğru olan yolculuklarında havanın kararmasından önce kısa bir süreliğine ilerlediler. Dolunay zamanında bile bu türden bir gece gezintisine girişmek onların olağan dışı cesaretini gerektirirken, onlar yokluklarının belli olmayacağının ve kabile üyelerine ek olarak akrabaları tarafından takip edilmeyeceklerinin doğru bir biçiminde çıkarımında bulundular. Ve onlar gece yarınsından kısa bir süre sonra daha öncesinden hazırlamış oldukları buluşma yerlerine güvenli bir biçimde ulaştılar.
63:2.4 (712.4) Kuzeye doğru gerçekleştirdikleri seyahatlerinde onlar, açıkta bulunan bir çakmaktaşı parçası keşfettiler; ve çeşitli birçok amaç için elverişli bir şekle sahip birçok taş parçası bularak bunları gelecekte kullanmak amacıyla biriktirdiler. Belirli amaçlar için hazır hale gelmesi amacıyla bu çakmaktaşlarını yontma girişiminde Andon; onların kıvılcım özelliğini keşfetmiş olup, ateş yakma fikrini algıladı. Ancak bu zaman zarfında iklim hâlihazırda elverişli olduğu ve çok az bir ateş ihtiyacı bulunduğu için bu düşünce onun aklında çok derin bir yer teşkil etmedi.
63:2.5 (712.5) Ancak sonbahar güneşi gökyüzünde alçalmaktaydı, ve onlar kuzeye doğru ilerlerken geceler gittikçe soğuk bir hale gelmekteydi. Hâlihazırda onlar hayvan derilerini ısınmak için kullanmak zorunda kalmışlardı. Ulaşacakları yerleşkeden bir ay öncesinde Andon eşine, çakmaktaşından ateş yakabileceği düşüncesini ifade etti. Onlar, çakmaktaşı kıvılcımını bir ateş yaratmak için kullanma üzerinde iki ay uğraş verdiler; ancak onlar yalnızca başarısızlıktan başka bir şey elde edemediler. Her gün bu çift, çakmaktaşlarını çakmakta ve odunlarını ateşe vermeye çalışmaktaydı. En sonunda bir gece güneş batımı zamanında ateş yakma tekniğinin sırrına Fonta, terk edilmiş bir kuş yuvasını elde etmek için yakın bir ağaca çıkışı esnasında erişti. Yuva kuru ve oldukça yanıcıydı, bunun sonucunda kıvılcımın buraya düştüğü andan itibaren bütüncül bir ateş parıltısı önünde belirdi. Onlar başarılarına o kadar şaşırmışlar ve bir o kadar afallamışlardı ki, neredeyse ateşi kaybetmişlerdi; ancak onlar ateşi, elverişli bir sıvıyı ekleyerek kurtarıp, bunun sonrasında tüm insanlığın ebeveynleri olarak gerçekleştirdikleri çıraların ilk arayışına giriştiler.
63:2.6 (712.6) Bu durum, kısa fakat önemli yaşamlarında en neşe dolu anlardan bir tanesiydi. Bütün gece boyunca onlar; iklime meydan okumalarını ve böylelikle güney bölgesindeki hayvan akrabalarından sonsuza kadar bağımsız olmalarını kendileri için mümkün kılan bir keşfi gerçekleştirdiklerinin farkına henüz belirgin olmayan bir biçimde vararak, ateşlerinin yanışını oturup izlediler. Üç günlük dinlenişlerinden ve ateş eğlencelerinden sonra onlar, yolculuklarına devam ettiler.
63:2.7 (712.7) Andon’un Primat ataları, yıldırım sonucunda yanan ateşi tazelemeyi sıklıkla gerçekleştirmişlerdi; ancak bu zaman zarfından önce dünya üzerindeki yaratılmışların hiçbiri, irade dâhilinde ateş yakmanın yöntemine sahip değildi. Ancak bu gelişmeler, ikizlerin kuş yuvalarına ek olarak kuru yosunların ve diğer maddelerin ateşi yakacağını öğrenmesinden uzun bir zaman önce gerçekleşmiştir.
63:3.1 (713.1) İlk çocuklarının doğuş anı ile ikizlerin evden ayrıldıkları gece arasında neredeyse iki yıl geçmiştir. Onlar bu çocuğun ismini Sontad koymuşlardır; ve Sontad, doğum anında koruyucu örtüler içinde sarınan Urantia üzerinde doğmuş ilk yaratılmıştı. İnsan ırkı ilerleyiş sürecine çoktan başlamıştı; ve bu yeni evrim ile birlikte, daha saf bir biçimde hayvan olan türlerin aksine, ussal düzeye ait aklın ilerleyici gelişimini niteleyen artan bir şekilde zayıf doğan bebeklere gösterilen yerinde bir ilgi açığa çıktı.
63:3.2 (713.2) Andon ve Fonta toplam on dokuz çocuğa sahipti; ve onlar, neredeyse elli torun ve altı büyük torundan oluşan bir aile birlikteliğini memnuniyetle deneyimlediler. Aile, birbirine bitişik dört kaya sığınağı veya diğer bir değişle yarı-mağara için konumlanmıştı; bunların üçü birbirine, Andon’un çocukları tarafından geliştirilen çakmaktaşı aletleri ile yumuşak kireçtaşının kazılmasıyla oluşturulmuş koridorlar ile bağlıydı.
63:3.3 (713.3) Bu öncül Andonsal unsurları, oldukça belirgin bir kavim ruhaniyetini sergilediler; onlar, topluluklar içinde avlanıp, ev yerleşkesinden hiçbir zaman çok uzağa gitmediler. Onlar; kendilerinin tecrit edilmiş ve benzersiz yaşayan varlıklar olduklarının, bu nedenle ayrılmalarından kaçınmaları gerektiğinin farkına varmış bir görünüme sahip oldular. İçten akrabalığın bu duygusu kuşkusuz bir biçimde, emir-yardımcı ruhaniyetlerinin gelişmiş akıl hizmetinin sayesinde gerçekleşmiştir.
63:3.4 (713.4) Andon and Fonta, sürekli bir biçimde kavimlerini büyütmek ve geliştirmek için çabaladıklar. Onlar; üzerlerinde sallanan bir kayanın bir deprem sonucunda düşüp ölümlerine sebep oldukları zaman zarfına kadar, kırk iki yıl yaşadılar. Onların beş çocuğu ve on bir torunu onlar ile birlikte hayatlarını kaybetti; ve neredeyse bu kadar soy üyeleri ciddi bir biçimde yaralandılar.
63:3.5 (713.5) Ebeveynlerinin ölümü üzerine Sontad, ciddi bir biçimde yaralanan ayağına rağmen derhal kavminin önderliğini üstlendi; ve o, en büyük kız kardeşi olan karısı ona yetkin bir biçimde yardımda bulundu. Onların ilk görevi; ölü ebeveynlerini, erkek ve kız kardeşlerine ek olarak çocuklarını etkin bir biçimde defnetmek için kayaları onların etrafında çitlemek oldu. Ölümden sonra kurtuluşlarına dair onların düşünceleri, hayali ve çeşitli düş dünyasından büyük ölçüde kaynağını olan bir biçimde oldukça belirsiz ve kesinlikten uzaktı.
63:3.6 (713.6) Andon ve Fonta’nın bu ailesi; kavimin dağılmasına sebep olan yiyecek sıkıntısı ve toplumsal anlaşmazlıklar ile birleşen gelişmelerin baş gösterdiği zaman zarfı olan, yirminci neslin başlamasına kadar birbirine sıkıca bağlı bir biçimde yaşamıştır.
63:4.1 (713.7) Andonsal unsurlar olarak ilkel insan, siyah gözlere ek olarak sarı ve kırmızının bir karışımına benzer bir biçimde esmer ten rengine sahiplerdi. Melanin, insan varlıklarının derilerinde bulunan bir renk verici özdür. Bu öz, kaynak Andonsal deri renklendiricisidir. Olağan dış görünüş ve ten rengi bakımından bu öncül Andonsal unsurlar, yaşayan insan varlıklarının herhangi birine kıyasla daha yakın bir biçimde çağdaş Eskimolar’a benzemekteydi. Onlar, soğuğa karşı bir korunum olarak hayvan derilerinden yararlanan ilk yaratılmışlardı; onlar, çağdaş insanlara kıyasla bedenlerinde biraz daha fazla kıla sahipti.
63:4.2 (713.8) Bu öncül insanların hayvan atalarına ait kabile yaşamı, sayısız toplumsal davranışın başlangıcını simgelemiştir; ve bu varlıkların genişleyen duyguları ve çoğalan beyin güçleri ile orada, toplumsal örgütlenme içinde doğrudan bir gelişme ve yeni bir kavim iş bölümü gerçekleşmiştir. Onlar aşırı bir biçimde taklitsel varlıklardı; ancak oyun içgüdüsü yalnızca az bir biçimde gelişmişti; ve mizah anlayışından neredeyse bütünüyle yoksundular. İlkel insan ara sıra gülümsemekteydi; fakat o, derinden gelen bir kahkahaya hiçbir zaman sahip olmamıştı. Mizah, daha sonraki Âdem ırkının bir mirasıydı. Bu öncül insan varlıkları, daha sonraki evrimleşen fanilerin birçoğu gibi ne acıya oldukça duyarlı ne de olumsuz durumlara karşı oldukça tepki gösteren niteliğe sahipti. Çocuk doğumu, Fonta ve onun birincil nesli için ne acı veren ne de ıstırap çektirici bir deneyimdi.
63:4.3 (714.1) Onlar muhteşem bir kavimdi. Erkekler, çiftleri ve doğumlarının güvenliği için kahramanca mücadele ederlerdi; kadınlar ise çocuklarına sevgi dolu bir biçimde bağlanmıştı. Ancak onların sevgi dolu doğaları bütünüyle birincil kavimleriyle sınırlıydı. Onlar ailelerine oldukça sadıklardı; çocuklarını korumak için bir an bile düşünmeden ölürlerdi; ancak onlar, torunları için dünyayı daha iyi bir hale getirmeye çalışmanın düşüncesini kavramaya yetkin değillerdi. Her ne kadar dinin doğuşu için hayati derece önemli olan duyguların hepsi hâlihazırda bu Urantia yerlileri içinde mevcut bulunmuşsa da, toplumsal fedakârlık henüz insan kalbinde doğmamıştı.
63:4.4 (714.2) Bu öncül insanlar, akranları için etkileyici derecede bir sevgi beslemişlerdir; ve kesin bir içimde onlar, her ne kadar ilkel bir düzeyde bulunsa da, arkadaşlık düşüncesine sahip olmuşlardır. Aşağı düzeyde bulunan kabileler ile yaptıkları tekrar eden savaşlarında bu ilkel insanların bir tanesini; cesurca bir eliyle savaşırken diğer eliyle yaralanmış bir savaşçı yoldaşını korumak ve onun hayatını kurtarmak için çabalarken görmek, daha sonraki zamanların sıklıkla gözlenen bir olguydu. Sonraki evrimsel gelişmenin en soylu ve en yüksek insan niteliklerinden çoğu, etkileyici bir biçimde bu ilkel insanlarda geleceğin habercisi olarak sergilenmiştir.
63:4.5 (714.3) Kökensel Andonsal kavim, yirmi yedinci nesle kadar önderliğin istikrarlı bir idaresine sahip olmuştur; bu süreçten sonra, Sontad’ın birincil doğumları arasında hiçbir erkek dünyaya gelmediği zaman, kavimin iki olası idarecisi üstünlük için kavgaya girişmişlerdir.
63:4.6 (714.4) Andonsal kavimlerinin geniş ölçekli parçalanışından önce oldukça gelişmiş bir dil, iletişim için öncül çabaları sonucunda evrimleşmiştir. Bu dil büyümeye devam etmiştir; ve, bu etkin, oldukça hareketli ve maceraperest insanlar tarafından geliştirilen bir çevre için gerçekleştirilen icatlar ve uyarlamalar nedeniyle neredeyse günlük eklentiler bu dile kazandırılmaktaydı. Ve bu dil, renkli ırkların daha sonraki ortaya çıkışlarına kadar öncül insan ailesinin ana dili olarak Urantia’nın sözü haline gelmişti.
63:4.7 (714.5) Zaman geçtikçe Andonsal kavimlerin nüfusu arttı, ve genişleyen ailelerin birbirleriyle olan ilişkileri gerginlikleri ve anlaşmazlıkları beraberinde getirdi. Sadece iki husus bu insanların akıllarında yer etmekteydi: yiyecek bulmak için avlanmak ve komşu kabileler tarafından uğradıkları, gerçeklik taşıyıp taşımamasından bağımsız olarak, adaletsizlik veya haksızlık karşısında öçlerini almaktı.
63:4.8 (714.6) Aile anlaşmazlıkları arttı, kabile savaşları patlak verdi, ve ciddi kayıplar daha yetkin ve daha gelişmiş olan toplulukların en iyi nitelikleri arasında gözlenmekteydi. Bu kayıplardan bazıları onarılamaz nitelikte olanlardı; yetkinlik ve usun en değerli özelliklerinden bazıları sonsuza kadar dünya üzerinden yok oldu. Bu öncül ırk ve onun ilkel medeniyeti, kavimlerin bitmek tükenmek bilmeyen savaşları nedeniyle yok olmakla karşı karşıya kaldı.
63:4.9 (714.7) Bu türden ilkel varlıkları barış içerisinde beraber yaşamayı arzulamaya ikna etmek imkânsızdır. İnsan kavgacı hayvanların soyundan gelmektedir; ve yakın bir biçimde bir araya geldiklerinde kültürsüz insanlar, birbirlerini kızdırıp gücendirmektedirler. Yaşam Taşıyıcıları, evrimsel yaratılmışlar arasında bu eğilimi bilmekteydi; ve bunun uyarınca onlar, en az üç ve daha sıklıkla gerçekleşen bir biçimde altı farklı ve ayrışmış ırka gelişen insan varlıkların nihai bölünmelerine dair karara varmaktadırlar.
63:5.1 (715.1) Öncül Andon ırkları, Asya’nın çok derinlerine girmediler; ve onlar ilk başta Afrika kıtasına gitmediler. Bahse konu zamanların coğrafyası, onların kuzeye doğru ilerleyişini sağlamıştır; ve bu insanlar, üçüncü buzul döneminin yavaşça ilerleyen buzulu tarafından engelleninceye kadar kuzeye doğru ilerlemeye devam ettiler.
63:5.2 (715.2) Bu geniş buz tabakası Fransa ve Britanya Adaları’na ulaşmadan önce Andon ve Fonta’nın soyları; Avrupa üzerinden kuzeye doğru ilerleyip, Kuzey Denizi’nin bahse konu zamanlarda sıcak olan sularına açılan büyük nehirler boyunca sayıca binden daha fazla ayrı yerleşke kurdular.
63:5.3 (715.3) Bu Andonsal kabileler, Fransa’nın öncül nehir sakinleriydi; onlar, binlerce yıl boyunca Somme nehri boyunca yaşamışlardı. Somme, bahse konu zaman zarfında bugünkü gibi denize dökülmekte olan bir biçimde, buzullar tarafından seviyesi değişmeyen bir nehirdir. Ve bu durum, Andonsal soylarına dair neden bu kadar çok kanıtın bu nehir vadisi uzantısı boyunca bulunmakta olduğunu açıklamaktadır.
63:5.4 (715.4) Her ne kadar ağaç tepelerine hala kendilerini tehlike anında atsalar da, Urantia’nın bu yerlileri ağaç sakinleri değillerdi. Onlar düzenli bir biçimde, barındıkları yerleşkeye yaklaşmakta olan varlıkları görmeleri için iyi bir açı sağlayan ve onları hava olaylarından koruyan nehir boylarındaki asılı yamaçlara veya dağ eteği mağaralarına yerleşmişlerdir. Böylelikle onlar, dumandan çok rahatsız olmadan ateşlerinin sağladığı rahatlığı memnuniyetle deneyimlemişlerdir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda geç buz tabakaları daha güneye doğru ilerleyip sonraki soylarını mağaralara doğru itmişse de, onlar gerçek anlamıyla mağara sakinleri de değillerdi. Onlar, bir ormanın eşiğinde ve bir ırmağın kenarında konaklamayı tercih etmişlerdir.
63:5.5 (715.5) Onlar çok öncesinden, özellikle seçilmiş korunaklı yerleşkelerini saklamakta dikkate değer bir zekâya sahip oldular; ve onlar, gece vakti içlerine kıvrılıp yatacakları kubbe biçimli kaya barakaları olarak uyku odaları inşa etmede büyük bir beceri gösterdiler. Bu türden bir barakaya giriş, bu girişin karşısına konumlandırılmış yuvarlanan bir kaya tarafından kapanmaktaydı; bu büyük kaya, tavan kayaları nihai olarak yerleştirilmeden önce sadece bu amaç için içeriye konulmuştu.
63:5.6 (715.6) Andonsal unsurlar; korkusuz ve başarılı avcılar olup, ağaçların yaban dutları ve belirli meyveleri dışında ayrıcalıklı bir biçimde etten besinlerini sağlamaktaydılar. Andon taş baltasını icat ederken, onun soyundan gelen unsurlar ise öncül bir biçimde çubuk ve zıpkın fırlatımını etkin bir biçimde kullandılar. En sonunda alet yaratım aklı, el becerisi ile birlikte faaliyet göstermekteydi; ve bu öncül insanlar, çakmaktaşı aletlerine biçim vermede oldukça hünerli hale geldiler. Onlar uzak ve geniş alanlara, tıpkı çağdaş insanların dünyanın sonuna kadar altın, platin ve elmas peşinde seyahatlere çıkmaları gibi, çakmaktaşı aramak için yolculuklarda bulundular.
63:5.7 (715.7) Ve birçok açıdan bu Andon kabileleri, her ne kadar ateş yakmanın çeşitli yöntemlerini sürekli bir biçimde yeniden keşfettilerse de, gerileyen soylarının yarın milyon yıldır erişemedikleri ussun bir seviyesini sergilediler.
63:6.1 (715.8) Andonsal kopuşlar genişlerken, Onagar’ın ortaya çıkışına kadar neredeyse on bin yıl boyunca kavimlerin kültürel ve ruhsal düzeyi gerilemiştir; bu kabilelerin önderliğini üstlenen Onagar, “insanlara ve hayvanlara Nefes Verici’ye” olan ibadete onların hepsini yönlendirerek ilk kez onlara barışı getirmiştir.
63:6.2 (716.1) Andon’un felsefesi, büyük bir kafa karışıklığı içerisindeydi; o, şans eseri ateşi buluşundan kaynaklanan büyük rahatlık nedeniyle kıl payı farkla bir ateş tapıcısı olmaktan kurtulmuştu. Nedensellik, buna rağmen, kendi keşfinden güneşi daha üstün ve ısıya ek olarak ışığın daha merak uyandırıcı kaynak biçiminde tanımasına onu sevk etmiştir; ancak bu kavrayış derinsel değildi, ve bu nedenle o bir güneş tapıcısı olmayı başaramamıştır.
63:6.3 (716.2) Andonsal unsurlar öncül olarak, — gök gürültüsü, yıldırım, yağmur, kar, dolu ve buz gibi — hava olaylarından duyulan bir korkuyu geliştirmişlerdir. Ancak açlık, bu öncül zamanların sürekli ortaya çıkan dürtüsüydü; ve onlar büyük oranda hayvanlardan beslendikleri için, hayvanlara yapılan ibadetin bir türünü nihai olarak geliştirdiler. Andon için büyük hayvanlar, yaratıcı kudret ve gücü elinde bulundurmanın simgeleriydi. Zaman zaman, bu büyük hayvanları ibadetin nesneleri olarak tanımlamak adet haline gelmişti. Bir özel hayvanın revaçta olduğu zamanlarda, onun dış hatları ilkel bir biçimde mağara duvarlarına resmedilirdi; ve daha sonra bu ilerleyen gelişme olarak sanatta gerçekleşirken, bu türden bir hayvan tanrısı çeşitli süslemeler üzerine kazınmıştır.
63:6.4 (716.3) Çok öncül Andonsal topluluklar, kabilenin taptığı hayvan etini yemeden sakınmanın alışkanlığını getirdiler. Yakın bir süre zarfında, kabile gençlerinin akıllarını daha yerinde bir biçimde etkilemek için, bu tapılan hayvanların bir tanesine ait beden etrafında düzenlenen bir saygı töreni geliştirdiler; ve daha sonra, bu ilkel sergiler, kabile soylarının daha derin kurbanlık törenlerine varıncaya kadar gelişme gösterdi. Ve bu gelişme, kurbanların ibadetin bir parçası olarak ortaya çıkışını oluşturmaktaydı. Bu düşünce; Tevrat geleneği içinde Musa tarafından ayrıntılı bir biçimde detaylandırılmış olup, “kan dökülmesi” kavramı tarafından günahın temizlenmesi savı şeklinde ilke olarak Aziz Paul tarafından korunmuştur.
63:6.5 (716.4) Bu ilkel insan varlıklarının yaşamları içinde bu önemli şeyin yiyecek olduğu, onların büyük öğretmeni olan Onagar tarafından bu basit insanlara öğretilen dua ile sergilenmiştir. Ve bu dua şuydu:
63:6.6 (716.5) “Sen Yaşam Nefesi, bu gün bize günlük yiyeceğimizi ver, buzun lanetinden bizleri koru, orman düşmanlarımızdan bizleri kurtar, ve bağışlama ile bizleri Büyük Ahiret’e kabul et.”
63:6.7 (716.6) Onagar; Mezopotamya’nın güney kısmından kuzeye doğru olan seyahat rotasının batı dönüşünde bekleme yeri biçimindeki Oban olarak adlandırılan bir yerleşkede, bugünün Hazar Gölü bölgesinde tarihi Akdeniz’in kuzey kıyı yakasında yönetim merkezini idare etmiştir. Oban’dan, tek İlahiyat’a dair yeni savlarını ve Büyük Ahiret olarak adlandırdığı kavramsallaşmasını yaymak için uzak yerleşkelere eğitmenler göndermiştir. Onagar’ın bu elçileri, dünyanın ilk misyonerleriydi; onlar aynı zamanda, yiyeceğin hazırlanışında ateşi en önce düzenli olarak kullanmaya başlayan ilk insan varlıklarıydı. Onlar eti, çubukların ucunda ve aynı zamanda sıcak kayalarda pişirdiler; daha sonra onlar, büyük parçalar halinde eti ateşte közlediler; ancak onların soyları neredeyse bütünüyle eti çiğ olarak yemeye geri döndü.
63:6.8 (716.7) (M.S. 1934 yılına göre) Onagar 983.323 yıl önce doğmuş, ve altmış dokuz yaşına kadar yaşamıştır. Gezegensel Prens-öncesi zamanının bu üstün aklı ve ruhani önderinin kazanımlarına dair kayıtlar, bu ilkel insanların gerçek bir toplum birlikteliğine olan örgütlenişine dair heyecan verici bir öyküdür. O, birçok bin boyunca takip eden nesiller tarafından erişilmeyecek etkin bir kabilesel hükümeti kurmuştur. Gezegensel Prens’in varışına kadar bu türden yüksek bir medeniyet dünya üzerinde bir daha gerçekleşmemiştir. Bu basit insanlar, gerçek fakat ilkel bir dine sahip oldular; ancak bu din, kötüleşen soyları tarafından ilerleyen süreçte kaybedilmiştir.
63:6.9 (717.1) Her ne kadar Andon ve Fonta Düşünce Düzenleyicileri’ni birçok soyları gibi almış olsalar da, Onagar’ın zamanına kadar Düzenleyiciler ve koruyucu yüksek melekler geniş sayılarda Urantia’ya gelmemiştir. Bu zaman zarfı gerçekten ilkel insanın altın çağıydı.
63:7.1 (717.2) İnsan ırkının muhteşem kurucuları olan Andon ve Fonta, Gezegensel Prens’in varışı üzerine Urantia’nın yazgı döneminin kayıt altına alınması sürecinde tanınmışlardır; ve bu zaman aralığında onlar, Jerusem üzerinde vatandaşlık düzeyi ile malikâne dünyasının düzeni içerisinde yeniden dirilmişlerdir. Her ne kadar onların Urantia’ya olan dönüşlerine hiçbir zaman izin verilmemiş olsa da, kurdukları ırkın tarihinden haberdar haldedirler. Onlar, Caligastia ihanetinden derin bir biçimde üzüntüyü Âdemsel başarısızlık nedeniyle kederlenen bir biçimde hissettiler; ancak kendi dünyalarını Mikâil’in nihai bahşedilişinin ana mekânı olarak tercih ettiğinin duyurusunu aldıklarında fazlasıyla mutlu oldular.
63:7.2 (717.3) Jerusem üzerinde Andon ve Fonta, Sontad’ı içine alan bir biçimde birkaç çocukları ile birlikte, Düşünce Düzenleyicileri ile bütünleştiler; ancak onların birincil soylarının bile büyük bir çoğunluğu yalnızca Ruhaniyet ile bütünleşmeyi elde etmişlerdir.
63:7.3 (717.4) Jerusem’e varışlarından kısa bir süre sonra Andon ve Fonta, Sistem Egemeni’nden; Urantia’dan cennetsel âlemlere gelen kutsal yolcuları karşılayan morontia kişilikleri olarak hizmet etmek için ilk malikâne dünyasına geri dönüş izni almışlardır. Ve onlar, bu göreve süresiz olarak atanmışlardır. Onlar, Urantia’ya bu açığa çıkarışlar ile ilişkili olarak selam göndermeyi amaçladılar; ancak bu rica, bilge bir biçimde reddedilmiştir.
63:7.4 (717.5) Ve böylece bu anlatım; tüm insanlığın benzersiz ebeveynlerine ait evrimin, yaşam mücadelelerin, ölümün ve ebedi kurtuluşunun hikâyesi olarak Urantia’nın tüm tarihi içinde en kahramansal ve en heyecan verici bölümün bir öyküsüdür.
63:7.5 (717.6) [Urantia üzerinde ikamet eden bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
64. Makale
64:0.1 (718.1) BU anlatım; yaklaşık bir milyon yıl önce, Andon ve Fonta’nın yaşadığı süre zarfından başlayarak Gezegensel Prens boyunca buz devrinin sonuna kadar geçen süreç içerisinde Urantia’nın evrimsel ırklarının hikâyesidir.
64:0.2 (718.2) İnsan ırkı neredeyse bir milyon yıl yaşındadır; onun öyküsünün ilk yarısı yaklaşık olarak Urantia’nın Gezegensel Prens-öncesi dönemine karşılık gelmektedir. Bu hikâyesinin daha sonraki yarısı; Gezegensel Prens’in varış zamanında ve altı renkli ırkın ortaya çıkış sürecinde başlamakta olup, yaklaşık olarak Eski Taş Devri olarak adlandırılan döneme karşılık gelmektedir.
64:1.1 (718.3) İlkel insan dünya üzerinde evrimsel ortaya çıkışını bir milyon yıldan biraz daha süre önce gerçekleştirmiştir; ve o, çeşit bir deneyime sahip olmuştur. O, aşağı düzey maymun kabileleri ile karışma tehlikesinden kurtulmayı içgüdüsel bir biçimde amaçlamıştır. Ancak o, deniz seviyesinden 30.000 fit yukarıda olan kurak Tibet kara yükseltileri nedeniyle doğuya doğru göç edememiştir; buna ek olarak o, bahse konu zaman zarfında Hint Okyanusu’na doğu yönünde açılan genişlemiş Akdeniz nedeniyle ne güneye ne de batıya hareket edebilmiştir; ve o kuzeye doğru ilerlerken, ilerleyen buz tabakaları ile karşılaşmıştır. Ancak göçlerin sürekliliği buz tarafından kesildiğinde ve ayrışan kabileler artan bir biçimde düşmancıl hale geldiğinde bile, daha ussal topluluklar aşağı düzeyde ussa ait olan ağaç sakini kıllı kuzenleri arasında yaşamak için güneye doğru hareket etme fikrini hiçbir zaman akıllarından geçirmemişlerdir.
64:1.2 (718.4) İnsanın ilk dini duygularından birçoğu; sağında dağların, solunda denizin ve önlerinde buzun var olduğu bir biçimde bu coğrafi konumunun kapalı çevresi içinde savunmasız hissetmelerinden türemiştir. Ancak bu ilerleyici Andonsal unsurlar, güneyde bulunan alt düzey ağaç sakini akrabalarına dönmezlerdi.
64:1.3 (718.5) Bu Andonsal unsurlar, insan-olmayan akrabalarının alışkanlıklarına kıyasla ormanlardan uzak durdular. Ormanlarda insan her zaman kötüye gitmiştir; insan evrimi yalnızca etrafı açık ve yüksek enlemlerde gelişme göstermiştir. Açık kara yerleşkelerinin soğuğu ve açlığı; faaliyeti, icadı ve becerikli kaynak yaratımını beraberinde getirmiştir. Bu Andonsal kabileler, bahse konu çetin kuzey iklimlerinin zorlukları ve mahrumiyetleri ortasında mevcut insan ırkının önderleri olarak gelişirken; onların geri kalmış kuzenleri, öncül ortak köken yerleşkelerine ait güney sıcak iklim ormanlarında bolluk içerisinde yaşamaktaydılar.
64:1.4 (718.6) Bu gelişmeler, yeryüzü bilimcilerinin tanımlamasıyla ilk olan, üçüncü buzul hareketi zamanında gerçekleşmiştir. İlk iki buzul hareketi, kuzey Avrupa’da geniş bir ölçekte meydana gelmemiştir.
64:1.5 (718.7) Buz devri döneminde İngiltere, Fransa ile kara ile bağlıydı; bunun yanı sıra daha sonra Afrika, Avrupa’ya Sicilya kara köprüsü ile bağlanmıştı. Andonsal göçlerin zamanında, İngiltere’nin kuzeyinden Avrupa ve Asya boyunca doğuda Cava Adası’na kadar devamlı bir kara yolu bulunmaktaydı; ancak Avustralya, kendisine ait özel hayvan türlerinin gelişimine daha ileri bir biçimde katkıda bulunan bir nitelikte tekrar tecrit edilmiş bir hale gelmişti.
64:1.6 (719.1) 950.000 yıl önce Andon ve Fonta’nın soyları, doğu ve batı yönünde çok uzaklara göç etmişlerdir. Batı yönünde onlar, Avrupa üzerinden Fransa ve İngiltere’ye geçmişlerdir. Daha sonraki zamanlarda ise onlar, — Cava insanları olarak dünya üzerinde tanımlanmış biçimiyle — kemiklerinin böylece bulunduğu yer olan Cava Adası’na kadar doğu istikametinde ilerlemişler, ve bunun sonrasında ise Tazmanya’ya hareket etmişlerdir.
64:1.7 (719.2) Batıya giden topluluklar; geri kalmış hayvan kuzenleri ile oldukça kısıtlanmamış bir biçimde çiftleşmiş olan doğuya gidenlere kıyasla, karşılıklı atasal kökenin gelişmemiş ırk kollarıyla olumsuz bir biçimde daha az karışmış hale gelmişlerdir. Bu gelişmemekte olan bireyler, güneye doğru geçmiş ve burada aşağı düzey kabileler ile çiftleşmişlerdir. Daha sonra onların melez soylarının artan sayıdaki üyeleri, hızla nüfusu artan Andonsal insanlar ile çiftleşmek için kuzeye geri dönmüşlerdir; ve bu türden talihsiz birliktelikler, üstün ırk kolunu kuşkuya yer bırakmayan bir biçimde kötüleştirmiştir. Gün geçtikçe daha az sayıdaki ilkel yerleşkeler Nefes Verici’ye olan ibadetlerini yerine getirmişlerdir. Bu öncül doğuş medeniyeti yok olmakla karşı karşıya gelmiştir.
64:1.8 (719.3) Ve böylelikle bu durum gerçekliğini Urantia üzerinde en başından beri sürdürmüştür. Büyük gelecek vadeden medeniyetler; gittikçe gerileme göstermiş, ve üstün olan unsurlarının aşağı düzey varlıklarla kısıtlanmamış bir biçimde çiftleşmesine izin verme düşüncesizliği nedeniyle nihai olarak yok olmuşlardır.
64:2.1 (719.4) 900.000 yıl önce Andon ve Fonta’nın sanatı ve Onagar’ın kültürü, dünya üzerinden yok olmaya yüz tutmuştu; kültür, din ve hatta çakmaktaşı el işleri en düşük seviyesinde bulunmaktaydı.
64:2.2 (719.5) Bu zaman zarfı, alt düzey melez topluluklarının geniş sayıdaki üyelerinin güney Fransa’dan İngiltere’ye gelmiş oldukları dönemdir. Bu kabileler, oldukça geniş bir biçimde maymunsu orman yaratılmışlarına karışmışlardı ki, neredeyse insansı bir nitelikte bile bulunmamaktaydı. Onlar hiçbir dine sahip değillerdi; ancak onlar, ilkel çakmaktaşı işçileri olup, ateş yakmak için yeterli usa sahiplerdi.
64:2.3 (719.6) Avrupa’da onları, soyları yakın bir süre içinde kuzey buzullarından Alpler’e ve güneyde Akdeniz’e uzanan bir biçimde tüm kıtaya yayılmış olarak bir bakıma daha üstün ve çeşitli insan toplukları takip etmiştir. Bu kabileler, tarafınızdan Heidelberg ırkı olarak adlandırılmaktadır.
64:2.4 (719.7) Kültürel gerilemenin bu uzun süreci boyunca İngiltere’nin Foxhall topluluğu ve kuzeybatı Hindistan’ın Badonan kabileleri, Andon’un bazı geleneklerini ve Onagar kültürünün belirli kalıntılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
64:2.5 (719.8) Foxhall insanları; batının en uç kısmında bulunmakta olup, Andonsal kültürün büyük bir kısmını elinde bulundurmayı başarmıştır; onlar aynı zamanda, Eskimolar’ın tarihi ataları olan soylarına geçirdikleri, çakmaktaşı işçilik bilgisini korumuşlardır.
64:2.6 (719.9) Her ne kadar Foxhall insanlarının kalıntıları, İngiltere’de en son keşfedilecek unsurlar olsa da, bu Andonsal unsurlar gerçek anlamıyla bahse konu bölgeler içinde yaşamış ilk insan varlıklarıydı. Bu zaman zarfında kara köprüsünün hala Fransa’yı İngiltere’ye bağlamaktaydı; ve Andon soylarının öncül yerleşkelerinin birçoğu bahse konu sürecin öncül zamanlarındaki ırmak ve deniz kıyısı boyunca konumlandığı için, onların kalıntıları bu aşamada, İngiltere Kanalı ve Kuzey Denizi’nin sularının altında bulunmaktadır; ancak onların soylarının üç veya dört kolunun kalıntısı hala İngiliz sahilinde suyun üstünde barınmaktadır.
64:2.7 (720.1) Foxhall insanlarının daha ussal ve ruhsal olan üyelerinin birçoğu; ırksal üstünlüklerini muhafaza etmiş olup, kendilerine ait ilkel dini gelenekleri sürdürmüşlerdir. Ve bu insanlar, ilerleyen nesil kolları ile daha sonra karışmış olarak; geç bir buz istilasından sonra İngiltere’den batı yönünde ilerlemişler, ve çağdaş Eskimolar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
64:3.1 (720.2) Batıdaki Foxhall insanlarının yanı sıra, doğuda bir diğer kültür kurtuluş merkezi varlığını sürdürmekteydi. Bu topluluk, Andon’un büyük-büyük-büyük torunu olan, Badonan kabileleri arasındaki kuzeybatı Hint yükseltilerinin eteklerinde konumlanmıştı. Bu insanlar, Andon’un kurban âdetine hiçbir zaman sahip olmamış tek soyuydu.
64:3.2 (720.3) Bu Badonan yükselti unsurları; ormanlar ile çevrili, ırmaklarla kesilmiş ve av hayvanlarının bol olduğu geniş bir yaylayı ellerinde bulundurmaktaydı. Tibet’te bulunan kuzenlerinin bazıları gibi onlar; ilkel taş barakalarında, yamaç mağaralarında ve yarı-yeraltı geçitlerinde yaşamışlardır.
64:3.3 (720.4) Kuzeyin kabileleri buzdan giderek daha fazla korkmaya başlayınca, kökenlerinin çıkış yerleşkeleri yakınında yaşayan varlıklar sudan oldukça korkar bir hale geldiler. Onlar, Mezopotamya yarımadasının kademeli bir biçimde okyanusa batmakta olduğunu gözlemlediler; ve her ne kadar suyun yüzeyine bir kaç defa çıkmış olsa da, bu ilkel ırkların gelenekleri denizin tehlikeleri ve dönemsel batışlar etrafında yoğunlaşmıştır. Ve bu korku, nehir taşması deneyimleri ile birlikte, yaşamak için onların neden yüksek yerleşkeleri güvenli bir bölge olarak tercih ettiklerini açıklamaktadır.
64:3.4 (720.5) Badonan insanlarının doğusu olarak kuzey Hindistan’ın Siwalik Tepeleri’nde, dünya üzerinde herhangi bir yerde bulunabilecek insan ile çeşitli insan-öncesi topluluklar arasındaki geçiş türlerine en yakın fosiller bulunabilir.
64:3.5 (720.6) 850.000 yıl önce üstün Badonan kabileleri, aşağı düzey ve hayvansal komşularına karşı yöneltilmiş olan bir ölüm kalım savaşı başlatmışlardır. Yüz yıldan daha az bir süre içinde bu bölgelerin kıyı hayvan topluluklarının çoğu ya yok edilmiş veya güney ormanlara doğru göçe zorlanmıştır. Aşağı düzey varlıkların yok edilişi için girişilen bu mücadele, bahse konu çağın tepe kabilelerine küçük çaplı bir gelişim getirmiştir. Ve bu gelişen Badonansal nesil koluna ait melez soylar, Neanderthal ırkı olarak yeni bir biçimde ortaya çıkan insanlar biçiminde kendilerini göstermiştir.
64:4.1 (720.7) Neanderthal unsurlar; mükemmel savaşçılar olup, oldukça fazla bir biçimde seyahat etmişlerdir. Onlar kademeli bir biçimde, kuzeybatı Hindistan’daki yükselti merkezlerinden; batıda Fransa’ya, doğruda Çin’e ve hatta güneyde kuzey Afrika’ya kadar bile yayılmışlardır. Onlar, evrimsel renk ırklarının göç zamanına kadar yaklaşık yarım milyon yıl boyunca dünya üzerinde üstünlük kurmuşlardır.
64:4.2 (720.8) 800.000 yıl önce av hayvanları bol bir miktarda bulunmaktaydı; filler ve hipopotamlara ek olarak ceylanın birçok türü, Avrupa’yı dolaşmıştır. Büyükbaş hayvanlar fazlasıyla mevcuttu; atlar ve kutlar her yerdeydi. Neanderthal unsurları, muhteşem avcılardı; Fransa’da ikamet eden kabileler, en başarılı avcılara eşlerini seçme geleneğini uygulayan ilk topluluktu.
64:4.3 (721.1) Rengeyiği bu Neanderthal insanlar için; onlara yiyecek, giyecek ve — boynuzları ve kemiklerini onların çeşitli amaçlarda kullandıkları şekliyle --- el aletleri sağlayarak oldukça yararlı hayvanlardı. Onlar çok az bir kültüre sahiptiler; ancak onlar, Andon’un zamanındaki düzeylere neredeyse tamamen ulaşıncaya kadar çakmaktaşı elişini oldukça köklü bir biçimde geliştirdiler. Geniş çakmaktaşlarının tahta kulplara bağlanması tekrar tercih edilen bir yöntem haline gelip, baltalar ve sopalar olarak işlev gördü.
64:4.4 (721.2) 750.000 yıl önce dördüncü buzul tabakası güneye doğru hareketine devam etmekteydi. Geliştirilen yöntemleri ile Neanderthal unsurları; kuzey nehirlerini kaplayan buz tabakaları üzerinde delikler açıp, böylelikle bu deliklere gelen balıkları yakalamaya yetkindiler. Bu kabileler her zaman, bahse konu zaman zarfında Avrupa’daki en büyük istilasını gerçekleştirmekte olan, ilerleyen buzul tabakasından önce çekilmişlerdir.
64:4.5 (721.3) Bu dönemde Sibirya buzulu; kökenlerinin geldiği yer olan karalara geri döndüren bir biçimde ilkel insanları güneye doğru sürükleyerek, kendisinin güneydeki en kapsamlı ilerleyişini gerçekleştirmekteydi. Ancak insan varlıkları bu zaman zarfında oldukça farklılaşmışlardı ki, gelişmemekte olan maymunsal akrabalarıyla daha fazla karışmalarının tehlikesi büyük ölçüde azalmıştır.
64:4.6 (721.4) 700.000 yıl önce dördüncü buzul istilası, Avrupa’nın tümünün en büyüğü olarak, gerileme dönemindeydi; insanlar ve hayvanlara kuzeye geri dönmekteydiler. İklim, serin ve nemliydi; ve ilkel insanlar tekrar Avrupa ve Afrika içerisinde gelişme gösterdi. Kademeli olarak ormanlar, oldukça yakın bir zamanda buzul ile kaplı olan kara parçası üzerinden kuzeye doğru yayıldı.
64:4.7 (721.5) Memeli yaşamı, büyük buzuldan çok az etkilenmiştir. Bu hayvanlar, buz ve Alpler arasında kalan dar kaya kemeri içinde varlıklarını sürdürmüşlerdir; ve buzulun geri çekilişi ile birlikte, tekrar Avrupa’nın tümüne hızlı bir biçimde yayılmışlardır. Afrika’dan Sicilya kara köprüsüyle Avrupa’ya; uzun dişli filler, geniş burunlu gergedanlar, sırtlanlar, ve Afrika aslanları gelmiştir. Ve bu yeni hayvanlar neredeyse bütünüyle, kılıç-dişli kaplanlar ve hipopotamları yok etmiştir.
64:4.8 (721.6) 650.000 yıl öncesi, ılık iklimin devamlılığına şahit olmuştur. Buzullar arası dönemin ortasında Alpler o kadar ılık hale gelmiştir ki, neredeyse tüm buz ve kar tepelerinden arınmışlardır.
64:4.9 (721.7) 600.000 yıl önce buz, bahse konu zaman zarfının en kuzey noktasına gerilemiştir; ve birkaç bin yıllık bir duraklama döneminden sonra, beşinci genişlemesi döneminde tekrar güneye doğru hareket etmiştir. Ancak burada, elli bin yıllık dönem boyunca iklimde çok az bir değişiklik meydana gelmiştir. Avrupa’nın insanları ve hayvanları çok az bir değişikliğe uğramıştır. Önceki dönemin düşük yoğunluklu kuraklığı azalmış, ve alp buzulları ırmak vadilerine kadar inmiştir.
64:4.10 (721.8) 550.000 yıl önce genişleyen buzul, tekrar insanlar ve hayvanları güneye doğru itmiştir. Ancak bu zaman zarfında, kuzeydoğu yönünde Asya’ya uzanan bir biçimde bulunan ve buz tabakası ile bu zamanın büyük ölçekte genişlemiş Akdeniz’in uzantısı Kara Deniz arasında yer alan geniş bir kara kemeri içinde büyük bir alan açığa çıkmıştır.
64:4.11 (721.9) Dördüncü ve beşinci buzul hareketlerinin bu zamanı, Neanderthal ırklarının ilkel kültürünün daha ileri bir biçimde yayılışını gözlemlemiştir. Ancak orada o kadar küçük çaplı bir ilerleyiş gerçekleşmekteydi ki, Urantia üzerinde ussal yaşamın değişikliğe uğramış yeni ve dönüşümü gerçekleştirilmiş bir türünü üretme çabasının neredeyse başarısız olacağı gerçek bir anlamda açığa çıkmıştır. Neredeyse çeyrek milyon yıl boyunca bu ilkel insanlar, avcılıkla ve savaşlarla belirli yönlerdeki küçük çaplı gelişmelerle bir ilerleyip bir gerilemektelerdi; ancak bütüncül olarak onlar, üstün Andonsal soylarına kıyasla sürekli bir biçimde gerileme göstermekteydiler.
64:4.12 (721.10) Ruhsal olarak bu karanlık çağlar boyunca batıl inançlı insan türüne ait kültür en düşük düzeyine inmiştir. Neanderthal unsurları gerçekten, utanç verici bir batıl inancın ötesinde hiçbir dine sahip değillerdi. Onlar, özellikle pus ve sis olmak üzere, ölümden korkar gibi bulutlardan korkmaktaydı. Doğal güçlere karşı duyulan korkuya ait olan ilkel bir din kademeli olarak gelişirken, hayvanlara olan tapınma, av hayvanlarının bol oluşuyla birlikte bu insanların daha az yiyecek kaygısı duymalarını sağlayan bir biçimde, el aletlerindeki gelişmeyle birlikte azalmıştır; avcılıkla beraber gelen cinsel yaşam ödülleri, bu meziyetin gelişmesine büyük oranda katkı sağlayan eğilime sahip olmuştur. Korkunun bu yeni dini; bu doğal hava olaylarının arkasında görülmeyen güçleri yatıştırma girişimlerine yol açıp, daha sonra bu görülmez ve bilinmez fiziksel kuvvetleri tatmin etmek için insanların kurban verilmesiyle sonuçlanmıştır. Ve insanların kurban edilmesinin bu korkunç âdeti, yirminci yüz yıla kadar bile Urantia insanlarının daha geri insan toplulukları tarafından sürdürülmüştür.
64:4.13 (722.1) Bu öncül Neanderthal unsurları, neredeyse hiçbir biçimde güneşe ibadet edenler olarak tanımlanamazlar. Onlar bunun yerine karanlık korkusu içinde yaşamışlardır; onlar, karanlığın çöküşünden ölümcül bir korku duymuşlardır. Ay biraz ışıldar ışıldamaz, onlar bu korkularıyla başa çıkmaya başlamışlardır; ancak ayın karanlığında onlar paniğe kapılıp, ayın tekrar parıldaması için onu teşvik etmek amacıyla erkek ve kadınların en iyi türlerini ona kurban etmeye başlamışlardır. Öncül bir biçimde öğrendiklerine göre güneş düzenli bir biçimde geri dönerdi; ancak onlar, ayın geri dönüşünün yalnızca kurban verdikleri kabile akranları nedeniyle gerçekleştiğinin fikrine kapıldılar. Irk ilerledikçe, kendisi için kurban verilen güç ve kurbanlığın amacı ilerleyen bir biçimde değişiklik gösterdi; ancak dinsel törenin bir parçası olarak insanın kurban edilmesi uzun bir süre devam etmiştir.
64:5.1 (722.2) 500.000 yıl önce Hindistan’ın kuzeybatı düzlüklerine ait Badonan kabileleri, bir diğer ırk mücadelesine karıştı. Yüz yıldan fazla bir süre boyunca bu acımasız savaş dinmedi; ve bu uzun süren kavga sona erdiğinde, yalnızca yaklaşık yüz kadar aile hayatta kalmıştı. Ancak hayatta kalan bu insanlar, Andon ve Fonta’nın bu zaman zarfında yaşamış olan soylarının tümü içinde en ussal ve en arzu edilen bireylerdi.
64:5.2 (722.3) Ve bu aşamada bahse konu dağ Badonan unsurları arasında yeni ve garip bir gelişme baş gösterdi. Bu zaman zarfında yerleşik dağ bölgesinin kuzeydoğu kesiminde bir erkek ve kadın ansızın, olağanüstü derecede ussa sahip bir aileyi dünyaya getirdi. Bu topluluk, Urantia’nın sahip olduğu altı renkli ırkın ataları biçimindeki, Sangik ailesiydi.
64:5.3 (722.4) On dokuz üyeden oluşan Sangik çocukları, sadece akranlarından daha akıllı değillerdi; aynı zamanlar onların derileri, güneş altında çeşitli renklere bürünen benzersiz bir eğilim sergilemişti. Bu on dokuz çocuğun beşi kırmızı, ikisi turuncu, dördü sarı, ikisi yeşil, dördü mavi ve geride kalan ikisi ise çivit rengindeydi. Bu renkler; çocuklar büyüdükçe daha belirgin hale gelmiş olup, gençler kabile akranları ile çiftleştiklerinde çocuklarının tümü Sangik ebeveynlerinin deri rengine sahip olan eğilim göstermiştir.
64:5.4 (722.5) Urantia’nın altı Sangik ırkını ayrı bir biçimde irdelerken biz; ben bu aşamada, Gezegensel Prens’in yaklaşık olarak bu süreç zarfındaki varışına dikkat çektikten sonra dizinsel tarih anlatımını yarıda kesmekteyim.
64:6.1 (722.6) Olağan bir evrimsel gezegen üzerinde altı evrimsel renkli ırk teker teker ortaya çıkmaktadır; kırmızı insan ilk olarak evrimleşir, ve çağlar boyunca o, kendisini takip eden renkli ırkların ortaya çıkışına kadar dünyayı dolaşır. Urantia üzerinde altı ırkın tümünün eş zamanlı olarak ve tek bir aile içinde ortaya çıkışı oldukça sıra dışıydı.
64:6.2 (723.1) Daha önceki Andonsal unsurların Urantia üzerindeki ortaya çıkışı da Satania içinde yeni gözlenen bir olguydu. Yerel sistem içindeki başka hiçbir dünya üzerinde irade sahibi yaratılmışlarının bu türden bir ırkı, evrimsel renk ırklarından önce evrimleşmemişti.
64:6.3 (723.2) 1. Kırmızı insan. Bu insanlar, birçok açıdan Andon ve Fonta’dan üstün bir biçimde insan ırkının dikkate değer türleriydiler. Onlar; en ussal topluluklardan biri olup, bir kabile medeniyeti ve hükümetini geliştiren Sangik çocuklarının ilki oldular. Onlar her zaman tek eşlilerdi; melez soyları ile nadiren çok eşliliği tercih etmişlerdir.
64:6.4 (723.3) Daha sonraki zamanlarda onlar, Asya’da bulunan sarı ırk kardeşleri ile ciddi ve uzun yıllar süren kargaşalar yaşamışlardır. Onlar, yay ve okun öncül icadını bu mücadelelerde kullanmışlardır; ancak ne yazık ki onlar, kendi aralarında savaş eğiliminin büyük bir kısmını atalarından almışlardır; ve bu mücadelelerden böylece zayıf düşmeleri nedeniyle sarı ırkın onları Asya kıtasından uzaklaştırması mümkün hale gelmiştir.
64:6.5 (723.4) Yaklaşık olarak seksen beş yıl önce kırmızı ırkın görece saf nitelikte bulunan kalıntıları topluca bir biçimde Kuzey Amerika’ya dağıldı; Berin kara köprüsünün batışından kısa bir süre sonra onlar böylece tecrit edilmiş bir hale geldiler. Ancak Sibirya, Çin, merkezi Asya, Hindistan ve Avrupa boyunca onlar, diğer ırklar ile karışan ırk kollarının çoğunu geride bırakılmışlardır.
64:6.6 (723.5) Kırmızı insan Amerika’ya hareket ettiği zaman, öncül kökenine ait öğretiler ve geleneklerin çoğunu beraberinde getirdi. Onun doğrudan ataları, Gezegensel Prens’in dünya yönetim merkezine ait daha sonraki etkinlikleriyle haberdar bir halde bulunmaktalardı. Ancak Amerika kıtalarına ulaşmalarından kısa bir süre sonra kırmızı insanlar, bu öğretilerin içeriğini kaybetmeye başladılar; ve ussal ve ruhsal kültür bakımından orada büyük bir düşüş meydana gelmişti. Yakın bir zaman içerisinde bu insanlar, kendi aralarında gerçekleşen o kadar şiddetli bir savaşa tekrar düşmüşlerdi ki; bu kabile savaşlarının, göreceli olarak saf nitelikteki kırmızı ırkın bahse konu son unsurlarının hızlı yok oluşlarıyla sonuçlanacağı belirginleşti.
64:6.7 (723.6) Bu büyük gerileme nedeniyle kırmızı insanlar, altmış beş yıl önce Onamonalonton önderleri ve ruhsal kurtarıcıları olarak ortaya çıkana kadar, kaderlerine terk edilmiş bir görünüme sahip oldular. O; Amerikalı kırmızı insanlara geçici barışı getirmiş olup, onların önceden sahip olduğu “Büyük Ruhaniyet” ibadetini canlandırmıştır. Onamonalonton; doksan altı yıl yaşamış olup, yönetim merkezini California’nın büyük kızılağaçları arasında idare etmiştir. Onun daha sonraki soylarının çoğu, Kara Ayak Kızılderilileri olarak bu güne kadar gelmiştir.
64:6.8 (723.7) Zaman geçtikçe Onamonalonton’un öğretileri belirsiz gelenekler haline dönüşmeye başladı. Öldürücü savaşlar devam etti, ve bu büyük öğretmen zamanından sonra başka herhangi bir önder onların arasında evrensel bir barışı hiçbir zaman sağlayamadı. Daha fazla us sahibi olan ırk kolları artan bir biçimde bu kabilesel mücadelelerde ortadan kaybolmuştur; eğer böyle olmasaydı büyük bir medeniyet, bu yetkin ve us sahibi olan kızıl insanlar tarafından Kuzey Amerika kıtası üzerinde kurulabilirdi.
64:6.9 (723.8) Çin’den Amerika’ya geçtikten sonra kuzey kırmızı insanı; beyaz insan tarafından daha sonra keşfedilene kadar, (Eskimolar dışında) diğer dünya etkilerinin hiçbiriyle tekrar iletişim haline geçmemiştir. Kırmızı insanın daha sonraki Âdemsel ırk kolunun karışımı ile gelişme olanağını neredeyse tamamen kaçırmış olması kendi ırkları adına en talihsiz durumdu. Böyle olduğu için kırmızı insan; beyaz insanı yönetememiş, ve gönüllü bir biçimde ona hizmet etmemiştir. Böyle bir durumda eğer iki ırk birbirine karışmıyorsa, biri veya diğeri yok olmakla yüzleşmektedir.
64:6.10 (723.9) 2. Turuncu insan. Bu ırkın olağanüstü niteliği, ne olursa olsun yapılandırma arzusu olarak — yalnızca kabilelerinin ne kadar yüksek yığını elde edecekleri görmek için bile kayaların geniş yığınlarını üst üste dizen bir biçimde — inşa etmenin özel bir dürtüsüne sahip olmalarıydı. Her ne kadar onlar ilerleyici bir topluluk olmasa da, Prens’in okullarından ve onun eğitim için gönderdiği temsilcilerden fazlasıyla yararlanmışlardır.
64:6.11 (724.1) Kızıl ırk, Akdeniz batıya doğru çekilirken güney yönündeki Afrika’ya kadar sahil şeridini izleyen ilk topluluktu. Ancak onlar hiçbir zaman Afrika içinde elverişli bir yerleşkeyi ellerinde bulunduramamış olup, daha sonra buraya ulaşan yeşil ırk tarafından yok edilmişlerdir.
64:6.12 (724.2) Sonları yaklaştığında bu insanlar, kültürel ve ruhsal temellerinin çoğunu kaybetmişlerdir. Ancak orada, bu talihsiz ırkın üstün aklı olarak, Porshunta’nın bilge önderliğinin sonucunda daha yüksek yaşamın yeniden canlanışı gerçekleşmiştir; Porshunta, yaklaşık olarak üç yüz bin yıl önce Armageddon’da ki yönetim merkezinde onlara hizmet etmiştir.
64:6.13 (724.3) Turuncu ve yeşil ırklar arasında yaşanan en son büyük çaplı mücadele, Mısır’da aşağı Nil vadi bölgesinde meydana geldi. Bu uzun yıllar baskın niteliğini koruyan savaş, yaklaşık olarak yüz yıl sürdü; ve bu savaş sona erirken, turuncu ırkın çok az üyesi hayatta kalabildi. Bu insanların geride kalan parçalanmış unsurları, yeşil ırk ve daha sonra gelen çivit renkli ırkın üyelerine karışmışlardır. Ancak bir ırk olarak turuncu insan, yaklaşık olarak yüz bin yıl önce ortadan bütünüyle kaybolmuştur.
64:6.14 (724.4) 3. Sarı insan. İlkel sarı kabileler, yerleşik toplulukları meydana getirerek sürek avcılığını bırakan ve tarıma dayalı bir ev yaşamını geliştiren ilk toplum birimleridir. Ussal olarak onlar, kırmızı insandan bir ölçüde daha aşağı bir düzeyde bulunmaktaydı; ancak toplumsal bir biçimde ve gösterilen işbirliği içerisinde onlar, köklü medeniyet bakımından Sangik insanlarının tümünden üstün olduklarını kanıtladılar. Çeşitli kabilelerin göreceli bir barış içerisinde yaşamayı öğrendikleri bir biçimde kardeşsel bir ruhaniyet geliştirdikleri için onlar, Asya’ya kırmızı ırkın kademeli olarak yayılışından önce onları uzaklaştırmaya yetkin bir konumda bulunmuşlardır.
64:6.15 (724.5) Onlar, dünyanın ruhsal yönetim merkezlerine ait olan etkilerden, Caligastia başkaldırışını takiben gerçekleşen büyük karanlığa kadar yaşamışlardır; ancak bu insanlar arasında yaklaşık yüz bin yıl önce Singlangton bu kabilelerin önderliğini üstlenip “Tek Doğruluk” ibadetini duyurduğu zaman zarfında muhteşem bir çağ ortaya çıkmıştır.
64:6.16 (724.6) Sarı ırka ait göreceli fazla sayıdaki unsurların hayatta kalışı, sahip oldukları kabileler arası barıştan kaynaklanmıştır. Singlangton’un zamanından çağdaş Çin’e kadar sarı ırk, Urantia’nın milletleri arasında daha fazla barışsal bir döneme sahip olmuş bir topluluk içinde sınıflanmıştır. Bu ırk, daha sonra aktarılan Âdemsel nesil kolunun küçük ama yetkin bir mirasını devralmıştır.
64:6.17 (724.7) 4. Yeşil insan. Yeşil ırk, ilkel insanların en yetkisiz topluluklarından biriydi; ve onlar, farklı doğrultulara yaptıkları geniş çaplı göçler nedeniyle güçsüz düşmüşlerdi. Parçalanışlarından önce bu kabileler, yaklaşık olarak üç yüz elli bin yıl önce, Fantad’ın önderliği altında kültürün geniş ölçekli bir canlanışını deneyimlemişlerdir.
64:6.18 (724.8) Yeşil ırk üç büyük topluluğa ayrılmaktadır. Kuzey kabileleri, sarı ve mavi ırklar tarafından bastırılmış, köleleştirilmiş ve onların üyelerine karışmıştır. Doğu topluluğu; bahse konu zamanların Hintli toplulukları ile çoğalmış olup, bu toplulukların kalıntıları hala onlar arasında yaşamaya devam etmektedir. Güney milleti, kendilerine neredeyse eşit seviyedeki alt düzeyde bulunan turuncu kardeşleri tarafından yok edildikleri, Afrika’ya girmişlerdir.
64:6.19 (724.9) Birçok açıdan bu iki topluluk bu mücadele içerisinde eşit bir düzeyde bulunmaktaydı; çünkü onların her biri, birçok önderlerinin sekiz ve dokuz fit yüksekliğinde boya sahip olduğu biçimde, dev özellikli ırk kollarını taşımıştı. Yeşil insanın bu dev ırk kolları, bahse konu güney veya diğer bir değişle Mısır milletiyle büyük ölçüde sınırlıydı.
64:6.20 (725.1) Mücadeleden zaferle ayrılan yeşil insanın geride kalanları ilerleyen zamanlarda, ırk dağılımının kökensel Sangik merkezinden gelişen ve buradan göç eden renkli ırkların sonuncusu olarak, çivit renkli ırk tarafından onlara karışmıştı.
64:6.21 (725.2) 5. Mavi insan. Mavi insan mükemmel bir topluluktu. Onlar; öncül olarak mızrağı icat etmiş olup, ilerleyen zamanlarda çağdaş medeniyetin sanat kollarının birçoğuna ait ilk örneklerini ürettiler. Mavi insan, kırmızı insanın beyin gücüyle birleşen bir biçimde sarı ırkın ruh ve duygusuna sahipti. Âdemsel soylar, daha sonra mevcudiyetlerini devam ettiren ırkların tümüne onları tercih etmiştir.
64:6.22 (725.3) İlk mavi insanlar; Prens Caligastia’nın yönetim görevlilerine ait öğretmenlerin iknalarına karşılık vermekte olup, bu başkaldıran önderlerin daha sonraki sapkın öğretileri sebebiyle büyük bir kafa karışıklığına itilmişlerdir. Diğer ilkel ırklar gibi onlar hiçbir zaman, Caligastia’nın ihanetinin yarattığı buhrandan bütüncül bir anlamda kurtulamamışlardır; buna ek olarak onlar, kendileri arasında savaşa girişme eğilimlerini hiçbir zaman bütünüyle yenememişlerdir.
64:6.23 (725.4) Caligastia’nın görevden alınmasından yaklaşık olarak beş yüz yıl sonra, ilkel bir türde geniş çaplı bir eğitim ve din canlanışı meydana gelmiştir; ancak yine de bu canlanma, gerçek ve yararlı bir sonucu beraberinde getirmemiştir. Orlandof; mavi ırkın büyük bir öğretmeni haline gelmiş, “Yüce Baş İdareci” ismi altında gerçek Tanrı’ya olan ibadet için kabilelerin birçoğunu yönlendirmiştir. Bu durum; bahse konu ırkın Âdemsel ırk kolunun karışımı sonucunda oldukça geniş bir ölçekte geliştirildiği daha sonraki zaman zarfına kadar, mavi insanın deneyimlediği en büyük gelişmedir.
64:6.24 (725.5) Eski Taş Devri’nin Avrupalı araştırmacıları ve kâşifleri büyük ölçüde bu eski mavi ırkın sahip olduğu aletler, kemikler ve sanat eserleriyle ilgilenmektedir, çünkü onlar yakın zamana kadar Avrupa içinde bulunmaya devam etmiştir. Urantia’da adlandırılmış olan sözde beyaz ırklar, bu mavi insanların soylarıdır; bu mavi insanlar, sarı ve kırmızı ırkın ufak çaplı karışımı tarafından değişikliğe uğramış, ve daha sonra çivit ırkının geniş nüfuslarına olan büyük ölçekteki karışımlarıyla geliştirilmişlerdir.
64:6.25 (725.6) 6. Çivit ırk. Kırmızı insanlar, Sangik topluluklarının en gelişmişiyken; siyah insanlar en az gelişmiş olanlarıydı. Onlar, dağlık evlerinden göç eden en son topluluklardı. Onlar; kıtanın üstünlüğünü ele geçirerek Afrika’ya hareket etmiş olup, bu zaman zarfından beri — çağdan çağa köleler olarak buradan şiddet yoluyla getirildikleri dönemler dışında —- burada kalmaya devam ettiler.
64:6.26 (725.7) Afrika içerisinde tecrit edilmiş bir konumda bulunan çivit toplulukları, kırmızı insanlara benzer bir biçimde, Âdemsel ırk kolunun karışımından elde edilebilecek ırk gelişiminin ya çok azını almış veya ondan hiçbir biçimde faydalanamamıştır. Afrika ile sınırlı olarak çivit ırkı, büyük bir ruhsal uyanışı deneyimledikleri dönem olan Orvonon zamanına kadar çok az bir gelişim göstermiştir. Her ne kadar onlar Orvonon tarafından bildirilen “Tanrılar’ın Tanrısı’nı” daha sonra bütünüyle unutmuş olsalar da, Bilinmeyen’e olan ibadete dair arzularını tamamiyle yitirmemişlerdir; en azından onlar, birkaç bin yıl öncesine kadar ibadetin bir türünü gerçekleştirmeye devam etmişlerdir.
64:6.27 (725.8) Geri kalmış niteliklerine rağmen bu çivit toplulukları, göksel kuvvetler önünde diğer dünyasal ırklarla tamamen aynı düzeye sahiptir.
64:6.28 (725.9) Bu dönemler, çeşitli ırklar arasında gerçekleşen yoğun mücadelelerin çağlarıydı; ancak Lucifer isyanının patlak verişiyle Gezegensel Prens’in yönetim merkezine ait düzenin ciddi bir biçimde sekteye uğradığı zamana kadar büyük çaplı herhangi bir kültürel zafer dünya ırkları tarafından elde edilmemiş olsa da, bu idarenin yönetim merkezi yakında daha aydınlanmış ve daha yakın zaman içerisinde eğitilmiş topluluklar beraberce göreceli uyum içerisinde yaşamışlardı.
64:6.29 (726.1) Zaman zaman bu farklı toplulukların tümü, kültürel ve ruhsal canlanışları deneyimlemişlerdir. Mansant, Gezegensel Prens-sonrası dönemin büyük bir öğretmeniydi. Ancak bu anlatımda yalnızca, bütün bir ırkı ciddi bir biçimde etkileyen ve onun ilham kaynağı olan olağanüstü önderlere ve öğretmenlere yer verilmiştir. Zamanla daha az sayıda öğretmen farklı bölgelerde ortaya çıkmıştır; ve sonuç olarak onlar, özellikle Caligastia isyanı ile Âdem’in varışı arasındaki uzun ve karanlık çağlar boyunca, kültürel medeniyetin bütüncül çöküşünü engelleyen bu kurtarıcı etkilerin bütünlüğüne katkıda bulunmuşlardır.
64:6.30 (726.2) Uzayın dünyaları üzerinde üç veya altı ırkın eviriliş tasarımı için birçok iyi ve yeterli sebep bulunmaktadır. Her ne kadar Urantia fanileri bu nedenlerinin tümünü bütünüyle takdir eden bir konumda bulunmasa da, biz şunlara dikkat çekmek istiyoruz:
64:6.31 (726.3) 1. Çeşitlilik, üstün ırk kollarının farklılaşan kurtuluşu biçiminde doğal ayıklanmanın geniş ölçekli faaliyet olanağının ortaya çıkması için hayati derecede önemlidir.
64:6.32 (726.4) 2. Daha güçlü ve iyi ırklar, bu farklı ırklar üstün kalıtımsal niteliklerin taşıyıcıları olduklarında, çeşitli topluluklarının karışımından elde edilebilmektedir. Ve Urantia ırkları, bu türden öncül bir karışımdan faydalanırsa; bu türden birleşik topluluklar, üstün Âdemsel nesil kolunun kusursuz bir karışımı tarafından ileriki zamanlarda etkin bir biçimde geliştirilebilirdi. Urantia üzerinde bu türden bir uygulama (üstün Âdemsel nesil kolunun renkli ırkların ortaya çıkışından önceki doğrudan karışımı) mevcut ırk koşulları altında oldukça zararlı olabilirdi.
64:6.33 (726.5) 3. Rekabet, ırkların çeşitlik göstermesiyle sağlıklı bir biçimde teşvik edilmiştir.
64:6.34 (726.6) 4. Her ırk için gerçeklik taşıyan bir biçimde ırkların ve toplulukların düzeyi bakımından var olan farklılıklar, insan hoşgörüsü ve onun toplumsal fedakârlığının gelişmesinde hayati derecede önemlidir.
64:6.35 (726.7) 5. İnsan ırkının türdeşliği; ruhsal gelişimin göreceli yüksek düzeylerine evirilen bir dünyanın insanlarının erişimlerine kadar, arzulanan bir durum değildir.
64:7.1 (726.8) Sangik ailesine ait renkli soylar çoğalmaya başlayınca, ve onlar komşu bölgelere olan gelişimin yollarını aradıklarında; yeryüzü biliminin ölçeğine göre üçüncü olan beşinci buzul, Avrupa ve Asya üzerinden güney ilerleyişinde oldukça mesafe kat etmişti. Bu öncül renkli ırklar, doğdukları yerleşkenin buzul çağına ait sıkıntılar ve zorluklar tarafından olağanüstü bir biçimde sınanmışlardır. Bu buzul Asya içerisinde o kadar geniş ölçekte var olmuştur ki; binlerce yıl boyunca doğu Asya’ya olan göç kesintiye uğramıştır. Ve, Arabistan’ın yükselişiyle birlikte gerçekleşen Akdeniz’in daha sonraki çekilişine kadar, Afrika’ya ulaşmak onlar için mümkün olmamıştır.
64:7.2 (726.9) Her ne kadar farklı ırklar arasında öncül bir biçimde sergilenmiş tuhaf fakat doğal nitelikteki anlaşmazlığa rağmen; bu süreç, Sangik insanlarının neredeyse yüz bin yıl boyunca tepeler etrafında yayılışlarının ve birbirleriyle olan büyük veya küçük ölçekteki karışımının dönemiydi.
64:7.3 (726.10) Gezegensel Prens ve Âdem dönemleri arasında Hindistan, dünya yüzeyinde en çok uluslu nüfusa sahip ana yerleşke haline gelmişti. Ancak bu karışımın; yeşil, turuncu ve çivit ırklarının çoğunu barındırmaması talihsiz bir durumu. Bu alt düzey Sangik toplulukları, güney bölgelerinde var olan yaşamı daha kolay ve elverişli bulmuş olup, birçoğu ileriki zamanlarda Afrika’ya göç etmiştir. Üstün ırklar olarak birincil Sangik toplulukları, sıcak iklim bölgelerinden uzak durmuşlardır; kızıl insan Asya’nın kuzeydoğusuna hareket ederken ve onları yakın bir biçimde sarı insanlar takip ederken, mavi ırk Avrupa’nın kuzeybatısına yönelmiştir.
64:7.4 (727.1) Kırmızı ırk ilk başta, gerileyen buzları takip ederek Hindistan’ın dağlık bölgeleri etrafından geçip kuzeydoğu Asya’nın tümüne yayılan bir biçimde, kuzeydoğu doğrultusuna göç etmeye başlamıştır. Onları, Asya’dan Kuzey Amerika’ya doğru ilerleyen zamanlarda sürecek olan, sarı kabileler yakın bir biçimde takip etmiştir.
64:7.5 (727.2) Kırmızı ırkın göreceli olarak saf nitelikte bulunan hayatta kalmış unsurları Asya’yı terk ettiği zaman, sayıca on bir kabileden oluşmaktaydı; ve onlar, yedi binden biraz daha fazla kişiden meydana gelmiş erkek, kadın ve çocuk nüfusuna sahipti. Bu kabileler, turuncu ve mavi ırkların en geniş bir karışımı biçiminde, melez kökenin küçük toplulukları tarafından eşlik edilmekteydi. Bu üç topluluk; hiçbir zaman bütünüyle kırmızı insan ile bütünleşmemiş olup, kendilerine daha sonra sarı ve kırmızı insanların melez küçük bir topluluğunun katılacağı yer olan Meksika ve Merkezi Amerika’ya doğru güney istikametinde öncül bir biçimde hareket etmişlerdir. Bu toplulukların tümü; karşılıklı olarak evlenmiş, ve saf kızıl ırk kolundan çok daha az bir biçimde savaşçıl olan yeni ve melez bir ırkın temellerini atmışlardır. Beş bin yıl içinde bu karışan ırk; sırasıyla Meksika, Merkezi Amerika ve Güney Amerika’nın medeniyetlerini kuran bir biçimde üç topluluğa ayrılmıştır. Güney Amerika nesil kolu, Âdem soyunun çok azını almıştır.
64:7.6 (727.3) Belirli bir ölçekte öncül kırmızı ve sarı insanlar Asya’da karışmışlardır; ve bu birlikteliğin doğumları, doğu boyunca ve güney sahil şeridi uzantısınca hareket etmiştir; ve onlar nihai olarak, nüfusu hızlı bir biçimde artan sarı ırk tarafından bu denizin yakınında bulunan yarımadalara ve adalara sürüklenmiştir. Onlar, çağdaş kahverengi insanlarıdır.
64:7.7 (727.4) Sarı ırk, doğu Asya’nın merkezi bölgelerine yerleşmeye devam etmiştir. Altı renkli ırkın tümü içerisinde en büyük nüfusa sahip bir biçimde varlığını devam ettiren topluluk bu ırk unsurlarıdır. Her ne kadar sarı insanlar; bu zaman zarfında ve onun sonrasında ırksal bir savaşa katılmışsa da, kırmızı, yeşil ve turuncu insanlar tarafından girişilen savaşlar gibi dinmek bilmeyen ve acımasız savaşlar içerisinde bulunmamışlardır. Bu üç ırk, diğer ırktan gelen düşmanları tarafından nihai bir biçimde neredeyse tamamen yok edilmelerinden önce, kendilerini adeta tamamen ortadan kaldırmışlardır.
64:7.8 (727.5) Beşinci buzul hareketi güneyde Avrupa’ya kadar genişlemediği için, bu Sangik toplulukların kuzeybatıya olan göç yolları kısmi bir biçimde açık konumda bulunmaktaydı; ve buzun gerilemesi üzerine, diğer birkaç küçük ırk topluluğu ile birlikte onlar, Andon kabilelerinin eski göç doğrultuları boyunca batıya doğru göç etmişlerdir. Onlar, kıtanın büyük bir kısmını ele geçiren bir biçimde, birbirini takip eden dalgalar halinde Avrupa’yı işgal etmiştir.
64:7.9 (727.6) Avrupa içerisinde onlar yakın bir süre sonra, öncül ve ortak atası olan Andon’dan gelen Neanderthal soyları ile karşılaşmışlardır. Avrupalı bu eski Neanderthal unsurları bu zaman zarfında, buzul tarafından güney ve doğuya sürülmüş bir halde bulunmaktaydı; ve bu yüzden onlar, hızlı bir biçimde istilacı Sangik kabile kuzenleri ile karşılaşmış ve onları kendilerine benzeştiren bir biçimde ortadan kaldırmışlardır.
64:7.10 (727.7) Başlangıçta ve genel olarak, Sangik kabileleri öncül Andonsal düzlük sakinlerinin kötüleşmiş soylarına kıyasla daha fazla ussa sahip olup, birçok açıdan onlardan çok üstündü; ve bu Sangik kabilelerinin Neanderthal topluluklarına olan karışımı, eski ırkın doğrudan gelişimini beraberinde getirmiştir. Doğudan Avrupa’ya yayılan artan sayılardaki us sahibi kabilelerin ilerleyen dalgaları tarafından sergilendiği şekliyle Neanderthal insanlarındaki dikkate değer gelişme ile sonuçlanan bu durum, özellikle mavi insanın sahip olduğu niteliklerin baskınlığında, Sangik kanının bu karışımıdır.
64:7.11 (727.8) Bir sonraki buzullar arası dönem boyunca bu yeni Neanderthal ırkı, İngiltere’den Hindistan’a kadar genişlemiştir. Eski Fars yarımadası içinde mavi ırkın hayatta kalan bu üyeleri, daha sonra başta sarı olmak üzere belli başlı diğer ırklara karışmıştır; ve bunun sonucunda, ileriki zamanlarda bir ölçüde Âdem’in eflatun ırkı ile yükseltilecek olan, ortaya çıkmış karışım çağdaş Arap insanlarına ait yanık tenli göçebe kabileleri olarak varlıklarını sürdürmüştür.
64:7.12 (728.1) Çağdaş toplulukların Sangik kökenini saptamak için verilecek uğraşların tümü, Âdemsel kanın ilerleyen zamanlardaki karışımı tarafından gerçekleşen ırk kollarının daha sonraki gelişimini hesaba katmak zorundadır.
64:7.13 (728.2) Üstün ırklar, kuzey veya diğer bir değişle ılıman iklimleri tercih ederken; turuncu, yeşil ve çivit ırk, batı yönünde geri çekilen Akdeniz’i Hint Okyanusu’ndan ayıran yakın zamanda yükselmiş kara köprüsü üzerinden birbirlerini takip eden bir biçimde Afrika’ya yönelmiştir.
64:7.14 (728.3) Irkların doğduğu merkez yerleşkeden en son göç eden en son Sangik topluluğu, çivit insanıydı. Yeşil insan Mısır’da turuncu ırkı ortadan kaldırıp, böylece kendisini büyük ölçüde güçsüz duruma getirirken; büyük siyahî göç, Filistin boyunca sahip şeridi uzantısınca başladı. Ve daha sonra, bu fiziksel olarak güçlü çivit insanları Mısır’ı kapladığında, başlıca olarak sayılarının üstünlüğü nedeniyle yeşil insanı ortadan kaldırmıştır. Bu çivit ırkları, turuncu ırkının geride kalan bireyleri ve yeşil insanın nesil kolunun büyük bir çoğunluğu ile karışmıştır; ve belli başlı çivit kabileleri, bu ırksal karışım sonucunda ciddi oranda gelişme göstermiştir.
64:7.15 (728.4) Ve bu durumda gözlenmektedir ki; Mısır ilk olarak turuncu, daha sonra yeşil, sonrasında çivit (siyah) ve bunun da sonrasında çivit, mavi ve değişikliğe uğramış yeşil insanların bir melez ırkı tarafından ele geçirilmiştir. Ancak Âdem’in varışından çok uzun süre önce Avrupa’nın mavi insanı ve Arabistan’ın melez ırkları, Mısır’dan çivit ırkını uzaklaştırmış ve Afrika kıtasının uzak güney ucu üzerinde onları bulundukları yerleşkeden göçe zorlamışlardır.
64:7.16 (728.5) Sangik göçleri sona ererken; yeşil ve turuncu ırklar yok olmuş, kırmızı insan Kuzey Amerika’da, sarı insan doğu Asya’da, mavi insan Avrupa’da ve çivit ırk Afrika’da ikamet etmiştir. Hindistan, alt düzey Sangik ırklarının bir karışımına ev sahipliği yaparken; kırmızı ve sarı ırkın bir karışımı olan kahverengi insan, Asya sahilinin adalarını elinde bulundurmaktaydı. Bu ırklardan farklı olarak üstün ırk potansiyeline sahip melez bir ırk, Güney Amerika’nın dağlık alanlarına yerleşmişti. Daha saf Andonsal unsurlar, Avrupa’nın aşırı kuzey uç bölgelerine ek olarak İzlanda’da, Grönland'da ve Kuzey Amerika’nın kuzeydoğusunda yaşamaktadır.
64:7.17 (728.6) En geniş buzul ilerleyişinin dönemleri boyunca Andon kabilelerinin en batıda bulunan unsurları, deniz tarafından sürüklenen bir biçimde yakına bir yerleşkeye geldiler. Onlar, İngiltere’nin günümüz adasına ait dar bir güney kuşağı üzerinde seneler boyunca yaşadılar. Altıncı ve son buzul hareketi nihai olarak gerçekleştiğinde onları denize iten gelişme bu tekrar eden buzul hareketlerinin geleneğiydi. Onlar ilk deniz serüvencileriydiler. Onlar tekneler inşa edip, dehşetli buz istilalarından kurtulmayı ümit ettikleri yeni karalar aramaya başladılar. Ve onların bazıları İzlanda’ya ulaşmış olup, diğerleri ise Gröndland’a erişmiştir; ancak onların çok büyük bir kısmı, açık deniz üzerinde meydana gelen açlık ve susuzluk sonucunda hayatlarını kaybetmiştir.
64:7.18 (728.7) Sekiz bin yıldan biraz daha fazla zaman önce, kırmızı ırk Kuzey Amerika’nın kuzeybatısına giriş yaptıktan hemen sonra, kuzey denizlerinin donuşu ve yerel buz tabakalarının Grönland üzerindeki ilerleyişi; Urantia yerlilerinin bu Eskimo soylarını, yeni evleri olarak daha iyi bir kara yerleşkesini aramaya itmiştir. Ve onlar, bahse konu zaman zarfında Grönland’ı Kuzey Amerika’nın kuzeydoğu kara kütlelerinden ayıran dar boğazları güvenli bir biçimde geçerek başarılı olmuşlardır. Onlar, kırmızı insanın Alaska’ya varışından yaklaşık olarak iki bin yüz yıl sonra bu kıtaya ulaşmışlardır. Bunu takiben mavi insanın melez ırk kolları batıya doğru hareket etmiş, ve daha sonraki Eskimolar ile karışmışlardır; ve bu birliktelik, Eskimo kabilelere küçük çaplı yararlar sağlamıştır.
64:7.19 (728.8) Yaklaşık olarak beş bin yıl önce bir Hindistan kabilesi ve yalnız bir Eski topluluğu arasında, Hudson Körfezi’nin güneydoğu sahilleri üzerinde bir buluşma şansı açığa çıkmıştır. Bu iki kabile, birbirleriyle iletişim kurmakta zorluk çekmiştir; ancak yakın bir zaman zarfı içerisinde onlar, bu Eskimolar’ın nihai olarak sayısız kızıl insana karışması sonucuyla birlikte, karşılıklı olarak evliliklerde bulunmuşlardır. Ve bu yeni birliktelik, yaklaşık olarak bin yıllık bir süreç öncesine kadar — beyaz ırkın Atlas Okyanus sahiline ilk kez ayak basma şansına eriştiği zamandan önce gerçekleştiği haliyle — Kuzey Amerikalı kırmızı insanın diğer bir insan kolu ile kurduğu ilk iletişimi yansıtmaktadır.
64:7.20 (729.1) Bu öncül çağların mücadeleleri; cesaret, yiğitlik ve hatta kahramanlık tarafından belirlenmiştir. Ve hepimiz, öncül atalarınızın sahip olduğu bu değerli ve çetin özelliklerinin oldukça büyük bir çoğunluğunun daha sonraki ırklar tarafından kaybedilişinden pişmanlık duymaktayız. Her ne kadar bizler; gelişen medeniyetin arınışına ait birçok niteliğin değerini takdir etsek de, öncül atalarınızın sıklıkla ihtişama ve yüceliğe yaklaşan bu muhteşem kararlılığını ve mükemmel bağlılığını özlemekteyiz.
64:7.21 (729.2) [Urantia üzerinde ikamet eden bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
65. Makale
65:0.1 (730.1) AKIL-ÖNCESİ yaşam olarak evrimsel maddi yaşamın temeli; görevlendirilen Yaşam Taşıyıcıları’nın etkin hizmetleri ile ortak bir biçimde, Üstün Fiziksel Düzenleyicileri’nin tasarımı ve Yedi Üstün Ruhaniyet’in yaşam-aktarım hizmetidir. Bu üç katmanlı yaratıcılığın eş güdümsel faaliyetinin bir sonucu olarak orada; — ilk önce dışsal çevre uyarılara karşı ve daha sonra organik bütünlüğün aklı içinde gerçekleşen etkiler biçimindeki içsel uyarılara karşı ussal tepkileri gerçekleştiren maddi işleyiş düzenleri olarak — akıl için organik bütünlük içinde faaliyet gösteren fiziksel yetkinlik gelişmiştir.
65:0.2 (730.2) Bunun sonucunda orada, yaşam üretimi ve evriminin üç farklı düzeyi bulunmaktadır:
65:0.3 (730.3) 1. Akıl-yetkinlik üretimi olarak fiziksel-enerji nüfuz alanı.
65:0.4 (730.4) 2. Ruhaniyet yetkinliğini belirleyen bir biçimde emir-yardımcı ruhaniyetlerinin akıl hizmeti.
65:0.5 (730.5) 3. Düşünce Düzenleyicisi’nin bahşedilişi ile sonuçlanan bir biçimde fani aklın ruhani kazanımı.
65:0.6 (730.6) Organik bütünlüğün çevresel tepkilerini oluşturan işleyiş düzeninin bir parçası niteliğinde kendiliğinden gerçekleşen düzeyler, fiziksel düzenleyicilerin nüfuz alanlarına girmektedir. Emir-yardımcı akıl-ruhaniyetleri; deneyimlerden öğrenmeye yetkin olan organizmaların bu tepkisel işleyiş düzenleri olarak, aklın uyumsal veya diğer bir değişle işleyişsel düzeninin bir parçası olmayan öğretilebilir türlerini etkinleştirip onları düzenler. Ruhaniyet emir-yardımcıları böylelikle akıl yetkinliklerini değiştirirken, Yaşam Düzenleyicileri ise; Tanrı’yı tanıma yetkinliği ve onun için ibadet etme gücü olarak, insan iradesinin ortaya çıkış zamanına kadar evrimsel süreçlerin çevresel nitelikleri üzerinde dikkate değer takdir yetkilerini kullanan biçimde denetimlerini uygularlar.
65:0.7 (730.7) Bu düzen; — yerleşik dünyalar üzerinde organik evrimin ilerleyişini belirleyen — Yaşam Taşıyıcılar, fiziksel düzenleyiciler ve ruhaniyet emir-yardımcılarının bütünleşmiş faaliyetidir. Ve bu nedenle — Urantia üzerinde veya herhangi bir yerleşkede — evrim her zaman bir amaç dâhilinde gerçekleşmiş olup, hiçbir biçimde şans eseri meydana gelmemiştir.
65:1.1 (730.8) Yaşam Taşıyıcıları, yaratılmışlarının çok az sayıdaki düzeyinin sahip olduğu kişilik başkalaşımının yetkinliği ile donatılmıştır. Yerel evreninin bu Evlatları, varlığın üç farklı fazı içinde faaliyet göstermeye yetkindir. Onlar genellikle, kökenlerinin düzeyi olarak ara-faz Evlatları biçiminde görevlerini yerine getirir. Ancak bir Yaşam Taşıyıcısı mevcudiyetin bu türden bir aşaması içinde, fiziksel enerjileri ve maddi parçacıkları yaşam mevcudiyetinin birimlerine dönüştüren bir üretim varlığı biçiminde elektr0kimyasal nüfuz alanlarında hiçbir biçimde faaliyet gösteremezdi.
65:1.2 (730.9) Yaşam Taşıyıcıları, şu üç düzey içinde faaliyet göstermeye yetkin olup, bu faaliyetleri düzenli bir biçimde yerine getirirler:
65:1.3 (730.10) 1. Elektrokimyanın fiziksel düzeyi.
65:1.4 (730.11) 2. Morontiyal mevcudiyet görünümünün olağan ara-fazı.
65:1.5 (730.12) 3. Gelişmiş yarı-ruhaniyet düzeyi.
65:1.6 (731.1) Yaşam Taşıyıcıları; yaşam aktarımına katılmak için hazır hale geldiğinde, ve bu türden bir teşebbüs için yerleşkelerini seçtiklerinde, Yaşam Taşıyıcı başkalaşım heyetinin baş meleğini çağırırlar. Bu topluluk; fiziksel düzenleyiciler ve onların birlikteliklerini içine alan bir biçimde farklı kişiliklerin on düzeyinden meydana gelmekte olup, Cebrail’in görevlendirilmesi ve Zamanın Ataları’nın izni ile bu yetkinlik içerisinde faaliyet gösteren baş meleklerin yöneticisi tarafından idare edilir. Bu varlıklar gerektiği gibi konumlandırıldıkları zaman, elektrokimyanın fiziksel düzeyleri içinde Yaşam Taşıyıcıları’nın derhal faaliyet gösterebilmesini mümkün kılan bu tür değişikleri sağlayabilirler.
65:1.7 (731.2) Yaşam işleyiş yöntemleri tasarlandığında ve maddi düzenlemeler gerektiği gibi yerine getirildiğinde, yaşam çoğalımı ile ilgili aşkın-maddi kuvvetler derhal etkin hale gelir, ve yaşam kendi mevcudiyetine kavuşur. Bu gelişim üzerine Yaşam Taşıyıcıları; — yarama biçiminde — yaşayan maddenin yeni işleyiş biçimlerini düzenlemeye dair tüm yetkinliklerinden mahrum kalsalar da yaşayan birimler üzerinde değişikliği sağlayacakları ve evrimleşen organizmaların gidişatını belirleyecekleri konum olan kişilik mevcudiyetinizin olağan ara-fazına, derhal geri dönüştürülürler.
65:1.8 (731.3) Belirlenmiş bir gidişat içinde organik evrimin seyrine başlamasından ve insan türünün özgür iradesi evrimleşen en yüksek organizmalar içinde ortaya çıktıktan sonra, Yaşam Taşıyıcıları ya gezegeni terk etmek zorunda veya görevlerinden ayrılış yeminlerini etmek durumundadır; bu yemin, organik evriminin gidişatını ilave bir biçimde etkilemelerine dair tüm girişimlerinden kendilerini mahrum bırakan bir taahhüttür. Ve bu türden yeminler, yeni evrimleşen irade yaratılmışlarının gelişimi için güvenilebilecek gelecekteki danışmanlar olarak gezegen üzerinde kalmayı tercih eden bu Yaşam Taşıyıcıları tarafından gönüllü bir biçimde yerine getirildiği zaman; Sistem Egemeni’nin yönetim yetkisi adına ve Cebrail’in izni ile hareket eden Akşam Yıldızları’nın baş yöneticisinin başkanlığında on iki unsurdan oluşan bir heyet toplanır; ve bunun üzerine bu Yaşam Taşıyıcıları derhal, varlığın yarı-ruhsal düzeyi olan kişilik mevcudiyetinin üçüncü fazına dönüştürürler. Ve Urantia üzerinde ben, Andon ve Fonta zamanından beri bu üçüncü faz içerisinde faaliyet göstermekteyim.
65:1.9 (731.4) Bizler; içinde bütünüyle ruhsal hale gelebileceğimiz olası bir dördüncü düzey biçiminde, evrenin ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulabileceği bir zaman zarfını dört gözle beklemekteyiz; ancak bu türden arzulanan ve gelişmiş düzeye hangi işleyiş biçimleri ile ulaşabileceğimiz tarafımıza hiçbir zaman açığa çıkarılmamıştır.
65:2.1 (731.5) İnsanın su yosunundan dünyasal yaratım hâkimiyetine kadar yükselişi gerçek anlamıyla biyolojik mücadele ve akıl kurtuluşuna ait destansı bir serüvendir. İnsanın ilkel ataları, gerçek anlamıyla; Yaşam Taşıyıcıları’nın Urantia üzerinde üç bağımsız yaşam aktarımını konumladıkları yer olan, tarihi iç denizlerinin fazlasıyla geniş kıyı şeritlerine ait durgun sıcak-su körfezleri ve gölcükleri içinde okyanus tabanının balçıkları ve çamurlarıydı.
65:2.2 (731.6) Sınırda bulunan hayvansı organizmalarla sonuçlanan tarihi değişiklikleri beraberinde getirmiş deniz bitki yaşamının öncül türlerinin çok azı mevcut zaman zarfında varlığını devam ettirmektedir. Süngerler; bitkiden hayvana olan kademeli geçişin konumsal olarak meydana geldiği varlıklar olarak, öncül ara türlerinden birinin varlığını devam ettirebilmiş canlılarıdır. Bu öncül geçiş türleri, her ne kadar çağdaş süngerler ile özdeş olmasalar da, onlara çok benzemekteydiler; onlar gerçekten, ne bitkiye ne de hayvana benzemeyen bir biçimde — sınır organizmalarıydılar; ancak onlar nihai olarak, yaşamın gerçek hayvan türlerinin gelişimine öncülük etmişlerdir.
65:2.3 (732.1) En ilkel doğanının basit bitki organizmaları olarak bakteriler, yaşamın öncül doğuş döneminden itibaren çok az değişiklik göstermiştir; onlar, parazit davranışı bakımından kısmı bir gerileme bile sergilemişlerdir. Aynı zamanda mantarların birçoğu; klorofil üretme yetkinliklerini kaybederek ve neredeyse parazitsel bir nitelik kazanan bitkiler olarak, evrim bakımından bir geri yönlü ilerleme sergilemişlerdir. Hastalığa neden olan bakterilerin büyük bir çoğunluğu ve onların uzuv bedenleri, gerçekten de gerilemiş parazitsel mantarların bu topluluğuna aittir. Ara çağlar boyunca bitki yaşamının geniş krallığının bütünü, bakterilerin aynı zamanda türemiş olduğu atalardan evirilmiştir.
65:2.4 (732.2) Hayvan yaşamının daha yüksek tek hücreli türü yakın zamanda ve ansızın ortaya çıkmıştır. Ve bu uzak zamanlardan tipik tek hücreli hayvan organizması olan amip varlığını çok az değişikliğe uğramış bir biçimde sürdürmüştür. Bu canlı, yaşam evrimi içinde en son ve en büyük kazanım olarak ortaya çıktığında gerçekleştirdiği gibi mevcut an içerisinde hareketine devam etmektedir. Bu ufak canlı ve onun tek hücreli kuzenleri, bakteriler bitki krallığı içinde nasıl bir konumda bulunuyorsa, hayvan yaratımı içinde o konumda ikamet etmektedir; onlar, ileri süreçlerdeki gelişimin başarısızlığına ek olarak yaşam farklılaşması içinde ilk öncül evrimsel aşamaların kurtuluşunu temsil etmektedir.
65:2.5 (732.3) Öncül tek hücreli hayvan türlerinin kendilerini topluluklar halinde bir araya getirdikleri süreçten sonra yakın zaman içerisinde, ilk olarak Volvoks birimleri ve onların ardından Polipler ve denizanalarının kolları bütünlük kurdular. Bu gelişmeler sonrasında orada; denizyıldızları, kaya zambakları, denizkestaneleri, denizhıyarları, çıyanlar, böcekler, örümcekler, kabuklular ve yeryüzü solucanlarının ve sülüklerin yakından ilişkili topluluklarını sonradan takip eden — istiridye, ahtapot ve salyangoz olarak — yumuşakçalar evirilmiştir. Yüzlerce tür bu zaman zarfında ortaya çıkmış ve yok olmuştur; bu anlatımda yalnızca uzun mücadeleler sonrasında hayatta kalmış türlere yer verilmiştir. Daha sonra ortaya çıkan balık ailesi ile birlikte bu türden ilerleme göstermeyen canlı örnekleri bugün, gelişimde başarısız yaşam ağaçlarının kolları olarak öncül ve daha alt düzey hayvanların sabit türlerini temsil etmektedirler.
65:2.6 (732.4) Bu gelişim, balıklar olarak omurgalı hayvanlarının ortaya çıkışına böylelikle zemin hazırlamıştır. Balık ailesinden, kurbağa ve semender canlıları olarak iki benzersiz dönüşüm açığa çıkmıştır. Ve, insanın ortaya çıkışı ile nihai olarak sonlanan hayvan yaşamı içerisinde ilerleyici farklılaşma dizisini başlatan kurbağa canlısı olmuştur.
65:2.7 (732.5) Kurbağa, hayatta kalan insan-ırk atalarının en öncül varlıklarından bir tanesidir; ancak aynı zamanda o, bu uzak zamanlardakine oldukça benzer bir biçimde bugün mevcudiyetine sahip olarak, gelişmede başarısız olmuştur. Kurbağa, dünya yüzeyi üzerinde mevcut an içerisinde yaşayan öncül doğum ırklarının ataları olan tek varlıktır. İnsan ırkı, kurbağa ve Eskimo arasında hayatta kalmış hiçbir ataya sahip değildir.
65:2.8 (732.6) Kurbağalar, neredeyse tamamen nesli tükenmiş bir büyük hayvan ailesi olan Sürüngenleri dünyaya getirmiştir; yok olmalarından önce bu aile, bütüncül kuş ailesi ve memelilerin sayısız düzeylerinin kökenini oluşturmuştur.
65:2.9 (732.7) Muhtemelen, insan-öncesi evrimin tamamına ait bu en büyük nitelikteki tek adım, sürüngen kuş haline geldiğinde atılmıştır. Kartallar, ördekler, güvercinler ve deve kuşları olarak bugünün kuş türlerinin tümü, devasa sürüngenlerden çok uzun bir süre önce türemiştir.
65:2.10 (732.8) Kurbağa ailesinden türemiş olan sürüngenlerin krallığı mevcut an içerisinde varlığını devam ettiren dört kol tarafından temsil edilmektedir: yılanlar ve kertenkelelere ilaveten timsahlar ve kaplumbağalar olarak onların kuzenleri biçiminde gelişmeyen iki kol; kuş ailesi olarak kısmi gelişim halindeki bir kol; ve memelilerin atalarına ek olarak insan türlerinin doğrudan nesilleri halindeki dördüncü kol mevcut bulunmaktadır. Her ne kadar nesilleri uzun süre önce yok olsa da Sürüngenler ailesi fil ve mastodon canlıları içinde özelliklerini sergilemiştir; bunun karşısında ise onların özel türleri, sıçrayan kanguruların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
65:2.11 (733.1) Urantia üzerinde yalnızca on dört hayvan soyu ortaya çıkmıştır; balıklar bu soyların en sonuncusu olarak, kuşlar ve memelilerden beri hiçbir yeni canlı sınıfı gelişmemiştir.
65:2.12 (733.2) Et ile beslenen çevik özellikli minyon yapılı ama göreceli olarak büyük bir beyne sahip olan sürüngen dinozorundan karın-bağı memelileri ansızın türemiştir. Yalnızca sıkça görülen çağdaş memeli çeşitlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamayan aynı zamanda balinalar ve ayıbalıkları gibi deniz türlerine ek olarak yarasa ailesi gibi uçan canlılara da türeyen bir biçimde bu memeliler, hızlı bir şekilde ve çok çeşitli biçimlerde gelişmişlerdir.
65:2.13 (733.3) İnsan böylelikle başlıca olarak, doğu-batı kuşağında bulunan kapalı tarihi denizlerdeki batı yaşam aktarımından türemiştir. Yaşayan organizmaların doğu ve merkezi toplulukları, hayvan mevcudiyetinin insan-öncesi düzeylerine erişim için daha elverişli bir biçimde öncül olarak ilerlemekteydi. Ancak çağlar ilerledikçe yaşam aktarımının doğu odağı; insan yetkinliklerini canlandırma gücünü sonsuza kadar ondan mahrum bırakan çekirdek plazmasının en yüksek türlerine ait tekrar eden ve geri döndürülemez kayıpları deneyimleyerek, insan-öncesi ussal düzeyin tatmin edici bir düzeyine erişmede başarısız olmuştur.
65:2.14 (733.4) Bu doğu topluluğu içinde akıl yetkinliğinin kalitesi gelişim için diğer iki topluluktan kesin bir biçimde o kadar alçak bir düzeyde bulunmaktaydı ki, Yaşam Taşıyıcıları üstlerinin rızasını alarak evrimleşen yaşamın bu alçak düzey insan-öncesi ırk kollarını ilave bir biçimde sınırlandırmak için çevre koşullarında değişiklikte bulunmuşlardı. Yaratılmışların bu alçak düzey topluluklarının ortadan kalkışının tümü dışarıdan bakıldığında şans eseri gerçekleşen bir görünüme sahipti, ancak gerçekte bu olay tamamiyle amaç dâhilinde gerçekleşmiştir.
65:2.15 (733.5) Usun evrimsel ortaya çıkışı içinde daha sonra, insan türlerinin lemur ataları diğer bölgelere kıyasla Kuzey Amerika’ya oldukça etraflı bir biçimde yayılmıştır; ve onlar bu şartlar nedeniyle, batı yaşam aktarım bölgesinden hareket ederek Bering kara köprüsü üzerinden geçip, evirilmeye devam ettikleri ve merkezi yaşam topluluğunun belirli ırk kollarının eklemlenmesinden yarar sağladıkları yer olan, güneybatı Asya sahiline göç etmeye yönlendirilmişlerdir. İnsan böylelikle, belirli batı ve merkezi yaşam ırk kollarından evrimleşmiş olup ancak yakın doğu bölgelerin merkezinde gelişmiştir.
65:2.16 (733.6) Bu anlatıldığı biçimiyle Urantia’ya aktarılan yaşam, insanın ortaya çıktığı ve kendisinin dikkate değer gezegensel sürecine başladığı çağ olan buz devrine kadar evirilmişti. Ve buz dönemi boyunca ilkel insanın bu ortaya çıkışı, bir şans eseri sonucu meydana gelmemiştir; bu oluşum bir tasarım uyarınca gerçekleşmiştir. Buzul döneminin sıkıntıları ve mevsimsel zorlukları her bakımdan, güçlü bir insan türünün devasa bir kurtuluş kazanımı ile yetişmesini desteklemek amacına göre uyarlanmıştır.
65:3.1 (733.7) Bugünün insan aklına öncül evrimsel ilerleyişin tuhaf ve görünüşte anlamsız gelen garip olayların çoğunu açıklamaya çalışmak neredeyse imkânsız olacaktır. Yaşayan varlıkların bu görünüşteki tuhaf evrimlerinin tümü boyunca amacı olan bir tasarı faaliyet göstermekteydi; ancak yaşam işleyiş biçimleri bir kez işlerlik kazandıktan sonra bizlerin onlara keyfi bir biçimde müdahale etme yetkimiz bulunmamaktadır.
65:3.2 (733.8) Yaşam Taşıyıcıları, yaşam deneyiminin gelişimsel ilerleyişini destekleyecek olası her doğal kaynağı kullanabilir ve rastlantısal olayların herhangi birinden veya hepsinden faydalanabilir; ancak bizlerin, bitki veya hayvan evriminin işleyişi ve gidişatı üzerinde anlık müdahalede bulunmamıza veya keyfi bir biçimde değişikliğe gitmemize izin verilmemektedir.
65:3.3 (733.9) Urantia fanilerinin ilkel kurbağa gelişimi vasıtasıyla evirildiği ve belirli bir olayda yok olmaktan kıl payı kurtulan tek bir kurbağa içinde potansiyel olarak taşınan bu yükseliş kolu hakkında bilgilendirilmiş bir konumda bulunmaktasınız. Ancak insan türü evriminin bu dönüm noktasında bir kaza sonucu tamamiyle sonlanabilecek olma ihtimalinizin çıkarımında bulunulmamalıdır. Bu zaman zarfında bizler, insan-öncesi gelişimin farklılaşmış çeşitli doğum biçimleriyle sonuçlanabilecek olan binden fazla farklı ve birbirlerinden ayrı konumda ikamet eden yaşamın başkalaşan kollarını gözlemlemekte ve onları desteklemekteydik. Bu özel atasal kurbağa bizim üçüncü tercihimizi simgelemektedir; bundan önceki iki yaşam kolu, korunumu için tüm çabalarımıza rağmen yok olmuştur.
65:3.4 (734.1) Doğumlarından önce Andon ve Fonta’nın kaybı bile, her ne kadar insan evrimini geciktirecek olsa da, onu tamamiyle engellemiş olmayacaktı. Andon ve Fonta’nın ortaya çıkışından sonra ve hayvan yaşamının başkalaşan insan potansiyellerin gerçekleşmesinden önce orada, gelişimin benzer insan türüne erişebilecek yedi binden fazla elverişli yaşam kolu gelişmişti. Ve bu daha iyi yaşam ırk kollarının çoğu, genişleyen insan türlerinin çeşitli dalları tarafından ilerleyen zamanlarda ortadan kaldırılmıştır.
65:3.5 (734.2) Biyolojik canlandırıcılar olan Maddi Erkek ve Kız Evladı’nın ortaya çıkışından çok uzun zaman önce, evrimleşen hayvan türlerine ait insan potansiyellerinin hepsi denenmiştir. Hayvan yaşamının bu biyolojik düzeyi; insan-öncesi bireylerin başkalaşıma uğramış potansiyellerine kaynak sağlamak amacıyla hayvan yaşamının tümünün yetkinliğinin denenmesiyle eş zamanlı bir biçimde kendiliğinden ortaya çıkan, emir yardımcı ruhaniyet ilerleyişinin üçüncü fazına ait oluşumla Yaşam Taşıyıcıları için apaçık bir hal almıştır.
65:3.6 (734.3) Urantia üzerinde insan türü, sahip olduğu insan ırk kollarıyla birlikte fani gelişimine ait sorunlarını kendi başına çözmek durumundadır — insan-öncesi kaynaklardan ilave ırklar bir daha sonsuza kadar evirilmeyecektir. Ancak bu gerçek, fani ırklar içinde hâlihazırda barınmakta olan evrimsel potansiyellerin ussal bir biçimde gelişimi vasıtasıyla insan ilerleyişinin daha yüksek engin düzeylerine olan erişime engel olmamaktadır. Yaşam Taşıyıcıları olarak bizlerin gerçekleştirdiği insan iradesinin ortaya çıkışından önce yaşamı desteklemeye ve onu korumaya dönük çabalarımız gibi, bu türden oluşum sonrasında ve evrime olan etkin katılımımızı sonlandırmamızın peşi sıra insan, bu görevleri kendisi için yerine getirmek durumundadır. Genel anlamda insanın evrimsel kaderi kendi ellinde olup, düzenlenmemiş doğal seçilim ve şanssal kurtuluşun rastgele gerçekleşen faaliyetinin yerini bilimsel us er veya geç almak zorundadır.
65:3.7 (734.4) Çok ileriki zamanlarda belirli bir süreç içerisinde Yaşam Taşıyıcılar’ın bir birliğine bağlı hale geldiğiniz zaman, yaşam idaresi ve aktarımının tasarımı ve işleyiş biçimi konularda tavsiyelerde bulunmak ve olası her tür ilerleyici düzenlemeleri gerçekleştirmek için çok sayıda imkâna sahip olacağınızın evrimin desteklenmesi hususunda belirtilmesi yanlış olmaz. Sabırlı olun! Evrensel nüfuz alanlarının herhangi bir parçasına ait idarenin daha iyi yöntemlerini geliştirme bakımından akıllarınızın verimli olduğu durum biçiminde iyi fikirlere sahip olursanız, gelecek çağlar boyunca birliktelik içinde bulunduğunuz unsurlara ve görevdaş idarecilerinize bu fikirleri sunmak için bir imkâna kesin bir biçimde sahip olacaksınız.
65:4.1 (734.5) Urantia’nın bir yaşam-deneyim dünyası olarak bizlere görev yerleşkesi olarak verildiği gerçeğini gözden kaçırmayın. Bizler, Nebadon yaşam tasarımlarının Satania uyumluluğunu değiştirmek ve mümkünse onu geliştirmek için altmışıncı girişimimizi bu gezegen üzerinde gerçekleştirdik; ortak yaşam işleyiş biçimlerinin sayısız yararlı değişikliğini başarıyla gerçekleştirdiğimiz kayıtlara girmiştir. Daha detaylı ifadeyle, Urantia üzerinde bizler; bundan sonraki gelecek zamanın tümü boyunca Nebadon’un tamamı için hizmete hazır halde bulunacak yaşam değişiminin yirmi sekiz çeşidini denemiş ve onları başarıyla göstermiş bulunmaktayız.
65:4.2 (735.1) Ancak yaşam oluşumu hiçbir dünya üzerinde, denenmemiş bir şeyin denendiği veya bilinmeyen bir şeyin gerçekleştirilmeye kalkışıldığı anlamda deneyimsel değildir. Yaşamın evrimi; her zaman ilerleyici, farklılaşan ve çeşitlilik gösteren bir işleyiş biçimidir; ve bu evrim hiçbir zaman rastgele, düzenlenmemiş veya şans eseri gerçekleşen anlamda tamamiyle deneyimsel değildir.
65:4.3 (735.2) İnsan yaşamının birçok özelliği; organik evrimin yalnızca kâinatsal bir kaza eseri gerçekleşmediği biçiminde, fani mevcudiyet olgusunun ussal bir biçimde tasarlandığına işaret eden bolca kanıtı sunmaktadır. Yaşayan bir hücre yaralandığı zaman, yara içinde iyileşme süreçlerini başlatacak belirli özlerin derhal salgılanışını sağlamak için sağlıklı komşu hücreleri uyarma ve onları etkinleştirme gücünü barındıran belirli kimyasal maddeleri harekete geçirme yetkinliğine sahiptir; ve bu zaman zarfında bahse konu sağlıklı ve zarar görmemiş hücreler, gerçekte kaza sonucu zarar görmüş olabilecek olası her akran hücreyi değiştirmek için yeni hücreleri üretmeye başlayarak — çoğalmaya koyulurlar.
65:4.4 (735.3) Yaranın iyileşmesi ve hücre yenilenmesindeki bu kimyasal etki ve tepki, olası kimyasal tepkimeler ve biyolojik sonuçların yüz bin fazı ve özelliği arasındaki bir formülü Yaşam Taşıyıcılar’ın tercih edişini yansıtmaktadır. Bu formül Urantia yaşam deneyimi içinde nihai olarak yürürlüğe konmadan önce, yarım milyondan fazla özel deney Yaşam Taşıyıcılar tarafından kendi laboratuarlarında gerçekleştirilmiştir.
65:4.5 (735.4) Urantia bilim adamları bu iyileştirici kimyasallar hakkında daha fazla bilgiye sahip olduğunda, yaraların iyileşmesinde daha etkin hale gelecekler; ve dolaylı bir biçimde onlar, belirli ciddi hastalıkların denetim altına alınmasına dair daha fazla bilgiye sahip olacaklar.
65:4.6 (735.5) Urantia üzerinde yaşam oluşturulduğundan beri Yaşam Taşıyıcıları, diğer Satania dünyasına aktarılmış bu iyileştirme biçimini geliştirmişlerdir; bu gelişim içerisinde iyileştirme biçimi acıyı daha fazla dindirişi sunmakta ve ilgili sağlıklı hücrelerin çoğalım yetkinliği üzerinde daha iyi denetimi sağlamaktadır.
65:4.7 (735.6) Urantia yaşam deneyimine ait orada birçok benzersiz özellik bulunmaktaydı; ancak onların arasında iki olağanüstü gelişim, altı renkli ırkın evriminden önce Andonsal ırkın ortaya çıkışı ve daha sonrasında ise Sangik başkalaşımların tek bir aile içinde eş zamanlı olarak belirişidir. Urantia, aynı insan ailesinden altı renkli ırkın türediği Satania üzerindeki ilk dünyadır. Bu ırklar genellikle; insan-öncesi hayvan yaşam kolu içerisinde bağımsız başkalaşımlardan çeşitli ırk kolları halinde ortaya çıkmakta, kırmızı ırktan başlayarak her dönemde tek yeni bir ırkın çivit ırkına kadar inen sıralı ilerleyişi uzun süreçler boyunca sıklıkla gerçekleşir.
65:4.8 (735.7) İşleyiş düzenine ait bir diğer olağanüstü çeşitlilik Gezegensel Prens’in varışının geç bir zaman zarfında gerçekleşmiş olmasıydı. Bir kural olarak prens, idare gelişimin gerçekleştiği zaman sularında bir gezegen üzerinde ortaya çıkar; ve eğer bu tasarı takip edilseydi, altı Sangik ırkının ortaya çıkmasıyla eş zamanlı olarak Andon ve Fonta’nın yaşadığı dönemden neredeyse beş yüz bin yıl sonra Urantia’ya gelmek yerine bu ilk iki insan yaşam döneminde bile Caligastia bu gezegene varmış olabilirdi.
65:4.9 (735.8) Olağan bir yerleşik dünya üzerinde bir Gezegensel Prens, Andon ve Fonta’nın ortaya çıkışı üzerine veya bu gelişimden kısa bir süre sonra Yaşam Taşıyıcıları’nın talebiyle görevlendirilmiş olurdu. Ancak Urantia bir yaşam-dönüşüm gezegeni olarak sınıflandırıldığı için, Gezegensel Prens’in gezegene olan varışına kadar sayıca on iki Melçizedek gözlemcisinin Yaşam Taşıyıcıları’na danışmanlar olarak bağlanması ve gezegenin yüksek denetimcileri olarak görevlendirilmesi önceden karara bağlanmış bir durumdu. Bu Melçizedekler; Andon ve Fonta zamanında gezegene ulaşmış olup, Düşünce Düzenleyiciler’in bu iki insanın fani akıllarında ikamet edişini etkin hale getiren kararları almışlardır.
65:4.10 (736.1) Yaşam Taşıyıcıları’nın Satania yaşam işleyiş biçimlerini Urantia üzerinde geliştirme çabaları, geçiş yaşamının görünüşte kullanışsız birçok türünün ortaya çıkışını ister istemez beraberinde getirmiştir. Ancak elde edilen hâlihazırdaki kazanımlar, ortak yaşam tasarımlarının Urantia değişikliklerini haklı çıkaracak yeterli düzeyde bulunmaktadır.
65:4.11 (736.2) Urantia’nın evrimsel yaşamı içinde iradenin öncül dışavurumunu üretmek bizim başlıca gayemizdi, ve biz bu amacı yerine getirdik. Genellikle irade; çoğu kez kızıl ırkın üstün türleri arasında ilk kez ortaya çıkan bir biçimde, renkli ırkların uzun süreler boyunca yaşamalarına kadar ortaya çıkmamaktadır. Sizin dünyanız, iradenin insan türünün renkli ırk-öncesi bir kökende ortaya çıktığı Satania’da ki tek gezegendir.
65:4.12 (736.3) Ancak, insan ırkının memeli atalarına nihai olarak köken sağlayacak kalıtımsal etkenlerin karışımı ve birlikteliğini sağlamak için gerçekleştirdiğimiz çabalarda, bu kalıtımsal etkenlerin yüz binlerce görece yararsız karışımlarının ve birlikteliklerinin ortaya çıkmasına izin verme zorunluluğu ile karşılaştık. Çabalarımızın bu görünüşte tuhaf yan sonuçlarının çoğu, gezegensel tarihin derinliklerine indiğinizde gözünüze kesin bir biçimde çarpacaktır; ve ben, kısıtlı insan bakış açısı için bu türden şeylerin ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu oldukça iyi bir biçimde anlayabilmekteyim.
65:5.1 (736.4) Urantia üzerinde ussal yaşam üzerinde değişikliklerde bulunmak için özel çabalarımızın, Caligastia ihaneti ve Âdemsel bozulma olarak denetimimizin ötesinde bulunan vahim sapkınlıklar tarafından oldukça engellenmiş bir hale gelmiş olması Yaşam Taşıyıcıları olarak bizler için derin bir üzüntü kaynağıdır.
65:5.2 (736.5) Ancak bu biyolojik serüvenin tamamı boyunca yaşadığımız en büyük hayal kırıklığı; belirli ilkel bitki yaşam türünün geniş ve beklenmeyen ölçüde parazit bakterisinin klorofil-öncesi düzeylerine geri dönüşüydü. Bitki yaşamı evrimi içindeki bu nihai gelişim, başlıca daha kırılgan olan insan varlıkları olmak üzere üst düzeydeki memeliler içinde birçok acı hastalığa neden oldu. Biz bu kafa karıştırıcı durumla karşılaştığımız zaman, bir şekilde ortaya çıkan zorlukları fazla önemsemedik; çünkü bizler bilmekteydik ki, organizmanın bitkisel türü tarafından üretilen tüm hastalıklara karşı insanı neredeyse tamamen bağışık hale getirecek bir biçimde birbirine karışan ırkların meydana getireceği dirençsel güçleri Âdemsel yaşam plazmasının ilerleyen süreçlerdeki birleşiminin yeniden güçlendireceğini bilmekteydik. Ancak bizim bu umutlarımız, Âdemsel yoldan çıkışın talihsiz gelişimi nedeniyle boş çıkmaya mahkûm hale gelmişti.
65:5.3 (736.6) Urantia olarak adlandırılan bu küçük dünyayı içine alan kâinat âlemlerinin tümü, yalnızca bizlerin onayından geçmesi için veya sadece beklentilerimizi karşılaması için idare edilmemektedir; ve bu erekler bir yana dursun, onların idaresi hiçbir biçimde heveslerimizi tatmin etmesi veya merakımızı gidermesi için gerçekleşmemektedir. Evren idaresi için sorumlu olan bilge ve her şeye gücü yeten varlıklar kuşkusuz, neler ile karşılaşacaklarını çok iyi bir biçimde bilmektedir; ve bu durum Yaşam Taşıyıcıları için gerçeklik taşırken, fani akılların sabırlı bekleyiş içinde ve içten eş güdüm halinde bilgeliğin iradesi, gücün hâkimiyeti ve ilerleyişin adımlarına olan katılımlarını gerektirmektedir.
65:5.4 (736.7) Tabii ki orada Mikâil’in bahşedilişi gibi yaşanan felaketlerin telafisi için belirli olumlu gelişmeler gerçekleşmiştir. Ancak bu türden olumlu olumsuz tüm gelişmelerden bağımsız olarak bu gezegenin daha sonraki göksel yüksek denetimcileri, insan ırkının nihai evrimsel zaferine ve Yaşam Taşıyıcıları olarak bizlerin özgün tasarımları ve yaşam işleyiş biçimlerinin er ya da geç haklı çıkacağına dair eksiksiz güveni dile getirmektedirler.
65:6.1 (737.1) Hareket eden bir eşyanın kesin yer ve hızını doğru bir biçimde eş zamanlı olarak belirlemek imkânsızdır; yer veya hızın ölçümüne dair herhangi bir girişim kaçınılmaz olarak bir diğerinde açığa çıkacak değişikliği beraberinde getirecektir. Bu türden bir çelişki, fani insanın protoplazmanın kimyasal analizini yapmaya giriştiğinde karşılaştığı bir durumdur. Kimyager, ölü protoplazmanın kimyasını açıklayabilir; ancak kendisi, yaşayan protoplazmanın ne fiziksel düzenlenişini ne de devinimsel oluşum hareketini algılayamaz. Bu bilim adamı her zaman yaşamın sırlarına gittikçe yaklaşacaktır, ancak kendisi bu sırlara hiçbir zaman erişemeyecek ve protoplazmayı öldürüp incelemekten başka bir yola sahip olamayacaktır. Ölü protoplazma yaşayan plazma ile aynı ağırlığa sahiptir, ancak onlar birbirine eş değillerdir.
65:6.2 (737.2) Yaşayan şeyler ve varlıklar içinde uyumun özgün bir kazanımı mevcut bulunmaktadır. Maddi veya ruhsal oluşundan bağımsız olarak, her yaşayan organizma biçiminde her yaşayan bitki veya hayvan hücresi içerisinde; çevreye alışmaya, organizmasal uyuma ve bütünleşerek değişen yaşam koşullarına ait sürekli artan kusursuzluğa erişim için tatmin edilemez bir arzu bulunmaktadır. Tüm yaşayan varlıkların bu bitmek tükenmek bilmeyen çabaları, kusursuzluğa erişim için kendilerinde içkin bir biçimde barınan arzunun mevcudiyetine kanıt teşkil etmektedir.
65:6.3 (737.3) Bitki evrimi içerisinde en önemli aşama, klorofil-üretim yetkinliğinin gelişimiydi; ve ikincil en büyük gelişme, sporların karmaşık bitki tohumlarına olan evrimiydi. Bitki sporları, çoğalımı gerçekleştiren bir birim olarak oldukça etkindir; ancak onlar, bitki tohumları içerisinde içkin bir biçimde var olan çeşitlilik ve çok yönlülüğün potansiyellerinden yoksunlardır.
65:6.4 (737.4) Hayvanların daha yüksek türlerinin evrimi içinde en yararlı ve en karmaşık gelişmelerden biri; dolaşım halindeki kan hücreleri içinde oksijen taşıma ve karbondioksiti arındırma biçiminde çifte görevi yerine getirecek demir yetkinliğinin gelişimiydi. Ve kırmızı kan hücrelerinin bu görevi, evrim halindeki organizmaların farklı ve değişen koşullar karşısında işlevlerini nasıl da uyumlu hale getirmeye yetkin olduklarını göstermektedir. İnsanı içine alan bir biçimde daha üst düzey hayvanlar; oksijeni yaşayan hücrelere taşıyan ve aynı verimlilik içerisinde karbondioksiti bu hücrelerden arındıran, kırmızı kan hücrelerine ait demir faaliyeti vasıtasıyla dokularına oksijen alınımını gerçekleştirirler. Ancak diğer metaller de aynı amaca hizmet etmek için kullanılabilir. Mürekkepbalığı bu faaliyet için bakırı kullanmakta olup, deniz üzümü vanadyumdan faydalanır.
65:6.5 (737.5) Bu türden biyolojik uyumun devamı, daha yüksek Urantia memelilerinde dişlerin evrimi tarafından sergilenmiştir; bu canlılar, insanın uzak akrabalarında otuz altı dişe erişen canlılar olup, bunun sonrasında öncül insan ve onun yakın akraba türleri içinde otuz ikiye doğru yeniden bir uyum sürecini gerçekleştirmeye başlamıştır. Bugün insan varlıkları yavaş bir biçimde, yirmi sekiz dişe sahip olmaya eğilimi göstermektedir. Evrimin bu ilerleyişi etkin ve uyumluluk içerisinde bu gezegen içerisinde hali hazırda faaliyet halindedir.
65:6.6 (737.6) Ancak yaşayan organizmaların gizemli görünen uyumlarının çoğu, bütünüyle fiziksel bir biçimde katışıksız nitelikte kimyasaldır. Herhangi bir an içerisinde, bir insan varlığının kan dolaşımında; bir düzine iç salgı bezinin hormonsal üretimi arasında 15.000.000 kimyasal tepkimeye varan miktarda olası oluşum gerçekleşmektedir.
65:6.7 (737.7) Bitki yaşamının daha alt düzey türleri; fiziksel, kimyasal ve elektriksel çevreye bütünüyle duyarlıdır. Ancak yaşam ölçeğinde kademe yükseldikçe, yedi emir-yardımcı ruhaniyetin akıl hizmetkârları birer birey etkin hale gelmektedir; ve akıl artan bir biçimde uyumlu, yaratıcı, eş güdümsel ve baskınlık kuran hale gelmektedir. Hayvanların kendilerini hava, su ve karaya uyumlu hale getirme yetkinliği doğaüstü bir kazanım değildir; bu uyum, aşkın-fiziksel uyumun bir parçasıdır.
65:6.8 (738.1) Fizik ve kimya, öncül denizlere ait ilk çağ protoplazmasından bir insan varlığının nasıl evirildiğini tek başına açıklayamaz. Çevreye karşı deneyimsel ve farklılaşan duyarlılık olarak öğrenme yetisi, aklın bir kazanımıdır. Eğitim ve yeterli ölçüde hazırlanma fizik kurallarının üstesinden gelememektedir; zira bu kurallar sabit ve değişmezdir. Kimyanın tepkimeleri, eğitimle değişikliğe uğratılamaz; onlar tek-tip ve her zaman doğruluk gösteren oluşumlardır. Koşulsuz Mutlaklık’ın mevcudiyeti dışında elektriksel ve kimyasal tepkiler tahmin edilebilir nitelikte bulunmaktadır. Ancak akıl, gelişen dışsal etkenlerin tekrarlanışına karşı gösterilen tepkisel davranış alışkanlıklardan öğrenmeye yetkin biçimde, deneyimden yarar sağlayabilmektedir.
65:6.9 (738.2) Us-öncesi organizmalar, çevresel dış etkenlere tepki göstermektedirler; fakat akıl hizmetine karşı duyarlı olan bu organizmalar çevreye uyum sağlayıp, kendisi için çevre koşulları üzerinde değişiklikte bulunmaya yetkindirler.
65:6.10 (738.3) Kendisine atanan sinir sistemi ile birlikte fiziksel beyin; tıpkı bir kişiliğin gelişme gösteren aklının ruhaniyet duyarlılığı için belirli bir içkin yetkinliğe sahip olması gibi, akıl hizmeti için içkin yeteneği elinde bulundurmaktadır; ve böylelikle bahse konu bu oluşum, ruhsal gelişim ve erişimin potansiyellerini beraberinde taşımaktadır. Ussal, toplumsal ve ruhsal evrim; yedi emir-yardımcı ruhaniyet ve onların aşkın-fiziksel birlikteliklerine ait akıl hizmetine bağlıdır.
65:7.1 (738.4) Yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyeti, yerel bir evrenin sahip olduğu daha alt düzey ussal mevcudiyetler için çok yönlü akıl hizmetkârlıdır. Aklın bu düzeyi, yerel evren yönetim merkezinden veya ona bağlanan bir dünyadan idare edilmektedir; ancak orada, sistem başkentlerinden idare edilen daha alt düzey akıl faaliyetinin etkili yönlendirişi mevcut bulunmaktadır.
65:7.2 (738.5) Evrimsel bir dünya, bu yedi emir-yardımcının görevine oldukça fazla bir biçimde bağımlıdır. Ancak onlar akıl hizmetkârlarıdır; onlar, Yaşam Taşıyıcılar’ın nüfuz alanı olan fiziksel evrim ile ilgili değillerdir. Yine de, Yaşam Taşıyıcıları’nın kendisini açığa çıkaran ve içkin düzenine ait hükmedilen nitelikteki doğal işleyiş ile bu ruhsal kazanımların kusursuz birleşimi; her ne kadar zaman zaman sizler madde ile birliktelik halinde bulunan aklın doğal tepkileri ile ilişkili her şeyi açıklamada bir şekilde kafa karışıklığına sahip olsanız da, tamamiyle doğanın elinde olan ve doğal süreçlerin dışavurumları biçiminde akıl olguları içinde fani insanın kavrayabilme yetkisizliğine yol açmaktadır. Ve eğer Urantia özgün tasarımlara daha bağımlı bir biçimde ilerlemeye gösterseydi, akıl olgusu içinde sizler daha da az şeyi kavrama süzgecinden geçirecek olurdunuz.
65:7.3 (738.6) Yedi emir-yardımcı ruhaniyeti, birimsel olmaktan ziyade daha döngüsel bir niteliktedir; ve olağan dünyalar üzerinde onlar, yerel evren boyunca diğer emir-yardımcı faaliyetler ile birlikte bağımlı-döngüsel bir konuma yerleştirilmişlerdir. Yaşam-deneyim gezegenleri üzerinde, buna rağmen, onlar göreceli olarak tecrit edilmiş bir konumda bulunmaktadır. Ve yaşam işleyiş biçimlerinin benzersiz doğası nedeniyle Urantia üzerinde daha alt düzey emir-yardımcıları, yaşam kazanımının daha ortak türüne kıyasla evrimsel organizmalar ile iletişim kurmada daha büyük bir zorluğu deneyimlemiştir.
65:7.4 (738.7) Bir kez daha altını çizersek: olağan bir evrimsel dünya üzerinde yedi emir-yardımcı ruhaniyet, Urantia üzerindeki iletişimlerine kıyasla hayvan gelişiminin ilerleyen düzeyleri ile çok daha iyi bir biçimde uyumlu hale gelmiştir. Tek bir istisna dışında, emir-yardımcılar; Nebadon evreni boyunca faaliyetlerinin tümü içinde en büyük zorluğu Urantia organizmaların evrimsel akılları ile olan iletişimlerinde deneyimlediler. Bu dünya üzerinde, kendiliğinden-gerçekleşen öğrenmeye-müsait-olmayan ve kendiliğinden-gerçekleşmeyen-fakat-öğrenebilen organizmasal tepkilerin kafa karıştırıcı bütünlüğü biçiminde, sınır olgularının birçok türü gelişmiştir.
65:7.5 (739.1) Yedi emir yardımcı ruhaniyet, organizmasal çevre tepkilerinin bütünüyle kendiliğinden gerçekleşen düzeyleri ile ilişkide bulunmamaktadır. Yaşayan organizmaların bu türden akıl-öncesi tepkileri tamamen; güç merkezleri, fiziksel düzenleyiciler ve onların birlikteliklerine ait enerji nüfuz alanları ile ilgilidir.
65:7.6 (739.2) Deneyimden öğrenme yetkinliğine ait potansiyelin erişimi, emir-yardımcı ruhaniyet faaliyetinin başlangıcını simgelemektedir; ve onlar, insan varlıklarının evrimsel ölçeği içerisinde ilkel ve görünmez olan başlangıçsal mevcudiyetlerin en alt düzey akıllarından en yüksek türlere uzanan bir kapsamda faaliyet gösterir. Onlar, şimdiye kadar bahsi geçen durumlar haricinde, aklın maddi çevreye olan neredeyse gizemli ve tamamen anlaşılmayan çabuk tepkilerinin kaynağı ve işleyiş biçimidir. Bu sadık ve her zaman güvenilebilir etkenler, hayvan aklı ruhaniyet duyarlılığının insan düzeylerini elde etmesinden önce başlangıçsal hizmetlerini uzun süreler boyunca ilerletmelidir.
65:7.7 (739.3) Emir-yardımcılar, deneyimleyen aklın evirilişinden başlayarak ibadet ruhaniyeti olarak altıncı düzeye kadar ayrıcalıklı bir biçimde faaliyet gösterir. Bu düzeyde, gelişimin ileri düzeylerine gelecekte meydana gelecek erişimin farkındalığı içerisinde yüksek emir-yardımcıların daha altta bulunanlar ile eş güdümlü hale gelmek için birleşmesi biçiminde, hizmetin kaçınılmaz bir uyumu ortaya çıkar. Ve buna ek olarak ilave ruhaniyet hizmeti, bilgeliğin ruhaniyeti olarak son ve yedinci emir-yardımcısının faaliyetine eşlik eder. Ruhani dünyanın hizmeti boyunca birey hiçbir zaman, ruhaniyet iş birliğinin kesintili geçişlerini deneyimlememektedir; bu değişiklikler her zaman kademeli ve karşılıklı bir biçimde meydana gelir.
65:7.8 (739.4) Çevresel etkenlere karşı gösterilen (elektromekaniksel olarak) fiziksel ve akılsal tepkiye ait nüfuz alanları her zaman birbirinden ayrılmalıdır; ve sonuç olarak onların hepsi, ruhsal etkinliklerden ayrı olgular biçimi olarak tanınmalıdır. Fiziksel, akılsal ve ruhsal çekimin nüfuz alanları, her ne kadar birbirine yakın karşılıklı ilişkilere sahip olsalar da, kâinatsal gerçekliğin farklı âlemleridir.
65:8.1 (739.5) Zaman ve mekân ayrışmaz bir biçimde birbiriyle ilişkilidir; orada yakın bir birliktelik mevcuttur. Zamansal gecikmeler, belirli mekân koşullarının mevcudiyeti içerisinde kaçınılmazdır.
65:8.2 (739.6) Eğer yaşam gelişimine ait evrimsel değişikliklerin gerçekleşmesinde çok fazla harcanan zaman kafa karışıklığına sebep oluyorsa, bir gezegenin müsaade edeceği fiziksel başkalaşımlardan daha hızlı bir biçimde yaşam süreçlerinin hayat buluşunu belirleyemeyeceğimizi söylemeliyim. Bizler, bir gezegenin fiziksel gelişimi biçiminde doğal gelişimi beklemek durumundayız; bizlerin yeryüzü olaylarının evrimi üzerinde kesinlikle hiçbir denetim gücü bulunmamaktadır. Eğer fiziksel koşullar izin vermiş olsaydı, bizler yaşamın tamamlanmış evrimini yarım milyon yıldan çok daha az sürecek bir biçimde halde tasarlardık. Ancak hepimiz, Cennet’in Yüce İdareciler’in karar yetkisi altında bulunmaktayız; ve Cennet üzerinde zaman mevhumu bulunmamaktadır.
65:8.3 (739.7) Bireyin zaman ölçümü, kendi yaşamanın uzunluğu kadardır. Yaratılmışların tümü böylece zaman bakımından belirlenmiştir; ve bu nedenle onlar evrimi sonu gelmez bir süreç olarak görmektedirler. Yaşam ömrü geçici bir mevcudiyet ile kısıtlı olmayan bizim gibi varlıklar için evrim, bu gibi gereğinden fazla süren bir geçiş etkileşimi olarak görülmemektedir. Zamanın var olmadığı Cennet üzerinde bu şeylerin tamamı Sınırsızlık’ın aklında ve Ebediyet’in eylemlerinde mevcuttur.
65:8.4 (739.8) Akıl evrimi, fiziksel koşulların gelişimine bağlı olup onlar tarafından gecikmeye uğrarken; benzer bir biçimde ruhsal gelişim akılsal genişlemeye bağlı olup, ussal gerilik tarafından kesin bir biçimde gecikmeye uğramaktadır. Ancak bu durum ruhsal evrimin eğitime, kültüre veya bilgeliğe bağlı olduğu anlamına gelmemektedir. Ruh, akılsal kültürün yokluğunda evirilebilir; fakat bu evrimini — kurtuluşa erme tercihi ve sürekli artan kusursuzluğa erişme kararı olarak — cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmeye dair akılsal yetkinlik ve istek yokluğunda gerçekleştiremez. Her ne kadar kurtuluş bilgi ve bilgeliğin iyeliğine bağlı olmasa da, ilerleme oldukça kesin bir biçimde bu iki niteliğe bağlıdır.
65:8.5 (740.1) Kâinatsal evrim laboratuarları içerisinde akıl her zaman maddeden üstündür; ve ruhaniyet her zaman akıl ile ilişkilidir. Bu farklı kazanımları uyumlu ve eş güdümsel hale getirmedeki başarısızlık gecikmelere neden olabilir; ancak birey gerçekten Tanrı’yı bilir ve onu bulmaya ek olarak onun gibi olmayı arzularsa, kurtuluşun teminatı zamanın engellerinden bağımsız olarak ona verilir. Fiziksel düzey akıl üzerinde engel yaratabilir; ve akılsal sapkınlık, ruhsal erişimi geciktirebilir; ancak bu zorlukların hiçbiri, iradenin bütün ruhu içine alan tercihin üstesinden gelemez.
65:8.6 (740.2) Fiziksel koşullar olgunlaştığında, akılsal evrimler ansızın gerçekleşebilir; akıl düzeyi zenginleştiğinde, ansızın gerçekleşen ruhsal değişimler ortaya çıkabilir; ruhsal değerler uygun tanınışı aldığı zaman, bunun sonucunda kâinatsal anlamlar anlaşılır hale gelebilir; ve artan bir biçimde kişilik, zamanın engellerinden bağımsız, ve mekânın kısıtlılıklarından özgürleştirilmiş hale gelir.
65:8.7 (740.3) [Bu anlatım, Urantia üzerinde ikamet etmekte olan Nebadon’un bir Yaşam Taşıyıcısı tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
66. Makale
66:0.1 (741.1) OLAĞAN bir dünyaya bir Lanonandek Evladı’nın varışı, ebedi kurtuluşu tercih etme yetkinliği olarak iradenin ilkel insanın aklında gelişmiş olduğunu simgelemektedir. Ancak Gezegensel Prens Urantia’ya, insan iradesinin ortaya çıkmasından neredeyse yarım milyon yıl sonra ulaşmıştır.
66:0.2 (741.2) Yaklaşık olarak beş yüz bin yıl sonra ve altı renkli ırk veya diğer bir değişle Sangik ırklarının ortaya çıkışıyla eş zamanlı bir biçimde Gezegensel Prens Caligastia Urantia’ya ulaşmıştır. Prens’in varış zamanında dünya üzerinde neredeyse yarım milyar insan varlığı bulunmaktaydı ve onlar Avrupa, Asya ve Afrika’nın tamamına oldukça etraflı bir biçimde yayılmıştı. Mezopotamya’da kurulan Prens’in yönetim merkezi, dünya nüfus merkezinin yakınında konumlanmıştı.
66:1.1 (741.3) Caligastia; bir Lanonandek Evladı olup, ikinci düzeyin 9.344’üncü unsuruydu. O; genel olarak yerel evren olaylarının idaresinde deneyim sahibi olup, daha sonraki çağlarda Satania yerel sisteminin idaresinde özel olarak tecrübeli hale gelmiştir.
66:1.2 (741.4) Lucifer’in Satania içindeki hâkimiyetinden önce Caligastia, Jerusem üzerindeki Yaşam Taşıyıcı danışman heyetine atanmış bir konumda bulunmaktaydı. Lucifer Caligastia’yı kendisine ait bireysel görevlilerin bir mevkisine yükseltmiş olup, Caligastia onur ve güvenin beş dizi görevini yeterli bir biçimde yerine getirmiştir.
66:1.3 (741.5) Caligastia çok önceden Gezegensel Prens konumundaki bir görevi arzulamıştır; ancak onun ricası takımyıldız heyetlerine onaylanmak için geldiğinde, Takımyıldız Yaratıcıları’nın onayını almada o tekrar eden bir biçimde başarısız olmuştur. Caligastia özellikle, bir ondalık yerleşke veya diğer bir değişle yaşam-dönüşüm dünyasına gezegensel iradeci olarak gönderilmekte arzuluydu. Onun dilekçesi, Urantia’ya nihai olarak görevlendirilişinden önce birkaç defa reddedilmişti.
66:1.4 (741.6) Caligastia, her ne kadar tanımlı ufak durumlarda kurulu düzen ile uyuşmazlık eğilimi ile bütünleşen belirli bir huzursuzluğa sahip olsa da, kökenini aldığı ve ikamet ettiği evrenin refahına olan sadakat ve bağlılığın herkesi kıskandıracak bir karnesiyle birlikte kendisine emanet edilen dünya egemenliği için Jerusem’den görevlendirilmişti.
66:1.5 (741.7) Muhteşem Caligastia sistem başkentinden ayrıldığı zaman ben Jerusem üzerinde hazır bulunmaktaydım. Gezegenlerin hiçbir prensi bu zaman zarfına kadar, yarım milyon yıl önce önemli bir günde Caligastia’nın sahip olduklarından daha zengin bir hazırlıksal tecrübeyi veya daha iyi nitelikleri barındıran biçimde bir dünya idareciliği yaşam sürecine başlamamıştı. Bir şey kesinlik taşımaktaydı: Ben yerel evrenin yayınlarında bu gelişimin anlatımını hazırlama görevimi yerine getirdiğim zaman, bu soylu Lanonandek unsurunun oldukça yakın bir zaman zarfında gezegensel görevinin kutsal emanetine hıyanet edeceğine ve evren evlatlığının yüceltilmiş düzeyine ait onurlu ismi oldukça kötü bir biçimde lekeleyeceğine dair bir fikri en ufak bir biçimde bile bir an olsun aklımdan hiçbir zaman geçirmedim. Gerçekten ben Urantia’yı, dünya olaylarının idaresinde bu türden deneyimli, parlak ve özgün bir akla sahip olduğu biçimiyle, Satania’nın tümü içinde beş veya altı en talihli gezegenden biri olarak görmekteydim. Bu zamanlar ben, Caligastia’nın sinsi bir biçimde kendisine hasta bir biçimde düşkün hale gelmekte olduğunu kavramamıştım; bu zaman zarfında ben, kişilik kibrinin bu türden ince çizgilerini oldukça bütüncül bir biçimde anlamamıştım.
66:2.1 (742.1) Urantia’nın Gezegensel Prens’i göreve tek başına gönderilmemişti; Prens, görevlilerin olağan birliği ve idari yardımcılar tarafından eşlik edilmekteydi.
66:2.2 (742.2) Bu topluluğun başında, Gezegensel Prens’in birliktelik-yardımcısı olan Daligastia bulunmaktaydı. Daligastia da, 319.407’nci unsuru olarak ikinci düzey Lanonandek Evladı’ndan biriydi. O, Caligastia’nın birlikteliği olarak görevlendirildiği zaman bir yardımcı düzeyinde bulunmaktaydı.
66:2.3 (742.3) Gezegensel yönetim sorumluları meleksel eş güdüm unsurlarının geniş bir sayısına ek olarak insan ırklarının amaçlarını geliştirmek ve onların refahını sağlamak amacıyla görevlendirilen diğer göksel varlıkların bir ev sahipliğini barındırmaktaydı. Ancak sizin bakış açınıza göre onların tümü arasında en ilginç topluluk — zaman zaman yüz Caligastia unsuru olarak adlandırılan — Prens’in yönetim görevlilerine ait bedensel unsurlardır.
66:2.4 (742.4) Prens’in yönetim görevlilerinin bu yeniden-bedene kavuşturulmuş yüz üyesi, Urantia serüvenine başlamak için gönüllü olan Jerusem’in 785.000’den fazla yükseliş vatandaşı arasından Caligastia tarafından seçilmiştir. Seçilen yüz unsurun her biri farklı bir gezegenden gelmiş olup, onlardan hiçbiri Urantia’dan katılmamaktaydı.
66:2.5 (742.5) Bu Jerusem gönüllüleri, doğrudan bir biçimde sistem başkentinden Urantia’ya yüksek meleksel ulaşım vasıtasıyla getirilmiştir; varışları üzerine onlar, kanlı canlı bedenden oluşan bünyeler ve aynı zamanda sistemin yaşam döngülerine uyumlu hale gelen bir biçimde, özel gezegensel hizmetin çifte doğasına ait kişilik türleri ile donatılana kadar geçiş uykusuna yatırılmışlardır.
66:2.6 (742.6) Bu yüz Jerusem vatandaşının varışından kısa bir süre önce, tasarımlarını yakın bir zamanda kusursuzlaştırmış olan Urantia’da ikamet halindeki iki yüksek denetimci Yaşam Taşıyıcısı Andon ve Fonta ırk kolunun seçilmiş yüz kurtuluş unsuruna ait yaşam plazmasının, Prens’in yönetim görevlilerine ait bedensel üyeleri için düşünülen maddi bedenlere olan aktarımı hususunda Jerusem ve Edentia’ya taleplerini bildirmişlerdir. Bu istek Jerusem’de karşılanmış ve Edentia’da onaylanmıştır.
66:2.7 (742.7) Bununla birlikte, benzersiz ırkın en iyi kollarının kurtuluşunu yansıtan bir biçimde Andon ve Fonta niteliklerine ait kırk erkek ve kadın, Yaşam Taşıyıcıları tarafından seçilmiştir. Bir veya iki istisna dışında, ırkın ilerleyişine katkıda bulunan bu Andonsal katılımcılar birbirlerini tanımamaktaydı. Eş güdüm halindeki Düşünce Düzenleyici yönlendirişi ve Prens’in gezegensel yönetim merkezinin gözetimi altındaki yüksek meleksel rehberlik tarafından, birbirinden geçiş ölçüde ayrılan yerleşkelerden bu unsurlar bir araya getirilmiştir. Burada bahse konu yüz insan, bu Andon soylarına ait yaşam plazmasının bir bölümünün maddi ayrışımını yöneten Avalon’dan gelen oldukça yetenekli gönüllü heyetin sorumluluğuna teslim edilmiştir. Bu yaşayan madde bunun sonrasında, Prens’in yönetim görevlilerine ait yüz Jerusem üyesinin kullanımı için inşa edilecek maddi bedenlere aktarılmıştır. Bu gelişmeler olurken sistem başkentinden yeni gelen bu vatandaşlar, yüksek meleksel ulaşım uykusunda tutulmaktaydı.
66:2.8 (742.8) Yüz Caligastia unsuru için özel bedenlerin gerçek anlamdaki yaratımı ile birlikte bu etkileşimler, Âdem ve Havva’nın gezegensel konumlandırılışı ile ilgili daha sonra ortaya çıkan gelenekler ile ileriki dönemlerde karıştırılan birçok durum biçiminde sayısız efsanenin doğuşuna kaynaklık etmiştir.
66:2.9 (743.1) Yüz Jerusem gönüllüsünü taşıyan yüksek melek taşıyıcıların varışından âlemin üç katmanlı varlıkları niteliğinde bu gönüllülerin bilinçlerini yeniden kazandıkları vakte kadar süren bir biçimde yeniden kişilik kazanımının bütüncül etkileşimi tam olarak on gün sürmüştür.
66:3.1 (743.2) Gezegensel Prens’in yönetim merkezi, daha sonraları Mezopotamya olarak tanımlanan bölgenin bir yerleşkesi içinde, bu zamanların Basra Körfezi çevresi içerisinde konumlanmıştı.
66:3.2 (743.3) Bu zamanların Mezopotamya bölgesi içinde iklim ve tabiat, bu dönemin sonlanışından beri süre gelen koşullarından oldukça farklı bir biçimde, Prens’in yönetim sorumlularına ve onların yardımcılarına ait görevler için her bakımdan elverişli bir konumda bulunmaktaydı. İlkel Urantia varlıklarını kültür ve medeniyet alanları içinde belirli başlangıçsal ilerlemeleri sağlamaya teşvik etmek için tasarlanan, doğal çevrenin bir parçası olarak bu türden elverişli bir iklime sahip olmak gerekliydi. Bu çağların bir büyük görevi, yerleşik hayata geçmiş çiftçi olarak barışı arzulayan bir türe daha sonraki aşamada evirilebilmesi ümidiyle, insanın avcı konumundan sürüleri güden bir düzeye dönüştürülmesiydi.
66:3.3 (743.4) Urantia üzerinde Gezegensel Prens’in yönetim merkezi, genç ve gelişmekte olan bir âlem üzerindeki benzer çalışma merkezlerinin ortak niteliklerini taşımaktaydı. Prens’in yerleşkenin merkezi, kırk fit yükseklikte duvarlar etrafında çevrilerek oldukça yalın ancak güzel bir şehirdi. Kültürün bu dünya merkezi, Daligastia’nın ismini onurlandıran bir biçimde Dalamatia olarak adlandırılmıştır.
66:3.4 (743.5) Bu şehir, bedensel görevlilerin on heyetinin birbirine bağlı on ayrı yerleşkenin merkezinde konumlandığı yönetim merkez malikâneleriyle birlikte, on yan kısma ayrılmıştı. Şehrin göbeğinde, görülmeyen Yaratıcı’nın mabedi bulunmaktaydı. Prens ve onun birlikteliklerine ait idari yönetim merkezi, bu mabedin hemen çevresinde toplanan on iki bölmeden oluşan bir biçimde düzenlenmişti.
66:3.5 (743.6) Dalamatia’nın binalarının tümü tek katlı bir yapıdan meydana gelmekteydi; bu tek katlı yapılara istisna olarak iki katlı heyet yönetim merkezi ve üç katlı ancak alçak bir mimariye sahip her şeyin Yaratıcısı’nın merkezi mabedi bulunmaktaydı.
66:3.6 (743.7) Bu şehir, yapı malzemesi bakımından — tuğla olarak — bu ilkel zamanların en iyi inşaat uygulamalarını temsil etmekteydi. Çok az sayıda taş veya odun bu yapı malzemesi içinde kullanılmıştı. Bu şehir etrafında bulunan insanların yaşamlarında ev yapımı ve köy mimarisi, Dalamatia örneği vasıtasıyla çok büyük bir biçimde gelişme göstermişti.
66:3.7 (743.8) Prens’in yönetim merkezi yakınında insan varlıklarının tüm renkleri ve sınıfları ikamet etmişti. Ve yakında bulunan bu kabilelerden Prens’in okullarının ilk öğrencileri toplanmıştı. Her ne kadar Dalamatia’nın bu öncül okulları olgunlaşmamış niteliğe sahip olsa da, bu ilkel çağın erkekleri ve kadınları için yapılabilecek her şeyi sağlamışlardı.
66:3.8 (743.9) Prens’in bedensel görevlileri; sürekli bir biçimde çevrede bulunan kabilelerin üstün insanları etrafında toplanmış olup, bu öğrencileri eğittikten ve onlar için ilham kaynağı olduktan sonra geldikleri topluluklarının öğretmenleri ve önderleri olarak onları geri göndermişlerdir.
66:4.1 (743.10) Prens’in yönetim sorumlularının varışı, köklü bir etki yaratmıştır. Onların mevcudiyetine dair haberin yayılışı yaklaşık olarak bin yıllık bir sürecin geçmesini gerektirirken, Mezopotamya yönetim merkezi yakınında bulunan bu kabileler, Urantia üzerindeki yüz yeni sakinin öğretileri ve davranışlarından oldukça etraflı bir biçimde etkilenmişlerdir. Sizin ileriki dönemlerde ortaya çıkan mitolojilerinizin çoğu, Prens’in görevlilerinin bu üyeleri üstün insan olarak yeniden bedene kavuşturulduğu zamandan kalma bozulmaya uğramış efsanelerden türemiştir.
66:4.2 (744.1) Bu tür gezegen-dışı eğitmenlerin olumlu etkisi karşısında ciddi engel fanilerin onların tanrılar olarak görme eğilimidir; ortaya çıkış biçimi dışında elli erkek ve elli kadından oluşan yüz Caligastia unsuru, ne doğa-ötesi yöntemlere ne de insan-ötesi ikna araçlarına başvurmuştur.
66:4.3 (744.2) Ancak bedensel görevliler yine de insan-üstü bir nitelikte bulunmaktaydı. Onlar Urantia üzerindeki görevlerine olağanüstü üç katmanlı varlıklar olarak başlamışlardı:
66:4.4 (744.3) 1. Onlar bedensel ve göreceli olarak insan niteliğinde bulunmaktaydı çünkü onlar, Urantia’nın Andonsal yaşam plazması biçiminde insan ırklarından birine ait mevcut yaşam plazmasını taşımaktaydılar.
66:4.5 (744.4) Prens’in yönetim görevlilerine ait bu yüz üye, cinsiyetlerine ve önceki fani düzeylerine göre eşit orada bölünmüştür. Bu topluluğun her bir üyesi, fiziksel varlığın herhangi bir yeni düzeyi için ebeveynsel hale gelmeye yetkindi; ancak onlar, sadece belirli koşullar altında doğumlarını dünyaya getirmeye başvurmada dikkatli bir biçimde eğitilmişlerdir. Özel gezegensel hizmetten ayrılamadan yakın bir süre önce varislerini dünyaya getirmek, bir Gezegensel Prens bedensel görevlisi için alışılagelmiş bir durumdur. Genellikle bahse konu bu gelişim, Gezegensel Âdem ve Havva’nın varış zamanında veya ondan yakın bir zaman sonra ortaya çıkar.
66:4.6 (744.5) Buna bağlı olarak bahse konu özel varlıklar, cinsel birliktelikleri sonucunda nasıl bir tür maddi yaratılmışın dünyaya geleceğine dair neredeyse hiçbir fikre sahip değillerdi. Ve onlar bu gerçeğe hiçbir zaman sahip olmadılar; dünya görevlerinin uygulanması aşamasından önce idare düzenin tamamı isyan yüzünden bozulmaya uğramıştır; ve ebeveynsel görev içinde daha sonra faaliyet göstermiş olan unsurlar sistemin yaşam akımlarından tecrit edilmiştir.
66:4.7 (744.6) Ten rengi ve dil bakımından, Caligastia’nın görevlilerine ait bu maddileştirilmiş üyeler Andonsal ırkı takip etmiştir. Tek bir farkla onlar, âlemin fanilerinin beslendiği yiyeceklerle yaşamlarını sürdürmüşlerdir: Bu topluluğun yeniden yaratılmış bedenleri, et taşımayan bir beslenme türü ile tüm besin gereksinimlerini tamamiyle karşılamaktaydı. Bu durum, meyveler ve kuruyemişlerle bol olan ılık bir bölgedeki ikametlerini belirleyen kıstaslardan biri olmuştur. Et taşımayan bir beslenme biçimi uygulaması yüz Caligastia unsuru zamanından kaynağını almaktadır; çünkü bu beslenme geleneği, yakın yerleşkelere yayılmış ve bir zamanlar baskın bir biçimde et ile beslenen evrimsel ırklar içinde türedikleri köken toplulukları olarak birçok çevre kabilesinin beslenme alışkanlıklarını değiştirmiştir.
66:4.8 (744.7) 2. Yüz unsur; maddi ancak, yüksek ve özel bir düzeye ait benzersiz erkeklerden ve kadınlardan oluşarak Urantia üzerinde yeniden bir araya getirildiği biçimde, insan-üstü varlıklarıydı.
66:4.9 (744.8) Jerusem üzerinde geçici vatandaşlığı memnuniyet ile deneyimlerken bu topluluk, henüz Düşünce Düzenleyicileri ile bütünleşmiş bir konumda bulunmamaktaydı buna ek olarak evlatlığın alçalan düzeyleri ile birlikte gezegensel hizmet görevini teslim almaya gönüllü olduklarında ve onların arzuları kabul edildiğinde, sahip oldukları Düzenleyiciler kendilerinden ayrılmıştı. Ancak bu Jerusem unsurları, yükseliş gelişimini taşıyan ruhlara sahip olarak, insan-üstü varlıklardı. Fani yaşam boyunca beden içinde ruh, embriyo aşamasında bulunmaktadır; ruh (yeniden diriliş biçiminde) morontia yaşamı içinde doğar ve birbirini takip eden morontia dünyaları boyunca büyümesine devam eder. Ve böylelikle yüz Caligastia unsurunun ruhu görevlerine başlamadan önce, gelişimsel yedi malikâne dünyası deneyiminden Jerusem üzerinde vatandaşlık düzeyine genişlemiş bir nitelikte hazır bulunmaktaydı.
66:4.10 (744.9) Eğitimleri uyarınca bu görevliler, cinsel yollardan doğuma katılmadılar; ancak onlar, kişisel bedenleri hakkındaki bilgilere titizlikle sahip olup, ussal (akıl) ve morontia (ruh) birlikteliğinin olası her fazını dikkatli bir biçimde keşfettiler. Şehir duvarı tamamlanmadan çok daha önce Danite topluluğunun ikinci ve yedinci üyesi morontia bedenlerinin birlikteliğine (cinsel ve maddi olmayan bir türde varsayılan bir biçimde) eşlik eden bir olguyu kaza eseri keşfettiğinde bu topluluğun Dalamatia’daki ikameti otuz üçüncü yılında bulunmaktaydı bu maceranın sonucu, birinci derece yarı-ölümlü yaratılmışların ilk unsurunun açığa çıkışını sağladı. Bu yeni varlık, gezegensel yönetim yardımcıları ve onların göksel birliktelikleri için bütünüyle görünülebilen özelliğe sahipti; ancak onlar, çeşitli insan kabilelerinin erkek ve kadınları tarafından görülemeyen bir konumda bulunmaktaydı. Gezegensel Prens’in kararı üzerine bedensel görevlilerin tümü benzer varlıkların doğum vazifesini üstlendi; ve onların hepsi, öncül Danite çiftinin talimatlarını takip ederek bu görevde başarılı oldular. Böylelikle Prens’in yönetim görevlileri nihai olarak sayıca 50.000 birinci derece yarı-ölümlü unsurun özgün birliği haline geldi.
66:4.11 (745.1) Bu ara-tür yaratılmışlar, dünyanın yönetim merkezine ait olayları yerine getirmede önemli derecedeki hizmetin parçası olmuşlardır; ancak Dalamatia’daki ilkel sakinler, bu görülmeyen yarı-ruhaniyetler hakkında bilgilendirilmiş olup, çağlar boyunca bu yarı-ölümlü varlıklar evrim halindeki faniler için ruhaniyet bütünlüğünü simgelemişlerdir.
66:4.12 (745.2) 3. Yüz Caligastia unsuru kişisel olarak ölümsüz veya diğer bir değişle ölmeyen varlıklardı. Maddi bünyeleri boyunca sistemin yaşam akımlarının panzehirsel kimyasalları dolaşım halindeydi; ve eğer yaşam döngüleri ile olan iletişimlerini isyan nedeniyle kaybetmemiş olsalardı, ileride ortaya çıkacak olan bir Tanrı Evladı’nın varışına kadar veya Havona ve Cennet’e olan kesintisiz yolculuklarına devam etmeleri için gelecekte serbest bırakılacakları vakte kadar süresiz olarak yaşayacaklardı.
66:4.13 (745.3) Satania yaşamının bu panzehirsel kimyasalları, Caligastia’nın varış zamanında Norlatiadek’in En Yüksek Unsurları tarafından Urantia’ya gönderilen bir Edentia çalısı olarak yaşam ağacının meyvesinden elde edilmişti. Dalamatia zamanında bu ağaç, görülmez Yaratıcı’nın mabet bahçesinin merkezinde yetişmişti; ve yaşam ağacının bu meyvesi, Prens’in yönetim görevlilerine ait maddi ve geride kalan fani varlıkların bu ağaca erişim süresince kesintisiz yaşamalarına izin vermiştir.
66:4.14 (745.4) Her ne kadar bu ağaç evrimsel ırklar için etkisiz bir özellikte bulunsa da; bahse konu aşkın yaşam besini, yüz Caligastia unsuruna ve aynı zamanda onlar ile birliktelik içerisinde bulunan değişikliğe uğramış yüz Andonsal varlığına kesintisiz yaşamı bahşetmeye oldukça yeterliydi.
66:4.15 (745.5) Yüz Andonsal unsuru Prens’in yönetim görevlilerine ait üyelere sahip oldukları insan çekirdek plazmasını sağladığında, Yaşam Taşıyıcıları’nın sistem döngülerinin kimyasallarını onların fani bedenlerine aktarmış olduğu bu bağlamda açıklığa kavuşturulmalıdır; ve böylece onlar, fiziksel ölüme karşı gelerek yönetim görevlileri ile eş zamanlı olarak çağlar boyunca yaşamaya yetkin hale getirilmiştir.
66:4.16 (745.6) Nihai olarak yüz Andonsal unsuru, kendi bünyelerinin üst düzeyde bulunan varlıkların yeni türlerine katkıda bulunmuş olduğu hususunda bilgilendirilmiştir; ve Andon kabilelerinin bahse konu bu yüz çocuğu, Prens’in bedensel görevlilerinin kişisel yardımcıları olarak yönetim merkezinde tutulmuştur.
66:5.1 (745.7) Yüz unsur, her biri on üyeden oluşan on özerk heyet içinde hizmet vermeleri için idari olarak düzenlenmiştir. Bu on heyetin iki veya daha fazlası ortak görüşmelerde bir araya geldiği zaman, bu türden toplantılara Daligastia başkanlık etmekteydi. Bu on topluluk şu birimlerden meydana gelmişti:
66:5.2 (745.8) 1. Yiyecek ve maddi refah heyeti. Bu topluluğa Ang başkanlık etmekteydi. İnsan türlerinin yiyecek, su, giyecek ve maddi gelişimi, bu yetkin birliktelik tarafından desteklenmekteydi. Onlar; kazı, bahar düzenlemesi ve tarımı oldukça iyi bir biçimde öğretmişlerdi. Onlar, yüksek rakımlarda ve kuzeyde yaşayan insanlara kıyafet olarak kullanmak için derileri korumanın gelişmiş yöntemlerini öğretmişlerdi; ve dokumacılık daha sonra sanat ve bilim öğretmenleri tarafından onlarla tanıştırılmıştı.
66:5.3 (746.1) Besin saklamanın yöntemlerinde büyük ilerlemeler gerçekleştirilmişti. Yiyecek; pişirme, kurutma ve tütsüleme vasıtasıyla muhafaza edilmişti; yiyecek böylelikle en öncül değerli eşya halinde gelmişti. İnsana, dünyayı dönemsel olarak kırıp geçiren kuraklığın tehlikelerinin üstünden gelmesi öğretilmişti.
66:5.4 (746.2) 2. Evcilleştirme ve istifade kurulu. Bu heyet; insan varlıklarına yüklerini taşımada ve ulaşımlarını yerine getirmede yardımcı olmak, yiyeceklerini tedarik etmek ve daha sonra toprak ekim hizmetinin parçası olmak amacıyla en iyi uyum sağlayan hayvanların seçilmesi ve onların yetiştirilmesi görevine adanmıştı. Bu yetkin birlik Bon tarafından yönetilmekteydi.
66:5.5 (746.3) Şu an nesli tükenmiş olan yararlı hayvanların birkaç türü, bugüne kadar evcilleştirilmiş hayvanlar olarak mevcudiyetini sürdüren bazıları ile birlikte evcilleştirilmişti. İnsan uzun yıllar boyunca köpek ile birlikte hali hazırda yaşamış bir konumda bulunmaktaydı ve mavi ırk, filin evcilleştirilişinde çoktan başarılı olmuştu. İnek, dikkatli bir yetiştirme ile değerli bir besin kaynağı haline gelecek kadar gelişmişti; tereyağı ve peynir, insan beslenmesinin önemli parçalarından biri haline gelmişti. Öküzleri yük taşımak için kullanmaları insanlara öğretilmişti; ancak at, daha sonraki bir zamana kadar evcilleştirilmemişti. Bu birliğin üyeleri ilk olarak, taşıma işlevi için tekerleğin kullanılışını insanlara öğretmişti.
66:5.6 (746.4) İletilerin gönderilmesi ve yardım çağrılarının yapılması amacıyla uzun yolculuklara gönderilen bir biçimde haberci güvercinlerin ilk defa kullanışı bu zamanlarda gerçekleşmiştir. Bon’un topluluğu, taşıyıcı kuşlar olarak büyük fandorları eğitmede başarılı olmuştu; ancak otuz bin yıldan uzun bir süre önce onların nesli tükenmişti.
66:5.7 (746.5) 3. Yırtıcı hayvanlara karşı kurulan üstünlüğün danışmanları. İlkel insanın belirli hayvanları evcileştirmek durumunda oluşu yeterli değildi; o aynı zamanda, geride kalan saldırgan hayvan dünyası canlılarından kendisini nasıl koruması gerektiğini öğrenmek zorundaydı. Bu topluluk Dan tarafından yönetilmekteydi.
66:5.8 (746.6) Tarihi bir şehir duvarının yapılış amacı, düşmansı tutumlara sahip insanların beklenmeyen saldırılarını engellemeye ek olarak yırtıcı yaratıklara karşı korunmaktı. Duvarlara sahip olmayan ve ormanlarda yaşan insanlar; ağaç yerleşkelere, taş barakalara ve gece ateşinin idaresine bağlılardı. Bu nedenle bu eğitmenlerin insan yerleşkelerinin gelişimi konusunda öğrencileri eğitmek için oldukça fazla zaman ayırması oldukça doğaldır. Gelişen tekniklerin kullanılmasıyla ve tuzaklardan faydalanılmasıyla vahşi hayvanların insan denetimi altına alınmasında büyük ilerleme kaydedilmiştir.
66:5.9 (746.7) 4. Bilginin paylaşımı ve korunması birimi. Bu topluluk, bu öncül çağların tamamiyle eğitimsel olan çabalarını düzenlemiş ve onları yönlendirmiştir. Bu birime Fad başkanlık etmiştir. Fad’ın eğitim yöntemleri, iş gücünün gelişmiş yöntemlerindeki eğitime eşlik eden istihdamın yüksek denetiminden oluşmaktaydı. Fad ilk alfabeyi tasarlamış olup, bir yazı sistemini sunmuştur. Bu alfabe yirmi beş simgeyi barındırmaktaydı. Bu öncül insanlar yazı malzemesi olarak; ağaç kabuklarını, kil levhaları, taş tablaları, dövülmüş deriden imal edilmiş bir parşömen biçimini ve yaban arısı yuvalarından elde edilmiş kâğıdımsı maddenin ilkel bir türünü kullanmışlardır. Caligastia’nın muhalefetinden yakın bir süre sonra yok edilen Dalamatia kütüphanesi, iki milyondan fazla ayrı kayda sahip olup, “Fad’ın evi” olarak bilinmekteydi.
66:5.10 (746.8) Mavi insan yazıya özellikle düşkün olup, en büyük gelişmeyi bu alanda gerçekleştirmiştir. Kırmızı insan resimsel yazıyı tercih ederken, sarı ırklar mevcut zamanda kullandıklarına çok benzeyen bir biçimde kelimeleri ve düşüncelerini simgeler ile ifade etmeye doğru kaydılar. Ancak alfabe ve ondan çok daha fazlası ilerleyen dönemlerde isyandan kaynaklanan kafa karışıklığı döneminde dünya üzerinden silinmiştir. Caligastia ihaneti, evrensel bir dilin oluşumuna dair dünya ümidini en azından bilinmeyen çağlara kadar yok etmiştir.
66:5.11 (747.1) 5. Üretim ve ticaretten sorumlu kurul. Bu heyet, kabileler içinde üretimi desteklemekte ve çeşitli barış toplulukları arasında ticareti sağlamakta görevlendirilmiştir. Bu birimin önderi Nod'du. İlkel üretimin her türü bu birlik tarafından destek görmüştür. Onlar doğrudan bir biçimde, ilkel insanların beğenisine hitap eden birçok yeni ticari eşyayı sağlayarak ortak yaşam düzeyinin yükselişine katkıda bulunmuştur. Onlar, bilim ve sanat heyeti tarafından üretilen gelişmiş tuzun ticaretini büyük oranda genişletmişlerdir.
66:5.12 (747.2) İlk ticari borç-alacak uygulaması, Dalamatia okullarında eğitilen bu aydınlanmış topluluklar arasında gerçekleştirilmiştir. Borçların ve alacakların merkezi bir değişim düzeni uyarınca onlar, takasın mevcut nesneleri yerine geçen markaları biriktirdiler. Dünya, bu işletim yöntemleri üzerinde yüz binlerce yıl boyunca herhangi bir gelişimi gerçekleştirmemişti.
66:5.13 (747.3) 6. Açığa çıkarılan dinin üniversitesi. Bu bünye yavaş bir biçimde faaliyet göstermekteydi. Urantia medeniyeti tam anlamıyla, gerekliliğin örsü üstünde korkunun çekiçleriyle dövülmüştü. Ancak, ayrılık isyanıyla ortaya çıkmış daha sonraki kafa karışıklığı tarafından çabalarının kesintiye uğramasından önce bu topluluk, Yaratıcı korkusunu yaratılmış korkusuyla (hayalet korkusu olarak) değiştirmeye dair çabalarında ciddi ilerlemeler sağlamışlardır. Bu heyetin önderi Hap unsuruydu.
66:5.14 (747.4) Prens’in yönetim görevlilerinden hiçbiri, açığa çıkarımlarını evrimi baltalayacak bir biçimde yerine getirmemektedir; onlar yalnızca, evrim güçlerini kullandıkları zirve noktasından sonra açığa çıkarımlarına başvurmuşlardır. Ancak Hap, dini hizmetin bir türünün şehir sakinleri tarafından arzulanmasını sağlamıştır. Onun topluluğu; Dalamatia unsurlarına ibadetin yedi ilahisini vermiş olup, aynı zamanda onlara günlük şükranlık sözünü sağlamış ve nihai olarak şu “Yaratıcı duasını” öğretmiştir:
66:5.15 (747.5) “Evladı’nı onurlandırdığımız her şeyin Yaratıcısı, bizlere yardım eden gözlerle bak. Bizleri, sen haricinde duyulacak her korkudan kurtar. Eğitmenlerimiz için bir neşe kaynağı haline gelmemizi sağla ve doğruluğu sonsuza kadar dilimizden düşürme. Bizleri şiddet ve öfkeden arındır; yaşlılarımıza ve komşularımızdakilere saygı göstermemizi mümkün kıl. Kalplerimizi sevindirmek için bu mevsim bizlere yeşil otlaklar ve bereketli sürüler ver. Bizler söz verilen canlandırıcının gelişinin bir an önce gerçekleşmesi için dua etmekte olup, dünyaların ötesinde bulunanların gerçekleştirdiği gibi bu dünya üzerinde iradeni yerine getireceğiz.”
66:5.16 (747.6) Her ne kadar Prens’in yönetim görevlileri, ırk gelişimine ait doğal kaynaklar ve olağan yöntemler bakımından sınırlı bir konumda bulunsalar da; biyolojik gelişimin zirve noktasına erişim için ilerleyen süreçlerde gerçekleşecek evrimsel büyümenin hedefi olarak yeni bir ırkın Âdemsel hediyesinin geleceğini bildirmişlerdi.
66:5.17 (747.7) 7. Sağlık ve yaşamın koruyucuları. Bu heyet; sağlık önlemlerinin tanıştırılması ve ilkel temizliğin sağlanması ile ilgili olup, Lut tarafından yönetilmiştir.
66:5.18 (747.8) Bu heyetin üyeleri; ilerleyen çağların kafa karışıklığı sürecinde çoğu kaybolan ve yirminci yüzyıla kadar hiçbir biçimde tekrar keşfedilmemiş, şeyleri öğretmişlerdir. Hastalıktan kaçmanın bir aracı olarak yiyecekleri pişirme, kaynatma ve fırınlama bilgisini insan türlerine aktarmışlardır; aynı zamanda onlar, yiyecekleri pişirmenin bebek ölümlerini büyük ölçüde azalttığı ve anne sütünden daha erken bir sürede ayrılışı beraberinde getirdiği bilgisi insanlarla paylaşmışlardır.
66:5.19 (747.9) Lut’un sağlık koruyucularına ait öncül öğretilerden çoğu, her ne kadar gittikçe bozulmaya ve ciddi ölçüde değişime uğrasa da, Musa dönemine kadar dünya kabileleri arasında varlığını sürdürmeye devam etti.
66:5.20 (748.1) Bu bilgisiz insanlar arasında temizliği sağlamada büyük engel, birçok hastalığın gerçek sebebinin gözle görülemeyecek kadar küçük olması gerçeğinden kaynaklanmıştır; bu bağlamda bahse konu duruma ilaveten onların tümü ateş ile ilgili hurafelere sahiplerdi. Atıkları yakmak için onları ikna etmek binlerce yıl aldı. Bu zaman zarfında, bozulmakta olan çöplerini toprak altına gömmeleri onlardan ısrarlı bir biçimde talep edildi. Bu çağın sağlık alanında büyük ilerleyişi, güneş ışığının sıhhat yayan ve hastalığı öldüren özelliklerine dair bilginin yayılmasıyla gerçekleşti.
66:5.21 (748.2) Prens’in varışından önce yıkanma, ayrıcalıklı bir biçimde dinsel bir tören niteliğindeydi. İlkel insanları, bir sağlık uygulaması olarak bedenlerini yıkamaya ikna etmek gerçek anlamıyla güç bir durumdu. Lut nihai olarak; her şeyin Yaratıcısı’na olan ibadet içinde haftada bir kez öğlen ayinleri ile ilişkin olarak uygulanacak arınma töreninin bir parçası biçiminde su ile temizlenmeyi dinsel eğitmenlerin öğretileri içine almasını onlardan talep etmiştir.
66:5.22 (748.3) Sağlığın bu koruyucuları aynı zamanda; tokalaşmayı kişisel arkadaşlığın bir göstergesi ve topluluk sadakatinin bir simgesi olarak tanıştırarak, onun tükürük değişiminin veya kan içiminin yerini alması üzerinde uğraşlar vermişlerdir. Ancak üstün önderlerine ait öğretilerin zorlayıcı baskısını hissetmedikleri zaman, bu ilkel insanlar bilgisizliğin ve hurafelerin bir önceki sağlığa zarar veren ve hastalık yayıcı uygulamalarına kolayca geri dönmüşlerdir.
66:5.23 (748.4) 8. Sanat ve bilimin gezegensel heyeti. Bu birlik, öncül insanın üretimsel işleyiş biçiminin geliştirilmesine ve onun güzellik kavramının yükseltilmesine büyük oranda katkıda bulunmuştur. Onların önderi Mek isimli unsurdu.
66:5.24 (748.5) Sanat ve bilim tüm dünya boyunca yavaş bir biçimde ilerlemekteydi, ancak fizik ve kimyanın öncül bilgileri Dalamatia unsurlarına öğretilmişti. Çömlekçilik gelişme göstermiş, süsleyici sanatların tümü ilerlemiştir; buna ek olarak insanın güzelliğe dair olası en yüksek fikirleri büyük bir ölçekte derinleşmiştir. Ancak müzik, mor ırkın varışından sonraki bir döneme kadar çok az bir gelişme göstermiştir.
66:5.25 (748.6) Bu ilkel insanlar, eğitmenlerinin ısrarlı taleplerine rağmen buhar gücünü kullanmaya razı olmamışlardır; onlar, sıkıştırılan buharın patlayıcı gücüne dair büyük korkularını hiçbir zaman yenememişlerdir. Buna rağmen onlar, — her ne kadar kızgın kırmızı metalin bir parçası öncül insan için dehşete düşürücü bir nesne olsa da — metaller ve ateş ile çalışmak için nihai olarak ikna edilmişlerdir.
66:5.26 (748.7) Mek, Andonsal unsurların kültürünü ilerletmek ve mavi insanın sanatını geliştirmek için büyük bir çaba sergilemiştir. Andon ırk kolu ile birlikte mavi ırkın bir karışımı, özel sanatsal niteliklere sahip bir türü dünyaya getirmiştir; ve onların çoğu usta heykeltıraşlar haline gelmiştir. Onlar taş veya mermer üzerinde çalışmamışlardır; ancak onların fırınlama ile sertleşen çömlek eserleri, Dalamatia bahçelerini süslemiştir.
66:5.27 (748.8) Ev sanatlarında büyük ilerleme kaydedilmiştir; ancak bu ilerlemelerin birçoğu isyanın uzun ve karanlık çağları boyunca unutulmuş, ve çağdaş dönemlere kadar hiçbir biçimde yeniden keşfedilmemiştir.
66:5.28 (748.9) 9. İlerleyen kabile ilişkilerin yönetim idarecileri. Bu heyet, insan toplumunun devlet düzeyine olan taşınması görevin kendilerine verildiği topluluktu. Heyet’e Tut başkanlık etmekteydi.
66:5.29 (748.10) Bu önderler, kabileler arası evliliklerin gerçekleşmesine büyük katkılar sağlamıştır. Onlar, gerekli karar alım süreçleri ve tanışma için bütüncül olanağın verilmesi sonrasında kur ve evliliği desteklemişlerdir. Tamamiyle askeri nitelikli olan savaş dansları kısıtlanmış ve onlar değerli toplumsal amaçlara hizmet eden bir kapsama yönlendirilmiştir. Birçok çekişmeli oyun onlarla tanıştırılmıştır; ancak bu eski insanlar ciddi bir topluluktu; oldukça düşük düzeyde bulunan mizah anlayışı bu öncül kabilelerinin toplumsal yaşamında yer teşkil etmekteydi. Bu uygulamaların çok azı gezegensel başkaldırının ileriki ayrışma sürecinden sağ kalmıştır.
66:5.30 (749.1) Tut ve onun birliktelikleri; barışçıl bir niteliğe sahip topluluk birlikteliklerini desteklemek, refahı düzenlemeye ek olarak onu iyileştirmek, kabileler arası ilişkileri eş güdümsel hale getirmek ve kabilesel yönetimleri geliştirmek için çaba sarf etmişlerdir. Dalamatia’nın yakınlarında daha ileri bir kültür gelişmişti; ve bu gelişmiş toplumsal ilişkiler, daha uzak kabileleri etkilemede oldukça yararlıydı. Ancak Prens’in yönetim merkezinde hüküm süren medeniyetin yöntemi, diğer yerlerde evrimleşen yabansı topluluktan oldukça farklıydı bu durum Güney Afrika’nın yirminci yüzyıl Kap şehir toplumunun kuzeyde bulunan sınırlı Buşman halklarının ilkel kültüründen bütünüyle farklı olmasına benzetilebilir.
66:5.31 (749.2) 10. Kabilesel eş güdüm ve ırksal iş birliğinin yüce yargısı. Bu üstün heyet; Van tarafından yönetilmekte olup, insan olaylarının yüksek denetimi ile görevlendirilen diğer dokuz özel heyetinin tümü için itiraz mahkemesi düzeyindedir. Bu heyet, diğer heyetlere özel olarak görevlendirilmemiş dünyasal önemi merkezine alan her durumu bünyesine toplayan bir biçimde geliş bir faaliyet kapsamına sahiptir. Bu seçilmiş birlik, Urantia’nın yüce mahkemesi faaliyetlerini üstlenmek için yetkilendirilmeden önce Edentia’nın Takımyıldız Yaratıcıları tarafından onaylanmış bir konumda bulunmaktaydı.
66:6.1 (749.3) Dünya kültür düzeyi, onun özgün varlıklarının toplumsal mirasıyla ölçülür; ve kültürel gelişim hızı bütünüyle, dünya sakinlerinin yeni ve gelişmiş düşünceleri kavrama yetkinliği tarafından belirlenir.
66:6.2 (749.4) Geleneğe olan kölesel bağlılık, şimdiki zaman ile geçmişi duygusal bir biçimde bağlayarak istikrarı ve eş güdümü yaratmaktadır; ancak aynı zamanda bu bağlılık, kişisel teşebbüsü öldürmekte ve kişiliğin yaratıcı güçlerini esaret altına almaktadır. Yüz Caligastia unsuru dünyaya vardığında ve bu dönemin toplumsal birimleri bireysel teşebbüsün yeni müjdesini duyurmaya başladığında, Urantia’nın tamamı gelenek temelli adetler karşısında derin bir kafa karışıklığını deneyimledi. Ancak bu yararlı yönetim o kadar yakın bir süre içinde kesintiye uğramıştır ki ırkları geleneğin esaretinden hiçbir zaman bütünüyle kurtulamamıştır; adet hala Urantia’yı olumsuz bir biçimde baskı altına almaya devam etmektedir.
66:6.3 (749.5) Satania malikâne dünyalarının mezunları olarak yüz Caligastia unsuru, Jerusem sanatları ve kültürünü oldukça iyi bilmekteydi; ancak bu türden bilgi, ilkel insan nüfusundan oluşan yabansı bir gezegen üzerinde hiçbir değere sahip değildi. Bu bilge varlıklar, dönemin ilkel insanlarının anlık dönüşümlerine veya diğer bir değişle topluca gerçekleşen köklü canlanışlarına teşebbüs etmekten daha iyisini bilmekteydi. Onlar, insan varlıklarının yavaş gerçekleşen evrimini oldukça iyi bir biçimde anladılar; ve onlar bilge bir biçimde, insanın yeryüzü üstündeki yaşam biçimini değiştirmede herhangi bir köklü değişimde bulunmaktan kaçındılar.
66:6.4 (749.6) On gezegensel heyetin her biri, yavaş bir biçimde ve doğal yollardan kendileri için görevlendirilen amaçları gerçekleştirmede yola koyuldular. Onların gayesi, çevre kabilelerin en iyi akıllarını kendilerine çekmek ve onları yetiştirdikten sonra toplumsal canlanmanın elçileri olarak topluluklarının arasına geri göndermekti.
66:6.5 (749.7) Yabancı elçiler, topluluğun özel ricası olmadan hiçbir şekilde bir ırka gönderilmemiştir. Bir kabilenin veya ırkın canlanışı ve gelişimi için çaba gösteren bireyler her zaman, ilgili kabile veya ırkın kendi üyeleriydiler. Yüz unsur, üstün bir ırkın alışkanlıklarını ve geleneklerini bile diğer bir kabileye kabul ettirmeye çalışmazdı. Onlar her zaman sabır içinde, her ırkın geçmişten gelen adetlerini ileri doğrultuda canlandırmak ve geliştirmek için çaba göstermiştir. Urantia’nın gelişmemiş halkı toplumsal geleneklerini, yeni ve daha iyi uygulamalar ile değiştirmek için değil, daha yüksek bir kültür ile etkileşime girmesi ve üstün akıllar ile birliktelik halinde olması için Dalamatia’ya getirmiştir. Bu süreç yavaş ama oldukça etkiliydi.
66:6.6 (750.1) Dalamatia eğitmenleri, biyolojik evrim tamamiyle kendiliğinden gerçekleşen doğal seçilimine toplumsal tercihi eklemeye çabaladılar. Onlar, insan topluluğunun dengesini bozmadı ancak dikkate değer bir biçimde onun olağan ve doğal evrimini hızlandırdı. Onların temel gayesi evrimsel bir biçimde gelişmeyi sağlamaktı, açığa çıkarış vasıtasıyla devrimi gerçekleştirmek değil. İnsan ırkı küçük ölçekli bir dini ve onun ahlaki değerlerini elde etmek için çağlar harcamıştır; ve bu üstün insanlar, gerektiğinden fazla eğitim ve aydınlatma üstün varlıklar tarafından geri kalmış ırkların canlandırılmasına teşebbüs edildiğinde istisnasız açığa çıkan kafa karışıklığı ve dehşetle insanlığın kısmi gelişimlerini onlardan çalmaktan daha iyisi bilmektelerdi.
66:6.7 (750.2) Ebeveynlerin yaşamları boyunca kız ve erkek evlatların onların denetimi ve rehberliği altında kaldığı Afrika’nın kalbine Hıristiyan din elçileri gittiğinde, yirmi bir yaşına geldiğinde bu çocukların tüm ebeveyn kısıtlamalarından özgür olması öğretisini uygulamayı bir nesil içinde gerçekleştirmeye çabaladıkları zaman yalnızca kafa karışıklığı ve aile kurum düzeninin alt üst oluşunu beraberlerinde de getirmektedirler.
66:7.1 (750.3) Her ne kadar seçkin bir biçimde güzel ve çağın ilkel insanlarının merakını uyandıracak şekilde tasarlanmış olsa da, Prens’in yönetim merkezi tamamiyle mütevazıydi. Binalar; hayvanların evcileştirilmesiyle tarımdaki nihai gelişmeyi desteklemek bu gönderilen eğitmenlerin başlıca gayesi olduğu için, bilinçli olarak büyük yapılı değildi. Şehir duvarları içinde toprak hacmi, yaklaşık olarak yirmi bin insanı geçindirmek için yetecek otlak ve bahçe sağlamaya elverişliydi.
66:7.2 (750.4) İbadetin merkezi mabedinin ve üstün insanların yüksek denetim topluluklarına ait heyet malikânelerin içyapısı, gerçekten de güzel sanat eserleriydi. Ve konutlar düzen ve temizliğin timsaliyken, her şey daha sonraki dönemlerin gelişmelerine kıyasla oldukça basit ve bütünüyle ilkel düzeydeydi. Kültürün bu yönetim merkezinde Urantia’ya doğal olarak var olmayan hiçbir yöntem uygulanmamıştır.
66:7.3 (750.5) Prens’in bedensel görevlileri; dünyanın toplumsal merkezinde ve eğitimsel karargâhında kısa süreli ikamet eden öğrenci gözlemcileri için ilham kaynağı olmak ve onları olumlu bir biçimde etkilemek amacıyla tasarlanan, evleri olarak idare ettikleri basit ve örneksel yerleşkeler üzerinde hâkimiyet kurdular.
66:7.4 (750.6) Aile yaşamının belirli düzeni ve bir ailenin göreceli olarak kesinleşmiş bir yerleşe içinde tek çatı altında beraber yaşaması Dalamatia zamanından kalmış olup, başlıca olarak, yüz unsur ve onların öğrencilerinin sahip olduğu örnek ve öğretilerden kökenini almıştır. Toplumsal bir birim olarak ev, insan türünün torunlarını ve büyük torunlarını derinden sevmesine ve onlar için tasarımlarda bulunmalarına yön veren Dalamatia’nın üstün erkek ve kadınlarının çabalarına kadar hiçbir şekilde başarılı olamamıştır. Yabansı insan kendi çocuğunu derinden sevmektedir; ancak medeni insan aynı zamanda kendi toruna karşı da derin sevgi beslemektedir.
66:7.5 (750.7) Prens’in yönetim görevlileri babalar ve anneler olarak beraber yaşadılar. Gerçektir ki onlar kendilerine ait hiçbir çocuğa sahip değillerdi; ancak Dalamatia’nın elli ebeveyn evi her zaman, Andonsal ve Sangik ırkların üstün ailelerinden seçilen beş yüzden fazla evlatlık edilmiş küçük çocuğu barındırmıştır; bu çocukların birçoğu öksüzdü. Onlar, bu üstün ebeveynlerin disiplin ve eğitiminden yararlandılar; ve Prens’in okulları içindeki bu üç yıllık eğitimin ardından (on üç ve en beş yaşları arasında öğrenim gördükleri kurumlardan sonra), evlenmek için elverişli hale gelmiş olup, geldikleri ırkların ihtiyaç sahibi kabileleri için Prens’in elçileri olarak görevlendirilmelerini beklediler.
66:7.6 (751.1) Fad; öğrencilerin yaparak öğrendikleri ve yararlı görevlerin her gün yerine getirilişi ile yeteneklerini kazandıkları bir üretim okulu olarak Dalamatia’nın eğitim tasarısının hayata geçirilişini desteklemiştir. Eğitimin bu tasarımı, kişilik gelişimi içinde düşünmeyi ve hissetmeyi dışlamamıştır; ancak bu tasarı ilk olarak el işi eğitimini gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı. Eğitim bireysel ve toplu bir biçimde yapılmaktaydı. Öğrenciler, erkek ve kadınlar tarafından ortak bir biçimde eğitilmekteydi. Bu topluluğun yarısı cinsiyete göre ayrılmış olup, diğer yarısı ise karma eğitim düzenini uygulamaktaydı. Öğrencilere bireyler olarak el becerileri öğretilmiş olup, topluluklar veya sınıflar halinde toplumsal hale getirilmişlerdi. Onlar; yaşıtları ile birlikte takım çalışmasında bulunmalarına ek olarak daha genç topluluklar, yaşlı topluluklar ve erişkinler ile bütünleşmişlerdir. Onlar aynı zamanda; aile toplulukları, oyun ekipleri ve okul sınıfları olarak bu tür birliktelikler ile aşina hale getirilmişlerdir.
66:7.7 (751.2) Geldikleri ırklar ile çalışmak için Mezopotamya’da eğitilen daha sonraki öğrenciler, kırmızı ve mavi ırkların temsilcileri ile birlikte batı Hindistan’ın yükseltilerinden gelen Andonsal unsurlarıydı bu dönemden sonra ise sarı ırkın az sayıdaki üyesi de bu bölgeye alınmıştır.
66:7.8 (751.3) Hap öncül ırklara bir ahlaki yasayı sunmuştur. Bu kanun “Tanrı’nın Yolu” olarak bilinmekte olup, şu yedi emirden meydana gelmiştir:
66:7.9 (751.4) 1. Sizler, her şeyin Yaratıcısı olandan başka ne herhangi bir Tanrı’dan korkmamalı ne de ona ibadet etmelisiniz.
66:7.10 (751.5) 2. Sizler, dünyanın idarecisi olan Yaratıcı’nın Evladı’na ne itaatsizlikte bulunmalı ve ne onun insan-üstü birlikteliklerine karşı saygıda kusur etmelisiniz.
66:7.11 (751.6) 3. Sizler, insanların yargıçları huzuruna getirildiğiniz zaman yalan söylememelisiniz.
66:7.12 (751.7) 4. Sizler; erkekleri, kadınları veya çocukları öldürmemelisiniz.
66:7.13 (751.8) 5. Sizler, komşunuzun eşyaları veya hayvanlarını çalmamalısınız.
66:7.14 (751.9) 6. Sizler, arkadaşınızın karısına dokunmamalısınız.
66:7.15 (751.10) 7. Sizler, ebeveynlerinize veya kabilenizin yaşlılarına karşı saygısızlıkta bulunmamalısınız.
66:7.16 (751.11) Bu yasa, yaklaşık üç yüz yıl boyunca Dalamatia’nın kanunuydu. Ve bu kanunun kazınmış olduğu birçok kaya şu an, Mezopotamya ve İran’ın kıyı sularının altında bulunmaktadır. Selamlamalarda ve yemek zamanı gerçekleşen teşekkürlerde kullanarak bu emirlerden birini haftanın her günü akılda tutmak adet haline gelmişti.
66:7.17 (751.12) Bu dönemlerin zaman ölçümü, yirmi sekiz gün olarak hesaplanan dönem biçiminde ay takvimiydi. Bu zaman anlayışı, gece ve gündüz dışında insan toplulukları tarafından tanınan tek zaman kavramıydı. Yedi gün Dalamatia öğretmenleri tarafından tanıştırılmış olup, yirmi sekiz günün dörtte biri olduğu gerçeğinden kökeni almıştır. Aşkın-evren içinde yedi rakamının önemi kuşkusuz bir biçimde onlara, zamanın ortak kabulüne ruhsal bir birimin tanıştırılması imkânını vermiştir. Ancak Urantia’da, haftalık döneme içkin olarak köken oluşturacak bir sebep bulunmamaktadır.
66:7.18 (751.13) Şehir etrafındaki ülke, yüz millik bir alan içinde oldukça yerleşmiş bir haldeydi. Şehrin hemen çevresinde, Prens’in okullarının yüzlerce mezunu hayvan evcilleştirilmesi ile uğraşmıştır; bu mezunların diğerleri ise, Prens’in yönetim görevlileri ve sayısız insan yardımcıları tarafından aldıkları talimatları yerine getirmiştir. Onların az sayıdaki unsuru tarım ve bahçecilik ile uğraşmıştır.
66:7.19 (751.14) İnsan türü, varsayılan günahın cezalandırılışı olarak tarımsal uğraşlar için görevlendirilmemişti. “Alın terinizle tarlaların meyvelerini yemelisiniz” sözü, ihanet eden Caligastia’nın önderliği altında Lucifer başkaldırısının akılsızlıklarına insanın katılmış olduğu gerçeği üzerine bildirilen bir ceza cümlesi değildi. Toprağın ekimi, evrimsel dünyalar üzerinde gelişen bir medeniyetin yerleşik hale gelmesinde içkin olan bir niteliktir; ve bu yöndeki emir, Urantia’ya varışları ile Caligastia’nın isyankâr Lucifer ile birlikte hareket ettiği acı dönemler arasında gerçekleşen üç yüz bin yıl boyunca Gezegensel Prens ve onun yönetim görevlilerine ait öğretilerin tümünün merkezini oluşturmaktadır. Toprak ile çalışmak bir lanet değildir; bunun aksine bu çalışma, insan etkinliklerinin tümü içerisinde en insani olanı deneyimleye izin verilmiş varlıkların tümü için en yüksek mutluluk kaynağıdır.
66:7.20 (752.1) İsyanın çıktığı zaman, Dalamatia yaklaşık olarak altı bin yerleşik nüfusa sahipti. Bu sayı genel öğrencileri içine almaktaydı, fakat her zaman binin üstünde bulunan ziyaretçileri ve gözlemcileri kapsamamaktaydı. Ancak, bu çok eski zamanların muhteşem ilerleyişi ile ilgili neredeyse hiçbir kavrayışa sahip olamazsınız; bu dönemlerin muhteşem insan kazançlarının tümü, Caligastia’nın aldatmacası ve tahrikini izleyen dehşet verici kafa karışıklığı ve buhran dolu ruhsal karanlık tarafından neredeyse tamamen yeryüzünden silinmiştir.
66:8.1 (752.2) Caligastia’nın uzun sürecine geri dönüp baktığımızda, görevinde ilgimizi çekebilecek tek bir olağandışı niteliği bulmaktayız; Caligastia çok aşırı bir biçimde bireysel bir kişilikti. O, gösterilen itirazın neredeyse her safını destekleme eğilimi sergilemiş olup, üstü örtülü eleştiriyi kibar bir biçimde ifade eden unsurlara sıkça anlayış göstermekteydi. Bizler, yüksek denetimin her türüne karşı ılıman bir biçimde serzenişte bulunarak yetki altında huzursuz olmanın bu eğiliminin öncül işaretlerini tespit etmiş bulunmaktayız. Her ne kadar kıdemli danışmaya karşı kısmen itirazda bulunmuş olsa ve daha üst yönetim altında bir biçimde ayak direyen davranışlar sergilemiş olsa da, ne zaman bir sınama vakti gelse o her zaman evren idarecilerine sadık ve Takımyıldız Yaratıcıları’nın emirlerine itaatkâr halde bulunmuştu. Urantia’nın utanç verici ihanetine kadar onda hiçbir zaman asli hiçbir kusur bulunmamıştı.
66:8.2 (752.3) Eleştirel eğilimleri ve birey gururlarının gizli gelişimine ek olarak bu gelişimin birliktelik halinde bulunduğu birey önemi hissinin abartısı ile ilgili Lucifer ve Caligastia’nın sabırla eğitilmiş ve sevgiye uyarılmış oldukları belirtilmelidir. Ancak yardım etmek için gerçekleştirilen bu çabaların tümü, temeli olmayan eleştiriler ve kişisel özgürlüklerine yapılan dayanağı olmayan müdahaleler biçiminde yanlış anlaşılmış bulunmaktaydı. Caligastia ve Lucifer, bozulmaya uğramış düşüncelerinde ve yanlış yönlendirilmiş tasarımlarında etkin olmaya başlayan oldukça kınanması gereken temel gerekçelerden kaynağını alan bir biçimde samimi danışmanlarını yargılamışlardır. Onlar bencil olmayan danışmanlarını artan bencillikleriyle yargılamışlardır.
66:8.3 (752.4) Prens Caligastia’nın varışından itibaren gezegensel medeniyet, neredeyse üç yüz bin yıllık bir süre içinde oldukça doğal bir biçimde ilerlemiştir. Bir yaşam-dönüşüm âlemi oluşu ve böylelikle evrimsel dalgalanmaların sayısız düzensizliklerine ve olağan dışı gelişmelerine maruz kalışı dışında Urantia, Lucifer başkaldırısı ve eş zamanlı olarak gerçekleşen Caligastia ihaneti zamanına kadar gezegensel süreci içinde oldukça tatminkâr biçimde ilerleme göstermiştir. Bu süreçten sonra gerçekleşen tarih olaylarının hepsi, Âdem ve Havva’nın gezegensel görevlerini yerine getirmedeki sonraki başarısızlığına ek olarak bu felaketsel yanılma ile kesin bir biçimde değişime uğramıştır.
66:8.4 (752.5) Urantia’nın Prensi, gezegenin uzun süreli karışıklığına neden olan bir biçimde Lucifer isyanı zamanında karanlığa doğru meyil etmiştir. O ilerleyen zamanlarda, takımyıldız idarecileri ve diğer evren makamlarının eş güdümsel faaliyeti tarafından egemenlik yetkisinden alınmıştır. Gezegen üzerinde Âdem’in ikameti zamanına kadar tecrit edilmiş Urantia’nın kaçınılmaz talihsizliklerinde pay sahibi olup, Âdem ve Havva’nın soyları olarak yeni mor ırkın yaşam kanının aşılanmasıyla fani ırkların yükseltilerek canlandırılması tasarımının başarısız uygulamasına bir biçimde olumsuz yönde katkıda bulunmuştur.
66:8.5 (753.1) Görevden alınan Prens’in insan olaylarını etkileme gücü, İbrahim’in zamanında Maçiventa Melçizedek’in fani ete kemiğe bürünüşü tarafından oldukça etkin bir biçimde engellenmiştir; ve bunun sonrasında gerçekleşen beden içindeki Mikâil’in yaşamı boyunca bu ihanet eden Prens, nihai olarak Urantia üzerindeki tüm yetkilerinden uzaklaştırılmıştır.
66:8.6 (753.2) Urantia üzerindeki kişisel bir şeytanın varlığı tezi, her ne kadar ihanette bulunmuş ve adaletsiz Caligastia’nın gezegensel mevcudiyetinden kaynağını bir nebze almış olsa da, bu türden bir “şeytanın” genel insan aklını onun özgür ve doğal tercih etme yetkinliği karşısında etkileyebileceği savı bakımından yine de tamamiyle kurmacadan ibarettir. Mikâil’in Urantia üzerindeki bahşedilişinden önce bile ne Caligastia ne de Daligastia, fanileri baskı altına almaya veya herhangi bir olağan bireyi insan iradesi dışında bir şeyi yapmaya zorlamaya hiçbir zaman yetkin olmamıştır. İnsanın özgür iradesi, ahlaki durumlarda tek yücelik niteliğine sahiptir; ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi bile, belli bir düşünceye sahip kılmak veya iradesine aykırı bir biçimde belli bir eylemi yaptırtmak için insanı zorlamayı reddetmektedir.
66:8.7 (753.3) Ve şu an, öncesinde yönetmiş olduğu bireylere zarar verme gücünün tamamının kendisinden alındığı bir biçimde, âlemin bu isyankârı Lucifer isyanına katılan herkes hakkında nihai kararın Uversa’nın Zamanın Ataları tarafından verilişini beklemektedir.
66:8.8 (753.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
67. Makale
67:0.1 (754.1) URANTİA üzerindeki insan mevcudiyeti ile ilişkili sorunları özellikle gezegensel başkaldırının ortaya çıkışı ve sonuçları olarak, geçmişin belirli büyük dönemlerine ait bir bilgiye sahip olmadan anlamaya çalışmak imkânsızdır. Her ne kadar bu başkaldırı organik evrimin ilerleyişi üzerinde ciddi oranda etkiye sahip olmasa da, toplumsal evrim ve ruhsal gelişimin gidişatı üzerinde dikkate değer bir biçimde değişiklikte bulunmuştur. Gezegenin bütüncül aşkın-fiziksel tarihi derin bir biçimde bu yok edici afetten etkilenmiştir.
67:1.1 (754.2) Lucifer’in yardımcısı olan Satan’ın dönemsel teftiş çağrılarından birini yaptığı sırada, Caligastia üç yüz bin yıl boyunca bulunduğu görevde ikamet etmekteydi. Ve Satan gezegene vardığı zaman onun dış görünüşü, çirkin ihtişamını resmeden simgesel çizimlerinize hiçbir biçimde benzememekteydi. O bu dönemde büyük berraklığın bir Lanonandek Evladı idi ve hala öyledir. “Ve şaşırmayın, çünkü Satan ışığın muhteşem bir yaratılmışıdır.”
67:1.2 (754.3) Bu teftiş sırasında Satan, Lucifer’in bahse konu zaman zarfında önermiş olduğu “Özgürlük Bildirgesi” hakkında Caligastia’yı bilgilendirdi; ve şimdi emin olduğumuz bir biçimde Prens, isyanın duyurusu üzerine gezegene ihanet etme kararını verdir. Yerel evren kişilikleri, güvenin bu bilinçli ihaneti nedeniyle Prens Caligastia’yı ayrıcalıklı bir biçimde küçümseyerek dışlamaktadırlar. Yaratan Evlat bu küçümsemeyi şu sözleri söylediğinde dile getirmiştir: “Sen önderin Lucifer gibisin, ve sen günahkâr bir biçimde bu kötülüğü idame ettin. O kendisini yüceltmeye başladığından beri bir sahtekârdı, çünkü o doğruluk içinde ikamet etmiyordu.”
67:1.3 (754.4) Yerel bir evrenin tüm idari görevi içinde daha yüksek hiçbir güven, yeni bir yerleşik dünya üzerinde evrimleşen fanilerin refahı ve yönlendirilişi için sorumluluğu üstlenen bir Gezegensel Prens’e karşı beslenenden daha kutsal görülmemektedir. Ve kötülük türlerinin tümü içinde, güvenin boşa çıkarılması ve güvenilen arkadaşlara karşı birinin sadakatsizliğinden daha fazla kişilik düzeyine zarar veren bir şey bulunmamaktadır. Bu bilinç dâhilinde işlenen günahta Caligastia kişiliğine o kadar bütüncül bir biçimde zarar vermiştir ki, onun aklı bu dönemden beri dengesini tam olarak bulmaya hiçbir zaman yetkin hale gelememiştir.
67:1.4 (754.5) Günahı değerlendirmede birçok bakış açısı bulunmaktadır; ancak evrenin felsefi konumundan bakıldığında günah, bir kişiliğin bilinç dâhilinde kâinatsal gerçekliğe karşı gelmesi tutumudur. Hata, gerçekliğin yanlış bir biçimde kavramsallaşması veya onun bozulmaya uğraması olarak değerlendirilebilir. Kötülük, evren gerçekliklerinin kısmi bir biçimde gerçekleşmesi veya diğer bir değişle ona yapılan yanlış uyumdur. Ancak insafsızlık, farkında olunan gerçekliğe karşı açık ve ısrarkar bir meydan okumadan meydana gelmekteyken ve bu türden kişilik bozulma düzeyi kâinatsal deliliğin sınırına yaklaşırken; günah, — ruhsal ilerleyişe bilinçli bir biçimde karşı koymayı tercih etme biçiminde — kutsal gerçekliğe karşı gösterilen kasıtlı bir karşı çıkıştır.
67:1.5 (755.1) Hata, ussal düzeyde bulunan keskinlik yoksunluğunu göstermektedir; kötülük, bilgeliğin eksikliğine; günah ruhsal fakirliğin sefaletine işaret etmektedir; ancak insafsızlık, kişisel denetimin ortadan kalkışını simgelemektedir.
67:1.6 (755.2) Ve günah birçok kez tercih edildiğinde ve oldukça sık bir biçimde tekrarlandığında, alışkanlık haline gelmektedir. Alışık günahkârlar; evren ve onun kutsal gerçekliklerinin tümüne karşı giderek içten isyankârlar olarak, insafsız hale kolay bir biçimde gelmektedirler. Günahın tüm biçimleri affedilebilirken, niteliği kesinleşmiş insafsızın samimi olarak herhangi bir biçimde kötülükleri için üzüntü duyacağından veya günahlarının bağışlanmasını kabul edeceğinden kuşku duymaktayız.
67:2.1 (755.3) Satania’nın teftişinden kısa bir süre sonra ve gezegensel idare Urantia üzerinde büyük gelişmeleri açığa çıkarma arifesindeyken, kuzey kıtalarda kış ortası bir gün Caligastia; Daligastia Urantia’nın on heyetini olağanüstü bir toplantıya çağırdıktan sonra, birlikteliği olan Daligastia ile uzun bir görüşmede bulundu. Bu toplantı Prens Caligastia’nın kendisini Urantia’nın mutlak hâkimi olarak ilan etmeye hazırlandığı, gezegensel hükümetin yeniden düzenlenişi ve bunu takip eden idari yetkinin bahse konu kurumlarının yeniden dağılımı gerçekleşirken tüm idari topluluklardan faaliyet ve güçlerinin tamamını Daligastia’nın ellerine istifa ederek devreden bir biçimde görevlerinden feragat etmeleri isteği bildirisi ile açılıştır.
67:2.2 (755.4) Bu şaşırtıcı isteğin sunumunu, eş güdümün yüce heyet başkanı olan Van’ın üstün itirazı takip etmiştir. Bu seçkin idareci ve yetkin mahkeme üyesi; Caligastia’nın amaçlanan gidişatını gezegensel isyana yaklaşan bir eylem olarak tanımlayıp, Satania’nın Sistem Egemeni olan Lucifer’e bir itirazın yapılacağı vakte kadar toplantı üyelerinin bu bildiriye olan tüm katılımlarını engelleme önerisinde bulunmuştur; ve o, yönetim görevlilerin tümünün desteğini almıştır. Bu durum uyarınca itiraz Jerusem’de görüşülmüş olup, Jerusem’den itirazın sonucu Caligatia’yı Urantia üzerinde yüce egemen olarak tanımlayan ve onun emirlerine karşı gösterilecek mutlak ve sorgusuz birlikteliği emreden kararlar ile geri dönmüştür. Ve bu şaşırtıcı cevaba karşı soylu Van; Daligastia, Caligastia ve Lucifer’in Nebadon evreninin egemenliğini küçümsediğini belirten resmi kararını açıkladığı yedi saatlik unutulmaz hitabını gerçekleştirmiştir; ve o, yardım ve onay almak için Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na itiraz başvurusunda bulunmuştur.
67:2.3 (755.5) Aynı zaman zarfı içinde sistem döngüleri zayıflamıştır; Urantia tecrit altına alınmıştır. Gezegen üzerinde göksel yaşamın her topluluğu, dışsal tavsiye ve danışmanlığın tüm irtibat düzenlerinden bütünüyle koparılmış olarak, ansızın ve herhangi bir uyarma olmadan tecrit edilmiş bir halde kendilerini buldular.
67:2.4 (755.6) Daligastia resmi bir biçimde Caligastia’yı “Urantia’nın Tanrısı ve her şeyin üstünde yüce unsur” olarak ilan etmiştir. Onların karşısında bu duyurunun yapılmasıyla birlikte saflar açık bir biçimde belirginlik kazandı ve her topluluk, gezegen üzerindeki her insan-ötesi kişiliğinin kaderini nihai olarak belirleyecek tartışmalar biçiminde, geri çekilip fikir yürütmeye başlamıştır.
67:2.5 (755.7) Yüksek melekler ve çocuksu melekler, bu uzun ve günahkâr çatışma biçimindeki çetin mücadele tartışmalarına katılmıştır. Tecrit dönemine rast gelen Urantia üzerinde bulunan insan-üstü topluluklarının çoğu; burada gözaltına alınmış olup, yüksek melekler ve onların birliktelikleri gibi, Lucifer’in gidişatı ve görülmeyen Yaratıcı’nın iradesi arasında gerçekleşen bir biçimde günah ve doğruluktan birinin tercihinde bulunmalarına zorlanmışlardır.
67:2.6 (756.1) Yedi yıldan fazla bir süre boyunca bu mücadele devam etmiştir. İlgili her kişiliğin nihai bir tercihte bulunduğu vakte kadar Edentia’nın makamları müdahalede veya düzeltmede bulunmamıştır, bulunmazdı da. Bu süreçten sonra çok geçmeden Van ve onun yerel birliktelikleri ceza almış olup, uzun süren endişelerinden ve tahammül edilemez belirsizlik döneminden kurtulmuşlardır.
67:3.1 (756.2) Satania’nın başkenti olan Jerusem üzerinde isyanın patlak vermesi, Melçizedek heyeti tarafından duyurulmuştur. Acil durum Melçizedekleri eş zamanlı olarak Jerusem’e gönderilmiş olup, Cebrail yönetimi sarsılan Yaratan Evlat’ın temsilcisi olarak faaliyet göstermeye gönüllü olmuştur. Satania içindeki isyan gerçeğinin yayını ile birlikte sistem kardeş sistemlerden yalıtılmış bir biçimde tecrit altına alınmıştır. Satania’nın yönetim merkezinde “cennet savaşı” açılmıştı, ve bu savaş yerel sistem içerisindeki her gezegene yayılmıştı.
67:3.2 (756.3) Urantia üzerinde yüz Caligastia unsuru olan bedensel görevlilerinden kırkı (Van’ı da içine alan bir biçimde) başkaldırıya katılmayı reddetti. Görevlilerin insan yardımcılarının çoğu aynı zamanda (dönüşüme uğramış olanlar ve diğerleri biçiminde) Mikâil ve onun evren hükümetinin cesur ve soylu savunucularıydı. Yüksek melekler ve çocuksu melekler arasında çok büyük ölçekli bir kişilik kaybı bulunmaktaydı. Gezegen için görevlendirilen idareci ve geçiş yüksek meleklerinin neredeyse yarısı, Lucifer amacını desteklemek için önderleri olan Caligastia’ya ve Daligastia’ya katıldı. Birinci derece yarı-ölümlü yaratılmışların kırk bin yüz on dokuzu Caligastia’ya kendilerini emanet etmiştir; ancak bu varlıkların geride kalan unsurları kendilerine duyulan güveni boşa çıkarmadılar.
67:3.3 (756.4) İhanet eden Prens; sadık olmayan yarı-ölümlü yaratılmışlar ve isyankâr kişiliklerinin diğer toplulukları ile birlikte hareket etmiş, kendi emirlerini uygulamak için onları idari olarak düzenlemiştir; bunun karşısında Van sadık yarı-ölümlüleri ve diğer inançlı toplulukları bir araya getirmiş, gezegensel görevlilerin ve diğer esir düşen göksel kişiliklerin kurtuluşu için büyük mücadelesine başlamıştır.
67:3.4 (756.5) Bu mücadele zamanları boyunca sadık unsurlar, Dalamatia’nın doğusuna birkaç mil uzaklıkta bulunan duvarı olmayan ve kötü bir biçimde korunan yerleşke içinde ikamet etmişlerdir; ancak onların yerleşkeleri tetikte ve her zaman hazır olan sadık yarı-ölümlü yaratılmışlar tarafından gece gündüz korunmuş olup, paha biçilemez yaşam ağacını ellerinde bulundurmaktaydılar.
67:3.5 (756.6) İsyanın çıkması üzerine sadık çocuksu melekler ve yüksek melekler üç inançlı yarı-ölümlü unsurun yardımıyla, yaşam ağacının korumasını üstlenmişlerdir; ve bu unsurlar yalnıza, görevlilerin kırk sadık unsurunun ve onların birliktelik halinde bulunduğu dönüşüme uğramış bireylerin bu enerji bitkisinin meyveleri ve yapraklarından beslenmelerine izin vermiştir. Orada, görevlilerin bu dönüşüme uğramış Andonsal birlikteliklerinin elli altısı bulunmaktaydı bu görevlilerin Andonsal unsurları içinde on altı birey isyana önderleri ile birlikte katılmayı reddetmekteydi.
67:3.6 (756.7) Caligastia isyanının yedi hayati yılı boyunca Van kendisini bütünüyle; insanlardan, yarı-ölümlü unsurlardan ve meleklerden oluşan sadık ordusu için çalışma hizmetine adamıştır. Evren hükümetine olan sadakatin bu türden bir sarsılmaz tutumuna sahip olması için Van’ı yetkin kılan ruhsal derinlik ve ahlaki bütünlük; keskin düşünce, bilgesel akıl yürütme, tutarlı yargı, içten istek, bencil olmayan amaç, ussal adanma, deneyimsel hafıza, disiplinli kişilik ve Cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmeye kişiliğinin sorgusuz bağlılığının sonucu olarak gerçekleşmiştir.
67:3.7 (756.8) Bu yedi yıllık bekleme süresi, kalbin arayışının ve ruhun disiplininin bir dönemiydi. Bir evren olayları içinde bu türden bunalım dönemleri, ruhsal tercihte bir etken olarak aklın devasa etkisini göstermektedir. Eğitim, hazırlanma ve deneyim evrimsel fani yaratılmışların tümüne ait birçok hayati karar içinde önemli etkenlerdir. Ancak, Cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesi ve gayesine olan sadık bağlılığın muhteşem eylemlerini gerçekleştirmek için yaratılmışın bütünüyle adanmış idaresine hayat vermek amacıyla ikamet eden ruhaniyetin insan kişiliğinin karar-alım güçleri ile doğrudan iletişimde bulunması tamamiyle mümkündür. Ve tam da bu durum, Van’ın dönüşüme uğramış insan birlikteliği olan Amadon’un deneyiminde gerçekleşmiş bir olaydı.
67:3.8 (757.1) Amadon, Lucifer isyanının olağanüstü insan kahramanıydı. Andon ve Fonta’nın bu erkek soyu, Prens’in görevlilerinin oluşumu için yaşam plazmasına katkıda bulunan yüz insandan biriydi; ve bu katılımdan itibaren Amadon, Van’a onun birlikteliği ve insan yardımcısı olarak atanmıştır. Amadon, uzun ve zorlu mücadele boyunca kendi önderi ile birlikte mücadele etmeyi tercih etmiştir. Ve, yedi yıl boyunca Amadon ve onun sadık birlikleri parlak Caligastia’nın aldatıcı öğretilerinin tümüne karşı yılmaz cesaret ile karşı koyarken, Daligastia’nın uydurma savlarından etkilenmeden mücadele eden evrimsel ırkların bu evladına şöyle bir bakmak ilham verici bir durumdu.
67:3.9 (757.2) Evren olayları içinde olası en yüksek bir ussa ve engin bir deneyime sahip olarak Caligastia, günahla bütünleşen bir biçimde doğru yoldan ayrılmıştır. Olası en düşük ussa sahip ve evren deneyiminden tamamiyle mahrum olarak Amadon, evren hizmeti içinde kararlı ve birlikteliklerine karşı sadık bir halde bulunmayı sürdürmüştür. Van; erişilebilecek en yüksek düzey olan kişilik gerçekleşmesinin bir deneyimsel seviyesini elde eden bir biçimde, ussal karar ve ruhsal kavrayışın muhteşem ve etkin bir birlikteliği içerisinde aklını ve ruhaniyetini kullanmıştır. Tamamiyle bir bütün olduğunda akıl ve ruhaniyet, insan-üstü değerlerinin yaratımının, hatta morontia gerçeklilerinin, olası düzlemidir.
67:3.10 (757.3) Bu acı günlerin derin hisleri beraberinde getiren olaylarını temsil edecek sınırlı sayıda bir anlatım bulunmamaktadır. Ancak son kişiliğin nihai kararı açığa çıktığında, özellikle ve yalnızca bu zaman zarfından sonra Edentia’nın bir En Yüksek Unsuru Urantia üzerinde yönetimi ele geçirmek için acil durum Melçizedekleri ile birlikte gezegene ulaşmıştır. Jerusem üzerinde geniş bir dönemi kapsayan Caligastia hâkimiyet kayıtları tamamen silinmiş, gezegensel iyileşmenin gözaltı dönemi başlatılmıştır.
67:4.1 (757.4) Nihai çağrı yapıldığında, Prens’in görevlilerine ait bedensel üyeler şöyle bir tarafsal birliktelik içerisindeydi: Van ve onun eş güdüm mahkeme üyelerinin tamamı sadık kalmıştı. Ang ve yiyecek heyetinin üç üyesi kurtuluşa ermişlerdi. Hayvan evcilleştirme heyetinin tamamına ek olarak hayvan-üstünlük danışmalarının tümü isyan birliklerine kaymıştı. Fad ve eğitim biriminin beş üyesi kurtulmuştu. Üretim ve ticaret kurulunun tüm üyeleri ve onun başkanı Nod, Caligastia’ya katılmıştı. Hap ve açığa çıkarılan dinin tüm okul yöneticileri, Van ve onun soylu birliği ile bağlılık içinde kalmayı sürdürmüştü. Lut ve sağlığın tüm heyeti kaybedilmişti. Sanat ve bilimin heyeti bütüncül bir biçimde sadakatlerine devam etmişlerdi; ancak Lut ve kabile hükümet heyet üyelerinin tümü doğru yoldan ayrılmışlardı. Böylece yüz unsurun kırkı kurtulmuş, daha sonra Cennet serüvenine kaldıkları yerden devam ettikleri yerleşke olan Jerusem’e aktarılmışlardı.
67:4.2 (757.5) Gezegensel görevlilerin altmış üyesi isyana katılmış olup, önderleri olarak Nod’u seçmişlerdi. Onlar içten bir biçimde isyankâr Prens için çalışmışlardı ancak yakın bir zaman içerisinde onlar, sistem yaşam döngülerinin beslenme kaynağından mahrum bırakıldıklarını keşfetmişlerdi. Onlar, fani varlıklar düzeyine düşürüldükleri gerçeğinin farkına varmışlardı. Onlar gerçek anlamıyla insan-üstü varlıklardı ancak aynı zamanda onlar, maddi ve fani unsurlardı. Nüfuslarını arttırmaya dair bir çaba içerisinde Daligastia; er ya da geç ölüm sonucunda özgün altmış Caligastia unsurunun ve dönüşüme uğramış kırk dört Andonsal birlikteliğinin kaçınılmaz bir biçimde nesillerinin tükenecek olmasına dair gerçeğin bütüncül bilinci içerisinde, cinsel yollardan doğuma doğrudan bir biçimde başvurulmasını emretti. Dalamatia’nın görevden uzaklaştırılması sonra sadakatsiz olan görevliler kuzeye ve doğuya göç etti. Onların soyları uzun bir süre boyunca Nod unsurları olarak bilinmekte olup, onların ikamet ettikleri yerleşke “Nod’un karası” şeklinde adlandırılmıştı.
67:4.3 (758.1) İsyana katılımla ve daha sonra yeryüzünün erkek ve kız evlatlarıyla çiftleşmeyle başarısız olmuş bu olağanüstü üstün erkek ve kadının mevcudiyeti, tanrıların gökten fanilerle çiftleşmek için gelmelerine dair geleneksel hikâyelerin doğmasına kolayca sebebiyet vermiştir. Ve böylelikle efsanevi niteliğe sahip olan bin bir anlatım oluşmuştur; ancak bu efsanelerin temeli isyan sonrası dönemlerden gerçekliğini almıştır; bu efsaneler, Nod unsurları ve onların soyları ile iletişime katılan ataların çeşitli nesillerinin halk öyküleri ve geleneklerinde daha sonra bir yer teşkil etmiştir.
67:4.4 (758.2) Ruhsal beslenmeden mahrum kalan görevli isyankârlar, doğal bir ölümle yaşamlarını nihai olarak kaybetmişlerdir. İnsan ırklarının daha sonraki puta tapınmalarının birçoğu, Caligastia dönemlerinin bu oldukça yüksek bir biçimde onurlu görülen varlıklarının hafızasını devam ettirme arzusundan doğmuştur.
67:4.5 (758.3) Yüz unsur görevlileri Urantia’ya geldiği zaman, onlar geçici bir süreliğine Düşünce Düzenleyicileri’nden ayrılmıştı. Melçizedek alıcılarının varışıyla eş zamanlı olarak (Van haricinde) sadık kişilikler Jerusem’e dönmüş ve kendilerini bekleyen Düzenleyiciler ile bütünleştirilmiştir. Bizler altmış görevli isyankârların kaderini bilmemekteyiz; onların Düzenleyicileri hala Jerusem üzerinde bekleyiş halindedir. Geçmişin bu olaylarının nihai sonu, Lucifer isyanın tamamına dair yargıya varılana ve onun tüm katılımcılarının kaderi belirlenene kadar kuşkusuz bir biçimde beklemeye devam edecektir.
67:4.6 (758.4) Melekler ve yarı-ölümlü unsurlar türünden varlıkların, Caligastia ve Daligastia gibi muhteşem ve güvenilen yöneticilerin ihanetkâr günahı işleyerek doğru yoldan ayrılışlarını kabullenmeleri oldukça zor bir durumdu. Bilinçli bir biçimde veya önceden tasarlanmamış şekilde isyana katılmayarak günaha düşmüş bu varlıklar, güvendikleri önderler tarafından aldatılan bir biçimde üstleri tarafından yanlış yönlendirilmiştir. Benzer bir biçimde ilkel düzeyde bulunan akla sahip evrimsel fanilerin desteğini kazanmak kolay bir durumdu.
67:4.7 (758.5) Jerusem ve yanlış yönlendirilen çeşitli gezegenler üzerinde Lucifer isyanının kurbanları olan insan ve insan-üstü varlıkların tümü içinde onların büyük bir bölümü, uzun bir süre önce akılsızlıklarından içten bir biçimde pişman oldular; ve bizler, çok yakın bir zamanda görüşmeye başladıkları dava olan Satania isyanına dair olaylar için Zamanın Ataları nihai olarak yargısını tamamladığında bu türden samimi pişmanlık sergileyen bireylerin bir şekilde iyileştirileceklerine ve evren hizmetinin belirli bir fazına geri döndürüleceklerine içtenlikle inanmaktayız.
67:5.1 (758.6) İsyanın patlak vermesinden sonra yaklaşık olarak elli yıl boyunca büyük bir kafa karışıklığı Dalamatia ve onun çevresinde hüküm sürmüştür. Dünyanın tamamının bütüncül ve köklü yeniden düzenlenişine girilmişti; devrim, kültürel ilerleme ve ırksal gelişimin yerini bir siyasa olarak almıştı. Dalamatia içinde ve onun yakınında bulunan üstün ve kısmi olarak eğitilmiş sakinler arasında kültürel düzey bakımından anlık bir gelişme baş göstermiştir; ancak bu yeni ve köklü yöntemler uzakta bulunan insanlara uygulanmaya çalışıldığında, tarih edilemez düzeyde bulunan kafa karışıklığı ve ırksal kargaşa doğrudan bir biçimde açığa çıkmıştır. Bu dönemlerin yarı-evirilmiş ilkel insanları tarafından özgürlük çabucak sınırsız ehliyet biçiminde anlaşılır hale gelmiştir.
67:5.2 (758.7) İsyanın gerçekleşmesinden yakın bir zaman sonra tahrikin parçası olan görevlilerin tümü, vaktinden önce kendilerine öğretilen özgürlük savlarının bir sonucu olarak şehir duvarlarını kuşatan yarı-yabansı unsur sürülerine karşı şehri azimli bir biçimde korumaya giriştiler. Güzel yönetim merkez yapıları güney su dalgalarının altında kalmadan yıllar önce, Dalamatia yerleşke bölgesinin yanlış yönlendirilen ve yanlış eğitilen kabileleri; ayrılıkçı görevlileri ve onların birlikteliklerini kuzeye doğru kaçırarak muhteşem şehri bir yarı-yabansı saldırıyla çoktan yerle bir etmişti.
67:5.3 (759.1) Caligastia’nın, kendi fikirleri olan bireysel özgürlük ve topluluk bağımsızlığı uyarınca insan topluluklarının doğrudan bir biçimde yeniden yapılandırılma düzeni açık ve neredeyse bütüncül bir başarısızlıkla sonuçlandı. Toplum hızlıca eski biyolojik düzeyine geri düştü; Caligastia düzeninin başlangıcında bulunan konumundan çok daha ilerde bir düzeyden başlamayarak tüm saldırı savaşları yeniden alevlendi; bu isyan dünyayı çok daha karışık bir halde bıraktı.
67:5.4 (759.2) İsyandan yüz altmış iki yıl sonra Dalamatia’yı bir gelgit dalgası sularıyla süpürmüş, gezegensel yönetim merkez yapıları sular altına gömülmüş, ve bu kara parçası bahse konu muhteşem çağların soylu kültürüne ait neredeyse her kalıntı tamamiyle yeryüzünden silinmeden tekrar su yüzeyine çıkmamıştır.
67:5.5 (759.3) Dünyanın ilk başkenti sular altında kaldığında burası, Yaratıcı’nın mabedini ışık ve ateşin sahte tanrısı olan Nog’un tapınağına çoktan çevirmiş olan din değiştirenler biçimindeki Urantia’nın Sangik ırklarına ait en düşün türlere ev sahipliği yapmaktaydı.
67:6.1 (759.4) Van’ın takipçileri öncül bir biçimde, sahil bölgelerin kafa karışıklığı yaşayan ırkların saldırılarından kurtuldukları batı Hindistan’ın yükseltilerine doğru çekilmiştir; ve bu geri çekiliş bölgesinden onlar, tıpkı Sangik kabilelerinin doğuş döneminden önce insan türünün refahı için farkında olmadan çalışmış bulunan öncül Badonsal atlarının hepsi gibi, dünyanın iyileştirilişini tasarlamışlardır.
67:6.2 (759.5) Melçizedek alıcılarının varışından önce Van; Prens’in düzenin sahip olduğu heyetlere özdeş topluluklar biçiminde, her biri dört unsurdan meydana gelen on heyet içerisinde insan olaylarının idaresini kurdu. Yaşam Taşıyıcıları’nın ikamet eden kıdemli sakini, yedi yıl bekleyiş dönemi boyunca faaliyet gösteren bu kırk kişilik heyetin geçici önderliğini üstlendi. Amadonsal unsurların benzer toplulukları, otuz dokuz sadık görevli üye Jerusem’e döndüğünde bu görevleri üstlenmiştir.
67:6.3 (759.6) Bu Amadonsal unsurlar, Amadon’un ait olduğu ve ismiyle tanınır hale gelen 144 sadık Andonsal unsurun topluluğundan türemiştir. Bu topluluk, otuz dokuz erkek ve yüz beş kadından meydana gelmiştir. Onların nüfusunun elli altısı ölümsüzlük düzeyine aitti; ve (Amadon haricinde) onların tümü, görevlilerin sadık üyeleri ile birlikte gönderildiler. Bu soylu topluluğun geriye kalan üyeleri, Van ve Amadon’un önderliği altında fani günlerinin sonuna kadar yeryüzünde kalmaya devam ettiler. Onlar, isyan sonrası dönemin uzun karanlık çağları boyunca çoğalıp dünya için önderliği sağlamaya devam eden biyolojik kökenlerdi.
67:6.4 (759.7) Van, Âdem’in geliş dönemine kadar gezegen üzerinde faaliyet gösteren insan-üstü kişiliklerinin tümünün simgesel başı olarak kalarak Urantia üzerinde bırakılmıştır. O ve Amadon, yüz elli bin yıldan fazla bir süre boyunca Melçizedekler’in özelleşmiş yaşam hizmeti ile birlikte yaşam ağacının işleyiş biçimi vasıtasıyla yaşamaya devam etmişlerdir.
67:6.5 (759.8) Urantia’nın dünya olayları uzun bir süreliğine, Norlatiadek’in En Yüksek Yaratıcısı olan kıdemli takımyıldız yöneticisinin emriyle onaylanan bir biçimde on iki Melçizedek’den oluşan gezegensel alıcıların bir heyeti tarafından idare edilmiştir. Melçizedek alıcıları ile birliktelik halinde bulunan bir danışma kurulu şu üyelerden meydana gelmişti: görevden alınan Prens’in sadık yardımcılarından biri, iki yerleşik Yaşam Taşıyıcısı, çıraklık eğitiminde bulunan Kutsal Bir Biçimde Üçleştirilmiş Evlat, bir gönüllü Eğitmen Evlat, (dönemsel olarak) Avalon’un bir Berrak Akşam Yıldızı, yüksek melekler ve çocuksu meleklerin baş idarecileri, iki komşu gezegenden gelen danışmanlar, emir altında bulunan meleksel yaşamın genel kumandanı ve yarı-ölümlü yaratılmışların başındaki kumandan Van. Ve bu biçimde Urantia Âdem’in varışına kadar idare edilmiş ve hükümetsel bir biçimde yönetilmiştir. Cesur ve sadık olan Van’ın, Urantia dünya olaylarında uzun yıllarca hizmet vermiş olduğu gezegensel alıcılar heyetinde bir makama atanması şaşılacak bir durum değildir.
67:6.6 (760.1) Urantia’nın on iki Melçizedek alıcısı kahraman vari görevde bulundu. Onlar medeniyetin geriye kalan kalıntılarını korumuş olup, gezensel siyasalarını Van sadık bir biçimde yerine getirdi. İsyanın ardından bin yıl içinde Van, dünyaya geniş bir biçimde yayılmış üç yüz elli gelişmiş topluluktan daha fazlasına sahipti. Medeniyetin bu çevre merkezleri büyük oranda, özellikle mavi insanlar ve Nod unsurları olmak üzere Sangik ırklarıyla düşük düzeyde karışan sadık Andonsal unsurlarının soylarından meydana gelmişti.
67:6.7 (760.2) İsyanın dehşet verici gerileme sonucuna rağmen, dünya üzerinde biyolojik geleceğin iyi ırk kollarının birçoğu var olmaktaydı. Melçizedek alıcılarının yüksek denetimi altında Van ve Amadon, Urantia’ya bir Maddi Erkek ve Kız Evlat’ın gönderilmesini teminat altına alacak nihai erişime ulaşana kadar insanın fiziksel evrimini devam ettirerek insan ırkının doğal evrimini destekleme görevini sürdürdüler.
67:6.8 (760.3) Van ve Amadon, Âdem ve Havva’nın dünyaya ulaşmasından kısa bir süre sonraya kadar dünya üzerinde kalmaya devam etmiştir. Jerusem’e aktarılmalarından birkaç yıl sonra Van, kendisini bekleyen düzenleyici ile yeniden bütünleşmiştir. Van, Cennet Kusursuzluğu’nun çok uzun yıllar süren yolunda ve Kesinliğin Fani Birlikleri’nin açığa çıkarılmamış nihai sonunda ilerlemek için hakkında verilecek olan emri beklerken şu an Urantia adına faaliyet göstermektedir.
67:6.9 (760.4) Lucifer’in Urantia üzerindeki Caligastia’yı korumasından sonra Van Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na itirazda bulunduğu zaman, Takımyıldız Yaratıcıları itirazının her detayını haklı görerek Van’ı koruduğuna dair bir kararı çabucak göndermiştir. Bu karar kendisine ulaşmada başarısız oldu, çünkü gezegensel iletişim döngüleri karar dolaşım halinde iken kesildi. Ancak son zamanlarda bu mevcut emir, Urantia’nın tecridinden beri irtibatı kesilen bir enerji gönderi ileticisi içinde bekleyen bir konumda bulunmuştur. Urantia yarı-ölümü varlıklarının araştırması sonucunda bu keşif gerçekleştirilmeseydi, bu kararın gün yüzüne çıkması Urantia’nın takımyıldız döngülerine olan yenileniş dönemine kadar bekleyecekti. Ve gezegensel arası iletişimin bu gözle görülen kazanın olması, enerji taşıyıcıların ussu alıp iletebilmesi ancak iletişimi başlatamaması nedeniyle gerçekleşmişti.
67:6.10 (760.5) Satania’nın yerel kayıtları içinde Van’ın işleyişsel düzeyi, Edentia Yaratıcıları’nın bu emri Jerusem üzerinde kaydedilene kadar mevcut ve nihai bir biçimde kesinlik kazanmamıştır.
67:7.1 (760.6) Yaratılmışın bilinçli ve ısrarcı bir biçimde ışığı reddinin kişisel (merkezsel) sonuçları kaçınılmaz ve bireysel olup, yalnızca İlahiyat’ı ve kişisel yaratılmışı ilgilendirmektedir. Kötülüğün bu türden bir ruha-zarar veren hasadı, insafsız irade yaratılmışının içsel ekimidir.
67:7.2 (761.1) Ancak bu durum günahın dışsal sonuçları için aynı özelliği göstermemektedir: Günahın (dışsal) sonuçları, bu türden etkinliklerin etkileme-alanı içinde faaliyet gösteren her yaratılmışı ilgilendiren bir biçimde kaçınılmaz ve toplumsaldır.
67:7.3 (761.2) Gezegensel idarenin çöküşünden sonra elli bin yıl süre içerisinde dünya olayları o kadar düzenden kopmuş ve gerileme göstermiştir ki insan ırkı üç yüz elli bin yıl öncesinde Caligastia’nın varış döneminde mevcut bulunduğu genel evrimsel düzeyi üzerine çok az niteliği eklemleyebilmiştir. Belirli alanlarda gelişme kaydedilmişti; fakat diğer alanlarda birçok gelişme temeli yitirilmişti.
67:7.4 (761.3) Günah etkileri bakımından hiçbir zaman tümüyle yerel düzeyde kalmamaktadır. Evrenlerin idari birimleri organizma bütünlüğü göstermektedir; bir kişiliğin talihsiz durumu herkes tarafından bir ölçüde paylaşılır. Bireyin gerçekliğe karşı tutumu biçiminde günah, evren değerlerinin ilgili her bir düzeyi ve onların tamamı üzerinde içkin olumsuz sonuçlarını sergileme kesinliğine sahiptir. Ancak hatalı düşünce, kötülük yapma veya günahkâr amacın bütüncül sonuçları yalnızca mevcut dışavurum düzeyinde deneyimlenir. Evren yasasına karşı gelme, akla ciddi bir biçimde zarar vermeden veya ruhsal deneyimi zedelemeden fiziksel âlemde ölümcül olabilir. Günah, aklın tercihi ve ruhun iradesi biçiminde gerçekleştiği zaman ancak bütüncül varlığın bir tutumu olduğunda, kişilik kurtuluşuna ölümcül zararlara gebe olmaktadır.
67:7.5 (761.4) Kötülük ve günah maddi ve toplumsal düzeylerde sonuçları beraberinde getirmekte olup, zaman zaman evren gerçekliğinin belirli düzeyleri üzerinde ruhsal ilerleyişi yavaşlatabilir; ancak herhangi bir varlığın günahı, diğer varlığın kişisel kurtuluşuna ait kutsal hakkın yerine getirilmesini onun elinden alamaz. Ebedi kurtuluş yalnızca, birey aklının kararları ve kendi ruhunun tercihi tarafından tehlikeye atılabilir.
67:7.6 (761.5) Urantia üzerinde günah, bireysel evrimin gecikmesine oldukça küçük bir ölçekte neden olmuştur; ancak günah, fani ırkların Âdemsel mirasının bütüncül yararından faydalanmasından onları mahrum bırakmıştır. Günah oldukça ciddi bir biçimde ussal gelişimi, ahlaki yetişmeyi, ruhsal ilerleyişi ve büyük ruhsal erişimi yavaşlatmaktadır. Ancak günah, herhangi bir bireyin Tanrı’yı tanımayı tercih ederek ve içten bir biçimde onun kutsal iradesini yerine getirerek en yüksek ruhsal kazanıma ulaşımını engellememektedir.
67:7.7 (761.6) Caligastia isyan etmiş, Âdem ve Havva doğru yoldan ayrılmıştır; ancak Urantia üzerinde onlardan sonra dünyaya gelmiş hiçbir birey, bu büyük hatalardan dolayı kişisel olan ruhsal deneyiminden zarar görmemiştir. Caligastia isyanından sonra Urantia’da doğan her fani bir ölçüde zamanın kurbanı olmuştur; ancak bu türden ruhların gelecek refahı ebediyetlerinin tehlikeye düştüğü bir konumda hiçbir zaman bulunmamıştır. Bir başkasının günahı yüzünden hiçbir insan, hayati öneme sahip ruhsal kazanımdan mahrum bırakılmamıştır. Her ne kadar idari, ussal ve toplumsal alanlarda çok geniş kapsama yayılan sonuçları beraberinde getirse de ahlaki suç veya ruhsal sonuçlar gibi günah, tamamiyle kişiseldir.
67:7.8 (761.7) Her ne kadar bizler; bu tür felaketlere izin veren bir bilgeliği tümüyle anlamaya yetkin olmasak da, evrende geniş ölçekli sonuçlara sebebiyet veren bu yerel karışıklıkların süreç içerisinde yararlı şeyler açığa çıkaran gelişimlerini her zaman ayırt edebiliriz.
67:8.1 (761.8) Lucifer isyanı, Satania’nın çeşitli dünyaları üzerinde birçok cesur varlık tarafından engellenmiştir; ancak Salvington’un kayıtları Amadon’u, isyan sellerine karşı şanlı direnci ve — görülmez Yaratıcı ve onun evladı Mikâil’in yüceliğine olan sadakatinde Van ile beraber kararlı bir biçimde durmayı sürdürmüş biçimde — Van’a olan sarsılmaz sadakati bakımından sistemin bütünün olağanüstü kişiliği olarak tanımlamaktadır.
67:8.2 (762.1) Bu önemli etkileşimlerin gerçekleşmiş olduğu zaman zarfında ben Edentia’da konumlandırılmıştım; ve ben, Andonsal ırkın deneyimsel ve özgün ırk kolundan türeyen bir zamanlar yarı-yabansı insan olan bu bireyin inanılmaz azminden, aşkın bağlılığından ve seçkin sadakatinden gün gün bahseden Salvington yayınlarını incelediğim zamanki yaşamış olduğum coşkuyu hala hatırlıyorum.
67:8.3 (762.2) Edentia’dan yukarı doğru Salvington’a ve hatta Uversa’ya kadar emir altında çalışan göksel yaşamın tüm unsurlarının yedi yıl boyunca en başından beri ve sürekli tekrar eden bir biçimde Satania isyanı ile ilgili ilk sorusu “Urantia’nın Amadon’u hala kararlı bir biçimde bağlılığına devam ediyor mu?” olmuştur.
67:8.4 (762.3) Eğer Lucifer olarak bu Evlat’ın kaybı ve onun yanlış yönlendirilmiş birlikteliği geçici bir süreliğine Norlatiadek takımyıldızının ilerleyişini sekteye uğrattıysa, eğer Lucifer isyanı yerel sistem ve onun doğru düzenden ayrılan dünyalarını engellemiş bir hale getirdiyse; doğanın bu tek evladının ve onun azimli 143 yoldaşından oluşan topluluğunun, sadakatsiz üstleri tarafından uygulanan çok büyük ve engelleyici baskılar karşısında evren yönetimi ve idaresinin daha yüksek kavramlarına olan kararlı bağlılıklarında sergiledikleri ilham verici dışavurumların geniş kapsamlı temsiline ait etkiyi beraberce bir tartın. Ve; bu bağlılığın, Lucifer isyanına ait kötülük ve acının hepsinin toplamından en başından beri baskın gelen olumlu bir etkiyi Nebadon evreni ve Orvonton aşkın-evreni içerisinde çoktan göstermiş olduğunu sizlere söylememe izin verin.
67:8.5 (762.4) Ve bu anlatılanlardan tümü, Cennet üzerinde Kesinliğin Fani Birliği’ni harekete geçirmeye ve — ele geçirilemez Amadon gibi faniler şeklinde — geleceğin gizemli hizmetkârlarının bu geniş topluluğunu yükseliş ilerleyişinin fanilerine ait şekillendirilmeyi bekleyen ortak kilden büyük ölçüde seçmeye dair Yaratıcı’nın sahip olduğu evrensel tasarımın bilgeliğinin güzel bir biçimde dokunaklı ve muhteşem bir biçimde ihtişamlı göstergesidir.
67:8.6 (762.5) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
68. Makale
68:0.1 (763.1) BU anlatım; bir hayvan mevcudiyetinden biraz daha iyi düzeyde bulunan bir seviyeden çağlar boyunca, her ne kadar kusursuz olmasa da gerçek bir medeniyetin insan varlıklarının yüksek ırkları arasında evrimleştiği daha sonraki çağlara kadar ki insan türlerinin çok uzun yıllar süren ilerleyiş mücadelelerine ait serüvenin başlangıcıdır.
68:0.2 (763.2) Medeniyet ırksal bir kazanımdır; bu kazanım, içkin bir biçimde biyolojik olarak mevcut bulunmamaktadır; birbirini takip eden her genç nesil eğitimini yeni baştan almak zorundayken tüm çocuklar bu nedenle bir kültür çevresi içinde yetiştirilmekle yükümlüdür. Bilimsel, felsefi ve dinsel olarak medeniyetin üstün nitelikleri bir nesilden diğerine doğrudan kalıtım biçiminde aktarılmamaktadır. Bu kültürel kazanımlar yalnızca, toplumsal mirasın aydınlanmış muhafazası tarafından korunmaktadır.
68:0.3 (763.3) İşbirliksel düzenin toplumsal evrimi; Dalamatia eğitmenleri tarafından başlatılmış olup, üç yüz bin yıl boyunca insanlık toplumsal etkinliklerin düşüncesi içerisinde yetiştirilmiştir. Mavi insan, bu öncül toplumsal öğretilerden en fazla yararlanan ırk olmuştur; kırmızı insan bu öğretilerden bir ölçüde yarar sağlamış ve siyah ırk diğer ırkların arasında onlardan en az faydalanan topluluk olmuştur. Daha yakın zamanlar içerisinde sarı ve beyaz ırk, Urantia üzerinde en gelişmiş toplumsal ilerlemeyi sergilemiştir.
68:1.1 (763.4) Yakın bir biçimde bir araya getirildiğinde insanlar sıklıkla birbirlerini sevmeyi öğrenirler; ancak ilkel insanlar doğal bir biçimde, kardeşsel duygunun ruhaniyeti ve akranlarıyla gerçekleşecek toplumsal iletişimin arzusu ile dolup taşmamaktaydı. Bunun yerine öncül ırklar, “birlikten kuvvet doğar” deneyimini kötü olaylar neticesinde öğrenmişlerdi; ve doğal kardeşsel etkileşimin bu eksikliği, Urantia üzerinde kardeşliğin doğrudan gerçekleşme biçimini engellemektedir.
68:1.2 (763.5) Birliktelik ilk başta hayatta kalma mücadelesi açığa çıkmıştır. Yalnız insan; kendisine yapılacak herhangi bir saldırının intikamını kesin bir biçimde alabilecek bir topluluğa üye olduğunu gösteren bir kabile simgesini taşımadığı durumlarda yardıma muhtaç bir haldeydi. Kabil’in döneminde bile, topluluk birlikteliğine ait herhangi bir işareti taşımadan dışarı çıkmak ölümcüldü. Medeniyet şiddet sonucunda gerçekleşen ölüme karşı insanın teminatı haline gelirken, bu teminatın bedeli toplumun sayısız kanun beklentilerine olan bağlılık tarafından ödenmektedir.
68:1.3 (763.6) İlkel toplum böylelikle, karşılıklı ihtiyaç ve birlikteliğin gelişmiş güvenliği üzerine inşa edilmiştir. Ve insan toplumu, bu yalnız kalma korkusunun bir sonucu olarak ve gönülsüz işbirliğinin araçları vasıtasıyla yüz yıllar süren dönüşümler içerisinde evrimleşmiştir.
68:1.4 (763.7) İlkel insan varlıkları toplulukların, bireylerin tekil bütünlüğünden çok büyük bir biçimde güçlü ve yetkin olduğunu öncül olarak öğrenmişti. Bir araya gelen ve birliktelik içinde çalışan yüz kadar insan, büyük bir kaya parçasını hareket ettirebilir; barışın oldukça iyi eğitilmiş dikkate değer sayıdaki koruyucusu, kızgın bir topluluğu bastırabilir. Bu bağlamda toplum, belirli sayıdaki unsurun yalın bir birlikteliği tarafından değil ussal işbirlikçilere ait düzenin bir sonucu olarak böylece doğmuştur. Ancak işbirliği insanın doğal bir niteliği değildir; insan ilk başta korku nedeniyle işbirliğinde bulunmayı öğrenmekte olup, daha sonra zamanın zorlukları ile başa çıkmada ve ebediyetin varsayılan tehlikelerine karşı korunmada en yararlı olan deneyim şeklinde işbirliğini keşfetmesi nedeniyle topluluk birlikteliklerini yerine getirmektedir.
68:1.5 (764.1) İlkel bir toplum biçiminde kendilerini öncül olarak bu biçimde düzenlemiş insan toplulukları, doğada gerçekleştirdikleri saldırılara ek olarak akranları karşısında sergiledikleri savunmalarda daha başarılı olmuşlardır; onlar daha büyük kurtuluş olanaklarına sahip oldular; böylelikle medeniyet, birçok zararlı yan etkilerine rağmen, Urantia üzerinde doğrusal bir biçimde ilerlemeye devam etmiştir. Ve yalnızca birliktelik içerisinde bulunan kurtuluş değerinin gelişmesi sonucunda insanın birçok yanlışı insan medeniyetinin gelişmesini durdurmada veya bu medeniyeti yok etmede bu nedenle açık bir biçimde başarısız olmuştur.
68:1.6 (764.2) Çağdaş kültürel toplumun tarihsel alışılmışlığın dışındaki yakın bir zaman olgusu niteliğine sahip oluşu, Avustralya yerlilerine ek olarak Afrikalı Buşman ve Pigme insanlarını belirleyen bu tür ilkel toplumsal şartların varlığını bugün bile devam ettirişi tarafından oldukça iyi bir biçimde sergilenmiştir. Bu geride kalmış insanlar arasında, ilkel ırkların tümünün çok belirgin ortak nitelikleri olan öncül topluluk düşmanlığına, kişisel şüpheye ve oldukça yüksek düzeyde bulunan toplumsal düzene aykırı özelliklere benzer gözlemler deneyimlenebilir. Tarihi dönemlere ait toplumsal olmayan insanların bu kötü şartlarda yaşayan kalıntıları; insanın doğal niteliğe sahip bireyci eğiliminin, toplumsal ilerleyişin daha yetkin ve güçlü düzenlenişleri ve birliktelikleri ile başarılı bir biçimde yarışamayacağına dair etkili tanıklığı taşımaktadır. Her kırk veya elli milden sonra farklı bir lehçe konuşan bu geri kalmış ve kuşku içinde yaşayan toplumsal düzene aykırı ırklar; Gezegensel Prens’in bedensel görevlilerinin bütünleşmiş öğretilerine ek olarak ırksal canlandırıcılara ait Âdemsel topluluğun daha sonraki çabaları olmadan şu an nasıl bir dünya içinde yaşayabilecek oluşunuzu göstermektedir.
68:1.7 (764.3) Çağdaş söylem olan “doğaya dönüş”, bir zamanlar yaşanmış olan hayali “altın çağın” gerçekliğine ait inanç biçiminde cahilliğin bir yanılgısıdır. Altın çağ efsanesine dayanak teşkil eden tek temel kaynak, Dalamatia ve Cennet Bahçesi’nin tarihsel gerçekliğidir. Ancak bu gelişen toplumlar, hayalperest düşlerin gerçekleşmesinden oldukça uzak bir düzeyde bulunmaktaydı.
68:2.1 (764.4) Medeni toplum, tecrit edilmekten hoşlanmayan insanın bu hoşnutsuzluğunun üzerinden gelmesine dair öncül çabalarının sonucunda meydana gelmiştir. Ancak bu genel çaba doğrudan bir biçimde karşılıklı sevgi anlamına gelmemekte olup, belirli ilkel toplulukların bugünkü mevcut çalkantılı düzeyi ilkel kabilelerin hangi aşamalardan geçtiğini oldukça iyi bir biçimde sergilemektedir. Ancak her ne kadar bir medeniyetin bireyleri birbirleri ile ters düşebilse ve aralarında mücadeleler verebilse de, ve medeniyetin kendisi arayış ve mücadelenin tutarsız bir kitlesi olarak görünebilse de, medeniyet ciddi bir uğraşı sergilemekte olup ölü bir tekdüzeliğe sahip duranlık anlamına gelmemektedir.
68:2.2 (764.5) Us seviyesi kültürel ilerleyiş hızına ciddi bir biçimde katkıda bulunurken toplum özü itibariyle bireyin yaşam biçimi içindeki tehlike etkenini düşürmek için tasarlanmıştır; ve toplum, yaşam içerisinde acı etkenini azaltıp sevinci arttırmada başarılı oldukça aynı hızda ilerleme göstermiştir. Böylelikle toplumsal birliğin bütünlüğü, — yok olma veya kurtuluşa erişme biçiminde — amacının birey-korunumu veya birey-tatmini olduğu koşullara bağlı olarak nihai sonunda dair gayeye doğru yavaşça ilerler. Birey-korunumu toplumun oluşmasına kaynaklık ederken, aşırı birey-tatmini medeniyeti yok eder.
68:2.3 (764.6) Toplum; birey-devamlılığı, birey-korunumu ve birey-tatmini ile ilgilidir; ancak insana ait olan bireyin-kendisini-gerçekleştirme niteliği, birçok kültürel topluluğun doğrudan amacı haline gelmeye layıktır.
68:2.4 (765.1) İnsan doğasında var olan sürü içgüdüsü, Urantia üzerinde şu an içerisinde mevcut olan türden bir toplumsal düzenin gelişmesini açıklamaya yeterli değildir. Her ne kadar bu içkin olan toplumsal eğilim insan toplumunun kökenine kaynaklık etse de, insanın toplumsal hale gelme kabiliyetinin büyük bir kısmı kendisine ait çabalarla elde ettiği bir kazanımdır. İnsan varlıklarının öncül birlikteliğine katkıda bulunan iki büyük etki yiyecek açlığı ve cinsel ilişki arzusuydu; bu içgüdüsel dürtüleri insan türü hayvan dünyası ile paylaşmaktadır. İnsan varlıklarını bir araya getiren ve onları bir birliktelik halinde tutan iki diğer duygu, gösteriş ve, özellikle hayalet korkusu biçimindeki, genel korkuydu.
68:2.5 (765.2) Tarih başlı başına insanın çağlar boyu süren yiyecek mücadelesinin serüvenidir. İlkel insan yalnızca aç olduğu zaman düşünmeye başlamıştır; yiyecekler üzerinden tasarrufa gitme, insanın ilk olarak gerçekleştirdiği öz-denetim biçimindeki özverisiydi. Çeşitli ihtiyaçların yerine getirilmesi biçimindeki açlığın sayısız farklı türünün hepsi, insan türünün yakın birlikteliğine sebebiyet vermiştir. Ancak bugün toplum, varsayılan insan ihtiyaçlarının gereğinden fazla artışı ile birlikte aşırı bir biçimde yüklü hale gelmiştir. Yirminci yüzyılın batı medeniyeti, şatafatın çok büyük bir fazlalığına ek olarak insan ihtiyaçları ve arzularının düzensiz çoğalımı altında bitkin bir halde inlemektedir. Çağdaş toplum, çok geniş çaplı karşılıklı birlikteliğin ve oldukça karmaşık düzeydeki karşılıklı bağımlılığının en tehlikeli fazlarının bir tanesine ait doğrultuda zorlanmaktadır.
68:2.6 (765.3) Açlık, gösteriş ve hayalet korkusu onların toplumsal baskısı içinde sürekli bir biçimde etkindi; ancak cinsel tatmin geçici ve aralıklı dönemlerde kendisini göstermekteydi. Cinsel dürtü tek başına, ilkel erkek ve kadınların ev idaresinin ağır yüklerini yüklenmelerine kaynaklık etmemekteydi. Öncül ev idaresi, düzenli bir biçimde gerçekleşen cinsel tatminin yoksunluğunda erkeğin cinsel huzursuzluğu ve kadının yüksek hayvanların dişileriyle bir ölçüde paylaştığı sadık anne sevgisi üzerine inşa edilmiştir. Yardıma muhtaç bir bebeğin mevcudiyeti, erkek ve kadın etkinliklerinin öncül farklılaşması tarafından belirlenmiştir; kadın, toprağı ekebileceği yer olan yerleşik bir konumu idare etmekle yükümlüydü. Ve ilkel zamanlardan beri kadının ikamet ettiği yer her zaman evin ta kendisi olarak görülmektedir.
68:2.7 (765.4) Böylelikle kadın öncül olarak, evrimleşen toplumsal düzen için hayati bir değere sahip olmuştur; bu hayati değer, yiyecek gereksiniminin bir sonucu oluşuna kıyasla aralıklarla gelip geçen cinsel arzudan kaynağını baskın bir biçimde almamıştır; kadın, birey-korunumu bakımından hayati derecede öneme sahip yardımcı halindeydi. Kadın; bir yiyecek sağlayıcı, zorlukların üstesinden gelen güçlü bir canlı ve şiddete başvurmadan büyük kötülüklere karşı mücadele verebilecek bir dosttu; bütün bu arzulanan niteliklerine ek olarak kadın, cinsel tatmini elde etmenin her zaman erişilebilir bir aracıydı.
68:2.8 (765.5) Medeniyet içinde değerini uzun yıllar koruyan neredeyse her şey, kökeni aile kurumundan almaktadır. Aile; erkek ve kadının sahip olduğu çatışmasal farklılıkları uyumlu hale getirmeyi öğrenirlerken aynı süreçte çocuklarına temel barış gayelerini öğrettikleri bütünlük olarak, ilk başarılı barış topluluğudur.
68:2.9 (765.6) Evrim içerisinde evliliğin işlevi, ırk kurtuluşun teminat altına almaktır; evlilik kurumunun işlevi yalnızca kişisel mutluluğun gerçekleştirilmesi değildir; birey-korunumu ve birey-devamlılığı, ev oluşumunun gerçek amaçlarıdır. Birey-tatmini ikincil düzeyde kendisini gerçekleştirirken, cinsel birleşmeye zemin hazırlayan bir teşviki oluşturması dışında birincil düzeyde öneme sahip değildir. Doğa kurtuluşu zorunlu kılmaktadır; ancak medeniyetin sanatları, evliliğe ait olan hazları ve aile yaşamının tatminlerini arttırmaya devam etmektedir.
68:2.10 (765.7) Eğer gösteriş gururu, geleceğe dair arzuyu ve onuru kapsayacak kadar büyük bir hale gelirse, bizler; yalnızca bu eğilimlerin insan birlikteliklerinin oluşmasına nasıl katkıda bulunduklarını değil aynı zamanda onların insanları nasıl bir arada tuttuklarını da algılayabiliriz; çünkü bu türden duygular, kendilerini önünde göstermek için bir izleyici kitlesi olmadan içi boş hislerdir. Yakın zaman içerisinde gösteriş, kendilerini sergileyebilecekleri ve tatmin edebilecekleri yer olan bir toplumsal alana ihtiyaç duyan diğer duygular ve dürtüler ile birlikte bütünsel hale gelmişti. Duyguların bu topluluğu; sanatlar, törenler, spor oyunları ve yarışmalarının tüm biçimlerinin ilkel başlangıçlarına kaynaklık etmiştir.
68:2.11 (766.1) Gösteriş, toplumun doğuşuna çok büyük bir ölçüde katkı sağlamıştır; ancak bu açığa çıkarışların gerçekleştiği zamanlarda aşırı derecede gösterişe sahip bir neslin hilekâr amaçları, oldukça yüksek bir biçimde özelleşmiş bir medeniyetin bütüncül karmaşık düzenini batırmakla ve onu tarih sahnesinden silmekle yüz yüze bırakmıştır. Hazzın tatmini uzun bir süreden beri açlığın giderilişinin yerini almıştır; birey-korunumunun yerinde toplumsal amaçları hızlı bir biçimde birey tatmininin bayağı ve tehlikeli türlerine dönüşmüştür. Birey-korunumu toplumu inşa etmektedir; kısıtlanmamış birey-tatmini medeniyet oluşumunu her zaman yok etmektedir.
68:3.1 (766.2) İlkel arzular, özgün toplumu yaratmıştı; ancak hayalet korkusu, bu toplumu bir arada tutmuş ve onun mevcudiyetine insanüstü bir nitelik kazandırmıştı. Ortak korku; fiziksel acıdan, giderilemeyecek açlıktan ve birtakım dünyevi afetlerden duyulan korku biçiminde köken itibariyle psikolojikti; ancak hayalet korkusu yeni ve yüce türden bir dehşetti.
68:3.2 (766.3) İnsan toplumu içerisinde belki de en büyük temel etken, hayalet düşüydü. Her ne kadar rüyaların çoğu ilkel aklı büyük ölçüde tedirgin ettiyse de, hayalet rüyası gerçekte, ruhani dünyanın belirsiz ve görülmeyen hayali tehlikelerine karşı karşılıklı korunma için arzulu ve samimi birliktelik içerisinde bu hurafelere sahip olan hayalperestleri birbirlerinin kollarına iterek öncül insanları gerçekte dehşete düşürmüştür. Hayalet rüyası, aklın hayvan ve insan türleri arasında ortaya çıkan farklılıkların ilkinden biriydi. Hayvanlar, ölümden sonraki varlığı devam ettirişi tahayyül etmemektedirler.
68:3.3 (766.4) Bu hayalet etkeni dışında toplumun bütünlüğü, temel ihtiyaçlar ve ana biyolojik dürtüler üzerine inşa edilmişti. Ancak hayalet korkusu; bireyin temel ihtiyaçlarından dışarı doğru uzanan ve topluluğu idame etme çabalarının bile oldukça ötesine geçen bir korku biçiminde, medeniyetin oluşumuna yeni bir etkeni beraberinde getirmiştir. Ölmüş varlığa ait ayrılmış ruhaniyetin korkusu; öncül çağlara ait zayıf toplumsal düzenlerini sıkılaştırarak eski zamanların daha bütüncül bir biçimde düzene girmiş ve daha iyi denetlenmiş ilkel topluluklara onların dönüşmesine katkıda bulunan ürkütücü ve güçlü bir dehşet biçiminde korkunun yeni ve muhteşem bir türünü gözler önüne sermişti. Bazılarının hala varlığını sürdürdüğü bu anlamsız hurafeler; gerçek olmayan ve doğa-ötesi kaynaklara ait hurafesel korku vasıtasıyla daha sonraki “Koruyucu’ndan duyulan korkunun bilgeliğin başlangıcı” keşfi için insanların akıllarını hazırlamıştır. Evrime ait bu dayanaksız korkular, açığa çıkarılıştan ilham alınan İlahiyat’a duyulan korku ile bütünleşmiş saygıyla yer değişikliğine uğratılmak için tasarlanmıştır. Hayalet korkusunun öncül simgesi güçlü bir toplumsal birleştirici haline gelmişti; ve bahse konu zaman zarfından bu yana insan türü, ruhaniyetin erişimi için benzer çabada bulunmaya devam etmektedir.
68:3.4 (766.5) Açlık ve derin sevgi insanları bir araya getirmiştir; gösteriş ve hayalet korkusu onları bir arada tutmuştur. Ancak bu duygular tek başına, barışı destekleyen açığa çıkarışların etkisi olmadan, insanların karşılıklı birliktelikleri içindeki kuşkular ve sorunlarının ilerleyişine karşı koymaya yetkin değildir. İnsan-üstü kaynaklarının yardımı olmadan toplumun ilerleyiş kolu, belirli sınırlara ulaşmasının ardından kopmaktadır; ve açlık, sevgi, gösteriş, ve korku biçiminde toplumsal hareketin bahse konu etkileri insan türünü savaşa ve katliama sürüklemektedir.
68:3.5 (766.6) İnsan ırkının barış eğilimi doğal bir kazanım değildir; bu eğilim, ilerleyici ırkların birikmiş deneyimi biçiminde özellikle Barış’ın Prensi olan İsa’nın öğretileri olarak açığa çıkarılmış din öğretilerinden elde edilmiştir.
68:4.1 (767.1) Çağdaş toplumsal kurumların tümü, yabansı atalarınızın ilkel geleneklerinin evriminden doğmuştur; bugünün kabulleri, dünün değişikliğe uğramış ve genişlemiş gelenekleridir. Birey için alışkanlık ne ise, toplum için gelenek o anlama gelmektedir; ve toplum gelenekleri, kitlesel kabuller biçiminde halk adetleri veya diğer bir değişle kabilesel törelere doğru gelişmiştir. Bugünkü insan toplumuna ait kurumlarının tümü mütevazı kökenlerini bahse konu öncül başlangıçlardan almıştır.
68:4.2 (767.2) Kitle mevcudiyetinin şartlarına topluluk yaşamını uyumlu hale getirmek amacıyla gerçekleştirilen bir çaba içerisinde örf ve adetlerin oluşmuş olduğu akılda tutulmalıdır. Ve bu kabile tepkilerinin tümü, keyif ve gücü memnuniyet ile deneyimlemenin yolları aranırken acı ve aşağılanmadan kaçınma çabasından doğmuştur. Dillerin oluşumuna benzer bir biçimde halk geleneklerinin kökeni her zaman bilinç dışı ve istemsiz bir nitelikte bulunmaktadır; bu nedenle onlar her koşulda gizemli bir hüviyet içerisinde saklı bir biçimde gerçekliğini sürdürmektedir.
68:4.3 (767.3) Hayalet korkusu ilkel insanları doğa-ötesi güçleri tahayyül etmeye sevk etmişti; ve böylelikle bu korku, toplumun adet ve geleneklerini nesiller boyu sonuçsal olarak bozulmayan bir biçimde muhafaza eden etik ve dinin bahse konu güçlü toplumsal etkileri için temelleri kesin olarak atmıştı. Örf ve adetleri öncül bir biçimde oluşturan ve onları kemikleştiren önemli bir inanış, ölülerin yaşadıkları ve öldükleri biçimlerde kıskançlığa sahip olduklarına dair kanı olmuştu; böylelikle bu topluluklar, beden içinde yaşadıkları dönemlerde onurlandırdıkları yaşam kurallarına aldırış etmeden saygısızlıkta bulunan hayattaki diğer fanileri ölülerin sert bir biçimde cezalandırmak için geri döneceklerine dair inancı barındırmaktaydılar. Bu inanç düzeninin tümü, sarı ırkın ataları için besledikleri bugünkü derin saygı tarafından sergilenmektedir. Daha sonraki gelişen ilkel din, örf ve adetleri kemikleştirme amacı içerisinde hayalet korkusunu büyük ölçüde güçlendirmiştir; ancak ilerleyen medeniyet artan bir biçimde insan türünü, hurafeye dayalı inancın korkusu ve köleliğine ait esaretten kurtarmıştır.
68:4.4 (767.4) Dalamatia öğretmenlerine ait özgürleştiren ve bağımsızlaştıran öğretiden önce eski insan, örf ve adetlerin barındırdığı töre uygulamalarının savunmasız bir kurbanı olmuştu; ilkel yabansı varlıklar, bitmek tükenmek bilmeyen bir tören düzeniyle kuşatılmıştı. Uyandığı zamandan gece mağarasında uyuduğu vakte kadar yaptığı her şey — kabilenin halk adetleri uyarınca — bu yönde gerçekleştirilmek zorundaydı. İlkel insan, âdetin zorbalığının bir kölesi konumundaydı; onun yaşamı özgür, kendiliğinden gerçekleşen veya özgün hiçbir şeyi barındırmamaktaydı. Orada, daha yüksek bir akli, ahlaki veya toplumsal mevcudiyete doğru doğal bir ilerleme bulunmamaktaydı.
68:4.5 (767.5) Öncül insan, oldukça kuvvetli bir biçimde gelenek tarafından tutulmaktaydı; yabansı insan, âdetin gerçek bir kölesiydi; ancak orada zaman zaman, düşüncenin yeni biçimlerini ve yaşamın gelişmiş yöntemlerini hayata geçirme cesaretine sahip olan insan türlerinden kaynaklanan değişik yaşam çeşitleri doğmuştur. Yine de ilkel insanın eylemsizliği, aşırı derecede hızlı ilerleyen bir medeniyetin olumsuz yöndeki yok edici uyumuna olan çöküş karşısında biyolojik emniyet kemeri olmuştur.
68:4.6 (767.6) Ancak bu gelenekler, tamamiyle kötü bir niteliğe sahip değildir; onların evrimi devam etmelidir. Bu geleneklerin köklü devrimler sonucunda bütüncül bir biçimde değişikliğe uğratılmasına girişmek medeniyetin devamı için neredeyse ölümcül bir etkiye sahiptir. Gelenek, medeniyeti bir arada tutan devamlılık çizgisidir. İnsan tarihinin geldiği yol, bırakılmış gelenekler ve vadesi dolmuş toplumsal uygulamaların kalıntıları ile kaplıdır; ancak hiçbir gelenek, daha iyi ve daha yerinde geleneklerin eskileri ile değiştirilmesi dışında, örf ve adetlerini terk ederek yaşamını sürdürememiştir.
68:4.7 (767.7) Bir toplumun kurtuluşu başlıca olarak örf ve adetlerinin gelişimsel evirilişine bağlıdır. Gelenek evriminin süreci, deneyim arzusundan kaynaklanmaktadır; rekabeti yaratan bir biçimde, yeni fikirler öne sürülmektedir. İlerleyen bir medeniyet, ilerleme fikri ile bütünleşmekte ve varlığını devam ettirmektedir. Ancak bu kanı, insan toplumunun bütünlüğü içerisinde ayrı ve yalıtılmış her değişikliğin iyiye hizmet ettiği anlamına gelmemektedir. Hayır! Gerçekten hayır! Çünkü Urantia medeniyetine ait ileri yönde gerçekleştirilen uzun çabalar içerisinde oldukça fazla gerileme meydana gelmiştir.
68:5.1 (768.1) Yeryüzü toplum sahnesi, insanlar bu sahnenin oyuncularıdır. Ve insan her zaman, etkin olan yeryüzü koşuluna oyununu uyumlu hale getirerek onu sergilemek zorundadır. Bu durum onun algı güçlüğünün varlığı durumunda bile gerçeklik taşımaktadır. İnsanın yeryüzü yaşama yöntemlerinin veya diğer bir değişle korunum sanatlarının yaşam ölçütleri ile toplamı, örf ve adetler olarak halk geleneklerinin bütününe eşittir. Ve insanın yaşamın ihtiyaçlarına olan uyumunun bütünü, onun kültürel medeniyetine eşittir.
68:5.2 (768.2) En öncül insan kültürleri, Doğu Yarımküresi’nin nehirleri boyunca ortaya çıkmıştı; ve orada, medeniyetin ileriye doğru hareketi içinde dört büyük adım atılmıştı. Bu adımlar şunlardı:
68:5.3 (768.3) 1. Toplama aşaması. Açlık biçiminde yiyecek bulma zorunluluğu, ilkel yiyecek toplayıcılığı kuyruğu olarak üretim düzeninin ilk türünün ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Zaman zaman açlık yürüyüşünün bu türden bir kuyruğu, toprak üzerinde yiyecekleri toplayarak hareket eden bir biçimde on millik uzunluğa kadar varabilmekteydi. Bu aşama ilkel göçebe kültür dönemi olup, şu an yaşam türü biçiminde Afrikalı Buşmanlar tarafından takip edilmektedir.
68:5.4 (768.4) 2. Avcılık Aşaması. Silahsal araç gereçlerin icadı; insanı bir avcı olmaya yetkin hale getirip, böylece yiyecek köleliğinden ciddi bir biçimde kurtarmıştır. Sert bir çatışmada yumruğunu kullanması sonucu elini ciddi bir biçimde inciten düşünceli bir Andonsal unsuru, kolu için uzun bir sopaya ek olarak yumruğu için kas kirişlerine dik konumda tutturulmuş sert bir çakmaktaşı parçasını kullanma fikrini yeniden keşfetmiştir. Birçok kabile bu türden bağımsız keşifleri gerçekleştirmiştir; ve çekiçlerin bahse konu bu çeşitli türleri, insan medeniyeti içinde ileri doğru gerçekleştirilen adımlardan birini temsil etmiştir. Bugün bazı Avustralya yerlileri, bu aşamanın biraz ötesine geçmiştir.
68:5.5 (768.5) Mavi insanlar, uzman avcılar ve tuzak kurucular haline gelmişti; nehirlere sınırlı alan yaratan çitler çekerek büyük sayıda balık yakalayıp, bu balıkların fazlasını kış için kuruttular. Hünerli tuzak ve kapanların birçok türü yakalama oyununda kullanılmıştır; ancak daha ilkel ırklar büyük hayvanları avlamamışlardır.
68:5.6 (768.6) 3. Kırsal yaşam aşaması. Medeniyetin bu fazı, hayvanların evcilleştirilmesiyle mümkün hale gelmiştir. Araplar ve Afrika yerlileri, çok yakın zaman içerisinde kırsal hayata geçmiş topluluklar arasındadır.
68:5.7 (768.7) Kırsal yaşam, yiyecek esaretinden ilave bir bağımsızlaşmayı sağlamıştır; insan, sürülerinin artışı biçiminde sahip olduğu sermayenin üretiminden yaşamayı öğrenmiştir; ve bu durum kendisine kültür ve ilerleyiş için daha fazla boş zamanı beraberinde getirmiştir.
68:5.8 (768.8) Kırsal yaşam öncesi toplum, erkek ve kadın işbirliğinin gözlendiği topluluklardan bir tanesiydi; ancak hayvan evcilleştirilişinin yayılması kadınları toplumsal kölelik düzeyinin en alt seviyelerine düşürmüştür. Daha önceki zamanlarda hayvandan elde edilecek yiyeceği sağlamak erkeğin görevi iken, kadının işi bitkisel yiyecek kaynakları toplamaktı. Bu nedenle, insan mevcudiyetinin kırsal dönemine giriş yaptığında kadının soylu yeri büyük oranda düşüş göstermiştir. Yaşamın bitkisel ihtiyaçlarını üretmek için kadın hala toprak üzerinde çalışmak zorundayken, bol miktardaki bir hayvan yiyeceğini sağlamak için erkeğin yalnızca sürülerini ziyaret etmesi yetmekteydi. Böylelikle erkek göreceli bir biçimde kadından bağımsız hale gelmişti; kırsal yaşam döneminin tamamı boyunca kadının toplumdaki düzeyi gittikçe azalmıştır. Bu dönemin sonladığı zaman zarfında kadın; tıpkı sürünün hayvanlarından beklenen bir biçimde mücadele vermek ve sürünün gençlerini dünyaya getirmek gibi yalnızca çalışmak ve insan doğumlarını taşımak için gönderilmiş insan görünümlü hayvan düzeyinden çok da üst bir seviyede bulunmayan bir toplumsal konuma sahipti. Kırsal çağların insanları sahip oldukları hayvan sürüleri için büyük bir sevgi beslemektelerdi; bu hayvanlara besledikleri sevgi karşısında kadınları için daha derin sıcak duyguları geliştirememiş olmaları ne kadar acınası bir durumdur.
68:5.9 (769.1) 4. Tarım Aşaması. Bu çağ bitkilerin evcilleştirilmesiyle başlamış olup, maddi medeniyetin en yüksek türünü temsil etmektedir. Caligastia ve Âdem’in ikisi de, bahçecilik ve tarımcılığı öğretmeye çabalamışlardır. Âdem ve Havva bahçecilik ile uğraşmaktalardı, hayvanları gütmemektelerdi; ve bahçecilik, bahse konu zamanların gelişmiş bir kültürüydü. Bitkilerin büyümesi, insan türlerinin tüm ırkları üzerinde asilleştirici bir etki bırakmaktadır.
68:5.10 (769.2) Tarım, dünyanın kara-insan oranını dört katından daha fazla bir düzeye yükseltmişti. Tarım yaşamı, önceki kültürel aşamanın kırsal yaşam amaçlarıyla bütünleşebilmektedir. Bahsi geçen üç aşama bütünleştiğinde, erkekler avcılık yapmakta kadınlar ise toprağı sürmektedir.
68:5.11 (769.3) Sürüyü güden insanlar ile toprağı süren bireyler arasında her zaman bir anlaşmazlık durumu mevcut olmuştur. Avcılar ve sürüyü güdenler, savaşçıl bir biçimde saldırgan bireylerdi; tarımla uğraşan birey ise daha çok barışı arzulayan bir türdü. Hayvanlar ile birleşme mücadele ve kuvveti beraberinde getirmektedir; bitkiler ile birleşme sabrı, sakinliği ve barışı yavaş yavaş kanıksatmaktadır. Tarım ve üretim, barışın etkinlikleridir. Ancak toplumsal etkinlikler olarak onların ikisinin de zayıf noktası, heyecan ve serüveni içlerinde barındırmamalarıdır.
68:5.12 (769.4) İnsan toplumu, avcılık düzeyinden sürü iradeciliği boyunca tarımın toprak aşamasına doğru evirilme göstermiştir. Ve bu ilerleyici medeniyetin her aşaması, gittikçe azalan sayılarda varlığını sürdüren göçebeliği içinde barındırmıştır; evlerde yaşamaya başlayan insanların sayıları sürekli olarak artış göstermiştir.
68:5.13 (769.5) Ve mevcut an içerisinde, artan şehirleşme ve vatandaşlık sınıflarının tarımsal olmayan topluluklarının çoğalımı ile sonuçlanan bir biçimde sanayi tarımı desteklemektedir. Ancak bir sanayi çağını yönlendirenler en yüksek toplumsal gelişmelerin her koşulda güçlü bir tarım temeline dayanmak zorunda oluşunu tanımada başarısız olursalar, bu sanayi çağı hayatta kalmayı ümit dahi edemez.
68:6.1 (769.6) İnsan, doğanın bir çocuğu olarak toprağın bir yaratılmıştır; karadan ne kadar kararlı bir biçimde kaçmaya çalışırsa çalışsın, son kertede o kesinlikle başarısızlığa uğrayacaktır. “Topraktan geldiniz ve yine toprağa döneceksiniz” ifadesi, insan türünün hepsi için gerçek anlamıyla doğruluk taşımaktadır. İnsanın temel mücadelesi; geçmişte olduğu, bugün gerçekleştiği ve gelecekte her zaman mevcut olacağı gibi kara için verilecektir. İlkel insan varlıklarının ilk toplumsal birliktelikleri, kara mücadelelerinden zaferle ayrılmak için gerçekleştirilmişti. Kara-insan oranı her toplumsal medeniyetin oluşumuna kaynaklık etmektedir.
68:6.2 (769.7) Sanat ve bilim araçları vasıtasıyla insanın usu, toprağın verimliliğini arttırmıştır; bu gelişme ile eş zaman içerisinde insan doğumundaki doğal artış bir ölçüde denetim altına alınmış, ve böylece kültürel bir medeniyet inşa etmek için besin ve boş zaman koşulları sağlanmıştır.
68:6.3 (769.8) İnsan toplumu; nüfusun toprak sanatları ile doğru, hâkim ortak yaşam koşullarıyla ters orantılı bir biçimde çeşitlilik göstermesi zorunluluğunu emreden bir yasa tarafından denetlenmektedir. Bu öncül çağlar boyunca, hatta mevcut zamana kıyasla daha fazla bir biçimde, insanlar ve onların yaşadıkları toprak ile ilgili arz ve talep denge yasası ikisinin de değerini belirlemişti. Kullanılmayan kara parçası biçiminde toprağın bol olduğu zaman zarfında insanlara duyulan ihtiyaç oldukça fazlaydı; ve bu nedenle insan yaşamının değeri daha fazla yükselmişti; böyle olduğu için yaşamın yitirilmesi daha çok ürkütücü bir niteliğe sahipti. Toprak azlığı ve onunla ilişkili aşırı derecedeki nüfusun var olduğu dönemlerde savaşa, kıtlığa ve salgına daha az önem atfedilecek kadar insan yaşamı göreceli olarak değersizleşmişti.
68:6.4 (770.1) Topraktan elde edilen üretim azaldığında veya nüfus artış gösterdiğinde, kaçınılmaz mücadele tekrar ortaya çıkmaktadır; insan doğasının bilinen en kötü nitelikleri gün yüzüne çıkmaktadır. Mekanik sanatların genişlemesi biçiminde toprak üretimindeki ilerleme ve nüfusun azalması bir bütün olarak, insan doğasının daha iyi yönlerinin gelişmesini destekleme eğilimi göstermektedir.
68:6.5 (770.2) Sınır toplumu, insanlığın yeteneksiz olan yönünü sivrilmektedir; ruhsal kültür ile birlikte güzel sanatlar ve doğru bilimsel ilerlemenin tümü en iyi biçimde; genel kara-insan oranına kıyasla bir parça alt düzeyde bulunan bir tarım ve sanayi toplumu tarafından yaşamın desteklendiği koşullar içerisinde geniş yerleşim merkezlerinde büyüme göstermektedir. Şehirler her zaman, sakinlerinin iyi veya kötü yönde sahip olduğu güçleri çoğaltmaktadır.
68:6.6 (770.3) Ailenin büyüklüğü her zaman, ortak yaşam koşullarından etkilenmektedir. Ortak yaşam şartları iyileşme gösterdiği zaman aile, sabit düzeye veya diğer bir değişle kademeli nesil tükeniş seviyesine kadar varan bir doğrultuda küçülme göstermektedir.
68:6.7 (770.4) Ortak yaşam koşulları en başından mevcut zamana kadar çağlar boyunca, yalın niceliğe tezat oluşturan bir biçimde yaşam mücadelesi veren bir nüfusun niteliğini belirlemiştir. Yerel sınıfın sahip olduğu ortak yaşam koşulları, yeni örf ve adetler biçiminde yeni toplumsal tabakalaşmanın açığa çıkışına kaynaklık etmektedir. Ortak yaşam koşulları çok karmaşık veya çok şatafatlı olduğunda, insanlar hızla intihara meyilli hale gelmektedir. Toplumsal tabakalaşma, yoğun nüfusun ürettiği çetin rekabete ait yüksek toplumsal baskının doğrudan sonucudur.
68:6.8 (770.5) Öncül ırklar, nüfusu kısıtlamak için tasarlanan uygulamalara sıkça başvurmak zorunda kaldılar; ilkel kabilelerin tümü çarpık doğan veya iyileşmeyecek hastalıklara sahip olan çocukları öldürmüştü. Kız bebekler, eş alımı zamanından önce sıkça başvurulan bir biçimde öldürülmekteydi. Çocuklar zaman zaman doğum anında boğulmaktaydı, ancak öldürme uygulaması için gözde yöntem yiyecek ve giyecek olmadan onları doğada açıkta bırakmaydı. İkizlerin babası genellikle çocuklarından birinin öldürülmesinde ısrar etmekteydi; çünkü bir seferde gerçekleşen çoklu doğumların, büyü veya sadakatsizlik soncunda meydana geldiğine inanılmaktaydı. Buna rağmen aynı cinsiyette dünyaya gelmiş ikizlerin yaşamı bir kural olarak bağışlanmaktaydı. İkizler hakkındaki bu tabular her ne kadar bir dönem içerisinde neredeyse evrensel niteliğe sahip olmuşsa da, onlar hiçbir zaman Andonsal adetlerin bir parçası haline gelmemiştir; bu insanlar ikizleri her zaman, iyi şansın habercileri olarak görmüşlerdir.
68:6.9 (770.6) Birçok ırk çocuk düşürme yöntemini öğrenmişti; ve bu uygulama, evli olmayan çiftler arasında çocuk doğumuna dair tabunun yerleşmesinden sonra oldukça yaygın hale gelmişti. Evlenmemiş bir kadının çocuğunu öldürmesi uzun süreler boyunca yerine getirilen bir adetti; ancak daha medeni topluluklar arasında yasal olmayan bu çocuklar, doğumu yapan bireyin annesinin vesayetine alınmıştı. Birçok ilkel kavim, çocuk düşürme ve çocuk öldürme uygulaması yüzünden neredeyse tamamen yok olmuştu. Ancak adetlerin dayattığı emirlere rağmen, en başından beri çok az sayıdaki çocuk bir kez emzirildikten sonra öldürülmüştür — anne sevgisi fazlasıyla güçlüdür.
68:6.10 (770.7) Yirminci yüzyılda bile, bu ilkel nüfus denetiminin kalıntıları varlığını sürdürmektedir. Avustralya’da, iki veya üç çocuktan fazlasını yetiştirmeyi reddeden annelere sahip bir kabile bulunmaktadır. Yakın bir zaman önce her doğan beşinci çocuğu yiyen insan etiyle beslenen bir kabile bulunmaktaydı. Madagaskar’da bazı kabileler hala, belirli şansız günlerde doğan çocukların hepsini yok etmektedirler; bu uygulama, doğan tüm bebeklerin yaklaşık olarak yüzde yirmi beşinin ölmesiyle sonuçlanmaktadır.
68:6.11 (770.8) Bir dünya bütünlüğünden bakıldığında nüfus fazlalığı geçmişte hiçbir zaman ciddi bir sorun teşkil etmemiştir; ancak savaşlar azaltıldığında ve bilim artan bir biçimde insan hastalıklarını denetim altına aldığında, gelecek zaman içerisinde nüfus fazlalığı ciddi bir sorun haline gelebilir. Bu türden bir zaman zarfında dünya önderliğinin sahip olduğu bilgeliğin vereceği büyük bir sınav kendisini gösterecektir. Urantia yöneticileri; olağanüstü insanların aşırı uçlardaki örneklerini ve olağan düzeyin altında bulunan insanların devasa sayıda artan topluluklarını desteklemek yerine olağan veya diğer bir değişle istikrara kavuşmuş insan varlığını güçlendirme kavrayış ve cesaretine sahip olacaklar mı? Olağan insan desteklenmelidir; olağan insan, medeniyetin omurgası ve ırkın sahip olduğu değişken dâhilerin kaynağıdır. Olağan düzeyin altında bulunan insan, toplumunun denetimi altında tutulmalıdır; bu insanların, hayvan düzeyinin üstünde bir usu gerektiren ancak insan varlıklarının yüksek türleri için gerçek köleliği ve esareti yaratacak bayağı taleplerde bulunan görevler biçiminde üretimin daha alt seviyelerini idare etmekten fazlası üretilmemelidir.
68:6.12 (771.1) [Urantia üzerinde belirli bir zaman zarfında konumlanmış olan bir Melçizedek tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
69. Makale
69:0.1 (772.1) DUYGUSAL olarak insan; mizahı, sanatı ve dini takdir edebilme yetisi içinde hayvan atalarını aşan bir düzeyde bulunmaktadır. Toplumsal olarak insan; alet yapıcı, iletişim kurucu ve kurum inşa edici bir varlık olarak üstünlüğünü sergilemektedir.
69:0.2 (772.2) İnsan varlıkları uzun süre boyunca toplumsal birliktelikleri idare ettikleri zaman, bu türden birleşmeler her zaman kurumsallaşma ile neticelenen belirli etkinlik eğilimlerinin yaratılmasıyla sonuçlanmıştır. İnsanın sahip olduğu kurumların çoğu, aynı zamanda toplum güvenliğinin gelişmesine bir ölçüde katkıda bulunurken çalışmayı kolaylaştırıcı olmuştur.
69:0.3 (772.3) Medeni insan; oluşturduğu kurumların kişiliği, istikrarı ve devamlılığından büyük gurur duymaktadır; ancak insan kurumlarının tümü başlı başına, tabular tarafından muhafaza edilirken ve din aracılığı ile saygınlaştırılırken geçmişin biriktirdiği örf ve adetlerden meydana gelmektedir. Bu türden miraslar gelenek haline gelmekte ve gelenekler ise nihai olarak ortak toplum kabullerine dönüşmektedir.
69:1.1 (772.4) İnsan kurumlarının tümü; içinde kişiliğin gölgelendiği ve özgür birey girişiminin azaldığı aşırı büyümenin bireyin değerini kendisinden elinden alan etkisine rağmen, geçmişteki veya şimdiki bir takım toplumsal ihtiyaca hizmet vermektedir. İlerleyen medeniyetin bu oluşumlarının kendisi üzerinde üstünlük kurmasına izin vermesi yerine, insan kendi kurumlarını denetlemelidir.
69:1.2 (772.5) İnsan kurumları üç sınıfta bulunmaktadır:
69:1.3 (772.6) 1. Birey-korunum kurumları. Bu kurumlar, yiyecek ihtiyacından doğan uygulamalar ve onlar ile iniltili bireyin varlığını idame ettiriş içgüdülerini içine alır. Bu kurumlar; üretim, emlak, kazanç için savaş ve toplumun tüm idari işleyiş düzenlerini kapsar. Elinde sonunda korku içgüdüsü; tabular, gelenekler ve dinsel cezalandırma araçları vasıtasıyla hayat mücadelesinin bu kurumlarının oluşumunu desteklemektedir. Ancak korku, cehalet ve hurafelere olan inanç, insan kurumlarının tümünün öncül doğuşu ve daha sonraki gelişimi içinde dikkate değer bir rol oynamıştır.
69:1.4 (772.7) 2. Birey-çoğalımının kurumları. Bu kurumlar; ırklar sahip olduğu cinsel açlık, annelik içgüdüsü ve daha yüksek sıcak duygulardan doğan toplumsal oluşumlardır. Onlar; aile yaşamı, eğitim, etik ve din olarak ev ve okulun toplumsal koruma düzenlerini içine alır. Bu kurumlar evlilik kabullerini, savunma için gerçekleştirilen savaşları ve ev inşasını kapsar.
69:1.5 (772.8) 3. Birey-tatmininin kurumları. Bu kurumlar gösteriş eğilimleri ve gurur duygularından doğmuş olan uygulamalardır; ve onlar kıyafet ve kişisel süsleniş kabullerini, toplumsal adetleri, ihtişam için verilen savaşları, dansları, eğlenceleri, oyunları ve cinsel tatminin diğer fazlarını içine alır. Ancak medeniyet hiçbir zaman, birey-tatmininin farklılaşmış kurumlarını yaratacak bir biçimde evirilmemiştir.
69:1.6 (773.1) Toplumsal uygulamaların bu üç topluluğu, çok yakın bir biçimde birbirine bağlı ve belirli ilişkiler ağı içerisinde birbirlerine muhtaçtırlar. Urantia üzerinde onlar, tek bir toplumsal işleyiş biçimi olarak faaliyet gösteren karmaşık bir düzeni temsil etmektedirler.
69:2.1 (773.2) İlkel üretim, kıtlığın yıkımına karşı bir teminat yaratacak düzeye yavaşça ilerleyerek gelmiştir. Tarihsel mevcudiyetinin ilk başlarında insan, kıtlık zamanlarına karşı bol bir hasat süresinde yiyecekleri saklamaları gerektiğine dair dersleri bazı hayvanlardan öğrenmeye başlamıştı.
69:2.2 (773.3) Öncül tutumluluk ve ilkel üretimin doğuşundan önce olağan kabile yaşamı yoksulluk ve gerçek sıkıntıyla geçmekteydi. Yiyeceği için öncül insanın hayvan dünyasının bütünüyle rekabet etmesi gerekmekteydi. Rekabet-çekimi, insanı her zaman hayvan düzeyine geri çekmektedir; açlık, insanın doğal ve gaddar sermayesidir. Servet, doğal bir hediye değildir; bu nitelik çalışma, bilgi ve düzenleme sonucunda açığa çıkmaktadır.
69:2.3 (773.4) İlkel insan, birlikteliğin yararlarını anlamada geç kalmamıştır. Birliktelik düzenlemeyle sonuçlanmıştı; ve düzenlemenin ilk sonucu, zamandan ve kullanılan eşyalardan sağlanan doğrudan tasarruf ile birlikte iş bölümüydü. İşgücü üzerinden gerçekleşen bu özelleşmeler, direnç göstermenin azalışını tercih etme biçiminde baskıya olan uyumla ortaya çıkmıştır. İlkel yabansı bireyler hiçbir zaman gerçek bir görevi mutlulukla veya istençli bir biçimde yerine getirmediler. Toplumsal işbölümüne olan uyum onların durumunda ihtiyaçların baskısı sonucunda gerçekleşmişti.
69:2.4 (773.5) İlkel insan ağır çalışmayı sevmemekteydi; ve bu insan, büyük bir tehlike ile karşılaşmadıkça hiçbir şey için çabukluk göstermezdi. Herhangi bir görev için belirli bir zaman sınırı koyma fikri olarak işgücü içerisinde zaman etkeni bütünüyle modern bir kavramdır. İlkel insanlar hiçbir zaman acelecilik sergilememişti. Öncül insanın doğası itibariyle eylemsiz ırkları üretim düzenine çeken şey, yoğun hayatta kalma mücadelesinin ve sürekli gelişen yaşam koşullarının çifte talebiydi.
69:2.5 (773.6) Tasarım çabaları olarak işgücü insanı, uğraşları büyük ölçüde içgüdüsel olan hayvandan ayırmaktadır. İşgücüne olan ihtiyaç insanın sahip olduğu en yüksek lütuftur. Prens’in yönetim görevlilerinin tümü fiziksel bir biçimde çalışmıştı; onlar, Urantia üzerinde fiziksel işgücünün soylulaştırılmasına fazlasıyla katkıda bulunmuştu. Âdem bir bahçıvandı; her şeyin yaratanı ve koruyucusu olarak Museviler’in Tanrı’sı çalışmıştı. Museviler, üretime çok yüksek bir mükâfat koyan ilk kavimdi; onlar, “çalışmayan yememeli” şeklinde emri koyan ilk insan topluluğuydu. Ancak dünya dinlerinin çoğu, eylemsizliğin öncül nihai amacına geri dönmüştü. Jüpiter bir eğlence düşkünüydü; Buda ise, boş zamanda irdeleyici düşünmenin bir tutkunu haline gelmişti.
69:2.6 (773.7) Sangik ırkları, sıcak iklim ormanlarından uzak bir konumda ikamet ettiklerinde oldukça üretimsel topluluklardı. Ancak orada, sihrin tembel tutkunları ile ileriyi düşünenler olarak çalışmanın öncüleri arasında çok uzun yıllar süren bir mücadele mevcuttu.
69:2.7 (773.8) İlk insan öngörüsü; ateş, su ve yiyeceğin muhafazası yönüne çevrilmişti. Ancak ilkel insan doğuştan bir kumarbazdı; bu insan her zaman, hiçbir şey vermeden bir şeyler elde etmeyi arzulamıştı; ve sabırlı uygulamalar sonucu doğan başarı, bu öncül zamanlar boyunca fazlasıyla sıklıkla gerçekleşen bir biçimde büyü ile ilişkilendirilmekteydi. Sihrin yerini öngörüye, öz-denetime ve üretime bırakması yavaş bir şekilde gerçekleşmişti.
69:3.1 (773.9) İlkel toplum içerisinde işlerin bölümlere ayrılışı, ilk olarak doğal ve sonra toplumsal şartlar tarafından belirlenmiştir. İşgücü içinde farklılaşmanın öncül düzeni şuydu:
69:3.2 (774.1) 1. Cinsiyet temelli farklılaşma. Kadının görevi, çocuğun belirleyici mevcudiyeti tarafından belirlenmişti; kadınlar özü itibariyle çocuklarını erkeklerden daha fazla sevmektedir. Böylelikle kadın düzenli çalışan işçi haline gelirken, erkek iş ve istirahatın belirgin farklılaşmasının gözlendiği dönemler boyunca çalışarak avcı ve savaşçı haline gelmiştir.
69:3.3 (774.2) En başından başlayarak bugüne kadar çağlar boyunca tabular, kendi yaşam alanı içinde kadını katı bir biçimde tutma yönünde işlemiştir. Erkek kendisi için en uygun görevi olabilecek en bencil biçimde seçmiş ve geride kalan gündelik angarya işleri kadına vermiştir. Erkek her zaman kadının işini yapmaktan utanç duymuştur; ancak kadın, erkeğin görevini yapmada herhangi bir isteksizliği hiçbir zaman göstermemiştir. Ancak garip bir biçimde, erkek ve kadınlar evin inşasında ve onun döşenmesinde her zaman beraber çalışmışlardır.
69:3.4 (774.3) 2. Belirli Çağa ve hastalık şartlarına göre değişiklik. Bu türden farklılıklar, işgücünün bir sonraki bölünmesini belirlemiştir. Yaşlı insanlar ve kötürümler ilk olarak alet ve silahların üretilme işine aktarılmıştı. Bu insanlar daha sonra, sulama yapılarının inşası için görevlendirilmişlerdi.
69:3.5 (774.4) 3. Din temelli farklılaşma. Sağlıkçılar, fiziksel uğraşlardan muaf tutulan ilk insan varlıkları olmuştu; onlar, öncü uzman sınıf üyeleriydiler. Demir ustaları, büyücüler gibi sağlıkçılar ile rekabet eden küçük bir topluluktu. Bu ustaların metaller ile çalışma yeteneği, insanları onlardan korkar bir hale getirmişti. “Beyaz demir ustaları” ve “siyah demir ustaları, beyaz ve siyah büyüye dair ilk inançlara kaynaklık etmiştir. Ve bu inanç daha sonra, iyi veya kötü ruhaniyetler olarak iyi ve kötü hayaletlere dair hurafeyi içine alır bir hale gelmiştir.
69:3.6 (774.5) Demir ustaları, özel ayrıcalıkları memnuniyetle deneyimleyen ilk din-dışı topluluktu. Onlar savaş zamanında tarafsız bireyler olarak görülmüştü; ve bu ilave boş zaman, ilkel toplumun siyasetçileri olarak onların bir sınıf haline gelmesine yol açmıştı. Ancak bu ayrıcalıkları ciddi bir biçimde kötüye kullanmaları sonucunda demir ustaları herkes tarafından nefret edilen bir konuma gelmişti; ve sağlıkçılar, rekabet içinde bulunduğu insanlara olan nefreti körüklemede hiç vakit kaybetmediler. Bilim ve din arasındaki ilk mücadelede (hurafeler olarak) din galip gelmiştir. Köylerinden atıldıklarından sonra demir ustaları, yerleşkelerin uç bölgelerinde kamuya açık pansiyonlar olarak ilk konakları idare ettiler.
69:3.7 (774.6) 4. Efendi ve köle. İşgücünün bir sonraki farklılaşması, galip ve mağlup ilişkilerinden doğmuştur; ve farklılaşma insan köleliğinin başlangıcı anlamına gelmiştir.
69:3.8 (774.7) 5. Çeşitli fiziksel ve akılsal kazanımlar temelli farklılaşma. İşgücünün bir sonraki düzeyde gerçekleşen farklılaşması, insanlar arasındaki içkin farklılıklar temelinde gerçekleşmiştir; insan varlıkların hiçbiri eşit doğmamaktadır.
69:3.9 (774.8) Üretimde ilk uzmanlar, çakmaktaşı yontucuları ve taş ustalarıydı; bunların hemen ardından demir ustaları gelmekteydi. Bu özelleşmeleri takiben topluluk uzmanlaşması gelişmiştir; aile ve kavimlerin tamamı, işgücünün belirli kollarına kendilerini adamıştı. Kabilesel sağlıkçılardan ayrı olarak din adamlarının ilk tabakalaşmalarından biri kaynağını, uzman kılıç ustalarının bir ailesinin hurafelerin önemini yüceltmesinden almıştı.
69:3.10 (774.9) Üretimdeki ilk topluluk uzmanları, kaya tuzu tüccarları ve çömlekçiler olmuştu. Kadınlar basit çömlekleri yaparken, erkekler onların süslü olanlarını üretmekteydi. Bazı kabileler arasında dikiş işleri ve dokumacılık kadınlar tarafından gerçekleştirilirken, diğerlerinde ise bu iki el işi erkekler tarafından yapılmaktaydı.
69:3.11 (774.10) İlk tüccarlar kadınlardı; onlar, ticareti ek iş biçiminde yerine getirerek casuslar olarak kullanılmaktalardı. Kısa bir süre sonra ticaret genişledi ve kadınlar toptancılar olarak aracı tüccarlar biçiminde faaliyet gösterdi. Bu gelişmenin ardından, kar için hizmetleri karşılığında komisyon alan tüccar sınıfı açığa çıktı. Topluluk takasının büyümesi para temelli alım satımın gerçekleştiği düzene doğru gelişti; ve ürün alım satımını, kalifiye işgücünün değiş tokuşu takip etti.
69:4.1 (775.1) Zor kullanma ile gerçekleşen evliliği sözleşme ile yapılan evliliğin izleyişi gibi, yağma ile gerçekleşen ürün gaspının yerini takas ticareti aldı. Ancak sessiz takasın öncül uygulamaları ile daha sonraki çağdaş alım satım yöntemleri arasında korsanlığın uzun yıllar süren bir dönemi etkin oldu.
69:4.2 (775.2) İlk takas, tarafsız bir bölgeye ürünlerini bırakan silahlı tüccarlar tarafından gerçekleştirilmişti. İlk pazarları kadınlar düzenledi; onlar ilk tüccarlar olup, bu görev onlara ağır sorumluluk taşıyıcıları oldukları için verilmişti; erkekler savaşçılardı. Ticaretin daha ilk başlarında, tüccarların birbirlerine silah çıkarmalarını önleyecek kadar geniş bir duvar biçimde, alım satım tezgâhları gelişmişti.
69:4.3 (775.3) Sessiz takas için ürünlerin bir araya geldikleri yerlerde koruma için bekleyen bir korkuluk kullanılmıştır. Bu türden pazar yerleşkeleri, hırsızlığa karşı güvenli bölgelerdi; takas veya alım sonucunda gerçekleşen ürün değişimi dışında bu pazarlardan hiçbir ürün dışarıya çıkmamaktaydı; hazır bekleyen bir korkulukla bu ürünler her zaman güvendeydi. İlk tüccarlar kabileleri içinde yaptığı anlaşmalarda dürüst olmaya özen göstermektelerdi; ancak onlar, uzakta yaşayan yabancıları kandırmayı olağan karşılamaktalardı. İlk Museviler bile, kendi dinlerinin mensubu olmayan insanlar ile olan ilişkilerinde ayrı bir etik düzenini tanımışlardı.
69:4.4 (775.4) Çağlar boyunca sessiz takas, insanların kutsal ticaret pazarlarına silahsız olarak gelip buluşmasına kadar devam etti. Bahse konu bu pazar merkezleri sığınak olarak kullanılan yerleşkeler haline geldi; bazı ülkelerde bu yerleşimler daha sonra “mülteci şehirleri” olarak adlandırılmaktaydı. Pazarın olduğu yerleşkeler güvenli ve saldırılara karşı korunaklıydı.
69:4.5 (775.5) İlk ağırlık birimleri, buğday ve diğer hububat taneleriydi. Alışverişin ilk ortak aracı bir balık veya bir keçiydi. Daha sonra inek takasın bir birimi haline gelmişti.
69:4.6 (775.6) Mevcut anda kullanılan yazı, öncül ticaret kayıtlarında doğmuştur; insanın ilk edebiyatı, bir tuz reklamı biçiminde ticaret ile ilgili bir belgeydi. Savaşların ilkinin birçoğu; çakmaktaşı, tuz ve metaller gibi doğal kaynaklar için verilmişti. İlk resmi kabile anlaşması bir tuz kaynağının kabilelerin ortak kullanımına açılışı ile ilgiliydi. Bu gibi anlaşmaların yapıldığı yerler, düşüncelerin dostça ve barışçıl değiş tokuşunun ve çeşitli kabilelerin birbirlerine karışmasının olanağını sağladı.
69:4.7 (775.7) Yazı; düğümlenen şeritler, resim yazıcılığı, hiyeroglifler ve boncuk kemerleri biçimindeki “ileti çubuğu” aşamalarından simgesel alfabenin ilk örneklerine kadar ilerledi. İleti gönderimi; ilkel dumandan başlayarak kurye koşucuları, hayvan binicileri, demir yolları ve uçaklara ek olarak telgraf, telefon ve kablosuz iletişime kadar uzanan bir kapsamda evirilmiştir.
69:4.8 (775.8) Yeni düşünceler ve daha iyi yöntemler, eski tüccarlar tarafından yerleşik bir ikamet bölgesi etrafında uygulanmıştır. Serüven arzusu ile birlikte alım satım, araştırma ve keşfi beraberinde getirmiştir. Ticaret en başından beri, kültürün karşılıklı etkileşimini sağlayarak çok etkili uygarlaştırıcı olmuştur.
69:5.1 (775.9) Sermaye, gelecek için şimdiki zamanın bir tasarrufunda uygulanan emektir. Tasarruf, yaşam idamesi ve hayatta kalma güvencesinin bir türünü temsil eder. Yiyeceklerin saklanması birey-denetimini geliştirmiş olup, sermaye ve işgücünün ilk sorunlarını yaratmıştır. Yiyeceğe sahip olan insan, eğer hırsızlardan sahip olduğu ürünleri koruyabilirse, yiyeceği olmayan insanlar üzerinde bariz bir üstünlüğe sahipti.
69:5.2 (775.10) İlk bankacı, kabilenin cesur bireyiydi. Bu insan birikmiş topluluk hazinelerini bir arada tutarken, kabilenin tamamı bu üyenin barakasını saldırı anında korurdu. Böylelikle bireysel sermaye ve topluluk malvarlığının birikimi doğrudan bir biçimde askeri düzenlemeye yol açtı. İlk başta bu türden önlemler yabancı yağmacılara karşı özel mülkleri korumak için tasarlanmıştı, ancak daha sonra komşu kabilelerin emlaklarına ve diğer malvarlıklarına gerçekleştirilecek saldırıları başlatmak için askeri oluşumu tutma adet haline gelmişti.
69:5.3 (776.1) Sermayenin birikimine yol açan üç temel etken şunlardı:
69:5.4 (776.2) 1. Öngörü ile ilişkili açlık. Yiyecek tasarrufu ve onun muhafazası, gelecek ihtiyaçları sağlamak amacıyla belli bir yönde yeterli öngörüye sahip olanlar için güç ve huzur anlamına gelmekteydi. Yiyecek biriktirme, kıtlık ve felakete karşı yeterli ölçekte güvence sağlamaktaydı. Ve ilkel örf ve adetlerin bütüncül oluşumu gerçekten de, şimdiki zamanı geleceğe bağımlı kılmaya yardım etmek için tasarlanmıştı.
69:5.5 (776.3) 2. Aile sevgisi — aile isteklerini yerine getirme arzusu. Sermaye, bugünün taleplerinin baskısına rağmen geleceğin ihtiyaçlarını sağlamayı güvence altına almak için varlık tasarrufunu temsil etmektedir. Gelecek ihtiyacın bir kısmı, bir bireyin gelecek nesilleri ile ilgili olabilir.
69:5.6 (776.4) 3. Gösteriş — bir bireyin varlık birikimlerini gösterme arzusu. İlave kıyafet, ayırt ediciliğin ilk ölçütlerinden biriydi. Eşya toplayıcılığına ait gösteriş öncül bir biçimde insan gururunu okşadı.
69:5.7 (776.5) 4. Makam — toplumsal ve siyasi saygınlığı satın alma hevesi. Orada; yönetim idaresine karşı birtakım özel hizmet gösterimine bağlı olarak kabul edilen veya açık bir biçimde parayla verilen, ticari kimlik kazanmış bir soyluluk sınıfı türemişti.
69:5.8 (776.6) 5. Güç — üstün olma arzusu. Değerli eşyaları borç olarak verme, bu ilkel zamanlarda yılda yüzde yüz kredi faiz oranına sahip olarak, bir köleleştirme aracı olarak uygulanmaktaydı. Tefeciler, kendilerine borçlu olanlardan daimi bir ordu yaratarak kendilerini kral yapmışlardır. Borçlu olarak hizmet veren işçiler, biriktirilebilecek ilk malvarlığı türlerinden biri olmuştur; ve eski zamanlarda borç köleliği, ölümden sonra bedenin hâkimiyetine bile uzanmıştır.
69:5.9 (776.7) 6. Ölünün sahip olduğu hayaletlerden korku — koruma için din adamları ücreti. İnsanlar öncül olarak, öteki yaşamda ilerleyişlerini gerçekleştirmek için malvarlıklarının kullanılacağına dair bir inanç ile din adamlarına ölüm hediyeleri vermeye başladılar. Din mensuplarının zümresi böylelikle oldukça zengin bir hale geldi; onlar, eski sermaye sahiplerinin en başta gelenlerinden biriydi.
69:5.10 (776.8) 7. Cinsel ilişki dürtüsü — bir veya daha fazla eşi satın alma arzusu. İnsanın ilk ticaret türü kadın alım satımıydı; bu ticaret uzun süreler boyunca at ticaretinden önce varlığını sürdürmüştü. Ancak cinsel ilişki kölelerinde yapılan takas toplumun ilerlemesine hiçbir zaman katkıda bulunmamıştır; bu türden bir değiş tokuş geçmişte, şimdiki olduğu gibi, ırksal bir rezaletti çünkü bu ticaret eş zamanlı olarak aile gelişimini sekteye uğratmış ve üstün ırkların biyolojik zindeliğine zarar vermişti.
69:5.11 (776.9) 8. Birey-tatmininin sayısız türü. Bazı insanlar gücü elde etmeyi sağladığı için mülkiyete sahip olmanın yollarını aramıştır; diğerleri ise kolaylık sağladığı için malvarlığı mücadelesinde bulunmuştur. Öncül insan (ve daha sonrakileri) kaynaklarını şatafat için harcama eğilimini göstermiştir. İçkiler ve uyuşturucular ilkel ırkların ilgisini çekmiştir.
69:5.12 (776.10) Medeniyet geliştikçe insanlar tasarruf için yeni ereklere sahip oldular; yeni istekler, doğuştan gelen yiyecek açlığının yanında hızlı bir biçimde yer etti. Açlık öyle bir şekilde hor görülmekteydi ki, yalnızca zengin insanların öldükleri zaman cennete doğrudan gidebilecek olduklarına inanılmaktaydı. Özel mülkiyet o kadar yüksek bir biçimde değerli görülen bir hale gelmişti ki, gösterişli bir ziyafet vermek insanın lekelenmiş ismini temizleyebilirdi.
69:5.13 (777.1) Servet birikimi öncül bir biçimde, toplumsal farklılaşmanın temel özelliği haline geldi. Belirli kabileler içindeki bireyler, bir tatil gününde tamamını yakarak veya kabile üyelerine karşılıksız dağıtarak sadece etkili bir iz yaratma amacıyla yıllarca malvarlıklarını biriktirmekteydi. Bu türden davranışlar onları büyük insanlar haline getirmişti. Çağdaş insanlar bile Noel hediyelerinin şatafatlı dağıtımından keyif alırken, zengin insanlar iyilikseverlik ve öğrenim oluşturulmuş büyük kurumları yaratmak için bağışta bulunmaktadırlar. İnsanların yöntemleri değişkenlik göstermektedir, fakat onların bu yöndeki eğilimleri neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan varlığını devam ettirmektedir.
69:5.14 (777.2) Ancak eski zamanların zengin insanlarının servetlerinin büyük bir kısmını varlıklarına göz dikmiş insanlar tarafından öldürülme korkusuyla dağıtmış olduğunun belirtilmesi açık bir biçimde ortaya konulmalıdır. Varlıklı insanlar genellikle, servetlerini önemsemedikleri göstermek için dikkate değer sayıdaki kölelerini kurban etmişlerdi.
69:5.15 (777.3) Her ne kadar malvarlığı en başından beri insanı özgürleştirme eğilimi gösterse de, insanın toplumsal ve üretim düzenini büyük ölçüde karmaşıklaştırmıştır. Sermayenin adaletsiz sermayedarlar tarafından kötüye kullanımı, sermayenin çağdaş sanayi toplumunun temeli olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Sermaye ve icatlar vasıtasıyla mevcut nesil, dünya üzerinde şimdiye kadar yaşamış nesillerin hepsinden daha yüksek bir özgürlüğü memnuniyetle deneyimlemektedir. Bu gözlem bir gerçek olarak belirtilmekte olup, düşüncesiz ve bencil sorumlular tarafından gerçekleşen sermayenin birçok yanlış kullanımını haklı çıkarmamaktadır.
69:6.1 (777.4) İlkel toplum — üretimsel, idaresel, dinsel ve askeri olarak — dört bölümü ile birlikte ateşin, hayvanların, kölelerin ve özel mülkiyetin kullanılması ile yükselmişti.
69:6.2 (777.5) Tek bir ilerleme aracı olarak ateş yakma insanı hayvandan sonsuza kadar ayırmıştır; ateş temel insan icadı veya keşfidir. Ateş, hayvanların tümünün korkmuş olduğu gece vakti yerde kalmayı insanın gerçekleştirmesini mümkün hale getirmiştir. Ateş, akşamüzeri gerçekleştirilen toplumsal etkileşimi desteklemiştir; ateş insanları yalnızca soğuktan ve vahşi hayvanlardan korumamış, onlar tarafından aynı zamanda hayaletlere karşı bir güvenlik sağlayıcı olarak kullanılmıştır. İlk başta ateş, ısıdan çok ışık için kullanılmıştır; geri kalmış birçok kabile, tüm gece boyunca yanan bir alev parıltısı olmadan uyumayı reddetmiştir.
69:6.3 (777.6) Ateş; kendisini mahrumiyet içerisinde bırakmadan insanların yanan kömürleri komşularına vermesini mümkün hale getirerek, hiçbir şey kaybettirmeden toplumsal fedakârlığın ilk araçlarını onlara sunan bir biçimde büyük bir uygarlaştırıcıydı. Evin annesi veya en büyük kızı tarafından idare edilen ev ateşi, dikkat ve güvenilirlik gerektiren bir biçimde ilk eğitmendi. Öncül ev, ailenin kalbi olarak aile üyelerinin etrafında toplandığı ateşten oluşmaktaydı, bir binadan değil. Bir evlat yeni bir ev kurduğu zaman, ailenin kalbinden aldığı bir meşaleyi taşımaktaydı.
69:6.4 (777.7) Her ne kadar ateşi keşfetmiş Andon onu bir ibadet aracı olarak görmekten kaçınmış olsa da, kendisinin soyundan gelen birçok unsur aleve tapınacak bir nesne veya ruhaniyet olarak itibar etti. Onlar ateşin sağlık yararlarından faydalanmada başarısız oldular, çünkü onlar çöpleri yakmamaktalardı. İlkel insan ateşten kormuş, onu her zaman hoş tutmaya çalışmış böylece tütsüler yakmıştır. Hiçbir koşul altında ilkel insanlar ateşe tükürmezlerdi; buna ek olarak onlar, yanan bir ateş ile onun karşısında duran kişi arasından geçmezlerdi. Kıvılcım çıkarmak için kullanılan demir piritleri ve çakmaktaşları bile, öncül insan varlıkları tarafından kutsal bir biçimde muhafaza edilmekteydi.
69:6.5 (777.8) Bir alevi söndürmek günahtı; eğer bir baraka alev alırsa, onun yanmasına izin verilirdi. Tapınakların ve mabetlerin ateşi kutsal olup, bir takım afetlerden sonra veya her yıl tekrarlanan bir biçimde yeni ateşin yakılmasının adet olduğu uygulamalar dışında bu yapıların ateşlerinin sönmesine hiçbir zaman izin verilmemişti. Kadınlar din mensupları olarak seçilmekteydi, çünkü onlar ev ateşlerinin koruyucularıydılar.
69:6.6 (778.1) Ev ateşinin tanrılardan inmiş olduğuna dair öncül efsaneler, ateşin ışık yayması sonucu gerçekleşen gözlemlerden doğmuştur. Ateşin doğaüstü kaynağına dair fikirler doğrudan bir biçimde ateşe yapılan ibadet ile sonuçlanmıştır; ve ateş ibadeti, Musa’nın zamanına kadar gerçekleştirilen bir uygulama olarak “ateşin içinden geçme” âdetine yol açmıştır. Ve orada hala, ölüm sonrasında ateşten geçme düşüncesi varlığını sürdürmektedir. Ateş efsanesi; öncül zamanlarda büyük bir birleştirici niteliğinde bulunmuş olup, Farslı insanların simgesel ifadelerinde varlığını hala devam ettirmektedir.
69:6.7 (778.2) Ateş, yemekleri pişirmeye yol açmış olup; “yemekleri çiğ yiyenler” alay etmede kullanılan bir terim haline gelmişti. Ve yiyecekleri pişirme; besinlerin sindiriminde gerekli olan hayati enerji kullanım miktarını azaltmış olup, toplumsal kültürleri üzerinde yoğunlaşmaları için onların bedenlerine kuvvet kattı; bunun karşısında, yiyecekleri sağlamak için gösterilecek olan çabanın hayvanların evcilleştirilmesi vasıtasıyla azalmasıyla, evcilleştirme toplumsal etkinlikler için harcanacak zamanı yarattı.
69:6.8 (778.3) Ateşin, metal yapım işlerinin kapılarını açtığı ve bunun sonrasında buhar gücünün keşfine ek olarak elektriğin bugünkü kullanımlarına yol açtığı unutulmamalıdır.
69:7.1 (778.4) İlk olarak, hayvan dünyasının tamamının insanın düşmanı konumunda değerlendirilmiş olduğu ifade edilmelidir; insan varlıkları, kendilerini vahşi hayvanlardan korumayı öğrenmek zorundalardı. İlk başta insanlar hayvanlarından beslenmişlerdi, ancak daha sonra insanlar hayvanları evcileştirmeyi ve onların kendilerine hizmet vermelerini sağlamayı öğrenmişti.
69:7.2 (778.5) Hayvanların evcilleştirilmesi neredeyse şans eseri gerçekleşmişti. Yabansı insanlar, Amerikalı Kızılderililerin yaban öküzlerini avlayışına benzer bir biçimde hayvan sürülerini avlamaktalardı. Hayvan sürüsünün etrafını çevreleyerek onları denetim altına alıp, böylelikle gerektiği zaman onları öldürmeye yetkin hale gelmişlerdi. Daha sonra ağıllar inşa edilmiş ve sürülerin hepsi ulaşılabilir hale gelmişti.
69:7.3 (778.6) Birtakım hayvanları evcilleştirmek kolaydı; ancak fil gibi birçok tür esaret altında doğum vermemekteydi. Daha ileri zamanlarda hayvanların belirli türlerinin insan mevcudiyetine girmeyi kabul ettikleri ve esaret alında doğum verdikleri keşfedildi. Hayvanların evcilleştirilmesi böylelikle, Dalamatia zamanlarından beri oldukça büyük ilerleme sağlanmış olan bir sanat biçiminde seçimsel üreme vasıtasıyla sağlanmıştı.
69:7.4 (778.7) Köpek evcilleştirilen ilk hayvan olmuştu; bir avcıyı bütün gün boyunca takip eden belirli bir köpeğin nihayeten onun evine akşam geri dönüşüyle birlikte evcilleştirmenin zorlu deneyimini başlamıştı. Çağlar boyunca köpekler; yiyecek, avcılık, taşıma ve dostluk amacıyla kullanılmıştı. İlk başta köpekler sadece ulumaktaydı, ancak daha sonra onlar havlamayı öğrendiler. Köpeğin keskin burnu, onların ruhani unsurları görebildiğine dair bir ancın doğmasına neden oldu; ve böylelikle tapınılacak köpek inanışları doğmuştu. Bekçi köpeklerinin kullanılması kavimin tamamının gece uyuyabilmesini ilk kez mümkün kılmıştı. Bunun sonrasında evleri ruhani unsurlara ek olarak maddi düşmanlara karşı korumak amacıyla bekçi köpekleri kullanmak adet haline gelmişti. Bir köpek havladığı zaman insan veya hayvanın yaklaşmakta olduğuna inanılmaktaydı; ancak aynı köpek uluduğu zaman, ruhani unsurların yakında olduğu düşünülmekteydi. Şimdi bile birçok insan, gece vakti bir köpek ulumasının ölümün işareti olduğuna hala inanmaktadır.
69:7.5 (778.8) Erkek bir avcı olduğunda, kadınlara oldukça iyi davranmaktaydı; ancak hayvanların evcilleştirilmesinden sonra, Caligastia kargaşalığının da etkisiyle, birçok kabile kadınlarına utanç verici bir biçimde davranmıştı. Onlar kadınlarını, tıpkı hayvanlarına davrandıkları gibi, bir fazlalık olarak görmekteydiler. Erkeğin bu dönemdeki kadına zalimce davranışı, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden bir tanesini oluşturmaktadır.
69:8.1 (778.9) İlkel insan, akranlarını köleleştirmede hiçbir zaman çekince göstermemiştir. Kadın, bir aile kölesi olarak açığa çıkan ilk köleydi. Kırsal yaşam erkeği, kendisinin alt düzeyde bulunan cinsel ilişki eşi olarak kadını köleleştirmişti. Bu türden cinsel ilişki köleliği doğrudan bir biçimde, erkeğin kadına olan bağımlılığının azalmasından kaynaklanmıştı.
69:8.2 (779.1) Yakın bir zaman önce kölelik, savaş galibinin dinini kabul etmeyen asker tutukluların kaderiydi. Daha önceki zamanlarda mahkûmlar; ya yenilmekte, ölene kadar işkenceye uğramakta, birbirleriyle dövüştürülmekte, ruhaniyetlere kurban verilmekte ya da köleleştirilmekteydi. Kölelik, katliam ve insan yeme karşısında büyük bir gelişmeydi.
69:8.3 (779.2) Kölelik, savaş eserlerine olan bağışlayıcı tutum içerisinde ileri bir aşamaydı. Erkekler, kadınlar ve çocukların tamamının katliamı ile sonuçlanan Ai’nin tuzağı sonrası savaş galibinin gösteriş arzusunu tatmin etmek için kurtarılan tek kral, sözde medeniyetleşmiş insanlar tarafından bile uygulanan vahşi insan katliamının şüphe götürmez bir resmidir. Bashan kralı tarafından Og’a gerçekleştirilen saldırı, bahsi geçmiş olay karşısında eşit derecede korkunç ve büyüktü. Museviler düşmanlarını, tüm özel eşyalarını ganimet olarak toplayarak düşmanlarını “tamamen yok etmişti.” Onlar, “erkeklerin hepsinin kökünün kazılması” korkusunu yayarak şehirlerinin hepsini zorunlu vergiye bağlamıştı. Ancak daha az kabile bencilliğine sahip olan çağdaş kabilelerin çoğu uzun bir süreden beri üstün esirlerin topluma kazandırılma uygulamasına başlamış haldeydi.
69:8.4 (779.3) Amerikalı kırmızı insanlar gibi avcı bireyler, köleleştirme uygulamasını gerçekleştirmemiştir. Bu insanlar, esirleri ya topluluklarının arasına katmış ya da onları öldürmüştür. Kölelik, kırsal yaşama uyum sağlamış insanlar arasında yaygın bir uygulama değildi; çünkü onlar çok az işgücüne ihtiyaç duymaktalardı. Savaş zamanı sürü sahipleri, erkek esirlerin hepsini öldürme ancak yalnızca kadın ve çocukları köleleştirme gibi bir uygulamayı takip etmişlerdi. Musevi yasa, bu kadın savaş esirlerinin ev hanımları yapılmasına dair özel yönergeleri taşımıştı. Şayet eğer evlilikte başarısız olurlarsa bu esirler gönderilebilmekteydi; ancak — en azından medeniyette bir ilerleme olarak — Museviler’in bu türden reddedilmiş eşleri köle biçiminde satmalarına izin verilmemişti. Her ne kadar Museviler’in toplumsal ortak kabulleri olgunlaşmamış bir düzeyde bulunsa da, bu ortak kabuller çevre kabilelerinkinden oldukça yüksek bir seviyedeydi.
69:8.5 (779.4) Sürü sahipleri ilk sermayedarlardı; onların sürüleri sermayeyi temsil etmiş, — sürülerin doğal yollardan çoğalımı biçiminde — sermaye üzerinden elde edilen faiz ile yaşamışlardı. Ve onlar, kölelerin veya kadınların bu servetin bakım işiyle ilgilenmelerine güvenme meyli göstermemişlerdir. Ancak daha sonra onlar erkek mahkûmları ayırmış ve onları toprağı ekmeye zorlamışlardır. Bu uygulama, insanın toprağa bağlılığı biçiminde serfliğin öncül kökenidir. Afrikalı insanların toprağı işlemesini öğretmek oldukça kolaydı; bu nedenle onlar büyük bir köle ırkı haline geldi.
69:8.6 (779.5) Kölelik, insan medeniyet zinciri içerisinde hayati öneme sahip bir halkaydı. Kölelik, toplumun kargaşa ve tembellikten düzen ve medeni etkinliklere geçtiği bir köprüydü; kölelik, geride kalmış ve tembel insanları çalışmaya itip ve böylece onların üst bireylerinin toplumsal gelişimi için refahı ve boş zamanı yaratmıştır.
69:8.7 (779.6) Kölelik kurumu insanı, ilkel toplumun düzenleyici işleyiş biçimlerini icat etmeye itmiştir; bu kurum, hükümetin ilk oluşumlarının meydana gelmesine kaynaklık etmiştir. Kölelik; güçlü bir düzenleyişi gerektirmekte olup, Avrupa’nın Orta Çağları boyunca derebeylerinin köleleri denetleyememesi sonucunda neredeyse tamamen ortadan kalmıştır. İlkel çağların gelişmemiş kabileleri, bugünün Avustralya yerlileri gibi, hiçbir zaman kölelere sahip olmamıştır.
69:8.8 (779.7) Bu dönemde köleliğin baskıcı olduğu doğrudur; ancak köleliğin okullarında insanlar üretimi öğrenmişlerdir. Nihai olarak köleler, yaratmaya oldukça gönülsüz bir biçimde katkıda bulundukları yüksek bir toplumun güzelliklerini paylaştılar. Kölelik, kültür ve toplumsal kazanımın bir düzenini yaratmaktadır; ancak bu yaratımdan sonra yakın bir zaman içerisinde kölelik, toplumsal hastalıkların tümü içinde en ağırı olarak topluma içeriden saldırmaktadır.
69:8.9 (779.8) Makine alanındaki çağdaş icatlar, köleliği gerici kılan değişimi beraberinde getirdi. Kölelik, çok eşlilik gibi, gerçekliğini kaybetmektedir; çünkü kölelikte emeğin maddi bir takdiri sunulmamaktadır. Ancak köleliğin çok sayıdaki unsurunu ansızın bir biçimde özgür bırakmanın zarar verici olduğu her zaman kanıtlanmıştır; kölelerin kademeli bir biçimde özgürleştirilmesi sağlandığında daha az kargaşa çıkmaktadır.
69:8.10 (780.1) Bugün insanlar toplumsal köleler değillerdir; ancak insanların binlercesi onları borç ve yükümlülük altına sokup köleleştirmeyi arzulamaktadır. Bilinçsiz yapılan kölelik, dönüşüme uğraşım üretim uşaklığının yeni ve gelişmiş bir türüyle sonuçlanmıştır.
69:8.11 (780.2) Toplumun nihai amacı evrensel özgürlük iken, tembellik hiçbir zaman hoş görülmemelidir. Yetkin bedene sahip olan bireylerin tümü, en azından yaşamlarını idame ettirecek düzeyde bir işi yapmaya zorlanmalıdırlar.
69:8.12 (780.3) Çağdaş toplum geriye gitmektedir. Kölelik neredeyse tamamen ortadan kalmıştır; evcilleştirilmiş hayvanlar yok olmaktadır. Medeniyet gücü elde etmek için cansız dünya olarak ateşe geri dönmektedir. İnsan yabansı düzeyinden ateş, hayvanlar ve kölelik aracılığıyla yükselmişti; ancak insanlar bugün, kölelerin yardımı ve hayvanların desteğini bir kenara iterek geldiği konuma geri dönmektedirler; bunun karşısında insanlar, doğanın temel hazinelerinden zenginlik ve gücün yeni sırları ve kaynaklarını zorla elde etmeye çabalamaktadır.
69:9.1 (780.4) İlkel toplum neredeyse tamamen ortak paylaşımcı bir halk niteliğine sahipken, ilkel insan komünizmin çağdaş savları uyarınca yaşamamıştı. Bu öncül zamanların paylaşımcı toplumu ne yalın bir kuram, ne de toplumsal öğretiydi; bu toplum, basit ve işlevsel nitelikte kendiliğinden gerçekleşen uyum sonucunda açığa çıkmış bir gelişimdi. Bu dönemin paylaşımcı toplumu yoksulluk ve yoksunluğu önledi; dilencilik ve fuhuş, bu ilkel toplumlar arasında bilinmemekteydi.
69:9.2 (780.5) İlkel paylaşımcı toplum bilinç dâhilinde, insanları aynı düzeye indirgeyerek onları eşit bir konuma getirmedi; buna ek olarak o, yetersiz durumlara olan tamahkârlığı yüceltmedi; ancak bu toplum eylemsizlik ve tembelliği mükâfatlandırıp, üretimin gelişmesini engellemeye ek olarak geleceğe dair taşınan umut dolu amaçları yok etti. Paylaşımcı toplum, ilkel toplumun yükselmesinde hayati derecede öneme sahip bir iskeleydi; ancak bu toplum daha yüksek bir toplum düzenin evrimleşmesine yol açtı, çünkü bu paylaşımcı toplum yapısı insanın şu dört güçlü eğilimine karşı gelmekteydi:
69:9.3 (780.6) 1. Aile. İnsan sadece malvarlığını arttırmayı arzulamamaktadır; insan sahip olduğu malları nesillerine bırakmayı derinden istemektedir. Ancak öncül paylaşımcı toplumlarda bir insanın sahip olduğu sermaye ölümü üzerine, ya doğrudan bir biçimde harcandı ya da topluluk üyeleri arasında paylaştırıldı. Orada, — miras vergisinin yüzde yüz olduğu bir biçimde — özel mülkiyetin mirası bulunmamaktaydı. Daha sonraki sermaye birikimi ve özel mülkiyetin mirasına dair gelenekler, farklılaşmış bir toplumsal ilerlemeydi. Ve bu durum, daha sonra sermayenin kötüye kullanılmasından doğan büyük istismarlara rağmen gerçektir.
69:9.4 (780.7) 2. Dinsel eğilimler. İlkel insan aynı zamanda, bir sonraki dünyada yaşamına başlamak için özel mülkiyetini bir çekirdek olarak kurmayı arzuladı. Bu amaç, bir insanın yanında kişisel eşyalarının neden gömüldüğüne dair uzun yıllar süren âdeti açıklamaktadır. İlkel insanlar, sadece zengin insanların doğrudan zevk ve sefaya ek olarak saygınlık içinde yaşamdan sonra varlıklarını devam ettirdiklerine inanmaktalardı. Özellikle Hıristiyan öğretmenler olarak, açığa çıkarılmış dinin eğitmenleri; fakirlerin zenginler ile bir eşit düzeyde kurtuluşa erişebileceklerini duyuran ilk bireylerdi.
69:9.5 (780.8) 3. Özgürlük ve boş zamana sahip olma arzusu. Toplumsal evrimin daha önceki zamanlarında toplum arasında birey kazanımlarının paylaştırılması neredeyse bir kölelik düzeyindeydi; çalışanlar, tembeller için köleleştirilmişti. İsraf eden bireylerin sürekli olarak tutumluların üzerinden geçinmesi paylaşımcı toplumun kendisini ortadan kaldırışıyla sonuçlanacak bir zaaftı. Bugünkü zamanlarda bile savurgan insanlar, (tutumlu olup vergisini ödeyen bireyler biçiminde) kendilerine bakılması için devlete muhtaçlık duymaktadırlar. Sermayeye sahip olmayan insanlar hala diğerlerinden kendilerini doyurmalarını beklemektedirler.
69:9.6 (780.9) 4. Güvenlik ve gücü elde etme dürtüsü. Paylaşımcı toplumsal düzen nihai olarak, kabilelerinin beceriksiz olan tembel insanlarına yaptıkları kölelikten bir kaçış uğraşı içinde çeşitli hilelere başvurmak zorunda kalmış ilerleyici ve başarılı bireylerin aldatıcı uygulamalarıyla yıkılmıştır. Ancak ilk başta kişisel eşya biriktirme uygulamalarının tümü gizli bir biçimde yapılmaktaydı; ilkel dönemlerde yaygın güvenlik yoksunluğu, malvarlıklarının görülebilen yerlerde birikmesini engelledi. Ve daha sonraki dönemde bile, sermayenin çok büyük bir miktarını yığmak en tehlikeli uygulamaydı: kral kesin bir biçimde, birtakım suçlamalarla bahaneler yaratarak zengin bir insanın servetine el koyardı; ve varlıklı bir insan öldüğünde, bir miras vergisi olarak ailenin toplum refahına veya krala büyük bir meblağı bağışladığı vakte kadar cenaze töreni bekletilirdi.
69:9.7 (781.1) İlk zamanlarda kadınlar paylaşımcı toplumun ortak mülkiyetiydi; ve anne aile kurumunda baskın bir konumdaydı. Öncül toplum önderleri; tüm toprakların sahibi olmuş, ve böylelikle kadınların hepsinin iyeleri haline gelmişlerdir; evlilik, kabile yöneticisinin rızasını gerektirmekteydi. Paylaşımcı toplumun dağılmasıyla birlikte kadınlar bireysel olarak değerlendirilmeye başlamıştı; ve baba kademeli olarak aile denetimini üstlenmişti. Böylelikle ev kurumu öncül oluşumuna başlamıştı; ve varlığını sürdüregelmiş çokeşlilik geleneklerinin yerini kademeli olarak tekeşlilik almıştı. (Çokeşlilik, evlilikte kadının köle olduğu durumun uzantısıdır. Tekeşlilik ise; ev kurulumu, çocuk yetiştirilimi, karşılıklı kültür ve birey gelişiminin seçkin oluşumu içinde bir erkek ve bir kadının benzersiz birlikteliğinin köleliğe dayanmayan en yüksek amacıdır.)
69:9.8 (781.2) İlk başta kullanılan araç ve gereçlere ek olarak silahları içine alan bir biçimde özel eşyaların tümü, kabilenin ortak malıydı. Özel eşyalar ilk olarak, kişisel biçimde dokunulan şeylerin tümünü kapsamaktaydı. Eğer bir yabancı bir bardaktan içki içerse, bundan böyle o bardak onun olurdu. Daha sonra, kanın aktığı yerlerin tümü yaralanan kişi veya toplulukların özel mülkiyeti haline gelmiştir.
69:9.9 (781.3) Özel mülkiyet böylelikle en başından beri saygı duyulan bir konumdaydı, çünkü bu türden malvarlıklarının sahibinin kişiliğini taşıdığı varsayılmaktaydı. Özel mülkiyete dair dürüstlük, bu türden bir hurafe üzerine güvenilir bir biçimde dayanmaktaydı; bir kişinin sahip olduğu eşyalarını korumak için herhangi bir polise ihtiyaç duyulmamaktaydı. Her ne kadar insanlar diğer kabilelerin mallarını gasp etmede çekince göstermese de, topluluk arasında hırsızlık bulunmamaktaydı. Özel mülkiyet ilişkileri ölümle sona ermemekteydi; ilk başta ölünün sahip olduğu kişisel eşyalar yakılmış, sonra onlarla bir gömülmüş ve daha sonrasında ise hayatta kalan aile veya kabile tarafından miras yoluyla devralınmıştır.
69:9.10 (781.4) Kişisel süs eşyaları, büyü gücüne sahip olanlarının giyilmesinden kaynağını almaktadır. Hayalet korkusuna ek olarak gösteriş, özel mülkiyet eşyalarının ihtiyaçlardan daha değerli görülmesi gibi bireyin gözdesi olan sihirli eşyalardan kendisini kurtarmayı amaçlayan her girişime karşı onun direnişine yol açmıştır.
69:9.11 (781.5) Bireyin uyuduğu mekân, insanın sahip olduğu ilk özel mülkiyetlerden biriydi. Daha sonra ev yerleşkeleri, gayrimenkullerin tamamını topluluk için elinde barındıran kabile önderleri tarafından yeni sahiplerine verilmekteydi. Bu dönemi takip eden süreçte ateşin bulunduğu bir yerleşke özel mülkiyet kapsamına girmişti; daha sonra ise bir kuyu, komşu toprak parçasına bağlı bir emlak düzeyine kavuştu.
69:9.12 (781.6) Su birikintileri ve havuzlar, özel mülkiyet kapsamına giren ilk emlaklar arasında yer teşkil etmiştir. Bütün korkuluk uygulamaları; su birikintilerini, kuyuları, ağaçları, ekinleri ve balları korumak için kullanılmıştı. Korkuluklara olan inancın azalması ile birlikte özel eşyaları korumak için yasalar gelişmişti. Avlanma hakkı biçiminde oyun yasaları, toprak ile ilgili olan kanunlardan önce uzun süreler boyunca var olmuştu. Amerikalı kızıl derililer, toprağın özel mülkiyetini hiçbir zaman anlamamışlardı; bu insanlar, beyaz insanın toprak ile ilgili görüşünü kavrayamamıştı.
69:9.13 (781.7) Özel mülkiyet öncül bir biçimde aile nişanı tarafından işaretlenmişti; ve bu uygulama, aile simgelerinin ilk kaynağını teşkil etmiştir. Gayrimenkul aynı zamanda ruhaniyetlerin gözetimine de bırakılabilmekteydi. Din mensupları bir toprak parçasını “kutsayabilir”, böylece buralara inşa edilen sihirli tabuların koruması altında bu emlaklar ikametlerine devam edebilirlerdi. Bu yerleşkelerin sahiplerinin bir “din adamının mülkiyet icazetini” taşımakta olduğu söylenirdi. Museviler, bu aile emlaklarının taşıdığı sınır taşlarına hâlihazırda büyük bir saygı beslemektelerdi. “Komşusunun sınır taşına dokunanlar lanetlenmelidir” ifadesi bu bağlamda dile getirilmişti. Bu taş işaretleri, ilgili din mensubunun baş harflerini taşımaktaydı. Ağaçlar bile baş harfler ile kazındığında özel mülkiyet düzeyine kavuşmaktaydı.
69:9.14 (782.1) İlk zamanlarda yalnızca ekinler özel mülkiyet düzeyindeydi, ancak sürekli ekin veren bitkiler bu nitelikte değerlendirilmekteydi; tarım bu nedenle toprağın özel mülkiyetinin kökeniydi. Bireylere ilk başta yalnızca bir yaşam boyu sahip olacakları mülkiyet hakkı verilmişti; bireyin ölümü halinde onun sahip olduğu toprak kabileye geri dönmekteydi. Kabileler tarafından bireylere verilen ilk toprak mülkiyetleri, ailenin toprağa gömme uygulaması biçiminde, mezarlardı. Daha sonraki zamanlarda toprak onu çitleyenin olmuştu. Ancak şehirler, ortak mera alanları olarak ve savaş zamanlarında kullanılmaları için belirli toprak arazilerini ayırmıştı; bu “ortak alanlar”, toplumsal mülkiyetin ilk türünün varlığını devam ettirmekte olduğunu göstermektedir.
69:9.15 (782.2) Nihai olarak devlet, vergilendirme hakkını saklı tutan bir biçimde bireye özel mülkiyet sağlamıştı. Bireylerin sahip oldukları emlaklara dair hakların korunmasıyla emlak sahipleri kiracılarından kira toplayabilmişti; ve toprak, sermaye olarak — bir gelir kaynağı haline gelmişti. En sonunda toprak parçası; satışlar, devirler, uzun vadeli kredili alımlar ve hacizler ile birlikte üzerinden ticari anlaşmaların yapılabildiği hale gelmişti.
69:9.16 (782.3) Özel mülkiyet, artan özgürlüğü ve gelişmiş istikrarı beraberinde getirdi; ancak toprağın özel mülkiyeti sadece, paylaşımcı toplum denetimi ve idaresinin yerine getirilmediği hallerde toplumsal yaptırıma uğramaktaydı; ve bu uygulamayı daha sonra kölelerin, serflerin ve toprağa sahip olmayan toplum sınıfları izlemişti. Ancak tarımda artan makine kullanımı insanları kademeli olarak köleleştirici toprak uğraşlarından özgürleştirmektedir.
69:9.17 (782.4) Özel mülkiyet hakkı mutlak değildir; bu hak tamamiyle toplumsaldır. Çağdaş insanlar tarafından memnuniyetle deneyimlenen hükümet kurumları, yasalar, düzenler, vatandaşlık hakları, toplumsal bağımsızlıklar, toplumsal kabuller, barışlar ve mutlulukların tümü özel mülkiyet sahipliği etrafında gelişme göstermiştir.
69:9.18 (782.5) Bugünün toplumsal düzeninin — ilahi veya kutsal biçimde — mutlak olarak gelmesi gereken yerde bulunduğu yargısına varılamaz; ancak insanlık, bu düzen içinde yapılacak değişikliklerde yavaşça hareket etmede başarılı olacaktır. Sizin sahip olduğunuz toplumsal işleyiş yapısı, atalarınız tarafından bilinen her düzenden çok daha iyi bir düzeyde bulunmaktadır. Toplumsal düzeni değiştirdiğinizde bu değişikliğin daha iyi bir düzeni sağlamak için yapıldığından emin olun. Atalarınızın gözden çıkardığı düzeltme reçetelerini tekrar denemeye razı gelmeyin. İleri doğru gidin, geri değil! Evrimin ilerleyişine destek olun! Geri bir adım atmayın.
69:9.19 (782.6) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
70. Makale
70:0.1 (783.1) İNSAN, yaşamını idame etme sorununu kısmen çözdüğünde eş zamanlı olarak insan ilişkilerini düzenleme gerekliliği ile karşılaştı. Üretimin gelişmesi hukuku, düzeni ve toplumsal düzenlemeyi gerektirdi; özel mülkiyet, hükümetin oluşmasını gerekli kıldı.
70:0.2 (783.2) Evrimsel bir dünya üzerinde karşıtlıkların mevcudiyeti doğal bir durumdur; barış ancak, toplumsal nitelikli düzenleyici sistemin bir türü tarafından güvence altına alınabilir; birliktelik, bir takım denetimci yönetim varlığı anlamına gelmektedir. Hükümet; kabilelerin, kavimlerin, ailelerin ve bireylerin sahip oldukları karşıtlıkların eş-güdümsel hale gelişini gücünü kullanarak yerine getirmektedir.
70:0.3 (783.3) Hükümet, bilinç dâhilinde hareket etmeyen bir gelişimdir; bu kurum, deneme ve yanılmayla evrim göstermektedir. Hükümet, hayatın idamesinde önemli bir değere sahiptir; bu nedenle geleneksel hale gelmektedir. Düzenin olmadığı yönetimler, çekilen sıkıntıları geçmiş zamanda daha da arttırmıştır; bu nedenle, her ne kadar kusursuz olmasa da kanun ve düzen olarak hükümet idaresi, geçmişte ortaya çıkmış veya şimdiki zaman içerisinde oluşumunu gerçekleştirmektedir. Varoluş için verilen mücadelenin baskıcı talepleri, insan ırkını kelimenin tam anlamıyla medeniyetin ilerleyici doğrultusuna sürüklemiştir.
70:1.1 (783.4) Savaş, evrim halindeki insanın doğal durumu ve geçmişten getirdiği mirasıdır; barış, medeniyetin gelişimini ölçen toplumsal mihenk taşıdır. İlerleyen ırkların kısmi toplumlaşmasından önce insanlık; haddinden fazla bireysel, aşırıcı derecede kuşkucu ve inanılmaz ölçekte kavgacıydı. Şiddet doğanın kanunu, düşmanlık ise doğa çocuklarının istemsiz gerçekleşen tepkisi iken; savaş yalnızca, bu etkinliklerin topluca yapıldığı bir olgular bütününden ibarettir. Ve her nerede ve her ne zaman gerçekleşirse gerçekleşsin medeniyet inşası toplumsal ilerleyişin zorlukları ile gerildiği anda, orada her zaman; insanların karşılıklı birliktelikleri içerisinde mevcut olan gerilimlerin şiddet vasıtasıyla uyumlu hale getirilmesine dair bu öncül yöntemlere doğrudan ve yıkıcı bir başvuruş açığa çıkmaktadır.
70:1.2 (783.5) Savaş, yanlış anlaşılmalar ve gerginliklere karşı hayvansal bir tepkidir; barış, bu tür sorunlar ve zorlukların tümünün medeni bir biçimde çözülmesiyle açığa çıkar. Daha sonra kötüleşmiş Âdem ve Nod unsurları ile birlikte Sangik ırklarının tümü düşmansı nitelikler göstermekteydi. Andonsal unsurlara öncül bir biçimde altın kural düşüncesi öğretilmişti; ve bugün bile onların Eskimo soyları büyük ölçüde bu kural uyarınca yaşamaktadırlar; adet onlar arasında güçlü bir konumda olup, şiddetli düşmanlıklardan oldukça uzak bir biçimde yaşamaktadırlar.
70:1.3 (783.6) Andon çocuklarına, anlaşmazlıkları sonlandırmak için her birinin bir sopa ile bir ağacı onlara kızarak dövmeleri gerektiğini öğretmişti; sopası ilk kırılan bahse konu anlaşmazlığın galibi sayılmaktaydı. Daha sonraki Andonsal unsurlar, tartışmanın taraflarının birbirleri ile şakalaştığı ve alay ettiği kamuya açık bir gösteriyi düzenlemekteydi; kazananı ise seyirciler alkışları ile birlemekteydi.
70:1.4 (783.7) Ancak savaş benzeri olgular bütünü; toplumun barış dönemlerini gerçek bir biçimde deneyimlediği ve savaş benzeri uygulamalara izin verdiği ileri aşamaya olan yeterli bir biçimde evrimleştiği vakte kadar ortaya çıkmamıştır. Savaşın kavramsal içeriği, belirli bir düzey toplumsal örgütlenişin var olduğu anlamına gelmektedir.
70:1.5 (784.1) Toplumsal gruplaşmaların ortaya çıkması ile birlikte bireysel gerilimler topluluk aidiyeti altında erimeye başladı; ve bu durum, kabileler-arası barışın bozulması pahasına kabile içi huzuru sağladı. Barış böylelikle ilk önce, yabancılar olarak topluluk dışında bulunan üyelerden hiçbir zaman hoşlanmayan ve onlardan nefret eden bireyler tarafından topluluk içinde veya diğer bir değişle kabile kapsamında memnuniyetle deneyimlenmişti. Öncül insan, yabancı kanı akıtmayı bir erdem olarak addetmişti.
70:1.6 (784.2) Ancak barışın bu türü bile ilk başta sağlanamamıştı. Öncül kabile önderleri anlaşmazlıkları gidermeye çalıştıklarında, en azından yılda bir kere kabilesel taş savaşlarının yapılmasına izin vermeyi gerekli görmektelerdi. Bahse konu kavim iki topluluğa ayrılıp, bütün gün boyunca savaşırdı. Ve bu türden etkinlik eğlence dışında herhangi bir sebepten dolayı gerçekleştirilmemekteydi; onlar savaşmaktan gerçek anlamıyla büyük bir keyif aldılar.
70:1.7 (784.3) Savaş, bir hayvandan evirilmiş olarak insanın mevcut yapısı nedeniyle varlığını sürdürmektedir; hayvanların tümü kavgacıdır. Savaşın ilk sebepleri arasında şunlar bulunmaktaydı:
70:1.8 (784.4) 1. Açlık, yiyecek yağmalarını hedef alan saldırılara yol açmıştır. Herkese yetecek toprağın bulunmayışı her zaman savaşı beraberinde getirmiş, ve bu tür mücadeleler boyunca öncül barışçıl kabileler neredeyse tamamen yok edilmiştir.
70:1.9 (784.5) 2. Kadınların az sayıdaki nüfusu — ev yaşamında duyulan emek gücü kıtlığını giderme girişimi. Kadınları çalmak her zaman savaşlara neden olmuştur.
70:1.10 (784.6) 3. Gösteriş — kabile gücünü gösterme arzusu. Üstün topluluklar alt topluluklara kendi yaşam biçimlerini dayatmak için savaşa başvurmaktaydılar.
70:1.11 (784.7) 4. Köleler — emek gücü gerektiren işlerde çalıştırılacak bireylere duyulan ihtiyaç.
70:1.12 (784.8) 5. İntikam, komşu bir kabilenin bir kabile üyelerinin ölümüne neden olduğuna inanıldığı durumlarda savaşın temel nedeniydi. Ölümden duyulan yas, alınan bir başın eve getirilmesine kadar devam etmekteydi. İntikam için verilen savaşlar, göreceli modern çağlara kadar varlığını korumaya devam etmiştir.
70:1.13 (784.9) 6. Boş zaman eğlencesi olarak savaş, bahse konu öncül zamanların genç insanları tarafından dinlence etkinliği olarak görülmüştü. Bir savaşın çıkması için herhangi bir iyi ve yeterli neden yoksa ve barış baskıcı bir hale gelince, komşu kabileler; yapmacık bir savaştan keyif alan bir biçimde, yarı-dostane savaş mücadelesi içinde karşı kabile topraklarına yapılan saldırılara bir tatil etkinliği olarak katılma alışkanlıkları vardı.
70:1.14 (784.10) 7. Din — inanılan dine yeni üyeler kazandırma arzusu. İlkel dinlerin hepsi savaşa izin vermiştir. Sadece yakın zamanlarda din, savaşa kötü gözle bakmaya başlamıştır. Öncül din adamlığı kurumu ne yazık ki genel olarak askeri güç ile birleşmişti. Çağlar arasındaki en büyük barış hareketlerinden biri, devlet ile kiliseyi birbirinden ayırma girişimi olmuştur.
70:1.15 (784.11) Bu eski zaman kabileleri her zaman, önderleri veya sağlıkçıların emriyle tanrılarına ibadet edilmesi arzusuyla savaş vermişlerdir. Museviler “savaşların Tanrı’sı” gibi bir güce inanmışlardır; ve onların Şuayb şehri insanlarına yaptıkları saldırılarına dair anlatı, ilkel kabile savaşlarının acımasız zulmünün örneksel bir hikâyesidir; ilk önce tüm erişkin erkeklerin soykırımına ek olarak erkek çocukların ve bakire olmayan kadınların hepsinin daha sonra öldürülmesi ile beraber bu türden bir saldırı, iki yüz bin yıl öncesinin bir kabile önderinin sahip olduğu ahlak kurallarını taçlandırmak için yapılırdı. Ve tüm bu uygulamaların hepsi, “İsrail’in Koruyucu Tanrı’sı adına” yapılmaktaydı.
70:1.16 (784.12) Bu anlatım; ırkların sahip olduğu sorunları doğal bir biçimde çözümleyişi biçiminde, insanın kendi kaderini dünya üzerinde çizmesine dair toplumun evriminin bir hikâyesidir. Her ne kadar insan kendi sorumluğunu tanrıları üzerine yükleme eğilimi gösterse de, bu türden vahşetlere İlahiyat kaynaklık etmemektedir.
70:1.17 (784.13) Askeri bağışlama insan varlıklarına ulaşmada yavaş kalmıştır. Musevileri yöneten bir kadın olarak Deborah zamanında bile bahse konu zulümler devam etmiştir. Onun Musevi olmayanlar karşısında zaferle çıkan üst rütbeli komutanı bile “sakinlerin hepsinin kılıçtan geçirilmesine, geriye kimse kalmamasına” neden olmuştur.
70:1.18 (785.1) Irk tarihinde en ilk zamanlardan başlamak üzere zehirli silahlar kullanılmıştı. Bireyleri kötürüm haline getirmenin tüm biçimleri uygulanmıştı. Talut, kız kardeşi Mikal’in başlık parası için Davut’tan yüz Filistin sünnet derisi istemekten çekinmemiştir.
70:1.19 (785.2) İlkel savaşlar, bir bütün olarak kabileler arasında meydana gelmekteydi; ancak daha sonraki zamanlarda farklı kabilelerden olan iki kişi bir anlaşmazlık yaşadığında onların kabilelerinin savaşması yerine bahse konu bu iki birey bir düello gerçekleştirmekteydi. Aynı zamanda, Davud ve Calüt’ün durumunda olduğu gibi her iki taraftan seçilen bir temsilci arasında gerçekleşen mücadelenin soncuna göre iki ordunun galibiyeti veya mağlubiyeti tamamiyle üstlenmesi bir gelenek haline gelmişti.
70:1.20 (785.3) Savaşlara getirilen ilk sınırlama esir alma uygulamalarında gerçekleşmiştir. Bunun sonrasında kadınlar düşmanlıklardan muaf tutulmuş ve daha sonra savaşa müdahil olmayanların tanınması gerçekleşmiştir. Askeri rütbe düzenleri ve hazır ordular yakın bir zamanda savaşın artan karmaşık yapısı ile uyumlu hale gelen bir biçimde gelişme göstermiştir. Bu türden kahramanların kadınlar ile birliktelik kurmaları öncül olarak yasaklamıştır; ve kadınlar, her ne kadar askerleri her zaman beslemiş ve onların savaşa katılmalarını istemiş olsalar da, uzun bir süre önce savaşmayı sonlandırmışlardır.
70:1.21 (785.4) Savaş ilan etme uygulaması büyük bir gelişimi temsil etmişti. Bu türden savaş amaçlarını ilan etme, bir adalet duygusunun yerleşmiş olduğunu işaret etmiştir; ve bu yeni uygulamanın yerini, “medeni” savaş kanunlarının kademeli gelişimi takip etmiştir. İlk dönemlerde dini yerleşkeler etrafında savaşmamak bir adet haline gelmiştir; ve daha sonra, belirli dini günlerde şiddetli mücadeleler vermemek gelenek halini almıştır. Bu gelişmeleri mülteci hakkının geniş çaplı bir tanınması izlemiştir; siyasi kaçaklar korunma altına alınmıştır.
70:1.22 (785.5) Böylelikle savaş kademeli olarak, ilkel insan avından daha sonraki dönemlerin “medeni” uluslarının sahip olduğu bir ölçüde daha adilane düzene evirilmiştir. Ancak arkadaşlığın toplumsal tutumunun düşmanlığın yerini alması çok yavaş bir biçimde gerçekleşmiştir.
70:2.1 (785.6) Geçmiş çağlarda çetin bir savaş, on bin yıl içerisinde doğal yollardan gerçekleşmeyecek düzeydeki toplumsal değişimleri oluşturur ve yeni düşüncelerin uygulanmasını gerçekleştirirdi. Bu belirli savaş kazanımları karşısında ödenen korkunç bedel, toplumun geçici olarak yabansı düzeyine geri dönmesiydi; medeniyet aklı savaşın bu olumsuz sonuçlarını kabul etmemeliydi. Savaş, bedeli oldukça yüksek ve fazlasıyla tehlikeli olan tesiri güçlü bir ilaçtır; belirli toplumsal kargaşalar sıklıkla tedavi edici sonuçlar doğursa da, zaman zaman toplumu yok eden bir biçimde tedavi için bekleyen hastayı öldürmektedir.
70:2.2 (785.7) Ülke savunmasının sürükle açığa çıkan ihtiyacı, birçok yeni ve gelişmiş toplumsal düzenlemeleri yaratmaktadır. Mevcut zaman içerisinde toplumun memnuniyetle deneyimleyerek yararlandığı birçok buluş ilk başta tamamiyle askeri kullanımlar için yaratılmıştı; buna ek olarak onların yaratılması hatta, askeri tatbikatın ilk türlerinden biri olarak dans etmek için savaşılmasından bile kaynağını almıştır.
70:2.3 (785.8) Savaş geçmiş medeniyetler için toplumsal bir değere sahiptir, çünkü onlar:
70:2.4 (785.9) 1. Zorunlu olarak uygulanan eş-güdüm biçiminde disiplin sağlamıştır.
70:2.5 (785.10) 2. Metanet ve cesareti ödüllendirmiştir.
70:2.6 (785.11) 3. Milliyetçiliği desteklemiş ve onu sağlamlaştırmıştır.
70:2.7 (785.12) 4. Zayıf ve elverişsiz toplulukları yok etmiştir.
70:2.8 (785.13) 5. İlkel topluma ait eşitlik yanılsamasını ortadan kaldırmış ve seçici bir biçimde toplumu katmanlaştırmıştır.
70:2.9 (785.14) Savaş, belirli bir evrimsel ve seçici değere sahip olmuştur; ancak tıpkı kölelik gibi savaşında, medeniyet yavaşça ilerledikçe belirli bir zaman zarfı içerisinde terk edilmesi gerekmektedir. Eski dönemlerin savaşları seyahat ve kültürel etkileşimi sağlamıştır; bu yararlar mevcut zaman zarfında, ulaşım ve iletişimin çağdaş yöntemleri ile daha iyi bir biçimde yerine getirilmektedir. Eski dönemlerin savaşları milletleri güçlendirmiştir; ancak çağdaş mücadeleler medeni hale gelen kültürü sekteye uğratmaktadır. İlkel savaşlar, alt düzeyde bulunan toplulukların ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır; modern çatışmanın en doğrudan sonucu, en iyi insan ırk kollarının seçici yıkımıdır. Öncül savaşlar, örgütsel düzen ve verimi sağlamıştır; ancak bu amaçlar şimdi çağdaş üretimin temel gayeleri haline gelmiştir. Geçmiş çağlar boyunca savaş, medeniyeti ileri doğru iten toplumsal bir enzimdi; savaşın bahse konu bu sonucu mevcut zaman içinde geleceğe dönük amaçlar ve icatlar ile daha iyi bir biçimde elde edilmektedir. Eski dönemlerin savaşları, şiddetli mücadeleleri içine alan bir Tanrı kavramsallaşmasını desteklemiştir; ancak çağdaş insana Tanrı’nın derin bir sevgi olduğu anlatılmıştır. Savaş geçmişte birçok değerli amacı sağlamış, medeniyet inşasında hayati derecede öneme sahip bir iskele vazifesi görmüştür; ancak savaş, onun patlak vermesi ile birlikte açığa çıkan hazin kayıpları herhangi bir biçimde orantılı olarak telafi edebilecek toplumsal kazanımları paylaştıran bir üretimden yoksun bir biçimde, kültürel bakımdan çöküntü haline gelmektedir.
70:2.10 (786.1) Bir zamanlar doktorlar, kanın dökülmesinin birçok hastalığa karşı deva olduğuna inandılar; ancak bu inanışın hüküm sürdüğü zamandan beri onlar, sağlık bozukluklarının birçoğu için daha iyi tedavileri keşfetmişlerdir. Ve bu nedenle, savaşın yarattığı uluslararası ölçekteki kan dökümü yerini milletlerin hastalıklarının tedavisi için daha iyi yöntemlerin keşfine bırakmak zorundadır.
70:2.11 (786.2) Urantia milletleri, milliyetçi asker zihniyeti ve ulusal sanayinin devasa mücadelesine hali hazırda girmiş bulunmaktadır; ve bu çatışma birçok açıdan, sürüyü güden ve avcı olan bireyler ile çiftçi olanlar arasında çağlar boyu sürmüş mücadeleye benzemektedir. Ancak eğer üretim asker zihniyeti karşısında zaferle ayrılacaksa, onun yakasını bırakmayan tehlikelerden uzak durmak zorundadır. Urantia üzerinde filizlenmekte olan sanayinin tehlikeleri şunlardır:
70:2.12 (786.3) 1. Ruhsal körlük biçiminde maddiyata olan güçlü kayış.
70:2.13 (786.4) 2. Değerlerin yitirilmesi biçiminde servet temelli güce olan ibadet.
70:2.14 (786.5) 3. Kültürel hamlık biçiminde şatafatın bayağı davranışları.
70:2.15 (786.6) 4. Hizmet etmeye karşı duyarsızlaşma biçiminde tembelliğin artan tehlikeleri.
70:2.16 (786.7) 5. Biyolojik bozulma biçimindeki istenmeyen ırksal zayıflıkların büyüme göstermesi.
70:2.17 (786.8) 6. Kişilik durağanlığı olarak tek-tipleştirilen sanayi köleliği tehlikesi. Emek soylulaştıran bir etkinliktir, ancak angarya düzeyindeki işler bireyi hissizleştirmektedir.
70:2.18 (786.9) Askeri zihniyet temelli yönetim — yabansı nitelikte — zorba ve zalimdir. Bu zihniyet, galipler arasında toplumsal örgütlenmeyi sağlamaktadır; ancak aynı zamanda bahse konu yönetim, mağlupları toplum düzeninden ayrıştırmaktadır. Sanayi üretimi daha medeni bir düzeyde bulup, girişkenliği destekleyen ve bireyselliği teşvik eden bir biçimde yerine getirilmelidir. Toplum olası her biçimde özgünlüğü desteklemelidir.
70:2.19 (786.10) Savaşı yüceleştirme hatasına düşmeyin; bunun yerine savaşın toplum için ne yaptığını iyice algılamaya çalışınız ki medeniyeti ilerletmek için onun yerine konacak uygulamaların ne sağlaması gerektiğini daha doğru bir biçimde tahayyül edebilesiniz. Ve eğer savaşın yerine konulacak bu türden uygulamalar sağlanmaz ise savaşın uzun yıllar varlığını korumaya devam edeceğinden emin olabilirsiniz.
70:2.20 (786.11) İnsan; maddi refahı için barışın en iyisi olduğuna tamamen ve sürekli bir biçimde ikna olmadıkça ve insan varlıklarının öz-korunum tepkilerine ait en başından beri birikmekte olan duyguları ve enerjileri özgürleştirmek için tasarlanmış ortak bir hareketi dönemsel olarak dışa vurmaya dair içkin eğilimi tatmin etmek amacıyla savaşın barışçıl muadillerini toplum bilge bir biçimde sağlamadıkça, yaşamın olağan bir akışı olarak barışı hiçbir zaman kabul etmeyecektir.
70:2.21 (786.12) Ancak mevcut an içerisinde bile savaş, kibirli bireylerden oluşan bir ırkın kendisini — bir baş idareci olarak — tek elde toplanmış yönetime bırakmasını zorlamış bir deneyim okulu olarak onurlandırılmalıdır. Eski türden savaşlar önderlik için doğuştan büyük insanları seçmekteydi; ancak çağdaş savaş artık bu seçiciliği sergilememektedir. Önderleri keşfetmek için toplum bugün; üretim, bilim ve toplumsal kazanım olarak barışın fatihlerine yüzünü çevirmek zorundadır.
70:3.1 (787.1) En ilkel toplumda kitle topluluğu her şeydi; çocuklar bile, bu kitle topluluğunun ortak mülkiyeti içindedir. Evrimleşen aile çocukların yetiştirilmesinde kitleden ayrılırken, ortaya çıkan kavimler ve kabileler toplum birimi olarak bu kitle topluluğunun yerini almıştır.
70:3.2 (787.2) Cinsel açlık ve anne sevgisi aile kurumunu oluşturmaktadır. Ancak gerçek anlamda hükümet, aile üstü toplulukların oluşmaya başlamasına kadar ortaya çıkmamaktadır. Kitle topluluğunun aile öncesi zamanlarında önderlik, resmi olarak seçilmemiş bireyler tarafından sağlanmaktaydı. Afrikalı Buşmanlar, bu ilkel aşamanın ötesine geçen bir biçimde hiçbir zaman ilerleme kaydetmemişlerdir; onlar kitle toplulukları içinde önderlere sahip değillerdir.
70:3.3 (787.3) Aileler, yakınlarının oluşturduğu topluluklar biçiminde kavimler içindeki kan bağları tarafından bir araya gelmişti; ve bu toplumsal birimler bir sonraki aşamada bölgesel halklar olarak kabilelere evirilmiştir. Savaşlar ve dışsal baskılar kabile örgütlenmesinin kan bağına dayalı kavimler temelinde kurulmasında baskı unsuru olmuştur; ancak bu öncül ve ilkel toplulukları bir ölçüde içsel barışla bir arada tutan etki alış-veriş ve ticaret olmuştur.
70:3.4 (787.4) Urantia’nın barışı, geleceğe dönük barış tasarımlarına ait duygusal savlarının tümüne kıyasla uluslararası ticaret örgütlenmeleri tarafından daha etkin bir biçimde sağlanacaktır. Ticari ilişkiler en başından beri, dilin gelişmesi ve daha iyi ulaşıma ek olarak iletişimin ilerlemiş yöntemleri tarafından sağlanmaktadır.
70:3.5 (787.5) Ortak bir dilin yokluğu her zaman, barış topluluklarının gelişmesini engellemiştir; ancak para, çağdaş ticaretin evrensel dili haline gelmiştir. Çağdaş toplum büyük ölçüde, üretim pazarı tarafından bir arada tutulmaktadır. Kar gayesi, hizmet etme arzusu ile bütünleştiğinde kudretli bir medeniyetleştiricidir.
70:3.6 (787.6) Öncül çağlarda her kabile, artan korku ve şüphenin iç içe geçmiş döngüleri tarafından çevrelenmişti; bu nedenle yabancıların tümünü öldürmek bir dönemde adet halinde iken, daha sonraki zamanlarda onların köleleştirilmesi gelenekselleşmişti. Arkadaşlığa dair var olan eski düşünce, diğer bir bireyin kavim ilişkileri içine alınması anlamına gelmekteydi; ve — ebedi yaşamın en öncül kavramlarından biri olarak — kavim üyeliğinin ölümden sonra bile varlığını devam ettirdiğine inanılmaktaydı.
70:3.7 (787.7) Kavim üyelik töreni, toplum üyelerinin her birinin kanının içilmesinden oluşmaktaydı. Bazı topluluklar, toplumsal öpme uygulamasının tarihi kökeni olarak, kan yerine tükürük değiş tokuşunda bulundular. Ve, ister evlilik ister kabile üyeliğine alma uygulaması olsun birliktelik törenlerinin hemen arkasından her zaman yemek ziyafeti gelmekteydi.
70:3.8 (787.8) Daha sonraki zamanlarda kanla karıştırılan kırmızı şarap kullanılmıştı; ve nihai olarak yalnızca şarap, kadehlere dokunulmasıyla ve bunun sonrasında içkinin içilmesiyle yerine getirilen kavim üyeliğine olan kabul törenlerini tamamlamaktaydı. Museviler, bu üyelik törenlerinin değişime uğramış bir türünü uygulamaktaydı. Onların Arap ataları yemin törenlerini, üye adayının elini kabile atasının üreme organına koyarken gerçekleştirmişlerdir. Museviler, kavim üyeliğine alınan yabancılara iyi ve kardeşçe davranmışlardı. “Sizlerle yaşayan yabancı aranızda doğmuşlar gibi kabul görmeli, ve siz onu kendiniz gibi sevmelisiniz.”
70:3.9 (787.9) “Ziyaretçi arkadaşlığı” geçici misafirperverliğin bir ilişki türüydü. Ziyaretçiler ayrıldığı zaman bir tabak ortadan ikiye kırılır, ve tabağın bir yarısı evden ayrılan arkadaşa daha sonraki bir ziyarette beraberinde gelebilecek üçüncü bir kişi için tanışma aracılığı sağlaması amacıyla verilirdi. Ziyaretçilerin geçimlerini seyahatleri ve maceralarını anlatarak sağlaması alışılagelmiş bir durumdu. Eski dönemlerin meddahları öyle sevilen ve aranılan bir konumdaydı ki, adetler nihai olarak onların etkinliklerinin av veya hasat mevsimlerinde yapılmasını yasakladı.
70:3.10 (788.1) Barışın ilk antlaşmaları “kan kardeşi” olmaktı. Savaşan iki kabilenin barış elçileri bir araya gelir, birbirlerine saygıda kusur etmez ve daha sonra derilerine kanayıncaya kadar sivri bir cisim batırırlardı; ve bunun üzerine onlar birbirlerinin kanını emer ve barışı ilan ederlerdi.
70:3.11 (788.2) En eski barış heyetleri; cinsel arzunun savaş dürtüsüyle mücadele etmek için kullanıldığı şekliyle, bir zamanlar düşmanları olan kişilerin cinsel tatmini için seçmiş oldukları bakire kızları getiren erkek üyelerinden oluşmaktaydı. Kabile bu uygulamadan o kadar onur duyardı ki, kendi bakire kızlarıyla birlikte iadeyi ziyarette bulunurdu; bunun üzerine barış sağlam bir biçimde tekrar sağlanırdı. Ve yakın bir süre içinde kabile önderlerinin aileleri arasında karşılıklı evliliklere izin verilirdi.
70:4.1 (788.3) İlk barış topluluğu aile, sonra kavim, daha sonra kabile ve bu toplumsal birimlerin oluşumunu takiben toprak temelli çağdaş devlet haline gelen ulustu. Her ne kadar Urantia milletlerinin çok büyük miktardaki bütçelerini savaş hazırlıklarına aktardıkları gerçeğine rağmen, bugünün barış topluluklarının uzun bir süreden beri kan bağlarının ötesine geçip uluslar ile bütünleşmiş olduğu oldukça umut vericidir.
70:4.2 (788.4) Kavimler; bir kabile içinde akraba toplulukları olup, mevcudiyetlerini şunlar gibi önem verdikleri belirli ortak değerlere borçlu olmuşlardır:
70:4.3 (788.5) 1. Ortak bir ataya köklerinin dayanması.
70:4.4 (788.6) 2. Ortak bir dini kabile simgesine olan bağlılık.
70:4.5 (788.7) 3. Aynı lehçeyi konuşma.
70:4.6 (788.8) 4. Ortak bir ikamet yerleşkesini paylaşma.
70:4.7 (788.9) 5. Aynı düşmanlardan korkma.
70:4.8 (788.10) 6. Beraberce deneyimlenmiş bir askeri geçmişe sahip olma.
70:4.9 (788.11) Kavmin başı, kavimlerin yönetim bakımından içinde serbestliğe sahip olduğu idari birlik biçimindeki öncül kabile hükümetleri olarak, her zaman kabile önderine tabiydi. Yerli Avustralyalılar, hükümetin kabilesel bir türünü hiçbir zaman geliştirmişlerdir.
70:4.10 (788.12) Kavim barış sorumluları genellikle anne tarafından gelen bireyler tarafından idare edilirdi; kabile savaş önderleri ise baba tarafından gelen bireylerin yönetimi altındaydı. Kabile önderleri ve ilkel dönem krallarının mahkeme üyeleri, kralın huzuruna yılda birkaç defa çıkmaları adet haline getirilmiş görevli kavim başlarından oluşmaktaydı. Bu uygulama kralın onları gözetlemesini ve aralarındaki eş-güdümü daha iyi bir biçimde teminat altına almasını sağlamıştır. Kavimler, yerel özerk yönetim içinde değerli bir amacı yerine getirmişlerdir; ancak onlar, büyük ve güçlü milletlerin büyümesine ciddi bir biçimde engel olmuşlardır.
70:5.1 (788.13) Her insan kurumu bir başlangıca sahiptir; ve bir sivil hükümet tıpkı evlilik, üretim ve din gibi ilerleyen evrimin bir sonucudur. Öncül kavimler ve ilkel kabilelerden, yirminci yüzyılın ikinci çeyreğini simgeleyen toplumsal ve sivil idari yapının bu türlerine kadar gelmiş ve değişime uğramış insan hükümetinin birbirlerini takip eden düzenleri kademeli olarak gelişmiştir.
70:5.2 (788.14) Aile birimlerinin kademeli bir biçimde ortaya çıkışı ile birlikte hükümetin temelleri, aynı kökenden gelen ailelerin topluluğu biçiminde kavim örgütlenmesi üzerinde inşa edilmiştir. Gerçek anlamda ilk hükümet bünyesi ihtiyar heyetiydi. Bu idari topluluk, belirli bir kabul edilmiş kıstasta kendilerini ispat eden yaşlı erkeklerden oluşmaktaydı. Bilgelik ve deneyim, yabansı insanlar tarafından bile öncül olarak takdir görmekteydi; ve bunun sonrasında orada, yaşlı insanların uzun bir süre boyunca devam eden egemenliği gerçekleşmişti. Bu yaş temelli zümresel egemenlik kademeli olarak ataerkil toplum düşüncesine doğru büyüdü.
70:5.3 (789.1) Yaşlıların öncül heyeti içerisinde yürütme, yasama ve yargı olarak tüm hükümet faaliyetlerinin olanağı mevcut bir haldeydi. Heyet geçerli olan adetleri incelerken bir mahkeme görevi görmekteydi; toplum davranışlarının yeni türlerini oluştururken bir yasa koyucuydu; bu türden yönergelerin ve kararların uygulanması bakımından ise yürütme görevindeydi. Heyet başkanı, daha sonraki yönetim mevkisi olan kabile önderi makamının idari habercilerinden biriydi.
70:5.4 (789.2) Bazı kabileler kadın heyet üyelerine sahipti, zaman zaman birçok kabile kadın yöneticilere sahip olmuştu. Kırmızı insanın belirli kabileleri, “yedi kişilik heyetin” oy birliği ile karara varma idari yapısını takip ederek Onamonalonton’un öğretisini korumuştur.
70:5.5 (789.3) Ne barışın ne de savaşın yalnızca tartışan bir toplum tarafından yönetilemeyeceğini insan türünün öğrenmesi zor olmuştur. İlkel “lakırdılar” çok nadir koşullarda yarar sağlamaktaydı. Irk öncül bir biçimde, kavim önderlerinden oluşan bir topluluk tarafından emirle yönetilen bir ordunun güçlü tek bir önder tarafından yönlendirilen ordu karşısında herhangi bir şansının olmadığını öğrenmişti. Savaş her zaman siyasi önderliği belirleyen bir etkinlik olmuştur.
70:5.6 (789.4) İlk başta kabile önderleri sadece askeri hizmet için seçilmekteydi; ve onlar, görevlerinin daha toplumsal bir niteliğe dönüştüğü dönemler olan barış zamanları boyunca yetkilerinin bazılarından vazgeçerlerdi. Ancak yavaş yavaş onlar, bir savaştan diğerine sürecek şekilde yönetimlerini devam ettirme eğilimi göstererek, barış dönemlerine bile yetkilerinden vazgeçmemeye başladılar. Onlar, bir savaşın diğerini takip etmesinin çok uzun bir süre almadığını sıklıkla gözlemlediler. Bu öncül savaş hâkimleri barış yanlıları değillerdi.
70:5.7 (789.5) Daha sonraki dönemlerde bazı önderler, benzersiz vücut yapıları veya olağanüstü kişisel becerileri nedeniyle tercih edilerek, askeri hizmet dışındaki görevler için de seçilmişlerdi. Kırmızı insanlar sıklıkla, kabile reislerine veya diğer bir değişle barış önderlerine ek olarak babadan oğla geçen savaş önderleri biçiminde, iki çeşit yöneticiye sahiplerdi. Barış yöneticileri aynı zamanda hâkimler ve öğretmenlerdi.
70:5.8 (789.6) Bazı öncül halklar, sıklıkla önderler olarak hareket eden sağlıkçılar tarafından yönetilmekteydi. Tek kişi din adamı, doktor ve baş yönetici olarak hareket etmekteydi. Oldukça sık bir biçimde kabile simgeleri kökensel olarak, bir zamanların din mensubu kıyafetlerinin işaretleri veya armalarıydı.
70:5.9 (789.7) Ve bu aşamalardan geçerek hükümetin yönetim erki kademeli olarak mevcudiyetini kazanmıştır. Kavim ve kabile heyetleri danışman konumlarında görevlerine devam etmiş ve daha sonra açığa çıkmış yasama ve yargı erklerinin öncülleri olmuşlardır. Bugün Afrika’da ilkel hükümetin bu türleri, çeşitli kabileler arasında faal bir biçimde mevcutturlar.
70:6.1 (789.8) Etkin devlet yönetimi ancak, bütüncül yürütme yetkisine sahip bir önderin ortaya çıkmasıyla gelmiştir. İnsan etkin bir hükümete, bir fikri yaratarak değil ancak bir kişiliğe gücü teslim ederek sahip olunabileceğini keşfetmiştir.
70:6.2 (789.9) Yönetim idaresi, aile yönetimi veya serveti fikrinden doğmuştur. Ataerkil bir kralcık gerçek bir kral haline geldiğinde, zaman zaman “topluluğunun babası olarak” adlandırılırdı. Daha sonra kralların kahramanlardan türediklerine inanılırdı. Ve çok daha sonraları yönetim idaresi, kralların kutsal kökenine dair inanış nedeniyle babadan oğla geçer hale geldi.
70:6.3 (789.10) Saltanatsal krallık, kralın ölümü ile onun yerine geçecek bireyin seçileceği dönem arasında daha önceleri yaşanan yıkımlara sebep olan anarşiyi önledi. Aile biyolojik bir başa; kavim, seçilmiş doğal bir öndere sahipti; kabile ve daha sonraki devlet düzeni doğal bir öndere sahip değildi; ve bu durum, baş kralları babadan oğla geçen bir düzene oturtmak için ilave bir nedendi. Kraliyet aileleri ve soylular sınıfı fikri aynı zamanda, kavimler içindeki “soyadına sahip olmaya ” dair adetlere dayanmaktaydı.
70:6.4 (790.1) Kralların saltanatı nihai olarak, kraliyet kanının Prens Caligastia’nın yeniden-bedene kavuşturulmuş görevlileri zamanına kadar uzandığına inanılan bir biçimde, doğaüstü olarak görülmekteydi. Böylelikle krallar tapınan kişilikler haline gelip, kraliyeti ifade etmek için özel bir hitabet şeklinin uyarlandığı biçimde kendilerinden olağanüstü derecede korku duyulmaktaydı. Eski dönemlerde bile kralların dokunuşunun hastalıkları iyileştirdiğine inanılmaktaydı; ve bazı Urantia halkları hala yöneticilerinin kutsal bir kökene sahip olduklarını düşünmektedirler.
70:6.5 (790.2) Öncül tapınan kral sıklıkla gözlerden uzak mekânlarda tutulmuştur; onun, şölen ve kutsal günler dışındaki zamanlarda görünmek için çok kutsal bir düzeyde olduğu düşünülmekteydi. Genellikle bir vekil kendisini temsil etmesi için seçilirdi; ve bu uygulama başbakanlık kurumunun kökenidir. İlk kabine görevlisi yiyecekten sorumlu bir idareciydi; diğer bakanlar kısa bir süre sonra bu bakanlığı izledi. Krallar yakın bir zaman içinde ticaret ve dinden sorumlu temsilcileri atadı; ve bir kabinenin gelişimi, yürütme yetkisinin kişiler temelli siyasetten arınmasında ilk doğrudan aşamaydı. Öncül kralların bu yardımcıları soyluluğa kabul edilmiş bireyler haline geldi; ve kralın eşi kademeli olarak, kendisine daha yüksek itibarla davranılan kadınlar biçiminde kraliçe soyluluğuna yükseldi.
70:6.6 (790.3) Acımasız yöneticiler zehrin keşfiyle birlikte büyük bir güç elde ettiler. Öncül saltanat sihri şeytaniydi; kralın düşmanları yakın bir zaman içinde yaşamlarını yitirdi. Ancak en zalim hükümdar bile bazı sınırlamalara tabiydi; en azından bu yönetici, en başından beri varlığını sürdüregelmiş suikast korkusu ile kısıtlandırılmıştı. Sihirbaz doktorlar biçiminde sağlıkçılar ve din mensupları her zaman krallar üzerinde güçlü bir denetim unsuru olmuştur. Bunun sonrasında soylular sınıfı olarak toprak sahipleri, sınırlandırıcı bir etkiyi uygulamışlardır. Ve zaman zaman kavimler ve kabileler tamamen ayaklanıp, zorba hükümdarlarını yönetimden uzaklaştırmışlardır. Tahtan indirilen yöneticilere ölüm cezası verildiğinde intihar etme tercihi kendilerine sunulmuştur; bu tercih belirli durumlarda intiharın eski dönemlerdeki toplumsal rağbetine kaynaklık etmiştir.
70:7.1 (790.4) Kan bağı, ilk toplumsal toplulukları belirlemiştir; birleşme kan bağına dayalı kavimleri genişletmiştir. Karşılıklı evlilik toplumun büyümesinde bir sonraki aşamaydı; ve bunun sonrasında açığa çıkan karmaşık kabile ilk gerçek siyasi bünyeydi. Toplumsal gelişmede bir sonraki ilerleme, dinsel inanışların ve siyasi cemiyetlerin evrimiydi. Bu cemiyetler ilk olarak gizli topluluklar biçiminde ortaya çıkmış olup, kökensel olarak bütünüyle dinsel nitelikteydi; daha sonra onlar idari niteliğe büründü. İlk başta onlar erkeklerin cemiyetleriydi; daha sonra kadınların toplulukları ortaya çıkmaya başladı. Daha sonra onlar, sosyo-politik ve dini-mistik olarak iki sınıfa ayrılmıştı.
70:7.2 (790.5) Bu toplulukların gizliliği için şunlar gibi birçok neden mevcut bulunmaktaydı:
70:7.3 (790.6) 1. Birtakım tabulara karşı gelmekten dolayı yöneticiler üzerinde hoşnutsuzluk yaratma korkusu.
70:7.4 (790.7) 2. Azınlıkta bulunan dini törenleri yerine getirme amacı.
70:7.5 (790.8) 3. Değerli “ruhaniyeti” veya ticaret sırlarını koruma gayesi.
70:7.6 (790.9) 4. Birtakım özel büyü veya sihri memnuniyetle deneyimle arzusu.
70:7.7 (790.10) Bu toplulukların bahse konu gizliliği tüm üyelerine kabilenin geri kalanları karşısında gizemlilik gücü vermiştir. Gizlilik aynı zamanda gösteriş duygusunu hoşnut eden bir içeriğe sahiptir; bu gizliliğin başlatıcıları, dönemlerinin toplumsal soylu sınıf üyeleriydi. Ergenlik dönemini geçen erkek çocuklar erişkin büyükleri ile birlikte avlanmaktaydı; ancak bu dönemden önce onlar kadınlar ile birlikte sebze toplamaktalardı. Ergenlik sınavlarını geçmede başarısız olmak ve böylece kadınsı olarak görüldüklerinden dolayı erkek yerleşkelerinin dışında kadınlar ve çocuklar ile birlikte kalmaya zorlanmak bir kabile utancı biçiminde olası en yüksek aşağılamaydı. Bu aşağılamanın dışında kadınsı olarak görülen erkeklerin evlenmelerine izin verilmemekteydi.
70:7.8 (791.1) İlkel insanlar ergenlik döneminde bulunan çocuklarına çok önceden cinsel ilişki denetimini öğretmişlerdi. Erginlik ve evlilik dönemleri arasında erkek çocukları, eğitimleri ve hazırlanmaları erkeklerin gizli topluluklarına emanet edilen bir biçimde, ebeveynlerinden alıkoymak adet haline gelmişti. Ve bu cemiyetlerin başlıca faaliyetlerinden biri, ergenlik döneminde bulunan genç çocukları denetim altında tutmak, böylece gayrimeşru çocukların doğmasını engellemekti.
70:7.9 (791.2) Ticarileşen fuhuş, erkeklerin sahip oldukları cemiyetlerin diğer kabilelerden olan kadınları para karşılığında kullanmasıyla başladı. Ancak daha önceki topluluklar dikkate değer bir biçimde cinsel sınırlamaları takip etmekteydi.
70:7.10 (791.3) Erişkinliğe olan kabul töreni genellikle, beş yıllık bir döneme uzanmaktaydı. Bireyin kendine işkence etmesi ve bedenin bir parçasını acı dolu bir biçimde kesmesi bu törenlere girdi. Sünnet ilk olarak, bu gizli kardeşlik cemiyetlerinden biri için bir kabul ayini olarak uygulanmıştı. Kabile armaları, erişkinliğe kabulün bir parçası olarak beden üzerine kesim yoluyla işlenmekteydi; dövme uygulaması, üyeliğin bu türden bir nişanı olarak doğmuştu. Ciddi oranda yaratılan yoksunluk ile birlikte bu türden işkenceler, hayatın gerçekleri ve onun kaçınılmaz zorluklarıyla gençleri etkilemek amacıyla bu bireyleri sert bir biçimde pekiştirmek için tasarlanmıştı. Bu gaye, daha sonra ortaya çıkan atletizm oyunları ve fiziksel mücadeleler ile daha iyi bir biçimde yerine getirilmiştir.
70:7.11 (791.4) Ancak gizli cemiyetler kesin bir biçimde ergenlik ahlakının gelişmesini amaçlamıştır; ergenlik törenlerinin başlıca gayelerinden biri, erkek çocuğu diğer erkeklerin kadınlarını hiçbir biçimde arzulamaması yönünde eğitmekti.
70:7.12 (791.5) Evlilik öncesi gerçekleşen oldukça ciddi disiplin ve eğitimin bu yıllarından sonra genç erkekler genellikle, geri dönünce gerçekleştirecekleri evliliklerinden ve kendilerini kabile tabularına bir ömür boyu teslim etmelerinden önce kısa bir dönemliğine rahatlık ve özgürlük koşullarına bırakılmaktalardı. Ve eski adet, bekârların “sınırsız özgürlük dönemi” olarak bilinen budalaca uygulamaya uzanan bir biçimde çağdaş dönemlere kadar süregelmiştir.
70:7.13 (791.6) Daha sonraki birçok kabile, ergenlik çağına girmiş kızları eşlik ve anneliğe hazırlamak amacıyla oluşturulmuş, kadınların gizli cemiyetlerinin kurulmasına izin verdi. Erişkinlik düzeyine kabulünden sonra kızlar evlilik için yetkin hale gelip, bu zamanların görücüye çıkma eğlencesi biçimindeki “gelin gösterisine” katılmalarına izin verilirdi. Evlilik için kadınların yarattığı düzenler öncül bir biçimde mevcudiyete kavuşmuştu.
70:7.14 (791.7) Yakın bir süre sonra gizli olmayan cemiyetler, evlenmeyen erkekler ve herhangi bir erkeğe bağlı olmayan kadınlar kendi ayrı örgütlenmelerini gerçekleştirdiğinde ortaya çıkmıştır. Bu birliktelikler gerçek anlamdaki ilkokullardı. Ve, erkek ve kadınların cemiyetleri birbirlerine sıklıkla huzur vermese de, bazı ileri kabileler Dalamatia eğitmenleri ile iletişime geçtikten sonra her cinsiyetin aynı yerde öğrenimi için yatılı okullara sahip olarak ortak eğitimi deneyimlemişlerdir.
70:7.15 (791.8) Gizli topluluklar, kabul düzenlerinin gizemli yapısıyla başlıca olmak üzere toplumun daha fazla katmanlı hale gelmesine neden oldular. Bu toplum üyeleri ilk olarak, — atalara olan ibadet biçiminde — matem törenlerine merak besleyen kişileri maske takıp korkutmuşlardır. Daha sonra bu korkutma, hayaletin ortaya çıktıklarına dair inancın temellendiği aldatıcı bir oturuma doğru gelişme gösterdi. “Yeniden doğumun” bu eski cemiyetleri simgeler ile anlaşıp, özel gizli bir dili kullandı; onlar aynı zamanda belirli yiyecek ve içecekleri tüketmemeye yemin ettiler.
70:7.16 (792.1) Tüm gizli birliktelikler; istenen teminat biçiminde bir yemin etme uygulamasını zorunlu kılmış olup, sırların tutulmasını öğretmiştir. Bu düzenler, kitlelerin korkuyla karışık saygısını kazanmış ve onları denetim altına almıştır; onlar aynı zamanda, herhangi bir yanlış karşısında tetikte bekleyen cemiyetler olarak hareket etmiş olup, böylelikle linç kültürünü uygulamıştır. Onlar, kabile savaşlarında ilk hafiyeler ve kabile barışlarında ilk gizli polislerdi. Bu görevleri arasında onların neden oldukları en iyi şey, acımasız kralları endişeli bir biçimde makamlarında tutmalarıdır. Onların üstesinden gelebilmek için krallar kendilerine ait gizli polisleri öne sürmüştür.
70:7.17 (792.2) Bu cemiyetler ilk siyasi partilerin oluşmasına kaynaklık etmiştir. İlk parti hükümeti “güçsüz” karşısında “güçlü” yönetimiydi. Eski dönemlerde idari düzende yapılan bir değişiklik yalnızca sivil savaşa sebebiyet vermekteydi; bu bağlamda güçsüzün daha sonra güçlü hale geldiğine dair sayısız delil bulunmaktadır.
70:7.18 (792.3) Bu cemiyetler; tüccarlar tarafından borçları tedarik etmek için, yöneticiler tarafından ise vergileri toplamak için kullanılmaktaydı. Vergi, av veya ganimetin onda biri biçiminde aşar vergisinin en ilk türlerinden biri olarak uzun bir mücadele alanıydı. Vergiler kökensel olarak, kralın evini idame etmek için zorla alınmaktaydı; ancak daha sonra, tapınak hizmetini desteklemek için bir bağış altında gösterildiğinde vergileri toplamanın daha kolay olduğu keşfedildi.
70:7.19 (792.4) Bu gizli birliktelikler aşama aşama ilk yardım örgütlenmelerine doğru gelişmiş olup, daha sonra — kiliselerin öncülleri olarak — daha önceki din cemiyetleri haline evirildiler. Nihai olarak bu cemiyetlerden bazıları, ilk uluslararası kardeşlik toplulukları olarak, kabileler arası düzeye geldiler.
70:8.1 (792.5) İnsan varlıklarının akılsal ve fiziksel eşitsizliği, toplumsal sınıfların ortaya çıkışına temel teşkil etmektedir. Toplumsal tabakalaşmaya sahip olmayan sadece iki tür dünya vardır; bunlar en ilkel ve en gelişmiş dünyalardır. Doğmakta olan bir medeniyet toplumsal düzeylerin farklılaşması sürecine henüz başlamamıştır; bunun karşısında ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmuş olan bir dünya ise, orta düzey evrimsel aşamaların tümünün oldukça temel niteliği olan insan türünün bu bölünmelerinin büyük ölçüde üstesinden gelmiştir.
70:8.2 (792.6) Toplum hayvansı yaşamdan kurtulup vahşi yaşama gelirken onun insan öğeleri şu genel nedenlerden dolayı sınıflar halinde birliktelikler içinde bulma eğilimi gösterirler:
70:8.3 (792.7) 1. Doğal — yakınlık, kan bağı ve evlilik; ilk toplumsal farklılaşmalar cinsiyet, yaş ve kabile önderiyle olan kan bağı ilişkisi şeklinde kandı.
70:8.4 (792.8) 2. Kişisel — yetenek, dayanıklılık, beceri ve cesaretin tanınması; bu nitelikleri yakın bir zamanda dil üzerindeki ustalık, bilgi ve genel us takip etti.
70:8.5 (792.9) 3. Şans — savaşlar ve göçler insan topluluklarının ayrılmasına sebebiyet verdi. Sınıf evrimi güçlü bir biçimde, galibin mağlup ile olan ilişkisi biçiminde fetihlerden etkilenirken; kölelik, özgür ve tutsak olarak toplumun ilk genel sınıflanışını beraberinde getirdi.
70:8.6 (792.10) 4. Ekonomik — fakir ve zengin. Servet ve kölelerin sahipliği, toplumun bir sınıfının kalıtımsal temeliydi.
70:8.7 (792.11) 5. Coğrafi — sınıflar şehir veya kırsal yerleşimlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Şehir ve kır yaşamı sırasıyla, sürü ile uğraşan tarım insanları ve ticaret ile uğraşan üretim insanlarının değişik bakış açıları ve tepkileriyle birlikte ayrışmasına katkıda bulunmuştur.
70:8.8 (792.12) 6. Toplumsal — sınıflar kademeli olarak, farklı toplulukların toplumsal değerinin dönemsel rağbeti ölçüsünde oluşmuştur. Bu türün en öncül bölünmesi; din mensupları ile öğretmenler, yöneticiler ile kahramanlar, sermaye sahipleri ile ticaret erbapları, olağan işçiler ile köleler arasındaki ayrımın kesinleşmiş hale gelmesiydi. Köle hiçbir zaman bir sermaye sahibi haline gelemezken, zaman zaman yevmiye ile çalışan birey sermaye sahipleri arasına girmeyi tercih edebilirdi.
70:8.9 (793.1) 7. Mesleksel — meslekler çoğalınca toplumsal tabakalar ve loncalar kurma eğilimi gösterdiler. Çalışanlar; sağlıkçıları da içine alan bir biçimde uzman sınıflar, onlardan sonra gelen kalifiye işçiler ve en sonuncu olarak vasıfsız işçiler şeklinde üç topluluğa ayrılmıştı.
70:8.10 (793.2) 8. Dinsel — öncül dini inanış cemiyetleri, kavimler ve kabileler içinde kendine ait sınıfları yaratmıştır; ve din mensuplarının takvası ve tasavvufu onların ayrı bir toplumsal zümre olarak uzun süreden beri varlıklarını devam ettirmelerini sağlamıştır.
70:8.11 (793.3) 9. Irksal — iki veya daha fazla ırkın bir millet veya bölgesel birimdeki mevcudiyeti genellikle ırk sınıflarını yaratmaktadır. Hindistan’da tabakalaşmış özgün toplum düzeni, öncül Mısır’da olduğu gibi ten rengine dayanmaktaydı.
70:8.12 (793.4) 10. Yaş — çocukluk ve olgunluk. Kabileler arasında erkek çocuk babanın yaşamı boyunca onun gözetimi altında kalmaya devam ederken, kız çocuk evlenene kadar annenin ilgisine bırakılmıştı.
70:8.13 (793.5) Esnek ve değişken toplumsal sınıflar evrimleşen bir medeniyet için hayati öneme sahiptir; ancak sınıf katı bir biçimde tabakalaştığı zaman, toplumsal düzeylerin esneksel geçirgenliğini yitirdiği anda, toplumsal istikrarın gelişmesi bireysel özgür teşebbüsün azalmasıyla karşılanır. Katı toplumsal tabakalaşma, bir bireyin kendisine üretim alanında bir yer edinme sorununu çözer; ancak bu toplumsal yapı aynı zamanda bireysel gelişimi ciddi bir biçimde sekteye uğratarak toplumsal işbirliğini neredeyse tamamen engeller.
70:8.14 (793.6) Doğal yollardan oluşan bir biçimde toplum içindeki sınıflar; ilerleyen bir medeniyetin biyolojik, ussal ve ruhsal kaynaklarının şu gibi biçimlerde akıllı bir biçimde kullanılmasıyla insanın bu sınıfların evrimsel yıkımlarına kademeli olarak erişimine kadar varlığını sürdürmeye devam edecektir:
70:8.15 (793.7) 1. Irk kollarının biyolojik yenilenişi — alt düzeyde bulunan insan kollarının seçici bir biçimde elenmesi. Bu uygulama, birçok fani eşitsizliği yok etme eğilimini ortaya çıkaracaktır.
70:8.16 (793.8) 2. Bahse konu biyolojik gelişimden doğacak olan artan beyin gücünün eğitimsel hazırlanışı.
70:8.17 (793.9) 3. Fani kan bağı ve kardeşliğe ait duyguların din tarafından hızlandırılışı.
70:8.18 (793.10) Her ne kadar toplumsal ilerlemenin büyük bir kısmı, kültürel ilerlemenin bu hızlandırıcı etkenlerinin ussal, bilge ve sabırlı kullanımı sonucunda gerçekleşecek olsa da; bahse konu bu çalışmalar gerçek meyvelerini yalnızca geleceğin uzak bin yıllarında verebilir. Din, medeniyeti karmaşadan çekip çıkaran kudretli bir kaldıraçtır; ancak din, güçlü ve sağlıklı kalıtım üzerine güvenli bir biçimde oturmuş güçlü ve sağlıklı aklın dayanak noktası olmadan güçsüz bir konumdadır.
70:9.1 (793.11) Doğa insanlara hiçbir hakkı sağlamamaktadır; doğa yalnızca bir yaşam ve içinde yaşanılabilecek bir dünya sunmaktadır. Silahsız bir insanın ilkel bir ormanda aç bir kaplan ile karşı karşıya gelmesiyle ortaya çıkacak olası sonuçlardan çıkarılabileceği gibi, doğa insanlara yaşama hakkı bile sunmamaktadır. Toplumun insana verdiği en temel hediye onun güvenliğidir.
70:9.2 (793.12) Kademeli olarak toplum kendi haklarını belirlemiştir; ve mevcut zaman içerisinde bu haklar şunlardır:
70:9.3 (793.13) 1. Yiyecek arzının güvence altına alınması.
70:9.4 (793.14) 2. Askeri savunma — hazırlıklı olma yoluyla sağlanan güvenlik.
70:9.5 (793.15) 3. İç barış korunumu — kişisel şiddet ve toplumsal düzensizliğin önlenmesi.
70:9.6 (794.1) 4. Cinsel denetim — aile kurumu olarak evlilik.
70:9.7 (794.2) 5. Özel mülkiyet — iyelik hakkı.
70:9.8 (794.3) 6. Bireysel ve topluluk rekabetini destekleme.
70:9.9 (794.4) 7. Gençliğin öğrenimi ve eğitiminin sağlanması.
70:9.10 (794.5) 8. Ticaret ve alışverişi sağlama — üretimsel gelişim.
70:9.11 (794.6) 9. İş gücü şartlarındaki ve emeğin mükâfatlandırılmasındaki iyileştirme.
70:9.12 (794.7) 10. Dinsel adetlerin yerine getirilmesine dair özgürlüğün, bahse konu diğer toplumsal etkinliklerin tümünün ruhsal bir dürtüyle etkinleşen hale gelerek yüceltilebileceği gayesiyle teminat altına alınması.
70:9.13 (794.8) Haklar; bilginin açığa çıktığı dönemden bile eski olduğunda, sıklıkla doğal haklar olarak adlandırılır. Ancak insan hakları, gerçekten, doğal değillerdir; onlar bütünüyle toplumsaldır. Onlar; insan rekabetinin sürekli değişin olgular bütününü idare eden ilişkilerin tanınmış düzenlemeleri biçiminde, oyunun kurallarından başka bir şey olmayarak göreceli bir nitelikte bulunup en başından beri dönüşüme uğramaktadır.
70:9.14 (794.9) Bir çağda hak olarak değerlendirilen bir olgu, diğerinde bu yönde düşünülmeyebilir. Kusurlu ve yozlaşmış bireylerin geniş sayıdaki nüfusunun mevcut anın çağına kadar gelmesi, onların yirminci yüzyıl medeniyetini sekteye uğratma gibi doğal bir hakka sahip olması sonucunda gerçekleşmemektedir; onların varlığı sadece, çağın toplumunu oluşturan ahlaki değerler ve böylelikle kabul edilen hükümlerden kaynaklanmaktadır.
70:9.15 (794.10) Avrupa’nın Orta Çağları’nda çok az sayıda insan hakkı tanınmıştır; bu dönemde her insan başka bir bireye ait bir konumdaydı; ve haklar yalnızca, devlet veya kilise tarafından verilen ayrıcalıklar veya iltimaslardı. Ve bu hatadan kaynaklanan ayaklanma, insanların tümünün eşit doğduğuna dair düşünceye yol açması bakımından eşit derecede hatalıydı.
70:9.16 (794.11) Güçsüz ve alt düzeyde bulunun bireyler her zaman eşit haklar için mücadele etmişlerdir; onlar her zaman, güçlü ve üstün seviyede bulunan bireylerin devlet vasıtasıyla kendi ihtiyaçlarını karşılamaya zorlanmasını istemiş olup, aksi halde yetersizliklerini kötüye kullanmakla tehdit etmiştir; gerçekte onların bu yetersizlikleri oldukça sık gerçekleşen bir biçimde ilgisizlikleri ve tembelliklerinin doğal sonucundan kaynaklanmaktadır.
70:9.17 (794.12) Ancak eşitliğe dair bu nihai amaç medeniyetin bir çocuğudur; bu amaç doğa içinde mevcut değildir. Kültürün kendisi bile, insanların eşit olmayan yetkinliklerinden kaynaklanan içkin eşitsizliklerini kesin olarak göstermektedir. Varsayılan doğal eşitliğin anlık ve evrimsel olmayan bir biçimde gerçekleştirilmeye çalışılması ilkel çağların gelişmemiş yaşamlarına medeni insanı hızlı bir biçimde geri atacaktır. Toplum herkese eşit haklar sunamaz; ancak bu oluşum adalet ve hakkaniyet uyarınca herkesin çeşitlilik gösteren haklarını gözetme sözü verebilir. Doğanın çoğunun kendi yaşam idaresini sağlaması, kendi nesillerini dünyaya getirmesi ve aynı zamanda bireysel tatminin bir düzeyini memnuniyetle deneyimlemesi için adil ve barışçıl bir olanak sunmak toplumun işi ve görevidir; birey için sağlanacak olan bu üç faaliyetin toplamı insan mutluluğunu oluşturmaktadır.
70:10.1 (794.13) Doğal adalet insanın yarattığı bir savdır; böyle bir adalet gerçekte bulunmamaktadır. Doğada adalet düşüncesi, bütünüyle bir kurgu olarak, tamamiyle insanın yarattığı bir kuramdan ibarettir. Doğa yalnızca, sonuçların nedenlere olan kaçınılmaz bağlılığı biçiminde, adaletin tek bir türünü sağlamaktadır.
70:10.2 (794.14) İnsan tarafından algılandığı biçimde adalet, bir insanın haklarını elde etmesi ve bunun sonucunda onun ilerleyici evrimin bir parçası olmasıdır. Adalet kavramı, ruhaniyet bahşedilen bir akıl içinde oldukça kökleşmiş ve yaşamı belirleyen bir nitelikte bulunabilir; ancak adalet, mekânın dünyalarında uçsuz bucaksız bir enginlikte yayılma göstermemektedir.
70:10.3 (794.15) İlkel insan olgular bütününün tamamını tek bir bireye yüklemiştir. Yaban bir bireyin ölümünde onu neyin öldürdüğü yerine kimin öldürdüğü sorulmuştur. Kaza eseri ölüm böylelikle tanınmadığı için, suçun cezalandırılmasında suçlunun temel gayesi bütünüyle göz ardı edilmiştir; yargı kararına açığa çıkan zarar karşılığında varılmıştır.
70:10.4 (795.1) En öncül ilkel toplumda kamuoyu doğrudan bir biçimde faaliyet göstermekteydi; kanunu uygulayan görevlilere ihtiyaç bulunmamaktaydı. İlkel yaşam içerisinde herhangi bir özel hayat bulunmamaktaydı. Bir insanın komşuları, kendi davranışlarından sorumluydu; böylelikle onlar bu bireyin özel yaşamına karışma hakkına sahipti. Toplum; topluluğa aidiyetin, her bireyin davranışı üzerinde söz hakkına sahip olması ve bir ölçüde denetimde bulunması gerekliliğine dair sav tarafından idare edilmekteydi.
70:10.5 (795.2) Hayaletlerin sağlıkçılar ve din adamları vasıtasıyla adaleti yerine getirildiğine çok önceleri inanılmıştı; bu inanış, ilk suç belirleyicileri ve kanunu uygulayan görevlilerden oluşan toplum düzenlerini oluşturdu. Suçu tespit etmede onların öncül yöntemleri; zehir, ateş ve acının sınavlarından suçluları geçirmekti. Bu yabansı çetin sınavlar, suçun hükmüne karar vermede uygulanan gelişmemiş yöntemlerinden başka bir şey değildi; onlar bir anlaşmazlığı adil bir biçimde çözümlemek zorunluluğuna sahip değillerdi. Örneğin, zehir kullanıldığında eğer suçlanan kişi kusarsa onun suçsuz olduğuna inanılmaktaydı.
70:10.6 (795.3) Eski Ahit bu çetin sınavlardan birisi olan bir evlilik suçunu açığa çıkarma yöntemini aktarmaktadır: Eğer bir erkek karısının onu aldattığından şüphe ederse, eşini din sorumlusuna götürüp kendisine şüphelerini aktarır; bunun sonrasında ilgili din mensubu kutsal sudan ve tapınak zemini tozundan meydana gelmiş bir karışımı hazırlar. Tehditkâr lanetleri içeren bir biçimde gereken ayin yapıldıktan sonra, suçlanan eş kötü zehri içmeye zorlanır. Eğer eş suçluysa, “kutsal su lanetin onun bünyesine girmesine ve daha keskin bir hale gelmesine neden olur; onun karın kısmı şişer ve kalçaları çürür; ve kadın böylece toplumu içinde lanetlenmiş bir hale gelir.” Eğer, nadiren bir kaza eseri, herhangi bir kadın bu çirkin karışımı yudumlar ve fiziksel hastalığın hiçbir belirtisini göstermezse; kıskanç kocası tarafından yapılan suçlamalardan aklanır.
70:10.7 (795.4) Suçun tespit edilişine dair bu zalim yöntemler, neredeyse evrimleşen kabilelerin tümü tarafından bir biçimde uygulanmıştır. Düello, çetin sınavlar vasıtasıyla bireylerin yargılanmasının çağdaş dönemlere kadar gelmiş bir uygulamasıdır.
70:10.8 (795.5) Museviler ve diğer yarı-medenileşmiş kabilelerin üç bin yıl önce adalet idaresinin bu türden ilkel yöntemlerini uygulamış olmalarında şaşılacak bir şey bulunmamaktadır; ancak bunların arasında en ilgi çekici olan şey, düşünen insanların kutsal yazıların bir derlemesine ait sayfalar içinde bu türden yabani uygulamaların bir kalıntısını tutmalarıdır. Sorgulayıcı düşünce; herhangi bir kutsal varlığın, şüphe duyulan evlik sadakatine dair suç tespiti ve hükmü ile ilgili bu türden haksız talimatları bir kere bile vermeyeceğinden emin olması gerekir.
70:10.9 (795.6) Toplum öncül olarak, — göze göz, yaşama yaşam şeklinde — misillemenin bir intikam tavrını benimsemiştir. Evrimleşen kabilelerin tümü, kan intikamının bu hakkını tanımıştır. İntikam, ilkel yaşamın amacı haline gelmiştir; ancak din bahse konu dönemden bu yana, bu öncül kabile uygulamalarını büyük bir biçimde değişikliğe uğratmıştır. Açığa çıkarılmış dinin öğretmenleri her zaman, “Koruyucunun ‘İntikam bana aittir’ dediğini” bildirmişlerdir. Öncül zamanlar içinde intikam yoluyla öldürme, törelerin yalanları altında gerçekleştirilen bugünkü cinayetlerden çok da farklı değildi.
70:10.10 (795.7) İntihar, misillemenin sıkça görülen bir türüydü. Eğer bir kişi yaşam sürecinde öcünü almaya yetkin değilse, bir hayalet olarak geri dönüp düşmanına gazabını göstereceği düşüncesiyle intihar ederdi. Ve bu düşünce oldukça genel bir kabul konumunda bulunduğu için, bir düşmanın kapısı önünde yapılan intihar tehdidi genellikle düşmanını yola getirmeye yeterdi. İlkel insan yaşamı çok kıymetli olarak görmedi; zorluk karşısında gerçekleştirilen intihar yaygındı; ancak Dalamatia unsurlarının öğretileri bu âdetin uygulanmasını giderek azaltırken, daha yakın zamanlarda boş zaman etkinlikleri, rahatlık sağlayan faaliyetler, din ve felsefe bütünleşerek yaşamı daha tatlı ve daha arzulanabilir kılmıştır. Açlık grevleri, buna rağmen, misillemenin bu eski yönteminin çağdaş bir örneğidir.
70:10.11 (796.1) Gelişmiş kabile hukukunun en öncül tasarımlarından biri kan davasını bir kabile meselesi olarak üstlenmekti. Ancak her ne kadar benzerlik kurulması bakımından garip de olsa, bu dönemlerde bile bir erkek karısını tamamiyle başlık parası ödeyerek almışsa onu öldürdüğünde ceza almamaktaydı. Bugünün Eskimoları hala, buna rağmen, cinayet durumlarında bile bir suçun cezasına dair hükmü ve cezai yaptırımı haksızlığa uğramış aileye bırakmaktaydı.
70:10.12 (796.2) Diğer bir gelişme, mal üzerinden ödenen ceza hükümleri biçiminde, tabulara karşı gelme durumları için maddi yaptırımların uygulanmasıydı. Bu maddi yaptırım cezaları, ilk kez kamu gelir düzenini oluşturmuştu. “Kan parası” ödeme uygulaması aynı zamanda, kan davalarının yerini alan gözde bir yöntem olmuştu. Bu türden hasarlar genellikle kadınlar veya büyük baş hayvanlar ile ödenmekteydi; parasal telafi biçimindeki bugünkü maddi yaptırımlardan çok daha uzun bir süre önce bu yöntem suçun cezası için belirlenmekteydi. Ve ceza fikri özü itibariyle tazminata dayandığı için, insan yaşamı dâhil olmak üzere her şey nihai olarak hasara karşılık gelen bir bedele sahip olur konuma gelmişti. Museviler, kan parasını ödeme uygulamasını kaldıran ilk topluluktu. Musa, “ölümden suçlu olan bir katilin yaşamı üzerinden hiçbir çıkarın elde edilmemesi, bu katilin kesin bir biçimde öldürülmesi gerektiğini” Museviler’e öğretti.
70:10.13 (796.3) Adalet böylece ilk başta aile, daha sonra kavim ve ondan sonra ise kabile tarafından dağıtılmıştır. Gerçek adaletin uygulanması, intikamın özel topluluklar ve kan bağı birlikteliklerinden alınıp devlet olarak toplumsal birliğin ellerine teslim edildiği zaman zarfından bugüne gelmektedir.
70:10.14 (796.4) Diri diri yakarak cezalandırma bir dönem olağan bir uygulamaydı. Bu uygulama, Hammurabi ve Musa’yı içine alan bir biçimde birçok eski yönetici tarafından tanınmıştı; Musa, özellikle çok ciddi bir cinsel içeriğe sahip olan birçok suçun kazıklarda yakılarak cezalandırılmasını emretmiştir. Eğer “bir din mensubunun kızı” veya diğer bir önde gelen vatandaş açıkça fuhşa bulaşmışsa, bu kadını “ateş ile yakmak” Musevi âdetiydi.
70:10.15 (796.5) “Satmak” veya bir kabilenin üyelerini aldatmak biçimindeki hıyanet, ilk ölüm cezası suçuydu. Büyük baş hayvan çalmak evrensel olarak doğrudan bir biçimde ve yargı kararı beklenmeden ölümle cezalandırılmaktaydı; yakın geçmişte bile at çalmak benzer bir biçimde cezalandırılmıştı. Ancak zaman geçtikçe cezanın şiddetine ek olarak onun kesinliği ve çabukluğunun suçun caydırıcılığında oldukça değerli bir etkiye sahip olmadığı öğrenildi.
70:10.16 (796.6) Suçları cezalandırmada toplum başarısız olduğu zaman, topluluğun hıncı kendisini linç kültürü olarak göstermektedir; gözaltına alınmaya dair karar, bahse konu anlık topluluk öfkesinden kaçmanın bir aracıydı. Linç kültürü ve düellonun uygulanması, bireyin kendisine yapılan kişisel nitelikteki haksızlığın çözümünü devlet eline bırakmasındaki isteksizliği temsil etmektedir.
70:11.1 (796.7) Adetler ve yasalar arasında kesin çizgileri çizmek tıpkı gün doğumunda gecenin ne zaman günü takip ettiğini belirlemek gibi zordur. Adetler yazıya geçirildiklerinde kanunlar ve polis yönetmelikleridir. Varlıklarını uzun bir süre boyunca koruduğunda ismi konulmamış adetler, elle tutulur düzenlemeler şeklinde kesin kanunlara ek olarak oldukça iyi bir biçimde tanımlanmış toplumsal kabullere doğru yoğunlaşma eğilimi gösterirler.
70:11.2 (796.8) Kanun ilk başta her zaman engelleyici ve yasaklayıcıdır; gelişme gösteren medeniyetlerde kanun artan bir biçimde olumlu ve yönlendiricidir. Öncül toplum bireye yaşam hakkını diğer tüm bireylere “öldürmeniz yasaktır” emrini dayatarak vermiştir. Bireye verilen hakların veya özgürlüğün her bir imtiyazı, diğer bireylerin tümünün özgürlüklerinde bir kısıtlamaya neden olmaktadır; ve bu durum, ilkel kanun olarak tabu tarafından belirlenmektedir. Tabunun bütüncül fikri, içkin olarak engelleyicidir, çünkü ilkel toplum, örgütlenmesi bakımından tamamen engelleyiciydi; ve adaletin öncül idaresi, tabuların uygulanmasından meydana gelmişti Ancak bu kurallar kökensel olarak, ayak takımından olanlarla ilişkilerinde farklı bir etik anlayışına sahip olmuş daha sonraki Musevi toplulukları tarafından sergilendiği gibi, yalnızca akran kabile üyelerine uygulanmaktaydı.
70:11.3 (797.1) Şahitliği daha doğru kılma çabası olarak yemin, Dalamatia döneminde doğmuştur. Bu türden yeminler, kendisi üzerine bir lanet okuma ifadesinden oluşmuştu. Daha önceleri hiçbir birey, kendi özgün topluluğuna karşı şahitlik yapmazdı.
70:11.4 (797.2) Suç, kabile tabularına karşı bir saldırıydı; günah, hayalet iznini memnuniyetle deneyimleyen bahse konu tabulara karşı gelmekti; ve orada, suç ile günahı birbirinden ayırt etme başarısızlığından doğan uzun süreli bir kafa karışıklığı yaşanmıştı.
70:11.5 (797.3) Bireysel çıkar öldürme ile ilgili tabuyu oluşturmuş ve toplum bu türden bir yasaklamayı geleneksel adetler olarak kutsallaştırmışken; din toplumsal kabulü ahlaki yasa olarak kutsamış ve böylece onların üçü birden insan yaşamını daha güvenli ve daha kutsal kılmada birlik olmuşlardır. Toplum yasalara ve dinin yaptırımına sahip olmayan öncül dönemlerde bir arada tutulamazdı; hurafeler, uzun evrimsel dönemler boyunca ahlaki ve toplumsal polis kuvvetiydi; eski dönemlerde yaşayan bireylerin tümü, tabular olarak sahip oldukları tarihi kanunların atalarına tanrılar tarafından verilmiş olduğunu iddia etmişlerdi.
70:11.6 (797.4) Yasa, kamuoyunun belirginleşmiş ve yasallaşmış hali olarak uzun süreler uygulanan insan deneyiminin yazıya geçirilmiş bir kaydıdır; adetler, daha sonra yöneten akılların oluşturdukları yazılı kanunlar şeklinde açığa çıkan, birikmiş deneyimin hammaddesidir. Eski dönemlerde bulunan hâkimler hiçbir kanuna sahip değillerdi. Bu hâkim bir karar vereceği zaman, yalnızca “adet böyledir” ifadesini kullanırdı.
70:11.7 (797.5) Geçmişteki mahkeme kararlarına atıfta bulunma, hâkimlerin yazıya geçmiş hükümleri toplumun değişen koşullarına doğru uyarlama çabasını yansıtmaktadır. Bu uygulama, geleneğin devamının etkisiyle birleşen değişen toplumsal koşullara ilerleyici uyumu sağlamaktadır.
70:11.8 (797.6) Özel mülkiyet sorunları şu gibi birçok şekilde çözümlenmekteydi:
70:11.9 (797.7) 1. İtilaflı mülkiyeti yıkmak.
70:11.10 (797.8) 2. Kuvvet kullanarak — dava taraflarının fiziksel şiddete başvurması.
70:11.11 (797.9) 3. Tahkim yoluyla — üçüncü bir şahsın verdiği karar sonucu.
70:11.12 (797.10) 4. İhtiyar heyetine yapılan başvuru — daha sonrasında ise mahkemelere yapılan itiraz.
70:11.13 (797.11) İlk mahkemeler yumruklu mücadeleyi düzenlemişti; hâkimler yalnızca müsabaka gözetmeni veya hakemler düzeyindeydi. Onlar, kavganın kabul edilmiş kurallara uygun gerçekleşip gerçekleşmediğini gözlemlemektelerdi. Bir mahkeme kavgasına girerken her taraf, rakibi tarafından yenilmesi durumunda ödemekle yükümlü olduğu masrafları ve cezaları hâkime önceden teslim etmekteydi. “Güçlü hala haklıydı.” Daha sonra sözlü münakaşalar fiziksel kavgaların yerini aldı.
70:11.14 (797.12) İlkel adaletin bütüncül fikri, anlaşmazlığı gidermek ve böylece toplumsal kargaşayı ve bireysel şiddeti önlemek için adil olmayı başat bir biçimde temel almamaktaydı. Ancak ilkel insan, bugün haksızlık olarak addedilebilecek bir uygulama karşısında belirgin bir karşı çıkışı sergilememekteydi; güce sahip olanın bu gücü bencil bir biçimde kullanışı önemsenmiyordu. Yine de herhangi bir medeniyetin düzeyi, mahkemelerinin doğruluğu ve hakkaniyetine ek olarak hâkimlerinin dürüstlüğü ile oldukça kesin bir biçimde belirlenebilmektedir.
70:12.1 (797.13) Hükümetin evriminde büyük mücadele gücün toplanması ile ilgili olmuştur. Evren yöneticileri, yerleşik dünyalar üzerinde bulunan evrimsel toplulukların; oldukça iyi bir biçimde eş güdümsel hale getirilmiş yürütme, yasama ve yargı erkleri arasında doğru bir güç dengesi sağlandığında sivil hükümetin temsili türü tarafından en iyi bir şekilde idare edildiklerini deneyimleri vasıtasıyla öğrenmişlerdir.
70:12.2 (798.1) İlkel yönetim, fiziksel güç olarak kuvvete dayalıyken; olası en yüksek hükümet olan temsili düzen içinde önderlik kabiliyete bağlıdır. Ancak yaban hayatın hüküm sürdüğü dönemlerde tamamiyle, temsili hükümetin etkin bir biçimde faaliyet göstermesine imkân vermeyecek derecede çok savaş gerçekleşmekteydi. Yönetim gücünün bölünmesi ve idarenin tek elde toplanması arasında gerçekleşen uzun mücadeleden diktatör galip çıkmıştı. İhtiyar heyetinin ilkel topluluğuna ait öncül ve paylaştırılmış güçler kademeli olarak mutlak monarşiyi elinde bulunduran bireyde toplanmıştı. Gerçek kralların ortaya çıkmasından sonra ihtiyar heyeti toplulukları, aslında var olmayan yasama ve yargı erkleri için danışma kurumları olarak varlıklarını sürdürmüştür; daha sonra eş güdümsel düzeyde yasama organları ortaya çıkmış, ve nihai olarak yargının en yüksek temyiz mahkemeleri bu organlardan bağımsız olarak kurulmuştur.
70:12.3 (798.2) Kral, kökensel veya diğer bir değişle yazılmamış kanun biçimindeki örf ve adetlerin uygulayıcısıydı. Daha sonra kral, kamuoyunun belirginleşmiş hali olan yasama hükümlerini uyguladı. Kamuoyunun bir dışavurumu olarak bir genel meclis, her ne kadar yavaş yavaş ortaya çıkmış olsa da, büyük bir toplumsal gelişimi simgelemişti.
70:12.4 (798.3) Öncül krallar büyük bir ölçüde — gelenek veya kamuoyu biçimindeki — adetler tarafından sınırlanmış bir haldeydi. Daha yakın zamanlarda bazı Urantia milletleri, bu adetleri hükümet yönetimi için yazılı düzene geçirmişlerdir.
70:12.5 (798.4) Urantia fanilerinin özgür olmaları onların hakkıdır; onlar kendilerine ait hükümet yönetim düzenlerini yaratmalılardır; onlar, kendilerine ait anayasaları veya sivil yönetimin ve idari işleyiş düzeninin diğer tüzüklerini oluşturmalılardır. Ve bunu gerçekleştirdiklerinde onlar, baş yöneticiler olarak en yetkin ve en liyakat sahibi akranlarını seçmelilerdir. Yasama erkinde görev yapacak temsilciler için onlar sadece, bu türden kutsal görevleri yerine getirmek için ussal ve ahlaki olarak yetkin bireyleri seçmelilerdir. Yüksek ve en yüksek temyiz mahkemelerine atanacak hâkimler makamına yalnızca, doğal yetkinlik ile bahşedilmiş ve yeterli deneyimle bilge haline gelmiş kişiler seçilmelidir.
70:12.6 (798.5) Eğer insanlar özgürlüklerini idame ettireceklerse, özgürlük sözleşmelerini tercih ettikten sonra, şu gibi şeylerin önlenmesi için onun bilge, ussal ve korkusuz yorumunu sağlamak zorundadırlar:
70:12.7 (798.6) 1. Yönetim veya yargı erklerinin herhangi bir tarafından kanuna aykırı gücün elde edilmesi.
70:12.8 (798.7) 2. Cahil ve hurafelere inanan tahrikçilerin fesatlıkları.
70:12.9 (798.8) 3. Bilimsel gelişmeyi duraklatma.
70:12.10 (798.9) 4. Sıradanlığın baskınlığının yarattığı açmaz.
70:12.11 (798.10) 5. Fesat azınlıkların baskınlığı.
70:12.12 (798.11) 6. Gelecekte diktatör olabilecek hırslı ve zeki kişilerin denetimi.
70:12.13 (798.12) 7. Telaşın gidişatı yıkıcı bir biçimde bozması.
70:12.14 (798.13) 8. Vicdansız kişiler tarafından sömürü.
70:12.15 (798.14) 9. Devlet tarafından tüm vatandaşlığın vergilerle köleleştirilmesi.
70:12.16 (798.15) 10. Toplumsal ve mali adaleti sağlayamama.
70:12.17 (798.16) 11. Din ve devletin birleşmesi.
70:12.18 (798.17) 12. Kişisel özgürlüğün kaybı.
70:12.19 (798.18) Bahse konu bu durumlar, evrimsel bir dünya üzerinde temsili hükümetin çarkları üzerinde baş yöneticiler olarak faaliyet gösteren anayasa mahkemelerinin var oluş nedenleri ve gayeleridir.
70:12.20 (799.1) İnsanlığın Urantia üzerindeki kusursuz hükümeti oluşturma mücadelesi; idare zincirini kusursuzlaştırmakla birlikte onu sürekli değişen mevcut ihtiyaçlara göre uyarlamakla, hükümet içindeki güç dağılımını geliştirme ve bunun sonrasında gerçekten bilge kişileri idari önderler olarak seçmekle ilgilidir. Her ne kadar orada hükümetin kutsal ve olası en yüksek türü mevcut bulunsa da bu türden bir hükümet açığa çıkarılamaz; ancak bu hükümet, zaman ve mekânın evrenleri boyunca her gezegenin erkek ve kadınları tarafından yavaşça ve emek sarf edilerek keşfedilmelidir.
70:12.21 (799.2) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
71. Makale
71:0.1 (800.1) DEVLET, medeniyetin yararlı bir gelişimidir; devlet, savaşın yıkımlarından ve acılarından arta kalan toplum kazancını temsil eder. Devlet idaresi bile yalnızca, mücadele eden kabileler ve milletler arasındaki çekişmeli rekabet şiddetinin düzenlenme amacını taşıyan birikimler sonucu elde edilmiş bir işleyiş biçimidir.
71:0.2 (800.2) Çağdaş devlet, topluluk gücü için verilen uzun mücadeleler içinde varlığını sürdürebilmiş bir kurumdur. Üstün olan güç, nihai olarak mücadelelerden galip ayrılmıştı; ve devlet biçiminde hayali bir gerçeklik yaratarak, devlet için yaşamak ve ölmek gibi vatandaşlarının mutlak yükümlülüklerini isteyen ahlaki miti öne sürmüştü. Ancak devlet kutsal bir kökenden kaynağını olan bir oluşum değildir; devlet, iradesel olarak ussal bir niteliğe sahip insan faaliyeti tarafından bile üretilmemişti; bu yönetim düzeni tamamen evrimsel bir kurumdur; ve kökeni bakımdan devlet bütünüyle, gelişen koşul ve süreçler sonucunda ortaya çıkmıştır.
71:1.1 (800.3) Devlet, toprak temelli toplumsal düzeni örgütleyen bir kurumdur; ve en verimli olan şeklinde en güçlü ve en dayanıklı devlet, insanlarının ortak bir dile, örf ve adetlere ek olarak herkes tarafından kullanılan kurumlara sahip olduğu tek bir milletten meydana gelmiştir.
71:1.2 (800.4) Öncül devletler küçük olup, onların tamamı fetih sonucunda ortaya çıkmışlardır. Onlar, gönüllü birliktelikler sonucunda oluşmamışlardır. Devletlerin çoğu, barışçıl sürü sahipler veya yerleşik hayata geçmiş çiftçiler üzerinde egemenlik kurmak ve onları köleleştirmek için baskınlar düzenleyen galip göçebeler tarafından kurulmuştur. Fetih sonucunda açığa çıkan bu türden devletler, zorunlu olarak toplumlarının tabakalaşmış olduğu düzenlerdi; sınıflar kaçınılmaz olup, sınıf mücadeleleri en başından beri en güçlü ve muktedir olanların galip çıktığı toplumsal düzenlerdi.
71:1.3 (800.5) Amerikalı kırmızı insanların kuzey kabileleri, gerçek bir devlet düzenine hiçbir zaman erişmemişti. Onlar hiçbir zaman, devletin oldukça ilkel bir türü olan kabilelerin birbirlerine zayıf bağlarla bağlı olduğu örgütlenmelerin ötesine geçmemişlerdi. Bu düzeye gelebilen en yakın oluşum, Iroquois federasyonuydu; ancak altı milletten oluşan bu topluluk hiçbir zaman bir devlet gibi faaliyet göstermemiş olup, çağdaş ulusal yaşam için şu gibi belirli hayati niteliklerden yoksun olduğu için varlığını devam ettirememiştir:
71:1.4 (800.6) 1. Özel mülkiyetin elde edilmesi ve onun miras yoluyla devri.
71:1.5 (800.7) 2. Tarım ve düzenli üretime sahip şehirler.
71:1.6 (800.8) 3. Bireylere yardımcı olan evcilleştirilmiş hayvanlar.
71:1.7 (800.9) 4. Elverişli aile örgütlenişi. Bahse konu kırmızı insanlar, anaerkil aile düzenine ve halaların erkek çocuklarının üstünlüğüne dair miras anlayışına çok sıkı derecede bağlılardı.
71:1.8 (800.10) 5. Sınırları belirlenmiş arazi.
71:1.9 (800.11) 6. Güçlü bir yönetici önder.
71:1.10 (800.12) 7. Esirlerin köleleştirilmesi — onlar köleleri ya topluluklarının arasına katmış ya da hepsini öldürmüşlerdi.
71:1.11 (800.13) 8. Büyük fetihler.
71:1.12 (800.14) Kızılderililer haddinden fazla demokratikti; onlar iyi bir hükümete sahiplerdi, ancak bu hükümet başarısız olmuştu. Onlar, Yunanlılar ve Romalıların hükümet yöntemlerini uygulamayı arzulayan beyaz ırkın daha gelişmiş medeniyeti ile vaktinden önce karşılaşmasalardı, nihai olarak bir devlete doğru evirilmiş olacaklardı.
71:1.13 (801.1) Başarılı Roma devleti şu niteliklere dayanmaktaydı:
71:1.14 (801.2) 1. Ataerkil aile.
71:1.15 (801.3) 2. Tarım ve hayvanların evcilleştirilmesi.
71:1.16 (801.4) 3. Şehirler biçiminde nüfusun bir yerleşkede yoğun hale gelmesi.
71:1.17 (801.5) 4. Özel mülkiyet ve toprak iyeliği.
71:1.18 (801.6) 5. Vatandaşlığın bir sınıfı olarak kölelik.
71:1.19 (801.7) 6. Güçsüz ve geri kalmış insanların fethi ve yeniden düzenlenişi.
71:1.20 (801.8) 7. Yollara sahip sınırları belirlenmiş arazi.
71:1.21 (801.9) 8. Kişisel ve güçlü yöneticiler.
71:1.22 (801.10) Roma medeniyeti içinde büyük bir zaaf, ve aynı zamanda imparatorluğun nihai çöküşünde bir etken olan şey; yirmi bir yaşına gelen erkek çocuğun özgür bırakılmasına ek olarak kızın kendi arzuladığı birini seçerek özgürce evlenmesi veya ahlaki yükümlülüklerden kurtulmak için yabancı bir yerleşkeye gitmesi amacıyla koşulsuz olarak salıverilmesine dair varsayılan özgürlükçü ve gelişmiş hükümdü. Topluma verilen zarar bu düzensel iyileştirmelerin kendisinde değil, bunun yerine onların uygulanmasındaki anlık ve herkesi kapsayan biçimdi. Roma’nın çöküşü, bir devletin oldukça hızlı genişlemesiyle onun içsel yozlaşması bir araya geldiğinde nerelerin olabileceğini göstermektedir.
71:1.23 (801.11) İlkel devlet, bölgesel birliktelik yerine kan bağının gözetilmesine dair tutumun zayıflamasıyla mümkün hale gelmiştir; ve bu türden kabile yönetim birlikleri genellikle fetih yoluyla oldukça sıkı bir biçimde pekiştirilmiştir. Küçük çaplı mücadelelerin ve topluluk farklılıkların üstünde bulunan bir egemenlik gerçek bir devlet yönetiminin temel niteliği iken, geçmiş dönemlerin kavimlerine ve kabilelerine ait kalıntılar biçiminde daha sonraki devlet örgütlenmesi içinde birçok sınıf ve toplumsal tabaka hala varlığını sürdürmektedir. Aile yönetiminden devlet yönetim düzenine olan değerli bir geçişi kanıtlayan kabile hükümeti olarak daha sonraki ve daha geniş bölgesel devletler, daha küçük olan bu kan bağına dayalı kavim toplulukları ile birlikte uzun ve çetin bir mücadele dönemi yaşamışlardır. Daha sonraki dönemler boyunca birçok kavim, ticaret ve diğer üretim birliktelikleri vasıtasıyla büyüme göstermişlerdir.
71:1.24 (801.12) Devlet bütünleşmesindeki başarısızlık, Avrupa’nın Orta Çağları’ndaki derebeyliği düzeni gibi, hükümetsel işleyiş yöntemlerinin devlet-öncesi şartlarının bozulmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu karanlık çağlar boyunca bölgesel devlet anlayışı çökmüş, kavim ve kabile gelişim aşamalarının yeniden ortaya çıkışı biçiminde küçük kale topluluklarına doğru bir geri dönüş gerçekleşmiştir. Benzer yarı-devletler Asya ve Avrupa’da mevcut an içerisinde bile gözlenmektedir; ancak onların tümü evrimsel geriye dönüş değillerdir; bu toplumsal düzenlerin birçoğu, geleceğin devletlerinin gelişimsel çekirdekleridir.
71:2.1 (801.13) Demokrasi, her ne kadar nihai bir gaye olsa da, medeniyetin bir ürünüdür, evrimin bütüncül sonucu değil. Bu süreç içerinde yavaşça ilerleyin! Dikkatli bir biçimde seçimlerinizi gerçekleştirin! Çünkü demokrasinin tehlikeleri şunlardır:
71:2.2 (801.14) 1. Sıradanlığın yüceltilmesi.
71:2.3 (801.15) 2. Bayağı ve cahil yöneticilerin seçilmesi.
71:2.4 (801.16) 3. Toplumsal evrimin temel gerçeklerini görmede başarısızlık.
71:2.5 (801.17) 4. Eğitimsiz ve tembel çoğunlukların güdümünde herkesin oy kullanma hakkından doğan tehlike.
71:2.6 (801.18) 5. Kamuoyuna olan kölesel bağlılık; çoğunluk her zaman haklı değildir.
71:2.7 (802.1) Ortak görüş olarak kamuoyu her zaman toplumun ilerleyişini geciktirmiştir; yine de kamuoyu değerlidir, çünkü her ne kadar toplumsal evrimi yavaşlatırken onu muhafaza etmektedir. Kamuoyunun eğitimi, medeniyeti hızlandırmanın tek güvenilir ve gerçek yöntemidir; kuvvet sadece geçici bir tedbirdir, ve kültürel gelişme mermilerin yerlerini sandık kutularına bıraktığı biçimde sürekli olarak artış gösterecektir. Örf ve adetler biçimindeki kamuoyu, toplumsal evrim ve devlet gelişimi bakımından temel ve başat bir enerjidir; ancak bahse konu değerine sahip olması için, dışavurumunda şiddeti içermemesi gerekmektedir.
71:2.8 (802.2) Toplumun gelişiminin ölçümü doğrudan bir biçimde, kamuoyunun kişisel davranışı denetleyebilmesi ve devlet idaresinin şiddet dışı yollarla işleyişini sağlayabilmesi yetkinliği derecesinde değerlendirilir. Gerçek anlamıyla medenileşmiş hükümet, kamuoyu kişisel hakların güçleri ile donatıldığı zaman ulaşmıştı. Genel seçimler bir takım şeylere her zaman doğru bir biçimde karar vermez, ancak bu seçimler yanlış bir şeyi yapmak için bile doğru yolu temsil ederler. Evrim bir seferde en üstün kusursuzluğu üretmemektedir, ancak o, göreceli ve gelişmiş nitelikte işlevsel uyumu doğurmaktadır.
71:2.9 (802.3) Temsili hükümetin işlevsel ve etkin bir türünün evrimi için on aşama veya düzey bulunmaktadır; bu aşamalar şunlardır:
71:2.10 (802.4) 1. Birey özgürlüğü. Kölelik, serflik ve insan esaretinin tüm türleri ortadan kalkmak zorundadır.
71:2.11 (802.5) 2. Akıl özgürlüğü. Ussal bir biçimde düşünmenin ve bilge bir biçimde tasarlamanın öğretilmesi şeklinde özgür bir topluluk eğitilmedikçe, özgürlük genellikle iyilikten çok zarar sağlamaktadır.
71:2.12 (802.6) 3. Kanunun egemenliği. Özgürlük yalnızca, insan yöneticilerinin iradelerini ve heveslerini kabul edilen temel hukuk kuralları uyarınca gerçekleştirilen yasama hükümleri aldığı zaman memnuniyetle deneyimlenebilir.
71:2.13 (802.7) 4. İfade özgürlüğü. Temsili hükümet, insanın arzuları ve düşüncelerine dair ifadenin tüm türlerinin özgürlüğü olmadan düşünülemez.
71:2.14 (802.8) 5. Mal güvenliği. Herhangi bir hükümet; kişisel mülkiyete sahip olmanın bir tür hakkını sağlamada başarısız olursa, uzun süreli olarak varlığını devam ettiremez. İnsan; özel mülkiyetini kullanmayı, denetlemeyi, başkalarına hediye etmeyi, kiralamayı ve miras bırakmayı arzular.
71:2.15 (802.9) 6. İtiraz hakkı. Temsili hükümet, vatandaşların haklarının onlar tarafından bilindiğini var sayar. İtiraz hakkı özgür vatandaşlık kavramı içinde içkin niteliğe sahiptir.
71:2.16 (802.10) 7. Yönetim hakkı. Haklardan haberdar olmak yeterli değildir; itiraz hakkı, hükümetin mevcut idaresine doğru genişlemek zorundadır.
71:2.17 (802.11) 8. Oy kullanma hakkı. Temsili hükümet; ussal, etkin ve evrensel bir seçmenin varlığını öncül olarak var sayar. Bu türden bir hükümetin niteliği her zaman, onu meydana getiren bireylerin kişiliği ve kabiliyeti ölçüsünde belirlenecektir. Medeniyet ilerledikçe her cins için evrensel olan oy kullanma hakkı dönüştürülecek, onun topluluk sınırları yeniden belirlenecek ve başka bir biçimde farklılaştırılacaktır.
71:2.18 (802.12) 9. Devlet görevlilerin denetimi. Hiçbir sivil hükümet; vatandaşları devlet görevlilerini ve kamu hizmetlilerini bilgece yönlendirme ve denetleme yöntemlerine sahip olmadan, hizmetkâr ve verimli olamaz.
71:2.19 (802.13) 10. Ussal ve eğitilmiş temsil. Demokrasinin kurtuluşu, başarılı işleyen temsili hükümete bağlıdır. Ve bu hükümet yalnızca; işleyiş yöntemlerinde eğitilmiş, ussal olarak yetkin, toplumsal bakımdan sadık ve ahlaki ölçütlerde uygun bireyleri seçme uygulayışı tarafından sağlanır. Yalnızca bu türden düzensel uygulamalar vasıtasıyla onların birliktelik hükümetleri onlar tarafından ve onların gelecekleri için kurulabilir.
71:3.1 (803.1) Bir hükümetin siyasi veya idari türü; özgürlük, güvenlik, eğitim ve toplumsal eş-güdüm olarak sivil ilerleyişin temel niteliklerini sağladıkça, çok az bir öneme sahiptir. Bir devletin ne olduğu değil, toplumsal evrimin ilerleyişini nasıl şekillendirdiği önemlidir. Ve son kertede hiçbir devlet, önderlerinde olduğu gibi, vatandaşlarının ahlaki değerlerini aşamaz. Cahillik ve bencillik, hükümetin en yüksek türünün bile çöküşünü kaçınılmaz kılacaktır.
71:3.2 (803.2) İçinde utanç duyulacak birçok şey olsa da, milli bencillik toplumsal kurtuluş için hayati derecede öneme sahip olmuştur. Seçilmiş insanlar savı, kabile bütünleşmesi ve ulus inşasında çağdaş dönemlere kadar aralıksız bir etken olmuştur. Ancak hiçbir devlet, hoşgörüsüzlüğün her türünün üstesinden gelmeden nihai düzeylere ulaşamaz; tahammülsüzlük insan ilerleyişine sonsuza kadar düşmandır. Ve hoşgörüsüz ile en iyi biçimde; bilim, ticaret, rekabetsel eğlence ve dinin eş güdümü vasıtasıyla başa çıkılabilir.
71:3.3 (803.3) Nihai devlet, üç kudretli ve eş güdümsel dürtünün etkisi altında faaliyet gösterir:
71:3.4 (803.4) 1. İnsan kardeşliği anlayışının gerçekleşmesinden doğan derin sevgi bağlılığı.
71:3.5 (803.5) 2. Bilge nihai hedeflere dayanan ussal vatanseverlik.
71:3.6 (803.6) 3. Gezegensel gerçekler, ihtiyaçlar ve hedefler bağlamında yorumlanan kâinatsal kavrayış.
71:3.7 (803.7) Nihai devletin kanunları sayıca azdır; ve onlar, yasaklayıcı tabu döneminden doğup bireyin kendi kendine gerçekleştirdiği gelişmiş denetimin sonucunda açığa çıkan bireysel özgürlüğün olumlu ilerleyişiyle bütüncül yapısına erişmiştir. Bu geliştirilmiş devlet, vatandaşlarını sadece çalışmaya itmez; bu devlet aynı zamanda, gelişen bir makine çağı vasıtasıyla aralıksız çalışmadan kurtuluş sonucunda artan boş zamanın yararlı ve canlandırıcı kullanışıyla onları çeker. Boş zaman etkinlikleri insanları dinlendirdiği kadar da onları üretmeye sevk etmelidir.
71:3.8 (803.8) Herhangi bir toplum, tembelliğe izin verdiğinde veya yoksulluğa müsamaha gösterdiğinde çok ileri bir noktaya gelemez. Ancak açlık ve üretim düzenine katkıda bulunmadan ona sürekli bağımlı olma durumu, eğer kusurlu ve gelişmemiş insan kolları denetimsiz bir biçimde desteklenirse ve onların herhangi bir kısıtlama olmadan doğumlarına izin verilirse hiçbir biçimde sonlandırılamaz.
71:3.9 (803.9) Ahlaki bir toplum, bireyin kendisine duyduğu saygıyı korumayı amaçlamalı ve kendisini gerçekleştirmek için her olağan bireye yeterli olanağı sağlamalıdır. Toplumsal kazanımın bu türden bir tasarımı, en yüksek düzeyde kültürel bir toplumunu açığa çıkaracaktır. Toplumsal evrim, olası en düşük düzenleyici bir denetimi uygulayan hükümetsel yüksek denetim tarafından desteklenmelidir. En yüksek eş güdümü sağlayan ve en az düzenleyici yönetimi yerine getiren devlet en iyi devlettir.
71:3.10 (803.10) Devlet yönetiminin nihai amaçları; toplumsal bilicin yavaş ölçekteki gelişimi, düzene karşı yükümlülüğün tanınması ve toplumsal hizmetin ayrıcalığı biçiminde evrim vasıtasıyla erişilmelidir. Siyaseti çıkar amaçlı yapanların idare döneminin sonunda, ilk başta insanlar hükümetin yükümlülüklerini görev olarak üstlenirler; ancak daha sonra onlar bu türden hizmeti, en yüksek onur olarak bir ayrıcalık biçiminde arzularlar. Medeniyetin herhangi bir aşamasının düzeyi, devlet yönetiminin sorumluluklarını kabul etmek için gönüllülükte bulunan vatandaşlarının bu niteliği tarafından tam olarak sergilenir.
71:3.11 (803.11) Gerçek bir ülkede büyük şehirleri ve illeri yönetme görevi, uzmanlar tarafından yürütülür ve tıpkı insanların oluşturduğu ekonomik ve ticari birlikteliklerin tüm diğer türleri gibi işletilir.
71:3.12 (803.12) Gelişmiş devletlerde siyasi hizmet, vatandaşlığın en yüksek bağlılığı olarak değer görür. Vatandaşların en bilge ve en soylularının geleceğe dair en yüksek amacı, hükümet birlikteliğinin herhangi bir makamına seçilme veya atanma şeklindeki sivil tanınmayı elde etmektir; ve bu türden hükümetler, sivil ve toplumsal görevlilerine gerçekleştirdikleri hizmetlerin tanınmasına dair en yüksek nişanları atfederler. Onların nişanları sırasıyla; felsefeciler, eğitimciler, bilim insanları, üreticiler ve askerlerden sonra gelmektedir. Ebeveynler, çocuklarının mükemmelliğiyle hak ettikleri bir biçimde ödüllendirilirken; ruhsal bir krallığın elçileri olarak tamamiyle din alanında hizmet veren önderler, gerçek ödüllerini bir sonraki dünyada alırlar.
71:4.1 (804.1) Ekonomi, toplum ve hükümet eğer varlıklarını koruyacaklarsa evirilmek zorundadır. Evrimsel bir dünya üzerinde durağan koşullar, çürümenin belirticisidir; sadece evrimsel hareket gücü ile ilerleyen kurumlar varlığını devam ettirmektedir.
71:4.2 (804.2) Genişleyen bir medeniyetin ilerleyici eylem planı şu nitelikleri içine alır:
71:4.3 (804.3) 1. Bireysel özgürlüklerin muhafazası.
71:4.4 (804.4) 2. Evin korunması.
71:4.5 (804.5) 3. Ekonomik güvenliğin sağlanması.
71:4.6 (804.6) 4. Hastalığın önlenmesi.
71:4.7 (804.7) 5. Zorunlu eğitim.
71:4.8 (804.8) 6. Zorunlu istihdam.
71:4.9 (804.9) 7. Boş zamanın yararlı bir biçimde değerlendirilmesi.
71:4.10 (804.10) 8. Talihsizliklere uğramışlara gösterilen ilgi.
71:4.11 (804.11) 9. Irkın geliştirilmesi.
71:4.12 (804.12) 10. Bilim ve sanatın desteklenmesi.
71:4.13 (804.13) 11. Bilgelik olarak felsefenin desteklenmesi.
71:4.14 (804.14) 12. Ruhsallık olarak kâinatsal kavrayışın birikimi.
71:4.15 (804.15) Ve medeniyet sanatları içindeki bu gelişme; insanlığın kardeşliğinin toplumsal kazanımına ek olarak cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için her bireyin en yüksek arzusu içinde kendisini açığa çıkaran Tanrı-bilincinin kişisel düzeyini elde etme şeklinde — fani çabalar sonucunda erişilen en yüksek insani ve kutsal amaçların gerçekleşmesine doğrudan bir biçimde yol açar.
71:4.16 (804.16) İçten kardeşliğin ortaya çıkışı, insanların tümünün bir diğerinin yükümlülüklerini taşımaktan keyif aldığı bir toplumsal düzene ulaşıldığı anlamına gelmektedir. Ancak bu türden nihai bir toplum; başlıca gerçeklik, güzellik ve iyilik hizmetine olan sadakat ile harekete geçen bireylerden haksız ve kutsal olmayan bir biçimde çıkar sağlamayı bekleyen zayıf veya ahlaksız kimselerin yalanlarıyla sağlanamaz. Bu türden bir durumda; “altın yöneticilerin”, barışçıl tutumlarını kötüye kullanmayı veya gelişmekte olan medeniyetlerini ortadan kaldırmayı arzulayabilecek karanlıkta kalmış cahil akranlarına karşı yeterli bir savunmayı sağlarken nihai amaçları doğrultusunda yaşacakları ileri bir toplumu kurabilmeleri, olası tek işlevsel çözümdür.
71:4.17 (804.17) İdealizm, her nesilde onun savunucularının insanlığın daha alt düzeyde olan bireyleri tarafından yok edilmelerine izin verdiği bir durumda hiçbir biçimde evrimsel bir gezegen üzerinde varlığını devam ettiremez. Ve bu noktada idealizmin gerçek bir sınavı kendisini göstermektedir: Gelişen bir medeniyet; savaşı çok seven komşularının tüm saldırıları karşısında ulusunu güvenli kılan askeri hazırlığı, bu gücü diğer uluslara karşı yapılan saldırılar şeklinde bencil çıkar veya ulusal kazancın cezp ediciliğine kapılmadan sağlayabilir mi? Ulusal kurtuluş hazırlıklı olmayı gerektirmektedir; ve dinsel idealizm tek başına, hazırlı olmanın saldırıya dönüşen bir biçimde kötüye kullanılmasını engelleyebilir. Kardeşlik biçiminde sadece tek başına derin sevgi, güçlü olanın zayıfı ezmesini engelleyebilir.
71:5.1 (805.1) Rekabet toplumun gelişmesi için hayati derecede önemlidir, ancak düzenlenmemiş rekabet şiddeti beslemektedir. Bugünün toplumu içerisinde rekabet yavaşça bir biçimde, bireyin üretim düzeni içindeki konumunu belirleyen ve üretim kollarının kurtuluşuna hükmeden bir biçimde savaşın yerini almaktadır. (Ahlak kuralları karşısında cinayet ve savaş birbirlerinden düzey olarak farklılık göstermektedir; toplumun ilk dönemlerinden beri cinayet yasalara karşı gelen bir konum getirilmişken, savaşlar insanlığın bütünü tarafından henüz yasa dışı olarak adlandırılmamaktadır.)
71:5.2 (805.2) Nihai devlet yalnızca, şiddeti bireysel rekabetin dışına itecek ve kişisel girişimdeki haksızlığı önleyecek kadar toplumsal kuralları düzenleme girişiminde bulunmaktadır. Bu noktada devlet düzeni içinde büyük bir sorun açığa çıkmaktadır: Siz; üretimdeki huzuru ve barışı teminat altına alıp, devlet gücünü desteklemek için vergiler toplayıp ve aynı zamanda gelişmemiş üretim koluna vergi imtiyazı getirerek devleti en sonunda bağımlı veya zorba olmaktan nasıl kurtarabilirsiniz?
71:5.3 (805.3) Herhangi bir dünyanın öncül dönemleri boyunca rekabet, ilerlemeye açık medeniyet için temel bir önem teşkil eder. İnsanın evrimi ilerledikçe, işbirliği artan bir biçimde etkin hale gelir. Gelişen medeniyetler içerisinde işbirliği, rekabetten daha etkindir. Öncül insan rekabetin etkisi ile hareket eder. Öncül evrim, biyolojik olarak zinde olanın varlığını devam ettirişi tarafından belirlenir; ancak daha sonraki medeniyetler ussal işbirliği, anlayışlı birliktelik ve ruhsal kardeşlik tarafından daha iyi bir biçimde sağlanır.
71:5.4 (805.4) Üretimde rekabetin fazlasıyla israfçı ve oldukça verimsiz olduğu doğrudur; ancak rekabeti önleyici türden düzenlemelerin bireyin temel özgürlüklerinden herhangi biri üzerinde yaratacağı en küçük bir aykırılık, bu ekonomik kaybı yaratan hareketi ortadan kaldırmaya dair her girişimi kabul edilebilir olmaktan çıkarmalıdır.
71:6.1 (805.5) Bugünün kar temelli ekonomi anlayışı, hizmet gayesi ile bütünleşmedikçe kaybetmeye mahkûmdur. Dar zihniyetin ürünü olan bireysel çıkar temelli acımasız rekabet nihai olarak, elde etmeyi arzuladığı şeyler için bile yıkıcı hale gelmektedir. Ayrıcalıklı ve sadece bireye hizmet eden kar amacı Hıristiyan inançları ile bağdaşmamaktadır — onlar, İsa’nın öğretilere daha çok daha büyük bir biçimde tezat oluşturmaktadır.
71:6.2 (805.6) Ekonomide kar amacının hizmet amacı karşısındaki değeri dindeki korkunun derin sevgi karşısındaki değerine eştir. Ancak kar amacı aniden yok edilmemeli veya ortadan kaldırılmamalıdır; buna rağmen bahse konu toplumsal enerjiyi açığa çıkaran dürtünün amaçları bakımından sonsuza kadar bencil olmasına gerek yoktur.
71:6.3 (805.7) Kar temelli gerçekleştirilen ekonomik etkinlikler tamamen bayağı ve tümüyle gelişmiş bir toplum düzenine yakışmamaktadır; yine de bu temelle gerçekleştirilen ekonomik faaliyetler medeniyetin öncül fazları boyunca hayati öneme sahip bir etkendir. Ekonomik mücadeleler ve toplumsal hizmet için — en üstün bilgelik, hayranlık uyandırıcı kardeşlik ve ruhsal kazanımın mükemmelliğine ait aşkın dürtüler biçiminde — kar gayesi gütmeyen amaçların daha üstün türlerine insanlar kesin bir biçimde sahip olana kadar, kar gayesi onlardan alınmamalıdır.
71:7.1 (806.1) Kalıcı devlet kültür üzerine inşa edilmekte, ülküler tarafından idare edilmekte ve hizmet gayesi ile hareket etmektedir. Eğitimin amacı; becerilerin kazandırılması, bilgeliği elde etme arayışı, bireyin kendisini gerçekleştirmesi ve ruhsal değerlerin kazanımı olmalıdır.
71:7.2 (806.2) Olası en yüksek devlette eğitim yaşam boyu devam eder; ve felsefe zaman zaman vatandaşlarının başlıca uğraşlarından biri haline gelir. Bu türden bir ulusun vatandaşları bilgeliğin arayışını; insan ilişkilerin önemine, gerçekliğin anlamlarına, değerlerin soyluluğuna, yaşamın amaçlarına ve kâinatsal nihai sonun ihtişamlarına dair kavrayışı derinleştirmek için gerçekleştirirler.
71:7.3 (806.3) Urantia unsurları, yeni ve daha yüksek kültürel topluma dair yaratıcı bir öngörüye sahip olmalıdır. Eğitim, ekonominin tamamen kar amaçlı olan düzeninden geçerek yeni değer aşamalarına atlayacaktır. Eğitim çok uzun süreden beri yerel, askeri, benliği yücelten ve başarıyı arzulayan bir niteliğe sahip olmuştur; eğitim nihai olarak dünyanın tümünü kapsayan, idealist, bireyin kendisini gerçekleştirmesini sağlayan ve kâinatsal kavrayışı sunan niteliklere sahip olacak hale gelmelidir.
71:7.4 (806.4) Eğitim yakın bir dönem içerisinde din mensuplarının denetiminden avukatlar ve iş adamlarının yönetimine geçmiştir. Nihai olarak eğitim felsefecilerin ve bilim adamlarının denetimine verilmelidir. Öğretmenler, bilgeliğin arayışı biçiminde felsefenin temel eğitim uğraşı haline gelebilmesi temel gayesiyle gerçek önderler şeklinde özgür olmak zorundadırlar.
71:7.5 (806.5) Eğitim, yaşamın devinimidir; insanlığın kademeli olarak, fani bilgeliğin şu yükselen aşamalarını deneyimleyebilmesi için eğitim bir yaşam boyunca devam etmelidir:
71:7.6 (806.6) 1. Şeylerin bilgisi.
71:7.7 (806.7) 2. Anlamların kavrayışı.
71:7.8 (806.8) 3. Değerlerin takdiri.
71:7.9 (806.9) 4. Görev olarak çalışma soyluluğu.
71:7.10 (806.10) 5. Ahlak olarak sahip olunan amaçları gerçekleştirme dürtüsü.
71:7.11 (806.11) 6. Kişilik olarak hizmet etme sevgisi.
71:7.12 (806.12) 7. Ruhsal algı olarak kâinatsal kavrayış.
71:7.13 (806.13) Ve böylece bu kazanımlar vasıtasıyla birçok birey, Tanrı bilinci biçiminde fani düzeyin nihai akıl erişimine yükselecektir.
71:8.1 (806.14) Herhangi bir insan hükümetinin tek kutsal niteliği, devlet yönetiminin yürütme, yasama ve yargı faaliyetleri olarak üçe bölünmesidir. Evren, faaliyet ve yönetim yetkisinin bu türden bir bölünme tasarımı uyarınca idare edilmektedir. Etkin toplumsal düzenleme veya sivil hükümetin bu kutsal kavramsallaşması dışında, bir insan topluluğunun; gelişmiş öz-denetim ve artan toplumsal hizmet hedefine sürekli ilerleyen işleyişi vatandaşlarına sağlayacak hangi devlet türünü seçebilecek olmalarının çok fazla önemi yoktur. Bir topluluğun ussal merakının, ekonomik bilgeliğinin, toplumsal zekâsının, ve ahlaki direncinin tümü kesin bir biçimde devlet yönetimine yansımaktadır.
71:8.2 (806.15) Devlet yönetiminin evrimi aşama aşama ilerleyişi gerektirmektedir; bu aşamalar şunlardır:
71:8.3 (806.16) 1. Yürütme, yasama ve yargı erklerinden oluşan üç katmanlı bir hükümetin yaratılması.
71:8.4 (806.17) 2. Toplumsal, siyasi ve dini etkinliklerin özgürlüğü.
71:8.5 (807.1) 3. Kölelik ve insan esaretinin tüm türlerinin kaldırılması.
71:8.6 (807.2) 4. Vatandaşların vergi toplama işleyişini denetleme yetisi.
71:8.7 (807.3) 5. Beşikten mezara olarak genişleyen öğrenme olarak evrensel eğitimin kurulması.
71:8.8 (807.4) 6. Yerel ve ulusal hükümetler arasında yerinde bir uyum.
71:8.9 (807.5) 7. Bilimin desteklenmesi ve hastalığın yenilmesi.
71:8.10 (807.6) 8. Cinsiyet temelli eşitliğin yerinde bir biçimde tanınması, erkekler ve kadınların evdeki, okuldaki ve kilisedeki faaliyetlerinin eş güdümsel hale getirilmesine ek olarak kadınlara üretimde ve hükümet yönetiminde özel hizmet görevlerinin sağlanması.
71:8.11 (807.7) 9. Makinenin icadı ve onu takip eden makine çağının uzmanlığı tarafından angarya işlerindeki köleliğin ortadan kaldırılması.
71:8.12 (807.8) 10. Evrensel bir dilin zaferi olarak lehçelerin varlığının sona ermesi.
71:8.13 (807.9) 11. Savaşın sona ermesi — emekliye ayrılan kıtasal mahkeme başkanlarından dönemsel olarak kendiliğinden atanan üyelerden meydana gelmiş yüce bir gezegensel mahkemenin başkanlığında, milletlerin kıtasal mahkemeleri tarafından sağlanan ulusal ve ırksal farklılıkların uluslararası yargısı.
71:8.14 (807.10) 12. Bilgelik arayışına evrensel rağbet — felsefenin itibarının artması. Işık ve yaşam içinde bir gezegenin istikrara kavuşturulmasının öncül fazlarına girerken gerçekleşecek bir biçimde, bir dünya dininin evrimi.
71:8.15 (807.11) Bahse konu bu nitelikler, gelişimsel hükümetin başlıca gereklilikleridir. Urantia, bu yüceltilmiş ideallerin gerçekleşmesinden oldukça uzaktır; ancak medeni ırklar bu doğrultuda ilk adımı atmışlardır — insanlık daha yüksek evrimsel nihai sonlara doğru topluca ilerleyiş halindedir.
71:8.16 (807.12) [Bu anlatım, Nebadon’un bir Melçizedeği tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
72. Makale
72:0.1 (808.1) LANAFORGE’NİN izni ve Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın onayı ile ben, Satania sistemine ait çokta uzakta bulunmayan bir gezegen üzerinde yaşayan en ileri insan ırkının toplumsal, ahlaki ve siyasi yaşamına dair birtakım şeyleri anlatmak için yetkinlendirildim.
72:0.2 (808.2) Lucifer isyanına katılımları dolayısıyla tecrit altına alınmış Satania dünyalarının tümü içerisinde bu gezegen, Urantia’nınkine oldukça benzer bir tarihi deneyimlemiştir. Bu iki âlemin benzerliği kuşkusuz bir biçimde, bahse konu bu olağandışı sunumun yapılmasına neden izin verildiğini açıklamaktadır; çünkü sistem yöneticilerinin bir gezegenin olaylarının diğeri üzerinde anlatılmasına izin vermeleri en olağandışı durumdur.
72:0.3 (808.3) Urantia gibi bu gezegen, Lucifer isyanı ile ilgili olarak sahip olduğu Gezegensel Prensi’nin sadakatsizliği tarafından doğru düzenden uzaklaşmıştı. Âdem’in Urantia’ya gelmesinden kısa bir süre sonra bir Maddi Evlat’ı almıştı; ve bu Evlat’da aynı zamanda bu âlemin tecrit altına alınmasına sebebiyet veren bir biçimde görevini yerine getirmede başarısız olmuştu; çünkü bir Hakimane Evlat, fani ırklarına hiçbir zaman bahşedilmemiştir.
72:1.1 (808.4) Bahse konu bu gezegensel engellerin tümüne rağmen oldukça üstün bir medeniyet, Avustralya’nın büyüklüğüne yaklaşık bir alana sahip olan tecrit altına alınmış bir kıta üzerinde evirilmektedir. Bu ülkenin nüfusu yaklaşık olarak 140 milyondur. Onun insanları, tarafınızdan adlandırılmakta olan Urantia’nın beyaz ırkı ve bu insanlardan biraz daha fazla olan eflatun ırka ek olarak başlıca mavi ve sarı ırklardan meydana gelen bir biçimde karma bir ırktır. Bu farklı ırklar henüz birbirlerine bütünüyle karışmamışlardır; ancak onlar oldukça makul bir biçimde birbirleriyle bütünleşmiş ve toplumsallaşmıştır. Bu kıta üzerinde ortalama insan yaşamı mevcut an içerisinde; gezegen üzerindeki herhangi bir diğer topluluktan yüzde on beş daha fazla olan bir biçimde, doksan yıldır.
72:1.2 (808.5) Bu ülkenin üretim işleyiş düzeni, kıtanın benzersiz bir arazi dağılımından kaynağını alan belirli bir büyük üstünlük yaratan farklılığı memnuniyetle deneyimlemektedir. Şiddetli yağmurların yılda sekiz ay düştüğü yüksek dağlar ülkenin en merkez bölgesinde konumlanmıştır. Bu doğal oluşum su gücünün kullanılması için elverişlilik yaratmakta ve kıtanın daha kurak olan batı bölgesinin sulanmasını büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır.
72:1.3 (808.6) Bu topluluk kendi yaşamlarını tek başlarına idame ettiren bir birlikteliktir; onlar, etrafındaki ülkelerden herhangi bir şey ithal etmeden sonsuza kadar yaşayabilir. Onların doğal kaynakları oldukça fazladır; ve bilimsel yöntemler vasıtasıyla onlar, yaşamın temel gereksinimleri arasında yoksun oldukları şeyleri nasıl telafi etmeleri gerektiğini öğrenmişlerdir. Onlar canlı bir iç ticareti memnuniyetle deneyimlemektedirler; ancak onlar, daha az gelişmiş olan komşularına takındıkları ortak düşmanlık sebebiyle çok az bir dış ticarete sahiptirler.
72:1.4 (808.7) Bu kıtasal ülke genel olarak, kabile döneminden binlerce yıllık zaman zarfını kaplayan güçlü yöneticiler ve kralların ortaya çıktığı sürece doğru gelişerek gezegenin evrimsel eğilimini takip etmişti. Mutlak hükümdarları, başarısız cumhuriyetlerin, özel mülkiyetin müşterek olduğu devletlerin ve diktatörlerin sayısız kere gelip gittiği bir biçimde, hükümetin birçok farklı düzeni takip etmiştir. Bu büyüme; devleti mutlak bir biçimde yöneten üçlü idareciden birinin değişeceği döneme kadar olan, bir siyasi mayalanma süreci boyunca yaklaşık beş yüz yıl sürmüştür. Bahse konu bu yönetici, yönetimin ortağı diğer iki hükümdarın birinin de hükümranlığından feragat etmesi koşuluyla tahtından çekilmeye gönüllü olmuştur. Böylelikle kıtanın egemenliği tek bir yöneticinin elinde toplanmıştır. Bütünleşen devlet, özgürlüğün üstün bir sözleşmesinin geliştiği süreç olan, güçlü krallık idaresi altında bir yüzyıl daha ilerlemiştir.
72:1.5 (809.1) Krallık yönetiminden hükümetin temsili bir türüne olan bir sonraki geçiş, kralların yalnızca toplumsal veya duygusal nitelikte simgesel önderler olarak kaldığı ve nihai olarak hükümranlığın erkek kolunun tükenmesiyle ortadan kalktığı bir biçimde, kademeli olmuştur. Mevcut cumhuriyet bu zaman zarfı içerisinde yalnızca iki yüz yıl yaşındadır; bu süreç içerisinde orada, üretim ve siyasi alanda yapılan değişikliklerin geçmiş on yılda hayata geçirilmiş olduğu hükümetsel yöntemler alanında, anlatılacak olan, sürekli bir gelişme söz konusu olmuştur.
72:2.1 (809.2) Kıtasal ülke şu an, ülke başkentinde merkezi olarak konumlanan bir başkent ile birlikte temsili bir hükümete sahiptir. Merkezi hükümet, göreceli bağımsız yüz eyaletten meydana gelen güçlü bir federasyondan oluşmaktadır. Bu eyaletler valilerini ve meclis üyelerini on yıllığına seçmekte olup, hiçbirinin tekrar seçilmeye hakkı bulunmamaktadır. Eyalet yargıçları valiler tarafından yaşam boyu hizmet vermek üzere atanmakta olup, bu atamalar her birinin yüz bin vatandaşı temsil ettiği milletvekilleri tarafından onaylanır.
72:2.2 (809.3) Orada şehrin büyüklüğüne bağlı olarak beş farklı anakent hükümeti bulunmaktadır; ancak hiçbir şehrin bir milyondan fazla sakini barındırmasına izin verilmemektedir. Bütünü itibariyle bahse konu bu belediye yönetim düzenleri oldukça basit, doğrudan ve ekonomiktir. Şehir idaresinin çok az sayıdaki makamı, vatandaşların en yüksek türleri tarafından oldukça kararlı bir biçimde arzulanmaktadır.
72:2.3 (809.4) Federal hükümet yönetim, yasama ve yargı erkleri biçiminde üç eş-güdüm kolundan meydana gelir. Federal yönetimin baş sorumlusu her altı yılda bir herkesin kendi bölgesinden özgür olarak katıldığı oylarla seçilmektedir. Bu sorumlu, bağlı bulundukları eyalet valileriyle hemfikir en az yetmiş beş eyalet temsilcisinin talebi dışında tekrar seçilememektedirler; böyle bir durumda ise baş sorumluların görevi en fazla bir seçim dönemliğine kadar uzatılır. Bu kişi, yaşayan tüm eski devlet başkanlarından oluşan üstün bir bakanlar kurulunun tavsiyelerini alır.
72:2.4 (809.5) Yasama erki üç kamaradan meydana gelir:
72:2.5 (809.6) 1. Üst meclis; ekonomik faaliyet uyarınca tercih edilen bir biçimde sanayi, meslek, tarım ve diğer topluluk çalışanlarından seçilmektedir.
72:2.6 (809.7) 2. Alt meclis; üretim ve meslek çalışanlarını içine almayan bir biçimde toplumsal, siyasi ve felsefi topluluklardan oluşan belirli toplumsal birlikteliklerden seçilmektedir. İtibar sahibi her vatandaş temsilcilerin bu iki sınıfı için de seçilebilir; ancak onlar, üst veya alt meclisin seçimine bağlı olarak farklı bir biçimde birliktelik kazandırılmışlardır.
72:2.7 (809.8) 3. Üçüncü meclis, kıdemli devlet adamları; devlet hizmeti emektarlarından meydana gelip, devlet başkanı, bölgesel (alt-federal) yöneticiler, yüce mahkemenin başkanı ve diğer iki yasama meclislerinden birinin başkanı tarafından aday gösterilen birçok seçkin kişiyi içine alır. Bu topluluk yüz kişi ile sınırlandırılmış olup, onun üyeleri kıdemli devlet adamlarının oy çokluğuyla seçilmektedir. Üyelik yaşam boyu olup, boş üyelikler ortaya çıktığında aday listesi arasında en yüksek oyu alan kişi böylelikle yönetmeliğe uygun olarak seçilir. Bu bünyenin kapsamı tamamiyle tavsiye niteliğindedir; ancak bu birim kamuoyunun kudretli bir belirleyicisi olup, hükümetin tüm kolları üzerinde güçlü bir etki yaratmaktadır.
72:2.8 (810.1) Federal idari sorumluluğun çok büyük bir kısmı, her biri on eyaletin birlikteliğinden meydana gelmiş on bölgesel (alt-federal) yönetim tarafından yerine getirilir. Bu bölgesel birimler, hiçbir şekilde ne yasama ne de yargı faaliyetlerine sahip olan bir biçimde tamamiyle yönetimsel ve idaridir. On bölge yöneticisi federal baş sorumlunun kişisel olarak atadığı bireylerdir; onların görev süresi devlet başkanınki ile uyumlu bir biçimde altı yıldır. Federal düzeydeki yüce mahkeme, bu on bölge yöneticisinin atamasını onaylamaktadır; ve onların yeniden atanmadıkları durumlarda, emekli olan yönetici kendiliğinden yerine geçen kişinin yardımcısı ve danışmanı olur. Bunun dışında kalan hallerde ise bahse konu bölge sorumluları, idari görevlilerden oluşan kendi bakanlar kurulunu seçer.
72:2.9 (810.2) Bu ülke, hukuk ve sosyo-ekonomik mahkemeler olarak iki ana yargı düzeni tarafından yargılanmaktadır. Hukuk mahkemeleri şu üç ana düzeyde faaliyet göstermektedir:
72:2.10 (810.3) 1. İlk derece mahkemeleri, kentsel ve yerel yargıya ait, kararlarına yüksek eyalet mahkemelerinde itiraz edilebilen mahkemelerdir.
72:2.11 (810.4) 2. Eyalet yüksek mahkemeleri, federal hükümetin nüfuz alanına girmeyen ve vatandaşlık hakları ve özgürlüklerini tehlikeye atmayan tüm durumlarda kararları nihai olan mahkemelerdir. Bölgesel yöneticiler, federal yüce mahkemeye herhangi bir davayı bir kez getirme gücü ile donatılmışlardır.
72:2.12 (810.5) 3. Federal yüce mahkeme — devlet düzeyindeki anlaşmazlıkların ve eyalet mahkemelerinden gelen temyiz davalarının yargısı için yüksek mahkemedir. Bu yüce mahkeme, bir eyalet mahkemesinde iki veya daha fazla yıl hizmet vermiş olan kırk yaşın üstünde ve yetmiş yaşın altındaki on iki üyeden meydana gelmektedir; bu üyeler bahse konu bu yüksek mevkie, devletin baş sorumlusu tarafından üstün bakanlar kurulu ve üçüncü yasama meclisinin oy çokluğu ile atanmaktadırlar. Bu yüce yargı bünyesinin tüm kararları en az üçte iki oy çokluğu ile kabul edilmektedir.
72:2.13 (810.6) Sosyo-ekonomik mahkemeler şu üç düzeyde faaliyet göstermektedir:
72:2.14 (810.7) 1. Aile mahkemeleri, ev ve toplumsal düzenin yasama ve yürütme birimleri ile ilgili olan mahkemelerdir.
72:2.15 (810.8) 2. Eğitim mahkemeleri — eyalet ve bölge okul düzenlerine ek olarak eğitimsel idare işleyişinin yürütme ve yasama birimleri ile ilgili yargı bünyeleridir.
72:2.16 (810.9) 3. Üretim mahkemeleri — ekonomik anlaşmazlıkların tümünün giderilmesi için tam yetkiyle donatılmış karar mahkemeleridir.
72:2.17 (810.10) Federal yüce mahkeme, kıdemli devlet adamlar meclisi olan milli hükümete ait üçüncü yasama kolunun dörtte üçünün oyu alınmadan sosyo-ekonomik konularda alınan kararları görüşmemektedir. Bunun durum dışında aile, eğitim ve üretim yüksek mahkemelerinin tüm kararları nihaidir.
72:3.1 (811.1) Bu kıta üzerinde iki ailenin aynı çatı altında yaşaması kanuna aykırıdır. Ve toplu ikamet yasaklanmış olduğundan apartman tipi binaların çoğu yıkılmıştır. Ancak evli olmayan bireyler hala derneklerde, otellerde ve diğer topluluk meskenlerinde yaşayabilmektedirler. En küçük ev yerleşkesi en az dört bin altı yüz elli metre kare alanı sağlamak zorundadır. Ev amacıyla kullanılan tüm araziler ve diğer taşınmaz mallar en düşük ev yerleşke alanının on katına kadar vergiden muaftır.
72:3.2 (811.2) Bu insanların ev yaşamı geçen yüzyıl boyunca büyük ölçüde gelişme göstermiştir. Babalar ve anneler olarak ebeveynlerin çocuk yetiştirilimine dair ebeveyn okullarına katılması zorunludur. Küçük şehir yerleşkelerinde ikamet eden çiftçiler bile bu görevi, her iki hafta içerisinde bir kez, on günde bir sözlü eğitim için en yakında bulunan merkezlere giderek, yazışma yoluyla gerçekleştirmektedir; onların bir haftası beş gündür.
72:3.3 (811.3) Her ailede ortalama çocuk sayısı beştir; ve onlar ebeveynlerinin bütüncül denetimi altındadır; ebeveynlerin biri veya ikisi de ölürse, aile mahkemeleri tarafından atanan gözetimcilere vesayetleri emanet edilir. Tamamiyle öksüz bir çocuğun gözetimi ile ödüllendirilmek her bir aile tarafından büyük bir onur olarak değerlendirilir. Ebeveynler arasında çekişmeli sınavlar düzenlenir, ve öksüz çocuk en iyi ebeveynsel nitelikleri sergileyenlerin evine ödül olarak gönderilir.
72:3.4 (811.4) Bu insanlar evi, medeniyetin temel kurumu olarak görmektedirler. Bir çocuğun eğitimi ve karakterinin en değerli kısmının ebeveynleri tarafından ve onun evinde teminat altına alınması beklenmektedir; ve babalar çocukların yetiştirilmesinde, neredeyse annelerin gösterdiğine eşit bir ilgiyi göstermektedir.
72:3.5 (811.5) Cinsel eğitimin tümü evde ebeveynler veya yasal vasiler tarafından verilir. Ahlaki eğitim, okul atölyelerinde dinlenme dönemleri boyunca eğitmenler tarafından verilmektedir; ancak bu durum dinsel eğitim için farklı bir şekilde işlemektedir; din, ev yaşamının temel bir parçası olarak görülmektedir. Tümüyle dini eğitim yalnızca felsefe mabetlerinde halka açık olarak verilmektedir; Urantia kiliseleri gibi din kurumları için özellikle ayrılmış binalar bu insanların yaşantılarında gelişmemiştir. Felsefelerinde din, Tanrı’yı tanımak ve başkaları için hizmet ederek akranlarına duydukları sevgiyi dışa vurmaktadır; ancak onların bu felsefesi, bu gezegendeki diğer milletlerin dini düzeylerine benzer bir nitelikte bulunmamaktadır. Din bu insanlar arasında bütünüyle bir aile meselesi halindedir ki özellikle din birlikteliği için ayrılmış kamuya açık hiçbir yerleşke bulunmamaktadır. Siyasi olarak din ve devlet, Urantia unsurlarının söylem alışkanlarında dışa vurulduğu gibi, tamamiyle ayrıdır; ancak orada, din ve felsefe arasında garip bir örtüşme söz konusudur.
72:3.6 (811.6) Ebeveynleri tarafından yerinde bir biçimde eğitildiklerinden emin olmak için çocuklarını sınava tabi tutmak amacıyla her aileyi ziyaret eden ruhsal eğitmenler (Urantia papazlarına benzer bireyler), hükümetin yüksek denetimi altındaydı. Bu ruhsal danışmanlar ve müfettişler şu an, gönüllü bağışlar ile desteklenen bir kurum olarak yeni oluşturulmuş Ruhsal İlerleme Kuruluşu’nun yönlendirmesi altındadır. Muhtemel bir biçimde bu kurum, bir Cennet Hakimane Evladı’nın varışına kadar daha fazla evrimleşmeyecektir.
72:3.7 (811.7) Çocuklar, yurttaşlık sorumluluğuna ilk adımlarının gerçekleştiği on beş yaşına kadar yasal bir biçimde ebeveynlerine tabi olmaya devam ederler. Bunun sonrasında her beş senede bir ilerleyen beş aşamalı dönemler halinde kamu faaliyetleri bu türden yaş toplulukları tarafından yerine getirilirken, ebeveynlerine olan taabiyetleri azalır; yine bu dönemde devlete olan yeni yurttaşlık ve toplum sorumlulukları kendileri tarafından üstlenilir. Oy kullanma hakkı yirmi yaşında verilirken, ebeveynlerin onayına ihtiyaç duyulmadan gerçekleştirilecek evlenme hakkı yirmi beş yaşına kadar onlara verilmemektedir; ve çocuklar otuz yaşına ulaştıklarında evden ayrılmakla yükümlüdür.
72:3.8 (812.1) Evlenme ve boşanma yasaları ülke bütününde ortaktır. Oy kullanma yaşı olan yirmiden önce evliliğe izin verilmemektedir. Evlenme izni yalnızca; evlilik başvurusundan bir yıl sonra ve gelin ve damadın evlilik yaşamının sorumlulukları ile ilgili ebeveyn okullarında yerinde bir biçimde eğitim gördüklerine dair sahip oldukları belgeleri sunmalarından sonra verilmektedir.
72:3.9 (812.2) Boşanma yasaları bir ölçüde gevşektir; ancak ayrılık kararları aile mahkemeleri tarafından verilir; bu kararlar, başvurunun kayıt altına alındığı zaman zarfından bir yıl sonrasına kadar verilmeyebilir; ve bu gezegen üzerinde bir yıllık süreç Urantia’dakinden oldukça fazladır. Her ne kadar sıkı olmayan boşanma kanunlarına sahip olsalar da, mevcut boşanma oranları Urantia’nın medeni ırklarınınkinin sadece yüzde onudur.
72:4.1 (812.3) Bu milletin eğitim düzeni, öğrencilerin beş yaşından on sekiz yaşına kadar eğitim gördükleri üniversite öncesi okullarda zorunlu ve karmadır. Bu okullar Urantia’nın emsallerine kıyasla oldukça farklıdır. Bu okullarda hiçbir sınıf bulunmamaktadır; eğitim gününde sadece tek bir ders işlenir; ve ilk üç yıldan sonra öğrencilerin tümü, altlarında bulunan öğrencilere ders veren bir biçimde yardımcı öğretmenler haline gelirler. Kitaplar yalnızca, okul atölyelerinde ve okul çiftliklerinde ortaya çıkan sorunların çözülmesinde yardımcı olmak için saklanan bilgiler için kullanılır. İcatların ve makineleşmenin bu büyük çağı olan bir dönemde, kıtada kullanılan mobilyanın çoğu ve birçok mekanik düzenek bu atölyelerde üretilmektedir. Her atölyenin yanında, öğrencilerin gerekli kaynak kitaplara başvurabileceği bir çalışma kütüphanesi bulunmaktadır. Tarım ve bahçecilik aynı zamanda, her yerel okulun yanında bulunan geniş tarlalar üzerinde bütün eğitim dönemi boyunca öğretilmektedir.
72:4.2 (812.4) Akli bakımdan zayıf olan bireyler yalnızca tarım ve hayvancılıkta eğitilmektedirler; ve onlar yaşam boyu, olağan düzeyin altında bulunan tüm bireyler için yasaklanan ebeveynliğe girişlerini engellemek için cinsiyetlerine göre ayrıldıkları özel gözetim topluluklarına bağlanırlar. Bu kısıtlayıcı önlemler yetmiş beş yıldır faaliyettedir; bahse konu bağlanma hükümleri, aile mahkemeleri tarafından verilir.
72:4.3 (812.5) Herkes bir aylığına tatile çıkmaktadır. Üniversite öncesi okullar on aylık yılın dokuz ayında faaliyet gösterir; bahse konu tatil dönemleri ebeveynler veya arkadaşlar ile gerçekleştirilen seyahatlerde harcanır. Bu seyahat; erişkin-eğitim programının bir parçası olup, yaşam boyunca devam eder; bu türden seyahatleri karşılamak için gerekli kaynaklar, emeklilik sigortası yöntemlerinde kullanılan aynı işleyiş biçimleriyle birikmektedir.
72:4.4 (812.6) Okul zamanının dörtte biri, rekabete dayalı atletizm olarak oyuna adanmıştır; öğrenciler bu yarışmalara yerel oyunlardan başlayarak eyalet ve bölge boyunca ülke düzeyine kadar gerçekleştirilen kabiliyet ve güç yarışlarında ilerlerler. Benzer bir biçimde hitabet ve müziğe ek olarak bilim ve felsefe alanında gerçekleştirilen yarışmalar, alt düzey yerel seviyelerden ülkesel çapta ödüller için gerçekleştirilen mücadelelere kadar öğrencilerin ilgisini çekmektedir.
72:4.5 (812.7) Okul hükümeti, bağlı üç kademeli ülke hükümetinin bir nüshasıdır; öğretmen kadrosu, bu okul hükümetinin üçüncü veya diğer bir değişle tavsiye nitelikli yasama bölümü olarak faaliyet göstermektedir. Bu kıta üzerinde eğitimin temel amacı, her öğrenciyi kendi kendisine yeten bir vatandaş haline getirmektir.
72:4.6 (813.1) On sekiz yaşında üniversite öncesi okul düzeninden mezun olan her çocuk kabiliyetli birer zanaatkâr haline gelir. Bu aşamadan sonra ya erişkin okullarında veya üniversitelerde kitaplardan çalışma ve özel bilgiyi elde etme süreci başlar. Mükemmel bir öğrenci çalışmasını tasarlanan çizelgeden önce tamamlarsa, kendisine bir çabukluk ödülü verilir; bu çabukluk ödülüyle birlikte bahse konu öğrenci, kendisinin ilgiyle tasarlamış olduğu bir yaratıcılık çalışmasını hayata geçirebilir. Eğitim düzeninin bütünü, bireyi yetkin bir biçimde hazırlamak için tasarlanmıştır.
72:5.1 (813.2) Bu insanlar arasında üretimin mevcut durumu, nihai hedeflerinden oldukça uzaktır; sermaye ve iş gücü hala kendisine özel sorunlara sahiptir; ancak onların ikisi de, içten iş birliği tasarımına uyumlu hale gelmektedir. Bu benzersiz kıta üzerinde işçiler artan bir biçimde, tüm üretim sorunlarında birer söz sahibi haline gelmektedirler; her us sahibi işçi yavaş bir biçimde küçük bir sermaye sahibine dönüşmektedir.
72:5.2 (813.3) Toplumsal düşmanlıklar azalmakta, iyi niyet hızlı bir biçimde büyümektedir. Köleliğin kaldırılması sonucunda (yaklaşık yüz yıl önce) büyük ölçekli hiçbir sorun yaşanmamıştır; çünkü bu uygulama, her yıl kölelerin yüzde ikilik bir kısmının özgürleştirilmesi vasıtasıyla kademeli olarak gerçekleştirilmiştir. Akılsal, ahlaki ve fiziksel sınavları başarıyla geçen kölelere vatandaşlık hakkı verilmişti; bu üstün kölelerin birçoğu, savaş esirleri veya bu esirlerin çocuklarıydılar. Elli yıl önce onlar, alt düzeyde bulunan kölelerinin geride kalan son unsurlarını sınır dışı etmişlerdi; ve daha da yakın bir zaman içinde onlar, bayağı ve kötü niyetli olan toplumsal sınıfların nüfusunu düşürme görevine kendilerini adamışlardır.
72:5.3 (813.4) Bu insanlar yakın zaman içerisinde, üretim anlaşmazlıklarının giderilmesine ek olarak bu tür sorunların çözümü için var olan eski yöntemler üzerinde ciddi ölçekli iyileştirmeleri getiren ekonomik sömürünün düzeltilmesi için yeni işleyiş biçimleri geliştirdiler. Kişisel veya üretimsel farklılıkların uyumlu hale getirilmesinde şiddet bir işleyiş biçimi olarak yasa dışı kabul edilmiştir. İş gücü ücretleri, karlar ve diğer ekonomik sorunlar keskin hatlar dâhilinde düzenlenmemiştir; ancak onlar genellikle, üretimden sorumlu yasama organı tarafından denetlenmektedir; bununla birlikte üretimden doğan anlaşmazlıklar, üretim mahkemeleri tarafından giderilmektedir.
72:5.4 (813.5) Üretim mahkemeleri yalnızca otuz yaşındadır; ancak bu mahkemeler oldukça başarılı bir biçimde faaliyet göstermektedir. En yeni gelişme, üretim mahkemelerinin bundan böyle şu üç sınıfa düşen yasal tazminatı tanıyacak olması değişikliğini sağlamaktadır:
72:5.5 (813.6) 1. Üzerinde yatırım yapılmış sermayeden elde edilen yasal faiz oranları.
72:5.6 (813.7) 2. Üretim faaliyetlerinde çalıştırılan maharet için kabul edilebilir ücret.
72:5.7 (813.8) 3. İş gücü için adil ve hakkani ücretler.
72:5.8 (813.9) Adil ve hakkani ücret koşulları ilk önce imzalanan sözleşme uyarınca yerine getirilmeli, veya azalan gelirler karşısında ise kayıplar ücretler üzerinden geçici kısıntıya gidilerek paylaşılmalıdır. Ve belirli giderler düşüldükten sonra gelirlerin tümü kar payı olarak değerlendirilmeli, sermaye, maharet ve iş gücü kollarının tümüne ağırlıklarına göre orantılı bir biçimde dağıtılmalıdır.
72:5.9 (813.10) Her on yılda bir bölgesel yöneticiler, günlük kazanç sağlayan emeğin yassal olarak kaç saat olması gerektiğini düzenleyip bu konuda hüküm verirler. Üretim mevcut an içerisinde, haftada beş gün içinde çalışmanın dört eğlencenin bir gün olduğu düzende faaliyet göstermektedir. Bu insanlar her çalışma günü altı saat emeklerini sergileyip, öğrenciler gibi on ayın dokuzunda faaliyet gösterirler. Tatiller genellikle seyahatlerde harcanmakta olup, ulaşımın yeni yöntemleri oldukça yakın bir zaman içerisinde gelişme göstermiştir; ülkenin tamamı ulaşılabilir konumdadır. İklim yılda sekiz ay ulaşımı elverişli kılmakta olup, bu insanlar olanaklarının büyük bir kısmını değerlendirmektedirler.
72:5.10 (813.11) İki yüz yıl önce kar gayesi üretimde tamamen baskın bir konumda bulunmaktaydı; ancak bugün kar amacının yerini hızlı bir biçimde daha yüksek diğer amaçlar almaktadır. Rekabet bu kıta üzerinde varlığını tüm gücüyle sürdürmektedir; ancak bu rekabetin büyük bir kısmı üretimden oyun, maharet, bilimsel başarı ve ussal kazanıma aktarılmıştır. Rekabet en etkin bir biçimde toplumsal hizmet ve hükümete olan bağlılıkta varlığını sergilemektedir. Bu insanlar arasında kamu hizmeti, geleceğe dair arzuların temel gayesi haline gelmektedir. Kıtanın en zengin bireyi sahip olduğu makine atölyesinde günde altı saat çalışmakta, ve bunun sonrasında kamu hizmeti için yetkin hale gelmeyi arzuladığı devlet adamı yetiştiren okulların yerel bir birimine yetişmeye çabalamaktadır.
72:5.11 (814.1) Emek bu kıta üzerinde daha onursal bir hale gelmektedir; on sekiz yaşın üstünde olan yetkin bedenlere sahip vatandaşlar üretim yerleşkeleri olarak tanınan belirli bölgeler halindeki evlerde veya çiftliklerde çalışmaktadırlar; geçici olarak işsiz konuma düşen kişiler kamu işlerinde veya madenlerde zorunlu işçi birlikleri içinde emeklerini sarf etmektedirler.
72:5.12 (814.2) Bu insanlar aynı zamanda — tembelliğe ve emekle kazanılmamış servete yönelik — toplumsal tiksintinin yeni bir türünü yeşertmeye başlamışlardır. Yavaş ama kesin bir biçimde onlar makineleri üzerinde hâkimiyet kurmaktadırlar. Onlar da bir zamanlar önce siyasi bağımsızlık ve daha sonra ekonomik özgürlük için mücadele vermişlerdi. Şimdi onlar; bu iki kazanımı da memnuniyetle deneyimleme safhasına girmekte olup, buna ek olarak artış gösteren bireyin kendisini gerçekleştirme faaliyetine adanabilecek oldukça hak edilmiş boş zaman etkinliklerini takdir etmeye başlamışlardır.
72:6.1 (814.3) Bu ülke, bireyin kendisine olan saygısına zarar veren bağış türünü yaşlılıkta güvence teminatı sağlayan soylu hükümet sigortası ile değiştirmek için kararlı bir çaba sarf etmektedir. Bu ülke her çocuğa eğitim ve her insana bir iş olanağı sağlamaktadır; böylelikle bu işleyiş, çalışamaz durumda ve yaşlı olan bireylerin korunumu için bu türden bir sigorta düzenini başarıyla yürütebilmektedir.
72:6.2 (814.4) Bu ülke insanları arasında bireylerin tümü; yetmiş yaşına kadar çalışmaya devam etmeleri için izin sağlayan devlet çalışma müdürlüğünden onay almadıkça, altmış beş yaşında kazançlı çalışmalarından emekli olmak zorundadır. Bu yaş sınırı, hükümet çalışanları veya felsefecilere uygulanmamaktadır. Fiziksel olarak engelli veya kalıcı olarak sakat hale gelmiş bireyler, bölgesel hükümetin emeklilik müdürlüğü ile ortak bir biçimde imzalanan mahkeme emri tarafından her yaşta emekliler listesine alınabilir.
72:6.3 (814.5) Emeklilik maaşları için ödenekler şu dört kaynaktan elde edilmektedir:
72:6.4 (814.6) 1. Her ay içerisinde bir günlük gelire federal hükümet bu amaçla el koymaktadır; ve bu ülkede herkes bir işte çalışır halde bulunmaktadır.
72:6.5 (814.7) 2. Miraslar — birçok varlıklı vatandaş kaynaklarını bu amaç için ayırmaktadır.
72:6.6 (814.8) 3. Devlet madenlerinde zorunlu çalışmadan elde edilen gelirler. Zorunlu olarak çalışmaya sevk edilen çalışanlar yaşamlarını idame ettirecekleri kadar gelir kazandıktan ve kendi emeklilik paylarını ayırdıktan sonra, iş güçlerinden elde edilen tüm ilave karlar bu emeklilik ödeneğine aktarılır.
72:6.7 (814.9) 4. Doğal kaynaklardan elde edilen gelirler. Bu kıta üzerindeki doğal kaynakların tümü, federal hükümet tarafından toplum için kullanılan bir havuzda tutulmaktadır; ve bu üretim kolundan elde edilen gelirler hastalıkların önlenmesi, dâhilerin eğitimi ve devlet görevlilerini yetiştiren okullarda özellikle gelecek vaat eden bireylerin giderleri gibi toplumsal amaçlarda kullanılmaktadır. Doğal kaynaklardan elde edilen gelirlerin yarısı, emeklilik maaşları fonuna gitmektedir.
72:6.8 (814.10) Her ne kadar eyalet ve bölge sigorta kurumları koruyucu sigortanın birçok türünü sağlasa da, emeklilik ödemeleri on bölge birimi vasıtasıyla yalnızca federal hükümet tarafından yönetilmektedir.
72:6.9 (814.11) Bu hükümet kaynakları uzun bir süreden beri dürüst bir biçimde idare edilmektedir. Vatana ihanet ve cinayetten sonra en ağır cezalar mahkemeler tarafından, kamu güvenini kötüye kullanma suçuna verilmektedir. Toplumsal ve siyasi sadakatsizlik mevcut an içerisinde tüm suçlar arasında en çirkini olarak görülmektedir.
72:7.1 (815.1) Federal hükümet yalnızca, emeklilik ödemelerinin uygulanmasına ek olarak dahi ve yaratıcı özgünlüğü destekleme alanında kesin hatları çizilmiş bir yönetim işleyişine sahiptir; eyalet hükümetleri biraz daha fazla bireysel düzeyde vatandaşlar ile ilgiliyken, yerel hükümetler çok daha fazla düzenleyici veya diğer bir değişle toplumcudur. Şehir (ve onun alt yönetimleri) kendi çalışmalarını; sağlık, temizlik, imar düzenlemeleri, güzelleştirme, su arzu, aydınlatma, ısıtma, boş zaman etkinliklerini sağlama, müzik ve iletişim gibi konularda odaklamaktadır.
72:7.2 (815.2) Üretimin tümü içerisinde ilk öncelik sağlığa ayrılmaktadır; fiziksel esenlik düzeyinin belirli seviyeleri, üretimsel ve toplumsal öneme sahip olarak görülmektedir; ancak bireysel ve ailevi sağlık sorunları yalnızca kişiyi ilgilendiren durumlardır. Tamamiyle kişisel olan durumların tümünde olduğu gibi sağlık alanında müdahalede bulunmamak hükümetin gittikçe daha çok tercih ettiği tasarruf haline gelmektedir.
72:7.3 (815.3) Şehirler hiçbir vergi gücüne sahip değillerdir; buna ek olarak onlar borçlanamamaktadırlar. Onlar; eyalet hazinesinden sahip olduğu her kişi başına ödenek almakta olup, bu ödeneği toplumcu girişimlerinden ve çeşitli ticari etkinliklere onay belgesi çıkararak elde ettiği gelirlerle desteklemek zorundadır.
72:7.4 (815.4) Şehir sınırlarını genişletmeyi oldukça işlevsel kılan hızlı taşımacılık imkânları belediye denetimi altındadır. Şehrin yangın birimleri, yangın koruma ve sigorta kurumları tarafından desteklenmektedir; buna ek olarak şehir içinde ve dışında bulunan her bina, yetmiş beş yıldan fazla bir süredir, yanmaz hale getirilmiştir.
72:7.5 (815.5) Buralarda belediye tarafından atanmış güvenlik görevlileri bulunmamaktadır; polis kuvvetleri, eyalet hükümetleri tarafından idare edilmektedir. Bu birimin tamamı, yirmi beş ila elli yaş arasında bulunan evlenmemiş bireylerden seçilmiştir. Eyaletlerin çoğu ağır bir bekâret vergisi uygulamaktadır; eyalet polis gücüne katılan bireylerin tümü bu vergiden muaf tutulmaktadır. Ortalama büyüklükteki bir eyalette polis kuvveti şu an içerisinde yalnızca, elli yıl öncesinin onda biri düzeyindedir.
72:7.6 (815.6) Kıtanın farklı bölgeleri arasında ekonomik ve diğer şartların büyük ölçüde farklılık göstermesinden dolayı göreceli özgür ve egemen yüz eyaletin sahip olduğu vergi düzenleri arasında neredeyse hiçbir ortak payda bulunmamaktadır. Her eyalet, federal yüce mahkemenin rızası olmadan değiştirilemeyecek on temel anayasa hükmüne sahiptir; ve bu hükümlerin bir tanesi, bir yıllık bir süreç içerisinde herhangi bir taşınmazın bütüncül değerinin yüzde birinden fazlasının vergi olarak almasını önlemektedir; ister şehir içinde ister şehir dışında olsun ev yerleşkelerinin tümü vergiden muaftır.
72:7.7 (815.7) Federal hükümet borçlanamamaktadır; ve herhangi bir eyaletin savaş amacı dışında diğer bir eyaletten borç alım talebi dörtte üç oranında halk oyunu gerektirmektedir. Federal hükümet borçlanamamakta olduğu için savaş durumunda Milli Savunma Heyeti, ihtiyaç duyulabilecek insan ve malzemelere ek olarak eyaletlerin para durumlarının bilançosunu çıkarma gücü ile donatılmıştır. Ancak hiçbir borç yirmi beş yıldan daha fazla bir süre boyunca ödenmemiş kalamaz.
72:7.8 (815.8) Federal hükümeti desteklemek için gelirler şu beş kaynaktan elde edilmektedir:
72:7.9 (815.9) 1. İthalat vergileri. İthalatın tümü, bu kıta üzerinde ortak yaşam düzeyini korumak için tasarlanan bir gümrük vergi düzenine tabidir; bu ülkenin uyguladığı gümrükler gezegen üzerinde diğer herhangi bir ülkenin sahip olduğundan çok daha yüksektir. Bu gümrükler; üretim meclisinin iki kamarasının da, beraber atadıkları ekonomik olaylardan sorumlu baş yöneticinin tavsiyelerini onaylamasından sonra en yüksek üretim mahkemesi tarafından yürürlüğe girer. Üst üretim meclisi çalışanlar tarafından seçilirken, altta bulunan meclis ise sermaye sahipleri tarafından belirlenir.
72:7.10 (816.1) 2. Telifler. Federal hükümet; — sanatçılar, yazarlar ve bilim adamları olarak — dâhilerin tüm türlerine yardım ederek ve onların ebeveynlerini koruyarak on bölgesel yaratım merkezinde buluşları ve özgün yaratımları teşvik etmektedir. Bunun karşılığında hükümet; ister makineler, kitaplar, sanat ürünleri, bitkiler ve ister hayvanlar ile ilgili olsun, bu türden icatlar ve yaratımların tümünden elde edilen gelirlerin yarısını almaktadır.
72:7.11 (816.2) 3. Miras vergisi. Federal hükümet, bir taşınmazın büyüklüğüne ek olarak diğer koşullara bağlı bir biçimde yüzde bir ila elli arasında değişen derecelendirilmiş bir miras vergisini uygulamaktadır.
72:7.12 (816.3) 4. Askeri malzeme. Hükümet, ticari ve eğlencesel amaçlar için kullanılan kara ve deniz malzemelerinin kiralanmasından yüklü bir gelir elde etmektedir.
72:7.13 (816.4) 5. Doğal kaynaklar. Federal devlet yönetim sözleşmesi içinde belirlenen özel amaçlar için bütünüyle gerekmedikçe, doğal kaynaklardan elde edilen gelirler ülke hazinesine aktarılır.
72:7.14 (816.5) Savaş kaynaklarının Milli Savunma Heyeti tarafından yaratılması dışında federal el koymalar; alt meclisin onayı ile birlikte üst yasama kurumunda çıkarılıp, devlet başkanı tarafından onaylanıp son olarak yüz üyeden oluşan federal bütçe heyeti tarafından nihai olarak geçerli kılınır. Bu heyetin üyeleri; eyalet valileri tarafından aday gösterilmekte olup, her altı yılda bir dörtte birinin yenilendiği bir biçimde yirmi dört yıllığına eyalet milletvekilleri tarafından seçilirler. Her altı yılda bir bu birim, dörtte üç oy çokluğu ile bir üyesini başkan olarak seçer; ve bu kişi böylelikle federal hazinenin yönetici-denetleyicisi haline gelir.
72:8.1 (816.6) Beş-on sekiz yaş dönemini kapsayan zorunlu temel eğitim düzenine ek olarak özel amaçlı okullar şu alanlarda faaliyetlerini gerçekleştirir:
72:8.2 (816.7) 1. Devlet-adamlığı okulları. Bu okullar ülkesel, bölgesel ve eyaletsel düzeyde olmak üzere üç sınıftır. Ülkenin kamu kurumları dört birime ayrılmıştır. Kamu yararını gözeten bu oluşumun ilk birimi başlıca olarak ülke idaresi ile ilgilidir; ve bu topluluğun tüm mevki sahipleri, devlet adamı yetiştirme okullarının bölgesel ve ülkesel çaptaki eğitim birimlerinin mezunu olmak durumundadır. Bireyler, devlet-adamlığının on bölgesel okulundan bir tanesinden mezun olduktan sonra ikinci birim içerisindeki siyasi, seçimle gelinen veya atanılan mevkileri kabul edebilirler; onların kamu görevleri, bölgesel idare ve eyalet hükümetlerindeki sorumluluklar ile ilgilidir. Üçüncü birim eyalet sorumluluklarını içine almakta olup, bu tür görevlilerin yalnızca eyalet düzeyindeki devlet-adamlığı diplomasına sahip olmaları gerekmektedir. Devlet görevlilerin dördüncü ve son biriminin devlet-adamlığı diplomasına sahip olmaları gerekmemektedir; bu mevkiler tamamen atama yoluyla belirlenir. Onlar, hükümetsel idari alanlarda faaliyet halindeki çeşitli eğitimsel meslekler tarafından belirlenen yardımcılık, sekreterlik veya teknik görevlerin alt kademelerini temsil eder.
72:8.3 (816.8) Yerel ve eyalet mahkeme yargıçları, eyalet devlet-adamlığı okullarından alınan diplomalara sahiplerdir. Toplumsal, eğitimsel ve üretimsel alanlardaki yargı mahkemelerinin hâkimleri, bölgesel okullardan alınan diplomalara sahiplerdir. Federal yüce mahkeme yargıçları, devlet adamı yetiştiren okulların tümünü bitirmek zorundadır.
72:8.4 (817.1) 2. Felsefe okulları. Bu okullar felsefe mabetleri ile ilişkili olup, bir kamu faaliyeti olarak din ile az çok birliktelik halindedir.
72:8.5 (817.2) 3. Bilim enstitüleri. Bu teknik okullar mevcut eğitim düzeni yerine sanayi ile eş güdüm halinde olup, on beş alt birimde idare edilir.
72:8.6 (817.3) 4. Mesleksel eğitim okulları. Bu özel kurumlar, sayıca on iki olan çeşitli eğitimsel meslekler için tekniksel hazırlanışı sağlamaktadır.
72:8.7 (817.4) 5. Kara ve deniz askeri okulları. Ülke yönetim merkezi yakınında ve yirmi beş kıyı askeri merkezde, on sekiz yaş ila otuz yaş arasında bulunan gönüllü vatandaşların askeri eğitimine ayrılan bu kurumlar idare edilmektedir. Yirmi beş yaşın altında bulunan bireylerin bu okullara kabul edilebilmesi için ailelerinin onayını almış olması gerekmektedir.
72:9.1 (817.5) Her ne kadar kamu görev adaylarının tümü eyalet, bölgesel veya devlet-adamlığı okullarının mezunlarından seçilen bir biçimde sınırlandırılmış olsa da, bu ülkenin ilerici önderleri genel oy tasarımlarında ciddi bir zaaf noktası keşfettiler; ve yaklaşık elli yıl önce şu niteliklerden oluşan değiştirilmiş bir oy verme düzeni için anayasal hükmü yürürlüğe koydular:
72:9.2 (817.6) 1. Yirmi yaş ve üstünde olan her erkek ve kadın bir oya sahiptir. Bu yaşa erişilmesiyle birlikte vatandaşların tümü iki oy verme topluluğundan birine olan üyeliği kabul etmek durumundalardır. Onlar üretimsel, mesleksel, tarımsal veya ticaretsel olarak ekonomik faaliyetleri uyarınca ya ilk topluluğa katılacak, ya da siyasi, felsefi ve toplumsal eğilimleri uyarınca ikinci topluluğun üyesi olacaklardır. Çalışanların tümü böylelikle birtakım ekonomik oy topluluğuna ait olup, bu localar, ekonomik olmayan birliktelikler gibi, milli hükümetin gücün üç katmanlı erki tarafından denetlenmesine oldukça benzer bir biçimde, idare edilmektedir. Bu topluluklara gerçekleştirilen üyelik kayıtları on iki yılda bir değiştirilebilir.
72:9.3 (817.7) 2. Eyalet valileri veya bölgesel yöneticilerin aday göstermesiyle ve bölgesel yüce heyetlerin emri ile, toplum için büyük hizmetlerde bulunma görevi emanet edilmiş bireylere veya hükümet hizmeti içinde olağanüstü bilgeliği sergilemiş olanlara; her seferinde beş yıllık bir süreden daha fazla olmayacak ve dokuz üstün oyu geçmeyecek bir biçimde ek oy kullanma hakkı verilebilir. Aynı şekilde bilim adamlarına, mucitlere, öğretmenlere, felsefecilere ve ruhsal önderlere de bu ilave siyasi güç verilebilmekte ve onlar bu güçle onurlandırılabilmektedir. Bu gelişmiş vatandaşsal ayrıcalıklar, özel amaçlı okulların bitirme belgeleri vermelerine oldukça benzer bir biçimde, eyalet ve bölgesel yüce heyetler tarafından sağlanmaktadır; ve bu ayrıcalıklara layık görülen bireyler, bu türden kamusal tanınmanın nişanını, sahip olduğu diğer başarı belgeleri ile birlikte, kişisel kazanımlarının listesine eklemekten onur duymaktadırlar.
72:9.4 (817.8) 3. Madenlerde zorunlu işçi olarak cezalandırılan tüm bireylere ek olarak vergi gelirleri ile hayatlarını idame ettiren hükümet çalışanları bu hizmetleri süresince oy kullanamamaktadırlar. Bu hüküm, altmış beş yaşında emekliliğe hak kazanıp görevlerini bırakan kişiler için geçerli değildir.
72:9.5 (817.9) 4. Her beş yıllık süreç içerisinde ödenen yıllık ortalama vergileri yansıtan beş ilave oy kullanma dilimi bulunmaktadır. Yüklü miktarda vergi veren bireylerin beşe kadar ilave oy kullanmasına izin verilmektedir. Bu izin diğer idari onurların dışındadır; ancak hiçbir durumda bir kişi ondan fazla oy kullanamaz.
72:9.6 (818.1) 5. Bu oy kullanma tasarımının yürürlüğe girdiği dönemde, yerleşkesel oy verme sistemi ekonomik veya diğer bir değişle işlevsel sistemle değiştirilmiştir. Şimdi tüm vatandaşlar, ikametlerinden bağımsız bir biçimde üretimsel, toplumsal veya mesleksel topluluk üyeleri olarak oy kullanmaktadırlar. Böylelikle seçmenler, hükümetsel görev ve sorumluluk mevkilerine gelebilecek sadece en iyi üye arkadaşlarını seçen birleşmiş, bütünleşmiş ve ussal topluluklardan meydana gelmektedir. Bu işlevsel veya diğer bir değişle topluluk oy hakkı düzeni içinde bir istisna bulunmaktadır: bir federal devlet başkanının her altı yılda bir gerçekleştirilen seçimi ülke çapında olup, hiçbir vatandaş birden fazla oy verememektedir.
72:9.7 (818.2) Böylece devlet başkanının seçimi dışında oy verme hakkı, vatandaşlığın ekonomik, mesleksel, ussal ve toplumsal birliktelikleri tarafından yerine getirilir. Nihai devlet organik olup, vatandaşların özgür ve ussal her bir topluluğu daha büyük hükümet organizması içinde hayati ve faal bir organı temsil eder.
72:9.8 (818.3) Devlet-adamlığı okulları; yetersiz, tembel, umursamaz veya suçlu herhangi bir bireyin oy hakkının alınması için eyalet mahkemelerinde dava açabilme gücüne sahiptir. Bu insanlar, bir ülkenin yarısının alt düzeyde veya diğer bir değişle yetersiz olup hala oy kullanma hakkına sahip olduğunda, o ülkenin çöküşünün kaçınılmaz olduğunu bilmektedirler. Onlar, sıradanlığın hâkimliğinin herhangi bir ülkenin sonunu hazırladığına inanmaktadırlar. Oy vermek zorunlu olup, oylarını kullanmada başarısız olan herkese yüklü cezalar uygulanmaktadır.
72:10.1 (818.4) Bu insanların suçla, akıl hastalarıyla ve yozlaşma ile mücadeleleri, her ne kadar bir biçimde memnuniyet verici olsa da, kuşkusuz birçok Urantia unsurunu dehşete düşürecektir. Sıradan suçlular ve yetersizler cinsiyetlerine göre farklı tarım topluluklarına yerleştirilmekte olup, bu yerler kendi yaşamlarını idame ettirme olanağından fazlasını sağlamaktadır. Alışkanlıkla suç işleyen daha ciddi suçlular ve iyileştirilemez bir biçimde akıl hastası olan kişiler, mahkemeler tarafından ölümcül gaz odasına gönderilme cezasına çarptırılırlar. Aynı zamanda cinayetin yanı sıra sayısız birçok suç, hükümetsel göreve olan hıyanet dâhil olmak üzere, ölüm cezası taşımakta olup; adalet kesin ve hızlı bir biçimde yerine getirilir.
72:10.2 (818.5) Bu insanlar kısıtlayıcı ve cezalandırıcı hukuktan önleyici hukuka doğru giriş yapmaktadır. Kısa bir süre önce onlar, olası katiller ve büyük suçlular olduklarına inanılanları gözaltı topluluklarında yaşam boyunca mahkûm ederek suçun önlenmesi girişiminde bulunmaya kadar ilerlediler. Eğer bu türden mahkûmlar ilerleyen zamanlarda biraz daha olağan hale geldiklerini gösterirlerse, ya şartla salıverilirler veya affedilirler. Bu kıta üzerinde cinayet oranı, diğer ülkelerdekinin yalnızca yüzde biridir.
72:10.3 (818.6) Suçlular ve yetersizleri yaratan koşulları ortadan kaldırma çabaları yüz yıl önce başlamış olup, çoktandır memnuniyet verici sonuçları beraberinde getirmiştir. Akıl hastaları için orada herhangi bir cezaevi veya hastane bulunmamaktadır. Bunun nedenlerinden biri Urantia üzerinde bulunabilecek bu kişilerin yalnızca yaklaşık yüzde onunun bu ülkede mevcut olmasıdır.
72:11.1 (818.7) Federal askeri okul mezunları, Milli Savunma Heyeti’nin başkanı tarafından kabiliyet ve deneyimleri uyarınca yedi rütbe içinde “medeniyetin koruyucuları” olarak görevlendirilebilirler. Bu heyet yirmi beş üyeden meydana gelmekte olup, onların üyeleri en yüksek aile, eğitim ve üretim mahkemeleri tarafından aday gösterilip, federal yüce mahkeme tarafından onaylanır; ve bu heyete resen, idare edilen askeri olaylardan sorumlu görevlilerin başı başkanlık eder.
72:11.2 (819.1) Bu türden görevlendirilmiş çalışanlar tarafından takip edilen dersler dört yıl sürmekte olup, her zaman belirli bir zanaatın veya mesleğin ustalığı ile ilgili haldedir. Askeri eğitim, bahse konu birliktelik halindeki üretimsel, bilimsel veya mesleksel hazırlanma olmadan sunulmamaktadır. Askeri eğitim tamamlandığında dört yıllık eğitim süreci boyunca birey, benzer bir biçimde eğitimin dört yıl olduğu özel amaçlı okulların herhangi birinde aktarılan eğitimi askeri okullardaki öğreniminin yarısında alır. Eğitimlerinin yarısı boyunca teknik veya mesleksel bir hazırlanmanın teminat altına alınmasıyla çok sayıdaki insana yaşamlarını idame ettirebilme olanağı sunarak, mesleksel bir askeri sınıfın yaratılmasından böylece kaçınılmış olur.
72:11.3 (819.2) Barış dönemlerinde askeri hizmet tamamen gönüllü bir biçimde gerçekleştirilmektedir; ve bu hizmetin tüm kollarındaki görevlendirilmeler dört yıllıktır; bu dönemde her birey, askeri taktiklerdeki ustalığa ek olarak belirli bir özel çalışma kolunda ilerler. Müzik alanındaki eğitim, merkezi askeri okullarının başlıca uğraşlarından biridir; ve bu okulların yirmi beş eğitim yerleşkesi kıtanın sınır bölgeleri etrafına dağıtılmıştır. Üretimsel durgunluk dönemlerinde binlerce işsiz kendiliğinden; kara, deniz ve havada kıtanın askeri savunma kaynaklarını inşa etmede görevlendirilmektedir.
72:11.4 (819.3) Her ne kadar bu insanlar; çevreleyen düşmancıl toplulukların saldırılarına karşı bir savunma biçimi olarak güçlü bir savaş kabiliyetini devam ettirseler de; bu askeri kaynakları saldırgan bir savaşta yüz yıldan fazla bir süreden beri kullanmamış olmaları onların bu uygulamalarındaki başarı hanesine yazılabilir. Onlar öyle bir medeniyet seviyesine ulaşmışlardır ki, saldırganlık içinde savaş güçlerini kullanma cezp ediciliğine kapılmaya fırsat vermeden medeniyetlerini oldukça kuvvetli bir biçimde savunabilmektedirler. Birleşik kıta devletinin oluşturulmasından beri orada hiçbir iç savaş yaşanmamıştır; ancak geçmiş iki yüzyıl boyunca bu insanlar, savunma amaçlı dokuz çetin savaşa girmek için çağrılmışlardır; bu dokuz savaştan üçü, dünya güçlerinin çok güçlü ittifaklarına karşı gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar bu ülke; düşmancıl komşularının saldırılarına karşı yeterli düzeyde bir savunmayı sürdürse de, çok daha büyük bir ilgiyi devlet çalışanları, bilim adamları ve felsefecilerin eğitimine ayırmaktadır.
72:11.5 (819.4) Ülkede barış egemen olduğunda etkin savunma düzen unsurlarının tümü oldukça bütüncül bir biçimde alışveriş, ticaret ve boş zaman etkinliklerinde kullanılmaktadır. Savaş ilan edildiğinde tüm ülke etkin hale getirilmektedir. Düşmanlık dönemi boyunca ordu tüm sanayi kollarını iyeliği altına almakta olup, askeri birimlerin tümünün baş sorumluları devlet başkanının bakanlar kurulunun üyeleri haline gelmektedir.
72:12.1 (819.5) Her ne kadar bu benzersiz insanların toplumu ve hükümeti Urantia milletlerinden birçok açıdan üstün olsalar da, diğer kıtalardaki (bu gezegen on bir kıtaya sahiptir) hükümetler Urantia’nın daha gelişmiş milletlerine kıyasla kesin bir biçimde alt düzeyde bulunmaktadır.
72:12.2 (819.6) Tam da bu mevcut zaman içerisinde bahse konu üstün hükümet, alt düzeyde bulunan insanlar ile elçiliksel düzeyde temsil ilişkileri kurmayı tasarlamaktadır; ve ilk kez, bu komşu milletlere dini elçiler göndermeyi savunan bir büyük dini önder çıkmıştır. Bizler bu insanların, üstün bir kültürü ve dini diğer ırklar üzerine dayatmaya çabaladıklarında birçoklarının yaptıkları yanlışın aynısını gerçekleştirecek olmalarından korku duymaktayız. Gelişmiş kültürün bu kıtasal ülkesi sadece sınırları dışına çıksa ve komşu topluluklar arasındaki en iyi bireyleri kendi ülkelerine getirseydi, onları eğittikten sonra kültür elçileri olarak karanlıkta kalmış kardeşlerine geri gönderseydi, bu ülke içerisinde ne de mükemmel bir şey gerçekleştirilmiş olurdu! Tabi ki, eğer bir Hakimane Evlat yakın bir zaman içerisinde bu gelişmiş ülkeye gelirse, büyük gelişmeler hızlı bir biçimde bu dünya üzerinde gerçekleşebilir.
72:12.3 (820.1) Komşu bir gezegenin olaylarına dair bu anlatım, Urantia üzerinde medeniyeti geliştirme ve hükümetsel evrimi ilerletme amacıyla özel izin tarafından aktarılmıştır. Urantia unsurlarının kuşkusuz ilgisini çekecek ve onları olumlu bir biçimde etkileyecek daha birçok şey anlatılabilirdi, ancak bu anlatımın bütünü sahip olduğumuz izin hükmünün sınırlarını oluşturmaktadır.
72:12.4 (820.2) Urantia unsurları, buna rağmen; Satania ailesi içindeki kardeş âlemlerinin, Cennet Evlatları’nın ne hakimane ne de bahşedilme görevlerinden şimdiye kadar yarar sağlamamış olmalarını dikkatle irdelemelidir. Buna ek olarak diğer bir açıdan, bahse konu kıtasal ülkeyi gezegensel akranlarından ayıran bu derece bir kültür uçurumu tarafından Urantia’nın çeşitli toplulukları birbirinden ayrışmamışlardır.
72:12.5 (820.3) Gerçeğin Ruhaniyeti’nin bu aktarımı, bahşedilmiş dünyanın insan ırkının sahip oldukları amaçlarda büyük kazanımların gerçekleşmesi için ruhsal bir alt yapıyı sağlamaktadır. Urantia bu anlatımın neticesinde; — kanunlarla dünya çapındaki barışın çok güçlü bir biçimde oluşturulmasına katkıda bulunabilecek ve, ışık ve yaşamın en nihai çağları için gezegensel eşik dönemi olan bir çağ biçiminde, ruhsal arayışın gerçek bir çağının günün birinde doğuşuyla sonuçlanabilecek — yasalarıyla, işleyiş düzenleriyle, simgeleriyle, ortak kabulleriyle ve diliyle gezegensel bir hükümetin daha yakın bir zamanda gerçekleşmesi için çok daha iyi bir biçimde hazırlanmış hale getirilmiştir.
72:12.6 (820.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
73. Makale
73:0.1 (821.1) CALİGASTİA çöküşünden ve onun sonucunda gerçekleşen toplumsal kafa karışıklığından doğan kültürel gerilme ve ruhsal fakirlik, Urantia insanlarının fiziksel veya biyolojik düzeyi üzerinde çok az bir etkiye sahip olmuştu. Organik evrim, Caligastia ve Daligastia’nın muhalefetini oldukça hızlı bir biçimde takip eden kültürel ve ahlaki gerilemeden fazlasıyla bağımsız olarak, tüm hızıyla ilerlemişti. Ve burada yaklaşık kırk bin yıl önce, görevli olan Yaşam Taşıyıcıları’nın fark ettiği, tamamiyle biyolojik anlamda Urantia ırklarının gelişimsel ilerleyişinin zirve noktasına yaklaştığı bir döneme gelinmişti. Bu düşüncede hem fikir olan Melçizedek alıcıları Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na, Maddi bir Erkek ve Kız Evlat olarak biyolojik canlandırıcıların gönderilmesine izin verilmesi için Urantia’nın irdelenmesini talep eden dilekçenin verilmesinde Yaşam Taşıyıcıları’na seve seve katılmayı kabul ettiler.
73:0.2 (821.2) Bu talep Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na iletilmiştir; bunun nedeni onların, Caligastia’nın çöküşünden ve Jerusem üzerindeki yönetimin geçici bir süreliğine boşta kalmasından bu yana birçok Urantia olayı üzerinde doğrudan karar yetkisini uygulamış olmalarıydı.
73:0.3 (821.3) Onluk veya diğer bir değişle deneyimsel dünya türlerinin egemen yüksek denetimcisi olan Tabamantia gezegeni incelemeye gelmiştir; ve ırksal gelişmeye dair araştırmalarından sonra bu unsur, Urantia’ya Maddi Evlatlar’ın bahşedilebileceğini yerinde bir biçimde tavsiye etmiştir. Bu inceleme zamanı üzerinden geçen yüz yıldan biraz daha kısa bir süre sonra yerel sistemin Maddi bir Erkek ve Kız Evladı olan Âdem ve Havva gezegene ulaşmış olup, isyan ve ruhsal tecrit yasağı altında bulunması nedeniyle geri kalmış bir gezegenin karmaşık hale gelmiş olaylarını çözmeye çalışmaya dair zorlu görevlerine başlamışlardır.
73:1.1 (821.4) Olağan bir gezegene Maddi Evlat’ın gelişi genellikle; buluşun, maddi ilerleyişin ve ussal aydınlanmanın büyük bir çağının yaklaşmakta olduğunun habercisidir. Âdem-sonrası dönem, birçok dünyanın büyük bilimsel çağıdır; ancak bu durum Urantia için aynı gerçekliği taşımamaktadır. Her ne kadar bu gezegen fiziksel olarak zinde insanlar tarafından dolu olmuş olsa da, kabileler yabaniyetin ve ahlaki duraklamanın derinliklerinde takılı kalmışlardı.
73:1.2 (821.5) On bin yıl önce, Prens idaresinin elde ettiği her kazancın neredeyse tümü silinmiş bir haldeydi; dünya ırkları, bu yanlış yönlendirilmiş Evlat eğer hiç Urantia’ya gelmeseydi biraz daha iyi bir durumda olabilirdi. Yalnızca Nodit ve Amadonit unsurları arasında Dalamatia’nın gelenekleri ve Gezegensel Prens’in kültürü varlığını devam ettirmekteydi.
73:1.3 (821.6) Nodit unsurları, Prens görevlilerine ait isyankâr üyelerin soyundan gelen bireylerdi; bu unsurlar isimlerini, Dalamatia’nın üretim ve alışveriş heyetinin bir zamanlar başkanlığını yapmış olan Nod adlı ilk önderinden almaktaydı. Amadonit unsurları, Van ve Amadon ile birlikte sadık kalmayı tercih etmiş Andonit unsurlarının soylarıydı. “Amadonit”, ırksal bir kavramdan çok kültürel ve dinsel bir adlandırmadır; ırksal olarak bakıldığında Amadonit unsurları özünde Andonit topluluklarıydı. “Nodit” hem kültürel hem de ırksal bir kavramdır; çünkü Nodit insanları Urantia’nın sekizinci ırkını oluşturmuştu.
73:1.4 (822.1) Orada, Nodit ve Amadonit unsurları arasında geleneksel bir düşmanlık var olmuştu. Bu hasımlık, ne zaman iki topluluğun çocukları ortak bir girişimde bulunmaya çabalarsa sürekli olarak gün yüzüne çıkmaktaydı. Daha sonra bile, Cennet Bahçesi dönemlerinde, barış içinde çalışmaları onlar için oldukça zordu.
73:1.5 (822.2) Dalamatia’nın yıkımından kısa bir süre sonra Nod’un takipçileri üç ana topluluğa ayrıldı. Merkezi topluluk, Basra Körfezi’ni besleyen ırmak kollarının yakınında bulunan ilk evlerinin hemen yanı başında kalmaya devam etti. Doğu topluluğu, Fırat Nehri vadisinin hemen doğusunda bulunan Elam’ın yüksek bölgelerine göç etti. Batı topluluğu, Akdeniz’in kuzeydoğu Suriye sahilleri ve onun etrafında bulunan yerleşkelerde konumlandı.
73:1.6 (822.3) Bu Nodit unsurları; özgür bir biçimde Sangik ırkları ile çiftleşmiş olup, gerilerinde yetkin bir soy bırakmış haldelerdi. Ve isyankâr Dalamatia bireylerinin soylarından bazıları daha sonra, Mezopotamya’nın kuzey bölgelerinde Van’a ve onun sadık takipçilerine katılmıştı. Van gölünün yakınları ve Hazar Denizi bölgesinin güneyi olan bu yerleşkede, Nodit unsurları Amadonit unsurları ile çiftleşmiş ve birbirlerine karışmışlardı; ve onlar, “kudretli yaşlı insanlar” arasında görülmekteydi.
73:1.7 (822.4) Âdem ve Havva’nın varışından önce Nodit ve Amadonit unsurları olarak bu topluluklar, dünya üzerinde en gelişmiş olan ve en yüksek kültüre sahip ırklardı.
73:2.1 (822.5) Tabamantia’nın teftişinden önce yaklaşık yüz yıllık bir dönem boyunca Van ve onun birliktelikleri dünya etiği ve kültürünün dağlık yönetim merkezinden; söz verilen bir Tanrı Evladı’nın, bir ırksal canlandırıcının, bir doğruluk öğretmeninin ve ihanet eden Caligastia’nın yerine geçecek değerli bir halefin gelişini duyurmaktaydı. Her ne kadar bu dönemdeki dünya sakinlerinin büyük bir çoğunluğu bu tür bir tahmin için neredeyse hiçbir ilgi göstermese de, Van ve Amadon ile doğrudan ilişkide bulunanlar bu türden öğretileri ciddiye alıp, söz verilmiş Evlat’ın gerçek anlamda karşılanması için tasarımlarda bulunmaya başladılar.
73:2.2 (822.6) Van, Jerusem üzerinde Maddi Evlatlar’ın hikâyesini kendisine en yakın birlikteliklerine aktardı; bu aktarılan bilgiler Urantia’ya gelmeden önce bu unsurlar hakkında bildiği şeylerden oluşmaktaydı. Van, Âdemsel Evlatlar’ın her zaman yalın ancak cezp edici bahçe evlerinde yaşamış olduklarını oldukça iyi bilmekteydi; ve Van, Âdem ve Havva’nın varışından seksen üç yıl önce, kendisi ve unsurlarının bu Evlatlar’ın gelişini duyurmalarına ve varışları için bir cennet bahçesini hazırlamalarına dair teklifini öne sürdü.
73:2.3 (822.7) Dağlık yönetim merkezlerinden ve oldukça geniş alanlara dağılmış altmış bir yerleşim yerinden Van ve Amadon; bir kutsal birliktelik içerisinde, söz verilen — en azından beklenen — Evlat için bu hazırlık görevine kendisini adayan üç binden fazla gönüllü ve arzulu bireyden oluşan bir birlik toplamıştı.
73:2.4 (822.8) Van, gönüllülerini yüz kola ayırdı, hepsinin başına bir yönetici tayin etti ve kişisel çalışanlarının birliğinde görev yapmış bir yardımcısını bir irtibat görevlisi olarak atadı. Bu heyetlerin tamamı tüm samimiyetleriyle ilk çalışmalarına başladı, ve heyet Bahçe’nin yerleşkesi için olası en uygun yeri bulmak amacıyla bölgeden ayrıldı.
73:2.5 (822.9) Her ne kadar Caligastia ve Daligastia kötülük yüzünden güçlerinin çoğundan mahrum kalsalar da, Bahçe’nin hazırlanışını aksatmak ve ona engel olmak için her yolu denemişlerdir. Ancak onların kötü niyetli entrikaları, girişimi ilerletmek için hiç dur durak bilmeden emek veren neredeyse on bin sadık yarı-ölümlü yaratılmışın inançlı etkinlikleri tarafından büyük ölçüde boşa çıkmıştı.
73:3.1 (823.1) Bu bölge üzerinde bulunan heyet neredeyse üç yıllık bir süre boyunca dışarıdaydı. Heyet üç olası mekânın elverişli olduğunu bildirdi. Bunlardan ilki Basra Körfezi’nde bulunan bir adaydı; ikincisi, ileride ikinci bahçe olarak yerleşilecek ırmak bölgesiydi; üçüncüsü ise, Akdeniz’in doğu sahillerinden batı yönüne bakan neredeyse bir ada şeklinde uzun bir yarımadaydı.
73:3.2 (823.2) Heyet neredeyse oy birliği ile üçüncü tercih yönünde olumlu görüş bildirdi. Bu yerleşke seçildi ve iki yıl, yaşam ağacı da dâhil almak üzerinde dünyanın kültürel yönetim merkezinin bu Akdeniz yarımadasına taşınmasıyla geçti. Van ve onun dostu buraya ulaştığında, yarımada sakinlerinin tek bir topluluğu dışında herkes sağ salim bu bölgeyi terk etti.
73:3.3 (823.3) Akdeniz yarımadası, sağlıklı ve ılıman bir iklime sahipti; bu düzenli iklim, çevreleyen dağlar sebebiyle ve bu bölgenin bir iç deniz içerisinde neredeyse bir ada halinde bulunması nedeniyle mevcut halindeydi. Çevre dağlarına yağmur sağanak halinde yağdığı zaman, nadiren Cennet Bahçesi yerleşkesine yağmur düşmekteydi. Ancak her gece, yapay tarım kanallarının geniş ağından Bahçe’nin bitkilerini canlandıran bir “sis buğusu yükselirdi”.
73:3.4 (823.4) Bu kara kütlesinin sahil şeridi ciddi bir biçimde yüksekti; ve ana karayı bağlayan boğaz, en dar yerinde yalnızca yirmi yedi mildi. Cennet’i sulayan büyük nehir; yarım adanın yüksek bölgelerinden gelmekte olup, yarımada boğazı boyunca anakaraya ve oradan da Mezopotamya’nın düzlükleri boyunca denize dökülmekteydi. Bu nehir, Cennet Bahçesi yarımadasının sahil tepelerinden kaynağını alan dört ana ırmak kolu tarafından beslenmekteydi; bu kollar, “Cennet Bahçesi’nin dışına çıkan” nehrin “dört başıydı”; ve onlar daha sonra, ikinci bahçeyi çevreleyen ırmak kollarıyla karıştırılmıştı.
73:3.5 (823.5) Bahçe etrafındaki dağlar değerli taşlar ve metallerle doluydu, ancak buna rağmen onlar çok az ilgi görmüştü. Baskın düşünce, bahçeciliğin yüceltilmesi ve tarımın övülmesiydi.
73:3.6 (823.6) Cennet için tercih edilen yerleşke muhtemelen; tüm dünyadaki emsalleri arasında en güzel yer olup, iklim bu dönemde en elverişli ve arzu edilir konumundaydı. Bitkisel dışavurumun bu türden bir cenneti haline oldukça kusursuz bir biçimde kendisini sunacak başka bir yer bulunmamaktaydı. Bu buluşma noktasında Urantia medeniyetinin en üstün nitelikleri bir araya gelmekteydi. Kuşkusuz bir biçimde dünya karanlık, cehalet ve yabaniyet içerisindeydi. Cennet Bahçesi, Urantia üzerinde bir parlak noktaydı; burası ilk başta bir sevgi rüyasıydı, ve yakın zaman içerisinde seçkin ve kusursuzlaştırılmış tabiat ihtişamının bir şiiri haline geldi.
73:4.1 (823.7) Biyolojik canlandırıcılar olarak Maddi Evlatlar bir evrimsel dünya üzerinde ikametlerine başladıkları zaman, ikamet yerleşkeleri sıklıkla Cennet Bahçesi olarak adlandırılmaktadır; bunun nedeni bahse konu yerleşkenin, takımyıldız başkenti olan Edentia’nın çiçeksel güzelliği ve bitkisel ihtişamıyla nitelendirilmesidir. Van bu gelenekleri oldukça iyi bilmekte olup, onlar uyarınca yarımadanın tamamının Bahçe’ye ayrılmasını sağlamıştı. Meracılık ve hayvancılık, komşu kara için tasarlanmıştı. Hayvan yaşamı içerisinde sadece kuşlar ve çeşitli evcil canlılar bu parkta bulunmaktaydı. Van’ın emirleri, Cennet Bahçesi’nin bahçe olarak oluşturulması ve sadece bu bütünlüğe sahip kılınmasıydı. Buranın yerleşim alanında en başından beri hiçbir hayvan öldürülmemişti. Cennet Bahçesi görevlileri tarafından inşaat döneminin tümü boyunca yenilen tüm etler buraya anakarada gözetim altında idare edilen sürülerden getirilmişti.
73:4.2 (824.1) İlk görev, yarımadanın boğazı boyunca tuğladan yapılan duvarın inşasıydı. Bu duvar bir kez tamamlandığında, çevrenin güzelleştirilmesi ve ev inşasına dair gerçek görev sekteye uğramadan devam edebilirdi.
73:4.3 (824.2) Bir hayvanat bahçesi, ana duvarın hemen dışında daha küçük bir duvar inşasıyla yaratılmıştı; bu iki duvar arasında kalan bölge her tür yabani hayvan tarafından doldurulmuş olup, düşmansı saldırılara karşı ilave bir savunma görevi görmekteydi. Bu hayvanat bahçesi on iki büyük kısma ayrılan bir biçimde düzenlenmişti; ve bu topluluklar arasında uzanan duvarla çitlenmiş patikalar Bahçe’nin kapılarına açılmaktaydı; nehir ve onun bitişiğinde bulunan otlak alanlar merkezi bölgeyi oluşturmaktaydı.
73:4.4 (824.3) Bahçe’nin hazırlanmasında yalnızca gönüllü işçiler çalıştırılmıştı; para ile işçi çalıştırma yöntemi hiçbir zaman kullanılmamıştı. Onlar Bahçe’yi ekip, sürelerine kendilerine yardım etmeleri için bakmışlardı; yiyecek yardımları aynı zamanda yakın inanlardan alınmıştı. Ve bu muhteşem girişim, bu karışık dönemler boyunca dünyanın içinde bulunduğu kafa karışıklığı düzeyiyle açığa çıkan zorluklara rağmen tamamlanıncaya kadar devam ettirilmiştir.
73:4.5 (824.4) Ancak, beklenen Erkek ve Kız Evlat’ın ne kadar yakın bir zamanda gelebileceğinin bilgisine sahip olmadan Van’ın; söz verilen Evlatlar’ın varışlarının ertelenmesi durumunda genç nesillerin de bu girişimi sürdürme görevinde eğitilmelerini önermesi, büyük bir hayal kırıklığı sebebi olmuştur. Bu öneri Van’da ki bir inanç eksikliğinin belirtisi olarak görülmüş, birçok ayrılığa sebep olan bir biçimde ciddi ölçüde sorun yaratmıştır; ancak Van hazırlanma tasarımını hayata geçirmeye devam etmiş, bu arada da ayrılanların yerini genç gönüllüler ile doldurmuştur.
73:5.1 (824.5) Cennet Bahçesi yarımadasının merkezini, Bahçe’nin kutsal tapınağı olan Kâinatın Yaratıcısı’nın seçkin taş mabedi oluşturmaktaydı. Kuzey yönünde idari yönetim merkezi kurulmuştu; güneye ise çalışanlar ve onların aileleri için evler inşa edilmişti; batıda, beklenen Evlat’ın eğitim düzeni için tasarlanan okullara mekân sağlanırken, “Cennet Bahçesi’nin doğusunda” söz verilen Evlat ve onun birincil nesilleri için amaçlanan yerleşkeler yapılmıştı. Cennet Bahçesi’nin mimari tasarımı, bir milyon insan tarafından kullanılacak evleri ve geniş miktarlardaki araziyi sağlamaktaydı.
73:5.2 (824.6) Âdem’in varış zamanında her ne kadar Bahçe’nin yalnızca dörtte biri bitmiş bir durumda bulunmuşsa da, binlerde mil uzunluğunda sulama kanallarına ve on iyi bin milden fazla patika ve yola sahipti. Bu yerleşkenin çeşitli bölgelerinde beş binden biraz daha fazla tuğla yapısı bulunmaktaydı; buna ek olarak ağaçlar ve bitkiler neredeyse sayılamayacak kadar çoktu. Bahçe içinde herhangi bir kümeyi meydana getiren evlerin sayısı en fazla yediydi. Ve her ne kadar Bahçe’nin yapıları yalın olsa da, onlar olabilecek en yüksek sanatsal halindeydi. Patika ve yollar oldukça iyi bir biçimde inşa edilmişti; ve çevre düzenlemesi seçkin bir haldeydi.
73:5.3 (824.7) Bahçe’nin sağlık düzenlemeleri, bu döneme kadar Urantia üzerinde yapılan her girişimin oldukça ötesindeydi. Cennet Bahçesi’nin içme suyu, saflığını koruması için tasarlanan sağlık yönetmeliklerine olan sıkı bağlılıkla temiz tutulmaktaydı. Bu öncül dönemler boyunca yaşanılan sıkıntıların büyük bir kısmı idarecilerin ilgisizliğinden kaynaklanmıştı; ancak Van, Bahçe’nin su kaynaklarına herhangi bir şeyin düşmesine izin verilmemesinin önemini kademeli bir biçimde yardımcılarına öğretti.
73:5.4 (825.1) Bir kanalizasyon tahliye düzeninin daha sonra oluşturulmasından önce Cennet Bahçesi unsurları, çöp veya artık maddelerin tamamının titiz bir biçimde yakılması uygulamasını gerçekleştirdiler. Amadon’un müfettişleri dönüşümlü olarak her gün, hastalığın olası nedenlerini araştırdılar. Urantia unsurları, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın daha sonraki dönemlerine kadar insan hastalıklarının önlenmesinin önemini tekrar idrak etmediler. Âdemsel düzenin sekteye uğramasından önce, duvarların altından akan ve Bahçe’nin neredeyse bir mil uzağında Cennet Bahçesi ırmağına dökülen tuğladan inşa edilmiş kapalı bir kanalizasyon sistemi inşa edilmişti.
73:5.5 (825.2) Âdem’in varış zamanında dünyanın bu yöresinde yetişebilen bitkilerin tümü Cennet Bahçesi içinde yetiştirilmekteydi. Hâlihazırda meyvelerin, tahılların ve yemişlerin birçoğu hali oldukça geliştirilmişti. Bugünün birçok sebzesi ve tahılı ilk olarak burada ekilmişti; ancak yiyecek bitkilerinin birçok çeşitli ilerleyen dönemlerde dünya üzerinde yitirilmişti.
73:5.6 (825.3) Cennet Bahçesi’nin yaklaşık yüzde beşi yüksek düzeydeki bireysel tarıma ayrılmış, yüz de on beşi kısmi olarak ekilmiş ve onun geride kalan kısmı ise Âdem’in varışını bekleyen bir biçimde, parkın onun düşünceleri uyarınca bitirilmesinin en iyisi olduğuna karar verilerek, neredeyse el sürülmemiş bir şekilde bırakılmış haldeydi.
73:5.7 (825.4) Ve Cennet Bahçesi bu şekilde, söz verilen Âdem ve onun eşinin karşılanması için hazır hale getirilmişti. Ve bu Bahçe, kusursuzlaştırılmış idare ve olağan denetim altında bulunan bir dünya için onur olurdu. Her ne kadar kişisel yerleşkelerindeki mobilyalarda birçok değişiklikte bulunmuş olsalar da Âdem ve Havva, Cennet Bahçesi’nin genel tasarımından oldukça memnun kalmışlardı.
73:5.8 (825.5) Her ne kadar süsleme görevi Âdem’in varışı döneminde bitirilememiş olsa da, hâlihazırda yerleşke bitkisel güzellik bakımından bir pırlantaydı; ve Âdem’in Cennet Bahçesi’deki ikametinin ilk dönemleri boyunca Bahçe’nin bütünü yeni bir şekil alıp, güzellik ve ihtişamının yeni boyutlarına ulaştı. Ne bu dönemden önce ne de ondan sonra Urantia, bahçecilik ve tarımın bu türden güzel ve bütüncül dışavurumuna sahne olmamıştır.
73:6.1 (825.6) Bahçe tapınağının merkezine Van; yaprakları “milletlerin iyileşmesi için” kullanılan ve meyvesi dünya üzerinde kendisinin epeydir yaşamasını sağlayan, çok uzun bir süreden beri korunmakta olan yaşam ağacını ekmiştir. Van, Âdem ve Havva’nın; maddi bir bütünlükte Urantia üzerinde bir kez ortaya çıktıktan sonra yaşamlarının idaresi için Edentia’nın bu hediyesine aynı zamanda bağımlı olacaklarını oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi.
73:6.2 (825.7) Sistem başkentleri üzerindeki Maddi Evlatlar, mevcudiyetleri devam ettirmek için yaşam ağacına ihtiyaç duymamaktadırlar. Yalnızca gezegensel düzeyde yeniden kişilikleştirilen unsurlar, fiziksel ölümsüzlük için bu tamamlayıcıya bağımlı olurlar.
73:6.3 (825.8) “İyilik ve kötülüğün bilgi ağacı”, insan deneyimlerinin birçoğunu kapsayan simgesel bir adlandırma şeklinde bir mecaz olabilir; ancak “yaşam ağacı” bir efsane değildi; bu ağaç gerçek olup, uzunca bir süre Urantia üzerinde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Edentia’nın En Yüksek Unsurları; Caligastia’nın görevini Urantia’nın Gezegensel Prensi ve yüz Jerusem vatandaşını onun idari görevlileri olarak onayladığı zaman, Edentia’nın bir filizini Melçizedekler aracılığı ile bu gezegene göndermiştir; ve bu bitki, Urantia üzerindeki yaşam ağacı haline gelmiştir. Us-dışı yaşamın bu türü, Havona âlemlerine ek olarak yerel ve aşkın-evren yönetim merkezi dünyaları üzerinde aynı zamanda bulunabilen bir biçimde takımyıldız yönetim merkez âlemlerine yabancı değildir; ancak bu yaşam türü, sistem başkentleri üzerinde bulunmamaktadır.
73:6.4 (826.1) Bu aşkın bitki, hayvan mevcudiyetinin yaşlandırıcı etkilerine karşılık veren belirli mekân-enerjilerini biriktirmekteydi. Yaşam ağacının meyvesi, yenildiği zaman evreninin yaşam-uzatım gücünü gizemli bir biçimde serbest bırakan bir şekilde bir aşkın-kimyasal enerji depolama pili gibiydi. Beslenmenin bu türü, Urantia üzerindeki olağan evrimsel varlıklar için tamamiyle yararsızdı. Ancak bu tür özellikle; Caligastia görevlilerinin maddileşmiş yüz üyesine ek olarak yaşam plazmalarını Prens’in görevlileri ile paylaşan ve bunun karşılığında yaşam ağacı meyvesini olağan fani mevcudiyetlerinin sınırsız uzatımı amacıyla kullanmayı onlar için mümkün hale getiren tamamlayıcı yaşamın iyeleri kılınmış unsurlara hizmet verir haldedir.
73:6.5 (826.2) Prens’in yönetim dönemi boyunca ağaç, Yaratıcı’nın mabedinin merkezi yuvarlak bahçesinde yeryüzünden yükselmekteydi. İsyanın çıkması üzerine Van ve onun birliktelikleri, geçici yerleşkelerinde yaşam ağacını merkezi kökünden tekrar yetiştirdi. Bu Edentia filizi daha sonra, Van ve Amadon’a yüz elli bin yıldan fazla bir süre hizmet eden yükselti yerleşkelerine götürülmüştü.
73:6.6 (826.3) Van ve onun birliktelikleri Bahçe’yi Âdem ve Havva için hazır hale getirdikleri zaman, Yaratıcı’nın diğer bir mabedinin merkezi ve yuvarlak bahçesinde, bir kez daha, yetişen yer olan Cennet Bahçesi’ne Edentia ağacını nakletmişlerdir. Ve Âdem ve Havva fiziksel yaşamlarının çifte türünün devamlılığı için bu ağacın meyvesini dönemsel olarak yemişlerdir.
73:6.7 (826.4) Maddi Evlatlar doğru düzenden ayrıldıklarında Âdem ve ailesinin bu ağacın kökünü Bahçe’den söküp götürmelerine izin verilmemiştir. Noditler Cennet Bahçesi’ni işgal ettikleri zaman, “ağacın meyvesinden yediklerinde tanrılar” gibi olacakları kendilerine söylenmişti. Bu ağacın korunmadığını gördüklerinde oldukça şaşırdılar. Onlar dört yıl boyunca bu ağacın meyvesinden özgür bir biçimde beslendiler, ancak ağaç onların üzerinde hiçbir etki göstermedi; onların tümü, âlemin maddi fanileriydi; onlar, ağacın meyvesinin beraber faaliyet göstereceği bir tamamlayıcıya olan iyelikten yoksunlardı. Onlar, yaşam ağacından yarar sağlayabilme yetisinden yoksun olmalarına oldukça sinirlenmişlerdi; ve iç savaşlarının biriyle ilgili olarak mabet ve ağaç da yanarak yok edildi; Bahçe ileri dönemlerde sular altında kalana kadar yalnızca taş duvar ayakta kalabilmişti. Burası, Yaratıcı’nın yok olan ikinci mabediydi.
73:6.8 (826.5) Ve şimdi Urantia üzerindeki tüm bedenler yaşam ve ölümün doğal sürecini takip etmek durumundadırlar. Âdem ve Havva, onların çocukları ve birliktelik içinde bulundukları bireyler ile beraber bu çocukların çocuklarının hepsi zaman süreci içerisinde yok olup, maddi ölümü takip eden malikâne dünyası içindeki yeniden dirilişin gerçekleştiği yerel evren yükseliş düzenine böylelikle tabi hale gelmektedirler.
73:7.1 (826.6) İlk bahçe Âdem tarafından terk edildiğinde çeşitli Nodit, Cutit ve Suntit toplulukları tarafından doldurulmuştur. Bu yerleşke daha sonra, Âdemsel unsurlar ile işbirliğini reddeden kuzey Nodit unsurlarının ikamet bölgesi haline gelmiştir. Çevreleyen volkanlardaki şiddetli oluşumlara ek olarak Akdeniz’in doğu tabanının çökmesi ve bu suların tamamını Cennet Bahçesi yarımadasına taşımasıyla gerçekleşen Sicilya’yı Afrika’ya bağlayan kara köprüsünün sular altında kalması sonucunda Âdem’in Bahçe’yi terk etmesinden sonra yarımada neredeyse dört bin yıl boyunca alt düzey Nodit topluluklarının hâkimiyetine girmişti. Bu geniş çaplı batış ile eş zamanlı olarak doğu Akdeniz’in sahil şeridi büyük ölçüde yükselmişti. Ve bu gelişme, şimdiye kadar Urantia’nın ev sahipliği yaptığı en güzel ve doğal yaratımın sonunu getirmiştir. Batış anlık olarak gerçekleşmemiştir; yarımadanın tamamının sular altında kalması için birkaç yüz yılın geçmesi gerekmiştir.
73:7.2 (827.1) Bizler Bahçe’nin ortadan kayboluşunu hiçbir biçimde, kutsal tasarımların yerine getirilmemesinin bir neticesi veya Âdem ve Havva’nın yanlışlarının sonucu olarak göremeyiz. Bizler, Cennet Bahçesi’nin batışını doğal bir oluşum dışında değerlendirmemekteyiz; ancak Bahçe’nin sular altında kalışının, dünya insanlarını iyileştirme görevi üstlenen eflatun ırk kollarının birikimiyle aynı döneme rastladığı tarafımızdan görülmektedir.
73:7.3 (827.2) Melçizedekler, ailesinin nüfusu yarım milyona ulaşana kadar ırksal canlandırma ve birleşme tasarımını uygulamamasını Âdem’e tavsiye etmişlerdi. Bahçe’nin Âdemsel unsurlarının kalıcı bir evi olması hiçbir zaman amaçlanmamıştı. Onlar, dünyanın tümü için yeni bir yaşamın elçileri haline gelmek için oradalardı; onlar, dünyanın ihtiyaç duyan ırklarına fedakâr bahşedilişi gerçekleştirmek için burada bulunmaktaydılar.
73:7.4 (827.3) Melçizedekler tarafından Âdem’e verilen yönergeler; birincil erkek ve kızlarının idaresinde ırksal, kıtasal ve bölgesel yönetim birimleri kurarken, kendisi ve Havva’nın zamanlarını ayrıca, biyolojik canlandırmaya, ussal ilerlemeye ve ahlaki iyileştirmeye ait dünya çapındaki hizmetin bu çeşitli dünya başkentlerindeki danışmanlar ve eş güdüm sağlayıcıları olarak görev yapmaya ayırmalarını salık vermekteydi.
73:7.5 (827.4) [“Bahçe’nin {yüksek} meleksel sesi” olan Solonia tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
74. Makale
74:0.1 (828.1) ÂDEM VE HAVVA Urantia’ya, 37.848 yıl önce, M.Ö. 1934 yılında geldi. Onların geldikleri dönem, tomurcukların açtığı sürecin zirve noktası olan mevsim ortaları içindeydi. Öğle vakti sularında ve önceden haber verilmeyen bir biçimde, Urantia’ya biyolojik canlandırıcıları ulaştırma görevi verilen Jerusem sorumluları tarafından eşlik edilen iki yüksek meleksel taşıyıcı; Kâinatın Yaratıcısı mabedinin civarında bir yere, dönüş halindeki gezegenin yüzeyine yavaşça indi. Âdem ve Havva bedenlerinin yeniden ete kemiğe büründürülme çalışmalarının tümü, bu yeni yaratılmış tapınağın kapladığı alan içinde gerçekleştirilmiştir. Ve varışlarından, dünyanın yeni idarecileri şeklindeki temsilleri için çifte-insan-bünyesi içinde yeniden yaratılmalarına kadar on gün geçmiştir. Onlar, bilinçlerine eş zamanlı bir biçimde tekrar kavuşmuşlardır. Maddi Erkek ve Kız Evlatlar her zaman beraber hizmet etmektedirler. Her zaman ve her yerde birbirlerinden herhangi bir şekilde ayrılmamaları hizmetlerinin temel niteliğidir. Onlar, çiftler halinde görev yapmak için tasarlanmışlardır; onlar nadiren yalnız başlarına faaliyet göstermektedirler.
74:1.1 (828.2) Urantia’nın Gezegensel Âdem ve Havva’sı, ortak bir biçimde 14.311’incisi oldukları, Jerusem’in kıdemli Maddi Evlatlar birliği üyeleridir. Onlar; üçüncü fiziksel düzeye ait olup, sekiz fitten biraz daha uzunlardı.
74:1.2 (828.3) Urantia’ya gelmek için seçildiğinde Âdem, Jerusem’in fiziksel deney laboratuarlarında eşi ile birlikte çalışmaktaydı. On beş bin yıldan daha fazla bir süre zarfı boyunca onlar, yaşam türlerinin dönüştürülmesinde uygulanan deneyimsel enerji biriminin yöneticiliğini yapmaktaydılar. Bu görevlerinden çok uzun bir zaman önce onlar, Jerusem’e yeni gelenler için vatandaşlık okullarında öğretmenlik yapmaktaydılar. Ve tüm bunların hepsi, Urantia üzerindeki bir sonraki faaliyetleri ile ilgili olarak akılda tutulmalıdır.
74:1.3 (828.4) Urantia üzerinde Âdemsel serüven görevi için gönüllerin aranmasına dair duyuru yapıldığında, kıdemli Maddi Erkek ve Kız Evlatlar birliğinin her üyesi gönüllü olmak için başvurmuştur. Lanaforge’nin ve Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın onayı ile Melçizedek müfettişleri nihai olarak, Urantia’nın biyolojik canlandırıcıları olarak faaliyet göstermek için gelecek Âdem ve Havva’yı seçmişlerdi.
74:1.4 (828.5) Âdem ve Havva, Lucifer isyanı boyunca Mikâil’e sadık kalmayı sürdürmüşlerdi; yine de bu çift, teftiş ve eğitim için Sistem Egemeni ve onun yönetim sorumlularının tümünün huzuruna çağırılmıştır. Urantia olaylarının ayrıntıları bütüncül bir biçimde kendilerine sunulmuştur; onlar, ihtilafla parçalanmış bu türden bir dünya üzerinde yönetim sorumluluklarını kabul etmede izlenecek tasarımlar konusunda etraflı bir biçimde eğitilmişlerdi. Onlar, Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na ve Salvington’un Mikâili’ne olan bağlılık üstüne ortak bir biçimde yemin ettirilmişlerdi. Ve Âdem ve Havva’ya yerinde bir biçimde; bu çiftin görevlendirildikleri dünyada yönetimde bulunan bünyenin idari yetkilerini kendilerine devretmeyi uygun bulacakları vakte kadar, kendilerini Melçizedekler’in Urantia Birliği’ne taabi olarak görmeleri gerektiği hususunda tavsiyede bulunulmuştur.
74:1.5 (829.1) Bu Jerusem çifti gerilerinde; ilerleme sürecindeki tuzaklardan kurtulmuş ve Urantia için ebeveynlerinin ayrıldıkları dönemde evren yönetiminin sadık koruyucuları olarak tümünün görevlendirilmiş bir konumda bulunduğu — elli erkek ve kız evlattan meydana gelen — muhteşem yaratılmışlar biçimindeki yüz çocuğunu, Satania’nın başkentinde veya başka yerleşkelerde bırakmışlardı. Ve onların tümü, bahşedilişin son kabul törenleri kapsamındaki veda gösterilerine katılmak için Maddi Evlatlar’ın güzel mabedinde hazır bulunmuşlardı. Bu evlatlar, düzeylerine ait yeniden-maddileştirme ana birimine kadar ebeveynlerine eşlik etmişlerdir; ve onlar, yüksek meleksel taşıma için hazırlanma aşaması öncesinde kişilik bilinç kaybı içinde uykuya dalarlarken ebeveynlerine son kez elvedada ve iyi yolculuklarda bulunan unsurlar olmuşlardır. Bu çocuklar; ebeveynlerinin Satania sisteminin 606’ncı gezegeninin dikkate değer idarecileri, gerçekte ise tek yöneticileri, haline yakın bir zamanda gelecek olmalarını kutlayarak aile yerleşkesinde bir süre beraberce vakit geçirmişlerdir.
74:1.6 (829.2) Ve böylelikle Âdem ve Havva Jerusem’i, vatandaşlarının takdirleri ve iyi dilekleri arasında terk etmiştir. Onlar yeni sorumluluklarına, Urantia üzerinde karşılaşılabilecek her görev ve tehlike için yerinde bir biçimde donatılmış ve bütüncül bir şekilde eğitilmiş halde gönderilmişlerdir.
74:2.1 (829.3) Âdem ve Havva Jerusem üzerinde uykuya dalmıştır; ve Urantia üzerinde kendilerini karşılamak için toplanmış çok büyük bir kalabalığın karşısında gözlerini açtıklarında, hakkında çok şey duymuş oldukları Van ve onun sadık yardımcısı Amadon ile yüz yüze gelmişlerdir. Caligastia ayrılığının bu iki kahramanı, yeni bahçe evlerinde bu çifti karşılayan ilk unsurlar olmuşlardır.
74:2.2 (829.4) Cennet Bahçesi’nin dili, Amadon tarafından konuşulduğu biçimiyle bir Andonsal lehçeydi. Van ve Amadon, yirmi dört harften oluşan yeni bir alfabeyi yaratarak bu dili dikkate değer bir ölçüde geliştirmişlerdi; ve onlar, Cennet Bahçesi kültürün tüm dünyaya yayılacağı bir biçimde bu lisanın Urantia dili haline gelmesini ümit ettiler. Âdem ve Havva; dünyasının yüceltilmiş yöneticisinin kendisini kendi diliyle çağırdığını Andon’un bu evladının duyması için, Jerusem’den ayrılmadan önce bu insan dili üzerinde bütünüyle ustalık kazanmışlardır.
74:2.3 (829.5) Ve ulakların büyük bir telaşla her bir taraftan gelen haberci güvercinlerinin toplandığı buluşma yerine giderek “Salın tüm kuşları; bırakın onlar söz verilmiş Evlat’ın geldiği haberini herkese yaysınlar” şeklinde bağırdıkları gün, tüm Cennet Bahçesi boyunca büyük bir coşku ve neşe hâkimdi. Yüzlerce inanan, inançlı bir biçimde daha öncesinden, sadece bu türden bir durum için bu evde yetiştirilen güvercinlerin sayısını her yıl aynı düzeyde tutmuştu.
74:2.4 (829.6) Âdem’in varış haberi dışa yayılınca, çevre kabile mensuplarının binlercesi Van ve Amadon’un öğretilerini kabul etti; bunun yanı sıra aylar boyunca kutsal yolcular, Âdem ve Havva’yı karşılamak ve görünmez Yaratıcıları’na hürmet göstermek için Cennet Bahçesi’ne akın etmeyi sürdürdü.
74:2.5 (829.7) Uyanışlarından yakın bir zaman sonra Âdem ve Havva’ya, mabedin büyük kuzey tümseğinde gerçekleşecek resmikabulleri için eşlik edildi. Bu doğal tepe çok öncesinden büyütülmüş ve dünyanın yeni yöneticilerinin görevlendirilişi için hazır hale getirilmişti. Burada öğle vaktinde Urantia karşılama heyeti, Satania sisteminin bu Erkek ve Kız Evladı’nı karşıladı. Amadon, altı Sangik ırkın her birinin temsilcisinden oluşan on iyi üyeden meydana gelmiş bir biçimde bu heyetin başkanıydı. Bu heyet; yarı-ölümlü unsurların geçici başkanı, Nodit ırkının sözcüsü ve sadık bir kız evlat olan Annan, Cennet Bahçesi’nin mimarı ve yapım ustasının oğlu olan ve ölen babasının tasarımlarını hayata geçiren Nuh’a ek olarak ikamet halindeki iki Yaşam Taşıyıcısı’ndan meydana gelmekteydi.
74:2.6 (830.1) Karşılamadan hemen sonraki faaliyet, Urantia üzerindeki kabul heyetinin başkanı olan kıdemli bir Melçizedek tarafından gezegensel sorumluluk görevinin Âdem ve Havva’ya verilmesiydi. Bu Maddi Erkek ve Kız Evlat; Norlatiadek’in En Yüksek Unsurları’na ek olarak Nebadon Mikâili’ne bağlılık yemini etmiş olup, Melçizedek alıcılarının izniyle yüz elli bin yıldan daha fazla bir süre boyunca ellerinde bulundurdukları unvansal yetkiyi böylelikle devreden Van tarafından onların dünya yöneticileri oldukları ilan edilmişti.
74:2.7 (830.2) Ve Âdem ve Havva’ya, dünya idareciliğine olan resmi girişlerinin gerçekleştiği bu etkinlikle, hâkimiyet kaftanı verilmiştir. Dalamatia sanatlarının hepsi bu dünyada kaybolmuş bir halde değildi; selamlama hala Cennet Bahçesi döneminde kullanılmaktaydı.
74:2.8 (830.3) Bu gelişme sonrasında baş meleklerin duyurusu işitildi; ve Cebrail’in yayındaki seslenişi, Urantia’nın ikincisi gerçekleşecek olan yargı yoklama çağrısını ve Satania’nın 606’ncı âlemi üzerindeki şükran ve bağışlamanın ikinci yazgı dönemine ait olan uyku halindeki kurtuluş unsurlarının uyanmasını emretti. Prens’in yazgı dönemi sonra ermiştir; üçüncü gezegensel çağ olan Âdem’in dönemi, yalın ihtişamın gösterileri ortasında açılmaktadır; ve her ne kadar dünya çapında mevcut olan kafa karışıklığı gezegen üzerinde yönetimde bulunmuş seleflerinin işbirliğini sağlama eksikliğinden kaynaklanmışsa da, Urantia’nın yeni yöneticileri görünüşte elverişli koşullarda hükümranlığına başlamıştı.
74:3.1 (830.4) Ve resmikabullerinden sonraki aşamada Âdem ve Havva acı verici bir biçimde, gezegensel tecrit halinde bulunduklarının farkına vardılar. Onların aşina oldukları yayın araçları sessizdi; ve gezegenler arası iletişimin hiçbir hattı ortada yoktu. Onların Jerusem akranlar bu gibi dünyalar üzerinde ilk deneyimleri boyunca, kendilerini karşılamak için hazır durumda bekleyen ve kendileriyle işbirliğinde bulunmaya yetkin deneyimli yönetim görevlileriyle birlikte oldukça istikrarlı bir Gezegensel Prens ile pürüzsüz bir biçimde faaliyet göstermişlerdi. Ancak Urantia üzerindeki isyan her şeyi değiştirmişti. Burada Gezegensel Prens hali hazırda tamamen mevcut bir haldeydi; ve her ne kadar kötülük işleme gücünün büyük bir kısmı elinden alınmışsa da, Âdem ve Havva’nın görevini zorlaştırmaya ve onu bir ölçüde tehlikeye atmaya yetkindi. Bir sonraki gün için tasarımlarını tartışarak dolunayın parıltısı altında Cennet Bahçesi’nde gece vakti yürüyen iki kişi, Jerusem’in ciddi ve üzüntüyle gerçeklerin yeni farkına varan Erkek ve Kız Evladı’ydı.
74:3.2 (830.5) Caligastia ihaneti sonrasında kafa karışıklığına uğramış gezegen olan tecrit altındaki Urantia üzerinde Âdem ve Havva’nın ilk günü böylelikle sona ermiş oldu; ve onlar, dünya üzerindeki ilk geceleri olan — ve oldukça yalnız olan — o gecenin ilerleyen saatlerine kadar yürüyüp konuştular.
74:3.3 (830.6) Âdem’in dünya üzerindeki ikinci günü, gezegensel alıcılar ve danışma heyeti ile birlikte toplantı halinde geçti. Melçizedeklerden, ve onların birlikteliklerinden, Âdem ve Havva; Caligatia isyanının ayrıntılarına ek olarak bu başkaldırının dünyanın ilerleyişi üzerindeki etkisi hakkında daha fazla bilgiyi elde etti. Ve dünya olaylarının yanlış idaresine dair bu anlatım bütünüyle cesaret kırıcı bir hikâyeydi. Onlar, toplumsal evrim sürecinin hızlandırılması hususunda Caligastia idaresinin bütüncül çöküşüne dair her bilgiyi elde ettiler. Onlar aynı zamanda, ilerleyişin kutsal tasarımından bağımsız olarak gezegensel gelişimi elde etmeye çalışma akılsızlığının bütünüyle farkına vardılar. Ve böylece — onların Urantia üzerindeki ikinci günleri olan — üzücü ancak aydınlatıcı bir gün sonra ermiş oldu.
74:3.4 (831.1) Üçüncü gün, Cennet Bahçesi için yapılacak bir teftişe ayrılmıştı. Fandorlar olan büyük taşıyıcı kuşlardan Âdem ve Havva, yeryüzü üzerindeki en güzel köşe olan bu yerleşkenin üzerinden havada taşınırken Cennet Bahçesi’nin geniş alanlarına doğru aşağı bakmaktalardı. Bu inceleme günü, Cennet Bahçesi kültürüne ait güzellik ve ihtişamın bu yerleşke ürününü yaratmak için emek vermiş herkesin onuruna devasa bir ziyafet ile sona erdi. Ve tekrar, üçüncü günlerinin gecesinde Evlat ve onun eşi; Cennet Bahçesi içerisinde yürüyüp, sorunlarının ne kadar büyük olduğu hakkında konuştular.
74:3.5 (831.2) Dördüncü günde Âdem ve Havva, Cennet Bahçesi birlikteliğine seslenmişti. Açılış töreninden itibaren onlar; dünyanın iyileştirilmesine dair tasarımları ile ilgili insanlara seslenip, günah ve isyanın bir sonucu olarak oldukça alt seviyelere düşmüş olan Urantia’nın toplumsal kültürünü eski haline getirmeye dair izleyecekleri yöntemleri sıraladılar. Bu muhteşem bir gündü, ve dünya olaylarının yeni idaresinde sorumluluk almak için seçilmiş olan erkek ve kadınların oluşturduğu heyet için verilen ziyafetle sona erdi. Şunu dikkatinizden kaçırmayın! Erkeklere ek olarak kadınlar da bu topluluğun içerisindeydi; ve Dalamatia döneminden bu yana yeryüzü üzerinde bu türden bir şey ilk defa gerçekleşmekteydi. Dünya olayları onurlarını ve sorumluluklarını bir erkek ile paylaşan bir kadın olarak Havva’ya bakmak, hayretler içerisinde bırakan bir değişimdi. Ve böylece dünya üzerindeki dördüncü gün sona erdi.
74:3.6 (831.3) Beşinci gün, Melçizedek alıcılarının Urantia’dan ayrılmaları gereken vakte kadar faaliyet gösterecek olan yönetim biçimindeki geçici hükümetin örgütlenişiyle geçti.
74:3.7 (831.4) Altıncı gün, insan ve hayvanların sayısız türü için yapılan bir incelemeye ayrıldı. Cennet Bahçesi’nin doğusu yönünde uzanan duvarlar boyunca Âdem ve Havva’ya bütün gün eşlik edildi; onlar gezegenin hayvan yaşamını gözlemleyip, yaşayan canlıların bu kadar fazla çeşidinin bulunduğu bir dünyanın karışıklığına düzen getirmek için nelerin yapılması gerektiğine dair daha iyi bir anlayışa varmışlardı.
74:3.8 (831.5) Kendisine gösterilen binlerce hayvanın doğası ve işlevi hakkında nasıl bütüncül bir kavrayışa sahip olduğunu gözlemlemek, bu gezi esnasında Âdem’e eşlik edenlerde büyük bir şaşkınlığa sebebiyet vermişti. Bir hayvanı gördüğü anda, onun doğası ve davranışı hakkında bilgi verebilirdi. Âdem; maddi yaratılmışların tümü için bir bakışta onların kökenine, doğasına ve faaliyetine dair tanımlayıcı bilgiler verebilirdi. Bu inceleme gezisinde ona rehberlik eden bireyler, dünyanın yeni idarecisinin tüm Satania içerisindeki en bilgili anatomi uzmanlarından biri olduğunu bilmemektelerdi; buna ek olarak Havva da Âdem ile eşit derecede bilgi yetkinliğine sahipti. Âdem, insan gözleri için görülmeyecek derecede küçük olan yaşayan canlı yapılarını tarif ederek beraberinde bulunduğu kişileri hayrete düşürdü.
74:3.9 (831.6) Dünya üzerindeki ikametlerinin altıncı günü sonlandığında Âdem ve Havva, “Cennet Bahçesi’nin doğusundaki” yeni evlerinde ilk kez konakladılar. Urantia serüveninin ilk altı günü oldukça yoğun bir biçimde geçmişti; ve onlar, tüm etkinliklerden bağımsız tamamiyle özgür bir gün geçirmeyi büyük bir sevinçle arzulamaktalardı.
74:3.10 (831.7) Ancak şartlar aksini gerektirmişti. Âdem’in oldukça bilge bir şekilde ve fazlasıyla etraflı bir biçimde Urantia’nın hayvan yaşamından bahsettiği bir gün önceki deneyimi, ustaca sunduğu açılış konuşması ve büyüleyici edası ile birlikte, Cennet Bahçesi sakinlerinin kalplerini öyle bir şekilde kazanmıştı ki ve onların akıllarına öyle bir üstünlük kurmuştu ki; onlar, Jerusem’in bu yeni gelen Erkek ve Kız Evladı’nı idarecileri olarak kabul etmeye yalnızca tüm içtenlikleriyle meyilli hale gelmeyip, büyük bir kısmı tanrıları olarak önlerinde diz çöküp onlara ibadet etmeye başlamaya hazır hale gelmişti.
74:4.1 (832.1) Altıncı günü takip eden gece Âdem ve Havva uykudayken, Cennet Bahçesi’nin merkezi kısmında Yaratıcı’nın mabedi yakınında garip şeyler meydana gelmekteydi. Orada, pürüzsüz ayın parıltıları altında, heyecanlı ve coşkulu yüzlerce erkek ve kadın saatler boyunca önderlerinin sakince sundukları istekleri dinlemişlerdi. Onlar iyi niyete sahiplerdi, fakat yeni yöneticilerinin birliktelikçi ve demokratik tutumlarının yalınlığını bir türlü anlamamışlardı. Yeni gün doğumu başlamadan çok önce dünya olaylarından sorumlu yeni ve geçici vekiller, Âdem ve eşinin katışıksız bir biçimde haddinden fazla mütevazı ve alçakgönüllü olduğu yargısına neredeyse oybirliği ile ulaştılar. Onlar; Âdem ve Havva’nın gerçek tanrılar oldukları veya hürmetkâr ibadete layık olacak bir şekilde bu türden tanrı mertebesine yakın oldukları varsayımıyla, Kutsallık’ın yeryüzüne beden içinde indiğine karar verdiler.
74:4.2 (832.2) Âdem ve Havva’nın bu ilk altı gününe dair muhteşem olaylar bütünüyle, dünyanın en gelişmiş insanlarının bile sahip olduğu hazırlıksız beyinler için çok fazlaydı; onların başları dönmekteydi; herkesin hürmetkâr ibadetlerini sergileyen bir biçimde onların önlerinde diz çökebilmesi ve alçakgönüllü biatlerini dışa vuran bir biçimde secdelerine kapanabilmesi için, bu kutsal çiftin Yaratıcı’nın mabedine ayın en tepede olduğu vakit getirilmesi fikrine kapılmışlardı. Ve Cennet sakinleri, bu düşüncelerin samimiydiler.
74:4.3 (832.3) Van bu fikre karşı geldi. Amadon, kendisine Âdem ve Havva’yı gece vakti koruma onuru verilmiş olduğu için bu süreçte orada bulunmaktaydı. Ancak Van’ın itirazı bir kenara itildi. Ona, kendisinin de haddinden fazla mütevazı ve alçakgönüllü olduğu söylendi; eğer tanrıdan farksız olmasaydı, dünya üzerinde nasıl bu kadar uzun süre yaşayabileceği ve Âdem’in varışı gibi bir etkinliğe nasıl önayak olabileceği kendisine soruldu. Ve Cennet Bahçesi sakinleri kendisini kucaklayıp hayranlık gösterisi için hükümranlık tepesine taşıyacakken; Van bir şekilde kalabalıktan kurtulup, yarı-ölümlü unsurlar ile iletişim yetkinliğine sahip olarak, bu unsurların başını çabucak Âdem’e gönderdi.
74:4.4 (832.4) Âdem ve Havva bu iyi niyetli ancak yanlış yönlendirilmiş fanilerin isteklerine dair ürkütücü haberi aldığı an, dünya üzerinde onların yedinci gününün gün doğumuna yakındı; ve bunun sonrasında, her ne kadar taşıyıcı kuşlar hızlı bir biçimde onları mabede taşımak için kanatlanmaya yetkin olsalar da, bu tür şeyleri yapabilme kabiliyeti olan yarı-ölümlü unsurlar Âdem ve Havva’yı Yaratıcı’nın mabedine ulaştırdı. Yedinci günün erken sabah saatlerinde ve henüz yeni düzenlenmiş kabul törenlerinin gerçekleştiği tepeden Âdem; kutsal evlatlığın düzeyleri hakkında konuşma düzenleyip, sadece Yaratıcı’ya ve onun belirlediği unsurlara ibadet edilebileceğini bu dünya akıllarına izah etti. Âdem, kendisine sunulabilecek her türlü onuru ve saygıyı kabul edebileceğinin ancak hiçbir şekilde ibadeti kabullenemeyeceğinin altını kesin bir biçimde çizdi.
74:4.5 (832.5) Öğle vaktinden hemen önce, dünya yöneticilerinin göreve gelmesine dair Jerusem kabulünü taşıyan yüksek melek habercisinin varışı suları çok dikkate değer bir andı; Âdem ve Havva kalabalıktan ayrılıp, Yaratıcı’nın mabedine dönerek şunları söyledi: “İşte şimdi Yaratıcı’nın görünmez mevcudiyetinin bu maddi simgesine gidin ve hepimizi yaratan ve yaşamın içerisinde tutan onun önünde ibadet içinde eğilin. Ve bu hareketiniz, bir daha tekrar Tanrı’dan başka kimseye ibadet etme cazibesine kapılmayacağınızın samimi vaadi olsun.” Onların tümü Âdem’in emrettiği gibi yaptılar. Toplanan insanlar mabedin etrafında secdeye kapanırken, Maddi Erkek ve Kız Evlat eğik başlarıyla kutsal tepede tek başlarına dikildiler.
74:4.6 (832.6) Ve bu olay, Şabat-günü geleneğinin kökenini oluşturmuştur. Cennet Bahçesi içerisinde yedinci gün her zaman, mabette gerçekleştirilen öğlen buluşmasına adanmıştır; uzun bir süre boyunca bu günü bireysel gelişime adamak bir gelenek halindeydi. Öğleden öncesi fiziksel gelişime, öğle vakti ruhsal ibadete, öğleden sonraları zihinsel gelişime ayrılırken, akşamları ise toplumsal eğlenceye adanmıştı. Bu adetsel etkinlikler Cennet Bahçesi’nde hiçbir zaman bir kanun olarak uygulanmamaktaydı; ancak, Âdemsel idare doğru işleyişinden ayrıldığı vakte kadar bir gelenek olarak kabul görmekteydi.
74:5.1 (833.1) Âdem’in varışından sonra neredeyse yedi yıl boyunca Melçizedek alıcıları görevlerini sürdürmeye devam etti; ancak dünya olaylarının idaresini Âdem’e teslim edip Jerusem’e dönmelerinin vakti nihayeten gelmişti.
74:5.2 (833.2) Alıcıların uğurlanması bir tam gün sürdü; ve akşam boyunca kişisel olarak Melçizedekler, Âdem ve Havva’ya veda nasihatlerini verip ve en iyi dileklerini sundular. Âdem bir kaç defa, danışmanlarının dünya üzerinde kendisi ile birlikte ikamet etmesini talep etmişti; ancak bu talepler her zaman reddedilmişti. Maddi Evlatlar’ın, dünya olaylarının işleyişi ile ilgili bütüncül sorumluluğu zorunlu olarak almalarının vakti gelmişti. Ve böylece, gece vakti, Satania’nın yüksek melek taşıyıcıları beraberinde on dört unsur ile birlikte Jerusem için gezegenden ayrıldı; Van ve Amadon’un aktarımı, on iki Melçizedek unsurunun ayrılışı ile birlikte eş zamanlı olarak gerçekleşmişti.
74:5.3 (833.3) Urantia üzerinde her şey bir süre oldukça iyi bir biçimde ilerledi; ve Cennet Bahçesi medeniyetinin kademeli olarak genişlemesini sağlamak için Âdem’in nihai olarak bazı tasarımlarda bulunmaya yetkin olduğu ortaya çıktı. Melçizedekler’in tavsiyesini izleyerek o, dış dünya ile ticaret ilişkilerini geliştirme düşüncesiyle birlikte sanat ve imalatı desteklemeye başladı. Cennet Bahçesi dağıldığında; çalışır halde yüzden fazla ilkel imalat atölyesi var olup, yakın kabileler ile birlikte hâlihazırda geniş ticaret ilişkileri kurulmuştu.
74:5.4 (833.4) Daha öncesinde Âdem ve Havva çağlar boyunca, evrimsel medeniyetin ilerlemesi için özelleşmiş katkılarını sunmaya bir dünyayı hazır hale getirerek onu geliştirme yöntemi üzerinde eğitilmişlerdi; ancak bu aşamada onlar yabani, barbar ve yarı-medeni insan varlıklarından oluşan bir dünya üzerinde adalet ve düzeni sağlamak gibi ivedilikle çözülmesi gereken sorunlar ile karşı karşıya kalmışlardı. Cennet Bahçesi’nde toplanmış haldeki dünya nüfusunun en üst tabakasında bulunan unsurlardan başka, sadece tek tük birkaç topluluk Âdemsel kültürü özümsemeye tamamen hazır bir haldeydi.
74:5.5 (833.5) Âdem, bir dünya hükümetini kurmak için kahraman vari ve kararlı bir çaba sergiledi; ancak her hamlesinde inatçı bir direniş ile karşılaştı. Âdem; Cennet Bahçesi bütününde bir toplumsal denetim düzenini her zaman faal halde uygulamış olup, Cennet Bahçesi birlikteliğine bu toplulukların tümünü eklemlemişti. Ancak sorunlar, ciddi ölçekteki sorunlar; kendisinin Cennet Bahçesi dışına çıkıp, bu düşünceleri çevre kabilelere uygulamaya çalışmasıyla başladı. Âdem’in yardımcıları Cennet Bahçesi’nin dışında çalışmaya başladığı an, Caligastia ve Daligastia’nın doğrudan ve oldukça iyi tasarlanmış direnişiyle karşılaştılar. Tahtını kaybetmiş Prens bir dünya yöneticisi olarak görevden alınmıştı; ancak gezegenden alınmamıştı. O hala dünya üzerinde, ve insan toplumunun iyileştirilmesi için Âdem’in sahip olduğu tasarımların tümüne karşı koymada en azından bir ölçüde yetkin konumda bulunmaktaydı. Âdem, Caligastia’ya karşı ırkları uyarmaya çalıştı; ancak baş düşmanının faniler için görünmez oluşu yüzünden işi çok zordu.
74:5.6 (833.6) Cennet Bahçesi unsurları arasında bile, ölçüsüz kişisel özgürlüğe dair Caligastia öğretisine meyil eden kafa karışıklığı içerisindeki akıllar mevcuttu; ve onlar Âdem’e sürekli sorunlar çıkarmaktaydılar; onlar her zaman, düzenli ilerleme ve köklü gelişim için en iyi düşünülmüş tasarımları baltalamaktaydılar. Âdem nihai olarak, bütüncül uygulamalarından vazgeçip acil toplumsallaşmayı tercih etmek zorunda kalmıştır; o, Cennet Bahçesi sakinlerini başlarında bir önder olacak şekilde yüzerli topluluklara ayıran ve bu toplulukların on tanesinin başına bir baş sorumlu atayan, Van’ın toplumsal düzen yöntemine geri dönmüştü.
74:5.7 (834.1) Âdem ve Havva, monarşik bir yapı içerisinde temsili hükümeti sağlamak için gelmişti; ancak onlar, koca yeryüzünün hiçbir tarafında bu isme layık bir yönetimi bulamadılar. Bir süreliğine Âdem, temsili hükümeti kurmak için tüm çabalarını bir kenara bıraktı; ve Cennet Bahçesi düzeninin çöküşünden önce o, güçlü bireylerin kendisi adına yönetimde bulunduğu çevrede konumlanmış neredeyse yüz ticaret ve toplumsal merkezi kurmada başarılı oldu. Bu merkezlerin büyük bir kısmı Van ve Amadon’dan tarafından daha öncesinde örgütlenmişti.
74:5.8 (834.2) Bir kabileden diğerine elçi göndermek Âdem’in döneminden kökenini almaktadır. Bu faaliyet, hükümetin evriminde büyük bir ileri adımdı.
74:6.1 (834.3) Âdemsel aile yerleşkesi, yaklaşık olarak on üç kilometrekarelik bir alanı kaplamaktaydı. Bu ev alanının hemen çevresinde üç yüzden binden fazla saf doğumun bakılması için arazi açılmasına dair emir verilmişti. Ancak bu tasarlanan binaların sadece yüzde biri bu süreç içerisinde tamamlanmıştı. Âdemsel aile bu öncül yönergelerden daha fazla büyümeden önce, Cennet Bahçesi’ne dair bütüncül tasarım sekteye uğramış ve Bahçe terk edilmişti.
74:6.2 (834.4) Adamson, Urantia’nın sahip olduğu eflatun ırkının ilk doğan insanıydı; bu doğumu, onun kız kardeşine ek olarak Âdem ve Havva’nın ikinci oğlu olan Eveson takip etti. Havva, Melçizedekler gezegeni terk ettiklerinde, üç oğlan ve iki kıza sahip olarak, beş çocuk annesiydi. Bu çocukları takip eden doğum ikiz bebeklerdi. Havva; doğru gidişattan ayrınılmadan önce, otuz iki kız ve otuz bir erkek çocuğu sahip olarak, altmış üç çocuğu dünyaya getirmişti. Âdem ve Havva Cennet Bahçesi’ni terk ettiklerinde aileleri, saf soyun üyeleri olan 1.647 evladı kapsayan dört nesilden meydana gelmişti. Onlar Cennet Bahçesi’ni terk ettikten sonra, dünyanın fani ırk kollarından olan katılımsal ebeveynliklerinden türemiş iki doğumun yanı sıra, kırk iki çocuğa sahip olmuşlardır. Ve bu sayı, Âdem’in Nodit ve diğer evrimsel ırklara olan katılımını kapsamamaktadır.
74:6.3 (834.5) Âdemsel çocuklar, bir yaşında anne sütüyle olan beslenmeleri kesildiğinde hayvanların sütünü kullanmamışlardır. Havva, çok çeşitli yemişlerin sütüne ve birçok meyvenin öz suyuna erişmekteydi; ve bu yiyeceklerin sahip olduğu kimyayı ve enerjiyi oldukça bütüncül bir biçimde bilerek, çocuklarının dişleri çıkıncaya kadar onların beslenmesi için bu besinleri yararlı biçimlerde bir araya getirdi.
74:6.4 (834.6) Yiyecekleri pişirme her ne kadar Cennet Bahçesi’nin Âdemsel kesimin hemen çevresinde evrensel olarak kullanılmaktaysa da, Âdem’in evinde hiçbir şey pişmiyordu. Onlar — meyveler, yemişler ve tahıllar olarak — yiyeceklerini, olgunlaştıklarında yemeye hazır olarak görmekteydiler. Onlar, öğleden biraz sonra olmak üzere, günde bir kez yemek yemekteydiler. Âdem ve Havva aynı zamanda “ışık ve enerjiyi”, yaşam ağacının hizmetiyle ilişkili belirli mekân kaynaklarından doğrudan bir biçimde özümsemekteydiler.
74:6.5 (834.7) Âdem ve Havva’nın bedenleri bir ışık parıltısı yaymaktaydı; ancak onlar her zaman, birliktelik halinde oldukları unsurların geleneklerine uyan elbiseleri giymişlerdi. Her ne kadar gündüz vakti çok az kıyafet kiyseler de, akşamları gece örtülerini üzerlerine giymekteydiler. Dindar ve kutsal varsayılan insanların başlarını çevreleyen geleneksel halelerin kökeni Âdem ve Havva’nın dönemine dayanmaktadır. Âdem ve Havva’nın bedenlerinden sızan ışık çok büyük ölçekte kıyafetleri tarafından engellendiği için, sadece başlarından yansıyan parıltı fark edilebilmekteydi. Adamson’un soyları her zaman böylelikle, ruhsal gelişim bakımından olağanüstü olduğuna inanılan insan türlerini resmetmişlerdir.
74:6.6 (834.8) Âdem ve Havva, yaklaşık elli millik bir uzaklıktan birbirleri ve doğrudan çocukları ile iletişim kurabilirlerdi. Bu düşünce alış-verişi, beyin yapılarına yakın bir yerde konumlanan hassas gaz odaları aracılığı ile gerçekleştirilmekteydi. Bu işleyiş vasıtasıyla onlar, düşünce titreşimlerini gönderebilir ve onları alabilirlerdi. Ancak bu güç, aklın kendisini uyumsuzluğa ve kötülüğün kargaşasını teslim etmesiyle anında askıya alınmıştı.
74:6.7 (835.1) Âdemsel çocuklar, on altı yaşına gelene kadar kendi okullarında eğitim gördüler; genç olarak yaşlılar tarafından eğitilmekteydi. Küçük çocuklar her otuz dakikada bir içinde bulundukları etkinlikleri değiştirirken, yaşlılar bunu her saatte bir gerçekleştirmekteydi. Ve Âdem ve Havva’nın bu çocuklarını, tamamen sadece eğlence amacıyla keyif ve mutluluk verici etkinlik olarak, oyun oynarken görmek Urantia üzerinde kesinlikle yeni bir şeydi. Bugünkü ırkların oyun ve mizahı büyük ölçüde Âdemsel ırk kollarından kaynağını almıştır. Âdemsel unsurların tümü, keskin bir mizah anlayışına ek olarak büyük bir müzik beğenisine sahiplerdi.
74:6.8 (835.2) Nişanlanmanın ortalama yaşı on sekizdi; ve bu gençler bahse konu süreci takiben, evlilik sorumluluklarının üstlenilmesine hazırlık amacıyla iki yıllık eğitim dönemine girmektelerdi. Yirmi yaşında onlar evlenmeye uygun hale gelmektelerdi; ve evliliklerinden sonra onlar, hayatlarını adadıkları mesleklere veya bu meslekler için özel bir biçimde hazırlanmaya başlamaktaydılar.
74:6.9 (835.3) Daha sonraki bazı milletlerin, tanrılardan türediği varsayılan, kraliyet ailelerinin sahip olduğu ağabey ile kız kardeşi evlendirme uygulaması Âdemsel doğumların geleneklerine dayanmaktadır — çiftleşme, zorunlu olarak, birini diğerine gerekli kılmaktadır. Cennet Bahçesi’nin ilk ve ikinci neslinin evlilik törenleri her zaman Âdem ve Havva tarafından yerine getirildi.
74:7.1 (835.4) Âdem’in çocukları, dört yıllık batı okullarında olan öğrenimleri dışında, “Cennet Bahçesi’nin doğusunda” yaşayıp burada çalışmışlardı. Onlar, Jerusem okullarının yöntemleri uyarınca on altı yaşına kadar ussal olarak eğitilmişlerdi. On altı yaşından yirmi yaşına kadar onlar, Cennet Bahçesi’nin diğer ucunda eğitilmişlerdi; bu dönemde onlar aynı zamanda, alt sınıflara öğretmenler olarak hizmet vermekteydiler.
74:7.2 (835.5) Cennet Bahçesi’nin sahip olduğu batı okul düzeninin bütüncül amacı, toplumsallaşmaydı. Öğleden önceki mola dönemleri uygulamalı bahçecilik ve tarıma ayrılmışken; öğleden sonraki bu dönemler rekabete dayalı oyunlara adanmıştı. Akşamları, toplumsal etkileşim ve kişisel arkadaşlığın geliştirilmesinde değerlendirilmekteydi. Din ve cinsel eğitim, ebeveynlerin görevi olarak evin oluşturduğu özel yaşam kapsamında görülmekteydi.
74:7.3 (835.6) Bu okullardaki eğitim şu hususlardaki öğrenimi kapsamaktaydı:
74:7.4 (835.7) 1. Beden sağlığı ve bakımı.
74:7.5 (835.8) 2. Toplumsal etkileşimin ortak ölçütü olarak altın kural.
74:7.6 (835.9) 3. Bireysel hakların topluluk hakları ve toplum ödevleri ile olan ilişkisi.
74:7.7 (835.10) 4. Çeşitli dünya ırklarının tarihi ve kültürü.
74:7.8 (835.11) 5. Dünya ticaretini ilerletme ve geliştirme yöntemleri.
74:7.9 (835.12) 6. Birbirine tezat teşkil eden görevler ve duyguların eş-güdümü.
74:7.10 (835.13) 7. Fiziksel kavga yerine oyun, mizah ve rekabete dayalı emsallerinin geliştirilmesi.
74:7.11 (835.14) Okullar, gerçekte Cennet Bahçesi’nin her etkinliği, ziyaretçilere her zaman açıktı. Silah taşımayan gözlemciler, Cennet Bahçesi’ne yapacakları kısa ziyaretleri için herhangi bir kısıtlama olmadan kabul edilmekteydiler. Cennet Bahçesi’nde ikamet edebilmek için bir Urantia’lı unsurun “evlatlık edilmesi” gerekmekteydi. Bu bireyin; Âdemsel bahşedilmenin amaç ve gayesine dair eğitimleri alması, bu göreve bağlı kalmada niyetini ifade etmesi, ve bunun sonrasında ise Âdem’in toplumsal yönetimine ve Kâinatın Yaratıcısı’nın ruhsal egemenliğine olan sadakatini bildirmesi gerekmekteydi.
74:7.12 (836.1) Cennet Bahçesi’nin yasaları; Dalamatia’nın eski hükümlerine dayanmakta olup, yedi başlık altında sunulmuştu:
74:7.13 (836.2) 1. Sağlık ve temizlik kanunları.
74:7.14 (836.3) 2. Cennet Bahçesi’nin toplumsal yönergeleri.
74:7.15 (836.4) 3. Alış-veriş ve ticaret yönetmelikleri.
74:7.16 (836.5) 4. Adil oyun ve rekabet kanunları.
74:7.17 (836.6) 5. Ev yaşamı kanunları.
74:7.18 (836.7) 6. Altın kuralın toplumsal yasaları.
74:7.19 (836.8) 7. Yüce ahlaki yönetimin yedi emri.
74:7.20 (836.9) Cennet Yaşamı’nın ahlak kanunu, Dalamatia’nın yedi emrinden biraz daha farklıydı. Ancak Âdem unsurları, bu emirlere birçok yeni başlık ekleyip öğrettiler; bu konuda bir örnek, öldürmeye karşı kesin yasaklayıcı emir alanında verilebilir: ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin varlığı, insan yaşamının yok edilmemesinde ilave bir neden olarak sunulmuştu. Onlar, “her kim bir insanın kanını akıtırsa, onun da kanı akıtılmalıdır; çünkü insan Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmıştır” öğretisini aktarmışlardır.
74:7.21 (836.10) Cennet Bahçesi’nin ibadet saati öğlendi; güneş batımı, ailenin ibadet saatiydi. Âdem, etkin bir duanın “ruhun arzusu” halinde olması gereken bir biçimde bütünüyle bireysel kalma zorunluluğunu öğreterek, belirli kalıplara oturtulmuş duaların edilmesinden insanları vazgeçirmek için elinden gelini yaptı; ancak Cennet Bahçesi sakinleri, Dalamatia döneminden beri süre gelen duaları ve bilindik yöntemleri kullanmaya devam etti. Âdem aynı zamanda, dinsel törenler için kan akıtılarak kurbanlık verilmesi yerine topraktan elde edilen meyvenin paylaşılma uygulamasını getirmek için çabaladı; ancak, Cennet Bahçesi’nin karmaşasından önce bu alanda çok az ilerleme kaydetti.
74:7.22 (836.11) Âdem, ırklara cinslerin eşit olduğunu öğretmeye çalıştı. Havva’nın eşinin yanı başında onunla beraber çalışması, Cennet Bahçesi içindeki her sakin üzerinde derin bir etki bıraktı. Âdem detaylı bir biçimde, yeni bir canlıyı dünyaya getirmek için bütünleşen yaşam etkenlerine erkek ile eşit ölçüde kadının da katkıda bulunduğunu öğretti. Bu vakte kadar insanlar, doğumların tümünün “babanın kasıklarından” dünyaya geldiğini varsaymışlardı. Onlar anneye yalnızca, doğmamışların dünyaya gelmesi ve yeni doğmuşların büyütülmesi için araç gözüyle bakmışlardı.
74:7.23 (836.12) Âdem çağdaşlarına kavrayabilecekleri her şeyi öğretmişti; ancak göreceli olarak bakıldığında bu öğretiler çok da fazla değildi. Yine de, dünyanın daha fazla us sahibi ırkları, eflatun ırkının üstün evlatlarına karışarak onlarla evlenmelerine izin verilecekleri vakti iple çekmektelerdi. Ve ırkların gelişen bir biçimde canlandırılmasına dair bu tasarım uygulanabilseydi Urantia ne de farklı bir dünya olurdu! Böyle sonuçlanmamış olsa bile, evrimsel toplulukların kazara kurtarmış oldukları bu aktarılmış ırkın küçük miktardaki kanından büyük kazançlar elde edilmiştir.
74:7.24 (836.13) Ve Âdem, kısa süreli ikamet dünyasının refahı ve canlandırılması için bu şekilde çalışmıştır. Ancak bu karma ve melez toplulukları daha iyi bir yöne çekecek şekilde yönlendirmek zor bir görevdi.
74:8.1 (836.14) Urantia’nın altı günde yaratıldığına dair hikâye, Âdem ve Havva’nın Cennet Bahçesi için yaptıkları ilk incelemelerin yalnızca altı gün sürmüş olmasına dair tarihe dayanmaktaydı. Bu durum, ilk olarak Dalamatia unsurları tarafından getirilen bir biçimde, haftanın bu gününün neredeyse kutsal bir biçimde ayrılmasına sebebiyet vermişti. Âdem’in Cennet Bahçesi’ni teftişte ve başlangıç tasarımlarını hazırlamakla harcadığı altı gün önceden hesaplanmamıştı; bu süreç günden güne işleyerek bu bütünlüğe ulaştı. Yedinci günü ibadet için tercih etme eylemi, burada anlatılmış bilgiler ile ilişkili bir biçimde bütünüyle tesadüfîydi.
74:8.2 (837.1) Dünyanın altı günde yaratıldığına dair efsane sonradan ortaya çıkmış bir düşünceydi; gerçekte bu düşünce otuz bin yıldan daha fazla bir süre sonrasında türemiştir. Güneş ve ayın birden ortaya çıkışı biçiminde anlatılan hikâyenin bir kısmı; güneş ve ayı uzun bir süre boyunca gölgeleyen ufak maddelerden meydana gelmiş yoğun bir uzay bulutunun bir seferliğine ansızın ortaya çıkışına dair tarihi gerçeklerden kaynağını almış olabilir.
74:8.3 (837.2) Havva’nın Âdem’in kaburgasından yaratılmış olduğuna dair anlatım, Âdem’in varışına ek olarak dört yüz elli bin yıldan fazla bir süre önce Gezegensel Prens’in bedensel görevlilerin gelişiyle ilişkili yaşam özlerinin değişimde gerçekleşen göksel ameliyata dair iç içe geçmiş bir kafa karışıklığıdır.
74:8.4 (837.3) Urantia’ya ulaştıklarında onlar için yaratılmış fiziksel bedenlere Âdem ve Havva’nın sahip olduğu tarihi gerçeğinden dünya insanlarının büyük bir çoğunluğu etkilenmiştir. İnsan’ın topraktan yaratıldığına dair inanç dünyanın Doğu Yakası’nda neredeyse ortak bir kabuldür; bu inanış geleneğin izleri, Filipin Adaları’ndan dünya çevresi boyunca Afrika’ya kadar takip edilebilir. Ve birçok insan topluluğu; evrim biçimindeki ilerleyici yaratıma dair öncül inanışlar dâhilinde, özel yaratımın bir çeşidi vasıtasıyla insanın toprak kökeninden gelişi ilgili bu hikâyeyi kabul etti.
74:8.5 (837.4) Dalamatia ve Cennet Bahçesi’nin etkileri dışında insanlık, insan ırkının kademeli olarak yükselişine dair inanca meyletmiştir. Evrime dair bilgi çağdaş bir keşif değildir; eski dönemlerin insanları, insan ilerleyişinin yavaş ve evrimsel kimliğini anladılar. Antik Yunan bireyleri, Mezopotamya’ya olan uzaklıklarına rağmen bu türden gelişime dair kesin düşüncelere sahiptiler. Her ne kadar dünyanın çeşitli ırkları evrime dair düşüncelerinde üzücü bir biçimde kafa karışıklığına düşmüşseler de, ilkel kabilelerin birçoğu, buna rağmen, çeşitli hayvanlardan türemiş olduklarına inanıp bunu öğrettiler. İlkel insan toplulukları, geldiklerini varsaydıkları hayvan soyunu simgeleyen “totemlerini” seçme uygulamasında bulundular. Belirli Kuzey Amerika Kızılderili kabileler, kunduzlardan ve bozkır kurtlarından geldiklerine inandılar. Belirli Afrika kabileleri sırtlanların, bir Malay kabilesi lemurların, ve bir Yeni Gine topluluğu ise papağanların soyları olduklarını üyelerine öğrettiler.
74:8.6 (837.5) Âdem unsurlarının sahip olduğu medeniyetin kalıntıları ile doğrudan ilişki halinde oldukları için Babilliler, insanın yaratımına dair hikâyeyi genişletip onu süsledi; onlar insanın doğrudan bir biçimde tanrılardan geldiğini öğretti. Onlar, topraktan yaratılma savı ile bile bağdaşmayan ırklarının aristokratik bir kökene sahip olduğuna dair inancı beslediler.
74:8.7 (837.6) Eski Ahit’in yaratıma dair anlatımı, Musa’nın varlığından çok sonraki bir dönemde başlamıştır; ancak Musa hiçbir zaman, Museviler’e bu türden çarpıtılmış bir hikâye öğretmemiştir. Ancak o, İsrail’in Koruyucu Tanrı’sı olarak adlandırdığı Kâinatın Yaratıcısı olan Yaratan’a ibadet edilmesi için var olan isteğini güçlendirmesini umarak, İsrailoğullarının yaratımına dair basit ve yoğun bir anlatımı sunmuştur.
74:8.8 (837.7) Öncül öğretilerinde Musa oldukça bilge bir biçimde, Âdem’in zamanına giderek kaynaklık göstermeye teşebbüs etmedi; ve Musa Museviler’in yüce öğretmeni olduğu için, Âdem’e dair anlattığı hikâyeler içkin bir biçimde sadece yaratımla ilgili olanlar haline gelmişti. Âdem-öncesi medeniyeti tanıyan daha önceki tarihi gerçekliklerin varlığını; Âdem’in döneminden önceki insan olaylarına dair her türlü bilgiyi silme gayesi içindeki daha sonraki düzelticilerin, karısını elde ettiği yer olan “Nod yerleşkesine” yaptığı Kabil’in göçüne dair dedikodusal atfı ortadan kaldırmayı gözden kaçırmış oldukları açıkça ortaya konulmaktadır.
74:8.9 (838.1) Filistin'e ulaştıktan sonra uzunca bir süre Museviler, ortak olarak kullanılan yazılı bir dile sahip değillerdi. Onlar bir alfabeyi kullanmayı, daha gelişmiş bir uygarlık olan Girit’ten gelen siyasi mülteciler halindeki komşu Filistinlilerden öğrenmişti. Museviler yaklaşık olarak M.Ö. 900 yılı yakınlarına kadar çok az şey yazmışlar, ve bu türden geç bir tarihe kadar da hiçbir yazılı dile sahip olmamışlardı; onlar kulaktan kulağa aktarılan halde yaratıma dair birçok farklı hikâyeye sahiplerdi, ancak Babiller’in esaretinden sonra bu hikâyeler arasından dönüşüme uğramış bir Mezopotamya türünü kabul etmeye daha meyilli hale geldiler.
74:8.10 (838.2) Musevi tarih geleneği Musa üzerinde yoğunlaştı; ve Musa İbrahim’in neslini Âdem’e kadar sürmeye çabaladığı için, Museviler Âdem’in tüm insanlığın ilk bireyi olduğunu varsaydılar. Yehova Yaratan’dı; ve Âdem ilk insan olarak varsayıldığı için, dünyayı Âdem’in hemen öncesinde yapmış olmalıydı. Ve bunun sonrasında Âdem’in altı günlük tarihi gerçeği bu anlatımın içine kaynaştı; ve sonuç olarak, Musa’nın dünya üzerindeki ikametinden yaklaşık olarak bin yıl sonra dünyanın altı günde yaratıldığına dair anlatım geleneği yazıya geçti ve bunun hemen sonrasında bu bilgi Musa’ya atfedildi.
74:8.11 (838.3) Musevi din adamları Kudüs’e döndüklerinde, her şeyin başlangıcına dair anlatımlarını kaleme almayı çoktan tamamlamışlardı. Daha sonra onlar, bu anlatımın Musa tarafından yazılmış olan yakın bir zamanda keşfedilmiş yaratım hikâyesi olduğunu öne sürdüler. Ancak M.Ö. 500 yılı yakınlarında yaşayan Museviler, bu yazılanları kutsal açığa çıkarışlar olarak değerlendirmediler; onlar, daha sonraki insanların mitolojik anlatımlara yaklaşımlarına benzer bir biçimde, onları değerlendirdiler.
74:8.12 (838.4) Musa’nın öğretileri olduğu varsayılan bu sahte belge Mısır’ın Yunan kralı Batlamyus’a tanıtıldı; bu kral, İskenderiye’deki yeni kütüphanesi için belgeyi Yunancaya yetmiş âlimden oluşan bir komisyon tarafından çevirttirdi. Ve böylece bu anlatım, Musevi ve Hıristiyan dinlerinin “kutsal yazıtlarına” ait daha sonraki dönemlerde toplanmış kaynakların ileride bir parçası haline gelen bu yazılar içinde yerini almıştır. Ve bahse konu din inanış düzenleri ile ilişkilendirilerek bu türden kavramlar uzun bir süre boyunca birçok Batılı insan topluluğunu derin bir biçimde etkilemiştir.
74:8.13 (838.5) Hıristiyan öğretmenleri, insan ırkının emirle yoktan var edildiğine dayanan inancı koruyup yaşattılar; ve tüm bunların hepsi doğrudan bir biçimde, bir zamanlar mevcut bulunmuş olası en yüksek mutluluğun altın çağı savına ek olarak toplumun bu yüksek mertebeden inişinin sebebi olan insanın veya üstün insanın çöküşüne dair kuramın yaratılmasına sebebiyet vermişti. Yaşama ve insanın evrendeki konumuna yönelik bu türden bakış açıları en iyi ihtimalle yıldırıcı bir etkiyi beraberinde getirmekteydi; çünkü onlar böylece, bir zamanlar görevde bulunmuş belirli evren yöneticilerin hatalarının cezasını ödetmek için insan ırkına öfke kusan intikam içindeki bir İlahiyat’ın varlığını ima eden bir biçimde, ilerlemeden çok gerilemeye dair bir inancı anlamlı görerek ona yöneldiler.
74:8.14 (838.6) “Altın çağ” bir mittir; ancak Cennet Bahçesi tamamiyle gerçek olup, Bahçe medeniyeti gerçekte ortadan kaldırılmıştı. Âdem ve Havva; Havva’nın sabırsızlığı ve Âdem’in hatalı kararları nedeniyle, hızlı bir biçimde kendilerine felaket getirerek ve Urantia’nın tümün gelişimsel ilerleyişine zarar verici gerilemeye sebebiyet vererek emredilen gidişattan ayrılmaya teşebbüs ettikleri vakte kadar yüz on yedi yıl Cennet Bahçesi’nde görevlerine devam etmişlerdi.
74:8.15 (838.7) [Bu anlatım, “Bahçe’nin {yüksek} meleksel sesi” olan Solonia tarafından gerçekleştirilmiştir.]
Urantia’nın Kitabı
75. Makale
75:0.1 (839.1) URANTİA üzerindeki yüz yıldan fazla süren çabası sonrasında Âdem, Cennet Bahçesi’ni dışında oldukça düşük ölçekte gerçekleşen ilerleyişi görebilmekteydi; dünyanın büyük bir kısmının fazla gelişmediği görünmekteydi. Irk ilerlemesinin gerçekleşmesi, çok uzun bir süre sonra ortaya çıkacağa benziyordu; ve bu durum, asli tasarımlar içinde mevcut olmayan başka şeylerin talep edilmesini gerektirecek kadar ümitsiz göründü. En azından bu düşünce Âdem’in aklından sıkça geçmişti; ve o, birçok kez bu düşüncelerini Havva’ya ifade etti. Âdem ve onun eşi sadıklardı; ancak onlar, türlerinden tecrit edilmiş bir haldelerdi; ve onlar, dünyalarının üzüntü verici talihsiz geleceğinden fazlasıyla endişeye kapılmışlardı.
75:1.1 (839.2) Deneyimsel nitelikte bulunan, isyanla parçalanmış ve tecrit edilmiş Urantia üzerinde Âdemsel görev ürkütücü bir teşebbüstü. Ve Maddi Erkek ve Kız Evlat, gezegensel görevlerinin zorluğundan ve onun çetrefilliğinden haberdar olmuşlardı. Yine de onlar cesur bir biçimde, çok katmanlı sorunlarını çözme görevlerine koyulmuşlardı. Ancak onlar; insan ırkları arasındaki kusurlu ve bozulmaya uğramış kolları ortadan kaldırmaya yönelik çok önemli görevi üstlendiklerinde, oldukça umutsuzluğa düştüler. Onlar, bu karmaşadan herhangi bir çıkar yolu göremediler; ve onlar, ne Jerusem’de ne de Edentia’da bulunan üstlerinin tavsiyelerini alamadılar. Burada onlar tecrit edilmiş olup, gün be gün bazılarının çözülemez göründüğü birtakım yeni ve çetrefilli çıkmazlar ile karşılaşmaktalardı.
75:1.2 (839.3) Olağan koşullar altında, bir Gezegensel Âdem ve Havva’nın ilk görevi, ırkların arasındaki eş güdümü ve onların birbirine olan karışımını sağlamak olurdu. Ancak Urantia üzerinde bu türden bir gaye yalnızca, gerçekleşmesi imkânsızmış bir tasarım gibi göründü; çünkü ırklar her ne kadar biyolojik olarak zinde olsalar da, bu vakte kadar geri ve kusurlu kollarından hiçbir şekilde arındırılmamıştı.
75:1.3 (839.4) Âdem ve Havva kendilerini; perişan ruhsal karanlık içinde doğrultusunu bulmaya çalışan ve bir önceki idarenin görevlerini yerine getirmedeki başarısızlığının çok talihsiz bir biçimde şiddetlendirdiği kafa karışıklığının kendisine musallat olduğu bir dünya olarak, insanın kardeşliğinin duyurulması için tamamiyle hazırlıksız bir âlemde bulmuşlardı. Akıl ve ahlak gelişmemiş bir düzeydeydi; ve dinsel bütünlüğü sağlama görevine başlamak yerine onlar, dünya sakinlerini dinsel inanışın en basit türlerine olan inanca çekme görevine yeniden başlamak zorundalardı. Kullanılmaya hazır bir dili bulmak yerine onlar, yerel lehçelerin yüzlercesinden doğan dünya çapındaki karmaşayla karşılaştılar. Gezegensel hizmetin üyesi hiçbir Âdem, daha öncesinde bundan daha zorlu bir dünya üzerine görevlendirilmemişti; zorluklar aşılmaz, sorunlar ise yaratılmışın beraberinde getirebileceği çözümlerin ötesinde göründü.
75:1.4 (839.5) Onlar tecrit edilmişti, ve üzerlerine çöken devasa yalnızlık hissi Melçizedek alıcılarının erken ayrılışlarıyla birlikte tamamiyle daha da fazlalaşmıştı. Meleksel düzeylerin araçlarıyla sadece dolaylı bir biçimde onlar, gezegen dışında herhangi bir varlık ile iletişimde bulunabilmekteydiler. Kademeli olarak onların cesareti zayıfladı, hevesleri kırıldı ve zaman zaman inançları neredeyse bocaladı.
75:1.5 (840.1) Ve bu anlatım, karşılarına çıkan görevler karşısında düşünceye dalan iki soylu ruhun şaşkınlığının gerçek resmidir. Onların ikisi de kesin bir biçimde, gezegensel görevlerinin yerine getirilmesine ilişkin sahip oldukları çok büyük sorumluluğun farkındaydılar.
75:1.6 (840.2) Muhtemelen Nebadon’un Hiçbir Maddi Evladı daha öncesinde, Urantia’nın üzüntü verici talihsiz geleceğinde Âdem ve Havva’nın karşılaştığı bu türden zorlu ve ümitsiz görülen bir görevle yüzleşmemişlerdi. Ancak onlar daha ileriyi görüşlü ve daha sabırlı olsalardı, bir zaman zarfında başarıyı elde edeceklerdi. Özellikle Havva olmak üzere ikisi de tamamiyle çok sabırsızdı; onlar, çok uzun dayanıklılık sınavını vermeye gönüllü değillerdi. Onlar, bir takım anlık sonuçların ortaya çıktığını görmek istediler; ve onlar bunları gördüler de, ancak onların bu şekilde elde ettiği sonuçlar kendilerine ve dünyalarına olabilecek en zarar verici bir halde ortaya çıktı.
75:2.1 (840.3) Caligastia Cennet Bahçesini sıkça ziyaret etmiş olup, Âdem ve Havva ile birlikte birçok görüşme düzenledi; ancak onlar, Caligatia’nın önerdiği tavizsel tasarımların ve kısa-yolu tercih eden serüvenlerin tümüne karşı kararlı durmuşlardı. Onlar, bu türden ahlaksız tekliflere karşı etkin bir bağışıklığın yaratılması için isyanın neden olduğu yeterli miktardaki gelişmeyi gözlemlemişlerdi. Âdem’in genç evladı bile, Daligastia’nın tekliflerinden etkilenmemişti. Ve tabii ki ne Caligastia ne de onun yardımcısı, bırakın Âdem’in çocuklarını yanlışa çekebilmek için ikna edebilmeyi, herhangi bir bireyin iradesini etkileyecek bile güce sahip değillerdi.
75:2.2 (840.4) Caligastia’nın bu dönemde hala, yerel evrenin yanlış yönlendirilmiş ama yine de yüksek bir Evladı olarak Urantia’nın unvan sahibi Gezegensel Prens’i olduğu hatırlanmalıdır. O, Urantia üzerindeki Hazreti Mikâil’in dönemine kadar nihai olarak görevden alınmamıştı.
75:2.3 (840.5) Ancak düşkün Prens azimli ve kararlıydı. O; yakın bir zaman içerisinde Âdem üzerinde emellerini gerçekleştirmekten vazgeçip, kurnaz bir yan saldırıyı Havva üzerinde uygulamaya karar verdi. Bu kötü kişilik, Nodit topluluğunun üst tabakasının üyeleri olan uygun kişiler üzerinde hünerli bir biçimde emellerini gerçekleştirmenin tek yolunun bir dönem bedensel-görev yardımcıları olan soylarından geçtiğini anladı. Ve böylelikle tasarımlarını, eflatun ırkının annesini tuzağa düşürecek şekilde gerçekleştirdi.
75:2.4 (840.6) Âdem’in tasarımlarını engelleyecek veya eşiyle birlikte gezegensel görevlerini tehlikeye atacak bir şeyi herhangi bir biçimde yapmak Havva’nın niyetine taban tabana zıttı. Kadının sahip olduğu, ileriyi gören bir biçimde daha uzun süreçler içerisinde sonuç verecek şeyleri tasarlama yerine yakın vadedeki sonuçlara odaklanma eğilimi bilerek Melçizedekler ayrılmalarından önce; özellikle Havva’yı, gezegen üzerinde tecrit edilmiş konumlarında onları kuşatan belirli tehlikelere karşı tembihlemiş olup, bilhassa, ortak sorumluluklarını yerine getirmede kişisel veya gizli herhangi bir yöntemi denemeyen bir biçimde eşinin yanından hiçbir zaman ayrılmaması hususunda onu özel olarak uyarmışlardır. Havva, yüz yıldan uzun bir süre boyunca bu yönergeleri en olması gereken titizlikle takip etmiştir; ve o, Serapatatia ismindeki belirli bir Nodit önderine memnuniyetle yaptığı gittikçe özelleşen ve gizlileşen ziyaretlerde herhangi bir tehlikenin yattığını fark etmemişti. Bu olayın bütünlüğü o kadar kademeli ve doğal bir biçimde ilerlemişti ki Havva hiçbir şeyin farkına varmamıştı.
75:2.5 (840.7) Cennet Bahçesi sakinleri, Bahçe’nin ilk günlerinden beri Nodit unsurları ile iletişim halindeydiler. Caligastia görevlilerinin doğru düzenden ayrılan unsurlarından gelen bu karma soylardan onlar, oldukça değerli yardım ve işbirliği görmüşlerdi; ve onların vasıtasıyla Cennet Bahçesi düzeni bu aşamada, bütüncül felaketi ve nihai yıkımıyla buluşmaya yakındı.
75:3.1 (841.1) Babasının ölümü üzerine Serapatatia Nodit kabilelerinin batı veya diğer bir değişle Suriye konfederasyonunun başına geldiğinde, Âdem dünya üzerindeki ilk yüz yılını yeni tamamlamıştı. Serapatatia, eskinin mavi ırkının üstün bilge kadınlarından biriyle evlenen Dalamatia’nın sağlık heyetinin bir zamanlar başkanlığını yapmış olan kişinin soyundan gelen parlak bir kişi olarak, buğday tenli birisiydi. Bu döneme kadar gelen bütün çağlar boyunca bu ırk kolu; batı Nodit kabileleri üzerinde yönetimi elinde bulundurmuş olup, onlar üzerinde büyük bir etkiye sahip olmuştu.
75:3.2 (841.2) Serapatatia Cennet Bahçesi’ne birkaç ziyarette bulunup, Âdem’in varoluş gayesinin doğruluğundan derin bir biçimde etkilenen bir hale gelmişti. Suriye Nodit unsurlarının önderliğini üstlendiğinden kısa bir süre sonra o, Cennet Bahçesi içinde Âdem ve Havva’nın çalışmalarına destek olacak bir biçimde bir beraberlik kurma isteğini açıkladı. İnsanlarının büyük bir kısmı onunla beraber bu birliktelik tasarımına katıldı; ve komşu kabilelerin tümü içinde en güçlü ve en us sahibi olan topluluğun, neredeyse tek vücut halinde dünyanın gelişmesi için gayesine destek vermek amacıyla harekete geçmiş olduğuna dair haber Âdem’i sevindirmişti; bu hareket kesin bir biçimde cesaretlendiriciydi. Ve bu büyük gelişmeden kısa bir süre sonra Serapatatia ve onun yeni yardımcıları, Âdem ve Havva tarafından evlerinde ağırlandı.
75:3.3 (841.3) Serapatatia, Âdem’in kumandanlarının tümü içinde en yetkin ve etkin olanlardan biri haline gelmişti. O, faaliyetlerinin tümü içinde tamamiyle dürüst ve bütünüyle içtendi; o hiçbir zaman uyanık olmamıştı; daha sonraki zamanlarda bile o, oyunbaz Caligastia’nın tesadüfen keşfettiği bir araç olarak kullanılmıştı.
75:3.4 (841.4) Yakın bir süre sonra Serapatatia, Cennet Bahçesi kabile ilişkileri heyetinin yardımcı başkanı olmuştu; ve birçok tasarım, uzak kabilelerin Cennet Bahçesi gayesine olan bağlılığını elde etme görevinin daha kararlı bir biçimde uygulanması uyarınca hazırlanmıştı.
75:3.5 (841.5) O, Âdem ve — bilhassa — Havva ile birçok görüşme düzenledi; ve onlar, yöntemlerini geliştirmek için birçok tasarım üzerinde konuştular. Bir gün Havva ile görüşmesi esnasında Serapatatia; eflatun ırkının geniş sayılardaki üyeleri seçilmek için beklenirken, bu arada, ihtiyaç duyan bekleyiş halindeki kabileleri doğrudan geliştirmek için bir şeylerin yapılmasının oldukça yararlı olabileceğini düşündü. Serapatatia; en ileri ve en işbirlikçi ırk olarak Nodit unsurları eğer bir kökeni eflatun kolundan gelen kendilerinden çıkmış bir öndere sahip olurlarsa, bahse konu önderin bu unsurları Cennet Bahçesi’ne daha yakından bir biçimde bağlayacak güçlü bir bağı oluşturacağını öne sürdü. Ve tüm bunların hepsinin dünya yararına olacağı aklı başında bir biçimde ve içtenlikle düşünülmüştü, çünkü Cennet içinde büyütülecek ve eğitilecek olan bu çocuk babasının insanları üzerinde sonsuza kadar büyük bir etki bırakacaktı.
75:3.6 (841.6) Serapatatia’nın önerdiği her şeyde tamamiyle dürüst ve bütünüyle içtenlikle hareket etmiş olduğunun altı tekrar çizilmelidir. O, Caligastia ve Daligastia’nın yararına çalışmakta olduğuna dair kuşkuya bir kez bile kapılmamıştır. Serapatatia, Urantia’nın kafa karışıklığı içindeki topluluklarının dünya çapındaki canlandırılışına girişilmeden önce eflatun ırkının güçlü bir ırk kolu kökenini inşa etme tasarımına sonuna kadar sadıktı. Ancak bu durumun gerçekleşmesi yüzyıllar sürecekti; ve o sabırsızdı; o — kendi yaşam süresi içinde — yakın vadede sonuçlanacak birtakım şeyleri görmek istemişti. O, dünyanın ilerletilmesi gayesinde çok az şeyin gerçekleşmiş olması nedeniyle Âdem’in cesaretinin çoğu kez kırılmış olduğunu Havva’ya kesin bir biçimde aktardı.
75:3.7 (841.7) Beş yıldan fazla bir süre boyunca bu tasarımlar gizli bir biçimde olgunlaşmıştı. En sonunda bu tasarımlar, dost Nodit unsurlarının yakın kolunun en parlak aklı ve en etkin lideri olan Cano ile gizli bir görüşme yapmaya Havva’nın razı olduğu noktaya kadar gelişti. Cano, Âdemsel düzene oldukça olumlu bakmaktaydı; gerçekte o, Cennet Bahçesi ile dostane ilişkilerin kurulmasını isteyen komşu Nodit unsurlarının samimi ruhsal önderiydi.
75:3.8 (842.1) Kader buluşması, Âdem’in evinden çokta uzak olmayan bir yerde, sonbahar akşamı alacakaranlık saatlerinde yapıldı. Havva, güzel ve coşkulu olan Cano ile daha önce hiç tanışmamıştı — ve o, Prens’in görevlilerinden gelen uzak atalarının sahip olduğu üstün beden ve olağanüstü aklın bu günlere geldiği muhteşem bir örneğiydi. Ve Cano da, Serapatatia tasarımının doğruluğuna bütünüyle inanmıştı. (Cennet Bahçesi dışında birden fazla kişi ile çiftleşme yaygın bir uygulamaydı.)
75:3.9 (842.2) Övgüden, coşkudan ve güçlü kişisel iknadan etkilenerek Havva hemen oracıkta; geniş çaplı ve ileriyi gören kutsal tasarıma kendi küçük dünyayı kurtarma katkısını eklemek için, bahse konu oldukça tartışılmış girişime koyulmaya razı oldu. Kendisi neyin meydana gelmekte olduğuna dair bütüncül bir farkındalığa varmadan önce, vahim adım çoktan atılmıştı.
75:4.1 (842.3) Gezegenin göksel yaşamı hareketli bir hal içindeydi. Âdem bir şeylerin yanlış gittiğini anladı, ve Havva’nın Cennet Bahçesi’nde yayına gelmesini istedi. Ve bu aşamada ilk defa Âdem, dünya gelişimini iki doğrultuda hızlandırmak için uzunca düşünülerek beslenen tasarıma dair bütüncül hikâyeyi duydu: bu iki doğrultudaki gelişim, Serapatatia girişiminin uygulanmasıyla eş zamanlı olarak kutsal tasarımın sürdürülmesiydi.
75:4.2 (842.4) Ve Maddi Erkek ve Kız Evlat mehtaplı bir Bahçe gecesinde böyle konuşurlarken, “Cennet’in sesi” görevlerine itaatsizlikleri nedeniyle onları kınadı. Ve bu ses, onların Bahçe anlaşmasına ters düştüklerine dair Cennet Bahçesi çiftine karşı yapılmış benim kendi duyurumdan başkası değildi; onların Melçizedekler’in yönergelerine karşı geldiklerine, ve evrenin egemenine olan bağlılık yeminlerinin yerine getirilmesinde yükümlülüklerini yapmadıklarına dair bir bildiriydi.
75:4.3 (842.5) Havva, iyiliğe kötülüğü karıştırmaya razı olmuştu. İyilik, kutsal tasarımların yerine getirilmesidir; günah ise, kutsal iradeye karşı kasıtlı bir biçimde karşı gelmektir; kötülük, evren düzensizliğiyle ve gezegensel kafa karışıklığıyla sonuçlanan, tasarımların yanlış uygulanması ve işleyiş biçimlerini olması gereken bir biçimde düzenlememektir.
75:4.4 (842.6) Cennet Bahçesi çifti yaşam ağacından ne zaman bir meyve koparsa, iyilik ve kötülüğü bir araya getirerek Caligastia’nın tavsiyelerine uyan sonuçlara sebebiyet vermekten kaçınmaları konusunda sorumlu baş melek tarafından uyarılmışlardı. Onlar böylelikle sert bir biçimde uyarılmışlardı: “İyiliğe kötülüğü karıştırdığınız gün, sizler kesin bir biçimde âlemin fanileri haline geleceksiniz; sizler kesinlikle öleceksiniz.”
75:4.5 (842.7) Havva Cano’ya, gizli buluşmalarının kaçınılmaz sonu ile ilgili bu sürekli tekrarlanan uyarıdan bahsetti; ancak Cano, bu türden uyarıların anlamını veya önemini bilmeden, erkek ve kadınların iyi niyetlerle ve doğru amaçlarla kötülük işleyemeyeceklerini söyleyerek ona güvence verdi; o Havva’yı, kesinlikle ölmek yerine dünyayı kutsayacak ve onu istikrara kavuşturacak bir biçimde büyüyecek evladının kişiliği içinde yeniden doğacağına inandırdı.
75:4.6 (842.8) Kutsal tasarımı değişikliğe uğratmaya dair bu tasarım; her ne kadar dünyanın refahı ile ilgili en içten ve sadece en yüksek amaçlarla düşünülmüş ve uygulanmış olsa da, kutsal tasarım olan doğru yoldan ayrıldığı için, doğru sonuçları elde etmek için yanlış yollardan gidişi temsil ettiği için kötülüğün kendisi olmuştur.
75:4.7 (843.1) Havva’nın Cano’yu iyi görünümlü bulduğu ve kendisini baştan çıkaranın “Âdemsel doğanın kavranılmasına yardımcı bir biçimde insan olaylarının yeni ve artan bilgisine ek olarak insan doğasının hızlandırılmış anlayışı” vaatlerinin tümüne ön ayak olduğu doğrudur.
75:4.8 (843.2) Üzücü durumlarda gerçekleştirilmesi benim görevim haline gelmiş bir biçimde, o gece Cennet Bahçesi’nde eflatun ırkının baba ve annesiyle konuştum. Ben, Anne Havva’nın doğru düzenden ayrılışıyla sonuçlanan her şeyin hikâyesini bütünüyle dinledim; ve ben, mevcut durum ile ilgili onlara öğütlerde ve tavsiyelerde bulundum. Bu tavsiyelerin bazılarını onlar dinlediler; bazılarını ise önemsemediler. Bu görüşme yazıtlarınızdaki “Koruyucu Tanrı Âdem ve Havva’yı Cennet’e çağırıp, ‘Nerdesiniz?’ diye sorduğu” anlatımda geçmektedir. İster doğal ister ruhsal olsun olağandışı veya olağanüstü her şeyi Tanrı’ların kişisel müdahalesine atfetmek daha sonraki nesillerin bir uygulamasıydı.
75:5.1 (843.3) Havva’nın gerçekleri görmemesi gerçekten acınası bir durumdu. Âdem vaziyetin durumunu bütünüyle gördü, ve kalbi kırık ve karamsar bir halde hatalı eşi için yalnızca acıma ve anlayış besledi.
75:5.2 (843.4) Havva’nın yanlış adımı attığı gün sonrasında Âdem’in, Cennet Bahçesi’nin batı okullarının başı olan parlak Nodit kadını Laotta’nın peşine düşmesi; başarısızlığın farkındalığından doğan umutsuzluk içinde ve Havva’nın düşüncesiz tasarımına daha önceden evet demiş oluşu sonrasında yapmış olduğu bir eylemdi. Ancak yanlış anlamayın; Âdem aldanmamıştı; o, tam da neyle karşılaşmakta olduğunu bilmekteydi; o bilinçli bir biçimde Havva’nın kaderini paylaşmayı tercih etmişti. O, fani-üstü bir sevgi ile eşini sevmişti; ve Urantia üzerinde onsuz yalnız bir gece nöbetçisi olarak kalma olasılığını düşünmek katlanabileceğinden çok daha fazlasıydı.
75:5.3 (843.5) Ve Havva’ya ne olduğunu öğrendiklerinde Cennet Bahçesi’nin kızgın sakinleri denetlenemez bir duruma geldiler; onlar, yakındaki Nodit yerleşkesine savaş ilan ettiler. Onlar; Cennet Bahçesi kapılarından taşıp, bu hazırlıksız insanların üzerine yürüyüp, — erkek, kadın veya çocuk ayrımı yapmadan — onları tamamen yok ettiler. Ve henüz doğmamış Kabil’in babası olan Cano aynı zamanda yok edilmişti.
75:5.4 (843.6) Nelerin meydana geldiğinin farkına vardığında Serapatatia; dehşete kapılıp, korku ve pişmanlık içine düşmüştü. Bir sonraki gün kendisini büyük nehrin sularına bırakıp, boğularak intihar etmişti.
75:5.5 (843.7) Âdem’in çocukları, babaları otuz gün ortan oraya yalnızlık içerisinde gezerken kendinden geçmiş annelerini teselli etmeye çalıştılar. Ve bu dönemin sonunda kararlılık kendisini göstermiş ve Âdem evine dönüp, gelecekteki faaliyetleri için tasarımlarda bulunmaya başlamıştır.
75:5.6 (843.8) Yanlış yönlendirilmiş ebeveynlerin düşüncesizliklerinin sonuçları çoğu zaman masum çocukları tarafından paylaşılmaktadır. Âdem ve Havva’nın dürüst ve soylu çocukları, oldukça anlık ve acımasız bir biçimde üzerlerine düşen akıl almaz facianın tarif edilemez üzüntüsüyle şaşkına dönmüşlerdi. Elli yıl boyunca bu çocukların daha ergin olanları; kendinden geçmiş anneleri hangi konumda olduğuna veya geleceğinin ne olacağına dair tamamiyle bilinçsizlik içerisindeyken babalarının evden uzaklaştığı özellikle o otuz günlük sürecin yarattığı dehşet olmak üzere, bahse konu facia dönemlerinin üzüntüsü ve kederinden kurtulamamışlardı.
75:5.7 (843.9) Ve bahse konu bu otuz gün Havva’ya, üzüntü verici ve acı dolu uzun yıllar gibi gelmişti. Bu soylu ruh hiçbir zaman, akli düzeyde acı çektiği ve ruhsal düzeyde üzüntü duyduğu bu dayanılmaz sürecinin yarattığı etkilerden bütünüyle kurtulamamıştı. Onların daha sonraki yoksunlukları ve maddi zorluklarının hiçbiri, Havva’nın hafızasındaki yalnızlık ve dayanılmaz belirsizliğin bu korkunç günleri ve berbat geceleri ile hiçbir zaman karşılaştırılamazdı bile. O Serapatatia’nın sabırsızlıkla ne yaptığını öğrenmişti; ve o, eşinin keder içinde kendisini yok edip etmediğini veya kendisinin neden olduğu yanlış adım sonrası eşinin dünyadan cezalandırmak için alınıp alınmadığını bilmiyordu. Ve Âdem geri döndüğünde Havva, uzun ve zorlu yaşam birlikteliklerinin parçası olan meşakkatli hizmetlerinin hiçbir zaman ortaya çıkmasına engel olamadığı neşe ve minnettarlıktan doğan bir tatmini yaşadı.
75:5.8 (844.1) Zaman ilerlemekteydi, ancak Âdem; Melçizedek alıcılarının Urantia’ya döndüğü ve dünya olayları üzerinde yönetimi üstlendiği vakit olan, Havva’nın doğru düzenden ayrılmasından yetmiş gün sonraya kadar sebep oldukları suçun içeriğini bilmemekteydi. Ve bunun sonrasında onlar başarısız olduklarını bilmektelerdi.
75:5.9 (844.2) Ancak daha fazla sorun ortaya çıkmaktaydı: Cennet Bahçesi yakındaki Nodit yerleşkesinin yok edilmesine dair haberler Serapatatia’nın ev kabilelerinden kuzeye doğru hızlı bir biçimde yayılmaktaydı; ve yakın bir zaman içinde büyük bir kalabalık Cennet Bahçesi’ne yürümek için toplanmaktaydı. Ve bu durum, Âdem ve Nodit unsurları arasındaki uzun ve çetin bir savaşın başlangıcıydı; çünkü bu düşmanlıklar, Âdem ve onu takip edenlerin Fırat nehri vadesinde ikinci bahçeye yaptıkları göçlerinden çok sonraya kadar devam etmişti. Orada, “Âdem ve Havva’nın tohumları arasında gerçekleşmiş bir biçimde, erkek ve kadın arasında [yoğun ve uzun yıllar süren] düşmanlık” vardı.
75:6.1 (844.3) Âdem Nodit unsurlarının kendilerine gelmekte olduklarını öğrendiğinde, Melçizedekler’in tavsiyesine başvurmaya çalıştı; ancak onlar, yalnızca en iyi düşündüğü şeyi yapmasını ve seçeceği herhangi bir doğrultuda olabildiğince gerçekleştirecekleri dostane iş birlik sözlerini vermesini söyleyerek, ona tavsiyede bulunmayı reddettiler. Melçizedekler’in çok daha öncesinden, Âdem ve Havva’nın kişisel tasarımlarına karışmaları yasaklanmıştı.
75:6.2 (844.4) Âdem, kendisi ve Havva’nın başarısız olduğunu bilmekteydi; Melçizedek alıcılarının mevcudiyeti, her ne kadar kişisel düzeylerine veya kendilerini bekleyen kaderlerine dair hiçbir şeyi bu aşamada hala bilmemekte olsa da, başarısız oldukları gerçeğini anlatmaktaydı. O, önderlerini takip etmeye kendisini adayan bin iki yüz sadık takipçisi ile bütün bir gece süren bir görüşme düzenledi; ve bir sonraki gün öğlen vaktinde bu kutsal yolcular, yeni evlerini bulmak için Cennet Bahçesi’nden ayrıldılar. Âdem hiçbir şekilde savaş istemiyordu, ve buna uygun bir biçimde ilk bahçeyi Nodit unsurlarına onlara karşı gelmeden bıraktı.
75:6.3 (844.5) Cennet Bahçesi kervanının ilerleyişi, Jerusem’den gelen yüksek melek taşıyıcılarının varışıyla Bahçe’den çıktıkları üçüncü gününde durdu. Ve ilk kez Âdem ve Havva, çocuklarının başına ne geleceğinden haberdar edilmişti. Taşıyıcılar beklerken, (yirmi yıl olan) reşitlik yaşına ulaşmış çocuklara, Urantia’da ebeveynleri ile kalma veya Norlatiadek’in En Yüksek Unsurları’nın vesayetleri altına girme tercihi sunuldu. Bu çocukların üçte ikisi Edentia’ya gitti; üçte biri ise ebeveynleri ile kalmayı tercih etti. Reşitlik öncesi dönemde bulunan çocukların hepsi Edentia’ya götürüldü. Maddi Erkek ve Kız Evlat’ın deneyimlediği üzücü ayrılığa bakmaya hiç kimsenin yüreği kaldırmazdı; ve onların çocukları, emirlere karşı gelmenin sonucunun ağır olduğunu bilmiyorlardı. Âdem ve Havva’nın bu doğumları şu an Edentia’dadır; bizler, kendileri ile ilgili nelerin tasarlanmış olduğuna dair bilgiye sahip değiliz.
75:6.4 (844.6) Bu kafile yolculuğuna devam etmek için hazırlanmış çok üzgün bir kervandı. Bu durumdan daha acı dolu bir şey ne olabilirdi ki! Bir dünyaya bu kadar yüksek umutlarla gelmek, bu kadar uğurlu biçimde kabul görmek, daha sonra Cennet Bahçesi’nden utançla ayrılmak, ve üstüne üstlük bir de, yeni bir ikamet yerleşkesi bile bulmadan önce çocuklarının dörtte üçünden fazlasını kaybetmek!
75:7.1 (845.1) Cennet Bahçesi kervanı durdurulmuşken, Âdem ve Havva suçlarının niteliği hakkında bilgilendirilmiş ve gelecekleri ile aydınlatılmışlardı. Cebrail, kararı açıklamak için görünmüştü. Ve şu verilen karardı: Urantia’nın Gezegensel Âdem ve Havva’sının yükümlülüklerini yerine getirmediklerinin yargısına varılmıştır; onlar, bu yerleşim dünyasının yöneticileri olarak kendilerine emanet edilmiş görev anlaşmasına uymamışlardır.
75:7.2 (845.2) Suçluluk duygusunun üzüntüsü duyarken Âdem ve Havva; Salvington’daki hâkimlerin “evren hükümetini aşağılamaya” dair kendilerine yönlendirilen tüm suçlamalardan aklanmalarına hükmetmiş oldukları duyurudan büyük mutluluk duymuşlardı. Onlara isyan suçundan suçlu bulunmamışlardı.
75:7.3 (845.3) Cennet Bahçesi çiftine, kendilerini âlemin fani unsurlarının düzeyine indirmiş oldukları bildirilmişti; ve, gelecekleri hakkında bir kanıya varmak için dünya ırklarının geleceklerine bakarak, bundan böyle Urantia’nın erkek ve kadını gibi kendilerini değerlendirerek hareket etmelerinin zorunluluğu onlara iletildi.
75:7.4 (845.4) Âdem ve Havva Jerusem’i terk etmeden uzun bir süre önce eğitmenleri, kutsal tasarımlardan yapılacak herhangi bir hayati ayrılığın yaratacağı sonuçlar hakkında onlara her şeyi bütünüyle izah etmişlerdi. Ben kişisel olarak ve sürekli bir biçimde, Urantia’ya gelmelerinden önce ve varışlarından sonra; gezegensel görevlerinin uygulanmasında kesin bir şekilde doğru yoldan ayrılık ile sonuçlanacak eylemin, mutlak ceza halinde fani bedene indirgenmenin kaçınılmaz sonu olacağı hususunda onları uyardım. Ancak evlatlığın maddi düzeyinin sahip olduğu ölümsüzlük niteliğine dair bir kavrayış, Âdem ve Havva’nın doğru yoldan ayrılışının getirdiği sonuçları açık bir biçimde anlamak için temel teşkil etmektedir.
75:7.5 (845.5) 1. Âdem ve Havva, Jerusem’deki akranları gibi, Ruhaniyet’in akıl-çekim döngüsü ile birlikte ussal birliktelik vasıtasıyla ölümsüzlük düzeyini sürdürmüştü. Bu hayati beslenme akılsal kopuş ile kesildikten sonra, yaratılmış mevcudiyetinin ruhsal düzeyinden bağımsız olarak ölümsüzlük niteliği kaybedilir. Fiziksel ayrışmayı takip eden fani düzey, Âdem ve Havva’nın ussal başarısızlığının kaçınılmaz sonucuydu.
75:7.6 (845.6) 2. Urantia’nın maddi bedeni hüviyetinde aynı zamanda kişilikleştirilmiş olan bu dünyanın Maddi Erkek ve Kız Evladı, ilaveten bir çifte dolaşım sisteminin idaresine bağlıydı: bu sitemlerden biri fiziksel doğalarından, diğeri ise yaşam ağacının meyvesinde depolanan üstün-enerjiden kaynaklanmaktaydı. Her durumda baş melek görevlisi, görevlerine riayet etmemenin düzey alçaltılmasıyla sonuçlanacağı ve bu enerji kaynağına olan erişimin bahse konu eylemlerinin hemen sonrasında kendilerinden mahrum bırakılacağı hususunda Âdem ve Havva’yı uyarmıştır.
75:7.7 (845.7) Caligastia, Âdem ve Havva’yı tuzağa düşürmede başarılı olmuştur; ancak o, bu çifti evren hükümetine karşı açık bir isyana sürükleme amacını elde edememiştir. Onların yaptığı şey gerçekten kötülüktü; ancak onlar hiçbir zaman, doğruluğun aşağılanması gibi bir suç işlememişlerdi; buna ek olarak onlar, Kâinatın Yaratıcısı’nın ve onun Yaratan Evladı’nın adil idaresi karşısında bilinçli bir biçimde isyan yataklık etmemişlerdi.
75:8.1 (845.8) Âdem ve Havva, maddi evlatlığın üstün seviyesinden fani insanın alt düzeyine düşmüştür. Ancak bu durum insanın çöküşü değildi. İnsan ırkları, Âdemsel başarısızlığın doğrudan sonuçlarına rağmen üst bir konuma çekilmişti. Her ne kadar Urantia insanlarına eflatun ırkını bahşetmenin kutsal tasarımı yanlış yönetilse de, fani ırklar Âdem ve onun soylarının Urantia ırklarına sağladıkları kısıtlı katkıdan çok büyük kazançlar elde etmişti.
75:8.2 (846.1) “İnsanın çöküşü” hiçbir zaman yaşanmamıştır. İnsan ırkının tarihi, ilerleyici evrimden birisidir; ve Âdemsel bahşedilme, bir önceki biyolojik düzeyi üzerinden dünya ırklarını büyük ölçüde ilerletmiş halde bırakmıştır. Urantia’nın daha üstün ırk kolları şu an; Adon, Sangik, Nodit ve Âdem unsurları şekilde dört gibi sayıca fazla ayrı kaynaktan elde edilen kalıtım etkenlerini taşımaktadır.
75:8.3 (846.2) Âdem, insan ırkının üstünde bir lanet sebebi olarak görülmemelidir. Kutsal tasarımı ilerletme görevinde başarısız olmasına, İlahiyat ile sahip olduğu anlaşmaya karşı gelmesine, o ve eşi yaratılmış düzeyine kesin bir biçimde indirilmesine rağmen, tüm bunlara rağmen, onların insan ırkına olan katkısı Urantia üzerinde medeniyetin ilerlemesi için çok şeyi gerçekleştirmiştir.
75:8.4 (846.3) Dünyanız üzerindeki Âdemsel görevin sonuçlarını tahlil ederken, adalet gezegeninizin sahip olduğu koşulların görmezden gelinmemesini gerektirmektedir. Âdem, güzel eşi ile birlikte Jerusem’den bu karanlık ve kafası karışık gezegene ulaştırıldığında, neredeyse ümitsiz bir görev ile karşılaştı. Ancak onlar Melçizedekler ve onların birlikteliklerinin tavsiyelerini dinleselerdi ve daha sabırlı olsalardı, nihai olarak başarıyı elde edeceklerdi. Ancak Havva, kişisel bağımsızlık ve gezegensel eylem özgürlüğünün sinsi ilanlarına kulak verdi. O, evlatlığın maddi düzeyine ait olan yaşam plazması üzerinde deneyde bulunmaya çekildi; böyle yaparak o, daha öncesinde Gezegensel Prens’in görevlilerine bir zamanlar verilmiş olan doğum varlıklarınınkiler ile bütünleşmiş olan Yaşam Taşıyıcıları’nın özgün tasarımlarından çıkmış o dönemin karmaşık düzeyi ile, bu yaşam görevinin vaktinden önce karışmasına izin vermiş oldu.
75:8.5 (846.4) Cennet’e olan yükselişinizin bütünü içinde siz hiçbir zaman; kusursuzluk, daha fazla kusursuzluk ve en sonunda ebedi kusursuzluk yolunda gelişmek için, kısa yollar, kişisel icatlar veya diğer imkânlar ile kurulu ve kutsal tasarımı sabırsız bir biçimde atlamaya çalışmaktan hiçbir şey elde edemeyeceksiniz.
75:8.6 (846.5) Sonuçta, Nebadon’un tümü içerisinde üzerinde bilgeliğin daha cesaret kırıcı bir biçimde kötü idare edildiği bir gezegen muhtemelen daha önce hiç olmamıştı. Ancak, evrimsel evrenlerin olayları içinde bu türden yanlış adamların ortaya çıkması şaşırtıcı değildir. Bizler çok devasa bir yaratımın birer parçasıyız; ve her şeyin kusursuzluk içinde çalışmıyor olması garip değildir; evrenimiz kusursuzluk içinde yaratılmamıştır. Kusursuzluk bizim ebedi gayemizdir, geldiğimiz köken değil.
75:8.7 (846.6) Eğer bu evren mekanik bir evren olsaydı, İlk Büyük Kaynak ve Merkez sadece bir kuvvet olup aynı zamanda kişilik olmazdı; eğer yaratımın tümü değişmeyen enerji faaliyetleri tarafından belirlenen bir biçimde kesin yasaların üstünlüğünde fiziksel maddenin çok geniş bir birlikteliği olsaydı, bunun sonrasında kusursuzluk evren düzeyinin tamamlanmamış olmasından bağımsız olarak bile elde edilebilirdi. Böyle bir durumda hiçbir anlaşmazlık yaşanmazdı; hiçbir çatışma gerçekleşmezdi. Ancak göreceli kusurluluğa ve kusursuzluğa sahip olan evrim halindeki evrenimiz içinde bizler, anlaşmazlığın ve yanlış anlaşılmanın mümkün olmasından memnuniyet duymaktayız; çünkü böylelikle kişiliğin evren içindeki gerçekliği ve eylemi kendisini kanıtlamaktadır. Ve eğer bizim yaratımımız kişilik üstünlüğündeki bir mevcudiyetse, bunun sonrasında sizler kişilik kurtuluşu, gelişimi ve kazanımlarına dair imkânlarının mevcut olduğundan emin olabilirsiniz; bizler kişiliğin büyümesi, deneyimi ve serüveninden emin olabiliriz. Yalnızca mekanik veya yalnızca durağan haldeki kusursuz bir dünya yerine, içinde kişiliğin ve ilerleyişin olduğu evren ne de muhteşem bir evrendir!
75:8.8 (846.7) [“Bahçe’nin {yüksek} meleksel sesi” olan Solonia tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
76. Makale
76:0.1 (847.1) ÂDEM Nodit unsurlarına ilk bahçeyi karşı koymadan bırakmayı tercih ettiği zaman; o ve onun takipçileri batıya doğru gidemediler; çünkü Cennet Bahçesi unsurları, bu türden deniz seyahati için uygun hiçbir tekneye sahip değillerdi. Onlar kuzeye doğru yönelemediler; çünkü kuzey Nodit unsurları çoktan Cennet Bahçesi’ne doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Onlar güneye gitmekten korktular; bu bölgenin tepeleri düşman kabileler ile doluydu. Önlerinde elverişli olan açık tek yön doğu doğrultusuydu, ve böylece onlar Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki o zamanların güzel bölgelerine doğru doğu yönünde hareket ettiler. Ve arkada bırakılan sakinlerin çoğu daha sonra, yeni vadi evlerinde Âdem unsurlarına katılmak için doğuya doğru hareket etti.
76:0.2 (847.2) Kabil ve Sansa’nın ikisi de, kervan Mezopotamya nehirleri arasındaki istikametine ulaşmadan önce doğmuştu. Sansa’nın annesi Laotta, kızının doğumu sırasında hayatını kaybetti; Havva, sahip olduğu üstün kuvveti sayesinde çok acı çekmesine rağmen hayatta kalmayı başardı. Havva, Laotta’nın çocuğu olan Sansa’yı bağrına bastı; ve o, Kabil ile beraber yetiştirildi. Sansa, büyük bir yetkinliğe sahip bir kadın haline gelerek büyüdü. O, kuzey mavi ırkların başı olan Sargan’ın karısı oldu; ve o, bu dönemlerin mavi ırklarının gelişimine katkı sağladı.
76:1.1 (847.3) Âdem’in kervanının Fırat Nehri’ne ulaşması neredeyse tam bir yıl aldı. Bu nehri taşkın olduğu dönemde buldukları için, ikinci bahçeleri haline gelecek nehirler arasındaki yerleşkeye geçebilmek için yollarını bulmadan yaklaşık altı hafta önce, nehrin batı kesimindeki düzlüklerde geçici olarak konakladılar.
76:1.2 (847.4) İkinci bahçe yerleşkesi içindeki sakinlere Cennet Bahçesi’nin kralı ve yüksek din adamının onlara doğru yaklaşmakta olduğu haberleri ulaşınca, aceleyle doğu dağlarına doğru kaçtılar. Âdem buraya ulaşınca arzu edilen bölgenin tamamını boşaltılmış olarak buldu. Ve bu yeni yerleşke içerisinde Âdem ve ona yardım edenler kendilerini, yeni evler inşa etmeye ek olarak kültür ve dinin yeni merkez kültürünü oluşturma görevine adadılar.
76:1.3 (847.5) Bu yerleşke, Cennet Bahçesi için olası yerleşkelerin seçilmesi amacıyla zamanında görevlendirilmiş heyetin karara vardığı ilk üç tercihten biri olarak Van ve Amadon’un tavsiyesi vasıtasıyla Âdem tarafından bilinmekteydi. Bu iki ırmak, bu dönemlerin iyi birer doğal savunma aracıydı; ve ikinci bahçenin kuzeyindeki dar bir hatta Fırat ve Dicle, ırmaklar arasında ve güneye doğru bölgenin koruması amacıyla inşa edilebilecek doksan kilometreye varan bir koruma duvarına imkân verecek şekilde birbirine yaklaşmaktaydı.
76:1.4 (847.6) Yeni Cennet Bahçesi’ne yerleştikten sonra, yaşamın çetin yöntemlerine uyum sağlamak gerekli hale gelmişti; toprağın neredeyse lanetlenmiş olduğu tamamiyle doğruymuş gibi gözüktü. Doğa bir kez daha yönetimi eline geçirmekteydi. Bu aşamada Âdem unsurları, fani mevcudiyetin doğal karşıtlıkları ve uyumsuzluklarının yanı sıra hazırlıksız toprakla başa çıkarak yaşamın gerçeklerinin üstesinden gelmek zorunda bırakılmışlardı. Onlar ilk bahçeyi kendileri için kısmen hazırlanmış olarak bulmuşlardı; ancak ikinci bahçe, kendi bilek güçleriyle ve “alın terleri” ile yaratılmak zorundaydı.
76:2.1 (848.1) Kabil’in doğumundan sonra iki yılından daha kısa bir süre içinde, Âdem ve Havva’nın ikinci bahçe içindeki ilk çocukları olarak Habil dünyaya gelmişti. Habil on iki yaşına geldiğinde sürülerin sorumluluğunu tercih etmişti; Kabil ise tarımı seçmişti.
76:2.2 (848.2) Bu aşamada, bahse konu dönemlerde sahip olunan şeyler içerisinde din adamlığı kurumuna bağışta bulunmak adetti. Sürü güdenler sürü hayvanlarını getirir, çiftçiler ise tarla ürünlerini sunarlardı; ve bu gelenek uyarınca Kabil ve Habil böylece din adamlarına dönemsel bağışlarda bulundular. Bu iki erkek evlat birçok kez seçmiş oldukları işlerin göreceli yararları üzerine tartışmışlardı; ve Habil, ilk tercihin kendisinin sunduğu hayvan kurbanlarına olduğunu anlamakta gecikmemişti. Bilinçsiz bir biçimde Kabil, tarlalardan elde edilen ürünlere yönelik daha önce uygulanmakta olan ilk tercih uygulaması biçimindeki birinci Cennet Bahçesi’nin geleneklerinin gelmesi için itirazda bulundu. Ancak bunun gerçekleşmesine Habil izin vermezdi; ve Habil başarısızlığı sebebiyle abisiyle alay etti.
76:2.3 (848.3) İlk Cennet Bahçesi zamanlarında Âdem gerçekten de, Kabil’i itirazlarında haklı çıkaran bir biçimde hayvanların bağış olarak kurban edilişini caydırmaya çalıştı. Ancak, ikinci Cennet Bahçesi’nin dini yaşamını düzenlemek zordu. Âdem inşaat, savunma ve tarım işleri ile ilgili bin bir ayrıntıyla boğuşmaktaydı. Ruhsal olarak bu ölçüde umutsuzluğa düşmüş bir haldeyken o, birinci bahçede aynı yetkinlikler içinde görev yapmış Nodit kökenli topluluk üyelerine ibadet ve eğitimin örgütlenişini emanet etmiştir; ve buna rağmen bile görev halindeki Nodit din adamları kısa bir süre içinde Âdem-öncesi dönemlerin ortak ölçütlerine ve idare biçimlerine geri dönmektelerdi.
76:2.4 (848.4) Bu iki erkek çocuk hiçbir bir zaman anlaşamadılar; ve bu kurbanlık meselesi, ikisi arasındaki mevcut kinin daha da büyümesine sebep oldu. Habil, Âdem ve Havva’nın oğlu olduğunu bilmekteydi; ve o hiçbir zaman, Âdem’in kendi babası olmadığını Kabil’in başına kalkmaktan geri durmuyordu. Kabil; babası, mavi ve kırmızı ırka ek olarak yerli Andonsal ırk koluyla karışmış Nodit ırkının bir üyesi olduğu için, saf eflatun ırk mensubu değildi. Ve bütün bunların hepsi Kabil’in kavgacı doğasıyla birleşince, küçük kardeşi için sürekli artan bir kini içinde beslemesine sebep olmuştu.
76:2.5 (848.5) Aralarındaki gerginlik tamamen sonuçlandığında, bu çocuklar sırasıyla on sekiz ve yirmi yaşındaydılar; bu günde Habil’in sataşmaları kavgacı kardeşi Kabil’i o kadar sinirlendirmişti ki, Kabil bunun karşılığında öfkeye kapılıp onu öldürdü.
76:2.6 (848.6) Habil’in davranışı irdelendiğinde, karakter gelişimindeki etkenler olarak çevre ve eğitimin önemi ortaya çıkmaktadır. Habil olası en yüksek bir kalıtıma sahipti, ve kalıtım ise karakter bütünlüğünün temelini oluşturmaktadır; ancak alt düzeyde bulunan bir çevrenin etkisi, bu muhteşem kalıtımı neredeyse tamamen etkisiz hale getirdi. Özellikle daha küçük yaşları boyunca Habil, elverişsiz çevre koşulları tarafından büyük ölçüde etkilenmişti. O, yirmi beş veya otuz yaşına kadar yaşasaydı tamamiyle başka bir kişi olacaktı; onun muhteşem kalıtımı bu zaman zarfında kendisini gösterebilecekti. İyi bir çevre, alt düzeydeki bir kalıtımın ürünü olan karakter yoksunluklarının gerçek anlamda üstesinden gelinmesine yönelik çok katkı sağlayamasa da; kötü bir çevre, muhteşem bir kalıtımı, en azından genç yaşlarında, oldukça etkin bir biçimde bozabilir. İyi toplumsal çevre ve yerinde eğitim, iyi kalıtımı en iyi bir şekilde açığa çıkarmak için hayati derecede önemli hava ve topraktır.
76:2.7 (849.1) Habil’in ölümü, köpekleri sahibi olmadan sürüleri eve getirdiğinde ebeveynleri tarafından anlaşıldı. Âdem ve Havva için Kabil hızlı bir biçimde, akılsızlıklarının acımasız bir yadigârı haline gelmekteydi; ve onlar, bahçeden ayrılma kararında Kabil’i desteklediler.
76:2.8 (849.2) Kabil’in Mezopotamya’daki yaşamı, doğru düzenden ayrılışın öylesine tuhaf bir biçimde simgesi olduğu için, mutluluk içerisinde geçememişti. Onun birliktelik içerisinde bulunduğu kişiler kendisine kötü davranmamaktalardı, ama Kabil mevcudiyeti karşısında onların bilinçaltında barındırdıkları hınçtan habersizdi. Fakat Kabil, hiçbir kabile simgesi taşımadığı için kendisini şans eseri görecek ilk komşu kabile mensubu tarafından öldürüleceğini bilmekteydi. Korku ve bir parça vicdan azabı kendisini yaptığından dolayı pişman olmaya itti. Kabil’in içinde hiçbir zaman bir Düşünce Düzenleyicisi ikamet etmemişti; ve o her zaman, aile düzeninin karşısında durmuş ve babasının dinini küçümsemişti. Ancak bu aşamada o annesi olan Havva’ya gitmiş ve ondan ruhsal yardım ve yönlendirme talebinde bulunmuştu; ve dürüst bir biçimde kutsal desteğin peşine düştüğünde, bir Düşünce Düzenleyicisi onun içinde ikamet etmeye başlamıştır. Ve içinde ikamet eden ve dikkatle her şeyi gözeten bu Düzenleyici, kendisinden en çok korku duyulan Âdem kabile üyesi biçiminde görülmesine neden olan, farklı bir üstünlük imkânı sağlamıştı.
76:2.9 (849.3) Ve böylece Kabil, ikinci Cennet Bahçesi’nin doğusunda bulunan Nod yerleşkesine doğru buradan ayrıldı. O, babasının insanlarına ait bir topluluk içinde büyük bir önder haline geldi; ve bir dereceye kadar, Serapatatia’nın öngörülerini doğruladı; çünkü Kabil, yaşamı boyunca Nod ve Âdem unsurlarının bu bölünüşünün barışla düzeltilmesini sağladı. Kabil, uzak kuzeni olan Remona ile evlendi; ve onun ilk erkek çocuğu olan Enoch, Elam Nod unsurlarının başı haline geldi. Ve yüz yıllar boyunca Elam ve Âdem unsurları barış içinde kalmaya devam etti.
76:3.1 (849.4) İkinci bahçe içerisinde zaman ilerlerken, doğru yoldan ayrılışın sonuçları artarak belirginleşmeye başladı. Âdem ve Havva, Edentia’ya götürülen çocuklarına ek olarak önceki evlerinin güzelliğini ve huzurunu çok aradılar. Bu muhteşem çiftin âlemin ortak bedeni düzeyine indirgenişini gözlemlemek gerçekten de acınası bir durumdu; ancak onlar, alçalan düzeylerini saygıyla ve metanetle karşıladılar.
76:3.2 (849.5) Âdem vaktinin büyük bir kısmını bilge bir biçimde, çocuklarını ve onların birliktelik içinde bulunduğu kişileri kamu idaresinde, eğitimsel yöntemlerde ve dini ibadetlerde eğitmekle harcadı. Eğer onun bu öngörüsü olmasaydı, ölümü üzerinde çok ciddi karışıklıklar açığa çıkabilirdi. Böyle olduğu için Âdem’in ölümü, insanlarının yaşam koşullarını idare edişi üzerinde çok az bir değişikliğe neden olmuştur. Ancak vefatlarından çok uzun bir süre önce Âdem ve Havva, Cennet Bahçesi içerisindeki ihtişam dolu günleri çocukları ve takipçilerinin yavaş yavaş unutmaya başladıklarının farkına varmışlardı. Ve takipçilerinin büyük bir çoğunluğu için Cennet Bahçesi’nin yüceliğini unutmak iyi bir şeydi; onlar, daha az elverişli çevrelerinden dolayı gereksiz bir hayal kırıklığına kolay kolay düşmeyeceklerdi.
76:3.3 (849.6) Âdem unsurlarının toplum yöneticileri, ilk bahçenin evlatlarından saltanat usulü ile seçilmişlerdi. Âdem’in ilk oğlu Âdemoğlu (Âdem oğlu Âdem), ikinci Cennet Bahçesi’nin kuzeyinde eflatun ırkının yardımcı bir merkez idaresini kurdu. Âdem’in ikici evladı Eveson, üstün bir önder ve idareci haline geldi; o, babasının büyük bir yardımcısıydı. Eveson, Âdem kadar uzun bir süre yaşamamıştı; ve onun en büyük oğlu Jansad, Âdem kabilelerinin başı olarak Âdem’in varisi haline geldi.
76:3.4 (849.7) Din adamlığı veya diğer bir değişle dini önderlik, ikinci bahçede dünyaya gelmiş olan Âdem ve Havva’nın hayattaki en büyük oğlu Seth ile doğdu. Seth, Âdem’in Urantia’ya varışından yüz yirmi dokuz yıl sonra doğmuştu. Seth, ikinci bahçenin yeni din adamlık kurumunun başı haline gelerek, babasının insanlarının ruhsal düzeyini geliştirme görevine kendisini adayan bir hale geldi. Onun oğlu Enos, ibadetin yeni düzeninin kurdu; ve onun torunu Kenan, yakında ve uzakta bulunan komşu kabileler için dışa yönelik din yayma hizmetini kurumsallaştırdı.
76:3.5 (850.1) Seth din adamlığı; dini, sağlığı ve eğitimi içine alan bir biçimde üç katmanlı bir girişimdi. Bu düzenin din adamları; dini törenleri yönetmek, sağlık uzmanları ve temizlik denetleyicileri olarak faaliyet göstermek ve bahçenin okullarında öğretmenler olarak faaliyet göstermek üzere eğitilmişlerdi.
76:3.6 (850.2) Âdem’in kervanı, birinci bahçenin bitkilerinden ve tahıllarından yüzlercesinin tohumunu ve çiçek soğanını beraberlerinde ırmaklar arasındaki bu yerleşkeye getirmişlerdi; onlar aynı zamanda, geniş sürüler ve evcilleştirilmiş her hayvandan bir kaçıyla buraya gelmişlerdi. Bu nedenle onlar, çevre kabileler üzerinde büyük bir üstünlüğe sahip oldular. Onlar, ilk Bahçe’nin geçmiş kültürünün birçok yararından memnuniyetle faydalandılar.
76:3.7 (850.3) İlk bahçeden ayrılış vaktine kadar Âdem ve onun ailesi her zaman; meyveler, tahıllar ve yemişler ile beslenmekteydiler. Mezopotamya’ya olan yolculuklarında onlar ilk kez, şifalı bitkiler ve sebzeleri tattılar. Et ile beslenme ikinci bahçeye en erken dönemlerinden itibaren girmişti, ancak Âdem ve Havva eti günlük beslenme biçimlerinin bir parçası haline hiçbir zaman getirmediler. Ne Âdemoğlu ne de Havvaoğlu, ilk bahçenin ilk nesil çocuklarının herhangi biri bile, et ile beslenen konuma gelmemişlerdir.
76:3.8 (850.4) Âdem unsurları, kültürel kazanım ve ussal gelişim bakımından çevre toplulukları üzerinde büyük bir üstünlük kurdu. Onlar üçüncü alfabeyi yaratmış olup, diğer bir yandan ise modern sanatın, bilimin ve edebiyatın ilk temsillerinin ortaya çıkması için temelleri attılar. Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bu topraklarda onlar; yazı, madeni eşyalar yapım, çömlek ve dokuma sanatlarını besleyip, bin yıllar boyunca daha iyisinin ortaya çıkmayacağı bir mimari türü yarattılar.
76:3.9 (850.5) Eflatun insanlarının ev yaşamı, içlerinde bulundukları dönem ve koşulları için olası en yüksek düzeyde bulunmaktaydı. Çocuklar; tarım, el işleri ve hayvan evcilleştirilmesi hususlarındaki derslere tabilerdi; ve onların dışında kalanlar ise, bir Seth üyeliğinin üç katmanlı görevini yerine getirmek için eğitilmektelerdi: bu görev din adamı, sağlık uzmanı ve öğretmen olmaktı.
76:3.10 (850.6) Ve Seth din adamlığını düşünürken, gerçek eğitmenler olarak sağlık ve dinin yüksek akla sahip ve soylu bu öğretmenlerini; daha sonraki kabilelerin ve çevre insan topluluklarının yozlaşmış ve ticari hale gelmiş din adamları ile karıştırmayın. Onların dini evren ve İlahiyat kavramları ileri bir düzeyde olup, neredeyse tamamen doğruydu; onların sağlık emirleri, içinde bulundukları dönem bakımından, mükemmeldi; ve onların eğitim yöntemlerinin üzerine bu dönemden beri hiçbir şekilde geçilmemiştir.
76:4.1 (850.7) Âdem ve Havva, Urantia üzerinde ortaya çıkan dokuzuncu insan ırkı olarak, eflatun insanları ırkının kurucularıydılar; Âdem ve onun doğumu mavi gözlere sahiplerdi; ve eflatun insan toplulukları, açık ten rengine ek olarak sarı, kırmızı ve kahverengi şeklindeki açık saç renkleriyle ayırt edilmekteydi.
76:4.2 (850.8) Havva, doğumda acı çekmemişti; buna ek olarak öncül evrimsel ırkların hiçbiri bu acıyı deneyimlememiştir. Evrimsel insanın Nodit unsurları ve daha sonra Âdem unsurları ile olan birlikteliğinden doğan melez ırklar, doğumun ciddi sancılarını deneyimlediler.
76:4.3 (851.1) Jerusem üzerindeki kardeşleri gibi Âdem ve Havva’ya; yiyecek ve ışıktan oluşan ve Urantia üzerinde açığa çıkarılmamış belirli üstün fiziksel enerjilerle takviye edilen çifte besin ile yaşam enerjisi sağlanmaktaydı. Onların Urantia doğumları, ebeveynlerinin sahip olduğu enerji alımı ve ışık dolaşımı kazanımını onlardan kalıtımsal olarak alamadılar. Onlar, insan türüne özgü kan dolaşımıyla beslenme olarak, tek bir dolaşıma sahiplerdi. Onlar, her ne kadar çok uzun yaşam sürelerine sahip olsalar da fani olarak tasarlanmışlardı; her ne kadar bu uzun ömürlülük her bir ilerleyen nesilde daha çok insanların sahip oldukları ölçütlere gerilemiştir.
76:4.4 (851.2) Âdem, Havva ve onların ilk nesil çocukları, beslenmeleri için hayvan etini kullanmadılar. Onlar tamamen “ağaçların meyvelerinden” beslendiler. İlk nesilden sonra Âdem’in tüm soyları, mandıra ürünlerinden beslendi; ancak onların çoğu, etsiz yeme alışkanlarına bağlı kalmayı sürdürdü. Daha sonra kendileriyle bütünleşen birçok güney kabile üyesi de et ile beslenmemektelerdi. Daha sonra, sadece sebze ile beslenen bu kabilelerin çoğu doğuya göç etmiş olup, şimdi Hindistan insanları olan bütünlük içinde varlıklarını devam ettirmişlerdir.
76:4.5 (851.3) Âdem ve Havva’nın fiziksel ve ruhsal öngörüleri, bugünün insan topluluklarına kıyasla çok daha üstündü. Onların özel duyuları çok daha keskindi; ve onlar yarı-ölümlü unsurları, Melçizedekler olan meleksel ev sahiplerini, ve soylu halefi ile birkaç kez görüşmek için gelmiş olan devrik Prens Caligastia’yı görebilmektelerdi. Bu özel duyular çocuklarında bu kadar keskin değildi; ve bu duyular, her yeni nesilde körelme eğilimi gösterdi.
76:4.6 (851.4) Âdem çocukları, hepsi kuşkusuz bir biçimde varoluş yetkinliğine sahip oldukları için, genellikle Düzenleyici’yi içlerinde barındırmaktaydı. Onların üstün doğumları, evrimin çocukları gibi fazlasıyla korku hissi duymamaktaydılar. Bugünün Urantia ırkları içinde korku hala fazla bir biçimde var olmaya devam etmektedir; bu durumun nedeni, ırkları fiziksel olarak canlandırma tasarımının erken bir biçimde yanlış idare edilmesi yüzünden atalarınızın Âdem’in yaşam plazmasının çok azından faydalanabilmiş olmasıdır.
76:4.7 (851.5) Maddi Evlatlar ve onların doğumlarının sahip oldukları beden hücreleri, gezegenin yerli sakinleri olan evrimsel varlıklarınınkine kıyasla hastalığa çok daha fazla dirençliydi. Yerli ırkların beden hücreleri, âlemin mikroskopla görülen ve hatta ondan daha küçük hastalık-yaratıcı yaşayan organizmalar ile aynı türdendir. Bu gerçekler, bilimsel uğraşlar vasıtasıyla birçok fiziksel hastalığa karşı koymak için Urantia insanlarının ne kadar çok çalışmak zorunda olduklarını açıklamaktadır. Eğer ırklarınız Âdemsel yaşamdan daha çok özü barındırabilseydi, sizler kıyaslanamaz bir derecede hastalığa karşı dirençli olurdunuz.
76:4.8 (851.6) Fırat Nehri kenarındaki ikinci bahçede yerleşik bir konuma gelince Âdem, ölümü sonrasında dünyaya yarar sağlaması için yaşam plazmasının olabildiğince çok miktarını ardında bırakmayı tercih etmiştir. Bunun sonucunda Havva, ırk gelişiminden sorumlu on iki heyet üyesinden oluşan bir birliğin başına getirilmişti; ve Âdem’in ölümünden önce bu heyet, Urantia üzerinde en yüksek düzeyde bulunan 1.682 kadını seçmişti; ve bu kadınlar, Âdem’in yaşam plazmasından gebe kalmıştı. Onların çocuklarının tümü, 112’si dışında erişkin düzeye kadar büyüdü; dünya bu şekilde, 1.570 üstün ilave erkek ve kadının kendisine tahsis edilmesinden böylece faydalanmış oldu. Her ne kadar bu aday anneler çevre kabilelerin tümünden seçilmiş ve dünya üzerindeki ırkların birçoğunu temsil etmiş olsalar da, onların çoğunluğu Nod unsurlarının en yüksek ırk kollarından belirlenmişti; ve onlar, kudretli And unsurları ırkının öncül temellerini oluşturmuşlardı. Bu çocuklar, dünyaya geldikleri annelerin ait oldukları kabile yerleşkesinde doğup büyütülmüşlerdi.
76:5.1 (851.7) İkinci Cennet Bahçesi’nin kurulmasından sonra yakın bir zaman içerisinde Âdem ve Havva, pişmanlıklarının kabul edildiğine dair gerektiği gibi bilgilendirildi; buna ek olarak onlara, dünyalarına ait fanilerin nihai sonunu paylaşmakla yükümlü olduklarından Urantia’nın uyku halindeki kurtuluş unsurlarının düzeylerine girmeye kesinlikle yetkin oldukları iletildi. Onlar, Melçizedekler’in oldukça etkileyici bir biçimde kendilerine duyurduğu yeniden dirilişe ve iyileşmelerine dair bu müjdeye bütünüyle inandılar. Onların neden oldukları suç, bir karar hatasıydı; o, bilinçli ve kasıtlı isyana ait bir günah değildi.
76:5.2 (852.1) Âdem ve Havva, tıpkı Jerusem’in vatandaşları gibi, Düşünce Düzenleyicileri’ne sahip değillerdi; buna ek olarak onlar, ilk bahçe döneminde Urantia üzerinde faaliyet gösterirken Düzenleyici’yi içlerinde barındırmamaktalardı. Ancak fani düzeye indirgenmelerinden kısa bir süre sonra onlar, içlerindeki yeni bir mevcudiyetin farkına vardılar; ve içten pişmanlıkla birleşen insan mevcudiyetinin, Düzenleyicileri içlerinde barındırmalarını mümkün kıldığını hemen kavradılar. Düzenleyiciler’i içlerinde barındırmaya dair bu gerçeklik, Âdem ve Havva’yı yaşamlarının geri kalanı boyunca büyük ölçüde cesaretlendirmiştir; onlar, Satania’nın Maddi Evlatları olarak başarısız olduklarını bilmektelerdi; ancak onlar aynı zamanda, Cennet sürecinin evrenin yükseliş halindeki evlatları olarak kendilerine açık olduğunu bilmektelerdi.
76:5.3 (852.2) Âdem, gezegene varışıyla birlikte eş zamanlı olarak gerçekleşmiş yazgı sonu dirilişi hakkında bilgiye sahipti; ve o, evlatlığın yeni düzeyinin varışıyla birlikte kendisi ve eşinin muhtemel bir biçimde yeniden kişilikleştirileceğine inanmaktaydı. O, bu evrenin hâkimi olan Mikâil’in çok yakın bir zaman içerisinde Urantia üzerinde ortaya çıkacağını bilmemekteydi; o, bir sonraki Evlat’ın Avonal düzeyden geleceğini düşünmekteydi. Böyleyken bile, Âdem ve Havva’nın Mikâil’den o zamana kadar aldıkları tek kişisel ileti üzerinde düşünmesi onlar için anlaşılması zor bir şey olmakla birlikte her zaman rahatlatan bir etkiye sahipti. Arkadaşlığın ve tesellinin diğer dışavurumlarına ek olarak bu ileti şunu bildirmiştir: “Ben yükümlülüklerinizi yerine getirmeyişiniz ile ilgili olan koşulları irdeledim, ben kalplerinizin her zaman duyduğu Yaratıcı’nın iradesine sadık kalma arzusunu unutmadım, ve sizler, âlemimin alt sorumlu Evlatları tarafından daha önce çağrılmazsanız fani geniş uykusu sürecinden istenilecekseniz.”
76:5.4 (852.3) Ve bu ileti Âdem ve Havva için büyük bir sırdı. Onlar, bu ileti içerisinde olası bir özel dirilişin örtülü sözünü kavrayabiliyorlardı; ve bu türden bir olasılık onları büyük bir neşeye boğdu; ancak onlar, Urantia üzerinde Mikâil’in kişisel görünüm vaktine kadar uyuyabileceklerine dair üstü kapalı bilgilendirmenin anlamını kavrayamıyorlardı. Ve böylece Cennet Bahçesi çifti her zaman, ileride bir vakit Tanrı’nın bir Evladı’nın geleceğini duyurdular; ve onlar, en azından olmasını arzuladıkları bir ümitle, sevdiklerine; hatalarına ve üzüntülerine sahne olan dünyalarının, evrenin yöneticisinin Cennet bahşedilme Evladı olarak üzerinde faaliyet göstermek için tercih edebileceği âlem olma ihtimaline dair inançlarını iletmişlerdi. Bu türden bir ümit gerçekleşmeyecek kadar güzeldi; ancak Âdem, isyanla parçalanmış Urantia’nın sonunda Nebadon’un tümü içindeki en kıskanılan gezegen olarak Satania sisteminin içindeki en talihli dünya haline gelebileceğini aklından geçirmişti.
76:5.5 (852.4) Âdem 530 yıl yaşamıştır; o, ileri yaş olarak adlandırılabilecek sebepten dolayı vefat etmiştir. Onun fiziksel bünyesi yalın bir deyimle yıpranmıştı; ayrışma süreci kademeli olarak onarım işleyişinin önüne geçmişti; ve kaçınılmaz son gelmişti. Havva, Âdem’den on dokuz yıl önce zayıflayan kalbi nedeniyle yaşamını yitirmişti. Onların ikisi de, tasarımları uyarınca inşa edilmiş birlikteliklerini çevreleyen duvar tamamlandıktan sonra kutsal mabedin merkezine gömülmüşlerdir. Ve bu eylem, ibadethanelerin altlarına yüksek mertebeli ve dindar erkek ve kadının gömülmesi uygulamasının kökenini oluşturmuştur.
76:5.6 (852.5) Melçizedekler’in idaresi altındaki Urantia’nın aşkın-maddi yönetimi görevine devam etmişti; ancak evrimsel ırklar ile gerçekleştirilen doğrudan fiziksel iletişime son verildi. Gezegensel Prens’in bedensel görevlilerinin geldiği uzak dönemlerden Van ve Amadon zamanları boyunca Âdem ve Havva’nın gelişine kadar, evren yönetiminin fiziksel temsilcileri gezegen üzerinde konumlanmış bir haldeydi. Ancak Âdem’in görevini yerine getirmedeki başarısızlığı ile birlikte, dört yüz elli bin yılı aşan bir süreci kaplayan, bu düzen sona erdi. Ruhsal alanlarda meleksel yardımcılar, bireyin kurtuluşu için kahramanca çalışır haldeki Düşünce Düzenleyicileri ile birlikte mücadelelerini sürdürdüler; ancak Maçiventa Melçizedek’in varışına kadar dünya refahına dair çok uzun bir dönemi kapsayan etraflıca bir tasarımın varlığı dünya fanilerine duyurulmamıştır; bir Tanrı Evladı’nın sahip olduğu güç, sabır ve yönetim yetkisiyle İbrahim kendi döneminde, talihsiz Urantia’nın ileri canlandırılışı ve ruhsal iyileştirilişi için temelleri atmıştır.
76:5.7 (853.1) Talihsizlik buna rağmen Urantia’nın payına düşen tek şey değildi; bu gezegen aynı zamanda Nebadon yerel evreni içinde en talihli olandı. Urantialılar; atalarının apaçık yanlışlarından ve öncül dünya yöneticilerinin hatalarından doğan bu karanlık geçmişin kendisi, cennet içindeki Yaratıcı’nın sevgi dolu kişiliğini üzerinde açığa çıkarmak için esas mekân olarak bu dünyayı tercih ettirtecek kadar Nebadon Mikâili’nin ilgisini çeken bir derecede gezeni bu tür ümitsiz bir düzeye sevk ettiyse, daha da fazlası onu kötülük ve günahla kafa karışıklığına ittiyse, bunların hepsini bir kazanç olarak değerlendirilmelidir. Karmaşık hale gelen olayları düzene sokmak için Urantia bir Yaratan Evlat’a ihtiyaç duymamaktaydı; bunun yerine Urantia üzerinde mevcut olan kötülük ve günah, Cennet Yaratıcısı’nın eşsiz sevgisini, bağışlamasını ve sabrını açığa çıkarmak için Yaratan Evlat’a çok daha etkileyici bir geçmişi sunmuştu.
76:6.1 (853.2) Âdem ve Havva; Urantia üzerindeki eflatun ırkının maddi bedeni içindeki görevlerinden önceki dönemlerde kendilerine tamamen aşina olan dünyalar biçimindeki, malikâne dünyaları üzerindeki yaşamlarına ölüm uykularından ileride kalkıp devam edeceklerine dair Melçizedekler tarafından kendilerine verilen vaatlere derinden inanarak fani istirahatlarına çekildiler.
76:6.2 (853.3) Onlar, âlemin fanilerine ait bilinçsiz haldeki uykunun şuursuzluğunda uzun süre istirahat etmediler. Âdem’in ölümünün üçüncü gününde, hürmetkârca düzenlenen naaş töreninden iki gün sonra; Mikâil adına görevde bulunan, Salvington üzerindeki Zamanın Birliktelikleri tarafından onaylanmış ve vekil Edentia’nın En Yüksek Unsurları tarafından gözden geçirilmiş, Urantia üzerinde Âdemsel görev başarısızlığının tüm seçkin kurtuluş unsurlarına özel yoklama çağrısını emreden Lanaforge yönergeleri Cebrail’in ellerine teslim edilmişti. Ve özel dirilişin bu emri uyarınca Urantia zincirlerinin yirmi altıncısı olan Âdem ve Havva, ilk bahçe döneminde kendilerine yardımda bulunan 1.316 yardımcısı ile birlikte Satania’nın malikâne dünyalarına ait diriliş yapılarında yeniden kişilikleştirilip tekrar bir bütün haline getirildiler. Âdem’in varış zamanında, uyuyan kurtuluş unsurlarına ve yaşayan yetkin yükseliş bireylerine ait bir yazgı dönem sonu hükmüyle gerçekleşen olaylar sonucunda birçok diğer sadık ruh çoktandır bu dünyaya aktarılmış halde bulunmaktaydı.
76:6.3 (853.4) Âdem ve Havva, ilerleyici yükseliş dünyaları boyunca Jerusem üzerindeki vatandaşlık seviyesine erişene kadar hızlı bir biçimde yükseldiler; onlar bir kez daha kökenleri olan gezegenin vatandaşları haline gelmişlerdi; ancak bu sefer, evren kişiliklerin farklı bir düzeyine ait üyeler olarak bu gezegenin vatandaşlığını ellerinde bulundurmaktalardı. Onlar Jerusem’i — Tanrı’nın Evlatları olarak — kalıcı vatandaşlar düzeyinde terk etmişlerdi; onlar buraya insan evlatları olarak — yükseliş vatandaşları seviyesine geri dönmüşlerdi. Onlar, Urantia’nın mevcut danışma-denetim bünyesini oluşturan yirmi dört danışman arasındaki mevkie daha sonra atanan bir biçimde, sistem başkenti üzerinde doğrudan Urantia hizmetine görevlendirilmişlerdi.
76:6.4 (854.1) Ve böylelikle Urantia’nın Gezegensel Âdem ve Havvası’nın hikâyesi sona ermektedir; onların hikâyesi bir deneme-yanılma, trajedi ve zafer öyküsüdür; bu hikâye en azından, sahip olduğunuz iyi niyetli fakat yanılmış Maddi Erkek ve Kız Evlat’ın kişisel başarısıdır; ve kuşkusuz bir biçimde onların öyküsü sonuç olarak, bu iki bireyin dünyası ve onun isyanla çalkalanmış ve kötülükten bitap düşmüş sakinleri için nihai bir zafer hikâyesidir. Her şey göz önünde tutulduğunda Âdem ve Havva, insan ırkının çabuk medenileşmesine ve hızlandırılmış biyolojik ilerleyişine çok büyük katkı sağlamıştır. Onlar dünya üzerinde büyük bir kültürü gerilerinde bırakmışlardı; ancak bu türden gelişmiş bir medeniyetin kurtuluşu, Âdemsel kalıtımın öncül zayıflayışı ve nihai çöküşü karşısında mümkün değildi. Bir medeniyeti mevcut kılan onu inşa eden insan topluluklarıdır; bu yetkin birey toplulukları olmadan medeniyet kendisini sürdürecek zümreleri yaratamamaktadır.
76:6.5 (854.2) [“Bahçe’nin {yüksek} meleksel sesi” olan Solonia tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
77. Makale
77:0.1 (855.1) NEBADON’UN birçok yerleşik dünyası âlemlerin fani türleri ve meleksel düzeyler arasında bir konumda bulunan, bir yaşam-faaliyet seviyesinde ikamet eden benzersiz varlıkların bir veya daha fazla topluluğuna ev sahipliği yapmaktadır; bu nedenle onlar yarı-ölümlü yaratılmışlar olarak adlandırılmaktadır. Onlar; kazara ortaya çıkan bir görünüme sahip olsalar da oldukça yaygın bir biçimde görünmekte olup, bütünlüksel gezegensel hizmetimizin temel düzeylerinden biri olarak hepimizin uzun bir süredir kabul ettiği ölçüde kıymetli varlıklardır.
77:0.2 (855.2) Urantia üzerinde yarı-ölümlülerin iki farklı düzeyi faaliyet göstermektedir: onlar; Dalamatia döneminde varlık kazanan birincil veya diğer bir değişle kıdemli birlik ve doğumları Âdem’in dönemine dayanan ikincil veya daha genç topluluktur.
77:1.1 (855.3) Birincil yarı-ölümlüler kökenlerini, Urantia üzerinde mevcut maddi ve ruhsal niteliklerin karşılıklı eşsiz bir birlikteliğinden almaktadırlar. Bizler, diğer dünyalar üzerinde ve farklı sistemler içindeki benzer yaratılmışların mevcudiyetine dair bilgiye sahibiz; fakat bu varlıklar, benzer olmayan yöntemler vasıtasıyla yaratılmışlardır.
77:1.2 (855.4) Evrim halindeki bir gezegen üzerinde Tanrı’nın Evlatları’nın birbirini takip eden bahşedilişleri âlemin ruhsal işleyişi içerisinde dikkate değer değişiklikleri meydana getirmiştir; ve zaman zaman onların bahşedilişleri, gerçekten anlaşılması zor olan ölçüde, bir gezegen üzerindeki ruhsal ve maddi birimlerin karşılıklı birlikteliklerin işleyiş biçimini dönüşüme uğratmıştır. Prens Caligastia’nın yönetim görevlilerine ait yüz bedensel üyenin düzeyi tek başına, bu türden benzersiz bir birlikteliği temsil etmektedir: bu birliktelik, Jerusem’in yükseliş halindeki morontia vatandaşları olarak doğum ayrıcalıklarına sahip olmadan madde-ötesi varlıkları olmalarıydı. Urantia üzerindeki alçalış halindeki gezegensel hizmetkârlar olarak onlar, (bazıların daha sonra gerçekleştirdikleri gibi) maddi doğumları dünyaya getirmeye yetkin bir biçimde maddi cinsiyet yaratılmışları halindelerdi. Bizlerin tatmin edici bir biçimde açıklayamadığı şey, bu yüz üyenin madde-ötesi bir düzey üzerinde ebeveynsel görevde faaliyet gösterebildiğidir; fakat bunların hepsi harfi harfine yaşanmıştı. Bedensel yönetim görevlilerine ait bir erkek ve kadın üyenin madde-ötesi (cinsel-olmayan) birlikteliği, birincil yarı-ölümlülerin ilk doğumlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.
77:1.3 (855.5) Maddi ve meleksel seviyelerin arasında bulunan bu düzeye ait bir yaratılmışın Prens’in yönetim merkezi işlerini yerine getirmede büyük bir hizmette bulunabileceği derhal keşfedildi; ve bedensel görevlilerin her çiftine böylelikle benzer varlığı dünyaya getirme izni verildi. Bu çaba, elli yarı-ölümlü yaratılmışın ilk topluluğunun meydana gelmesiyle sonuçlandı.
77:1.4 (855.6) Bu benzersiz topluluğun faaliyetini bir yıl gözlemledikten sonra Gezegensel Prens, kısıtlama olmadan yarı-ölümlülerin doğumuna izin verdi. Bu tasarı, yaratma gücü sürdükçe yerine getirildi; ve 50.000 varlıktan oluşan özgün birlik böylelikle yaratılmış oldu.
77:1.5 (856.1) Her yarı-ölümlünün doğumu arasında bir buçuk yıllık bir süreç geçmişti; ve bu türden varlıkların bin kadarı her çiftte benliklerine kavuştuklarında, artık onların hiçbir yeni üyesi ortaya çıkmamaktaydı. Ve bu orada, bininci doğumun ortaya çıkması üzerine bu gücün neden tükendiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. Bu yönde ne kadar ilave deneme gerçekleştirilmişse gerçekleştirilsin, onların tümü başarısızlıktan başka bir şeyle sonuçlanmamıştır.
77:1.6 (856.2) Bu varlıklar, Prens idaresinin haber alma birliklerini oluşturdular. Onlar; dünya ırklarını gözlemleme ve incelemeye ek olarak gezegensel yönetim merkezinden kumanda edilen insan toplumunu etkileme görevinde Prens ve onun görevlilerine başka birçok kıymetli hizmeti yerine getirerek geniş bir ölçekte faaliyet gösterdiler.
77:1.7 (856.3) Bu düzen, birincil yarı-ölümlülerin beşte dördünden biraz daha fazlasını ağına düşüren gezegensel isyanın trajik dönemlerine kadar devam etti. Sadık birlikler, Âdem’in dönemine kadar vekil Van önderliği altında faaliyet gösteren Melçizedek alıcılarının hizmetine girmişti.
77:2.1 (856.4) Her ne kadar Urantia’nın yarı-ölümlü yaratılmışlarının kökeni, doğası ve işlevine ait hikâye böyle olsa da; birincil ve ikincil olarak — iki düzey arasındaki benzerlik, gezegensel isyan günlerinden Âdem dönemine kadar Prens Caligastia’nın bedensel görevlileri arasındaki isyankârlardan türeyen soy kolunu tamamen takip edebilmek için birincil yarı-ölümlülerin anlatımına bu noktada ara verilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu unsurlar, ikinci bahçenin ilk dönemlerinde yarı-ölümlü varlıkların ikincil düzeyine zemin hazırlayan kökenin yarısını oluşturan kalıtım koluydu.
77:2.2 (856.5) Prens’e ait görevlilerin fiziksel üyeleri; özel düzeylerinin niteliklerine ek olarak Andon kabilesinin seçilmiş ırk kolununkileri beraberce taşıyarak doğurgan nesil tasarımına katılma amacıyla cinsiyet sahibi yaratılmışlar olarak mevcut kılınmışlardı ve bunların tümü, Âdem’in ilerleyen dönemlerdeki ortaya çıkışının öngörüsünde gerçekleştirilmişti. Yaşam Taşıyıcıları, Âdem ve Havva’nın ilk nesil evlatları ile birlikte Prens görevlilerinin ortak doğumlarının bütünlüğünden meydana gelen yeni bir fani türünü tasarlamış bir haldeydi. Onlar böylelikle, ileride insan toplumunun eğitmen-yöneticileri haline geleceğini umdukları gezegensel yaratılmışların yeni bir düzeyini ön gören bir tasarımı hedeflemiş haldelerdi. Bu türden varlıklar toplumsal egemenlik için tasarlanmışlardı, yönetimsel egemenlik için değil. Ancak bu tasarım neredeyse tamamen başarısız olduğu için, Urantia’nın nasıl da iyi huylu bir aristokrasi önderliğinden ve benzersiz bir kültürden böylece mahrum kaldığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü bedensel görevliler daha sonra doğumda bulunduklarında; onların doğumları isyanı takiben gerçekleşmiş olup, bu dönem sistemin yaşam döngüleri ile olan iletişimlerinden kesildikleri sürece denk gelmiştir.
77:2.3 (856.6) Urantia üzerinde isyan-sonrası dönem, birçok olağandışı gelişmeye şahit oldu. Dalamatia’nın kültürü olarak büyük bir medeniyet parçalara ayrılacaktı. “Nephilim üyeleri (Nod unsurları) bu dönemlerde dünya üzerindelerdi; ve tanrıların bu evlatları insan kızlarına katıldıklarında ve bu kız çocukları onları kabul ettiklerinde, birlikteliklerinin çocukları ‘şanlı insanlar’ olarak ‘eskilerin kudretli insanları’ haline gelmişti.” Her ne kadar onlar “tanrıların evlatları” olmasalar da, bu görevliler ve onların öncül soyları bahse konu uzak dönemlerin evrimsel fanileri tarafından bu şekilde görülmüştü; onların görünüşleri bile gelenekler tarafından abartılmış hale gelmişti. Bu böylelikle, dünyaya inen ve insan kızları ile birlikte kahramanların tarihi bir ırkını dünyaya getiren tanrılara dair neredeyse evrensel bir halk hikâyesinin kaynağıdır. Ve bu efsanenin tümü, ikinci bahçede daha sonra ortaya çıkan Âdem unsurlarının karma ırkları ile birlikte daha fazla karıştırılmış bir hale gelmiştir.
77:2.4 (857.1) Prens görevlilerine ait yüz bedensel üye Andonsal insan-ırk kollarının yaşam plazmasını taşıdığı için, onların cinsel doğum sürecine katılması durumunda soylarının tamamen diğer Andon ebeveynlerinin doğumlarına benzeyeceği beklenebilecek doğal bir durumdu. Ancak Nod’un takipçileri olarak görevliler arasından altmış isyankâr cinsel yollarla doğum sürecine fiilen giriştiklerinde, çocukları Andonit ve Sangik insan topluluklarına kıyasla neredeyse her bakımdan daha üstün olduğu açığa çıktı. Bu beklenmeyen üstünlük yalnızca fiziksel ve ussal niteliklerinde değil aynı zamanda ruhsal yetkinliklerinde de belirgin bir haldeydi.
77:2.5 (857.2) İlk Nod nesli içerisinde ortaya çıkan bu değişken nitelikler, Andonsal yaşam plazmasının kalıtım etkenlerine ait dizilim ve kimyasal yapıtaşları içerisinde gerçekleştirilen belirli değişikliklerden kaynağını almıştır. Bu değişikliklere, Satania sisteminin güçlü yaşam-idare döngülerine ait görevli üyelerin sahip olduğu bedenlerindeki mevcudiyet neden olmuştu. Bu yaşam döngüleri; emredilen Nebadon yaşam oluşumunun ortak hale getirilmiş Satania özelleşmesine ait belirli kalıpları dâhilinde, özelleşen Urantia kalıbına ait kromozomların yeniden düzenlenişine sebebiyet vermişti. Bu yaşam plazmasının sistem yaşam akımları etkisiyle başkalaşım yöntemi, X-ışınlarını kullanarak bitkilerin ve hayvanların yaşam plazması üzerinde Urantia bilim adamlarının dönüşümü sağladıkları belirli işleyiş yöntemlerine benzememektedir.
77:2.6 (857.3) Böylelikle Nod insan toplulukları, Andonsal katılımcıların bedenlerinden Avalon cerrahlarıyla bedensel görevlilere aktarılmış olan yaşam plazmasında meydana gelen belirli tuhaf ve beklenmedik dönüşümlerden doğmuştu.
77:2.7 (857.4) Satania yaşam akımlarının uygun bir biçimde bedenlerine işlenilebilmesi için yüz Andon yaşam plazması katılımcısına yaşam ağacından beslenmesi hakkı verildiği hatırlanmalıdır. İsyana katılan görevlileri takip eden dönüşüme uğramış kırk dört Andon unsuru aynı zamanda kendi aralarında çiftleşmiş olup, Nod insan topluluklarının daha iyi ırk kollarına büyük bir katkı sağlamıştı.
77:2.8 (857.5) Dönüşüme uğramış Andon yaşam plazmasını taşıyan 104 bireyden meydana gelmiş bu iki topluluk, Urantia üzerinde ortaya çıkmakta olan sekizinci ırk olarak Nod unsurlarının kökenini oluşturmaktadır. Ve Urantia üzerinde insan yaşamının bu yeni niteliği; öngörülmemiş gelişmelerden biri olması dışında, bir yaşam-dönüşüm dünyası olarak bu gezegenin kullanılmasına dair özgün tasarımın işleyişinde bir başka safhayı temsil etmektedir.
77:2.9 (857.6) Nod unsurlarının saf kolu muhteşem bir ırktı ancak onlar kademeli olarak dünyanın evrimsel ırklarına karışmış ve bu karışım uzun süren büyük kötüleşme sürecinin ortaya çıkmasından önce gerçekleşmişti. İsyandan sonraki on bin yıllık süreç içerisinde onlar, ortalama yaşamlarının evrimsel ırklardan biraz daha fazla olduğu düzeye kadar gerilemiş bir halde bulunmaktaydı.
77:2.10 (857.7) Arkeologlar; Nod unsurlarının daha sonraki Sümer soylarına ait kil tablet verilerine kazıları sonucunda ulaştıklarında, Sümer kralları tarihinin birkaç bin yıl öncesine kadar dayanmış olduklarını keşfedebilirler; ve bu veriler daha da ileri bir geçmişe gitmektedir; bireysel kralların hâkimiyet dönemleri, yirmi beş ila otuz yıldan başlayarak yüz elli yıl ve fazlasına kadar uzanmaktadır. Bu daha yaşlı kralların uzayan hâkimiyet dönemleri; öncül Nod yöneticilerin bazılarının (Prens görevlilerinin doğrudan soylarının) daha sonraki haleflerinden daha uzun süre yaşadığını göstermekte olup aynı zamanda hanedanlarının Dalamatia’ya kadar uzandığının ortaya konulabileceğine işaret etmektedir.
77:2.11 (857.8) Bu türden uzun yaşama sahip olmuş bireylere dair veriler aynı zamanda, zaman süreçleri olarak ayların ve yılların karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, İbrahim’in İncil’e dayanan soy kütüğünde ve Çin’in öncül kayıtlarında gözlenebilir. Yirmi sekiz günlük ayın, veya diğer bir değişle mevsimin, daha sonra kullanılmış olan üç yüz elli günden fazla günlük yıl ölçümüyle karıştırılması bu türden uzun insan yaşamlarına dair tarihi bilgilere neden olmuştur. Buralarda, dokuz yüz “yıldan” fazla yaşamış bir insana dair kayıtlar bulunmaktadır. Bu süreç yetmiş yılı bile tamamen temsil etmemektedir; ve bu tür yaşamlar, bahse konu yaşam sürecinin daha sonra “yetmiş yıl” olarak adlandırıldığı biçimiyle, çağlar boyunca oldukça uzun olarak görülmüştür.
77:2.12 (858.1) Zamanın yirmi sekiz günlük ay üzerinden ölçümü, Âdem’in döneminden sonra uzun bir süre varlığını sürdürmüştür. Ancak Mısırlılar takvimi yeniden düzenlemeye giriştiklerinde, 365 günlük yıl hesabını getirerek büyük bir doğru hesapla yıl ölçümünü gerçekleştirdiler.
77:3.1 (858.2) Dalamatia’nın sular altında kalmasından sonra Nod insanları kuzeye ve doğuya doğru göç etmişlerdi; onların yakın bir zaman içerisinde, ırksal ve kültürel yönetim merkezleri olan yeni şehirleri Dilmun’u bulmuşlardı. Ve Nod’un ölümünden yaklaşık elli bin yıl sonra, Prens yönetim görevlilerinin doğumları yeni şehirleri olan Dilmun’u çevreleyen yörelerde yaşamlarını idame ettirecek kaynakları bulamayacak kadar çok hale gelince, ve onlar sınırlarındaki Andon ve Sangik kabilelerine karışmaya çoktan başladıklarında, önderlerinin akıllarında ırksal bütünlüklerini korumalarının gerektiğine dair fikir oluştu. Bu nedenle kabilelerin bir heyeti toplandı, ve Nod’un bir soyu olan Bablot’un tasarımı üzerinde uzunca bir süre fikir alışverişinde bulunulduktan sonra bu tasarım onaylandı.
77:3.2 (858.3) Bablot, bahse konu zamanlarda ellerinde bulundukları yerleşkenin merkezinde ırksal üstünlüklerinin simgesi olan temsili bir mabedi inşa etme fikrini öne sürdü. Bu mabet, dünyanın o zamana kadar hiç görmediği bir kuleye sahip olacaktı. Bahse konu yapı, kaybedilmekte olan büyüklüklülerine dair anıtsal bir abide olacaktı. Orada, bu abideyi Dilmun’da dikili görmeyi arzu eden birçok kişi bulunmaktaydı ancak diğerleri bu türden bir yapıtın, ilk başkentleri olan Dalamatia’nın sular altında kalışına dair tarihsel anlatıları hatırlayarak, denizin yarattığı tehlikelerden yeteri kadar uzakta güvenli bir yerde konumlandırılmasında ısrarcı oldular.
77:3.3 (858.4) Bablot, yeni yapıların Nod kültürü ve medeniyetinin gelecekteki merkezinin çekirdeğini oluşturması gerekliliğine dair tasarımda bulundu. Onun tavsiyesi nihai olarak diğerleri üzerinde üstünlük kurdu, ve inşaata tasarımları doğrultusunda başlanıldı. Bu yeni şehir, kulenin mimarı ve yapımcısının isminde Bablot olarak adlandırılacaktı. Bu yerleşke daha sonra Bablod ve nihai olarak Babil ismiyle bilinir hale geldi.
77:3.4 (858.5) Ancak Nod unsurları hala bir ölçüde, bu girişime dair tasarımlar ve amaçlar hususunda görüş bakımından ayrışmıştı. Buna ek olarak onların önderleri bütüncül bir biçimde, ne inşaat tasarımları ne de yapıların tamamlanmasından sonra kullanımlarına dair görüş birliğine sahip değillerdi. Dört buçuk yıllık çalışma sonrasında kulenin dikilme amacına ve hizmetine dair büyük bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Yiyecek kuryeleri anlaşmazlık haberlerini etrafa yaydı, ve çok sayıdaki kabile inşaat sahasında toplandı. Üç farklı görüş, kulenin inşa amacı olarak ileri sürülmüştü:
77:3.5 (858.6) 1. Katılımcıların yarısı olarak en büyük topluluk kuleyi, Nod tarihi ve ırksal üstünlüğünün bir anıtı olarak inşa edilir bir biçimde görmeyi arzu etti. Onlar kulenin, gelecekteki nesillerin tamamının beğenisini kazanabilecek büyük ve heybetli bir yapı olması gerektiğini düşündü.
77:3.6 (858.7) 2. Bir sonraki büyük topluluk kulenin Dilmun kültür anıtı olarak tasarlanmasını istedi. Onlar Bablot’un ticaret, sanat ve imalatın büyük bir merkezi haline geleceğini öngörmüşlerdi.
77:3.7 (859.1) 3. En küçük ve azınlıkta kalan ortak topluluk, kulenin dikilmesinin Caligastia isyanına katılan soylarının hatalarının kefareti için bir fırsat olarak sunulması fikrine sahiptiler. Onlar, kulenin her şeyin Yaratıcısı’na olan ibadete adanması gerektiğini öne sürdüler; ve onlar, yeni şehrin kurulum amacının — çevredeki barbar kabileler için kültürel ve dini merkez olarak faaliyet gösteren bir biçimde — Dalamatia’nın yerini alması gerekliliği fikrini belirttiler.
77:3.8 (859.2) Bu dini topluluk oy sonucunda reddedildi. Çoğunluk, atalarının isyan suçuna karıştığı öğretisine karşı çıktı onlar bu türden bir ırksal damgaya karşı durdular. Tartışma taraflarından birisini alt ettikten ve diğer ikisi arasında karar vermede başarısız olduktan sonra onlar kavgaya tutuştular. Savaşmayan topluluk olan dini görüşü savunanlar güneye evlerine göç etti; onların akranları ise neredeyse yok olana kadar savaşlarına devam etti.
77:3.9 (859.3) Yaklaşık olarak on iki bin yıl önce Babil kulesinin dikilmesi için ikinci bir girişim gerçekleştirildi. Andi unsurlarının karma ırkları (Nod ve Âdem toplulukları) ilk inşaatın yıkıntıları üzerinde yeni bir mabedin yükseltilmesi işine girişti; ancak orada girişimi destekleyecek yeterli destek bulunmamaktaydı girişim, iddialı söylemi altında ezildi. Bu bölge uzun bir süre boyunca Babil yerleşkesi olarak bilinmekteydi.
77:4.1 (859.4) Nod unsurlarının dağılması, Babil kulesi üzerine verilen yıkıcı çatışmanın doğrudan bir sonucuydu. Bu iç savaş daha saf olan Nod unsurların sayılarını büyük ölçüde azaltmış olup, birçok bakımdan büyük bir Âdem-öncesi medeniyeti oluşturmadaki başarısızlıklarının sebebi olmuştu. Bu zaman zarfından itibaren Nod kültürü, Âdemsel katılım tarafından canlandırılana kadar yüz yirmi bin yıldan fazla bir süre boyunca gerilemişti. Ancak Âdem döneminde bile Nod unsurları hala yetkin bir insan topluluğuydu. Onların melez soylarının çoğu, Bahçe inşaat işçileri arasında bulunmaktaydı ve Van’ın topluluk önderlerinden bazıları Nod üyeleriydi. Âdem’in görevlileri konumunda hizmet eden en yetkin akılların bazıları bu ırktan gelmekteydi.
77:4.2 (859.5) Dört büyük Nod merkezinin üçü, Bablot çatışmasının hemen ardından kurulmuştu:
77:4.3 (859.6) 1. Batı veya diğer bir değişle Suriye Nod toplulukları. Milliyetçiler veya diğer bir değişle ırk bağlılığı taşıyan bireylerin hayatta kalanları, kuzeybatı Mezopotamya’ya ilerideki Nod kültür merkezlerini kurmak için Andon unsurları ile birleşerek kuzeye doğru seyahat etti. Bu bütünlük, dağılan Nod unsurlarının en büyük topluluğuydu; ve onlar, daha sonra ortaya çıkacak Asur ırk koluna büyük katkıda bulundu.
77:4.4 (859.7) 2. Batı veya diğer bir değişle Elam Nod unsurları. Kültür ve ticaret savunucuları, doğu yönündeki Elam’a doğru geniş sayılar halinde göç etti; ve burada onlar karma Sangik kabileleri ile birlikte bütünleşti. Her ne kadar çevre barbarlarınınkine kıyasla daha üstün bir medeniyeti ellerinde bulundurmayı sürdürseler de, otuz veya kırk bin yıl öncesinin Elam unsurları doğaları bakımından büyük ölçüde Sangik hale geldiler.
77:4.5 (859.8) İkinci bahçenin kurulmasından sonra bu yakın Nod yerleşkesini “Nod’un vatanı olarak” anmak adet haline gelmişti; ve Nod topluluğu ile Âdem unsurları arasındaki uzun süreli göreceli barış döneminde iki ırk büyük ölçüde birbirine karışmıştı bu duruma sebebiyet veren şey, Tanrı’nın Evlatları’nın (Âdem unsurlarının) insan kızları ile olan karşılıklı evliliğinin gittikçe yaygın bir adet haline gelişiydi.
77:4.6 (860.1) 3. Merkezi veya diğer bir değişle Sümer-öncesi Nod unsurları. Fırat ve Dicle nehirleri ağzında küçük bir topluluk, ırksal bütünlüklerinin büyük bir kısmını sürdürdüler. Onlar binlerce yıl var olmaya devam edip nihai olarak, tarihi dönemlerin Sümer insanlarını oluşturacak bir biçimde Âdem unsurlarına karışan Nod soyuna zemin hazırladılar.
77:4.7 (860.2) Ve tüm bunların hepsi, Sümerlerin nasıl bu kadar aniden ve gizemli bir biçimde Mezopotamya’nın tarih sahnesinde ortaya çıktığını açıklamaktadır. Araştırmacılar bu kabileleri hiçbir zaman, Dalamatia’nın sular altında kalışından iki yüz bin yıl önce kökenlerine sahip oldukları Sümerlerin başlangıcına kadar dayandırıp onların tarihi ilerleyişini takip edemeyecekler. Dünyanın herhangi bir yerinde kökenlerine dair bir iz olmadan bu eski kabileler; tamamiyle gelişmiş ve üstün olan bir kültür, kucaklayıcı mabetler, madeni eşya işlemesi, tarım, hayvancılık, çömlekçilik, dokumacılık, ticaret hukuku, madeni hukuk, dini törenler ve eski bir yazma düzeni ile birlikte medeniyet sahnesinde birdenbire ortaya çıkan bir görünüme sahip olmaktadır. Tarihi dönemin başında onlar, Dilmun’da ortaya çıkmakta olan tuhaf bir yazı sistemini kullanarak, uzun bir süreden beri Dalamatia alfabesini hali hazırda yitirmiş bir halde bulunmaktalardı. Sümer dili, her ne kadar dünyada neredeyse tamamen ortadan kaybolmuşsa da, Sami dillerine ait değildi; bu dil, Hint-Avrupa dil ailesi şeklinde adlandırdığınız diller ile birçok ortak noktaya sahipti.
77:4.8 (860.3) Sümerlerden kalan detaylı kayıtlar, öncül şehir olan Dilmun’un yakınında Basra Körfezi üzerinde konumlanmış dikkate değer bir yerleşim yerini tasvir etmektedir. Mısırlılar bu eski dönemlerin ihtişam dolu şehrini Dilmat olarak adlandırırken, daha sonra Âdem-unsurları-ile-karışan Sümerliler ilk ve ikinci Nod şehirlerini Dalamatia ile karıştırıp hepsini Dilmun olarak adlandırdı. Ve arkeologlar hali hazırda; “Tanrılar’ın insan türünü medenileşmiş ve kültürlü hale gelmiş yaşamın örneğiyle ilk kez kutsadığına” dair bu dünyevi cennetten söz eden bahse konu tarihi Sümer kil tabletlerini bulmuşlardır. İnsanlar ve Tanrı’nın cenneti Dilmun’u tasvir eden bu tabletler şu an birçok müzenin tozlu rafında sessiz bir biçimde istirahat etmektedir.
77:4.9 (860.4) Sümerliler, ilk ve ikinci Cennet Bahçesi’ni oldukça iyi bir biçimde bilmekteydi; ancak Âdem unsurlarına olan geniş karışımlarına rağmen kuzeydeki cennet sakinlerini farklı bir ırk olarak görmeye devam ettiler. Daha eski Nod kültürüne olan Sümerlerin duydukları gurur, Dilmun şehrinin ihtişam dolu ve cennetsel anlatıları karşısında bu şanın daha sonra deneyimlediği olaylar silsilesini görmezden gelmelerine sebebiyet vermişti.
77:4.10 (860.5) 4. Kuzey Nod ve Amadon unsurları — Van toplulukları. Bu topluluk, Bablot çatışması öncesinde doğmuştu. Bu kuzey-uç Nod unsurları, Nod ve onun haleflerinin önderliğini Van ve Amadon’un idaresi için bırakan bireylerin soylarıydı.
77:4.11 (860.6) Van’ın öncül yardımcılarının bazıları ilerleyen dönemlerde, hala kendi ismini taşıyan gölün kıyıları etrafına yerleşti; ve onlara dair tarihi anlatılar genellikle bu yerleşke etrafında serpildi. Ağrı Dağı, Sina’nın İbraniler için taşıdığı anlama oldukça eşdeğer bir biçimde, daha sonraki Van unsurları için kutsal dağ haline geldi. On bin yıl önce Asurluların Van ataları, yedi emirden oluşan ahlaki yasalarının Van’a Tanrılar tarafından Ağrı Dağı’nda verildiğini öğrettiler. Onlar kesin bir biçimde, Van ve onun yardımcısı Amadon’un ibadet halinde dağda bulunurken gezegenden canlı bir biçimde alı konulduklarına inandılar.
77:4.12 (860.7) Ağrı Dağı, kuzey Mezopotamya’nın kutsal dağıydı ve bu tarihi dönemlere ait sahip olduğunuz anlatılanların çoğu Babiller’in sel hikâyesi ile ilişkili olarak elde edilmişti; Ağrı Dağı ve onun yerleşkesinin daha sonraki Musevi hikâyesi olan Nuh ve dünya çapındaki sel ile bütünleşmesi şaşırtıcı değildir.
77:4.13 (860.8) M.Ö.35.000 yılı yakınlarında Adamson, eski Van topluluk yerleşkelerinin doğu uçlarından birisini medeniyet merkezini kurmak için ziyaret etmişti.
77:5.1 (861.1) İkincil yarı-ölümlülerin sahip olduğu Nod atalarının geçmişini irdeledikten sonra bu anlatım şimdi onların Âdem soyundan gelen yarı kökenine eğilmek durumundadır; bunun nedeni, ikincil yarı-ölümlülerin aynı zamanda Urantia’nın eflatun ırkının ilk doğumu olan Adamson’un torunları olmasıdır.
77:5.2 (861.2) Adamson, babası ve annesi ile dünya üzerinde kalmayı tercih eden Âdem ve Havva’nın çocuklarının oluşturduğu topluluk içindeydi. Bu aşamada Âdem’in en büyük oğlu sıklıkla Van ve Amadon’dan kuzeyde bulundan dağlık arazideki evlerine dair hikâyeyi dinlemişti; ve ikinci bahçenin kurulumundan sonra bir gün, gençliğinde hayallerini süsleyen bu yerleşkeyi aramaya koyulmaya karar vermişti.
77:5.3 (861.3) Adamson bu dönemde 120 yaşındaydı ve ilk bahçenin saf ırk kolundan gelen otuz iki çocuğun babasıydı. O, ebeveynleri ile beraber kalıp ikinci bahçenin inşasına yardım etmek istemişti; ancak o, En Yüksek Unsurlar’ın vesayeti altına girmeyi kabul eden diğer Âdem çocukları ile birlikte Edentia’ya gitmeyi tercih edenlerin tümü olarak eşi ve çocuklarını kaybetmekten büyük ölçüde olumsuz etkilenmişti.
77:5.4 (861.4) Adamson ebeveynlerini Urantia üzerinde yalnız bırakmazdı, zorluktan veya tehlikeden kaçmayı reddetmekteydi; ancak o, ikinci bahçenin işbirliksel düzenlenmesini hiçbir şekilde tatmin edici bulmamıştı. O, savunma ve inşaatın öncül etkinliklerini geliştirmeye büyük katkı sağladı ancak o, kuzeye doğru ilk fırsatta gitmek için ayrılmaya karar vermişti. Ve her ne kadar ayrılışı tamamiyle güzel olmuş olsa da, Âdem ve Havva en büyük çocuklarını kaybetmekten dolayı büyük üzüntü duymuşlardı onun yabancı ve düşmansı bir dünyaya gidip bir daha geri dönmemesinden korku duymaktalardı.
77:5.5 (861.5) Yirmi-yedi refakatçiden oluşan bir topluluk, çocukluk hayallerinin öznesi olan insanları bulmada Âdemoğlu’nu kuzey doğrultusunda takip etti. Üç yıldan biraz daha uzun bir süre içerisinde Âdemoğlu’nun topluluğu gerçekten de serüvenlerinin amacına ulaşmıştı ve bu insan toplulukları arasında Adamson, Prens’in görevlilerine ait son saf ırk soyunun üyesi olan yirmi yaşında güzel ve harika bir kadını keşfetmişti. Ratta ismindeki bu kadın, atalarının tümünün Prens’in görevden uzaklaştırılan çalışanlarının ikisinden geldiğini ifade etmişti. Ratta, yaşayan hiçbir erkek ve kız kardeşe sahip olmayarak, ırkının son üyesiydi. O, neredeyse evlenmeden ölmeye, bir evlada sahip olmadan dünyadan ayrılmaya karar vermiş bir haldeydi; ancak kendisi kalbini görkemli Adamson’a kaptırmıştı. Ve Ratta; Cennet Bahçesi'nin hikâyesini duyduğu zaman, Van ve Amadon’un tahminlerinin nasıl gerçekten ortaya çıktığını işittiğinde, ve Cennet Bahçesi’nin doğru yoldan ayrılışına dair anlatımı dinlediğinde, sadece tek bir şeyi düşünmekteydi — Âdem’in bu oğlu ve varisi ile evlenmek. Ve hızlı bir biçimde Âdemoğlu üzerine bu düşünce serpildi. Üç aydan biraz daha uzun bir süre içerisinde onlar evlendiler.
77:5.6 (861.6) Adamson ve Ratta, altmış yedi çocuklu bir aileye sahip oldular. Onlar, dünya önderliğinin büyük bir ırk koluna kaynaklık etmişlerdi; ancak onlar bundan biraz daha fazlasını da aynı zamanda yerine getirmişlerdi. Bu varlıkların ikisinin de gerçekten insan-ötesi olduğu unutulmamalıdır. Onların ailelerinde doğan her dördüncü çocuk benzersiz bir düzeye aitti. Sıklıkla bu durum gözle görülmez bir nitelikteydi. Dünya tarihinde böyle bir şey bu döneme kadar hiçbir şekilde ortaya çıkmamıştı. Ratta büyük ölçüde kaygılıydı — hatta hurafe inancına sahipti; ancak Âdemoğlu birincil yarı-ölümlülerin mevcudiyetini oldukça iyi bir biçimde bilmekte olup, gözlerinin önünde benzer bir şeyin gerçekleşme olduğu sonucuna vardı. Tuhaf bir biçimde davranan ikinci doğum gerçekleştiğinde, onları çiftleştirmeye karar verdi; çünkü onlardan biri erkek diğeri kızdı ve bu karar, yarı-ölümlü varlıkların ikincil düzeyinin kökenini oluşturmaktadır. Yüz yıl içerisinde, bu oluşum sona erene kadar neredeyse iki bin yarı-ölümlü varlık dünyaya getirilmişti.
77:5.7 (862.1) Âdemoğlu 396 yıl yaşamıştı. Birçok kez babasını ve annesini ziyaret etmek için geri dönmüştü. Her yedi yılda bir kendisi ve Ratta, güneye ikinci bahçeye doğru seyahate çıkmıştı ve bu arada yarı-ölümlüler, Âdemoğlu insanlarının refahı hakkında kendisini bilgilendirmişlerdi. Âdemoğlu’nu yaşamı boyunca onlar, gerçeklik ve doğruluk için yeni ve bağımsız bir dünya merkezi inşa etmede büyük bir hizmeti gerçekleştirmişlerdi.
77:5.8 (862.2) Âdemoğlu ve Ratta böylelikle; gelişmiş gerçekliğin yayılmasına ek olarak ruhsal, ussal ve fiziksel yaşamın daha yüksek koşullarının aktarılmasında yaşamları boyunca kendilerine destek olmak için onlar için emek vermiş muhteşem yardımcıların bu birliğine emirleri altında sahiplerdi. Ve dünyanın iyileştirilmesi yönündeki bu çabanın meyveleri, daha sonraki gerilemeler tarafından hiçbir zaman bütünüyle yok edilemedi.
77:5.9 (862.3) Âdemoğlu unsurları, Âdemoğlu ve Ratta döneminden başlayarak neredeyse yedi bin yıl boyunca yüksek bir kültürü ellerinde bulundurdu. Daha sonra onlar, komşu Nod ve Andon unsurlarına karıştı ve onlar da, “eskilerin kudretli insanlarının” bir parçası oldu. Ve bu çağın bazı ilerlemeleri, ileride Avrupa medeniyetine doğru filizlenen kültürel potansiyelin gizli bir parçası haline gelerek varlığını sürdürdü.
77:5.10 (862.4) Bu medeniyetin merkezi, Kopet dağ sırası yakınlarında Hazar Gölü’nün güney ucundaki doğu bölgesinde konumlanmıştı. Türkistan’ın yamaçlarından biraz yukarısı, bir zamanlar eflatun ırkının Âdemoğlu kültürünün yönetim merkezine ait kalıntıların olduğu yerleşkedir. Kopet dağ sırasının alçak yamaçlarında uzanan dar ve tarihi bir hat içinde konumlanan bu dağlık yörelerde, Âdemoğlu soylarının dört farklı topluluğu tarafından sırasıyla geliştirilen çeşitli dönemlerde birbirini takip ederek dört ayrı kültür ortaya çıkmıştı. Batı yönünde Yunanistan’a ve Akdeniz adalarına doğru göç eden unsurlar bu toplulukların ikincisiydi. Âdemoğlu soylarının geride kalanları, Mezopotamya’dan gelen en son And toplulukları dalgasının karma ırk koluyla birlikte Avrupa’ya girerek kuzey ve batı doğrultusunda göç etmişlerdi; ve onlar aynı zamanda, Hindistan’ı istila eden And-Ari toplulukları arasında bulunmaktaydı.
77:6.1 (862.5) Birincil yarı-ölümlüler, neredeyse insan-üstü kökenine sahip olmuşken; ikincil düzey, kıdemli birliklerin bir kısmı için ortak olan, atalarının insanlaşmış bir soyu ile bütünleşmiş saf Âdem ırk kolunun doğumlarıydı.
77:6.2 (862.6) Âdemoğlu çocukları arasında yalnızca, ikincil yarı-ölümlülerin on altı farklılaşmış atası bulunmaktaydı. Bu benzersiz çocuklar, cinsiyet bakımından eşit bir biçimde ayrılmıştı ve her çift, cinsel ve cinsel olmayan birlikteliklerin bütünleşmiş bir işleyiş biçimi vasıtasıyla her yetmiş günde bir ikincil yarı-ölümlüyü doğurmaya yetkindi. Ve bu türden bir oluşum, dünya üzerinde ne bu döneme kadar herhangi bir biçimde mümkündü ne de bu dönemden sonra bir daha gerçekleşmişti.
77:6.3 (862.7) Bu altmış çocuk, âlemin fanileri olarak (taşıdıkları farklılıklar dışında) yaşamış ve ölmüşlerdi; ancak onların elektriksel olarak enerji kazandırılmış doğumları, fani bedenin kısıtlamalarına tabi olmadan yaşamaya devam etmektedir.
77:6.4 (862.8) Sekiz çiftin her biri nihai olarak 284 yarı-ölümlü unsuru dünyaya getirmiştir; ve böylece — 1.984 nüfuslu — özgün ikincil birlik mevcudiyet kazanmıştır. Orada ikincil yarı-ölümlü yaratılmışların sekiz alt topluluğu bulunmaktadır. Onlar; birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü A-B-C diye giden adlandırılma biçimine sahiplerdir. Ve bu isimli unsur üyelerinin dışında orada; birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü D-E-F diye giden üyeler de bulunmaktadır.
77:6.5 (862.9) Âdem’in görevdeki başarısızlığından sonra birincil yarı-ölümlüler, Melçizedek alıcılarına olan hizmete geri dönmüşken, ikincil yarı-ölümlü topluluğu ölümüne kadar Âdemoğlu’na bağlandı. Âdemoğlu öldüğü zaman bu birliktelik düzeninin başında sorumlu olan ikincil yarı-ölümlülerin otuz üç üyesi; birincil birlik ile kurulacak bir birlikteliği hayata geçiren bir biçimde bütün bir düzeyi Melçizedekler’in hizmetine kaydırmaya çabalamışlardı. Ancak bunu gerçekleştirmede başarısız olduklarında onlar, eşlerini bırakıp bir bütün halinde gezegensel alıcılara hizmet etmeye gitmişlerdir.
77:6.6 (863.1) Âdemoğlu’nun ölümünden sonra ikincil yarı-ölümlülerin geride kalanları, Urantia üzerinde tuhaf, düzensiz ve boşta kalmış bir etki haline geldi. Maçiventa Melçizedek döneminden itibaren onlar, başıbozuk ve örgütlenmemiş bir mevcudiyeti sürdürdüler. Onlar kısmen bu Melçizedek tarafından denetim altına alınmıştı ancak onlar, Hazreti Mikâil’in yaşadığı döneme kadar hala birçok sıkıntıya sebebiyet vermeye devam etmişlerdi. Ve Mikâil’in dünya üzerindeki ikameti boyunca onların tümü, birincil yarı-ölümlülerin önderliği altında bu dönemde bulunan sadık çoğunluğa katılma biçimindeki gelecekteki nihai sonları hakkında son kararlarını vermişlerdi.
77:7.1 (863.2) Birincil yarı-ölümlülerin çoğunluğu, Lucifer isyanı döneminde günahı tercih etmişlerdi. Gezegensel isyanın yıkımı hesaplandığında, diğer kayıplarla birlikte özgün 50.000 unsurun 40.119’unun Caligastia bölünmesine katıldığı tespit edildi.
77:7.2 (863.3) İkincil yarı-ölümlülerin özgün nüfusu 1.984 bireyden oluşmaktaydı ve bunların 873’ü Mikâil’in idaresine katılmada başarısız olup, Hamsin günü Urantia üzerindeki gezegensel yazgı dönem sonu hükmüyle birlikte olması gerektiği gibi gözaltına alınmışlardı. Bu görevden alınan yaratılmışların geleceği ile ilgili hiç kimse herhangi bir öngörüde bulunamamaktadır.
77:7.3 (863.4) İsyankâr yarı-ölümlülerin iki topluluğu da mevcut an içerisinde, sistem isyanı hususlarına dair nihai yargıyı bekleyen bir biçimde gözaltında tutulmaktadır. Ancak onlar, mevcut gezegensel yazı dönem sonu başlangıcının öncesinde birçok tuhaf faaliyette bulunmuşlardır.
77:7.4 (863.5) Bu sadakatsiz yarı-ölümlüler, belirli koşullarda kendilerini fani gözleri önünde görünür kılmaya yetkinlerdi; ve özellikle bu durum, inancını terk etmiş ikincil yarı-ölümlülerin önderi İblis’in birliktelikleri için doğruluk taşımaktaydı. Bu benzersiz yaratılmışlar, Hazreti İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişi dönemine kadar aynı zamanda dünya üzerinde bulunmuş olan belirli isyankâr çocuksu melekler ve yüksek melekler ile karıştırılmamalıdır. Eski yazarların bazıları bu isyankâr yarı-ölümlü yaratılmışları şeytansı ruhlar ve ecinniler olarak, inancını terk etmiş yüksek melekleri ise şeytansı melekler şeklinde adlandırmışlardı.
77:7.5 (863.6) Herhangi bir dünya üzerinde kötü ruhaniyetlerin herhangi biri, bir Cennet bahşedilme Evladı’nın yaşamı sonrasında herhangi bir fani aklını yönlendiremez. Ancak Urantia’da Hazreti Mikâil’in dönemi öncesinde — Düşünce Düzenleyicisi’nin herkese olan ikametinden ve Hâkim’in ruhaniyetinin tüm bedenlere aktarılımından önce — bu isyankâr yarı-ölümlüler gerçekten de; belirli alt düzey fanilerin akıllarını etkilemede ve bir ölçüde onların hareketlerini denetlemeye yetkinlerdi. Bu etki; insan-üstü usları ile olan bir etkileşim sürecinde Düzenleyici’nin fiilen kişilikten ayrılığı durumlarda, nihai sonun Urantia yedek birliklerine ait insan akıllarının etkin iletişim sorumluları olarak sadık yarı-ölümlü varlıkların görev yaptıkları zamanlarda gerçekleştirilen işleyişin tam da kendisini kullanarak elde edilmekteydi.
77:7.6 (863.7) Kayıtlar şunları ifade ettiğinde yalnızca mecazi bir durumdan bahsetmemektedirler: “Ve insanlar, şeytanlar tarafından ele geçirilmişler ve deliler olarak hasta insanların her bir türünü Kendisi’ne getirmişlerdir.” İsa, her ne kadar kendi döneminde ve neslinde yaşamış olan akıllar tarafından içerikleri karıştırılsa da, delilik ve şeytanin insan üzerindeki hâkimiyeti arasındaki farkı bilip onu ayırt edebilmişti.
77:7.7 (863.8) Hamsin öncesinde bile hiçbir isyankâr ruhaniyet olağan bir insan aklı üzerinde hâkimiyet kurmaya yetkin değildi; ve bu dönemden beri alt düzey fanilerin zayıf akılları bile bu tür durumlardan uzaktırlar. Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin varışından itibaren şeytanların varsayılan dışlanışı histeri, delilik ve zayıf-akıllılık durumlarını şeytansı hâkimiyete dayandıran, kafa karışıklığına iten bir inancın sebebi olmuştur. Ancak Mikâil’in bahşedilişinin Urantia üzerindeki tüm insan akıllarını şeytansı hâkimiyet olasılığından sonsuza kadar kurtardığını tek başına göz önünde bulundurarak, böyle bir şeyin daha önceki çağlarda hiç yaşanmadığına dair bir şeyi aklınıza getirmeyiniz.
77:7.8 (864.1) İsyankâr yarı-ölümlü varlıkların bütüncül topluluğu mevcut an içerisinde, Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın emri ile esir olarak tutulmaktadır. Artık onlar zarar verme amacıyla bu dünyada başıbozuk bir şekilde dolaşmamaktadırlar. Düşünce Düzenleyicileri’nin mevcudiyetinden bağımsız olarak Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bedenlerin tümüne olan aktarılımı herhangi bir türe veya düzeye ait sadakatsiz ruhaniyetin insan akıllarının en zayıf olanlarını bir daha işgal etmesini sonsuza kadar imkânsız kılmıştır. Hamsin gününden beri, şeytansı hâkimiyet gibi bir şeyin tekrar ortaya çıkması mümkün değildir.
77:8.1 (864.2) Bu dünyanın en son yazı dönemi sonunda, Mikâil zamanın uyku halindeki kurtuluş unsurlarını bulundukları yerden çıkardığında, yarı-ölümlü varlıklar gezegen üzerinde ruhsal ve yarı-ruhsal görevlerde yardımda bulunmak için geride bırakılmıştır. Onlar mevcut an içerisinde, iki düzeyin birlikteliğinden oluşan ve 10.922 üyeden meydana gelen bir biçimde, tek bir birlik olarak faaliyet göstermektedir. Urantia’nın Birleşik Yarı-Ölümlüleri şimdi, her düzeyin kıdemli üyesi tarafından dönüşümlü olarak yönetilmektedir. Bu düzen, Hamsin’den hemen sonra bir topluluk altında bütünleşmelerinden beri bütünlüğünü elinde bulundurmaktadır.
77:8.2 (864.3) Eski veya diğer bir değişle birincil düzey üyeleri genellikle sayılarla adlandırılmaktadır; onlara sıklıkla, birinci 1-2-3 veya birinci 4-5-6 gibi ve böyle devam eden isimler verilmektedir. Urantia üzerinde Âdemsel yarı-ölümlüler, birincil yarı-ölümlülerin numarasal isimlendirilmesinden ayrıştırılabilmesi için harflerle alfabetik olarak adlandırılmaktadır.
77:8.3 (864.4) Bu iki düzey de, beslenme ve enerji alınımı bakımından maddi olmayan varlıklardır; ancak onlar, birçok insan niteliğine sahip olup, sahip olduğunuz ibadete ek olarak mizahınızdan keyif duyabilmekte ve onları gerçekleştirebilmektedir. Fanilere bağlandıkları zaman onlar; insan çalışması, dinlenmesi ve eğlencesinin nüfuz alanına girmektedirler. Ancak yarı-ölümlü yaratılmışlar uyumamaktadırlar; buna ek olarak onlar doğum gücüne sahip değillerdir. Belirli bir bakımdan ikincil topluluk, erkeklik ve kadınlık yönünde farklılaşmıştır; onlardan bahsedildiğinde sıklıkla “erkek” ve “kadın” zamirleri kullanılmaktadır. Onlar çoğunlukla bu türden çiftler halinde faaliyet göstermektedirler.
77:8.4 (864.5) Yarı-ölümlüler insan değillerdir; buna ek olarak melek de değillerdir; ancak ikincil yarı-ölümlüler, doğaları bakımından, meleklere kıyasla insana daha yakındırlar; onlar bir ölçüde ırklarınızın bir parçası olup, bu nedenle insanlar ile olan iletişimlerinde oldukça anlayışlı ve duygudaştırlar; onlar, insanların çeşitli ırkları için ve onlarla birlikte gerçekleştirdikleri görevlerde yüksek melekler için paha biçilemez değere sahiptirler; ve bu iki düzeyde, faniler için kişisel koruyucular olarak görev yapan yüksek melekler için hayati derecede önem arz ederler.
77:8.5 (864.6) Urantia’nın Birleşik Yarı-Ölümlüleri, içkin nitelikleri ve elde ettikleri yetiler uyarınca gezegensel yüksek melekler ile beraber hizmet vermek için şu topluluklar halinde örgütlenmişlerdir:
77:8.6 (864.7) 1. Yarı-ölümlü ileticileri. Bu topluluk kişisel isimlere sahiptir; onlar küçük bir birlik olup, evrimsel bir dünya üzerindeki hızlı ve güvenilir kişisel iletişim hizmetinde büyük desteğin parçalarıdır.
77:8.7 (864.8) 2. Gezegensel koruyucular. Yarı-ölümlü yaratılmışlar, mekân dünyalarının, gözetmenler olarak, koruyucularıdır. Onlar, âlemin doğa-üstü varlıkları için önem taşıyan sayısız her türlü oluşum ve iletişim türünde dikkate değer görevlere sahip olan gözetmenlerdir. Onlar, gezegenin görülmez olan ruhani âleminde devriye görevinde bulunmaktadır.
77:8.8 (865.1) 3. İletişim kişilikleri. Bu anlatımların aktarıldığı kişinin kullanılma vasıtası gibi, maddi dünyaların fani varlıkları ile gerçekleştirilen iletişimlerde her zaman yarı-ölümlü yaratılmışlar kullanılır. Onlar, ruhsal ve maddi düzeylerin bu tür irtibatlarında temel bir etkendiler.
77:8.9 (865.2) 4. İlerleme yardımcıları. Bu varlıklar, yarı-ölümlü yaratılmışların daha ruhsal olan unsurlarıdır; ve onlar, gezegen üzerinde özel topluluklar içinde faaliyet gösteren yüksek meleklerin çeşitli düzeylerine yardımcılar olarak görevlendirilerek dağıtılmışlardır.
77:8.10 (865.3) Yarı-ölümlü varlıklar, üstlerindeki yüksek melekler ve altlarında konumlanan insan kuzenleri ile iletişimde bulunma yetkinliklerinde büyük ölçüde çeşitlik göstermektedirler. Örneğin, birincil yarı-ölümlülerin maddi birimler ile doğrudan iletişimde bulunması oldukça zordur. Onlar dikkate değer bir biçimde varlığın melek türüne yakın olup, genel olarak bu nedenle gezegen üzerinde ikamet eden ruhsal kuvvetler ile birlikte çalışma, ve onlara hizmet etme, görevine atanmaktadırlar. Onlar göksel ziyaretçiler ve öğrenci misafirleri için refakatçiler ve rehberler olarak görev yaparken, ikincil yaratılmışlar neredeyse ayrıcalıklı bir biçimde âlemin maddi varlıklarının hizmetine verilmiştir.
77:8.11 (865.4) 1.111 sadık ikincil yarı-ölümlü, dünya üzerinde önemle görevlere verilmiştir. Birincil birliktelikleriyle karşılaştırıldıklarında onlar kesin bir biçimde maddilerdir. Onlar, fani görüş kabiliyet aralığının hemen dışında mevcut olup, insanların “maddi şeyler” olarak adlandırdıkları oluşumlar ile iradeleri uyarınca fiziksel iletişimde bulunmak için yeterli serbestliğe sahiptirler. Bu benzersiz yaratılmışlar, zaman ve mekânın şeyleri üzerinde belirli kesin güçleri ellerinde bulundurmaktadırlar; âlemin hayvanları bu şeylerin dışında bulunmamaktadır.
77:8.12 (865.5) Meleklere atfedilen daha kitabi oluşumların birçoğu ikincil yarı-ölümlü yaratılmışlar tarafından gerçekleştirilmiştir. İsa’yı müjdeleyen öncül eğitmenler bu zamanın cahil dini yöneticileri tarafından hapse atıldıklarında, “Koruyucu’nun [mevcut bir] meleği” “gece vakti hapishane kapılarını açıp onları dışarı çıkarmıştır.” Ancak kral Hirodes’in emri ile Yakup’un öldürülmesinden sonra Petrus’un kurtarılması olayında, bir meleğe atfedilmiş olan görevi bir ikincil yarı-ölümlü yerine getirmişti.
77:8.13 (865.6) Bugün onların başlıca görevi, nihayetin gezegensel yedek birliğini oluşturan erkek ve kız üyelerin idrak edilmemiş kişisel-irtibat birlikteliklerinin bir parçasıdır. Bu sunum bir parçasını teşkil ettiği, açığa çıkarma dizilerini mümkün hale getiren onaylayıcı emirlerle sonuçlanmış, gezegenin göksel yüksek denetimcilerini bu taleplere nihai olarak yönlendirme sebebi olan Urantia üzerindeki kişilerin ve durumların eşgüdümünün sağlanması, birincil birliğin belirli unsurlarının yetkin bir biçimde desteklediği bu ikincil topluluğun çalışmasıydı. Ancak, genel tanımlama olan “ruhsallık” adı altında gerçekleşen kirli faaliyetlere yarı-ölümlü varlıklarının katılmadığının altı çizilmelidir. Hepsinin onurlu rütbeye sahip olduğu Urantia’da mevcut bulunun yarı-ölümlülerin, sözüm ona “medyumluk” olarak adlandırılan olgularla hiçbir irtibatı bulunmamaktadır; ve genellikle onlar, insan duyuları tarafından hissedilebilen, zaman zaman gerekli fiziksel eylemlerini veya maddi dünyadaki diğer iletişimlerini insanların gözlemlemesine izin vermemektedir.
77:9.1 (865.7) Yarı-ölümlü varlıklar; evrenler boyunca dünyaların çeşitli düzeylerinde bulunabilecek fani yaratılmışlar ve meleksel ev sahipleri gibi evrimsel yükseliş unsurlarına kıyasla, kalıcı sakinlerin ilk topluluğu olarak görülebilir. Bu türden kalıcı vatandaşlarla, Cennet yükselişi içerisinde çeşitli aşamalarda karşılaşılabilir.
77:9.2 (866.1) Bir gezegen üzerinde hizmet vermek için görevlendirilmiş göksel varlıkların çeşitli düzeylerine kıyasla yarı-ölümlüler, bir yerleşik dünya üzerinde yaşarlar. Yüksek melekler gelip giderler; ancak yarı-ölümlü yaratılmışlar, her ne kadar gezgenin yerli varlıkları için hizmetliler olsalar da, varlıklarını şimdi burada sürdürüp gelecekte de burada sürdüreceklerdir; ve onlar, yüksek meleksel ev sahiplerinin değişen idaresini uyumlaştıran ve onları birbirine bağlayan devamlılık içindeki bir düzeni sağlamaktadırlar.
77:9.3 (866.2) Urantia’nın mevcut vatandaşları olarak yarı-ölümlü yaratılmışlar, bu âlemin nihai sonu hususunda içkin bir gayeye sahiptirler. Onlar, sürekli bir biçimde özgün gezegenlerinin ilerleyişi için çalışan kararlı bir birlikteliktir. Onların kararlılığına düzeylerinin şu düsturu işaret etmektedir: “Birleşik Yarı-Ölümlüler neye başlarsa, Birleşik Yarı-Ölümlüler onu bitirir.”
77:9.4 (866.3) Her ne kadar enerji döngülerinde onların seyahat etme yetisi herhangi bir yarı-ölümlüsünün gezegenden ayrılmasını mümkün kılsa da; onlar, evren yönetim unsurları tarafından ileride özgürleştirilmelerinden önce gezegeni terk etmeyeceklerine dair kişisel olarak söz vermişlerdir. Yarı-ölümlüler, ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulduğu döneme kadar bir gezegene demir atmaktadırlar. Birinci 1-2-3 dışında, hiçbir sadık yarı-ölümlü şimdiye kadar Urantia’dan ayrılmamıştır.
77:9.5 (866.4) Birinci düzeyin en kıdemli üyesi olan birinci 1-2-3, Hamsin’den hemen sonra birinci derece gezegensel görevlerinden serbest bırakılmıştır. Bu soylu yarı-ölümlü, gezegensel isyanın trajik dönemleri boyunca Van ve Amadon ile birlikte dimdik durmuştur; ve onun korkusuz önderliği, düzeyinin kayıplarını azaltmada başlıca derecede rol oynamıştır. O şimdi Jerusem üzerinde, Hamsin’den beri Urantia’nın baş valisi olarak hali hazırda bir kez görevde bulunmuş olarak, bir yirmi dört danışman üyesidir.
77:9.6 (866.5) Yarı-ölümlüler gezegenle sınırlandırılmıştır; ancak fanilerin ziyaretçiler ile uzaktan görüşebilmelerine ve böylece gezegen üzerindeki ücra yerler hakkında bilgiye sahip olmalarına oldukça benzer bir biçimde yarı-ölümlü yaratılmışlar, evrenin uzak yerleşkeleri hakkında bilgiye göksel yolcularla konuşarak sahip olabilirler. Böylelikle onlar bu sistem ve evrene, hatta Orvonton ve onun kardeş yaratılmışlarına, aşina hale gelmişlerdir; ve böylece onlar kendilerini, yaratılmış mevcudiyetin daha yüksek düzeylerinde olan vatandaşlık için hazırlamaktadırlar.
77:9.7 (866.6) Yarı-ölümlü varlıklar — erginleşmenin parçası olan büyüme veya ilerlemeye dair hiçbir süreci deneyimlemeden — bütünüyle gelişmiş bir biçimde mevcut kılınmış olsalar da; bilgelik ve deneyimde büyümeden hiçbir zaman geri kalmadılar. Faniler gibi onlar evrimsel yaratılmışlardı ve onlar, samimi bir biçimde evrimsel erişimi temsil eden bir kültüre sahiplerdi. Urantia yarı-ölümlü birliği içinde birçok büyük akıl ve kudretli ruhaniyet bulunmaktadır.
77:9.8 (866.7) Urantia medeniyetinin daha büyük bir boyutu, Urantia fanileri ve yarı-ölümlülerinin ortak üretimidir; ve bu durum, ışık ve yaşamın çağlarına kadar telafi edilemeyecek bir farklılık biçimde iki kültür düzeyi arasında var olan mevcut uçuruma rağmen gerçeklik taşımaktadır.
77:9.9 (866.8) Ölümsüz bir gezegensel vatandaşlığın üretimi olan yarı-ölümlü kültürü, insan medeniyetini tehdit eden geçici inişler ve çıkışlara karşı görece bağışık bir konumdadır. İnsan nesilleri unutmaktadır; yarı-ölümlülerin birliği hatırlamaktadır; ve bu hatırlama, ikamet edilmiş dünyanızın tarihi anlatıları için ana hazinedir. Böylelikle bir gezegenin kültürü, bu gezegen üzerinde sonsuza kadar varlığını sürdürmektedir; ve uygun koşullarda, geçmiş olayların bu türden defnedilmiş bellekleri ulaşılabilir kılınmaktadır; İsa’nın yaşam ve öğretilerine dair hikâye bile beden içindeki kuzenlerine Urantia’nın yarı-ölümlüleri tarafından aktarılmıştır.
77:9.10 (867.1) Yarı-ölümlüler, Âdem ve Havva’nın ölümüyle ortaya çıkmış Urantia’nın maddi ve ruhsal olayları arasındaki uçurumun giderilmesini sağlayan becerikli hizmetlilerdir. Onlar benzer bir biçimde, Urantia’nın ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmasına erişmek için uzun mücadeleler içinde sizlerin büyük kardeşleriniz ve yoldaşlarınızdır. Birleşik Yarı-Ölümlüler, isyan sınavını vermiş bir birliktir; ve onlar, barışın gerçekten dünya üzerinde hâkim olduğu ve iyi niyetin kesin bir biçimde insan kalplerinde ikamet ettiği uzak güne değin, bu dünya çağların nihai hedefine erişene kadar gezegensel evrim içindeki görevlerini inançlı bir biçimde yerine getireceklerdir.
77:9.11 (867.2) Bu yarı-ölümlüler tarafından kıymetli görevler yerine getirildiği için bizler onların, âlemlerin ruhsal işleyiş düzeninin gerçekten temel bir parçası oldukları sonucuna varmış bulunmaktayız. Ve isyanın bir gezegenin işleyişine zarar vermediği bir yerde onlar, yüksek meleklere verilen daha büyük bir yardımın bir parçalarıdır.
77:9.12 (867.3) Yüksek ruhaniyetler, meleksel ev sahipleri ve yarı-ölümlü akranların bütüncül düzenlenişi; ister fani için ister yarı-ölümlü için olsun — Tanrı’yı inana indiren ve sonra birlikteliğin yüce bir türü vasıtasıyla onu Tanrı’ya yükselten ve onu hizmetin ebediyetinde ve kazanımın kutsallığında taşıyan bir biçimde — evrimsel fanilerin ilerleyici yükselişi ve kusursuzluk erişimi için Cennet tasarımının geliştirilmesine şevkle adanmıştır.
77:9.13 (867.4) [Nebadon’un bir Başmelek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
78. Makale
78:0.1 (868.1) İKİNCİ Cennet Bahçesi, neredeyse otuz bin yıl boyunca medeniyetin beşiğiydi. Mezopotamya içinde burada Âdem unsurları, dünyanın en uç noktalarına doğumlarını göndererek üstünlüklerini korudular; ve daha sonra Nod ve Sangik kabileleri ile bütünleşen bir biçimde onlar, And unsurları olarak tanındılar. Tarihi dönemlerin etkinliklerini başlatan ve Urantia üzerindeki kültürel ilerleyişi devasa bir biçimde hızlandıran bu erkek ve kadınlar bahse konu yerleşkeden gelmişlerdir.
78:0.2 (868.2) Bu makale; yaklaşık M.Ö. 35.000 yılında Âdem’in görevindeki başarısızlığından hemen sonra başlayan, Nod’unkilere ek olarak Sangik ırkları ile karıştıkları yıl olan yaklaşık M.Ö. 15.000 boyunca devam eden ve yaklaşık M.Ö. 2000 yıl önce gerçekleşmiş And insan topluluklarının kurulduğu ve Mezopotamya’daki ana yerleşkelerinden sonsuza kadar ayrıldıkları tarihle sonlanan eflatun ırkının gezegensel hikâyesini tasvir etmektedir.
78:1.1 (868.3) Her ne kadar ırkların akıl ve ahlakları Âdem’in varış döneminde düşük bir düzeyde bulunmuş olsa da, fiziksel evrim Caligastia isyanının doğrudan zararlarından büyük ölçüde etkilenmeden ilerleyişini sürdürdü. Her ne kadar girişiminde kısmi bir biçimde başarısız olsa da, Âdem’in ırkların biyolojik düzeyine olan katkısı Urantia insan topluluklarını devasa bir biçimde üst düzeye yükseltmiştir.
78:1.2 (868.4) Âdem ve Havva aynı zamanda; insan türünün toplumsal, ahlaki ve ussal ilerleyişi için önem taşıyan şeyleri gerçekleştirerek onlara büyük bir katkıda bulunmuştur; medeniyet, onların doğumlarının mevcudiyeti vasıtasıyla çok büyük bir ölçekte hızlanma göstermiştir. Ancak otuz beş bin yıl önce dünyanın büyük bir kesimi çok az bir kültürü bünyesinde barındırmaktaydı. Medeniyetin belirli merkezleri belli başlı birkaç yerde var olmuştu; ancak Urantia’nın büyük bir kısmı yabansı yaşamdan bitap düşmüştü. Irksal ve kültürel dağılımı şu biçimdeydi:
78:1.3 (868.5) 1. Eflatun ırkı — Âdem unsurları ve Âdemoğlu toplulukları. Âdemsel kültürün başlıca merkezi, Fırat ve Dicle nehirlerinin oluşturduğu üçgen içinde konumlanan ikinci bahçe içerisindeydi; burası gerçekten de Batı ve Hint medeniyetlerinin beşiğiydi. Eflatun ırkının ikincil veya diğer bir değişle kuzey merkezi, Kopet dağları yakınındaki Hazar Gölü’nün güney kıyısının doğusuna doğru konumlanan bir biçimde Âdemoğlu ana yönetim yerleşkesiydi. Bu iki merkezden çevre yerleşkelere, ırkların tümünü tamamiyle anlık olarak hızlandırmış kültür ve yaşam plazması yayılmıştı.
78:1.4 (868.6) 2. Sümer-öncesi topluluklar ve Nod unsurları. Orada aynı zamanda, ırmak ağızlarının bulunduğu yer yakınında Dalamatia dönemine ait tarihi kültürlerin kalıntıları da mevcuttu. İlerleyen bin yıllar boyunca bu topluluk kuzeydeki Âdem unsurları ile bütünüyle karışmış hale geldi; ancak onlar, Nod geleneklerini hiçbir zaman bütünüyle kaybetmediler. Doğu Akdeniz yerleşkeleri içinde ikamet eden çeşitli diğer Nod toplulukları, genel olarak, daha sonraki dönemlere ait genişleyen eflatun ırkına karışarak kimliklerini yitirdiler.
78:1.5 (869.1) 3. Andon unsurları, Âdemoğlu yönetim merkezinin kuzeyinde ve doğusunda bulunan beş ila altı tane çoğunlukta bulundukları temsili yerleşkeyi idare ettiler. Onlar da, ayrık topluluklar halinde Avrasya boyunca özellikle dağlık bölgelerde varlıklarını sürdürerek, Türkistan boyunca dağılmış bir haldelerdi. Bu yerliler hala, İzlanda ve Grönland’a ek olarak Avrasya kıtasının kuzey bölgelerini ellerinde bulundurmaktaydılar; ancak onlar uzunca bir süre öncesinden beri, Avrupa düzlüklerinden mavi ırk tarafından ve uzak Asya’nın nehir vadilerinden genişleyen sarı ırk tarafından uzaklaştırılmış bir konumda bulunmaktaydılar.
78:1.6 (869.2) 4. Kırmızı ırk, Âdem’in varışından elli bin yıldan fazla bir süre önce Asya’dan uzaklaştırılmış bir halde Amerika kıtalarında ikamet etmekteydiler.
78:1.7 (869.3) 5. Sarı ırk. Çin insan toplulukları, doğu Asya’nın denetiminde oldukça hâkim bir halde bulunmaktaydılar. Onların en gelişmiş yerleşim birimleri, Tibet’e komşu bölgeler içindeki bugünün Çin sınırlarının kuzeybatısında konumlanmıştı.
78:1.8 (869.4) 6. Mavi ırk. Mavi insanlar tüm Avrupa’ya yayılmışlardı; ancak onların daha yoğun kültür merkezleri bu dönemde, Akdeniz havzası ve kuzeybatı Avrupa’nın verimli vadilerinde konumlanmıştı. Neanderthaller’e olan baskın karışım, mavi ırkın kültürünü büyük ölçüde geriletmiş bir haldeydi; ancak buna rağmen bu ırk, Avrasya’nın evrimsel insan toplulukları içinde en savaşçı, maceraperest ve keşfedici birliktelikti.
78:1.9 (869.5) 7. Dravid-öncesi Hindistan. Dünya üzerindeki her ırkı içine alan biçimde fakat özellikle yeşil, turuncu ve siyah olanların baskınlığında — Hindistan içindeki ırkların karmaşık birlikteliği, diğer bölgelerde sahip olunanın biraz daha üst seviyesinde bulunan bir kültürü barındırdı.
78:1.10 (869.6) 8. Sahara medeniyeti. Çivit ırkının üstün kolları, şu an büyük Sahara çölü olarak adlandırılan bölge içerisinde en gelişmiş yerleşkelerine sahip oldular. Çivit-siyah ırk topluluğu, sular altında kalmış turuncu ve yeşil ırkların geniş ırk kollarını taşımışlardı.
78:1.11 (869.7) 9. Akdeniz Havzası. Hindistan’ın dışarısında bulunan birbirine en çok karışmış ırk, bugün Akdeniz havzası olarak bilinen bölgede ikamet etmekteydi. Burada, kuzeydeki mavi insanlar ile güneydeki Sahara toplulukları buluşmuş ve doğudan katılan Nod ve Âdem unsurları ile karışmışlardı.
78:1.12 (869.8) Bu anlatım, yaklaşık yirmi beş bin yıl öncesi olarak, eflatun ırkının büyük genişlemesinin başlangıcından önceki dünya resmiydi. Gelecek medeniyet ümidi, Mezopotamya ırmakları arasında ikinci bahçe içinde yatmaktaydı. Burada Güneybatı Asya içerisinde, Dalamatia zamanından ve Cennet Bahçesi döneminden kalabilmiş dünya düşüncelerinin ve olası en yüksek amaçlarının yayılma imkânı olarak büyük bir medeniyet olasılığı bulunmaktaydı.
78:1.13 (869.9) Âdem ve Havva, kısıtlı ama yetkin bir soyu gerilerinde bırakmıştı; ve Urantia üzerindeki göksel gözlemciler tedirgin bir biçimde, hatalı Maddi Erkek ve Kız Evlat’ın bu soylarının kendilerini nasıl aklayacaklarını görmeye koyulmuşlardı.
78:2.1 (869.10) Binlerce yıl süresince Âdem’in çocukları; güneydeki tarım ve sel-denetim sorunlarını çözerek, kuzeydeki savunma düzenlerini kusursuzlaştırarak ve ilk Cennet Bahçesi’nin ihtişamından kalan geleneklerini korumaya çabalayarak Mezopotamya ırmakları boyunca emek vermişlerdir.
78:2.2 (869.11) İkinci bahçenin önderliğinde sergilenen kahramanlık, Urantia tarihinin hayranlık uyandırıcı ve ilham verici destanlarından bir tanesini oluşturmaktadır. Bu muhteşem ruhlar, Âdemsel görevin amacı bir kez olsun dahi unutmadılar; ve böylelikle onlar, dünya ırklarına elçiler olarak düzenli bir akış içerisinde en seçkin erkek ve kız evlatlarını memnuniyetle gönderirken çevrelerinde bulunan ve alt düzeydeki kabilelerin etkilerine karşı cesurca göğüslerini siper etmişlerdir. Zaman zaman bu genişleme ana kültürleri için gerilemeyi beraberinde getirmekteydi; ancak bu üstün insan toplulukları her zaman kendilerini iyileştirmektelerdi.
78:2.3 (870.1) Âdem unsurlarının medeniyet, toplum, ve kültürel düzeyi Urantia’nın evrimsel ırklarının genel seviyesinin çok üstündeydi. Yalnızca Van ve Amadon’a ek olarak Âdemoğlu unsurlarının eski yerleşkeleri arasında herhangi bir biçimde karşılaştırabilecek bir medeniyetin varlığı mevzu bahisti. Ancak ikinci Cennet Bahçesi’nin medeniyeti yapay bir yapıydı — bu medeniyet evrimleşerek bu düzeye ulaşmamıştı — ve bu nedenle olağan bir evrimsel düzeye ulaşana kadar kötüleşmeye mahkûmdu.
78:2.4 (870.2) Âdem ardında büyük bir ussal ve ruhsal kültürü bırakmıştı; ancak bu kültür mekanik araçlar bakımından gelişmemişti, çünkü her medeniyet, mevcut doğal kaynaklar, içkin ussal yetkinlik ve yaratıcı üretimi beraberinde getirecek yeterli düzeydeki dinlence ile sınırlıdır. Eflatun ırkının medeniyeti, Âdem’in mevcudiyetine ve ilk Cennet Bahçesi’nin geleneklerine dayanmaktaydı. Âdem’in ölümünden sonra ve bu geleneklerin her geçen bin yıl boyunca etkisinin azalma göstermesiyle beraber, Âdem unsurlarının kültürel düzeyi çevre insan toplulukları ve eflatun ırkının doğal bir biçimde evrimleşen kültürel yetkinlikleri ile birlikte karşılıklı bir dengeye erişene kadar sürekli olarak gerileme göstermiştir.
78:2.5 (870.3) Ancak Âdem unsurları M.Ö. 19.000 yılı civarında, nüfusu dört buçuk milyona erişen bir biçimde gerçek bir milletti; ve onlar hali hazırda, çevre insan topluluklarına doğumlarının dört milyonluk nüfusunu göndermiş bir konumdaydılar.
78:3.1 (870.4) Eflatun ırkı, birçok bin yıl boyunca barışı amaçlayan Cennet Bahçesi geleneklerini sürdürmüştü; bu durum gerçekleştirdikleri toprak fetihleri arasındaki uzun süreli gecikmeyi açıklamaktadır. Onlar nüfus fazlalığından olumsuz bir biçimde etkilendikleri zaman, savaşta bulunup daha fazla toprağı ele geçirmek yerine sakinlerini diğer ırklara öğretmenler olarak göndermişlerdi. Bu öncül göçlerin kültürel etkisi kalıcı değildi; ancak Âdem unsurlarına ait öğretmenler, tüccarlar ve kâşiflerin çevre topluluklara olan karışımı onlar için biyolojik düzeyde canlandırıcı bir etkiye sahipti.
78:3.2 (870.5) Âdem unsurlarının bazıları öncül bir biçimde, Nil vadisine doğru batı yönünde ilerledi; diğerleri ise Asya’ya doğru doğu yönünde mesafe kat ettiler, ancak bu unsurlar bir azınlık topluluğuydu. Daha sonraki dönemlerin geniş çaplı göçleri yaygın bir biçimde kuzeye ve buradan batıya doğru gerçekleşmişti. Çoğunlukla bu göçler kademeli olarak ortaya çıkmaktaydı; ancak onlar, daha fazla sayıdaki bireyin kuzeye hareketi ve daha sonra Hazar Gölü’nü etrafından dolaşarak Avrupa’ya doğru batı yönünde ilerlemesi biçiminde kademeli fakat sürekli bir biçimde kuzey yönünde gerçekleşen bir göçtü.
78:3.3 (870.6) Yaklaşık yirmi beş bin yıl önce Âdem unsurlarının saf soylarının birçoğu tamamiyle kuzey göç yolu üzerinde bulunmaktalardı. Ve kuzey yönünde ilerlerken, Türkistan’ı fethettikleri dönem civarında özellikle Nod unsurları olarak diğer ırklar ile bütünüyle karışana kadar giderek azalan bir biçimde Âdemsel kaldılar. En başından beri saf ırk koluna ait eflatun topluluklarının çok azı Avrupa veya Asya’nın derinliklerine doğru ilerlemişti.
78:3.4 (870.7) M.Ö. yaklaşık 30.000 ile 10.000 yılları arasında güneybatı Asya’nın bütününde çığır açıcı ırksal birliktelikler meydana gelmekteydi. Türkistan’ın dağ sakinleri yiğit ve cebbar bir insan topluluğuydu. Hindistan’ın kuzeybatısına uzanan bir biçimde Van döneminin kültürü varlığını devam ettirmişti. Ve kültür ve kişiliğin bu üstün iki ırkı da, kuzeye doğru hareket eden Âdem unsurlarının baskınlığında onlara karışmıştır. Bu birleşim, birçok yeni düşüncenin benimsenmesiyle sonuçlanmıştır; bu oluşum medeniyetin ilerleyişini kolaylaştırmış olup sanat, bilim ve toplumsal kültürün tüm fazlarını büyük ölçüde ilerletmiştir.
78:3.5 (871.1) Öncül Âdemsel göçler dönemi yaklaşık olarak M.Ö. 15.000 yılında sona erdiğinde, Avrupa ve merkezi Asya içinde Mezopotamya’dan bile daha fazla sayıda Âdem soyu hali hazırda ikamet etmekteydi. Avrupalı mavi ırk, büyük ölçüde çözülmüştü. Bugün Rusya ve Türkistan olarak adlandırılan yerleşkeler; Nod, Andon unsurlarına ek olarak kırmızı ve sarı Sangikler’e karışan Âdem insanlarının büyük bir nüfusu tarafından güney istikametleri boyunca iskân edilmişti. Güney Avrupa ve Akdeniz havzası, Âdem ırk kolunun az sayıdaki bir topluluğuna ek olarak — turuncu, yeşil ve çivit ırkları biçimindeki — Andon ve Sangik insan topluluklarının karma bir ırkı tarafından iskân edilmekteydi. Ön Asya’ya ek olarak merkez ve doğu Avrupa yerleşkeleri, başat olarak Andon unsurlarından meydana gelen kabileler tarafından tutulmaktaydı.
78:3.6 (871.2) Yaklaşık olarak bu dönemde Mezopotamya’dan gelenler tarafından büyük ölçüde güçlenmiş olan birbirine karışmış haldeki renkli bir ırk, Mısır’ı elinde bulundurup Fırat vadisinin yok olmaya yüz tutmuş kültürünü ele geçirmeye hazırlanmıştı. Siyah insan toplulukları Afrika içerisinde daha da güneye doğru ilerlemekte olup, kırmızı insanlar gibi neredeyse tecrit altında bulunmuş bir haldelerdi.
78:3.7 (871.3) Sahara medeniyeti, kıtlık tarafından sekteye ve Akdeniz havzasının sebebiyet verdiği sel nedeniyle sekteye uğramış bir haldeydi. Mavi ırklar yine de, gelişmiş bir kültürü geliştirmekte başarısız oldular. Andon unsurları hala, Kuzey Kutbu ve merkezi Asya bölgelerine dağılmış bir haldeydi. Yeşil ve turuncu ırklar benzer bir biçimde yok olmuşlardı. Çivit ırkı, yavaş ancak uzun süren devamlı bir ırksal bozulmayı deneyimlemeye başlayacakları yer olan merkezi Asya’daki konumlarını güçlendirmektelerdi.
78:3.8 (871.4) Hindistan’ın insan toplulukları ilerlemeyen bir medeniyet ile birlikte durağan bir konumda bulunurken, sarı insanlar merkezi Asya’daki elde ettikleri konumları sağlamlaştırmaktalardı; kahverengi ırk Büyük Okyanus’un yakın adaları üzerindeki medeniyet süreçlerine henüz giriş yapmamışlardı.
78:3.9 (871.5) Baskın mevsim değişiklikleri etkisiyle de belirlenmiş olan bu ırk dağılımı, Urantia medeniyetinin And toplulukları döneminin başlangıcı için dünya zemini hazırladı. Bu öncül göçler, M.Ö. 25.000 ile 15.000 yıl arasında olmak üzere on bin yıllık bir süreçten daha fazlası bir döneme uzanmıştır. Daha sonraki göçler veya diğer bir değişle And göçleri, yaklaşık M.Ö. 15.000 ile 6.000 arasındaki bir süreci kaplamıştır.
78:3.10 (871.6) Âdem unsurlarının öncül dalgalarının Avrasya üzerinden geçişleri o kadar uzun bir sürede gerçekleşti ki kültürleri geçiş sürecinde büyük ölçüde yok oldu. Sadece daha sonraki And unsurları, Mezopotamya’nın hangi ücra köşesinden olursa olsun Cennet Bahçesi kültürünü ellerinde bulundurmak için yeterli hızda göçlerini gerçekleştirmişti.
78:4.1 (871.7) And ırkları, evrimsel insanlara ek olarak eflatun ırkının saf ırk kolu üyeleri ve Nod unsurlarının başat karışımlarıydılar. And unsurlarının modern ırklara kıyasla Âdem kanının çok daha büyük bir oranını genel olarak taşımakta oldukları bilinmelidir. And unsurları terimi çoğunlukla, ırksal kökeni sekizde bir ila altı da bir arasında eflatun kalıtımından gelen insanları tanımlamak için kullanılır. Çağdaş Urantia unsurları, hatta kuzeydeki beyaz ırklar bile, Âdem kalıtımının bu oranının çok daha azını taşımaktadırlar.
78:4.2 (871.8) Öncül And insan toplulukları; yirmi beş bin yıldan çok daha uzun bir süre önce Mezopotamya’ya komşu olan bölgelerde doğmuş olup, Âdem ve Nod unsurlarının bir karışımından meydana geldiler. İkinci bahçe, yok olmaktaki eflatun kökenine ait merkezi ortak farklı yerleşkeler tarafından çevrilmişti; ve bu ırksal kaynaşma merkezinin çevre kısımlarında And ırkı doğmuştu. Daha sonra, göç halindeki Âdem ve Nod unsurları Türkistan’ın bu dönemdeki verimli bölgelerine girdiklerinde, yakın zaman içerisinde buranın üst düzeyde bulunan sakinleriyle karışmışlardı; ve bunun sonucunda ortaya çıkan ırk karışımı, And türünü kuzey doğrultusunda genişletti.
78:4.3 (872.1) And unsurları her bakımdan, eflatun insanlarının saf nesillerinin yaşadığı dönemden beri Urantia üzerinde ortaya çıkmış en iyi ırk koluydu. Onlar; Âdem ve Nod ırklarının geride kalan hayattaki üyelerinin en yüksek türlerinin çoğuna ek olarak daha sonraki dönemlerin sarı, mavi ve yeşil insanlarının en iyi ırk kollarının bazılarından meydana gelmişlerdi.
78:4.4 (872.2) Bu öncül And unsurları Aryan ırk koluna ait değillerdi; onlar bu ırk kolunun öncül üyeleriydiler. Onlar beyaz değillerdi; onlar beyaz öncesi ırkın üyeleriydiler. Onlar ne Batı ne de Doğu insanlarıydı. Ancak And kökeni; Avrupalı olarak tanımlanan türdeşliği genelleştiren, tarafınızdan adlandırılmış beyaz ırkların çok dilli karışımına kaynaklık sağlamaktadır.
78:4.5 (872.3) Eflatun ırkının daha saf ırk kolları Âdem’in barışı arzulayan geleneğini korumaya devam etmiş bir halde bulunmaktalardı; bu durum, daha önceki ırk hareketlerinin neden daha çok barışçıl göçler şeklinde gerçekleştiğini açıklamaktadır. Ancak And unsurları bu dönemde kavgacı bir ırk haline gelmiş Nod ırk kollarıyla birleştiğinde, onların And soyları kendi dönemlerinde Urantia üzerinde yaşamış en usta ve akıllı askerler haline gelmişti. Bu dönemden itibaren Mezopotamya unsurlarının göçleri artan bir biçimde askeri içerik kazanıp, mevcut fetihlere daha çok benzer bir hal almıştı.
78:4.6 (872.4) Bu And unsurları maceraperestlerdi; onlar kürek çekme eğilimine sahiplerdi. Kalıtımlarındaki Sangik veya Andon ırk etkisindeki bir artış onları bu eğilimden uzaklaştırıp olağan bir konuma getirmişti. Ancak böyleyken bile onların daha sonraki soyları, dünya etrafını dolaşana ve en uzak kıtayı keşfedene kadar bu isteklerinden hiçbir şekilde vazgeçmemişlerdi.
78:5.1 (872.5) Yirmi bin yıl boyunca ikinci cennet bahçesi kültürü varlığını sürdürmeye devam etmişti; ancak bu kültür, Seth din adamlığı yenilendiğinde ve Amosad’ın önderliği parlak bir döneme giriş yaptığında, yaklaşık olarak M.Ö. 15.000’lere kadar düzenli bir gerileme süreci deneyimledi. Daha sonra Avrasya’nın tümüne yayılan medeniyetin büyük dalgaları, And topluluğunu meydana getiren komşu melez Nod unsurları ile Âdem insanlarının geniş ölçüdeki birlikteliği sonucunda gerçekleşmiş Cennet Bahçesi’nin büyük rönesansından hemen sonra ortaya çıktı.
78:5.2 (872.6) Bu And unsurları, Avrasya ve Kuzey Afrika boyunca yeni gelişmeleri başlattı. Mezopotamya’dan Doğu Türkistan boyunca And unsurlarının kültürü baskın bir haldeydi; ve Avrupa’ya yapılan düzenli göç hareketi, Mezopotamya’dan gelen yeni üyeler tarafından sürekli bir biçimde telafi edilmekteydi. Ancak Âdem’in melez soylarının dönemsel göçlerinin yakın sürede başladığı vakte kadar, And unsurlarından Mezopotamya’da ikamet eden bütüncül bir ırk olarak bahsetmek doğru olmaz. Bu dönemde ikinci bahçe içerisindeki ırklar bile öyle bir düzeyde birbirine karışmış haldeydi ki, onlar artık Âdem unsurları olarak görülememekteydi.
78:5.3 (872.7) Türkistan’ın medeniyeti, özellikle daha sonraki And atlıları olmak üzere Mezopotamya’dan yeni gelenler tarafından sürekli bir biçimde dirilmekte ve canlanmaktaydı. Hint-Avrupa dili olarak adlandırdığınız lisan, Türkistan’ın dağlık bölgelerinde oluş süreci içerisindeydi; bu dil, Âdemoğlu ve daha sonraki And unsurlarının dili ile birlikte bölgenin Andon lehçesinin bir karışımıydı. Birçok çağdaş dil; Avrupa ve Hindistan’a ek olarak Mezopotamya düzlüklerinin kuzey kuşağını elinde bulundurmuş bu merkezi Asya kabilelerinin öncül dilinden türemiştir. Bu tarihi dil Batı dillerine, Ari olarak adlandırılan bütüncül benzerlik temelini sağlamıştı.
78:5.4 (872.8) M.Ö. 12.000’lerde dünya And ırk kolunun üçte biri kuzey ve doğu Avrupa’da ikamet etmekteydi; ve Mezopotamya’dan yapılan ilerideki en son toplu göç gerçekleştiğinde bu hareketin son dalgalarının yüzde altmış beşi Avrupa’ya giriş yapmıştı.
78:5.5 (873.1) And unsurları sadece Avrupa’ya değil kuzey Çin ve Hindistan’a da göç etmişlerdi; bunun yanı sıra birçok topluluk din elçileri, öğretmenler ve tüccarlar olarak dünyanın ücra köşelerine gitmektelerdi. Onlar dikkate değer bir ölçüde Sahara Sangik insanlarının kuzey topluluklarına katkıda bulunmuşlardı. Ancak en başından beri çok az sayıdaki öğretmen ve tüccar Afrika’da, Nil ırmak kaynaklarının ötesinde doğuya doğru hareket etmişti. Daha sonra melez And unsurları ve Mısırlılar, ekvator seviyesinin çok altında Afrika’nın doğu ve batı kıyılarının güneye uzanan sahillerini izlediler; ancak onlar Madagaskar’a ulaşamadılar.
78:5.6 (873.2) Bu And unsurları, Hindistan’ın — adlandırmış olduğunuz — Dravid ve — daha sonraki — Ari fatihleriydiler; ve onların merkezi Asya’daki mevcudiyeti, Turan topluluklarının atalarını büyük ölçüde canlandırmıştır. Bu ırkın birçok üyesi Doğu Türkistan ve Tibet üzerinden Çin’e hareket edip, daha sonraki Çin ırk koluna arzu edilen nitelikleri kazandırdı. Zaman zaman küçük topluluklar Japonya, Formoza, Batı Hint Adaları’na ek olarak — her ne kadar çok azı sahil yoluyla olsa da — güney Çin’e ulaştı.
78:5.7 (873.3) Bu ırkın yüz otuz iki üyesi Japonya’dan, küçük teknelerden bir araya gelmiş bir donanmayla yola çıkarak; nihai olarak Güney Amerika’ya varıp, Ant toplulukları yerlileri ile karışarak İnkalar’ın daha sonraki idarecilerinin kökenini oluşturmuşlardı. Onlar, karşılaştıkları birçok adada konaklayarak rahat geçen aşamalar sonucunda Büyük Okyanusu kat ettiler. Polinezya topluluk adaları bugünkünden daha fazla sayıda ve daha büyüktü; ve bu And denizcileri, kendilerini takip eden bazı diğer ırk üyeleri ile birlikte, geçiş sürecinde karşılaştıkları yerli toplulukları biyolojik olarak dönüşüme uğrattı. Medeniyetin gelişmekte olan birçok merkezi, And hareketinin bir sonucu olarak şu an sular altındaki adalarda yeşermişti. Paskalya Adası uzunca bir süre boyunca, bu kaybedilen topluluğun bir tanesinin dini ve idari bir merkeziydi. Ancak en başından beri, uzunca bir süredir Büyük Okyanus üzerinde seyahat eden And unsurlarının sadece yüz otuz ikisi Kuzey ve Güney Amerika’nın merkez bölgelerine ulaşabilmişti.
78:5.8 (873.4) And unsurlarının göç fetihleri, M.Ö. 8.000 ile 6.000 yılları arasında, son dağılımlarına kadar devam etti. Mezopotamya’dan büyük topluluklar halinde dağılırlarken, bir yanda çevre insan topluluklarını dikkate değer bir biçimde güçlendirirken diğer bir yanda anavatanlarındaki biyolojik kaynağı sürekli bir biçimde azaltmaktalardı. Ve seyahat ettikleri her millete mizah, sanat, macera, müzik ve üretim kazandırmışlardır. Kısa bir süreliğine olsa da onların mevcudiyeti en azından, daha eski ırkların dini inançlarını ve ahlaki uygulamalarını sıklıkla geliştirmişti. Ve böylelikle Mezopotamya kültürü yavaşça; Avrupa, Hindistan, Çin, Kuzey Afrika ve Büyük Okyanus adalarının tamamına yayılmıştı.
78:6.1 (873.5) And unsurlarının son üç dalgası Mezopotamya’dan M.Ö. 8000 ile 6.000 yılları arasında büyük topluluklar halinde gerçekleşmişti. Bu üç büyük kültür dalgası; tepe kabilelerinin baskısı sonucunda doğu, düzlük sakinlerinin tacizleri sonucunda batı yönünde Mezopotamya’nın dışına itilmişti. Fırat nehri vadisi ve onun bitişiğindeki sakinler, birkaç doğrultuda gerçekleştirmiş oldukları en son toplu göçlerinde ilerlediler:
78:6.2 (873.6) Onların yüzde altmış beşi onu elde etmek ve — mavi insanların ve daha önceki And unsurlarının karışımı olan — yeni yeni beliren beyaz ırklara karışmak için Avrupa’ya girdiler.
78:6.3 (873.7) Seth din adamlığına ait bir topluluğa ek olarak onların yüzde onu, Elam yükseltileri boyunca İran yüksek düzlükleri ve Türkistan’a doğru doğu yönünde hareket etti. Onların soylarının birçoğu daha sonra, buradan kuzeye kadar uzanan bölgelerdeki Ari kardeşleri ile birlikte Hindistan’a itildi.
78:6.4 (874.1) Mezopotamya unsurlarının yüzde onu, sarı-And unsurları ile karıştıkları yer olan Doğu Türkistan’a girerek, kuzey göç hareketleri içinde doğuya doğru yönelmişlerdi. Bu ırksal birliktelikten meydana gelen yetkin doğumların çoğunluğu; daha sonra Çin’e girip, sarı ırkın kuzey biriminin doğrudan gelişimine büyük katkı sağlamıştır.
78:6.5 (874.2) Bu kaçış halindeki And unsurlarının yüzde onu, Arabistan boyunca ilerleyip Mısır’a girdiler.
78:6.6 (874.3) Komşu kabile üyeleri ile evlenme zorundalığından onları özgür bırakan Dicle ve Fırat nehir ağızlarının çevresinde oldukça üstün bir kıyı kültürünün üyeleri, And unsurlarının yüzde beşi evlerini terk etmeyi reddetti. Bu topluluk, birçok üstün Nod ve Âdem ırk kolunun kurtuluşunu temsil etmişti.
78:6.7 (874.4) And unsurları M.Ö. 6000’li yıllarda bu bölgeyi neredeyse tamamen terk etmiş bir haldeydi; her ne kadar soyları büyük ölçüde komşu Sangik ırkları ve Anadolu And unsurları ile karışmış olsa da, çok daha sonraki bir dönemde kuzey ve doğu istilacıları ile savaşmak için onlar burada hazır bulunmuşlardı.
78:6.8 (874.5) İkinci cennet bahçesinin kültürel çağı, buraya olan komşu alt düzey ırk kollarının kademeli nüfuzuyla sona ermişti. Medeniyet, Mezopotamya’daki yaşam pınarının kurumasından çok uzun bir süre sonra gelişmeye ve ilerlemeye devam ettiği Nil ve Akdeniz adalarına doğru batı yönünde ilerlemiştir. Ve alt düzey insan topluluklarının bu denetlenmemiş akınları, yetkin olan geride kalmış ırk kollarını Mezopotamya’nın tamamından uzaklaştırmış kuzey barbarları tarafından buranın daha sonraki fethinin zeminini hazırlamıştır. Daha sonraki yıllarda bile bu kültürel tarihin kalıntısı, bu cahil ve görgüsüz istilacıların varlığına karşı koymuştur.
78:7.1 (874.6) Nehir sakinleri, belirli mevsimlerde nehir sularının kıyı şeritlerinde taşkınlığa sebebiyet vermesine alışkındı; bu dönemsel seller, yaşamlarında senelik olarak tekrar eden durumlardı. Ancak yeni tehlikeler, kuzeye doğru gerçekleşmekte olan ilerleyici yeryüzü değişikliklerinin bir sonucu olarak Mezopotamya vadisini tehdit etmekteydi.
78:7.2 (874.7) İlk Cennet Bahçesi’nin sular altında kalışından sonra binlerce yıl boyunca, Akdeniz’in doğu sahili çevresindeki ve Mezopotamya’nın kuzeybatısında ve kuzeydoğusundaki dağlar yükselmeye devam etti. Bu dağlık alanların yükselişi yaklaşık olarak M.Ö. 5000’li yıllarda büyük ölçüde hızlanma gösterdi; ve kuzey dağlarındaki kar yağışının büyük oranda artış göstermesiyle birlikte bu durum, Fırat vadisi boyunca her ilkbaharda beklenmedik sellerin meydana gelmesine sebebiyet verdi. Bu ilkbahar selleri, nehir bölgesi sakinlerinin doğu yükseltilerine doğru nihai olarak itilmesi derecesinde artan bir biçimde kötüleşme gösterdi. Yaklaşık bin yıl boyunca birçok şehir, bu geniş çaplı sel baskınları nedeniyle neredeyse tamamen boşaltılmıştı.
78:7.3 (874.8) Yaklaşık beş bin yıl sonra Babil esareti altındaki Musevi din adamları kendi topluluklarının kökenini Âdem’e dayandırmaya çalışırlarken, bu hikâyeyi doğrulamada büyük bir zorluk yaşadılar; ve onlardan bir tanesi, bu çabadan vazgeçip Nuh’un seli zamanında tüm dünyanın kendi günahı içinde boğulmasına müsaade ederek İbrahim’i böylelikle Nuh’un hayatta kalan üç evladından bir tanesine doğrudan bir biçimde dayandırmakla daha tutarlı bir anlatıma ulaşılacağını düşündü.
78:7.4 (875.1) Dünya yüzeyinin tamamının bir dönem sular altında kaldığına dair tarihi anlatılar evrenseldir. Birçok ırk, eski çağlar boyunca dünya çapında gerçekleşmiş bir sele dair hikâyeye sığınmaktadır. Nuh’un, gemisinin ve selin İncil’deki hikâyesi, Babil esareti sürecinde gerçekleşen Musevi din adamlığının bir yaratımıdır. Urantia oluşturulduğundan beri tüm dünyayı içine alan bir sel hiçbir zaman ortaya çıkmamıştır. Dünya yüzeyinin tamamen sular altında kaldığı tek dönem, karanın ortaya çıkmaya başlamasından önceki Arkeozoyik çağlar sürecidir.
78:7.5 (875.2) Ancak Nuh gerçekten yaşamıştır; o, Uyuk yakınındaki bir nehir yerleşkesi olan Aram’ın bir şarap ustasıydı. O, yıldan yıla nehrin taştığı dönemlerin kaydını tutmuştu. Nuh; tüm evlerin tekne biçiminde ahşaptan yapılmasını ve sel dönemi yaklaştığında aile hayvanlarının her gece bu yapılara konulmasını herkese öneren bir biçimde nehir vadisinden yukarı aşağı gidip gelerek fazla sayıdaki alaycı küçümsemeyi üzerine çekmiştir. O her yıl komşu nehir yerleşkelerine gidip sellerin yaklaşmakta olduğuna dair onları uyarırdı. Sonunda, senelik sellerin olağandışı bir sağanakla öyle büyük bir hale gelip suların beklenmedik taşkınının bütün köyü ortadan kaldırdığı bir yıl gelmişti; sadece Nuh ve onun birinci dereceden ailesi yüzen evlerinde hayatta kalmıştı.
78:7.6 (875.3) Bu seller And medeniyetinin parçalanışını tamamlamıştır. Sel baskınlarının bu döneminin sona ermesiyle birlikte ikinci cennet bahçesi artık mevcut değildi. Sadece güneyde ve Sümer toplulukları arasında onların eski ihtişamına dair kalıntılar varlığını sürdürmekteydi.
78:7.7 (875.4) En eski medeniyetlerden bir tanesi olan buranın kalıntıları, Mezopotamya’nın bu bölgelerinde ve onun kuzeydoğu ve kuzeybatı kesimlerine bulunabilir. Ancak Dalamatia dönemlerinin daha eski kalıntıları, Basra Körfezi’nin suları altında bulunmaktadır; ve ilk Cennet Bahçesi, Akdeniz’in doğu ucu altında deniz tabanında yatmaktadır.
78:8.1 (875.5) Son And göçü Mezopotamya medeniyetinin biyolojik omurgasını kırdığında, bu üstün ırkın küçük bir azınlığı nehirlerin ağız kısımlarının yakınında ana yerleşkelerinde kalmaya devam etti. Bu topluluklar Sümerliler’di; ve her ne kadar onların kültürü kimlik bakımından daha baskın bir biçimde Nod aslına ait olsa da, M.Ö. 6000’li yıllarda özleri itibariyle And soyu haline gelmiş bir haldelerdi; ve onlar, Dalamatia’nın tarihi geleneklerine bağlı kaldılar. Yine de kıyı bölgelerin bu Sümer unsurları, Mezopotamya’daki en son And topluluklarının sonuncusuydu. Ancak Mezopotamya ırkları bu daha geç dönemde hali hazırda bütünüyle birbirine karışmış bir haldeydi; bu dönemin kalıntılarında bulunan kafatası türlerine bu durumu kanıtlamaktadır.
78:8.2 (875.6) Susa’nın oldukça büyük bir oranda gelişmesi bu nehir taşkını süreçlerine denk gelmektedir. Birinci ve giriş şehri öyle bir düzeyde sele maruz kalmıştı ki ikinci veya diğer bir değişle yukarıdaki şehir bu dönemin görülmemiş el işlerinde alt şehri takip eden bir merkez haline gelmişti. Bu sellerin daha sonra azalışıyla birlikte Ur, çömlek imalatının ana yerleşkesi olmuştu. Ur, Basra Körfezi üzerinde bulunmaktaydı; nehir birikintileri bu dönemden beri karayı bugünkü sınırlarına ulaştıracak şekilde inşa etmişti. Bu yerleşkeler, nehirlerin daha iyi denetimi ve ağızlarının genişlemesi sebebiyle sellerden daha az zarar gördüler.
78:8.3 (875.7) Fırat ve Dicle vadilerinin barışçıl buğday yetiştiricileri, Türkistan ve İran yüksek düzlüklerinden gelen barbarların akınlarıyla uzunca bir süredir tacize uğramaktaydı. Ancak dağlık otlaklarda yaşanan artan düzeydeki kuraklık bu aşamada, Fırat vadisine yapılan iyi tasarlanmış bir istilayı beraberinde getirdi. Ve bu istila çok daha ciddi bir bütünlük içerisindeydi, çünkü çevredeki sürü sahipleri ve avcılar geniş sayılarda evcilleştirilmiş atlara sahiplerdi. Güneydeki zengin komşuları üzerinde çok büyük bir askeri üstünlüğü kendilerine kazandıran şey onların atlara sahip olmalarıydı. Kısa bir süre içinde onlar, son kültür dalgalarını Avrupa, batı Asya ve kuzey Afrika’nın tamamına iten bir biçimde Mezopotamya’nın tümü üzerinde etkinlik kurdular.
78:8.4 (876.1) Mezopotamya’nın bu fatihleri, Âdemoğlu ırk kollarının bazılarına ek olarak Türkistan’ın melez kuzey ırklarına daha iyi And kollarının birçoğunu soylarında taşıdılar. Kuzeyden gelen daha az gelişmiş ancak daha cesur olan bu kabileler; hızlı ve gönüllü bir biçimde Mezopotamya’nın arta kalan medeniyetine onun baskınlığı altında karışıp, yakın bir zaman içinde tarihi kayıtların giriş kısmında Fırat vadisinde bulunan bahse konu karma melez insanlara doğru gelişme gösterdiler. Onlar, vadi kabilelerinin sanatlarını öğrenip Sümer topluluklarının sahip oldukları kültürün büyük bir kısmına uyum sağlayarak Mezopotamya’da sona ermekte olan medeniyetin birçok fazını canlandırdılar. Onlar, Babil’in üçüncü kulesinin inşasını bile arzulayıp, daha sonra milli isimlerini ona vermişlerdir.
78:8.5 (876.2) Kuzeydoğudan gelen bu barbar atlılar tüm Fırat vadisini elde ettiğinde, Basra Körfezi üzerindeki nehir ağzı etrafında ikamet eden And topluluklarının geride kalanlarını ele geçirmediler. Bu Sümerliler; üstün usla, daha iyi silahlarla ve birbirine bağlı havuzlardan oluşan sulama düzenlerinin yanında geniş çaplı askeri kanallardan oluşan bir sistemle kendilerini savunmaya yetkinlerdi. Onlar, tek-tip bir topluluk dinine sahip oldukları için bütünleşmiş bir birliktelikti. Bu Sümerliler böylelikle, kuzeybatıdaki olan komşularının birbirinden kopuk şehir devletlerine bölünmelerinden çok daha uzun bir süre sonraya kadar ırksal ve milli bütünlüklerini muhafaza etmeye yetkinlerdi. Bu şehir topluluklarının hiçbiri bütünleşmiş Sümerler’i alt etmeye muktedir değildi.
78:8.6 (876.3) Ve kuzeyden gelen istilacılar yakın bir zaman içerisinde, bu barışı seven Sümerler’i eğitmenler ve idareciler olarak güvenmeyi ve takdir etmeyi öğrendiler. Onlar fazlasıyla saygı görmüş ve kuzeydeki insanlara ek olarak batıda Mısır’dan doğuda Hindistan’a kadar tüm insan toplulukları tarafından sanat ve el işleri öğretmenleri, ticaret yöneticileri ve toplum idarecileri olarak aranılan bireyler olmuşlardır.
78:8.7 (876.4) Öncül Sümer konfederasyonunun parçalanmasından sonra daha sonraki şehir devletleri, Seth din adamlığının bu inancı terk etmiş soyları tarafından idare edilmiştir. Yalnızca bu din adamları, komşu şehirleri ele geçirdikleri zaman kendilerini krallar olarak addetmektelerdi. Daha sonra şehir kralları Sargon döneminden önce ilahiyat kıskançlığı yüzünden güçlü konfederasyonları kurmada başarısız oldular. Her şehir kendi kent tanrısının tüm diğer tanrılardan daha üstün olduğuna inandı ve bu nedenle onlar kendilerini ortak bir öndere tabi kılmayı reddetti.
78:8.8 (876.5) Şehir din adamlarının zayıf yönetimine ait bu uzun dönemin sonu, kendisini kral ilan eden ve Mezopotamya’nın tamamını yanındaki yerleşkeler ile birlikte ele geçirmeye girişmiş Kiş’in din adamı Sargon tarafından getirildi. Ve kısa bir süreliğine bu idare; her şehrin kendi sınırlarını temsil eden bir tanrıya ve onun törensel uygulamalarına sahip olduğu din adamlarının yönettiği ve onların hüküm sürdüğü şehir devletlerini sonlandırdı.
78:8.9 (876.6) Bu Kiş konfederasyonunun parçalanmasını, bu vadi şehirleri arasında üstünlüğü ele geçirmek için sürekli verilen savaşların uzun bir dönemi izledi. Ve yönetim; Sümer, Akat, Kiş, Erek, Ur ve Susa arasında değişen sırayla el değiştirdi.
78:8.10 (876.7) Yaklaşık M.Ö. 2500’lü yıllarda Sümerliler, kuzey Suit ve Guit topluluklarını karşısında ciddi kayıplara maruz kaldılar. Sel tepesi üzerine inşa edilen Sümer başkenti olan Lagaş yitirilmişti. Erek, Akat’ın çöküşünden sonra otuz yıl boyunca ayakta kaldı. Hammurabi idaresinin kurulması zamanında Sümerler, kuzey Sami topluluklarının kollarına onların baskınlığında karışmış bir haldeydi; ve Mezopotamyalı And unsurları tarih sayfasından silindiler.
78:8.11 (877.1) M.Ö. 2500 ile 2000’li yıllar arasında göçebeler, Atlantik’den Pasifik’e kadar bir öfke nöbeti içerisindelerdi. Nerites, birbirlerine karışmış Andon ve And ırklarının Mezopotamyalı soylarına ait Hazar topluluklarının nihai patlamasını ortaya çıkardı. Barbarlar Mezopotamya’nın yerle bir edilmesinde hangi alanda başarısız oldularsa, daha sonraki iklim değişiklikleri bunları yerine getirdi.
78:8.12 (877.2) Ve bu anlatım, Âdem’in döneminden sonra eflatun ırkının ve Fırat ve Dicle arasında kalan anavatanlarının kaderine dair hikâyesidir. Onların tarihi medeniyeti, üstün insan topluluklarının dış göçleri ve alt düzey komşularının iç göçleri nedeniyle nihai olarak çökmüştür. Ancak Barbar atlıların vadiyi ele geçirmelerinden uzun bir süre önce, Cennet Bahçesi kültürünün çoğu Asya, Avrupa ve Afrika’ya hali hazırda yayılmış bir haldeydi; bu kültür buralarda Urantia’nın yirminci yüzyıl medeniyetiyle sonuçlanan mayayı çalmıştı.
78:8.13 (877.3) [Nebadon’un bir Başmelek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
79. Makale
79:0.1 (878.1) ASYA, insan ırkının anavatanıdır. Andon ve Fonta’nın doğduğu yer bu kıtanın bir doğu yarımadası üzerindeydi; bugünün Afganistan olan bölgesindeki yükseltilerde onların soyu Badonan, bir buçuk milyon yıldan daha fazla süreden beri varlığını sürdüren kültürün ilkel bir merkezinin temellerini attı. Burada insan ırkının bu doğu odağında, Sangik toplulukları Andon ırk kolundan ayrıştı; ve Asya onların ilk evi, ilk av alanı, ilk savaş meydanıydı. Güneybatı Asya; Dalamatia, Âdem ve And unsurlarının birbirlerini takip eden medeniyetlerine tanık oldu; ve bu bölgelerden çağdaş medeniyetin tohumları dünyaya yayıldı.
79:1.1 (878.2) Yirmi beş bin yıldan fazla bir süre boyunca, neredeyse M.Ö. 2000’li yıllara gelinceye kadar, Avrasya’nın kalbi başat bir biçimde, her ne kadar giderek azalma gösterse de, And kökenine aitti. Türkistan’ın düzlüklerinde And unsurları iç göller etrafında dönerek batı yönünde Avrupa’ya yönelirken, bu bölgenin yükseltilerinden onlar doğu yönüne doğru nüfuz ettiler. Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) ve, daha az bir ölçüde, Tibet Mezopotamya’nın bu insanlarının sarı ırkın kuzey yerleşkelerine doğru dağlara yöneldiği tarihi geçiş noktalarından biriydi. Hindistan’a olan And nüfuzu, Türkistan yükseltilerinden Punjab ve İran otlak arazilerinden Baluşistan boyunca ilerledi. Bu öncül göçler anlamsızca gerçekleşen fetihler değillerdi; gerçekte onlar, And kabilelerinin batı Hindistan ve Çin’e olan devamlı kayışlarıydı.
79:1.2 (878.3) Neredeyse on beş bin yıl boyunca karma And kültür merkezleri Doğu Türkistan’daki Tarim Irmağı havzasına ek olarak buranın güneyindeki And ve Andon unsurlarının geniş ölçüde birbirine çoktan karışmış olduğu Tibet’in yüksek düzlüklerinde varlığını sürdürmeye devam etmişti. Tarım vadisi öz And kültürünün doğu sınırındaki yerleşkeydi. Burada onlar yerleşkelerini inşa edip, doğudaki gelişme gösteren Çinliler’e ek olarak kuzeydeki Andon unsurlarıyla birlikte ticaret ilişkilerine girdiler. Bu dönemlerde Tarım bölgesi, verimli bir araziydi; yağmurlar boldu. Doğuda bulunan Gobi, sürü sahiplerinin kademeli olarak tarıma yöneldikleri açık bir otlaktı. Bu medeniyet, yağmur rüzgârları güneydoğuya kaydığı zaman yok oldu; ancak en parlak dönemlerinde Mezopotamya’ya rakip oldu.
79:1.3 (878.4) M.Ö. 8000’li yıllarda merkezi Asya’nın yüksek bölgelerinde yaşanan yavaş bir biçimde artış gösteren kuraklık And unsurlarını nehir tabanlarına ve deniz kıyılarına itmeye başladı. Bu artan kuraklık sadece onları Nil, Fırat, İndus ve Sarı nehirlerine sürüklemedi, aynı zamanda And medeniyeti içinde yeni bir gelişimi açığa çıkardı. Tüccarlar biçiminde insanların yeni bir sınıfı geniş sayılar halinde ortaya çıkmaya başladı.
79:1.4 (879.1) İklim koşulları göç etmekte olan And unsurları için avcılığı elverişsiz kılınca, sürü sahipleri haline gelen bir biçimde eski ırkların evrimsel gidişatını takip etmediler. Ticaret ve şehir yaşamı ortaya çıkmaya başladı. Mısır’dan başlayarak Mezopotamya ve Türkistan boyunca Çin ve Hindistan’ın nehirlerine kadar daha yüksek bir biçimde medenileşmiş kabileler, imalat ve ticarete adanan şehirlerde bir araya gelmeye başladılar. Adonia, bugünün Aşkabat şehrinin yakınında konumlanan bir biçimde, merkezi Asya’nın ticari merkezi haline gelmişti.
79:1.5 (879.2) Ancak sürekli artış gösteren kuraklık kademeli olarak Hazar Denizi’nin güneyi ve doğusundaki yerleşkelerden yapılan büyük And göçünü beraberinde getirdi. Bu göç dalgası kuzeyden güneye doğru yön değiştirmeye başladı, ve Babil atlıları Mezopotamya kapılarını zorladıkları sürece giriş yaptılar.
79:1.6 (879.3) Merkezi Asya’daki artan kuraklık ilave bir biçimde, nüfusun azalmasına ve bu insan topluluklarının daha az savaşçıl hale gelmesine yol açtı; ve kuzeyde azalan yağmurlar göçebe Andon unsurlarını güneye doğru itince, Türkistan’dan devasa bir And göçü gerçekleşmiş oldu. Bu durum, Ari ırk unsurları olarak adlandırdığınız toplulukların Levant ve Hindistan’a yaptıkları göçe karşılık gelmektedir. Bu göçlerin bütünü, Âdem’in melez soylarının uzun süren dağılımları boyunca her Asyalı topluluğun ve Büyük Okyanus ada inanlarının çoğunun bir ölçüde bu üstün ırklar tarafından gelişmesine yol açmıştır.
79:1.7 (879.4) Her ne kadar Doğu Yarıküre’nin tamamına yayılmış olsalar da And unsurları Mezopotamya ve Türkistan’daki anavatanlarından böylece mahrum bırakılmışlardı; bu durumun nedeni, merkezi Asya’da seyrelmiş And unsurlarını neredeyse yok olma düzeyine kadar indiren onların güneye doğru yapmış oldukları bu geniş çaplı göçtü.
79:1.8 (879.5) Ancak İsa’dan sonra yirminci yüzyılda bile, Turan ve Tibet insanları arasında And kanının izleri mevcuttur; bu durum, bahse konu bölgelerde zaman zaman bulunan kan türlerinde gözlemlenmektedir. Öncül Çin yıllıkları, Sarı Nehir’in barışçıl yerleşkelerinin kuzeyinde kırmızı saçlı göçebelerin mevcudiyetini belirtmektedir; ve burada hala, uzun zaman öncesinin Tarım havzası içinde sarışın And unsurları ve kumral Mongol türlerinin mevcudiyetini tam olarak gösteren çizimler varlığını sürdürmektedir.
79:1.9 (879.6) Merkezi Asyalı And unsurlarının sular altında kalan askeri dehasına dair en son büyük dışavurum; Cengiz Kağan yönetimi altındaki Mongol topluluklarının Asya kıtasının büyük bir kısmını ele geçirmeye başladığı M.S. 1200 yılıdır. Ve eskilerin And unsurları gibi bu kahramanlar “cennet içindeki tek bir Tanrı’yı” ilan etmişlerdir. Onların imparatorluğunun erken parçalanışı; Batı ve Doğu arasındaki kültürel iletişimi uzun bir süre geciktirmiş, Asya’daki tek tanrılı din kavramının gelişmesini fazlasıyla engellemiştir.
79:2.1 (879.7) Hindistan, Urantia ırklarının tümünün birbirine karıştığı yer olan tek mekândır; And istilası kendilerinin ırk kolunu ekleyerek bu bütünlüğü tamamlamıştır. Hindistan’ın kuzeybatısındaki yükseltilerde Sangik ırkları ortaya çıkmış ve istinasız bu öncül dönemlerde Hindistan alt-kıtasına giren her topluluğun üyeleri arkalarında Urantia üzerindeki en ayrışık ırk karışımını bırakmıştır. Tarihi Hindistan, göç eden ırklar için bir toplama noktası olarak görev yapmıştı. Yarımadanın giriş kısmı eskiden, şimdikine kıyasla biraz daha dardı; Ganj ve İndus deltalarının çoğu son elli bin yıldaki oluşumların neticesinde ortaya çıkmıştır.
79:2.2 (879.8) Hindistan içerisindeki en öncül ırk karışımları, özgün Andon unsurları ile göç halindeki kırmızı ve sarı ırkların bütünleşmeleriydi. Bu topluluk daha sonra, turuncu ırkın geniş sayıdaki üyelerine ek olarak soyları tükenen doğudaki yeşil insanların daha büyük bir oranı tarafından onların baskınlığında karışmaları sonucu zayıflamıştı; bu insanlar her ne kadar mavi insanlar ile gerçekleştirdikleri sınırlı bir karışım sonucunda çok az bir ölçüde gelişseler de, çivit ırkının geniş sayıdaki üyelerine onların baskınlığında karışmaları sonucunda geniş çaplı gerileme yaşamışlardı. Ancak Hindistan’ın özgün insanları olarak tanımladığınız topluluklar bu öncül insanları temsil etmektedirler; bunun yerine onlar, öncül Andon topluluklarının veya onların daha sonra ortaya çıkan Ari kuzenlerinin hiçbir zaman bütünüyle karışmadığı en alt düzeydeki güney ve doğu azınlık insanlarıdır.
79:2.3 (880.1) M.Ö. 20.000’li yıllarda batı Hindistan nüfusu çoktan Âdem kanı ile karışmış bir hale gelmişti; ve Urantia tarihi içinde hiçbir zaman bir topluluk bu kadar fazla ırkı bünyesinde barındırmamıştı. Ancak ikincil Sangik ırk kollarının baskın gelmesi talihsiz bir durumdu; buna ek olara mavi ve kırmızı insanların eskinin bu kaynaşma noktasından çok geniş çaplı eksiklikleri gerçek bir faciaydı; birincil Sangik ırk kollarının çoğu, ortaya çıkabilecek daha da büyük bir medeniyetin ilerlemesine oldukça fazla katkı sağlayabilirdi. Sonuç olarak; kırmızı insanlar Amerika kıtalarında kendilerini yok etmekte, mavi insanlar Avrupa’da kendilerini oyalamakta, ve Âdem’in öncül soyları (ve daha sonrakilerin çoğu) ister Hindistan, ister Afrika veya herhangi bir yer olsun daha koyu tenli insanlar ile karışmakta çok az istek gösterdiler.
79:2.4 (880.2) Türkistan ve İran boyunca M.Ö. yaklaşık 15.000’li yıllarda artan nüfus baskısı, Hindistan’a yapılan gerçek anlamıyla ilk geniş çaplı And göçüne sebebiyet verdi. On beş asırdan fazla bir süre boyunca bu üstün insan toplulukları, İndus ve Ganj vadileri üzerinden yayılıp Deccan’a doğru güney doğrultusunda yavaşça hareket ederek Belucistan’ın yükseltileri üzerinde boşaldılar. Kuzeybatıdan gelen bu And baskısı, güneyde ve doğuda bulanan alt düzey toplulukları Burma’ya ve güney Çin’e itmişti; ancak bu itiş, istilacıları ırksal tahribattan kurtaracak kadar etkili düzeyde gerçekleşmemişti.
79:2.5 (880.3) Hindistan’ın Avrasya’nın üstünlüğünü elde etmedeki başarısızlığı fazlasıyla bir yeryüzü dağılım sonucunun eseriydi; kuzeyden gelen nüfus baskısı yalnızca, insanların çoğunluğunu güneye doğru, deniz tarafından tüm sınırlarının çevrildiği Deccan’ın azalan topraklarına yöneltmiştir. Dışa doğru göç etmek için orada komşu bir kara parçası bulunmuş olsa, her yönde alt düzey insan toplulukları burayı doldurur ve üstün ırk kolları daha üstün bir medeniyete sahip olurdu.
79:2.6 (880.4) Hal böyle olunca, bahse konu öncül And fatihleri; kimliklerini korumaya çalışmak için çaresiz bir girişimde bulunup, karşılıklı evlenmeye dair katı kısıtlamaları oluşturarak ırksal girdabın çekimine set çekmeye çabaladılar. Her ne kadar And unsurları M.Ö. 10.000’ler de yok olmuş bir halde olsalar da, onların tamamı bu karışım neticesinde dikkate değer bir biçimde gelişme göstermişti.
79:2.7 (880.5) Irkların karışımı, kültürün çok yönlülüğüne yok açması ve ilerleyici bir medeniyeti ortaya çıkarması bakımından her zaman faydalıdır; ancak eğer ırksal kolların alt düzey unsurları baskın olursa, bu türden kazanımlar her zaman kısa süreli bir etkiye sahip olacaktır. Birçok dilli kültür yalnızca; üst düzey ırk kolları kendilerini, alt düzeyler karşısında güvenli bir oranda çoğaltabilirse korunabilir. Alt düzey unsurların kısıtlanmamış çoğalımı, üst düzeydekilerin azalan çoğalımı ile birlikte, kesin bir biçimde kültürel medeniyetin intiharıdır.
79:2.8 (880.6) And fatihleri bulunduklarından üç kat fazla bir nüfusta olsalardı, veya onlar melez turuncu-yeşil-çivit sakinlerin en az düzeyde arzulanan dörtte üçünü dışarı doğru itseler veya yok etselerdi, Hindistan kültürel medeniyette dünyanın başat merkezlerden bir tanesi olur, ve kuşkusuz bir biçimde, Türkistan ve oradan kuzey yönünde Avrupa’ya doğru akan Mezopotamya sakinlerinin son dalgalarının daha fazlasını çekebilirdi.
79:3.1 (881.1) Özgün ırk koluyla birlikte karışan Hindistan’ın And fatihleri nihai olarak Dravid olarak adlandırılan melez insan topluluklarını yarattı. Daha öncül ve daha saf olan Dravid unsurları, kültürel kazanım için büyük bir kabiliyeti ellerinde bulundurdular; bu kabiliyet, And kalıtımları gittikçe azalırken düzenli bir biçimde zayıfladı. Ve bu durum, Hindistan’ın tomurcuklanmakta olan medeniyetinin neredeyse on iki bin yıl önceki sonlanışının ta kendisidir. Ancak Âdem kanının bu küçük miktarının nüfuzu bile, toplumsal gelişimde dikkate değer bir hızlanmayı yarattı. Bu karma ırk kolu doğrudan bir biçimde, bu dönemde dünya üzerindeki en çok yönlü medeniyeti açığa çıkardı.
79:3.2 (881.2) Hindistan’ın fethinden sonra yakın bir zaman içerisinde Dravid And unsurları, Mezopotamya ile ırksal ve kültürel iletişimlerini kaybettiler; ancak deniz hatlarının ve kervan rotalarının daha sonra açılmasından sonra bu iletişimler yeniden kuruldu; ve son on bin yıl içinde bir kez bile Hindistan, her ne kadar dağ engelleri fazlasıyla batı irtibatını elverişli kılsa da, batıda Mezopotamya ve doğuda Çin ile iletişimini hiçbir şekilde tamamen yitirmedi.
79:3.3 (881.3) Hint insan topluluklarının üstün kültürü ve dini eğilimleri, Dravid egemenliğinin öncül dönemlerine dayanmaktadır; ve bunlar kısmen de olsa, Seth din adamlığının birçok üyesinin öncül And ve daha sonraki Ari istilaları içinde Hindistan’a girişinden kaynaklanmaktadır. Hindistan’ın dini tarihi boyunca var olan tek dinlilik akımı böylelikle, ikinci bahçe içerisindeki Âdem unsurlarının öğretilerine dayanmaktadır.
79:3.4 (881.4) Daha M.Ö. 16.000’li yıllarda yüz Seth din adamından oluşan bir birlik Hindistan’a girmiş olup, bu çok dilli insanların batı kesimini dini bakımından ele geçirmeyi başarmaya çok yaklaşmışlardı. Ancak onların dinleri varlıklarını sürdürmedi. Beş bin yıl içinde Cennet Kutsal Üçlemesi’ne dair savları, ateş tanrısının üçlü simgesine indirgenmiş bir hale gelmişti.
79:3.5 (881.5) Ancak yedi bin yıldan daha fazla bir süre boyunca, And göçlerinin sonuna kadar, Hindistan sakinlerinin dini düzeyi dünyanın büyük bir kısmından çok daha fazla yüksekti. Bu dönemler boyunca Hindistan, dünyanın önde gelen kültürel, dini, felsefi, ve ticari medeniyetini yaratma ümidi verdi. Ancak eğer And unsurlarının güney insanları tarafından tamamiyle kaybedilmesi gerçekleşmeseydi, bu nihai son muhtemel bir biçimde gerçekleşecekti.
79:3.6 (881.6) Dravid kültür merkezleri; özellikle İndus ve Ganj olmak üzere nehir vadilerinde ve Doğu Gat boyunca denize akan üç büyük ırmak boyunca Deccan içinde konumlanmıştı. Batı Gat’ın sahil şeridi boyunca mevcut olan yerleşkeler varlıklarını, Sümerliler ile olan denizcilik ilişkilerine borçluydu.
79:3.7 (881.7) Dravid unsurları, şehirler inşa eden ve hem kara hem de deniz yoluyla geniş çaplı ithalat ve ihracat işine girişen öncül topluluklar arasındaydı. M.Ö. 7000’li yıllarda deve trenleri uzak Mezopotamya’ya düzenli seyahatlerde bulunmaktaydı; Dravid nakliyesi; Umman Deniz kıyısı boyunca Basra Körfezi’nin Sümer şehirlerine kadar gitmekte olup, Doğu Hint Adaları’na kadar Bengal Körfezi sularına açılmaktaydı. Yazma sanatıyla birlikte bir alfabe Sümer ülkesinden bu denizciler ve tüccarlar tarafından getirilmişti.
79:3.8 (881.8) Bu ticari ilişkiler; şehir yaşamının birçok kibarlık ölçütlerine ek olarak şatafatlarının bile öncül ortaya çıkışlarıyla sonuçlanan bir biçimde, birçok uluslu kültürün daha ileri düzeydeki farklılaşmasına fazlasıyla katkıda bulunmuştu. Daha sonra ortaya çıkan Ari unsurları Hindistan’a girdiklerinde, Dravid topluluklarını Sangik ırkları içinde kaybolan And kuzenleri olarak tanımadılar; ancak onlar oldukça gelişmiş bir medeniyeti buldular. Biyolojik kısıtlılıklarına rağmen Dravidler üstün bir medeniyet inşa ettiler. Bu medeniyet Hindistan’ın tümüne çok iyi bir biçimde yayılmış olup, Deccan’ın çağdaş dönemlerine kadar varlığını sürdürmüştür.
79:4.1 (882.1) Hindistan’a olan ikinci And nüfuzu, İsa’dan önce üçüncü bin yılın ortasında neredeyse beş yüz yıllık bir süreci kapsayan Ari istilasıydı. Bu göç, And unsurlarının Türkistan’daki anavatanlarından yaptıkları dönemsel büyük bir göçü simgelemektedir.
79:4.2 (882.2) Öncül Ari merkezleri, özellikle kuzeybatı olmak üzere Hindistan’ın kuzey tarafının tümüne dağılmıştı. Bu istilacılar ülkenin fethini hiçbir zaman tamamlamamış olup, daha sonra bu umursamazlık içerisinde felaketleriyle yüzleştiler, çünkü onların giderek azalan sayıdaki nüfusu kendilerini, ileride Himalaya bölgeleri dışında yarımadanın tamamını elinde bulunduran güney Dravid topluluklarının baskınlığı altında karışma karşısında savunmasız bir konumda bıraktı.
79:4.3 (882.3) Ari unsurları, kuzey bölgeleri dışında Hindistan üzerinde çok küçük bir ırksal etki bıraktı. Deccan’da onların etkisi ırktan ziyade kültürel ve diniydi. Kuzey Hindistan’daki Ari kanı olarak adlandırdığınız soyun daha baskın bir biçimde varlığını sürdürme nedeni sadece, onların bu bölgelerdeki geniş nüfusu değil; aynı zamanda, onların daha sonraki fatihler, tüccarlar ve din elçileri tarafından güçlenmiş olmalarıdır. İsa’dan önceki ilk asra kadar Punjab yerleşkesine doğru devamlı bir Ari soyu nüfuzu bulunmaktaydı; en son nüfuz, Helen dönemi topluluklarının seferlerinde gerçekleşmiştir.
79:4.4 (882.4) Ganj düzlükleri üzerinde Ari ve Dravid toplulukları nihai olarak daha yüksek bir kültürü meydana getirecek şekilde birbirlerine karıştı; ve bu merkez daha sonra, Çin’den gelerek kuzeydoğu doğrultusundan uğrayan katkılar tarafından güçlendi.
79:4.5 (882.5) Hindistan’da toplumsal örgütlenmelerin birçok türü, Ari unsurların yarı demokratik düzenlerinden zorba ve monarşik hükümetlere varan bir biçimde zaman zaman gelişme gösterdi. Ancak bu toplumun en belirgin özelliği, ırksal kimliği daimi kılma amacındaki bir teşebbüs içerisinde Ari unsurları tarafından kurulmuş büyük toplumsal tabakaların devamlılığıydı. Toplumun tabakalaşmasından oluşan bu detaylı düzen mevcut ana kadar korunmuştur.
79:4.6 (882.6) Dört büyük toplum tabakası arasında ilki dışında hepsi, Ari fatihlerinin alt düzey bireyler ile olan ırksal karışımını engellemeye dair nafile çaba içerisinde oluşturulmuştu. Ancak, öğretmen-din adamları olarak en üst sınıf Seth unsurları tarafından oluşturulmuştu; İsa’dan sonra yirminci yüzyılın Brahmanları, her ne kadar öğretileri ünlü seleflerininkinden fazlasıyla farklılık gösterse de, ikinci bahçenin doğrudan kültür soylarıdır.
79:4.7 (882.7) Ari unsurları Hindistan’a girdikleri zaman, ikinci bahçenin dinine ait uzun süredir mevcut gelenekleri içinde korudukları İlahiyat’a dair kavramlarını beraberlerinde getirmişlerdi. Ancak Brahman din adamları, Ari unsurlarının ırksal tahribatından sonra Deccan’ın alt düzey dinleri ile birlikte birdenbire gerçekleşen iletişimleri sonucunda ortaya çıkan putlara olan inanış devinimine hiçbir zaman engel olamadılar. Böylelikle nüfusun büyük bir çoğunluğu, alt düzey dinlerin köleleştirici hurafeleri altında esir düştü; ve bu nedenle Hindistan, öncül dönemlerde vaat ediği yüksek medeniyeti gerçekleştirmede başarısız oldu.
79:4.8 (882.8) İsa’dan önceki ruhsal doğum, Muhammed topluluklarının akınlarından önce bile çoktan ortadan kaybolmuş bir biçimde, Hindistan’da varlığını sürdürmedi. Ancak ileride büyük bir Gotama Buda, yaşayan Tanrı’yı bulma amacı içinde tüm Hindistan’ı yönetmek için doğabilir; ve bunun sonrasında dünya, gelişmeyen bir ruhsal tasavvurun uyuşturan etkisi altında uzun yıllar baygın yatan çok yönlü bir topluluğun kültürel yetkinliklerinin meyvelerini gözlemleyecektir.
79:4.9 (883.1) Kültür biyolojik bir temele dayanmamaktadır; ancak tabakalaşmış toplum tek başına Ari kültürünü ebedileştirmeye yeterli olamamıştır; çünkü din, gerçek din, insan kardeşliğine dayanan üstün bir medeniyeti oluşturmak için insanları bir araya yönelten bu yüksek enerjinin hayati kaynağıdır.
79:5.1 (883.2) Her ne kadar Hindistan’ın tarihi, And fetihlerinden ve daha eski evrimsel insan topluluklarının nihai olarak ortadan kayboluşundan ibaret olsa da; doğu Asya’nın tarihi daha belirgin bir biçimde, özellikle kırmızı ve sarı insanlar olmak birincil Sangik unsurlarından meydana gelmektedir. Bu iki ırk büyük bir ölçüde, Avrupa’da mavi ırkı oldukça fazla bir biçimde gerileten değersizleşmiş Neanderthal ırk kolu ile karışmaktan kurtarmış ve böylelikle birincil Sangik türünün üstün yetisini korumuştur.
79:5.2 (883.3) Öncül Neanderthal unsurları Avrasya’nın tamamına yayıldıklarında doğu kanadı, alt düzeydeki hayvan ırk kollarına daha çok bulaşmış bir haldeydi. Bu alt düzey insan türleri, beşinci buzul döneminde güneye doğru itilmiştir; aynı buz tabakası Sangik ırkların doğu Asya’ya olan göçünü uzun yıllar engellemiştir. Ve kırmızı insanlar Hindistan düzlükleri etrafından kuzeydoğuya doğru hareket ettiklerinde, kuzeydoğu Asya’yı olumlu bir biçimde bu insanlardan yoksun halde buldular. Kırmızı ırkların kabile örgütlenişi, diğer insan topluluklarınkinden daha önce oluşturulmuştu; ve onlar, Sangik toplulukların merkezi Asya odağından göçen ilk unsurlardı. Alt düzey Neanderthal ırk kolları, daha sonra göç eden sarı kabileler tarafından ya yok edildi ya da buradan uzaklaştırıldı. Ancak kırmızı insanlar, sarı kabilelerin varışından önce neredeyse yüz bin yıl boyunca doğu Asya içinde üstünlüklerini korumuşlardı.
79:5.3 (883.4) Üç bin yıldan daha fazla bir süre önce sarı ırkların ana bünyesi Çin’e, sahil şeridi göçmenleri olarak güneyden giriş yaptı. Her bin yılda onlar karanın iç kesimlerinin daha da derinlerine gittiler; ancak onlar, görece yakın dönemlere kadar göç halindeki Tibet kardeşleriyle iletişimde bulunmadılar.
79:5.4 (883.5) Büyüyen nüfus baskısı, kuzey doğrultusunda hareket eden sarı ırkın kırmızı insanların av alanlarına girmeye başlamasına neden oldu. Doğal ırksal çekişme ile bütünleşen bu haneye tecavüz, artan düşmanlıklar ile sonuçlandı; ve böylece, uzak Asya’nın verimli toprakları için hayati bir mücadele başlamış oldu.
79:5.5 (883.6) Kırmızı ve sarı ırklar arasında gerçekleşen bu çağlar süren mücadelenin hikâyesi Urantia tarihinin bir destanıdır. İki yüz bin yıldan daha fazla bir süre boyunca bu iki üstün ırk çetin ve araklıksız savaşlar verdiler. Öncül mücadelelerde kırmızı insanlar genel olarak başarılıydı; onların saldırı toplulukları sarı yerleşkeleri arasında büyük hasarlar bırakmaktaydı. Ancak sarı insanlar savaş sanatında çabuk öğrenen bir öğrenciydi; ve onlar öncül bir biçimde, yurttaşlarıyla beraber dikkate değer bir barışçıl halde yaşama yetisi sergilemişlerdi; Çinliler, birlikten kuvvetin doğduğunu öğrenen ilk topluluktu. Kırmızı kabileler her iki tarafın da sonunu getiren iç çatışmaları sürdürmeye devam etmişlerdi; ve onlar yakın bir zaman içerisinde, kuzeye doğru önlenemez yürüyüşünü sürdüren acımasız Çin topluluklarının saldırgan ellerinde tekrar eden yenilgilerini deneyimlemeye başladılar.
79:5.6 (883.7) Yüz bin yıl önce kırmızı ırkın katliama uğramış kabileleri, son buzul hareketinin geri çekilmekteki hareketine sırtlarını verip savaşmaktalardı; ve Bering kara köprüsü üzerinden Batı’ya olan kara irtibatı tekrar geçilebilir olduğunda, bu kabileler Asya kıtasının düşmansı sahillerini terk etme de hiç de yavaş davranmadılar. Saf kırmızı ırkın son üyelerinin Asya kıtasından ayrılışı üzerinden seksen beş bin yıl geçmiştir; ancak bu uzun süreli savaş kalıtımsal damgasını bu galip sarı ırk üzerinde bırakmıştır. Kuzey Çin toplulukları, Andon kökeninden gelen Siberliler ile birlikte, kırmızı ırk kolunun çoğunu ortadan kaldırmış olup böylece kendi adlarına dikkate değer bir yarar sağlamışlardı.
79:5.7 (884.1) Kuzey Amerika’lı Kızılderililer, Âdem’in varışından yaklaşık elli bin yıl önce Asya anavatanlarından mahrum bırakılmış bir biçimde, Âdem ve Havva’nın And doğumları ile bile görmemişlerdi. And göçlerinin bu çağı boyunca saf kırmızı ırk kolları, tarımı küçük bir ölçüde uygulayan avcılar halindeki göçebe kabileler olarak Kuzey Amerika’nın tamamı üzerine yayılmaktalardı. Bu ırklar ve kültürel topluluklar, Amerika Kıtalarına olan varışlarından Avrupa’nın beyaz ırkları tarafından keşfedildikleri dönem olan İsa sürecinin ilk bin yılının sonuna kadar dünyanın geri kalanından neredeyse tamamen tecrit edilmiş bir biçimde kaldılar. Bu döneme kadar Eskimolar, kırmızı insanların kuzey kabilelerinin görebildiği beyaz ırka en yakın olan topluluktu.
79:5.8 (884.2) Kırmızı ve sarı ırk, And unsurları etkileri olmadan yüksek bir medeniyet düzeyine erişebilmiş tek insan ırklarıdır. En eski Kızılderili kültürü, Kaliforniya içindeki Onamonalonton merkeziydi; ancak burası, M.Ö. 35.000’li yıllarda çoktan yok olmuş bir haldeydi. Merkezi Amerika olarak Meksika’da ve Güney Amerika’nın dağlarında ileriki dönemlere ait ve daha dayanıklı medeniyetler, başat olarak kırmızı insanlardan oluşan ancak dikkate değer bir biçimde sarı, turuncu ve mavi ırkların karışımını taşıyan bir ırk tarafından kurulmuştu.
79:5.9 (884.3) Bu medeniyetler, her ne kadar Peru’ya ulaşan And kanı izlerini taşısa da, Sangik topluluklarının evrimsel çabalarıydı. Kuzey Amerika’daki Eskimolar ve Güney Amerika’daki birçok Polinezya’lı And topluluğu dışında Batı Yarımküresi’nin insan toplulukları, İsa’dan sonraki ilk bin yılın sonuna kadar dünyanın geri kalanıyla hiçbir iletişime sahip değildi. Urantia ırklarının gelişimine dair özgün Melçizedek tasarımında Âdem’in saf soyundan gelen bir milyon üyenin Amerika Kıtaları’nın kırmızı insanlarını canlandırmak için gidişleri şartlandırılmıştı.
79:6.1 (884.4) Kırmızı insanları Kuzey Amerika’ya itişlerinden kısa bir süre sonra bu genişleyen Çin toplulukları; doğu Asya’nın nehir vadilerinden Andon unsurlarını, kuzeyde Sibirya’ya ve güneyde And unsurlarının üstün kültürü ile yakın zamanda irtibata geçecekleri yer olan Türkistan’a iterek temizlemişlerdi.
79:6.2 (884.5) Burma ve Hindiçini yarımadası içinde Çin ve Hindistan kültürleri, bu bölgelerin ilerideki medeniyetlerini yaratmak için bir araya gelmiş ve karışmışlardı. Burada nesli tükenmiş yeşil ırk, dünyanın herhangi bir yerindekinden daha büyük bir oranda varlığını sürdürmüştür.
79:6.3 (884.6) Birçok farklı ırk Büyük Okyanus’un adalarını doldurmuştur. Genellikle güneydeki ve bu dönemin daha geniş adaları, yeşil ve çivit kanının daha yüksek bir oranını taşıyan topluluklar tarafından ikamet edilmişti. Kuzey adalar Andon toplulukları tarafından tutulmaktaydı; ve daha sonra buralar, sarı ve kırmızı ırk kollarının büyük oranlarından meydana gelen ırklar tarafından elde edilmişti. Japonlar’ın kökenleri, kuzey Çin kabilelerinin güçlü bir güney-sahil göçü tarafından itildikleri M.Ö. 12.000’li yıllara kadar anavatanlarından uzaklaştırılmamışlardı. Onların büyük nihai göçleri, kutsal bir şahsiyet olarak görmeye başladıkları bir kabile liderinin kararından ziyade baskın bir biçimde nüfus baskısı yüzünden gerçekleşmemişti.
79:6.4 (885.1) Hindistan ve Levant’ın insanları gibi sarı ırkın muzaffer kabileleri, sahil şeritleri boyunca ve nehirlere kadar öncül merkezlerini kurmuşlardı. Kıyı yerleşkeleri, artan seller ve akım yönü değişen nehirler ova şehirlerini savunulamaz kıldığı için, daha sonraki yıllarda yetersiz yaşam olanaklarını yaratmıştı.
79:6.5 (885.2) Yirmi bin yıl önce Çin topluluklarının ataları, özellikle Sarı ve Yangtze nehri boyunca, ilkel kültür ve eğitimin bir düzine güçlü merkezini kurmuş haldelerdi. Ve bu aşamada bahse konu merkezler, Doğu Türkistan ve Tibet’den gelen üstün düzeydeki melez insanların devamlı bir akışının varışı tarafından güçlenmeye başlamıştı. Tibet’den Yangtze vadisine olan göç kuzeydekine kıyasla geniş çaplı bir düzeyde bulunmamaktaydı; buna ek olarak Tibet merkezleri, Tarim havzasındakilere kıyasla o kadar gelişmiş bir konumda değildi. Ancak bu iki göç hareketi de, belirli düzeydeki And kanını doğu yönündeki kuzey yerleşkelerine taşımıştı.
79:6.6 (885.3) Tarihi sarı ırkın üstünlüğü dört büyük etkene dayanmaktaydı:
79:6.7 (885.4) 1. Kalıtımsal: Avrupa’daki mavi kuzenlerinin aksine kırmızı ve sarı ırklar büyük ölçüde, değersizleşmiş insan ırk kolları ile karışmaktan kurtulmuş bir halde bulunmaktalardı. Üstün kırmızı ve Andon ırk kollarının küçük düzeydeki oranları ile çoktan güçlenmiş haldeki Kuzey Çin toplulukları, yakın bir zamanda And kanının dikkate değer nüfuzundan yarar sağlayacaktı. Güney Çin toplulukları için işler bu hususta iyi gitmedi; ve onlar, yeşil ırkın üstünlüğü altında onlara karışmaktan uzun bir süre zarar görmüş haldelerdi; ileride onlar, Dravid-And istilası nedeniyle Hindistan’dan uzaklaştırılan alt düzey insanların birçoğunun nüfuzuyla daha da zayıflayacaklardı. Ve bugün Çin içinde, kuzey ve güney ırkları arasında belirgin bir farklılık bulunmaktadır.
79:6.8 (885.5) 2. Toplumsal. Sarı ırk öncül bir biçimde, kendi aralarında sahip oldukları barışın değerini öğrendi. Onların içsel uzlaşabilirliği nüfuslarının artmasına böylelikle o kadar katkıda bulundu ki, milyonlara varan sayıları arasında medeniyetlerinin yayılmasını sağladı. M.Ö. 25.000 ile 5.000’li yıllar arasında Urantia üzerinde en yüksek kitle nüfusu, merkezi ve kuzey Çin’deydi. Sarı insan toplulukları, — geniş çaplı bir kültürel, toplumsal ve siyasi medeniyete erişen ilk bireyler olarak — bir ırksal bütünlüğe ulaşan ilk bütünlüktü.
79:6.9 (885.6) M.Ö. 15.000’li yılların Çin toplulukları savaşçı askerlerdi; onlar, geçmişe haddinden fazla duyulan bir saygıyla güçsüzleşmemişlerdi; ve on iki milyondan daha az bir nüfusla onlar, ortak bir dilin bütüncül bir birlikteliğini oluşturdular. Bu çağ boyunca, geçmiş dönemdeki siyasi birlikteliklerinden çok daha bütüncül ve uyumlu bir nitelikte, gerçek bir milleti inşa ettiler.
79:6.10 (885.7) 3. Ruhsal. And göçleri çağı boyunca Çin toplulukları, dünya üzerindeki daha ruhsal olan birliktelikler arasındaydı. Singlangton’un duyurduğu Tek Gerçek’e ibadetine sergiledikleri uzun süreli bağlılık onları diğer ırkların önünde bir konumda tutmuştu. İlerleyici ve gelişmiş bir dinin etkisi kültürel gelişimde sıklıkla belirleyici bir etkendir; Hindistan cansızlaşırken Çin, içinde gerçekliğin Yüce İlahiyat olarak kutsal bir konumda değerlendirildiği dinin canlandırıcı etkisi içinde sağlam adımlarla ilerlemekteydi.
79:6.11 (885.8) Gerçekliğin bu ibadeti, doğa yasalarına ek olarak insan türünün yetileri üzerinde gerçekleştirilen kalıpların dışına çıkan araştırma ve korkusuz keşifti. Altı bin yıl öncesinin dahi Çin toplulukları, hala azimli öğrenciler halinde olup gerçekliğe ulaşma arzusu içinde fazlasıyla girişkenlerdi.
79:6.12 (885.9) 4. Coğrafi. Çin, batısındaki dağlar ve doğusundaki Büyük Okyanus tarafından korunmaktadır. Buranın sadece kuzey kısmı saldırıya açıktır; ve kırmızı insan döneminden And unsurlarının daha sonraki soylarının varışına kadar kuzey herhangi bir saldırgan ırk tarafından ikamet edilmemiştir.
79:6.13 (886.1) Ve, dağ engelleri ve daha sonra gerçekleşen ruhsal kültürdeki düşüş meydana gelmeseydi sarı ırk; Türkistan’dan gelen And göçlerinin büyük bir kısmını kuşkusuz kendisine doğru çekecek, ve kesinlikle dünya medeniyeti üzerinde üstünlüğünü çabucak ilan edecekti.
79:7.1 (886.2) Yaklaşık on beş bin yıl önce And toplulukları, dikkate değer bir nüfusla, Ti Tao boyunca ilerlemekte ve Kansu’nun Çin yerleşkeleri arasında Sarı Nehir’in üst vadisine yayılmaktalardı. Yakın bir zaman içerisinde onlar, en ilerleyici yerleşkelerin konumlandığı bölge olan Honan’a doğru doğu yönünde ilerlemişlerdi.
79:7.2 (886.3) Sarı Irmak boyunca kuzey kültür merkezleri, Yangtze üzerindeki güney yerleşkelerine kıyasla her zaman daha ilerleyici bir konum içerisindeydi. Bu üstün fanilerin küçük bir nüfusunun bile varışından sonra birkaç bin yıl içerisinde Sarı Irmak boyunca konumlanmış yerleşkeler; Yangtze köylerinin çok ötesine geçmiş olup, bahse konu dönemden bu güne kadar yönettikleri güneydeki kardeşleri üzerinde gelişmiş bir konumu elde etmiş bir halde bulunmaktaydılar.
79:7.3 (886.4) Bu durumun nedeni ne birçok And unsurunun gelmiş olması ne de onların kültürünün çok üstün bir konumda bulunması değildi; ancak onların karışımı kendilerini daha çok yönlü bir ırk kolu haline getirdi. Kuzey Çin toplulukları; kendilerinin içkin düzeydeki yetkin akıllarını narince kamçılayacak fakat kuzey beyaz ırkların oldukça belirgin özelliği olan yerinde duramayan keşfedici merakıyla onu yanıp tutuşturmayacak düzeyde And ırk kolunu tam da kararında almışlardı. Bu daha kısıtlı düzeydeki And kalıtım nüfuzu, Sangik türün içkin istikrarı için daha az rahatsız ediciydi.
79:7.4 (886.5) And unsurlarının daha sonraki dalgaları kendilerine, Mezopotamya’nın belirli kültürel gelişmelerini beraberinde getirdi; bu durum özellikle batıdan gelen son göç dalgaları için doğruluk taşımaktadır. Onlar fazlasıyla, kuzey Çin topluluklarının ekonomik ve eğitimsel uygulamalarını geliştirmişlerdi; ve sarı ırkın dini kültürü üzerinde etkileri kısa süreli olsa da, onların daha sonraki soyları ileri dönemdeki bir ruhsal uyanışa fazlasıyla katkıda bulunmuştur. Ancak Cennet Bahçesi ve Dalamatia’nın güzelliğine dair And kültürünün tarihi anlatımları, Çin geleneklerini etkilemişti; öncül Çin efsaneleri “tanrıların yerleşkesini” batıda konumlandırmaktadır.
79:7.5 (886.6) Çin insanları; Türkistan’daki iklim değişikliklerinin ve daha sonraki And göçmenlerinin varışının ardından, M.Ö. 10.000’li yılların sonuna kadar bile şehirler inşa etmeye ve üretime sürecine giriş yapmaya başlamamışlardı. Bu yeni kanın nüfuzu, üstün Çin ırk kollarının dışarıdan çok belirgin olmayan ileri ve hızlı gelişim eğilimlerini etkilemesi karşısında sarı ırkın medeniyetine büyük oranda katkı sağlamamıştır. Honan’dan Şensi’ye kadar gelişmiş bir medeniyetin yetileri meyvelerini vermeye başlamaktaydı. Madeni eşyalar yapım ve tüm el işi üretim sanatları bu dönemlerden gelmektedir.
79:7.6 (886.7) Zamanı hesaplama, gökbilim ve yönetimsel idareye dair öncül Çin ve Mezopotamya kültürünün yöntemlerinin bazıları arasındaki benzerlikler, birbirinden uzakta konumlanan bu merkezler arasındaki ticaret ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Çin tüccarları, Sümerler döneminde bile Türkistan boyunca Mezopotamya’ya kara güzergâhları üzerinde seyahat etmişlerdi. Ve bu değiş tokuş tek taraflı değildi — Fırat vadisi, Ganj düzlükleri insanlarının yarar sağladığı gibi ciddi bir biçimde bu bireylerden faydalanmıştı. İsa’dan önceki üçüncü bin yılın iklim değişiklikleri ve göçebe istilaları, merkezi Asya’da kervan yolları üzerinde geçiş halindeki ticaret hacmini fazlasıyla azalttı.
79:8.1 (887.1) Kırmızı insanlar savaşlardan fazlasıyla olumsuz etkilenirken, Çin toplulukları arasında devlet kurumunun gelişiminin onların Asya’yı fethedişindeki titizliği nedeniyle gecikmiş olduğunu söylemek tamamiyle yanlış olmaz. Onlar ırksal bütünlüğü elde etmeye dair büyük bir olanağa sahiptiler; ancak onlar bunu yerinde bir biçimde geliştirmekte, dışsal düşmanlığın sürekli mevcut tehlikesinin devamlılıkla yönlendiren etkisine sahip olmamalarından dolayı başarısız oldular.
79:8.2 (887.2) Doğu Asya’nın fethedilişinin tamamlanması ile birlikte tarihi askeri devlet kademeli olarak parçalandı — eskiden verilmiş savaşlar unutuldu. Kırmızı ırk ile giriştikleri destansı mücadeleden geriye sadece, okçu insanlarla gerçekleştirilen belirsiz bir tarihi yarışma geleneği kaldı. Çin toplulukları öncül bir biçimde, barışçıl eğilimlerine daha fazla katkı sağlayan tarım uğraşlarına geride döndü; bunun karşısında, tarım için toprak insan oranının çok altında bulunan bir nüfus daha fazla bir biçimde ülkede büyüyen barışa katkıda bulundu.
79:8.3 (887.3) Fazlasıyla baskın bir tarım toplumunun muhafazakârlığı olarak, geçmiş kazanımlara dair bilinç (her ne kadar bugün bir ölçüde azalmış olsa da) ve oldukça gelişmiş bir aile yaşamı; ibadet sınırına yaklaşan bir düzeyde geçmişin insanlarını onurlandırma geleneğine yol açarak atalara duyulan saygının doğuşunu beraberinde getirdi. Oldukça benzer bir tutum, Greko-Romen medeniyetinin bozulmasından sonra yaklaşık beş yüz yıl boyunca beyaz ırklar arasında varlığını sürdürmeye devam etmiştir.
79:8.4 (887.4) Singlangton tarafından öğretildiği biçimiyle “Tek Gerçek’e” duyulan inanç ve ona yapılan ibadet hiçbir zaman bütünüyle ortadan kaybolmadı; ancak zaman ilerledikçe yeni ve daha yüksek gerçeğin arayışı, hali hazırda oluşturulana derinden saygı duyma biçimindeki büyüyen bir eğilim tarafından gölgede bırakılmış hale geldi. Yavaş yavaş sarı ırkın usu, bilinenin korunmasından bilinmeyen uğraşına doğru kayan bir konuma geldi. Ve bu durum, bir zamanların dünyanın en hızlı gelişen medeniyetinin durağanlığının sebebi olmuştur.
79:8.5 (887.5) M.Ö. 4000 ile 5000’li yıllar arasında sarı ırkın siyasi düzeydeki yeniden bütünlenişi tamamlandı; ancak Yangtze ve Sarı ırmak merkezlerinin kültürel birlikteliği çoktan gerçekleşmiş bir haldeydi. Daha sonraki kabile topluluklarının bu siyasi düzeydeki yeniden birlikteliği savaşsız ortaya çıkmamıştı; ancak savaşa dair toplumsal görüş alt düzeyde kalmaya devam etti; atalara olan ibadet, artan lehçeler ve binlerce yıl boyunca hiçbir savaş çağrısında yapılmayışı bu toplulukları olası en yüksek barışçıl nitelikte kılmıştı.
79:8.6 (887.6) Gelişmiş bir devlet düzeninin öncül bir gelişim vaadini yerine getirmedeki başarısızlığa rağmen sarı ırk ilerleyen bir biçimde, özellikle tarım ve bahçecilik alanında medeniyet sanatlarının gerçekleştirilmesinde yol kat etti. Şensi ve Honan’da tarımla uğraşan kişiler tarafından karşılaşılan sulama sorunları, bu sorunların çözümünde topluluk işbirliğini gerekli kıldı. Bu türden sulama ve toprak korunum zorlukları, çiftçi toplulukları arasında barışın sonuçsal desteklenişi ile birlikte karşılıklı dayanışmanın gelişmesine hiç de az katkı sağlamadı.
79:8.7 (887.7) Yakın zaman içerisinde yazıdaki gelişmeler, okulların kurulması ile birlikte, bilginin dağılımına geçmişle karşılaştırılamayacak bir düzeyde katkı sağladı. Ancak kavramsal yazı düzeninin oldukça zor olan yapısı, matbaanın öncül bir biçimde ortaya çıkışına rağmen, eğitilmiş sınıflar üzerinde sayısal bir sınırı beraberinde getirdi. Atalara olan derin saygıya dayanan dini gelişme, doğaya olan ibadeti içine alan bir hurafeler seli tarafından daha da karmaşık bir hal aldı; ancak Tanrı’ya dair gerçek bir kavramın hala varlığını sürdüren kalıntıları, Şang-ti’nin imparatorluk ibadeti içinde korumaya devam etti.
79:8.8 (888.1) Atalara duyulan derin saygıdan kaynaklanan büyük zaaf, sürekli geriye bakan bir felsefeyi destekliyor olmasıdır. Geçmişten bilgelikler elde etmek bilgece olsa da, geçmişi gerçekliğin tek kaynağı olarak görmek akılsızlıktır. Gerçek göreceli ve genişlemektedir; o her zaman, insanların her neslinde — hatta her insan yaşamında — yeni bir dışavurumu elde ederek şimdiki zamanla birlikte yaşamaktadır.
79:8.9 (888.2) Atalara duyulan derin bir saygıdaki fazlasıyla güçlü taraf, aileye verilen bu önemdeki değerdir. Çin kültürünün muhteşem istikrarı ve devamlılığı, aileye atfedilmiş olası en yüksek konumun bir sonucudur; çünkü medeniyet doğrudan bir biçimde, ailenin etkin bir biçimdeki faaliyetine dayanmaktadır; ve Çin’de aile toplumsal bir öneme erişmiş, hatta birkaç diğer topluluk tarafından düşünüldüğü biçimiyle dini bir değeri bile elde etmiştir.
79:8.10 (888.3) Atalara olan ibadetin büyümekteki inancının mecbur kıldığı çocuklara olan bağlılık ve aile sadakati, üstün aile ilişkilerinin ve uzun ömürlü aile topluluklarının inşa edilmesini sağladı; şu etkenlerin tümü medeniyetin korunmasını kolaylaştırmıştır:
79:8.11 (888.4) 1. Özel mülkiyet ve servetin korunumu.
79:8.12 (888.5) 2. Bir nesilden fazlasının sahip olduğu deneyimi bir araya getirme.
79:8.13 (888.6) 3. Geçmişin sanatları ve bilimlerinde çocukların etkin bir biçimde eğitilmesi.
79:8.14 (888.7) 4. Güçlü bir görev duygusunun gelişmesi, ahlakın derinleştirilmesi ve etiksel duyarlılığın birikimi.
79:8.15 (888.8) And unsurlarının gelişi ile başlayan Çin medeniyetinin oluşum dönemi, İsa’dan önce altıncı asrın büyük çaplı etik, ahlaki ve yarı-dini uyanışına kadar devam etmektedir. Ve Çin geleneği, evrimsel geçmişin çok belirgin olmayan bir kaydını muhafaza etmektedir; ana-erkil aileden baba-erkile geçiş, tarımın oluşturulması, mimarinin gelişmesi ve üretimin başlaması olarak — tüm bu gelişmeler başarılı bir biçimde anlatılmıştır. Ve bu hikâye, diğer herhangi benzer bir anlatıma kıyasla daha büyük bir doğrulukla, barbarlığın düzeylerinden üstün bir insan topluluğunun muhteşem yükselişine dair resmi temsil etmektedir. Bu dönem boyunca onlar; ilkel bir tarım toplumundan geçerek şehirlerden, el işleri imalatından, madeni eşyalar yapımından, ticari alışverişten, hükümetten, matematikten, sanattan, bilimden ve matbaacılıktan meydana gelen yüksek bir toplum örgütlenişine doğru ilerlemişlerdir.
79:8.16 (888.9) Ve böylelikle sarı ırkın tarihi medeniyeti, çağlar boyunca varlığını sürdüregelmiştir. Çin topluluklarının kültürü içinde ilk önemli gelişmelerin gerçekleştirilmesinden bu yana neredeyse kırk bin yıl geçmiştir; ve her ne kadar orada birçok gerileme yaşanmış olsa da, Han evlatlarının medeniyeti yirminci yüzyıl dönemine kadar düzenli ilerlemenin bütüncül bir resmini yansıtan en yakın örnektir. Beyaz ırkların teknik ve dini gelişimleri yüksek bir düzeye ait olagelmiştir; ancak onlar hiçbir zaman Çin topluluklarını sadakat, topluluk etiği veya kişisel ahlakta geçememişlerdir.
79:8.17 (888.10) Bu eski kültür, insan mutluluğuna fazlasıyla katkıda bulunmuştur; milyonlarca insan, kazanımlarıyla kutsanmış bir biçimde yaşayıp ölmüşlerdir. Çağlar boyunca bu büyük medeniyet, geçmişin şöhretine dayanmıştır; ancak şimdilerde bile, fani mevcudiyetin aşkın amaçlarını yeniden tasavvur etmek için tekrar doğmakta, ve bir kez daha sonu gelmez bir ilerleme için yılmak bilmeyen mücadeleyi vermeye başlamaktadır.
79:8.18 (888.11) [Nebadon’un bir Başmelek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
80. Makale
80:0.1 (889.1) HER NE KADAR Avrupalı mavi ırk, kendi çabalarıyla büyük bir kültürel medeniyete erişmemiş olsa da; onun Âdemleşen kolları daha sonraki And istilacıları ile karıştıkları zaman, ilerlemeye arzusu taşıyan medeniyete erişim için eflatun ırkı ve onların And halefleri döneminden beri Urantia üzerinde ortaya çıkmış en yetkin ırk kollarından birini dünyaya getirerek onun biyolojik temeline katkıda bulunmuştur.
80:0.2 (889.2) Çağdaş beyaz insan toplulukları, bazısının sarı ve kırmızı fakat daha baskın bir biçimde mavi olduğu Sangik ırkları ile karışmış hale gelen Âdem ırk kolunun varlığını sürdüren ırk kollarını içine almaktadır. Tüm beyaz ırklar içinde ve çok daha fazla olmak üzere öncül Nod ırk kollarında özgün And ırk kökeninin dikkate değer bir oranı bulunmaktadır.
80:1.1 (889.3) Sonuncu And topluluklarının Fırat vadisinden uzaklaştırılmalarından önce, kardeşlerinin çoğu Avrupa’ya maceraperestler, öğretmenler, tüccarlar ve muzaffer savaşçılar olarak çoktan girmiş bir konumdaydılar. Eflatun ırkının öncül dönemlerinde Akdeniz oluğu Cebelitarık boğazı ve Sicilya kara köprüsü tarafından korunmaktaydı. İnsanların oldukça öncül gerçekleştirdikleri deniz ticaret etkinliklerinin bazıları, kuzeyden gelen mavi toplulukların ve güneyden göç etmiş Sahra bireylerinin doğudan katılan Nod ve Âdem unsurları ile buluştukları kara içindeki bu göllerde kurulmuştu.
80:1.2 (889.4) Mezopotamya’nın batı oluğunda Nod unsurları en geniş kapsamlı kültürlerinden birini hali hazırda oluşturmuş bir konumda bulunarak, bu merkezlerden daha çok kuzey Afrika olmak üzere bir ölçüde güney Avrupa’ya ilerlemiş durumdalardı. Ufuk sahibi Nod-Andon Suriyelileri çok önceden, yavaşça yükselmekte olan Nil deltası üzerindeki yerleşkeleri ile ilişki içerisinde çömlekçilik ve tarımı getirmişlerdi. Onlar aynı zamanda koyun, keçi, büyükbaş ve diğer evcilleştirilmiş hayvanları buraya ithal etmiş olup, madeni eşya yapımın fazlasıyla gelişmiş yöntemlerini bu bölgeye getirdiler. Suriye bu dönemlerin bahse konu alandaki üretim merkeziydi.
80:1.3 (889.5) Otuz bin yıldan daha fazla bir süre boyunca Mısır, Nil vadisininkini geliştirmek için sanat ve kültürlerini beraberinde getiren Mezopotamya topluluklarının devamlı bir göç hareketine uğramıştır. Ancak geniş sayıdaki Sahra topluluklarının girişi Nil boyunca uzanan öncül medeniyeti, Mısır’ı yaklaşık on beş bin yıl öncesi kültür düzeyine indirecek kadar kötüleştirdi.
80:1.4 (889.6) Ancak öncül dönemler boyunca, Âdem unsurlarının batı yönündeki göçünü engelleyecek çok az etki bulunmaktaydı. Sahra, sürü ve tarım toplulukları tarafından geniş sayılarla ikamet edilmiş açık bir otlak arazisiydi. Bu Sahra toplulukları hiçbir zaman el eşyası üretimine girişmemişlerdi; buna ek olarak onlar şehir kuran topluluklar da değillerdi. Onlar, yok olmuş durumdaki yeşil ve turuncu ırkların geniş ırk kollarını taşıyan bir çivit-siyah topluluktu. Ancak onlar, yer kabuğu yükselişinin ve yağmur yüklü bulutların yön değiştirişinin bu bayındır ve barışçıl medeniyetin kalıntılarını etrafa saçmasından önce, eflatun kalıtımından oldukça küçük bir miktar aldılar.
80:1.5 (890.1) Âdem’in kanı, birçok insan ırkı tarafından paylaşılmıştır; ancak onların bazıları bunu diğerlerinden daha fazla bünyelerine kattı. Hindistan’ın melez ırkları ve Afrika’nın daha koyu renkli toplulukları Âdem unsurlarına çekici gelmemekteydi. Kırmızı insanlar Amerika kıtalarında fazlasıyla tecrit edilmiş bir konumda bulunmuş olmasalardı onlar ile oldukça özgür bir biçimde karışmış olacaklardı ve buna ek olarak onlar, sarı ırka sevecen bir biçimde yaklaşmaktalardı ancak bu topluluğa Asya’nın ücra yerleşkelerinde erişmek benzer bir şekilde zordu. Bu nedenle onlar oldukça doğal bir biçimde; macera veya toplumsal fedakârlık dürtüsü ile harekete geçirildikleri zaman, veya Fırat nehrinden dışarı doğru itildikleri zaman, Avrupa’nın mavi ırkları ile bütünlük kurmayı tercih etmişlerdi.
80:1.6 (890.2) Bu dönemde Avrupa’da baskın bir konumda bulunan mavi ırklar, göç etmekteki öncül Âdem unsurlarının hoşuna gitmeyecek hiçbir dini âdete sahip değildi; ve burada, eflatun ile mavi ırklar arasında büyük bir cinsel çekim bulunmaktaydı. Mavi insanların en iyileri, Âdem unsurları ile çiftleşmelerine izin verilmelerini büyük bir onur olarak addetti. Her mavi insan, belli başlı Âdem kadınlarının kalbini kazanabilmek için çok kabiliyetli ve sanatkâr hale gelme arzusunu taşımıştı ve üstün bir mavi ırk kadının en yüksek gayesi, bir Âdem unsurunun kendisine ilgi beslemesiydi.
80:1.7 (890.3) Kademeli bir biçimde Cennet Bahçesi’nin bu göç eden evlatları Neanderthal ırk kökeninin hala varlığını sürdüren ırk kollarını acımasız bir biçimde ortadan kaldırırken, kültürel adetlerini canlandırarak mavi ırkın yüksek türleri ile bütünleştiler. Irkların karışımının bu işleyiş biçimi, alt düzey ırk kökenlerinin ortadan kaldırılışıyla bir araya geldiğinde, üstün mavi ırkların bir düzine veya daha fazla sayıdaki güçlü ve ilerleyici topluluğunu yarattı.
80:1.8 (890.4) Bu ve diğer nedenlerden dolayı, yoksa göçün daha elverişli istikametleri buradan geçtiği için değil, Mezopotamya kültürünün öncül dalgaları neredeyse bütünüyle ayrıcalıklı bir biçimde yönünü Avrupa’ya çevirmişti. Ve bu koşullar, çağdaş Avrupa medeniyetinin kökensel tarihini belirlemişti.
80:2.1 (890.5) Avrupa’ya olan eflatun ırkının öncül genişlemesi; belli başlı, daha çok ansızın gerçekleşmiş iklim ve yeryüzü değişiklikleri tarafından yarıda kesildi. Kuzey buz tabakalarının geri çekilmesiyle birlikte batıdan gelen su yüklü rüzgârlar, kademeli bir biçimde Sahra’nın açık otlak arazilerini çorak bir çöle dönüştürerek kuzeye doğru kaydı. Bu kuraklık, büyük Sahra yüksek düzlüğünün siyah gözlü ancak zeki sakinleri olarak buranın daha minyon kumral topluluklarını dağıttı.
80:2.2 (890.6) Daha saf çivit unsurları, bu dönemden beri kalmakta oldukları merkezi Afrika’ya doğru güney yönünde hareket ettiler. Daha karma topluluklar üç yönde dağıldılar: batıdaki üstün kabileler İspanya’ya ve oradan da, daha sonraki Akdeniz’in zeki kumral ırklarının çekirdeğini oluşturan bir biçimde, Avrupa’nın komşu kısımlarına göç ettiler. Sahra yüksek düzlüğünün doğusunda bulunan en az gelişmiş topluluk Arabistan’a ve oradan da kuzey Mezopotamya ve Hindistan boyunca ilerleyerek Sri Lanka’nın derinliklerine göç etti. Merkezde bulunan topluluk kuzeye, sonra Nil vadisinin doğusuna ve oradan da Filistin’e hareket etti.
80:2.3 (890.7) Deccan’dan İran, Mezopotamya ve Akdeniz’in iki kıyısı boyunca dağılmış olan çağdaş insan toplulukları arasında belirli düzeydeki mevcut akrabalığı bu ikincil Sangik alt-kolu açıklamaktadır.
80:2.4 (890.8) Afrika’daki bu iklim değişikliklerinin gerçekleştiği zaman zarfında; İngiltere kıtadan ayrılmış, Danimarka su yüzüne çıkmış, Akdeniz’in batı havzasını koruyan Cebelitarık boğazı ise bu kara gölünü hızlı bir biçimde Atlas Okyanusu seviyesine yükselten bir depremin sonucunda sular altında kaldı. Yakın bir zaman içerisinde Sicilya kara köprüsü, Akdeniz’e ait denizlerden bir tanesini yaratarak ve onu Atlas Okyanusu’na bağlayarak sular altında kaldı. Bu doğal afet; insan yerleşkelerinin birçoğunu sular altında bırakıp, tüm dünya tarihi içinde sele kurban verilmiş en büyük insan kaybına neden oldu.
80:2.5 (891.1) Akdeniz havzasının bu sular altında kalışı Âdem unsurlarının batı yönündeki göçlerini doğrudan bir biçimde engellerken, Sahra topluluklarının büyük akınları gittikçe artan sayıdaki üyelerinin Cennet Bahçesi’nin kuzeyine ve doğusuna doğru kaçış yolu aramasına neden oldu. Âdem soyları Dicle ve Fırat vadilerinden kuzeye doğru ilerlerken, dağ setleri ve bu dönemde genişlemiş Hazar Denizi ile karşılaştılar. Ve birçok nesil boyunca Âdem soyları, Türkistan’a dağılan yerleşkeleri etrafında avlanıp, sürülerini güdüp topraklarını işlediler. Kademeli bir biçimde bu muhteşem insanlar yerleşkelerini Avrupa’ya doğru genişlettiler. Ancak bu aşamada Âdem unsurları Avrupa’ya doğudan giriş yapmış olup, mavi insanların kültürünü Asya’dakinin binlerce yıl gerisinde bulmuşlardı bu durumun nedeni bahse konu bölgenin Mezopotamya ile neredeyse hiçbir irtibatının bulunmayışıydı.
80:3.1 (891.2) Mavi insanın tarihi kültür merkezleri, Avrupa’nın tüm nehirleri boyunca konumlanmıştı ancak mevcut an içerisinde sadece Somme, buzul hareketleri öncesi dönemlerdeki yatağında akmaktadır.
80:3.2 (891.3) Avrupa kıtasını kaplamış mavi insanlar hakkında söz ederken, içlerinde birçok farklı ırk türünün barınmış oldu belirtilmelidir. Otuz beş bin yıl öncesinde bile Avrupalı mavi insanlar hali hazırda, kırmızı ve sarı ırk kollarını taşıyan oldukça melez bir insan topluluğu konumundaydılar; bunun yanı sıra Atlas Okyanusu kıyı şeridindeki yerleşkelerde ve bugünün Rusya bölgesinde onlar, Andon kanının dikkate değer bir miktarını çoktan almış olup, güneyde Sahra toplulukları ile irtibat halindelerdi. Ancak, bu kadar çok ölçüdeki ırk topluluklarını teker teker sıralamaya girişmek beyhude bir çabadan ötesine geçmeyecektir.
80:3.3 (891.4) Bu öncül Âdem-sonrası dönemin Avrupa medeniyeti, Âdem unsurlarının yaratıcı hayal gücü ile birlikte mavi insanların zindeliği ve maharetinin benzersiz bir karışımıydı. Mavi ırklar büyük bir diriliğe sahip ırktı ancak onlar Âdem unsurlarının kültürel ve ruhsal düzeyini fazlasıyla kötüleştirdiler. Birçoğunun eşlerini aldatma ve evlenmemiş kızları kötü yola düşürme eğilimi nedeniyle, onların daha sonra Cro-Magnon unsurlarını dinleriyle etkilemeleri oldukça zordu. On bin yıl boyunca Avrupa’da din, Hindistan ve Mısır’da yaşanan gelişmelere kıyasla zayıflamış bir konumda bulunmaktaydı.
80:3.4 (891.5) Mavi insanlar ilişkilerinde kusursuz bir biçimde dürüst olup, melez Âdem unsurlarının cinsel temelli kötülüklerinden tamamiyle uzaklardı. Onlar, yalnızca savaşlar erkek sayılarındaki bir nüfus azlığını yarattığında çok eşliliğe başvurarak, bekâretliğe saygı duydular.
80:3.5 (891.6) Bu Cro-Magnon insan toplulukları, cesur ve ileri görüşlü bir ırktı. Onlar, çocuk kültürünün etkin bir düzenini idare etti. Ebeveynlerin ikisi de bu çabalara katıldı ve daha büyük çocuklardan tamamiyle faydalanıldı. Her çocuk mağaraların bakımı, sanat ve çakmaktaşı yapımında dikkatli bir biçimde eğitildi. Erken bir yaşta kadınlar ev sanatlarında ve ilkel tarımcılıkta oldukça hünerli iken, erkekler yetenekli avcılar ve cesur savaşçılardı.
80:3.6 (891.7) Mavi insanlar avcılar, balıkçılar ve yiyecek toplayıcılardı onlar tekne yapımı uzmanıydılar. Taş baltaları yapıp, ağaçları kesip, bir kısmı toprağın altında olmak üzere hayvan derilerinden çatılara sahip kütük kulübeleri diktiler. Ve Sibirya’da hala benzer kulübeleri inşa eden insan toplulukları bulunmaktadır. Güney Cro-Magnon unsurları genellikle gerçek veya yapay mağaralarda yaşadılar.
80:3.7 (892.1) Kışın çetin dönemlerinde korumalarının soğuktan donacak bir biçimde mağara girişlerinde nöbette beklemesi hiç de nadir bir durum değildi. Onlar cesarete sahiplerdi; ancak bunun üstünde onların tümü sanatkârdılar; Âdem topluluklarının karışımı birden bire yaratıcı hayal gücünü hızlandırdı. Mavi insanın sanatının doruk noktası, Afrika’dan İspanya boyunca daha koyu tenli ırkların geldiği dönemlerin evvelinde gerçekleşen bir biçimde, yaklaşık olarak on beş bin yıl önce yaşanmıştı.
80:3.8 (892.2) Yaklaşık on beş yıl önce Alp ormanları geniş bir biçimde yayılmaktaydı. Avrupalı avcılar, dünyanın şen av bölgelerini kurak ve çorak çöllere çeviren aynı iklim baskısı tarafından nehir vadilerine ve deniz kıyılarına sürüklenmişlerdi. Yağmur rüzgârları kuzeye doğru kayarken, Avrupa’nın önü açık geniş otlak arazileri ormanlar ile kaplanmış hale gelmişti. Bu büyük ölçekli ve görece ani gerçekleşen iklim değişiklikleri Avrupa ırklarını açık arazi avcılarından sürü sahiplerine ve bir ölçüde toprak toplayıcısı ve ekicisine doğru değişmeye itmişti.
80:3.9 (892.3) Bu değişiklikler, bir yanda kültürel gelişimlere yol açarken, belirli biyolojik gerilemeleri yaratmıştı. Geçmiş avlanma döneminde üstün olan kabileler, savaş esirlerinin daha yüksek türleri ile karşılıklı olarak evlenmiş ve alt düzeyde gördükleri unsurları kesin bir biçimde yok etmişlerdi. Ancak yerleşkeler kurup, tarım ve ticaret faaliyetine girişirlerken onlar; vasat düzeyde bulunan esirlerin birçoğunun yaşamını köleler olarak bağışlamaya başlamışlardı. Ve Cro-Magnon türünün tamamını daha sonra oldukça fazla bir biçimde kötüleştiren bu kölelerin doğumuydu. Kültürün bu gerileyişi, Cro-Magnon tür ve kültürünü hızlı bir biçimde kendi üstünlüğü altında içine katarak ve beyaz ırkların medeniyetini başlatarak Mezopotamyalılar’ın nihai ve topluca olarak gerçekleştirdikleri akınlar Avrupa’yı teslim alana kadar doğudan gelen yeni etkilerle şiddetlenmeye devam etti.
80:4.1 (892.4) And toplulukları Avrupa’ya düzenli bir seyirde hareket etmekte iken, burada yeni ana akın gerçekleşmişti; at sırtındaki son göçler üç büyük dalga halinde meydana gelmişti. Bazıları Avrupa’ya, Ege’nin adaları ve Tuna vadisinin kuzeyi üzerinden giriş yapmıştı ancak daha önceki ve daha saf olan ırk kollarının çoğunluğu kuzeybatı Avrupa’ya, Volga ve Don’un otlak arazileri boyunca uzanan kuzey istikameti üzerinden göç etmişti.
80:4.2 (892.5) Üçüncü ve dördüncü akınlar arasında Andon topluluklarının bir birliği, Sibirya’dan Rusya ırmakları ve Baltık bölgesi üzerinden gelerek, kuzey doğrultusundan Avrupa’ya giriş yapmışlardı. Onlar kısa bir süre içinde, kuzey And kabileleri üstünlüğünde onlara karışmışlardı.
80:4.3 (892.6) Daha saf eflatun ırkının daha erken dönemdeki genişlemeleri, daha sonraki yarı-askeri ve toprak kazanmayı seven And soylarınınkine kıyasla çok daha barışçıldı. Âdem unsurları barışçıldı Nod unsurları kavgacılardı. Daha sonra Sang ırklarına da karışan bir biçimde bu ırk kökenlerinin birleşimi, mevcut askeri fetihleri gerçekleştirmiş olan, yetkin ve saldırgan And topluluklarını meydana getirdi.
80:4.4 (892.7) Ancak at, Batı’daki And topluluklarının üstünlüğünü belirleyen evrimsel bir etkendi. At; And atlılarının son topluluklarının Hazar Denizi üzerinden çabucak geçerek Avrupa’nın tamamına yayılmalarını mümkün kılan bir biçimde, bu zamana kadar mevcut olmayan hareket kabiliyeti üstünlüğünü onların etrafa dağılan topluluklarına vermiştir. And topluluklarının daha önceki dalgalarının tümü o kadar yavaş bir biçimde hareket etmişlerdi ki, Mezopotamya’dan uzaklaşır uzaklaşmış birbirlerinden kopma eğilimi göstermişlerdi. Ancak daha sonraki dalgalar o kadar hızlı bir biçimde hareket ettiler ki, daha yüksek kültürün belli bir nüvesini hala ellerinde bulunduran bir biçimde bütüncül topluluklar halinde Avrupa’ya ulaştılar.
80:4.5 (893.1) Çin ve Fırat bölgesi dışında yerleşik dünyanın tümü, çetin And atlılarının İsa’dan önceki altıncı ve yedinci bin yılda tarih sahnesine çıkışlarından önceki on bin yıl boyunca çok sınırlı bir ölçekte kültürel gelişimi gerçekleştirmişlerdi. Rusya düzlüklerinden batı yönünde ilerlerken, mavi ırkın en iyi unsurlarını içlerine katarak ve en kötülerini yok ederek, bir topluluk halinde bütünleştiler. Bu unsurlar; İskandinavya, Alman ve Anglosakson topluluklarının büyük dedeleri olan İskandinav ırkları olarak adlandırmakta olduğunuz topluluğun atalarıydılar.
80:4.6 (893.2) Üstün mavi ırk kollarının kuzey Avrupa’nın tamamı boyunca And toplulukları tarafından onların üstünlüğü altında bütünüyle karışmalarının üstünden çok uzun bir süre geçmemiştir. Yalnızca Sami (ve bir ölçüye kadar Breton için de dâhil olmak üzere) eski Andon toplulukları kimliksel görünüşlerini bile korudular.
80:5.1 (893.3) Kuzey Avrupa kabileleri, Türkistan güneyindeki Rus bölgeleri boyunca Mezopotamya’dan gelen devamlı göç hareketleri tarafından sürekli bir biçimde güçlendirilmekte ve ilerleyici bir biçimde canlandırılmaktaydı ve And atlılarının son dalgaları Avrupa’yı sardığında, bu bölgede hali hazırda; dünyanın geri kalan kısmının tümünde rastlanabilecek olandan daha çok sayıda kişi And kökenine sahipti.
80:5.2 (893.4) Üç bin yıl boyunca kuzey And topluluklarının askeri yönetim merkezi Danimarka’daydı. Bu merkezi yerleşkeden fetih hareketlerinin birbirlerini takip eden dalgaları hareket etti; bu dalgalar, ilerleyen çağlar Mezopotamya’lı fatihlerin elde edilen yerleşke insanlarıyla nihai karışımlarına şahit olurken azalan bir biçimde And ve artan bir ölçüde beyaz hale gelmişti.
80:5.3 (893.5) Her ne kadar mavi insan, kuzeyde bulunan toplulukların üstünlüğünde onlara karışmış ve güneye ilerleyen beyaz atlı akıncılarına nihai olarak karşı koyamamış olsa da; melez beyaz ırkın genişleyen kabileleri, Cro-Magnon topluluklarının inatçı ve uzun süreler devam etmiş direnciyle karşılaştı ancak üstün us ve sürekli artan biyolojik köken unsurları eski ırkı ortan kaldırmakta kendilerini yetkin kıldı.
80:5.4 (893.6) Beyaz ve mavi ırk arasında meydana gelen belirleyici mücadeleler Somme vadisinde verildi. Burada mavi ırkın yetkin soyları güneye doğru hareket eden And topluluklarıyla kıyasıya savaştı ve beş yüzden fazla yıl boyunca bu Cro-Magnon unsurları, beyaz istilacılarının üstün askeri stratejilerine teslim olmadan önce topraklarını başarıyla savundular. Somme’de verilen son savaşta kuzey ordularının muzaffer kumandanı olan Tor; kuzeyli beyaz kabilelerinin kahramanı haline gelip, daha sonra bazıları tarafından bir tanrı olarak kutsandı.
80:5.5 (893.7) Mavi insanın varlığını en uzun süre devam ettirmiş kaleleri güney Fransa’da bulunmaktaydı ancak sonuncu en büyük askeri direnç Somme boyunca kırılmıştı. Daha içerilerin fethi; ticari faaliyetler, nehirler arasındaki nüfus baskısı ve alt düzeyde bulunan unsurların acımasız bir biçimde ortadan kaldırılışıyla beraber üstün olanlar ile karşılıklı olarak evlenilmeye devam edilişi vasıtasıyla ilerledi.
80:5.6 (893.8) And unsurlarının büyüklerinden oluşan kabile heyeti alt düzeyde bulunan bir esirin yetersiz olduğuna hüküm verdiğinde özenle hazırlanmış merasim eşliğinde bu kişi, kendisini nehre kadar eşlik eden ve — ölümcül boğma faaliyeti olan — “mutlu av alanlarına” kabul törenini uygulayan şaman din adamlarına teslim edilmekteydiler. Böylelikle Avrupa’nın beyaz istilacıları, kendilere ait düzeylere kolay bir biçimde karışmayan karşılaştıkları her topluluğu ortadan kaldırmışlardı ve böylelikle mavi insanlar — hem de hızlı bir biçimde — sona yaklaşmışlardı.
80:5.7 (893.9) Cro-Magnon mavi insanlar topluluğu, çağdaş Avrupa ırklarının biyolojik temelini oluşturmuştu; ancak onlar, anavatanlarının daha sonraki kudretli fatihleriyle onların üstünlüğünde karıştıkları bir biçimde varlıklarını devam ettirmişlerdi. Bu mavi ırk kolu, Avrupa’nın beyaz ırklarına birçok sağlam karakter ve fazla fiziksel kudreti sağlamıştı ancak melez Avrupa ırklarının mizah ve hayal gücü And topluluklarından gelmekteydi. Kuzeyli beyaz ırkların meydana gelişi ile sonuçlanan bu And-mavi birliktelik, geçici bir doğanın kötüleşmesi olarak And medeniyetinde gerçekleşen doğrudan bir duraklamayı açığa çıkarmıştı. Bu kuzeyli barbarların gün yüzüne çıkmamış üstünlüğü kendisini nihayeten ortaya çıkarmış ve bugünün Avrupa medeniyetinin oluşumuyla sonuçlanmıştır.
80:5.8 (894.1) M.Ö. 5000’li yıllarda evrim halindeki beyaz ırklar; kuzey Almanya, kuzey Fransa ve Britanya Adaları’nı içine alan bir biçimde, kuzey Avrupa’nın tümü boyunca baskın bir halde bulunmaktaydı. Merkezi Avrupa bir süreliğine, mavi insan ve yuvarlak kafatasına sahip Andon unsurları tarafından yönetilmekteydi. Daha sonrakiler başlıca olarak Tuna vadisinde konumlanmış olup, And toplulukları tarafından hiçbir zaman tümüyle yerlerinden edilmediler.
80:6.1 (894.2) Dönemsel And göçlerinin gerçekleştiği zamanlardan beri Fırat vadisinde kültür düzeyi düşüş gösterdi; ve medeniyetin ana merkezi Nil vadisine kaydı. Mısır, dünya üzerindeki en gelişmiş topluluğun yönetim merkezi olarak Mezopotamya’nın halefi haline geldi.
80:6.2 (894.3) Nil vadisi, Mezopotamya vadilerinden kısa bir süre önce sellerden zarar görmeye başladı ancak bu vadi bahse konu durumla daha iyi başa çıkabildi. Bu öncül gerilme, And göçmenlerinin devamlı gerçekleşen akımı tarafından telafi edilmekten öte bir duruma ulaştı böylelikle Mısır kültürü, gerçekte her ne kadar kökenini Fırat bölgesinden alsa da, diğerinin önüne geçen bir görünüş sergiledi. Ancak M.Ö. 5000’li yıllarda Mısır’da, Mezopotamya’daki sel dönemi boyunca, yedi farklı insan topluluğu bulunmaktaydı bir tanesi dışında onların hepsi, Mezopotamya’dan gelmişti.
80:6.3 (894.4) Fırat vadisinden gerçekleşen son büyük göç ortaya çıktığında Mısır, en hünerli sanatkâr ve zanaatkârların birçoğunu elde etmede şanlıydı. Bu And zanaatkârları nehir yaşamına, taşkınlarına, tarımsal sulamada kullanılmasına ve kurak mevsimlerine tümüyle aşina olmaları bakımından kendilerini oldukça evlerinde hissetmişlerdi. Onlar, Nil vadisinin tecritsel konumunu memnuniyetle deneyimlemişlerdi; onlar, Fırat nehri boyunca gerçekleşen düşmansı saldırı ve yağmalara çok daha az maruz kalmaktaydılar. Ve onlar, Mısırlılar’ın madeni eşyaları işleme hünerlerine fazlasıyla katkıda bulundular. Burada onlar, Karadeniz bölgelerininki yerine Sina Dağı’ndan gelen demir cevherlerini işlediler.
80:6.4 (894.5) Mısırlılar oldukça öncül bir biçimde, yerel ilahiyatlarını tanrıların detaylı bir milli sistemi altına birleştirdiler. Onlar geniş bir tanrı bilimi geliştirmiş olup, yine bu ölçüde geniş ancak ağır bir din adamlığı düzenini inşa ettiler. Birkaç farklı önder, Seth topluluklarının öncül dinsel öğretilerinden geriye kalanları tekrar canlandırma peşine düştü; ancak bu çabalar kısa ömürlü olmuştu. And toplulukları Mısır’da ilk taş yapılarını inşa etti. Taş piramitlerin ilk ve en seçkin olanı bir mimari And dehası olan İmhotep tarafından başbakanlığı döneminde dikilmişti. Daha önceki yapılar tuğlalardan inşa edilmekteydi; ve birçok taş bina hali hazırda dünyanın farklı bölgelerinde dikilmiş bir konumda iken, bu türden bir yapı Mısır’da ilk kez meydana gelmekteydi. Ancak bu büyük mimarın döneminden itibaren yapı sanatı sürekli bir biçimde gerileme gösterdi.
80:6.5 (894.6) Kültürün bu parlak çağı, Nil boyunca verilen iç savaşlar tarafından yarıda kesildi; ve ülke yakın bir zaman içerisinde, Mezopotamya’da gerçekleşmiş olduğu gibi, konuksever olmayan Arabistan’dan gelen alt düzey kabileler ve güneyden gelen siyah topluluklar tarafından kaplandı. Sonuç olarak toplumsal ilerleme, beş yüz yıldan daha fazla bir süre boyunca sürekli bir biçimde azalma gösterdi.
80:7.1 (895.1) Mezopotamya’daki kültürün çöküşü boyunca üstün bir medeniyet, doğu Akdeniz’in adaları üzerinde belli bir süre boyunca varlığını sürdürmeye devam etti.
80:7.2 (895.2) Yaklaşık olarak M.Ö. 12.000’li yıllarda And topluluklarının muhteşem bir kabilesi Girit’e göç etti. Burası, bu türden üstün bir topluluk tarafından bu kadar öncül bir biçimde yerleşilen tek adaydı ve bu hareket, bahse konu denizcilerin sahip oldukları soyların komşu adalara olan yayılışlarından neredeyse iki bin yıl önce gerçekleşmişti. Bu topluluk, kuzey Nod unsurlarının Van birimleri kesimi ile karşılıklı olarak bütünleşmiş bir konumda bulunan küçükbaşlı minyon And unsurlarıydılar. Onların tümü uzunluk bakımından bir seksen beş santimetrenin altında olup, daha büyük sayılarda bulunan alt düzeyde akranları tarafından kelimenin tam anlamıyla karadan sürülen insanlardı. Girit’e hareket eden bu göçmenler; dokuma, maden, çömlekçilik ve tesisat işlerine ilaveten yapı malzemesi olarak taşın kullanılmasında oldukça hünerlilerdi. Onlar yazıya girişmiş olup, sürü sahipleri ve tarımla uğraşan bireyler olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi.
80:7.3 (895.3) Girit’in yerleşik hale gelişinden yaklaşık olarak iki bin yıl sonra Âdemoğlu’nun uzun soyları, Mezopotamya’nın kuzeyindeki dağ evlerinden neredeyse doğrudan bir biçimde gelerek kuzey adalar boyunca Yunanistan’a ulaşmışlardı. Yunanlılar’ın bu ataları, Âdemoğlu ve Ratta’nın doğrudan bir soy üyesi olan Sata tarafından batı istikametinde yönlendirilmişti.
80:7.4 (895.4) Yunanistan’da nihai olarak yerleşen bu topluluk, Âdemoğlu topluluklarının ikinci medeniyetinin sonunu oluşturan üç yüz yetmiş beş seçilmiş ve üstün insandan meydana gelmişti. Âdemoğlu’nun bu daha sonraki soyları, ortaya çıkmaktaki beyaz ırkların bu dönemlerdeki en değerli ırk kollarını taşımaktaydı. Onlar yüksek bir us düzeyine ait olup, fiziksel bakımdan ilk Cennet Bahçesi döneminden beri ortaya çıkmış en güzel insanlardı.
80:7.5 (895.5) Yakın bir zaman içerisinde Yunanistan ve Ege Adalar bölgesi, Batı’nın ticaret, sanat ve kültür merkezi olarak Mezopotamya ve Mısır’ın yerine geçti. Ancak Mısır’da olduğu gibi, Ege dünyasının tüm sanat ve bilimi Yunanlılar’ın öncülleri olan Âdemoğlu topluluk kültürü dışında neredeyse tamamen Mezopotamya’dan elde edilmişti. Bu daha sonraki insanların sanat ve dehalarının tümü, Âdem ve Havva’nın ilk oğlu olan Âdemoğlu ve Prens Caligastia’nın öz Nod çalışanlarının saf bir soy kulundan gelen bir kız evladı olarak onun olağanüstü ikinci karısının doğrudan bir soy mirasıydı. Yunanlılar’ın, kendilerinin tanrılar ve insan-ötesi varlıklarından doğrudan türemiş olduklarını anlatan tarihi mitolojik anlatılara sahip olmaları şaşılası güç bir durum değildir.
80:7.6 (895.6) Ege denizi, her biri diğerinden daha az ruhsal olan beş farklı kültür aşamasından geçmişti; ve çok geçmeden sanatın son muhteşem çağı, Yunanlılar’ın daha sonraki nesillerinin dışarıdan getirmiş olduğu Tuna kölelerinin hızlıca çoğalan vasat soylarının etkisi altında ortadan kaybolmuştu.
80:7.7 (895.7) Kabil’den gelen soylara ait olan anne inancı en büyük ilgisine bu dönemde ulaşmıştı. Bu inanç, “yüce anne” ibadeti içerisinde Havva’yı yüceltmişti. Havva’nın temsilleri her yerdeydi. İnsanların topluca kullandığı binlerce tapınak, Girit ve Ön Asya boyunca dikilmişti. Ve bu anne inancı, İsa’nın dünyadaki annesi olan Meryem’in yüceltilmesi ve ona ibadet biçimi altında öncül Hıristiyan dini içinde daha sonra eklemlenmiş hale gelerek İsa’nın yaşadığı dönemlere kadar varlığını sürdürdü.
80:7.8 (895.8) M.Ö. Yaklaşık 6500’lü yıllarda, And topluluklarının ruhsal mirasında büyük bir gerileme gerçekleşmişti. Âdem’in soyları geniş çaplı bir biçimde etrafa yayılmış ve eski ve sayıca daha fazla olan insan ırkları tarafından neredeyse tamamen yutulmuştu. Ve And medeniyetinin bu soyu, dini ortak kabullerinin ortadan kalkması ile birlikte, dünyanın ruhsal olarak fakirleşmiş ırklarını acınası bir konumda bıraktı.
80:7.9 (896.1) M.Ö. 5000’li yıllarda Âdem soylarının en saf üç ırk kolu Sümer yerleşkesinde, kuzey Avrupa ve Yunanistan’da bulunmaktaydı. Mezopotamya’nın tamamı, Arabistan’dan kademeli bir biçimde gelen karma ve koyu tenli ırkların akımı tarafından yavaşça kötüleşmekteydi. Ve bu alt düzey toplulukların gelişi, And unsurlarının biyolojik ve kültürel kalıntısının daha fazla dışarı doğru dağılmasına katkıda bulundu. Verimli hilal bölgenin tamamından daha maceraperest topluluklar batı yönünde adalara doğru göçte bulundu. Bu göçmenler hem tahıl hem de sebzeler ektiler; ve onlar kendileriyle birlikte evcilleştirilmiş hayvanları getirdiler.
80:7.10 (896.2) M.Ö. 5000’li yıllarda Mezopotamyalılar’ın büyük bir topluluğu, Fırat vadisinden çıkıp, Kıbrıs adasına yerleşti; bu medeniyet, kuzeyden gelen barbar topluluklardan sonraki yaklaşık iki bin yıl içerisinde ortadan kaldırıldı.
80:7.11 (896.3) Başka bir büyük topluluk Mezopotamya üzerinde Kartaca’nın daha sonraki yerleşkesi yakınında yerleşmişti. Ve bu kuzey Afrika bölgesinden And topluluklarının geniş sayıdaki unsurları İspanya’ya girip daha sonra, öncesinde Ege Adaları üzerinden İtalya’ya gelmiş olan, kardeşleri ile İsviçre’de bir araya gelmişlerdi.
80:7.12 (896.4) Mısır Mezopotamya’yı kültürel çöküşte takip ettiği zaman, daha yetkin ve gelişmiş ailelerin birçoğu, hali hazırda var olan gelişmiş bir medeniyet düzeyini böylelikle fazlasıyla arttıran bir biçimde, Girit’e göçtü. Ve Mısır’dan gelen alt düzey toplulukların varışı daha sonra Girit medeniyetini tehdit ettiği zaman, daha kültürlü aileler batı yönünde Yunanistan’a göç etti.
80:7.13 (896.5) Yunanlılar yalnızca büyük öğretmen ve sanatkâr değillerdi, onlar aynı zamanda dünyanın en büyük tüccarları ve sömürgeleştiren bireyleriydiler. Sanatını ve ticaretini nihai bir biçimde yok eden alt düzeyin seline teslim olmadan önce onlar, öncül Yunan medeniyetinin güney Avrupa’nın daha sonraki topluluklarında varlığını sürdüren oldukça fazla sayıdaki gelişmelere sebebiyet veren bir biçimde birçok kültür merkezini batıya yeşertmede başarılı olmuşlardı ve bu Âdemoğlu topluluklarının karma soylarının çoğu, komşu kıtaların kabileleriyle bütünleşmiş bir konuma gelmişlerdi.
80:8.1 (896.6) Fırat vadisinin And toplulukları mavi insanlar ile karışan bir biçimde kuzey doğrultusunda Avrupa’ya, Sahra ve güney mavi ırklarının karışımının geride kalanlarıyla bütünleşen bir biçimde batıda Akdeniz bölgelerine göç etmişlerdi. Ve beyaz ırkın bu iki kolu, eskiden ve şimdi de, bu merkezi bölgelerde uzun süreler boyunca ikamet etmiş bir konumda hali hazırda bulunan öncül Andon kabilelerinin geniş ve yassı şekilli kafatası yapısına sahip yükseltilerde yaşayan hayatta kalmış unsurları tarafından geniş bir biçimde ayrılmışlardı.
80:8.2 (896.7) Andon’un bu soyları, merkezi ve güneydoğu Avrupa’nın dağlık bölgelerinin birçoğu boyunca dağılmışlardı. Onlar sıklıkla, dikkate değer bir ölçüde güç ile ikamet ettikleri Ön Asya’dan gelen göçmenler tarafından güçlenmişti. Tarihi Hitit toplulukları doğrudan bir biçimde Andon ırk kökeninden gelmekteydi; onların beyaz tenleri ve geniş yassı kafa yapıları bu ırkın başat özellikleriydi. Bu ırk kolu; İbrahim’in soyunda taşınmış olup, her ne kadar And topluluklarından elde ettikleri bir kültür ve dine sahip olsalar da oldukça farklı bir dili konuşmuş olan daha sonraki Musevi soylarının yüz hat özelliklerine oldukça büyük katkı sağlamıştı. Onların dili oldukça ayırt edilebilen bir biçimde Andon’du.
80:8.3 (897.1) İtalya, İsviçre ve güney Avrupa’nın gölleri üzerinde kazıklar veya kütük iskeleler üstüne diktikleri evlerde ikamet eden kabileler; Afrika, Ege ve, daha belirgin bir biçimde, Tuna göçmenlerinin genişleyen uçlarıydı.
80:8.4 (897.2) Tuna toplulukları, Andon unsurlarıydılar; bu bireyler, Balkan yarımadası üzerinden Avrupa’ya hali hazırda girmiş olan çiftçi ve sürü sahipleri olup, kademeli bir biçimde Tuna vadisi üzerinden kuzeye doğru hareket etmektelerdi. Onlar, vadilerde yaşamayı tercih eden bir biçimde çömlek yapıp, toprağı işlemişlerdi. Bu kabileler, kültürlerinin merkez ve kaynağından uzaklaştıklarında hızlı bir biçimde gerileme gösterdiler. Şu ana kadar gelmiş geçmiş en iyi çömlekçilik, bu öncül yerleşkelerinin eserleridir.
80:8.5 (897.3) Tuna toplulukları, Girit’den gelen din yayıcılarının çalışmalarının bir sonucu olarak anneye ibadet eden bireyler haline gelmişlerdi. Bu kabileler daha sonra, Ön Asya sahilinden teknelerle gelen ve aynı zamanda anne inancına sahip olan Andon denizci toplulukları ile karışmışlardı. Merkezi Avrupa’nın büyük bir kısmı böylelikle erkenden, anne inancını yerine getiren ve ölü yakma dini törenlerini uygulayan geniş ve yassı kafatası yapısına sahip beyaz ırkların bu melez türleri tarafından yerleşik hale geldi; bu âdetin uygulanma sebebi, anneye ibadet etme inancına sahip bireylerin ölülerini taş barakalarda yakma âdetiydi.
80:9.1 (897.4) And göçlerinin sonlanmasına yakın Avrupa’da bulunan ırk karışımları, şu üç beyaz ırkta sınıflanabilir hale geldi:
80:9.2 (897.5) 1. Kuzey beyaz ırkları: İskandinav olarak adlandırdığınız ırk, başlıca olarak And toplulukları ve mavi insandan oluşmuştur; ancak bu unsurlar aynı zamanda, kırmızı ve sarı Sang topluluklarının küçük düzeydeki karışımıyla birlikte And kanının dikkate değer bir kısmını bünyesinde barındırmaktalardı. Kuzey beyaz ırkı böylelikle, en fazla arzu edilen insan ırk kökenlerinin bu dördünü taşımaktaydı. Ancak onların en büyük orandaki kalıtımı mavi insandan gelmekteydi. Öncül İskandinav insanının temel nitelikleri uzun kafatası yapısına sahip, boyu yüksek ve sarışın olmasıydı.
80:9.3 (897.6) İstila içerisindeki İskandinav topluluklar tarafından karşılaşılan Avrupa’nın ilkel kültürü, mavi insanla karışan gerilemekteki Tuna topluluklarına aitti. İskandinav-Danimarkalı ve Tuna-And topluluk kültürleri, bugünün Almanya’sı içinde bulunan iki ırk topluluğunun mevcudiyetinde gözlenebileceği gibi, Ren’de buluşmuş ve birbirine karışmıştır.
80:9.4 (897.7) İskandinav toplulukları, Brenner geçidi vasıtasıyla Tuna vadisinin geniş ve yassı kafatasına sahip topluluklar ile büyük bir ticaret ilişkisi kuran bir biçimde Baltık sahilinden kehribar ticaretine devam etmişlerdi. Tuna toplulukları ile bu genişlemiş ilişki, bahse konu kuzey unsurlarının anne inancını benimsemesine yol açmıştı ve birkaç bin yıl boyunca ölülerin yakılması neredeyse İskandinavya’nın tamamı boyunca herkes tarafından uygulanan bir haldeydi. Bu durum, her ne kadar Avrupa’nın tamamına yayılmış olsa da öncül beyaz ırkların kalıntılarının bulunamamasını açıklamaktadır — yalnızca onların külleri, içlerinde saklandıkları özel taş ve çömlek kaplarda bulunabilir. Ve yine bu durum, her ne kadar bir önceki Cro-Magnon türü tek parça halinde yer üstü ve yer altı mağaralarında tabakalaşmış biçimde oldukça iyi bir şekilde korunmuş olsa da, beyaz insanın öncül kültürüne ait neden çok az sayıda kanıtın mevcut bulunduğunu açıklamaktadır. Bahse konu bu tarihi uygulama; sanki bir gün kuzey Avrupa’da gerileme içindeki Tuna toplulukları ve mavi ırkın ilkel bir kültürünün var olduğunu ve ertesi gün ise kıyaslanamayacak düzeydeki üstün beyaz insanın birden bire ortaya çıkan kültürünün mevcudiyetini göstermektedir.
80:9.5 (897.8) 2. Merkezi beyaz ırk. Bu topluluk her ne kadar beyaz, sarı ve And ırk kökenlerini içinde barındırsa da, başat bir biçimde Andon kalıtımına aitti. Bu topluluklar geniş ve yassı kafatasına sahip, esmer ve tıknaz insanlardı. Onlar, Baltık ve Akdeniz ırkları arasında ortada sıkışıp kalmışlardı onların bir ucu Asya’da iken diğer bir ucu doğu Fransa’ya hareket etmekteydi.
80:9.6 (898.1) Neredeyse yirmi bin yıl boyunca Andon unsurları, And toplulukları tarafından merkezi Asya’nın kuzeyinin giderek daha derinliklerine sürülmüş bir konumdaydılar. M.Ö. 3000’li yıllarda artan kuraklık bu Andon topluluklarını Türkistan’a geri sürüklemekteydi. Güneye doğru gerçekleşen bu Andon hareketi bin yıldan daha fazla bir süre boyunca devam etmiş olup, Hazar Denizi ve Karadeniz etrafında ikiye ayrılıp hem Balkanlar hem de Ukrayna üzerinden Avrupa’ya girmişti. Bu istila, Âdemoğlu soylarının geride kalan topluluklarından da meydana gelmekteydi; ve istila döneminin daha sonraki yarısı boyunca, Seth din adamları soylarının birçoğuna ek olarak İranlı And topluluklarının dikkate değer sayıdaki üyelerini barındırmıştır.
80:9.7 (898.2) M.Ö. 2000’li yıllarda Andon topluluklarının batı yönündeki hareketi Avrupa’ya ulaşmıştı. Ve Mezopotamya, Ön Asya ve Tuna havzasının Türkistan tepelerinden gelen barbarlar tarafından istila edilmesi, bu döneme kadar tüm kültürel gerilemeler içinde en ciddisi ve en uzun süreli olanı meydana getirmişti. Bu istilacılar, nitelik olarak bu dönemden beri Alp kökenini sürdüren merkezi Avrupa ırklarının temel niteliğini kesin bir biçimde Andonsal hale getirdi.
80:9.8 (898.3) 3. Güneyli beyaz ırk. Bu kumral Akdeniz ırkı, kuzeylilere kıyasla daha az düzeyde bir Andon ırk koluyla birlikte And toplulukları ve mavi ırkın bir karışımından meydana gelmişti. Bu topluluk aynı zamanda, Sahra toplulukları üzerinden ikincil Sang kanının dikkate değer bir düzeyini bünyelerine katmışlardı. Daha sonraki dönemlerde beyaz ırkın güney birimi, doğu Akdeniz’den gelen güçlü And kökenleri ile bütünleşmişti.
80:9.9 (898.4) Akdeniz sahil şeridi, buna rağmen, M.Ö. 2500’lü yıllardaki büyük göçebe saldırıları dönemine kadar And toplulukları tarafından nüfuz edilmiş bir konuma gelmemişti. Kara üzerinden gerçekleşen seyahatler ve ticaret faaliyetleri, göçebelerin doğu Akdeniz bölgelerini işgal ettikleri bu çağlar boyunca neredeyse tamamen durmuştu. Kara ulaşımının bu şekilde engellenişi, deniz ulaşımı ve ticaretinde gerçekleşen büyük bir büyümeyi beraberinde getirdi; Akdeniz deniz ticareti, yaklaşık kırk beş bin yıl önce en yüksek hacminde bulunmaktaydı. Ve deniz ulaşımının bu gelişimi, Akdeniz havzasının bütüncül sahil bölgesi boyunca And topluluk soylarının ansızın gerçekleşen bir genişlemesiyle sonuçlandı.
80:9.10 (898.5) Bu ırksal karışımlar, tüm zamanların en yüksek düzeyde birbirine karışmış unsuları halindeki güney Avrupa ırkının temelini atmıştı. Ve bu dönemden beri bahse konu ırk, özellikle Arabistan’ın mavi-sarı-And topluluklarıyla birlikte daha da karışım sürecinden geçmiştir. Bu Akdeniz ırkı gerçekte, çevre topluluklar ile o kadar özgür bir biçimde karışmıştır ki ayrı bir ırk olarak neredeyse ayırt edilebilir olmaktan çıkmıştır; ancak genellikle onun üyeleri kısa boylu, uzun kafatasına sahip ve kumral insanlardır.
80:9.11 (898.6) Kuzeyde And toplulukları, savaşlarla ve evliliklerle, mavi insanları ortadan kaldırmışlardı ancak güneyde mavi insanlar büyük nüfuslar halinde varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Bask ve Berberi toplulukları, bu ırka ait iki kolun kurtuluşunu temsil etmektedir; ancak bu topluluklar bile fazlasıyla Sahra unsurlarıyla karışmışlardı.
80:9.12 (898.7) Bu anlatım, M.Ö. 3000’li yıllarda merkezi Avrupa’da ortaya çıkan ırk karışımının bir resmidir. Kısmi Âdemsel kusura rağmen yüksek türler birbirlerine karışmıştı.
80:9.13 (898.8) Bu dönemler, devam etmekteki Tunç Çağı’nın Yeni Taş Çağ’ı ile çakıştığı süreçlere rastlamaktaydı. Güney Fransa ve İspanya’da Yeni Taş Çağı güneşe olan ibadet ile nitelendirilir hale gelmişti. Bu dönem, dairesel ve tavanı olmayan tapınak yapılarının bulunduğu süreçtir. Avrupa’lı batı ırkları, tıpkı bir sonraki dönemdeki soylarının Stonehenge’de yaptıkları gibi, güneş için simgeler biçiminde büyük taşları bir araya getirmekten büyük bir haz duyan bir biçimde durmak bilmeyen yapı ustalarıydılar. Güneş ibadetine olan rağbet, bu dönemin güney Avrupa’da tarımın önemli bir süreci olduğuna işaret etmektedir.
80:9.14 (899.1) Bu görece yakın zaman içerisinde gerçeklemiş güney ibadet dönemi hurafeleri mevcut an içerisinde bile Breton’un adetlerinde varlığını sürdürmektedir. Her ne kadar bin beş yüz yıldan beri Hıristiyanlaşmış bir konumda olsalar da bu Breton toplulukları, nazarı kovmak için Yeni Taş Çağı’nın büyü etkisine sahip olduğuna inanılan maddeleri kullanmaya devam etmektedirler. Breton unsurları İskandinav kökenli Kuzey Avrupalı topluluklar ile hiçbir zaman karışmamışlardı. Onlar, Akdeniz ırk kökeni ile karışmış bir haldeki batı Avrupa’nın özgün Andon sakinlerinin hayatta kalmış unsurlarıdır.
80:9.15 (899.2) Ancak beyaz toplulukları İskandinav, Alp ve Akdeniz sınıflandırmaları altında değerlendirmeye çalışmak yanlış bir inançtır. Orada bütüncül bir biçimde bu türden bir sınıflandırmaya izin veremeyecek kadar çok sayıda karışım meydana gelmişti. Bir zamanlar bu türden topluluklar altında toplanabilecek beyaz ırkın sınırları oldukça belirgin bir sınıflandırılışı mevcuttu; ancak bahse konu dönemden beri geniş çaplı bütünleşmeler ortaya çıkmıştır; ve bu farklılıkları kesin bir biçimde gösterebilmek artık mümkün değildir. M.Ö. 3000’li yıllarda bile tarihi toplumsal bütünlükler, Kuzey Amerika’nın mevcut sakinlerini gibi artık tek bir ırkın türden üyelerinden meydana gelmemekteydi.
80:9.16 (899.3) Bu Avrupa kültürü beş bin yıl boyunca büyümeye ve bir ölçüde kendi içinde bütünleşmeye devam etti. Ancak dil engeli, çeşitli Batı milletlerinin bütüncül etkileşimi engelledi. Geçmiş yüzyıldan beri bu kültür, Kuzey Amerika’nın çok uluslu nüfusu içinde birbiriyle bütünleşmek için sahip olduğu en iyi imkânı değerlendirmektedir; ve bu kıtanın geleceği, idare edilen toplumsal kültür seviyesine ek olarak mevcut ve gelecekteki nüfusunun bir parçası olmasına izin verilen ırk etkenlerinin niteliğine göre belirlenecektir.
80:9.17 (899.4) [Nebadon’un bir Başmelek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
81. Makale
81:0.1 (900.1) CALİGASTİA ve Âdem’in görevlerinde amaçlanan dünyanın daha iyi hale getirilmesi için mevcut tasarımların yanlış bir biçimde uygulanmasının yarattığı olumlu ve olumsuz sonuçlardan bağımsız olarak, insan varlıklarının temel bedensel evrimi insan türü ilerleyişi ve ırk gelişimi ölçeğinde ırkları ileri doğru taşımaya devam etti. Evrim geciktirilebilir, ama bütünüyle durdurulamaz.
81:0.2 (900.2) Her ne kadar sayıları öncesinden tasarlanmış olandan daha az bir düzeyde bulunmuş olsa da eflatun ırkın etkisi; Âdem döneminden beri, neredeyse bir milyon yıllık önceki bütüncül mevcudiyeti boyunca, insan türünün ilerleyişinin kıyaslanamayacak düzeyde üzerine çıkmıştır.
81:1.1 (900.3) Âdem döneminden yaklaşık otuz beş bin yıl sonra medeniyetin beşiği; Nil vadisinden doğu yönünde kuzey Arabistan’ı geçen bir biçimde hafifçe kuzeye doğru ve Mezopotamya’yı içine alan bir biçimde Türkistan’a kadar uzanarak, güney batı Asya’da bulunmaktaydı. Ve iklim bu bölgede medeniyetin kurulmasında belirleyici bir etkendi.
81:1.2 (900.4) Âdem unsurlarının öncül göçlerini, genişleyen Akdeniz nedeniyle Avrupa’ya ulaşmalarını engelleyerek ve göç dalgalarını kuzey ve güney yönünde Türkistan’a yönelterek sonlandıran şeyler bu büyük iklimsel ve yeryüzüsel değişmeler olmuştu. Bahse konu kara yükselişlerinin ve onların iniltili olduğu iklim değişikliklerinin tamamlandığı dönemlerde, yaklaşık M.Ö. 15.000’li yıllarda, medeniyet; And topluluklarının kültürel tohumlarının ve biyolojik köken unsurlarının ilave bir biçimde, dağlar ile Asya’da doğu yönünde ve genişleyen ormanlar ile Avrupa’da batı yönünde engellenmesi dışında, dünya çapında zıt hareketlerden doğan bir eylemsizlik sürecine girmiş bulunmaktaydı.
81:1.3 (900.5) İklimsel evrim bu aşamada, diğer tüm çabaların gerçekleştirmede başarısız olduğu şeyi yerine getirme arifesindeydi; bu şey, hayvancılık ve tarımın daha gelişmiş yaşam gayeleri için avcılığı terk etmeye Avrasya insanlarını zorunlu kılmasıydı. Evrim yavaş olabilir, ancak oldukça fazla bir biçimde etkilidir.
81:1.4 (900.6) Köleler fazlasıyla sık görülen bir biçimde ilk çiftçiler tarafından kullanıldığı için, çiftçilik avcılar ve sürü sahipleri tarafından öncesinde aşağı düzeyde görülmekteydi. Çağlar boyunca toprağı işlemek küçük görülmüştü; bu nedenle toprak üzerinde çalışma fikri bir küfür olarak algılansa da, nimetlerin içinde en büyüğü olandır. Kabil ve Habil dönemlerinde bile kırsal yaşamın kurbanları tarımdan elde edilen ürünlerin bağışlarından daha üst düzeyde görülmüştür.
81:1.5 (900.7) Genel olarak insan, sürü sahipliği döneminden oluşan geçiş süreci vasıtasıyla avcılıktan çiftçiliğe doğru evirilmişti; ve bu durum And toplulukları için de geçerlilik taşımaktaydı; ancak iklimsel gerekliliğin evrimsel baskısı, daha sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, avcıları doğrudan bir biçimde başarılı çiftçilere dönüştürmekteydi. Avcılıktan tarıma bu doğrudan geçişin olgusu yalnızca, eflatun ırk kökeni ile yüksek düzeyde bir ırk karışımını bulunduğu bölgelerde ortaya çıkmıştı.
81:1.6 (901.1) Evrimsel insan toplulukları (özellikle Çinliler) öncül bir biçimde; kaza eseri nemlenme sonrasında ortaya çıkan veya yitirilen kişilerin naaşlarına bırakılan yiyeceklerde görülen filizlenmiş tohumları gözlemleyerek, tohum ekmeyi ve ekinleri yetiştirmeyi öğrenmişti. Ancak güneybatı Asya’nın tümü üzerinde, verimli nehir tabanları ve komşu düzlükler boyunca And toplulukları, ikinci bahçenin sınırları içinde ekiciliği ve bahçeciliği temel yaşam gayeleri haline getirmiş atalarından teslim aldıkları gelişmiş tarım yöntemlerini devam ettirmekteydi.
81:1.7 (901.2) Binlerce yıl boyunca Âdem soyları; Mezopotamya’nın kuzey sınırındaki düzlükler boyunca, Cennet Bahçesi içerisinde geliştirilmiş olan, buğday ve arpayı hali hazırda yetiştiren bir konumda bulunmaktalardı. Âdem ve Âdemoğlu’nun soyları burada tanışmış, alış-verişte bulunmuş ve toplumsal olarak birbirlerine karışmışlardı.
81:1.8 (901.3) Beslenme türü bakımından insan ırkının hem etçil hem de otçul hale gelmesinde büyük bir pay sahibi olan gelişmeler yaşam koşullarında gerçekleşen bu mecburi değişikliklerdi. Ve sürülerden elde edilen etler ile buğday, pirinç ve sebze besleniminin bir araya gelişi, bu eski insan topluluklarının sağlığında ve kudretinde büyük bir ilerlemenin sebebi olmuştu.
81:2.1 (901.4) Kültürün büyümesi, medeniyet araçlarının gelişmesine bağlıdır. Ve insanın yabansılıktan yükselişinde kullandığı araçlar, daha yüksek görevlerin başarılması için insan gücünü ortaya çıkaracak dereceye bile varan bir şekilde etkindi.
81:2.2 (901.5) Serpilmekte olan kültürün ve ileri adımlarını atan toplumsal ilişkilerin sonraki dönemlerinin oluşumları arasında şu an içerisinde yaşamakta olan sizler, toplum ve medeniyet üzerine düşünmek için gerçekte belirli boş zamana sahip bireyler olarak; öncül atalarınızın irdeleyici düşünceye ve toplumsal fikir yürütmeye ayrılabilecek neredeyse hiçbir zamanı bulunmadıkları gerçeğini gözden kaçırmamalısınız.
81:2.3 (901.6) İnsan medeniyetinin dört büyük kazanımı şunlardı:
81:2.4 (901.7) 1. Ateşin denetim altına alınması.
81:2.5 (901.8) 2. Hayvanların evcilleştirilmesi.
81:2.6 (901.9) 3. Esirlerin köleleştirilmesi.
81:2.7 (901.10) 4. Özel mülkiyet.
81:2.8 (901.11) İlk büyük keşif olarak ateş her ne kadar bilimsel dünyanın kapılarını nihai olarak aralasa da, ilkel insan için çok az bir değere sahipti. İlkel insan, sürekli gerçekleşen olguların açıklaması olarak doğal nedenlerin varlığını tanımayı reddetmişti.
81:2.9 (901.12) Ateşin nereden geldiği sorulduğunda, Andon ve çakmaktaşından oluşan basit hikâyenin yerini yakın bir zaman içinde bir Prometheus’un cennetten çaldığı efsane almıştı. Bu eskiçağ insan toplulukları, kişisel algıları dışına çıkan her doğal oluşum için doğaüstü bir açıklama getirmeyi amaçlamıştı; ve birçok çağdaş topluluk bunu yapmaya devam etmektedir. Doğal olgular olarak adlandırdığınız şeylerin bireysel olmaktan çıkışının gerçekleşmesi çağlar almış olup, henüz tamamlanmamıştır. Ancak gerçek nedenlere ulaşmak için içten, dürüst ve korkusuz arayış çağdaş bilimi doğurmuştu: Bu arayış yıldız falcılığını gök bilimine, simyacılığı kimya bilimine ve büyüyü tıbba dönüştürmüştü.
81:2.10 (901.13) Makine-öncesi çağ içerisinde insanın kendi bedenini kullanmadan başarabildiği tek iş bir hayvanın kullanılmasıydı. Hayvanların evcilleştirilmesi ellerinin altına yaşayan araçları vermişti; bunun ussal bir biçimde kullanışı hem tarım hem de ulaşıma zemin hazırlamıştı. Ve bu hayvanlar olmadan insan, ilkel konumundan bir sonraki medeniyet düzeylerine yükselemezdi.
81:2.11 (902.1) Evcilleştirilmek için en uygun hayvanların büyük bir kısmı, özellikle merkez kıtanın güney bölgelerine doğru olmak üzere, Asya’da bulunmuştu. Bu durum, dünyanın diğer kesimlerine kıyasla bu bölge içinde medeniyetin daha hızlı bir biçimde ilenmesinin nedenlerinden biriydi. Bu hayvanların birçoğunun evcilleştirilmesi daha önce iki defa farklı dönemlerde gerçekleştirilmişti, ve And toplulukları çağında onlar bir kez daha evcilleştirilmişlerdi. Ancak köpek türü, çok ama çok uzun zaman önce mavi insan tarafından ilk kez olarak evcilleştirilmelerinden beri avcılarla birlikte yaşamaya devam etmiş bir haldeydi.
81:2.12 (902.2) Türkistan’ın And unsurları, geniş bir ölçekte at türünü evcilleştiren ilk insan topluluklarıydı; ve bu durum, kültürlerinin neden çok uzun bir süre boyunca başat bir konumda bulunduğunun bir diğer nedenidir. M.Ö. 5000’li yıllarda Mezopotamyalı, Türkistanlı ve Çinli çiftçiler; koyun, keçi, inek, deve, at, kümes hayvanları ve fil yetiştirmeye çoktan başlamış bir halde bulunmaktalardı. İnsanın kendisi bir zamanlar yük taşıyan hayvanlardan biriydi. Mavi ırktan gelen bir önder bir zamanlar, yük taşıyıcılardan oluşan topluluğu içinde yüz bin insana sahipti.
81:2.13 (902.3) Kölelik kurumları ve toprağın özel mülkiyeti tarım ile birlikte geldi. Kölelik; toprak sahibinin yaşam koşullarını yükseltmiş olup, toplumsal kültür için kendisine daha fazla zaman imkânı yarattı.
81:2.14 (902.4) Yabansı insan doğa karşısında bir köledir; ancak bilimsel medeniyet, sürekli artan özgürlüğü insan türüne yavaş bir biçimde kazandırmaktadır. Hayvanlar, ateş, rüzgâr, su, elektrik ve enerjinin keşfedilmemiş diğer kaynakları vasıtasıyla insan kendisini; aralıksız bir biçimde emek vermenin gerekliliğinden kendisini kurtarmıştır, kurtarmaya devam edecektir. Alet ve düzeneklerin zengin keşiflerinin yarattığı geçici kargaşaya rağmen, bu türden mekanik icatlardan elde edilebilecek nihai yararlar hesap edilemeyecek kadar büyüktür. İnsan bir şeyleri yerine getirmenin yeni ve daha iyi yollarını düşünmek, tasarlamak veya hayal etmek için dinlenceye sahip olana kadar, kurumsallaşması bir yana medeniyet hiçbir zaman gelişemez bile.
81:2.15 (902.5) İnsan ilk önce, sadece kaya tabakaları altında yaşayarak veya mağaralarda ikamet ederek kendi barınağını sahiplendi. Daha sonra, aile barakalarının inşası için odun ve kaya gibi doğal malzemeleri kullandı. Daha sonra insan, tuğla veya diğer yapı malzemelerini inşa etmeyi öğrenerek ev yapımının yaratıcı aşamasına giriş yaptı.
81:2.16 (902.6) Türkistan yükseltilerine ait topluluklar, daha çağdaş ırklar arasında evlerini ahşaptan inşa eden ilk bireylerdi; onların evleri, Amerika’nın keşfinden sonra gelen öncü sakinlerin ilk kütük barakalarından çok da farklı değildi. Düzlükler boyunca insan yerleşkeleri tuğlalardan yapılmıştı; daha sonra bu yapılar fırınlanmış olanlarından inşa edilmişti.
81:2.17 (902.7) Eski nehir ırkları barakalarını, toprak üzerinde bir daire şeklinde uzun direkler kurarak inşa etmişlerdi; bu direklerin başları daha sonra, barakanın iskeletini oluşturan bir biçimde, tek bir noktada toplanmaktaydı; bu yapı, tüm oluşumu ters çevrilmiş dev bir sepete çeviren bir biçimde, enlemesine uzanan sazlıklar ile ağ gibi sarılmaktaydı. Sonrasında bu inşaat kil ile sıvanabilmekteydi ve güneşte kurumasından sonra hava olaylarından korunaklı oldukça elverişli bir yerleşim yeri haline gelebilmekteydi.
81:2.18 (902.8) Sepet dokumasının tüm türlerine dayanak oluşturan daha sonraki düşünce bu öncül barakalardan kendi başına türedi. Bir topluluk içinde, nemli kilin bu çubuk temellerine çalınmasının yarattığı oluşumların gözlemlenmesinden çömlek yapma fikri türedi. Çömleğin fırınlanarak sertleştirilmesi uygulaması, kil ile kaplanmış bu ilkel barakalardan bir tanesinin yanması sonucunda keşfedildi. Eski dönemlerin sanatları birçok kez, öncül insanların günlük yaşantılarında kaza eseri gerçekleşen olaylardan elde edilmişti. En azından bu durum, Âdem’in gelişine kadar ki insan türünün evrimsel gelişimi için bütünüyle gerçekliğe sahiptir.
81:2.19 (903.1) Çömlekçilik yaklaşık yarım milyon yıl önce Prens’in görevlilerinden biri tarafından ilk kez tanıştırılmış olsa da, kil ibriklerin yapımı yüz elli bin yıllık bir süre boyunca neredeyse tamamen durmuş bir konumdaydı. Sümer-öncesi Basra körfezinin Nod toplulukları çömlek ibrikleri yapmaya devam etmişlerdi. Çömlek yapım sanatı Âdem döneminde canlandırılmıştı. Bu sanatın yaygınlaşması Afrika’nın, Arabistan’ın ve merkezi Asya’nın sahip olduğu çöl arazilerin genişlemesi ile eş zamanlı olarak gerçekleşti; ve, Mezopotamya’dan Doğu Yarımküresi’nin tümüne birbirini takip eden gelişmiş yöntem dalgaları içinde yayıldı.
81:2.20 (903.2) And çağının bu medeniyetleri her zaman, çömlekçilik veya diğer sanatlarının bulundukları aşamalara bakarak belirlenemeyebilir. İnsan evriminin pürüzsüz gidişatı, hem Dalamatia hem de Cennet Bahçesi düzenleri tarafından devasa ölçüde karmaşık bir yapı içine girdi. Sıklıkla, daha saf And topluluklarının öncül üretimlerinin daha sonraki vazolarından ve aletlerinden daha alt düzeyde bulunduğu gözlenmektedir.
81:3.1 (903.3) M.Ö. 12.000’li yıllarda başlayan bir biçimde Türkistan’ın avcılıkta ve otlatmada kullanılan zengin ve açık çayırlarının iklimsel değişimler sonucunda zarar görmesi, bu bölge insanlarının yeni üretim ve ilkel imalat türlerine başvurmasını zorunlu kılmıştı. Onların bazıları evcilleştirilmiş sürülerin yetiştirilmesine yönelmiş, diğerleri ise çiftçiler veya su ile yetişen yiyeceklerin toplayıcıları haline gelmişti; ancak And uslarının yüksek türü, ticaret ve imalat işine katılmayı tercih etmişti. Bütüncül kabilelerin kendilerini tek bir üretim kolunun gelişimine adaması adet haline bile gelmişti. Nil vadisinden Hindukuş’a, Ganj’dan Sarı Nehre kadar üstün kabilelerin başlıca işi, toprağın ekiminin yanında ticaret faaliyetinde bulunmak olmuştu.
81:3.2 (903.4) Ticaret ve ticareti yapılan çeşitli ürünlere için gerçekleştirilen hammadde imalatındaki artış, kültür ve medeniyet sanatlarının yayılmasında oldukça etkin olan bu öncül ve yarı-barışçıl toplulukların oluşumda doğrudan bir biçimde araç olmuştu. Geniş çaplı dünya ticaret döneminden önce toplumsal bütünlükler — genişlemiş aile toplulukları olarak — kabileseldi. Ticaret; insan varlıkların farklı türlerine birliktelik aidiyeti getirmiş olup, kültürün daha hızlı bir biçimde gerçekleşen diğer topluluklardaki yeşerimine böylece katkıda bulunmuştur.
81:3.3 (903.5) Yaklaşık on iki bin yıl önce, bağımsız şehirler dönemi doğmaktaydı. Ve bu ilkel ticaret ve üretim şehirleri her zaman, tarım ve sürü yetiştirme bölgeleri tarafından çevrilmişti. Üretimin ortak yaşam koşullarının yükselmesiyle sağlandığı doğru olsa da, öncül şehir yaşamının kısıtlılıkları ile ilgili yanlış bir algı içine düşmemelisiniz. Bu öncül baştan sonra düzenli ve temiz değillerdi; ve ortalama ilkel toplum, sadece kir ve çöpün birikmesi yüzünden her yirmi beş yılda, otuz ile altmış santim arasında yükselmişti. Bu eski şehirlerin belli başlı olanları aynı zamanda, pişirilmemiş çamur barakaları yüzünden, üzerinde ikamet ettikleri arazinin yukarılara doğru çok hızlı bir biçimde çıkmışlardı; ve eski harabelerinin tam da üzerine yeni konutlarını inşa etmeleri adetleriydi.
81:3.4 (903.6) Madenlerin geniş çaplı kullanımı, öncül üretim ve ticaret şehirlerinin ortaya çıktığı bu çağın bir özelliğiydi. M.Ö. 9000’li yıllar kadar öncesine varan bir biçimde Türkistan içinde bir bronz çağı kültürünün yaşandığını ve And topluluklarının öncül bir biçimde demir, altın ve bakırla çalıştıklarını çoktan keşfetmiş bir durumdasınız. Ancak koşullar daha gelişmiş medeniyet merkezleri için oldukça farklıydı. Buralarda Taş, Bronz veya Demir Çağları gibi farklılaşmış dönemler bulunmamaktaydı; bunların tümü de farklı bölgelerde aynı zaman içerisinde var olmuştu.
81:3.5 (904.1) Altın, insan tarafından elde edilmesi arzulanan ilk madendi; üzerinde çalışması kolay olup, ilk başta sadece süs için kullanılmıştı. Bakır daha sonra kullanılmıştı, ancak daha sert olan bronzu imal etmek için kalay ile karıştırılana kadar geniş bir ölçüde üzerinde çalışılmamaktaydı. Bakır ile kalayın bronzu elde etmek için karıştırılmasına dair keşif, bir kalay birikintisinin yanında tesadüfen konumlanmış dağlık bakır madenine sahip Türkistan’ın bir Âdemoğlu topluluğu tarafından gerçekleştirilmişti.
81:3.6 (904.2) İlkel imalatın ortaya çıkışı ve üretimin başlamasıyla birlikte ticaret hızlı bir biçimde, kültürel medeniyetin yayılmasında en güçlü etkiye sahip oluşum haline gelmişti. Ticaret kanallarının kara ve deniz yollarıyla açılışı; seyahati, medeniyetlerin karışımına ek olarak kültürlerin karşılıklı etkileşimlerini fazlasıyla kolaylaştırmıştır. M.Ö. 5000’li yıllarda at, medeni ve yarı-medeni yerleşkeler boyunca genel olarak kullanılır bir haldeydi. Bu daha sonraki ırklar yalnızca evcilleştirilmiş ata değil, aynı zamanda çeşitli türde yük ve savaş arabalarına sahiplerdi. Çağlar öncesinden tekerlek çoktan kullanılır bir haldeydi; ancak bu aşamada taşıtlar o kadar teçhizatlandırılmış bir hale gelmişti ki, ticaret ve savaşta herkes tarafından kullanılır hale gelmişti.
81:3.7 (904.3) Seyahat halindeki tüccar ve gezginci kâşif, diğer tüm etkiler karşında tarihi medeniyetin gelişmesine daha büyük katkıda bulunmuştu. Askeri fetihler, sömürgeleşme ve daha sonra ortaya çıkan dinlerin teşvik ettiği din adamları gönderim girişimleri kültürün yayılmasındaki etkenler arasındaydı; ancak bunların tümü, hızla gelişen üretim sanatları ve bilimleri tarafından sürekli ivmelenen ticaret ilişkileri karşısında ikincil bir konumdaydı.
81:3.8 (904.4) Âdemsel ırk kökeninin insan ırklarına olan karışımı yalnızca medeniyet hızını arttırmadı, aynı zamanda, hızla çoğalan And topluluklarının karma soyları tarafından Avrasya ve kuzey Afrika’nın büyük bir kısmının yakın bir süre içinde dolduruluşuna kadar macera ve keşif eğilimlerini fazlasıyla harekete geçirdi.
81:4.1 (904.5) Tarihsel dönemlerin doğuşuyla birlikte Avrasya’nın, kuzey Afrika’nın ve Büyük Okyanus Adaları’nın tamamı insan türünün karma ırkları ile dolup taşmıştı. Ve bugünün bu ırkları, Urantia’nın beş temel insan kökeninin birbirine tekrar tekrar karışımı sonrasında açığa çıkmıştır.
81:4.2 (904.6) Urantia ırklarının her biri, belirli ayırt edici nitelikleri tarafından tanımlanmaktaydı. Âdem ve Nod toplulukları uzun kafatası yapısına sahipti; Andon toplulukları geniş ve yassı kafalılardı. Sang ırkları orta düzey kafa yapısına sahip olup, sarı ve mavi insanlarıyla olan birleşimlerinde geniş ve yassı kafaya sahip olma eğilimi göstermekteydiler. Andon ırk kökeni ile karıştıklarında mavi insanlar belirgin bir biçimde geniş ve yassı kafatasına sahip görünmektelerdi. İkincil Sang toplulukları, orta düzey ila yüksek düzey uzunlukta kafatası yapılarındaydılar.
81:4.3 (904.7) Her ne kadar bu kafatası ölçüleri, ırksal kökenlerin ayırt edilmesinde yararlı olsa da, iskelet bir bütün olarak daha güvenilir sonuçları yansıtmaktadır. Urantia ırklarının öncül gelişimleri içinde özgün olarak beş özelleşmiş iskelet yapısı bulunmaktaydı:
81:4.4 (904.8) 1. Urantia yerlileri olarak Andonsal.
81:4.5 (904.9) 2. Kırmızı, sarı ve mavi insanlar olarak birincil Sang türü.
81:4.6 (904.10) 3. Turuncu, yeşil ve çivit olmak üzere ikincil Sang türü.
81:4.7 (904.11) 4. Dalamatia soyları olarak Nod toplulukları türü.
81:4.8 (904.12) 5. Eflatun ırkı olarak Âdem türü.
81:4.9 (904.13) Bu beş büyük ırk topluluğu geniş ölçüde iç içe geçerken; devamlı bir biçimde gerçekleşen karışım, Sang kalıtım baskınlığı tarafından And türünün etkisiz bir konuma getirilmesi eğilimi gösterdi. Sami ve Eskimo toplulukları, Andon ve Sang-mavi ırkların karışımlarıdırlar. Onların iskelet yapıları, yerli Andon türüne en yakın varlığını devam ettiren türdür. Ancak Âdem ve Nod toplulukları diğer ırklar ile o kadar karışan bir hale gelmişti ki, onlar sadece genel olarak sınıflandırılan bir Kafkas ırkı altında tanımlanabilir olmuşlardı.
81:4.10 (905.1) Böylelikle, genel olarak, geçmiş yirmi bin yılın insan kalıntıları gün yüzüne çıkarıldığında beş özgün türü kesin bir biçimde ayırt etmek imkânsız olacaktır. Bu türden iskelet yapılarına dair araştırmalar, insan türünün mevcut an içerisinde üç ana sınıfa ayrılabileceğini ortaya çıkaracaktır:
81:4.11 (905.2) 1. Kafkas Irkları — birincil ve (belli başlı) ikincil Sang toplulukları karışımına ek olarak ciddi orandaki Andon birleşimleri sonucunda daha da çeşitlenmiş hale gelmiş, Nod ve Âdem ırk kökenlerinden türeyen And karışımıdır. Batılı beyaz ırklar, bazı Hint ve Turan toplulukları ile birlikte, bu topluluk içinde bulunmaktadır. Bu sınıflandırma içerisinde bütünleştirici etken, And kalıtımının oranı değişen mevcudiyetidir.
81:4.12 (905.3) 2. Mongol ırkları — özgün kırmızı, sarı ve mavi ırklara ek olarak birincil Sang türüdür. Çin ve Kızılderili toplulukları bu sınıfa aittir. Avrupa içerisinde Mongol ırk türü, ikincil Sang toplulukları ve Andonsal karışım tarafından değişikliğe uğramıştır. Malay ve diğer Endonezya toplulukları, her ne kadar yük bir ölçüde ikincil Sang kanı taşısa da, bu sınıflandırma içine dâhildir.
81:4.13 (905.4) 3. Siyahî ırklar — kökensel olarak turuncu, yeşil ve çivit ırklarını içine alan ikincil Sang türüdür. Bu tür; en iyi biçimde Siyahî insanlar tarafından temsil edilmekte olup, ikincil Sang ırklarının konumlandığı yerlerin tümü olarak Afrika, Hindistan ve Endonezya boyunca bulunabilir.
81:4.14 (905.5) Kuzey Çin’de, Kafkas ve Moğol türleri arasında belirli bir düzeyde gerçekleşen karışım bulunmaktadır; Levant içinde Kafkas ve Siyahî ırklar birbirlerine karışmışlardır; Hindistan içerisinde, Güney Amerika’da olduğu gibi, bu üç tür temsil edilmektedir. Ve varlığını sürdüren üç türün iskelet yapıları hala mevcudiyetlerini korumakta olup, bugünün insan ırklarının yakın geçmişteki atalarının aidiyetlerini temsil etmede yardımcı olmaktadır.
81:5.1 (905.6) Biyolojik evrim ve kültürel medeniyetin birbirini takip etmesi gibi zorunluluk bulunmamaktadır; organik evrim herhangi bir çağ içerisinde kültürel yozlaşmanın tam da ortasında tüm hızıyla gelişimini sürdürebilir. Ancak insan tarihinin uzun süreçleri irdelendiğinde, evrim ve kültürün birbirlerinin nedeni ve sonucu olarak nihai bir biçimde ilişkilendiği gözlenecektir. Evrim kültür yokluğunda gelişme gösterebilir; ancak kültürel medeniyet, kendisini hazırlayan ırksal gelişimin yeterli bir alt yapısı olmadan yeşermemektedir. Âdem ve Havva, insan toplumunun ilerleyişine yabancı hiçbir medeniyet sanatı sunmamışlardı; ancak Âdemsel kan ırkların içkin yetisini fazlalaştırmış olup, ekonomik gelişme ve üretim ilerleme süreç hızını arttırmıştı. Âdem’in bahşedilişi ırkların beyin gücünü arttırmış olup, böylece doğal evrimin süreçlerini hızlandırmıştı.
81:5.2 (905.7) Tarım, hayvanların evcilleştirilmesi ve gelişen mimari vasıtasıyla insan türü kademeli olarak; hayatta kalmak için verilen aralıksız mücadelelerden kurtulmuş olup, yaşam süreçlerini böylelikle kolaylaştırma yollarını aramaya koyulmuşlardı; ve bu arayış, maddi rahatlığın sürekli artan ortak ölçütlerini arzulama sürecinin başlangıcıydı. İmalat ve üretim vasıtasıyla insan kademeli olarak fani yaşamın keyif unsurunu arttırmaktadır.
81:5.3 (906.1) Ancak kültürel toplum, her insanın içine özgür aidiyet ve bütüncül eşitlik ile doğduğu içkin ayrıcalığın büyük ve yararlı bir birlikteliği değildir. Bunun yerine kültürel toplum; içinde çocukları ve torunlarının sonraki çağlarda yaşayacağı ve geliştireceği dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi arzulayan bu emekçilerin soyluluğunu düzeyleri içine alan, dünya çalışanlarının yüce ve sürekli gelişen bir birliğidir. Ve medeniyetin bu birliği; ortak tehlikeler ve ırksal düşmanlara karşı gelişmiş güvenceler dışında az sayıda kişisel serbestlikler veya ayrıcalıklar sağlarken, toplumsal düzene karşı çıkan ve onlara uymayanlara karşı ağır yaptırımlar uygulayan bir biçimde katı ve kesin kurallar koyarak pahalı bir giriş ücreti kesmektedir.
81:5.4 (906.2) Toplumsal birliktelik, insan varlıklarının yararlı olduğunu öğrenmiş olduğu bir hayatta kalış türüdür; bu nedenle birçok insan, karşılığında gelişmiş toplum güvencesini üyelerine sağlayan bir biçimde toplumun kestiği özveri ve kişisel-özgürlük sınırlılığı ödemelerini yapmaya gönüllülük göstermektedir. Kısacası bugünün toplum işleyiş yapısı, insan türünün öncül deneyimlerini tanımlayan korkunç ve toplum-dışı koşullarına yapılacak bir dönüş karşısında belirli bir düzeyde güvence ve koruma sağlamak için tasarlanan deneme-ve-yanılmaya dayanan bir sigorta düzenidir.
81:5.5 (906.3) Toplum böylelikle; toplumsal özgürlüğü kurumlarla, ekonomik özgürlüğü sermaye ve icatlarla, toplumsal bağımsızlığı kültürle ve şiddetten kurtuluşu polis denetimi ile yerine getirmektedir.
81:5.6 (906.4) Güç haklı olanı belirlememektedir; ancak her sonraki neslin ortak bir biçimde tanınmış haklarını korumaktadır. Hükümetin temel görevi; hakkın belirlenmesi, sınıf farklılıklarının adil ve hakkani düzenlenmesi ve yasaların üstünlüğü altında fırsat eşitliğinin uygulanmasıdır. Her insan hakkı, toplumsal bir görev ile ilişkilendirilmiştir; sınıf ayrıcalığı, sınıf hizmetinin zorunlu ödemelerinin bütüncül bir biçimde gerçekleştirilmesini kesin bir biçimde talep eden bir sigorta işleyiş düzenidir. Ve sınıf hakları, bireylerinkine ek olarak, cinsiyet eğilimlerinin de düzenlenişini de içine alan bir biçimde, korunmalıdır.
81:5.7 (906.5) Topluluk düzenlemelere tabi özgürlük, toplumsal evrimin yasal hedefidir. Sınırlamalar olmadan özgürlük, istikrarsız ve uçarı insan akıllarının gerçekten uzak ve nafile hayalidir.
81:6.1 (906.6) Biyolojik evrim en başından beri yukarı doğru ilerlerken, kültürel evrimin büyük bir kısmı; saf Âdem kuşağının tamamının Asya ve Avrupa medeniyetlerini zenginleştirmek için yerleşkelerinden nihai olarak ayrılmalarına kadar zaman ilerledikçe giderek azalarak Fırat vadisinden dalgalar halinde dağıldı. Bu ırklar bütünüyle karışmadılar; ancak onların medeniyetleri ciddi bir ölçüde bunu gerçekleştirdi. Kültür yavaş bir biçimde dünyanın tamamına yayıldı. Ve bu medeniyet korunmalı ve teşvik edilmelidir; çünkü bugün, medeniyet evriminin yavaş ilerleyişini canlandıracak ve onu harekete geçirecek herhangi bir And topluluğunun yaşamaması biçiminde kültürün hiçbir yeni kaynağı bulunmamaktadır.
81:6.2 (906.7) Urantia üzerinde bugün evirilmekte olan medeniyet, şu etkenlerden doğmuş olup, onlara dayanmaktadır:
81:6.3 (906.8) 1. Doğal koşullar. Maddi bir medeniyetin doğası ve büyüklüğü geniş bir ölçüde mevcut olan doğal kaynaklar tarafından belirlenmektedir. İklim, hava olayları ve sayısız fiziksel koşullar kültürün evriminde etkendiler.
81:6.4 (907.1) And döneminin başlangıcında dünyanın tümünde sadece iki tane geniş ve verimli av bölgesi bulunmaktaydı. Bunlardan bir tanesi Kuzey Amerika’da olup, Kızılderili topluluklar tarafından doldurulmuştu; diğeri ise Türkistan’ın kuzeyinde olup, kısmi bir biçimde bir Andonsal-sarı ırk tarafından kaplanmıştı. Güneybatı Asya’da üstün bir kültürün evriminde belirleyici etkenler ırk ve iklimdi. And toplulukları mükemmel bir topluluktu; ancak onların medeniyetinin gidişatını belirlemede ana etken İran, Türkistan ve Doğu Türkistan’da artan kuraklıktı; bu koşullar onları, gittikçe azalan verimli arazilerinde yaşamlarını idare etme çabalarında yeni ve gelişmiş yöntemleri icat etmeye ve onları uygulamaya zorlamıştı.
81:6.5 (907.2) Kıtaların konumlanması ve diğer arazi-yerleşim-düzeni durumları, savaş veya barışı belirlemede oldukça etkiliydi. Oldukça az sayıda Urantia unsurları en başından beri, Kuzey Amerika toplulukları tarafından memnuniyetle deneyimlenmiş olduğu gibi devamlı ve bozulmamış gelişim için elverişli bir imkâna sahip olabilmişti — bu yerleşkenin her tarafı neredeyse tamamen engin okyanuslar tarafından korunmuştu.
81:6.6 (907.3) 2. Yatırımda kullanılan üretim maddeleri. Kültür hiçbir zaman fakirliğin hüküm sürdüğü şartlarda gelişmemektedir; dinlence medeniyetin ilerleyişi için hayati derecede öneme sahiptir. Ahlaki ve ruhsal değere sahip bireysel kişilik maddi refahın yokluğunda kazanılabilir; ancak kültürel bir medeniyet yalnızca, dinlence ile bütünleşen gelecek gayesine sahip olmayı teşvik eden maddi zenginliğin bu koşullarından elde edilebilir.
81:6.7 (907.4) Urantia üzerinde ilkel dönemler boyunca yaşam ciddi ve eğlenceye fırsat vermeyen bir süreçti. Ve bu aralıksız mücadele ve sonu gelmez uğraşlardan kaçmak için insanlar sürekli bir biçimde, sıcak iklim kuşaklarının sağlıklı hava şartlarına doğru yönelme eğilimi gösterdiler. Yerleşimin bu daha sıcak bölgeleri hayatta kalmak için verilen çetin mücadelenin bir ölçüde hafiflemesini sağlarken, rahatlığı böylelikle tercih eden ırklar ve kabileler medeniyetin gelişimi için unuttukları dinlenceyi zaman zaman kullandılar. Toplumsal ilerleme sürekli olarak; toprak üzerinde verdikleri az çabayla ve kısalmış çalışma günleriyle yaşamlarını nasıl idame edebileceklerini ussal uğraşlarıyla öğrenen ve böylece dinlencenin oldukça hak edilen ve yararlı bir payını memnuniyetle deneyimleyen bu ırkların düşünceleri ve tasarılarından kökenini almıştır.
81:6.8 (907.5) 3. Bilimsel bilgi. Medeniyetin maddi yönleri her zaman bilimsel verilerin birikmesini beklemek zorundadır. Yay ve okun keşfi ve hayvanların kullanılmasından, buharın ve elektriğin kullanılmasına yol açacak güç elde etmek için rüzgâr ve suyun nasıl kullanılacağını insanın öğrenmesi arasında uzun bir süre geçmişti. Ancak kademeli bir biçimde medeniyet araçları gelişmişti. Dokumacılık, çömlekçilik, hayvanların evcilleştirilmesi ve madeni eşyalar yapımını yazı ve matbaanın bir çağı takip etmişti.
81:6.9 (907.6) Bilgi güçtür. İcatta bulunma her zaman, dünya çapında kültürel gelişiminin hızlanışına zemin hazırlar. Bilim ve icatlar en fazla matbaanın kullanılışından yararlanmıştı, ve bu kültürel ve yaratıcı etkinliklerinin tümünün etkileşimi devasa bir biçimde kültürel gelişimi hızlandırmıştır.
81:6.10 (907.7) Bilim öğretmenleri insanlara matematiğin yeni dillerini konuşmayı öğretir ve kesinliğin sınırları dâhilinde onların düşüncelerini eğitir. Ve bilim aynı zamanda hatanın ortadan kaldırılışı yoluyla felsefeye istikrar kazandırırken, hurafelerin yok edilişiyle dini saf bir hale getirir.
81:6.11 (907.8) 4. İnsan kaynakları. İnsan gücü medeniyetin yayılmasında hayati derecede öneme sahiptir. Kavramsal olarak, sayıca çok olan bir topluluk küçük bir ırkın medeniyeti üzerinde baskın gelecektir. Bu nedenle, belirli bir düzeye kadar nüfusu arttırmadaki başarısızlık milli nihai sonun bütüncül gerçekleştirilişini engellemektedir; ancak nüfusun belirli bir düzeyden fazla artışının intihar niteliğinde olduğu bir sınır bulunmaktadır. Dönüm başına düşen ortalama insan sayısının en elverişli değerinin ötesinde nüfusun artışı; ya yaşam koşullarında bir azalma, ya da, barışçıl göçler veya şiddete başvuran yerleşim türü olarak askeri fetihlerle toprak sınırlarının doğrudan bir biçimde genişlemesi anlamına gelmektedir.
81:6.12 (908.1) Zaman zaman sizler savaşın yarattığı yıkıcı etkiler karşısında dehşete düşmektesiniz; ancak, toplumsal ve ahlaki gelişimin bol olan imkânını sağlamak için fanilerin geniş nüfusunun sağlanma gerekliliğini görmelisiniz; bu türden bir gezegensel doğurganlıkla birlikte aşı nüfusun ciddi sorunu yakın zaman içinde ortaya çıkmaktadır. Yerleşik dünyaların birçoğu küçüktür. Urantia olağan büyüklükte bir dünya olup, muhtemelen türdeşlerine göre çok az daha küçüktür. Milli nüfusun olası en elverişli düzeyde istikrara kavuşması kültürü geliştirip, savaşları önlemektedir. Ve bilge bir ülke ne zaman büyümeyi durdurmanın gerektiğini bilmektedir.
81:6.13 (908.2) Ancak doğal kaynaklar bakımından en zengin ve mekanik teçhizatlarda en gelişmiş olan kıta, eğer insanlarının us seviyesinin düşmekteyse çok az gelişme gösterecektir. Bilgi eğitimle elde edilebilir; ancak gerçek kültür için hayati derecede olan bilgelik, yalnızca deneyime ek olarak erkek ve kadınların içkin bir biçimde ussal olmalarıyla sağlanabilir. Bu türden bir insan topluluğu deneyim vasıtasıyla öğrenmeye yetkindirler; onlar gerçek bir biçimde bilge hale gelebilirler.
81:6.14 (908.3) 5. Maddi kaynakların etkisi. Doğal kaynakların, bilimsel bilginin, yatırımda kullanılan üretim maddelerinin ve insanların olası kaynaklığının kullanılışında sergilenen bilgeliğe fazlasıyla bağlıdır. Öncül medeniyet içinde temel etken, bilge toplum önderleri tarafından kullanılan güçtü; ilkel insanlar medeniyete, üstün çağdaşları tarafından kendisinin kelimenin tam anlamıyla zorla sahip kılınmıştı. Oldukça iyi örgütlenmiş ve üstün azınlıklar bu dünyayı büyük bir ölçüde yönetmişlerdir.
81:6.15 (908.4) Güç haklı olanı belirlememektedir, ancak güç dünyada şu an mevcut olan ve tarihten beri varlığını korumuş şeyleri mevcut kılmaktadır. Yalnızca yakın bir dönem içerisinde Urantia toplumu, güçlü olan ile haklı olanın etiğini tartışmaya gönüllü bir noktaya ulaşmıştır.
81:6.16 (908.5) 6. Dilin etkisi. Medeniyetin yayılması dili beklemek zorundadır. Canlı ve büyümekte olan diller, medenileşmiş düşünce ve tasarlamanın gelişimini teminat altına almaktadır. Öncül çağlar boyunca dil içinde önemli gelişmeler gerçekleştirilmişti. Bugün, evirilmekte olan düşüncenin ifadesini kolaylaştırmak için daha ileri dilsel gelişime büyük ihtiyaç duyulmaktadır.
81:6.17 (908.6) Dil, her yerel topluluğun kendi iletişim düzenini geliştirdiği bir biçimde, topluluk birlikteliğinden evirilmişti. Dil; sonraki aşamalarda ortaya çıkan alfabelerin seslendirilişine mimikler, işaretler, haykırışlar, taklit edici sesler, tonlama ve aksan vasıtasıyla gelişmişti. Dil, insanın en büyük ve en yararlı düşünce aracıdır; ancak toplumsal bütünlüklerin belirli bir dinlenceye sahip olmalarına kadar hiçbir şekilde gelişme göstermemişti. Din ile oynama eğilimi — argo olarak — yeni kelimeleri geliştirmektedir. Eğer çoğunluk argo kelimeleri kullanmaya başlarsa, bunun sonrasında bahse konu kullanım dili oluşturmaktadır. Lehçelerin kökeni, bir aile topluluğu içinde “çocuk diline” olan müsamaha gösterilişi ile sergilenmektedir.
81:6.18 (908.7) Dil farklılıkları en başından beri barışın gelişmesi önünde en büyük engel olmuştur. Lehçelerin üstesinden gelinişini; bir ırk, bir kıta veya bir dünyanın tamamı boyunca bir kültürün yayılması izlemelidir. Evrensel bir dil barışı sağlamakta, kültürleri teminat altına almakta ve mutluluğu arttırmaktadır. Bir dünyanın dilleri bir kaç taneye düşse bile, kültürde önder olan toplulukların bu diller üzerindeki hâkimiyeti dünya çapındaki barış ve refahın erişilmesine çok fazlasıyla katkıda bulunmaktadır.
81:6.19 (908.8) Urantia üzerinde evrensel bir dilin geliştirmesi yönünde çok az gelişme kaydedilmiş olsa da, uluslararası ticaret değişiminin oluşturulmasıyla birlikte birçok şey kazanılmıştır. Ve bu uluslararası ilişkilerin tümü; ister dil, ticaret, sanat, bilim, rekabete dayalı oyunlar olsun veya ister din olsun, teşvik edilmelidir.
81:6.20 (909.1) 7. Mekanik araçların etkisi. Medeniyetin ilerleyişi doğrudan bir biçimde, makineler olarak aletlere ek olarak dağıtım türlerinin gelişimi ve onlara olan iyelik ile ilgilidir. Dâhiyane bir biçimde tasarlanmış ve kullanışlı olan makineler biçimindeki gelişmiş aletler, gelişmekte olan medeniyet sahnesinde var olma mücadelesi veren toplulukların kurtuluşunu belirlemektedir.
81:6.21 (909.2) Öncül dönemlerde arazinin ekilmesi için kullanılan tek enerji insan gücüydü. İnsanlar yerine öküzleri kullanmak uzun bir mücadele sonrasında gerçekleşmişti çünkü bu durum insanları işlerinden etmişti. Daha sonra makineler insanların yerlerini almaya başladı; ve bu türden her bir gelişme doğrudan toplumun ilerleyişine doğrudan katkı sağlayan konumda bulunmaktadır; çünkü onlar, daha değerli görevlerin başarılması için insan gücünü özgürleştirmektedir.
81:6.22 (909.3) Bilgelik tarafından yönlendirilen bilim, insanın en büyük toplumsal özgürleştiricisi haline gelebilir. Mekanik bir çağ yalnızca; iş gücünü azaltan makinelerin yeni türlerinin haddinden daha fazla hızlı bir biçimde gerçekleşen icatları üzerine geniş sayıdaki iş kaybından doğan geçiş zorluklarına karşı başarıyla uyum sağlamak amacıyla bilge yöntemleri ve güvenilir işleyiş biçimlerini keşfetmede us düzeyi çok az olan bir millet için yıkıcı olabilir.
81:6.23 (909.4) 8. Meşale taşıyıcılarının kişiliği. Toplumsal kalıtım insanların, kendisinden önce gelen ve kültüre ek olarak bilginin bütünlüğüne en ufak katkıda bulunmuş herkesin omuzları üstünde durmasını mümkün kılar. Kültürel meşalenin bir sonraki nesle olan aktarımına dair bu görevde ev her zaman temel kurum olacaktır. Oyun ve toplumsal yaşam bunlardan sonra gelmektedir; derin ve oldukça yüksek düzeyde örgütlenmiş toplum içinde okul, bu iki etkene ek olarak son ama eşit derecede hayati öneme sahip oluşumdur.
81:6.24 (909.5) Böcekler yaşam için tamamiyle eğitilmiş ve donanımlı bir halde doğarlar — onlar gerçekten de oldukça küçük ve tamamiyle içgüdüsel olan varlık türüdür. İnsan bebeği eğitimsiz doğmaktadır; böylece insan, daha genç neslin eğitimsel hazırlanışını denetleyerek, medeniyetin evrimsel gidişatı üzerinde fazlasıyla değişiklikte bulunma gücüne sahiptir.
81:6.25 (909.6) Medeniyetin ilerlemesine ve kültürün gelişimine katkıda bulunan yirminci yüzyılın en büyük etkileri, dünya ulaşımındaki ciddi artış ve iletişim yöntemlerindeki benzersiz gelişmelerdir. Ancak eğitimindeki gelişme, genişleyen toplumsal yapının hızına ulaşamadı; buna ek olarak etiğin çağdaş takdiri, daha çok ussal ve bilimsel alanlarda gerçekleşen büyüme uyarınca gelişme göstermedi. Ve çağdaş medeniyet, ruhsal gelişmede ve ev kurumunun korunmasında duraklamış bir konumdadır.
81:6.26 (909.7) 9. Irksal nihai hedefler. Bir neslin nihai amaçları, doğrudan refahın olası sonuçlarını belirlemektedir. Toplumsal meşale taşıyıcılarının niteliği, medeniyetin ileri veya geri gitmekte olduğunu belirleyecektir. Her medeniyetin evleri, dini mabetleri ve okulları bir sonraki neslin kimlik eğilimini önceden belirlemektedir. Bir ırkın veya bir milletin ahlaki ve ruhsal devinimi geniş ölçüde, o medeniyetin kültürel hızını belirlemektedir.
81:6.27 (909.8) Nihai amaçlar toplumsal ırmak kaynağını yüceltir. Ve hiçbir ırmak, hangi basınç veya yön denetimi tekniğinin uygulanmasından bağımsız olarak, kaynağından daha yükseğe çıkamayacaktır. Bir kültürel medeniyetin en maddi yönlerinin bile arkasındaki itici güç, toplumun en az maddi nitelikli olan kazanımlarından kaynağını almaktadır. Us medeniyetin işleyiş düzenini denetim altına alabilir, bilgelik onu yönetebilir; ancak ruhsal idealizm, insan kültürünü gerçekten canlandıran ve onu erişilmiş bir düzeyden diğerine yükselten enerjidir.
81:6.28 (910.1) İlk başta yaşam bir hayatta kalma mücadelesiydi; ancak bugün yaşam, ortak yaşam koşullarına erişme mücadelesidir; ileri de o, insan mevcudiyetinin gelmekte olan dünyasal amacı olarak nitelikli düşünme mücadelesi olacaktır.
81:6.29 (910.2) 10. Uzmanların eş güdümü. Medeniyet devasa bir biçimde, işin öncül bir biçimde bölünüşü ve onun bu bölünme uyarınca özelleşmesiyle gelişmiştir. Medeniyet mevcut an içerisinde, uzmanların etkin eş güdümüne bağlıdır. Toplum genişledikçe, çeşitli uzmanları bir araya getirmenin bir yöntemi bulunmak durumundadır.
81:6.30 (910.3) Toplum, sanat, teknik ve sanayi uzmanları çoğalmaya ve kabiliyet ve maharette gelişmeye devam edecektir. Ve yeteneğin bu çeşitliliği ve iş gücünün bu farklılaşması, eğer etkin eş güdüm ve iş birliği araçları gelişmezse nihai olarak insan toplumunu zayıflatacak ve onları birbirinden ayıracaktır. Ancak bu tür yaratıcılığa ve uzmanlaşmaya yetkin olan us, yaratıcılığın hızlı büyümesi ve kültürel gelişimin hızlanmış seyrinden kaynaklanan sorunların tümünün denetim ve düzenlenişi için elverişli yöntemleri tasarlamaya bütünüyle muktedir olmalıdır.
81:6.31 (910.4) 11. İş bulma araçları. Toplumsal gelişmenin bundan sonraki çağı, sürekli artan ve gelişen uzmanlaşmanın daha iyi ve daha etkin iş birliği ve eş güdümünde kendisini açığa çıkaracaktır. Ve iş gücü gittikçe artan bir biçimde çeşitlenirken, bireyleri uygun işe yönlendirecek bir yöntemin oluşturulması zorunluluk taşımaktadır. Makineleşme, Urantia’nın medenileşmiş toplulukları arasında tek işsizlik nedeni değildir. Ekonomik düzenin katmanlaşan yapısına ek olarak üretimsel ve mesleksel uzmanlaşmanın düzenli bir artışı, iş bulma sorunlarını derinleştirmektedir.
81:6.32 (910.5) İnsanları işler için eğitmek yeterli değildir; katmanlaşmış yapıya kavuşmuş bir toplumda iş bulmanın etkin yöntemleri de aynı zamanda sağlanmak durumundadır. Yaşamlarını idame ettirmek için oldukça uzmanlaşmış mesleklerde vatandaşların eğitilmelerinden önce, özelleşmiş mesleklerinde geçici bir süreliğine işsiz kaldıklarında kullanılabilecek olan ortak iş, zanaat veya mesleklerin bir veya ikisinde eğitilmeleri gerekir. Hiçbir medeniyet, geniş sayıdaki işsiz sınıfların uzun süreler boyunca desteklenmesinden sağ kalamaz. Zaman içerisinde en iyi vatandaşlar bile; kamu hazinesinden alınan desteği kabul etmekten dolayı kötüleşip, cesaretleri kırılan bir konuma geleceklerdir. Kamu yardım destekleri bile, yetkin bedenlere sahip vatandaşlara uzun süreler boyunca aktarıldığında tehlikeli olmaktadır.
81:6.33 (910.6) Bu türden oldukça uzmanlaşmış bir toplum, geçmiş toplulukların eskiçağa ait toplumsal ve derebeyliksel uygulamalarını olumlu bir biçimde karşılamayacaktır. Ortak hizmetlerin birçoğunun kabul edilebilir ve yararlı bir biçimde toplumsallaşabilir olduğu gerçeklik taşımaktadır; ancak oldukça yüksek düzeyde eğitilmiş ve çok özel bir biçimde uzmanlaşmış insan varlıkları, ussal iş birliğinin bir yöntemi ile en iyi şekilde idare edilebilir. Çağdaşlaşmış eş güdüm ve birlikteliğin düzenlenişi, güce dayalı olan komünizmin daha eski ve ilkel yöntemlerinden veya despotik idare kurumlarından daha fazla bir biçimde uzun süreli iş birliğini ortaya çıkaracaktır.
81:6.34 (910.7) 12. İş birliğinde bulunma isteği. İnsan toplumunun ilerleyişinde en büyük engellerden bir tanesi, daha toplumsallaşmış insan toplulukları olan çoğunluğun arzuladıkları şeyler ve refah düzeyi ile insan türünün toplumsal olmayan aksi birliktelikleri şeklindeki azınlığınkiler arasındaki çatışmadır; buna da ek olarak, bahse konu çatışma içerisinde toplum karşıtı yalnız bireylerde bulunmaktadır.
81:6.35 (910.8) Hiçbir milli medeniyet, eğitim yöntemleri ve dini idealleri ussal ülke severliğin ve bağlılığın yüksek bir türünü teşvik etmeden varlığını uzun bir süre devam ettiremez. Ussal vatanseverliğin ve kültürel birlikteliğin bu türü olmadan milletlerin tümü, bölgesel konumdaki kıskançlıkların ve yerel düzeydeki bencil çıkarların bir sonucu olarak parçalanma eğilimi gösterir.
81:6.36 (911.1) Dünya çapındaki medeniyetin idaresi insan varlıklarının, barış ve birliktelik içerisinde beraberce nasıl yaşanması gerektiğini öğrenmelerine bağlıdır. Etkin eş güdüm olmadan sanayi medeniyeti, aşırı uzmanlaşmanın şu tehditleriyle tehlike altına girer: tekdüzelik ve dar görüşlülüğe ek olarak güvensizlik ve kıskançlığı besleme eğilimi.
81:6.37 (911.2) 13. Etkin ve bilge önderlik. Medeniyet fazlasıyla, oldukça fazla bir biçimde, istekli ve verimli bir yük omuzlama ruhuna dayanmaktadır. On insan, — hepsi birden aynı anda — taşımadıktan sonra, ağır bir yükü kaldırmada tek bir insandan yalnız biraz daha fazla öneme sahiptir. Ve bu türden takım çalışması — toplumsal işbirliği olarak — önderliğe bağlıdır. Geçmişin ve bugünün kültürel medeniyeti, bilge ve ilerici önderler ile vatandaşlığın ussal iş birliğine dayanmıştır; ve insan daha yüksek düzeylere evirilene kadar, medeniyet bilge ve kudretli önderliğe bağlı olmaya devam edecektir.
81:6.38 (911.3) Yüksek medeniyetler; maddi refah, ussal büyüklük, ahlaki değer, toplumsal zekâ ve kâinatsal kavrayış arasındaki bilge uyumdan doğmuştur.
81:6.39 (911.4) 14. Toplumsal değişiklikler. Toplum kutsal bir kurum değildir; o, ilerleyici evrimin bir olgusudur; ve sahip oldukları önderler çağın bilimsel gelişmelerinin hızına ayak uydurabilmek için hayati derecede önemli olan toplumsal düzen işleyişindeki değişiklikleri gerçekleştirmede yavaş kaldıklarında, gelişen bir medeniyet her zaman duraklama sürecine girmektedir. Buna rağmen sadece eski oldukları için her şey küçümsenmek durumunda değildir; buna ek olarak bir düşünce, sadece görülmemiş ve yeni olduğu için koşulsuz bir biçimde benimsenmemelidir.
81:6.40 (911.5) İnsan, toplumun işleyiş düzenleri üzerinde deney yapmada korkusuz olmalıdır. Ancak toplumsal düzenlemelerdeki bu maceralar, toplumsal evrim tarihine bütünüyle aşina olan bireyler tarafından denetlenmelidir; ve her zaman bu yaratıcı bireylere, düşünülen toplumsal veya ekonomik deneyler alanında işlevsel deneyime sahip olanların bilgeliği danışmanlık yapmalıdır. Hiçbir büyük toplumsal veya ekonomik değişikliğe ansızın girişilmemelidir. Zaman, insanın — fiziksel, toplumsal veya ekonomik biçimdeki — uyum türlerinin tümü için hayati derecede önemlidir. Sadece ahlaki ve ruhsal düzenlemeler bir anda gerçekleştirilebilir; ve maddi ve toplumsal alandaki kusursuz dışavurumlarının gerçekleşmesi için bile belirli bir süre geçmesi gerekmektedir. Irkın nihai amaçları, medeniyetin bir aşamadan diğerine geçmekte olduğu süreç boyunca onun temel desteği ve güvencelerdir.
81:6.41 (911.6) 15. Geçiş sürecindeki başarısızlığın önlenmesi. Toplum, deneme ve yanılmanın çağlar boyu süren ilerleyişinin doğumudur; bu oluşum, insan varlıkları türünün hayvandan gezegensel düzeyin insani seviyeleri boyunca yükselişinin ilerleyici aşamaları sürecinde varlığını koruyabilmiş seçilmiş düzenlemeler ve yeniden düzenlemelerin bir bütünüdür. Herhangi bir medeniyet için en büyük tehlike — her an gerçekleşebilecek bir biçimde — yeni ve daha iyi olan ancak geleceğin denenmemiş konumdaki işleyişine geçmişin kurulu yöntemlerinden yapılan geçiş sürecindeki başarısızlık tehdididir.
81:6.42 (911.7) Önderlik ilerleme için hayati derecede önemlidir. Bilgelik, kavrayış ve öngörü, milletlerin dayanıklılığının temelinde yatmaktadır. Medeniyet hiçbir zaman, yetkin önderliğin kaybolmaya başladığı vakte kadar gerçek anlamda tehlike altına girmez. Ve bu bilge önderliğin niceliği hiçbir zaman, nüfusun yüzde birini geçmemiştir.
81:6.43 (911.8) Ve yüzyılın hızlı bir biçimde genişleyen kültürüyle sonuçlanan etkilenime açık güçlü çekimlerinin olduğu düzeye medeniyet evrimsel merdivenin bu basamaklarıyla tırmanmıştı. Ve yalnızca bu temel niteliklere bağlılıkla insanlar; devamlı gelişimlerini ve kesin kurtuluşlarını kazanırken, bugünün medeniyetlerini idare etme hayalini gerçekleştirebilirler.
81:6.44 (912.1) Bu anlatım, Âdem çağından beri medeniyet inşa etmek için dünya insan topluluklarının verdiği çok uzun mücadelelerinin özetidir. Bugünün kültürü, bahse konu çetin evrimin nihai sonucudur. Matbaanın icadından önce ilerleme, bir neslin kendilerinden öncekilerin kazanımlarından oldukça hızlı bir biçimde yararlanamaması nedeniyle göreceli bir biçimde yavaştı. Ancak bugün insan toplumu, medeniyetin tüm çağlar boyunca mücadelesini verdiği artarak mevcut ana kadar gelmiş devinimin kuvveti altında ileriye atılmaktadır.
81:6.45 (912.2) [Bu anlatım, Nebadon’un bir Başmelek unsuru tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
82. Makale
82:0.1 (913.1) EVLİLİK — çiftleşme olarak — iki karşıt cinsiyet doğasından türemektedir. Evlilik, insanın bu türden bir cinsel doğaya olan verdiği tepkisel uyumken, aile yaşamı bu türden evrimsel ve uyumsal düzenlemelerin tümünün ortaya çıkardığı bütüncül bir sonuçtur. Evlilik varlığını sürdürmektedir: biyolojik evrim içerisinde içkin bir nitelikte bulunmamaktadır, ancak toplumsal evrimin tamamının temeli ve bu nedenle onun bir bütünlük içinde devam eden mevcudiyetinin ana kaynağıdır. Evlilik insan türüne ev kurumunu kazandırmıştır, ve ev uzun ve çetin evrimsel mücadelenin tamamının en yüksek övünç kaynağıdır.
82:0.2 (913.2) Her ne kadar dini, toplumsal ve eğitimin kurumlarının tümü kültürel medeniyetin varlığını sürdürebilmesi için hayati derecede öneme sahip olsa da, aile en üstün uygarlaştırıcıdır. Bir çocuk, hayata dair temel bilgilerin çoğunu ailesinden ve komşularından öğrenmektedir.
82:0.3 (913.3) Eski dönemlerin insanları, oldukça zengin bir toplumsal medeniyete sahip değillerdi; ancak sahip oldukları şeyleri aslına bağlı kalarak ve etkin bir biçimde bir sonraki nesle aktardılar. Ve sizler; geçmişe ait bu medeniyetlerin çoğunun, ev kurumunun etkin bir biçimde faaliyet göstermesi sonucunda diğer kurumsal etkilerin yeterli en alt düzeyiyle birlikte evirilmeye devam ettiğini görmelisiniz. Bugün insan ırkları, zengin bir toplumsal ve kültürel mirasa sahiptirler; ve bu miras, bilge ve etkin bir biçimde sonraki nesillere aktarılmalıdır. Bir eğitim kurumu olarak ailenin muhafaza edilmesi zorunludur.
82:1.1 (913.4) Erkeler ile kadınlar arasındaki kişilik uçurumuna rağmen cinsel dürtü, türlerini dünyaya getirmek için bir araya gelmelerini teminat altına alacak kadar yeterlidir. Bu içgüdü, insanların aşk, bağlılık ve aile sadakati olarak sonradan adlandırılan niteliklerin çoğunu deneyimlemelerinden uzun bir süre önce etkin bir biçimde faaliyet göstermişti. Çiftleşme içkin bir eğilim, aile kurumu ise onun evrimsel gerçekleşen toplumsal sonucudur.
82:1.2 (913.5) Cinsel ilgi ve arzu, ilkel insan topluluklarının baskın tutkuları değildi; yalın bir değişle, onlar bu dürtüleri önemsemedi. Üremeyi sağlayan deneyimin bütünü yaratıcı güzelleştirmeden yoksundu. Daha yüksek medeniyete ait insan topluluklarının sahip oldukları bütünüyle odaklaşmış cinsel arzu; evrimsel doğanın Nod ve Âdem unsurlarının ilişkilendirici hayal güçleri ve güzellik takdirleri ile değişikliğe uğradığı alanlar başta olmak üzere, temelde ırk karışımlarından kaynağını almaktadır. Ancak bu And kalıtımı; hayvan kökenli arzular üzerinde bireyin öz denetimini yeterli ölçüde sağlamasında başarısız olmasına neden olacak bir biçimde kısıtlı ölçekte karışmış, bunun sonucunda daha keskin cinsel bilincin ve daha güçlü çiftleşme arzusunun kazanılmasıyla hemen harekete geçirilen ve uyarılan hale gelmişlerdi. Evrimsel ırklar arasında kırmızı insanlar en üstün cinsel yasaya sahip topluluktu.
82:1.3 (913.6) Cinsel ilişkinin evlilik ile ilgili düzenlenişi şunlara işaret etmektedir:
82:1.4 (913.7) 1. Medeniyetin görece ilerleyişi. Medeniyet artan bir biçimde, cinsel arzunun yararlı biçimler içerisinde ve ahlak kuralları uyarınca tatmin edilişini talep etmektedir.
82:1.5 (914.1) 2. Herhangi bir topluluk içerisindeki And ırk kökeninin düzeyi. Bu türden topluluklar içinde cinsel ilişki, hem fiziksel hem de duygusal doğalar bakımından hem en yüksek hem de en düşük düzeyleri belli eden hale gelmiştir.
82:1.6 (914.2) Sang toplulukları olağan düzeyde bulunan hayvan kökenli arzuya sahiptiler; ancak onlar çok az düzeyde, karşı cinsin güzelliği ve fiziksel çekiciliğinin takdirini ve hayal gücünü sergilediler. Cinsel cazibe olarak adlandırılan nitelik, bugünün ilkel kabilelerinde bile neredeyse hiçbir biçimde bulunmamaktadır; bu karışmamış insan toplulukları kesin bir çiftleşme içgüdüsüne sahiplerdir; ancak yetersiz cinsel cazibe, toplumsal denetimi gerektiren ciddi sorunları yaratmaktadır.
82:1.7 (914.3) Çiftleşme içgüdüsü, insan varlıklarının yönlendirici bir biçimde harekete geçirici en baskın fiziksel kuvvetlerinden biridir; bireyin tatmini kılıfı altında o, ırk refahını ve onun devamlılığını bireyin rahatı ve onun bireysel sorumluluktan bağımsızlığının çok üzerinde bir yere koymasında bencil insanı etkin bir biçimde kandıran bir duygudur.
82:1.8 (914.4) Bir kurum olarak evlilik, ilk başlangıç günlerinden çağdaş dönemlere kadar, birey-devamlılığı için biyolojik eğilimin toplumsal evrimini temsil etmektedir. Evirilen insan varlıklarının devamlılığı, geniş bir ölçüde cinsel çekim olarak adlandırılan bir dürtü olarak, bu ırksal çiftleşme uyarımının mevcudiyeti tarafından mümkün kılınmıştır. Bu büyük biyolojik dürtü, — fiziksel, ussal, ahlaki ve toplumsal olarak — ilgili içgüdüler, duygular ve ortak uygulamaların tüm çeşitleri için uyarım merkezi haline gelmektedir.
82:1.9 (914.5) Yaban yaşamında yiyecek temini, harekete geçiren amaçtı; ancak medeniyet bol miktarda yiyeceği teminat altında alınca cinsel dürtü başat bir uyarım haline gelmekte ve böylece sürekli bir biçimde toplumsal denetim ihtiyacını gerektirmektedir. Hayvanlarda içgüdüsel dönemlilik çiftleşme eğilimini denetlemektedir; ancak insan oldukça fazla bir biçimde öz denetimsel varlık olduğu için cinsel arzu tamamiyle dönemsel değildir; bu nedenle toplumun birey üzerinde öz denetim zorunluluğunu kılması gerekli hale gelmektedir.
82:1.10 (914.6) Hiçbir insan duygusu veya dürtüsü, dizginlenmediğinde ve haddinden fazla teslim olunduğunda bu güçlü cinsel uyarım kadar büyük zarara ve üzüntüye sebep olamaz. Bu uyarımın toplum düzenlemelerine olan ussal uyumu, her medeniyetin mevcut düzeyini gösteren en büyük sınavdır. Gittikçe kapsamı ve yoğunluğu genişleyen özdenetim, gelişen insan türünün sürekli bir biçimde artan talebidir. Gizlilik, samimiyetsizlik ve iki yüzlülük cinsellikten doğan sorunların üstünü örtebilir; ancak onlar ne çözümleri beraberinde getirir, ne de etik kuralları geliştirir.
82:2.1 (914.7) Evliliğin evrim hikâyesi, yalın bir değişle; toplumsal, dini ve kamu kısıtlamalarının baskısıyla gerçekleşmiş cinsel ilişki denetimi tarihidir. Doğa neredeyse hiçbir biçimde bireyleri tanımamaktadır; onun için ahlaki değerler olarak adlandırdığınız nitelikler umurunda değildir; doğa, yalnızca ve özellikle, türlerin çoğalımı ile ilgilenmektedir. Doğa; zorlayıcı bir biçimde çoğalımda ısrar etmektedir, ancak bunun sonrasında açığa çıkan sorunları çözülmesi için topluma aldırış etmeden devretmekte, böylece evrimsel insan türü için sürekli mevcut ve büyük bir sorunu yaratmaktadır. Bu toplumsal çatışma, temel içgüdüler ile evirilen etik kurallar arasında gerçekleşen sonu gelmez savaştır.
82:2.2 (914.8) Öncül ırklar arasında, cinsel türlerin ilişkileri için neredeyse hiçbir düzenlenme bulunmamaktaydı. Bugün, Pigme toplulukları ve diğer geri kalmış birliktelikler hiçbir evlilik kurumuna sahip değillerdir; bu topluluklar üzerinde gerçekleştirilecek bir araştırma, ilkel topluluklar tarafından uygulanan basit çiftleşme adaletlerini açığa çıkarmaktadır. Ancak eskiçağ topluluklarının tümü her zaman, kendi dönemlerinin adetlerine ait ahlaki ölçütlerinin ışığında irdelenmeli ve yargılanmalıdır.
82:2.3 (915.1) Evliliksiz sürdürülen birlikteliğe, ilkel insan düzeyi ölçeğinin üstünde hiçbir zaman iyi gözle bakılmamaktaydı. Toplumsal birlikteliklerin oluşmaya başladığı an, aile kuralları ve evlilik sınırlamaları gelişmeye başladı. Çiftleşme böylelikle; neredeyse bütüncül cinsel ehliyet düzeyinden, göreceli olarak bütüncül cinsel ilişki kısıtlamasının yirminci yüzyıl ortak ölçütlerine birçoklu geçişler süreci boyunca ilerledi.
82:2.4 (915.2) Kabilesel gelişmenin en ilk aşamalarında adetler ve sınırlayıcı tabular oldukça ilkeldi; ancak onlar, kadın ve erkekleri birbirinden ayırmışlardı, — bu durum huzuru, düzeni ve üretimi desteklemişken — evlilik ve ev kurumunun uzun evrimi başlamış oldu. Giyim, kuşam ve dinsel uygulamalara ait cinsel adetler; cinsel özgürlükler sınırını belirleyen ve böylece nihai olarak kötülük, suç ve günah kavramlarını yaratan bahse konu öncül tabulardan kaynağını almaktaydı. Ancak, özellikle Bahar Bayramı günü gerçekleştirilen, kendinden geçiren şenlik günlerinde tüm cinsel düzenlemelerin askıya alınması uzun bir süre boyunca kullanılan uygulamaydı.
82:2.5 (915.3) Kadınlar her zaman erkeklere nazaran daha sınırlayıcı tabulara maruz kalmışlardır. Öncül adetler, evlenmemiş kadınlara erkeklere verileninkine eşit düzeydeki cinsel özgürlüğü sağlamıştı; ancak kadınların eşlerine sadık olmaları her zaman şart koşulan bir durum olmuştur. İlkel evlilik, erkeğin cinsel özgürlüklerini çok fazla kısıtlamamıştır; ancak kadın eşe ilave cinsel ehliyet tabusu dayatmıştır. Evlenmiş kadınlar her zaman; saç şekli, kıyafet, örtü, ayrı mekânları kullanma, süsleme ve yüzükler tarafından başlı başına farklı bir sınıf olarak kendilerini ayıran birtakım işaretleri taşımışlardır.
82:3.1 (915.4) Evlilik, — bireyin kendi devamlılığı olarak — insanın aralıksız ortaya çıkan çoğalım dürtüsünün yarattığı her daim mevcut biyolojik gerilime toplum işleyiş bütünlülüğünün verdiği kurumsal cevaptır. Çiftleşme evrensel bir biçimde doğaldır; ve toplum basit düzeyden katmanlaşmış bütünlüğe evrilirken, evlilik kurumunun doğumu olan çiftleşme adetlerinin ilgili bir evrimi bulunmaktaydı. Toplumsal evrim her ne zaman adetlerin yaratıldığı düzeye ilerlerse, evlilik evirilmekte olan bir kurum halinde bulunacaktır.
82:3.2 (915.5) Evliliğin her zaman iki farklı alanı bulunmuş olup, onlar ileride de varlıklarını bu biçimde sürdüreceklerdir: bunlardan ilki çiftleşmenin dış yönlerini düzenleyen yasalar olarak adetler, diğeri ise kadınlar ve erkekler arasındaki geride kalan gizli ve bireysel ilişkilerdir. Birey her zaman, toplum tarafından zorunlu kılınan cinsel düzenlemelere karşı isyankâr olmuştur; ve bu durum çağlar boyu süre gelen şu cinsel sorunun kaynağını teşkil etmektedir: bireyin kendisini tek başına idare edişi kişisel olarak gerçekleştirilir, ancak topluluk tarafından beraberce uygulanmalıdır; bireyin kendi devamlılığını sağlaması toplumsaldır, ancak bireysel uyarım tarafından teminat altına alınmalıdır.
82:3.3 (915.6) Adetler, onlara saygı duyulduklarında, tüm ırklar arasında sergilendiği gibi cinsel dürtüyü kısıtlama ve onu denetim altına almada büyük güce sahiptir. Evliliğin ortak ölçütleri her zaman, adetlerin mevcut gücünün ve toplum idaresinin sahip olduğu işleyişsel doğruluğun gerçek bir göstergesi olmuştur. Ancak öncül cinsel ilişki ve çiftleşme adetleri, bir tutarsız ve ilkel düzenlemeler bütünüydü. Ebeveynler, çocuklar, akrabalar ve toplumun tümü, evlilik düzenlemelerinde çatışan çıkarlara sahipti. Ancak tüm bunlara rağmen, evliliği yücelten ve onu uygulayan ırklar daha yüksek düzeylere evirilmiş olup artan sayılarda yaşam savaşından galip çıktılar.
82:3.4 (915.7) İlkel dönemlerde evlilik, toplumsal saygınlığın bir emaresiydi; bir kadın eşe sahip olmak bir ayrıcalık nişanıydı. İlkel insanlar evlilik günlerini, sorumluluğa ve erkekliğe olan ilk adımlarını simgeleyen milat olarak gördüler. Bir çağda evlilik toplumsal bir görev; ötekisinde bir dini ödev; ve bir diğerinde ise devlete vatandaşlar kazandıran bir toplumsal zorunluluk olarak değerlendirilmektedir.
82:3.5 (916.1) Birçok öncül kabile, bir evlilik yeterliliğini elde etmek için çalma hünerlerini şart koydu; diğer topluluklar ise bunun yerine saldırgan yağmaları, atletizm yarışmalarını ve rekabete dayalı oyunları getirdi. Bu yarışmaların galiplerine, mevsimin gelinleri arasında tercihte bulunma olan birincilik ödülü verilmekteydi. Kafa-avcıları topluluğu içinde bir genç, her ne kadar zaman zaman satın alınabilir olsalar da, en az bir kafaya sahip olmadığını müddetçe evlenememekteydi. Kadın eşlerin satın alınması azalma gösterdikçe onlar, siyah ırkın birçok topluluğu arasında hala varlığını sürdürmekte olan bir uygulama halindeki bilmece yarışmalarıyla kazanılmaktalardı.
82:3.6 (916.2) Gelişen medeniyet ile birlikte belirli kabileler, erkek dayanıklılığını ölçen ciddi evlilik sınavlarını kadınların idaresine vermişlerdi; böylelikle onlar tercih ettikleri erkekleri seçebilmeye yetkin haldelerdi. Bu evlilik sınavları; avcılıkta ve kavgada hüner ve bir aileyi destekleme kabiliyetiydi. Damat uzun bir süre boyunca, en az bir yıllık gelinin ailesine katılmakla ve orada arzuladığı kadın eşe layık olduğunu ispat edecek bir biçimde yaşamakla ve çalışmakla yükümlüydü.
82:3.7 (916.3) Bir kadının vasıfları ağır işin üstesinden gelme ve çocuklara bakabilme yetisiydi. O, belirli bir zaman aralığı içinde çiftçilik görevinin bir parçasını yerine getirmekle yükümlüydü. Ve o evlilik öncesinde bir çocuk dünyaya getirmişse, çok daha fazla değerliydi; onun verimliliği böylelikle kanıtlanmış haldeydi.
82:3.8 (916.4) İlkçağ insan topluluklarının evlenilmemeyi bir utanç, ve hatta bir günah olarak, değerlendirme gerçeği çocuk evliliklerinin kökenini açıklamaktadır; birey evlenmek zorunda olduğunu için, ne kadar erken olursa o kadar iyiydi. Evlenmemiş bireylerin ruh-yerleşkesine girememesi aynı zamanda yaygın bir inanıştı; ve bu inanış doğum anında bile, ve zaman zaman, doğacak çocuğun cinsiyetine bağlı olarak, doğumdan önce çocuk evliliklerinin gerçekleştirilmesi için ilave bir teşvikti. İlkçağ insanları ölülerin bile evlenmek zorunda olduklarına inandılar. Özgün çöpçatanlar, merhum bireyler için evliliklerde arabuluculuk yapması amacıyla kullanılmıştı. Bir ebeveyn, diğer ailenin ölü kızıyla kendi yitirdiği oğlunun evliliğini gerçekleştirmesi için bu aracılara başvururdu.
82:3.9 (916.5) Daha sonraki insan toplulukları arasında ergenlik, evliliğin ortak yaşıydı; ancak bu durum, medeniyetin ilerlemesiyle doğru orantılı olarak gelişti. Toplumsal evrimin başında erkek ve kadınların çoğunluktan ayrılan, bekâr düzeyleri ortaya çıktı; bu topluluklar neredeyse hiçbir biçimde olağan cinsel yarıma sahip olmayan bireyler tarafından oluşturuldu ve idare edildi.
82:3.10 (916.6) Birçok kabile, yönetim topluluğu üyelerinin erkek eşine verilmesinden hemen önce gelinle cinsel ilişkiye girmesine izin verdi. Bu erkeklerin her biri evlenecek genç kadına bir hediye vermekte olup, bu adet evlilik hediyeleri verme geleneğinin başlangıcıydı. Bazı topluluklar arasında genç bir kızın çeyiz parası kazanması beklenmekteydi; bu beklenti, gelinin sergi salonunda cinsel hizmet karşılığında ödül olarak hediyeleri kazanmasından meydana gelmekteydi.
82:3.11 (916.7) Bazı kabileler, genç erkekleri dullar ve yaşlı kadınlar ile evlendirmişti; ve bunun sonrasında bahse konu eşler ileride kocalarını yalnız bıraktıklarında, onların genç kızlar ile evlenmeleri mümkün hale gelmekteydi; bu durum, ifade ettikleri gibi, iki ebeveyninde olgunlaşmasını teminat altına almaktaydı; çünkü onlar iki gencin doğrudan bir biçimde evlenmesine izin verilmesinin bunun aksi bir durumu beraberine getireceğini düşünmektelerdi. Diğer kabileler çiftleşmeyi benzer yaş topluluklarıyla sınırladı. Belirli yaş topluluklarıyla evlenmeye dair sınırlılık öncül bir biçimde, akrabalar arasında yapılan cinsel ilişki hakkındaki düşünceleri doğurmuştu. (Hindistan içinde bugün bile evlilik için hiçbir yaş sınırlaması bulunmamaktadır.)
82:3.12 (916.8) Belirli adetler içinde dulluk fazlasıyla korkulan bir şeydi; dullar ya öldürülmekteydi veya erkek eşlerinin mezarlarında intihar etmelerine izin verilmekteydi; bu durumun nedeni, onların eşleri ile birlikte ruh-yerleşkesine gideceklerinin düşünülmesiydi. Hayatta kalan kadın dul eş neredeyse hiç değişmeyen bir biçimde kocasının ölümünden suçlanmaktaydı. Bazı kabileler bu dul eşleri diri diri yakmışlardı. Eğer bir dulun yaşamasına izin verilirse, onun yaşamı sürekli bir elem ve katlanılmaz toplumsal kısıtlama hayatından biri olurdu; çünkü yeniden evlenme çoğunlukla uygun görülmemekteydi.
82:3.13 (917.1) Şimdi ahlaksızlık olarak görülen birçok uygulama eski dönemlerde teşvik edilmekteydi. İlkel dönemdeki kadın eşler hiç de nadir bir biçimde gerçekleşmeyen bir biçimde, kocalarının diğer kadınlar ile olan evlilik dışı ilişkilerinden büyük gurur duymuşlardı. Genç kadınlardaki iffet evlilik üzerinde büyük bir kısıtlamaydı; evlilik öncesi bir çocuğa sahip olma, bir genç kadının bir eş olarak arzu edilebilirliğini fazlasıyla artırmaktaydı; çünkü erkek doğurgan bir eşe sahip olduğundan emin olmaktaydı.
82:3.14 (917.2) Birçok ilkel kabile; kadın hamile kalana kadar, olağan evlilik töreni gerçekleştirilinceye kadar, deneme evliliğini zorunlu kıldı; diğer topluluklar arasında evlilik ilk çocuğun doğumuna kadar kutlanılmamaktaydı. Eğer bir kadın eş çocuk veremez bir durumda ise, ebeveynleri tarafından onun yetkin olmayışı telafi edilmek durumunda olup, evlilik iptal edilirdi. Adetler, her çiftin çocuklara sahip oluşunu zorunlu kılmaktaydı.
82:3.15 (917.3) Bu ilkel deneme evlilikleri, ehliyete benzeyen her türden bütünüyle uzaktı; onlar yalın bir değişle, samimi doğurganlık denemeleriydi. Doğurganlık sağlanır sağlanmaz sözleşen bireyler kalıcı bir süreliğine evlenmektelerdi. Çağdaş çiftler akıllarında yatan evlilik yaşamından bütünüyle memnun olmadıklarında kolay boşanma düşüncesiyle evlendiklerinde, gerçekte bir çeşit deneme evliliğine girmektelerdir; ve bu evlilik, daha az medeni atalarının atıldıkları dürüst maceralarının ait olduğu düzeyden çok daha alttadır.
82:4.1 (917.4) Evlilik her zaman özel mülkiyet ve din ile yakın bir biçimde ilişkilendirilmişti. Özel mülkiyet evliliğin istikrarlaştırıcısı; din ise onun ahlaki hale getiricisidir.
82:4.2 (917.5) İlkel evlilik, ticari bir kazan faaliyeti olarak, bir yatırımdı; evlilik, bir cilveleşme durumundan çok bir ticaret olayıydı. İlkel insanlar, topluluğun yararı ve refahı için evlenmişti; bu nedenle onların evlilikleri, ebeveynleri ve yaşlı atalarından meydana gelen bir biçimde, toplulukları tarafından tasarlanmakta ve düzenlenmekteydi. Ve özel mülkiyet adetlerinin evlilik kurumunu istikrarlı hale getirmede etkin olduğu, birçok çağdaş insan topluluğu arasındaki yerine kıyasla öncül kabileler arasında evliliğin daha kalıcı olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
82:4.3 (917.6) Medeniyet geliştikçe ve özel mülkiyet adetler içinde daha fazla bir biçimde tanındığında, çalma büyük bir suç haline geldi. Zina, erkek eşin özel mülkiyet hakkına bir müdahale olarak, bir çeşit çalma türü olarak tanınmıştı; daha eski yasa ve adetlerde bahse konu durumun özel olarak bahsedilmeme nedeni budur. Kadın babasının özel mülkiyeti görülmeye başlayıp, evlendiğinde bu mülkiyet atasından eşine aktarılmaktaydı; ve tüm yasallaşmış cinsel ilişkiler bu hâlihazırda mevcut özel mülkiyet haklarından doğmuştu. Eski Ahit, kadınları bir özel mülkiyet olarak bahsetmekte; Kuran ise onların erkeklere nazaran daha alt bir düzeyde olduğunu öğretmektedir. Erkek karısını bir arkadaşına veya misafirine ödünç verme hakkına sahipti; ve bu gelenek belirli topluluklar arasında hala varlığını sürdürmektedir.
82:4.4 (917.7) Cinsel ilişkilerden doğan kıskançlık içkin değildir; bu durum, evrimleşen örf ve adetlerin bir ürünüdür. İlkel insan kadınını kıskanmamaktaydı; o sadece özel mülkiyetini muhafaza etmekteydi. Kadın eşi erkek eşten daha katı bir cinsel gözetim altına alma nedeni soyunun ve kalıtımının neden olduğu sadakatsizliğiydi. Medeniyetin ilerleyişinin başında gayri meşru çocuk itibarsız konuma düşmüştü. İlk başta sadece kadın zina için cezalandırılmıştı; daha sonra örf ve adetler onun erkek eşinin de cezalandırılışına hüküm vermişti; ve uzun çağlar boyunca incinen erkek eş veya koruyucu baba başkasının hakkına tecavüzde bulunan erkeği bütünüyle öldürme hakkına sahipti. Çağdaş insan toplulukları, yazılmamış kanunlar uyarınca töre cinayetleri olarak adlandırdığınız uygulamalara izin veren bu adetleri korumaya devam etmektedir.
82:4.5 (917.8) Namus tabusu kökenini özel mülkiyet örf ve adetlerinin bir aşamasından aldığı için, ilk başta, evlenmemiş genç kızlar yerine evlenmiş kadınlara uygulanmıştı. Daha sonraki yıllarda namus, talip olan erkekten çok baba tarafından talep edilmişti; bakir bir kız, baba için ticari bir varlıktı — o daha büyük gelir getirmekteydi. Namus daha fazla talep edilir bir konuma gelince, koca olacak kişi için iffetli bir gelini uygun bir şekilde yetiştirme hizmetinin tanınması altında babaya bir gelin ücreti ödenmesi uygulaması ortaya çıkmıştı. Bu uygulama bir kez geçerli olduğunda, kadın iffetine dair düşünce o kadar geçerli hale geldi ki, bekâretini teminat altına almak için, seneler boyunca fiilen esir kılan bir biçimde, gerçek anlamıyla kızları hapsetmek ortak adet haline gelmişti. Ve böylece daha ileri dönemlerdeki ortak ölçütler ve bekâret testleri kendiliğinden, mesleksel olarak gerçekleştirilen hayat kadınlığı sınıflarının doğuşuna kaynaklık etmişti; onlar, damatların anneleri tarafından bekâr olmadıkları belirlenen kadınlar olarak reddedilmiş gelinlerdi.
82:5.1 (918.1) Çok öncesinden ilkel insanlar, ırk karışımının doğumların kalitesini arttırdığını gözlemlemişti. Bu gözlem; aile içi çoğalımın her zaman kötü olduğu anlamına gelmemekteydi, bunun yerine aile dışı yapılan çoğalımın her zaman göreceli olarak daha iyi olduğunu işaret etmekteydi; bu nedenle adetler, yakın akrabalar arasındaki cinsel ilişkilerin kısıtlanmasının yönünde belirginleşme eğilimi gösterdiler. Aile dışı ilişkilerle doğan bireyler daha becerikli olup, düşmancıl bir dünyada hayatta kalmada daha büyük yetiye sahiplerdi; aile içi ilişki sonrasında ortaya çıkmış bireyler adetleri ile birlikte kademeli bir biçimde ortadan kayboldu. Bu sürecin tümü yavaş bir gelişmeydi; ilkel insanlar bu tür sorunlara bilinçli bir biçimde neden aramadılar. Ancak daha sonraki ve gelişmiş insan toplulukları bunu gerçekleştirdi; ve onlar aynı zamanda, olağan zayıflığın zaman zaman fazlasıyla gerçekleşen aile işi çoğalımdan kaynaklandığı gözleminde de bulundular.
82:5.2 (918.2) Her ne kadar iyi ırk türünün kendi içindeki çoğalımı, güçlü kabilelerin inşası ile sonuçlanmış olsa da; kalıtımsal bir biçimde gelen eksik gelişimde bulunan bireylerin aile içi çoğalımlarının kötü sonuçlarının yarattığı dehşet verici vakalar insan aklında daha fazla yer teşkil etmişti; bu sonuçtan yola çıkarak gelişen örf ve adetler artan bir biçimde, yakın akrabalar arasında gerçekleşen tüm evliliklere karşı koyan tabular inşa etmişlerdi.
82:5.3 (918.3) Din, aile dışı evlilikler karşısında uzun bir süreden beri güçlü bir engel görevi görmektedir; birçok dini öğreti inancın dışında gerçekleştirilen evliliği yasaklamaktadır. Kadın aile içi evlilik için uygun görülürken, erkek için bu durum aile dışıdır. Özel mülkiyet her zaman evliliği etkilemiştir; ve zaman zaman, bir kavim içindeki mülkiyeti koruma amacıyla, örf ve adetler kadınları, erkekleri babalarının kabileleri arasından tercih etmeye zorlamaktadır. Bu türden hükümler, kuzen evliliklerinin büyük bir artışına sebebiyet vermişti. Aile içi çiftleşme aynı zamanda, zanaat sırlarını muhafaza etmeye dair bir çaba içinde uygulanmıştı; hünerli zanaatkârlar, zanaatlarına dair bilgilerini aile içinde tutmaya çalıştılar.
82:5.4 (918.4) Üstün topluluklar, tecrit altına alındıklarında, her zaman akraba evliliklerine geri dönmüşlerdi. Nod toplulukları yüz elli bin yıldan fazla bir süre boyunca, aile içi çoğalan büyük topluluklardan bir tanesiydi. Daha sonraki aile içi evlilik adetleri, eflatun ırkına dair tarihi anlatılardan etkilenmişti; bu ırkta çiftleşmeler, ilk başta, erkek ile kız kardeş arasında olmak üzere sorunluydu. Mısırlı topluluklar uzun bir süre boyunca, Fars içinde daha da uzun bir süre boyunca varlığını sürdüren bir gelenek biçiminde, soylu saf kanı korumaya dair bir çaba içerisinde erkek ve kız kardeş evliliklerini uygulamıştı. Mezopotamyalılar arasında, İbrahim döneminden önce, kuzen evlilikleri zorunluydu; kuzenler öz kuzenleri karşısında daha öncül evlilik haklarına sahiplerdi. İbrahim’in kendisi, yarı kız kardeşi ile evlenmişti; ancak bu türden birlikteliklere, Museviler’in daha sonraki adetleri uyarınca izin verilmemişti.
82:5.5 (919.1) Erkek ve kız kardeş evliliklerinden ilk uzaklaşma, çok eşlilik adetleri zamanında başladı; çünkü kız kardeş olan kadın eş, diğer eş veya eşler üstünde kibirli bir biçimde baskınlık kurmaktalardı. Bazı kabile adetleri hayatını yitirmiş bir erkek kardeşin eşiyle yapılacak evliliği yasakladı, ancak yaşayan erkek kardeşin hayatını yitirmiş olan için dul karısından çocuklar dünyaya getirmesini şart koydu. Aile içi evliliğin herhangi bir düzeyi için hiçbir biyolojik içgüdü bulunmamaktadır; bu türden kısıtlamalar tamamiyle bir tabu durumudur.
82:5.6 (919.2) Aile dışı evlilikler sonunda baskın bir konuma geldi, çünkü onlar erkekler tarafından tercih edilmekteydi; aile dışından bir kadın eş seçmek aile içi yasalardan büyük bir özgürlüğü beraberinde getirdi. Çok yakın aşinalık nefrete sebebiyet vermektedir; bu nedenle, bireysel tercih çiftleşmede baskın bir konuma gelmeye başlayınca, kabile dışından eşleri seçmek adet haline gelmişti.
82:5.7 (919.3) Birçok kabile nihai olarak kavim içi evlilikleri yasakladı; diğerleri çiftleşmeyi belirli toplumsal tabakalarla sınırladı. Birinin kendi toteminden olan bir kadınla evlenmesine karşı olan tabu, komşu kabilelerden kadınların kaçırılması âdetine zemin hazırladı. Daha sonra evlilikler, akrabalık yerine daha çok bölgesel ikamet uyarınca düzenlendi. Aile içi evliliğin aile dışı evliliğin çağdaş uygulamasına olan evriminde birçok aşama bulunmaktaydı. Halk içinde aile içi evliliklere karşı tabunun hüküm sürmesine rağmen, kabile önderleri ve kralların soylu kanı bir bütün ve saf halde tutabilmek için yakın kan bağından olanlar ile evlenmelerine izin verilmişti. Adetler genellikle, egemen yöneticilerin cinsel konularda belirli ehliyetleri belirlemelerine izin vermektedir.
82:5.8 (919.4) Daha sonraki And toplulukların mevcudiyeti, Sang topluluklarının kendi kabilelerinin dışındaki bireyler ile olan artan çiftleşme arzularına sebebiyet vermişti. Ancak topluluk dışından bireylerle çiftleşmenin, komşu topluluklar göreceli bir barış ortamında yaşamaya öğrenene kadar yaygın hale gelmesi mümkün değildi.
82:5.9 (919.5) Aile dışı evlenme kendi başına bir barış sağlayıcısıydı; kabileler arası evlilikler düşmanlıkları azaltmıştı. Aile dışı evlilik, kabilesel eş güdüme ve askeri birliklere yol açmıştı; bu tür evlilikler baskın hale geldi çünkü onların güçlerini arttırmıştı; ülkeyi inşa eden etmenlerden biriydi. Aile dışı evlilik aynı zamanda, artan ticaret ilişkileri tarafından fazlasıyla olumlu karşılanmıştı; macera ve keşif çiftleşme sınırlarının gelişmesine katkı sağlayıp, ırksal kültürlerin karşılıklı birleşimini fazlasıyla kolaylaştırmıştı.
82:5.10 (919.6) Irksal evlilik adetlerinin bunun dışında kalan açıklanamaz tutarsızlıkları büyük ölçüde, yabancı kabilelerden kadın eşlerin kaçırılması veya çalınmasını içeren bu aile dışı evlilik geleneğinden kaynaklanmaktadır; bütün bunların hepsi farklı kabile adetlerinin bir birleşimi ile sonuçlanmıştı. Aile içi evliliği önemseyen bu tabular toplumsaldı; hiçbir kan ilişkisinin bulunmadığı durumlar halindeki evliliğin getirdiği karşı aile akrabalıklarının birçok düzeyini içine alan kan bağı evlilikleri üzerine olan tabularda oldukça iyi sergilendiği gibi biyolojik değildi.
82:6.1 (919.7) Bugün dünyada hiçbir saf ırk bulunmamaktadır. Ayrı renklere sahip olan öncül ve özgün evrimsel insan toplulukları, sarı ve siyah ırk olmak üzere, dünyada yalnızca iki temsili ırka sahiptir; ve bu iki ırk bile, nesli tükenmiş diğer renk toplulukları ile fazlasıyla karışmış haldedir. Beyaz ırk olarak adlandırdığınız topluluk; başat bir biçimde ilkçağın mavi insan soyundan gelmekte olup, Amerika kıtalarının mavi insanlarına ek olarak neredeyse bütün diğer ırklar ile karışmış haldedir.
82:6.2 (919.8) Altı renkli Sang ırkları içinde onların üçü birincil ve diğer üçü ikincil topluluktur. Her ne kadar — mavi, kırmızı ve sarı olarak — birincil ırklar üç ırktan oluşan ikincil topluluğa göre birçok açıdan üstün olmuşsa da; bu ikincil ırkların, daha iyi ırk kolları birincil topluluklara karışabilseydi onları ciddi ölçüde geliştirebilecek olan birçok arzulanan niteliğe sahip oldukları hatırlanmalıdır.
82:6.3 (920.1) “Melez,” “karma” ve “katışık” topluluklara dair beslenen bugünün önyargısı; ırkların karşılıklı giriştikleri günümüz birleşimlerinin, büyük ölçüde, ilgili ırkların oldukça alt düzeydeki ırk kolları arasında gerçekleşmesinden doğmaktadır. Sizler, ırk evliliğinin aynı ırk içinde yozlaşmış ırk kolları arasında gerçekleştiği durumlarda da tatmin edici olmayan doğumlar ile karşılaşmaktasınız.
82:6.4 (920.2) Eğer Urantia’nın bugününki ırkları; kötüleşmiş, toplum karşıtı, iradesiz ve toplumdan yetersiz olduğu gerekçesiyle dışlanmış insan türlerinden meydana gelen en alt düzey katmanının verdiği kalıcı zarardan kurtulabilirse, sınırlı bir ırk bütünleşmesi karşısında daha az itiraz oluşacaktır. Ve eğer bu türden ırk karışımları, birkaç ırkın en yüksek türleri arasında gerçekleşebilirse, çok daha az miktarda itiraz sebebi var olacaktır.
82:6.5 (920.3) Üstün ve birbirine benzemeyen ırk kollarının karışımı, yeni ve daha kudretli ırk kollarının yaratılma sırrıdır. Ve bu durum bitkiler, hayvanlar ve insan türleri için doğruluk taşımaktadır. Çeşitli toplulukların orta düzey veya üstün tabakasının ırk karışımları; Kuzey Amerika’nın Amerika Birleşik Devletler ülkesindeki mevcut nüfusunda görüldüğü gibi, yaratıcılık potansiyelini fazlasıyla arttırmaktadır. Bu türden çiftleşmeler daha alt veya fazlasıyla düşük tabaka arasında gerçekleştiğinde, güney Hindistan’ın mevcut topluluklarında görüldüğü gibi, yaratıcılık azalmaktadır.
82:6.6 (920.4) Irk karışımı, yeni niteliklerin anlık ortaya çıkışına fazlasıyla katkıda bulunmaktadır; ve eğer bu tür karışım üstün ırk kollarının birlikteliği olursa, bunun sonrasında yeni nitelikler aynı zamanda üstün özellikler haline gelecektir.
82:6.7 (920.5) Bugünün ırkları alt düzey ve yozlaşmış ırk kolları ile çok fazla dolup taşan bir konumda bulunmayı sürdürdükçe, büyük çapta bir ırk karışımı en zararlı sonuçları doğuracaktır; ancak bu türden denemelere karşı itirazların çoğu, biyolojik nedenler yerine toplumsal ve kültürel ön yargılar üzerine dayandırılmaktadır. Alt düzey ırklar arasında gerçekleşen karışım olarak melez topluluklar sıklıkla, ataları karşısında bir ilerlemedir. Irkların birbirine karışımı, baskın genlerin etkisi vasıtasıyla türleri geliştirmektedir. Irkların kendi aralarındaki karışımlar, karma topluluk içerisinde mevcut olan arzu edilen konumdaki baskın öğelerin geniş bir sayısının ortaya çıkma ihtimalini arttırmaktadır.
82:6.8 (920.6) Geçmiş yüz yıl boyunca Urantia üzerinde, binlerce yıl öncesinde ortaya çıkana kıyasla daha fazla ırksal karışım gerçekleşmektedir. İnsan ırk kökenlerinin karşılıklı birleşiminin bir sonucu olarak öne sürülen büyük uyumsuzlukların tehlikesi fazlasıyla abartılmaktadır. “Melez” olarak adlandırılan topluluklara dair başlıca sorunlar toplumsal önyargılardan kaynağını almaktadır.
82:6.9 (920.7) Beyaz ve Polonez ırklarının karışımı olan Pitcairn deneyiminin oldukça yararlı olduğu ortaya çıktı; çünkü beyaz erkekler ve Polonez kadınlar oldukça iyi ırk kollarından gelmekteydiler. Beyaz, kırmızı ve sarı ırkların en yüksek türleri arasında gerçekleşen karşılıklı birliktelik doğrudan bir biçimde birçok yeni ve biyolojik olarak etkin nitelikleri beraberinde getirecekti. Bu üç topluluk birincil Sang ırklarına aittir. Beyaz ve siyah ırkların karışımları doğrudan sonuçlarında o kadar arzu edilen sonuçları ortaya çıkarmamaktadır; ne de bu türden melez tenli doğumlar toplumsal ve ırksal itirazların göstermeye çalıştığı kadar olumsuzdurlar. Fiziksel olarak bu türden beyaz-siyah ırk karışımları, bir takım yönlerden küçük çaplı geriliklerine rağmen, insanlığın mükemmel türleridir.
82:6.10 (920.8) Birincil bir Sang ırkı ikincil bir Sang ırkı ile bütünleştiğinde, sonuncusu ilkinin zararına gerçekleşse de ciddi bir biçimde gelişmiş olur. Ve küçük bir ölçekte — zamanın uzun süreçlerine yayılan bir biçimde — ikincil toplulukların gelişimi için birincil ırkların bu türden bir fedakâr katkısı karşında itiraz edilebilecek çok az şey bulunabilir. Biyolojik olarak irdelendiğinde, ikincil Sang toplulukları, bazı açılardan birincil ırklar karşısında üstünlerdi.
82:6.11 (921.1) Sonuçta insan türlerini bekleyen gerçek tehlike, onların ırklar arası çoğalımları karşısında varsayılan tehditten çok, medenileşmiş çeşitli topluluklar içindeki alt düzey ve yozlaşmış ırk kollarının sınırlanmamış çoğalımında yatmaktadır.
82:6.12 (921.2) [Urantia üzerinde konumlanan bir Yüksek Melek Önderi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
83. Makale
83:0.1 (922.1) BU anlatım, evlilik kurumunun öncül adımlarının öyküsüdür. Evlilik; topluluğun içindeki serbest ve ayrım gözetmeksizin gerçekleştirilen çiftleşmelerden birçok çeşitlilik ve uyum boyunca, en yüksek toplumsal düzeyi temsil eden bir evi oluşturmak için bir erkek ve kadının birlikteliği biçiminde, iki eşin çiftleşmelerinin gerçekleşmesiyle nihai olarak sonuçlanan evlilik ortak ölçütlerinin ortaya çıkışına varıncaya gelişme göstermiştir.
83:0.2 (922.2) Evlilik birçok kez tehlike altına girmiştir; ve evlilik adetleri yoğun bir biçimde, özel mülkiyet ve dinin desteğine ihtiyaç duymuştur; ancak evliliği ve onun sonucunda aileyi sonsuza kadar teminat altına alan gerçek etki, ister en ilkel insanlar olsun ister en kültürlü faniler olsun erkek ve kadınların birbirleri olmadan kesin bir biçimde yaşayamamasının yalın ve içkin gerçeğidir.
83:0.3 (922.3) Cinsel dürtüsü nedeniyle bencil insan kendi kökeninden bir hayvandan daha iyi bir şeyi yaratmakla cezp edilmektedir. Bireyin kendisi ve onun tatmini için gerçekleştirilen cinsel ilişki; bireyin kendisini reddeden belirli sonuçları beraberinde getirip, toplumsal fedakârlık görevlerine ek olarak ırka yarar sağlayan sayısız ev sorumluluklarının üstlenilmesini teminat altına almaktadır. Bu açıdan cinsel ilişki, ilkel dönem insanlarının farkında olmadıkları ve ummadıkları medenileştiricisi olmuştur; çünkü bu aynı cinsel dürtü kendiliğinden ve sürekli bir biçimde insanı düşünmeye zorlamakta ve nihai olarak onu sevmeye itmektedir.
83:1.1 (922.4) Evlilik, iki cinsin fiziksel gerçekliğinden doğan birçok insan ilişkisini düzenlemek ve denetmek için tasarlanmış toplumun işleyiş düzenidir. Bu türden bir kurum olarak evlilik iki yönde faaliyet göstermektedir:
83:1.2 (922.5) 1. Kişisel cinsel ilişkilerin düzenlenmesi.
83:1.3 (922.6) 2. Eski ve kökensel faaliyeti olarak soy, miras, vesayet ve toplumsal düzenin düzenlenmesi.
83:1.4 (922.7) Evlilikten doğan ailenin kendisi, özel mülkiyet adetleri ile birlikte evlilik kurumunun bir istikrarlaştırıcı etmenidir. Evlilik istikrarı içindeki diğer güçlü etkenler; gurur, gösteriş, kahramanlık, görev ve dini inançlardır. Ancak evlilik yüksek bir biçimde onaylansa veya reddedilse de, cennetten indirilmemiştir. İnsan ailesi, evrimsel bir gelişim olarak kesin bir biçimde insan kurumudur. Evlilik toplumun bir kurumudur, dinin bir birimi değil. Dinin güçlü bir biçimde onu etkileme zorunluluğunun doğruluk payı bulunmaktadır; ancak onu ayrıcalıklı bir biçimde denetleme ve düzenleme girişiminde bulunmamalıdır.
83:1.5 (922.8) İlkel evlilik başat bir biçimde üretimsel ilişkiler ile ilgiliydi; ve çağdaş dönemlerde bile sıklıkla toplumsal veya ticari bir olaydır. And ırk kökeninin karışımlarının etkisi vasıtasıyla ve gelişen medeniyetin örf ve adetlerinin bir sonucu olarak evlilik kademeli bir biçimde karşılıklı, duygusal, ebeveynsel, şiirsel, sevgisel, etik ve hatta idealist bir hale geldi. Tercih ve adlandırdığınız şekliyle duygusal aşk, buna rağmen, ilkel çiftleşme içinde en alt düzeyde bulunmaktaydı. Öncül dönemler boyunca erkek ve kadın eş fazlasıyla birlikte değildi; çok sık bir biçimde beraber bile yemek yememektelerdi. Ancak ilkel insan toplulukları arasında kişisel sevgi güçlü bir biçimde cinsel cazibe ile ilişkili değildi; onlar büyük ölçüde, birlikte yaşadıkları ve çalıştıkları için birbirlerine sevgi besler hale gelmişlerdi.
83:2.1 (923.1) İlkel evlilikler her zaman, erkek ve kızın ebeveynleri tarafından tasarlanmıştı. Bu gelenek ve özgür tercih arasındaki geçiş aşaması, evlilik aracısı veya uzman çöpçatan tarafından doldurulmuştu. Bu çöpçatanlar, ilk başta berberlerdi; daha sonra ise din adamlarıydı. Evlilik kökensel olarak bir topluluk olayıydı; sonrasında bir aile olayı oldu; ve sadece yakın dönemler içinde bir bireysel serüven haline geldi.
83:2.2 (923.2) Cazibe değil zorlama ilkel evliliğe olan yaklaşımdı. Öncül dönemlerde kadın hiçbir cinsel ilgisizliğe sahip değildi; yalnızca cinsel ilişkinin bayalığı adetler tarafından kendisine aşılanmıştı. Yağma yerini ticarete bırakınca, gasp ile gerçekleşen evlilik yerini sözleşme ile yapılana bıraktı. Bazı kadınlar, kabilelerinin üyeleri olan kıdemli erkeklerin baskısından kaçmak için kaçırılmaya göz yummaktalardı; onlar, diğer bir kabileden olan aynı yaştaki erkeklerin ellerine düşmeyi tercih etmekteydiler. Bu görünüşte kaçırma olan olgu, kuvvet ile gerçekleşen gasp ile daha sonraki işveli kur arasındaki geçiş aşamasıydı.
83:2.3 (923.3) Düğün töreninin öncül bir türü, bir zamanlar ortak uygulama haline gelen bir çeşit kaçırma provası olarak kaş-göz oyunuydu. Daha sonra şakacı kaçırma hareketi, olağan düğün töreninin bir parçası haline geldi. Evliğe karşı ketumluluk olarak, yüksek perdeden “kaçırmaya” itiraz eden çağdaş bir genç kızın iddialarının tümü eski dönem geleneklerinin kalıntılarıdır. Gelinin kucakta taşınması, diğerleri ile birlikte, kadın eşin kaçırılması dönemine ait ilkel dönem uygulamalarından birçoğunun kalıntısıdır.
83:2.4 (923.4) Kadın uzunca bir süre, evlilik içinde kendi yaşamını idare etmenin bütüncül özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır; ancak daha ussal kadınlar her zaman, kıvrak zekâlarının usta uygulamalarıyla bu kısıtlamaların üstesinden gelmede yetkin olmuşlardır. Erkek genellikle kurda öncülük etmiştir, ancak her zaman değil. Kadın zaman zaman resmi olarak, zaman zaman ise gizli olarak, evliliği başlatmaktadır. Ve medeniyet ilerledikçe, kadınlar kur ve evliliğin tüm aşamalarında artan bir paya sahip olmaktadırlar.
83:2.5 (923.5) Evlilik öncesi kurdaki, duygusallık olarak, artan aşk ve kişisel tercih, dünya ırklarına bir And topluluğu katkısıdır. Cinsler arasındaki ilişkiler daha iyiye giden bir biçimde evirilmektedir; birçok gelişmiş insan topluluğu kademeli olarak, kullanışlılık ve sahipliğin eski güdülerini cinsel cazibenin bir tür idealleşmiş kavramlarıyla değiştirmektedir. Cinsel uyarım ve sevgi duyguları, yaşam eşlerinin tercihindeki soğuk hesaplılığın yerini almaya başlamaktadır.
83:2.6 (923.6) Nişan ilk olarak evliliğin dengiydi; ve öncül insan toplulukları arasında nişan süreci boyunca cinsel ilişkilerin gerçekleştirilmesi adetti. Yakın zamanlarda din, nişan ve evlilik süreci arası için bir cinsel tabu yaratmıştır.
83:3.1 (923.7) İlkel insan toplulukları, aşk ve sözlere karşı güvensizlik besledi; onlar, kalıcı birlikteliklerin özel mülkiyet gibi bir takım elle tutulur güvenceler ile teminat altına alınması gerekliliğini düşündüler. Bu nedenle bir kadının alım değeri, boşanma veya terk etme durumunda erkek eşin tamamen yitirmeye mahkûm olduğu bir ceza bedeli veya emanet ücreti olarak düşünülmüştü. Bir gelinin alım değeri ödendikten sonra birçok kabile, kocasının damgasının kadının üzerine işlenmesine izin verdiler. Afrikalı topluluklar hala kadınlarını satın almaktadırlar. Bir aşk kadınını, veya bir beyaz erkeğin kadınını, hiçbir fiyatı olmaması nedeniyle bir kediyle kıyaslamaktadırlar.
83:3.2 (924.1) Gelin sergileri, kadın eşler olarak daha fazla fiyat getireceği düşüncesiyle kamuya sergilemek için kız çocuklarının giydirilmesi ve süslendirilmesi etkinlikleriydi. Ancak onlar hayvanlar olarak satılmamışlardı — daha sonraki kabileler arasında bu türden bir kadın eş devredilemezdi. Ne de onun satın alınışı her zaman sadece duygusuz bir para ilişkisiydi; hizmet, bir kadın eşin alımında harcanan paraya denkti. Başka durumlarda eğer arzu edilen bir erkek kadın eşi için ödeyecek durumda bulunmuyorsa, kız babası tarafından bir evlat olarak kabul edilip, daha sonra evlenmesine izin verilir. Ve eğer fakir bir adam eşini arzulamışsa ve açgözlü babası tarafından istenen fiyatı karşılayamıyorsa, yaşlılar heyeti çoğu kez babası üzerinde taleplerinde değişikliğe yol açacak etkileyici baskılarda bulunur, veya aksi halde kaçırma durumu gerçekleşebilir.
83:3.3 (924.2) Medeniyet ilerledikçe babalar kızlarını satan görünümlerinden hoşnut kalmadılar, ve böylece gelin alım fiyatını kabul etmeye devam ederken, satın alınan fiyata yaklaşık olarak denk gelen değerli hediye çiftlerini verme âdetini başlattılar. Ve gelin için yapılan ödemenin daha sonraki sonlanışı üzerine, bu hediyeler gelinin çeyizi haline geldi.
83:3.4 (924.3) Bir çeyiz düşüncesi, köle kadın eşleri ve özel mülkiyet dostları dönemlerinden çok uzaklaşıldığını gösteren bir biçimde, gelinin bağımsızlığına dair izlenimi yaratma amacıyla gerçekleşmişti. Bir erkek, çeyiz parasının tamamını geri ödemeden bir çeyizli eşini boşayamamaktaydı. Bazı kabileler arasında karşılıklı bir emanet ücreti, birinin diğerini yalnız bırakması durumunda ceza bedeli olarak yitirilmesi amacıyla, hem gelinin hem de damadın ebeveynleri tarafından birbirlerine ödenmekteydi; aslında bu uygulama bir evlilik bağıydı. Alımdan çeyize olan geçiş süreci boyunca eğer kadın eş satın alınmışsa, çocuklar babaya aitti; eğer alınma gerçekleşmemişse onlar kadının ailesine aitti.
83:4.1 (924.4) Düğün töreni, yalnızca iki bireyin verdikleri bir karar sonucu değil, evliliğin ilk olarak bir toplumsal birliktelik olayı olması gerçeğinden doğdu. Çiftleşme, kişisel faaliyete ek olarak topluluk çıkarını ilgilendirmekteydi.
83:4.2 (924.5) Büyü, ayin ve törenler ilkel dönem insan topluluklarının bütün yaşamlarını çevreledi; ve evlilik bir istisna değildi. Medeniyet geliştikçe, düğün töreni artan bir biçimde gösterişli hale gelerek ciddi bir biçimde değerlendirilen hal kazandı. Bugün bile olduğu gibi öncül evlilik, mülkiyet çıkarlarında bir etkendi; ve bu nedenle, daha sonra ortaya çıkacak olan çocukların toplumsal düzeyi olası en yüksek tanınmaya ihtiyaç duyarken yasal bir törenin yapılması gerekliydi. İlkel insan hiçbir kayda sahip değildi; böylelikle, evlilik töreninin birçok birey tarafından gözlenmesi zorunluydu.
83:4.3 (924.6) İlk başta düğün töreni bir nişan düzeninden daha fazlası olup, sadece, beraber yaşama arzunun halka bildiriminden ibaretti; daha sonra bu durum resmi bir biçimde beraber yemek yemeden meydana geldi. Bazı kabileler arasında ebeveynler doğrudan bir biçimde kızlarını erkek eşlere götürdü; diğer durumlarda ise, gelin babasının kızını damada sunmasından sonra hediyelerin resmi değiş tokuşuydu. Birçok Levant topluluğu arasında, evliliğin cinsel ilişkiler ile tamamlanması biçiminde resmiyetten kurtulmak bir adetti. Kırmızı insan, düğünlerin daha detaylı kutlanılmasını ilk olarak geliştiren topluluktu.
83:4.4 (924.7) Çocuksuzluk fazlasıyla korku duyulan bir durumdu; ve çocuğa sahip olamama ruhaniyetin gizli kapaklı emelleriyle ilişkilendirildiği için, doğurganlığı sağlamak için çabalar aynı zamanda belirli büyüsel veya dinsel törenler ile evliliğin birleşmesine yol açtı. Buna ek olarak, mutlu ve verimli evliliği teminat altına almadaki bahse konu çaba içerisinde birçok büyü eşyası kullanıldı; yıldız falcılarına bile, bir araya gelen çiftlerin doğum yıldızlarının belirlenmesi için danışılmıştır. Bir dönem insanların kurban edilmesi, hali vakti yerinde insanlar arasındaki düğünlerin tümünün olağan bir parçasıydı.
83:4.5 (925.1) Perşembe en olumlu değerlendirilen olarak, şanslı günler aranmaktaydı; ve dolunay döneminde düğünlerin kutlanılmasının olası en yüksek derecede şansı getirdiği düşünülürdü. Birçok Yakın Doğu insan topluluklarının yeni evli çiftlere tahıl taneleri atması adetti; bu davranış, doğurganlığı sağladığına inanılan bir büyüsel ayindi. Belirli Doğu toplulukları bu amaç için pirinci kullanmıştı.
83:4.6 (925.2) Ateş ve su her zaman, hayaletlere ve düşman ruhaniyetlere karşı koymada en iyi araçlar olarak düşünülmüştü; bu nedenle mihrap ateşleri ve yakılmış mumlara ek olarak kutsal suyun vaftizsel serpintisi, genellikle düğünlerde hazır bulunmaktaydılar. Uzun bir zaman boyunca, sahte bir düğün günü seçmek ve daha sonra hayaletleri ve ruhaniyetleri saptırmak için bu etkinliği aniden ertelemek adetti.
83:4.7 (925.3) Yeni evlilere muziplik yapmanın ve balayı çiftlerine şakalar düzenlemenin tümü; kıskançlıklarını çekmekten kaçınmak için ruhaniyetlerin gözünde zavallı ve endişeli görünmenin en iyi olduğunun düşünüldüğü bu çok eski günlerin kalıntılarıdır. Gelin duvağı giyinmek, hayaletlerin onu tanımasını engellemek ve aynı zamanda güzelliğini diğer kıskanç ve çekemez ruhaniyetlerin bakışlarından saklamak amacıyla gelini gizlemenin gerekli olduğunun düşünüldüğü dönemlerin bir kalıntısıdır. Gelinin ayaklarının törenden hemen önce toprağa değmemesi zorunludur. Yirminci yüzyılda bile Hıristiyan adetleri uyarınca, taşıyıcılardan kilise mihrabına kadar halıları germek adettir.
83:4.8 (925.4) Düğün töreninin en eski türlerinden bir tanesi, birlikteliğin doğurganlığını sağlamak için düğün yatağını bir din adamına kutsatmaktı; bu uygulama, herhangi bir resmi düğün âdetinin oluşumundan çok uzun bir süre önce uygulanmıştı. Bu süreç boyunca evlilik adetlerinin evrimi içinde düğün davetlilerinin yatak odasından bir sıra halinde yürüyerek ilerlemeleri, böylece evliliğin tamamlanışına yasal bir biçimde şahitlik etmeleri gerçekleşmişti.
83:4.9 (925.5) Evlilik öncesi sınavların tümüne rağmen belirli evliliklerin kötü sonuçlanması biçiminde, şans etkeni ilkel insanı evlilik başarısızlığından korunmanın yollarını aramaya itti; onu din adamaları ve büyüye yöneltti. Ve bu hareket doğrudan bir biçimde çağdaş kilise evlilikleriyle sonuçlandı. Ancak uzun bir süre boyunca evlilik, çoğunlukla sözleşen ebeveynlerin — daha sonra ise çiftlerin — kararlarından meydana gelen bir biçimde tanınırken; son beş yüz yıl boyunca kilise ve devlet, karar yetisini üstlenmiş olup evliliğin resmi bildirileri yapmaktadır.
83:5.1 (925.6) Evliliğin öncül tarihinde evlenmemiş kadınlar kabile erkeklerine aitti. Daha sonra bir kadın bir seferde tek bir eşe sahipti. Bu bir-seferde-bir-erkek uygulaması, sürü içinde sınırlandırılmamış cinsel ilişkilerden uzaklaşmanın ilk adımıydı. Bir kadın bir erkek ile sınırlandırılmışken, onun kocası bu türden geçici ilişkileri idaresi dâhilinde bitirebilmekteydi. Ancak bu gevşek bir biçimde düzenlenen birliktelikler, sürü gibi yaşamaktan ayrı bir biçimde çiftler halinde yaşama yolunda ilk adımdı. Evlilik gelişiminin bu aşamasında çocuklar çoğunlukla anneye aitlerdi.
83:5.2 (925.7) Çiftleşme evrimi içindeki bir sonraki aşama topluluk evliliğiydi. Evliliğin bu ortak aşaması, açığa çıkan aile yaşamı süreci arasına girmek zorundaydı, çünkü evlilik adetleri henüz çift birlikteliklerini kalıcı kılmaya yetecek kadar güçlü değildi. Erkek ve kız kardeş evlilikleri bu topluluğa aitti; bir ailenin beş erkek kardeşi, diğerinin beş kız kardeşi ile evlenirdi. Dünyanın tümü üzerinde ortak evliliğinin gevşek türleri kademeli bir biçimde topluluk evliliğinin çeşitli türlerine doğru evirildi. Ve bu topluluk birlikteliği geniş bir biçimde totem adetleri tarafından düzenlenmekteydi. Aile yaşamı yavaş ve kesin bir biçimde gelişmişti, çünkü cinsel ilişki ve evlilik düzenlemesi daha fazla sayıda çocuğun hayatta kalışını teminat altına alan bir biçimde kabilenin varlığını devam ettirişine yaramaktaydı.
83:5.3 (926.1) Topluluk evlilikleri kademeli olarak — çok kadın ve erkek eşlilik biçiminde — çok eşliliğin ortaya çıkma uygulamalarından önce daha gelişmiş kabileler arasında ortadan kayboldu. Ancak çok erkek eşlilik, genellikle kraliçelerle ve zengin kadınlarla sınırlı olan bir biçimde, hiçbir zaman çoğunlukta bulunmamaktaydı; ayrıca, bir kadın eşin birkaç erkek kardeş tarafından paylaşılması geleneksel olarak bir aile olgusuydu. Toplumsal tabakalaşma ve ekonomik kısıtlılıklar, birkaç erkeğin tek bir kadın eşle yetinmesini gerekli kılmıştı. Bu dönemde bile kadın sadece tek biriyle evlenmekteydi; diğerlerine ortak soyun “amcaları” olarak gevşek bir biçimde müsamaha gösterilirdi.
83:5.4 (926.2) Bir erkeğin “kardeşinin tohumunu yetiştirmek” amacıyla ölen abisinin dul eşiyle evlenmesini zorunlu kılan Musevi âdeti, ilkçağ dönem dünyasının yarısından fazlasının ortak geleneğiydi. Bu uygulama, ailenin bireysel bir birliktelik yerine bir aile olayı olduğu dönemin bir kalıntısıydı.
83:5.5 (926.3) Çok kadın eşliliğin kurumu farklı dönemlerde dört farklı eşlilik türünü tanımıştı:
83:5.6 (926.4) 1. Törensel veya diğer bir değişle yasal kadın eşler.
83:5.7 (926.5) 2. Sevgiyle ve izinle elde edilen kadın eşler.
83:5.8 (926.6) 3. Anlaşmalı kadın eşler olarak cariyeler.
83:5.9 (926.7) 4. Köle kadın eşler.
83:5.10 (926.8) Tüm kadın eşlerin eşit düzeye sahip olduğu ve çocukların hepsinin aynı seviyede bulunduğu biçimde gerçek kadın çok eşliliği, oldukça nadir görülen bir durum olagelmiştir. Çoğunlulukla, çoklu evliliklerde bile, ev temsili eş olan baş kadın eşin baskınlığında idare edilmekteydi. Sadece ona töresel düğün töreni yapılmış olup, temsili eş ile özel düzenlemelerde bulunulmadıkça bu türden alınmış veya çeyiz verilmiş eşin çocukları mirastan faydalanabilmekteydi.
83:5.11 (926.9) Temsili eş doğrudan bir biçimde sevgi duyulan eş anlamına gelmemekteydi; öncül dönemlerde o çoğunlukla bu konumda bulunmamaktaydı. Kendisine sevgi beslenen kadın eş, veya sevgili; özellikle Nod ve Âdem toplulukları ile evrimsel kabilelerin karışımlarından sonra olmak üzere, ırklar ciddi ölçüde gelişene kadar ortaya çıkmamıştı.
83:5.12 (926.10) Yasal düzeydeki tek kadın eş olarak kadın eş tabusu, cariye adetlerini yarattı. Bu adetler uyarınca bir insan sadece tek bir kadın eşe sahip olabilirdi; ancak o, sınırsız sayıda cariye ile cinsel ilişkisini idare edebilirdi. Cariyelik, dürüst çok kadın eşlilikten ilk ayrılış olarak, tekeşliliğe geçişte bir basamak noktasıydı. Musevi, Romalı ve Çin toplulukların cariyeleri sıklıkla kadın eşin hizmetçileriydi. Daha sonra, Museviler arasında görüldüğü gibi, yasal kadın eşe kocanın sahip olduğu tüm çocukların annesi olarak bakılmıştı.
83:5.13 (926.11) Bir hamile veya emziren kadın ile olan cinsel ilişkilere dair eski dönemlerin tabuları fazlasıyla çok kadın eşliliği destekleme eğilimi göstermekteydi. İlkel kadınlar, sık çocuk dünyaya getirmekle beraber ağır çalışma sonrasında oldukça erken bir biçimde yaşlanmaktaydılar. (Bu türden ağır yükün altındaki kadın eşler yalnızca, hamile olmadıkları zamanlarda her ayın bir haftası yalnız bırakılmaları gerçeği sayesinde hayatta kalmayı başardılar.) Bu türden bir kadın eş sıklıkla; çocuk doğurmaktan yorulup, hem çocukların dünyaya getirilmesinde ve hem de ev işlerinde yardım etmeye yetkin ikinci ve genç bir kadın eş almasını kocasından talep ederdi. Yeni kadın eşler böylelikle, eski kadın eşler tarafından sevinçle karşılanırdı; bu dönemde, cinsel kıskançlığa benzer hiçbir şey bulunmamaktaydı.
83:5.14 (926.12) Kadın eşlerin sayısı yalnızca, erkeğin onları destekleme yetkinliğiyle sınırlıydı. Zengin ve yetkin erkekler, çok fazla sayıda çocuğa sahip olmak istediler; ve bebek ölüm oranları çok yüksek olduğu için, büyük bir aile elde etmek için bir kadın topluluğunun varlığı gerekmekteydi.
83:5.15 (927.1) İnsan adetleri evirilmektedir, ancak bu evirilme oldukça yavaş bir biçimde gerçekleşmektedir. Bir haremin var olma amacı, saltanatı desteklemek için kan bağından gelen güçlü ve çok sayıda bireyden oluşan bir birliktelik yaratmaktı. Bir zamanlar belirli bir önder artık hareme sahip olmaması gerektiğine, tek bir kadın eş ile yetinmesi gerektiğine ikna oldu; böylece o, kendi haremini derhal dağıttı. Memnun olmayan kadın eşler evlerine geri döndü, ve onların incinmiş akrabaları öndere kinle koşup, onu oracıktı öldürdüler.
83:6.1 (927.2) Tekeşlilik tekel düzenidir; bu arzu edilebilen düzeye ulaşanlar için iyidir, ancak oldukça talihsiz olanlar için biyolojik bir zorluk çıkarma eğilimi göstermektedir. Ancak birey üzerindeki etkilerden oldukça bağımsız olarak, tekeşlilik kesinlikle çocuklar için en iyi olandır.
83:6.2 (927.3) Öncül tekeşlilik, açlık olarak koşulların zorlamasıyla gerçekleşmişti. Tekeşlilik, yapay ve doğal olmayan bir biçimde kültürel ve toplumsaldır; yani evrimsel insan için doğal değildir. Tekeşlilik; saf Nod ve Âdem toplulukları için tümüyle doğal olup, gelişmiş tüm ırklar için büyük bir kültürel değer taşımaktaydı.
83:6.3 (927.4) Keldani kabileleri, bir kadın eşin kocasına ikinci eşi veya cariyeyi almaması için evlilik öncesi bir anlaşma maddesi koyma hakkını tanıdı; hem Yunanlı hem de Romalı topluluklar tekeşli evliliği tercih ettiler. Atalara olan ibadet her zaman tekeşliliği desteklemiştir; bu bağlamda evliliği bir kutsallık olarak görmek Hıristiyanlığın hatasıdır. Yaşam koşullarının artması bile tutarlı bir biçimde çoklu kadın eşliliğinin aleyhine gelişmişti. Mikâil’in Urantia’ya olan varışı döneminde neredeyse medenileşmiş dünyanın tümü kuramsal tekeşlilik düzeyine erişmiş haldelerdi. Ancak bu edilgen tekeşlilik, insan türünün gerçek çift evliliği uygulamasına hâlihazırda uyum sağladığı anlamına gelmemişti.
83:6.4 (927.5) Nihayetinde tekeşli nitelikteki bir cins birlikteliği benzerliğinde bulunan olası en yüksek çift evliliğinin tekeşlilik hedefinde ilerlerken; şartlarını takip etmek ve onların bir parçası olmak için her şeyi yaptıkları zaman bile, bu yeni ve geliştirilmiş toplumsal düzende bir yer edinmede başarısız olmuşmuş talihsiz erkek ve kadınların hoş gözle bakılmayan durumlarına toplum tepeden bakmamalıdır. Rekabetsel toplumsal alan içinde çift bulmadaki başarısızlık, mevcut adetlerin zorunlu kıldığı üstesinden gelinemeyecek zorluklar veya pek çok kısıtlama sonrasında gerçekleşmiş olabilir. Gerçekten de içinde bulunanlar için tekeşlilik idealdir; ancak yalnızlığın soğuk mevcudiyetine terk edilenler için büyük zorlukları kaçınılmaz bir biçimde beraberinde getirmektedir.
83:6.5 (927.6) Her zaman talihsiz olan azınlıklar, evrimleşen medeniyetin gelişen adetleri uyarınca çoğunluğun gelişebilmesi için sıkıntı çekmek zorunda kalmışlardı; ancak kendisine iltimas geçilen çoğunluk her zaman, ilerleyen toplumsal evrimin en yüksek adetlerinin izinleri altında tüm biyolojik dürtülerin tatminini sağlayan bu nihai cinsel birlikteliğin düzeylerinde üyeliği elde etmedeki başarısızlığının cezasını çekmekle yükümlü daha az talihli akranlarına iyi gözle ve hoşgörüyle bakmak zorundadır.
83:6.6 (927.7) Tekeşlilik şimdi ve her zaman olduğu gibi ve gelecekte olacağı gibi, insanın cinsel evriminin olası en yüksek hedefidir. Gerçek çift evliliğin bu ideali bireyin kendisini reddini beraberinde getirmektedir; ve bu nedenle o sadece, çetin öz denetimin olarak tüm insan erdemlerinin bütünlüğünde bir veya iki birliktelik üyesinin eksiklik taşıması yüzünden oldukça sık bir biçimde başarısız olmaktadır.
83:6.7 (927.8) Tekeşlilik, saf biyolojik evrimden farklılaşmış bir biçimde toplumsal medeniyetin gelişimini ölçen ölçü çubuğudur. Tekeşliliğin gerçekliği, onun doğrudan bir biçimde biyolojik ve doğal düzeyler ile ilişkili olduğu anlamına gelmemektedir; ancak tekeşlilik, toplumsal medeniyetin doğrudan idaresi ve daha ileri gelişimi için hayati öneme sahiptir. Tekeşlilik, ahlaki kişiliğin bir gelişimi olarak bir duygu hassasiyetine ve çok eşlilikte gelişmesi kesinlikle mümkün olmayan ruhsal bir gelişime katkıda bulunmaktadır. Bir kadın, kocasının sevgisini kazanmada çetin rekabete girişmeye zorlanmadığı bir süreci deneyimlemedikçe hiçbir zaman ideal bir anne olamaz.
83:6.8 (928.1) Çift evliliği; ebeveynsel mutluluk, çocuk refahı ve toplumsal verimlilik için en iyisi olan sevgi dolu duygudaşlığı ve etkin iş birliğini tercih eder ve destekler. İlkel zorlama ile başlayan evlilik; bireyin kendi kendisini kültürlü hale getirdiği, üzerinde öz denetim uyguladığı, kendisini ifade ettiği ve kendi devamlılığını gerçekleştirdiği mükemmel bir kuruma doğru kademeli bir biçimde evirilmektedir.
83:7.1 (928.2) Evlilik adetlerinin öncül evriminde evlilik, irade dâhilinde sonlanabilecek olan gevşek bir birliktelik olup, çocuklar her zaman anneyi takip etmekteydi; anne-çocuk bağı içgüdüsel olup, adetlerin gelişimsel aşamasından bağımsız olarak faaliyet göstermiştir.
83:7.2 (928.3) İlkçağ topluluklar arasında evliliklerin yaklaşık sadece yarısı başarılıydı. En sık karşılaşılan neden, her zaman kadının suçlandığı bir biçimde, çocuğa sahip olamamaktı; ve çocuksuz kadın eşlerin ruhani dünyada yılanlar haline geleceklerine inanılmaktaydı. Daha ilkel adetler uyarınca boşanma sadece erkeğin bir tercihiydi, ve bu ortak ölçütler yirminci yüzyılın birçok topluluğu arasında varlığını korumaya devam etmektedir.
83:7.3 (928.4) Adetler evrimleştikçe, belirli kabileler iki tür evlik geliştirdi: boşanmaya izin veren sıradan olanlar, ayrılmaya izin vermeyen din adamı evlilikleriydi. Kadın eşin satın alınması ve kadın eş çeyizinin başlaması, evlilik başarısızlığı için mülksel bir cezanın getirilmesi ile birlikte, ayrılığını azalması üzerinde büyük etkiye sahip oldu. Ve gerçekten de birçok çağdaş birliktelikler bu ilkçağ mülk etkeni vasıtasıyla istikrarlı hale gelmektedir.
83:7.4 (928.5) Toplumdaki düzeyin ve mülkiyet ayrıcalıklarının getirdiği dair toplumsal baskı, evlilik tabuları ve adetlerinin idare edilmesinde her zaman etkili olmuştur. Her ne kadar — yeni bir özgürlük olarak — bireysel tercihin fazlasıyla yüksek olduğu yerlerdeki insan toplulukları arasındaki geniş çaplı memnuniyet tarafından tehditkâr bir biçimde saldırıya uğrasa da, çağlar boyunca evlilik istikrarlı ilerlemede bulunmuş olup, bugünün dünyasında gelişmiş bir temel üzerinde durmaktadır. Uyumun bu kargaşaları aniden hızlanan toplumsal evrimin bir sonucu olarak daha ilerici ırklar arasında ortaya çıksa da, daha az gelişmiş insan toplulukları arasında evlilik yeşermekte ve daha eski adetlerin rehberliği altında yavaşça gelişmektedir.
83:7.5 (928.6) Eski ve uzun bir süreden bu yana varlığını oluşturmuş mülkiyet güdüsüyle evlilik içerisindeki daha ideal fakat aşırı derecedeki bireysel aşk güdüsünün yeni ve ani değişimi kaçınılmaz bir biçimde, evlilik kurumunun geçici bir süreliğine istikrarsız hale gelişine neden olmaktadır. İnsanın evlilik güdüleri her zaman evliliğin mevcut ahlaki kurallarının çok ötesine geçmiştir; ve on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın Batı evlilik ideali ansızın bir biçimde birey merkezli olan ama kısmen denetlenen ırkların cinsel uyarımlarının ötesine geçmiştir. Herhangi bir toplumda bulunan evli olmayan bireylerin geniş sayılarının varlığı, geçici başarısızlık süreçlerine veya adetlerin geçiş dönemlerine işaret etmektedir.
83:7.6 (928.7) Çağların en başından bu döneme kadar evliliğin gerçek sınavı, aile yaşamının tümü içinde kaçınılmaz haldeki devamlılığı olan içten yakınlıktır. Gösteriş ve benliğin her hoşgörüsünü ve bütüncül tatminini bekleyecek bir biçimde eğitilen pohpohlanmış ve şımartılmış iki genç — ağırbaşlılık, uzlaşma ve sadakatin ömür boyu süren bir yaşam birlikteliğine ek olarak çocuk yetiştirilimine olan fedakâr bağlılık biçiminde — evlilik ve ev inşasının büyük başarısını gerçekleştirmeyi neredeyse hayal bile edemez.
83:7.7 (929.1) Kur dönemine girerken yüksek derecede hayal ve gerçek dışı duygusallık büyük ölçüde, çağdaş Batılı topluluklar arasındaki artan boşanma eğilimlerinden sorumludur; bütün bunların hepsi kadının daha fazla kişisel özlüğü ve artan ekonomik bağımsızlığı ile daha karmaşık kale gelmiştir. Öz denetim eksikliğinin veya olağan kişilik uyumundaki başarısızlığın gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıkan kolay boşanma, insanın çok yakın bir süre içinde ve oldukça fazla sayıdaki kişisel ızdıraplarının ve ırksal sıkıntıların sonucunda üstüne çıktığı ilkel toplumsal aşamalara doğrudan bir biçimde geri götürmektedir.
83:7.8 (929.2) Ancak işte toplum çocukları ve gençleri uygun bir biçimde eğitmede başarısız oldukça, toplumsal düzen yeterli aile öncesi hazırlığı sağlamada başarısız oldukça ve bilge olmayan, olgunlaşmamış gençlik idealizmi evliliğe giriş yapmada belirli oldukça; boşanma işte böyle uzun bir süre yaygın olmaya devam edecektir. Ve toplumsal birliktelik gençlerin evliliğe hazırlanmasını sağlamada başarısız oldukça boşanma, evrimleşen adetlerin hızlı büyüdüğü çağlar boyunca daha da kötü durumların ortaya çıkmasını engelleyen bir biçimde toplumun emniyet sibobu olarak faaliyet göstermek zorundadır.
83:7.9 (929.3) İlkçağ toplulukları evliliği, bugünün bir takım topluluklarının gördüğü kadar ciddi olarak değerlendiren görünüme sahiptirler. Ve çağdaş dönemlerin hızlıca yapılmış ve başarısız olan birçok evliliğinin yetkin genç erkek ve kadınların ilkçağ çiftleşme uygulamaları üstüne büyük bir gelişim olmadığı görünmektedir. Çağdaş toplumun büyük tutarsızlığı, ikisinin de bütüncül irdeleyişini reddederken aşkı yüceltmesi ve evliliği idealleştirmesidir.
83:8.1 (929.4) Evin oluşumuyla sonuçlanan evlilik gerçekten de insanın en yüce kurumudur; ancak bu kurum özü itibariyle insan kaynaklıdır; bu kurum, hiçbir şekilde bir kutsal oluşum olarak değerlendirilmemeliydi. Seth din adamları evliliği dini bir ayin haline getirmişti; ancak Cennet Bahçesi’nden binlerce yıl sonra çiftleşme tamamiyle toplumsal ve kamusal bir kurum olarak varlığını sürdürdü.
83:8.2 (929.5) İnsan birlikteliklerini kutsal birlikteliklerine özleştirmeye çalışmak en talihsiz olan şeydir. Erkek ve kadın eşin evlilik-ev ilişkisi içindeki birlikteliği, evrimsel dünyaların fanilerine ait maddi bir faaliyettir. Ruhsal ilerleyişin büyük bir kısmının erkek ve kadın eşin ilerleme gerçekleştirdikleri içten insan çabalarına bağlı olduğu gerçekten de doğrudur; ancak bu gerçeklik evliliğin doğrudan bir biçimde kutsal olduğu anlamına gelmemektedir. Ruhsal ilerleme, insani çabanın diğer alanlarına yapılan içten bir biçimde adanmışlığa bağlıdır.
83:8.3 (929.6) Ne evlilik gerçek anlamıyla Düzenleyici’nin insan ile olan ilişkisiyle karşılaştırılabilir ne de Hazreti Mikâil’in insan kardeşleri ile olan bütünlüğüyle. Hiçbir biçimde hiçbir düzeyde bu türden ilişliler erkek ve kadın eşin birlikteliğiyle karşılaştırılamazlar. Ve bu ilişkilere dair insanların kavram yanılgısının evliliğin düzeyi ile ilgili bu kadar kafa karışıklığını yaratması en talihsiz olanıdır.
83:8.4 (929.7) Fanilerin belirli toplulukların evliliğin kutsal bir eylem ile tamamlandığını düşünmesi başka bir talihsizliktir. Bu türden inanışlar doğrudan bir biçimde, koşullardan ve birliktelik üyelerinin isteklerinden bağımsız bir biçimde evlilik düzeyinin parçalanamazlığına dair kavrama yol açmıştır. Ancak evliliğin parçalanmasına dair gerçekliğin tam da kendisi, İlahiyat’ın bu türden birlikteliklerde etkin bir üye olmadığını göstermektedir. Eğer Tanrı herhangi iki şeyi ve bireyi bir araya getirirse, onlar kutsal iradenin ayrılmalarına hüküm verdiği süreye kadar bu şekilde birlikte olmaya devam edecektir. Ancak bir insan kurumu olan evlilik hususunda; evliliklerin, doğası ve kökeni itibariyle tamamiyle insan olanların tam karşısında bulunan evrenin yüksek denetleyicileri tarafından onaylanabilen birliktelikler olduğunu söyleyen bir biçimde kim hükümde bulunulduğunu farz edebilir?
83:8.5 (930.1) Yine de, yüksek âlemlerde evliliğin bir ideali bulunmaktadır. Her yerel sistemin başkentinde Tanrı’nın Maddi Erkek ve Kız Evlatları, evlilik bağlarına ek olarak doğum ve çocukların yetiştirilmesinde erkek ve kadının birlikteliğine dair en yüksek idealleri sergilemektedir. Nihayetinde, olası en yüksek fani evlilik insana özgü bir biçimde kutsaldır.
83:8.6 (930.2) Evlilik her zaman insanın dünyevi idealizmine ait yüce hayal olmuştur, ve bu durum halen böyledir. Her ne kadar bu güzel hayal yaratıldığından beri nadiren gerçekleşmişse de; insan mutluluğu için daha büyük çabalara doğru insan türünü sürekli cezbeden bir biçimde, ihtişamlı bir ülkü olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak genç erkek ve kadınlara, aile yaşamının karşılıklı birlikteliklerinin zorlayıcı taleplerine dalmalarından önce evliliğin gerçeklerine dair bir şeyler öğretilmelidir; gençliksel idealleştirme, evlilik öncesinde gerçeklerle karşılaşılması sonucu yaşanacak belirli düzeydeki hayal kırıklıklarıyla seyreltilmelidir.
83:8.7 (930.3) Evliliğin gençliksel idealleştirilişi, buna rağmen, caydırılmamalıdır; bu türden hayaller, aile yaşamının gelecekteki hedefinin tahayyül edilişidir. Bu tutum; evlilik ve ilerideki aile yaşamının gündelik ve olağan zorundalıklarının yerine getirilmesi karşısında bir duyarsızlık yaratmaması koşuluyla, hem ilham verici hem de yardımcıdır.
83:8.8 (930.4) Evliliğin idealleri, yakın dönemlerde büyük gelişme gösterdi; bazı topluluklar arasında kadın, eşinin sahip olduklarına neredeyse eşit hakları memnuniyetle deneyimlemektedir. Kavramsal olarak, en azından, aile; cinsel sadakatle beraber doğumların yetiştirilmesi için sadık bir birliktelik haline gelmektedir. Ancak evliliğin bu yeni türünün bile, her kişilik ve bireyin ortak zorunluluğuymuş gibi düşünülen bir biçimde aşırı derecede uç boyutlara çekilmesine gerek yoktur. Evlilik sadece bir kişilik ülküsü değildir; evlilik, mevcut adetler uyarınca var olan ve faaliyet gösteren, tabular tarafından sınırlanan ve toplumun yasaları ve düzenlemeleri tarafından üzerinde yaptırım uygulanan bir biçimde bir erkek ve kadının evrimleşen toplumsal birlikteliğidir.
83:8.9 (930.5) Yirminci yüzyıl evlilikleri; geçmiş nesillerin sahip oldukları adetlerin geç kalmış evrimi sonucunda kendisine uzun bir süre boyunca verilmemiş haklar olarak kadın özgürlüklerinin çok çabuk artışı nedeniyle toplum düzeni üstüne çok ansızın binen yükün yarattığı sorunlar nedeniyle ev kurumu mevcut an içerisinde her ne kadar ciddi bir sınavdan geçse de, geçmiş çağlara kıyasla yüksek bir konumda bulunmaktadır.
83:8.10 (930.6) [Urantia üzerinde konumlanan bir Yüksek Melek Önderi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
84. Makale
84:0.1 (931.1) MADDESEL gereklilik evliliği kurmuş, cinsel açlık onu süslemiş, din ona izin vermiş ve yüceltmiş, devam onu talep edip düzenlemişken; sonraki dönemlerde evrimleşen aşk, ev olarak, medeniyetin en yararlı ve ulvi kurumunun atası ve yaratıcısı olarak evliliği gerekçelendirme ve onu yüksek derecede övmeye başlamaktadır. Ve ev inşası, tüm eğitim çabalarının merkezi ve özü olmalıdır.
84:0.2 (931.2) Çiftleşme tamamen, bireyin kendisini tatmininin değişen dereceleriyle beraber gerçekleşen bir bireysel çoğalım eylemidir; ev inşası olarak evlilik büyük bir ölçüde bireyin yaşamını kendi kendisine bir idame ediş durumu olup, toplumunun evrimi anlamına gelmektedir. Toplumun kendisi, aile birimlerinin bir araya gelmiş yapısıdır. Bireyler gezegensel etmenler olarak oldukça geçicidir — sadece aileler toplumsal evrimde devamlılığı olan birimlerdir. Aile, bir nesilden diğerine kültür ve bilgi nehrinin boyunca aktığı kanaldır.
84:0.3 (931.3) Ev temel olarak toplumsal bir kurumdur. Aile; bireyin kendisini tatmin ediş etkisinin büyük ölçüde yan etken olarak kaldığı biçimde, bireyin kendi yaşamını idame ettirişi ile işbirliği içindeki kendi çoğalımı birlikteliğinden doğmuştu. Yine de ev kurumu, insan mevcudiyetinin bu temel üç işlevinin hepsini de içine almaktadır; yaşamın devamlılığı evi temel insan kurumu yaparken, cinsel ilişki onu tüm diğer toplumsal etkinliklerden ayırmaktadır.
84:1.1 (931.4) Evlilik cinsel ilişkiler üzerine kurulmamıştı; onlar evliliğin yan etkenleriydiler. Evlilik; kadın, çocuk ve evin sorumluluklarıyla kendi özgürlüğünü kısıtlamadan cinsel arzusunu bağımsız bir biçimde tatmin eden ilkel insan tarafından ihtiyaç duyulmamaktaydı.
84:1.2 (931.5) Kadın, doğumuna karşı olan fiziksel ve duygusal bağımsızlığından dolayı, erkek ile işbirliğine ihtiyaç duymaktadır; ve bu durum onu, evliliğin barınak sağlayan korumasına itmektedir. Ancak, — bırakın onu içinde tutmaya neden olsun — hiçbir biyolojik dürtü kendi başına erkeği evliliğe sürüklememiştir. Evliliği erkek için cazibeli kılan aşk değildi; ancak ilk olarak yiyecek açlığı, kadını ve onun çocukları ile paylaşılan barınağı ilkel insan için çekici kılmıştı.
84:1.3 (931.6) Evlilik, cinsel ilişkilerin sonucundan doğan sorumlulukların bilinçli bir biçimde yerine getirilişi ile bile gelmemişti. İlkel insan, cinsel duyguların tatmini ile onun sonrasında gelen bir çocuğun doğumu arasında hiçbir bağ görmemekteydi. Bakir bir kadının hamile olabileceğine herkes tarafından inanılmaktaydı. İlkel insan öncül bir biçimde, bebeklerin ruhani yerleşkede yapıldığına dair inanışa sahipti; hamileliğin, evrimleşen bir hayalet olarak bir ruhaniyetin kadına girmesi sonucu gerçekleştiğine inanılmaktaydı. Hem yenilen şeylerin hem de nazarın da, bakir veya evlenmemiş bir kadının hamileliğine neden olabileceğine inanılmıştı; bunun karşısında yaşamın başlangıcı ile ilgili daha sonraki inanışlar nefes ve güneş ışığıyla ilişkilendirilmişti.
84:1.4 (932.1) Birçok öncül topluluklar, hayaletleri denizler ile ilişkilendirdi; bu nedenle bakir kadınlar, yıkanma faaliyetlerinde fazlasıyla kısıtlandırılmışlardı; genç kadınlar, cinsel ilişkiye girme karşısında denizin yükseldiği dönemlerde banyo yapmaktan çok daha fazla korku duymaktalardı. Sakat doğan veya vaktinden önce dünyaya gelen bebekler, dikkatsizce yapılan banyonun bir sonucu olarak veya kötü emelli ruhaniyet eylemi vasıtasıyla kadının bedenine bir şekilde girebilmiş genç hayvanlar olarak görülmekteydiler. İlkel insan toplulukları, tabii ki, bu türden bir doğumu dünyaya geldiği an boğmakta hiçbir sakınca görmedi.
84:1.5 (932.2) Aydınlanmada ilk adım, cinsel ilişkilerin hamile bırakan hayaletin kadın bedenine girmesinin yolunu açtığına dair inanışla geldi. İnsan bu dönemden itibaren; babasının ve annesinin, doğumu başlatan yaşam kalıtımının eşit katılımcıları olduğunu keşfetmiştir. Ancak yirminci yüzyılda bile birçok ebeveyn hala, insan yaşamının kökeni hususunda çocuklarını neredeyse bütüncül bir cehalet içerisinde tutmak için çaba göstermektedirler.
84:1.6 (932.3) Olağan türden bir aile, anne-çocuk ilişkisine zemin hazırlayacak çoğalım faaliyeti gerçekliğiyle teminat altına alınmıştı. Anne sevgisi içgüdüseldir; evliliğin doğduğu gibi adetlerden çıkmamıştır. Her memelinin anne sevgisi yerel evrenin emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerinin içkin kazanımı olup, yoğunluk ve bağlılık bakımından türlerin yardıma muhtaç bebeklik süresiyle her zaman doğru orantılıdır.
84:1.7 (932.4) Anne ve çocuk ilişkisi doğal, güçlü ve içgüdüseldir; ve bu nitelik, böylelikle, ilkel kadınları birçok tuhaf koşulları kabul etmeye ve anlatılmaz zorluklara dayanmaya itmiştir. Bu baskıcı anne sevgisi, erkek ile olan tüm mücadelelerinde kadınları her zaman devasa bir eşitsizlik konumuna düşüren sınırlayıcı duygudur. Böyle bir durumda bile insan türleri içindeki annesel içgüdü, her zaman üstün gelen bir duygu değildir; bu içgüdü geleceğe dair arzular, bencillik ve dinsel inanışlar tarafından engellenebilir.
84:1.8 (932.5) Her ne kadar anne-çocuk ilişkisi her ne kadar ne evlilik ne de ev kurumu olsa da, ikisinin de üzerinden filizlendiği çekirdek olmuştu. Çiftleşmenin evriminde büyük ilerleme, bu geçici birlikteliklerin sonuçsal olarak yarattığı doğumu yetiştirecek kadar uzun bir süre dayanmasıyla gelmişti; çünkü bu durum evi inşa eden gelişmeydi.
84:1.9 (932.6) Bu öncül çiftlerin karşıtlıklarına rağmen, bu birlikteliğin gevşekliğine rağmen, hayatta kalma şansı bu erkek-kadın birliktelikleriyle fazlasıyla artmıştı. İş birliğinde bulunan bir kadın ve erkek, aile ve çocuktan bir bağımsız olarak, iki erkek veya iki kadına kıyasla birçok açıdan çok daha fazla üstündür. Cinslerin bu şekilde çift hale gelişi yaşam mücadelesini geliştirmiş ve insan toplumunun ilk başlangıcını oluşturmuştur. Emeğin cinslere göre bölünüşü aynı zamanda rahatlığı sağlayıp, mutluluğu arttırmıştır.
84:2.1 (932.7) Kadının deneyimlediği dönemsel kan çıkışı ve onun doğumdaki ilave kan kaybı öncül bir biçimde, çocuğu dünyaya getirenin (ruhun kökeninin bile) kan olduğuna işaret etmiş olup, insan ilişkilerinin kan bağına dayanan kavramsallaşmasına kaynaklık etti. Öncül dönemlerde soyun tamamı, kesin olarak belirlenebilen kalıtımın tek unsuru olarak, kadın kuşağı içinde tanınmaktaydı.
84:2.2 (932.8) Anne ve çocuğun içgüdüsel kadın bağından türeyen ilkel aile, kaçınılmaz bir biçimde bir anne-ailesiydi; ve birçok kabile bu düzene uzun bir süre bağlı kalmıştı. Anne-ailesi, sürü içindeki topluluk ailesi düzeyinden çok eşli ve tekeşli baba-ailesinin daha sonraki ve gelişmiş ev yaşamına olan tek olası geçiş aşamasıydı. Anne-ailesi doğal ve biyolojikti; baba-ailesi toplumsal, ekonomik ve siyasaldı. Kuzey Amerikalı kızıl insanlar arasındaki anne-ailesinin mevcudiyeti, başka alanlarda ilerici olan Iroquois birlikteliğinin neden hiçbir zaman gerçek bir devlet olamamasının başlıca nedenlerinden bir tanesidir.
84:2.3 (933.1) Anne-ailesi adetleri uyarınca kadın eşin annesi, evde neredeyse en büyük yönetim gücünü memnuniyetle deneyimledi; kadın eşin erkek kardeşleri ve onların erkek çocukları bile kocaya kıyasla ailenin yüksek denetiminde daha etkinlerdi. Babaların isimleri sıklıkla gerçekleşen bir biçimde kendi çocuklarınınkilerle değiştirilirdi.
84:2.4 (933.2) Öncül ırklar, çocuğu tamamen anneden gelen bir biçimde görerek, babaya çok az değer vermişi. Onlar çocukların, beraberliklerinin bir sonucu olarak babaya benzediğine; veya annenin çocukları babaya benzer bir biçimde görünmeleri için “işaretlediğine” inanmaktaydılar. Daha sonra, anne-ailesinden baba-ailesine olan dönüşüm gerçekleştiğinde, baba çocuk için tüm övgüyü aldı; ve hamile bir kadın üzerindeki tüm tabular daha sonra onun erkek eşini içine alan bir biçimde genişledi. Müstakbel baba, doğumun yaklaştığı zaman çalışmaya son verdi; ve doğum döneminde, üç gün ile sekiz gün arasında istirahatta kalan bir biçimde karısıyla birlikte yatağa yattı. Kadın ertesi gün kalkıp, ağır işlere girişebilirdi; ancak baba, tebrikleri kabul etmek için yatakta kalmaya devam etti; bu uygulama bütüncül olarak, babanın çocuk üzerindeki hakkını oluşturmak için tasarlanan öncül adetlerin bir parçasıydı.
84:2.5 (933.3) İlk başta, erkeğin kadın eşinin topluluğuna gitmesi adetti; ancak daha sonraki dönemlerde, bir erkek gelin parasını verdiğinde veya bu maddi sorunu çözdüğünde kadın eşini ve çocuklarını kendi topluluğuna götürürdü. Anne-ailesinden baba-ailesine olan geçiş, eş kan bağından olanlar kabul edilirken kuzen evliliklerinin belirli türlerine dair manasız görünen nitelikteki diğer kısıtlamaları açıklamaktadır.
84:2.6 (933.4) Avcılık adetlerinin geçmesiyle birlikte, sürüleri gütme erkeklere ana yiyecek arzının denetimini verdiğinde, anne-ailesi hızlı bir sona yaklaştı. Bu aile yalın bir değişle, yeni baba-ailesi ile başarılı bir biçimde rekabet etmede başarısız oldu. Annenin erkek akrabalarında toplanan güç, baba olan erkek eşte toplanan ile yarışamadı. Kadın, çocuk yetiştirmeye ek olarak devamlı yönetim gücünü uygulama ve evdeki gücünü arttırmanın bileşik sorumluluklarının üstesinden gelebilecek bir konumda değildi. Yaklaşmakta olan kadın eş kaçırılışı ve daha sonraki kadın eş satın alımı, anne-ailesinin geçişini hızlandırdı.
84:2.7 (933.5) Anne-ailesinden baba-ailesine olan olağanüstü derecedeki etkileyici değişim, insan ırkı tarafından şimdiye kadar uygulanmış en keskin ve bütüncül geri dönüşlerden bir tanesidir. Bu değişiklik doğrudan bir biçimde daha büyük toplumsal etkiye ve artan aile değişimine sebebiyet vermiştir.
84:3.1 (933.6) Anneliğin içgüdüsü kadını evliliğe itmiş olabilir; ancak, adetlerin etkisiyle birlikte, erkeğin üstün kuvveti onu neredeyse aile bağları içinde kalmaya mecbur bırakmıştı. Kırsal yaşam, aile yaşamının ata-erkil türü olarak adetlerin yeni bir sisteminin yaratılmasına meyil vermişti; buna ek olarak, sürü sahipliği ve tarım adetleri altında aile birlikteliğinin temeli, babanın sorgulanamaz, keyfi yönetim gücüydü. İster ülkesel veya ailesel olsun toplumun tümü, bir ata-erkil düzenin dikta yönetimi aşamasından geçmişti.
84:3.2 (934.1) Eski Ahit dönemi boyunca kadın türüne gösterilen yetersiz nezaket, sürü sahiplerinin adetlerinin gerçek bir yansımasıdır. Musevi aile reislerinin hepsi, “Hâkim benim Çobanımdır” ifadesinde gözlendiği gibi sürü sahipleriydi.
84:3.3 (934.2) Ancak erkek, bu geçmiş dönemler boyunca kadına gösterdiği az değer için ondan daha fazla suçlanacak bir konumda değildi. O, acil bir durumda faaliyet gösterememesi nedeniyle ilkçağ dönemleri boyunca toplumsal tanınmayı elde etmede başarısız oldu; kadın, olağanüstü bir durumun veya krizin kahramanı değildi. Annelik, varoluş mücadelesi içinde ayrı bir engeldi; anne sevgisi, kabilesel savunmada kadınları sınırlı bir konumda bıraktı.
84:3.4 (934.3) İlkel kadınlar aynı zamanda, erkeğin kavgacılığına ve gürbüzlüğüne dair beğeni ve takdirleri tarafından kendilerini erkeklere bağımlı kıldılar. Kahramanlığın bu yüceltilişi erkek benliğini yükseltirken, kadınınkini alçaltıp onu daha bağımlı bir konuma getirdi; bir askeri üniforma, hala kadınlık duygularını harekete geçirmektedir.
84:3.5 (934.4) Daha gelişmiş ırklar arasında kadınlar, erkekler kadar kalıplı ve onlar kadar kuvvetli değillerdir. Daha güçsüz olarak kadın böylelikle daha sezinçli hale geldi; öncül bir biçimde cinsel cazibelerinden faydalanmayı öğrendiler. Her ne kadar birazcık daha az derin olsa da, erkekten daha dikkatli ve daha muhafazakâr hale geldi. Erkek, savaş meydanında ve avcılıkta kadının üstüydü; ancak evde kadın çoğunlukla, erkeklerin en ilkel olanlarının bile nasıl üstesinden geleceğini bildi.
84:3.6 (934.5) Sürü sahibi birey sürülerine yaşamının devamlılığı için baktı; ancak bu kırsal çağlar boyunca kadın hala bitkisel yiyeceği sağlamak zorundaydı. İlkel insan topraktan kaçınmıştı; toprak onun için haddinden fazla huzurlu, olması gerektiğinden fazla maceradan yoksundu. Orada kadınların bitkileri daha iyi yetiştirebildiklerine dair eski bir hurafede bulunmaktaydı. Bugünün birçok geri kabilesi içinde erkekler et, kadınlar sebze pişirmektedir; ve Avustralya’nın ilkel kabileleri yaşamlarını idame ettirirlerken kadınlar hiçbir zaman avcılık oyunlarına katılmaz, erkekler ise bir kök toplamak için eğilmezler.
84:3.7 (934.6) Kadın her zaman çalışmak zorundaydı; en azından çağdaş dönemlere kadar kadın her zaman gerçek bir üretken olmuştur. Erkek çoğunlukla kolay yolu tercih etmiştir; ve bu eşitsizlik, insan ırkının bütüncül tarihi boyunca varlığını sürdürmüştür. Kadın her zaman; aile mülkiyetini taşıyan ve çocuklara bakan bir biçimde zorluklara göğüs geren olmuş, böylelikle erkeğin ellerini savaşmak ve avcılıkta bulunmak için serbest bırakmıştır.
84:3.8 (934.7) Kadının ilk bağımsızlığı, o döneme kadar kadın işi olarak görülen şeyi yapmayı kabul eden bir biçimde, erkeğin toprağı işlemeye razı oluşuyla geldi; erkek esirlerin öldürülmeyip tarımla uğraşanlar olarak köleleştirilmeleri büyük bir ileri adımdı. Bu uygulama, evi idare etmesine ve çocukların yetiştirilmesine daha fazla zaman ayırabildiği bir biçimde kadının özgürlüğünü getirdi.
84:3.9 (934.8) Gençlere sütün verilmesi, bebeklerin öncül bir biçimde sütten kesilebilmelerine neden olup, bunun sonucunda anneler tarafından daha fazla çocuğun bakılması onların zaman zaman geçici olarak deneyimlediği çocuksuzluk dönemlerinden kurtulmalarına zemin hazırlamıştı; bunun yanı sıra koyun ve keçi sütünün kullanılması, bebek ölümlerini fazlasıyla azalttı. Toplumun sürü aşamasından önce anneler, dört ve beş yaşına kadar bebeklerini emzirmektelerdi.
84:3.10 (934.9) İlkel savaşların fazlasıyla azalması ile birlikte, cinse dayalı iş bölümü arasındaki uçurum azaldı. Ancak kadınlar hala zorlu görevleri gerçekleştirirken, erkekler ise gözcülük yapmaktaydılar. Hiçbir konak yeri veya köy, gündüz veya gece nöbetçisiz bırakılmamaktaydı; ancak bu görev bile, köpeklerin evcilleştirilmesiyle hafifleştirilmişti. Çoğunlukla tarımın gelişi, kadının saygınlığını ve toplumsal düzeyini arttırdı; en azından bu durum, erkeğin ziraatçılığa dönüş zamanına kadar doğruluk göstermekteydi. Ve erkekler kendilerini toprağın ekimi ile tanımlar tanımlamaz, ilerleyen nesillere kadar gelişen bir biçimde tarım yöntemleri içinde doğrudan bir biçimde gerçekleşen büyük gelişme teminat altına alındı. Erkek; avcılık ve savaşta örgütlenmenin değerini öğrenmiş bir halde bulunup, bu yöntemleri üretime getirip, daha sonra, kadının çok belirli olmayan yöntemlerini fazlasıyla geliştirerek onun işinin büyük bir kısmını almıştır.
84:4.1 (935.1) Genel olarak herhangi bir çağda kadının değeri, bir toplumsal kurum olarak evliliğin evrimsel ilerleyişinin adil bir göstergesiyken; evliliğin ilerleyişinin kendisi, insan medeniyetinin ilerlemelerine ışık tutan kabul edilebilir derecede doğru ibredir.
84:4.2 (935.2) Kadının düzeyi her zaman toplumsal bir çelişkidir; o her zaman erkeklerin zeki yöneticisidir; o her zaman, erkeklerin daha güçlü olan cinsel uyarımını kendi çıkarları ve gelişimi için kullanmıştır. Zeki bir biçimde cinsel cazibelerinden faydalanarak o sıklıkla, en alçak kölelikte bile erkek tarafından tutulurken, erkek üzerinde baskın bir gücü uygulamaya yetkin olmuştur.
84:4.3 (935.3) Öncül kadın erkek için bir arkadaş, yar, sevgili ve eş değildi; bunun yerine o bir mülkiyet eşyası, bir hizmetçi veya köle daha sonra ise ekonomik bir eş, eğlence ve çocukları dünyaya getirendi; Yine de münasip ve tatmin edici cinsel ilişkiler her zaman, kadınların tercihine ve işbirliğine bağlı olmuştur; ve bu durum ussal kadınlara her zaman, bir cinsiyet olarak toplumsal düzeylerinden bağımsız olarak, doğrudan ve kişisel düzeyleri üzerinde ciddi bir etkide bulunma gücü vermiştir. Ancak erkeklerin güvensizliği ve şüphesi; kadınların en başından beri, esaretlerini hafifletmek amacıyla kurnazlığa başvurmak zorunda kalışları gerçeğiyle dindirilememişti.
84:4.4 (935.4) Cinsiyetler, birbirlerini anlamada büyük zorluk çekmektedirler. Erkek; şüpheyle ve nefretle değilse bile, cahilce duyulan güvensizliğin ve korkulan büyülenmenin tuhaf bir karışımıyla onları görerek kadını anlamada zorlandı. Birçok kabilesel ve ırksal tarihi anlatımlar sorunu Havva’ya, Pandora’ya ve bazı diğer kadın türünün temsilcisine dayandırmaktaydı. Bu anlatımlar her zaman, kadının erkek üzerine kötülüğü getirdiği şeklinde göstermek için çarptırılmıştı; ve bunların hepsi, bir zamanlar var olmuş evrensel bir biçimde kadınlara karşı duyulan güvensizliğe işaret etmektedir. Yaşam boyu bekâr kalan bir din adamlığını desteklemek için bahsi geçen nedenler arasında onların en başında gelen sav, kadının bayalığıydı. Büyücü olarak addedilen bireylerin çoğunun kadın olması gerçeği, bu cinsin eski dönemden gelen itibarını arttırmamıştı.
84:4.5 (935.5) Erkekler uzun bir süreden beri kadınları tuhaf, hatta olağanın dışındaki varlıklar olarak görmektedir. Onlar, kadınların ruhlara bile sahip olmadıklarına inanmışlardı; böylelikle kadınlara isim verilmesine karşı koymuşlardı. Öncül dönemlerde, bir kadın ile gerçekleştirecek ilk cinsel ilişkiden büyük bir korku bulunmaktaydı; bu nedenle, bir bakire ile bir din adamının öncül cinsel ilişkisi adet haline gelmişti. Bir kadının gölgesinin bile tehlikeli olduğu düşünülmekteydi.
84:4.6 (935.6) Çocuk doğurma bir dönem çoğunlukla, bir kadını tehlikeli kılan ve temizlikten uzaklaştırılan şey olarak görülmekteydi. Ve birçok kabile âdeti; bir annenin, bir çocuğun doğumundan sonra geniş arınma törenlerinden geçmek zorunda olduğuna emretmişti. Erkek eşin yatma sürecine katıldıkları topluluklar dışında, anne olması beklenen birey yalnız bırakılarak ondan uzak durulurdu. Eski topluluklar, bir çocuğun evde doğumundan bile kaçınmışlardı. Nihayeten, kıdemli kadınların doğum sırasında anneye katılmalarına izin verilmişti; ve bu uygulama, ebelik mesleğinin doğumuna kaynaklık etmişti. Doğum sırasında, bir doğumu kolaylaştırma çabası içinde sayısız budalaca şey söylenir ve yapılırdı. Hayaletin müdahalesini engellemek için yeni doğan bebeğe kutsal su serpiştirmek adetti.
84:4.7 (935.7) Saf kabileler arasında doğum, yalnızca iki veya üç saat süren bir biçimde göreceli olarak kolaydı; melez ırklar arasında nadiren bu kadar kolaydı. Eğer bir kadın, özellikle ikizlerin doğumu sırasında olmak üzere, doğum anında yaşamını yitirirse ruhaniyet zinasından suçlu olduğuna inanılırdı. Daha sonra daha yüksek düzeydeki kabileler doğum anındaki ölüme cennetin iradesi gözüyle baktılar; bu tür anneler, soylu bir amaç uğrunda yaşamlarını yitirmiş olarak değerlendirilirlerdi.
84:4.8 (936.1) Giyim ve bireyin bedenini gösterişine dair tanımladığınız kadınların iffeti, bir adet döneminde görülmekten duydukları ölümcül korkudan doğmuştu. Bu şekilde görülmek, tabunun ihlal edilişi olarak oldukça ciddi bir günahtı. Eski dönemlerin adetleri uyarınca ergenliğinden hamilelik dönemine kadar her kadın, her ay bir tam hafta boyunca bütüncül aile ve toplum tecridine tabiiydi. Onun dokunduğu, oturduğu veya üzerine uzandığı her şey “kirletilmişti.” Bir genç kızı, bedeninden kötü ruhaniyeti uzaklaştırma çabası içinde her aylık dönemden sonra vahşice dövmek uzun bir süre adetti. Ancak bir kadın hamilelik yaşını geçtiği zaman kendisine çoğunlukla, daha fazla hak ve ayrıcalık tanınan bir biçimde daha nazik davranılırdı. Bütün bunların ışığı altında kadınlara küçük gözle bakılması tuhaf değildir. Yunanlılar bile adet halindeki kadını kirlenmenin üç büyük nedeninden biri olarak gördü; diğer ikisi domuz ve sarımsaktı.
84:4.9 (936.2) Bu eski dönem görüşleri ne kadar aptalca olursa olsun; haddinden fazla çalışan kadınlara, en azından gençken, her ayda bir hafta memnuniyet verici rahatlama ve yararlı düşünce süreci vermesi bakımından birtakım iyi sonuçlara neden olmuştu. Bu süreçte böylece onlar, zamanın geri kalan kısmında erkek birliktelikleriyle nasıl başa çıkmaları gerektiği üstüne düşünebilmektelerdi. Kadınların bu tecridi aynı zamanda erkekleri haddinden fazla bir biçimde cinsel ilişkiye düşmekten korumuş, böylece nüfusun sınırlandırılışına ve öz-denetiminin gelişimine dolaylı bir biçimde katkıda bulunmuştu.
84:4.10 (936.3) Bir erkeğin kadın eşini istediği zaman öldürmesi hakkı kaldırıldığında büyük bir ilerleme gerçekleşmişti. Benzer bir biçimde, bir kadının düğün hediyelerine sahip olabilmesi ileri bir adımdı. Daha sonra kadın, özel mülkiyete sahip olma, onu denetleme ve hatta onu satma hakkı kazanmıştı; ancak o uzun bir süre boyunca, din veya devlet kademelerinde herhangi bir görevde bulunma hakkından mahrum bırakılmıştı. İsa’dan sonra yirminci yüzyıla kadar ve bu yüzyıl içinde kadına her zaman az veya çok bir mülkiyet olarak davranılmıştı. Kadın, erkeğin denetim tecridinden dünya genelinde yaygın bir özgürlüğü henüz elde edememiştir. Gelişmiş topluluklar arasında bile insanın kadını korumaya çabası bile her zaman, kendi üstünlüğünün üstü kapalı bir biçimde hatırlatıcısı olmuştur.
84:4.11 (936.4) Ancak ilkel kadınlar, yakın zamanda özgürleştirilmiş kız kardeşlerinin alışkanlık haline getirdiği bir biçimde kendilerine acımamışlardı. Onlar, sonuç olarak, oldukça mutlu ve hallerinden memnunlardı; onlar, daha iyi ve farklı bir yaşam üzerinde düşünmeye cesaret etmemişlerdi.
84:5.1 (936.5) Bireyin kendi devamlılığını sağlamasında kadın erkeğin eşitidir; ancak bireyin kendi yaşamını idame ettirişindeki birliktelik içerisinde kadın, kendisini geri konuma iten belirli bir eşitsizlik içerisinde emek vermektedir; ve zorunlu anneliğin bu sınırlılığı yalnızca, gelişen medeniyetin aydınlanmış adetleriyle ve erkeğin sonradan kazanmış olduğu hakkaniyet niteliğinin artan algısıyla telafi edilebilir.
84:5.2 (936.6) Toplum evirildikçe kadınlar arasındaki cins ölçütleri yükselmişti, çünkü onlar cins adetlerinin ihlal edilişinden daha çok zarar görmüşlerdi. Erkeklerin cins ölçütleri, medeniyetin talep ettiği hakkaniyetin ortak duyuşunun bir sonucu olarak sadece yavaş bir biçimde gelişme göstermektedir. Doğa hakkaniyete dair hiçbir şey bilmemektedir — doğum sancılarını sadece kadınlara çektirmektedir.
84:5.3 (936.7) Cinsel eşitliğe dair çağdaş düşünce, güzel ve gelişen bir medeniyete layıktır; ancak bu düşünce doğa içinde bulunamaz. Güçlü olanın haklı olduğu zamanlarda erkek kadın üzerinde hâkimiyet kurmaktadır; daha fazla adalet, barış ve hakkaniyet egemen olduğunda kadın, kademeli bir biçimde kölelik ve belirsizlik düzeyinden kurtulmaktadır. Kadının toplumsal düzeyi çoğunlukla, herhangi bir milletteki veya çağdaki askeri zihniyet ölçüsüne zıt bir biçimde çeşitlilik göstermiştir.
84:5.4 (937.1) Ancak erkek ne bilinçli bir biçimde ne de hesaplı olarak kadının haklarını gasp etmiş, sonrasında onları kendilerine istemeye istemeye geri vermiştir; bütün bunların hepsi, toplumsal evrimin bilinçsiz ve tasarlanmamış bir sürecidir. İlave haklara memnuniyetle sahip olma zamanı kadınlar için geldiğinde, onlar bunları elde ettiler; ve bunların hepsi erkeğin bilinçli tutumu olmadan gerçekleşti. Yavaş ama kesin bir biçimde adetler, medeniyetin devamlı evriminin bir sonucu olan bu toplum uyumunu sağlayacak bir biçimde değişme göstermektedir. Gelişen adetler yavaş bir biçimde, kadınlara artan bir biçimde iyi davranılmasını sağlamıştı; onlara kabalığı sürdüren kabileler varlıklarını sürdürememişlerdi.
84:5.5 (937.2) Âdem ve Nod toplulukları, kadınlara artan bir tanınma verdiler; ve göç eden And unsurlarına karışan bu topluluklar zaman içerisinde, toplum içinde kadınların yerine dair Cennet Bahçesi öğretilerinden etkilenme eğilimi göstermişlerdir.
84:5.6 (937.3) Öncül Çin ve Yunan toplulukları kadınlara çevre toplulukların çoğundan daha iyi davranmıştı. Ancak Museviler, aşırı bir biçimde onlara güvensizlik duymaktalardı. Batıda kadın; her ne kadar Hıristiyanlık erkekler üzerine daha sıkı cinsel yükümlülükler getiren adetleri geliştirse de, Hıristiyanlık ile bütünleşmiş hale gelen Pavlik savlar altında zor bir engele sahip olmuşlardı. Kadının durumu Muhammedizm içinde kendisine verilen tuhaf alt düzey altında biraz ümitsiz bir konumda olup, kendisi diğer birkaç Doğu dinin öğretilerinin etkisi altında daha bile kötü koşullarda yaşamını sürdürmektedir.
84:5.7 (937.4) Din değil bilim gerçek anlamıyla kadınları özgürleştirmişti; bilim, ev sınırlarından onu büyük ölçüde özgürleştiren çağdaş fabrikaydı. Erkeğin fiziksel yetileri, makinelerin yeni idaresinde artık hayati bir etken değildi; bilim böylelikle, erkek gücünün kadın gücüne artık üstün olmamasını sağlayan bir biçimde yaşam koşullarını değiştirmiştir.
84:5.8 (937.5) Bu değişiklikler; kadının ev içindeki köleliğinden özgürleşmesine doğru meyil etmekte olup, erkeğinkine neredeyse eşit seviyede bir kişisel özgürlük ve cinsel tercihi artık memnuniyetle deneyimleyebildiği türden bir değişikliği onun toplum düzeyine getirmiştir. Bir zamanlar bir kadının değeri onun yiyecek üretme yetisinden meydana gelmekteydi; ancak icat ve refah — erdem ve cazibenin alanları olarak — içinde faaliyet gösterebileceği yeni bir dünya yaratmasında onu yetkin kıldı. Böylelikle üretim, kadının toplumsal ve ekonomik özgürleşmesi için verdiği bilinçsiz ve tasarlanmamış kavgasından galibiyetle ayrıldı. Ve tekrar evrim, açığa çıkarışların bile yerine getirmede başarısız olduğu bir şeyi yapmada başarılı oldu.
84:5.9 (937.6) Toplum içinde kadının konumunu belirleyen adil olmayan adetlerden gelen aydınlanmış toplulukların tepkisi gerçekten de aşırı uçlarında bir sarkaç görünümüne sahip olmuştur. Endüstriyelleşmiş ırklar arasında kadın neredeyse her hakka sahip ve askerlik gibi birçok zorunluluktan muaftır. Yaşam mücadelesi içinde elde edilen her kolaylık kadının özgürleşmesine fazlasıyla katkıda bulunmuştur; ve o doğrudan bir biçimde, tekeşliliğe doğru gerçekleştirilen her ilemeden doğrudan bir biçimde yarar sağlamıştır. Toplumun ilerleyici evrimi içerisinde adetlerin her uyumlu hale getirilişinde, zayıf olanlar her zaman ters orantılı kazançlar elde etmektedirler.
84:5.10 (937.7) Çift evliliğinin nihai emelleri içinde kadın en sonunda tanınmayı, saygınlığı, bağımsızlığı, eşitliği ve eğitimi kazanmıştır; ancak o, bu yeni ve emsalsiz kazanıma layık olduğunu ispatlayacak mı? Çağdaş kadın toplumsal özgürlüğün bu büyük kazanımına tembellik, umursamazlık, çocuksuzluk ve sadakatsiz ile mi cevap verecek? Bugün, yirminci yüzyılda, kadın; uzun mevcudiyetinin hayati sınavını vermektedir.
84:5.11 (938.1) Kadın ırk yetiştiriliminde erkeğin eşit eşidir; böylelikle ırksal evrimin gerçekleşmesinde erkek kadar öneme sahiptir; bu nedenle evrim artan bir biçimde, kadın haklarının gerçekleştirilmesine doğru meyil etmiştir. Ancak kadının hakları hiçbir biçimde erkeğin hakları değildir. Tıpkı erkek kadınların haklarıyla refah düzeyini yükseltemezse, kadın erkeğin hakları altında gelişmesini sağlayamaz.
84:5.12 (938.2) Her cinsiyet, içinde kendisine özel haklar ile birlikte kendisine özgü ayrışmış yaşam alanına sahiptir. Eğer kadın gerçekten erkeğin sahip olduğu hakların tümünden memnuniyet duyuyorsa; ileride, er veya geç sonunda, birçok kadının şimdilerde memnuniyetle sahip olduğu ve oldukça yakın bir geçmişte erkeklerden kazandığı mertlik ve özel itibarın yerini acımasız ve duygusuz mücadele kesin bir biçimde alacaktır.
84:5.13 (938.3) Medeniyet hiçbir zaman, cinsler arasında mevcut olan davranış uçurumunu hiçbir zaman ortadan kaldıramaz. Çağdan çağa, adetler değişmektedir; ancak içgüdü her zaman aynı kalmaktadır. İçkin anne sevgisi, özgürleşmiş kadının üretimde erkeğin ciddi rakibi olmasına hiçbir zaman izin vermeyecektir. Sonsuza kadar her cins, biyolojik farklılıkları ve düşünsel yetkinliklerinin benzersizlikleriyle belirlenmiş olan kendisine ait nüfuz alanında üstün olmaya devam edecektir.
84:5.14 (938.4) Her cins, her ne kadar ileride sürekli yaşanacak bir biçimde arada sırada çakışma gösterse de, her zaman kendisine ait özel bir alana sahip olmaya devam edecektir. Sadece toplumsal olarak erkek ve kadın eşit şartlar altında rekabet edecektir.
84:6.1 (938.5) Çoğalım uyarımı kesin ve sürekli bir biçimde, bireyin kendi devamlılığı için erkekler ve kadınları bir araya getirmektedir; ancak tek başına, — bir evin inşası olarak — ortak bir işbirliği içerisinde birlikte kalmaya devam etmelerini garanti altına almamaktadır.
84:6.2 (938.6) Her başarılı insan kurumu, ahenkli işlevsel çalışmaya uyarlanmış kişisel çıkarların zıtlıklarından meydana gelmektedir; ve ev işlerinin idaresi bu anlamda bir istisna değildir. Ev inşasının temeli olan evlilik, oldukça sık bir biçimde doğa ve toplum arasındaki karşıtlığı simgeleyen bu zıtsal işbirliğinin en yüksek dışavurumudur. Çatışma kaçınılmazdır. Çiftleşme içkindir; o doğaldır. Ancak evlilik biyolojik değildir; o toplumsal bir olgudur. Arzu insan ve kadının bir araya gelmesini teminat altına alacaktır; ancak daha zayıf düzeyde bulunan ebeveyn içgüdüsü ve toplumsal adetler onları bir arada tutacaktır.
84:6.3 (938.7) Erkek ve kadın, genel olarak değerlendirildiğinde, yakın ve içten birliktelik içerisinde yaşayan aynı türün iki farklı çeşididir. Onların bakış açıları ve bütüncül yaşam tepkileri temel olarak farklıdır; onlar, birbirlerini bütüncül ve gerçek anlamıyla kavrama yetisinden tamamiyle yoksundurlar. Cinsler arasındaki bütüncül anlayış erişilemezdir.
84:6.4 (938.8) Kadın, erkeklerden daha fazla içgüdüye sahip olan görünüme sahiplerdir; ancak onlar aynı zamanda, bir ölçüde daha az mantıksal olarak görülmektedirler. Kadın, buna rağmen, her zaman; ahlaki değerlerin öncüsü ve insan türünün ruhani önderi olmuştur. Beşiği sallayan kudretli el hala bireyleri nihai son ile bütünleştirmektedir.
84:6.5 (938.9) Erkekler ve kadınlar arasındaki doğa, tepki, bakış açısı ve düşüncedeki farklılıklar, endişe yaratması söyle dursun, hem bireysel hem de bütünlüksel biçimde insan türü için çok faydalı olarak değerlendirilmelidir. Evren yaratılmışlarının birçok düzeyi, kişilik dışavurumunun çifte fazları içinde yaratılmışlardır. Faniler, Maddi Evlatlar ve yarı-evlat-unsurları arasında bu farklılık erkek ve kadın olarak tanımlanmaktadır; yüksek melekler, çocuksu melekler ve Morontia Refakatçileri arasında, artı veya girişken ve eksi veya çekingen olarak adlandırılmaktadır. Bu türden çifte birliktelikler, hatta Cennet-Havona sistemi içindeki belirli üç katmanlı birlikteliklerde olduğu gibi, çok yönlülüğü fazlasıyla arttırmakta ve içkin sınırlılıkların üstesinden gelmektedir.
84:6.6 (939.1) Erkek ve kadınlar, fani süreçlerine ek olarak morontiyal ve ruhsal yaşamlarında birbirlerine ihtiyaç duymaktadır. Erkek ve kadın arasında var olan bakış açılarındaki farklılık, ilk yaşamın da ötesinde yerel ve üstün evren yükselimleri boyunca varlığını devam ettirmektedir. Ve Havona’da bile, bir zamanlar erkek ve kadın haldeki kutsal yolcular hala Cennet yükselişinde birbirlerine yardım edeceklerdir. Kesinlik Birlikleri’nde bile yaratım başkalaşımı hiçbir zaman, insanların erkek ve kadın olarak adlandırdıkları kişilik eğilimlerini ortadan kaldırmayacaktır; insan türünün bu iki temel çeşitliliği her zaman birbirlerini olumlu yönde etkilemeye, harekete geçirmeye, desteklemeye ve birbirlerine yardım etmeye devam edecektir; her zaman onlar, karmaşık evren sorunlarının çözümünde ve çok katmanlı kâinat zorluklarının aşılmasında karşılıklı bir biçimde işbirliğine bağlı halde bulunacaklardır.
84:6.7 (939.2) Her ne kadar cinsler birbirlerini bütünüyle anlamayı hayal dahi edemeseler de, onlar etkin bir biçimde birbirlerinin tamamlayıcılarıdır; ve her ne kadar işbirliği, sıklıkla, kişisel bir düzeyde az veya çok muhalif olsa da idare edilişe ve toplumun çoğalımına yetkindir. Evlilik, ırkların farklılıklarını bir araya getirmek için tasarlanmış bir kurum iken, diğer bir yandan da medeniyetin devamlılığını gerçekleştirmekte ve ırkın çoğalımını teminat altına almaktadır.
84:6.8 (939.3) Evlilik, tüm insan kurumlarının anasıdır; çünkü o doğrudan bir biçimde, toplum yapısının temeli olan ev inşası ve idaresine yol açmaktadır. Aile hayati derecede, bireyin kendisini idame ettirme düzenine bağlıdır; çünkü o medeniyetin adetleri uyarınca ırkın devamlılığı için tek ümit kaynağı iken, aynı zamanda, birey tatmininin fazlasıyla memnuniyet verici belli başlı türlerini en etkin bir biçimde sağlamaktadır. Aile; erkek ve kadın eşin toplumsal ilişkilerine ek olarak onların biyolojik ilişkilerinin evrimini bir araya getiren bir biçimde, insanın kendi başına elde ettiği en büyük kazanımıdır.
84:7.1 (939.4) Cinsel çiftleşme içgüdüsel, çocuklar doğal sonuçtur; ve aile böylelikle kendiliğinden var olmaktadır. Aileler ırkın veya milletin meydana getirirken, aynı şey onların yarattığı toplumu için de geçerlidir. Eğer aileler iyi olursa, toplum benzer bir biçimde iyi olacaktır. Musevi ve Çin topluluklarının sahip olduğu büyük kültürel istikrar, onların aile topluluklarındaki güce dayanmaktadır.
84:7.2 (939.5) Kadının çocukları için sevme ve onlara bakma içgüdüsü, evliliğin ve ilkel aile yaşamının desteklenmesinde onu ilgili bir taraf haline getiren bir biçimde zorladı. Erkek evin inşasına yalnızca, daha sonraki adetler ve toplumsal kabuller tarafından itilmişti; evliliğin ve evin istikrara kavuşturulmasında ilgi duymada yavaş kalmıştı, çünkü cinsel ilişki eylemi biyolojik bakımdan onun yaşamında hiçbir sonuç doğurmamaktadır.
84:7.3 (939.6) Cinsel birliktelik doğaldır; ancak evlilik toplumsal olup, her zaman adetler tarafından düzenlenmektedir. Özel mülkiyet, gurur ve mertlik ile birlikte adetler (dini, ahlaki ve etik kurallar olarak), evlilik ve aile kurumlarını istikrarlaştırmıştır. Ne zaman adetler dalgalanma gösterirse, ev-evlilik kurumunun istikrarında dalgalanma gerçekleşmektedir. Evlilik mevcut an içerisinde özel mülkiyet aşamasından kişisel döneme geçmektedir. Eskiden erkek mülkiyeti olduğu için kadını korumuştu, ve o aynı sebepten kadın erkeğe itaat etmişti. Yararlarından bağımsız bir biçimde bu düzen istikrarı sağlamıştı. Şimdi kadın artık bir mülkiyet olarak görülmemekte, ve evlilik-ev kurumunu istikrarlı hale getirmek için tasarlanan yeni adetler ortaya çıkmaktadır:
84:7.4 (939.7) 1. Dinin yeni rolü — çoğalım ayrıcalığına dair genişlemiş anlayış biçiminde, kâinatsal vatandaşları yaratma düşüncesi olarak, ebeveynsel deneyimin hayati oluşuna dair öğreti — Yaratıcı’ya evlatlar verme.
84:7.5 (940.1) 2. Bilimin yeni rolü — insanın denetimine bağlı bir biçimde çoğalımın giderek daha fazla bir biçimde gönüllü hale gelişi. Eskiçağ dönemlerinde anlayış yoksunluğu, bu yönde arzunun bütüncül yoksunluğunda çocukların ortaya çıkışını teminat altına aldı.
84:7.6 (940.2) 3. Haz cazibelerinin yeni işlevi — bu ırksal varoluşta yeni bir etkiyi sunmaktadır; eskiçağ insanı istenmeyen çocukları terk etmekteydi; çağdaş insanlar ise onları tanışmayı reddetmektedirler.
84:7.7 (940.3) 4. Ebeveynsel içgüdünün gelişimi — her nesil şimdi, bir sonraki neslin müstakbel ebeveynleri olarak çocukların doğumunu etkin bir biçimde teminat altına alamayacak kadar güçsüz ebeveynsel içgüdüsü olan bireyleri ırkın üretmek akımından devre dışı bırakma eğilimi göstermektedirler.
84:7.8 (940.4) Ancak bir kurum olarak ev, bir erkek ve kadının bir birlikteliği olarak, daha kesin bir değişle; çok uzun bir süre önce tek başlarına bırakılmış Andon ve onun doğrudan soylarının tekeşli uygulamalarının gerçekleştiği dönem olan yaklaşık yarım milyon yıl öncesinin Dalamatia zamanına kadar uzanmaktadır. Aile yaşamı, buna rağmen, Nod ve daha sonraki Âdem unsurları döneminin öncesinde fazlasıyla takdir edilecek bir konumda değildi. Âdem ve Havva, insan türünün tümü üzerinde devamlılığı olan bir etki bıraktı; dünya tarihi içerisinde ilk defa, erkek ve kadınlar Cennet Bahçesi içerisinde yan yana yürürken görüldüler. Bahçe üyeleri olarak bütüncül aile biçimindeki Cennet Bahçesi ideali, Urantia üzerinde yeni bir düşünceydi.
84:7.9 (940.5) Öncül aile, köleleri de içine alan bir biçimde her bireyin tek çatı altında yaşadığı, birbirlerine bağlı bir çalışma topluluğundan oluştu. Evlilik ve aile yaşamı her zaman özdeş değildir; ancak ister istemez birbirleriyle yakından ilişki içerisindedir. Kadın her zaman bireysel aileyi istemişti, ve sonunda istediğini elde etti.
84:7.10 (940.6) Dünyaya getirilen bireye duyulan sevgi neredeyse evrensel olup, ayrı bir var oluş değerine sahiptir. Eski çağ toplulukları her zaman, çocuğunun refahı için annenin rahatından feragat etmişlerdi; bir Eskimo annesi hala bile, çocuğunu yıkamak yerine hala diliyle temizlemektedir. Ancak ilkel anneler yalnızca çok gençken çocuklarını besleyip, onlara ilgi göstermişlerdi. Devamlılığı olan ve sürekli insan birliktelikleri hiçbir zaman tek başına biyolojik sevgi üzerine kurulmamıştır. Hayvanlar çocuklarını sevmektedir; insan — medenileşmiş insan — çocuklarının çocuklarını sevmektedir. Medeniyet daha yüksek düzeyde oldukça, ebeveynlerin çocukların gelişimi ve başarısında duyduğu sevinç artmaktadır; böylelikle isimden duyulan gururun yeni ve daha yüksek düzeydeki gerçekleşimi açığa çıkmaktadır.
84:7.11 (940.7) Eski çağ toplulukları arasındaki büyük ailelerin illa da sevgi üzerine kuruluş olmasına dair bir zorunluluk bulunmamaktaydı. Birçok çocuk şu nedenlerle istenmişti:
84:7.12 (940.8) 1. İşçiler olarak değerliydiler.
84:7.13 (940.9) 2. Eski-çağ sigortalarıydılar.
84:7.14 (940.10) 3. Kız çocuklar üzerinden para elde edilebilmekteydi.
84:7.15 (940.11) 4. Aile gururu, ismin yayılmasını gerektirmekteydi.
84:7.16 (940.12) 5. Çocuklar koruma ve savunma sağlamaktaydı.
84:7.17 (940.13) 6. Hayalet korkusu, tek başına kalmaya dair derin bir korku yarattı.
84:7.18 (940.14) 7. Belirli dinler doğumu zorunlu kıldı.
84:7.19 (940.15) Eski din adamları erkek evlatlara sahip olmadaki başarısızlığı, tüm zamanlar ve ebediyetin tümü içindeki en büyük felaket olarak gördüler. Onlar, hayaletin ruhaniyet-yerleşkeye olan ilerleyişi için gerekli kurbanlıkları veren bir biçimde ölüm sonrasındaki şöleni yönetmesi için her şeyden çok fazla bir şekilde erkek evlatlara sahip olmak istediler.
84:7.20 (941.1) İlkçağ ilkel insanları içinde çocukların disiplini çok erken bir yaşta başladı; ve çocuk öncül bir biçimde, hayvanlara uygulandığı gibi, itaatsizliğin başarısızlık veya ölüm anlamına bile geleceğinin farkına vardı. Çağdaş itaatsizliğe oldukça fazla katkıda bulunan şey medeniyetin, budalaca davranışın doğal sonuçlarından çocuğu korumasıdır.
84:7.21 (941.2) Eskimo çocukları çok az bir disiplin ve ceza altında gelişmektedir, çünkü onlar özü itibariyle uyumlu küçük hayvanlardır; kırmızı ve sarı insanların çocukları neredeyse eşit bir biçimde usludur. Ancak And kalıtımı taşıyan ırklardaki çocuklar bu kadar sakin değildir; bu daha fazla hayal gücüne sahip ve maceraperest olan gençler, daha fazla eğitim ve disipline ihtiyaç duymaktadır. Çocuk yetiştirilimindeki çağdaş sorunları, şu nedenler artan bir biçimde zor kılmaktadır:
84:7.22 (941.3) 1. Irk karışımındaki büyük düzey.
84:7.23 (941.4) 2. Yapay ve yüzeysel eğitim.
84:7.24 (941.5) 3. Çocuğun ebeveynlerini taklit ederek kültürlü hale gelme olanaksızlığı — ebeveynlerin aile yaşamından çok uzun bir süre ayrı kalması.
84:7.25 (941.6) Aile disiplinine dair eski dönem düşünceleri, ebeveynlerin çocuğun mevcudiyetinin yaratıcısı olduklarına dair farkındalıktan kaynağını olan bir biçimde biyolojikti. Aile yaşamının gelişen nihai emelleri bir çocuğun dünyaya getirilişinin, belirli ebeveynsel hakları kazandırma yerine, insan mevcudiyetinin yüce sorumluluğu anlamına geldiği kavramsallaşmaya doğru ilerlemektedir.
84:7.26 (941.7) Medeniyet ebeveynleri tüm sorumlulukları üzerine almış, çocukları ise tüm haklara sahip bir konumda görmektedir. Çocuğun ebeveynlerine olan saygısı, ebeveynsel korumada kastedilen zorunluluğa dair bilgiden değil, yaşam savaşından galibiyetle çıkmak için çocuğa verilen destekte sevgi dolu bir biçimde sergilenen ilginin, eğitimin ve şefkatin bir sonucu olarak doğal bir biçimde doğmaktadır. Gerçek ebeveyn, akıllı çocuğun ileride tanıyacağı ve takdir edeceğe devamlı bir hizmet-vazifesi içindedir.
84:7.27 (941.8) Mevcut üretim ve kent döneminde evlilik kurumu, yeni ekonomik doğrultularda evirilme göstermektedir. Aile yaşamı gittikçe artan bir biçimde pahalı hale gelmekte, geçmişte gelir olan çocuklar ekonomik giderler haline gelmişlerdir. Ancak medeniyetin güvencesi hala; bir neslin, bir sonraki ve gelecek nesillerin refahı üzerinde büyüyen yatırımda bulunma arzusuna dayanmaktadır. Ve ebeveyn sorumluluğunu devlet veya din kurumuna aktarmaya dair her çabanın medeniyetin refahı ve gelişiminin intiharı anlamına geleceği ortaya çıkacaktır.
84:7.28 (941.9) Çocuklar ve onun sonucunda gelen aile yaşamıyla birlikte evlilik; insan doğası içindeki en yüksek potansiyelleri harekete geçirmekte, ve eş zamanlı olarak fani kişiliğin bu hareketlendirilmiş niteliklerinin dışavurumunda ideal ortamı sağlamaktadır. Aile, insan türlerinin biyolojik çoğalımı için zemin hazırlamaktadır. Ev, büyüyen çocuklar tarafından kan kardeşliğine dayalı etik kuralların içinde kavranabileceği doğal nitelikteki toplumsal ortamdır. Aile; ebeveyn ve çocukların, insanların tümü arasındaki kardeşliğin gelişmesi için oldukça temel nitelikte bulunan sabır, toplumsal fedakârlık, hoşgörü ve tahammülün derslerini öğrendikleri kardeşsel bütünlüğün ana birimidir.
84:7.29 (941.10) Eğer medenileşmiş ırklar daha çoğunluksal bir biçimde And topluluklarının aile-heyet uygulamalarına geri dönerse, insan toplumu fazlasıyla gelişebilir. Bu topluluklar, ata-erkil veya baskıcı bir tür aile hükümetine sahip olmadılar. Onlar, bir aile hayatına dair her öneri ve düzenlenişi özgür ve içten tartışan bir biçimde, oldukça kardeşsel ve birliktelikseldi. Onlar tüm aile hükümet düzeni içinde ideal bir biçimde bütüncül bir haldedirler. Olası en yüksek düzeydeki bir aile içinde, evlatsal ve ebeveynsel sevginin ikisi de bütünlüksel bağlılıkla çoğalmıştır.
84:7.30 (942.1) Aile yaşamı, göreve olan sadakat bilincinin atası biçiminde gerçek ahlakın kökenidir. Aile yaşamının bu zorunlu kılınan birliktelikleri; kişiliği istikrar altına almakta olup, onun büyümesini diğer ve farklı kişiliklere olan gerekli uyum zorunluluğu ile harekete geçirmektedir. Ancak buna bile ek olan bir biçimde, gerçek bir aile — iyi bir aile — ebeveynsel yaratıcılarına Yaratan’ın kendi çocuklarına olan tutumunu gösterirken; aynı zamanda bu tür ebeveynler, tüm evren çocuklarının Cennet ebeveyninin sahip olduğu derin sevginin yükselen dışavurumlarındaki uzun bir dizinin ilkini kendi çocuklarına sergilerler.
84:8.1 (942.2) Aile yaşamıma karşı büyük tehdit, çağdaş haz çılgınlığı olan birey tatmininin baştan çıkarıcı artış dalgasıdır. Evlilik için başlıca teşvik unsuru eskiden ekonomikti; cinsel cazibe ikincil bir konumdaydı. Bireyin kendisini idare edişi üzerine inşa edilen evlilik, bireyin devamlılığını ve onunla birlikte birey tatmininin en arzu duyulan türlerinden bir tanesini sağladı. Bu kurum, yaşam için üç büyük teşvikin de hepsini içine alan tek oluşumdur.
84:8.2 (942.3) Kökensel olarak mülkiyet, bireyin kendisini idare edişinin temel kurumuydu; bunun karşısında evlilik, bireyin devamlılığının benzersiz kurumu olarak faaliyet gösterdi. Her ne kadar yiyecek tatmini, oyun, mizah ve dönemsel cinsel ilişkilere dalma geçmişte birey tatmininin araçları olmuşken; evirilen adetlerin birey tatmininin ayrı herhangi bir kurumunu oluşturmada başarısız olduğu bir gerçek olarak varlığını sürdürmektedir. Ve haz verici mutluluğun özelleşmiş yöntemlerini geliştirmedeki bu başarısızlık nedeniyle insan kurumlarının tümü, bu haz arayışıyla oldukça bütüncül bir biçimde etkilenmektedir. Mülkiyet birikimi, birey tatminin tüm türlerini fazlalaştırmada bir araç haline gelmekteyken; evlilik sıklıkla, yalnızca bir haz aracı olarak görülmektedir. Ve bu haddinden fazla gerçekleşen tatmin, bu oldukça geniş bir biçimde yayılmış haz çılgınlığı, şimdi; ev kurumu olarak aile yaşamının toplumsal nitelikteki evrimsel oluşumunun şimdiye kadar karşısına dikilen en büyük tehdidi oluşturmaktadır.
84:8.3 (942.4) Eflatun ırkı, insan türünün deneyimine yeni ve kusursuzca gerçekleştirilen tek bir niteliği tanıştırmışlardı — mizah anlayışı ile bütünleşmiş oyun içgüdüsü. Bu nitelik, Sang ve Andon toplulukları içinde bir ölçüde bulunmaktaydı; ancak Âdemsel ırk kolu bu ilkel eğilimi, birey tatminin yeni ve yüceltilmiş bir türü olarak haz potansiyeline yükseltti. Açlığın yatıştırılması dışında birey tatmininin temel türü cinsel tatmindir; ve bu tensel hazzın bu türü, Sang ve Ad topluluklarının karışımıyla devasa bir biçimde yoğunlaştı.
84:8.4 (942.5) And-sonrası ırkların huzursuzluk, meraklılık, serüvencilik ve sınırlandırılmamış haz niteliklerinin birleşiminde gerçek tehlike bulunmaktadır. Ruhun açlığı, fiziksel hazlar tarafından tatmin edilemez; ev ve çocuk sevgisi, hazzın akılsızca gerçekleştirilen arayışıyla çoğalmaz. Her ne kadar sanat, ses, ritim, müzik ve birey güzelliği kaynaklarını sonuna kadar kullansanız bile, böylece ruhu yüceltip ruhaniyeti besleyebileceğinizi hayal dahi edemezsiniz. Gösteriş ve moda, ev idaresine ve çocuk yetiştirilişine yardımcı olmamaktadır; gurur ve düşmanlık, ileriki nesillerin kurtuluş niteliklerini geliştirmede güçsüzlerdir.
84:8.5 (942.6) İlerleyen göksel unsurların hepsi, dinlenceyi ve anımsama yöneticilerin hizmetini memnuniyetle deneyimlemektedirler. Sağlıklı eğlenceyi elde etmek ve neşelendirici oyuna katılmak için tüm çabalar güvenilirdir; tek düzeliğin sıkıcılığını engelleyen canlandırıcı uyku, dinlence, boş zaman etkinlikleri ve tüm hobiler değerlidir. Rekabete dayalı oyunlar, öykücülük ve iyi yemeği tatma bile birey tatmininin türleri olarak hizmet verebilir. (Yemeğinizin tadına varmak için tuzu kullandığınızda, yaklaşık bir milyon yıl boyunca insanın tuzu sadece yiyeceğini küle batırarak elde ettiğini bir düşünün.)
84:8.6 (943.1) Bırakınız insan kendisini neşelendirsin; bırakınız insan ırkı bin bir şekilde hazzı yakalasın; bırakınız evrimsel insan türü, yukarı doğru uzun biyolojik mücadelenin meyveleri olarak yasal birey tatminin tüm türlerini keşfetsin. İnsan, bugünkü keyiflerinin ve hazlarının bazılarını fazlasıyla hak etmiştir. Ancak, nihai sonun amacına iyi bakın! Hazlar, bireyin kendisini idare edişinin kurumu olan mülkiyete zarar vermede başarılı olursa gerçekten de intiharsal konuma gelirler; ve birey tatminler — insanın en üst düzeydeki evrimsel kazanımı ve medeniyetin tek kurtuluş ümidi olarak — aile yaşamının çöküşü halindeki evliliğin yıkımını ve ev kurumunun yok oluşunu getirdiklerinde ölümcül bir bedele sahip olurlar.
84:8.7 (943.2) [Urantia üzerinde konumlanan bir Yüksek Melek Önderi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
85. Makale
85:0.1 (944.1) İLKEL din, ahlaksal birlikteliklerden bağımsız bir biçimde tüm ruhsal etkilerin dışında, doğal nitelikteki evrimsel bir gelişim olarak biyolojik bir kökene sahipti. Daha yüksek düzeydeki hayvanlar korkulara sahiptirler, ama hiçbir yanılsamayı ellerinde bulundurmazlar; bu nedenle onlar hiçbir dine sahip değillerdir. İnsan, ilkel dinlerini korkularından ve yanılsamalarının araçlarıyla yaratır.
85:0.2 (944.2) İnsan türlerinin evrimi içinde, ilkel dışavurumlarında ibadet; insan aklının, hayata dair şimdinin daha karmaşık kavramlarını tasarlamaya yetkin hale gelişinden uzun bir zaman önce ortaya çıkmakta olup bundan sonra din olarak adlandırmayı hak etmektedir. Her din doğası gereği bütünüyle ussaldı, ve tamamiyle birliktelik içinde bulunduğu koşullara dayanmaktaydı. İbadetin nesneleri tamamiyle telkin ediciydi; onlar, ellerinin altında bulunan veya gelişmemiş akla sahip ilkel Urantia unsurlarının ortak deneyimlerinde endişe verici nitelikteki doğada mevcut şeylerden oluşmaktaydı.
85:0.3 (944.3) Din doğaya olan ibadetin ötesinde bir kez evirilme gösterdiği zaman, ruhaniyet kökeninin temellerini kazandı; ancak bu rağmen her zaman toplumsal çevre tarafından belirlenmişti. Doğa ibadeti gelişirken, insanın kavramları fani-üstü dünyada bir işbölümü tahayyül etti; orada göller, ağaçlar, şelaleler, yağmur ve diğer olağan karasal olayların yüzlercesi için doğa ruhaniyeti bulunmaktaydı.
85:0.4 (944.4) Farklı dönemlerde fani insan, kendisini de içine alan bir biçimde, dünya üzerindeki her şeye ibadet etmiştir. O aynı zamanda, gökyüzünde veya yerin altında düşünebilen neredeyse her şeye ibadet etmiştir. İlkel insan, gücün her çeşit dışavurumundan korku duymuştu; o, kavrayamadığı her doğa oluşumuna ibadet etmişti. Fırtınalar, seller, depremler, toprak kaymaları, volkanlar, ateş, sıcaklık ve soğukluk gibi güçlü doğal kuvvetlerin gözlenişi insanın gelişen aklını fazlasıyla etkiledi. Yaşamın açıklanamayan şeyleri hala “Tanrı’nın işleri” ve “Yazgı’nın gizemli takdirleri” olarak tanımlanmaktadır.
85:1.1 (944.5) Evrimleşen insan tarafından tapılan ilk eşya bir taştı. Bugün güney Hindistan’ın Kateri toplulukları hala, kuzey Hindistan’da bulunan sayısız kabilenin yaptığı gibi, bir taşa ibadet etmektedir. Yakup bir taş üstünde, kutsal saydığı için uyumuştu; kendisi hatta bu taşla kutsal yağ ayinini gerçekleştirmişti. Rahel, çadırında belli bir sayıda kutsal taş saklamıştı.
85:1.2 (944.6) Taşlar ilk kez ilkel insanı, ekilmiş bir tarlanın veya otlak alanının yüzeyinde oldukça ansızın bir biçimde ortaya çıkması nedeniyle olağanın dışında bir şey olarak etkilemişti. İnsanlar, toprak kaymasını veya toprağın ters-yüz oluşunun sonuçlarını dikkate almada başarısız oldular. Taşlar aynı zamanda, sıklıkla hayvanlara benzemeleri nedeniyle öncül insanları fazlasıyla etkilediler. Medenileşmiş insanın ilgisini, hayvanların ve hatta insanların bile yüzlerine oldukça benzeyen dağlardaki birçok taş oluşumu çekmektedir. Ancak en derin ilgi, alevli ihtişamlarıyla atmosferde hızla yol alışlarına ilkel insanların bakakaldıkları göktaşı parçaları tarafından çekilmişti. Parıldayarak kayan yıldız öncül insan için dehşet vericiydi, ve o, bu türden alevli izlerin bir ruhaniyetin dünyaya olan geçişini simgelediğine hemen inanmıştı. Özellikle ileride göktaşlarını keşfettiklerinde onların bu türden olgulara ibadet etmeye yönelmeleri şaşılacak bir durum değildi. Ve bu durum, tüm diğer taşlara yapılan daha büyük bir tapınmaya neden olmuştu. Bengal’de birçokları, M.S. 1880 yılında yeryüzüne düşen bir göktaşına tapınmaktadır.
85:1.3 (945.1) Tüm ilkçağ kavimleri ve kabileleri kendilerine ait kutsal taşlara sahiplerdi, ve en çağdaş insan toplulukları — mücevherleri halinde — belirli tür taşlar için belli bir düzeyde duyulan derin saygıyı sergilemektedirler. Hindistan’da beş taştan oluşan bir topluluğa tapılmıştı; Yunanistan’da otuzdan oluşan bir küme, kırmızı insanlar arasında genellikle taşlardan meydana gelen bir daire kutsal sayılmaktaydı. Romalılar, Jupiter’i andıklarında her zaman bir taşı havaya atmışlardı. Hindistan içinde bu güne bile bir taş bir şahit olarak kullanılabilmektedir. Bazı bölgelerde bir taş kanunun tılsımı olarak kullanılabilir; ve onun etkili saygınlığıyla bir suçlu mahkemeye zorla getirilebilir. Ancak sınırlı faniler her zaman İlahiyat’ı, tapınma töreninin bir eşyası ile özdeşleştirmemektedir. Bu türden tapınan eşyalar birçok kez, ibadetin gerçek amacına dair salt simgelerdir.
85:1.4 (945.2) İlkçağ insanları, taşlardaki delikler için tuhaf bir düşünceye sahip olmuşlardı. Bu türden delikli kayaların, hastalıkların iyileştirilmesinde olağanüstü derecede etkili olduklarına inanılmaktaydı. Kulaklar taşları taşıması için delinmemişlerdi; ancak taşlar, kulak deliklerini açık tutması için konulmuşlardı. Çağdaş dönemlerde bile batıl inançlara sahip bireyler madeni paraları delmektedirler. Afrika’da yerliler, tapındıkları taş parçaları için yok yere kıyamet koparmaktadırlar. Taş ibadeti mevcut an içerisinde bile dünya genelinde oldukça yaygındır. Mezar taşı, hayaletlere ve dünyadan ayrılan akranların ruhaniyetlere beslenen inanışlar ile ilişkili olarak taşa işlenen resim ve yüceltilen imgelerin varlığını sürdüren bir simgesidir.
85:1.5 (945.3) Tepe ibadeti taşa yapılan tapınmayı takip etmiş olup, tapınılan ilk tepeler büyük kaya oluşlarıydı. Tanrıların dağlarda ikamet etmesine inanmak daha sonra bir adet haline gelmiş olup, kara yükseltilerine bu ilave nedenle birlikte ibadet edilmişti. Zaman ilerledikçe belirli dağlar, belirli tanrılar ile ilişkilendirilmiş olup böylelikle kutsal hale geldi. Cahil ve hurafelere inanan yerliler; iyi ruhaniyet ve ilahiyatların daha sonraki evrimleşen kavramları ile ilişkilendirilen dağlara tezat bir biçimde mağaraların kötü ruhaniyetleri ve şeytanları ile birlikte yer altına götürdüklerine inanmışlardı.
85:2.1 (945.4) Kendilerinden elde edilen sarhoş edici içkiler nedeniyle bitkilerden ilk başta korku duyulmuş, daha sonra ise onlara ibadet edilmiştir. İlkel insan, sarhoş olmanın bireyi kutsal kıldığına inanmıştı. Orada bu türden bir deneyime dair olağan dışı ve kutsal bir şey olduğu varsayılmaktaydı. Çağdaş dönemlerde bile alkol “ruhaniyetler” olarak bilinmektedir.
85:2.2 (945.5) Öncül insan filizlenmekte olan tahıla dehşet ve korku duyulan hurafesel saygı ile baktı. Havari Paulus, filizlenen tahıldan derin ruhsal dersleri çıkaran ve dini inanışları üzerine dayandıran ilk kişi değildi.
85:2.3 (945.6) Ağaç ibadetine dair yaygın inanışlar en eski dini topluluklar arasında gözlenmektedir. Öncül evliliklerin tümü ağaçların altında yapılmaktaydı; ve kadınlar çocuklara sahip olmayı arzuladıklarında zaman zaman, orman içinde gürbüz bir meşe ağacına sarılırken bulunmaktalardı. Birçok bitki ve ağaca, gerçek veya hayali iyileştirme güçleri nedeniyle tapılmıştı. İlkel insan tüm kimyasal etkilerin, doğaüstü kuvvetlerin doğrudan faaliyeti sonucunda gerçekleştiğine inanmıştı.
85:2.4 (945.7) Ağaç ruhaniyetlerine dair fikirler, farklı kabileler ve ırklar arasında oldukça çeşitlilik gösterdi. Bazı ağaçlar iyi ruhaniyetler tarafından ikamet edilmişti; diğerleri ise aldatıcı ve zalim olanlara ev sahipliği yapmıştı. Fin toplulukları ağaçların büyük bir çoğunluğunda iyi ruhaniyetlerin barındığına inanmışlardı. İsviçreliler, düzenbaz ruhaniyetleri taşıdıklarına inanarak ağaçlara uzun bir süre şüpheyle bakmışlardı. Hindistan ve doğu Rusya’nın sakinleri ağaç ruhaniyetlerini zalim olarak görmektedirler. Öncül Sami unsurlarının geçmişte yaptıkları gibi, Patagonya toplulukları hala ağaçlara tapınmaktadır. Ağaçlara gerçekleştirdikleri ibadete son verişlerinden uzun bir süre sonra Museviler, koruluklar içindeki çeşitli ilahlarına derin saygı beslemeye devam ettiler. Çin dışında bir zamanlar, yaşam ağacının evrensel bir inanışı mevcut bulunmuştu.
85:2.5 (946.1) Yeryüzünün altındaki su veya kıymetli madenlerin gelecekten haber veren tahta bir çubuk ile tespit edilebileceğine dair inanış, ilkçağ ortak ağaç inanışlarının bir kalıntısıdır. Bahar Bayramı Direği, Noel ağacı ve tahtaya vurma şeklindeki batıl inançsal uygulama; ağaç ibadetinin ilkçağ adetlerinin ve daha sonraki ağaç inanışlarının bazılarından kökensel olarak varlığını sürdürmektedir.
85:2.6 (946.2) Doğaya gösterilen derin saygının bu öncül türlerin çoğu, ibadetin daha sonraki evrimleşen yöntemleri ile karışmış bir hale geldi; ancak ibadetin en öncül akıl emir-yardımcılarının etkinleştirdiği türler, insanlığın bu yeni uyanan dini doğasının bütüncül bir biçimde ruhsal etkilerin dürtülerine karşılık verir hale gelişinden uzun bir süre önce faaliyet göstermekteydi.
85:3.1 (946.3) İlkel insan, daha uzun hayvanlar için tuhaf ve akransal bir duyguya sahip olmuştu. Onun ataları bu hayvanlar ile yaşamış, ve hatta onlarla çiftleşmişlerdi. Güney Asya’da insanların ruhlarının dünyaya hayvan biçiminde geri geldiklerine öncül bir biçimde inanılmıştı. Bu inanış, hayvanlara olan tapınmanın daha da öncül uygulamasının bir kalıntısıydı.
85:3.2 (946.4) Öncül insanlar, güçleri ve kurnazlıkları nedeniyle hayvanlara derin saygı duymuştu. Onlar; belirli canlıların keskin koku alışları ve ileriyi gören gözlerinin, ruhani rehberliğin simgesi olduğunu düşündüler. Hayvanların tümüne, her bir ırk tarafından belli bir zaman aralığında tapınılmıştır. İbadetin bu türden özneleri arasında yarı insan ve yarı hayvan olarak görülen canlılar sentorlar ve denizkızları olmuştur.
85:3.3 (946.5) Museviler Kral Hazekiya dönemine kadar yılanlara ibadet etmişlerdi; ve Hint toplulukları hala, ev yılanları ile birlikte arkadaşsı ilişkileri sürdürmeye devam etmektedirler. Çinlilerin ejderhaya olan tapınışı, yılanlara olan tarihi inanışların bir devamıdır. Yılanın bilgeliği; Yunan tıbbının bir simgesi olup ve hala çağdaş doktorlar tarafından bir arma olarak kullanılmaktadır. Yılan oynatma sanatı; günlük yılan ısırışları nedeniyle bağışık hale gelen, gerçekte ise ciddi zehir bağımlıları düzeyine ulaşan ve bu zehir olmadan yaşayamayan şaman kadınlarının yılan aşkı inancı dönemlerinden bu güne kadar gelmiştir.
85:3.4 (946.6) Böcekler ve diğer hayvanlara olan tapınma — bireyin kendisine davranıldığı şekilde diğerlerine (her yaşam türünü içine alan bir biçimde) davranma halinde — altın kuralın daha sonraki bir yanlış yorumlanışıyla desteklenmişti. İlkçağ insanları bir zamanlar rüzgârların tamamının kuşların kanatlarıyla yaratıldığına inanıp bu nedenle tüm kanatlı canlılardan korkup onlara tapınmışlardı. Öncül Nord toplulukları, tutulmaların güneşin veya ayın bir kısmını oburca yiyen bir kurt tarafından gerçekleştiğini düşündü. Hint toplulukları Vişnu’yu sıklıkla bir atın kafasıyla birlikte göstermektedir. Evrimsel dinin başında koyun örnek kurbanlık hayvanı, güvercin ise barış ve sevginin simgesi haline gelmişti.
85:3.5 (946.7) Dinde simgecilik, simgenin özgün ibadet düşüncesinin yerini alıp almaması ölçüsüne göre iyi veya kötü olabilir. Ve simgecilik, maddi eşyanın kendisinin aracısız ve gerçek anlamıyla tapıldığı doğrudan putperestlik ile karıştırılmamalıdır.
85:4.1 (946.8) İnsan türü toprağa, havaya, suya ve ateşe tapınmıştır. İlkel insanlar ilkbaharlara derin saygı duyup, ırmaklara ibadet etmişlerdir. Mevcut an içerisinde Moğolistan’da bile etkileyici bir ırmak inanışı yeşermektedir. Vaftiz Babil’de dini bir ayin haline gelmiş olup, Yunanlılar yılda bir tekrarlanan yıkanma törenlerini uygulamışlardır. İlkçağ insanları için ruhaniyetlerin köpüren pınarlarda, fışkıran kaynaklarda, akan nehirlerde ve hiddetli sellerde ikamet ettiklerini hayal etmek kolaydı. Hareket eden sular keskin bir biçimde bu sınırlı akılları, ruhaniyet canlanışı ve doğaüstü gücüne dair inançlar ile etkilemişlerdi. Zaman zaman boğulan bir insanın imdat çağrısı, bir nehir tanrısını rencide etmekten korku duyulduğu için reddedilirdi.
85:4.2 (947.1) Birçok şey ve sayısız olay, farklı çağlarda farklı insan toplulukları için dini uyarıcı olarak faaliyet gösterdi. Bir gökkuşağına hala, Hindistan’ın tepe kabilelerinin çoğu tarafından tapınılmaktadır. Hem Hindistan hem de Afrika’da gökkuşağının devasa bir göksel yılan olduğuna inanılmaktadır; Museviler ve Hıristiyanlar onu “söz kuşağı” olarak görmektedirler. Benzer bir biçimde, dünyanın bir kısmında yararlı olarak görülen etkilere diğer bölgelerde zararlı olarak bakılabilir. Doğu rüzgârı Güney Amerika’da bir tanrıdır, çünkü yağmuru getirmektedir; Hindistan’da bir şeytandır, çünkü toz getirmekte ve kuraklığa neden olmaktadır. İlkçağ Bedevileri, bir doğa ruhaniyetinin kum hortumlarını yarattığına inandı; ve Musa zamanında bile doğa ruhaniyetlerine olan inanç, Musevi din biliminde ateş, su ve hava melekleri biçiminde inançlarının devamlılığını sağlayacak kadar güçlüydü.
85:4.3 (947.2) Bulutlar, yağmur ve dolunun hepsine karşı, sayısız ilkel kabile ve öncül doğa inanışlarının çoğu tarafından korku beslenmiş ve onlara ibadet edilmiştir. Gök gürültüsü ve şimşekle birlikte gelen fırtınalar öncül insanı korkutup sindirmişti. Kendisi bu hava olayları rahatsızlıklardan o kadar etkilenmişti ki, gök gürültüsü kızgın bir tanrının sesi olarak görülmüştü. Ateşe olan tapınma ve şimşek korkusu ilişkilendirilmiş olup, bu durum birçok öncül topluluk arasında yaygındı.
85:4.4 (947.3) Ateş, korkuyla hareket eden ilk çağ fanilerinin akıllarında büyü ile birleşmişti. Bir büyü düşkünü kendi büyü reçetelerinin uygulanışındaki bir olumlu sonucu keskin bir biçimde hatırlayacakken, bütüncül başarısızlıklar biçimindeki olumsuz sonuçların çok geniş bir sayısını umarsızca unutacaktır. Ateşe olan derin saygı en yüksek düzeyine, uzun yıllar varlığını sürdüren, Fars’da ulaştı. Bazı kabileler ateşe bir ilahiyat olarak ibadet etti; diğerleri ise, büyük saygı duydukları ilahiyatlarına ait saflaştırıcı ve arındırıcı ruhaniyetin alevli simgesi olarak ona saygı gösterdiler. Vesta bakirelerine, kutsal ateşleri izleme görevi verilmişti; ve yirminci yüzyılda mumlar, birçok dini ayin töreninin bir parçası olarak hala yanmaktadır.
85:5.1 (947.4) Taşlar, tepeler, ağaçlar ve hayvanlara tapınma doğal bir biçimde; önce doğa olaylarına karşı duyulan korkuyla karışık derin saygıya daha sonra güneş, ay ve yıldızların tanrılaşmasına kadar gelişme gösterdi. Hindistan’da ve başka yerlerde yıldızlar, yaşamdan beden içerisinde ayrılmış büyük insanların yüceltilmiş ruhları olarak görülmektedirler. Keldani topluluklarında bulunan yıldız inanışlarının takipçileri kendileri gök baba ve yer annesinin çocukları olarak gördüler.
85:5.2 (947.5) Ay ibadeti güneş ibadetinden önce ortaya çıkmıştı. Aya gösterilen derin saygı avcılık döneminde en yüksek düzeyine ulaşmışken, güneş ibadeti ileri dönemlerdeki tarım çağlarının başlıca dini ayini haline gelmişti. Güneşe tapınma ilk olarak Hindistan’da geniş bir biçimde kök saldı, ve burada varlığını en uzun süre boyunca sürdürmüştü. Fars’da güneşe olan derin saygı daha sonraki Mitrasal inanışlara kaynaklık etmişti. Birçok topluluk içinde güneş, krallarının atası olarak görülmüştü. Keldani toplulukları güneşi, “evreninin yedi halkasının” merkezine yerleştirmişti. Daha sonraki medeniyetler güneşi, haftanın ilk gününe onun ismini vererek onurlandırmıştır.
85:5.3 (947.6) Güneş tanrısı, tercih edilen ırklar üzerine zaman zaman kurtarıcılar olarak bahşedildiği düşünülen, nihai sona ait bakir annelerden doğan evlatların gizemli babası olarak varsayılmaktaydı. Bu doğaüstü bebekler her zaman, olağanüstü bir biçimde kurtarılmak ve daha sonra topluluklarının mucizevî kişilikleri ve kurtarıcıları haline gelen bir biçimde büyümeleri için bir takım kutsal nehirlerin akışına bırakılmaktalardı.
85:6.1 (948.1) Yeryüzü üzerinde ve onun yukarısında göklerde bulunan her şeye tapındıktan sonra insan, kendisi bu türden bir hayranlıkla onurlandırmada tereddüt etmedi. Basit akla sahip ilkçağ insanı hayvanlar, insanlar ve tanrılar arasında kesin hiçbir ayrımda bulunmamaktadır.
85:6.2 (948.2) Öncül insan olağandışı bireylerin tümünü insan-üstü olarak görmüş olup, saygı değer huşu ile onlara davranan bir biçimde bu tür varlıklardan korku duymuştu. İkizlere sahip olmak bile ya çok şanslı veya çok şansız olma biçiminde değerlendirilmişti. Deliler, saralılar ve zayıf akla sahip olan insanlara sıklıkla; bu tür olağandışı varlıkların tanrılar tarafından ikamet edildiklerine inanan olağan aklı sahip akranları tarafından tapılmıştı. Din adamaları, krallar ve tanrı elçilerine ibadet edilmişti; eskilerin kutsal insanlarına, ilahiyatlar tarafından yönlendirilmekte olduklarına inanılan bir gözle bakılmışlardı.
85:6.3 (948.3) Kabile başları ölmekte ve onlar tanrılaştırılmışlardı. Daha sonra seçkin ruhlar ölmüş ve azizleştirilmişlerdi. Desteklenmemiş evrim hiçbir zaman; vefat etmiş insanların yüceltilen, kutsanan ve evirilmiş ruhaniyetlerinden daha yüksek tanrıları yaratamamıştı. Öncül evrimde din kendisine ait tanrıları yaratmaktadır. Açığa çıkarılışın süreci içerisinde Tanrılar dini tasarlamaktadır. Evrimsel din tanrılarını, fani insanın görüntüsünde ve benzerliğinde yaratmaktadır; açığa çıkarılışa dayanan din, fani insanı evrimleştirmeye ve onu Tanrı’nın görüntüsünde ve benzerliğinde dönüştürmeye çabalamaktadır.
85:6.4 (948.4) İnsan kökeninden geldikleri varsayılan hayalet tanrıları doğal tanrılardan ayrıştırılmalıdır, çünkü doğaya olan tapınma — doğa ruhaniyetlerinin tanrıların düzeyine erişmesi şeklinde — bütün tanrıların bir arada bir arada bulunduğu bir yerleşkeye olan inancı gelişimsel olarak meydana getirdi. Doğa inanışları daha sonra ortaya çıkan hayalet inanışları ile birlikte gelişmeye devam etmiş olup, her biri bir diğeri üzerinde bir etkiye sahip olmuştur. Birçok dini sistem, doğa tanrıları ve hayalet tanrıları olmak üzere ilahiyatın çifte bir kavramsallaşmasını barındırdı; bazı din bilimlerinde bu kavramsallaşmalar, bir hayalet kahramanı olan ama aynı zamanda yıldırımda usta Tor’da görüldüğü gibi, kafa karışıklığına iten bir biçimde iç içe geçmiştir.
85:6.5 (948.5) Ancak insan tarafından gerçekleştirilen insana tapınma, geçici yöneticilerin tebaalarından bu türden derin saygıyı talep etmeleriyle ve bu taleplerin gerekçelendirilişinde ilahi kökenden geldiklerini ifade etmeleriyle en yüksek düzeye ulaşmıştı.
85:7.1 (948.6) Doğaya olan tapınma ilkçağ erkek ve kadınlarının akıllarında doğal ve kendiliğinden doğan görünüme sahiptir, bu sav doğrudur; ancak orada, insan evriminin içinde bulunduğu fazın doğrudan bir etkisi olarak bahse konu insan toplulukları üzerine hali hazırda bahşedilmiş haldeki altıncı emir-yardımcı ruhaniyeti bahse konu ilkçağ akıllarında bu sürecin tamamı boyunca faaliyet halindeydi. Ve bu ruhaniyet, ilk dışavurumları ne kadar ilkel olursa olsun insan türlerinin sahip oldukları ibadet dürtüsünü sürekli bir biçimde harekete geçirmekteydi. İbadet ruhaniyeti; her ne kadar hayvansal korku ibadetkarlığın dışavurumunu etkinleştirdiyse ve onun öncül uygulaması doğa nesnelerini merkezine alan hale geldiyse de, tapınma için insan dürtüsüne belirli kökeni sağladı.
85:7.2 (948.7) Sizler, düşünme değil hissetmenin evrimsel gelişimin tümü içinde rehbersel ve denetleyici etki olduğunu hatırlamalısınız. İlkel akıl için korku duyma, sakınma, onurlandırma ve ibadet etme arasında çok az fark bulunmaktaydı.
85:7.3 (948.8) İrdeleyici ve deneyimsel düşünce olarak, ibadet dürtüsü bilgelik tarafından emredildiği ve onun tarafından yönetildiği an — gerçek dinin olgusuna doğru gelişmeye başlar. Bilgeliğin ruhaniyeti olan yedinci emir-yardımcı ruhaniyeti etkin hizmetine eriştiği an, ibadet içinde insan doğa ve doğa nesnelerinden doğanın Tanrısı ve doğal olan her şeyin ebedi Yaratıcısı’na doğru yönelmeye başlar.
85:7.4 (949.1) [Nebadon’un bir Berrak Akşam Yıldızı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
86. Makale
86:0.1 (950.1) BİR ÖNCEKİ, ilkel tapınma dürtüsünden gelen dinin evrimi açığa çıkarışa bağlı değildir. Evrensel ruhaniyet bahşedilişine ait altıncı ve yedinci akıl-ruhaniyetlerinin doğrudan etkisi altında insan aklının olağan faaliyeti, bu türden gelişmeyi sağlamak için tamamiyle yeterlidir.
86:0.2 (950.2) Doğa güçlerine karşı insanın en öncül, din-öncesi korkusu; insan bilinci içinde doğanın kişiselleşmesi, ruhanileşmesi ve nihai olarak ilahlaşmasıyla birlikte kademeli olarak dini hale gelmişti. İlkel bir türün dini böylelikle, bu türden akılların bir kere doğa-üstü kavramları düşünmesinden sonra evrimleşen hayvan akıllarının psikolojik hareketsizliğinden doğan doğal bir biyolojik sonuçtu.
86:1.1 (950.3) Doğal ibadet dürtüsü dışında öncül evrimsel din — olağan oluşumlar halindeki talih olarak adlandırdığınız — insanların şans deneyimlerinden kökenini almaktaydı. İlkel insan bir yiyecek avcısıydı. Avlanma sonuçları her gün sürekli olarak değişiklik göstermek zorundadır; ve bu durum, iyi talih ve kötü talih olarak insanın yorumladığı deneyimlere belirli bir biçimde kaynaklık etmektedir. Şansızlık, tekin olmayan ve tehditkâr mevcudiyetin dar eşiğinde sürekli bir biçimde yaşayan erkek ve kadınların hayatlarında büyük bir etkendi.
86:1.2 (950.4) İlkel insanın kısıtlı ussal ufku şans üzerine o kadar odaklanmaktadır ki, talih onun yaşamında devamlı bir etken haline gelmektedir. İlkel Urantia unsurları yaşama mücadelesi için çabalamışlardı, belirli bir ortak yaşam koşulları için değil. Bilinmeyen ve daha önce görülmeyen felaketten duyulan devamlı korku, her hazlarını etkin bir biçimde gölgede bırakan bir çaresizlik bulutu olarak bu ilkel insanlar üzerinde asılı kaldı. Hurafelere inanan ilkel insanlar sürekli iyi giden bir talihten korkmuşlardı; onlar bu türden iyi şansı yaklaşmakta olan belirli bir felaket habercisi olarak gördüler.
86:1.3 (950.5) Kötü talihe dair duyulan bu sürekli etkin korku felç ediciydi. Hiçbir şey yapmadan bir şey elde eden bir biçimde, birisi tesadüfen iyi bir talihle karşılaşırken neden, bir şeyler yapıp hiçbir şey elde edemeyen bir biçimde, çok çalışıp kötü talihin sonuçları elde edilmeliydi ki? Düşünmeyen insanlar — umursamazlıktan gelen bir biçimde — iyi talihi unuturlar, fakat onlar acı verici bir şekilde kötü şanslarını hatırlarlar.
86:1.4 (950.6) Öncül insan belirsizlik ve devamlı — kötü talih biçiminde — şans korkusu içinde yaşadı. Yaşam heyecan verici bir şan oyunuydu; mevcudiyet bir kumardı. Kısmi bir biçimde medenileşmiş insan toplulukların hala şansa inanıp, kumara olan hali hazırda devamlılığını sürdüren eğilimleri göstermeleri şaşılacak bir durum değildir. İlkel insan iki güçlü beklenti arasında gidip gelmiştir: bunlar, hiçbir şey yapmadan bir şey elde etmeye dair tutku ve bir şey yapıp hiçbir şey elde edememeye dair korkudur. Ve bu mevcudiyet kumarı, öncül ilkel insan aklının ana beklentisi ve en yüksek büyüleyicisiydi.
86:1.5 (951.1) Daha sonraki sürü sahipleri, şans ve talihin aynı görüşlerine sahip olmuşlarsa da; daha da sonraki tarımla uğraşanlar insanlar artan bir biçimde, neredeyse hiçbir biçimde denetleyemediği birçok şey tarafından ekinlerin doğrudan bir biçimde etkilendiğinin bilincine vardılar. Çiftçi kendisini; kıtlığa, sele, doluya, haşeratlara, bitki hastalıklarına ek olarak sıcak ve soğuğun kurbanı olan bir konumda buldu. Ve bu doğal etkilerin tümü bireyin refahını etkilerken, onlar iyi talih ve kötü talih olarak görülmüştü.
86:1.6 (951.2) Şans ve talihe dair bu görüş, ilkçağ insan topluluklarının tümünün felsefesine güçlü bir biçimde hâkim oldu. Yakın dönemlerde bile Süleyman’ın Bilgeliğinde şu söylenmiştir: “Döndüm ve baktım ki ne ırk tez canlılara, ne savaş güçlülere, ne ekmek bilgelere, ne zenginlik anlayanlara ve ne de lütuf mahirlere aittir; ancak kader ve şans hepsine karşı gelmektedir. Çünkü insan kaderini bilmemektedir; tıpkı balıkların kötü niyetli bir ağa takılmaları ve kuşların bir tuzakla yakalanmaları gibi, insan evlatları kötü bir anda başlarına aniden inen tuzakla avlanmaktadırlar.”
86:2.1 (951.3) Endişe, ilkel çağ aklının doğal bir durumuydu. Erkek ve kadınlar aşırı derecede endişeye kapıldıklarında, yalın bir değişle, çok uzak soylarının doğal düzeylerine geri dönmektedirler; ve endişe gerçek anlamda acı verici hale geldiği zaman, etkinliği kısıtlayıp evrimsel değişikliklerin ve biyolojik uyumların temelini atmaktadır. Acı ve ızdırap, ilerleyici evrim için hayati derecede önemlidir.
86:2.2 (951.4) Yaşam mücadelesi o kadar acı vericidir ki, belirli geri kalmış kabileler hala bile her yeni gün doğumunda ulumakta ve inlemektedir. İlkel insan kendisine sürekli Kim bana işkence ediyor? sorusunu sormuştu. Dertleri için maddi bir kaynağı bulamayan bir biçimde, ruhani bir açıklamada karar kılmıştı. Ve böylece din; gizemli olana karşı duyulan korkudan, görülmemiş şeyin gerçekleşeceğine dair hissedilen dehşetten, ve bilinmeyene dair beslenen derin endişeden doğmuştu. Doğa korkusu böylelikle, ilk olarak şans daha sonra ise gizem nedeniyle yaşam mücadelesinde bir etken haline gelmişti.
86:2.3 (951.5) İlkel insan mantıklıydı, fakat ussal ilişki için çok az düşünceye sahipti; ilkel akıl, tamamiyle basit bir biçimde, eğitilmemişti. Eğer bir olay diğerini takip ettiyse, ilkel insan onu sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendirmişti. Medenileşmiş insanın hurafe olarak değerlendirdiği şey yalnızca, ilkel insanda mevcut bulunmuş düz bir cahillikti. İnsan türü her zaman, amaçlar ve sonuçlar arasında herhangi bir ilişkisinin zorunlu bir biçimde bulunmasının gerekmediğini anlamada yavaş kalmıştır. İnsan varlıkları daha yeni yeni, mevcudiyetin tepkilerinin eylemler ile onların sonuçları arasında rol aldığını anlamaya başlamaktadır. İlkel insan maddi olmayan ve soyut olan her şeyi kişiselleştirmeyi amaçlamaktadır, ve böylece doğa ve şans — ruhaniyetler olarak — hayaletler ve daha sonra tanrılar biçiminde kişiselleşen hale gelmektedir.
86:2.4 (951.6) İnsan doğal bir biçimde; en yakın veya en uzak çıkarını bilen bir biçimde kendisi için neyin en iyi olduğuna inanma eğilimi gösterir; birey çıkarı geniş ölçüde mantığı gölgelemektedir. İlkel insanların ve medenileşmiş insanların akılları arasındaki fark, nitelik yerine derece biçiminde doğasal olanın aksine daha çok içerikseldir.
86:2.5 (951.7) Ancak kavranılması zor olan şeyleri doğaüstü sebeplere atfetmeye devam etmek, ussal sıkı çalışmanın tüm türlerinden tembel ve kolay bir biçimde kaçınmadan başka bir şey değildir. Talih yalnızca, insan mevcudiyetinin herhangi bir dönemindeki açıklanamaz olanın üstünü örtmek için yaratılmış bir kavramdır. Şans, insanın sebepleri belirlemek için haddinden fazla umursamaz ve üşengeç oluşunu simgeleyen bir kelimedir. İnsanlar; ırkların bireysel girişimcilik ve maceradan yoksun oldukları bir durum olarak sadece merak ve hayal gücünden mahrum oldukları anda, doğal bir oluşumu bir kaza veya kötü talih biçiminde değerlendirmektedirler. Yaşam olgularının keşfi er yâda geç; sahip olduklarını, içinde tüm etkilerin belirli nedenleri takip ettiği bir evren kanun ve düzeniyle değiştirerek şansa, talihe veya kazalar olarak adlandırdıkları oluşumlara olan inancını yok edecektir. Böylelikle mevcudiyet korkusunun yerini yaşam sevinci alacaktır.
86:2.6 (952.1) İlkel insan, bir şey tarafından sahip olunan bir biçimde tüm doğaya canlı gözüyle bakmıştı. Medenileşmiş insan hala, önüne çıkan ve kendisine çarpan bu cansız nesneleri tekmelemekte ve ona lanet okumaktadır. İlkel insan herhangi bir şeyi hiçbir zaman kaza eseri olarak görmemişti; her şey her zaman bir amaç uğruna gerçekleşmişti. İlkel insan için, ruhani dünya biçimindeki talihin faaliyeti olarak kaderin nüfuz alanı tıpkı ilkel toplum gibi düzenlenmemiş ve gelişi güzel bir durumdaydı. Talihe, ruhani dünyanın değişken ve nasıl davranacağı belli olmayan tepkisi gözüyle bakılmaktaydı; daha sonra talih, tanrıların mizahı olarak görülmüştü.
86:2.7 (952.2) Ancak tüm dinler canlısallıktan gelişme göstermemişti. Doğaüstülüğün diğer kavramları canlısallığın çağdaşlarıydı; ve bu inanışlar aynı zamanda tapınmaya sebebiyet vermişti. Doğallık bir din değildir — dinin bir doğumudur.
86:3.1 (952.3) Ölüm evrimleşen insan için, şans ve gizemin en kafa karıştırıcı birleşimi olarak en yüksek düzeyde sarsıntıya sebep olan oluşumdu. Yaşamın kutsallığı değil ölümün sarsıntısı korkuyu harekete geçirmiş ve böylece dini etkin bir biçimde yeşertmişti. İlkel insan toplulukları arasında ölüm şiddet nedeniyle o kadar sıklıkla görülen bir haldeydi ki şiddetsiz gerçekleşen ölüm artan bir biçimde gizemli hale gelmişti. Yaşamın doğal ve beklenen bir sonu olarak ölüm ilkel insanların bilinçleri için açık değildi; ve onun kaçınılmazlığının anlaşılması çağlar üstüne çağların geçmesini gerektirmiştir.
86:3.2 (952.4) Öncül insan yaşamı bir gerçeklik olarak kabul etmişken, ölümü bir tür felaket olarak görmüştü. Tüm ırklar, ölüme olan öncül tutumunun kalıntısal tarihi anlatımları olarak, ölmeyen efsanevi insanlara sahiptirler. İnsan aklında hali hazırda bir biçimde, insan yaşamında açıklanamaz olan her şeyin geldiği bir alan olarak belirsiz ve düzenlenmemiş bir ruhani dünya bulunmuştu; ve ölüm anlaşılamamış olgulara dair bu uzun listeye eklenmişti.
86:3.3 (952.5) İlk olarak, tüm insan hastalıkları ve doğal ölümün ruhaniyet etkisi sebebiyle gerçekleştiğine inanılmıştı. Mevcut zaman içerisinde bile bazı medenileşmiş ırklar, hastalığın “belirli bir düşman” tarafından üretildiğine ve iyileşmenin dini ayinlere bağlı olduğuna inanmaktadır. Din bilimlerinin daha sonraki ve daha karmaşık sistemleri hala, bütün bunların ilk günaha ve insanın çöküşüne dair savlara yol açtığı bir biçimde, ölümü ruhani dünyanın faaliyetine atfetmektedir.
86:3.4 (952.6) Yaşamın bu gizemli ani değişikliklerinin kaynağı olarak belirsiz bir biçimde göz önünde canlandırdığı madde-üstü dünyadan yardımı aramaya sevk eden şey hastalık ve ölüm karşısında insanın zayıflığının tanınmasıyla birlikte doğa karşısındaki güçsüzlüğün farkındalığıdır.
86:4.1 (952.7) Fani kişiliğin madde-üstü bir fazına dair kavramsallaşma, günlük yaşam olaylarının bilinçdışı ve tamamiyle kaza eseri gerçekleşen birleşiminden doğmuştur. Kabilesinin bir kaç üyesi tarafından topluluklarının hayatını yitirmiş bir önderini sürekli olarak rüyada görülmesi, eski önderin gerçekten bir şekilde geri geldiğine dair ikna edici kanıtı oluşturan görünüme sahipti. Bunların hepsi, bu tür rüyalardan kan ter içinde, titreyerek ve çığlık atarak uyanan ilk çağ insanları için oldukça gerçekti.
86:4.2 (953.1) Rüyalara dayanan gelecek bir mevcudiyete olan inanç, görülen şeyler vasıtasıyla hiç yaşanmamış şeyleri her zaman hayal etme eğilimini açıklamaktadır. Ve yakın bir süre içerisinde bu yeni rüya-hayalet-gelecek yaşam kavramı, birey korunumunun biyolojik içgüdüsüyle ilişkili olan ölüm korkusuna etkin bir biçimde karşı koymaya başlamıştır.
86:4.3 (953.2) Öncül insan, başlıca soğuk iklimlerde olmak üzere, soluk verildiğinde bir bulut gibi ortaya çıkan kendi nefesinden de fazlasıyla endişeye kapılmıştı. Ve yaşam nefesi, canlı olan ile ve ölümü olanı belirleyen bir olgu biçiminde görülmüştü. O, nefesin bedeni terk edebileceğini bilmekteydi; ve uykudayken tuhaf şeylerin her türünü gerçekleştirdiği rüyaları, bir insan varlığı bütünlüğünde madde dışı bir takım şeylerin bulunduğuna kendisini ikna etmişti. Hayalet olarak insan ruhuna ait en ilkel düşünce, nefes-rüya düşünce-sisteminden elde edilmişti.
86:4.4 (953.3) Nihai olarak ilkel insan kendisini — beden ve nefes halinde — bir çifte bütünlük içerisinde düşündü. Beden olmadan nefes bir hayalet olarak bir ruhaniyete eşitti. Her ne kadar oldukça kesin bir insan kökenine sahip olsalar da, hayaletler, veya ruhaniyetler, insan-üstü olarak görülmüştü. Bedene sahip olmayan ruhaniyetlerin varlığına dair bu inanç; olağandışı, olağanüstü, sıra dışı, ve açıklanamaz olan şeylerin ortaya çıkışını anlamlı kılan bir görüntüye sahip oldu.
86:4.5 (953.4) Ölümden sonra bireyin varlığını sürdürüşüne dair ilkel sav doğrudan bir biçimde ölümsüzlüğe olan bir inanca denk düşmemektedir. Yirmiden fazlasını sayamayan varlıkların, sınırsızlık ve ebediyet hakkında düşünceye sahip olmaları neredeyse hiçbir şekilde mümkün değildi; onlar bunun yerine tekrar eden yaşam dönemlerini düşündüler.
86:4.6 (953.5) Turuncu ırk özellikle, bir ruhun ölümden sonra diğer bir bedene geçişine ve yeniden dünyaya gelme düşüncesine yönelmişti. Yeniden doğum düşüncesi, doğumların atalara olan kalıtımsal ve karakter benzeyişlerinin gözlenişinden kaynağını almıştı. Dede ve ninelere ek olarak diğer ataların isimlerini çocuklara verme âdeti, yeniden doğuma olan inanç sebebiyle gerçekleşmişti. Daha sonraki dönemlerin belirli ırkları, insanın üç ila yedi kez öldüğüne inanmıştı. Bu inanç (malikâne dünyalara dair Âdem’in öğretilerinin kalıntısı olarak) ve açığa çıkarılmış dinin geride kalanları, yirminci yüzyılın gelişmemiş topluluklarının, tezat bir biçimde, abes savları arasında bulunabilir.
86:4.7 (953.6) Öncül insan, cehennemin veya gelecekteki cezalandırışın hiçbir düşüncesini yürütmemişti. İlkel insanlar, bütünüyle kötü talih dışında, gelecek yaşamı tıpkı bu günkü yaşam gibi gördüler. Daha sonra — cennet ve cehennem olarak — iyi hayalet ve kötü hayaletler için ayrı bir nihai son fikri yürütüldü. Ancak birçok ilkel ırk bu dünyayı terk ettikten sonra bir diğerine giriş yaptığına inandığı için, yaşlı ve eli ayağı tutmaz hale geliş düşüncesinden hoşnut duymadı. Yaşlılar, haddinden fazla zayıf düşmeden önce öldürülmeyi fazlasıyla tercih etmişlerdi.
86:4.8 (953.7) Neredeyse her topluluk, hayalet ruhunun nihai sonu ile ilgili farklı bir düşünceye sahip olmuştu. Yunanlılar, zayıf insanların zayıf ruhlara sahip olduklarına inanmışlardı; böylelikle onlar, bu türden cansız ruhların kabulü için uygun bir mekân olarak Hades’i yarattılar; bu kudretli olmayan türlerinin aynı zamanda daha kısa gölgeleri oldukları varsayılmıştı. Öncül And toplulukları hayaletlerinin, atalarının sahip oldukları ana vatanlarına döndüklerini düşündüler. Çin ve Mısırlı topluluklar bir zamanlar, ruh ve bedenin beraber kalmaya devam ettiğine inandılar. Mısırlılar arasında bu düşünce, dikkatli mezar inşasına ve beden korunumunda gösterilen çabalara yol açmıştı. Çağdaş topluluklar bile, ölünün çürümesini engellemeye çabalamaktadır. Museviler, bireyin bir hayali nüshasının Sheol’a gittiğini düşündüler; bu kısım, yaşam ülkesine geri dönemezdi. Onlar, ruhun evrimleşme savında bu önemli gelişmeyi sağladılar.
86:5.1 (953.8) İnsanın maddi olmayan kısmı çeşitli biçimde; hayalet, ruhaniyet, gölge, hayal, hortlak ve en son olarak ruh şeklinde kavramsallaştırılmıştır. Ruh, öncül insanın hayali nitelikteki çifte bütünlüğüydü; o, dokunmaya karşılık vermemesi dışında her bakımdan tamamiyle faninin kendisiydi. Rüyaya olan inanç doğrudan bir biçimde, insanlara ek olan bir biçimde canlı ve cansız olan her şeyin ruha sahip olduğu fikrine yol açtı. Bu kavram, doğa-ruhaniyet inanışların devamlılığına uzun süreler sebebiyet teşkil etti; Eskimo toplulukları hala doğada olan her şeyin bir ruhaniyete sahip olduğunu düşünmektedir.
86:5.2 (954.1) Hayalet ruhu duyulabilir ve görülebilirdi, ancak dokunulamazdı. Kademeli bir biçimde ırkın rüya yaşamı bu evrimleşen ruhaniyetin etkinliklerini öyle bir biçimde geliştirmiş ve genişletmişti ki, ölüm nihai olarak “bireyin kendisini hayalete teslim etmesi” biçiminde görülmüştü. Hayvanların çok az bir derece üstünde bulunanlar dışında tüm ilkel kabileler, ruhun belirli bir kavramsallaşmasını geliştirmiştir. Medeniyet ilerledikçe, ruhun hurafesel kavramı yok edilmiştir; ve insan bütünüyle, Tanrı’yı bilen fani insan ve Düşünce Düzenleyicisi olarak ikamet eden onun kutsal ruhaniyetinin ortak yaratımı olarak ruha dair yeni bir düşüncesi için açığa çıkarılışa ve kişisel dini deneyime bağımlıdır.
86:5.3 (954.2) Her fani, ikamet eden bir ruhaniyete ait kavramları evrimsel doğaya ait bir ruhtan ayırmada genellikle başarısız olmaktadır. İlkel insanın kafası, hayalet ruhaniyetinin bedene mi ait olduğu yoksa bedene sahip dış bir birim mi olduğu konusunda fazlasıyla karışıktı. Şaşkınlığın mevcudiyetindeki mantıksal nitelikli düşünce yoksunluğu; ilkel insanların ruhlara, hayaletlere ve ruhaniyetlere bakışındaki çok büyük tutarsızlıkları açıklamaktadır.
86:5.4 (954.3) Ruhun beden ile olan ilişkisi, kokunun çiçek ile ilişkilisi gibi düşünülmüştü. İlkçağ insanları, ruhun bedeni şu gibi çeşitli türlerde terk edebileceğine inanmışlardı.
86:5.5 (954.4) 1. Olağan ve geçici bayılma.
86:5.6 (954.5) 2. Doğal rüya görme olarak uyuma.
86:5.7 (954.6) 3. Hastalık ve kazalarla ilişkili baygınlık ve bilinçsizlik.
86:5.8 (954.7) 4. Kalıcı göç olarak ölüm.
86:5.9 (954.8) İlkel insan hapşırmayı, ruhun bedenden kaçışının başarısız bir girişimi olarak gördü. Uyanık ve tetikte olarak beden, ruhun kaçma girişimini engellemeye yetkindi. Daha sonra hapşırmaya her zaman, “Tanrı seni korusun!” gibi bir takım dini ifadeler ile eşlik edilmişti.
86:5.10 (954.9) Evrimin başında uyku; hayalet ruhunun bedenden ayrı olduğunun ispatı biçiminde değerlendirilmiş, ve uyuyan kişinin isminin anılması veya onun çağrılmasıyla geri getirilebileceğine inanılmıştı. Bilinç-dışılığın diğer türlerinde ruhun, — yaklaşan ölüm halinde --- belki de bir daha gelmemecesine kaçamaya çalıştığı biçiminde çok uzaklarda olduğu düşünülmüştü. Rüyalar, geçici bir süreliğine bedenden ayrı bir konumda iken uyku boyunca ruhun deneyimleri olarak görülmüştür. İlkel insan rüyalarının, uyanık deneyimlerinin herhangi bir kısmı kadar gerçek olduğuna inanmaktadır. İlkçağ insanları, ruhun bedene dönüşü için belirli bir zamanın geçebileceği varsayımıyla, uyuyan bireyleri kademeli olarak uyandıran bir uygulama geliştirdiler.
86:5.11 (954.10) Çağların en başından bu yana insanlar, gece vaktinde beliren ölmüş ruhların hayaletlerinin dehşetine kapılmışlardır; Museviler bu duruma istisna değillerdi. Onlar, Musa’nın bu düşünceye karşı uyarılarına rağmen, Tanrı’nın kendileriyle rüyalarında konuştuğuna gerçekten inandılar. Ve Musa haklıydı; çünkü olağan rüyalar, maddi varlıklar ile iletişime geçmeyi amaçladıklarında ruhani dünyanın kişilikleri tarafından uygulanan yöntemler değildir.
86:5.12 (954.11) İlkçağ insanları, ruhun hayvanlara veya cansız nesnelere bile girebileceğine inandılar. Bu düşünce, hayvanların tanımlanmasına ait kurt adam düşünceleriyle sonuçlanmıştı. Bir insan gündüz vakti yasalara uyan bir vatandaş olabilirdi; ancak uykuya daldığı zaman onun ruhu, gece talanları içinde sinsice fırsat kollayan bir biçimde bir kurt veya başka bir hayvana dönüşürdü.
86:5.13 (955.1) İlkel insan, ruhun nefes ile ilişkili olduğunu ve onun niteliklerinin nefes yoluyla aktarılabileceğini veya devredilebileceğini düşündü. Cesur önder, cesaret aktaran bir biçimde yeni doğan çocuğa üflerdi. Öncül Hıristiyanlar arasında Kutsal Ruhaniyet’in bahşedilme ayini, adaylara üflenilmesiyle eşlik edilmişti. Zebur yazarı şu ifadede bulunmuştur: “Koruyucu’nun sözüyle cennetler, ağzından çıkan nefes ile onların tüm sakinleri yaratıldı.” En büyük erkek evladın ölmekte olan babasının son nefesini yakalaması uzunca bir süredir adetti.
86:5.14 (955.2) Daha sonra, nefes ile birlikte eşit derecede korkulan ve derin bir biçimde saygı duyulan gölge gelmişti. Bir bireyin sudaki yansıması zaman zaman, çifte bütünlüğün kanıtı olarak da görülmüştü; ve aynalara hurafesel dehşet ile bakılmıştı. Şimdi bile birçok medenileşmiş bireyler, ölüm esnasında aynayı duvara doğru çevirmektedir. Bazı geri kalmış kabileler hala; resim yapmanın, çizimlerin, kalıpların veya fotoğrafların bedenden ruhun bir kısmını veya hepsini götürdüğüne inanmaktadır.
86:5.15 (955.3) Ruhun genel olarak nefes ile özdeş olduğu düşünülmüştü; ancak ruh aynı zamanda çeşitli insan toplulukları tarafından kafada, saçta, kalpte, karaciğerde, kanda ve yağda konumlandırılmıştı. “Habil’in yerdeki kanının haykırışı” kan içindeki hayaletin mevcudiyetine beslenen bir dönemdeki inancın dışavurumudur. Sami toplulukları, ruhun beden yağı içinde konumlandığını düşündüler; ve birçokları arasında hayvan yağı yemek bir tabuydu. Kafa avlamak, kafa derisini yüzmek gibi, bir düşmanın ruhaniyetini elde etme yöntemiydi. Yakın zamanlarda gözlerin ruhun pencereleri olduklarını düşünülmektedir.
86:5.16 (955.4) Üç veya dört ruha dair sava inanan kişiler; bir ruhu kaybetmenin huzursuzluk, ikisinin hastalık ve üçünün ölüm anlamına geldiğine inandılar. Bir ruh nefes içinde, biri kafa içinde, biri saç içinde ve bir diğeri ise kalp içinde yaşamıştı. Hasta insanlara, kendilerinden ayrılmış ruhları yeniden yakalama ümidiyle açık havada yürüyüş yapmaları tavsiye edilmekteydi. Sağlıkçıların en iyilerinin, “yeniden doğum” olarak hastalıklı bir kişinin hasta ruhunu yenisi ile değiştirdikleri düşünülmekteydi.
86:5.17 (955.5) Bodanan topluluğunun çocukları, nefes ve gölge olarak iki ruha dair bir inancı geliştirdi. Öncül Nod ırkları insanı, ruh ve bedenden olarak iki bireyden meydana gelen bir biçimde değerlendirdi. İnsan mevcudiyetinin felsefesi daha sonra Yunan görüşünde temsil edilmişti. Yunanlılar’ın kendileri üç ruha inanmışlardı; bunlar, midedeki bitkisel yaşam, kalpteki hayvansal yaşam ve kafadaki ussal yaşamdı. Eskimo toplulukları insanın üç kısma sahip olduğuna inandı; beden, ruh ve isim.
86:6.1 (955.6) İnsan doğal bir çevre mirasını devraldı, toplumsal bir çevre kazandı ve bir hayalet çevresini hayal etti. Devlet, insanın kendi doğal çevresine; ev, toplumsal çevresine; ve kilise, hayali hayalet çevresine olan tepkisidir.
86:6.2 (955.7) İnsanlık tarihinin daha başında, hayalet ve ruhaniyetlerin ait oldukları hayali dünyanın gerçeklikleri herkes tarafından inanılan bir hale gelmişti; ve bu yeni hayal edilen ruhaniyet dünyası, ilkel toplumda bir güç konumuna gelmişti. Tüm insanlığının düşünsel ve ahlaki yaşamı, insan düşünüşü ve faaliyetinde bu yeni etkenin ortaya çıkışıyla birlikte sürekli olarak değişikliğe uğramıştı.
86:6.3 (955.8) Hayal ve cehaletin ana savı üzerine, fani korkusu ilkel toplulukların daha sonraki batıl inançları ve dinlerinin tümünü inşa etmiştir. Bu inanış, açığa çıkarılış dönemlerine kadar insanın tek diniydi; ve bugün dünya ırklarının çoğu evrimin sadece bu ilkel dinine sahiptir.
86:6.4 (955.9) Evrim ilerledikçe iyi talih iyi ruhaniyetler ile ve kötü talih kötü ruhaniyetler ile ilişkilendirilen hale gelmişti. Değişen bir çevreye olan zorunlu uyumun yarattığı huzursuzluk, ruhaniyet tanrılarının memnuniyetsizliği olarak kötü talih biçiminde değerlendirilmişti. İlkel insan, içkin ibadet dürtüsüyle ve şansa dair kavram yanılgısıyla dini yavaşça geliştirmiştir. Medenileşmiş insan, bu şans olaylarının üstesinden gelmek için sigorta türlerini sağlamaktadır; çağdaş bilim, hayali ruhaniyetler ve tuhaf tanrıların yerine matematiksel hesaplamalar ile birlikte sigorta uzmanlığını koymaktadır.
86:6.5 (956.1) Her geçen nesil atalarının budalaca hurafelerine gülümserken, gelecek aydınlamış kuşakta daha fazla gülümsemeye sebebiyet verecek bir biçimde düşünceye ve ibadete dair mevcut yanlış inanışlarını beslemeye devam etmektedir.
86:6.6 (956.2) Ancak en sonunda ilkel insanın aklı, içkin biyolojik dürtülerinin tümünü aşan düşüncelerle dolmuştu; en sonunda insan, maddi uyarımlara verilen tepkilerden daha fazlası olan bir takım şeylere dayanan bir yaşam sanatını geliştirmeye başlamaktaydı. İlkel bir felsefi yaşam siyasasının ilk adamları ortaya çıkmaktaydı. Yaşamın doğa-üstü bir ortak ölçütü ortaya çıkmaya başlamaktaydı; çünkü eğer ruhaniyet hayaleti sinirli bir biçimde kötü talihe, memnuniyet içinde iyi şansa sebebiyet vermekteyse bunun sonrasında insan davranışı buna göre düzenlenmek zorundaydı.
86:6.7 (956.3) Bu kavramların ortaya çıkmasıyla birlikte; mezarlar, kurbanlar ve din adamları uğrunda insan çabalarının uzun süreli ziyanı olan bir biçimde evrimsel dini korkuya kölesel esaret halinde bulunan, hiçbir zaman memnun olmayan ruhaniyetleri tatmin etmek için uzun ve ziyankâr çaba başladı. Bu ödenmesi gerek çok kötü ve korkunç bir bedeldi; ancak o tüm maliyete değerdi; çünkü insan bu süreç içerisinde, göreceli doğru ve yanlışın doğal bir bilincini elde etti; insanın etik kuralları doğmuştu!
86:7.1 (956.4) İlkel insan, kendisini teminat altına alma ihtiyacı hissetti; ve o bu nedenle, kötü talihe karşı büyü sigorta poliçesi için korkudan, hurafeden, dehşetten ve din adamı hediyelerinden oluşan külfetli primlerini istekli bir biçimde ödemişti. İlkel din yalın bir değişle, ormanların tehlikelerine karşı sigorta primlerinin ödenmesiydi; ilkel insan, üretim kazaları ve yaşamın çağdaş türlerinin acil durumlarına karşı maddi primlerini ödemektedir.
86:7.2 (956.5) Çağdaş toplum sigorta faaliyetini, din adamları ve dinin nüfuz alanından taşıyıp ekonomik ilişkilerin alanına yerleştirmektedir. Din artan bir biçimde kendisini, mezarın ötesindeki yaşamın teminat altına alınışıyla ilgili kılmaktadır. Çağdaş insanlar, en azından düşünenler, talihi denetim altına almak için ziyankâr primleri artık vermemektedirler. Din yavaş bir biçimde, kötü talihe karşı bir sigorta düzeni olarak eski faaliyetine kıyasla daha yüksek felsefi düzeylere yükselmektedir.
86:7.3 (956.6) Ancak dinin bu ilkçağ düşünceleri insanın kaderci ve ümitsiz bir biçimde karamsar hale gelişini engellemiştir; onlar, en azından kaderi etkileyecek bir şeyleri yapabileceklerine inandılar. Hayalet korkusunun dini, insanın nihai sonunu denetleyen madde-üstü bir dünya biçiminde, davranışlarını düzenlemelerinin zorunda olduklarını anlamalarını sağlamıştı.
86:7.4 (956.7) Çağdaş medeni ırklar, talih ve ortak eşitsizliklerin mevcudiyetinin bir açıklaması olarak hayalet korkusundan yeni yeni kurtulmaktadır. İnsanlık, kötü talihin hayalet-ruhaniyet açıklamasının yarattığı esaretten kurtuluşu elde etmektedir. Ancak insanlar yaşamdaki ani değişikliklerin bir ruhaniyet sebebine dayandığına dair hatalı savdan kurtulurken, tüm insan eşitsizliklerini yanlış siyasi uyum, toplumsal adaletsizlik ve üretimsel rekabete dayandırmaya kendilerini iten neredeyse eşit derecedeki dayanaksız bir öğretiyi kabul etmek için şaşırtıcı bir isteklilik göstermektedirler. Ancak yeni yasama, artan toplumsal fedakârlık ve daha fazla üretimsel nitelikteki yeniden düzenlemeler, özünde iyi olsalar da, doğumun gerçekleri ve yaşamın kazalarına deva olmayacaktır. Sadece gerçeklerin kavranılışı ve doğa yasalarını bilge bir biçimde kişisel yarara kullanma, insanı istedikleri şeyi elde etmesine ve istemediklerinden kaçınmasına yetkin kılacaktır. Bilimsel eyleme yol açan bilimsel bilgi, kaza eseri gerçekleşen hastalıklar olarak tanımladığınız şeyler için tek çaredir.
86:7.5 (957.1) Üretim, savaş, kölelik ve toplumsal hükümet; doğal çevresi içinde insanın toplum evrimine verdiği tepkiden doğmuştu; din benzer bir biçimde, hayali hayalet dünyasının düşsel çevresine verdiği tepki olarak doğmuştu. Din, bireyin kendisini idare edişinin evrimsel bir gelişimiydi; ve din, her ne kadar başta kavramsal olarak hatalı ve tamamen mantık dışı olsa da, görevini yerine getirmiştir.
86:7.6 (957.2) İlkel din; gerçek olmayan korkunun güçlü ve dehşet verici kuvveti ile birlikte, Düşünce Düzenleyicisi olarak doğa-üstü kökenin gerçek bir ruhsal kuvvetinin bahşedilişi için, insan aklının toprağını hazırlamıştı. Ve kutsal Düzenleyiciler bahse konu zamandan bu yanan Tanrı-korkusunu Tanrı-sevgisine dönüştürmek için çaba sarf etmektedirler. Evrim yavaş olabilir, ancak hataya yer bırakmayan bir biçimde etkindir.
86:7.7 (957.3) [Nebadon’un bir Akşam Yıldızı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
87. Makale
87:0.1 (958.1) Hayalet inanışları, kötü şansın tehditleri karşısında bir denge unsuru olarak gelişti; onun ilkel dini yükümlülükleri, kötü talih endişesi ve ölümden duyulan olağandışı korkunun ürünleriydi. Bu öncül dinlerin hiçbiri, İlahiyat’ın tanınmasıyla veya insan-üstü olana karşı duyulan derin saygıyla iniltili değildi; onların ayinleri hayaletlerden kaçınma, onları kaçırma veya baskı altına alma biçiminde çoğunlukla olumsuz nitelikteydi. Hayalet inanışı niteliksel olarak, felakete karşı gerçekleştiren sigortadan daha fazla veya daha az değildi; onun, daha üstün ve gelecekteki geri dönüşler için gerçekleştirilen yatırım ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktaydı.
87:0.2 (958.2) İnsan, hayalet inanışıyla verilen uzun ve çetin bir mücadeleye sahip olmuştur. İnsan tarihi içinde hiçbir şey, insanın hayalet-ruhaniyet korkusuna olan küçük düşürücü köleliğinin bu resminden daha fazla acıma duygusu verecek bir biçimde tasarlanmamıştır. Bu korkunun doğumuyla birlikte insanlık, dini evrimini yükseltmeye başlamıştı. İnsanın hayal gücü bireyin sahillerinden ayrılmış olup, gerçek bir Tanrı olarak doğru bir İlahiyat kavramına varıncaya kadar güvenli bir limanı tekrar bulamayacaktır.
87:1.1 (958.3) Ölümden, bedensel bünyeden diğer hayaletin özgür kalması anlamına geldiği için korku duyulmaktaydı. İlkçağ insanları, yeni bir hayalet ile uğraşma sıkıntısından kaçınma olarak ölümü engellemek için elinden gelen her şeyi yerine getirmişlerdi. Onlar, ölüm-yerleşkesine yapacakları yolculuğu başlatan bir biçimde ölüm mahallini terk etmeleri için hayaletleri teşvik etmeden her zaman endişe duymuşlardı. Hayaletten en fazla; ölüm zamanında ortaya çıkışı ile, cennet görünümü veren belirsiz ve ilkel bir kavram biçimindeki hayalet anavatanı için daha sonraki hareketi arasında gerçekleştiği varsayılan geçiş süreci boyunca korku duyulmuştu.
87:1.2 (958.4) Her ne kadar ilkel insan; doğa-üstü güçlere hayaletlere atfetmişse de, onları neredeyse hiçbir biçimde doğa-üstü usa sahip olan bir biçimde düşünmemişti. Birçok hile ve aldatmaca, hayaletleri oyuna getirmede ve kandırmada kullanılmıştı; medeni insan, dindarlığın dışsal bir gösteriminin her şeyden haberi olan bir İlahiyat’ı bile bir biçimde kandıracağı ümidine fazlasıyla umut bağlamaktadır.
87:1.3 (958.5) İlkel insanlar, genellikle ölümün bir habercisi olduğunu gözlemlemeleri nedeniyle hastalıktan korku duymuştu. Eğer kabile tıbbı hastalığa yakalanmış bir kişiyi iyileştirmede başarısız olduysa hasta insan genellikle, daha küçük bir barakaya taşınarak veya açık havada ölüme terk edilerek aile barakasından taşınırdı. Ölümün gerçekleşmiş olduğu bir ev genellikle yıkılırdı; eğer bu yapılmazsa, her zaman ondan kaçınılırdı; ve bu korku, öncül insanların devasa konutlar inşa etmelerini engellemişti. O aynı zamanda, kalıcı köylerin ve şehirlerin kurulmasını zorlaştırmıştı.
87:1.4 (958.6) İlkel insanlar, kavimin bir üyesi öldüğü zaman bütün gece oturup konuşmuşlardı; onlar, bir cesedin yakınında uykuya dalarlarsa aynı şekilde öleceklerinden korku duymuşlardı. Cesetten bulaşan hastalık, ölümden korku duyulmasına dayanak teşkil etti; ve tüm topluluklar, bir dönem içerisinde kesin olarak, ölüye dokunmasından sonra bir kişiyi temizlemek için tasarlanan detaylı arınma ayinlerini uyguladılar. İlkçağ toplulukları, bir cesede ışığın verilme zorunluluğuna inandılar; ölü bir bedenin karanlıkta kalmasına hiçbir zaman izin verilmemekteydi. Yirminci yüzyılda mumlar ölüm odalarında hala yanmaktadır; ve insanlar hala ölüler ile birlikte oturmaktadır. Medeni insan olarak adlandırdığınız bireyler hala, yaşam felsefelerinden ölü bedenlerden duyulan korkuyu tamamen atabilmiş değillerdir.
87:1.5 (959.1) Ancak tüm bu korkuya rağmen insanlar hala, hayaletleri aldatmanın yolunu aramışlardı. Eğer ölüm barakası yıkılmamışsa ceset duvardaki bir deliğe doğru taşınırdı, hiçbir zaman kapı tarafında doğru değil. Bu önlemler, onun oyalanmasını önleyen ve geri dönüşüne engel olan bir biçimde hayaleti şaşırtmak için alınmıştı. Cenaze katılımları bir törenden, hayalet takip etmesin diye farklı bir yoldan da geri dönerlerdi. Bireyin geldikleri yolları hesaba katmaları ve diğer bir sürü taktikler, hayaletin mezardan geri dönmemesini teminat altına almak için uygulanmıştı. Farklı cinsler hayaleti aldatmak için sıklıkla kıyafet değiştirmişlerdi. Yas kıyafetleri, yaşanların kimliğini gizlemek için tasarlanmıştı; daha sonra ise, ölülere saygı göstermek ve böylece hayaletleri memnun etmek amacıyla düzenlenmişlerdi.
87:2.1 (959.2) Din içinde hayaletlerin sakinleştirilmesine dair olumsuz nitelikli işleyiş uzun bir süre, ruhaniyetlere dayatım ve ricaya dair olumlu nitelikli işleyişten çok önce gelmekteydi. İnsan ibadetinin ilk eylemleri, savunma olgularıydı derin saygı değil. Çağdaş insan, yangına karşı sigorta yaptırmayı bilgelik olarak saymaktadır; benzer bir biçimde ilkel insan, hayalet kötü şansına karşı sigorta sağlamayı bilgeliğin iyi yanı olarak düşünmüştü. Bu korumayı sağlama çabası, hayalet inanışının yöntemleri ve ayinlerini oluşturmuştu.
87:2.2 (959.3) Bir zamanlar bir hayaletin büyük arzusunun, rahatsız edilmeden ölüm-yerleşkesine ilerleyebilmesi için hızlıca bir biçimde “uzanması” olduğu düşünüldü. Hayaleti yatırma ayininde yaşayanların eylemlerinde gerçekleşecek herhangi bir fazlalık ve eksiklik hatası, hayalet-yerleşkesine olan ilerleyişi geciktirmek için yeterliydi. Bunun hayaletin canını sıktığına inanıldı; ve sinirlendirilmiş bir hayaletin felaket, talihsizlik, ve mutsuzluğun bir kaynağı olduğu varsayıldı.
87:2.3 (959.4) Cenaze hizmeti, hayalet ruhunun gelecekteki evine gidişi için ikna edilmesinde insanın verdiği çabadan doğmuştu; ve cenaze konuşması kökensel olarak, yeni hayalete buraya nasıl gideceğinin öğretilmesi için tasarlanmıştı. Hayaletin yolculuğu için yiyecek ve giyecek sağlamak adetti, bu eşyalar mezarın içine veya onun yanına konurdu. İlkel insan — mezarın çevresinden uzaklaştırmak amacı biçiminde — “hayaleti yatırmak” için üç günden bir yıla kadar sürenin geçmesi gerekliliğine inanmıştı. Eskimo toplulukları hala, ruhun beden ile birlikte üç gün kaldığına inanmaktadır.
87:2.4 (959.5) Hayaletin eve geri dönüş arzusu hissetmemesi nedeniyle, bir ölümden sonra sessizlik veya yas gözlenmekteydi. Yaralar biçimde, bireyin kendisine işkence etmesi yas tutmanın ortak bir türüydü. Birçok ileri öğretici bunu engellemeye çalıştı, ancak başarısız oldu. Oruç ve bireyin nefsine halim oluşunun diğer türleri, ölüm-yerleşkesine yapacakları mevcut seyahatlerinden önce sinsice bekledikleri geçiş dönemi boyunca yaşamdaki sıkıntılardan zevk alan hayaletler için memnuniyet verici olarak düşünülmüştü.
87:2.5 (959.6) Yas eylemsizliğinin uzun ve sık tekrarlanan süreçleri, medeniyetin gelişimi için büyük engellerden bir tanesiydi. Her yılda haftalar ve hatta aylar, bu üretken olmayan ve yararsız yas eylemi içinde kelimenin tam anlamıyla heba edilmekteydi. Cenaze durumları için uzman yas tutucuların tutulduğu gerçeği yasın bir tören olduğunu göstermektedir, kederin bir kanıtını değil. Çağdaş insanlar ölü için saygı ve yakınlarını kaybetme hissi nedeniyle yas tutabilir, ancak ilkel çağ insanları bunu korku nedeniyle gerçekleştirmişti.
87:2.6 (959.7) Ölülerin isimleri hiçbir zaman anılmamıştı. Gerçekte onlar sıklıkla dil içinde yasaklanmışlardı. Bu isimler tabu haline gelmişti; ve böylelikle diller sürekli bir biçimde fakirleşmişti. Bu durum nihai olarak, “birinin hiçbir zaman bahsetmediği isim veya gün” olarak simgesel konuşmanın ve betimsel ifadenin bir birleşimi yarattı.
87:2.7 (960.1) İlkçağ insanları, yaşam boyunca arzu edilebilecek her şeyi sundukları bir hayaletten kurtulmaktan çok endişe duymaktalardı. Hayaletler kadınlar ve hizmetçiler istemişlerdi; bir varlıklı ilkel birey, ölümünde en az bir köle kadın eşin diri diri yakılmasını bekledi. Daha sonra, kocasının mezarı üzerinde bir dul eşin intihar etmesi adet haline gelmişti. Bir çocuk öldüğü zaman anne, teyze veya nine; erişkin bir hayaletin çocuk hayalete eşlik edebilmesi ve ona bakabilmesi için sıklıkla boğulurdu. Ve yaşamlarından bu şekilde vazgeçen bu bireyler bunu genellikle oldukça istekli bir biçimde yerine getirdiler; gerçekten de, âdete karşı gelen bir biçimde yaşamlarını sürdürselerdi, hayalet gazabının bu korkusu ilkel insanların memnuniyetle deneyimledikleri yaşamın birkaç keyfini onlardan almış olacaktı.
87:2.8 (960.2) Ölen bir öndere eşlik etmesi için çok sayıda kişiyi göndermek adetti; köleler, hayalet-yerleşkesinde onlara hizmet edebilmeleri için sahipleri öldüğünde öldürülmektelerdi. Borneo toplulukları hala, bir rehber dost sağlamaktadır; bir köle, ölen sahibiyle birlikte hayalet yolculuğunu sağlaması için kurban edilmektedir. Öldürülen kişilerin hayaletlerinin, katillerine köleleri olarak sahip olmalarından büyük memnuniyet duyduklarına inanılmaktaydı; bu inanç, insanları kafa avcılığını gerçekleştirmeye teşvik etti.
87:2.9 (960.3) Hayaletlerin yiyecek kokusundan keyif aldığı varsayılmaktaydı; cenaze yemeklerinde yiyeceklerin sunulması bir zamanlar herkes tarafından uygulanmaktaydı. Yemeğe başlamadan önce yemek duasının ilkel yöntemi, sihirli bir nakarat mırıldanırken ruhaniyetleri yatıştırma amacıyla ateşe bir parça yiyeceğin atılmasıydı.
87:2.10 (960.4) Ölülerin, yaşamda kendilerinin olan alet ve silahların hayaletlerini kullandıkları varsayılmaktaydı. Bir eşyayı kırmak, onu “öldürmek” ve böylece onun hayaletini hayalet-yerleşkesindeki hizmeti için salıvermek anlamına gelmekteydi. Özel mülkiyet kurbanları aynı zamanda yakma veya gömme işlemi ile gerçekleştirilmişti. İlkçağ cenaze atıkları devasa bir düzeydeydi. Daha sonraki ırklar kâğıt kalıplar yapıp, bu ölüm kurbanlarında gerçek nesneler ve kişiliklerle bu çizimleri değiştirdi. Soydaşlıktan gelen miras özel mülkiyetin yakılmasının ve gömülmesinin yerini aldığında, bu durum medeniyet içinde büyük bir gelişmeydi. İrokua Yerlileri, cenaze artıklarında birçok köklü yeniden düzenlemeyi gerçekleştirdi. Ve özel mülkiyetin bu korunumu, kuzey kırmızı insanlarının en güçlüleri haline gelmeye muktedir kıldı. Çağdaş insanın hayaletlerden korku duyması beklenmemektedir; ancak adetler güçlü olup, dünyasal servetin büyük bir kısmı hala cenaze ayinlerinde ve ölüm törenlerinde harcanmaktadır.
87:3.1 (960.5) Gelişen hayalet inanışı atalara olan ibadeti kaçınılmaz kıldı, çünkü o, ortak hayaletler ve evrimleşen tanrılar biçimindeki daha yüksek ruhaniyetler arasındaki birleştirici halka haline gelmişti. Öncül tanrılar yalın bir değişle, yüceltilmiş ölen insanlardı.
87:3.2 (960.6) Atalara yapılan ibadet kökensel olarak bir ibadetten çok bir korkunun ürünüydü; ancak bu türden inanışlar kesin bir biçimde, hayalet korkusu ve ibadetinin daha fazla yayılmasına katkı sağlamıştı. Öncül ata-hayalet inanışlarının takipçileri, kötü niyetli bir hayaletin bedenlerine bu gibi zamanlarda girebilir diye esnemekten bile korkmuşlardı.
87:3.3 (960.7) Çocukların evlatlık edinme âdeti, ruhun huzuru ve ilerleyişi için ölümden sonra birisinin bağışta bulunmasının kesinleştirme amacıydı. İlkel insan; akranlarının hayaletlerinden duydukları korkuyla yaşamış ve boş zamanını ölümden sonra kendi hayaletinin güvenli idaresini tasarlamak için harcamıştır.
87:3.4 (960.8) Birçok kabile en azından yılda bir kere tüm ruhlar için verilen bir yemeği düzenlemişlerdi. Romalılar hayaletler için verilen on iki tane yemeğe ve her yıl onlara eşlik edilen törenlere sahipti. Yılın yarısı, bu ilkçağ inanışları ile iniltili bir takım törenlere ayrılmıştı. Bir Romalı imparator, bir yıldaki ziyafet günlerini 135’e düşürerek bu uygulamalarda köklü bir değişiklikte bulunmayı denemiştir.
87:3.5 (961.1) Hayalet inancı devamlı evrim içerisindeydi. Hayaletlerin tamamlanmamış bir düzeyden mevcudiyetin daha yüksek bir fazına doğru geçtikleri tahayyül edilirken, inanış benzer bir biçimde ruhaniyetlere olan ibadetlere ve hatta tanrılara kadar gelişme gösterdi. Ancak daha ileri ruhaniyetlere duyulan çeşitlilik gösteren inanışlardan bağımsız olarak tüm kabileler ve ırklar bir dönem hayaletlere inanmışlardır.
87:4.1 (961.2) Hayalet korkusu, dünya dininin hepsinin ortak kökeniydi; ve çağlar boyunca birçok kabile, hayaletlerin bir sınıfına beslenen inanca bağlı kaldı. Onlar; hayaletler memnuniyet duyduğunda iyi talihe, sinirlendiğinde kötü talihe sahip olduklarını düşünmüştü.
87:4.2 (961.3) Hayalet inanışı gelişlerken, herhangi bir bireysel insan ile kesin bir biçimde tanımlanamayan ruhaniyetler biçiminde ruhaniyetlerin daha yüksek türlerinin tanınışı gerçekleşmişti. Onlar, hayalet-yerleşkesinin düzeyinin ötesine geçip ruhaniyet-yerleşkesinin daha yüksek âlemlerine ilerlemiş olan üstünleşmiş veya diğer bir değişle yüceltilmiş hayaletlerdi.
87:4.3 (961.4) Ruhaniyet hayaletlerinin iki türüne dair düşünce, dünyanın tümü boyunca yavaş ve kesin bir biçimde gelişme göstermişti. Bu yeni çifte ruhaniyetsellik, kabileden kabileye yayılmak zorunda değildi; o tüm dünyada bağımsız bir biçimde aniden türedi. Genişleyen evrimsel aklın etkilenişinde bir düşüncenin gücü, onun gerçekliğinde veya makul oluşunda değil, bunun yerine onun keskinliğine ek olarak hazır ve basit uygulanışında yatmaktadır.
87:4.4 (961.5) Daha da sonra insanın hayal gücü, hem iyi hem de kötü doğa-üstü düzenlenişe dair kavramsallaşmayı tahayyül etti; bazı hayaletler hiçbir zaman iyi ruhaniyetler düzeyine erişmemişti. Hayalet korkusunun öncül tek-ruhaniyetselliği kademeli bir biçimde, dünya olaylarının görünmez denetimine dair yeni bir kavramsallaşma biçiminde çifte bir ruhaniyetselliğe doğru evirilmekteydi. En azından iyi ve kötü talih, kendilerine ait düzenleyicilere sahip bir biçimde hayal edilmişti. Ve bu iki sınıf içinde kötü talihi getiren topluluğun daha etkin ve kalabalık olduğuna inanılmıştı.
87:4.5 (961.6) İyi ve kötü ruhaniyetlere dair sav nihai olarak olgunlaştığında, tüm dini inanışların en yaygın ve en kalıcı olanı haline gelmişti. Bu ikilik büyük bir dinsel-felsefi gelişimi temsil etmişti, çünkü, davranışlarıyla bir ölçüde tutarlı olan fani-ötesi varlıklara aynı zamanda inandırarak iyi ve kötü talihin ikisinin de anlaşılmasında insanı yetkin kılmıştı. Ruhaniyetler iyi ve kötü olarak sınıflandırılabilirdi; ancak onlar, dinlerin en ilkel olanlarının tek-ruhaniyetliğe ait öncül hayaletler hakkında yürüttüğü fikirler gibi ne yapacağı tamamiyle bilinmez nitelikte düşünülmemekteydi. İnsan en sonunda, davranışı ile tutarlı olan fani-ötesi kuvvetleri düşünmeye yetkin hale gelmişti; ve bu durum, din evriminin bütüncül tarihi ve insan felsefesinin gelişimi içinde gerçekliğin en önemli keşiflerinden biriydi.
87:4.6 (961.7) Evrimsel din, buna rağmen, çifte ruhaniyetselliğin korkunç bir bedelini ödemişti. İnsanın öncül felsefesi; bir iyi ve diğeri olan kötü biçiminde, sadece ruhaniyetlerin iki türünü doğru varsayarak ruhaniyet tutarlılığını geçici talihin ani değişiklikleriyle bütünleştirmeye yetkin hale gelmişti. Ve bu düşünce; değişmez fani-ötesi kuvvetlere dair bir kavramsallaşma ile birlikte şansın değişkenlerinin birleştirilmesinde insanı muktedir kılarken, kâinatsal birlikteliğin düşünülmesini bu dönemden beri dindarlar için zor kılmıştır. Evrimsel dinin tanrılarına genellikle karanlığın kuvvetleri tarafından karşı gelinmiştir.
87:4.7 (962.1) Tüm bunların altında yatan trajedi; bu düşünceler ilkel insanın aklında kök salarken, dünyanın tümü üzerinde gerçek anlamda hiçbir kötü veya uyumsuz ruhaniyetin bulunmadığı gerçeğiydi. Bu türden bir talihsiz durum; Caligastia isyanının sonrasında kadar gelişmeyip, sadece Hamsin Yortusu’na kadar varlığını sürdürmüştü. Temel kâinatsal nitelikler olarak iyilik ve kötülüğe dair kavramsallaşma, yirminci yüzyılda bile, insan felsefesinde oldukça canlıdır; dünya dinlerinin çoğu hala, ortaya çıkan hayalet inançlarının uzun zaman önce sonlanmış dönemlerinin bu kültürel doğum izini taşımaktadır.
87:5.1 (962.2) İlkel insan ruhaniyet ve hayaletleri, neredeyse sınırsız haklara sahip ama hiçbir sorumluğu taşımayan bir biçimde gördü; ruhaniyetlerin insanları çok katmanlı sorumluluklara sahip, ancak hiçbir hakkı taşımayan bir biçimde gördüklerini düşündü. İnsanlığın genel düşüncesi, insan olaylarına karışmamasının bedeli olarak hayaletlerin devamlı bir hizmet vergisi koyduğuydu; ve talihsizlik, olabilecek en küçük düzeyde hayalet etkinliklerine atfedilmişti. Öncül insanlar; tanrılara gösterilmesi gereken hürmette bir eksiklikte bulunmaktan o kadar korkmuşlardı ki, bütün bilinen ruhaniyetleri kurban ettikten sonra, sadece tümüyle güvende olmak için “bilinmeyen tanrılara” diğer bir yönelişte bulunmuşlardı.
87:5.2 (962.3) Ve mevcut an içerisinde basit hayalet inanışının yerini; insanın ilkel hayal gücü içerisinde evrimleştiği biçimde daha yüksek ruhaniyetlere yapılan hizmet ve ibadet halindeki, daha gelişmiş ve görece katmanlaşmış ruhaniyet-hayalet inancının uygulamaları almıştır. Dini merasim düzeni, ruhsal evrim ve ilerleyişe uyum sağlamak zorundadır. Genişleyen inanç yalnızca, ruhaniyet çevresine olan bireysel uyum biçimindeki doğa-üstü varlıklara duyulan inanış ile ilgili olarak bireyin kendisini idare edilişinin sanatıydı. Üretimsel ve askeri düzenler, doğal ve toplumsal çevrelere olan uyum düzenlemeleriydi. Ve evlilik iki cinsliliğin taleplerini karşılamaktan doğarken, dini düzen daha yüksek ruhaniyet kuvvetlerine ve ruhsal varlıklara olan inanç karşılığında evrim göstermişti. Din, şansın gizemine dair hayal gücünün ürünlerine olan uyumu temsil etmektedir. Ruhaniyet korkusu ve onun sonrasındaki ibadet, refah poliçeleri olarak talihsizliğe karşı sigorta biçiminde uygulanmıştı.
87:5.3 (962.4) İlkel insan iyi ruhaniyetleri, insan varlıklardan çok az bir şey talep eden bir biçimde kendiişlerine koyulan unsurlar olarak hayal etmektedir. Neşesinin yerinde tutulması gereken kötü hayaletler ve ruhaniyetlerdi. Bu nedenle ilkel topluluklar, kötü niyetli hayaletlerine iyi huylu ruhaniyetlerine nazaran daha fazla ilgi göstermişlerdi.
87:5.4 (962.5) İnsan refahının, kötü ruhaniyetlerin kıskançlığını özellikle tetiklediği varsayılmıştı; ve onların intikamı bir insan vasıtasıyla ve kem göz yöntemiyle karşılık vermekti. Ruhaniyetten kaçınmayla ilişkili olan inancın bu fazı, kem gözün gizlice çevirdiği dolaplar ile fazlasıyla ilgiliydi. Ondan korkmak neredeyse dünyanın tamamına yayılan bir hale gelmişti. Çekici kadınlar, kem gözden korunmaları için kapatılırdı; bunun sonrasında güzel olarak düşünülmek isteyen birçok kadın bu uygulamayı gerçekleştirmişti. Kötü ruhaniyetlere duyulan bu korku nedeniyle çocuklar karanlık çöktükten sonra nadiren dışarı salınırdı; ve öncül dualar her zaman “bizi kem gözden sakın” dileğini içinde barındırmıştı.
87:5.5 (962.6) Kuran kem göze ve büyü sözlerine ayrılmış koca bir bölüme sahip olup, Museviler onlara tamamen inanmıştı. Erkeğin cinsel organına dair bütüncül inanç, kem göze karşı bir savunma olarak gelişmişti. Doğum organları, güçsüz kılmaya yetkin, büyülü güçlere sahip olduğuna inanılıp tapınılan tek nesneydi. Kem göz, doğum lekeleri olarak çocukların anne karnında işaretlenilmelerine dair ilk hurafelerin ortaya çıkmasına kaynaklık etmişti; ve bu inanış bir zamanlar neredeyse herkes tarafından takip edilmekteydi.
87:5.6 (963.1) Kıskançlık kökleşmiş bir insan niteliğidir; bu nedenle ilkel insan onu öncül tanrılarına atfetmişti. Ve insan bir zamanlar hayaletleri aldatmayı denediği için, yakın bir zamanda ruhaniyetleri kandırmaya başlamıştı. O, “eğer ruhaniyetler bizim güzelliğimizden ve refahımızdan kıskançlık duyarsa, kendimizi çirkinleştirip başarımızdan üstün körü bir biçimde bahsederiz” demişti. Öncül alçak gönüllülük, bu nedenle, benliğin alçaltılması değil, bunun yerine kıskaçlık duyan ruhaniyetleri bir atlatma ve kandırma girişimiydi.
87:5.7 (963.2) Ruhaniyetlerin insan refahından kıskançlık duymasını engellemek için uygulanan yöntem, bazı talihli veya çok sevilen nesne ve insan üzerinde ağız dolusu olumsuz ifade kullanmaktı. Küçük düşürücü övgü âdeti, bu şekilde bir insanın kendisi veya ailesinin kökenini belli etmektedir; ve bu nihai olarak medenileşmiş tevazuya, dizginlenmeye ve kibarlığa doğru gelişmişti. Aynı amaç doğrultusunda çirkin görünmek moda haline gelmişti. Güzellik, ruhaniyetlerin kıskançlığına sebep olmaktaydı; o, günahkâr insan gururunun habercisiydi. İlkel insan çirkin bir isim arzulamıştı. İnanışın bu özelliği, sanatın gelişimi için büyük bir engeldi; ve uzun bir süre boyunca dünyayı renksiz ve çirkin halde tuttu.
87:5.8 (963.3) Ruhaniyet inanışı altında yaşam en iyi haliyle, ruhaniyet denetiminin sonucu olarak bir kumardı. Bir kişinin geleceği, ruhaniyeti etkilemek için kullanılabilmesi dışında çaba, üretim veya kabiliyetinin sonucu değildi. Ruhaniyetlerin sakinleştirilme törenleri, yaşamı bıktırıcı ve neredeyse dayanılmaz kılan bir biçimde ağır bir yük haline getirmişti. Çağdan çağa ve nesilden nesile, her ırk bu hayalet-ötesi savı geliştirmeyi amaçladı; ancak hiçbir nesil şimdiye kadar onu bütünüyle reddetme cesareti gösteremedi.
87:5.9 (963.4) Ruhaniyetlerin istek ve arzuları alamet, keramet ve işaret araçlarıyla irdelenmişti. Ve bu ruhaniyet iletileri kehanet, müneccimlik, sıkıntılar ve yıldızbilimi tarafından yorumlanmıştı. Bu inancın bütünlüğü, bahse konu örtülü rüşvet vasıtasıyla ruhaniyetlerin sakinleştirilmesi, tatmin edilmesi ve satın alınması için tasarlanmıştı.
87:5.10 (963.5) Ve böylece şu bileşenlerden meydana gelen yeni ve genişlemiş bir dünya felsefesi gelişmişti:
87:5.11 (963.6) 1. Görev — ruhaniyetleri istenen bir biçimde etki altına almak için, en azından tarafsız tutmak amacıyla, yapılması zorunlu olan şeyler.
87:5.12 (963.7) 2. Doğruluk — bir kişinin çıkarları uyarınca ruhaniyetlerin gönlünü sürekli bir biçimde kazanmak için tasarlanmış doğru davranışlar ve ayinler.
87:5.13 (963.8) 3. Gerçek — ruhaniyetlerin doğru bir biçimde anlaşılması ve onlara karşı doğru bir tutumun beslenmesi, ve böylelikle yaşam ve ölüm için aynı tutumun takınılması.
87:5.14 (963.9) İlkçağ toplulukları sadece meraktan doğan bir biçimde geleceği bilmeyi arzulamadılar; onlar kötü talihi savuşturmak istediler. Kehanet yalın bir değişle, bir sorundan kaçınma girişimiydi. Bu dönemler boyunca rüyalar kâhinsel olarak değerlendirilirken, olağandışı her şey bir gelecek alameti biçiminde görülmüştü. Ve mevcut anda bile medenileşmiş ırklar, eski dönemlerin gelişmekteki hayalet inanışına ait işaretler, simgeler ve diğer hurafesel kalıntılara beslenen inançtan olumsuz bir biçimde etkilenmektedir. Yavaş bir biçimde, fazlasıyla yavaşça, insan bu yöntemleri bırakırken, bunun sonucunda oldukça kademeli ve acı verici bir halde yaşamın evrimsel ölçeğinde yükselmişti.
87:6.1 (963.10) İnsanlar sadece ruhlara inanmış olup, dini tören daha az örgütlenmiş bir biçimde daha bireyseldi; ancak daha yüksek ruhaniyetlerin tanınması, kendileriyle ilişkileri düzenleyen “daha ruhsal yöntemlerin” kullanılmasını gerektirmişti.___Ruhaniyetlerin sakinleştirilme yönteminin geliştirilmesi ve detaylandırılmasına dair bu girişim doğrudan bir biçimde, ruhaniyetlere karşı savunma türlerinin yaratımına yol açtı. İnsan, dünyasal yaşamda faaliyet gösteren denetlenemez kuvvetler karşısında kendini gerçekten de çaresiz hissetmişti; ve onun acizlik düşüncesi, insan ve kâinat mücadelesinin tek taraflı savaşında üstünlükleri dengelemek için bir yöntem biçiminde, bir takım telafi edici düzenleme bulma girişimine yönlendirmişti.
87:6.2 (964.1) İnanışın öncül dönemlerinde insanın hayalet faaliyetini etkileme çabaları, kötü talihi rüşvetle satın alma çabaları biçiminde onları yatıştırmakla sınırlıydı. Hayalet inanışının evrimi iyiye ek olarak kötü ruhaniyetlerin varlığına dair kavramsallaşmaya doğru ilerlerken, bu törenler, iyi talihi kazanma biçiminde daha olumlu bir nitelikteki çabalara dönüştü. İnsanın dini artık tamamiyle olumsuz tutumu barındıran nitelikte değildi; buna ek olarak insan, iyi talihi elde etmek için çabalamayı bırakmamıştı; o kısa bir süre içinde, ruhaniyet iş birliğini denetim altına almayla sonuçlanacak düzenleri oluşturmaya başlamıştı. Artık dindar birey, kendi icat ettiği ruhaniyet hayallerinin bitmek tükenmeyen talepleri karşısında savunmasız bir konumda durmamaktadır; ilkel insan, ruhaniyeti eylemini zorla elde edebileceği ve ruhaniyet yardımını mecbur kılabileceği silahları icat etmeye başlamıştı.
87:6.3 (964.2) İnsanın savunmadaki ilk çabaları hayaletlere yöneltilmişti. Çağlar ilerledikçe yaşayanlar, ölülere karşı koymada yöntemler geliştirmeye başladılar. Hayaletlerin korkutulması ve uzaklaştırılmaları için birçok yöntem geliştirilmişti; bunlar arasında şunlar sıralanabilir:
87:6.4 (964.3) 1. Başın kesilmesi ve mezarda bedene bağlanması.
87:6.5 (964.4) 2. Ölü evinin taşlanması.
87:6.6 (964.5) 3. Cesedin hadım edilmesi veya bacaklarının kırılması.
87:6.7 (964.6) 4. Çağdaş mezar taşının bir kökeni olarak taşların altına gömülmesi.
87:6.8 (964.7) 5. Hayaletin sorun yaratmasını engellemek için daha sonraki bir icat olarak ölünün yakılması.
87:6.9 (964.8) 6. Bedenin denize bırakılması.
87:6.10 (964.9) 7. Vahşi hayvanlar tarafından yenilmesi için bedenin terk edilişi.
87:6.11 (964.10) Hayaletin ses tarafından rahatsız edildiği ve korkutulduğu varsayılırdı; bağırma, çanlar ve davullar onları yaşayanlardan uzaklaştırmaktaydı; ve bu ilkçağ yöntemleri hala, ölüler için onların “başında beklenilme” aşamasında yaygındır. Pis kokan karışımlar, istenmeyen ruhaniyetleri kovmak için kullanılmıştı. Ruhaniyetlerin oldukça çirkin görüntüleri, kendilerine baktıklarında aceleyle kaçmaları için oluşturulmuştu. Köpeklerin hayaletlerin yaklaşımlarını tespit edebildiklerine, onların uluyarak sahiplerini uyardıklarına, horozların hayaletler yakında olduğu zaman öttüklerine inanılmaktaydı. Bir horozun bir rüzgârgülü olarak kullanılışı, bu hurafenin devamıdır.
87:6.12 (964.11) Hayaletlere karşı su en iyi korunma aracı olarak görülmüştü. Kutsal su, din adamlarının ayaklarını yıkadıkları su olarak, tüm diğer türlerden üstündü. Hem ateş hem de suyun, hayaletler için geçilmez engeller oluşturduklarına inanılmıştı. Romalılar, ölü etrafında üç defa su taşımışlardı; yirminci yüzyılda bedene kutsal su serpilmekte olup, mezarlıkta el yıkama hala bir Musevi âdetidir. Vaftiz, daha sonraki su ayininin bir özelliğiydi; ilkel banyo, dini bir törendi. Sadece yakın dönemlerde banyo bir sağlık uygulaması haline gelmişti.
87:6.13 (964.12) Ancak insan hayaletleri denetim altına almaya son vermemişti; dinsel ayinler ve diğer uygulamalar vasıtasıyla, ruhaniyet faaliyetini denetlemeye girişecekti. Kötü ruhun çıkarılması, diğer bir ruhaniyeti denetlemesi ve kovması için bir ruhaniyetin kullanılmasıydı; ve bu yöntemler aynı zamanda, hayaletleri ve ruhaniyetleri korkutmak için de kullanılmıştı. İyi ve kötü kuvvetlerin çifte-ruhaniyetselliği insana, bir bünyeyi diğeri için kullanma girişimde bolca imkân sundu; çünkü eğer güçlü bir insan zayıf olanı alt edebilirse, bunun sonucunda güçlü bir ruhaniyet alt düzey bir hayalet üzerinde kesinlikle hâkimiyet kurabilirdi. İlkel lanetleme, küçük ruhaniyetleri sindirmek için tasarlanan bir denetleyici uygulamaydı. Daha sonra bu gelenek, düşmanlara lanet okumaya kadar genişlemişti.
87:6.14 (965.1) Daha eski ilkçağ adetleri uygulamalarına dönerek ruhaniyetlerin ve yarı-tanrıların istenen eylemi gerçekleştirmeye mecbur bırakılabileceklerine uzun bir süre inanılmıştı. Çağdaş insan, aynı işleyişi gerçekleştirmekten ötürü suçludur. Siz birbirinize günlük dil olarak ortak bir biçimde hitap etmektesiniz, ancak dua etmeye başladığınızda ciddi üslup olarak adlandırdığınız diğer neslin eski hitabet türüne geri dönmektesiniz.
87:6.15 (965.2) Bu sav aynı zamanda, tapınak fuhuşu gibi cinsel bir nitelikte olan birçok dini-ayine yapılan geri dönüşleri açıklamaktadır. İlkel adetlere olan bu geri dönüşler, birçok afetlere karşı kesin koruyucular olarak değerlendirilmişti. Ve bu basit akıllı insan toplulukları ile birlikte bu tür uygulamaların tümü, çağdaş insanın hafifmeşreplik olarak adlandıracağı davranışlardan tamamiyle uzaktı.
87:6.16 (965.3) Daha sonra ayinsel yeminlerin uygulaması gelmiş olup, onlar yakın zaman içerisinde dinsel sözler ve kutsal antlar tarafından takip edilmişti. Bu yeminlerin çoğu, bireyin kendisine işkence edişi ve kendisini yaralayışı tarafından eşlik edilmekteydi; daha sonra onlar oruç ve dua ile gerçekleştirilmişti. Bireyin nefsine hâkim oluşu ileri dönemlerde kesin bir denetleyici olarak görülmüştü; bu özellikle cinsel arzunun baskılanmasında gerçeklik taşımaktaydı. Ve böylece ilkel insan öncül bir biçimde; bu türden sıkıntı ve yoksunluklarına olumlu bir biçimde tepki göstermesi için isteksiz ruhaniyetleri zorlamaya yetkin ayinleri olarak bireysel işkence ve bireysel nefis denetiminin etkinliğine duyulan bir inanç biçiminde, dinsel uygulamalarında kararlı bir kısıtlılığı geliştirmişti.
87:6.17 (965.4) Her ne kadar İlahiyat ile bir pazarlık yapma eğilimi sergilese de, çağdaş insan artık açık bir biçimde ruhaniyetleri denetim altına almaya girişmemektedir. Ve hala o lanet okumakta, tahtaya vurmakta, parmaklarını bağlamakta ve, bir zamanlar büyülü bir kural olan belirli bir basmakalıp nakaratla birlikte boğazını temizleyip tükürmektedir.
87:7.1 (965.5) Toplumsal düzenin inanç türü, ahlaki hissiyatların ve dini bağlılıkların korunumu ve uyarımı için bir simge düzeni sağlaması nedeniyle varlığını devam ettirmişti. Nesne ve bünyelere olan ortak inanış “eski ailelere” dair tarihsel anlatımlarından türemiş olup, kurumsallaşmış bir yapı olarak varlığını devam ettirdi; her aile bu türden bir inanışa sahiptir. İlham verici her nihai amaç — kültürel farklılığın kurtuluşunu teminat altına alacak ve gerçekleşmesini kolaylaştıracak belirli yöntemlerini arayan bir biçimde — devamlılığını sürdüren bir takım simgeciliğe sıkı sıkı sarılmaktadır; ve inanış bu gayesini, duyguları desteklemesi ve onları tatmin edişiyle gerçekleştirmektedir.
87:7.2 (965.6) Medeniyetin doğumundan bu yana, toplumsal kültür veya dini gelişim içerisinde her cazibeli hareket; simgesel bir merasim düzeni şeklinde bir ayini geliştirdi. Bu ayin daha bilinç-dışı büyüme hali kazandığında, daha güçlü bir biçimde onun takipçilerini yakaladı. Nesne ve bünyelere beslenen ortak inanç hissiyatı korudu ve duyguları tatmin etti; ancak o her zaman, toplumun yeniden yapılanmasında ve ruhsal ilerleyişinde en büyük engel olmuştur.
87:7.3 (965.7) Her ne kadar bu inanış her zaman toplumsal ilerlemeyi yavaşlatmışsa da, ahlaki ölçütlere ve ruhsal ideallere inanç besleyen birçok çağdaş bireyin — karşılıklı desteklenen hiçbir inanca sahip olmayışı biçiminde — ait olunan herhangi bir şeyin bulunmaması şeklinde yeterli hiçbir simgeselliği barındırmaması çok üzücü bir durumdur. Ancak dini bir inanış birden yoktan var edilemez; o büyümek zorundadır. Eğer yönetim gücü tarafından ayinleri keyfi bir biçimde ortaklaştırılmazsa hiçbir iki topluluk birbirine özdeş hale gelemeyecektir.
87:7.4 (965.8) Öncül Hıristiyan inanışı, o döneme kadar düşünülmüş veya oluşturulmuş ayinlerin en etkili, çekici ve dayanıklı olanıydı; ancak onun değerinin büyük bir kısmı, temelinde yatan kökensel inanışların oldukça fazlasının bir bilim çağı içinde tahrip edilmesiyle yok edilmiştir. Hıristiyan inanışı, birçok temel düşüncesini kaybetmesiyle cansız hale gelmiştir.
87:7.5 (965.9) Geçmişte, gerçeklik; simgeselliğin genişleyebildiği bir biçimde inanışın esnek olduğu zamanlarda hızlıca gelişmiş ve özgürce genişlemiştir. Zengin gerçeklik ve uyumlaştırılabilen bir inanış, toplumsal ilerleyişin hızlılığına zemin hazırlamıştır. Anlamsız bir inanış, felsefenin yerini almaya ve nedenselliği köleleştirmeye çalıştığında dini yozlaştırmaktadır.
87:7.6 (966.1) Eksiklikleri ve kısıtlıklarına rağmen gerçekliğin her yeni açığa çıkarılışı, yeni bir inanışın doğumuna neden olmuştur; ve İsa’nın dininin yeniden ifadesi, yeni ve uygun bir simgeselliği geliştirmek zorundadır. Çağdaş insan; yeni ve genişleyen düşünceleri, idealleri ve bağlılıkları için belirli bir yetkin simgeselliği bulmak zorundadır. Bu gelişmiş simge, ruhsal deneyim olarak dini yaşamdan doğmak zorundadır. Ve daha yüksek bir medeniyetin bu daha yüksek simgeselliği; Tanrı’nın Yaratıcılığı kavramsallaşmasına dayanmak zorunda olup, insanın kardeşliğinin kudretli idealini gelecekte açığa çıkarışını içinde barındırmalıdır.
87:7.7 (966.2) Eski inanışlar haddinden fazla bir biçimde birey-merkezciydi; yeni olanlar uygulamalı sevgiden doğmalıdır. Yeni inanış, eskisi gibi, hissiyatı teşvik etmeli, duyguları tatmin etmeli ve sadakati desteklemelidir; ancak bunlardan daha fazlasını yapmak zorundadır: O; ruhsal ilerleyişi kolaylaştırmak, kâinatsal anlamları derinleştirmek, ahlaki değerleri arttırmak, toplumsal gelişimi desteklemek ve kişisel dini yaşamın daha yüksek bir türünü harekete geçirmek zorundadır. Yeni inanış — toplumsal ve ruhsal olarak — hem geçici hem de ebedi olan yaşamın yüce amaçlarını sağlamak zorundadır.
87:7.8 (966.3) Hiçbir inanış; ev kurumunun biyolojik, toplumsal ve dini önemine dayanmadığı müddetçe, toplumsal medeniyetin gelişimine ve bireysel düzeydeki ruhsal erişime katkı sağlayamaz. Varlığını sürdüren bir inanış, sonu gelmez değişimin mevcudiyetinde kalıcı olanı simgelemek zorundadır; sürekli değişen toplumsal başkalaşımın akıntılarını birleştiren şeyi yüceltmek durumundadır. Doğru anlamları tanımak, güzel ilişkileri övmek ve gerçek soyluluğun iyi değerlerini yüceltmek zorundadır.
87:7.9 (966.4) Ancak yeni ve tatminkâr bir simgeselliği bulmadaki büyük zorluk; çağdaş insanların bir topluluk olarak bilimsel tutuma bağlı kalırken, hurafelerden uzak dururken ve bilgisizlikten nefret ederken, bireyler olarak hepsinin gizemi derinden arzulamaları ve bilinmeyene derin bir biçimde saygı duymalarıdır. Hiçbir inanç; belirli bir üstün gizemi barındırmadıkça ve birtakım kıymetli erişilemezi saklamadıkça varlığını sürdüremez. Yeniden ifadeyle; yeni simgesellik sadece toplum için önemli olmamalıdır, birey için de anlamlı olmalıdır. Yararlı herhangi bir simgeselliğin türleri, bireyin öz girişimleriyle yerine getirebileceği ve aynı zamanda akranları ile birlikte memnuniyetle deneyimleyebileceği şeyler olmalıdır. Eğer yeni bir inanış durağan yerine sadece devinimsel olursa, hem geçici hem de ruhsal olarak insanlığın ilerleyişi için değerli olan bazı şeyleri gerçekten de katabilir.
87:7.10 (966.5) Ancak — ayinler, ortak söylemler veya hedefler olarak — bir inanış, haddinden fazla katmanlaş bir halde olursa faaliyet gösteremeyecektir. Ve orada, bağlılığın karşılığı olarak sadakatin talebi bulunmalıdır. Her etkin din kesin bir biçimde değerli bir simgeselliği geliştirmektedir. Ve onun takipçileri bu türden bir ayinin; toplumsal, ahlaki ve ruhsal ilerleyişin tümünü yalnızca engelleyecek ve onu yavaşlatacak sınırlayıcı, çirkinleştirici ve baskıcı niteliklere sahip olan kalıplaşmış merasim düzenlerine dönüşen bir biçimde katılaşmasını engellemek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Ahlaki gelişimi gerileten ve ruhsal ilerleyişi teşvik etmede başarısız olan hiçbir inanış varlığını sürdüremez. İnanış, — gerçek din olarak — bireysel nitelikteki ruhsal deneyimin yaşayan ve faal bedeninin etrafında geliştiği iskeletsel yapıdır.
87:7.11 (966.6) [Nebadon’un bir Berrak Akşam Yıldızı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
88. Makale
88:0.1 (967.1) BİR ruhaniyetin cansız bir nesneye, bir hayvana veya bir insan varlığına girişine dair kavramsallaşma, dinin evriminin başlangıcından beri varlığını sürdürmüş bir biçimde oldukça tarihi ve saygıdeğer bir inançtır. Ruhaniyet girmesine dair bu sav, putlaşmadan başka bir şey değildir. İlkel insan doğrudan bir biçimde putlaştırılmış şeye tapınmamaktadır; o oldukça mantıksal bir biçimde içinde ikamet eden ruhaniyete ibadet etmekte ve ona derin saygı beslemektedir.
88:0.2 (967.2) İlk başta putlaştırılmış bir şeyin ruhaniyetinin, ölü bir insanın hayaleti olduğuna inanılmıştı; daha sonra daha yüksek ruhaniyetlerin putlaştırılmış şeyler içinde ikamet ettikleri varsayıldı. Ve böylece putlaştırılmış nesne inancı nihai olarak; hayaletler, ruhlar, ruhaniyetler ve kötü ruhların iyeliklerine dair ilkel düşüncelerin tümünü içine aldı.
88:1.1 (967.3) İlkel insan her zaman, olağanüstü her şeyi putlaştırılmış bir şeye dönüştürmeyi arzulamıştı; şans böylelikle bunların birçoklarının kökeni olmuştu. Bir insan hasta olmakta, ardından birtakım şeyler gerçekleşmekte ve sonra iyileşmektedir. Aynı şey, birçok tıbbi ilacın saygınlığı ve hastalığı iyileştirmenin talihsel yöntemleri için gerçeklik taşımaktadır. Rüyalar ile ilişkili nesnelerin putlaştırılan şeylere dönüştürülmesi muhtemeldi. Volkanlar, ancak dağları dışarıda bırakan bir biçimde, putlaştırılan şeyler haline geldi; aynı şekilde yıldızlar değil de kuyruklu yıldızlar bu konuma geldi. Öncül insan kayan yıldız ve göktaşlarını, ziyaret eden özel ruhaniyetlerin dünya üzerine varışlarını işaret eden bir biçimde gördü.
88:1.2 (967.4) Putlaştırılmış ilk nesneler tuhaf bir biçimde işaretlenmiş çakıl taşları ve bu dönemden beri insanlar tarafından peşine düşülen “kutsal taşlardı;” ipe dizilmiş boncuklar bir zamanlar, bir takım uğurlu eşyalar olarak kutsal taşların bir birlikteliğiydi. Birçok kabile putlaştırılmış taşlara sahiplerdi; ancak onların çok azı, Kâbe ve Scone Tahtı gibi varlığını devam ettirdi. Ateş ve su aynı zamanda, putlaştırılmış öncül nesneler arasındaydı; kutsal su inancı ile birlikte ateş ibadeti hala varlığını devam ettirmektedir.
88:1.3 (967.5) Ağaçların putlaştırılması daha sonraki bir gelişmeydi; ancak bazı kabileler arasında doğaya olan ibadetin devamlılığı, bir çeşit doğa ruhaniyeti tarafından içinde ikamet edilen uğurlu eşyalar inancına neden olmuştu. Bitkiler ve meyveler putlaştırılmış nesneler haline geldiğinde, yiyecek olarak tabu konumunda bulunmuşlardı. Elma, bu sınıflandırmaya ilk girenler arasındaydı; elma, Levant toplulukları tarafından hiçbir zaman yenilmemişti.
88:1.4 (967.6) Ne zaman bir hayvan insan eti yediyse, o putlaştırılan bir konuma geldi. Bu şekilde köpek, Fars topluluklarının kutsal hayvanı haline geldi. Eğer putlaştırılmış bir şey bir hayvan ise ve hayalet kalıcı bir biçimde içinde ikamet ediyorsa, bunun sonucunda putlaştırılma yeniden doğuma sebebiyet verebilirdi. Birçok şekilde ilkel insanlar hayvanlara gıpta ile bakmışlardı; onlar kendilerini hayvanların üstünde görmeyip, sıklıkla gözde yırtıcılarının isimlerini almışlardı.
88:1.5 (967.7) Hayvanlar putlaştırılmış varlıklar konumuna geldiklerinde, bu putlaştırılmış hayvanın etinin yenilmesine dair tabular açığa çıktı. Şempanzeler ve maymunlar, insana benzerlikleri nedeniyle, öncül bir biçimde putlaşmış hayvanlar haline geldiler. Daha sonra yılanlara, kuşlara ve domuzlara da benzer bir biçimde bakılmıştı. Bir zamanlar inek putlaştırılmış bir varlıktı; dışkısı oldukça değerli görülürken, sütü tabuydu. Yılana Filistin’de, kötü ruhaniyetlerin sözcüleri olarak gören Museviler ile birlikte özellikle Fenikeliler tarafından, derin saygı duyulmaktaydı. Birçok çağdaş topluluklar bile, sürüngenlerin büyülü güçlerine inanmaktadır. Arabistan’dan Hindistan boyunca kırmızı insanlara ait Moqui kabilesinin yılan dansına kadar, yılana derin saygı duyulmuştur.
88:1.6 (968.1) Haftanın belirli günlerinin putlaştırılmıştı. Çağlar boyunca Cuma günü şanssız gün, ve on üç sayısı kötü bir rakam olarak görülmüştü. Şanslı sayılar üç ve yedi, daha sonraki açığa çıkarışlardan gelmişti; dört ilkel insanın şanslı sayısı olup, pusulanın dört noktasının öncül tanınışından elde edilmişti. Sürüleri veya diğer sahip olunan şeyleri saymak uğursuz olarak görülmüştü; ilkel çağ toplulukları, “insanları sayılandırma” olarak bir nüfus sayımında bulunmaya her zaman karşı gelmişlerdi.
88:1.7 (968.2) İlkel insan, cinsellik hakkında gereksiz bir putlaştırmada bulunmadı; üreme faaliyeti, sadece sınırlı bir ilgi gördü. İlkel insan doğal akla sahipti, müstehcen veya şehvet düşkünü değildi.
88:1.8 (968.3) Tükürük güçlü bir putlaştırılmış olguydu; kötülükler bir insana tükürülerek uzaklaştırılabilirdi. Daha yaşlı veya diğer bir değişle daha üst düzeyde bulunan kişinin birine tükürmesi en yüksek iltifattı. İnsan bedeninin parçaları, özellikle saç ve tırnaklar, putlaştırılan düzeye gelme niteliğine sahip şeyler olarak görülmekteydi. Kabile önderlerinin uzayan parmak tırnakları fazlasıyla değerli görülmüştü; ve onların kesilmesi güçlü bir putsal olguydu. Kafatası putlaştırılmalarına olan inanış daha sonraki dönemin kafa avcılığının büyük bir kısmını açıklamaktadır. Göbek bağı oldukça değerli görülmüş bir putlaştırmaydı; bu bugün bile Afrika’da bu şekilde değerlendirilmektedir. İnsanın ilk oyuncağı saklanmış bir göbek bağıydı. Sıklıkla yapılmış olduğu gibi, incilerle döşenen bir biçimde insanın ilk kolyesiydi.
88:1.9 (968.4) Kamburlar ve topal çocuklar, putlaştırılmış varlıklar olarak görülmektelerdi; delilerin ay tarafından çarpıldığına inanılmıştı. İlkel insan deha ile deliliği birbirinden ayırt edememişti; zekâ geriliği olanlar ya öldüresiye dövülmüşlerdi veya onlara putsal kişilikler olarak derin saygı gösterilmişti. Sinir bozukluğu artan bir biçimde büyücülüğe olan yaygın inanışı doğrulamıştı; sara hastaları sıklıkla din adamları veya sağlıkçılardı. Sarhoşluk, ruhaniyet ele geçirişinin bir türü olarak görülmüştü; ilkel bir insan bir cinnet halinde bulunduğunda, eylemlerinin sorumluluğunu reddetmek amacıyla başına bir yaprak koyardı. Zehirler ve sarhoş edici maddeler putlaştırılmış şeyler haline geldi; onların ele geçirilmiş oldukları düşünülmekteydi.
88:1.10 (968.5) Birçok kişi dehaları, bilge bir ruhaniyet tarafından ele geçirilmiş putsal kişilikler olarak görmüştü. Ve bu yetenekli insanlar yakın bir zaman içinde, bencil çıkarlarını yerine getirmek için sahtekârlığa ve hileye başvurmayı öğrenmişlerdi. Putsal bir bireyin insandan daha fazlası olduğu düşünülmekteydi; o kutsal, hatta hatasızdı. Böylelikle kabile önderleri, krallar, din adamları, tanrı elçileri ve din mabet yöneticileri nihai olarak büyük bir gücü ellerinde barındırmış olup sınırsız yönetim yetkisini uygulamışlardı.
88:2.1 (968.6) Beden içinde yaşarlarken kendilerine ait olan bir takım eşyalar içinde hayaletlerin ikamet edişleri onların varsayılan bir tercihleriydi. Bu inanış, birçok çağdaş kalıntıların etkinliğini açıklamaktadır. İlkçağ insanları önderlerinin kemiklerine derin saygı duymuştu; ve azizlere ek olarak kahramanların iskelet kalıntıları, hala birçokları tarafından hurafesel huşu ile bakılmaktadır. Bugün kutsal yolculuklar bile, büyük insanların kabirlerine doğru yapılmaktadır.
88:2.2 (968.7) Kalıntılara beslenen inanış, ilkçağdaki putsallaşmış şeylere duyulan inancının bir uzantısıdır. Çağdaş dinlerin kalıntıları; ilkel insanın putsal inancını mantık temeline oturtmaya ve böylece onu çağdaş dini sistemler içinde onurlu ve saygın bir konuma yükseltmeye dair bir girişimi temsil etmektedir. Putlaştırılan şeylere ek olarak büyüye inanç beslemek dinsizliktir, ancak kalıntıları ve mucizeleri kabul etmek sözüm ona kabul edilebilir bir şeydir.
88:2.3 (969.1) Ateşin yakıldığı yer olarak ocak, kutsal bir yer olarak neredeyse putsallaşmış bir şey haline geldi. Tapınaklar ve mabetler ilk başta putsallaşmış yerleşkelerdi, çünkü ölüler burada gömülmekteydi. Musevilerin putsallaştırılmış barakası Musa tarafından, bu dönemde mevcut Tanrı kanunu kavramı olan put-üstü bir yere yükseltilmişti. Ancak İsrail toplulukları, “Ve bir sütun olarak diktiğim bu kaya Tanrı’nın evi olmalıdır” biçimindeki kaya sunağına olan tuhaf Kenani inancından hiçbir zaman vazgeçmediler. Onlar gerçekten, aslında putsallaştırdıkları şeyler olan, bu türden kaya sunaklarında sahip oldukları Tanrı’nın ruhaniyetinin ikamet ettiğine inandılar.
88:2.4 (969.2) İlk resimler, meşhur ölünün görünüşü ve anısını muhafaza etmek için yapılmıştı; onlar gerçekten anıtlardı. Putlar, putsallaşmanın bir gelişimiydi. İlkel insanlar, bir kutsama töreninin ruhaniyetin resme girmesine neden olduğuna inanmıştı; benzer bir biçimde, belirli nesneler kutsandığında büyülü hale gelmektelerdi.
88:2.5 (969.3) İlkçağ Dalamatia ahlak yasasına ikinci emrin eklenmesi içerisinde Musa, Museviler arasında putsallaşmış şeylere yapılan ibadeti denetlemek için bir çaba sarf etmişti. O dikkatli bir biçimde, putsallaşan bir şey biçiminde kutsallaşabilecek herhangi bir resmin yapılmaması emrini vermişti. Musa şunu kesin bir biçimde ifade etti: “gökyüzünün üstündeki, yeryüzünün altındaki veya dünya sularındaki hiçbir şeyin putunu veya ona benzer bir şeyi yapmamalısınız.” Bu emir Museviler içindeki sanatın gerilemesine fazlasıyla katkıda bulunsa da, putsallaşmış şeylere olan ibadetini azaltmıştı. Ancak Musa, eskinden gelen putsallaşmış şeyleri derhal ortadan kaldırmaya girişmeyecek kadar bilgeydi; ve o bu nedenle, savaş sunağı ile birleşmiş ahit sandığı olan dini kabir içerisinde kanunun boyunca belirli kalıntıların konulmasına izin vermişti.
88:2.6 (969.4) Kelimeler, daha çok Tanrı’nın sözleri olarak görülenler, nihai olarak putlaştırılmış hale geldi; bu nedenle birçok dinin kutsal kitabı, insanın ruhsal imgelemini hapseden putsallaştırılmış hapishaneler haline geldi. Musa'nın putsallaşmış şeyler karşısındaki her çabası daha büyük düzeydeki putsallaştırılmış yüce bir şey halini aldı; onun emirleri daha sonra, sanatı uyuşturmak ve güzel karşısında duyulan hazzı ve derin beğenimi geriletmek için kullanılmıştı.
88:2.7 (969.5) Çok eski dönemlerde yönetim gücünün putlaştırılmış kelimesi, insanları köleleştiren zalimlerin tümü arasında en korkuncu olarak bir korku yaratan savdı. Bir dini öğretiye duyulan putsallaşmış inanç; bağnazlık, körü körüne inanç, hurafe inancı, tahammülsüzlük ve ilkel kabalıkların en acımasızına insanın kendisini teslim edişine yol açacaktır. Bilgelik ve gerçeklik için duyulan çağdaş saygı, putsallaştırma eğiliminden düşünme ve mantıksallığın daha yüksek seviyelerine olan yakın zamandaki kaçıştan başka bir şey değildir. Çeşitli dindarların kutsal kitaplar olarak gördükleri putsallaşmış derleme yazılar ile ilgili, sadece, kitabın içindekilerin doğru olduğuna değil, onun içerdiği her şeyin aynı zamanda gerçek olduğuna inanılmıştı. Bu kutsal kitapların bir tanesi dünyanın düz olduğundan bahsederse, bunun sonucunda, uzun nesiller boyunca diğer aklı başında sayısız erkek ve kadın gezegenin yuvarlak olduğuna dair olumlayıcı bulguyu kabul etmeyi reddedecektir.
88:2.8 (969.6) Bu kutsal kitapların bir tanesini gözün içinde bir paragrafı önemli yaşam kararlarını veya tasarımlarını belirlemesi amacıyla seçmesi için açmak, düpedüz putlaştırmadan başka bir şey değildir. Bir “kutsal kitaba” el basarak ant içmek veya duyulan ulvi saygının birtakım nesneleri ile lanet okumak, gelişmiş putlaştırmanın bir türüdür.
88:2.9 (969.7) Ancak bu durum; kabile önderinin el tırnaklarını kesmesine dair putsallaşmış korkudan, en azından bir “kutsal kitap” olarak bir araya getirildikleri zaman ve etkinliğe kadar birçok çağın elekten geçmiş en iyi ahlaki bilgeliğini sonuçta temsil eden mektupların, yasaların, efsanelerin, mecazi söylem ve anlatımların, mitlerin, şiirlerin ve tarihi yazıtların muhteşem bir derlemesine dair duyulan hayranlığa kadar olan ilerlemeyi barındıran gerçek evrimsel gelişimi temsil etmektedir.
88:2.10 (970.1) Putsallaşmış şeyler haline gelmesi için sözlerin bir yerden esinlenildiği düşünülmüştü; ve varsayılmakta olan kutsal bir biçimde esinlenmiş yazılara başvurma dini ibadetin gerçekleştirildiği kurumun yönetim yetki gücünün oluşumuna sebebiyet verirken, kamu oluşum biçimlerinin evrimi devletin yönetim yetki gücünün gerçekleşmesine sebebiyet vermişti.
88:3.1 (970.2) Putlaştırma; kutsal taşlara yapılan ilk inançtan puta tapınma, yamyamlık ve doğaya ibadet boyunca totemciliğe kadar ilkel inançların tümünden geçmişti.
88:3.2 (970.3) Totemcilik, toplumsal ve dini adetlerin bir bileşimidir. Kökensel olarak, varsayılan biyolojik kökenden gelinen totem hayvanı için duyulan saygının erzakı teminat altına aldığı düşünülmüştü. Totemler aynı zamanda topluluğun ve tanrılarının simgeleriydi. Bu türden bir tanrı, kavimle birlikte bireyselleşmişti. Totemcilik, genelde kişisel olan dininin toplumsallaşma girişiminin bir fazıydı. Totem nihai olarak, çeşitli çağdaş toplulukların bayrağına, veya diğer bir değişle ulusal simgesine, evirilmişti.
88:3.3 (970.4) Bir sağlık torbası olarak bir putsallaşmış bohça, hayaletlerin nüfuz ettiği saygın bir alet ve edevat topluluğunu taşıyan bir keseydi; ve eskilerin sağlıkçıları, gücünün simgesi olan bu bohçanın hiçbir zaman yere değmesine izin ermemişti. Yirminci yüzyılın medenileşmiş insanları, milli bilinçlerinin armaları olan bayraklarının benzer bir biçimde toprağa değmemesi için özen göstermektedirler.
88:3.4 (970.5) Din adamsal veya kraliyetsel mevkilerin nişanları nihai olarak putsallaşmış şeyler olarak görüldü; ve en yüksek düzeydeki devlet oluşumu kavimlerden kabilelere, özerklikten egemenliğe ve totemlerden bayraklara olmak üzere gelişmenin birçok aşamasından geçti. Putlaşmış krallar “kutsal hak” ile yönetimlerini gerçekleştirmiş olup, hükümetin diğer birçok türü elde edilmiştir. İnsanlar aynı zamanda; ortak bir biçimde “kamuoyu” olarak adlandırıldığında sıradan insanın düşüncelerinin yüceltilmesi ve ona hayranlık beslenmesi biçiminde demokrasinin bir putlaştırılımını gerçekleştirmişlerdi. Kendisi tarafından elde edildiğinde bir insanın düşüncesi çok değerli olarak görülmemektedir; ancak birçok insan beraberce bir demokrasi biçiminde faaliyet gösterdiğinde, bu aynı vasat yargı âdetin belirleyicisi ve doğruluğun ortak ölçüsü olarak kabul edilmektedir.
88:4.1 (970.6) Medenileşmiş insan, bilimi vasıtasıyla gerçek bir çevreninin sorunlarına karşı koyar; ilkel insan, hayali bir hayalet çevresinin gerçek sorunlarını büyü vasıtasıyla çözmeye girişmişti. Büyü, sonu gelmez bir biçimde açıklanamaz olanı açıklayan gizli düzenlere sahip varsayılan ruhani çevreyi istenilen bir biçimde yönlendirme yöntemiydi; o, gönüllü ruhaniyet işbirliğini elde etmeye ek olarak, putlaşmış şeylerin veya diğer ve daha güçlü ruhaniyetlerin kullanılmasıyla gönülsüz ruhaniyet desteğine onları mecbur kılma sanatıydı.
88:4.2 (970.7) Büyü, sihir ve medyumculuğun amacı çift katmanlıydı:
88:4.3 (970.8) 1. Geleceğe dair bilgiyi elde etmek.
88:4.4 (970.9) 2. Çevreyi uygun olarak etkilemek.
88:4.5 (970.10) Bilimin amaçları, büyününkilere özdeştir. İnsan türü büyüden bilime, düşünme ve nedensellik aracılığı ile değil, bunun yerine uzun deneyimle kademeli ve sıkıntılı bir biçimde ilerlemektedir. İnsan hatadan başlayarak, hatayla ilerleyerek ve sonunda gerçekliğin eşiğine erişerek, gerçekliğe kademeli olarak geri dönmektedir. Sadece bilimsel yöntemin gelişiyle birlikte o ilerleme ile karşılaştı. Ancak insan, deneyimlemeye veya yok olmaya mecburdu.
88:4.6 (970.11) Öncül hurafeden duyulan cazibe, daha sonraki bilimsel merakın anasıydı. Bu ilkel hurafeler içinde — meraka ek olarak korku biçiminde — ilerleyici nitelikte devinimsel hissiyat bulunmaktaydı. Bu hurafeler, gezegensel çevreyi bilmek ve onu denetlemek için insan arzusunun ortaya çıkışını temsil etmişti.
88:4.7 (971.1) Büyü ilkel insan üzerinde bu türden güçlü bir etkiye sahip oldu, çünkü o doğal ölüm kavramanı anlayamamaktaydı. İlk günaha dair daha sonraki düşünce, doğal ölümü açıklayan büyünün ırk üzerindeki etkisinin azalmasında büyük katkıda bulundu. Bir zamanlar, bir doğal ölümden sorumlu olduklarının varsayılmaları nedeniyle on masum bireyin öldürülmesi hiçbir şekilde nadir gerçekleşen bir olay değildi. Bu durum ilkçağ topluluklarının neden hızlı çoğalmadıklarının bir sebebi olup, hala bazı Afrika kabileleri için gerçeklik taşımaktadır. Suçlanan birey genellikle, ölümle karşı karşıyayken bile, suçunu kabul etmişti.
88:4.8 (971.2) Büyü ilkel bir insan için doğaldır. O, kısa saç kesimi veya el tırnaklarının kırpılması vasıtasıyla sihrin uygulanmasıyla bir düşmanın gerçekten de öldürebileceğine inanmaktadır. Yılan ısırıklarının öldürücülüğü sihirbazın büyüsüne atfedilmişti. Büyü ile savaşmadaki zorluk, korkunun öldürebileceği gerçeğinden doğmaktadır. İlkel insanlar büyüden o kadar korku duymuşlardı ki korku gerçekten de ölümlerine sebep olmuştu; ve bu türden sonuçlar, bahse konu hatalı inanışı doğrulamaya yeterliydi. Başarısızlık durumunda orada her zaman birtakım akla yatkın açıklama bulunmaktaydı; hatalı büyünün telafisi daha fazla büyüydü.
88:5.1 (971.3) Beden ile ilgili her şey putlaşan bir şeye dönüşebileceği için, öncül büyü saç ve tırnaklar ile ilgiliydi. Bedenden ayrılanlar ile ilgili ortaya çıkan gizlilik, bir düşmanın bedene ait bir şeyi elde edip onu zarar verici büyü içerisinde kullanabilmesine dair korkudan türemişti; beden dışkısının tümü bu nedenle dikkatli bir biçimde gömülmüştü. Herkes karşısında tükürmekten kaçınılmıştı, çünkü tükürüğün zarar verici büyü içinde kullanabileceğinden korkulmaktaydı. Yiyecek artıkları, giyecekler ve süs eşyaları büyünün araçları haline gelebilirdi. İlkel insan, yiyeceğinin hiçbir artığını sofrasında bırakmadı. Ve bütün bunların hepsi, birinin sahip olduğu düşmanın bu şeyleri büyü ayinlerinde kullanabileceğinden duyduğu korku ile gerçekleştirilmişti; yoksa bu tür uygulamaların sıhhi değerine dair herhangi bir takdir dolayısıyla değil.
88:5.2 (971.4) Büyülü nesneler şunlar gibi çeşitli birçok şeyden uydurulmuştu: insan eti, kaplan pençeleri, timsal dişleri, zehirli bitki tohumları, yılan zehri ve insan saçı. Ölünün kemikleri oldukça büyülüydü. Ayak izlerinden elde edilen toz bile büyüde kullanılabilmekteydi. İlkçağ insanları, sevgiye neden olan büyülü eşyaların büyük inanıcılarıydı. Kan ve bedeninin diğer sıvı türleri, sevginin büyülü etkisini teminat altına almaya yetkindi.
88:5.3 (971.5) Resimlerin büyüde etkin olduğu varsayılmıştı. Bireylerin temsili büstleri yapılmışı; ve onlara iyi veya kötü davranıldığında benzer etkilerin gerçek insanlar üzerinde açığa çıktığına inanılmıştı. Satın alma işlemleri gerçekleştirildiğinde, hurafelere inanan bireyler satıcının kalbini yumuşatmak için bir miktar sert dal parçasını çiğnerlerdi.
88:5.4 (971.6) Siyah bir ineğin sütü oldukça büyülüydü; benzer bir biçimde siyah kediler de bu şekilde görülmekteydi. Asa veya çubuk davullar, ziller ve ilmekler ile birlikte büyülüydü. İlkel çağ eşyalarının tümü büyülü nesnelerdi. Yeni veya daha yüksek bir medeniyetin uygulamaları, varsayılan kötü nitelikteki büyülü doğası nedeniyle olumsuz bir biçimde değerlendirilmekteydi. Yazma, baskı ve resimler uzun bir süre boyunca böyle görülmüştü.
88:5.5 (971.7) İlkel insan, özellikle tanrıların isimleri olmak üzere, isimlerin saygı içinde değerlendirilmesi gerektiğine inandı. İsim, fiziksel kişilikten bağımsız bir etki olarak bir mevcudiyet biçiminde görülmüştü; ona, ruh ve gölge ile eşit derecede saygı gösterilmişti. İsimler ödünç paralar için emanet verilirdi; bir insan, borcunu ödemesiyle borçtan kurtulana kadar ismini kullanamamaktaydı. Şimdilerde bir insan ismini resmi bir evraka işlemektedir. Bir bireyin ismi yakın bir süre zarfında büyüde önemli hale geldi. İlkel insan iki isme sahipti; önemli olanı olağan durumlarda kullanılmayacak kadar kutsaldı; bu nedenle — bir takma isim olarak — ikinci veya günlük isim kullanılmaktaydı. O gerçek ismini yabancılara hiçbir zaman söylemedi. Olağan dışı niteliğe sahip herhangi bir deneyim kendi ismini değiştirmesine neden oldu; zaman zaman bu durum, hastalığı iyileştirme veya kötü talihi durdurma çabası içinde gerçekleştirilmekteydi. İlkel insan, kabile önderinden satın alarak yeni bir ismi elde edebilmekteydi; insanlar hala unvan ve rütbeler için yatırım yapmaktadırlar. Ancak Afrikalı Buşmanlar gibi en ilkel kabileler arasında birey isimleri mevcut bulunmamaktadır.
88:6.1 (972.1) Büyü çubukların kullanılması, “tıp” ayinleri ve sihirli nakaratlar ile uygulanmaktaydı; ve onu gerçekleştirenlerin kıyafetsiz çalışması adetti. İlkel büyücüler arasında kadınlar erkeklerden çok daha fazlaydı. Büyüde “tıp” gizem demekti, tedavi değil. İlkel insan hiçbir zaman bilmediği hiçbir şeyi bünyesine almadı; büyü uzmanlarının tavsiyeleri dışında hiçbir zaman ilaç kullanmadı. Ve yirminci yüzyılın büyü doktorları, eskilerin büyücülerinin belirgin örnekleridir.
88:6.2 (972.2) Büyünün hem bir genel hem de bir özel fazı bulunmaktaydı. Sağlık insanı, şaman veya din adamı tarafından uygulananların tüm kabilenin iyiliği için olduğu varsayılmıştı. Cadılar, sihirbazlar ve büyücüler; bir kişinin düşmanları üzerine kötülüğü zorla getirmenin bir yönteminin uygulandığı bireysel ve kişisel büyü şeklinde özel sihri gerçekleştirmekteydi. İyi ve kötü ruhaniyetler olarak çifte ruhaniyetselliğin kavramı, ak ve kara büyüye dair daha sonraki inanca sebebiyet vermişti. Din evrilirken büyü, bir insanın kendi inanışının dışındaki ruhaniyet faaliyetleri için kullanılmıştı; ve o aynı zamanda daha eski hayalet inanışlarına atfedilmişti.
88:6.3 (972.3) Zikirler ve sihirli nakaratların ayinleri olarak kelimelerin herhangi bir sıralı bütünlüğü oldukça büyülüydü. Bazı öncül nakaratlar nihai olarak dualara evirilmişti. Yakın bir zaman içerisinde taklit edici büyü uygulanmıştı; dualar ayinselleşmişti; büyü dansları canlandırımsal dualardan başka bir şey değildi. Dua kademeli olarak büyünün yerini kurbanın bir yardımcısı olarak almıştı.
88:6.4 (972.4) Sözden daha eski olarak mimik, daha kutsal ve büyülüydü; ve taklitçiliğin güçlü büyü etkisine sahip olduğuna inanılmaktaydı. Kırmızı insanlar sıklıkla; üyelerinden bir tanesinin bir bizon rolünü üstlendiği ve yakalanılmasıyla yakın bir zamanda çıkılacak avın başarısını teminat altına alacak bir bizon dansını sahnelerlerdi. Mayıs Bayramı’nın cinsel ilişki eğlenceleri yalın bir biçimde, bitki dünyasının cinsel arzularını çağrıştıran bir temsil olarak taklitsel büyüydü.
88:6.5 (972.5) Büyü, bilimsel bir çağın meyvesini nihai olarak veren evrimsel dini ağacın dalıydı. Yıldız bilimine olan inanç gök biliminin gelişimine yol açtı; bir felsefe taşına olan inanç madenler üzerindeki üstünlüğe yol açarken, büyü rakamlarına olan inanç matematik bilimini kurdu.
88:6.6 (972.6) Ancak büyülü nesneler ile dolup taşan bir dünya, geleceğe dair kişisel arzu ve girişimin tümünü önlemede fazlasıyla etkin rol oynadı. İlave emek veya özenli çalışmanın meyveleri, büyü olarak değerlendirildi. Eğer bir insan komşusuna kıyasla daha fazla tahıl elde ederse, zorla kabile önderinin karşısına çıkarılıp üşengeç komşusunun tarlasından bu fazla tahılı ayartmakla suçlanırdı. Gerçekten de barbarlığın hüküm sürdüğü dönemlerde çok fazla bilmek tehlikeliydi; orada her zaman, bir kara büyücü olarak idam edilme olasılığı bulunmaktaydı.
88:6.7 (972.7) Kademeli olarak bilim, yaşamın kumarsı niteliğini ortadan kaldırmaktadır. Ancak eğitimin çağdaş yöntemleri başarısız olursa, büyüye duyulan ilkel inançlara doğru neredeyse anlık gerçekleşecek bir geri dönüş ortaya çıkar. Bu hurafeler, medenileşmiş insanlar olarak adlandırdığınız bireylerin çoğunun akıllarında hala varlığını sürdürmektedir. Dil; büyülenmiş, kara talihli, kötü ruhaniyetler tarafından ele geçirilmiş, ilham, ruh kaçırma, yaratıcılık, büyüleyici, yıldırım çarpmışa dönmüş, afallamış gibi kelime örneklerinin ışığında büyüsel hurafelerle ırkın uzun bir süre boyunca içli dışlı dolu olduğunu kanıtlayan birçok fosilleşmiş kalıntıyı taşımaktadır. Ve ussal inan varlıkları hala iyi şansa, kem göze ve yıldız falına inanmaktadırlar.
88:6.8 (973.1) İlkel çağın büyüsü, kendi dönemi için hayati derecede önemli olan ancak mevcut zamanda artık kullanışlı olmayan bir biçimde, çağdaş bilimin kozasıydı. Ve bu nedenle bilgisizliğin ürünü olan hurafenin hayalleri insanların ilkel akıllarını bilimin kavramları doğana kadar huzursuz etti. Mevcut an içerisinde Urantia, bu ussal evrimin alacakaranlık bölgesindedir. Dünyanın bir yarısı gerçekliğin ışığını ve bilimsel keşfin bilgilerini şevkle elde etmeye çabalarken, diğer yarısı ilkel çağ hurafelerinin ve sadece hafif bir biçimde gizlenmiş büyünün kollarında uzunca bir süredir ıstırap çekmektedir.
88:6.9 (973.2) [Nebadon’un bir Berrak Akşam Yıldızı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
89. Makale
89:0.1 (974.1) İLKEL insan kendisini, borcunu ödeme zorunluluğu içinde bekleyen bir biçimde ruhaniyetlere borçlu bir şekilde gördü. İlkel insanlar bu duruma böyle baktıkları için, adaletin yerine getirilmesi içinde ruhaniyetlerin onlar üzerine çok daha fazla kötü şansı getirdiklerine inanıldı. Zaman ilerledikçe bu kavramsallaşma günah ve onlardan arınmanın savına doğru gelişti. Ruhun, — ilk günah olarak — cezalandırılması için dünyaya gelen bir şey olarak görüldü. Ruhun fidye ile kurtarılması gerekmekteydi; bir günah keçisi bunun için bulunmak zorundaydı. Kafatası tapınma inancının uygulanmasına ek olarak kafa avcılığı, bir günah insanı olarak kendi yaşamının yerine geçen bir canı sağlamaktaydı.
89:0.2 (974.2) İlkel insan öncül bir biçimde, ruhaniyetlerin insanın çektiği acıları, ızdırapları ve yaşadığı küçük düşmeleri görmekten çok yüksek bir tatmini elde ettiklerine dair bir düşüncenin etkisi altında bulunmuşlardı. İlk başta insan sadece, kötü bir yapmadan doğan günahlarla ilgilenmişti; ancak daha sonra o, birtakım şeyleri yapmamadan doğan günahlardan cezalandırılır hale gelmişti. Bu yeni ayin, ruhların kurbanlar ile yatıştırılma uygulaması ile ilgiliydi. İlkel insan, tanrıların lütfunu kazanmak için özel bir şeyin yapılması gerektiğine inandı; sadece gelişmiş medeniyet, sinirlerine hâkim ve iyi niyetli bir Tanrı’yı tanımaktadır. Sakinleştirme, gelecekteki mutluluk için bir yatırımdan ziyade kötü talihi engellemede bir teminattı. Ve ruhlardan kaçınma, onları kovma ve yatıştırma ayinlerinin tümü birbirine karışmaktadır.
89:1.1 (974.3) Bir tabuya bağlılık, bir şeyden kaçınarak ruhaniyet hayaletlerini rencide etmeden uzak durma biçimindeki kötü talihten kurnazca kurtulma amacı için gerçekleştirilen insan çabasıydı. Tabular ilk başta din dışı niteliktelerdi; ancak onlar öncül bir biçimde hayalet veya ruhaniyet izinlerini elde ettiler; ve bu şekilde donatıldıklarında kanun yapıcıları ve kurum inşacıları haline geldiler. Tabu, törenlerin ortak ölçütlerinin kaynağı ve ilkel öz-denetimin atasıdır. O toplumsal düzenlemenin ilk türü olup, uzun bir süre boyunca onun tek temsilcisi olmuştur; tabu hala, toplumsal düzenleyici yapının temel bir birimidir.
89:1.2 (974.4) İlkel insanın aklının duymasını bu yasakların emrettiği saygıyla, kendisini mecbur bırakması varsayılan güçlerden duyduğu korku birbirine tamı tamına eşitti. Tabular ilk olarak, kötü talihle olan şans deneyiminden kaynaklanmıştı; daha sonra onlar — bir ruhaniyet hayaleti, hatta bir tanrı, tarafından yönetildiği düşünülmüş putlaşmış insanlar olarak — kabile önderleri ve şamanlar tarafından öne sürüldü. Ruhaniyet intikamından duyulan korku bir ilkel insanın aklında o kadar büyüktür ki, bir tabuya karşı geldiğinde zaman zaman korkudan ölmektedir; ve bu acıklı durum, hayatta kalanların akıllarında tabuya olan bağlılığı devasa bir biçimde kuvvetlendirmektedir.
89:1.3 (974.5) İlk yasaklar arasında kısıtlamalar kadınlar ve diğer mülkiyetin izinsiz kullanılmasıydı. Din tabunun evriminde daha büyük bir rol oynamaya başladığında, yasaklı şeyler kirli ve daha sonra dine aykırı olarak görülmüştü. Musevilerin kayıtları, kutsal ve dine aykırı olarak, temiz ve kirli şeylerin ifadesiyle doludur; ancak bu sınırlar arasında onların inanışları birçok diğer topluluğunkine kıyasla çok daha az karmaşık ve kapsamlıydı.
89:1.4 (975.1) Dalamatia ve Cennet Bahçesi’nin yedi emrine ek olarak Musevilerin on uyarısı, en eski ilkçağ yasakların olduğu gibi hepsinin aynı olumsuz nitelikte ifade edildiği biçimde, kesin tabulardı; Ancak bu yeni yasalar, daha önceki mevcut tabuların binlercesinin yerini alması bakımından gerçekten de özgürleştiriciydi. Ve bundan daha fazlası olarak, bu daha sonraki emirler kesin bir biçimde itaat karşılığında bir vaatte bulunmaktaydı.
89:1.5 (975.2) Öncül yemek tabuları putlaşmadan ve totemcilikten kaynağını almıştı. Domuz Fenikeliler, inek Hindular için kutsaldı. Domuz eti üzerindeki Mısır tabusu, Musevi ve İslami inançlar tarafından sürdürülmüştür. Yiyecek tabusunun bir değişik türü, hamile bir kadının belirli bir yiyecek hakkında çok fazla düşünmesi durumunda çocuğunun doğduğunda o yiyeceğin timsali olacağına dair inanıştı. Bu türden yiyecek türleri çocuk için tabu olabilirdi.
89:1.6 (975.3) Yiyecekleri çabuk yeme yöntemleri tabu haline geldi; ve böylece ilkçağ ve çağdaş sofra adapları ortaya çıktı. Toplumsal tabaka düzenleri ve toplumsal seviyeler, eski yasakların geride en son kalan kalıntılarıdır. Tabular toplumu örgütlemede oldukça etkindi; ancak onlar korkunç derecede külfetliydi; olumsuz-yasak düzeni sadece yararlı ve yapıcı düzenleri idare etmedi, aynı zamanda modası geçmiş, çağdışı ve yararsız tabuları korumuştu.
89:1.7 (975.4) Orada, buna rağmen, bu çok geniş ve çok çeşitli tabular dışında ilkel insanı eleştirecek hiçbir medeni toplum bulunmamaktaydı; ve tabu, ilkel dininin benimsenmiş onayları dışında varlığını hiçbir şekilde sürdüremezdi. İnsanın evrimi içinde temel etkenlerden çoğu çabalarda, fedakârlıkta ve nefsine hâkim olmada çok büyük bir pahaya neden olan bir biçimde oldukça pahalıydı; ancak bu öz-denetimin bu kazanımları, insanın medeniyetin yükselen merdiveninde tırmandığı gerçek basamaklardı.
89:2.1 (975.5) Şans korkusu ve kötü talihten duyulan dehşet insanı, bu felaketlere karşı varsayılan sigorta düzeni olarak ilkel dinin yaratılmasına gerçek anlamıyla sürüklemiştir. Büyü ve hayaletlerden din, ruhaniyetler ve putlaşmalar boyunca tabulara kadar evirilmiştir. Her ilkel kabile; gerçek anlamda elmadan oluşan ancak mecazi olarak tabuların tüm türlerinin ağırca asılı olduğu bin daldan meydana gelen bir biçimde, kendisine ait yasaklanmış meyve ağacına sahipti. Ve yasaklanmış ağaç her zaman “Bunu yapmayacaksın” demişti.
89:2.2 (975.6) İlkel insan aklı hem iyi hem de kötü ruhaniyetleri tahayyül eden bir yere kadar evirildiğinde, ve tabu evrim halindeki dinden ulvi onayı aldığında; şartların tümü, günahın yeni kavramsallaşmasının ortaya çıkması için hazırdı. Günah düşüncesi, açığa çıkarılmış dinin ortaya çıkışından çok daha önce evrensel bir biçimde dünya üzerinde oluşmuş bir konumdaydı. Sadece günah kavramı ile birlikte ilkel insan aklı için doğal ölüm mantıklı hale gelmişti. Günah tabuya karşı gelmekti, ölüm ise günahın cezasıydı.
89:2.3 (975.7) Günah ayinseldi, mantıksal değildi; bir eylemdi, bir düşünce değildi. Ve günahın bu bütüncül kavramsallaşması, Dilmun’a ve dünya üzerinde küçük bir cennetin var olduğu dönemlere dair hala varlığını sürdürebilen tarihi anlatımlar tarafından güçlenmişti. Âdem ve Cennet Bahçesi’ne dair tarihi anlatımsal aynı zamanda, ırkların doğuşuna ait bir zamanlar var olmuş bir “altın çağın” hayaline gerçeklik dayanağı oluşturdu. Ve bütün bunların hepsi; insanın özel bir yaratımdan kökenini aldığına, kusursuzluk içerisindeki kendi sürecine başladığına ve — günah — olarak tabulara karşı gelmenin kendisini sonradan gerçekleşen bu üzücü duruma düşürdüğüne dair inanç içerisinde kendisini ispatlamıştı.
89:2.4 (976.1) Bir tabuya sürekli olarak karşı gelinmesi bir ahlaksızlık haline geldi; ilkel kanun ahlaksızlığı bir suç haline getirdi; din onu bir günah yaptı. Öncül kabileler arasında bir tabuya karşı gelmek suç ve günahın bir birleşimiydi. Topluluğun deneyimlediği felaket her zaman kabile günahının cezası olarak görülmüştü. Refah ve doğruluğun birbirini getirdiğine inananlar için, ahlaksızların gözle görülür refahı o kadar fazla bir endişe yaratmıştı ki tabulara karşı gelenlerin cezalandırılması için cehennemlerin inşa edilmesi gerekli hale gelmişti; gelecekteki cezaların çekileceği bu yerleşkelerinin sayısı birden beşe kadar değişiklik göstermişti.
89:2.5 (976.2) Günah çıkartma ve bağışlama düşüncesi, ilkel dinde öncül bir biçimde ortaya çıktı. İnsanlar, bir sonraki haftada işlemeyi arzuladıkları günahlar için bir kamu buluşmasında bağışlama talep ederlerdi. Günah çıkarma yalnızca; “pislik, pislik!” şeklinde bağırma ayini olarak aynı zamanda kirliliğin kamuya açık bir bildirimi biçiminde iyi niyet halinin gösterilmesi karşısında bir dini bağışlama töreniydi. Tüm ilkel çağ toplulukları bu anlamsız törenleri gerçekleştirdiler. Öncül kabilelerin beden kirlerden arınma görünümünü veren adetleri geniş bir ölçüde dini nitelikteki törenlerdi.
89:3.1 (976.3) Nefis denetimi, dini evrimde bir sonraki aşama olarak geldi; oruç tutma, ortak bir uygulamaydı. Yakın bir süre içerisinde, özellikle cinsel bir niteliğe sahip olanlar olmak üzere fiziksel hazzın birçok tümünden feragat etmek adet haline gelmişti. Oruç ayini birçok ilkel çağ dini içinde köklü bir yere sahip olup, çağdaş din bilimlerine ait düşünce sistemlerinin neredeyse tümüne kadar gelmiştir.
89:3.2 (976.4) Medeniyet yoksunu insanın ölülerle birlikte özel mülkiyeti yakıp gömmesine dair savurgan uygulamalarından kurtulmakta olduğu zaman aralığında, ırkların ekonomik yapısı belirmeye başladığında, hazzın reddine dair bu yeni dini sav ortaya çıktı; ve samimi ruhların on binlercesi fakirliği elde etmeyi arzulamaya başladı. Özel mülkiyet ruhsal bir yetersizlik olarak görülmekteydi. Maddiyata sahipliğin ruhsal tehlikelerine dair bu fikirler geniş kapsamlı bir biçimde Philon ve Pavlus döneminde düşünüldü; ve onlar belirgin bir biçimde, Avrupa felsefesini bu dönemden beri etkilemiştir.
89:3.3 (976.5) Fakirlik, başta Hıristiyanlık olmak üzere birçok dinin yazıtları ve öğretilerine ne yazık ki birleşen bir hale gelmiş bedenin aşağılanmasa dair bir ayinin parçasıdır. Din adamının günah karşısında kefaret olarak buyurmuş olduğu yapılması gereken şey, hazzın reddine dair bu çoğu kez budalaca olan ayinin olumsuz bir türüdür. Ancak bütün bunların hepsi ilkel insana öz-denetimi öğretmiştir; ve bu durum, toplumsal evrimde var olmasına değer bir gelişimdi. Bireyin kendi hazlarını reddi ve benlik denetimi, öncül evrimsel dinden elde edilen iki büyük toplumsal kazanımlardı. Öz-denetim insana yeni bir yaşam felsefesi kazandırdı; o, her zaman bencil tatminin payını arttırmaya girişmek yerine kişisel taleplerin paydasını azaltmakla yaşamın bütünlüğünün arttırılma sanatını öğretmişti.
89:3.4 (976.6) Bireysel disiplinin bu eski düşünceleri, kırbaç ve fiziksel işkencenin bütün türlerini içine aldı. Anne inancının din adamları, kendilerinin hadım edilmesine gönüllü olarak örnek oluşturma biçiminde fiziksel acının erdemini öğretmede özellikle faallerdi. Museviler, Hintliler ve Budistler fiziksel aşağılamaya ait bu savın en samimi takipçileriydi.
89:3.5 (976.7) Eski dönemlerin tamamı boyunca insanlar, tanrılarının muhasebe defterlerinde benlik hazlarını reddettikleri için ilave artı kazanmak amacıyla bu yolları aradılar. Birtakım duygusal gerilim altında benlik hazlarının reddi ve kendi kendine işkencenin andını içmek bir zamanlar adetti. Zaman içinde bu antlar, tanrılar ile yapılan sözleşmelerin türünü aldı; ve bu bağlamda, bu bireyin kendisini işkence edişinin ve bedenin aşağılanmasının karşılığında tanrıların belirli bir şey vereceğini varsayan inanışta gerçek bir evrimsel ilerleyişi yansıttı. Antlar hem olumlu hem olumsuzdu. Bu zarar verici ve uçlarda gezen sözler en iyi, bugün Hindistan’da bulunan belirli topluluklar arasında gözlemlenir.
89:3.6 (977.1) Hazzın reddedilişi ve aşağılamaya dair inancın cinsel tatmine ilgi göstermesi tamamiyle doğaldı. Cinsel arzulara hâkim olma askerler arasında savaşa girmeden önce bir adet olarak ortaya çıktı; daha sonraki dönemde o “azizlerin” uygulaması haline geldi. Bu inanış evliliğe, sadece zinadan daha az kötü olan bir şey olarak müsamaha gösterdi. Dünyanın büyük dinlerinden çoğu bu ilk çağ inanışından olumsuz bir biçimde etkilenmiştir; ancak onlardan hiçbiri Hıristiyanlıktan daha belirgin bir biçimde bunu deneyimlememiştir. Aziz Pavlus bu inanışın bir takipçisiydi; ve onun kişisel görüşleri, Hıristiyan din bilimine iliştirdiği öğretilerde yansıtılmıştır: “Bir erkek için bir kadına dokunmamak iyidir.” “Keşke erkeklerin hepsi tıpkı benim gibi olsaydı.” “Bu nedenle evlenmemiş ve dul olanlara böyle benim gibi kalmaya devam etmelerinin iyi olduğunu söylüyorum.” Pavlus bu tür öğretilerin İsa’nın müjdesinin bir parçası olmadığını oldukça iyi bilmekteydi; ve kendisinin bu durumu kabul edişi şu ifadesi tarafından gösterilmektedir: “Ben bunu verilen izin ile söylemekteyim, emirle değil.” Ancak bu inanç, Pavlus’un kadınlara küçük gözle bakmasına sebebiyet verdi. Ve bütün bunların üzücü yanı kişisel görüşlerinin uzun bir süre büyük bir dünya dininin öğretilerini etkilemiş olmasıdır. Eğer çadırcı-öğretmenin nasihatine harfi harfine ve evrensel bir biçimde uyulacak olsaydı, bunun sonucunda insan ırk anlık ve utanç verici bir sona erişirdi. Buna ek olarak, bir dinin ilk çağın cinsel arzu denetim inancı ile bütünleşmesi, doğrudan bir biçimde evlilik ve ev kurumuna, toplumun en temel oluşumuna ve insan ilerleyişinin ana kuruluşuna karşı bir savaş açmaktadır.
89:3.7 (977.2) Gelecekte bir gün insan; kısıtlamalar olmadan özgürlüğü, aç gözlü olmadan beslenmeyi ve uçarılığa düşmeden hazzı nasıl memnuniyetle deneyimlemesi gerektiğini öğrenmelidir. Buna ek olarak İsa, takipçilerine bu türden makul olmayan görüşleri hiçbir zaman öğretmemiştir.
89:4.1 (977.3) Dini bağlılıkların bir parçası olarak feda verme, birçok diğer ibadet ayini gibi, basit ve tek bir kökene sahip değildi. Güç karşısında boyun eğme ve gizemin mevcudiyeti karşısında ibadetsel hayranlık içerisinde yere kapanma eğilimi, köpeğin sahibi karşısında ilgi bekler davranışı tarafından işaret edilmiştir. Bu eğilim yalnızca, ibadet dürtüsü ile feda etme eylemi arasındaki aşamadır. İlkel insan, çektiği acıyla verdiği ettiği fedanın büyüklüğünü ölçmüştü. Feda etme düşüncesi ilk kez kendisini dini törenler düzenine bağladığında, acı vermeyen hiçbir şey düşünülmemişti. Saçın çekilmesi, bedenin yarılması, bedenden bir parça kesilmesi, dişlerin kırılması ve parmakların koparılması gibi eylemler ilk fedalardı. Medeniyet ilerledikçe kurbanlığın bu olgunlaşmamış kavramları; keder, sıkıntı ve bedenin aşağılanması yoluyla nefse hâkim olma, sofuluk, oruç tutma, yoksunluk ve daha sonraki Hıristiyan arınma savının ayinsel adetleri düzeyine yükseltilmişti.
89:4.2 (977.4) Din evriminin başında feda etmeninin iki kavramsallaşması mevcuttu: şükranlığın tutumuna karşılık gelen hediye fedakârlığı düşüncesi ve kefaret düşüncesini içine alan borç fedakârlığı. Daha sonra yerine geçme düşüncesi gelişti.
89:4.3 (977.5) İnsan daha da sonra, hangi nitelikte olursa olsun kendi fedasının tanrılar için bir ulak olarak faaliyet gösterebileceğini düşündü; o, ilahiyatın burnunda tatlı bir koku olabilirdi. Bu durum, tütsüleri ve, zaman içinde artan bir biçimde detaylı ve süslemeli hale gelen fedakârâne şölene doğru gelişen, fedakârsı ayinsel adetlerin diğer estetik özelliklerini getirdi.
89:4.4 (978.1) Din gelişirken, uzlaşma ve yatıştırmanın fedakârsal usulleri eski kaçınma, sakinleştirme ve kovma yöntemlerinin yerine geçti.
89:4.5 (978.2) Feda etmenin ilk düşüncesi, atasal ruhaniyetler tarafından zorunlu kılınan tarafsız gözden bir değerlendirme biçimiydi; yalnızca daha sonra kefaret düşüncesi gelişmişti. Irkın evrimsel kökenine dair düşünceyi insan bir kenara bırakınca, Gezegensel Prens’in dönemi ve Âdem’in kısa sürekli ikametine dair tarihsel anlatımlar zaman içinde azalınca, kaza eseri gerçekleşen ve kişisel nitelikteki günah ırksal günahın kefareti için fedada bulunma savına doğru evirilecek bir biçimde yaygın hale geldi. Feda etmenin kefareti, bilinmeyen bir tanrının hıncı ve kıskançlığını bile kapsayan bir bütünlüksel sigorta aracıydı.
89:4.6 (978.3) Birçok hassas ruhaniyet ve açgözlü tanrı ile çevrilmiş bir halde ilkel insan; kendisini ruhsal borçtan kurtarmak için bütün bir yaşam boyunca din adamlarının, ayinsel adetlerin ve verilecek fedaların varlığını gerektiren alacaklı ilahiyatların bu türden bir ev sahipliği ile karşı karşıyaydı. İlk günahın, veya ırksal suçun, savı her kişinin ruhaniyet güçlerine olan ciddi bir borç miktarının varlığıyla başladı.
89:4.7 (978.4) Hediyeler ve rüşvetler insanlara verilmekteydi; ancak tanrılara sunulduğu zaman onlar adanmış, kutsanmış veya feda edilmiş olarak adlandırılmaktaydı. Hazzın reddedilişi teskin etmenin olumsuz biçimiydi; feda etme onun olumlu türü haline geldi. Teskin etme övgüyü, yüceltmeyi, yaltaklanmayı hatta neşelendirmeyi içine almıştı. Kutsal ibadetin çağdaş türlerini oluşturan şeyler, eskinin teskin etme inanışına dair bu olumlu uygulamaların kalıntılarıdır. İbadetin bugünkü türleri, olumlu nitelikteki teskin etme uygulamasının ilkçağ dönemine ait bu feda etme yöntemlerinin ayinsel bir biçimde adetleştirilmesinden başka bir şey değildi.
89:4.8 (978.5) Hayvanların feda edilmesi ilkel insan için, çağdaş insanlara şimdiye kadar ki çağrıştırdığı anlamdan çok daha fazlasını ifade etmekteydi. Bu medeniyetsiz bireyler hayvanları, kendilerinin gerçek ve yakın akrabaları olarak gördüler. Zaman ilerledikçe insan, çalıştırdığı hayvanları sunmaya son vererek, verdiği fedalarda kurnazlaştı. İlk başta o, evcilleştirilmiş hayvanlarına ek olarak, her şeyin en iyisini feda etmişti.
89:4.9 (978.6) Belli bir Mısırlı yöneticinin şunları feda ettiğini ifade etmesi yüksek perdeden savrulmuş bir yalan değildi: 113.433 köle, 493.386 büyük baş hayvan, 88 gemi, 2.756 altın resim, 331.702 kavanoz bal ve yağ, 228.380 kavanoz şarap, 680.714 kaz, 6.744.428 somun ekmek ve 5.740.352 çuval mısır. Ve bunu gerçekleştirebilmek için istemese bile, emri altında hayatlarının sonuna kadar çalışan tabalarını şiddetli bir biçimde mecburen zorlamak zorunda kalmış olmalıydı.
89:4.10 (978.7) Ortak zorunluluk bu yarı-medeni insanları, feda ettikleri şeylerin maddi kısımlarını yemeye itmişti; tanrılar, ruhun tadını böyle çıkarmaktaydı. Ve bu adet, çağdaş adetler karşısında bir paylaşma ayinine karşılık gelen bir biçimde ilkçağın kutsal yemeğinin yenilmesi adı altında kendisine dayanak bulmuştu.
89:5.1 (978.8) Öncül yamyamlığa dair çağdaş düşünceler tamamiyle yanlıştır; yamyamlık, öncül toplumun adet ve göreneklerinin bir parçasıydı. Yamyamlık geleneksel olarak çağdaş medeniyet için korkunç olsa da, ilkel toplumun sosyal ve dini yapısının bir parçasıydı. Topluluk çıkarları, yamyamlık uygulamasının gerçekleştirilmesini zorlamıştı. O; zorunluluk dürtüsü ile büyümüş, hurafelerin ve cahilliğin köleliği nedeniyle varlığını devam ettirmişti. O toplumsal, ekonomik, dini ve askeri bir adetti.
89:5.2 (979.1) Öncül insan bir yamyamdı; o insan bedenini memnuniyetle deneyimlemiş olup, ruhaniyetler ve onun ilkel tanrılarına bu nedenle bir yiyecek armağanı olarak sunmuştu. Hayalet ruhaniyetleri dönüşüme uğramış insanlardan başkaları olmadıkları için ve yiyecek insanın en büyük ihtiyacı olduğu için, bunun sonucunda yiyecek benzer bir biçimde bir ruhaniyetin en büyük ihtiyacı olmalıydı.
89:5.3 (979.2) Yamyamlık bir zamanlar, evrimleşen ırklar arasında neredeyse evrensel bir düzeydeydi. Sang topluluklarının tümü insan eti yemekteydi; ancak kökensel olarak Andon toplulukları böyle değillerdi; buna ek olarak Nod ve Âdem unsurları da insan eti yememektelerdi; ve benzer bir biçimde And toplukları, evrimsel ırklar ile büyük ölçekte karışır hale gelmeden önce yamyam değillerdi.
89:5.4 (979.3) İnsan etine karşı oluşan tat gelişme göstermektedir. Açlık, arkadaşlık, istikam veya dini ayinden başlayarak insan bedeninin yenmesi alışkanlıksal yamyamlığa doğru seyretmektedir. Her ne kadar insanın yenmesi yiyecek kıtlığından doğmuş olsa da, bu durum nadiren temel sebep özelliği teşkil etmiştir. Eskimo ve öncül Andon toplulukları, buna rağmen, kıtlık dönemleri dışında nadiren insan eti yiyen özelliği göstermektelerdi. Kırmızı insan, özellikle Merkezi Amerika’da, yamyamlardı. İlkel anneler için, doğumda kaybedilen gücü yenilemek amacıyla çocuklarını öldürüp bedenlerini yemek bir zamanlar genel bir uygulamaydı; ve Queensland’de ilk çocuk hala sıklıkla, bu şekilde öldürüp sindirilir. Geçmiş dönemlerde yamyamlığa, komşuları dehşete salma aracı olarak bir çeşit korkutma biçiminde bir mücadele biçimi şeklinde birçok Afrika kabilesi tarafından dönülmüştü.
89:5.5 (979.4) Bazı yamyamlıklar, bir zamanlar üstün olan ırk kökenlerinin yozlaşmasından doğmuştu; ancak o çoğunlukla evrimsel ırklar arasında yaygın bir konumda bulunmaktaydı. İnsan yeme, insanların komşularına karşı gergin ve şiddetli duyguları hissettiği bir dönemde gelmişti. İnsan bedenini yemek, intikamın ciddi bir töreninin parçası olmuştu; bir düşmanın hayaletinin, bu şekilde, yok edilebileceği veya yiyen ile bütünleşeceğine inanılmaktaydı. Sihirbazların, güçlerine insan etini yiyerek ulaştıkları bir zamanlar yaygın bir inanıştı.
89:5.6 (979.5) İnsan eti yiyenlerin belirli toplulukları sadece, kabilesel bütünlüğü arttıracağının varsayıldığı görüşte ruhsal olan bir topluluk içi çiftleşme biçiminde kendi kabilelerin üyelerini tüketirlerdi. Ancak onlar aynı zamanda, güçlerini kendilerine katma düşüncesiyle intikam için düşmanlarını da yemişlerdi. Bir arkadaşın veya bir akran kabile üyesinin ruhunun yenmesi bir onur olarak değerlendirilirken, bu şekilde sindirilmesi bir düşman için sadece cezadan başka bir şey değildi. İlkel insan tutarlı olmak için hiçbir iddiada bulunmamıştı.
89:5.7 (979.6) Bazı kabileler arasında yaşlı ebeveynler çocukları tarafından yenmeyi arzularlardı; diğerleri arasında yakın akrabaların yenmesinden kaçınmak adetti; onların bedenleri satılmakta veya yabancılarınkiler ile değiş tokuş edilmekteydi. Kesilmek için beslenen kadınlar ve çocuklar arasında dikkate değer düzeyde ticaret faaliyeti bulunmaktaydı. Hastalık veya savaş nüfusu denetim altına almada başarısız olduğunda, fazlalık törensel etkinlik haricinde yenmişti.
89:5.8 (979.7) İnsan eti yeme şu etkiler sonucunda kademeli olarak ortadan kalkmaktadır:
89:5.9 (979.8) 1. O zaman zaman, akran bir kabile üyesine ölüm cezası vermek için ortak sorumluluğun yüklenilmesi biçiminde bir toplumsal tören haline gelmişti. Ölüme sebebiyet verme suçu, toplum tarafından herkes tarafından işlenince bir suç olmaktan çıkmaktadır. Yamyamlığın sonuncusu, Asya’da asılmış suçluların bu yenme etkinliğiydi.
89:5.10 (979.9) 2. O öncül bir biçimde dini ayin haline gelmişti; ancak hayalet korkusunun büyümesi insan yeme etkinliğini azaltmada etkili her zaman olmamaktaydı.
89:5.11 (979.10) 3. Nihai olarak, beden organlarının sadece belirli kısımlarının yenildiği düzeye kadar ilerledi; bu kısımların ruhu veya ruhaniyetin belirli parçalarını taşıdığı varsayılmıştı. Kan içme adet ortak bir biçimde uygulanır gelmişti; ve bedenin “yenilebilir” kısımları ile ilaçları karıştırmak adetti.
89:5.12 (980.1) 4. İnsan eti yeme erkekler ile sınırlı hale geldi; kadınların insan bedeni yemeleri yasaktı.
89:5.13 (980.2) 5. Bir sonraki aşamada kabile önderleri, din adamları ve şamanlar ile sınırlı hale geldi.
89:5.14 (980.3) 6. Daha sonra daha yüksek kabileler arasında tabu haline geldi. İnsan yeme üzerindeki tabu Dalamatia da oluşmuş olup, yavaşça dünyaya yayıldı. Nod toplulukları, yamyamlık ile bir savaşma aracı olarak ölülerin yakılmasını teşvik etti; çünkü bir zamanlar, gömülmüş bedenlerin çıkarılıp yenilmesi ortak bir uygulamaydı.
89:5.15 (980.4) 7. İnsan feda edilmesi, yamyamlığın ölüm fermanını hazırladı. Kabile önderleri olarak üstün insanların yiyeceği haline gelmesiyle insan bedeni, nihai olarak daha da üstün ruhaniyetler için ayrılmış konuma ulaştı; ve böylece insanların kurban olarak sunulması, en alt düzeyde bulunan kabileler dışında, yamyamlığa etkin biçimde bir son verdi. İnsanların kurban edilmesi tamamiyle yerleştiğinde, insan yeme bir tabu haline geldi; insan bedeni sadece tanrılar için bir yiyecekti; insan, bir kutsal ayin olarak sadece törensel nitelikteki küçük bir parçasını yiyebilirdi.
89:5.16 (980.5) Nihai olarak hayvan yedekleri, kurbansal amaçlar için genel kullanıma girdi; ve daha geri kabileler arasında bile köpek yemek insanın yenmesini çok fazlasıyla azalttı. Köpek ilk evcilleştirilmiş hayvandı, ve ona hem bu niteliği için hem de yiyecek olarak yüksek saygı besleniyordu.
89:6.1 (980.6) İnsanın kurban verilişi, onun iyileştirilmesine ek olarak yamyamlığın dolaylı bir sonucuydu. Kurban edilenleri yemek hiçbir zaman adet olmadığı için, ruhani dünyaya ruhaniyet refakatçileri sağlamak aynı zamanda insan yemenin azalmasına neden olmuştu. Her ne kadar Andon, Nod ve Âdem toplulukları yamyamlığa en az bağımlı unsurlar olsalar da, hiçbir ırk tarihin hiçbir döneminde insanın kurban ediliş eyleminden tamamiyle uzakta bulunmamıştır.
89:6.2 (980.7) İnsanların kurban verilişi neredeyse tamamen evrensel bir düzeyde bulunmuştur; Çin, Hint, Mısır, Musevi, Mezopotamya, Yunan, Roma unsurlarına ek olarak birçok diğer topluluğun dini adetlerinde varlığını sürdürmüştür; yakın zamana kadar bile bu durum, geri kalmış Afrika ve Avustralya kabileleri için böyle olmuştur. Daha sonraki Amerika yerlileri, yamyamlıktan doğan bir medeniyete sahip oldu; ve bu nedenle onlar, özellikle Merkez ve Güney Amerika’da, insanların kurban verilişini yoğun bir biçimde uyguladılar. Keldani unsurları, aynı amaçla yerine hayvanları kullanarak olağan durumlar için insanların kurban verilişini bir kenara bırakan ilk topluluklar arasındaydı. Yaklaşık iki bin yıl önce yufka yürekli bir Japon imparatoru, insan kurbanlarının yerine çömlek resimlerinin alışı uygulamasını getirdi; ancak bin yıldan daha az bir süre önce bu kurban verme uygulamaları kuzey Avrupa’da ortadan kalktı. Belirli geri kalmış kabileler arasında insanların kurban verilişi, bir tür dini veya ayinsel intihar biçiminde gönüllüler tarafından sürdürülmektedir. Bir keresinde bir şaman, belirli bir kabilenin oldukça fazla saygı duyulan yaşlı bir üyesinin kurban verilmesini emretmişti. İnsanlar ayaklandı; emre uymayı reddettiler. Bunun üzerinde yaşlı üye oğlunu şamana gönderdi; ilkçağ toplulukları bu âdete gerçekten inanmıştı.
89:6.3 (980.8) Yeftah ve onun tek kızına ait Musevi hikâyesinden başka, ilkçağa ait kadim dini adetler ile gelişen medeniyetin tezat talepleri arasında yürekleri parçalayan anlaşmazlıksal çekişmeleri temsil eden kayda geçmiş daha trajik ve dokunaklı deneyim bulunmamaktadır. Bu dönemlerin yaygın bir adet olarak; bu iyi niyetli erkek, düşmanları karşısındaki zaferi için belirli bir bedeli ödemeyi kabul eden bir biçimde “savaşların tanrısı” ile pazarlık ederek budalaca bir sözde bulunmuştu. Ve bu bedel, evine döndüğünde kendisini görmek için mülkünden ilk çıkanın kurban verilmesiydi. Yeftah güvenilir kölelerinden birinin bu şekilde kendisini karşılamak için hazır olacağını düşünmüştü; ancak hal böyleydi ki, kızı ve tek çocuğu evinden çıkarak kendisini karşılamıştı. Ve bu nedenle, bu ileri dönemde bile medeni oldukları varsayılan bir topluluğun arasında bu güzel kız çocuğu, kaderi üzerine iyi ay boyunca yas tutuktan sonra, gerçekten de bir insan kurbanlığı olarak akran kabile üyelerinin onayıyla birlikte babası tarafından tanrılara sunulmuştu. Ve bütün bunların hepsi, insanların kurban olarak sunuluşuna karşı Musa’nın en katı kuralları karşısında gerçekleştirilmişti. Ancak kadın ve erkekler budalaca ve gereksiz sözler vermeye bağımlılardır; ve eskilerin insanlarının tümü bu türden vaatleri oldukça kutsal olarak gördü.
89:6.4 (981.1) Eski dönemlerde, herhangi bir öneme sahip yeni bir binanın yapımına başlandığında bir “temel kurbanlığı” olarak bir insan varlığının kesilmesi adetti. Bu uygulama, bir hayalet ruhaniyetinin yapıyı gözetlemesi ve korumasını sağlamıştı. Çin toplulukları, çanın çıkardığı ses tonunu geliştirmek amacıyla en az bir kız çocuğunun kurban edilişini emreden adet biçiminde bir çanın yapımını hazır hale getirmektelerdi; seçilen kız, dökülmüş metale canlı olarak atılmaktaydı.
89:6.5 (981.2) Önemli duvarlara canlı kölelerin gömülmesi birçok topluluk tarafından uzunca bir süre boyunca gerçekleştirilen bir uygulamaydı. Daha sonraki dönemlerde kuzey Avrupa kabileleri, yeni binaların duvarlarına yaşayan insanları gömmenin bu âdetiyle geçmekte olan birinin gölgesini değiştirdiler. Çinliler, inşa ederken ölen ustaları gömmüşlerdi.
89:6.6 (981.3) Filistin’de küçük bir kral Eriha’nın duvarları yapılırken, “temeli doğan ilk çocuğu olan Abiram’dan atmış, ve kapıları en küçük olan Segub’dan hazırlamıştı.” Bu ileri dönemde sadece bu baba evlatlarını şehrin kapılarının temeline canlı canlı atmamıştı, onun eyleminin aynı zamanda “Koruyucu’nun emrine göre” yapıldığı kaydedilmişti. Musa bu temel kurbanlarını yasaklamıştı; ancak İsrail toplulukları onun ölümünden sonra bu uygulamalara yakın zaman içerisinde geri dönmüşlerdi. Yirminci yüzyıl töreni olan yeni bir binanın temel direğine süs eşyaları ve hatıralık hediyeler gömme, ilkel temel kurbanlıklarının kalıntısıdır.
89:6.7 (981.4) Birçok topluluğun bu meyveleri ruhaniyetlere sunması uzunca bir süre boyunca adetti. Ve şimdilerde neredeyse simgesel olan bu adetsel uygulamaların tümü, insanların kurban verilişini içine olan öncül törenlerin varlığını sürdüren kalıntılarıdır. İlk doğan erkek çocuğu bir kurban olarak verme düşüncesi, özellikle bu uygulamayı en son terk etmiş Finikeliler arasında olmak üzere, ilkçağ toplulukları arasında yaygındı. Kurban verilme esnasında “yaşam için yaşam” ifadesi sıklıkla kullanılırdı.
89:6.8 (981.5) Oğlu İshak’ı kurban olarak verilmeye zorlanan İbrahim’in durumu, her ne kadar medeni hassasiyetler karşısında oldukça şok edici olsa da, bu dönemin insanları için yeni veya garip bir düşünce değildi. Büyük duygusal gerilimin hissedildiği dönemlerde babaların ilk doğan erkek çocukların kurban vermesi uzunca bir süre boyunca yaygın bir uygulamaydı. Birçok topluluk bu hikâyeye benzer bir tarihi anlatıma sahiptir; çünkü orada, olağanüstü veya olağandışı herhangi bir şey meydana geldiğinde bir insan kurbanının verilmesinin gerekli olduğuna dair dünya çapında yaygın ve güçlü bir inanç bir zamanlar mevcuttu.
89:7.1 (981.6) Musa, fideyi yerine geçecek bir uygulama şeklinde başlatarak insan kurbanlıklarına son vermeye girişmişti. O, acele ve budalaca gerçekleştirdikleri sözlerin olabilecek en kötü sonuçlarından kendi insanlarının kaçabilmelerini sağlayan düzene oturtturulmuş bir çizelge oluşturdu. Araziler, mülkler ve çocuklar üzerindeki yükümlülük din adamlarına ödenebilen bir biçimde oluşturulan harç bedelleri uyarınca serbest bırakabilmekteydi. İlk doğan erkek çocuğu kurban vermeyi sonlandıran topluluklar, bahse konu acımasız eylemleri sürdüren daha az gelişmiş komşuları üzerinde büyük üstünlüklere sahip oldular. Bu türden birçok geri kalmış kabile evlatlarının yitirilmesiyle sadece fazlasıyla zayıflamamıştı, önderliklerinin devamlılığı bile sıklıkla kesintiye uğramıştı.
89:7.2 (982.1) Çocukların kurban verilmesinin terk edilişinin bir uzantısı, ilk doğan erkek çocuğunun korunması için evlerin kapı dikmeleri üstüne kanın sürülmesi âdetiydi. Bu uygulama sıklıkla, yılın kutsal şölenlerinin biriyle uzantılı olarak gerçekleştirilmişti; ve bu tören bir zamanlar, Meksika’dan Mısır’a kadar dünyanın büyük bir kısmını bünyesine almıştı.
89:7.3 (982.2) Birçok topluluğun çocukların ayinsel olarak öldürüşüne son vermesinden sonra bile, bir bebeği kendi başına vahşi doğanın ortasına veya su üzerinde küçük bir kayığa bırakmak adetti. Eğer çocuk hayatta kalırsa; Sargon, Musa, Kiros ve Romulus’a dair tarihi anlatımlarda olduğu gibi, tanrıların kendisini korumak için müdahalede bulunduğu düşünülürdü. Bunun sonrasında ilk doğan erkek çocukları, büyümelerine izin verip daha sonra ölüme gönderme biçiminde kutsal veya feda edilen bir biçimde adama uygulaması gelmişti; bu uygulama kolonileşmenin kökeniydi. Romalılar bu âdeti koloni yapılarında benimsediler.
89:7.4 (982.3) Cinsel ilişki gevşekliğinin ilkel ibadet ile olan tuhaf ilişkilerinden çoğu, insanların kurban verilişiyle ilişkili olarak ortaya çıkmıştır. Eski dönemlerde eğer bir kadın kafa avcıları ile karşılaşırsa, yaşamını cinsel anlamda kendisini teslim edişiyle kurtarır. Daha sonra, bir kurban olarak tanrılara sunulan bir kız çocuğu tapınağın kutsal cinsel ilişki hizmeti için bedenini ömür boyu adayarak yaşamını kurtarmayı tercih edebilirdi; bu şekilde o, kefaret parasını kazanabilirdi. İlkel topluluklar, bu şekilde yaşamının kefaretini kazanmaya çalışan bir kadın ile cinsel ilişkiye girmeyi oldukça yüceltici bir biçimde gördüler. Bu kutsal kız çocukları ile birlikte olmak dini bir törendi; ve buna ek olarak bu ayin bütüncül olarak, olağan cinsel tatmin için kabul edilebilir bir bahane sağladı. Bu durum, kız çocukları ve onların birlikte oldukları kişilerin kendilerine uygulamaktan büyük keyif aldıkları bireyin kendini kandırışının ince bir örneğiydi. Örf ve adetler her zaman; medeniyetin evrimsel ilerleyişinin arkasından gelmekte olup, evrimleşen ırkların daha öncül ve daha ilkelsi cinsel uygulamalarına izin vermektedir.
89:7.5 (982.4) Tapınak fahişeliği nihai olarak güney Avrupa ve Asya boyunca yayıldı. Tapınak fahişelerinin kazandığı para — tanrılara verilen yüksek bir hediye olarak — tüm topluluklar arasında kutsal olarak görüldü. Kadınların en üst düzeyde olanları tapınağın cinsel pazarlarında izdiham oluşturup, kamu yararının bir parçası olan kutsal hizmetlerin ve çalışmaların tüm türlerine kazandıklarını bağışlamışlardı. Kadınların daha iyi sınıflarına ait olanların çoğu çeyizlerini tapınaklardaki geçici cinsel hizmet aracılığıyla toplamıştı, ve birçok erkek bu türden kadınları eşleri olarak tercih etmişlerdi.
89:8.1 (982.5) Feda edici kefaret ve tapınak fahişeliği gerçekte insanların kurban edilişinin dönüşümleriydi. Bunlardan sonra sıra, kurban edilen kız çocuklarıyla alay edilmesine gelmişti. Bu tören; yaşam boyu süren bekârete adamayla birlikte kan akıtmadan meydana gelmekte olup, daha eski tapınak fahişeliğine karşı bir ahlaki tepkiydi. Daha yakın dönemlerde bakir kadınlar kendilerini, kutsal tapınak ateşinin idare edilmesi hizmetine adamışlardı.
89:8.2 (982.6) İnsanlar nihai olarak, bedenin bir parçasının sunulmasının eski ve bütüncül insan kurbanlığının yerine geçebileceğini düşündüler. Bedenin bir parçasının koparılması aynı zamanda kabul edilebilinir bir eşlenik olarak düşünüldü. Saç, tırnaklar, kan ve hatta el ve ayak parmakları feda edildi. Daha sonraki ve neredeyse evrensel olan sünnete dair ilkel çağ ayini, kısmi fedanın inanışının bir uzantısıdır; o tamamiyle fedasaldı, onunla ilgili hiçbir sağlık düşüncesi ilişkilendirilmemişti. Erkekler sünnet edilmekteydi; kadınların kulakları delinmekteydi.
89:8.3 (983.1) İlerleyen dönemlerde, koparmak yerine parmakları bağlamak adet haline gelmişti. Kafayı kazımak ve saçı kesmek benzer bir biçimde dini bağlılığın türleriydi. Hadım etmek ilk başta, insanın kurban edilişi düşüncesinin bir dönüşümüydü. Burun ve dudakların delinmesi hala Afrika’da uygulanmaktadır; ve dövme, daha önceki dönemlerde gerçekleştiren ilkel bir biçimde bedeni yaralamanın sanatsal bir evrimidir.
89:8.4 (983.2) Kurban verme âdeti nihai olarak, gelişen öğretilerin bir sonucu olarak, sözleşme düşüncesi ile ilişkili hale geldi. En azından tanrıların, insan ile gerçek anlaşmalara girdikleri düşünülmüştü; ve bu durum, dinin istikrarlı hale gelişinde büyük bir aşamaydı. Bir sözleşme olarak yasa; şans, korku ve hurafenin yerini almaktadır.
89:8.5 (983.3) İnsan, kendi Tanrı kavramı evren denetleyicilerinin güvenilir olarak tahayyül edildiği düzeye gelişene kadar İlahiyat ile bir sözleşmede bulunduğunu hiçbir zaman hayal dahi edemezdi. Ve insanın öncül Tanrı düşüncesi o kadar insansıldı ki; kendisi göreceli bir biçimde güvenilir, ahlaki ve etik hale gelene kadar güvenilir bir İlahiyat’ı düşünmekte yetkin olamamıştı.
89:8.6 (983.4) Ancak tanrılar ile bir sözleşme imzalama düşüncesi sonunda kesin bir biçimde ulaştı. Evrimsel insan nihai olarak, tanrıları ile pazarlık yapmaya cesaret edecek kadar ahlaki saygınlığı elde etti. Ve kurbanları sunma etkinliği kademeli bir biçimde, insanın Tanrı ile gerçekleştirdiği felsefi pazarlık oyununa doğru gelişti. Ve tüm bunların hepsi; kötü talihe karşı teminat sağlamada yeni bir aracı, veya daha çok, refahın daha kesin yolla sağlanması için gelişmiş bir yöntemi yansıttı. Bu verilen öncül fedaların tanrılara sunulan karşılıksız bir hediye olduğuna veya anlık gerçekleşen bir minnettarlık veya şükranlık sunumu olduğuna dair hatalı bir düşünceye kapılmayın; onlar gerçek ibadetin dışavurumları değillerdi.
89:8.7 (983.5) Duanın ilkel türleri, tanrılar ile gerçekleştirilen bir tartışma biçiminde ruhaniyetler ile yapılan pazarlıktan başka bir şey değildi. Rica ve iknanın daha elle tutulur ve daha pahalı bir şeyle değiştirildiği bir takas türüydü. Irkların gelişen ticaret faaliyeti değiş-tokuşun ruhaniyeti akla getirmiş olup, takas kurnazlığını geliştirmişti; ve bu aşamada bahse konu nitelikler insanın ibadet yöntemlerinde ortaya çıkmaya başladı. Ve bazı inanlar diğerlerinden daha iyi tüccarlardı; bu nedenle bazılarının diğerlerinden daha iyi duacı oldukları düşünülmüştü. Adil bir insanın duasına derin bir saygı gösterilmişti. Adil bir insan, tanrılara olan her ayinsel sorumluluktan tamamen azledilen bir biçimde ruhaniyetlere olan tüm borçlarını ödemiş biriydi.
89:8.8 (983.6) Öncül dua neredeyse hiçbir şekilde ibadet değildi; o sağlık, refah ve yaşam için bir pazarlık talebiydi. Ve birçok açıdan dualar, çağlar boyunca fazlasıyla değişme göstermedi. Onlar hala kitaplardan okunup, harfi harfine ezberden söylenip, çarklara yerleştirmek veya nefesinin tükenmesi belasından insanı kurtaracak rüzgârların estiği yerlerdeki ağaçlara asmak için yazılmaktadır.
89:9.1 (983.7) Urantia ayinlerinin evrim süreci boyunca insanların verdikleri fedalar, insan yemenin kanlı etkinliğinden daha yüksek ve daha simgesel düzeylere doğru gelişme gösterdi. Feda vermenin öncül ayinleri, daha sonraki önemli dini törenleri açığa çıkardı. Daha yakın zamanlarda din adamı tek başına yamyamsal kurbandan bir parça veya insan kanından bir damla alır, ve bunun sonrasında herkes yerine kullanılan hayvanı tüketirdi. Fidye, kefaret ve sözleşmelere dair öncül düşünceler, daha sonraki başat dini tören uygulamalarına evirilmiştir. Ve bütün bu törensel evrim, kudretli bir toplumsallaştırıcı etkiye sahip olmuştur.
89:9.2 (984.1) Tanrı Anne inanışı ile iniltili olarak Meksika ve başka yerlerde, kekler ve şaraplardan oluşan başat bir dini tören nihai olarak, daha eski dönemlerde gerçekleştirilen insan kurbanlarının bedeni ve kanının yerine kullanıldı. Museviler uzunca bir süre boyunca bu ayini Hamursuz törenlerinin bir parçası olarak uyguladı; ve daha sonraki Hıristiyan başat ayini bu törenden kökenini aldı.
89:9.3 (984.2) İlkçağ döneminin toplumsal kardeşlikleri, kan içilmesi ayinine dayanmaktaydı; öncül Musevi birlikteliği feda edilen bir kan olayıydı. Pavlus, yeni bir Hıristiyan inanışını “sonsuza kadar sürecek sözleşmenin kanı” üzerine inşa etmeye başladı. Ve her ne kadar o; Hıristiyanlığı kan ve fedanın öğretileri ile gereksiz bir biçimde ağırlaştırmış olsa da, kefaretin insan veya hayvanların kurbanlık olarak verilmesiyle gerçekleştirilişi savına kesin bir biçimde son verdi. Onun din bilimsel uzlaşmaları, açığa çıkarılışın bile evrimin yetkinleşmiş denetimine boyun eğmesi gerektiğini göstermektedir. Pavlus’a göre, Hazreti İsa en son gelen ve herkese yeten bir insan kurbanı haline gelmişti; kutsal Hâkim şimdi tamamiyle ve sonsuza kadar tatmin olmuştu.
89:9.4 (984.3) Ve böylece, uzun çağlardan sonra feda verme inanışı efkaristiya inanışına evirildi. Böylelikle çağdaş dinlerin başat dini ayinleri, insanların kurban edilişinin bu şok edici öncül törenlerinin ve daha da önceki yamyamsal ayinlerin yasal varisleridir. Birçok kişi hala günahlardan arınmak için kana ihtiyaç duymaktadır; ancak bu durum en azından mecazi, simgesel ve tasavvufsal hale gelmiştir.
89:10.1 (984.4) İlkçağ insanı yalnızca, Tanrı’nın iyiliğinin feda ile kazanılacağı bilincini elde etmişti. Çağdaş insan, günahlardan arınmanın öz-bilincini elde etmede yeni yöntemler geliştirmek zorundadır. Günahın bilinci fani akılda varlığını sürdürmektedir; ancak bu günahlardan kurtuluşun düşünsel yöntemleri eskimiş ve köhneleşmiştir. Ruhsal ihtiyacın gerçekliği varlığını sürdürmektedir; ancak ussal ilerleyiş, akıl ve ruh arasındaki barışı ve uyumu sağlamadaki eski dönem yöntemlerini yok etmiştir.
89:10.2 (984.5) Günahın, İlahiyat’a karşı gerçekleştirilen kasıtlı bir sadakatsizlik olarak yeniden tanımlanması zorunludur. Burada sadakatsizliğin dereceleri bulunmaktadır: kararsızlıktan doğan kısmi sadakatlilik; birbirleriyle çatışan iki düşünceye sahip olmadan doğan bölünmüş sadakatlilik; umursamazlıktan doğan ölüm sürecindeki sadakatlilik; ve tanrısızlığın en yüksek düşüncelerine bağlılıkta sergilenen sadakatsizliğin ölümü.
89:10.3 (984.6) Suçluluk hissi veya duygusu, adetlere karşı gelmeden doğan bilinçtir; o illa ki günah değildir. İlahiyat’a karşı gerçekleştirilen bilinçli sadakatsizliğin yokluğunda işlenmiş gerçek bir günah bulunmamaktadır.
89:10.4 (984.7) Suçluluk duygusu kökeninin tanınma olasılığı, insanlık için aşkın bir üstünlük nişanıdır. Bu tanıma insanın içkin bir biçimde kötü olduğunu göstermez, bunun yerine onu olası büyüklük ve sürekli yükselen yüceliğe ait bir yaratılmış olarak diğerlerinden ayırır. Bu türden bir değersizlik hissi, fani aklı ahlaki soyluluk, kâinatsal kavrayış ve ruhsal yaşamın muhteşem düzeylerine dönüştüren inanç bağlılıklarına hızlı ve kesin bir biçimde yönelten öncül uyarıcıdır; bu nedenle insan mevcudiyetinin tüm anlamları geçici olandan ebedi olana çevrilmiş olup, tüm değerler insani düzeyden kutsal seviyeye yüceltilmiştir.
89:10.5 (984.8) Günahın itirafı, sadakatsizliğin insansı bir pişmanlığıdır; ancak o kesinlikle, bu türden bir sadakatsizliğin zaman ve mekân sonuçları üzerinde bir etkide bulunmamaktadır. Ancak günahın itirafı — günahın doğasının içten bir biçimde tanınması olarak — dini gelişim ve ruhsal ilerleme için temel niteliktedir.
89:10.6 (985.1) İlahiyat tarafından günahın bağışlanması, kasıtlı isyanın sonucu olarak bu tür ilişkilerin kesildiğini insan bilincinin gördüğü bir süreç sonrasında sadakat ilişkilerinin yenilenişidir. Bağışlamanın peşine düşülmesine gerek yoktur; o yalnızca, yaratılmış ve Yaratan arasındaki bağlılık ilişkilerinin yeniden kurulduğuna dair bilinç olarak alınır. Tanrı’nın sadık evlatlarının hepsi mutlu, hizmet aşkı duyan ve Cennet yükselişinde sürekli ilerleyen bireylerdir.
89:10.7 (985.2) [Nebadon’un bir Berrak Akşam Yıldızı tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
90. Makale
90:0.1 (986.1) DİNİ bağlılıkların evrimi; ruhların teskin edilmesinden, onlardan kaçınmaktan, ruhları kovmaktan, onları zorlamaktan, ruhlarla uzlaşmadan ve onların kalplerini kazanmadan feda vermeye, kefarete ve günahlardan kurtulmaya doğru gelişme göstermişti. Dinsel ayinin yöntemi, ilkel inanç türlerinden gelerek putlaştırmalar ve mucizeler boyunca ortaya çıkmıştır; ve dini ayin insanın artan bir biçimde katmanlaşmış madde-üstü âlemlere dair kavramlarıyla iniltili bir biçimde daha karmaşık hale gelirken, kaçınılmaz olarak sağlıkçılar, şamanlar ve din adamları egemenliğine gerçekleştirildi.
90:0.2 (986.2) İlkel insanın gelişen kavramlarında ruhani dünya nihai olarak olağan faniye cevap vermeyen niteliğe sahip biçimde görüldü. Yalnızca, insanlar arasındaki istisnai bireyler tanrıların kulağına ulaşabilirdi; yalnızca olağanüstü olan erkek veya kadın ruhaniyetler tarafından duyulabilirdi. Din bu nedenle, kademeli olarak aracılı hale gelen bir aşama olarak yeni bir faza giriş yapmaktadır; her zaman bir sağlıkçı, bir şaman veya bir din adamı dindarlar ile ibadetin hedefi arasına girebilirdir. Ve bugün, örgütlenmiş dini inancın örnekleri olan Urantia sistemleri, evrimsel gelişimin bu aşamasından geçmektedir.
90:0.3 (986.3) Evrimsel din; bilinmeyen, açıklanamayan ve kavranılmayan ile karşılaşıldığında insan aklına tamamiyle hâkim olan korku biçiminde basit ve her şeye gücü yeten bir korkudan doğmuştur. Din nihai olarak; Kâinatın Yaratıcısı’nın evren evlatları için beslediği sınırsız şefkatinin kavrayışına uyanıldığında insan ruhunu karşı konulmaz bir biçimde saran aşk biçiminde, her şeye gücü yeten bir aşkın tamamiyle basit olan kendini gerçekleştirmesine erişmektedir. Ancak dini evrimin başlangıcı ve tamamlanışı arasında; aracılar, tercümanlar ve şefaatçiler olarak insan ve Tanrı arasında bulundukları varsayılan şamanların uzun çağları girmektedir.
90:1.1 (986.4) Şaman sağlıkçı, putlaşmış şeylerin törensel sorumlusu ve evrimsel dinin tüm uygulamalarının ana kişiliği düzeyinde bulunmaktaydı. Birçok topluluk içerisinde şaman, din kurumunun devlet üzerindeki hâkimiyetinin başlangıcını simgeleyen bir biçimde savaş önderinden daha üstün rütbedeydi. Şaman zaman zaman bir din adamı hatta bir din adam kralı olarak faaliyet göstermişti. Daha sonraki kabilelerin bazıları, hem öncül şaman sağlıkçıları (kâhinler) hem de daha sonra ortaya çıkan şaman din adamlarına sahip olmuşlardı. Ve birçok kez şamanın görevi babadan oğla geçmekteydi.
90:1.2 (986.5) Eski dönemler olağandışı olan her şey ruhaniyetlerin ikametiyle ilişkilendirildiği için, fazlasıyla dikkat çekici akli ve fiziksel her olağandışılık bir sağlıkçı olmak için yeterliliği meydana getirmekteydi. Bu erkeklerin çoğu saralıydı; kadınların çoğu sinir hastasıydı; ve bu iki tür, ruhaniyet ve şeytanın ikametine ek olarak ilkçağa ait ilhamın büyük bir kısmını açıklamaktaydı. Bu öncül din adamlarından bir haylisi, bu dönemden beri paranoyak olarak adlandırmakta olan bir düzeyde bulunmaktaydı.
90:1.3 (987.1) Küçük çaplı olaylarda aldatmada bulunmuş olsalar da, şamanların büyük bir kısmı kendilerinin ruhaniyet tarafından ele geçirildikleri gerçeğine inanmaktalardı. Bir trans haline veya kataleptik pozisyona kendilerini atmayı becerebilen kadınlar, güçlü şaman kadınları haline geldiler; daha sonra bu tür kadınlar, peygamberler ve ruhaniyet medyumları haline geldi. Onların kataleptik trans halleri genellikle, ölülerin hayaletleri ile yaptıkları iddia edilen konuşmalardı. Birçok kadın şaman aynı zamanda uzman dansçılardı.
90:1.4 (987.2) Ancak şamanların hepsi kendi kendilerini kandırmış bireyler değillerdi; birçoğu kurnaz ve hünerli hilebazlardı. Bu meslek geliştikçe bir sağlıkçı olabilmek için yeni başlayan birisi, on yıl süren zorluk ve haz reddinin bir çıraklığında hizmet etmek zorundaydı. Şamanlar uzmansı bir kıyafet türü geliştirmiş olup, gizemli bir şey yaptıklarına dair algıyı yarattılar. Onlar sıklıkla, kabile üyelerini etkileyecek ve onları şaşırtacak belirli fiziksel düzeylere sokan ilaçları kullandılar. El çabukluğu marifetleri, halk tarafından doğaüstü olarak görülmekteydi; ve karnından konuşma yöntemi ilk kez kurnaz din adamları tarafından kullanılmıştı. Eski dönem şamanların çoğu farkında olmadan hiptonizmayı bulmuştu; diğerleri kendilerinin hipnoz olma durumuna, göbek deliklerine uzun süre bakarak neden olmuşlardı.
90:1.5 (987.3) Her ne kadar birçokları bu numaraları ve aldatmacaları kullanmaya başvurmuşsalar da, onların bir sınıf olarak itibarları, sonuçta, gözle görülür başarıya sahipti Bir şaman sorumluluklarını yerine getirmede başarısız olursa, kabul edilebilir bir mazeret sunamaz ise, ya bir alt düzeye indirilir veya öldürülürdü. Böylelikle dürüst şamanlar erken bir biçimde hayatlarını kaybettiler; sadece kurnaz oyuncular hayatta kaldı.
90:1.6 (987.4) Kabile olaylarının ayrıcalıklı idaresini yaşlı ve güçlülerin ellerinden alan kurnaz, zeki ve ileri görüşlülerinin ellerine veren şamanlıktı.
90:2.1 (987.5) Ruhaniyet hokkabazlığı, ilkçağ dilinde gerçekleştirilen bugünkü din kurumu ayinlerine kıyasla, oldukça detaylı ve fazlasıyla katmanlaşmış bir işleyişti. İnsan ırkı çok erken bir biçimde, açığa çıkarılış biçiminde insanüstü yardımı aradı; ve insanlar şamanın gerçekten de bu türden açığa çıkarılışları aldığına inandı. Her ne kadar şamanlar çalışmalarında çağrışımda bulunmanın büyük gücünü kullanmış olsalar da, onların çağrışımları neredeyse sürekli olarak olumsuz çağrışımlardı; sadece yakın zamanlarda olumlu çağrışım yöntemleri uygulanmaktadır. Mesleklerinin öncül gelişim sürecinde şamanlar; yağmur yağdırma, hastalık iyileştirme ve suçu tespit etme gibi uğraşlarda özelleşmeye başladılar. Hastalıkları iyileştirmek, buna rağmen, bir şamansı sağlıkçının başlıca faaliyeti değildi; o bunun yerine, yaşamda gerçekleşecek ani değişiklikleri bilmek ve onları denetlemekti.
90:2.2 (987.6) Hem dini hem de din dışı bir nitelikte olan ilkel çağın kara büyüsü; din adamları, kâhinler, şamanlar veya sağlıkçılar tarafından gerçekleştirildiklerinde beyaz büyü olarak adlandırılmaktaydı. Kara büyünün uygulayıcıları; büyücü, sihirbaz, hokkabaz, cadı, büyüleyiciler, ruh çağırıcıları, gözbağcıları ve kâhinler olarak adlandırılmıştı. Zaman ilerledikçe, doğaüstü olan şeyler ile bu türden sözde irtibatların tümü ya büyücülük ya da şamancılık olarak sınıflandırılmıştı.
90:2.3 (987.7) Büyücülük, daha önceki, düzensiz ve takdir görmeyen ruhaniyetler tarafından gerçekleştirilen büyüden oluşmaktaydı; şamancılık, düzenli ruhaniyetler ve kabilenin tanığı tanrılar tarafından gerçekleştirilen mucizeler ile ilişkiliydi. Daha sonraki dönemlerde büyücü, şeytan ile ilişkilendirilen hale geldi; ve böylelikle, dini tahammülsüzlüğün görece yakın dönemde sergilenen oluşumlarının çoğu için ortam hazırlanmıştı. Büyücülük, birçok ilkel kabile için bir dindi.
90:2.4 (987.8) Şamanlar, ruhaniyetlerin iradesinin açığa çıkarıcısı olarak şansın görevinin büyük inanıcılarıydılar; onlar kararlara, sürekli bir biçimde şans eseri bir şey çekerek varmaktaydılar. Şans eseri bir şey çekmeye olan bu eğilimin çağdaş kalıntıları, sadece birçok şans oyununda değil, aynı zamanda oldukça iyi bilinen “hece sayma” da sergilenmektedir. Bir zamanlar hecenin bittiği kişi ölmek zorundaydı; şimdi bu kişi sadece bir takım çocuk oyunlarında bu biçimde seçilen olmaktadır. İlkel insan için ciddi bir etkinlik olan şey, çağdaş çocuğun bir oyunu olarak varlığını sürdürmüştür.
90:2.5 (988.1) “Karadut ağacının tepesinde bir hışırtı duyduğun zaman, kımıldamalısın” gibi işaret ve alametlere sağlıkçılar büyük güven duydular. Irkın tarihinde çok öncül bir biçimde şamanlar dikkatlerini yıldızlara vermişlerdi. İlkel yıldız bilimi, dünya çapındaki bir inanç ve uygulamaydı; rüyaların yorumlanması aynı zamanda yaygın hale geldi. Tüm bunların hepsi yakın bir zaman sonra, ölünün ruhaniyetleri ile iletişimde bulunmaya yetkin oldukları öne sürülen sağı solu belli olmayan kadın şamanların ortaya yıkışı tarafından takip edildi.
90:2.6 (988.2) Her ne kadar ilkel çağ kökeninden gelse de; yağmur yağdırıcıları, veya diğer bir değişle hava şamanları, çağlar boyunca gelerek varlıklarını devam ettirdi. Çetin bir kıtlık tarımla uğraşan öncül bireyler için ölüm demekti; hava denetimi daha çok ilkçağ büyüsünün hedefiydi. Medenileşmiş insan havayı hala, konuşmanın ortak konusu yapmaktadır. Eski dönem insan topluluklarının tümü, bir yağmur yağdırıcısı olarak şamanın gücüne inanmıştı; ancak başarısız olduğu zaman, en azından başarısızlığı için kabul edilebilir bir açıklama sunamazsa, onu öldürmek adet olmuştu.
90:2.7 (988.3) Sezar toplulukları yıldız bilimcilerini tekrar tekrar sürdü; ancak onlar sürekli bir biçimde, güçlerine olan yaygın inanç nedeniyle geri döndüler. Onlar tamamiyle ortadan kaldırılamadı; ve milattan sonra yirminci yüzyılda bile Batı’nın din kurumu ve devlet yöneticileri yıldız biliminin söz sahipleriydi. Ussal oldukları varsayılan binlerce insan hala; birinin talihli veya talihsiz bir yıldızın etken olduğu dönemde doğabildiğine, gökyüzü unsurların kesişmesinin çeşitli dünyevi olayların sonucunu belirlediğine inanmaktadır. Falcılar hala, saf insanlar tarafından yüceltilmektedir.
90:2.8 (988.4) Yunanlılar, gizlemli anlamın tavsiyesinin etkinliğine inandılar; Çinliler ecinnilere karşı koruma amacıyla büyüyü kullandılar; şamanlık Hindistan’da gelişti, ve hala açık bir biçimde merkezi Asya’da varlığını sürdürmektedir. Sadece yakın bir zamanda dünyanın büyük bir kısmında terk edilen bir uygulamadır.
90:2.9 (988.5) Arada sırada gerçek peygamberler ve eğitmenler, şamanlığı yermek ve onun iç yüzünü göstermek için ortaya çıkmaktadır. Ortadan kaybolan kırmızı ırk bile geçmiş yüz yıl içerisinde, güneşin 1806’da tutulacağını tahmin eden ve beyaz ırkın kötülüklerini yeren Shawnee Tenskwatawa isimli bu türden bir peygambere sahipti. Birçok gerçek eğitmen, evrimsel tarihin uzun çağlarının tümü boyunca çeşitli kabile ve ırklar arasında ortaya çıkmıştı. Ve onlar her zaman, genel eğitimi reddeden ve bilimsel ilerleyişi engellemeye girişen her çağın şamanına veya din adamanı karşı gelmek için ortaya çıkmaya devam edeceklerdir.
90:2.10 (988.6) Birçok şekil ve aldatıcı yöntem içerisinde eski dönemlerin şamanları, Tanrı’nın sesleri ve yazgının koruyucuları olarak saygınlık kazanmışlardı. Onlar yeni doğanlara su serpmiş ve onlara isimler vermişlerdi; onlar erkekleri sünnet etmişlerdi. Onlar tüm gömü törenlerine başkanlık etmiş, ve beklenmekte olan ölünün ruhaniyet yerleşkesine yaptığı sağ salim varışını duyurmuşlardı.
90:2.11 (988.7) Şamansı din adamları ve sağlıkçılar sıklıkla, görünürde ruhaniyetlere olan çeşitli harçların birikmesiyle oldukça varlıklı oldular. Bir şamanın, kabilesinin neredeyse tüm maddi servetini toplaması nadiren görülen bir şey değildi. Varlıklı bir kişinin ölümü üzerinde mülkünün eşit bir biçimde şaman ve birtakım kamu girişimi veya hayır oluşumu arasında bölünmesi adetti. Bu uygulama, erkek nüfusun yarısının üretici olmayan bu sınıfa ait olduğu yerler olan Tibet’in bazı kısımlarımda hala varlığını sürdürmektedir.
90:2.12 (989.1) Şamanlar oldukça iyi giyinip, genellikle birden çok eşe sahiplerdi; onlar, kabilesel kısıtlamalardan muaf olarak özgün aristokratlardı. Onlar oldukça sık bir biçimde, alt düzey akla ve ahlaki değerlere sahiplerdi. Şamanlar, rakiplerini büyücüler veya sihirbazlar olarak adlandırarak bastırmışlardı; oldukça sık tekrarlanan bir biçimde, etki ve gücün bu tür mevkilerine kabile önderleri veya krallar üzerinde baskın gelmeye yetkin oldukları için yükselmişlerdi.
90:2.13 (989.2) İlkel insan şamanı gerekli bir kötülük olarak görmüştü; kendisinden korkmuştu, ama onu sevmemişti. Öncül insan bilgiye saygı duydu; bilgeliği şereflendirip onu ödüllendirdi. Şaman çoğu zaman yolsuzdu, ancak şamanlık için duyulan derin saygı ırkın evriminde bilgeliğe verilen en yüksek değeri oldukça iyi bir biçimde göstermektedir.
90:3.1 (989.3) İlkel çağ insanı; kendisini ve maddi çevresini hayaletlerin heveslerine ve ruhaniyetlerin arzularına doğrudan bir biçimde karşılık veren bir biçimde gördüğü için, dininin ayrıcalıklı bir biçimde maddi olaylar ile ilişkili olması garipsenecek bir durum değildir. Çağdaş insan maddi sorunlarının üzerine doğrudan bir biçimde gider; o, maddenin aklın ussal denetimine karşılık verişini tanımaktadır. İlkel insan benzer bir biçimde, yaşam ve fiziksel nüfuz alanları üzerinde değişiklikte bulunmayı ve hatta onları denetlemeyi arzulamıştı; ve kâinata dair sınırlı kavrayışı hayaletlere, ruhaniyetlere ve tanrılara olan inanca kendisini sürüklediği için, buna ek olarak doğrudan bir biçimde yaşam ve maddenin detaylı denetimiyle ilgilendiği için, mantıksal bir biçimde çabalarını, bu insanüstü birimlerin iltimas ve desteğini kazanmaya yöneltmişti.
90:3.2 (989.4) Bu ışıkla bakıldığında ilkçağa ait inanışlardaki açıklanamaz ve mantıksız olan şeylerin çoğu anlaşılabilmektedir. İnanışın törenleri, içinde kendisini bulduğu maddi dünyayı ilkel insanın denetim altına alma girişimiydi. Ve bu çabalardan çoğu, uzun bir yaşam ve sağlığı teminat altına amacına yönlendirilmişti. Hastalık ve ölümün tümü özgün olarak ruhsal olgular biçiminde görüldüğü için, sağlıkçı ve din adamları konumunda faaliyet gösterirken şamanların aynı zamanda doktorlar ve cerrahlar olarak da çalışmak zorunda olmaları kaçınılmazdı.
90:3.3 (989.5) İlkel akıl, gerçeklerin yoksunluğu ile kısıtlanmış olabilir; ancak buna rağmen bahse konu düzeyde mantıksaldı. Düşünceli insanlar hastalık ve ölümü gözlemlediklerinde, bu oluşumların nedenini belirleme girişimlerine başlamışlardı; ve anlayışları uyarınca şamanlar ve bilim adamları hastalığa dair şu kuramları ileri sürdüler:
90:3.4 (989.6) 1. Hayaletler — doğrudan ruhaniyet etkileri. Hastalık ve ölümün açıklanmasına ileri sürülmüş en öncül varsayım, ruhaniyetlerin bedenden ruhu çıkaran bir biçimde ayartmaya sebebiyet vermesiydi; eğer ruh geri dönmede başarısız olursa, ölüm kaçınılmazdı. İlkçağ toplulukları hastalık yaratan ruhların art niyetli faaliyetinden o kadar korkmuştu ki, hasta olan bireyler sıklıkla yiyecek veya içecek verilmeden başıboş bırakılmaktaydı. Bu inanışların temelini oluşturan hatalı dayanaklardan bağımsız olarak onlar; hasta bireyleri etkin bir biçimde tecrit altına alıp, bulaşıcı hastalığın yayılmasını engellemişlerdi.
90:3.5 (989.7) 2. Şiddet — apaçık nedenler. Bazı kazalar ve ölümlerin sebepleri o kadar kolay bir biçimde tespit edilebilmekteydi ki, onlar öncül bir biçimde hayalet faaliyeti sınıflandırılmasından çıkarılmışlardı. Savaşlar, hayvanlar ile verilen mücadeleler ve kolayca tanımlanabilen nedenler sonucunda gerçekleşen ölümler ve yaralanmalar doğal olaylar şeklinde değerlendirildiler. Ancak, “doğal” nedenle gerçekleşmiş yaranın geciken iyileşmesinden ve onun iltihap kapmasından yine de ruhaniyetlerin sorumlu olduklarına uzunca bir süre inanılmıştı. Eğer gözlenebilecek herhangi bir doğal neden keşfedilemezse, ruhaniyet hayaletleri hastalık ve ölüm için yine de sorumlu tutulurdu.
90:3.6 (990.1) Bugün, şiddetle gerçeklememiş bir ölüm ortaya çıktığı her zaman birini bunun öldüren ilkel insan toplulukları Afrika ve başka yerlerde bulunabilir. Onların sağlıkçıları suçlu unsurları hedef gösterir. Eğer bir anne çocuğun doğumu esnasında ölürse — bir yaşam için diğeri alındığı bir biçimde — çocuk derhal boğulur.
90:3.7 (990.2) 3. Büyü — düşmanların etkisi. Hastalıkların büyük bir kısmına, kem gözün ve büyülü hedef göstermenin faaliyeti biçiminde biri için büyü yapmak tarafından neden oldurduğu düşünülmekteydi. Bir zamanlar, birine bir parmakla işaret etmek gerçekten tehlikeliydi; birini işaret etmek hala kaba olarak değerlendirilir. Anlaşılması güç hastalık ve ölüm durumlarında ilkçağ insanları resmi bir soruşturma başlatıp, ölüyü açıp, bazı bulguları ölüm nedeni olarak belirlerdi; aksi durumlarda, büyücünün sorumlu olması nedeniyle idamını gerektiren bir biçimde ölümün suçu büyücülüğe atılırdı. Bazıları arasında, kimsenin suçlanmadığı bir durumda bir kabile üyesinin kendi büyücülüğünün bir sonucu olarak öldüğüne inanılmıştı.
90:3.8 (990.3) 4. Günah — tabuya karşı gelmenin cezası. Görece yakın zamanlarda hastalığın, kişisel veya ırksal bir biçimde günahın bir cezai olduğuna inanılmıştır. Topluluklar arasında bu günün düzeyindeki evrimde varlığını sürdüren kuram, birinin bir tabuya karşı gelmesi dışında hasta olamayacağıdır. Hastalığı ve çekilen acıyı “Her Şeye Gücü Yeten’in içlerindeki okları” olarak değerlendirmek bu türden inanışların temsili örneğidir. Her ne kadar Keldaniler yıldızları da çekilen acının bir sebebi olarak değerlendirseler de, Çin ve Mezopotamya toplulukları uzunca bir süre boyunca hastalığı kötü ecinni faaliyetinin bir sonucu olarak gördüler. Kutsal gazabın bir sonucu olarak bu hastalık kuramı, Urantia unsurlarının sözde medenileşmiş olarak sayılan birçok topluluğu arasında hala yaygındır.
90:3.9 (990.4) 5. Doğal neden. İnsanlık; enerji, madde ve yaşamın fiziksel nüfuz alanlarında sebep ve sonucun karşılıklı ilişkilerine dair maddi sırları öğrenmede oldukça yavaş kalmıştır. Âdemoğlu’nun öğretilerine ait tarihsel anlatımları muhafaza eden bir biçimde ilkçağ Yunanlıları, hastalığın bütünlüğünün doğal nedenlerin bir sonucu olduğunu tanıyan ilk topluluklar arasındaydı. Yavaş ama kesin gerçekleşen bir bilimsel dönemin ilerleyişi, insanın çağlar kadar eski hastalık ve ölüm kuramlarını ortadan kaldırmaktadır. Ateş, doğaüstü hastalıkların sınıflandırılışından çıkarılan ilk insan rahatsızlıklarından biriydi; ve bilimin dönemi ilerleyen bir biçimde, insan aklını oldukça uzun bir süre hapseden bilgisizliğin zincirlerini kırmıştır. Eski çağa dair bir anlayışın gerçekleşmesi ve onun yayılması, insanın çektiği ızdırap ve fani sıkıntının kişisel suçluları olarak hayaletler, ruhaniyetler ve tanrılara dair insanın duyduğu korkuyu kademeli olarak yok etmektedir.
90:3.10 (990.5) Evrim hatasız bir biçimde amacına ulaşmaktadır: O, Tanrı kavramının yapı iskelesi olan bilinmeyenin hurafesel korkusu ve görülmeyenin dehşetiyle insanı doldurmaktadır. İlahiyat’ın gelişmiş bir kavrayışının doğuşunu gözlemledikten sonra, açığa çıkarılışın eşgüdümsel faaliyeti vasıtasıyla evrimin bu aynı yöntemi hatasız bir biçimde, amacına hizmet etmiş bina iskelesini engellenemez bir biçimde yıkacak olan düşünce kuvvetlerini harekete geçirmektedir.
90:4.1 (990.6) İlkçağ insanlarının bütüncül yaşamı hastalıktan korunma üzerineydi; onların dini hiçbir biçimde, hastalığın önlenmesi için küçük bir önlem değildi. Ve kuramlarındaki hatadan bağımsız olarak onlar, bunları hayata geçirmede samimilerdi; ilkçağ insanları iyileştirmeye dair yöntemlerinde sınırsız inanca sahiplerdi; ve bu inancın kendisi kendi başına güçlü bir devaydı.
90:4.2 (991.1) Bu ilkçağ şamanlarından bir tanesinin budalaca hizmeti altında iyileşmek için gereken inanç, sonuçta, hastalığın bilimsel olmayan iyileştirme yöntemlerini uygulayan daha sonraki varislerinden bazılarının ellerinde iyileşmek için gerekenden maddi olarak farklı değildi.
90:4.3 (991.2) Daha ilkel kabileler hasta olan fazlasıyla korkmuştu; ve uzun çağlar boyunca onlar, utanç verici bir biçimde görmezden gelerek ondan dikkatlice kaçınmışlardı. Şamancılığın evrimi hastalıkları iyileştirmeye razı olan din adamları ve sağlıkçıları yetiştirdiğinde, yardıma muhtaç insanlara el uzatmada büyük bir ilerlemeydi. Bunun sonrasında ruhları kaçırmak amacıyla bütün kavimin uluyarak hasta odasına şamana yardım etmek için doluşması adet haline gelmişti. Teşhisçi şamanın bir kadın olması görülmemiş bir şey değildi; bunun karşısında bir erkek iyileştirmeyi uygulardı. Hastalığı teşhis etmekte kullanılan olağan yöntem, bir hayvanın bağırsaklarının incelenmesiydi.
90:4.4 (991.3) Hastalık tezahüratlarla, herkesin ellerini hastaya vermesiyle, hasta üzerinde soluk almakla ve birçok diğer yöntemle iyileştirilmekteydi. Daha sonraki dönemlerde, iyileşmenin gerçekleştiğinin varsayıldığı süreç olan tapınak uykusuna başvurma yaygın hale geldi. Sağlıkçılar nihai olarak, tapınak uykusuyla ilişkili bir biçimde gerçek ameliyat etkinliğini denedi; yapılan ameliyatlar arasında ilki, cerrah testeresinin faaliyetine benzer bir biçimde kafatasını açıp bir baş ağrısı ruhaniyetinin kaçmasına izin vermekti. Şamanlar, kırıkları ve çıkıkları iyileştirmeye ek olarak çıbanları açıp cerahat keselerini almayı öğrenmişlerdi; şaman kadınları ebelikte uzmanlaşmışlardı.
90:4.5 (991.4) Beden üzerinde iltihap kalmış veya lekelenmiş bir yeri büyülü olan bir şey ile ovma, sihri uzaklaştırma ve bunun sonunda sözde sağlığa tekrar kavuşma genel bir iyileştirme yöntemiydi. Eğer herhangi birisi kurturulan sihri tesadüfen yerden alırsa, onun derhal enfeksiyon kapacağı veya lekelere sahip olacağına inanılmaktaydı. Bu uygulamaya, şifalı otlar ve diğer gerçek ilaçlardan çok uzun bir süre önce başlanmıştı. Masaj yapma; bedenden ruhaniyeti ovarak çıkarma biçiminde büyülü nakaratlar ile ilişkili olarak gelişmiş olup, çağdaş insanların linimentleri ovarak vücuda nüfuz etmeye çalışmasına benzer bir biçimde bile, ovarak ilaçları bedenin içine ulaştırma çabaları onundan önce gelmiştir. Kan akıtışı ile birlikte etkilenen kısımlara şişe çekme ve emmenin uygulanmasının, hastalık üreten ruhaniyetlerden kurtulmada önemli olduğu düşünülmüştü.
90:4.6 (991.5) Su güçlü bir putlaşma olduğu için, birçok rahatsızlığın iyileştirilmesinde kullanılmıştı. Uzunca bir süre boyunca ruhaniyetin neden olduğu hastalığın terleme ile ortadan kaldırılabileceğine inanılmıştı. Buhar banyolarına son derecede önemli gözle bakılmaktaydı; doğal kaplıcalar yakın bir süre içinde, ilkel sağlık mesireleri olarak büyümüştü. Öncül insan, ısının acıyı geçireceğini keşfetti; o güneş ışığını, taze hayvan organlarını, sıcak kil ve sıcak taşları kullanmıştı; bu yöntemlerden çoğu hala uygulanmaktadır. Ritim, ruhaniyetleri bir etkileme çabası içinde uygulanmıştı; tamtamlar herkes tarafından kullanılmaktaydı.
90:4.7 (991.6) Bazı topluluklar arasında hastalığa, ruhaniyetler ve hayvanlar arasında gerçekleştirilmiş ahlaksız bir komplonun neden olduğu düşünülmüştü. Bu durum, hayvan tarafından neden olunan her hastalıkta işe yarar bit bitkinin bulunduğuna dair inancın sebebiyet vermişti. Kırmızı insanlar özellikle, her yaraya derman olan bitki kuramına bağlılardı; onlar her zaman, bir bitki söküldüğünde kökün bulunduğu çukura bir damla kan akıtırlardı.
90:4.8 (991.7) Oruç tutma, yenilen şeylere dikkat etme ve karşı tahrişte bulunan maddeler sıklıkla tedavi önlemleri olarak uygulandı. Tamamiyle büyülü olarak görülen bir biçimde insan salgılarının oldukça önemli olduğu düşülmekteydi; kan ve idrar böylelikle en öncül ilaçlardan biri haline gelip, yakın bir süre içerisinde kökler ve çeşitli tuzlarla birleştirildi. Şamanlar hastalık ruhaniyetlerinin, kötü kokan ve tadı kötü olan ilaçlar ile bedenden dışarı atılabileceğine inanmıştı. Müshil alma oldukça öncül bir biçimde olağan bir tedavi haline gelmiş olup, ham kakao ve kininin yararları ilk eczacılık keşifleri arasındaydı.
90:4.9 (992.1) Yunanlılar, hastalığı iyileştirmede gerçeklik anlamıyla ilk akılcı yöntemleri geliştiren topluluktu. Hem Yunanlılar hem de Mısırlılar tıbbi bilgilerini Mezopotamya vadisinden almışlardı. Yağ ve şarap, yaraları iyileştirmede oldukça öncül bir biçimde kullanılan bir ilaçtı; hint yağı ve afyon Sümerliler tarafından kullanılmıştı. Bu ilkçağa ait etkin nitelikteki gizli devaların çoğu, bilinir hale geldiklerinde gücünü kaybetti; gizlilik her zaman, sahtekârlık ve hurafenin başarılı bir biçimde uygulanışı için temel nitelikte olmuştu. Sadece hakikatler ve gerçeklik, kavrayışın bütüncül ışığını ve bilimsel araştırmanın sonucunda ortaya çıkan açıklığa kavuşma ve aydınlanmadan duyulan memnuniyeti getirebilir.
90:5.1 (992.2) Dini ayinin özü, onun uygulanışının kusursuzlaştırılmasıydı; ilkel insanlar arasında onun harfi harfine uyan bir kesinlikle uygulanması zorunluydu. Sadece ayinin doğru bir biçimde uygulandığında, tören ruhaniyetler üzerinde caydırıcı bir güce sahip olmaktaydı. Eğer ayin hatalı olursa, tanrıların kızgınlığına ve hıncına neden olmaktan başka bir şeyi getirmezdi. Bu nedenle, insanın yavaşça evirilen aklı ayin yönteminin onun etkinliğinde belirleyici etkisi bulunduğunu olduğunu düşünmüştü; öncül şamanların er veya geç, ayinin oldukça özenli yerine getirilen uygulamasını yönetmesi için eğitilmiş bir din adamı kurumuna doğru evirilmesi kaçınılmazdı. Ve bu nedenle on binlerce yıl boyunca bitmek tükenmek bilmez ayinler, her ırksal girişim olarak her yaşam faaliyeti için tahammül edilemez bir yük olan bir biçimde, topluma engel olmuş ve medeniyeti lanetlemiştir.
90:5.2 (992.3) Ayin, kutsayıcı âdetinin yöntemidir; ayin mitleri yaratıp onları hayatta tutarken, buna ek olarak toplumsal ve dini adetlerin korunmasına katkı sağlamaktadır. Bir kez daha altını çizersek: ayinin kendisi mitlere neden olmaktadır. Ayinler sıklıkla gerçekleşen bir biçimde ilk başta toplumsal olup, daha sonra ekonomik gelip, nihai olarak dinsel tören niteliğinin bir parçası olan kutsallık ve soyluluğu kazanmaktadır. Ayin; dua, dans ve oyunlar sergilendiği gibi uygulama bakımından kişisel veya topluluksal — veya her ikisi de — olabilir.
90:5.3 (992.4) Kelimeler; âmin ve salah gibi terimlerin kullanılması biçiminde ayinin bir parçası haline gelebilir. Kaba saba konuşma biçiminde küfür etme, kutsal isimlerin daha önceki ayinsel tekrarlarının kötü amaçla gerçekleştirilen bir kullanımını yansıtmaktadır. Kutsal mabetlere kutsal yolculukta bulunma oldukça eski bir ayindi. Bu ayin daha sonra arınma, temizlenme ve kutsamanın detaylı törenlere doğru evirildi. İlkel döneme ait kabilesel gizli topluluklara kabul törenleri gerçekte gelişmemiş bir dini ayindi. Eski dönemlerin gizem inanışlarının ibadet yöntemi, birikmiş dini ayinin uzun bir süre boyunca evirilen dışa vurumuydu. Ayin nihai olarak; duayı, şarkıyı, duyarlı okumayı ve diğer bireysel ve topluluksal düzeydeki toplumsal bağlılıkları içine alan dini törenler biçiminde toplumsal törenlerin ve dini ibadetin çağdaş türlerine evirilmişti.
90:5.4 (992.5) Din adamları; şamanlardan başlayarak kâhinler, kutsayıcılar, şarkıcılar, dansçılar, hava olaylarını gerçekleştirenler, dini kalıntıların koruyucuları, tapınak muhafızları ve gerçekleşecek olayları gören müneccimler boyunca dini ibadetin mevcut yöneticileri düzeyine evirilmişlerdi. Nihai bir biçimde onların görevleri babadan oğla geçen bir hale geldi; devamlılığı olan bir din adamı tabakası ortaya çıktı.
90:5.5 (992.6) Din evirildikçe, din adamları içkin yetenekleri veya özel tercihleri uyarınca uzmanlaşmaya başladı. Bazıları şarkıcı, kimileri duacı ve bazıları da sahip oldukları her şeyi feda edenlerden oldu; daha sonra — vaizler olarak — hatipler geldi. Ve din kurumsallaşmış hale gelince, bu din adamları “cennetin anahtarlarını ellerinde tutan” bireyler olarak bahsedilir oldu.
90:5.6 (992.7) Din adamları her zaman; ilkçağa ait bir dilde dini ayini gerçekleştirmeye ek olarak dindarlık algılarını ve yönetim gücünü geliştirecek bir biçimde ibadette bulunanları şaşırtacak türlü büyülü harekette bulunarak sıradan insanları etkilemeyi ve onlarda korkuyla karışık saygıya neden olmayı amaçlamışlardı.
90:5.7 (993.1) Din adamlığı kurumu, bilimsel gelişimi geciktirmede ve ruhsal ilerleyişi aksatmada büyük etkiye sahip olmuştu; ancak onlar, medeniyetin istikrarlı hale getirilmesine ve kültürün belirli türlerinin geliştirilmesine katkıda bulunmuştu. Ancak çağdaş din adamları; — Tanrı’yı tanımlamaya girişen bir biçimde — din bilimine ilgilerini yönlendirerek, Tanrı’ya yapılan ibadet ayininin yöneticileri olarak faaliyet göstermeye son vermişlerdi.
90:5.8 (993.2) Din adamlarının ırkların ilerleyişinde bir kilometre taşı oldukları inkâr edilmemektedir; ancak gerçek dini liderler, daha yüksek ve daha iyi gerçeklikleri göstermede paha biçilemez öneme sahip olmuşlardır.
90:5.9 (993.3) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
91. Makale
91:0.1 (994.1) BİR din faaliyeti olarak dua, din-dışı nitelikteki tek kişilik ve karşılıklı konuşmanın dışavurumlarından türemiştir. İlkel insan tarafından öz-benlik bilincine erişim ile birlikte, toplumsal karşılık ve Tanrı’yı tanımadan oluşan çifte olanak biçiminde diğer bilinçlerin kaçınılmaz doğal sonucu ortaya çıktı.
91:0.2 (994.2) Öncül dua türleri, İlahiyat’a yöneltilmemekteydi. Bu dışavurumlar, önemli birtakım girişimlerde bulunacağınız zaman bir arkadaşınıza söyleyeceğiniz türden şeylere oldukça benzemekteydi. “Bana şans dile.” İlkel insan büyünün kölesi haline gelmişti; iyi veya kötü olarak talih, yaşamın tüm olaylarına girmişti. İlk başta bu talih arzuları — büyüyü gerçekleştirenin tıpkı yüksek sesle konuşması türünden — tek kişilik konuşmalardı. Daha sonra talihe inanan bu bireyler arkadaşları ve ailelerini de taleplerine destek olması için çağıracak olup, yakın bir zaman içinde kavim veya kabilenin tümünü içine alan bir biçimde uygulanacak bir tören gerçekleştirilecekti.
91:0.3 (994.3) Hayaletlerin ve ruhaniyetlerin kavramları evirilme gösterdiğinde, bu taleplerin yönlendirildiği kurumlar insan-üstü hale geldi; tanrılara dair bilinç ile birlikte bu türden dışavurumlar gerçek duanın düzeylerine ulaştı. Bunun bir örneği, Avustralyalı belirli kabilelerin sahip oldukları ilkel duaların ruhaniyetleri ve insan-üstü kişiliklerinden önce ortaya çıkmış oluşuydu.
91:0.4 (994.4) Hindistan’ın Toda kabilesi şimdilerde, tıpkı dinsel bilinç dönemlerinden önceki öncül insan topluluklarının gerçekleştirdiği gibi, kimseninkine bire bir benzemeyen bu dua uygulamasını yerine getirmektedir. Sadece Toda unsurları arasında olmak üzere bu durum, yozlaşan dinlerinin bu ilkel düzeye doğru gerçekleşen bir gerileyişini temsil etmektedir. Toda unsurlarının üyesi olan sütçü din adamlarına ait bugünkü ayinler herhangi bir dini töreni temsil etmemektedir, çünkü bu kişisel olmayan dualar toplumsal, ahlaki veya ruhsal değerlerin hiçbirinin korunumu ve gelişimine herhangi bir katkıda bulunmamaktadır.
91:0.5 (994.5) Din öncesi dua; Melanezya topluluklarına ait mana uygulamaları, Afrikalı Pigmeler’in oudah inançları ve Kuzey Amerika Yerlileri’nin Manitu hurafelerinden meydana gelmekteydi. Afrika’nın Baganda kabileleri yalnızca yakın bir süre önce duanın mana seviyesinden yükselmişlerdi. Bu öncül evrimsel kafa karışıklığı dönemi içinde insanlar, — yerel veya ulusal nitelikteki — tanrılara, putlaşmış şeylere, muskalara, hayaletlere, yöneticilere ve sıradan insanlara dua etmişlerdi.
91:1.1 (994.6) Öncül evrensel dinin faaliyeti, yavaş bir biçimde şekillenmekte olan temel nitelikteki toplumsal, ahlaki ve ruhsal değerleri korumak ve onları çoğaltmaktır. Dinin bu görevi, insanlık tarafından bilinçli bir biçimde yerine getirilmemektedir; ancak o başlıca bir biçimde dua faaliyeti tarafından yerine getirilmektedir. Dua uygulaması herhangi bir topluluğun, her ne kadar kişisel ve toplu bir biçimde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, daha yüksek değerlerinin bahse konu korunumunu kesinleştirmeye (yerine getirmeye) dair bilinç-dışı verilen çabasını yansıtmaktadır. Ancak duanın korunması için kutsal günlerin tümü hızlı bir biçimde olağan tatil günleri düzeyine geri çevrilirdi.
91:1.2 (995.1) Din ve, başta dua olmak üzere, onun için hizmette bulunan birimler sadece; topluluk onayı biçiminde yaygın toplumsal tanınmaya sahip olan değerlerle birliktelik içerisindedir. Bu nedenle ilkel insan, ahlaksal kabullere uymayan duygularını tatmin etmeye veya tamamiyle bencil nitelikte bulunan geleceğe dair arzularını elde etmeye giriştiği zaman, dinin tesellisi ve duanın desteğinden mahrum kalmıştı. Eğer birey toplum karşıtı bir şeyi yerine getirmeyi amaçlarsa, tek çare olarak büyücülere başvuran bir biçimde dini olmayan büyünün yardımını elde etmek zorunda olup, böylelikle duanın desteğinden yoksun hale gelmekteydi. Dua, bu sebeple, oldukça öncül bir biçimde; toplumsal evrim, ahlaki ilerleyiş ve ruhsal erişimin kudretli bir düzenleyicisi haline geldi.
91:1.3 (995.2) Ancak ilkel akıl ne mantıksal ne de tutarlıydı. Öncül insanlar maddi şeylerin duaların sorumluluk alanına girmediğini kavrayamadılar. Bu basit akla sahip ruhlar; yiyeceğin, barınmanın, yağmurun, oyunun ve diğer maddi eşyaların toplumsal refahı geliştirdiğine dair düşünceye varıp, böylelikle bu tür fiziksel nimetler için dua etmeye başladılar. Bu durum duanın amacından bir sapışı oluştursa da, bahse konu maddi amaçlara toplumsal ve etiksel faaliyetler ile ulaşma çabasın teşvik etti. Duanın bu türden bir kötüye kullanışı her ne kadar bir insan topluluğun ruhsal değerlerini alçatsa da, yine de onların ekonomik, mali ve ahlaki adetlerini doğrudan bir biçimde yükseltti.
91:1.4 (995.3) Dua, aklın en ilkel türünde yalnızca tek kişilik konuşma biçimindeydi. O öncül bir biçimde ikili konuşma haline gelmekte ve hızlı bir biçimde topluluk ibadeti düzeyine genişlemektedir. Dua, ilkel dinin büyü-öncesi nakaratlarının; toplumsal değerleri geliştirmeye ve ahlaki değerleri arttırmaya yetkin yardımsever güçler veya varlıklara ek olarak bu etkilerin insan-üstü olduğuna ve bilinçli insan ve onun akran fanilerinin benliğinden farklı olduğuna dair gerçekliği insan aklının tanıdığı düzeye kadar evirilmiş olduğunu göstermektedir. Gerçek dua, bu nedenle, dinsel hizmeti sağlayan kurum kişisel olarak düşünülene kadar ortaya çıkmamaktadır.
91:1.5 (995.4) Dua kısmi bir biçimde, maddelerde yaşayan bir ruhun barındığına dair beslenen inanç ile ilişkilidir; ancak bu türden inanışlar, ortaya çıkmakta olan dini düşünceler ile var olabilir. Birçok sefer din ve madde ruhu inancı tamamiyle farklı kökenlere sahip olmuştur.
91:1.6 (995.5) İlkel korku esaretinden kurtulamamış faniler ile birlikte duaların tümünün, gerçek veya hayal mahsulü olan suçluluğun dayanaksız suçlamaları biçiminde günahın hastalıklı bir düşüncesine sebebiyet verebildiği gerçek bir tehlike bulunmaktadır. Ancak çağdaş dönemlerde birçok kişinin, kendilerinin değersizlikleri veya günahkârlıkları üzerine bu zarar verici nitelikteki kara kara düşünmelerine neden olacak türden uzunca bir süre dua ederek vakitlerini geçirmeleri çok da muhtemel değildir. Duanın niteliğinin bozulması ve amacından sapması soncunda bekleyen tehlikeler cahillik, hurafe inancı, değerlerin değişime kapalı hale gelişi, yaşam arzusunun yitirilmesi, maddileşme ve bağnazlıktır.
91:2.1 (995.6) İlk dualar yalnızca, samimi arzuların dışavurumu biçiminde dile getirilen dileklerdi. Dua daha sonra, bir ruhaniyet eş-güdümü sağlama yöntemi haline geldi. Ve bunun sonrasında, tüm kıymetli değerlerin korunumunda dine daha yüksek bir düzeyde hizmet eden konuma erişti.
91:2.2 (995.7) Hem dua hem de büyü, insanın Urantia çevresine olan uyumsal tepkilerinin bir sonucu olarak doğdu. Ancak bu genelleşmiş ilişki dışında onlar çok az ortak paydaya sahiptir. Dua, dua eden benlikle her zaman olumlu bir faaliyet görüntüsü vermiştir; o her zaman sıra dışı akıl faaliyeti olup zaman ruhsal nitelikte bulunmuştur. Büyü genellikle, büyüyü yapan olarak çıkarcı etkiyi gerçekleştirenin benliğini etkilemeden gerçeklik üzerinde bir değişiklikte bulunma çabasını yansıtan bir görünüme sahip olmuştur. Bağımsız kökenlerine rağmen büyü ve dua sıklıkla, daha sonraki gelişim aşamalarında karşılıklı ilişkili hale gelmişlerdir. Büyü zaman zaman, reçetelerden başlayarak ayinler ve sihirli nakaratlar boyunca gerçek duanın eşiğine kadar amaçların yükselişiyle kademe atlamıştır. Dua zaman zaman o kadar maddi hale gelmiştir ki, Urantia sorunlarının çözümü için zorunlu olan çabanın sarf edilişinden bir büyümsü kaçınma tekniğine doğru yozlaşmıştır.
91:2.3 (996.1) İnsan duanın tanrıları zorlayamayacağını öğrendiğinde, iltimas kazanma biçiminde daha çok bir talep türü haline gelmişti. Ancak en doğru dua gerçekte, insan ve onun Yaratan’ı ile gerçekleştirdiği bir duygu ve düşünce paylaşımıdır.
91:2.4 (996.2) Herhangi bir din içerisindeki feda etme düşüncesinin ortaya çıkışı sürekli ve kesin bir biçimde, insanların Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmek için kendi adanmış iradelerini sunuşu ile sahip olunan maddi şeyleri sunuşunu değiştirmesiyle gerçek duanın daha yüksek etkinliğinden uzaklaşmaya sebebiyet vermektedir.
91:2.5 (996.3) Din kişisel bir Tanrı’yı ardında bıraktığı zaman, onun duaları din bilimi ve felsefe düzeylerine dönüşmektedir. Tümtanrıcılık idealizminde olduğu gibi, bir dinin en yüksek Tanrı kavramı bireysel olmayan bir İlahiyat’a ait olduğunda, her ne kadar gizemci birlikteliğin belirli türleri için dayanak sağlasa da, her zaman kişisel ve üstün bir varlıkla insanın duygu ve düşünce paylaşımı anlamına gelen gerçek duanın gerçekleşme potansiyelini öldüren sonuçlar doğurmaktadır.
91:2.6 (996.4) Irksal evrimin öncül dönemlerinde ve hatta şimdiki zamanda bile, olağan faninin günlük deneyimi içerisinde dua büyük bir ölçekte, insanın kendi alt bilinci ile gerçekleştirdiği bir konuşma olgusudur. Ancak orada aynı zamanda, ussal olarak hazır ve ruhsal olarak ilerleme halindeki bireyin ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin nüfuz alanı olan insan aklının bilinç-üstü düzeyleri ile az veya çok ilişkiyi gerçekleştirdiği duanın bir nüfuz alanı da bulunmaktadır. Buna ek olarak orada, evrenin ruhsal kuvvetleri tarafından algılanmayı ve tanınmayı içine alan ve tüm insan nitelikli ve ussal birlikteliklerden bütünüyle farklı olan gerçek duanın belirli bir ruhsal fazı mevcuttur.
91:2.7 (996.5) Dua, evirilen bir insan aklının dini duygularının gelişmesine fazlasıyla katkıda bulunmaktadır. O, kişiliğin tecridini engellemek için faaliyet gösteren kudretli bir etkidir.
91:2.8 (996.6) Dua, açığa çıkarış dinleri olarak etiksel mükemmeliyetin daha yüksek dinlerine ait deneyimsel değerlerin bir parçasını da aynı zamanda meydana getiren, ırksal evrimin doğal dinleri ile ilişkili bir yöntemi yansıtmaktadır.
91:3.1 (996.7) Dili kullanmayı ilk kez öğrenirlerken çocuklar, duymaları için hiç kimse yanlarında değilken bile düşüncelerini kelimeler ile ifade eden bir biçimde sesli düşünme eğilimi gösterirler. Yaratıcı imgelemin başlangıcı ile birlikte onlar, bir hayali dostlar ile konuşma eğilimi gösterirler. Böylelikle, tomurcuklanan bir benlik, hayali bir öteki-benlik ile birliktelik kurmaya çalışır. Bu yöntem aracılığı ile çocuk öncül bir biçimde tek kişilik konuşmasını, sesli düşünmesine ve isteklerini ifade edişine bu öteki-benliğin cevap verdiği aldatıcı karşılıklı konuşmalara dönüştürmeyi öğrenir. Bir yetişkinin düşünme etkinliğinin büyük bir kısmı zihinsel olarak konuşma türünde gerçekleştirilir.
91:3.2 (996.8) Duanın öncül ve ilkel türü, duaların özel olarak hiç kimseye yönlendirilmediği biçimde, bugünün Toda kabilesinin yarı-büyüsel nakaratlarına oldukça benzemekteydi. Ancak dua eyleminin bu türden yöntemleri, bir öteki-benlik düşüncesinin ortaya çıkışı ile iletişiminin karşılıklı konuşma türüne doğru evirilme gösterir. Zaman içinde öteki-benlik kavramsallaşması kutsal soyluluğun üstün bir düzeyine yükseltilmektedir; ve dua dinin bir hizmet veren kurumu olarak ortaya çıkmaktadır. Birçok faz boyunca ve uzun çağlar süresince duanın bu ilkel türü, ussal ve gerçek anlamıyla etik duanın düzeyine erişmeden önce evirilmek zorundadır.
91:3.3 (997.1) Dua eden fanilerin ilerleyen nesilleri tarafından düşünüldüğü gibi öteki-benlik; hayaletler, putlaşmalar ve ruhaniyetler boyunca çoklu tanrılar ve nihai olarak, dua eden benliğin en yüksek düşünceleri ve en yüksek arzularını temsil eden bir kutsal varlık olarak, Tek Tanrı’ya doğru kademeli olarak evrilir. Ve böylelikle dua, dua edenlerin en yüksek değerleri ve düşüncelerinin korunumunda dinin en kudretli hizmet birimi olarak faaliyet gösterir. Bir öteki-benliğin düşünüldüğü andan başlayarak bir kutsal ve cennetsel Yaratıcı’ya dair kavramsallaşmasının ortaya çıkış vaktine kadar dua her zaman toplumsallaştırıcı, ahlaksallaştırıcı ve ruhsallaştırıcı bir uygulamadır.
91:3.4 (997.2) İnancın basit duası; ilkel dinin öteki-benliğine ait hayali simge ile gerçekleştirilen ilkçağ konuşmalarının, Sınırsız’ın ruhaniyeti ile olan birliktelik düzeyine ek olarak tüm ussal yaratımın ebedi Tanrısı’nın ve Cennet Yaratıcısı’nın gerçekliğine dair içten bir bilince sonuç olarak yükselmiş hale geldiği, insan deneyimi içinde kudretli bir evrimi göstermektedir.
91:3.5 (997.3) Dua deneyiminde birey-ötesi olan tüm bu durumların dışında etik dua, bir kişinin benliğini yükseltme amacına ek olarak daha iyi yaşam ve kazanımın için bireyi geliştirmesi için olağanüstü bir yöntemdir. Dua, insan benliğini her iki yönden de yardım aramasında onu etkiler: bunlar, fani deneyimin alt-bilinç birikimine maddi destek ve, Gizem Görüntüleyicisi ile birlikte, ruhsal olanla ilişkinin bilinç-üstü sınırları için feyiz ve rehberliktir.
91:3.6 (997.4) Dua en başından beri iki katmanlı bir insan deneyimi olmuş ve sonsuza kadar böyle olmayı sürdürecektir: bu iki katman, bir ruhsal yöntem ile karşılıklı ilişki halindeki bir psikolojik işleyiştir. Ve duanın bu iki faaliyeti hiçbir zaman birbirinden bütünüyle ayrılamaz.
91:3.7 (997.5) Aydınlanmış dua yalnızca dışsal ve kişisel bir Tanrı’yı değil, aynı zamanda, ikamet eden Düzenleyici olarak içsel ve kişilik-dışı nitelikteki Kutsallık’ı tanımak zorundadır. Dua ettiği zaman insanın Cennet üzerindeki Kâinatın Yaratıcısı’nın kavramsallaşmasını algılamayı arzulayacağı tamamiyle anlaşılabilir bir durumdur; en işlevsel amaçlar için daha etkin yöntem, tıpkı ilkel aklın zamanında ortak olarak gerçekleştirdiği gibi, öteki-benliğe yakın bir kavramsallaşmaya geri dönmek, ve bunun sonrasında, içinde ikamet eden ve Kâinatın Yaratıcısı olarak yaşayan Tanrı’nın tam da kendi mevcudiyeti ve özü olan, geçmişte olduğu gibi, gerçek ve hakiki ve kutsal öteki-benlik ile yüz yüze insanın konuşabileceği bir sona götürecek Düzenleyici’nin kesin mevcudiyetinde fani insanın içinde ikamet eden Tanrı’nın gerçekliğine bu öteki-benlik düşüncesinin basit bir hayal ürününden evirildiğini tanımak olacaktır.
91:4.1 (997.6) Hiçbir dua, talepte bulunan kişi akranları karşısında bencil bir yarar elde etmeyi amaçladığında etik olamaz. Bencil ve maddiyatçı dua, bencil olmayan ve kutsal sevgiye dayanan etik dinler ile bağdaşmayan niteliktedir. Bu türden etik olmayan duanın tümü, sahte büyünün ilkel düzeylerine geri dönmekte olup gelişen medeniyetlere ek olarak aydınlanmış dinlere yakışmamaktadır. Bencil dua, sevgi dolu adalet üzerine inşa edilen tüm etik kurallarının ruhaniyetine karşı gelmektedir.
91:4.2 (997.7) Dua hiçbir zaman, bir eylemin yerine geçecek düzeyde amacından aykırı olarak kullanılmamalıdır. Etik duaların tümü, birey-ötesi kazanımın idealist hedefleri için ilerleyici bir biçimde amaçlamayı harekete geçiren bir etki ve bir rehberdir.
91:4.3 (998.1) Dualarınızın tümünde adil olun; Tanrı’dan taraflılık göstermesini, sizi, arkadaşlarınız, komşularınız ve hatta düşmanlarınız olarak diğer çocuklarından daha fazla sevmesini beklemeyin. Ancak doğal veya evirilmiş dinlerin duası ilk başta, daha sonraki açığa çıkarılmış dinlerde olduğu gibi, etik değildir. İster bireysel isterse topluluksal olsun duanın tümü, ya bencil ya da özgecil niteliktedir. Yani dua, birey ve diğerlerini merkezine alır. Dua, dua eden veya onun akranları için hiçbir şey arzulamadığında ruhun bu türden tutumları gerçek ibadetin seviyesine meyleder. Bencil dualar; günah çıkarmayı ve ricaları içine alıp, sıklıkla maddi iltimas taleplerinden meydana gelir. Dua bir ölçüde, bağışlamayı içine aldığı zaman ve bireyin gelişmiş öz-denetimi için bilgeliği arzuladığında daha etik hale gelir.
91:4.4 (998.2) Duanın bencil olmayan türü güçlendirmekte ve huzur vermektedir; bunun karşısında maddi duanın, gelişen bilimsel keşifler insanın bir fiziksel evren kanun ve düzeni içinde yaşadığını gösterirken hayal kırıklığı ve aldanmayı getirmesi kaçınılmazdır. Bir bireyin veya ırkın çocukluğu; ilkel, bencil ve maddiyatçı dua tarafından temsil edilir. Ve, belli bir ölçüye kadar, bu türden talepler; bahse konu dualar karşısında cevapları elde etmede destekleyici nitelikte olan çabalara ve uğraşlara onları kesin bir biçimde yönlendirmesi bakımından istenilen sonucu vermektedir. İnancın gerçek duası her zaman, bu türden talepler ruhsal tanınma için yetersiz olsa da, yaşamın yönteminin geliştirilmesine katkı sağlamaktadır. Ancak ruhsal bakımdan gelişmiş birey, bu türden dualar ile ilgili ilkel veya olgunlaşmamış aklı vazgeçirmeye çabalamada çok dikkatli olmalıdır.
91:4.5 (998.3) Duanın; Tanrı’yı değiştirmese bile, inanarak ve kendinden emin beklenti içinde dua eden bireyde oldukça sık bir biçimde büyük ve kalıcı değişiklikleri gerçekleştirdiğini unutmayın. Dua; evrimleşen ırkların erkek ve kadınlarında huzurun, şenin, dinginliğin, cesaretin, bireyin benliği üzerindeki üstünlüğünün ve sağduyusunun büyük bir kısmının atası olmuştur.
91:5.1 (998.4) İlkçağ ibadetinde dua, bu dönemlerin en yüksek düşüncelerinin gerçekleştirilmesine yol açar. Ancak İlahiyat ibadetinin bir niteliği olarak dua bu gibi tüm diğer uygulamaların ötesine geçmektedir, çünkü o kutsal ideallerin gerçekleştirilmesine zemin hazırlamaktadır. Öteki-benlik kavramsallaşması yüce ve kutsal hale gelirken, insanın idealleri bunun uyarınca salt insan düzeyinden tanrısal ve kutsal düzeylere yükselmektedir; ve bu tür dua etkinliklerinin tümünün sonucu, insan karakterinin gelişimi ve insan kişiliğinin bir bütün hale gelişidir.
91:5.2 (998.5) Ancak dua her zaman bireysel olmak zorunda değildir. Topluluksal veya diğer bir değişle cemaatsel dua, sonuçları yönüyle yüksek derecede toplumsallaştırıcı olması bakımından oldukça etkilidir. Bir topluluk ahlaki gelişim ve ruhsal canlanma için cemaat duasına katıldığında, bu türden bağlılıklar topluluğu meydana getiren bireyler üzerinde etkiye sahip olur; onların hepsi katılım sayesinde daha iyi hale gelir. Bir şehrin tamamına veya bir ülkenin bütününe, bu türden dua bağlılıklarıyla yardım edilebilir. Günah çıkarma, tövbe ve dua; bireyleri, şehirleri, ülkeleri ve bütüncül ırkları köklü değişikliklerin çok büyük çabalarına ve yürekli kazanımlarının cesur eylemlerine yol açmıştır.
91:5.3 (998.6) Eğer siz bir arkadaşınızı eleştirme alışkanlığınızın üstesinden gelmeyi gerçekten arzuluyorsanız, bu türden tutum değişikliğini elde etmenin en hızlı ve kesin yolu bu kişi için yaşamınızın her günü dua etme alışkanlığını gerçekleştirmenizdir. Ancak bu türden duaların toplumsal sonuçları büyük ölçüde şu iki koşula bağlıdır:
91:5.4 (998.7) 1. Dua edilen kişi, kendisi için dua edildiğini bilmelidir.
91:5.5 (999.1) 2. Dua eden kişi, dua edilen kişi ile içten toplumsal ilişki içine girmelidir.
91:5.6 (999.2) Dua, aracılığı ile er ya da geç her dinin kurumsal hale geldiği yöntemdir. Ve zamanla dua; din adamları, kutsal kitaplar, ibadet ayinleri ve merasimler gibi bazıları yararlı diğerleri ise açık bir biçimde zararlı olan çeşitli ikincil kurumları ile ilişkili hale gelmektedir.
91:5.7 (999.3) Daha büyük ruhsal aydınlanmanın akılları; oldukça zayıf ruhsal kavrayışlarının harekete geçmesi için simgeselliği derin bir biçimde arzulayan daha az bahşedilmiş uslara karşı sabırlı olup, onlara hoşgörü göstermelidir. Güçlü olan zayıfa küçük gözle bakmamalıdır. Simgeselliğe sahip olmadan Tanrı-bilincinde olanlar; belirli bir düzen ve ayin olmadan İlahiyat’a ibadet etmeye ek olarak gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe derin saygı beslemede zorluk çekenlere simgenin süsleyici hizmetini inkâr edemez. Duasal ibadette fanilerin çoğu, bağlılıklarının ana hedefine dair belirli bir simgeyi tahayyül etmektedir.
91:6.1 (999.4) Dua, bir âlemin kişisel nitelikteki ruhsal kuvvetlerine ve maddi yüksek denetleyicilerine ait irade ve eylemler ile irtibatlı olmadıkça bir kişinin fiziksel çevresi üzerinde hiçbir doğrudan etkiye sahip değildir. Duanın içerdiği taleplerin yetki alanına dair kesin bir sınır bulunsa da, bu türden sınırlar dua edenlerin inançları üzerinde eşit bir etkiye sahip değildir.
91:6.2 (999.5) Dua, gerçek ve organizmasal hastalıkları iyileştirmede bir yöntem değildir; ancak o devasa bir biçimde, yerinde sıhhatin memnuniyetle deneyimlenmesine ek olarak sayısız akılsal, ruhsal ve sinir rahatsızlıklarının giderilmesine katkı sağlamıştır. Ve mevcut bakteri hastalıklarında bile dua birçok kez, diğer iyileştirici yöntemlerin etkinliğini arttırmıştır. Dua birçok kez; asabi ve sızlanan yatalağı bir sabır timsaline çevirmiş, ve bu kişiyi tüm diğer ızdırap çeken insanlar için ilham kaynağı haline getirmiştir.
91:6.3 (999.6) Duanın yararı üzerine yürütülen bilimsel kuşkular ile sürekli mevcut kutsal kaynaklardan yardım ve rehberlik arama dürtüsünü bağdaştırmak ne kadar zor olursa olsun, inancın içten duasının kişisel mutluluğun, bireysel öz-denetimin, toplumsal uyumun, ahlaki ilerleyişin ve ruhsal kazanımın sağlanmasında kudretli bir güç olduğunu hiçbir zaman unutmayın.
91:6.4 (999.7) Bir kişinin öteki-benliği ile gerçekleştirdiği bir karşılıklı konuşma biçiminde tamamiyle bir insan uygulaması olarak dua, insan aklının bilinçdışı alanlarında yüklenen ve muhafaza edilen insan doğasının bu yedek güçlerinin gerçekleştirilmesinde en etkili yaklaşımın bir yöntemini oluşturmaktadır. Dua, dinsel çağrışımlarından ve ruhsal öneminden bağımsız olarak güçlü bir psikolojik uygulamadır. Yeteri kadar zorlandığında bireylerin büyük bir kısmının, bir biçimde bir yardım kaynağına dua edeceği insan deneyiminin bir gerçeğidir.
91:6.5 (999.8) Tanrı’dan sorunlarınızı sizin yerinize çözmesini isteyecek kadar tembel olmayın; ancak, mevcut bir biçimde sahip olduğunuz sorunlarla kararlı ve cesur bir biçimde uğraşırken, sizlere rehberlik edecek ve sizi diri tutacak bilgeliği ve ruhsal kuvveti ondan istemekte hiçbir zaman tereddüt etmeyin.
91:6.6 (999.9) Dua, dini medeniyetin gelişimi ve muhafazasında hayati derecede önemli bir etken olmuştur; ve o hala, dua edenler eylemlerini yalnızca bilimsel bilgilerin, felsefi bilgeliğin, ussal içtenliğin ve ruhsal inancın ışında gerçekleştirirse, toplumun daha ileri gelişimine ve ruhsallaşmasına yapacak daha da fazla büyük katkılara sahiptir. İsa’nın havarilerine öğrettiği gibi dua edin — dürüstçe, bencil olmayan bir biçimde, adilce ve kuşkuyu barındırmayan bir halde.
91:6.7 (1000.1) Ancak dua eden bir kişinin bireysel nitelikteki ruhsal deneyimi içinde duanın tesiri hiçbir biçiminde; bu türden bir ibadet edenin ussal anlayışı, felsefi kavrayışı, toplumsal düzeyi, kültürel konumu ve diğer fani kazanımlarına bağlı değildir. İnancın duasına ait beraber gerçekleşen parapiskolojik ve ruhsal etkiler anlık, kişisel ve deneyimseldir. Orada; tüm diğer fani kazanımlardan bağımsız olarak her insanın, aracılığı ile bu kadar etkin ve anlık bir biçimde, yaratılmışın Yaratan’ın gerçekliği ile iletişime geçtiği düzlem olarak, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi ile birlikte onu Yaratan ile içinde görüşebildiği bu alanın eşiğine getiren hiçbir yöntem bulunmamaktadır.
91:7.1 (1000.2) Tanrı’nın mevcudiyetine ait bilincin gerçekleştirilme yöntemi olarak gizemcilik tamamiyle övülmeye değerdir; ancak bu tür uygulamalar toplumsal tecride neden olup, dinsel bağnazlık ile sonuçlandığı zaman neredeyse tamamen kınanması gereken nitelikteki uygulamalardır. Genellikle haddinden fazla sıklıkla gerçekleşen bir biçimde gergin bir heyecan içindeki gizemcinin kutsal ilham olarak değerlendirdiği şey, kendi derin aklının harekete geçişidir. Fani aklın ikamet eden Düzenleyici ile ilişkisi, her ne kadar sıklıkla sırf bunun için ayrılan düşünme ile tercih edilse de, daha sıklıkla birinin akran yaratılmışlarına yaptığı samimi ve sevgi dolu bencil olmayan hizmet ile kolaylaşır.
91:7.2 (1000.3) Geçmiş çağların büyük dini öğretmenleri ve tanrı-elçileri aşırı derecede gizemci değillerdi. Onlar, akran fanilerine bencil olmayan hizmet vasıtasıyla sahip oldukları Tanrı’ya için en iyi şekilde görevde bulunan Tanrı-bilir erkek ve kadınlardı. İsa, düşünme ve duaya kendi halinde katılmaları için kısa dönemler halinde havarilerini diğerlerinden uzaklaştırdı; ancak çoğunlukla onları diğerleri ile hizmet-ilişkisi içinde tuttu. İnsanın sahip olduğu ruh, ruhsal talime ek olarak ruhsal beslenmeye ihtiyaç duymaktadır.
91:7.3 (1000.4) Dini coşku, sağlıklı akıldan kaynaklandığı zaman kabul edilebilir; ancak bu tür deneyimler sıklıkla, derin ruhsal niteliğin bir dışavurumundan ziyade daha çok tamamen duygusal olan etkilerin uzantısıdır. Dini kişiler, keskin her psikolojik önseziyi ve yoğun yaşanan her duygusal deneyimi kutsal bir açığa çıkarış veya bir ruhsal iletişim olarak değerlendirmemelidirler. İçten coşku sıklıkla, dışa vurulan büyük sakinlik ve neredeyse kusursuz derecedeki duygusal denetimle ilişkilidir. Ancak gerçek tanrı-elçisi görüşü, bir psikolojik-üstü önsezisidir. Bu türden ziyaretler gerçek olmayan sanrılar değillerdir; buna ek olarak kendinden geçme halinde coşkular da değillerdir.
91:7.4 (1000.5) İnsan aklı ya alt-bilincin dalgalanmalarına veya bilinç-üstü uyarımlarına duyarlı olduğu anda, anlamdırdığınız biçimiyle ilhama karşılık halinde faaliyet gösterebilir. Bu iki durumda da bireye, bilincin içeriğine gerçekleşen bu tür eklemlenmelerin neredeyse yabancı olduğu görülür. Sınırlandırılmamış gizemci şevk ve denetlenemeyen dinsel coşku, varsayıldığı haliyle kutsal kökene ait temel nitelikler olan ilhamın temel niteliklerinden değillerdir.
91:7.5 (1000.6) Gizem, coşku ve ilhama ait tüm bu garip dini deneyimlere dair uygulanabilecek ölçüm, bu olguların bir bireyde şunlara sebebiyet verip vermediğini gözlemlemek olacaktır:
91:7.6 (1000.7) 1. Daha iyi ve daha bütüncül fiziksel sağlığı memnuniyetle deneyimlemek.
91:7.7 (1000.8) 2. Akıl yaşamında daha etkili ve daha elverişli faaliyet göstermek.
91:7.8 (1000.9) 3. Dini deneyimini daha bütüncül ve neşeli bir biçimde toplumsallaştırmak.
91:7.9 (1000.10) 4. Olağan fani mevcudiyetin ortak sorumluluklarını bağlılıkla yerine getirirken, günlük yaşamını daha bütüncül bir biçimde ruhsallaştırmak.
91:7.10 (1001.1) 5. Gerçeklik, güzellik ve iyilik için beslediği derin sevgisi ve takdiri geliştirmek.
91:7.11 (1001.2) 6. Mevcut bir biçimde tanıdığı toplumsal, ahlaki, etik ve ruhsal değerleri muhafaza etmek.
91:7.12 (1001.3) 7. Tanrı-bilinci olarak — ruhsal kavrayışını arttırmak.
91:7.13 (1001.4) Ancak dua bu olağandışı dini deneyimler ile hiçbir gerçek birlikteliği sahip değildir. Dua haddinden fazla güzellik kaygısına düştüğünde, cennetsel kutsallığa dair güzel ve şen düşünceden neredeyse bütüncül bir biçimde meydana geldiğinde, toplumsallaştırıcı etkisinin büyük bir kısmını kaybetmekte olup, gizemciliğe ve takipçilerinin tecridine meyletmektedir. Cemaat bağlılıkları biçiminde topluluk duası tarafından düzeltilen ve engellenen aşırı bireysel dua ile ilişkili belirli bir tehlike bulunmaktadır.
91:8.1 (1001.5) Duanın içeriğinde gerçekten, doğallıkla gerçekleştirilen bir nitelik bulunmaktadır; çünkü ilkel insan, bir Tanrı’ya dair herhangi bir belirgin kavramsallaşmaya sahip olmadan önce kendisini dua eder halde bulmuştu. Korkunç bir biçimde yardıma ihtiyaç duyduğunda, destek aramak için açığa çıkan dürtüyü deneyimledi; ve çok keyifli olduğunda, neşesini dışa vurmaya teşvik eden uyarıma kendisini bıraktı.
91:8.2 (1001.6) Dua, büyünün bir evrimi değildir; bunların her biri birbirinden bağımsız bir biçimde ortaya çıktı. Büyü, koşullar karşısında İlahiyat’ı uyumlu hale getirmeye dair bir girişimdi; dua, İlahiyat’ın iradesi karşısında kişiliği uyumlu hale getirmeye dair çabadır. Gerçek dua hem ahlaki hem de dinseldir; büyü bunların hiçbiridir.
91:8.3 (1001.7) Dua, köklü bir adet haline gelebilir; birçokları, diğerlerinin yapması nedeniyle dua etmektedir. Bunların dışında kalan diğerleri ise, olağan yalvarışlarında bulunmadıklarında başlarına korkunç bir şeyin gelebileceğinden korktukları için dua etmektedir.
91:8.4 (1001.8) Bazı bireyler için dua, minnettarlığın sakin ifadesidir; diğerleri için, toplumsal bağlılıklar biçiminde övgünün bir topluluk ifadesidir; zaman zaman dua başka birinin dininden alınma bir taklitken, gerçek dua eylemi içerisinde Yaratan’ın her yerdeki mevcudiyeti ile yaratılmışın ruhsal doğasının gerçekleştirdiği içten ve güven dolu iletişimdir.
91:8.5 (1001.9) Dua, Tanrı-bilincinin kendiliğinden gerçekleşen bir ifadesi veya din bilimsel reçetelerin bir anlamsız tekrarı olabilir. Bir Tanrı-bilen ruhun coşku dolu övgüsü veya korkunun esiri olan faninin kölesel riayeti olabilir. Zaman zaman ruhsal arzunun dokunaklı ifadesi, ve zaman zaman dini tabirlerin kaba bir biçimde bağrışıdır. Dua neşeli övgü veya af dilemenin alçak gönüllü bir ricası olabilir.
91:8.6 (1001.10) Dua imkânsızı isteyen çocuksu rica veya ahlaki büyüme ve ruhsal güç için olgun talep olabilir. Günlük ekmek için bir talep de olabilir, Tanrı’yı bulmak ve onun iradesi gerçekleştirmek için içten derin bir arzuyu da taşıyabilir. Tamamiyle bencil bir istek veya bencil olmayan kardeşliğin gerçekleşmesi için gerçek ve muhteşem bir hareket olabilir.
91:8.7 (1001.11) Dua intikam için yapılan sinirli bir nida veya birinin düşmanları adına yaptığı merhametli bir bağışlama isteği olabilir. Tanrı’nın değişmesine dair bir ümidin ifadesi veya birinin sahip olduğu kişiliği değiştirmek için uyguladığı güçlü bir yöntem olabilir. Amansız olduğu varsayılan bir Hâkim’in karşısında kaybolmuş bir günahkârın baş eğdiren ricası veya yaşayan ve merhamet sahibi cennetsel Yaratıcı’nın özgürleştirilmiş bir evladının neşe dolu ifadesi olabilir.
91:8.8 (1001.12) Çağdaş insan, tamamiyle kişisel olan bir biçimde Tanrı ile bir şeyleri konuşma düşüncesi karşısında kafa karışıklığına düşmektedir. Birçokları olağan duanı terk etmiştir; onlar, — acil durumlar olarak — yalnızca olağandışı baskı altında dua etmektedirler. İnsan, Tanrı ile konuşmaktan korkmamalıdır; ancak sadece ruhsal bir evlat, onu değiştirmeyi varsayan bir biçimde, Tanrı’yı ikna etmeye girişecektir.
91:8.9 (1002.1) Ancak gerçek dua gerçekliği elde etmektedir. Hava akımları yukarı doğru hareket ettiği zaman bile hiçbir kuş, kanatlarını germeden havalanamaz. Dua insanı, evrenin yukarı doğru hareket eden ruhsal akımlarının kullanımını içeren bir geliştirme yöntemi olduğu için insanı yükselmektedir.
91:8.10 (1002.2) Gerçek dua; ruhsal büyümeye katkıda sağlayıp, davranışlar üzerinde değişiklikte bulunup, kutsallıkla yapılan birliktelikten doğan memnuniyete sebep olmaktadır.
91:8.11 (1002.3) Tanrı; gerçekliğin daha fazla bir açığa çıkarılışını, gelişmiş bir güzellik takdirini ve iyiliğin çoğalmış bir kavramsallaşmasını vererek insanın duasına cevap vermektedir. Dua öznel bir harekettir; ancak, insan deneyiminin ruhsal düzeylerinde çok büyük nesnel gerçeklikler ile iletişimde bulunmaktadır; o, insan-üstü değerler için insanın gerçekleştirdiği anlamlı bir erişim çabasıdır.
91:8.12 (1002.4) Kelimeler dua için önemsizdir; onlar yalnızca, ruhsal yalvarış nehrinin fırsat bulup akabileceği ussal yataktır. Bir duanın kelimesel değeri tamamen, bireysel bağlılıklarda kişisel telkin ve topluluk bağlılıklarında toplumsal telkindir. Tanrı bireyin davranışına cevap verir, kelimelerine değil.
91:8.13 (1002.5) Dua karmaşadan bir kaçış yöntemi değildir; bunun yerine, tam da karmaşa karşısında büyüme için bir uyarımdır. Dua sadece değerler için yapılmalı, şeyler için değil; büyüme için, tatmin için değil.
91:9.1 (1002.6) Etkili duada bulunmak istiyorsanız, üstün ricalara dair şu kanunları göz önünde bulundurmalısınız:
91:9.2 (1002.7) 1. Evren gerçekliğinin sorunları karşısında içten ve cesur bir biçimde yüzleşen bir biçimde güçlü bir dua edici düzeyinde bulunmak zorundasınız.
91:9.3 (1002.8) 2. İnsan uyumu için insan yetkinliğini dürüst bir biçimde sonuna kadar kullanmış olmak zorundasınız. Gayretli bir konumda bulunmuş olmak zorundasınız.
91:9.4 (1002.9) 3. Aklın her isteğine ve ruhun her arzusunu ruhsal büyümenin dönüştürücü kabulüne teslim etmek zorundasınız. Anlamların bir gelişimini ve değerlerin bir yükselişini deneyimlemiş olmak zorundasınız.
91:9.5 (1002.10) 4. Kutsal irade için içten bir tercihte bulunmak zorundasınız. Karasızlığın kaynaklandığı merkezi ortadan kaldırmalısınız.
91:9.6 (1002.11) 5. Sadece Yaratıcı’nın iradesini tanımayı ve onu uygulamayı tercih etmeyi değil, Yaratıcı’nın iradesinin mevcut gerçekleştirimine koşulsuz bir adanmışlığı ve devinim halindeki bir bağlılığı yerine getirmiş olmalısınız.
91:9.7 (1002.12) 6. Duanız tamamiyle, kutsal kusursuzluğa erişim biçiminde Cennet yükselişinde karşılaşılan belirli insan sorunlarını çözmek için kutsal bilgeliğe yönlendirilmiş olacak.
91:9.8 (1002.13) 7. Yaşayan inanç biçiminde — inanca sahip olmak zorundasınız.
91:9.9 (1002.14) [Urantia Yarı-Ölümlüleri’nin Baş Sorumlusu tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
92. Makale
92:0.1 (1003.1) İNSAN, Urantia üzerinde düzenli bir biçimde gerçekleştirilmiş herhangi bir açığa çıkarılıştan çok uzun bir süre önce evrimsel deneyiminin bir parçası olarak doğal kökenine ait bir dine sahip oldu. Ancak doğal kökene ait bu din, içkin olarak, insanın hayvan-üstü kazanımlarının ürünüydü. Evrimsel din; ilkel, medeniyetsiz ve medeni insan içinde ve onlar üzerinde etkin olan şu etkilerin hizmeti vasıtasıyla insanlığın deneyimsel sürecinin binyılları boyunca yavaşça doğmuştu:
92:0.2 (1003.2) 1. İbadet emir-yardımcısı — gerçekliğin kavrayışı için hayvan-üstü potansiyellere dair hayvan bilinci içindeki oluşum. Bu oluşum, İlahiyat için başat insan içgüdü olarak da nitelendirilebilir.
92:0.3 (1003.3) 2. Bilgelik emir-yardımcısı — ibadetsel bir akıl içinde sahip olduğu hayranlığın ifadenin daha yüksek kanallarına ve İlahiyat gerçekliğinin sürekli genişleyen kavramsallaşmalarına doğru yönlendirilmesi eğiliminin dışavurumu.
92:0.4 (1003.4) 3. Kutsal Ruhaniyet — bu etki başlangıçsal akıl-üstü bahşedilmişliği olup, kesin bir biçimde tüm içten insan kişiliklerinde ortaya çıkmaktadır. İbadet arzulayan ve bilgelik isteyen bir aklın hizmeti; hem din bilimsel anlamda hem de mevcut ve gerçek bir kişilik deneyimi olarak, insan kurtuluşu varsayımını bireysel olarak gerçekleştirme yetisi yaratmaktadır.
92:0.5 (1003.5) Bu üç kutsal hizmetin eşgüdümsel faaliyeti, evrimsel dininin büyümesini başlatmak ve uygulamakta oldukça yeterlidir. Bu etkiler daha sonra; hepsinin dini gelişim hızını arttırdığı biçimde, Düşünce Düzenleyicileri, yüksek melekler ve Gerçekliğin Ruhaniyeti tarafından artmaktadır. Bu hizmet birimleri uzun bir süreden beri Urantia üzerinde faaliyet göstermektedirler; ve onlar, gezegen ikamet edilen bir âlem olarak var oldukça burada bulunmaya devam edeceklerdir. Bu kutsal hizmet birimlerinin potansiyelinin büyük bir kısmı, kendilerini açığa çıkarmak için imkâna henüz hiçbir biçimde sahip olmamıştır; bunların büyük bir kısmı, fani din aşama aşama morontia değer ve ruhaniyet gerçekliğinin tanrısal doruklarına yükseldikçe çağlar boyunca açığa çıkacaktır.
92:1.1 (1003.6) Dinin evrimi; ruhaniyetleri zorlama ve bunun sonrasında tatlı sözler ile kandırma çabalarını da içine alan bir biçimde, öncül korkudan hayaletlere kadar gelişimin ilerleyen birçok aşamasından geçmiştir. Kabilesel putlaşmalar totemlere ve kabilesel tanrılara evirilmişti; büyü reçeteleri çağdaş dualar haline gelmişti. İlk başta bir feda olan sünnet, bir temizlik uygulaması haline gelmişti.
92:1.2 (1003.7) Din, ırkların ilkel çocukluğu süreci içinde doğaya yapılan ibadetten başlayarak hayalet ibadeti boyunca putlaştırmaya kadar ilerledi. Medeniyetin doğumu ile birlikte insan ırkı, daha gizemci ve simgesel inançları destekledi; şimdilerde ise yaklaşılmakta olan olgunlukla birlikte insanlık, gerçek dinin takdiri için, hatta gerçekliğin kendisinin açığa çıkarılışının bir başlangıcı için bile, yetişmektedir.
92:1.3 (1004.1) Din, aklın ruhsal inanışlara ve çevreye gösterdiği biyolojik bir tepki olarak doğmaktadır; o, bir ırk içinde ortadan kaybolacak veya değişecek en son şeydir. Din, her çağ içerisinde, gizemli olan şeye toplumun gerçekleştirdiği uyumdur. Bir toplumsal kurum olarak din; simgeler, inanışlar, kutsal kitaplar, sunaklar, türbeler ve tapınaklardan meydana gelmektedir. Kutsal su, kutsal emanetler, putlaşmalar, uğurlu eşyalar, cüppeler, çanlar, davullar, ve din adamlığı mevkileri tüm dinler için ortaktır. Ve, tamamiyle evirilerek gelmiş dini büyüden veya sihirden ayırmak imkânsızdır.
92:1.4 (1004.2) Gizem ve güç dini duyguları ve korkuları her zaman harekete geçirmiştir; bunun karşısında duygu, onların gelişiminde en başından beri güçlü bir belirleyici etken olarak faaliyet göstermiştir. Korku her zaman temel dini uyarım olmuştur. Korku, evrimsel dinin tanrılarını şekillendirmekte ve ilkel inananların dini ayinlerine temel oluşturmaktadır. Medeniyet ilerledikçe korku; hürmet, hayranlık ve saygı tarafından değişikliğe uğrayan hale gelmekte olup, bunun sonrasında pişmanlık ve tövbe ile daha ileri bir düzeyde belirlenir.
92:1.5 (1004.3) Bir Asya topluluğu “Tanrı’nın büyük bir korku” olduğunu öğretmişti; bu öğreti, tamamiyle evrimsel olan dinin uzantısıdır. Dini yaşamın en yüksek türün açığa çıkarılışı olarak İsa, “Tanrı’nın derin sevgi” olduğunu duyurmuştu.
92:2.1 (1004.4) Din, tüm insan kurumları içinde en katı ve en eğilmezidir; ancak o yavaş bir biçimde, değişen topluma uyum sağlamaktadır. Nihai olarak evrimsel din, değişen adetleri yansıtmaktadır; bunun karşısında açığa çıkarılmış din tarafından etkilenebilir. Yavaş, kesin ama isteksiz bir biçimde din (ibadet) — deneyimsel mantık tarafından yönlendirilen ve kutsal açığa çıkarılış tarafından aydınlatılan bilgi olarak — bilgeliği takip etmektedir.
92:2.2 (1004.5) Din adetlere sarılmaktadır; geçmişte olan şey tarihi olup, varsayıldığı şekliyle kutsaldır. Başka bir şey yüzünden değil sadece bu nedenden dolayı taş aletleri, tunç ve demir çağına kadar uzunca bir süre boyunca varlığını sürdürdü. Şu ifade kayıtlardan alınmıştır: “Eğer siz bana bir taş sunak yapacaksanız, onu yontulmamış kayadan inşa etmemelisiniz; çünkü aletlerinizi onun yapımında kullanırsanız, mihrabı kirletmiş olursunuz.” Bugün bile Hint toplulukları sunak ateşlerini, ilkel bir ateş çubuğu kullanarak tutuşturmaktadırlar. Evrimsel dinin gidişatında olağanın dışında yeni olan her zaman var olana saygısızlık biçiminde değerlendirilmiştir. Şu ifade de görüldüğü gibi efkaristiya, yeni ve imal edilmiş yiyeceklerden değil, en ilkel yiyecek türlerinden meydana gelmek zorundadır: “Ateşte fırınlanmış et ve acı baharatlar ile sunulan maya kullanmadan yapılmış ekmek.” Toplumsal âdetin tüm türleri ve hatta yasal işleyişler bile eski türlere bağlı kalmaktadır.
92:2.3 (1004.6) Çağdaş insan; farklı dinlerin yazılı metinlerinde müstehcen olarak değerlendirebilecek çok fazla şeyin temsilini merak ettiği zaman, atalarının kutsal ve tanrısal olarak gördükleri şeyleri geride bırakmaktan ilerleyen nesillerin korku duymuş olduklarını durup düşünmelidir. Bir neslin bir hayli müstehcen olarak gördüğü şeyi, önceki nesiller kabul edilmiş adetlerinin, hatta onaylanmış dinsel ayinlerinin, bir parçası olarak görmüşlerdir. Dinsel anlaşmazlığın ciddi bir kısmı; çok eski ve dönemi kapanmış adetlerin inanç temelinde varlığını sürdürüşünü haklı çıkarmak için makul kuramlar bulma biçiminde, eski ama ayıplanan uygulamalar ile yeni gelişen mantıksallığı birleştirmenin sonu gelmez çabalarıyla ortaya çıkmıştır.
92:2.4 (1004.7) Ancak dinsel büyümeyi haddinden daha anlık bir biçimde hızlandırmaya girişmek tek kelimeyle budalaca bir harekettir. Bir ırk veya bir millet herhangi bir gelişmiş dinden yalnızca, makul düzeyde tutarlı ve mevcut evrimsel düzeyine uygun olan şeylere ek olarak bu dinin sahip olduğu yüksek mahareti alır. Toplumsal, iklimsel, siyasi ve ekonomik koşulların tümü dini evriminin gidişatı ve ilerleyişini belirlemede etkilidir. Toplumsal ahlak din tarafından belirlenmemektedir; o evrimsel din tarafından gerçekleştirilmektedir; bu din, ırksal ahlak tarafından yönetilen din türleridir.
92:2.5 (1005.1) İnsanların sahip oldukları ırklar sadece üstün körü bir biçimde garip ve yeni bir dini kabul etmektedirler; onlar gerçekte bu dini, adetlerine ve eski inanç biçimlerine uyarlamaktadırlar. Bu durum belirli bir Yeni Zelanda kabile örneği tarafından iyi bir biçimde sergilenmektedir; bu kabilenin din adamları, Hıristiyanlığı kâğıt üstünde kabul ettikten sonra, Cebrail’den, bu aynı kabilenin Tanrı’nın seçilmiş topluluğu haline geldiği ve gevşek cinsel ilişkilere ek olarak eski ve ayıplanan adetlerinin sayısız nicelerine özgür biçimde düşebilmelerinin izni anlamına gelen doğrudan açığa çıkarılışları aldıklarını iddia etmişlerdi. Ve yeni Hıristiyan yapılan kişilerin tümü derhal, Hıristiyanlığın bu yeni ve daha az talepkar olan türüne yazılmıştı.
92:2.6 (1005.2) Din farklı dönemlerde, şimdilerde ahlaksız veya günahkârca görülen neredeyse her şeyi bir dönemde onaylamış bir biçimde, çelişkili ve tutarsız davranışın her türüne izin vermiştir. Deneyimle öğretilememiş ve mantıkla desteklenmemiş vicdan, insan davranışı için güvenli ve hatasız bir rehber hiçbir zaman olmamıştır ve bunu olma yetisini de sahip değildir. Vicdan sadece, mevcudiyetin mevcut herhangi bir aşamasına ait adetlerin sahip olduğu ahlaki ve etik içeriğinin toplamıdır; o yalnızca, belirli bir koşul için insan tarafından düşünülmüş ideal tepkiyi yansıtmaktadır.
92:3.1 (1005.3) İnsan dininin çalışması, geçmiş çağlara ait fosil taşıyan toplumsal tabakalaşmanın irdelenişidir. İnsansı tanrılara ait adetler, bu türden ilahiyatları ilk kez düşünmüş olan insanların sahip olduğu ahlaki değerlerin aslına uygun bir temsilidir. İlkçağ dinleri ve mitolojisi, uzunca bir süredir bilinmez içinde kayıp olan insan topluluklarına ait inanışları ve adetleri aslına uygun bir biçimde temsil etmektedir. Bu eskinin inanç uygulamaları, daha yeni ekonomik adetler ve toplumsal evrimler ile birlikte varlığını sürdürmektedir; ve tabii ki onlar çok fazlasıyla tutarsız görünmektedir. İnancın kalıntıları, geçmişin ırksal dinlerine ait gerçek bir resmi sunmaktadır. İnançların gerçeği keşfetmek için değil, öğretilerini duyurmak için oluşturduklarını hiçbir zaman unutmayın.
92:3.2 (1005.4) Din her zaman büyük bir ölçüde; usuller, ayinler, kutlamalar, törenler ve doğmaların bir meselesi olmuştur. O sıklıkla, seçilmiş topluluk yanılgısı olarak sürekli olarak haylazlık yanlışı ile lekelenmiş hale gelmiştir. Sihirli nakaratlar, ilham, açığa çıkarılış, teskin etme, tövbe, telafi, başkaları adına af dileme, feda verme, dua, günahların itirafı, ibadet, ölümden sonra varlığını sürdürme, efkaristiya, ayin, diyet, günahlardan kurtulma, kefaret, sözleşme, kirlilik, arınma, kehanet ve ilk günah gibi en temel dini düşünceler olarak — onların hepsi, başat hayalet korkusunun öncül dönemlerine dayanmaktadır.
92:3.3 (1005.5) İlkel din, mezardan sonraki mevcudiyeti içine alacak bir biçimde genişletilmiş maddi mevcudiyet için verilen mücadeleden ne fazlası ne de azıdır. Bu türden bir öğretinin uygulaması, bireyin kendisini idame edişinin tahayyül edilen bir hayalet ruhaniyeti dünyasının nüfuz alanına doğru genişleyişini temsil etmişti. Ancak evrimsel dini eleştirme cazibesine kapıldığınız zaman, dikkatli olun. Geçmişte ne olduğunu hatırlayın: bu tarihi bir gerçekliktir. Ve buna ek olarak; herhangi bir düşüncenin gücünün, kesinliği veya gerçekliğinde değil, insanın ilgisini çekmedeki keskinliğinde yattığını unutmayın.
92:3.4 (1006.1) Evrimsel din, değişiklik ve düzeltmeler için hiçbir koşulda bulunmamaktadır; bilimin aksine, kendisine ait ilerleyici tashihi sunmamaktadır. Evirilmiş din kendisine saygıyı emretmektedir, çünkü onun takipçilerinin onun Gerçek olduğuna inanmaktadır; “bir zamanlara azizlere bildirilen inanç,” kuramsal olarak, hem nihai hem de hatasız olmak zorundadır. İnanç gelişime karşı koymaktadır, çünkü gerçek ilerleyiş inancın kendisi üzerinde değişiklikte bulunmaya ya da onu yok etmeye kararlıdır; bu nedenle düzeltmeler her zaman zorla gerçekleştirilmek zorunda olmaktadır.
92:3.5 (1006.2) Sadece iki etki doğal dinin doğmaları üzerinde değişiklikte bulunup onları bir üst düzeye taşıyabilir: yavaşça gelişen adetlerin baskısı ve çağsal açığa çıkarılışların dönemsel aydınlatması. Ve ilerlemenin yavaş olması tuhaf değildir; ilkçağ dönemlerinde, ilerleyici veya yaratıcı olmak bir büyücü olarak ölmek anlamına gelmekteydi. İnanç yavaş bir biçimde, nesil çağları boyunca ve çağlar süren çevrimler haline ilerlemektedir. Hayaletlere duyulan evrimsel inanç, özündeki hurafeyi nihai olarak yok edecek açığa çıkarılmış dinin bir felsefesi için zemin hazırlamıştı.
92:3.6 (1006.3) Din, toplumsal gelişmeyi birçok şekilde engellemiştir; ancak din olmadan, kıymete değer bir medeniyetin yoksunluğu biçiminde, kalıcı hiçbir ahlak veya etik kuralları ortaya çıkamazdı. Din din-dışı kültürün büyük bir kısmını yoktan var etmişti: Heykelcilik put yapımından, mimarlık tapınak inşasından, şiir sihirli nakaratlardan, müzik ibadet zikirlerinden, tiyatro ruhaniyet yardımı için rol yapımından ve dans mevsimsel ibadet festivallerinden doğmuştu.
92:3.7 (1006.4) Ancak, dinin medeniyetin gelişmesi ve korunmasında temel derecede önemli olduğu gerçeğine dikkat çekilirken, doğal dinin aynı zamanda, aksi hallerde destekleyip ve sürekliliğini sağladığı bu medeniyetin felce uğrayıp onun engellenmesinde fazlasıyla katkıda bulunduğunun da altı çizilmelidir. Din üretim etkinliklerini ve ekonomik gelişimi aksatmıştır; o, iş gücünü israf etmiş ve sermayeyi boş yere harcamıştır; aile için her zaman yardımcı olmamıştır; yeterli bir biçimde barış ve iyi niyeti teşvik etmemiştir; zaman zaman eğitimi ihmal etmiş ve bilimi yavaşlatmıştır; ölü olanın sözde zenginleşmesi için yaşamı kabul edilemez bir biçimde fakirleştirmiştir. İnsan dini olarak evrimsel din gerçekten de; bu ve daha birçok hatanın, yanılsamanın ve bariz yanlıştan dolayı suçludur; yine de o, kültürel etik kurallarını, medenileşmiş ahlakı ve toplumsal bütünlüğü idare etmiş olup, bu birçok evrimsel kusuru telafi etmede daha sonraki açığa çıkarılmış dini mümkün kılmıştır.
92:3.8 (1006.5) Evrimsel din, insanın bedeli en yüksek ancak kıyaslanamaz derecedeki en etkili kurumu olmuştur. İnsan dini yalnızca evrimsel medeniyetin ışığında haklı gösterilebilir. Eğer insan hayvan evriminin yükseliş ürünü olmasaydı, dini gelişimin bu türden bir gidişatının haklı görülmesi mümkün olamazdı.
92:3.9 (1006.6) Din sermayenin birikimini kolaylaştırdı; o, belirli tür işin gerçekleştirilmesini teşvik etti; din adamlarının boş zaman etkinlikleri sanat ve bilginin gelişmesini sağladı; ırk, en sonunda, etiksel yöntem içindeki tüm bu öncül hataların bir sonucu olarak çok fazla şey kazandı. Şamanlar, dürüst olan ve olmayanlar, oldukça yüklü bir bedel ödetti; ancak onlar bu bedelin tümünü değmişti. Öğrenilmiş meslekler ve bilimin kendisi, asalak din adamlığından doğmuştu. Din medeniyeti teşvik etmiş olup, toplumsal süreklilik sağladı; din, tüm zamanlar için ahlaki polis kuvveti olmuştur. Din, bilgeliği mümkün kılan insan disiplinini ve öz denetimi sağladı. Din; tembel ve sıkıntı çeken insanı amansız bir biçimde doğal düzeyi olan ussal eylemsizlikten mantıksallık ve bilgeselliğin daha yüksek düzeylerine iten evrimin etkili kamçısıdır.
92:3.10 (1006.7) Ve, evrimsel din olarak hayvan yükselişinin bu kutsal mirası sürekli olarak; açığa çıkarılan dinin aralıksız denetimi ve gerçek biliminin yanan ocağı tarafından arınmaya ve soylulaştırmaya devam edilmelidir.
92:4.1 (1007.1) Açığa çıkarılış evrimseldir, ancak her zaman ilerleyici niteliktedir. Bir dünyanın tarihinin başlangıcı boyunca dinin açığa çıkarılışları sürekli genişlemekte olup, ilerleyen bir biçimde daha aydınlatıcı niteliktedir. Evrimin birbirini takip eden dinlerini düzene oturtma ve onları denetleme açığa çıkarılışın görevidir. Ancak, eğer açığa çıkarılışın amacı evrimin dinlerini yükseltmek ve onları bir üst aşamaya çekmekse, bunun sonunda bahse konu kutsal ziyaretlerin, sunuldukları çağdaki düşünce ve tepkilerden çok da ayrık olmayan öğretileri temsil etmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle açığa çıkarılış her zaman; evrim ile iletişim haline olmak zorunda olup, bunu hali hazırda gerçekleştirmektedir. Açığa çıkarılışın dini her zaman, insanın algı yetkinliğiyle sınırlıdır.
92:4.2 (1007.2) Ancak sergilediği ilişki veya türetimden bağımsız olarak açığa çıkarılışın dinleri her zaman, nihai değere ait bir İlahiyat’a ve ölümden sonraki kişilik kimliğinin kurtuluşuna dair belirli bir kavramsallaşmaya duyulan inanç tarafından nitelenmektedir.
92:4.3 (1007.3) Evrimsel din duygusaldır, mantısal değil. O — bilinmeyenin gerçekleşmesi ve ondan duyulan korkuyla etkin bir biçimde uyarılan insan inanç-refleksi olarak — varsayımsal bir hayalet-ruhaniyet dünyasına duyulan inanç karşısında insanın tepkisidir. Açığa çıkarımsal din, gerçek ruhsal dünya tarafından ileri sürülmektedir; o, fani insanın duyduğu evrensel İlahiyatlar’a olan inanma ve bağlı olma açlığına karşı us-ötesi kâinatın verdiği karşılıktır. Evrimsel din, insanlığın dolambaçlı arayışını temsil etmektedir; açığa çıkarımsal din tam da bu gerçeğin kendisidir.
92:4.4 (1007.4) Orada dinsel açığa çıkarımın birçok olayı meydana gelmiştir; ancak onlardan sadece beşi çağsal öneme sahiptir. Onlar şunlardır:
92:4.5 (1007.5) 1. Dalamatialı öğretiler. Urantia üzerinde İlk Kaynak ve Merkez’e dair gerçek kavramsallaşma ilk kez, Prens Caligastia’nın yönetim görevlilerinin bir parçası olan yüz bedensel üye tarafından duyurulmuştur. İlahiyat’ın bu genişleyen açığa çıkarılışı, gezensel bölünme ve öğretim düzeninin sekteye uğraması nedeniyle birden sona erinceye kadar üç yüz binden daha fazla bir süre boyunca sürecine devam etmiştir. Van’ın faaliyeti dışında Dalamatialı açığa çıkarışın etkisi tüm dünyada neredeyse tamamen ortadan kaybolmuştu. Nod unsurları bile, Âdem’in varışı döneminde bu gerçeği unutmuş bir haldeydi. Yüz üyenin öğretilerini alanlar içerisinde onlara en uzun süre bağlı kalan kırmızı insandı; ancak Büyük Ruhaniyet’e dair bu düşünce, Amerind dininde tamamiyle belirsiz bir kavramdı; Hıristiyanlık ile iletişime geçtiğinde Hıristiyanlık onu fazlasıyla kesinleşmiş ve güçlendirmişti.
92:4.6 (1007.6) 2. Cennet Bahçesi öğretileri. Âdem ve Havva tekrar, evrimsel insanların tümüne ait Yaratıcı kavramsallaşmasını tasvir ettiler. İlk Cennet Bahçesi’nin sekteye uğraması, bir kez bile olsun bütünüyle başlamadan önce Âdemsel açığa çıkarışın gidişatını yavaşlattı. Ancak Âdem’in yarıda kalan öğretileri Seth din adamları tarafından yerine getirildi; ve bu gerçeklerin bazıları hiçbir zaman bütünüyle dünya yüzeyinden silinmemiştir. Levanten dini evrimine ait bütüncül süreç, Seth unsurlarının öğretileri tarafından değişikliğe uğratılmıştı. Ancak M.Ö. 2500’lü yıllarda insanlık büyük bir ölçüde, Cennet Bahçesi döneminde sağlanan açığa çıkarışını göremez olmuştu.
92:4.7 (1007.7) 3. Salemli Melçizedek. Nebadon Evladı’nın bu olağanüstü gelişimi, Urantia üzerindeki gerçekliğin üçüncü açığa çıkarışını başlattı. Öğretilerinin başlıca ilkelere güven ve inançtı. O; Tanrı’nın her şeye kadir iyiliğine olan güveni öğretmiş olup, inancın insanların Tanrı’nın iyiliğini kazanışı olduğunu duyurdu. Onun öğretileri kademeli bir biçimde; çeşitli evrimsel dinlerin inançlarına karışmış olup, nihai olarak İsa’dan sonraki ilk bin yılın açılışında Urantia’da mevcut olan din bilimi sistemlerine doğru evirildi.
92:4.8 (1008.1) 4. Nasıralı İsa. Hazreti Mikâil Urantia’ya dördüncü kez, Kâinatın Yaratıcısı olarak Tanrı’nın kavramsallaşmasını sunmuş olup, bu öğreti çoğunlukla bu dönemden beri varlığını sürdürmektedir. Onun öğretisinin özü; yaratılmış bir evladın, Yaratıcısı olan Tanrı’nın sevgi dolu hizmetinin tanınışında ve ona karşılık olarak gönüllü bir biçimde verdiği sevgi dolu ibadet biçiminde, derin sevgi ve hizmetti; içinde onların benzer bir biçimde Yaratıcı olan Tanrı’ya hizmet edişlerinin şen farkındalığında bu türden yaratılmış evlatların kardeşlerine bahşettiği özgür irade hizmetiydi.
92:4.9 (1008.2) 5. Urantia makaleleri. Bunun onlardan biri olduğu makaleler, Urantia’nın fanilerine yöneltilmiş en yeni gerçeklik sunumudur. Bu makaleler tüm diğer açığa çıkarılışlardan farklılık gösterir; çünkü onlar tek bir evren kişiliğinin çalışması değil, birçok varlığın ortak bir sunumudur. Kâinatın Yaratıcısı’na erişmeden hiçbir açığa çıkarış hiçbir zaman tamamlanmış olamaz. Tüm diğer göksel hizmetler kısmi, geçici ve zaman ve mekân içindeki yerel koşullara neredeyse tamamen uyum sağlamış şeylerden başkası değildir. Tıpkı bu gibi kabullenici ifadeler muhtemel bir biçimde, tüm açığa çıkarışların doğrudan kuvveti ve yetki gücünü azaltabilirse de; Urantia üzerinde, Urantia’nın fani insanlarına yapılmış en yeni açığa çıkarılış olan bunun bile gelecek etkisini ve yetki gücünü azaltma tehlikesi taşıma pahasına bu türden dürüst ifadelerde bulunmanın yerinde olduğu vakit Urantia’ya gelmiştir.
92:5.1 (1008.3) Evrimsel din içerisinde tanrıların, insanın görünüşünde var olduğu düşünülmüştür; açığa çıkarımsal din içinde insanlara onların Tanrı’nın evlatları oldukları — hatta kutsallığın sınırlı görünüşünde şekillendirildikleri — öğretilmiştir; açığa çıkarılışın öğretilerinin ve evrimin sonuçlarının bileşiminden meydana gelen bir araya gelmiş inanışlar içinde Tanrı kavramı şunların bir karışımıdır:
92:5.2 (1008.4) 1. Evrimsel inançların sahip olduğu mevcudiyet-öncesi düşünceleri.
92:5.3 (1008.5) 2. Açığa çıkarılan dinin yüce idealleri.
92:5.4 (1008.6) 3. İnsanlığın tanrı elçileri ve öğretmenleri olarak büyük dini önderlerin kişisel görüşleri.
92:5.5 (1008.7) Büyük dini çağların çoğu, belirli bir olağanüstü kişiliğin yaşam ve öğretileri tarafından başlatılmıştır; önderlik, tarihin değerli ahlak hareketlerin büyük bir çoğunluğunu meydana getirmiştir. Ve insanlar her zaman, öndere öğretileri pahasına bile her zaman büyük saygı duyma eğilimi göstermiştir; duyurduğu gerçeklikleri gözden kaçırmasına rağmen kişiliğine saygı duymaya meyletmiştir. Ve bu durum nedensiz bir biçimde ortaya çıkmamaktadır; evrimsel insanın kalbinde var olanın üstünde ve ötesinde bir şeyden yardım almaya dair içkin bir arzu bulunmaktır. Bu arzu, Gezegensel Prens’in ve daha sonraki Maddi Evlatlar’ın dünya yüzeyinde ortaya çıkışlarını öngörmek için tasarlanmıştır. Urantia üzerinde insan, bu insan-üstü önder ve yöneticilerden mahrum kalmıştır; ve bu nedenle o sürekli bir biçimde, doğa-ötesi kökenlere sahip ve mucizevî yaşanmışlıkları olan efsaneler ile birlikte kendi insan önderlerini süsleyerek bu kaybı telafi etmeyi amaçlamışlardır.
92:5.6 (1008.8) Birçok ırk, önderlerini bekâr olarak düşünmüşlerdir; onların hayatlarına bolca mucizevî olaylar serpiştirilmekte olup, geri dönüşleri her zaman ilgili toplulukları tarafından beklenmektedir. Merkezi Asya’da kabileler hala Cengiz Kağan’ın dönüşünü beklemektedirler; Tibet, Çin ve Hindistan’da Buda; İslam’da Muhammed’tir; Amerind toplulukları arasında Hesunanin Onamonalonton’du; Museviler’de, çoğunlukla, Âdem’in maddi bir yönetici olarak geri dönüşüydü. Babil’de tanrı Marduk, insan ile Tanrı arasındaki birleştirici halka olarak Tanrı’nın-evladı düşüncesi biçiminde Âdem efsanesinin bir devamıydı. Âdem’in dünya üzerinde ortaya çıkışından sonra Tanrı’nın varsayılan evlatları dünya ırklarının arasında yaygındı.
92:5.7 (1009.1) Ancak saygıyla karışık korkuyla değerlendirilmelerinden bağımsız olarak bu öğretmenler; insanlık ahlakının, felsefesinin ve dininin gelişimi için açığa çıkarılmış gerçekliğin tahterevallilerinin üzerinde dayandığı geçici kişilik destekleriydi.
92:5.8 (1009.2) Onagar’dan Guru Nanak’a kadar Urantia’nın milyon yıllık insan tarihinde dini önderlerin yüzlercesi mevcut bulunmuştur. Bu zaman sürecinde, dini gerçeklik ve ruhsal inancın akıntılarında birçok gel-git ortaya çıkmıştır; ve Urantia dininin her rönesansı, geçmişte, belirli bir dini önderin yaşam ve öğretileri ile tanımlanmıştır. Yakın dönemlerin bu öğretmenleri düşünülürken onları, Âdem-sonrası Urantia’nın yedi ana dini çağı içinde sınıflandırmak yararlı olabilir:
92:5.9 (1009.3) 1. Seth dönemi. Amosad önderliği altında yeniden doğan Seth din adamları Âdem-sonrasının büyük öğretmenleri haline geldiler. Onlar And unsurlarının toprakları boyunca faaliyet göstermiş olup, onların etkisi en uzun süre Yunanlılar, Sümerler ve Hindular arasında varlığını sürdürdü. Hindular arasında onlar, Hindu inancının Brahmanları olarak bugüne kadar devam etmiştir. Seth unsurları ve onların takipçileri Âdem tarafından açığa çıkarılmış Kutsal Üçleme kavramsallaşmasını hiçbir zaman bütünüyle kaybetmediler.
92:5.10 (1009.4) 2. Melçizedek din yayıcılarının dönemi. Urantia dini, İsa’dan yaklaşık olarak iki bin yıl önce Salem’de yaşamış ve öğretilerini yaymış Maçiventa Melçizedek’i tarafından görevlendirilmiş öğretmenlerin çabaları tarafından hiç de küçük olmayan bir ölçüde yeniden canlandırılmıştı. Bu din yayıcılar inancı Tanrı’nın iyiliğini kazanma bedeli olarak duyurmuştur; ve onların öğretileri, her ne kadar hiç vakit kaybetmeden ortaya çıkan her din gibi verimsiz olsa da, yine de daha sonraki gerçeklik öğretmenlerinin Urantia’nın dinlerini üzerine inşa ettiği temelleri oluşturmuşlardı.
92:5.11 (1009.5) 3. Melçizedek-sonrası dönem. Her ne kadar hem Amenemope ve hem de Ikhnaton bu dönemde öğretilerini gerçekleştirseler de, Melçizedek-sonrası dönemin olağanüstü dini dehası Levantlı Bedeviler ve Musevi dininin kurucusu — Musa’ydı. Musa tek tanrılı dini öğretmişti. “Duy ey İsrail, Tanrı’mız olan Koruyucu tek Tanrı’dır” demiştir. “Koruyucu Tanrı’dır. Onun yanında kimse yoktur.” Musa sürekli olarak, uygulayıcıları için ölüm cezaları bile tembih eden bir biçimde, insanları arasında hayalet inancının kalıntılarını ortadan kaldırmayı amaçladı. Musa’nın tek tanrılı din anlayışı, ondan sonraki gelenler tarafından bozuldu; ancak daha sonraki zamanlarda onlar öğretilerinin birçoğuna geri dönmüştü. Musa’nın büyüklüğü bilgeliği ve ferasetinde yatmaktaydı. Diğer insanlar Tanrı’ya ait daha büyük kavramlara sahip olmuşlardı, ancak hiçbirisi hiçbir şekilde bu türden gelişmiş inançları geniş sayıdaki insanlara aktarmada bu kadar başarılı olamamıştı.
92:5.12 (1009.6) 4. İsa’dan önceki altıncı yüzyıl. Birçok insan, Urantia üzerinde şimdiye kadar gözlenmiş dinsel uyanmanın en büyük çağlarından biri olarak bu uyanış içerisinde gerçekliği duyurmak için birçok insan ortaya çıktı. Bunların arasında Gotama, Konfiçyus, Laozi, Zerdüşt ve Caynist öğretmenler gösterilmelidir. Gotama’nın öğretileri Asya’da yaygın hale gelmiş olup, milyonlar tarafından Buda olarak saygı duyulmaktadır. Konfiçyus, Plato Yunan felsefesi için ne anlam ifade ediyorsa Çin ahlakı için de o anlama gelmekteydi; ve ikisinin de sahip oldukları öğretilerin dini sonuçları olsa da, doğrusunu söylemek gerekirse ikisi de dini bir öğretmen değildi. Laozi Tao içinde Tanrı’yı, Konfiçyus’un insanlık içinde Plato’nun idealizm içinde gerçekleştirdiğinden daha fazla tahayyül etmişti. İyi ve kötü olarak çifte ruhaniyetselliğin yaygın kavramsallaşması tarafından fazlasıyla etkilense de Zerdüşt, aynı zamanda kesin bir biçimde tek bir ebedi İlahiyat’a ve karanlık üzerindeki aydınlığın nihai zaferine dair düşünceyi yüceltmişti.
92:5.13 (1010.1) 5. İsa’dan sonraki ilk yüzyıl. Bir dini öğretmen olarak Nasıralı İsa, Vaftizci Yahya tarafından oluşturulmuş inanç ile başlayıp, feda ve şekilcilikten olabildiği kadar uzaklaşarak ilerlemişti. İsa’nın yanı sıra Tarsuslu Pavlus ve İskenderiyeli Philon, bu dönemin en büyük öğretmenlerindendi. Onların din kavramları, İsa’nın ismini taşıyan inancın evriminde baskın bir rol oynadı.
92:5.14 (1010.2) 6. İsa’dan sonraki altıncı yüzyıl. Muhammed, yaşadığı dönemde var olan öğretilerin büyük bir kısmından üstün olan bir dini oluşturdu. Onun öğretileri, yabancıların sahip olduğu inançların toplumsal taleplerine ve kendi insanların dini yaşamlarının tutarsızlığına karşı bir itirazdı.
92:5.15 (1010.3) 7. İsa’dan sonraki on beşinci yüzyıl. Bu dönem iki dini harekete şahit oldu: Hıristiyanlık’ın sahip olduğu birliğin Batı’da kesintiye uğraması ve Doğu’da yeni bir dinin bir araya gelişi. Avrupa’da kurumsallaşan Hıristiyanlık, birlik ile bağdaşmayan daha ileri büyümeyi mevcut hale getirmiş katılık düzeyine ulaşmıştı. Doğu’da İslam, Hinduizm ve Budizm’in birleşen öğretileri, Nanak ve onun takipçileri aracılığıyla Asya’nın en gelişmiş dinlerinden bir tanesi olan Sihizm tarafından bir araya getirildi.
92:5.16 (1010.4) Urantia’nın geleceği kuşkusuz bir biçimde — Tanrı’nın Yaratıcılığı ve tüm yaratılmışların birliksel bütünlüğü olarak — dini gerçekliği öğretmenlerinin ortaya çıkışı tarafından belirlenecektir. Ancak gelecekteki bu tanrı elçilerinin şevk dolu ve içten çabalarının; daha az dinler arası sınırların keskinleşmesi yönünde olacağı ve daha fazla, Satania’nın Urantiası’nı sonuçsal olarak belirleyen farklılaşan ussal din bilimlerinin birçok takipçisi arasındaki ruhsal ibadetin dini kardeşliğinin artması yönünde olacağı ümit edilmesi gereken bir şeydir.
92:6.1 (1010.5) Yirminci yüzyıl Urantia dinleri, insanın ibadet dürtüsünün toplumsal evrimine dair ilginç bir çalışma sunmaktadır. Birçok inanç, hayalet inancı dönemlerinden beri oldukça az bir biçimde ilerleme göstermiştir. Her ne kadar bazıları az bir derecede bir ruhani çevreye insansalar da, Afrikalı Pigmeler bir sınıf olarak hiçbir dini tepkiye sahip değildir. Onlar bugün tam da, dinin evrimi başladığında ilkel insanın durduğu yerde bulunmaktadırlar. İlkel dinin temel düşüncesi ölümden kurtuluştu. Kişisel bir Tanrı’ya olan ibadet düşüncesi, ileri evrimsel gelişmeyi, hatta açığa çıkarılışın ilk aşamasına işaret etmektedir. Dayak unsurları sadece en ilkel dini uygulamaları evrimleştirmişlerdir. Görece yakın dönem Eskimo ve Amerind unsurları oldukça zayıf Tanrı kavramlarına sahiplerdi; onlar hayaletlere inanıp, ölümden sonra bir tür kurtuluşa dair kesin olmayan bir düşünceye sahiplerdi. Bugünkü yerli Avustralyalılar sadece, karanlığın dehşeti olarak bir hayalet korkusu ve ilkel bir derin ata saygısına sahiplerdir. Zulu unsurları, hayalet korkusu ve fedanın yeni yeni evirilen bir dinidir. İsa ve Muhammed takipçilerinin din yayım çalışmalarının etkilerinin bulunduğu örnekler dışında birçok Afrika kabilesi henüz, dini evriminin putlaşma aşamasının ötesinde değildir. Ancak bazı topluluklar uzun bir süre, aynı zamanda ölümsüzlüğe inanmış olan bir zamanlar Traklar’ın yaptığı gibi tek tanrılı din düşüncesine bağlı kalmışlardır.
92:6.2 (1010.6) Urantia üzerinde, evrimsel ve açığa çıkarılış din; bu makalelerin yazıldığı dönemlerde dünyada bulunan farklılaşmış din dilimsel sistemler haline gelen bir biçimde birbirlerine karışırken ve iç içe geçerken aynı zamanda gelişme göstermektedirler. Urantia’nın yirminci yüzyıl dinleri olarak bu dinler şu şekilde sıralandırılabilir:
92:6.3 (1011.1) 1. Hinduizm — en eskisi olarak.
92:6.4 (1011.2) 2. Musevi dini.
92:6.5 (1011.3) 3. Budizm.
92:6.6 (1011.4) 4. Konfüçyüsçü öğretiler.
92:6.7 (1011.5) 5. Taocu inançlar.
92:6.8 (1011.6) 6. Zerdüştlük.
92:6.9 (1011.7) 7. Şinto.
92:6.10 (1011.8) 8. Caynizim.
92:6.11 (1011.9) 9. Hıristiyanlık.
92:6.12 (1011.10) 10. İslam.
92:6.13 (1011.11) 11. Sihizm — en yenisi olarak.
92:6.14 (1011.12) İlkçağ dönemlerinin en gelişmiş dinleri Musevilik ve Hinduizm’di; ve onların her biri sırasıyla, Doğu’da ve Batı’da dini gelişimin gidişatını fazlasıyla etkilemişti. Hem Hindu hem de Musevi toplulukları ilhamla ve vahiyle geldiğine inandılar; ve onlar, tüm diğerlerinin bir zamanlar var olmuş gerçek inancın yozlaşmış türleri olduğuna inandılar.
92:6.15 (1011.13) Hindistan; çeşitli şekillerde düşünerek her birinin Tanrı, insan ve evreni tahayyül ettiği, Hindu, Sih, Muhammed ve Cayn takipçileri arasında bölünmüştür. Çin, Tao ve Konfüçyüsçü öğretileri takip etmektedir; Şinto’ya, Japonya’da derin bir biçimde saygı duyulmaktadır.
92:6.16 (1011.14) Uluslararası, ırklar arası büyük inançlar Musevi, Budist, Hıristiyan ve İslam inanışlarıdır. Budizm; Sri Lanka ve Burma’dan Tibet ve Çin boyunca Japonya’ya kadar uzanmaktadır. O, yalnızca Hıristiyanlık tarafından denk gösterebilecek birçok insan topluluğun adetlerine olan uyuma sahiptir.
92:6.17 (1011.15) Musevi dini, çok tanrılı dinden tek tanrılı olana yapılan felsefi geçişi kapsamaktadır; o, evrimin dinleri ile açığa çıkarılışın dinleri arasındaki evrimsel bir halkadır. Museviler, açığa çıkarılışın Tanrısı’na kadar öncül evrimsel tanrılarını doğrudan bir biçimde takip edebilmiş tel batılı topluluktu. Ancak bu gerçeklik; “Ey Ev Sahipleri’nin Koruyucusu, İsrail’in Tanrısı, sen Tanrı’sın, tek başına bile; göğü ve yeri sen yarattın” şeklinde bir Kâinatsal Yaratıcı ile eklemlenmiş ırksal bir ilahiyatın bir araya gelmiş düşüncesini bir kez daha öğreten İşaya’nın dönemine kadar hiçbir zaman yaygın bir biçimde kabul edilmiş hale gelmedi. Bir zamanlar Doğu medeniyetinin kurtuluş ümidi, iyiliğin yüce Musevi kavramları ve güzelliğin gelişmiş Helen kavramlarında yatmıştı.
92:6.18 (1011.16) Hıristiyan dini; belirli Zerdüşt öğretileri ve Yunan felsefesinin özümsenmesiyle daha da değişikliğe uğrayan bir biçimde Musevi din kuramı üzerine dayanan İsa’nın yaşam ve öğretileri hakkında olup, başlıca şu üç kişi tarafından tasarlanmıştır: Philon, Petrus ve Pavlus. Hıristiyanlık; Pavlus’un döneminden beri evrimin birçok fazından geçmiş olup, o kadar bütüncül bir biçimde Batılı hale gelmiştir ki birçok Avrupa topluluğu oldukça doğal bir biçimde Hıristiyanlığı, daha önce hiç görülmemiş kişiler için görülmemiş bir Tanrı’nın görülmemiş bir açığa çıkarılışı olarak değerlendirmektedir.
92:6.19 (1011.17) İslam; Kuzey Afrika, Levant ve güneydoğu Asya’nın dini-kültürel birleştiricisidir. Daha sonraki Hıristiyan öğretileri ilişkili bir biçimde Musevi din kuramı İslam’ı tek tanrılı din haline getirmişti. Muhammed’in takipçileri, Kutsal Üçleme’nin gelişmiş öğretilerini tesadüfü bir biçimde keşfettiler; onlar, üç kutsal kişilik ve tek İlahiyat’a dair savı kavrayamadılar. Evrimsel akılların, açığa çıkarılmış ileri gerçekliği birden kabul etmelerini sağlamak her zaman zor bir durumdur. İnsan evrimsel bir yaratılmış olup, dinini evrimsel yöntemler ile elde etmesi çoğunlukla zorunlu bir durumdur.
92:6.20 (1012.1) Ata ibadeti bir zamanlar dini evrim içinde kesin bir gelişimi oluşturmuştu; ancak bu ilkel kavramın Çin, Japonya ve Hindistan’da, Budizm ve Hinduizm gibi görece daha gelişmiş din kavramlarının oldukça fazlasıyla bulunduğu bir ortamda varlığını devam ettirmesi hem çok şaşırtıcı hem de üzücü bir durumdur. Batı’da ata ibadeti, ulusal tanrılara duyulan hürmete ve ırksal kahramanlara beslenen saygıya evirilmişti. Yirminci yüzyılda bu kahraman saygısı besleyen milli din, Batı’nın birçok ırkı ve milletini niteleyen çeşitlik gösteren haldeki köktenci ve milli nitelikli laiklik düzenlerinde kendisini açığa çıkarmaktadır. Bu tutumun oldukça fazlası aynı zamanda, İngilizce konuşan insan topluluklarının büyük üniversitelerinde ve geniş üretim topluluklarında bulunmaktadır. Dinin yalnızca “iyi yaşamın ortak bir arayışı” olduğu düşüncesi bu kavramlardan çok da farklı değildir. “Milli dinler” — hanedan ailesinin yönettiği devlete olan ibadet biçiminde — öncül Roma imparatoruna ve Şinto’ya yapılan ibadete bir geri dönüşten başkası değildir.
92:7.1 (1012.2) Din hiçbir zaman bilimsel bir gerçek haline gelemez. Felsefe, gerçekten de, bilimsel bir temele dayanabilir; ancak din sonsuza kadar ya evrimsel ya da açığa çıkarışsal veya bugün dünyada olduğu gibi her ikisinin de olası bir birleşimi olarak kalmaya devam edecektir.
92:7.2 (1012.3) Yeni dinler icat edilemez; onlar ya evirilir veya ansızın açığa çıkarılır. Tüm yeni evrimsel dinler yalnızca, yeni yapılan uyumlaştırmalar veya düzenlemeler biçiminde eski inanışların gelişen dışavurumlarıdır. Eskinin varoluşu sona ermez; ortaya çıkan yeni ile bütünleşir, Sihizm bile Hinduizm, Budizm, İslam ve diğer çağdaş inanışların toprağı ve türlerinden tomurcuk vermiş ve çiçek açmıştır. İlkel din oldukça demokratikti; ilkel insan ödünç alma ve vermede oldukça hızlıydı. Sadece açığa çıkarılan din ile zorba ve hoşgörüsüz din kuram bencilliği ortaya çıkmıştı.
92:7.3 (1012.4) Urantia’nın birçok dini, insanı Tanrı’ya ve Yaratıcı’nın farkındalığını insana getirmesi ölçüsünde tamamiyle iyidir. Dindarların herhangi bir topluluğu için sahip oldukları öğretileri Gerçeklik olarak düşünmesi bir yanılgıdır; bu türden davranışlar, gerçekliğin kesinliğinden çok din kuramsal kibri yansıtmaktadır. Diğer her bir diğer inanç içinde barınan gerçekliklerin en iyisini yararlı bir biçimde çalışamayacak ve özümseyemeyecek hiçbir Urantia dini bulunmamaktadır. Dindarlar, hala varlığını sürdüren hurafeleri ve çağdışı kalmış ayinleri arasında en kötü olanları ayıplamak yerine komşularının yaşayan ruhsal inancı içinde en iyi olanları ödünç alsalar daha iyi bir şey yapmış olurlar.
92:7.4 (1012.5) Tüm bu dinler, sahip olduğu özdeş ruhsal uyarıma karşı değişiklik gösteren tepkisinin bir sonucu olarak doğmuştur. Onlar — ussal nitelikte olan — öğretilerin, doğmaların ve ayinlerin bir tek-tipsel bütünlüğüne erişmeyi hiçbir zaman hayal dahi edemez; ancak onlar, her şeyin Yaratıcısı’na olan gerçek ibadetteki bir birlikteliği gerçekleştirebilecek yetiye sahip olup, bunun bir gün yerine getireceklerdir; çünkü o ruhsal olup, ruhani olarak her insanın eşit olduğu bir biçimde sonsuza kadar gerçektir.
92:7.5 (1012.6) İlkel din büyük bir ölçüde bir maddi-değer bilinciydi; ancak medeniyet dini değerleri yükseltmektedir; çünkü gerçek din, bireyin anlamlı ve yüce değerlere olan bağlılığıdır. Din evirildikçe, etik kurallar ahlaki değerlerin felsefesi haline gelmekte olup, ahlak — kutsal ve ruhsal idealler olarak — en yüksek anlamların ve en üstün değerlerin ortak ölçütleri vasıtasıyla bireyin sahip olduğu disiplin konumuna gelmektedir. Ve böylelikle din, derin sevginin bağlılığına ait yaşayan deneyim biçiminde anlık ve seçkin bir adanmışlık haline gelmektedir.
92:7.6 (1013.1) Bir dinin kalitesinin göstergesi şunlardır:
92:7.7 (1013.2) 1. Değerlerin düzeyi — bağlılıklar.
92:7.8 (1013.3) 2. Anlamların derinliği — bu en yüksek değerlerin idealist takdirine olan bireyin duyarlılığı.
92:7.9 (1013.4) 3. Adanmışlığın yoğunluğu — bu kutsal değerlere olan bağlılığın düzeyi.
92:7.10 (1013.5) 4. Tanrı’ya olan evlatlığın gerçekleştirilmesi ve sonu gelmez bir biçimde ilerleyen evren vatandaşlığı olarak, idealist ruhsal yaşamın bu kâinatsal doğrultusunda kişiliğin sınırsız ilerleyişi.
92:7.11 (1013.6) Dini anlamlar, çocuğun ebeveynlerinden Tanrı’ya her şeye gücü yetene dair düşüncelerini aktardığında öz-benlik içerisinde gelişir. Ve bu türden bir çocuğun bütüncül dini deneyimi büyük ölçüde, ebeveyn-çocuk ilişkisinde korkunun mu yoksa sevginin mi hüküm sürmüş olduğuna bağlıdır. Köleler her zaman, sahiplerinden duydukları korkuyu Tanrı-sevgisi kavramlarına aktarmadaki büyük zorluğu deneyimlemişlerdir. Medeniyet, bilim ve gelişmiş dinler insanlığı, doğal olgulara beslenen dehşetten doğan bu korkulardan kurtarmak zorundadır. Ve böylelikle daha büyük çaplı aydınlanma eğitilmiş fanileri, İlahiyat ile olan bütünlük içinde aracılara olan tüm bağlılıktan kurtulmalıdır.
92:7.12 (1013.7) İnsan ve görünür olandan kutsal ve görünmeyen olana gerçekleşen derin saygı aktarımında putlaştırıcı tereddüdün bahse konu ara aşamaları kaçınılmazdır; ancak onlar, ikamet eden kutsal ruhaniyetin kolaylaştırıcı hizmetinin bilinci vasıtasıyla kısaltılabilir. Yine de insan, yalnızca İlahiyat’a dair sahip olduğu kavramlar tarafından değil aynı zamanda onurlandırmak için seçtiği kahramanların kişiliği tarafından derin bir biçimde etkilenmiştir. Kutsal ve yükselmiş İsa’ya derin saygı besler hale gelenlerin insan olan — gözü pek ve cesur kahraman — Yusuf’un oğlu Yeşu’yu görmezden gelmeleri en talihsiz şeydir.
92:7.13 (1013.8) Çağdaş insan yeterli bir biçimde dine dair öz-bilince sahiptir; ancak onun ibadet adetleri, hızlandırılmış toplumsal başkalaşım ve benzeri görülmemiş bilimsel gelişmeler tarafından kafa karışıklığına uğramış ve gözden düşen konuma gelmiştir. Düşünen erkek ve kadınlar dinin yeniden tanımlanmasını istemektedirler; ve bu talep dini, kendisini yeninden gözden geçirmeye zorlayacaktır.
92:7.14 (1013.9) Çağdaş insan, iki bin yılda gerçekleştirilen insan değerlerinin bir nesil içerisinde daha fazla yeniden düzenleniş görevi ile karşı karşıyadır. Ve tüm bunların hepsi, dine karşı toplumsal tutumu etkilemektedir; çünkü din, bir yaşam biçimine ek olarak bir düşünce yöntemidir.
92:7.15 (1013.10) Gerçek din sonsuza kadar her zaman, eş zamanlı olarak hayatta kalan tüm medeniyetlerin ebedi temeli ve yol gösteren yıldızı olmak zorundadır.
92:7.16 (1013.11) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
93. Makale
93:0.1 (1014.1) MELÇİZEDEKLER yaygın bir şekilde, acil durum Evlatları olarak bilinirler; çünkü onlar, yerel bir evrenin dünyaları üzerinde oldukça şaşırtıcı bir etkinlik kapsamı içerisinde faaliyet gösterirler. Herhangi bir olağandışı sorun ortaya çıktığında, veya sıra dışı bir şeye girişildiğinde, oldukça sık bir biçimde bir Melçizedek görevi kabul eder. Melçizedek Evlatları’nın acil durumlarda ve evrenin oldukça çeşitlilik gösteren düzeylerinde, hatta kişilik dışavurumunun fiziksel düzeyinde bile, faaliyet gösterme yetisi düzeylerine has bir özelliktir. Sadece Yaşam Taşıyıcıları, kişilik faaliyetinin bu başkalaşımsal kapsamını herhangi bir düzeyde paylaşabilen unsurdur.
93:0.2 (1014.2) Evren evlatlığının Melçizedek düzeyi Urantia üzerinde oldukça fazla bir biçimde etkin olmuştur. On iki unsurdan oluşan bir birlik, Yaşam Taşıyıcıları ile birliktelik halinde faaliyet göstermişti. Daha sonraki on iki unsurluk başka bir birlik; Caligastia ayrılığından kısa bir süre sonra dünyanızı teslim alanlar haline gelip, Âdem ve Havva dönemine kadar yönetimde bulunmaya devam etmiştir. Bu on iki Melçizedek Urantia’ya Âdem ve Havva’nın doğru yoldan ayrılışı üzerine dönmüşlerdir; ve onlar daha sonra, İnsan’ın Evladı olarak Nasıralı İsa’nın Urantia’nın simgesel Gezegensel Prens’i olduğu güne kadar gezegen teslim alıcıları konumunda görevlerine devam etmişlerdir.
93:1.1 (1014.3) Açığa çıkarılan gerçeklik, Urantia üzerinde Âdemsel görevin başarısızlığını takip eden binyıllar boyunca yok alma tehdidi altındaydı. Her ne kadar ussal olarak ilerlemede bulunsalar da insan ırkları yavaşça, ruhsal bakımdan kötüye gitmektelerdi. Yaklaşık olarak M.Ö. 3000’li yıllarda Tanrı kavramı, insanların akıllarında oldukça belirsiz hale gelmiş bir konumdaydı.
93:1.2 (1014.4) On iki Melçizedek teslim alıcısı, gezegenleri üzerine olan Mikâil’in yaklaşmaktaki bahşedilişini bilmekteydi; ancak onlar bunun ne kadar yakın bir zaman içerisinde gerçekleşeceğini bilmemekteydi; bu nedenle onlar yüce heyet içinde toplayıp, Edentia’nın En Yüksek Unsurları’na Urantia üzerinde gerçekliğin ışığının sürdürülmesi için belirli hükümlerde bulunulmasını talep etmişlerdi. Bu istek, ‘Satania’nın 606’ncısı üzerindeki olayların idaresinin tamamiyle Melçizedek koruyucularının ellerinde olduğu” emri ile reddedilmişti. Teslim alıcılar bunun sonrasında Yaratıcı Melçizedek’e yardım için başvurmuşlardı ancak onlar yalnızca, “bütüncül başarısızlık ve belirsizlikten gezegensel sorumluları kurtaracak” olan “bir bahşedilme Evladı’nın varışına kadar” karar verecekleri şekilde gerçekliği korumaya devam etmelerine dair sözü işittiler.
93:1.3 (1014.5) Ve tam da bütünüyle kendi öz kaynaklarına atılmalarının bir sonucu olarak on iki gezegen teslim alıcısından biri olan Maçiventa Melçizdek’i, Nebadon’un tüm tarihinde daha önce sadece altı kez gerçekleştirilmiş şu şeyi yapmaya gönüllü oldu: kendisini dünya hizmetinin bir acil durum Evladı olarak bahşetme biçiminde âlemin geçici bir insanı olarak dünya üzerinde kişilik haline gelme. Bu serüven için izin Salvington makamları tarafından verilmiş olup, Maçiventa Melçizedeği’nin mevcut vücuda bürünüşü Filistin’de ileride Salem şehri olacak yerin yakınında tamamlandı. Bu Melçizedek Evladı’nın maddileşmesine dair bütüncül işlem; Yaşam Taşıyıcıları, Üstün Fiziksel Denetleyicilerin belirli unsurları ve Urantia üzerinde ikamet eden diğer göksel kişiliklerin eş-güdümü ile gezegen teslim alıcıları tarafından tamamlandı.
93:2.1 (1015.1) İsa’nın doğumundan 1.973 yıl önce Maçiventa, Urantia’nın insan ırklarına bahşedilmişti. Onun gelişi olağanüstü bir olay değildi; maddileşmesine insan gözleri tarafından şahitlik edilmedi. O ilk kez fani insan tarafından, Sümer soyundan gelen bir Keldani çobanı olan Amdon’un çadırına girdiği önemli günde görülmüştü. Ve görevinin duyuruşu, bu çobana söylediği şu yalın ifadede dile getirilmişti: “Ben En Elyon, En Yüksek Unsur, bir ve tek olan Tanrı’nın din adamıyım.”
93:2.2 (1015.2) Çoban şaşkınlığını attığında ve bu yabancıyı soru yağmuruna tuttuktan sonra, Melçizedek’e kendisiyle bir şeyler yemeyi teklif etti; ve bu olay uzun evren görevi boyunca Maçiventa’nın, bir maddi varlık olarak doksan dört yıllık yaşamı boyunca yaşamını idame ettirecek besin biçiminde, maddi yiyeceği aldığı ilk seferdi.
93:2.3 (1015.3) Ve o gece, yıldızlar altında enine boyuna konuşurlarken Melçizedek; kolunu yavaşça uzatarak Amdon’a dönüp “En Yüksek Unsur olan El Elyon gök kubbenin yıldızlarının ve hatta üzerinde yaşadığımız işte bu dünyanın bile kutsal yaratıcısıdır, ve o aynı zamanda Cennet’in yüce Tanrı’sıdır” sözünü söylediğinde, Tanrı’nın mevcudiyetine dair gerçekliği açığa çıkarış görevine başladı.
93:2.4 (1015.4) Birkaç yıl içerisinde Melçizedek, Salem’in daha sonraki toplumunun çekirdeğini oluşturmuş öğrenciler, takipçiler ve inanlardan oluşan bir topluluğu etrafında topladı. O yakın bir zaman içerisinde, En Yüksek Unsur olan El Elyon’un din adamı ve Salem’in bilgesi olarak Filistin’in tümünde tanınmaktaydı. Çevreleyen kabilelerin bazılarında o sıklıkla, Salem’in şeyhi veya kralı olarak adlandırılmaktaydı. Salem; daha sonra Jerusem olarak adlandırılacak bir biçimde Melçizedek’in ortadan kaybolmasından sonra Jebus şehri haline gelen yerleşkeydi.
93:2.5 (1015.5) Kişisel görünümünde Melçizedek, yaklaşık bir metre seksen üç santim uzunluğunda ve güçlü bir görüşe sahip olarak, bu dönemin Nod ve Sümer insan topluluklarının karışımına benzemişti. Keldani ve altı farklı dili konuşmuştu. O, göğsünde Cennet Kutsal Üçlemesi’nin Satania simgesi olan bir üç eş merkezli çember arması taşıması dışında Kenan din adamlarına çok benzer bir biçimde giyinmişti. Hizmeti süresince üç eş merkezli dairenin bu nişanı, takipçileri tarafından o kadar kutsal bir biçimde değerlendirilmişti ki onlar hiçbir zaman kullanmaya cesaret edemedi; ve yakın zaman içinde bu nişan, birkaç yeni nesillin geçmesiyle unutuldu.
93:2.6 (1015.6) Her ne kadar Maçiventa âlemin insanlarının yaşantıları uyarınca yaşamışsa da, hiçbir zaman evlenmedi, ne de dünya üzerinde bir doğum bırakabilirdi. Onun fiziksel bedeni gerçekte, her ne kadar insan erkeğininkine benzese de, herhangi bir insan ırkının yaşam plazmasını taşımaması dışında Prens Caligastia’nın görevlilerine ait maddileştirilmiş yüz üye tarafından kullanılan özel olarak inşa edilmiş bedenlerin düzeyindeydi. Buna ek olarak Urantia üzerinde kullanılabilir yaşam ağacı bulunmamaktaydı. Maçiventa herhangi bir uzun süre boyunca dünya üzerinde kalsaydı, onun fiziksel işleyişi kademeli olarak kötüleşecekti; böyle olduğundan dolayı, maddi bedeni ayrışmaya başlamadan önce doksan dört yıllık bahşedilme görevini sonlandırdı.
93:2.7 (1016.1) Bu bedenselleştirilmiş Melçizedek, zamanın görüntüleyicisi ve bedenin kıdemli danışmanı olarak onun insan-ötesi kişiliğinde ikamet eden bir Düşünce Düzenleyicisi aldı böylece bu Düzenleyici, fani beden sureti içinde dünya üzerinde ortaya çıktığı zaman Mikâil olarak Tanrı’nın daha sonraki Evladı’nın insan aklında oldukça gözü pek bir biçimde faaliyet göstermesi için Yaratıcı’nın bu ruhaniyetini yetkin kılmış olan, ilgili deneyime ek olarak Urantia’ya özgü sorunlar ile bir bedenselleştirilmiş Evlat içinde ikamet etme yönteminin uygulamalı hazırlanışını kazanmıştır. Ve bu Düzenleyici şimdiye kadar Urantia üzerinde iki akılda birden faaliyet göstermiş tek Düşünce Düzenleyicisi’dir; ancak her iki akıl da hem kutsal hem de insan niteliğinde bulunmaktaydı.
93:2.8 (1016.2) Vücut içinde bedenselleşmesi boyunca Maçiventa, gezegen sorumlularının birliğine ait on iki akranı ile bütüncül iletişim halindeydi; ancak o, göksel kişiliklerin diğer düzeyleriyle iletişimde bulunamamaktaydı. Melçizedek alıcılarının dışında o, bir insan varlığından daha fazlası olarak insan-ötesi ruhlar ile iletişime sahip değildi.
93:3.1 (1016.3) Bir on yıllık sürecin geçmesiyle birlikte Melçizedek, ikinci Cennet Bahçesi’nin öncül Seth din adamları tarafından önceden geliştirilmiş olan eski sistem uyarınca düzene sokan bir biçimde okullarını Salem’de örgütledi. Daha sonra dinine kazandırmış olduğu İbrahim tarafından getirilen bir aşar vergi düzenine dair fikirde aynı zamanda, ilkçağ Seth unsurlarının yöntemlerine ait hala varlığını sürdüren geleneklerden elde edilmişti.
93:3.2 (1016.4) Melçizedek, bir evrensel İlahiyat olarak tek Tanrı’nın kavramını öğretti; ancak o, insanların bu öğretiyle — En Yüksek Unsur olarak — El Elyon ismiyle ifade ettiği Norlatiadek’in Takımyıldız Yaratıcısı’nı ilişkilendirmesine izin verdi. Melçizedek, Lucifer’in durumu ve Jerusem üzerinde olayların gidişatı hususunda neredeyse tamamen sessiz kaldı. Sistem Egemeni olan Lanaforge, Mikâil’in bahşedilişinin tamamlanışına kadar Urantia ile ilgili çok az ilişkiye sahipti. Salem öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu için Edentia cennet ve En Yüksek Unsur ise Tanrı’ydı.
93:3.3 (1016.5) Melçizedek’in bahşedilişinin arması olarak kullandığı üç eş merkezli çember simgesini, insanların büyük bir çoğunluğu insanlar, melekler ve Tanrı’nın üç âlemini temsil eder biçimde yorumladı. Ve onların bu inanışta bulunmaya devam etmelerine izin verilmişti; onun takipçilerinden çok azı en başından beri bu üç çemberin, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kutsal idaresi ve yönlendirişine ait sınırsızlığın, ebediyetin ve evrenselliğin simgeselliği olduğunu bilmekteydi, kendisine üç En Yüksek Unsur’un bir bütün olarak faaliyet gösterdiği daha önce öğretilmiş olduğu için İbrahim bile bu simgeyi farklı bir biçimde, Edentia’nın üç En Yüksek Unsur’u olarak değerlendirilmişti. Melçizedek’in Kutsal Üçleme kavramını kendi arması içinde simgeselleşen bir biçimde öğrettiği kapsamda İbrahim çoğunlukla onu, Norlatiadek takımyıldızının üç Vorondadek yöneticiyle ilişkilendirdi.
93:3.4 (1016.6) Olağan takipçileri için Melçizedek, — Urantia’nın Tanrıları olarak — Edentia’nın En Yüksek Unsurları’nın idaresinin gerçekliğinin ötesindeki öğretiyi sunmada hiçbir çaba sarf etmemişti. Ancak bazılarına Melçizedek yerel evrenin işleyişi ve düzenini içine alan gelişmiş gerçekliği öğretirken, onun parlak takipçisi Ken üyesi Nordan ve onun içten öğrencilerinden oluşan topluluğuna aşkın-evrenin ve hatta Havona’nın gerçeklerini öğretmişti.
93:3.5 (1016.7) Melçizedek’in otuz yıldan fazla bir süre boyunca beraber yaşadığı Katro’nun aile üyeleri; bu daha yüksek gerçekliklerin birçoğunu bilmekte olup, uzunca bir süre boyunca, anne tarafındaki diğer kaynakların vasıtasına ek olarak babasının tarafından kendisine teslim edilen Melçizedek dönemine dair güçlü bir tarihi anlatıma böylelikle sahip olmuş oldukça meşhur soyu Musa’nın dönemine kadar bile giden bir biçimde, onları aileleri içinde sürdürdü.
93:3.6 (1016.8) Melçizedek takipçilerine, algılamaya ve özümsemeye yetkin oldukları her şeyi öğretti. Gökyüzü ve yeryüzü, Tanrı ve meleklere dair birçok çağdaş dini düşünce bile Melçizedek’in bu anlatılarından çok daha farklı değildi. Ancak bu büyük öğretmen her şeyi; bir kutsal Yaratıcı, bir cennetsel Yaratan, bir evren İlahiyatı olarak tek Tanrı’nın savına taabi kıldı. Vurgu bu öğreti üzerine, insanın hayranlığını çekmek ve bu aynı Evren Yaratıcısı’nın Evladı olarak Mikâil’in ilerideki ortaya çıkışı için zemin hazırlamak amacıyla yapılmıştı.
93:3.7 (1017.1) Melçizedek, gelecek bir zaman içinde bir diğer Tanrı Evladı’nın kendisinin geldiği gibi beden içinde geleceğini, ancak bir kadından doğacağını öğretti; ve bu durum daha sonraki sayısız öğretmenin İsa’yı, neden “bu nedenle Melçizedek’in düzeyi” olarak bir din adamı veya eğitilmiş bir dini önder biçiminde görmüş olmasının nedenini teşkil etmektedir.
93:3.8 (1017.2) Ve böylelikle Melçizedek; oldukça kesin hatlarıyla her şeyin Yaratıcısı’nı tasvir ettiği ve İbrahim’e kişisel inancın basit koşullarına insanı kabul edecek bir Tanrı olarak tanıttığı tek Tanrı’nın mevcut bir Cennet Evladı’nın bahşedilişi için, dünya eğiliminin tek tanrı aşamasının zemini hazırlayıp, onu hayata geçirmiştir. Ve dünya üzerinde ortaya çıktığı zaman Mikâil, Cennet Yaratıcısı ile ilgili Melçizedek’in önceden öğretmiş olduğu her şeyi onaylamıştı.
93:4.1 (1017.3) Salem ibadetinin törenleri oldukça basitti. Melçizedek ibadethanesinin kil tablet listesini imzalayan veya işaretleyen her kişi şu inancı öğrenip hatırlamış ve ona bağlanmıştı:
93:4.2 (1017.4) 1. Ben, her şeyin tek Kâinatsal Yaratıcısı ve Yaratan’ı, En Yüksek Tanrısı olan El Elyon’a inanıyorum.
93:4.3 (1017.5) 2. Ben, verilen fedalar ve yakılan adaklara değil inancım üzerine Tanrı’nın iyiliği bahşeden En Yüksek Unsur ile Melçizedek’in sözleşmesini kabul ediyorum.
93:4.4 (1017.6) 3. Ben; Melçizedek’in yedi emrine uymaya ve En Yüksek Unsur ile olan bu sözleşmeye dair iyi haberleri tüm insanlara anlatmaya söz veriyorum.
93:4.5 (1017.7) Ve bunlar, küçük Salem halkının inanç ilkelerinin tamamıydı. Ancak inancın bu türden kısa ve basit bir duyurusu bütünüyle, bu dönemin insanları için haddinden fazla ve ileriydi. Onlar, yalın bir değişle, —inanç vasıtasıyla — hiçbir şey vermeden kutsal iltiması elde etme düşüncesi kavrayamadılar. Onlar haddinden fazla bir şekilde, insanın tanrılara olan bir bedel karşılığında doğduğuna dair inanca derin bir biçimde bağlanmışlardı. Haddinden uzun ve içten bir biçimde onlar, müjdeyi kavramaya yetkin hale gelebilmek için din adamlarına fedada bulunup, hediyeler vermişlerdi; ancak bu müjde, Melçizedek sözleşmesine inan herkes için kutsal iltimas olarak günahlardan kurtuluşun karşılıksız bir hediyesiydi. Ancak İbrahim bunlara isteksiz bir biçimde inandı, ve bu bile “doğruluk olarak sayıldı.”
93:4.6 (1017.8) Melçizedek tarafından duyurulan yedi emir; ilkçağın Dalamatialı yüce hukuk içeriği uyarınca şekillendirilmiş olup, oldukça fazla bir biçimde birinci ve ikinci Cennet Bahçesi içinde öğretilen yedi emre benzemekteydi. Salem dininin bu emirleri şunlardı:
93:4.7 (1017.9) 1. Sizler, yeryüzü ve gökyüzünün En Yüksek Yaratıcısı dışında hiçbir Tanrı’ya hizmet etmemelisiniz.
93:4.8 (1017.10) Sizler, inancın ebedi kurtuluş için tek gereklilik olduğundan şüphe etmemelisiniz.
93:4.9 (1017.11) 3. Sizler, yalan şahitlik yapmamalısınız.
93:4.10 (1017.12) 4. Sizler, öldürmelisiniz.
93:4.11 (1017.13) 5. Sizler, çalmamalısınız.
93:4.12 (1018.1) 6. Sizler, eşlerinizi aldatmamalısınız.
93:4.13 (1018.2) 7. Sizler, ebeveynleriniz ve büyükleriniz için saygısızlıkta bulunmamalısınız.
93:4.14 (1018.3) Her ne kadar bu küçük halk içerisinde hiçbir feda verme etkinliğine izin verilmemişse de Melçizedek, uzun bir süredir köklü hale gelmiş adetleri birden ortadan kaldırmanın ne kadar zor olduğunu oldukça iyi bilmekteydi; ve buna uygun bir biçimde bu insanlara bilgece, beden ve kana dayanan eski fedalarını ekmek ve şaraptan oluşan bir ayin ile değiştirmeyi önerdi. Bu durum kayıtlara şöyle giriş yapmıştır: “Salem’in kralı olan Melçizedek ekmek ve şarap getirdi.” Ancak bu dikkatli gerçekleştirilmiş yenilik bile tamamiyle başarılı değildi; çeşitli kabileler bütüncül bir biçimde, fedaları ve yakılmış adakları sundukları yer olan Salem’in eteklerinde ek merkezleri idare etti. İbrahim bile, Chedorlaomer’e karşı olan galibiyetinden sonra bu ilkel uygulamaya geri döndü; o, yalın bir değişle, bilinen ve uygulanan bir fedayı sunmadıkça kendisini huzurlu hissetmemişti. Ve Melçizedek hiçbir zaman, bu feda verme eğilimini; takipçilerinin, hatta İbrahim’in bile, dini uygulamalarından bütünüyle ortadan kaldırmada başarılı olmamıştır.
93:4.15 (1018.4) İsa gibi Melçizedek, bahşedilme görevinin yerine getirilmesine harfi harfine bağlı kaldı. O, dünyanın alışkanlıklarını değiştiren bir biçimde adetler üzerinde köklü değişikliklerde bulunmaya girişmedi; buna ek olarak o, gelişmiş sıhhi uygulamaları veya bilimsel gerçeklikleri bile duyurmadı. O iki görevi yerine getirmek için gelmişti: dünya üzerinde tek Tanrı’nın gerçekliğini canlı tutmak ve bu Kâinatın Yaratıcısı’na ait bir Cennet Evladı’nın ilerideki fani bahşedilişi için zemin hazırlamak.
93:4.16 (1018.5) Melçizedek, doksan dört yıl boyunca Salem’de giriş düzeyindeki açığa çıkarılış gerçekliği öğretti; ve bu süreç boyunca İbrahim Salem okuluna üç farklı seferde katıldı. O nihai olarak, Melçizedek’in en parlak öğrencileri ve başlıca destekçilerinden biri haline gelerek Salem öğretilerini sonradan benimseyen bir inanan haline geldi.
93:5.1 (1018.6) Her ne kadar “seçilmiş insanlardan” bahsetmek bir hata olabilse de, İbrahim’e seçilmiş bir birey olarak atıfta bulunmak bir yanlış değildir. Melçizedek İbrahim’e, çoğul ilahiyatlara duyulan hâkim inançtan farklılaşan bir biçimde tek Tanrı’nın gerçekliğini canlı tutma sorumluluğunu yüklemişti.
93:5.2 (1018.7) Maçiventa’nın etkinlikleri için yerleşke olarak Filistin’in tercih edilmesi kısmi bir biçimde, önderliğin olanaklarını içinde barındıran bir insan ailesiyle ilişki kurma arzusuna dayanmıştı. Melçizedek’in bedenselleştirilmesi döneminde İbrahim’in sahip olduğu gibi Salem’in inancını almaya eşit derecede hazır olan birçok aile bulunmaktaydı. Kırmızı insanlar ve sarı insanlara ek olarak batı ve kuzeyde bulunan And topluluklarının soyları arasında eşit düzeyde bahşedilmiş aileler bulunmaktaydı. Ancak, tekrar etmek gerekirse, bu yerlerin hiçbiri; Mikâil’in ilerideki ortaya çıkışı için Akdeniz’in doğu sahili kadar elverişli bir biçimde konumlanmamıştı. Melçizedek’in Filistin’deki görevi ve Mikâil’in Musevi insanları arasındaki takip eden ortaya çıkışı Filistin’in merkezi bir biçimde, dünyanın bu dönemdeki mevcut ticaret, seyahat ve medeniyetine göre merkezi bir biçimde konumlanması gerçeği biçiminde coğrafya tarafından hiç de az oranda belirlenmemişti.
93:5.3 (1018.8) Belirli bir süre boyunca Melçizedek alıcıları, İbrahim’in atalarını gözler bir konumda bulunmaktaydılar; ve onlar kendilerinden emin bir biçimde us, özel teşebbüs, bilgelik ve içtenlik tarafından nitelenecek belirli bir nesil içindeki doğumu beklemekteydiler. İbrahim’in babası olan Taruh’ın çocukları her bakımından bu beklentileri karşılamaktaydılar. Taruh’ın bu çok yönlü çocukları ile iletişim olasılığı Melçizedek’in; Mısır, Çin, Hindistan veya diğer kuzey kabileleri yerine Salem’de ortaya çıkmasıyla ciddi bir biçimde ilgiliydi.
93:5.4 (1019.1) Taruh ve onun bütüncül ailesi, Keldani ulusunda duyurulan Salem dininin dönüştürdükleri gönülsüz inananlardandı onlar Melçizedek’ten, Ur’da Salem öğretilerini duyuran bir Fenik öğretmeni olan Ovid’in vaazı aracılığıyla haberdar olmuştu. Onlar Ur’dan, doğrudan bir biçimde Salem’e gitme amacıyla ayrılmışlardı ancak İbrahim’in kardeşi Nahor, Melçizedek’i henüz görmeyen bir biçimde, isteksiz olup, onları Haran’da oyalanmaya ikna etti. Ve Filisten’e ulaşmalarından uzunca bir süre sonra, aile tanrıların hepsini ortadan kaldırmaya gönüllü olmalarından önce, bu tanrıları beraberlerinde getirmişlerdi; onlar, Mezopotamya’nın birçok tanrısından Salem’in tek bir Tanrısı için vazgeçmede ağır hareket etmektelerdi.
93:5.5 (1019.2) İbrahim’in babası olan Terah’ın ölümünden birkaç hafta sonra, Melçizedek öğrencilerinden bir tanesi olan Hititli Jaram’ı şu davetiyeyi uzatması için İbrahim ve Nahor’a gönderdi: “Ebedi Yaratıcı’nın gerçekliğine dair öğretilerimizi duyacağınız yer olan Salem’e gelin, ve siz iki kardeş olan aydınlanmış doğumunda tüm dünya kutsanmış olsun.” Bu aşamada Nahor, Melçizedek’in öğretilerini bütünüyle kabul etmemiş bir haldeydi; o geride kalıp, ismini taşıyan güçlü bir şehir devleti kurdu; ancak İbrahim’in yeğeni olan Lut, amcasıyla birlikte Salem’e gitmeye karar verdi.
93:5.6 (1019.3) Salem’e varmaları üzerine İbrahim ve Lut, kuzey akıncılarının beklenmedik birçok saldırısına karşı kendilerini savunabilecekleri yer olan yakın şehirdeki tepelik bir sığınağı seçti. Bu dönemde Hitit, Asurî, ve Filistinli unsurlara ek olarak diğer topluluklar sürekli bir biçimde merkezi ve güney Filistin’in kabilelerine saldırmaktalardı. Tepelerdeki korunaklı ana yerleşkelerinden İbrahim ve Lut Salem’e, sık dini yolculuklarda bulundu.
93:5.7 (1019.4) Salem yakınında kurulmalarından çok geçmeden İbrahim ve Lut, bu dönemlerde Filistin’de bir kıtlık döneminin yaşanması nedeniyle yiyecek erzakları elde etmek için Nil vadisine seyahat etmişlerdi. Mısır’da kısa ikameti boyunca İbrahim, Mısır hanedanında uzak bir akrabasını buldu; ve o bu kral için, iki başarılı askeri seferin kumandanı olarak hizmet etti. Nil’deki kısa süreli ikametinin sonuna doğru o ve karısı Sare sarayda yaşayıp, Mısır’dan ayrıldıkları zaman İbrahim’e askeri seferlerinin getirdikleri ganimetlerden bir pay verilmişti.
93:5.8 (1019.5) İbrahim için Mısır saltanatının onurlarını terk edip, Maçiventa tarafından sunulan daha ruhsal göreve geri dönmek büyük bir kararlılığı gerektirmişti. Ancak Melçizedek’e Mısır’da bile derin saygı beslenmekteydi; ve tüm hikâye Firavun’a anlatıldığı zaman, o Salem’in gayesi için verdiği sözleri yerine getirmesi amacıyla geri dönmesini İbrahim’den güçlü bir biçimde talep etti.
93:5.9 (1019.6) İbrahim kralsı gelecek arzularına sahipti; ve Mısır’dan geri dönüşte Kenan’ın tamamını taabiyetine bağlama ve kendi insanlarını Salem’in yönetimine getirme tasarısını Lut ile paylaştı. Lut, daha çok işle ilgiliydi; bu nedenle, daha sonraki bir anlaşmazlıktan sonra ticaret yapmak ve hayvan yetiştirmek Sodom’a için gitti. Lut ne askeri bir yaşamı ne de bir çoban yaşamını sevmişti.
93:5.10 (1019.7) Ailesi ile birlikte Salem’e döndükten sonra İbrahim, askeri tasarımlarını olgunlaştırmaya başladı. O yakın bir zaman içinde Salem yerleşkesinin idari yöneticisi olarak tanınmış olup, yedi yakın kabileyi önderliği altında özerk bir biçimde topladı. Gerçekten’de Melçizedek, Salem’in gerçeklerine dair bir bilgiye daha hızlı bir biçimde getirilmesi için kılıçla komşu kabilelere köşe bucak bir ateşle giden İbrahim’i dizginlemede büyük zorluk çekmekteydi.
93:5.11 (1019.8) Melçizedek tüm çevre kabileler ile barışçıl ilişkileri idare etmişti; o askeri olmayıp, ileri geri gittiklerinde askeri birliklerin hiçbiri tarafından saldırıya uğramamıştı. O tamamiyle, ileride aynen hayata geçirileceği gibi, İbrahim’in Salem için savunmasal bir siyasayı oluşturmasını arzulamaktaydı ancak o, öğrencisinin fetih için hırslı tasarılarını onaylamayacaktı böylelikle orada, İbrahim’in Hebron’a kendisine ait askeri başkenti kurmak için gidişi biçiminde, ilişkisel düzeyde bir dostane ayrılık gerçekleşti.
93:5.12 (1020.1) Meşhur Melçizedek ile olan yakın ilişkisi nedeniyle İbrahim, çevreleyen küçük krallar üzerinde büyük üstünlüğe sahip oldu; onların hepsi Melçizedek’e derin saygı besleyip, haddinden fazla bir biçimde İbrahim’den korkmuşlardı. İbrahim bu korkuyu bilmekte olup, komşulara saldırmak için sadece elverişli bir fırsat kolladı ve bu bahane, bahse konu idarecilerden bazılarının Sodom’da ikamet eden yeğeni Lut’un mal varlığına saldırma cüreti gösterdiklerinde geldi. Bunu duyması üzerine İbrahim, yedi özerk kabilenin sorumlu başkanlığında, düşman üzerine yürüdü. 318 yakın koruması, bu zamanlar 4.000’den fazla sayıya ulaşan kişiden oluşan orduyu kumanda ediyordu.
93:5.13 (1020.2) Melçizedek İbrahim’in savaş ilanını duyduğunda, kendisini vazgeçirmek için yerleşkesinden ayrıldı ancak ulaştığında eski takipçisini yalnızca, savaştan galip dönen bir biçimde yakaladı. İbrahim; Salem’in Tanrısı’nın düşmanları karşısında kendisine zaferi verdiğinde ısrar edip, ganimetlerin onda birini Salem hazinesine aktarmakta diretti. Diğer yüzde doksanını kendi başkenti olan Hebron’a aktardı.
93:5.14 (1020.3) Bu Siddim savaşından sonra İbrahim; on bir kabileden oluşan ikinci bir konfederasyonun önderi oldu, ve sadece Melçizedek’e vergi ödemeyip yakında bulunan herkesin aynı şeyi yapmasını gözetledi. Sodom’un kralı ile olan dış siyaset ilişkileri, kendisine oldukça yaygın bir biçimde beslenen korku ile birlikte, Sodom kralı ile diğerlerinin Hebron askeri konfederasyonuna katılmasıyla sonuçlandı İbrahim Filistin’de güçlü bir devlet kurma yolunda gerçekten de iyi bir konumdaydı.
93:6.1 (1020.4) İbrahim, tüm Kenan yerleşkesinin fethini tasarlamıştı. Onun kararlılığı sadece, Melçizedek’in bu girişime izin vermemesi gerçeğiyle zayıflamıştı. Ancak İbrahim; bu sunulan krallığın yöneticisi olarak onu takip edecek bir evlada sahip olmayışının düşüncesi kendisini endişeye sevk ettiğinde, bu tasarıma girişmeye karar verme arifesinde bulunmaktaydı. Melçizedek ile birlikte bir başka görüşme düzenledi; ve bu görüşme süresince Tanrı’nın görünebilen Evladı olan Salem’in din adamı İbrahim’i, cennetin krallığının ruhsal kavramı için maddi fetih ve geçici yönetime dair tasarımından vazgeçmeye ikna etti.
93:6.2 (1020.5) Melçizedek İbrahim’e, Amori unsurlarının konfederasyonu ile çekişmenin faydasızlığını açıkladı ancak eşit bir biçimde, bu geri kalmış kavimlerin yapmakta oldukları budalaca uygulamalarıyla, İbrahim’in ileride fazlasıyla sayıları çoğalacak olan soylarının kolayca alt edebilecekleri düzeyde kendilerine kesinlikle zarar verdiklerini açıklığa kavuşturdu.
93:6.3 (1020.6) Ve Melçizedek İbrahim ile birlikte Salem’de resmi bir sözleşmede bulundu. İbrahim’e “Şimdi gökyüzüne bak ve eğer yapabiliyorsan yıldızları say; senin tohumların onlar kadar fazla olacak” demiştir. Ve İbrahim Melçizedek’e inanmıştı, “ve bu onun hanesine doğruluk olarak sayılmıştı.” Ve bunun sonrasında Melçizedek İbrahim’e, Mısır’daki ikametlerinden sonra doğumu tarafından Kenan’ın gelecekteki fethinin hikâyesini anlattı.
93:6.4 (1020.7) Melçizedek’in İbrahim ile yaptığı bu sözleşme, Tanrı’nın her şeyi yapmayı aracılığı ile kabul etmiş olduğu kutsallık ve insanlık arasındaki büyük Urantia anlaşmasını yansıtmaktadır; insan sadece Tanrı’nın sözlerine ve onun yönergelerine inanmaya karar vermektedir. Bu döneme kadar kurtuluşun sadece — defa verme ve adaklar olarak — bir şeyleri yerine getirmekle teminat altına alınabileceğine inanılmaktaydı bu aşamada Melçizedek Urantia’ya tekrar, Tanrı’nın iyiliği olan kurtuluşa inanç ile sahip olunabileceği müjdesini getirmişti. Ancak Tanrı’ya olan yalın inancın bu müjdesi haddinden fazla ileri düzeydeydi; Sami kabile üyeleri ilerleyen dönemlerde, kan akıtmayla eski fedalara ve günahların kefaretine geri dönmeyi tercih etmişlerdi.
93:6.5 (1021.1) Bu sözleşmenin oluşturulması üzerinden çok geçmeden İbrahim’in oğlu İshak, Melçizedek’in sözü uyarınca dünyaya gelmişti. İshak’ın doğumundan sonra İbrahim, kayıtlara geçirilmesi için Salem’e giderek Melçizedek ile olan sözleşmesine karşı oldukça ciddi bir tutum takınmıştı. Sözleşmenin bu kamuya açık, resmikabulünde ismini İbram’dan İbrahim’e değiştirmişti.
93:6.6 (1021.2) Salem inanlarının çoğu, Melçizedek tarafından hiçbir zaman şart koşulmamış olsa da, sünneti uygulayan bir konumda bulunmaktaydılar. Geçmiş sünnete o kadar karşı bir konumda bulunmuştu ki bu aşamada İbrahim, Salem sözleşmesinin onaylanmasının bir simgesi olarak bu ayini resmi bir biçimde kabul ederek bahse konu etkinliği bu vesileyle resmileştirmeye karar verdi.
93:6.7 (1021.3) Melçizedek’in daha büyük tasarımları adına kişisel nitelikli gelecek arzularının bu gerçek ve kamuya açık tesliminden sonra, Mamre düzlükleri üzerinde kendisine üç göksel varlık göründü. Sodom ve Gomora’nın doğal yıkımı ile ilgili ileride uydurulan anlatılar ile sahip olduğu bağa rağmen bu durum, gerçekleşmiş bir oluşumdu. Ve bu günlere dair bahse konu efsane ve olaylar, yakın zamana kadar bile ahlaki değerlerin ve etik kuralların ne kadar geri kalmış düzeyde bulunmuş olduğunu göstermektedir.
93:6.8 (1021.4) Ciddi sözleşmenin tamamlanması üzerine İbrahim ve Melçizedek arasındaki uzlaşma bütüncül konumuna erişmişti. İbrahim tekrar, Melçizedek kardeşliğinin listesinde en yüksek döneminde yüz binden fazla düzenli aşar vergisi veren bireyi taşımış küçük Salem halkının iradi ve askeri önderliğini üstlenmişti. İbrahim Salem tapınağını fazlasıyla geliştirmiş olup, okulun tamamı için yeni çadırlar tedarik etti. O yalnızca aşar düzenini geliştirmedi, aynı zamanda okul işlerinin idaresinde birçok gelişmiş yöntemi kurumsallaştırdı bunun yanı sıra, örgütlenmiş din yayma etkinliğinden sorumlu biriminin daha iyi idaresine fazlasıyla katkı sağladı. O, sürülerin gelişiminin ve Salem’in mandıra tasarımlarının yeniden örgütlenişinin gerçekleştirilmesi için fazla çok şey yaptı. İbrahim, döneminin varlıklı bir kişisi olarak kıvrak zekâlı ve verimliliği gözeten bir iş adamıydı o çok fazla bir biçimde dindar değildi, ancak o bütüncül bir biçimde içtendi; ve o, Maçiventa Melçizedeği’ne inanmıştı.
93:7.1 (1021.5) Melçizedek öğrencilerini eğitmeye ve özellikle Mısır, Mezopotamya ve Anadolu olmak üzere çevreleyen tüm kabilelere girmiş olan Salem din yayıcılarını hazırlamaya belli bir süre devam etti. Ve on yıllar ilerledikçe bu öğretmenler, Tanrı’ya olan inanış ve inanca dair Maçiventa müjdesini beraberlerinde taşıyarak Salem’den çok uzaklara seyahat ettiler.
93:7.2 (1021.6) Van gölünün etrafında kümelenmiş olan Âdemoğlu soyları, Salem inancına ait Hitit öğretmenlerinin gönüllü dinleyicileriydiler. Bir zamanlar And unsurlarının merkezi olan bu yerden öğretmenler, Avrupa ve Asya’nın uzak bölgelerine gönderilmişlerdi. Salem din yayıcıları Avrupa’nın tümüne, hatta Britanya Adaları’na girişmişlerdi. Bir topluluk Faroe Adaları boyunca İzlanda’nın Andon unsurlarına giderken, diğerleri Çin’i katedip Japonya’nın doğu adalarına ulaştı. Doğu Yarımküre’nin kabilelerini aydınlatmak için Salem, Mezopotamya ve Van Gölü’nden hareket eden erkek ve kadınların yaşamları ve deneyimleri insan ırkına ait tarihsel yıllıklarında kahramansal bir bölümü sunmaktadır.
93:7.3 (1022.1) Ancak bu görev o kadar büyük ve kabileler o kadar geri bir düzeydeydi ki, elde edilen sonuçlar ayırt edilemeyen ve belirsiz bir nitelikteydi. Bir nesilden diğerine Salem müjdesi çeşitli yerlerde kendine yer buldu; ancak Filistin dışında bu durum gerçeklik taşımaktaydı, burada tek Tanrı’ya dair düşünce hiçbir zaman bir kabilenin veya bir ırkın tümünün devamlı bağlılığını elde edememişti. İsa’nın gelişinden uzunca bir süre önce öncül Salem din yayıcılarının öğretileri çoğunlukla, eski ve daha evrensel hurafelerin ve inançların altına gömülmüş bir durumdaydı. Özgün Melçizedek müjdesi neredeyse tamamen; Büyük Anne, Güneş ve diğer ilkçağ inanışlarına dair inançlar tarafından emilmiş hale gelmişti.
93:7.4 (1022.2) Matbaa sanatının faydalarını bugün memnuniyetle deneyimleyen sizler, bu öncül dönemlerde gerçekliği devamlı kılmanın ne kadar zor olduğunu çok az bir biçimde anlamaktasınız; yeni bir öğretiyi gözden kaybetmek bir nesilden diğerine ne kadar da kolaydı. Orada her zaman yeni bir öğretinin, dini eğitim ve büyü uygulamasının eski bünyesi tarafından emilen hale gelişinde bir eğilim bulunmaktaydı. Yeni bir açığa çıkarılışın özü her zaman, eski evrimsel inanışlar tarafından bozulmaktadır.
93:8.1 (1022.3) Sodom ve Gomara’nın yok edilişinden kısa bir süre sonra Maçiventa, Urantia üzerindeki acil durum bahşedilişini sonlandırmaya karar verdi. Melçizedek’in beden içinde kısa süreli ikametini sonlandırma kararı, çok sayıdaki koşullardan etkilenmişti; bunlardan başlıcası, çevreleyen kabilelerin ve hatta doğrudan birlikteliklerinin onu, bir doğa-üstü varlık biçiminde gören bir biçimde, ki gerçekten de öyleydi, bir yarı-tanrı olarak değerlendirmeye dair artan eğilimleriydi; ancak onlar kendisine haddinden fazla ve oldukça hurafesel bir korkuyla derin saygı duymaya başlamaktaydılar. Bu nedenlere ek olarak Melçizedek, bir tek Tanrı’ya dair gerçekliğin takipçilerinin akıllarında güçlü bir biçimde yer eden konuma gelmesi için İbrahim’in ölümünden yeterli bir süre önce dünyasal etkinliklerinin sahnesinden ayrılmayı istedi. Bu doğrultuda Maçiventa bir gece, insan dostlarına iyi geceler söyledikten sonra Salem’deki çadırına çekildi; ve sabah vakti dostları onu aradığında, o artık orada değildi; çünkü onun akranları kendisini buradan çoktan alıp götürmüştü.
93:9.1 (1022.4) Melçizedek’in oldukça ansızın gerçekleşen bir biçimde ortadan kaybolması İbrahim için büyük bir sınavdı. Her ne kadar akranlarını Melçizedek’in geldiği gibi bir gün gitmek zorunda olduğu hususunda bütünüyle uyarmış bir konumda bulunduysa da, onlar muhteşem önderlerinin kaybını kabullenememişlerdi. Her ne kadar bu dönemin tarihi anlatıları Musevi köleleri Mısır’ın dışına doğru yönlendirdiğinde Musa’nın inşa ettiği şeyler olsa da, Salem’de inşa edilen büyük düzen neredeyse ortadan kayboldu.
93:9.2 (1022.5) Melçizedek’in kaybı İbrahim’in kalbinde, hiçbir zaman bütünüyle üstesinden gelemediği bir üzüntü yarattı. Maddi bir krallığı inşa etme arzusunu terk ettiği zaman Hebron’u terk etmiş bir konumda bulunmaktaydı ve bu aşamada, ruhsal krallığın inşasında bulunduğu birlikteliğinin kaybı üzerine, bir takım isteklerinin bulunduğu Gerar’ın yakınında yaşamak için güneye doğru hareket eden bir biçimde Salem’den ayrıldı.
93:9.3 (1022.6) İbrahim, Melçizedek’in ortadan kayboluşundan hemen sonra korku duyan ve ürkek bir hale geldi. Abimelek karısını elde etsin diye Gerar’a vardığında kimliğini sakladı. (Sare ile evliliğinden kısa bir süre sonra İbrahim bir gece, muhteşem karısını elde etmek amacıyla kendisini öldürmeye dair tasarlanmış bir kumpası duydu. Bu derin korku, aksi durumlarda cesur ve gözü pek önder için bir dehşete dönüştü; tüm yaşamı boyunca o, Sare’yi elde etmek için birinin kendisini gizlice öldüreceğinden korktu. Ve bu durum, üç farklı olayda, bu cesur adamın neden gerçek bir korkaklık göstermiş olduğunu açıklamaktadır.)
93:9.4 (1023.1) Ancak İbrahim, Melçizedek’in varisi görevinden uzunca bir süre geri kalacak birisi değildi. Yakın bir zaman içerisinde o ve öğretilerinin saflığı Filistin ve Abimelek topluluklarından kendi dinine bireyler katıp, onlarla bir anlaşma imzalayıp, karşılığında, özellikle ilk doğan-çocukları feda etme uygulamaları olmak üzere, sahip oldukları hurafelerin birçoğu tarafından bozulmuş hale geldi. Böylelikle İbrahim Filistin’de tekrar büyük bir önder haline geldi. O tüm topluluklar tarafından derin saygı görüp, tüm krallar tarafından onurlandırılmıştı. O tüm çevre kabilelerinin ruhsal önderi olup, onun etkisi ölümden sonra bir süre boyunca varlığını sürdürmeye devam etti. Yaşamının son yılları boyunca bir kez daha o, öncül etkinliklerinin mekânı ve Melçizedek’e bağlı bir biçimde çalışmış olduğu yer olan Hebron’a bir kez daha döndü. İbrahim’in son eylemi, güvenilir hizmetkârlarını insanları içinden bir kadını evladı İshak için bir eş olarak güvence altına alması için Mezopotamya sınırı üzerinde bulunan kardeşi Nahor’un şehrine göndermesi oldu. Kuzenler ile evlenmek uzun yıllar boyunca İbrahim’in insanlarının âdeti olmuş bir konumdaydı. Ve İbrahim, Salem’in ortadan kaybolmuş okullarında Melçizedek’ten öğrenmiş olduğu Tanrı’ya duyulan inançtan emin bir biçimde hayata gözlerini yumdu.
93:9.5 (1023.2) Melçizedek’in hikâyesini bir sonraki neslin kavraması zordu; beş yüz yıl içinde birçokları bütüncül anlatımı bir mit olarak değerlendirdi. İshak, babasının öğretilerine oldukça yüksek bir değer atfedip, küçük Salem halkının müjdesini besledi; ancak Yakup için bu tarihi anlatımların önemini anlamak daha zordu. Yusuf Melçizedek’e güçlü bir inanan olup, büyük ölçüde bu nedenle, kardeşleri tarafından bir hayalci olarak değerlendirilmişti. Mısır’da Yusuf’a verilen onur başlıca, büyük-büyükbabası olan İbrahim hatıratı nedeniyleydi. Yusuf, Mısır ordularının askeri kumandasına önerilmişti; ancak Melçizedek’in tarihi anlatımlarına ek olarak İbrahim ve İshak’ın daha sonraki öğretilerinin bu türden güçlü bir inananı olduğu için, cennet krallığının gelişimi için böylelikle daha iyi bir iş yapabileceğine inanarak bir kamu idarecisi konumunda hizmet etmeyi tercih etti.
93:9.6 (1023.3) Melçizedek’in öğretileri bütüncül ve tamamlanmıştı ancak bu dönemlere dair kayıtlar, her ne kadar birçoğu Babil’de Eski Ahit kayıtlarının topluca düzeltilmesi vaktine kadar bu yaşananlara dair belli bir anlayışa sahip olduysa da, bu daha sonraki Musevi din adamları için imkânsız ve hayal ürünü olarak göründü.
93:9.7 (1023.4) Eski Ahit kayıtlarının İbrahim ile Tanrı arasında geçen konuşmalar olarak tasvir ettiği şeyler, gerçekte İbrahim ve Mikâil arasındaki görüş alış-verişleriydi. Daha sonraki nüshacılar Melçizedek kavramını Tanrı ile eşanlamlısı olarak gördüler. İbrahim ve Sare’nin “Tanrı’nın meleği” ile gerçekleştirdiği birçok iletişim, onların Melçizedek’e yaptığı çok sayıdaki ziyaret anlamına gelmektedir.
93:9.8 (1023.5) İshak, Yakup ve Yusuf’a dair Musevi anlatıları, Babil esareti boyunca Musevi din adamları tarafından bu kayıtların bir araya getiriliş zamanında bilerek ve bilmeden yapılan değişiklikler biçimde gerçeklerden birçok sapışı aynı anda içlerinde barındırsalar da, İbrahim hakkında olanlardan çok daha fazla güvenilirdir. Kantura, İbrahim’in bir karısı değildi; Hagar gibi o sadece bir cariyeydi. İbrahim tüm malvarlığı, gösterge eş olan Sare’nin oğlu İshak’a devredildi. İbrahim, kayıtların gösterdiği kadar yaşlı değildi; ve onun eşi çok daha gençti. Bu yaşlar, ileride gerçekleşen İshak’ın sözde mucizevî doğumunu desteklemek için kasıtlı bir biçimde değiştirilmişti.
93:9.9 (1023.6) Musevilerin milli benliği, Babil esareti tarafından devasa bir biçimde karamsarlığa düşmüştü. Alt düzeydeki milli konumlarına tepki olarak onlar, Tanrı’nın seçilmiş insanları olarak kendilerini tüm ırkların üstüne çıkaran bir görüş ile içinde tarihi anlatımlarını çarpıttıkları ve saptırdıkları milli ve ırksal bencilliğin diğer aşırı ucuna kaymışlardı ve böylece onlar özenle, İbrahim ve diğer ulusal önderlerini Melçizedek’i de içine alan bir biçimde tüm diğer kişilerin çok üzerine çıkarma amacıyla tüm kayıtlarını değiştirdiler. Musevi nüshacıları böylelikle; sadece, İbrahim’e büyük bir onurun verilişini yansıttığını düşündükleri Siddim savaşından sonra İbrahim ve Melçizedek buluşmasına dair anlatımı muhafaza eden bir biçimde, bu çok önemli dönemlere dair bulabildikleri her kaydı yok etmişlerdi.
93:9.10 (1024.1) Ve böylece, Melçizedek’i gözden yitirerek söz verilen bahşedilmiş Evlat’ın ruhsal görevi ile ilgili bu acil durum Evladı’nın öğretisini de gözden kaçırmışlardır; bu görevin doğasına dair gözden kaçırış oldukça bütüncül ve eksiksizdi ki soylarının çok azı, dünya üzerinde ve beden içinde ortaya çıktığında Maçiventa’nın önceden haber verdiği Mikâil’i tanımaya ve onu teslim almaya yetkin veya istekliydi.
93:9.11 (1024.2) Ancak Musevi Kitabı’nın yazarlarından bir tanesi Melçizedek’in görevini anlamıştı, çünkü şu ifade orada yazmaktadır: “En Yüksek Unsur’un din adamı olan Melçizedek aynı zamanda barışın kralıydı babası olmadan, annesi olmadan, soyu olmadan, ne yaşam başlangıcına ne de yaşam sonuna sahipti, ama bir Tanrı Evladı gibi yaratılmıştı, o sürekli bir din adamı olarak kalmaya devam etmektedir.” Bu yazar Melçizedek’i, İsa’nın “Melçizedek’in düzeyinde sonsuza kadar bir hizmetkâr olduğunu” onaylayan bir biçimde, Mikâil’in daha sonraki bahşedilişini bir türü olarak tasvir etmişti. Her ne kadar bu karşılaştırma tamamiyle yararlı olmasa da, İsa’nın dünya bahşediliş zamanındaki görevindeyken “on iki Melçizedek teslim alıcısının emirleri üzerine” Urantia için geçici unvan aldığı kelimenin tam anlamıyla doğruydu.
93:10.1 (1024.3) Maçiventa’nın bedenselleştirildiği yıllar boyunca Urantia’nın Melçizedek teslim alıcıları on bir unsur olarak faaliyet gösterdi. Maçiventa bir acil durum Evladı olarak görevinin tamamlanmış olduğunu düşündüğünde, bu gerçeği on bir birlikteliğine işaret etti; ve onlar derhal, bedenden vasıtasıyla kurtulacağı ve güvenli bir biçimde özgün Melçizedek düzeyine geri döndürüleceği yöntemi hazır hale getirdi. Ve Salem’den ayrılışının üçüncü gününde Urantia görevi altındaki on bir akranı arasında ortaya çıkıp, Satania’nın 606’ncısının gezegensel teslim alıcılarından biri olarak ara verilmiş hizmet sürecine devam etti.
93:10.2 (1024.4) Maçiventa, beden ve kanın bir yaratılmışı olarak bahşedilmişliğini tıpkı anlık ve tören olmadan başlamış olduğu gibi sonlandırdı. Ne onun ortaya çıkışına ne de ayrılışına, herhangi bir olağandışı bildirim veya gösteri eşlik etti; ne yeniden diriliş liste çağrıları ne de gezegensel yazgı dönemin sonlanması Urantia üzerindeki ortaya çıkışını belirledi; o bir acil durum bahşedilmişiydi. Ancak Maçiventa; Yaratıcı Melçizedek tarafından olması gerektiği biçimde bedenden salıverilişine kadar, ve acil durum bahşedilmişliğinin, Salvington’un Cebrail’i olan Nebadon’un baş yöneticisinin onayını almış olduğu kendisine bilgilendirilene kadar, insan varlıklarının bedeni içindeki kısa süreli ikametini sonlandırmadı.
93:10.3 (1024.5) Maçiventa Melçizedeği, beden içinde bulunduğunda öğretilerine inanmış insanlara ait soylarının gidişatı karşısında büyük bir ilgi beslemeye devam etti. Ancak, Ken unsurlarıyla birleşmiş halde bulunan İshak vasıtasıyla İbrahim’in soyu, Salem öğretilerine dair herhangi bir kesin kavramı beslemeye uzun süre devam etmiş tek koldu.
93:10.4 (1024.6) Bahse konu bu Melçizedek; birçok din adamı ve âlim ile birlikte ilerleyen on dokuz çağ boyunca işbirliğinde bulunmaya, böylece Mikâil’in dünya üzerindeki ortaya çıkışı için makul bir vakte kadar Salem’in gerçeklerini canlı tutmaya çabalamaya devam etti.
93:10.5 (1025.1) Maçiventa, Urantia üzerinde Mikâil’in zaferi dönemlerine kadar bir gezegensel teslim alıcısı olarak görevine devam etti. Daha sonra o; Urantia’nın Vekil Gezegensel Prens’i unvanını taşıyan bir biçimde yaratan Evlat’ın Jerusem üzerindeki kişisel elçisi konumuna çok yakın bir zaman içerisinde yükseltilmiş olarak, Jerusem’de yirmi dört yöneticiden biri olmak üzerine Urantia hizmetine verilmişti. Urantia yerleşik bir gezegen olarak kalmayı sürdürdükçe Maçiventa Melçizedeği’nin; evlatlığa ait kendi düzeyinin sorumluluğuna tamamen dönmeyeceği, zamansal olarak sonsuza kadar İsa Mikâili’ni temsil eden bir gezegensel hizmetkâr konumunda kalmaya devam edeceği bizim inancımızdır.
93:10.6 (1025.2) Onunkisi Urantia üzerinde bir acil durum bahşedilmesi olduğu için, kayıtlarımızda Maçiventa geleceğinin ne olacağı yer almamaktadır. Nebadon’un Melçizedek birliğinin, sayılarından bir tanesinin kalıcı kaybı ile görevlerine devam etmeleri sonuçsal olarak gelişebilir. Edentia’nın En Yüksek unsurları tarafından yakın zamanda iletilmiş ve Uversa’nın Zamanın Ataları tarafından daha sonra onaylanmış emirler, bu bahşedilmiş Melçizedek’in düşmüş Gezegensel Prens olan Caligastia’nın yerini nihai olarak alacağına güçlü bir biçimde işaret etmektedir. Eğer bu husustaki varsayımlarımız doğru ise; Maçiventa Melçizedeği’nin Urantia üzerinde bizzat tekrar ortaya çıkabileceği, ve tahtan indirilmiş Gezegensel Prens’in görevini değişikliğe uğramış bir biçimde üstenebileceği, veya şu an hâlihazırda Urantia’nın Gezegensel Prens unvanını taşıyan İsa Mikâili’ni temsil eden bir konumda vekil Gezegensel Prens olarak dünya üzerinde faaliyet göstermek için farklı bir biçimde ortaya çıkması tamamiyle mümkündür. Maçiventa’nın geleceğinin ne olabileceği bizler için hiç de kesin olmasa da, oldukça yakın bir zaman içerisinde gerçekleşen olaylar bahsi geçen varsayımların gerçekten muhtemel bir biçimde çok daha uzak olmadığını güçlü bir şekilde işaret etmektedir.
93:10.7 (1025.3) Bizler Urantia üzerindeki zaferiyle Mikâil’in, nasıl hem Caligastia ve hem de Âdem’in varisi, nasıl gezegensel Barış Prens’i ve ikinci Âdem haline geldiğini oldukça iyi bir biçimde anlamaktayız. Ve şimdi bizler, Urantia’nın Vekil Gezegensel Prens unvanının bu Melçizedek’e verilişine dikkatle bakmaktayız. O aynı zamanda Urantia’nın Vekil Maddi Evladı olacak mı? Yâda orada, gezegenin Âdem ve Havvası’nın gelecekte bir gün gerçekleştireceği veya Urantia’nın ikinci Âdemi’nin vekil unvanları ile birlikte Mikâil’in temsilcileri olarak soylarından birinin dönüşü biçiminde beklenmeyen ve öngörülemeyen bir olayın gerçekleşme olasılığı mı var?
93:10.8 (1025.4) Ve, Yaratan Evlat’ın gelecekte bir gün geri dönüşü ile ilgili verdiği açık sözle iniltili olarak, Hem Hakimane hem de Kutsal Üçleme Öğretmen Evlatları’nın gelecekteki ortaya çıkışlarının kesinliği ile ilgili bu tahminlerin hepsi; Urantia’yı geleceği bilinmeyen bir gezegen yapmakta olup, onu Nebadon’un bütüncül evreni içinde en ilgi çekici ve en merak uyandırıcı âlemlerinden biri kılmaktadır. Urantia ışık ve yaşam dönemine yaklaşırken gelecek bir çağda, Lucifer isyanı ve Caligastia ayrılığına dair yargı süreci kesin bir biçimde karar bağlandıktan sonra, bizler eş zamanlı bir biçimde Maçiventa, Âdem, Havva ve İsa Mikâili’ne ek olarak ya bir Hakimane Evlat veya hatta Kutsal Öğretmen Evlatları’nın Urantia üzerindeki mevcudiyetlerine bile şahit olabiliriz.
93:10.9 (1025.5) Yirmi dört danışmandan oluşan Jerusem’in Urantia yöneticileri birliği içindeki Maçiventa’nın mevcudiyetinin; onun Urantia fanilerini, Kesinliğin Cennet Birlikleri’ne kadar bile ilerleme ve yükselişin evren düzeni boyunca nihai olarak takip edeceği düşüncesini doğrulayan yeterli kanıt olduğu uzun süreden beri bizim düzeyimizin sahip olduğu görüştür. Bizler Âdem ve Havva’nın böylelikle, Urantia ışık ve yaşam içinde istikrara kavuşmuş hale geldiğinde Cennet serüveni içinde dünya akranlarına eşlik etme nihai sonuna sahip kılındıklarını bilmekteyiz.
93:10.10 (1025.6) Bin yıldan daha az bir süre önce, bir zamanlar Salem’in bilgesi olan bu aynı Maçiventa Melçizedeği, âlemin ikamet halindeki genel valisi olarak görevde bulunarak yüz yıllık bir süre boyunca Urantia’da görünmez bir biçimde mevcut bulunmuştu; ve eğer gezegensel olaylarını yönetmeye dair mevcut düzenimiz devam ederse, bin yıldan biraz daha fazla bir süre sonra aynı görevde faaliyet gösteren zamanı gelince geri dönecektir.
93:10.11 (1026.1) Bu anlatım; şimdiye kadar Urantia’nın tarihi ile ilişkili hale gelmiş karakterlerin içinde en benzersizlerden biri olmasına ek olarak, alışılmışın ve olağanın dışındaki dünyanızın gelecek deneyimde önemli bir görevde bulunma nihai sonuna sahip kılınabilecek bir kişilik olarak Maçiventa Melçizedeği’nin hikâyesidir.
93:10.12 (1026.2) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
94. Makale
94:0.1 (1027.1) SALEM dininin öncül öğretmenleri; kutsal lütfu elde etmenin tek bedeli olarak insanın tek bir evrensel Tanrı’ya beslediği inanca ve duyduğu güvene dair Maçiventa’nın müjdesini sürekli olarak duyuran bir biçimde, Afrika ve Avrasya’nın en uzak kabilelerine girmişti. Melçizedek’in İbrahim ile gerçekleştirdiği sözleşme, Salem ve diğer merkezlerden dışarı yayılan öncül tanıtım söyleminin tümü için bir yöntem teşkil etmekteydi. Urantia hiçbir zaman bu zamandan beri hiçbir zaman, Doğu Yarımküre’nin tamamı üzerinde Melçizedek’in bu öğretilerini taşımış olan bahse konu kutsal erkek ve kadınlardan daha fazla istekli ve daha fazla kararlı din yayıcılarına sahip olmamıştır. Bu din yayıcıları, birçok insan topluluğu ve ırkından toplanmıştı; ve onlar öğretilerini geniş ölçüde, yeni dini benimseyen yerel bireylerin aracılığı ile yaymışlardı. Onlar; Salem dininin yerlilerine öğretmiş oldukları yerler olan dünyanın farklı bölgelerinde eğitim merkezleri kurup, bunun sonrasında bu öğrencileri kendi insanları arasında öğretmenler olarak faaliyet göstermesi için görevlendirmişti.
94:1.1 (1027.2) Melçizedek döneminde Hindistan, kuzeyden ve batıdan gelen Ari-And istilacılarının siyasi ve dini egemenliği altına yakın bir zamanda gelmiş bir konumda bulunan çok uluslu bir ülkeydi. Bu dönemde yarımadanın sadece kuzey ve batı kısımları geniş bir biçimde Ari toplulukları tarafından kaplanmaktaydı. Bu yeni gelen Vedik unsurları kendileriyle birlikte birçok kabile ilahiyatını getirmişlerdi. Onların dini ibadet türleri; babanın bir din adamı ve annenin ise bir din kadını olarak faaliyet göstermeyi sürdürmesine ek olarak aile ocağının hala bir sunak olarak kullanılması bakımından öncül And atalarının törensel uygulamalarını yakın bir biçimde takip etti.
94:1.2 (1027.3) Vedik inancı bu dönemde; ibadetin genişleyen ayinselliği üzerinde kademeli olarak denetimi üstlenmekte olan, öğretmen-din adamlarından meydana gelen Brahman toplumsal sınıfının yönetimi altında büyüme ve başkalaşım süreci içindeydi. Bir zamanlar otuz üç tane olan Ari ilahiyatının birleşimi, Salem din-yayıcıları Hindistan’ın kuzeyine girdiğinde çoktan oluşum halindeydi.
94:1.3 (1027.4) Bu Ari toplulukların çoktanrılıcılığı; her kabilenin kendine ait saygı duyduğu tanrıya sahip olması biçiminde, kabilesel birimlere olan ayrılışları nedeniyle gerçekleşmiş öncül tek-tanrıcılıklarının bir yozlaşmasını temsil etmişti. And Mezopotamyası’nın özgün tek-tanrıcılığı ve kutsal-üçleme-inancının bu bozuluşu, İsa’dan önceki ikinci binyılın öncül çağlarında yeniden sentezlenme oluşumu içerisindeydi. Birçok tanrı, cennetin koruyucusu olan Dyaus pitarın kutsal üçleme önderliği altında bir tanrılar birliğine evirilmişti; atmosferin dalgalı koruyucusu olan İndra ve üç başlı ateş tanrısı olan Agni sırasıyla, dünyanın hâkimine ve öncül kutsal Üçleme kavramının sembolik düzeye inmiş simgesine evirilmişti.
94:1.4 (1027.5) Başkalarının tanrılarını reddetmeyen inanca ait belirli gelişmeler, evirilmiş bir tek-tanrıcılığa ortam hazırlamaktaydı. En eski ilahiyat olan Agni sıklıkla, bütüncül tanrılar birliğinin baba-önderine yükseltilmişti. Zaman zaman Prajapati olarak adlandırılan, zaman zaman Brahma olarak tanımlanan, ilahi-baba kuramı; Brahman din-adamlarının daha sonra Salem öğretmenleri ile verdikleri din-kuramsal savaşta ortadan kaybolmuştu. Brahman, Vedik tanrılar birliğinin tamamını etkinleştiren enerji-kutsallığı olarak düşünülmüştü.
94:1.5 (1028.1) Salem din-yayıcıları, cennetin En Yüksek Unsuru olan tek olan Melçizedek’in Tanrısı’nı duyurmuşlardı. Bu tasvir, tüm tanrıların kökeni olan Yaratıcı-Brahma’ya dair ortaya çıkan kavramsallaşmayla bütünüyle uyumsuz bir konumda bulunmamaktaydı; ancak Salem inanışı ayinsel değildi, ve bu nedenle Brahman din adamlığının doğmalarına, geleneklerine ve öğretilerine doğrudan bir biçimde tezatlık oluşturdu. Brahman din adamları ayinsel adetler ve fedasal törenler dışında, Tanrı’nın lütfunu kazanma biçiminde, inanç ile kurtuluşun elde edilmesine dair Salem öğretisini hiçbir zaman kabul etmeyecekti.
94:1.6 (1028.2) Tanrı’ya olan güvene ve inanç yoluyla gelen kurtuluşa dair Melçizedek müjdesinin reddi, Hindistan için hayati bir dönüm noktasını simgelemişti. Salem din yayıcıları, ilkçağ Vedik tanrılarının tümüne olan inancın kaybolmasına fazlasıyla katkıda bulunmuş bir konumdaydı; ancak Vedizm’in din adamları olarak önderler, tek tanrı ve bir tek inanca dair Melçizedek öğretisini kabul etmeyi reddetmişti.
94:1.7 (1028.3) Brahman din adamları, Salem öğretmenleri ile başa çıkabilmek için dönemlerinin kutsal yazıtlarını bir araya topladı; ve bu derleme, daha sonra gözden geçirildiği gibi, kutsal kitapların en eskilerinden birisi olarak Rig-Veda isminde çağdaş zamanlara kadar gelmiştir. Brahman din adamları, bu dönemlerin insanları üzerinde ibadet ve feda ayinlerini belirginleştirmeyi, şekillendirmeyi ve kesin bir temele oturtmayı amaçladıkça Veda yazıtlarının ikinci, üçüncüsü ve dördüncüsü birbirini takip etti. En iyi özellikleri göz önünde bulundurulduğunda bu yazılar, kavramdaki güzellik ve algıdaki gerçeklik bakımından benzer bir nitelikteki herhangi bir kutsal kitabın eşitidir. Ancak bu üstün din; güney Hindistan’ın hurafeleri, inanışları ve ayinlerinin binlercesi tarafından kirlenmiş hale geldiği için, fani insan tarafından şu ana kadar geliştirilen en alacalı sistem haline ilerleyen bir biçimde başkalaştı. Veda yazıtları üzerinde gerçekleştirecek bir inceleme, İlahiyat’a dair şimdiye kadar düşünülmüş en yüksek ve en alt düzeydeki kavramlarının bazılarını açığa çıkaracaktır.
94:2.1 (1028.4) Salem din yayıcıları Dravid Deccan yaylasına doğru güneye doğru giriş yaptıklarında, ikincil Sang topluluklarının artış gösteren bir dalgası karşısında ırksal kimliklerini kaybetmeyi engellemek için oluşturulmuş Ari unsurlarının düzeni olarak, yoğunlaşan bir toplumsal sınıf düzeniyle karşılaştılar. Brahan din adamlarının sınıfı bu sistemin tam da özü olduğu için, toplumsal düzen Salem öğretmenlerinin ilerleyişini fazlasıyla geriletmişti. Bu sınıf sistemi Ari ırkını kurtarmada başarısız olmuştu, ancak Brahmanların devamlılığını sağlamayı başarmıştı; onlar bunun karşılığında bu güne kadar, Hindistan’da dini egemenliklerini korumuşlardır.
94:2.2 (1028.5) Ve bu aşamada, daha yüksek gerçekliğin reddiyle gelen Vedizm’in zayıflamasıyla birlikte, Ari unsurların inanışı Deccan yaylasından gelen artış halindeki saldırılara maruz kalmıştı. Irksal yok oluşun ve dinsel tahribatın dalgasıyla baş etmenin çaresiz bir çabası içerisinde Brahman sınıfı kendisini herkesin üstünde bir yere çıkarmayı amaçladı. Onlar; ilahiyat için feda vermenin tek başına kesin bir biçimde etkili olduğunu, kudretiyle her zaman boyun eğdirici olduğunu öğrettiler. Onlar, evreninin iki temel kutsal kaynağından birinin ilahi Brahman, ötekisinin ise Brahman din adamlığı olduğunu duyurdu. Başka hiçbir Urantia topluluğu içinde din adamları, tanrılarına gösterilmesi beklenen onuru kendilerine indiren bir biçimde, tanrılarının bile üzerine yükseltmeye kalkışmadı. Ancak onlar bu haddinden fazla kendine güvenen söylemlerinde o kadar abes bir biçimde ileri gitmişlerdi ki, çevredeki ve daha az gelişmiş medeniyetlerden yağan alçaltıcı inançlar karşısında dengesiz duran bu bütüncül sistem çökmüştü. Geniş Vedik din adamlığının kendisi, bencil ve akılsız cüretkârlığın tüm Hindistan’a getirmiş olduğu eylemsizlik ve karamsarlığın kara seli altında çırpınıp battı.
94:2.3 (1029.1) Birey üzerinde haddinden fazla gerçekleştirilen yoğunlaşma kesin bir biçimde; insan, hayvan veya otlar olarak birbirini takip eden yeniden dünyaya gelişlerin sonu gelmez bir çevrimi içinde bireyin evrim-dışı devamlılığına dair bir korkuya sebebiyet verdi. Ve ortaya çıkar haldeki bir tanrı inancına bağlı hale gelebilecek bu bozucu etkiye sahip inançların içinde hiçbiri, Dravid Deccan yaylasından gelmiş olan — ruhların yeniden dünyaya geliş savı olarak — ruhun göçüşüne dair bu inanç kadar körletici değildi. Tekrar eden ruh göçlerinin bahse konu bıktırıcı ve tekdüze çevrimine dair beslenen bu inanç; bir zamanlar öncül Vedik inancının bir parçası olmuş olan, çabalayan fanilerin sahip oldukları uzunca bir süredir sevgiyle beslemiş oldukları ölümde kurtuluş ve ruhsal ilerlemeyi bulma ümidini onlardan çalmıştı.
94:2.4 (1029.2) Bu felsefi olarak güçsüzleştirici öğretiyi yakın bir zaman içerisinde; tüm yaratımı içine alan üstün-ruh olarak Brahman ile birlikte mutlak bütünlüğün evrensel huzuru ve barışına girerek bireyin edebi kaçışına dair inancın yaratımı takip etmiştir. Fani beklentisi ve insanın gelecek arzusu etkin bir biçimde zorla alı konulmuş ve neredeyse tamamen yok edilmişti. İki bin yıldan daha faza bir süredir Hindistan’ın daha iyi akılları arzunun her türünden kaçmayı amaçlamakta olup, böylece, ruhsal ümitsizliğin zincirlerlerine birçok Hindu insan topluluğunun ruhunu neredeyse mahkûm eden daha sonraki bu inanç ve öğretilere giriş için kapı ardına kadar açılmıştı.
94:2.5 (1029.3) Katı toplumsal tabakalaşma tek başına, Ari dini-kültürel düzenin devamlılığını sağlayamadı; ve Deccan yaylasının alt düzey dinleri doğuya nüfuz ettiğinde, orada çaresizlik ve ümitsizliğin bir çağı gelişti. Bu karanlık günler boyunca yaşamın anlamsızlığına dair inanış ortaya çıkmış olup, bu dönemden itibaren varlığını sürdüregelmiştir. Bu yeni inanışların çoğu; geçmişte erişilebilen bir şey olarak düşünülmüş kurtuluşun yalnızca insanın aracısız gerçekleşen kendi çabaları sonucunda gelebileceğini ifade eden bir şekilde, aleni olarak tanrıtanımazdı. Ancak bütün bu talihsiz felsefenin büyük bir kısmı içinde, Melçizedek ve hatta Âdemsel öğretilerin bozulmuş kalıntıları bulunabilir.
94:2.6 (1029.4) Bu dönemler, Brahmana ve Upanişad kutsal kitapları olarak Hindu inancının daha sonraki yazıtlarının bir araya getirilme zamanlarıydı. Tek bir Tanrı ile yaşanılan kişisel inanç deneyimi vasıtasıyla gerçekleştirilen bireysel dinin öğretilerini reddetmiş, Deccan yaylasından gelen alçaltıcı ve güçsüzleştirici inanç ve öğretilerin seliyle kirlenmiş olarak, insan nitelikli tanrıları ve yeniden dünyaya gelişleriyle Brahman din adamlığı, bu bozucu inanışlara karşı şiddet dolu bir tepki deneyimledi; orada, doğru gerçekliği arama ve bulmaya dair kesin bir çaba vardı. Brahmanlar, ilahiyatın Hint kavramını insani niteliklerden arınmaya girişti; ancak bunu yaparlarken, Tanrı’nın kişilik dışı hale getirilmesi biçiminde feci bir hataya düştüler; ve onlar, Cennet Yaratıcısı’na dair yüce ve ruhsal bir nihai düşünce ile değil, her şeyi içine alan bir Mutlak’a dair uzak ve metafizik bir düşünceyle ortaya çıktılar.
94:2.7 (1029.5) Mevcudiyetlerini korumadaki çabalarında Brahmanlar, Melçizedek’in tek Tanrısı’nı reddetmiş bir konumda bulunmaktalardı; ve bu aşamada onlar kendilerini, Hindistan’ın ruhsal yaşamını bu talihsiz günden yirminci yüzyıla kadar çaresiz ve halsiz bırakmış kişilik-dışı ve herhangi bir güçten yoksun nesnel o olan, belirsiz ve aldatıcı nitelikteki felsefi benlik biçimindeki Brahman varsayımıyla bulmuşlardı.
94:2.8 (1029.6) Upanişad yazıtlarının kaleme alınışı dönemlerinde Hindistan’da Budizm doğmuştu. Ancak onun bin yıllık başarısına rağmen, daha sonraki Hinduizm ile yarışamadı; daha yüksek bir ahlaka sahip olmasına rağmen onun öncül Tanrı tasviri, daha az ve daha kişisel ilahiyatları sunan Hinduizm’in sahip olduklarından daha da kısmi bir biçimde tanımlanmıştı. Budizm nihai olarak, evrenin en üstün Tanrı’sı olarak oldukça belirgin Allah kavramıyla birlikte savaşçı bir İslam’ın saldırısı karşısında kuzey Hindistan’da tutunamadı.
94:3.1 (1030.1) Brahmanizm’in en yüksek fazı neredeyse hiçbir biçimde din niteliğinde bulunmamış olsa da, fani insanın felsefe ve metafiziğin nüfuz alanına yaptığı en soylu girişlerden bir tanesiydi. Nihai gerçekliğin keşfine koyulan bir biçimde Hint aklı, dinin temel nitelikteki şu çifte kavramsallığı dışında din kuramının neredeyse her fazı hakkında fikir yürütene kadar durmamıştı: tüm evren yaratılmışlarının Kâinatsal Yaratıcısı’nın mevcudiyetine ek olarak kusursuz, hatta kendisi gibi olmalarını salık veren ebedi Yaratıcı’ya erişmeyi amaçlarlarken bahse konu bu yaratılmışların evreni içinde yükseliş halindeki deneyim gerçeği.
94:3.2 (1030.2) Brahman kavramı içinde bu dönemin akılları gerçekten de, her şeyi kapsayan belli bir Mutlak’a dair düşünceyi kavramışlardı; çünkü bu düşünce eş zamanlı olarak, yaratıcı enerji ve kâinatsal tepki olarak tanımlanmıştı. Brahman, yalnızca, tüm sınırlı niteliklerin birbirini takip eden reddi tarafından kavranılmaya yetkin bir biçimde tüm tanımların ötesinde olan bir konumda düşünülmüştü. O kesinlikle, bir mutlaklığa, hatta bir sınırsız, varlığa olan inanıştı; ancak bu kavram fazlasıyla, kişilik niteliklerden yoksun olup bu nedenle bireysel dindarlar tarafından deneyimlenemeyen bir öze sahipti.
94:3.3 (1030.3) Brahman-Narayana; durağan mevcudiyette bulunan ve ebediyetin tümü boyunca potansiyel bir niteliğe sahip Kâinatsal Benlik olarak potansiyel kâinatın başat yaratıcı gücü şeklinde, sınırsız Nesnel O biçiminde Mutlak olarak düşünülmüştü. Bu dönemin filozofları Brahman’ı yaratılmış ve evrimleşen varlıklar tarafından erişilebilir bir kişilik niteliğinde ilişkilendirici ve yaratıcı olarak düşünebilen bir biçimde, ilahiyat kavramsallaşmasında bir sonraki aşamaya geçebilmiş olsalardı, bu türden bir öğreti böyle bir durumda Urantia üzerinde İlahiyat’ın en gelişmiş tasviri haline gelebilirdi; çünkü o, bütüncül ilahiyat faaliyetinin ilk beş düzeyini kapsayacak olup, geriye kalan ikisini de muhtemel bir biçimde tahayyül edebilen bir niteliğe sahip olacaktı.
94:3.4 (1030.4) Belirli fazlar içinde, tüm yaratılmış mevcudiyetinin toplamına ait bütünlük olarak Kâinat’ın Tek Üstün-ruh kavramı Hintli filozofları Yüce Varlık’ın gerçekliğine oldukça yaklaştırdı; ancak bu gerçeklik kendilerine hiçbir şey sunmadı, çünkü onlar, Brahman-Narayana’ya dair din-kuramsal tek-tanrı hedeflerinin erişilmesinde makul veya diğer bir değişle mantıklı bir kişisel yaklaşıma evirilmede başarısız oldu.
94:3.5 (1030.5) Nedensel ilişkiler ağının devamlılığına dayanan karma ilkesi, yine, Yücelik’in İlahiyat mevcudiyetindeki tüm zaman-mekân eylemlerinin sonuçsal sentezine dayanan gerçekliğe oldukça yakındır; ancak bu düşünce hiçbir zaman, dindar birey tarafından gerçekleştirebilecek İlahiyat’ın eş-güdümsel kişilik erişimini sunmamıştı; o yalnızca, tüm kişiliğin nihai olarak Kâinatın Üstün-ruhu tarafından içine alınacağını sunmuştu.
94:3.6 (1030.6) Brahmanizm’in felsefesi aynı zamanda, Düşünce Düzenleyiciler’in ikametinin gerçekleşmesine oldukça yaklaşmıştı; o yalnızca, gerçekliğin yanlış kavranılışıyla ondan sapmış bir konuma gelmişti. Ruhun Brahman’ın ikameti olduğuna dair öğreti, bu kavram Kâinatsal Tek’in bahse konu ikametinden başka hiçbir insan kişiliğinin bulunmadığına dair inanç tarafından tamamiyle bozulmamış olsaydı, gelişmiş bir dinin zeminini hazırlamış olacaktı.
94:3.7 (1030.7) Birey-ruhu ile Üstün-ruhun birleşmesine dair inanç içinde Hindistan’ın din kuramcıları; insanın iradesi ile Tanrı’nın iradesinin bütünlüğünden doğan herhangi bir şey olarak, yeni ve benzersiz bir biçimde insan niteliğindeki bir şeyin varlığını devam ettirişini sunmada başarısız oldular. Ruhun Brahman’a olan geri dönüşüne dair öğreti, Kâinatın Yaratıcısı’nın bağrına olan Düzenleyici’nin dönüş gerçekliğine yakın bir biçimde benzerdir; ancak orada, fani kişiliğin morontia eşleniği biçiminde, Düzenleyici’den farklı olarak aynı zamanda varlığını sürdüren bir şey bulunmaktadır. Ve bu hayati kavram, Brahmansal felsefe içinde çok temel bir biçimde yoksundu.
94:3.8 (1031.1) Brahmansal felsefe evren ile ilgili birçok doğruyu yakın bir biçimde tahmin etmiş olup, sayısız kâinatsal gerçekliğe yaklaşmıştır; ancak o, mutlak, aşkın ve sınırlı gibi gerçekliğin çeşitli düzeylerini birbirinden ayırmada başarısız olma hatasına haddinden fazla bir biçimde düşmüştür. Bu felsefe, mutlak düzeyde sınırlı-aldatıcı olan bir şeyin sınırlı düzeyde kesin bir biçimde gerçek olabileceğini hesaba katmada başarısız olmuştur. Ve o aynı zamanda; evrimsel yaratılmışın Tanrı ile olan sınırlı deneyiminden başlayarak, Cennet Yaratıcısı ile birlikte Ebedi Evlat’ın sınırsız deneyimine kadar tüm düzeylerde kişisel olarak ulaşılabilir nitelikteki Kâinatın Yaratıcısı’nın temel kişiliğini hiçbir biçimde tanımamıştır.
94:4.1 (1031.2) Hindistan’da geçen çağlar ile birlikte toplum büyük bir oranda, Melçizedek din-yayıcılarının öğretileri ile değişikliğe uğratılmış ve daha sonraki Brahman din-adamlığı tarafından kemikleştirilmiş Vedalar’ın ilkçağ ayinlerine geri dönmüştü. Dünya dinlerinin en eski ve en çok uluslusu olan bu din; Budizm ve Jainizm’e ek olarak Muhammed takipçilerinin dininin ve Hıristiyanlık’ın daha sonra ortaya çıkan etkilerine karşılık veren bir biçimde daha ileri değişikliklerden geçti. Ancak İsa’nın öğretilerinin ulaştığı zaman onlar çoktan, “beyaz insanın dinine” ait olamayacak kadar Doğululaşmışlardı; böylelikle bu öğretiler Hindu aklına garip ve yabancı geldi.
94:4.2 (1031.3) Mevcut an içerisinde Hindi din kuramı, ilahiyat ve kutsallığın dört azalan düzeyini tasvir etmektedir:
94:4.3 (1031.4) 1. Brahman, Mutlak, Sınırsız Tek, Nesnel O.
94:4.4 (1031.5) 2. Trimurti, Hinduizm’in yüce kutsal üçlemesi. Bu birliktelik içinde ilk üye olarak Brahman — sınırsız niteliğindeki — Brahman’dan kendi kendisini yaratmış olarak düşünülmektedir. Her şeyin içinde olduğu varsayılan türe ait Sınırsız Tek ile yakın ilişkilendirilimi bulunmasaydı Brahma, Kâinatın Yaratıcısı’nın bir kavramsallaşmasının temelini oluşturabilirdi. Brahma aynı zamanda kader ile ilişkilendirilmektedir.
94:4.5 (1031.6) Şiva ve Vişnu olarak ibadetin ikinci ve üçüncü üyeleri, İsa’dan sonraki ilk bin yıl içinde doğmuştu. Şiva yaşam ve ölümün koruyucusu, doğurganlığın tanrısı ve yok edişin hâkimidir. Vişnu, insan türü içinde dönemsel olarak vücuda bürünüşüne dair inanç nedeniyle çok fazla bir biçimde sevilmektedir. Bu nedenle Vişnu, Hintliler’in düşüncelerinde gerçek ve yaşayan hale gelmektedir. Şiva ve Vişnu’nun her biri bazıları tarafından, her şeyin üstünde yüce olan konumda değerlendirilmektedir.
94:4.6 (1031.7) 3. Vedik ve Vedik-sonrası ilahiyatları. Agni, İndra ve Soma gibi Ari unsurlarının ilkçağ tanrılarının birçoğu, Trimurti’nin üç üyesi karşısında ikincil konumda varlıklarını sürdürmeye devam etti. Çok fazla sayıdaki ilave tanrı Vedik Hindistanı’nın öncül günlerinden beri doğuşlarını sürdürmüş olup, bunlar da aynı zamanda Hindu tanrılar birliğine eklemlendi.
94:4.7 (1031.8) 4. İnsansı-tanrılar: üstün-insanlar, insansı-tanrılar, kahramanlar, ecinniler, hayaletler, kötü ruhaniyetler, periler, canavarlar, gulyabaniler ve daha sonraki dönemin inançlarına ait azizler.
94:4.8 (1031.9) Her ne kadar Hinduizm Hint insanlarına hayat vermede uzunca bir süredir başarısız olmuşsa da, aynı zamanda genellikle hoşgörülü bir din olmuştur. Onun büyük gücü, kendisini ispatlamış bir biçimde Urantia üzerinde ortaya çıkan en uyumlu, başkalaşabilen din olduğu gerçeğinde yatmaktadır. O neredeyse sınırsız bir değişime yetkin olup, ussal Brahman’ın yüksek ve yarı-tek-tanrısal düşüncelerinden cahil inananlarının alt düzeydeki ve aşağı itilmiş sınıflarının sahip olduğu baştan aşağı kötü putlaştırışları ve ilkel inanç uygulamalarına kadar esnek uyumun olağandışı bir ölçeğine sahiptir.
94:4.9 (1032.1) Hinduizm, özünde Hindistan’ın temel toplumsal dokusunun tamamlayıcı bir parçası olduğu için varlığını sürdürmüştür. Rahatsız edilebilecek veya zarar verilebilecek hiçbir büyük ast-üst ilişkisine sahip değildir; o, insanların yaşam biçimlerinin içine işlemiştir. Hinduizm; değişen şartlar karşısında tüm diğer inanışların üstünde yer alan bir uyuma sahip olup, birçok diğer dine karşı uyum sağlamanın hoşgörülü bir tutumunu sergilemektedir; öyle ki, Gotama Buda ve hatta İsa’nın kendisi Vişnu’nun bedene bürünmüş halleri olarak duyurulmuşlardır.
94:4.10 (1032.2) Bugün Hindistan’da — sevgi dolu yardım ve toplumsal hizmet içinde kişisel olarak gerçekleştirilen, Tanrı’nın Yaratıcılığı, evlatlık ve bunun sonucu olarak tüm insanların kardeşliği biçiminde — İsasal müjdenin tasvirine büyük bir ihtiyaç duyulmaktadır. Hindistan’da bahse konu felsefi düzen bulunmakta olup, bu inanış yapısı mevcuttur; tek ihtiyaç duyulan şey, Mikâil’in yaşam bahşedilişini bir beyaz insan dini yapma eğilimine sahip Doğulu dogma ve inanışlardan daha önce koparılmış olan, İnsan’ın Evladı’nın özgün müjdesi içinde tasvir edilen dinamik sevginin hayat verici kıvılcımıdır.
94:5.1 (1032.3) Salem din-yayıcıları En Yüksek Tanrı’ya dair inanışı ve inançla gerçekleşen kurtuluşu yayarak Asya boyunca geçerlerken, kat ettikleri çeşitli ülkelerin felsefesi ve dini düşüncesinin büyük bir kısmını özümsedi. Ancak Melçizedek tarafından görevlendirilen öğretmenler ve onların varisleri, görevlerinden sapmadılar; onlar, Avrasya kıtasının tüm insan topluluklarının içine girmiş olup, İsa’dan önceki ikinci bin yılın ortasında Çin’e vardılar. See Fuch’da bin yıldan daha fazla bir süre boyunca Salem unsurları, yönetim merkezlerini idare ettiler; burada onlar, sarı ırkın tüm kolları boyunca eğitimde bulunmuş Çinli öğretmenleri hazırladılar.
94:5.2 (1032.4) Bugün sahip olduğu ismi taşıyandan oldukça farklı bir din olarak Çin’de Taoizm’in en öncül biçiminin doğuşu bu öğretinin doğrudan bir sonucuydu. Öncül veya diğer bir değişle kökensel-Taoizm, şu etkenlerin bir bileşeniydi:
94:5.3 (1032.5) 1. Cennet’in Tanrısı olan Şangti’nin kavramı içinde varlığını sürdürmüş Singlanton’un hala varlığını sürdüren öğretileri. Singlangton’un döneminde Çin insanları, neredeyse tek-tanrısal hale geldi; onlar ibadetlerini, evren yöneticisi olarak Cennet’in Ruhaniyeti ismiyle daha sonra bilinen Tek Gerçeklik üzerinde yoğunlaştırdılar. Ve, ilerleyen çağlarda her ne kadar birçok bağlı tanrı ve ruhaniyet dinlerine sızmış olsa da, İlahiyat’ın bu öncül kavramı hiçbir zaman bütünüyle kaybolmamıştı.
94:5.4 (1032.6) 2. İnsanın inancına karşılık olarak insanlığa lütfunu bahşeden bir En Yüksek Yaratan İlahiyatı’nın Salem dini. Ancak, Melçizedek din-yayıcıları sarı ırkın yerleşkelerine girmiş olduğunda özgün iletilerinin, Maçiventa dönemindeki Salem’in yalın öğretilerinden ciddi bir ölçüde değişmiş olduğu fazlasıyla gerçekti.
94:5.5 (1032.7) 3. Tüm kötülükten kaçma arzusu ile birleşmiş Hint filozoflarının Brahman-Mutlak kavramsallaşması. Salem dininin doğuya doğru olan yayılımında en büyük dışsal etki, — Mutlak olan — Brahman kavramsallaşmalarını Salem unsurlarının kurtuluşsal düşüncesine aşılayan Vedik inancının Hintli öğretmenleri tarafından yaratılmıştı.
94:5.6 (1033.1) Bu bileşik inanç, dini-felsefi nitelikli düşünce içerisindeki temel bir etki olarak sarı ve kahverengi ırkların karaları boyunca yayılmıştı. Japonya’da bu kökensel-Taoizm Şinto olarak bilinmekteydi; ve Filistin’in Salemi’nden çok uzaklardaki bu ülkede insan toplulukları, Tanrı’nın isminin insanlık tarafından unutulmaması için dünya üzerinde ikamet etmiş olan Maçiventa Melçizedeği’nin vücuda bürünmesini öğrenmişlerdi.
94:5.7 (1033.2) Çin’de tüm bu inançların hepsi daha sonra, atalara olan ibadetin sürekli büyüyen inancı ile bozulmuş ve daha da kötüleşmişti. Ancak Singlangton’un döneminden beri Çinliler, din-adamları mesleğine karşı çaresiz köleliğe hiçbir zaman düşmemişti. Sarı ırk, barbar kölelikten düzenli medeniyete doğru kurtuluşunu gerçekleştiren ilk ırktı; çünkü onlar, diğer ırkların korkmuş olduğu gibi ölülerin hayaletlerinden bile korkmayan bir biçimde tanrılara karşı beslenen sefil korkudan bir parça özgürlüğü elde eden ilk ırktı. Çin yenilgisiyle, din adamlarından öncül bağımsızlığının ötesine geçmede başarısız olması nedeniyle karşılaştı; o, atalara yapılan ibadet olarak neredeyse eşit düzeydeki vahim bir hataya düştü.
94:5.8 (1033.3) Ancak Salem unsurları boşu boşuna emek vermediler. Müjdelerinin temelleri üzerine altıncı yüzyılın büyük Çin filozofları öğretilerini inşa etti. Laozi ve Konfüçyüs dönemlerinin ahlaki atmosferi ve ruhsal düşünceleri, daha öncül bir çağın Salem din-yayıcılarına ait öğretilerden gelişmişti.
94:6.1 (1033.4) Mikâil’in varışından yaklaşık altı yüz yıl önce, beden içinde ayrılmadan çok uzun bir süre önce Melçizedek; dünya üzerindeki öğretisinin saflığının, daha eski Urantia inanışlarının topluca karışımı tarafından aşırı bir biçimde tehlike altına girebileceğini düşündü. Bir süre boyunca, Mikâil’in bir müjdecisi olma görevinin başarısız olma tehlikesi altında bulunduğu göründü. Ve İsa’dan önce altıncı yüzyılda, ruhsal birimlerin olağandışı bir eş güdümü vasıtasıyla, ki bunların tamamı gezegensel yüksek-denetimciler tarafından bile anlaşılamamaktadır, Urantia çok katmanlı dinsel gerçekliğin en olağan dışı sunumlarından birine şahit oldu. Birkaç insan öğretmenin aracılığı ile Salem müjdesi yeniden ifade edilip, yeniden canlandırıldı; ve bu haliyle bahse konu dönemlerde sunulduğu için, onların büyük bir kısmı bu yazının dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.
94:6.2 (1033.5) Ruhsal ilerleyişin bu benzersiz çağı; medenileşmiş dünyanın tamamı üzerindeki büyük dini, ahlaki ve felsefi öğretmenler tarafından nitelenmektedir. Çin’de iki olağanüstü öğretmen Laozi ve Konfüçyüs’dü.
94:6.3 (1033.6) Laozi Tao’yu tüm yaratımın Tek İlk Kökeni olarak duyurduğunda, onu doğrudan bir biçimde Salem’e ait tarihsel anlatımlardaki kavramlar üzerine kurmuştu. Lao, büyük ruhsal öngörüye sahip bir insandı. O insanın ebedi sonunun, “Yüce Tanrı ve Kâinatın Hükümdar’ı Tao ile olan sonsuza kadar sürecek bütünlük” olduğunu öğretti. Nihai kökene dair onun kavrayışı olabileceği en yüksek düzeyde sezgiye sahipti; çünkü o şunları yazmıştı: “Birliktelik, Mutlak Tao’dan doğmaktadır; ve Birliktelik’den kâinatsal Çiftelik ortaya çıkmaktadır; ve bu türden bir Çiftelik’den, Kutsal Üçleme mevcudiyetine kavuşmaktadır; ve Kutsal Üçleme, tüm gerçekliğin temel kökenidir.” “Gerçekliğin tümü her zaman, kâinatın potansiyelleri ve mevcudiyetleri arasındaki denge olmuştur; ve onlar ebedi bir biçimde kutsallığın ruhaniyeti tarafından ahenkli hale getirilmiştir.”
94:6.4 (1033.7) Laozi aynı zamanda, kötülüğe iyilikle karşılık verme öğretisinin en öncül sunumlarından bir tanesini gerçekleştirmişti: “İyilik iyiliği doğurur, ancak gerçekten iyi olan birisi için kötülük aynı zamanda iyiliği doğurur.”
94:6.5 (1033.8) O; yaratılmışın Yaratan’a olan dönüşünü öğretmiş olup, yaşamı kâinatsal potansiyellerden bir kişiliğin ortaya çıkışı olarak resmederken, ölüm bu yaratılmış kişilikten eve dönüş gibiydi. Onun gerçek inanç kavramı olağandışıydı; ve o da bu inancı “küçük bir çocuğun tutumuna” benzetti.
94:6.6 (1034.1) Tanrı’nın ebedi amacına dair onun anlayışı açıktı; çünkü o şunları söyledi: “Mutlak İlahiyat çabalamaz, bunun yerine o her zaman muzafferdir; o insan türünü zorlamaz, bunun yerine o her zaman onların gerçek arzularına karşılık vermede hazırdır; Tanrı’nın iradesi, sabırda ve onun dışavurumunun kaçınılmazlığında ebedidir.” Ve o gerçek dindar hakkında, vermenin almadan daha kutsanmış olduğuna dair gerçekliği ifade eden bir biçimde şunları söylemiştir: “İyi insan gerçekliği kendisi için elinde bulundurmayı amaçlamaz, bunun yerine bu zenginlikleri akranları üzerine bahşetmeye çabalar, çünkü bu gerçekliğin kendisini gerçekleştirişidir. Mutlak Tanrı’nın iradesi her zaman yarar sağlamaktadır, asla zarar vermemektedir; gerçek inananın amacı her zaman eylemde bulunmak olmalıdır, fakat hiçbir zaman zorlamak olmamalıdır.”
94:6.7 (1034.2) Lao’nun direnişte bulunmama öğretisi ve onun eylem ve zorlama arasında yaptığı ayrım daha sonra, “görme, yapma ve hiçbir şey düşünmeme” inançlarına doğru saptırılmış hale geldi. Ancak Lao, her ne kadar onun direnişte bulunmama sunumu Çin topluluklarının barışçıl eğilimlerinin daha da gelişiminde bir etken olmuş olsa da, hiçbir zaman bu türden hatayı öğretmedi.”
94:6.8 (1034.3) Ancak yirminci yüzyıl Urantiası'nın sahip olduğu yaygın Taoizm, algıladığı biçimde gerçekliği öğretmiş olan eski filozofun yüce düşünceleri ve kâinatsal kavramlarıyla çok ortak noktaya sahiptir; bu gerçeklik Mutlak Tanrı’ya olan inancın dünyayı yeniden yapacak olan kutsal enerjinin kökeni olduğu, ve bu inançla insanın Tao, Ebedi İlahiyat ve evrenlerin Yaratan Mutlak’ı ile birlikte ruhsal birlikteliğe yükseldiğiydi.
94:6.9 (1034.4) Konfüçyüs (Kung Fu-tze) altıncı yüzyıl Çin’inin daha genç bir çağdaşıydı. Konfüçyüs öğretilerini, sarı ırkın uzun tarihine ait daha iyi ahlaki gelenekler üzerine kurdu; ve o aynı zamanda, Salem din-yayıcılarının hala varlığını sürdüren tarihi anlatımlarından bir parça etkilenmişti. Onun başlıca yaptığı şey, ilkçağ filozoflarının bilge sözlerinin derlemesi oluşmuştu. O, yaşam boyunca reddedilmiş bir öğretmendi; ancak yazıları ve öğretileri bu zamandan beri Çin ve Japonya’da büyük bir etki bırakmıştır. Konfüçyüs, ahlakı büyünün yerine getirerek şamanlar ile yeni bir rekabet alanı yaratmıştı. Ancak o bunu haddinden fazla bir başarıyla gerçekleştirdi; o düzenden yeni bir put yaratmış olup, bu yazı döneminde bile Çin insanları tarafından hala derin bir biçimde hürmette bulunulan, atasal işleyiş karşısında bir saygı duygusunu oluşturdu.
94:6.10 (1034.5) Ahlakın Konfüçyüsçü duyurusu; dünyasal davranışın, cennetsel davranışın bozulmaya uğramış bir gölgesi olduğuna dair kurama dayanmıştı; geçici medeniyetin gerçek işleyişi, cennetin ebedi düzeninin birebir yansımasıydı. Konfüsyüsçülük içinde potansiyel Tanrı kavramı neredeyse tamamen, kâinatın işleyişi olarak Cennet’in Davranışı üzerine konumlanan vurguya bağlanmıştı.
94:6.11 (1034.6) Lao’nun öğretileri Doğu’daki bir kaçı dışında neredeyse tamamen kaybolmuştu; ancak Konfüçyüs’ün yazıları bu dönemden beri, Urantia unsurlarının neredeyse üçte birinin sahip olduğu kültürlerin ahlaki dokusunun temelini oluşturmuştur. Bu Konfüçyüs ilkeleri, geçmişin en iyi niteliklerinin devamlılığını sağlamış olsa da, geçmişte oldukça hürmet edilmiş kazanımları beraberinde getirmiş olan Çinli irdeleme ruhuna bir biçimde karşıt konumdaydı. Bu öğretilerin etkisi başarısız bir biçimde; hem Çin Şi Huang Ti’nin imparatorluksak çabaları hem de, sadece etiksel görev üzerine değil aynı zamanda Tanrı’nın derin sevgisi üzerine inşa edilmiş bir kardeşliği duyurmuş olan Mo Ti’nin öğretileri tarafından karşı konuldu. Mo Ti, yeni gerçekliğin tarihi arayışını yeniden yakmayı arzulamıştı; ancak onun öğretileri, Konfüçyüs’ün takipçilerinin sert karşıtlığı karşısında başarısız olmuştu.
94:6.12 (1034.7) Diğer birçok ruhsal ve ahlaki öğretmen gibi hem Konfüçyüs hem de Laozi nihai olarak, Taoist inancın çöküşü ve bozuluşu ile Hindistan’dan Budist din-yayıcıların gelişi arasında gerçekleşen Çin’in bu ruhsal bakımdan karanlık çağları içerisinde takipçileri tarafından ilahlaştırıldı. Bu ruhsal bakımdan geri kalmış çağlar boyunca sarı ırkın dini; hepsinin, aydınlanmamış fani aklın korkularına olan geri dönüşü simgelediği bir biçimde içinin şeytanlar, ejderhalar ve kötü ruhaniyetler ile dolup taştığı acınası bir din kuramına doğru yozlaştı. Ve, bir zamanlar gelişmiş bir dine sahip olmasından dolayı insan toplumunun başını çekmiş olan Çin bu dönemde; yalnızca bireysel faninin değil aynı zamanda, zaman ve mekânın evrimsel bir gezegeni üzerinde kültür ve toplumun gelişimini niteleyen karmaşık ve katmanlaşmış medeniyetlerin de gerçek ilerleyişi için hayati derecede önemli olan Tanrı-bilincinin gelişimine ait gerçek doğrultu üzerindeki ilerleyişte geçici başarısızlığı nedeniyle geride kaldı.
94:7.1 (1035.1) Çin’de Laozi ve Konfüçyüs’ün çağdaşı olarak, gerçekliğin bir diğer büyük öğretmeni Hindistan’da doğdu. Gotama Sidarta, İsa’dan önce altıncı yüzyılda kuzey Hindistan’ın Nepal bölgesinde dünyaya geldi. Onun takipçileri daha sonra kendisini, muazzam biçimde zengin bir idarecinin oğlu olarak resmettiler; ancak gerçekte o, güney Himalayalar’da küçük ve sapa bir dağ vadisi üzerinde istenmeden de olsa müsamaha gösterilerek idaresine izin verilmiş küçük bir kabile reisi hanedanının meşru mirasçısıydı.
94:7.2 (1035.2) Gotama, Yoga’nın altı yıllık faydasız uygulamasından sonra Budizm’in felsefesine doğru evirilmiş bu kuramları tasarlamıştı. Sidarta, büyüyen toplumsal tabaka düzenine karşı kararlı ancak yararsız bir savaşı gerçekleştirdi. Bu dönemin insanları için fazlasıyla çekici gelen bu genç tanrı-elçisi prenste, yüce bir içtenlik ve benzersiz bir fedakârlık bulunmaktaydı. O, fiziksel rahatsızlık ve kişisel acıdan vasıtasıyla bireysel kurtuluşu arama uygulamasını yermişti.
94:7.3 (1035.3) Hindistan’ın kafa karışıklığı ve aşırı inanç uygulamaları arasında Gotama’nın daha mantıklı ve makul öğretileri, canlandırıcı bir rahatlama olarak geldi. O tanrıları, din-adamlarını ve onların fedalarını kötümsedi; ancak o da, Kâinatın Tek Unsuru’nun kişiliğini kavramada başarısız oldu. Bireysel insan ruhlarının mevcudiyetine inanmayarak Gotama, tabiî ki, ruhun göçüne olan gelenekselleşmiş inanca karşı gözü pek bir savaş verdi. O, koca evrende kendilerini rahat ve evinde hissetmeleri için insanları korkudan kurtarmak amacıyla soylu bir çabada bulundu; ancak o, — Cennet olarak — yükseliş halindeki fanilerin gerçek ve yüce evlerine götürecek yolu ve ebedi mevcudiyetin genişleyen hizmetini onlara göstermede başarısız oldu.
94:7.4 (1035.4) Gotama gerçek bir tanrı-elçisiydi; ve keşiş Godad’ın tavsiyesini can kulağıyla dinleyip onu yerine getirseydi, Salem müjdesinin sunduğu inançla gelen kurtuluşun yeniden canlanışına ait ilhamla Hindistan’ın tümünü canlandırabilirdi. Godad, Melçizedek din-yayıcılarının tarihsel anlatımlarını hiçbir zaman kaybetmemiş olan bir aileden gelmekteydi.
94:7.5 (1035.5) Benares’de Gotama okulunu kurdu; ve buradaki ikinci yılında Bautan isimli bir öğrencisi öğretmenine, İbrahim ile yapılmış Melçizedek sözleşmesi hakkında Salem din-yayıcılarına ait tarihsel anlatımları aktardı; ve her ne kadar Sidarta, Kâinatın Yaratıcısı’na ait oldukça kesin bir kavrama sahip olmasa da, — yalın inanış olan — inanç vasıtasıyla erişilen kurtuluş üzerinde gelişmiş bir düşünceye ulaştı. O; “ister yüksek ister alçak mevkide olsun, tüm insanların kusursuz mutluluğa doğruluk ve adalete dair inanç ile ulaşabileceğini” takipçileri karşısında duyurup, öğrencilerini altmışarlı topluluklar halinde Hindistan’ın insanlarına “özgür kurtuluşun sevindirici haberlerini” duyurmaları için göndermeye başladı.
94:7.6 (1035.6) Gotama’nın eşi kocasının müjdesine inanmış olup, din-kadınlarının bir düzeyinin kurucusu olmuştu. Onun oğlu Gotama’nın varisi haline gelmiş olup, bu inancı fazlasıyla geliştirdi; o inanç vasıtasıyla gelen kurtuluşa dair yeni düşünceyi kavramıştı, ancak ilerleyen yaşlarında sadece inançla elde edilen kutsal lütuf ile ilgili Salem müjdesinde bocaladı ve yaşlılığında son sözcükleri “kendi kurtuluşunuzu elde etmeye bakın” oldu.
94:7.7 (1036.1) En iyi olduğu aşamada duyurulduğunda; fedadan, işkenceden, ayinden ve din adamlarından uzak herkesi kapsayan kurtuluşa dair Gotama’nın müjdesi kendi dönemi için devrimsel ve hayrete düşürücü bir öğretiydi. Ve o şaşırtıcı bir biçimde, Salem müjdesinin bir yeniden canlanışına yaklaştı. O, çaresizlik çeken milyonlarca ruhun imdadına yetişti; ve, daha sonraki çağlarda gerçekleşen anlaşılamaz nitelikteki hoşnut olmayan bozuluşuna rağmen, hala milyonlarca insanın ümidi olmaya devam etmektedir.
94:7.8 (1036.2) Sidarta, ismini taşıyan çağdaş inançlar içinde varlığını sürdürebilmiş gerçeklerden çok daha fazlasını öğretti. Nasıralı İsa’nın öğretileri Hıristiyanlık için neyse, Gotama Sidarta’nın öğretileri Çağdaş Budizm için ondan daha az değildir.
94:8.1 (1036.3) Bir Budist olabilmek için bir kişi sadece, Sığınma’nın şu andını söyleyerek inancın toplum önündeki beyanında bulundu: “Ben Buda’ya sığınıyorum; ben Öğreti’ye sığınıyorum; ben Kardeşlik’e sığınıyorum.”
94:8.2 (1036.4) Budizm kökenini tarihsel bir kişiden aldı, bir mitten değil. Gotama’nın takipçileri kendisini, usta veya öğretmen anlamına gelen Sasta olarak çağırdı. Ne kendisi için ne de öğretileri için insan-üstü niteliğinde hiçbir ifadede bulunmamış olsa da, onun takipçileri kendisini öncül bir biçimde aydınlanmış kişi, Buda olarak çağırdı; daha sonra ise onlar kendisine, Sakyamuni Buda ismini verdi.
94:8.3 (1036.5) Gotama’nın özgün müjdesi şu dört soylu gerçeklik üzerine dayanmıştı:
94:8.4 (1036.6) 1. Izdırabın soylu gerçekleri.
94:8.5 (1036.7) 2. Izdırabın kökenleri.
94:8.6 (1036.8) 3. Izdırabın yıkımı.
94:8.7 (1036.9) 4. Izdırabın yıkımına giden yol.
94:8.8 (1036.10) Izdırap ve ondan kaçışa dayanan savla yakından ilişkili olarak Sekizkatmanlı Yol’un felsefesi şuydu: doğru görüşler, geleceğe dair amaçlar, konuşma, davranış, geçim, çaba, farkındalık ve düşünmekti. Izdırapdan kaçınmak için çaba, arzu ve şefkatin tümünü yok etmeye girişmek Gotama’nın amacı değildi; onun öğretisi bunun yerine, geçici amaçlar ve maddi hedefler üzerine tüm umutların ve gelecek beklentilerin bağlanmasının faydasızlığını fani insana resmetmek için tasarlanmıştı. Birinin akranlarına duyacağı sevgiden kaçınması gerektiğinden çok, gerçek inananın bu dünyanın ilişkilerinin ötesinde aynı zamanda ebedi geleceğin gerçekliklerine bakması gerektiğini salık vermekteydi.
94:8.9 (1036.11) Gotama’nın duyurusuna ait ahlaki emirler sayıca şu beş tanesiydi.
94:8.10 (1036.12) 1. Öldürmemelisiniz.
94:8.11 (1036.13) 2. Çalmamalısınız.
94:8.12 (1036.14) 3. İffet sahibi olmalısınız.
94:8.13 (1036.15) 4. Yalan söylememelisiniz.
94:8.14 (1036.16) 5. Sarhoş edici alkollü içkileri içmemelisiniz.
94:8.15 (1036.17) Orada, inananlar için uygulaması tercihsel olan birkaç ek veya diğer bir değişle ikincil emir bulunmaktaydı.
94:8.16 (1036.18) Sidarta, insan kişiliğinin ölümsüzlüğüne neredeyse hiçbir biçimde inanmadı; onun felsefesi sadece, işlevsel devamlılığın bir türünü sağladı. O hiçbir zaman açık bir biçimde, Nirvana öğretisi içinde neyin bulunmuş olduğunu tanımlamadı. Fani mevcudiyeti içinde kuramsal olarak deneyimlenebileceği gerçeği, bütüncül bir yok oluş düzeyi olarak görülmediğine işaret etmişti. İçinde insanı maddi dünyaya bağlayan tüm zincirlerin kırılmış olduğu yüce bir aydınlanma ve göksel bir mutluluk durumu anlamına gelmişti; orada, fani yaşamın arzularından özgürlük ve sürekli deneyimlenen dönemsel yaşamın tüm tehlikelerinden kurtuluş bulunmaktaydı.
94:8.17 (1037.1) Gotama’nın özgün öğretilerine göre kurtuluş, kutsal yardımdan bağımsız olarak insan çabasıyla elde edilmektedir; orada inancı kurtarmaya veya insan-üstü güçlere yapılan duaya yer bulunmamaktadır. Gotama, Hindistan hurafelerinin önemini azaltmak için insanları büyüsel kurtuluşun aleni söylemlerinden geri çevirmeye çabaladı. Ve bu çabada bulunurken varislerine, öğretilerini yanlış bir biçimde yorumlamaları ve kazanım için harcanan tüm insan emeğinin çirkin ve acı verici olduğunu duyurmaları için kapıyı ardına kadar araladı. Onun takipçileri; en yüksek mutluluğun değerli amaçların ussal ve hevesli arayışı ile ilişkili olduğunu, ve bu kazanımların bireyin kâinatsal düzeyde kendisini gerçekleştirişinde gerçek ilerleyişi meydana getirdiğini gözden kaçırdı.
94:8.18 (1037.2) Sidarta öğretisinin sunduğu büyük gerçeklik, mutlak adalete sahip bir evrene dair yapmış olduğu duyuruydu. O, fani insan tarafından bu zamana kadar yaratılmış en iyi tanrısız felsefeyi öğretti; o olası en yüksek insancılık olup, hurafe ve büyüsel ayinlere ek olarak hayaletler veya kötü emelli ruhlardan duyulan kurkunun tüm dayanaklarını en etkin bir biçimde ortadan kaldırmış felsefeydi.
94:8.19 (1037.3) Budizm’in özgün müjdesindeki büyük zayıflık, fedakâr toplumsal hizmetten meydana gelen bir dini üretmemiş olmasıydı. Budistik kardeşlik uzunca bir süre boyunca; inananların bir aidiyet birlikteliği değil, bunun yerine öğrenci öğretmenlerin bir cemiyetiydi. Gotama onların para almasını yasaklamış olup, böylece ast-üst ilişkisine dayanan eğilimlerin büyümesini önlemeye çalıştı. Gotama’nın kendisi oldukça toplumsaldı; gerçekten de onun yaşamı, sunduğu şeylerden çok daha fazlasıydı.
94:9.1 (1037.4) Budizm, aydınlanmış kişi olan Buda’ya olan inanç vasıtasıyla kurtuluşu sunduğu için gelişme gösterdi. O, doğu Asya boyunca bulunabilecek herhangi bir diğer dini sisteme kıyasla Melçizedek gerçekliklerini daha fazla temsil eder nitelikteydi. Ancak Budizm; Mısır’daki Akhenaton ile birlikte Melçizedek ve Mikâil dönemi arasındaki en dikkate değer toplum yöneticilerinden bir tanesi olan, alt toplumsal tabakadan gelmiş Asoka hükümdarı tarafından bireysel korunma içinde desteklenene kadar yaygın bir din haline gelmemişti. Asoka büyük bir Hint imparatorluğunu Budist din-yayıcılarının düzenli tanıtımlarıyla inşa etti. Yirmi beş yıllın bir dönem boyunca o, tüm bilinen dünyanın en uzak sınırlarına on yedi bin din-yayıcısından fazlasını eğitip göstermişti. Bir nesil içinde o Budizm’i, dünyanın yarısının baskın dini haline getirdi. Budizm yakın bir zaman içerisinde; Tibet, Keşmir, Sri Lanka, Burma, Cava Adası, Siam, Kore, Çin ve Japonya’da köklü hale geldi. Ve o genel bütünlüğü bakımından, yerini aldığı veya geliştirdiği dinlerden çok daha fazla üstün bir dindi.
94:9.2 (1037.5) Budizm’in Hindistan’daki anavatanından Asya’nın tümüne yayılışı, içten dindarların ruhsal bağlılığı ve din-yayıcı kararlılığının heyecan verici hikâyelerinden bir tanesidir. Gotama müjdesinin öğretmenleri yalnızca kara-üstündeki kervan yollarının tehlikelerine göğüs germediler, inançlarının iletisini tüm insan topluluklarına getiren bir biçimde Asya kıtası üzerindeki görevlerini amaçlarken Çin Deniz sularının tehlikeleriyle karşılaştılar. Ancak bu Budizm artık Gotama’nın yalın öğretisi değildi; o, kendisini bir tanrı yapan mucizeleştirilmiş müjdeydi. Ve Budizm Hindistan’da bulunan yükseltilerdeki evinden daha uzağa yayıldıkça, Gotama’nın öğretilerine daha az benzer hale geldi; ve o daha çok yerini aldığı dinler haline geldi, onlara doğru evirildi.
94:9.3 (1038.1) Budizm, daha sonra; Çin’deki Taoizm’den, Japonya’daki Şinto’dan ve Tibet’deki Hristiyanlık'dan çok fazla bir biçimde etkilenmişti. Bin yıllık bir süre zarfından sonra Hindistan’daki Budizm tamamiyle bozulup, miladını doldurdu. Bu Budizm Brahmanlaşan hale gelip, daha sonra perişan bir halde kendisini İslam’a teslim etti; buna ek olarak Doğu’nun geri kalan kısmında o, Gotama Sidarta’nın hiçbir zaman tanımayacağı bir ayine doğru evirilen biçimde yozlaştı.
94:9.4 (1038.2) Güneydeki Sidarta öğretilerinin köktenci katı düşüncesi Sri Lanka, Burma ve Hint-Çin yarımadasında varlığını sürdürdü. Bahse konu bu düşünce, öncül veya diğer bir değişle toplumsal olmayan öğretiye bağlı kalan Budizm’in Hinayana farklılaşmasıdır.
94:9.5 (1038.3) Ancak Hindistan’daki çöküşünden bile önce, Gotama’nın takipçilerinin Çin ve kuzey Hint toplulukları; Hinayana veya diğer bir değişle “Küçük Yol” düşüncesine bağlı kalan güneydeki safçılara tezat bir biçimde, kurtuluş için Mahayana’nın “Büyük Yol” öğretisinin geliştirilmesine başlamış halde bulunmaktalardı. Ve bu Mahayanacılar, Budist öğreti içinde içkin olan toplumsal sınırlamaları gevşetmişlerdi; ve bu dönemden beri Budizm’in bu kuzey farklılaşması, Çin ve Japonya’da evirilmeye devam etti.
94:9.6 (1038.4) Budizm bugünün yaşayan, büyüyen bir dinidir; çünkü o, takipçilerinin en yüksek ahlaki değerlerinden çoğunu muhafaza etmede başarılı olmaktadır. O sakinliği ve bireyin-öz-denetimini teşvik etmekte olup, dinginliği ve mutluluğu arttırmaktadır; buna ek olarak o, üzüntü ve kederi engellemeye fazlasıyla katkı sağlamaktadır. Bu felsefeye inananlar, inanmayan birçoklarından daha iyi yaşamlarını daha iyi yaşamaktadırlar.
94:10.1 (1038.5) Tibet’de; Budizm, Hinduizm, Taoizm ve Hristiyanlık ile birleşmiş Melçizedek öğretilerinin en tuhaf birlikteliği bulunabilir. Budist din-yayıcıları Tibet’e girdiğinde onlar, öncül Hıristiyan din-yayıcıların Avrupa’nın kuzey kabileleri arasında bulmuş olduklarına çok benzer ilkel yabanlığın bir düzeyi ile karşılaşmışlardı.
94:10.2 (1038.6) Bu basit akıllı Tibetliler, ilkçağ büyü ve uğurlarından tamamiyle vazgeçmeyeceklerdi. Bugünün Tibet ayinlerine ait dini törenlerin irdelenmesi; çanları, zikirleri, kokuları, toplu ilahileri, tespihleri, imgeleri, uğurlu eşyaları, resimleri, kutsal suları, görkemli cüppeleri ve detaylı koroları içine alan ayrıntılı bir ayini uygulamakta olan kazınmış başlı din-adamlar topluluğunun haddinden fazla büyümüş bir kardeşliğini ortaya çıkarır. Onlar; çok katı dogmalara ve esnekliğini kaybetmiş inanç ilkelerine, mistik törenlere ve özel oruç türlerine sahiptirler. Onların ast-üst düzeni keşişlerden, rahibelerden, başrahiplerden ve Büyük Lama’dan meydana gelmektedir. Onlar meleklere, azizlere, bir Kutsal Anne’ye ve tanrılara dua etmektedir. Onlar günah çıkarmayı uygulamakta olup, arınılan arafa inanmaktadırlar. Onların manastırları oldukça geniş, katedralleri fazlasıyla görkemlidir. Onlar, sürekli bir biçimde, aralıksız tekrarlanan kutsal ayinlerini yerine getirmekte olup, bu tür törenlerin kurtuluşu getirdiğine inanmaktadır. Dualar bir çarka bağlanmakta olup, onun dönüşüyle birlikte bu arzuların yerine geldiğine inanmaktadırlar. Çağdaş dönemlerin başka hiçbir insan topluluğu içinde görülemeyecek derecede, birçok dinin birçok uygulaması bu dinde bulunabilir; ve, bu türden eklemlenmiş toplumsal ibadetin olağandışı bir biçimde hantal ve tahammül edilemez bir şekilde külfetli hale gelmiş olması kaçınılmazdır.
94:10.3 (1038.7) Tibetliler, İsasal müjdenin şu yalın öğretileri dışında başta gelen dünya dinlerinin tümüne ait birtakım şeyleri içinde barındırmaktadır: Tanrı ile olan evlatlık, insan ile olan kardeşlik ve ebedi evren içinde sürekli yükselmekte olan vatandaşlık.
94:11.1 (1038.8) Budizm Çin’e İsa’dan sonraki ilk bin yıl içinde girmiş olup, sarı ırkın dini adetlerine oldukça iyi bir biçimde uyum sağlamıştır. Atasal ibadet içinde onlar uzunca bir süre boyunca ölüye dua eden bir konumda bulunmuşlardı; bu aşamada onlar aynı zamanda onlar içinde dua edebilmekteydi. Budizm yakın zaman içinde, dağılmakta olan Taoizm’in hala varlığını sürdüren ayinsel uygulamaları ile bütünleşmişti. Bu yeni birleşimsel din, ibadet tapınakları ve belirli dini törenleri ile birlikte yakın zaman içerisinde; Çin, Kore ve Japonya insanlarının genel olarak kabul görmüş inancı haline geldi.
94:11.2 (1039.1) Gotama takipçilerinin inanca ait tarihsel anlatımları ve öğretileri, onu kutsal bir varlık yapacak denli çarpıttıkları döneme kadar Budizm’in dünyaya yayılmamış olması bazı açılardan talihsiz olsa da, çok sayıdaki bir mucizeyle birlikte süslemiş olarak onun insan yaşamına ait bu mit, yine de, Budizm’in kuzey veya diğer bir değişle Mahayana müjdesinin dinleyicileri için onu oldukça ilgili çekici hale getirdi.
94:11.3 (1039.2) Daha sonraki takipçilerinden bazıları; Sakyamuni Buda’nın ruhaniyetinin dönemsel olarak yeryüzüne yaşan bir Buda olarak döndüğünü öğretip, böylece Buda imgeleri, tapınakları, ayinlerine ek olarak düzenbaz “yaşayan Budalar’ın” sınırsız bir çoğalımına yol açmıştı. Böylelikle büyük Hint karşıtının dini nihai olarak; oldukça korkusuz bir biçimde savaştığı ve oldukça gözü pek bir biçimde kötülediği aynı törensel uygulamaların ve ayinsel nakaratların kendisini zincirlenmiş bir halde buldu.
94:11.4 (1039.3) Budist felsefe içinde gerçekleşen büyük ilerleme, tüm gerçekliğin göreceliğindeki kavrayıştan meydana gelmişti. Bu savın işleyiş biçimi vasıtasıyla Budistler, kendi dinleri ile diğer birçoklarının arasındaki farklılığa ek olarak dini yazıtları içindeki ayrılıkları birleştirmeye ve ilişkilendirmeye yetkin olmuşlardır. Küçük gerçekliğin küçük akıllar için, derin gerçekliğin büyük akıllar için olduğu öğretilmişti.
94:11.5 (1039.4) Bu felsefe aynı zamanda, Buda (kutsal) doğasının insanların tümünde ikamet ettiğini düşünmekteydi; bu içsel kutsallığın gerçekleşmesine, insanın göstereceği çabalar vasıtasıyla erişebileceğine inanmaktaydı. Ve bu öğreti, ikamet eden Düzenleyiciler’in gerçekliğine dair bir Urantia dinin o zamana kadar yapmış olduğu en açık sunumlarından bir tanesidir.
94:11.6 (1039.5) Ancak Sidarta’nın özgün müjdesi içindeki büyük bir kısıtlılık, takipçileri tarafından yorumlandığı biçim itibariyle; objektif gerçeklikten benliği uzak tutma yöntemiyle fani doğanın sınırlılıklarının tümünden insan benliğinin bütüncül özgürlüğüne girişmesiydi. Bireyin gerçek olan kâinatsal kendisini gerçekleştirişi, kâinatsal gerçekliğe ek olarak mekân tarafından kısıtlanmakta ve zaman tarafından belirlenmekte olan enerji, akıl ve ruhaniyetin kısıtlı kâinatıyla özdeşleşmesinden doğmaktadır.
94:11.7 (1039.6) Ancak her ne kadar Budizm’in törenleri ve dışa-doğru gerçekleşen adetleri seyahat ettikleri yerlerdekiler ile çok büyük oranda kirlenmişse de, bu yozlaşma, dönemsel olarak, bu düşünce ve inanış düzenini benimsemiş büyük düşünürlerin felsefi yaşamında hiç de bu şekilde ortaya çıkmamıştı. İki binden daha fazla yıllık bir süre boyunca Asya’nın en iyi akılları, mutlak gerçekliği ve Mutlak’ın gerçekliğini belirlemedeki sorunlar üzerine eğilmiştir.
94:11.8 (1039.7) Mutlak’a dair daha yüksek bir kavramsallaşmanın evrimi, düşüncenin birçok kanalı ve nedensellikçi düşüncenin dolambaçlı yolları aracılığıyla elde edilmişti. Sınırsızlığın bu kavramına dair bu olumlu ilerleme, Musevi din kuramı içindeki Tanrı kavramının evrimi kadar oldukça açık bir biçimde tanımlanmış değildi. Yine de, evrenlerin Başat Kaynağı’nı tahayyül edişlerindeki süreçleri boyunca Budist akıllarının ulaştığı, üzerinde ikamet ettiği ve geçtiği şu büyük aşamalar bulunmuştu:
94:11.9 (1039.8) 1. Gotama efsanesi: Bu kavramın kökeni, Hindistan’ın tanrı-elçisi prensi olan Sidarta’nın yaşam öğretilerine ait tarihsel gerçeklikti. Bu efsane mit olarak büyüdü, ve aydınlanmış kişi olarak Gotama düşüncesi düzeyine erişene ve ek nitelikler almaya başlayıncaya kadar çağlar ve Asya’nın geniş düzlükleri boyunca seyahat etti.
94:11.10 (1040.1) 2. Çok sayıdaki Buda: Eğer Gotama Hindistan’ın topluluklarına geldiyse, insanlığın ırklarının yakın geçmişte ve yakın gelecekte gerçekliğin diğer öğretmenleri ile kutsanmış olabileceği ve kuşkusuz bir biçimde kutsanacak olduğu nedensel olarak düşünülmüştü. Bu düşünce; sonsuz ve sınırsız bir sayıda bulunan birçok Buda’nın geçmişte var olduğu, hatta herkesin — bir Buda’nın kutsallığına erişmeyi amaçlayan biçimde — onlardan biri olmayı arzulayabileceği düşüncesinin doğuşuna kaynaklık etti.
94:11.11 (1040.2) 3. Mutlak Buda. Budalar’ın sayısı sonsuza yaklaşırken, bahse konu dönemin akıllarının bu karmaşıklaşmış kavramı yeniden toparlamaları gerekli haline geldi. Böylece tüm Budalar’ın; tüm gerçekliğin belli bir Mutlak Kaynağı olarak sonsuz ve sınırsız mevcudiyete ait bir Ebedi Tek biçiminde birtakım daha yüksek özün dışavurumundan başkası olmadığını düşünmeye başladılar. Bu noktadan itibaren Budizm’in İlahiyat kavramı, en yüksek türü içerisinde, Gotama Sidarta’nın insan kişisinden ayrılmış hale gelip, denetim altında tuttuğu insansı kısıtlılıktan kurtuldu. Ebedi Olan Buda’nın nihai kavramsallaşması tam olarak; Mutlak, hatta zaman zaman sınırsız BEN olarak bile tanımlanabilir.
94:11.12 (1040.3) Mutlak İlahiyat’a dair bu düşünce Asya’nın insan toplulukları arasında hiçbir zaman genele yayılan bir biçimde büyük çaplı bir onay görmemişse de, bu yerlerin düşünürlerini felsefelerini birleştirmeye ve evren bilimlerini uyumlu hale getirmeye yetkin kılmıştı. Mutlak olan Buda’nın kavramsallaşması; zaman zaman tümüyle kişilik-dışı olan — hatta sınırsız bir yaratıcı kuvvet — biçiminde, bazı durumlarda kişisel görünümlüdür. Her ne kadar felsefe için yardımcı olsa da bu tür kavramsallaşmalar, dini gelişim için hayati değildir. İnsansı bir Yahveh bile, Budizm veya Brahmanizm’in sınırsız derecede uzak bir Mutlak’ından daha büyük dini değerdedir.
94:11.13 (1040.4) Zaman zaman Mutlak, sınırsız BEN içinde barınmakta olan bir biçimde bile düşünülmüştü. Ancak yürütülen bu fikirler; Tanrı’ya olan inancın kutsal lütfu ve ebedi kurtuluşu teminat alacağına dair Salem’in yalın müjdesini işitmeye, bu sözün cümlelerini duymaya can atan aç çoğunluklar için arzularını öldüren bir rahatlamayı getirmekteydi.
94:12.1 (1040.5) Budizm’in evrenin bütünlüğe dair görüşü içindeki büyük zafiyet iki katmanlıydı: Hindistan ve Çin’in hurafelerinin birçoğu ile kirlenmiş olmasına ek olarak onun Gotama’yı ilk başta aydınlanmış biri ve daha sonra Ebedi Buda olarak yüceltilmesi. Tıpkı Hıristiyanlık’ın hatalı birçok insan felsefesinin özümsenişinden zarar görmesi gibi, Budizm de kendine ait doğum izine sahiptir. Ancak Gotama’nın öğretileri, geçmişte kalan iki buçuk bin yıl boyunca evirilmeye devam etmiştir. Buda’nın kavramsallaşması aydınlanmış bir Budist için, aydınlanmış bir Hıristiyan için Yehova’nın kavramsallaşmasının tamamiyle Horeb’in kötü ruhlu ruhaniyetinin kendisi olmasından daha az derecede Gotama’nın insan kişiliği değildi. Eski dönemin adlandırma düzenine gösterilen duygusal bağlılık ile birlikte terimlerin kıtlığı sıklıkla, dini kavramların evriminin gerçek önemini anlamadaki başarısızlığı tetiklemektedir.
94:12.2 (1040.6) Kademeli olarak Tanrı’nın kavramsallaşması, Mutlak’a tezat olan bir biçimde, Budizm’de ortaya çıkmaya başladı. Onun kökenleri, Küçük Yol ve Büyük Yol’un takipçilerinin bu farklılaşmasına ait öncül dönemlerde yatmaktadır. Budizm’in Büyük Yol farklılaşması içinde, Tanrı ve Mutlak’ın çifte kavramsallaşması nihai olarak olgunlaştı. Aşama aşama, çağ çağ Tanrı kavramsallaşması; Japonya’daki Ryonin, Honen, Shonin ve Shinran’nın öğretileri ile bu kavram nihai olarak Amida Buda’ya olan inanç şeklinde meyve verene kadar evirilmeye devam etti.
94:12.3 (1041.1) Bu inananlar arasında ölümü deneyimlemesi üzerine ruhun, mevcudiyetin nihai aşaması olan Nirvana’ya girmeden önce Cennet’te yapacağı kısa süreli bir ikameti tercih edebileceği öğretilmektedir. Bu yeni kurtuluşun, batıdaki Cennet’in Tanrı’sı olan, Amida’nın kutsal bağışlamalarına ve sevgi dolu ilgisine olan inanç vasıtasıyla erişilebileceği duyrulmaktadır. Felsefeleri içinde Amid unsurları, tüm sınırlı fani kavrayışın ötesindeki bir Sınırsız Gerçeklik’in varlığını düşünmektedirler; dinleri içinde onlar, gerçek inançla ve temiz bir kalp ile ismini çağıran bir faninin Cennet’e ait ulvi yüceliğin erişiminde başarısız olmasına izin vermeyecek bir biçimde dünyayı çok seven her şeyin bağışlayıcısı Amida’ya olan inanca bağlanmaktadırlar.
94:12.4 (1041.2) Budizm’in büyük gücü, destekleyicilerinin tüm dinlerin içindeki gerçekliği özgür bir biçimde seçebilmesine olanak sağlamasıdır; bu türden tercih özgürlüğü nadiren bir Urantialı inancı nitelemektedir. Bu açıdan Japonya’nın Şin mezhebi, dünyadaki en ilerleyici dini topluluklardan biri olmuştur; o, Gotama takipçilerinin tanrı-elçisi olma ruhunu canlandırmış olup, diğer insan topluluklarına öğretmenler göndermeye başlamıştır. Her türlü kaynaktan gerçekliği kendisine katmanın bu istekliliği gerçekten de, İsa’dan sonraki yirminci yüzyılın ilk yarısı boyunca din inananları arasında ortaya çıkması övülür bir eğilimdir.
94:12.5 (1041.3) Budizm’in kendisi, bir yirminci yüzyıl rönesansı sürecinden geçmektedir. Hristiyanlık ile olan teması vasıtasıyla Budizm’in toplumsal nitelikleri fazlasıyla gelişmiştir. Öğrenme arzusu, kardeşliğin keşiş din-adamı kalplerinde yeniden alevlendirilmiştir; ve eğitimin bu inanç vasıtasıyla yayılması kesin bir biçimde, dini evrim içinde yeni gelişmelerin tetikleyicisi olacaktır.
94:12.6 (1041.4) Bu yazının ortaya çıktığı dönemde, Asya’nın büyük bir kısmı ümidini Budizm’e bağlamaktadır. Geçmişin karanlık çağları boyunca oldukça gözü pek bir biçimde gerçekliği taşımış bu soylu inanç, tıpkı Hindistan’daki büyük öğretmenin takipçileri bir zamanlar onun yeni gerçekliğini dinlediği gibi genişlemiş kâinatsal gerçeklerin gerçekliğini bir kez daha teslim alacak mı? Bu ilkçağ inancı, oldukça uzun bir süre boyunca aramış olduğu Tanrı ve Mutlak’ın yeni kavramlarının sunumu için canlandırıcı uyarıma bir kez daha cevap verecek mi?
94:12.7 (1041.5) Urantia’nın tümü, evrimsel kökene ait dinler ile on dokuz çağlık temasın sonucunda birikmiş öğreti ve dogmalar tarafından etkilenmeyen Mikâil’in soylulaştırıcı iletisinin duyuruluşunu beklemektedir. Vakit; Budizm, Hristiyanlık, Hinduizm ve hatta tüm inançların topluluklarına İsa hakkında değil İsa’nın müjdesine ait yaşayan, ruhsal gerçekliğin sunumu için çatmaktadır.
94:12.8 (1041.6) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
95. Makale
95:0.1 (1042.1) HİNDİSTAN doğu Asya’nın dinleri ve felsefelerinin çoğuna kaynaklık ederken, benzer bir biçimde Levant Batı dünyasının inanışlarının anavatanıydı. Salem din-yayıcıları; Maçiventa Melçizedeği’inin müjdesine dair iyi haberleri her yerde duyuran bir biçimde Filistin, Mezopotamya, Mısır, İran ve Arabistan boyunca güneybatı Asya’nın tamamı üzerine yayılmıştı. Bu yerlerin bazılarında onların öğretileri meyve verdi; diğerlerinde onların başarıları çeşitlilik gösterdi. Zaman zaman onların başarısızlıkları bilgelik eksikliği, zaman zaman ise denetimlerinin ötesindeki koşullar nedeniyle ortaya çıkmıştı.
95:1.1 (1042.2) M.Ö. 2000’li yıllarda Mezopotamya dinleri; Seth unsurlarının öğretilerini daha yeni kaybetmiş bir konumda olup, batıdaki çölden yağmış Bedevi Samileri ve kuzeyden gelmiş olan barbar atlılar olan iki istilacı topluluğun ilkel inanışlarının fazlasıyla etkisi altındaydı.
95:1.2 (1042.3) Ancak haftanın yedinci gününü onurlandırmaya dair öncül Âdem topluluklarının âdeti Mezopotamya’dan hiçbir zaman tamamen kaybolmamıştı. Sadece Mezopotamya dönemi boyunca yedinci gün, kötü şansların en kötüsü olarak değerlendirilmişti. O tabular sonucunda böyle bir konuma oturmuştu; şeytani olan yedinci günde seyahate çıkmak, yemek pişirmek veya ateş yapmak yasaya aykırıydı. Museviler; Şabattum olan yedinci güne dair Babil âdetinden kaynaklanan bir biçimde buldukları Mezopotamya tabularının çoğunu Filistin’e geri getirmişlerdi.
95:1.3 (1042.4) Her ne kadar Salem öğretmenleri Mezopotamya dinlerini geliştirmeye ve yükseltmeye katkıda bulunmuş olsalar da, çeşitli toplulukları tek Tanrı’nın kalıcı tanınmasına getirmede başarılı olamadılar. Bu türden öğreti yüz elli yıldan fazla bir süre boyunca yükseliş kazandı, ve daha sonra kademeli olarak çoklu ilahiyatların bir düzenine beslenen eski inanca yerini bıraktı.
95:1.4 (1042.5) Salem öğretmenleri; bir zamanlar ana ilahiyatların sayısını Bel, Şamaş, Nabu, Anu, Ea, Marduk ve Sin’den meydana gelen bir biçimde yediye indirmiş olarak, Mezopotamya tanrılarının sayısını fazlasıyla düşürmüşlerdi. Yeni öğretinin zirve noktasında onlar, Babil üçlüsü olan bu tanrılardan şu üç tanesini diğerleri karşısında daha yüce bir konuma getirdi: yer, deniz ve gökyüzünün tanrıları olan Bel, Ea ve Anu. Bunun yanı sıra başka üçlüler; hepsinin, And ve Sümer unsurlarının kutsal üçleme öğretilerin kalıntısı olduğu ve Melçizedek’in üç daireden oluşan nişanına olan Salem unsurlarının inancına dayandığı bir biçimde, farklı bölgelerde doğmuştu.
95:1.5 (1042.6) Salem öğretmenleri hiçbir zaman, tanrıların annesi ve cinsel doğurganlığın ruhaniyeti İştar’a olan rağbetin üstesinden bütünüyle gelemedi. Onlar, bu kadın tanrıya olan ibadetin geliştirilmesine fazlasıyla katkıda bulundu; ancak Babil unsurları ve onların komşuları, cinsel ibadetin bu kılık değiştirmiş türlerini hiçbir zaman gelişerek geride bırakamamışlardı. Daha önceden, Mezopotamya’nın tümünde her kadının, yaşamlarının başında en az bir kere, yabancıların idaresine kendilerini teslim etmesi herkes tarafından uygulanan bir adet haline gelmişti; bu uygulama, İştar tarafından zorunlu kılınmış bir bağlılık olarak düşünülmekteydi; ve doğurganlığın fazlasıyla, bu cinsel ilişki fedasına dayandığına inanılmaktaydı.
95:1.6 (1043.1) Melçizedek öğretisinin öncül ilerleyişi; Kiş’deki okulun önderi olan Nabodad’ın, tapınak fahişeliğinin yaygın uygulamalarına karşı önceden tasarlanmış, kararlı bir saldırıda bulunmaya karar vermesine kadar oldukça tatmin ediciydi. Ancak Salem din-yayıcıları, bu toplumsal reformu getirmedeki çabalarında başarısız oldu; ve bu başarısızlığın enkazında, daha önemli nitelikteki ruhsal ve felsefi öğretilerinin tümü bu yenilgiye boyun eğdi.
95:1.7 (1043.2) Salem müjdesinin bu mağlubiyetini derhal; Filistin’i Astoreh, Mısır’ı İsis, Yunanistan’ı Afrodit ve kuzey kabilelerini Astarte olarak hali hazırda etkisi altına almış, İştar inanışına olan büyük artış izledi. Ve İştar’a yapılan bu ibadetin canlanmasıyla ilişkili bir biçimde Babil din adamları, geleceği yıldızlardan okuma uygulamalarına yeniden başladı; yıldızbilimi son büyük Mezopotamya canlanışını yaşadı, falcılık moda haline geldi, ve çağlar boyunca din-adamlığı artan bir biçimde kötüleşti.
95:1.8 (1043.3) Melçizedek, her şeyin Yaratıcısı ve Yoktan-Var-Edicisi olarak tek Tanrı’yı öğretmeleri ve sadece ibadet vasıtasıyla gelen kutsal lütfun müjdesini duyurmaları hususunda takipçilerini uyarmıştı. Ancak, anlık devrimle yavaş evrimi yer değiştirmeye girişen bir biçimde haddinden fazla şeye kalkışmak, yeni gerçekliğin öğretmenlerinin sıklıkla yaptıkları hata olagelmiştir. Mezopotamya’daki Melçizedek din-yayıcıları, buradaki insanlar için ortak ahlaki ölçütü haddinden fazla yükseğe çekmişti; onlar haddinden fazla şeye kalkışmış olup, soylu amaçları yenilgiye uğramıştı. Kâinatın Yaratıcısı’nın mevcudiyetine ait gerçekliği duyurma biçiminde belirli bir müjdeyi duyurmak için görevlendirilmiş bir konumda bulunmaktaydılar; ancak onlar, adetleri kökten değiştirme gibi dışarıdan değerli görünen amaca takılıp kaldılar; ve böylece onların büyük görevi amacından sapıp, hüsran ve yıkım içinde neredeyse tamamen kaybolmuşlardı.
95:1.9 (1043.4) Bir nesil içinde Kiş’de bulunan Salem yönetim merkezi sona erdi; ve tek Tanrı’ya olan inanışın örgütlenmiş duyurusu tüm Mezopotamya boyunca neredeyse tamamen durdu. Ancak Salem okullarının kalıntıları varlığını sürdürdü. Küçük topluluklar sağa sola dağılıp, buralarda tek Yaratan’a dair inanışlarını sürdürüp, Mezopotamya din-adamlarının putperestliğine ve ahlaksızlığına karşı savaşmıştı.
95:1.10 (1043.5) Daha sonraki dönemin Musevi din-adamlarının esaret altında buldukları ve bunun hemen sonrasında Musevi yazarlığına atfetmiş oldukları ilahilerin derlemesine ekledikleri, taşa işlenmiş bir biçimde Eski Ahit Mezmurları’nın çoğunu yazan kişiler; öğretilerinin reddi sonraki dönemin Salem din-yayıcılarıydı. Babil’den gelen bu güzel mezmurlar, Bel-Marduk’un tapınaklarında yazılmamıştı; onlar, öncül Salem din-yayıcılarından gelen soyların çalışmasıydı; ve onlar, Babil din-adamlarının büyüsel derlemelerine karşı çarpıcı bir tezatlık içindedir. Eyüp’ün Kitabı, Kiş’deki Salem okuluna ait ve Mezopotamya boyunca var olmuş öğretilere dair iyi bir temsildir.
95:1.11 (1043.6) Mezopotamyalı din kültürünün çoğu, Musevi edebiyatı ve ayin işleyiş düzenlerine olan girişine, Amenemope ve Akhenaton’nun çalışmaları vasıtasıyla ulaşmıştı. Mısırlılar dikkat çekici bir biçimde; öncül And Mezopotamyalılar’dan elde edilmiş ve Fırat vadisini işgal etmiş daha sonraki Babil unsurları tarafından oldukça geniş bir ölçüde yitirilmiş toplumsal ödevin öğretilerini muhafaza etmişlerdi.
95:2.1 (1043.7) Özgün Melçizedek öğretileri gerçekten de, buradan Avrupa’ya daha sonra yayıldıkları yer olan Mısır’da en güçlü kökleri salmışlardı. Nil vadisinin evrimsel dini dönemsel olarak; Fırat Vadisi’nin Nod, Âdem ve daha sonraki And topluluklarının üstün ırk kollarının varışı tarafıyla büyümüştü. Zaman zaman, Mısırlı toplum idarecilerin çoğu Sümerliler olmuştu. Bu dönemlerde Hindistan dünya ırklarının en yüksek karışımına ev sahipliği yaparken, benzer bir biçimde Mısır Urantia üzerinde bulunabilecek dinsel felsefenin en bütüncül karışımını teşvik etmişti; ve Nil vadisinden o, dünyanın birçok kısmına yayılmıştı. Museviler, dünyanın yaratımına dair fikirlerinden çoğunu Babil unsurlarından almıştı; ancak onlar kutsal Yazgı’nın kavramsallaşmasını Mısırlılar’dan elde etmişti.
95:2.2 (1044.1) Salem öğretisini Mezopotamya’dan ziyade Mısır için daha elverişli kılan eğilimler felsefi ve dinsel yerine siyasi ve ahlakiydi. Mısır’da her kabile önderi, tahta geçmek için verdiği mücadele sonrası, kendi kabile tanrısını özgün ilahiyat ve tüm diğer tanrıların yaratanı olarak duyurarak hanedanlığının devamlılığını amaçlamıştı. Bu şekilde Mısırlılar, daha sonraki evrensel bir yaratan İlahiyat öğretisi için bir basamak olarak, kademeli bir biçimde üstün bir tanrı düşüncesine alıştılar. Tek-tanrı düşüncesi, tek Tanrı’ya olan inancın her zaman daha fazla zemin kazanması ancak hiçbir zaman çoktanrılıcılığın evrimleşen kavramsallaşmaları üzerinde tamamiyle baskın çıkamaması şeklinde birçok çağ boyunca gidip gidip geldi.
95:2.3 (1044.2) Çağlar boyunca Mısır toplulukları, doğa tanrılarına yapılan ibadete kendilerini vermişlerdi; daha özelden bahsedilecek olunursa, kırk ayrı kabilenin her biri, birinin boğaya, diğerinin aslana, üçüncüsünün koça ve böyle giden bir biçimde özel bir topluluk tanrısına sahipti.
95:2.4 (1044.3) Zaman içinde Mısırlılar; tuğla mahzenlerinde gömülmüş olanlar çürürken, tuğlasız mezarlar içine yerleştirilen ölü bedenlerin — mumyalayarak — sodayla birebir karıştırılan kumun etkisi vasıtasıyla korunduğunu gözlemledi. Mısırlılar, bedenin muhafaza edilişinin birinin gelecek yaşama doğru olan ilerleyişini kolaylaştırdığına inandı. Bedenin çürümesinden sonra uzak gelecekte bireyin düzgün bir biçimde tanınabilmesi içinde, tabuttakine benzer bir suretteki heykel olarak ceset ile birlikte lahitin içine bir defin başı yerleştirdiler. Bu türden heykel defin başlarının yapılması, Mısır sanatı içinde büyük gelişime sebebiyet verdi.
95:2.5 (1044.4) Çağlar boyunca Mısırlılar inançlarını, bedenin ve ölümden sonra sonuçsal bir biçimde ortaya çıkan memnuniyet verici kurtuluşun teminatı olarak mezarlara bağladılar. Her ne kadar beşikten mezara kadar yaşam için külfetli olsa da, büyüsel uygulamaların daha sonraki evrimi olabilecek en etkin biçimde, mezarların dininden onları kurtardı. Din-adamları tabutlara, “alttaki dünyada insanın kalbinin ondan alınmasına” karşı koruyucu olduğuna inanılan uğur yazılarını kazırlardı. Yakın bir zaman içerisinde bu sihirli yazıların çeşitli derlemeleri, Ölüler Kitabı olarak bir araya getirilip, muhafaza altına alındı. Ancak Nil vadisi içinde büyüsel ayin düzeni öncül bir biçimde, bu dönemlerin ayinleri tarafından sıklıkla erişilemeyen bir düzeyde bilinç ve kişiliğin alanlarıyla ilişkili hale gelmişti. Ve ilerleyen zamanlarda detaylı mezarlardan ziyade bu etik ve ahlaki idealler kurtuluşa bağlanmıştı.
95:2.6 (1044.5) Bu dönemlerin hurafeleri en iyi biçimde, Mısır’da doğmuş ve buradan Arabistan ve Mezopotamya’ya yayılmış olan bir düşünce biçiminde bir iyileştirme aracı olarak tükürüğün etkinliğine dair genel inanış tarafından resmedilir. Horus’un Set ile olan efsanevi savaşında genç tanrı gözünü kaybetmişti; ancak Set alt edildikten sonra bu göz, yaraya tüküren ve onu iyileştiren bilge tanrı Thoth tarafından eski haline getirildi.
95:2.7 (1044.6) Mısırlılar uzunca bir süre boyunca; yıldızların gece vakti parıldamasının değerli ölülere ait ruhların kurtuluşunu temsil ettiğine inandı, diğer kurtulanların güneş tarafından kendi içine katıldıklarına inandılar. Belirli bir dönem boyunca güneşe olan derin saygı, atalara yapılan ibadetin bir türü haline geldi. Büyük piramidin eğilimli giriş geçidi; kralların varsayılan yerleşkesi olan sabit yıldızların hareketsiz ve yerleşmiş takımyıldızlarına kralın ruhunun doğrudan bir biçimde mezardan kalktığında gidebilmesi amacıyla, doğrudan doğruya Kutup Yıldızı’na bakmaktadır.
95:2.8 (1045.1) Güneşin eğimli ışınlarının bulutlar içindeki bir gedikten dünyaya doğru giriş yaptığı gözlemlendiğinde, onların, kral ve diğer dürüst ruhların üzerinde göksel bir merdivenden aşağı doğru yavaş yavaş inişlerinin işareti olduklarına inanılmıştı. “Kral Pepi, üzerinde annesine yükselmek için ışıltısını bir merdiven gibi altına serdi.”
95:2.9 (1045.2) Melçizedek beden içinde ortaya çıktığında Mısırlılar, çevre topluluklarınkinin çok üzerinde bir dine sahiplerdi. Onlar; büyü reçeteleriyle yerinde bir biçimde kuşandıklarında, araya giren kötü ruhaniyetlerinden kurtulup, “cinayet, soygun, yalancılık, evlilik-dışı cinsel ilişki, hırsızlık ve bencillikte” bulunmayanların neşe âlemlerine kabul edildiği yer olan Osiris’in yargı binasına ilerleyebileceklerine inandılar.” Eğer bu ruh terazide tartılıp, aşağıya çekerse, Kadın Öğütücü olan cehenneme sevk edilir. Ve bu, göreceli olarak, çevredeki birçok topluluğun sahip olduğu inanışlara kıyasla bir gelecek yaşama dair gelişmiş bir kavramsallaşmaydı.
95:2.10 (1045.3) Birinin yeryüzünde beden içindeki yaşamına ait günahlar için daha sonra verilecek yargıya dair kavramsallaşma Mısır’dan Musevi din kuramına taşınmıştı. Yargı kelimesi Musevi Mezmurları Kitabı’nın tamamı içinde sadece bir kez geçmektedir; ve bahse konu bu mezmur, bir Mısırlı tarafından kaleme alınmıştı.
95:3.1 (1045.4) Her ne kadar Mısır’ın kültür ve dini başlıca And Mezopotamyası’ndan elde edilmiş ve daha sonraki medeniyetlere geniş ölçüde Musevi ve Yunan unsurları vasıtasıyla aktarılmışsa da, Mısırlılar’ın toplumsal ve etik idealizminin büyük bir kısmı, hem de çok büyük bir kısmı, tamamiyle evrimsel bir gelişme olarak Nil vadisinde doğmuştu. Her ne kadar Andit kökenine ait gerçeklik ve kültürün büyük bir kısmının aktarılmış olmasına rağmen Mısır içinde; Mikâil’in bahşedilişinin öncesinde belirli her bir diğer alan içinde ortaya çıkmış benzer doğal yöntemlere kıyasla, tamamiyle bir insan gelişimi olarak ahlaki kültürün daha fazlası evirilmişti.
95:3.2 (1045.5) Ahlaki evrim tamamiyle açığa çıkarışlara bağlı değildir. Yüksek ahlaki kavramlar, insanın kendi deneyiminden elde edilebilir. İnsan; kutsal bir ruhaniyet kendi içerisinde ikamet ettiği için, ruhsal değerleri bile geliştirebilir, bireysel düzeydeki kendi deneyimsel yaşamından kâinatsal kavrayış elde edebilir. Bilinç ve kişiliğin bu türden doğal evrimi aynı zamanda; ilkçağ dönemlerinde ikinci Cennet Bahçesi’nden ve daha sonra Salem’deki Melçizedek yönetim merkezinden gelmiş gerçeklik öğretmenlerinin dönemsel varışları tarafından büyümüştü.
95:3.3 (1045.6) Salem müjdesinin Mısır’a giriş yapışından bin yıllık bir süre önce Mısır’ın ahlaki önderleri; adalet, hakkaniyet ve açgözlülükten kaçınmayı öğretmişlerdi. Üç bin yıl önce Musevi yazıtları kaleme alınmıştı, Mısırlılar’ın ortak ilkesi şuydu: “Kendisini ispat etmiş kişi ortak ölçütü doğruluk olandır; onun yolunda yürüyendir.” Onlar nezaket, ölçülülük ve sağduyuluğu öğretmişti. Bu çağın büyük öğretmenlerinden bir tanesinin iletisi şuydu: “Herkese karşı iyi davran, herkese karşı adil ol.” Bu çağın Mısırlı üçlüsü Gerçeklik-Adalet-Doğruluk’du. Urantia’nın tamamiyle insan kökenli dinleri arasında hiçbiri, Nil vadisinin bir zamanlar sahip olduğu insancılığının bu toplumsal ideallerinden ve ahlaki ihtişamından daha üstün bir konuma gelememişti.
95:3.4 (1045.7) Bu evrimleşen etiksel düşünceler ve ahlaki ideallerin toprağında Salem dininin varlık mücadelesi veren öğretileri yeşerdi. İyilik ve kötülüğün kavramları, “Yaşam uysal, ölüm suçlu olana verilmiştir” düşüncesine inanan bir topluluğun kalplerinde hazır karşılık buldu. “Uysal, derinden sevileni yapan; suçlu nefret edileni gerçekleştirendir.” Çağlar boyunca Nil vadisinin sakinleri, — iyi ve kötü olarak — doğru ve yanlışın daha sonraki kavramları üzerinde hiç kafa yormadan önce, ortaya çıkmakta olan bu etik ve toplumsal ortak ölçütlerle yaşamaktaydı.
95:3.5 (1046.1) Mısır ussal ve ahlaklıydı, ancak üstün bir biçimde fazla ruhsal değildi. Altı bin yıl boyunca sadece dört büyük tanrı-elçisi Mısırlılar arasından çıkmıştı. Amenemope’yi bir mevsim boyunca takip ettiler; Okhban’ı öldürdüler; İkhnaton’u kabul ettiler, ancak bir kısa nesil boyunca şevksizce bunu gerçekleştirdiler; Musa’yı reddettiler. Ve tekrar altı çizilecek olursa, dini koşullar yerine siyasi olanlar tek Tanrı’ya dair Salem öğretileri adına Mısır oyunca büyük bir etkide bulunmayı İbrahim ve daha sonra Yusuf’un için kolaylaştırdı. Ancak Salem din-yayıcıları ilk kez Mısır’a girdikleri zaman, Mezopotamyalı göçmenlerin değişikliğe uğramış ortak ahlaki ölçütleri ile karışmış olan evrimin bu oldukça yüksek etik kültürüyle karşılaşmışlardı. Bu öncül Nil vadisi öğretmenleri, İlahiyat’ın sesi biçiminde Tanrı’nın emri olarak vicdanı ilk kez duyuranlardandı.
95:4.1 (1046.2) Zaman içinde Mısır’da, birçokları tarafından “insanın oğlu” ve diğerleri tarafından Amenemope olarak adlandırılan bir öğretmen doğdu. Bu kâhin; vicdanı doğru ve yanlış arasında karar vermenin en yüksek noktasına çıkarmış, günah için cezalandırmayı öğretmiş, ve güneş ilahiyatına başvurarak gerçekleşen kurtuluşu duyurmuştu.
95:4.2 (1046.3) Amenemope, zenginliklerin ve talihin Tanrı’nın hediyesi olduğunu öğretti; ve bu kavramsallaşma bütüncül bir biçimde, daha sonra ortaya çıkış halinde bulunan Musevi felsefesini renklendirdi. Bu soylu öğretmen, Tanrı-bilincinin tüm davranışlarda belirleyici etken olduğuna inandı; her anın, Tanrı’nın mevcudiyetinin ve ona duyulan sorumluluğun gerçekleştirilişi içinde yaşanılması gerektiğini düşündü. Bu bilgenin öğretileri daha sonra Musevi diline çevrilmiş olup, Eski Ahit yazıya geçirilmeden uzun bir süre önce bu topluluğun kutsal kitabı olmuştu. Bu iyi insanın başlıca duyurusu, emanet edilen hükümet makamlarındaki doğruluk ve dürüstlük hususunda oğlunu eğitmesiyle ilgiliydi; ve çok öncesinin bu soylu eğilimleri, herhangi bir çağdaş devlet adamını oldukça memnun kılardı.
95:4.3 (1046.4) Nil’in bu bilge adamı, — dünyasal olan her şeyin gelip geçici olması şeklinde — “zenginliklerin kanat alıp uçtuklarını” öğretmişti. Onun büyük duası, “korkudan kurtarılmak” içindi. O, “insanların sözlerinden” “Tanrı’nın eylemlerine” doğru yüzlerini dönmeleri için herkesi ikna etmeye çabalamıştı. Öz bakımın o şunu öğretti: İnsan niyetini eder, ancak Tanrı onu yerine getirir. Musevi diline çevrilen onun öğretileri, Eski Ahit Özdeyişler Kitabı’nın felsefesini belirledi. Yunanca’ya çevrilerek, daha sonraki tüm Helenistik dini felsefeye renk kattı. Daha sonraki İskenderiyeli filozof Philon, Bilgeliğin Kitabı’nın bir nüshasını elinde buldurmuştu.
95:4.4 (1046.5) Amenemope; evrimin etik kurallarını ve açığa çıkarılışın ahlaki değerlerini muhafaza etmek için faaliyet göstermiş, yazılarıyla onları hem Museviler’e hem de Yunanlılar’a aktarmıştı. O, bu çağa ait dini öğretmenlerinin en büyüğü değildi; ancak o, —— Batı’nın dini inancının en yüksek gelişimini evrimleştiren içindeki Museviler ve saf felsefi düşünceyi Avrupa’daki en yüksek düzeyine geliştirmiş Yunanlılar olarak — Batı medeniyetin büyümesinde iki hayati halkanın daha sonraki düşüncesini renklendirmesi bakımından en etkili olanıydı.
95:4.5 (1046.6) Musevi Özdeyişler Kitabı’nda on beş, on yedi ve yirminci bölümlerin tamamına ek olarak yirmi ikinci bölümün on yedinci mısrasından yirmi dördüncü bölümün yirmi ikinci mısrasına kadarki yazıların tümü Amenemope’nin Bilgeliğin Kitabı’nın neredeyse harfi harfine aynısıdır. Musevi Mezmur Kitabı’nın ilk mezmuru Amenemope tarafından yazılmış olup, özünde İkhnaton’un öğretileridir.
95:5.1 (1047.1) Kraliyet ailesinden bir kadın Mısırlı bir Salem doktorunun etkisiyle Melçizedek öğretilerini benimsediği zaman, Amenemope’nin öğretileri Mısır aklındaki yerini yavaşça kaybetmekteydi. Bu kadın, Mısır Hükümdarı İkhnaton olan oğlu üzerinde, Tek Tanrı’ya dair bu öğretileri kabul etmesi için baskın gelmişti.
95:5.2 (1047.2) Melçizedek’in beden içinde ortadan kayboluşundan itibaren bahse konu döneme kadar hiçbir insan varlığı, İkhnaton’unki kadar Salem’in açığa çıkarılmış dinine dair bu türden açık bir kavramsallaşmaya sahip olmadı. Bazı açılardan bu genç Mısır kralı, insan tarihi içinde en dikkate değer kişilerden bir tanesidir. Mezopotamya’da artış gösteren ruhsal bunalımın bu dönemi boyunca o Mısır’da, tek Tanrı olan El Elyon’un öğretisini canlı kıldı; böylece bu dönemlere göre gelecekte gerçekleşecek olan Mikâil’in bahşedilişinin dini temeli için hayati derecede önemli nitelikteki felsefi tek-tanrı düşünüşünün sürekliliğini sağladı. Ve, diğer nedenlere ek olarak bu cesaretin tanınışı içinde İsa, İkhnaton’un ruhsal varislerinden bazılarının kendisini gördüğü ve onun Urantia’ya olan kutsal görevinin belirli fazlarını bir parça anladığı Mısır’a getirilmişti.
95:5.3 (1047.3) Melçizedek ve İsa arasında en büyük kişilik olan Musa, Musevi ırkı ve Mısır’ın kraliyet ailesi dünyasının ortak hediyesiydi; ve şayet İkhnaton Musa’nın çok yönlülüğünü ve yetkinliğini elinde bulundursaydı, şaşırtıcı dini önderliği ile eşleşebilecek siyasi bir dehayı sergilemiş olurdu; ve bunun sonrasında Mısır, bu çağın büyük tek-tanrılı ülkesi haline gelirdi; ve eğer böyle bir şey gerçekleşmiş olsaydı, İsa’nın fani yaşamının büyük bir kısmını Mısır’da geçirebilecek olması az da olsa olası bir durumdur.
95:5.4 (1047.4) Tüm tarih boyunca hiçbir zaman herhangi bir kral bu olağanüstü İkhnaton’un gerçekleştirdiği gibi, bu derece tasarlanmış bir biçimde bir ülkenin tamamını çoktanrıcılıktan tek-tanrıcılığa kaydırma girişiminde bulunmamıştı. Olası en yüksek derecedeki muhteşem kararlılıkla bu genç idareci; geçmişinden ayrılıp, ismini değiştirip, başkenti terk edip, yepyeni bir şehir inşa edip, insanlarının tümü için yeni bir sanat ve edebiyat yarattı. Ancak o haddinden fazla hızlı gitti; o, terk ettiğinde üzerinde durabileceğinden daha fazlası olarak, haddinden fazla şey inşa etti. Ve tekrar, düşmanlık ve baskının ileriki selleri Mısırlılar’ı arasına kattığı zaman her şeyin dini öğretilerine karşı gerçekleştiği bir biçimde, o insanlarının maddi istikrarı ve refahını sağlamada başarısız oldu.
95:5.5 (1047.5) Muhteşem bir biçimde kesin görüşe ve olağanüstü derecede kararlı amaca sahip bu insan Musa’nın siyasi bilgeliğine sahip olsaydı, Batı dünyasındaki dinin evriminin ve gerçekliğin açığa çıkarılışının bütüncül tarihini değiştirmiş olurdu. Yaşamı boyunca o, genel olarak itibarsızlaştırdığı din adamlarının etkinliklerine kısıtlılık getirmede yetkindi; ancak onlar inançlarını gizlice idare edip, genç kral güçten düşer düşmez faaliyete geçmeye başladılar; ve onlar, onun hükümdarlığı altında tek-tanrılı dinin kurulmasıyla Mısır’ın daha sonraki sorunlarının tümünü ilişkilendirmede gecikmediler.
95:5.6 (1047.6) Oldukça bilge bir biçimde İkhnaton, güneş-tanrısı kılıfı içinde tektanrıcılığı kurmaya çalıştı. Tanrıların tümünü güneşin ibadetine özümseyerek Kâinatın Yaratıcısı’na olan ibadete bu yaklaşım kararı, Salem doktorunun tavsiyesiyle gerçekleşmişti. İkhnaton; İlahiyat’ın babalığı ve anneliği ile ilgili bu dönemin mevcut Aton inancına ait yaygınlaşmış öğretileri alıp, insan ile Tanrı arasında içten bir ibadetsel ilişkiyi tanıyan bir din yarattı.
95:5.7 (1048.1) İkhnaton; Aton’un yaratanı ve her şeyin yüce Yaratıcısı olarak Tek Tanrı’ya yapılan kılık değiştirmiş ibadete birlikteliklerini yönlendirirken, güneş-tanrısı olan Aton’a yapılan dışa doğru ibadeti koruyacak kadar bilgeydi. Bu genç öğretmen-kral; yönetime geri geldiklerinde din-adamlarının tamamiyle yok ettiği, otuz bir bölümden oluşan bir kitap halindeki “Tek Tanrı” ismindeki savın kalemi olarak çok üretken bir yazardı. İkhnaton aynı zamanda; Musevi yazarlığına atfedilmiş olan, Eski Ahit Mezmurları içinde şu an korunmaktaki yüz otuz yedi ilahiyi de yazmıştı.
95:5.8 (1048.2) Günlük yaşam içinde İkhnaton’un yüce kelimesi “doğruluktu”; ve o hızlı bir biçimde doğruluğun kavramsallaşmasını, milli etik kurallarına ek olarak uluslararasındaki kuralları da kapsayacak ölçüde genişletmişti. Bu topluluk; muhteşem düzeydeki kişisel dindarlığın bir nesli olup, Tanrı’yı bulma ve onu tanımak için daha ussal erkek ve kadınlar arasında mevcut bulunan içten bir arzu tarafından simgelenmişti. Bu dönemlerde toplumsal konum ve refah, kanun gözünde hiçbir Mısırlı’ya herhangi bir menfaat sağlamadı. Mısır’ın aile yaşamı; ahlaki kültürü korumak ve onu geliştirmek için fazlasıyla katkıda bulunmuş olup, Filistin’deki Museviler’in daha sonraki mükemmel aile yaşamı için ilham olmuştu.
95:5.9 (1048.3) İkhnaton’un müjdesinin ölümcül zaafı; Aton’un sadece Mısır’ın yaratanı olmadığı, “bu Mısır ülkesinin yanı sıra Suriye ve Kuş’u bile içine alan bir biçimde tüm yabancı ülkelere ek olarak insan ve hayvanlardan oluşan tüm dünyanın aynı zamanda yaratanı” olduğunu öne süren öğretisi biçiminde onun en büyük gerçekliğiydi. “O herkesi kendilere ait yere yerleştirir, tüm ihtiyaçlarını sağlar.” İlahiyatın bu kavramsallaşmaları yüksek ve yüceltilmişti; ancak onlar milli değildi. Dindeki ulusallığın bu eğilimleri, savaş meydanları üzerinde Mısır ordusunun coşkusunu arttırmada başarısız oldu; buna ek olarak onlar din-adamlarına, genç kral ve onun yeni dinine karşı kullanması için etkin silahları vermiş oldu. İkhnaton, daha sonraki Musevi unsurlarınınkinden çok daha yukarıda bir İlahiyat kavramsallaşmasına sahipti; ancak o, bir ulus inşacısının amaçlarına hizmet etmek için haddinden fazla gelişmiş nitelikteydi.
95:5.10 (1048.4) Her ne kadar tek-tanrı ideali İkhnaton’un ölümünden zarar görmüş olsa da, tek Tanrı’nın düşüncesi birçok topluluğun akıllarında varlığını sürdürdü. İkhnaton’un damadı, ismini Tutankhamen olarak değiştirerek eski tanrılara yapılan ibadete geri dönen bir biçimde din-adamlarıyla beraber aynı yoldan ilerledi. Başkent Teb’e geri taşındı, ve din adamları nihai olarak tüm Mısır’ın yedide birinin iyeliğini kazanan bir biçimde arazilerle oburlaştı; ve yakın bir zaman içinde bahse konu din-adamları düzeyine ait biri krallığı ele geçirmeye girişti.
95:5.11 (1048.5) Ancak din-adamları, tektanrıcılık dalgasının tamamen üstesinden gelememişti; Artan bir biçimde onlar, tanrılarını bir araya getirmek ve birleştirmek zorunda bırakıldılar; her geçen gün tanrıların ailesi daha fazla küçülmekteydi. İkhnaton daha önceden, cennetlerin alevli yuvarlak düzlemini yaratan Tanrı ile özleştirmişti; ve bu düşünce, köklü değişiklikleri gerçekleştiren genç öldükten uzunca bir süre sonra insanların kalplerinde, hatta din-adamlarınınkinde bile yanmaya devam etti. Tek-tanrı kavramsallaşması, Mısır’da ve dünyada insanların kalplerinde hiçbir zaman ölmedi. Bu kavramsallaşma, İkhnaton’un oldukça büyük bir şevkle tüm Mısır’ın ibadeti için duyurmuş olduğu tek Tanrı olan bahse konu kutsal Yaratıcı’ya ait Yaratan Evladı’nın varışına kadar bile varlığını sürdürmüştü.
95:5.12 (1048.6) İkhnaton’un öğretisinin zayıflığı, sadece eğitimli Mısırlıların kendi öğretilerini tamamiyle kavrayabileceği türden gelişmiş bir dini sunması gerçeğinde yatmaktadır. Tarım işçilerinin olağan üyeleri hiçbir zaman onun müjdesini gerçek anlamıyla kavrayamamışlardı; ve onlar din-adamlarına, bu nedenle, İsis’e ek olarak karanlık ve kötülüğün tanrısı olan Set’in ellerinde vahşi bir ölümden mucizevî bir biçimde yeniden dirildiği varsayılan eşi Osiris’e yapılan eski ibadet için geri dönmüşlerdi.
95:5.13 (1049.1) Tüm insanlar için ölümsüzlüğün öğretisi, Mısırlılar için haddinden çok daha fazla ileri nitelikteydi. Sadece krallar ve zenginlerin yeniden dirilişine söz verilmişti; böylelikle onlar oldukça dikkatli bir biçimde, karar gününe karşı tabutları içinde bedenlerini mumyalayıp, korumaktalardı. Ancak İkhnaton tarafından öğretildiği biçimiyle kurtuluş ve yeniden dirilişin demokrasisi nihai olarak, Mısırlılar’ın dilsiz hayvanların bile kurtuluşuna inandığı bir ölçüde, üstün geldi.
95:5.14 (1049.2) Her ne kadar tek Tanrı’ya olan ibadeti insanlarına uygulamak için bu Mısır yöneticisinin çabası görünürde başarısız olsa da, onun çalışmasının sonuçlarının hem Filistin’de ve hem de Yunanistan’da çağlar boyunca varlığını sürdürmüş olduğunun altı çizilmelidir; ve Mısır’ın böylece, Batı’nın daha sonraki insan topluluklarının tümüne Nil’in birleşik evrimsel kültürüne ek olarak Fırat’ın açığa çıkarımsal dinini aktarmada aracı haline gelmiş olduğu önemle belirtilmelidir.
95:5.15 (1049.3) Nil vadisindeki ahlaki gelişim ve ruhsal büyümenin bu büyük döneminin ihtişamı yaklaşık olarak, Museviler’in milli yaşamının başladığı dönemde hızlı bir biçimde ortadan kaybolmaktaydı; ve Mısır’daki kısa süreli ikametlerinin sonucunda bu Bedeviler, bahse konu öğretilerin büyük bir kısmını taşımış olup, ırksal dinlerinde barınan İkhnaton inanışlarının çoğunun devamlılığını sağlamışlardı.
95:6.1 (1049.4) Filistin’den Melçizedek din-yayıcıların bazıları Mezopotamya boyunca büyük İran yaylasına geçmişti. Beş yüz yıldan fazla bir süre boyunca Salem öğretmenleri istikametlerini İran’a çevirdi; ve bütün ülke, bir yönetim değişikliği Salem inancının tek-tanrı öğretilerini neredeyse tamamen sonlandırmış sert bir düşmanlığa zemin hazırladığında Melçizedek dinine doğru kaymaktaydı. İbrahimsel sözleşmenin öğretisi; İsa’dan önce altıncı yüzyıl olan ahlaki rönesansın bu büyük çağında Zerdüşt Salem müjdesinin için için yanan közlerini canlandırmak için ortaya çıktığında, İran’da neredeyse tamamen yok olmuş haldeydi.
95:6.2 (1049.5) Yeni bir dinin bu kurucusu; Mezopotamya’daki Ur’a yaptığı ilk din yolculuğunda, hepsinin dini doğasını güçlü bir biçimde etkilediği — diğer tarihsel anlatımlarla birlikte — Caligastia ve Lucifer isyanının tarihsel anlatımlarını hâlihazırda öğrenmiş olan gözü pek ve maceraperest bir gençti. Bunun uyarınca o; Ur’dayken gördüğü bir rüya sonucunda, insanlarının dinini yeniden şekillendirmeye girişmek için kuzeydeki evine geri dönüşün bir sürecine başladı. Zerdüşt, kutsallığın Musasal kavramsallaşması olarak bir adalet Tanrısı’na Musevi düşüncesini özümsedi. Yüce bir Tanrı’ya dair düşünce aklında kesindi; ve o tüm diğer tanrıları, Mezopotamya’da önceden duymuş olduğu kötü ruhaniyetlerin düzeyine sevk eden bir biçimde şeytanlar olarak alt bir konuma getirdi. O daha öncesinden, tarihsel anlatım Ur’da hala varlığını sürdürürken Yedi Üstün Ruhaniyet’e dair anlatıyı öğrenmişti; ve böylece o, Ahura-Mazda’yı başına getiren bir biçimde yedi tanrıdan oluşan bir büyük yıldız sistemi yarattı. Bu alt tanrıları o; Doğru Hukuk, İyi Düşünce, Soylu Hükümet, Kutsal Kişilik, Sağlık ve Ölümsüzlük’ün olası en yüksek düşüncesiyle ilişkilendirmişti.
95:6.3 (1049.6) Ve bu yeni din, dualar ve ayinler değil — çalışma olarak — bir eylem inanışıydı. Onun Tanrı’sı, yüce bilgeliğin bir varlığı ve medeniyetin hamisiydi; o kötülük, eylemsizlik ve gericilikle savaşmayı göze almış savaşçıl bir dini felsefeydi.
95:6.4 (1049.7) Zerdüşt; ateşe olan ibadeti öğretmedi, ancak alevi, saf ve bilge Ruhaniyet’in evrensel ve yüce hâkimiyetinin bir simgesi olarak kullanmaya amaçladı. (Onun daha sonraki takipçilerinin bu simgesel ateşe hem derin saygı besleyip hem de ibadet ettiği tamamiyle doğrudur.) Nihai olarak, bir İran prensiyle olan konuşması üzerine bu yeni din, kılıçla yayıldı. Ve Zerdüşt kahramansı bir biçimde, “ışığın Koruyucusu’nun gerçekliğine” beslediği inancı için verdiği savaşta öldü.
95:6.5 (1050.1) Zerdüştlük, Yedi Üstün Ruhaniyet’e dair Dalamatiasal ve Cennet Bahçesel öğretileri devam ettiren tek Urantia’lı inanıştır. Kutsal Üçleme kavramsallaşmasını evrimleştirmede başarısız olsa da, bir biçimde Yedi Katmanlı Tanrı’nınkine yaklaşmıştır. Özgün Zerdüştlük, saf bir ikircikli düşünce düzeni değildi; her ne kadar öncül öğretiler kötülüğü iyiliğin zamandaki bir eş-güdümü olarak resmetmişseler de, o, kesin bir biçimde, iyiliğin nihai gerçekliği içine ebediyetsel olarak gömülüydü. Sadece daha sonraki dönemlerde, iyilik ve kötülüğün eşit düzeyde birbirleriyle mücadele ettiği inancı yaygın olarak destek gördü.
95:6.6 (1050.2) Musevi yazıtlarında kayda geçirildiği gibi, cennet ve cehenneme ek olarak şeytanların savına dair Musevi tarih anlatımları başat olarak; her ne kadar Lucifer ve Caligastia’nın hala varlığını sürdüren tarih anlatımları üzerine inşa edilmiş olsa da, Museviler’in İranlılar’ın siyasi ve kültürel egemenliği altında bulunduğu dönemlerde Zerdüştlerin inançlarından elde edilmişti. Mısırlılar gibi Zerdüşt “karar gününü” öğretmişti, ancak o bu etkinliği dünyanın sonuyla ilişkilendirmişti.
95:6.7 (1050.3) İran’da Zerdüştlük’den sonra gelen din bile ondan dikkate değer bir biçimde etkilenmişti. İranlı din adamları Zerdüşt’ün öğretilerini güçle yerinden etmeyi amaçlarken, Mitra’ya olan ilkçağ inancını yeniden dirilttiler. Ve Mitraizm, bir süreliğine hem Musevilik ve hem de Hıristiyanlık’ın çağdaşı olarak Levant ve Akdeniz bölgeleri boyunca yayılmıştı. Zerdüşt’ün öğretileri böylelikle, şu üç büyük dini ardı ardına etkilemek için gelmişti: Musevilik, Hristiyanlık ve onlar ile birlikte Muhammed takipçilerinin dini.
95:6.8 (1050.4) Ancak Zerdüşt’ün yüce öğretileri ve soylu mezmurlarından; Zerdüşt’ün hiçbir zaman bir kez olsun desteklemediği safsatalara olan inanışların yerine getirilmesiyle bütünleşen, ölülerden duyulan büyük korkularıyla birlikte İranlılar tarafından gerçekleştirilen Zerdüşt’ün müjdesine ait çağdaş sapmalar çok büyük bir değişimdi.
95:6.9 (1050.5) Bu büyük insan; kararmış dünyasında sonsuz yaşama götüren ışığın patikasını insana göstermek için yanan oldukça sönük kalmış bu Salem ışığının tamamen ve kesin bir biçimde sönüşüne engel olmak amacıyla İsa’dan önceki altıncı yüzyılda birden bire ansızın ve hızlıca ortaya çıkan bu benzersiz topluluğun üyelerinden biriydi.
95:7.1 (1050.6) Tek Tanrı’ya dair Melçizedek öğretileri, görece yakın bir döneme kadar Arap çölünde yerleşmiş hale geldi. Yunanistan’da olduğu gibi Arabistan’da da Salem din-yayıcıları, Maçiventa’nın haddinden fazla örgütlenme ile ilgili yönergelerini yanlış anlamaları sonucu başarısız oldu. Ancak onlar; müjdenin askeri kuvvet veya toplumsal zorlamayla yayılması için gösterilecek her tür çabaya karşı uyarıda bulunan Melçizedek ihtarını bu şekilde yorumlamalarına rağmen geri adım atmamışlardı.
95:7.2 (1050.7) Ne Çin’de ne de Roma’da Melçizedek öğretileri, Salem’in kendisine oldukça yakın olan bu çöl bölgesinde daha bütüncül bir biçimde başarısızlığa uğramamıştı. Doğu ve Batı topluluklarının çoğunluğunun sırasıyla Budist ve Hıristiyan haline gelmelerinden uzunca bir süre sonra Arabistan çölü, geçmişte bulunduğu konumda binlerce yıl boyunca varlığını sürdürdü. Her kabile kendisine ait eski putlaştırılmış şeye ibadet etti; ve birçok bireysel aile, kendisine ait aile tanrılarına sahipti. Babilli İştar, Musevi Yahveh, İranlı Ahura ve Koruyucu Hazreti İsa’nın Hıristiyan Yaratıcısı aralarındaki uzun mücadele devamlılığını korudu. Hiçbir zaman bir kavramsallaşma diğerinin yerini tamamen elde etmeye yetkin olamamıştı.
95:7.3 (1051.1) Arabistan boyunca tek tük yayılmış bir biçimde aileler ve kavimler, tek Tanrı’ya dair çok kesin olmayan bir düşünceye sahip olmuşlardı. Bu türden topluluklar; Melçizedek, İbrahim, Musa ve Zerdüşt’e dair tarihsel anlatımlara fazlasıyla değer verdiler. Orada, İsasal müjdeye karşılık verebilecek çok sayıda merkez bulunmaktaydı; ancak çöl arazilerinin Hıristiyan din-yayıcıları, Akdeniz ülkelerindeki din-yayıcılar olarak faaliyet gösteren uzlaşmacılar ve yenilikçilere kıyasla katı ve taviz vermez bir topluluktu. İsa’nın takipçileri “dünyanın her yerine gidin ve müjdeyi duyurun” şeklindeki kesin emrini daha ciddiye almış olsalardı, buna ek olarak kendi belirledikleri koşulsal toplumsal gereksinimlerde daha az katı, duyurularında daha merhametli olsalardı, bunun sonucunda birçok yer mutlulukla marangozun oğlunun bu yalın müjdesini almış oldurdu, buna Arabistan da dâhil.
95:7.4 (1051.2) Büyük Levantlı tektanrıcılığın Arabistan’da kök salışı başarısız olsa da bu çöl arazisi, toplumsal zorunluluklarında daha az talepkar, ama yine de tek-tanrılı olan bir inancı üretmeye yetkindi.
95:7.5 (1051.3) Çölün ilkel ve düzensiz inanışlarına dair bir kabile, ırk veya milli kökenli tek bir etken bulunmaktaydı; o, neredeyse tüm Arap kabilelerinin Mekke’deki belirli bir tapınaktaki belirli bir siyah taş putlaşmasına göstermeye gönüllü olduğu tuhaf ve yaygın nitelikli saygıydı. Ortak iletişim ve derin saygının bu noktası ileride İslam dininin kurulmasına yol açmıştır. Volkan ruhaniyeti olan Yahveh Musevi Sami toplulukları için ne anlam taşıdıysa, Kâbe taşı Arap kuzenleri için aynı anlama gelmişti.
95:7.6 (1051.4) İslam’ın gücü; tek bir İlahiyat olarak oldukça belirgin ve çok iyi bir biçimde tanımlanmış Allah’ın sunumu olmuştur; onun zayıf noktası, kadınların alt bir düzeye indirilişiyle beraber duyurusuyla askeri kuvveti ilişkilendirmesi olmuştur. Ancak o kararlı bir biçimde, “görülen ve görülmeyen her şeyi bilen”, her şeyin Tek Kâinatsal İlahiyatı’nın sunumuna bağlı kalmıştır. “O bağışlayıcı ve merhamet sahibidir.” “Gerçekten de Tanrı, insanların tümüne olan iyilikte cömerttir.” “Ve ben hasta olduğumda, beni iyileştiren O’dur.” “Çünkü her ne zaman üç kişi kadar çok kişi konuşsa, Tanrı dördüncüsü olarak oradadır”, çünkü o “ilk ve son, aynı zamanda görülen ve görülmeyen değil midir?
95:7.7 (1051.5) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
96. Makale
96:0.1 (1052.1) İLAHİYAT’IN düşünülüşünde insan ilk önce tanrıları hesaba kadar; daha sonra tüm yabancı tanrıları kendi kabilesel ilahiyatına bağlı kılar; ve nihai olarak son ve yüce değerdeki tek Tanrı dışında her tanrıyı dışlar. Museviler tanrıların tümü, İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın daha yüce kavramsallaşmasında birleştirmişti. Hint toplulukları benzer bir biçimde, Rig-Veda’da tasvir edilen “tanrıların tek ruhsallığı” altında çeşitli ilahiyatları bir araya toplamışlardı; bunun karşısında Mezopotamyalı topluluklar tanrılarını, daha odaklaşmış Bel-Marduk kavramsallaşmasına indirgemişlerdi. Tek-tanrı inancına dair bu düşünceler, Filistin’deki Salem’de Maçiventa Melçizedeği’nin ortaya çıkışından çok daha uzun bir süre geçmeden tüm dünyada olgunlaşmıştı. Ancak İlahiyat’ın Melçizedek kavramsallaşması; ekleme, bağlı kılma ve dışarıda bırakmadan oluşan evrimsel felsefeninkine benzerlik göstermemekteydi; o ayrıcalıklı bir biçimde yaratıcı güce dayanmış olup, çok yakın bir zaman içinde Mezopotamya, Hindistan ve Mısır’ın en yüksek ilahiyat kavramsallaşmalarını etkilemişti.
96:0.2 (1052.2) Salem dini, Ken ve birkaç diğer Kenani kabile tarafından derin saygı duyulan bir tarihsel anlatıydı. Ve Melçizedek’in bedene bürünüşünün amaçlarından bir tanesiydi şuydu: Tek Tanrı’ya ait bir din, bu tek Tanrı’nın bir Evladı’nın dünyasal bahşedilişi için zemin hazırlayacak bir biçimde desteklenmelidir. Mikâil, içinde ortaya çıkabileceği Kâinatın Yaratıcısı’na inanan bir topluluk mevcut olana kadar Urantia’ya neredeyse hiçbir şekilde gelemezdi.
96:0.3 (1052.3) Salem dini, Filistin’deki Ken toplulukları arasında öğretileri olarak varlığını sürdürdü; ve daha sonra Museviler tarafından alınan bu din, ilk olarak Mısırlı ahlaki öğretiler tarafından etkilendi; bu süreci daha sonra Babil’in din-kuramsal düşüncesi izledi; ve son olarak kötülük ve iyiliğe dair İranlı kavramsallaşmalar geldi. Gerçekte Musevi dini, İbrahim ve Maçiventa Melçizedeği arasındaki sözleşmeye dayanmaktadır; evrimsel olarak o, birçok benzersiz nitelikli durumsal koşulların gelişimidir; ancak kültürel olarak o, bütün Levant’ın dininden, ahlakından ve felsefesinden yararlanmıştır. Musevi dini vasıtasıyla Mısır, Mezopotamya ve İran’ın ahlaksal ve dini düşüncesinin çoğu Batı topluluklarına aktarılmıştı.
96:1.1 (1052.4) Öncül Sami toplulukları her şeyin bir ruhaniyet tarafından ikamet edildiğini düşünmüştü. Orada, hayvan ve bitki dünyalarının ruhaniyetleri bulunmaktaydı; doğurganlığın koruyucusu olarak senelik ruhaniyetler; ateş, hava ve suyun ruhaniyetleri; korkulması ve ibadet edilmesi gereken ruhaniyetlerin dikkate değer bir birliği mevcuttu. Ve bir Kâinatsal Yaratan’a dair Melçizedek öğretisi hiçbir zaman, bu alt ruhaniyetler veya diğer bir değişle doğa tanrılarına olan inancı bütünüyle yok edemedi.
96:1.2 (1052.5) Museviler’in çoktanrıcılıktan, tek bir tanrıya inanıp çoktanrıcılığı reddetmeyen aşamaya ve oradan da saf tektanrıcılığa doğru ilerleyişi; birbirine doğrudan bağlı ve devamlı bir kavramsal gelişme değildi. Onlar, İlahiyat kavramsallaşmalarının evrimde birçok gerilemeyi deneyimledi; bunun karşısında, zaman zaman birçok terim Tanrı’ya ait kavramlarına uygulandı; ve kafa karışıklığını engellemek için bu çeşitli İlahiyat isimleri, Musevi din kuramının evrimiyle ilişkili olarak tanımlanacaktır:
96:1.3 (1053.1) 1. Yahveh; Sina yanardağı olan Horeb Dağı ile birlikte ilahiyatın bu kavramsallaşmasıyla ilişkilendirilmiş, güney Filistinli kabilelerin tanrısıydı. Yahveh yalnızca, üzerinde ilgiyi toplamış ve Sami kabileleri ve topluluklarının ibadeti için duyurulmuş doğa tanrılarının yüz binlercesinden yalnızca biriydi.
96:1.4 (1053.2) 2. El Elyon. Melçizedek’in Salem’deki kısa süreli ikametinden sonra çağlar boyunca onun İlahiyat savı çeşitli uyarlamalar içinde varlığını sürdürdü; ancak o genel olarak, gökyüzünün En Yüksek Tanrısı olarak El Elyon ismiyle çağrıldı. İbrahim’in doğrudan soylarını içine alan bir biçimde birçok Sami topluluğu, çeşitli dönemlerde hem Yahveh’e hem de El Elyon’a ibadet etti.
96:1.5 (1053.3) 3. El Shaddai. El Shaddai’nin ne anlama gelmiş olduğunu açıklamak zordur. Tanrı’ya dair bu düşünce; İkhnaton’un Aton savı tarafından değişikliğe uğramış ve buna ilaveten El Elyon’un kavramsallaşmasında vücut bulan Melçizedek öğretileri tarafından etkilenmiş olan Amenemope’nin Bilgelik Kitabı’na ait öğretilerden elde edilmiş bir derlemeydi. Ancak El Shaddai’nin kavramsallaşması Musevi aklına nüfuz ederken, bütüncül bir biçimde çöldeki Yahveh inanışları tarafından renklenmişti.
96:1.6 (1053.4) Bu döneme ait dinin baskın düşüncelerinden bir tanesi, maddi refahın El Shaddai’ye edilen hizmetin bir ödülü olduğunu sunan öğreti olarak, kutsal Yazgı’ya dair Mısırlı kavramsallaşmaydı.
96:1.7 (1053.5) 4. El. İsimlendirmenin bu kafa karışıklığı ve kavramsallaşmanın bu muğlâklığı arasında birçok dindar inanan içten bir biçimde, kutsallığın bu evrimleşen düşüncelerinin tümüne ibadet etmeye çalıştı; ve orada, bu birleşik İlahiyatı El olarak tanımlandırma uygulaması doğdu. Ve bu terim, Bedevi doğa tanrılarının diğerlerini de içine aldı.
96:1.8 (1053.6) 5. Elohim. Kiş ve Ur’da uzunca bir süre boyunca, Âdem ve Melçizedek’in dönemlerine ait tarihsel anlatımlara dayanmış üç katmanlı bir Tanrı kavramsallaşmasını öğreten Sümerli-Keldani toplulukları varlıklarını sürdürdü. Bu sav, bu Kutsal Üçleme’ye Elohim veya tekil olarak Eloah ismi altında ibadet edildiği yer olan Mısır’a taşındı. Mısır’ın felsefe camialarına ek olarak Musevi kökenden gelen daha sonraki İskenderiye öğretmenleri, çoğul Tanrılar’ın bu birliğini öğretti; ve Musa’nın danışmanlarından çoğu büyük göç zamanında bu kutsal Üçleme’ye inandı. Ancak üç-katmanlı Elohim kavramsallaşması hiçbir zaman, Babil unsurlarının toplumsal baskısı altına girmeden Musevi din-kuramının gerçek bir parçası haline gelmedi.
96:1.9 (1053.7) 6. Çeşitli diğer isimler. Sami toplulukları, İlahiyatları’nın isimlerini anmayı sevmiyorlardı; ve onlar bu nedenle, zaman zaman şunlar gibi çeşitli unvanlara başvurmuşlardı: Tanrı’nın Ruhaniyeti, Koruyucu, Koruyucu’nun Meleği, Her Şeye Gücü Yeten, Kutsal Olan, En Yüksek Unsur, Adonai, Zamanın Ataları, İsrailin Koruyucu Tanrı’sı, Gökyüzü ve Yeryüzü’nün Yaratanı, Kurios, Yah, Meleklerin Koruyucusu, Gökyüzündeki Yaratıcı.
96:1.10 (1053.8) Yehova, uzun Musevi deneyimi içinde nihai olarak evirilmiş Yahveh’in tamamlanmış kavramsallaşmasını tanımlamak için yakın dönemlerde kullanılmış olan bir terimdir. Ancak Yehova, İsa’dan sonra bin beş yüzlü yıllara kadar kullanılmamıştı.
96:1.11 (1054.1) Yaklaşık M.Ö. 2000’li yıllara kadar Sina Dağı bir yanardağ niteliğinde, en sonu bu bölgedeki İsrail topluluklarının kısa süreli ikametinde gerçekleşen bir biçimde ara sıra meydana gelen patlamalar olarak düzensiz aralıklar halinde faaldi. Bu yanardağın püskürmeleriyle ilişkili sağır edici patlamalarla birlikte ateş ve dumanın tümü; çevre bölgelerdeki Bedevileri etkilemiş, hayretler içinde bırakmış olup, Yahveh’den fazlasıyla korku duymalarına neden olmuştu. Horeb Dağı’nın bu ruhaniyeti daha sonra Musevi Sami topluluklarının tanrısı haline geldi; ve onlar nihai olarak, bu tanrının tüm diğer tanrıların en üstünü olduğuna inandılar.
96:1.12 (1054.2) Kenani toplulukları uzun bir süre boyunca Yahveh’e derin saygı beslemiş bir konumdalardı; ve her ne kadar Ken topluluklarının büyük bir kısmı Salem dininin üstün-tanrısı olan El Elyon’a az veya çok inanmış olsa da, Kenani topluluklarının büyük büyük bir kısmı eski kabile ilahiyatlarına yapılan ibadete gevşek bir biçimde bağlılardı. Onlar kâinatsal-ilahiyat kafasında değillerdi; ve böylece bu kabileler, Yahveh’i ve Bedevi sürü sahiplerine ait Sina yanardağının ruhaniyetinin kavramsallaşmasını simgeleyen gümüş ve altın buzağıları içine alan kabile ilahiyatlarına ibadet etmeyi sürdürmüşlerdi.
96:1.13 (1054.3) Suriyeliler, tanrılarına ibadet ederken aynı zamanda Museviler’in Yahveh’i ne de inanmışlardı; çünkü onların tanrı-elçisi Suriye kralına şunları söylemişti: “Onların tanrıları tepelerin tanrılarıdır; bu nedenle onlar geçmişte bizden daha güçlü olmuştu; ancak onlarla düzlükte savaşmamıza izin ver, ve kesin bir biçimde biz burada onlardan daha güçlü olacağız.”
96:1.14 (1054.4) İnsan kültür bakımından gelişme gösterince, daha küçük tanrılar, yüce bir ilahiyata bağlanmışlardı; büyük Jüpiter varlığını, yalnızca bir haykırış olarak devam ettirmektedir. Tek-tanrı inananları bağımlı tanrılarını; ruhaniyetler, ecinniler, mireler, Nereidler, periler, cüce cinler, cüceler, ölüm cadıları ve kem göz olarak muhafaza etmektedirler. Museviler tek tanrıya inanan ancak diğer tanrıların varlığını kabul eden inanıştan geçip, uzunca bir süre Yahveh’den başka tanrıların mevcudiyetine inandı; ancak onlar artan bir biçimde, bu yabancı ilahiyatları Yahveh’e bağlı görmüşlerdi. Onlar, Amor topluluklarının tanrısı olan Çemoş’un mevcudiyetini kabul etmişlerdi, fakat bu tanrının Yahveh’e bağlı olduğunu öne sürmüşlerdi.
96:1.15 (1054.5) Yahveh düşüncesi, Tanrı’ya dair tüm fani savların en geniş çaplı gelişiminden geçmişti. Onun ilerleyici evrimi yalnızca; tıpkı Yahveh kavramsallaşmasının nihai olarak Kâinatın Yaratıcısı’nın düşüncesine yol açtığı gibi sonunda Kâinatsal Mutlak’ın kavramsallaşmasına yol açan bir biçimde, Asya’da Buda kavramsallaşmasının başkalaşımı ile karşılaştırabilir. Ancak özünde tarihsel bir gerçek olarak; her ne kadar Museviler İlahiyat’a dair görüşlerini Horeb Dağı’nın kabile tanrısından daha sonraki dönemlerin sevgi dolu ve bağışlayıcı Yaratan’a doğru değiştirmiş olsalar da, bu tanrının ismini değiştirmemiş olmamaları görülmelidir; onlar, İlahiyat’ın bu evrimleşen kavramsallaşmasını Yahveh olarak adlandırmaya en başından beri devam etmişlerdi.
96:2.1 (1054.6) Doğu’nun Samileri; doğu bölgelerinin verimli hilalini ele geçirmiş oldukça iyi örgütlenmiş ve oldukça iyi yönetilmiş atlılar olup, Babil unsurları ile birlikte bütünleşmişlerdi. Ur yakınındaki Keldani toplulukları, doğu Samileri içinde en gelişmiş olanlarıydı. Fenikeliler, Akdeniz sahilini de içine alan bir biçimde Filistin’in batı bölgesini elinde bulundurmuş karma Sami topluluklarının üstün ve oldukça iyi örgütlenmiş bir birimiydi. Irksal olarak Sami toplulukları, dokuz dünya ırkının neredeyse hepsinden kalıtım kökenleri taşıyarak Urantia topluluklarının en karışmış olanları arasındaydı.
96:2.2 (1054.7) Sürekli tekrarlanan bir biçimde Arap Samileri, “süt ve bal akan” yer olan Vaat-edilmiş Topraklar’ın kuzeyine girebilmek için savaştılar; ancak onlar aynı sık içerisinde, daha iyi örgütlenmiş ve daha yüksek bir biçimde medenileşmiş kuzey Samileri ve Hititliler tarafından kovulmuşlardı. Daha sonra, olağandışı derecede sert geçen bir kuraklık boyunca, bu başıboş Bedeviler büyük sayılar halinde; sadece, Nil Vadisi’nin yaygın görülen, ezilmiş işçilerinin günlük zor işlerinde köleliğin acı deneyimlerini yaşarken kendilerini bulan bir biçimde, Mısır’ın imar işlerinde görev yapan sözleşmeli işçiler olarak Mısır’a giriş yapmışlardı.
96:2.3 (1055.1) Yalnızca Maçiventa Melçizedeği ve İbrahim’in dönemi sonrasında Sami topluluklarının belirli kabileleri, belirli dini inanışları nedeniyle; önce İsrail’in çocukları, daha sonra İbraniler, Museviler ve “seçilmiş insanlar” olarak adlandırılmışlardı. İbrahim, İbraniler’in tümünün ırksal babası değildi; o, Mısır’da esir tutulmuş Bedevi Samileri’nin tümünün atası bile değildi. Onun doğumunun, Mısır’dan gelerek daha sonraki Musevi topluluğunun çekirdeğini kurduğu doğrudur; ancak İsrail kavimlerinin bir parçası haline gelen erkek ve kadınların çok büyük çoğunluğu daha öncesinde hiçbir zaman Mısır’da ikamet etmemişti. Onlar sadece, İbrahim’in çocukları olarak Musa’nın önderlerini takip etmeyi seçmiş akran göçebelerdi; ve Mısır’dan gelen Sami birliktelikleri kuzey Arabistan boyunca ilerlemişlerdi.
96:2.4 (1055.2) Melçizedek’in En Yüksek Unsur olan El Elyon’a ve inanışla gelen kutsal lütfun sözleşmesine dair öğretisi, İbrani milletini yakın bir zaman içinde kuracak olan Sami topluluklarının Mısır köleliği zamanında neredeyse geniş bir ölçüde unutulmuş haldeydi. Ancak esaretin bu dönemi boyunca bu Arap göçebeleri, ırksal ilahiyatları olarak Yahveh’e olan, hala varlığını sürdüren geleneksel inanışlarını sürdürdü.
96:2.5 (1055.3) Yahveh’e, yüzden fazla ayrı Arap kabilesine tarafından ibadet edilmişti; ve Mısır’ın daha fazla eğitim görmüş toplumsal sınıfları arasında varlığını sürdürmüş Melçizedek’in El Elyon kavramsallaşmasının izi dışında, buna İbrani ve Mısır ırk kollarının karışımı da ek olarak, esir İbrani kölelerinin en alt düzeyde bulunanların dini büyü ve fedadan oluşan eski Yahveh ayininin değişikliğe uğramış bir türüydü.
96:3.1 (1055.4) Bir Yüce Yaratan’a dair İbrani kavramsallaşmaları ve ideallerinin evriminin başlangıcı, Sami topluluklarının Mısır’dan büyük önder, öğretmen ve düzenleyici olan Musa’nın altındaki göçüne dayanır. Musa’nın annesi, Mısır’ın kraliyet ailesinden gelmektedir; onun babası, hükümet ve Bedevi esirleri arasında bir Sami irtibat görevlisiydi. Musa böylelikle üstün ırk kökenlerinden gelen niteliklere sahipti; onun soyu, herhangi bir ırksal topluluk içinde sınıflandırmanın imkânsız olduğu ölçüde oldukça karışmış bir haldeydi. O bu kadar karışık bir koldan gelmeseydi; Mısır’dan Arap Çölü’ne önderleri altında kaçarak göç etmiş olan bu Bedevi Samileri ile nihai olarak ilişkili hale gelmiş, çeşitlilik gösteren topluluğu idare etmede kendisini yetkin hale getiren olağanüstü derecedeki çok yönlülüğü ve uyumluluğu hiçbir zaman sergileyemezdi.
96:3.2 (1055.5) Nil krallığının kültürünün baştan çıkarışlarına rağmen Musa şansını babasının insanlarından yana denemeyi tercih etti. Bu büyük düzenleyici babasının insanlarının nihai bağımsızlığı için tasarılarını oluşturduğunda, Bedevi esirleri neredeyse, ismi söylenmeye değer bir dine sahip değillerdi; onlar adeta Tanrı’nın gerçek bir kavramsallaşmasından ve dünyadaki umuttan yoksunlardı.
96:3.3 (1055.6) Hiçbir önder bu döneme kadar; insan varlıklarının daha ümitsiz, daha hüzünlü, daha mutsuz ve daha cahil bir topluluğunu kökten değiştirme ve geliştirme sorumluluğunu üstlenmemişti. Ancak bu köleler, kalıtımsal ırk kollarında gelişimin gizli olasılıklarını taşımışlardı; ve orada, isyan gününe ve özgürlük grevine hazırlık için Musa tarafından yönlendirilen etkin düzenleyicilerin bir birliğini oluşturacak kadar yeterli bir sayıda eğitilmiş önder bulunmaktaydı. Bu üstün insanlar öncesinde, insanlarının yerli denetleyicileri olarak görevlendirilmişlerdi; onlar, Mısır yöneticileri üzerindeki Musa’nın etkisi nedeniyle belli bir eğitim almış haldelerdi.
96:3.4 (1056.1) Musa, akran Sami topluluklarının özgürlüğü için diplomatik bir biçimde müzakere etmeye çabalamıştı. O ve kardeşi, Nil vadisinden Arap Çölü’ne barışçıl bir biçimde ayrılmalarının iznini aracılığıyla almış oldukları, Mısır kralı ile resmi bir anlaşma yaptılar. Onlar, Mısır’daki uzun hizmetlerinin bir simgesi olarak mütevazı ölçüde para ve eşya alacaklardı. İbraniler, kendi çıkarları bakımından; Firavunlar ile dostane ilişkileri sürdürmek ve Mısır’a karşı hiçbir ittifak içine girmemek için bir anlaşma içine girdiler. Ancak kral daha sonra; hafiyelerinin Bedevi köleleri içindeki sadakatsizliği keşfetmiş olduğu bahanesini kullanarak bu anlaşmayı bozmayı kendisinde hak gördü. O, bu insanların çöle daha sonra Mısır’ı karşı göçebeleri örgütlemek amacıyla gitmeyi amaçladığını duyurdu.
96:3.5 (1056.2) Ancak Musa, ümitsizliğe kapılmadı; o kendi zamanını bekledi, ve bir yıldan daha az bir süre içinde, Mısırlı askeri güçler güneyden gelen güçlü bir Libya hücumu ile kuzeyden gelen bir Yunan donanma işgalinin saldırılarına eş zamanlı bir biçimde karşı koymada tamamiyle meşgul iken, bu gözü pek düzenleyici yurttaşlarını muhteşem bir gece kaçışında Mısır’dan dışarı yönlendirdi. Özgürlük için bu atılım, özenle tasarlanmış ve hünerle uygulanmıştı. Ve onlar, daha fazla ganimete sebebiyet veren bir biçimde hepsinin kaçaklarının önüne düştüğü Mısırlılar’ın küçük bir topluluğuna ek olarak Firavun tarafından öfkeye takip edilmelerine rağmen başarılı olmuşlardı; bu maddi kayıplar, atalarının çöl evine doğru ilerlemekte olan kaçış halindeki kölelere yaklaşan bir birimin yağmasıyla artış göstermişti.
96:4.1 (1056.3) Musa öğretisinin evrimi ve yükselişi; dünyanın nereyse bir yarısını etkilemiş olup, yirminci yüzyılda hala bunu gerçekleştirmektedir. Her ne kadar Musa daha gelişmiş Mısır dini felsefesini kavramış olsa da, Bedevi köleleri bu türden öğretiler hakkında çok az şey bilmekteydi; ancak onlar hiçbir zaman, atalarının öncesinden Yahveh olarak adlandırmış oldukları Horeb Dağı’nın tanrısını unutmamışlardı.
96:4.2 (1056.4) Musa; kraliyet kanından gelen bir kadın ve esir bir ırktan gelen bir erkek arasındaki olağandışı birlikteliği açıklayan dini inanışlarının ortaklığı olarak, hem babasından hem de annesinden Maçiventa Melçizedeği’nin öğretilerini önceden duymuş bir konumdaydı. Musa’nın kayınpederi El Elyon’a ibadet eden bir Ken inananıydı; ancak özgürleştiricinin ebeveynleri El Shaddai’ye inanmaktalardı. Musa böylelikle bir El Shaddaist olarak eğitildi; kayınpederinin etkisiyle bir El Elyonist haline geldi; ve Mısır’dan kaçıştan sonra Sina Dağı yakınında İbrani konaklayışı zamanında o, eski kabile tanrıları olan Yahveh’in genişlemiş bir kavramsallaşması olarak insanlarına bilgece duyurmaya karar verdiği, (tüm eski inanışlarından elde ettiği biçimde) İlahiyat’ın yeni ve büyümüş bir kavramsallaşmasını tasarlamış haldeydi.
96:4.3 (1056.5) Musa, El Elyon düşüncesini bu Bedevi unsurlara öğretme çabasını önceden vermiş bir haldeydi; ancak Mısır’dan ayrılmadan önce o, bu insanların bu savı hiçbir zaman bütünüyle kavrayamayacağından emin olmuştu. Bu nedenle o bilinçli bir biçimde, takipçilerinin tek bir tanrısı olarak onların kabilelerinin çöl tanrısını uyarlama tavizinde bulunmaya karar vermişti. Musa özellikle, diğer toplulukların ve milletlerin başka tanrılara sahip olamayacaklarının öğretiminde bulunmamıştı; ancak o kararlı bir biçimde Yahveh’in, başta İbraniler olarak her şeyin üstünde ve ötesinde olduğunu öne sürmüştü. Ancak o her zaman; Bedevi kabilelerinin altın buzağısıyla her dönemde simgeleştirilmiş olan ilkçağ Yahveh teriminin görünüşü altında, bu cahil kölelere İlahiyat’a dair kendisinin yeni ve daha yüksek düşüncesini sunmaya çalışmanın alışılmadık zorluğundan muzdarip olmaktaydı.
96:4.4 (1056.6) Yahveh’in kaçmakta olan İbraniler’in tanrısı olduğu gerçeği; Sina kutsal dağı önünde onların niçin çok uzun bir süre beklediklerini, ve neden orada, Horeb tanrısı olan Yahveh adına Musa’nın duyurmuş olduğu on emri aldıklarını açıklamaktadır. Sina önündeki bu uzun süreli ikamet boyunca yeni evirilmekte olan İbrani ibadetinin dini tören düzenleri daha ileri derecede kusursuzlaştırılmıştı.
96:4.5 (1057.1) Eteklerindeki ibadetsel ikametlerinin üçüncü haftası boyunca Horeb’in şiddetli patlayışı olmasaydı, Musa’nın bir ölçüde gelişmiş törensel ibadetin kurulmasında ve çeyrek asır boyunca takipçilerini bir arada tutmada herhangi bir biçimde başarılı olabileceği mümkün görünmemektedir. “Yahveh’in dağı ateşler tarafından yutuldu, ve duman bir bacanınki gibi yükseldi, ve bütün dağ fazlasıyla sallandı.” Bu ansızın gerçekleşen felaket göz önünde bulundurulduğunda, Musa’nın kardeşlerine Tanrıları’nı “kudretli, korkunç, yok edici bir ateş, korkutucu ve her şeye gücü yeten” olarak sunan öğretiyi aşılaması şaşırtıcı değildir.
96:4.6 (1057.2) Musa Yahveh’in, İbranileri kendi seçilmiş insanları olarak belirlemiş İsrail’in Koruyucusu Tanrısı olduğunu duyurdu; o yeni bir millet inşa etmekteydi, ve o bilge bir biçimde, bir “kıskanç Tanrı” olarak Yahveh’in zor bir görev verici olduğunu takipçilerine söyleyerek dini öğretilerini milleştirmişti. Ancak yine de o; Yahveh’in “tüm bedenlere ait ruhaniyetin Tanrı’sı” olduğunu öğrettiğinde ve “Ebedi Tanrı sizin sığınağınız, ve onun etekleri sonsuz kollarınızdır” dediğinde, onların kutsallık kavramını genişletmeye çalışmıştı. Musa, Yahveh’in bir sözleşme-sadığı Tanrı olduğunu öğretti; ve Musa şu ifadede bulunmuştu: o “sizi ne yalnız bırakacak, size ne zarar verecek ne de atalarınızın sözleşmesini unutacaktır, çünkü Koruyucu sizi derinden sevmektedir, ve atalarına içtiği andı unutmayacaktır.”
96:4.7 (1057.3) Musa; Yahveh’i “yaptığı her şeyde adil ve doğru olan, hiçbir kötülüğü barındırmayan gerçekliğin Tanrısı” olarak sunduğunda, onu yüce bir İlahiyat’ın soyluluğuna yükseltmede kahramanca bir çaba harcamıştı. Ancak yine de, bu yüceltilmiş öğretiye rağmen, takipçilerinin sınırlı anlayışı; kızgınlığın, öfkenin ve şiddetin uyarımlarına bağlı oluşuna ek olarak, hatta, intikamcı ve insanın davranışından kolayca etkilenen bir biçimde insan suretinde Tanrı’dan bahsetmeyi gerekli kılmıştı.
96:4.8 (1057.4) Musa’nın öğretileri altında bu kabile doğa tanrısı Yahveh; el değmemiş arazilerden, tüm toplulukların Tanrısı şeklinde yakın bir zamanda düşünüleceği yer olan sürgüne kadar bile kendilerini takip etmiş, İsrail’in Koruyucu Tanrısı haline gelmişti. Museviler’i Babil’de köleleştiren daha sonraki esaret nihai olarak, tüm milletlerin Tanrısı’nın tek-tanrı niteliğini alacak şekilde Yahveh kavramsallaşmasının evirilmesinin önünü açmıştı.
96:4.9 (1057.5) İbraniler’in dini tarihinin en benzersiz ve şaşırtıcı özelliği; İlahiyat’ın kavramsallaşmasının, Horeb Dağı’nın ilkel tanrısından başlayarak birbirini takip eden ruhsal önderlerinin öğretileri vasıtasıyla sevgi dolu ve bağışlayıcı Yaratan Yaratıcı’nın muhteşem kavramsallaşmasını duyurmuş İşaya’nın bu İlahiyat öğretileri içinde temsil edilen gelişimin en yüksek düzeyine kadar ki devamlı evrimle ilgilidir.
96:5.1 (1057.6) Musa; bir askeri önder, toplumsal düzenleyici ve dini önderin olağanüstü bir birleşimiydi. O, Maçiventa ve İsa dönemleri arasındaki en önemli birey ve dünya öğretmeniydi. Musa İsrail’de, kaydı tutulmamış birçok köklü değişikliği getirmeyi denedi. Bir insanın yaşamı boyunca o, İbraniler olarak adlandırılan topluluğun çok dilli kalabalığını kölelikten ve medeni olmayan bir biçimde başıboş dolanmadan kurtarmıştı; bunun yanı sıra o, bir milletin gelecekteki doğumu ve bir ırkın devamlılığı için temel atmıştı.
96:5.2 (1057.7) İbraniler’in büyük göç zamanında hiçbir yazılı dile sahip olmayışları nedeniyle Musa’nın gerçekleştirdiği büyük şeylerin çok azı kayıtlarda bulunmaktadır. Musa’nın dönemine ve onun yaptıklarına dair tutulan kayıtlar, büyük önderin ölümünden bin yıldan daha fazla bir süre boyunca hala varlığını sürdürmüş tarihsel anlatılardan elde edilmişti.
96:5.3 (1058.1) Mısırlılar’ın ve çevredeki Levant kabilelerin dini üzerinde ve ötesinde Musa’nın gerçekleştirdiği ilerlemelerden birçoğunun temeli, Melçizedek dönemine dair Ken tarihsel anlatımlarıydı. İbrahim ve onun çağdaşlarına olan Maçiventa öğretisi olmasaydı, İbraniler ümitsiz karanlık içinde Mısır’dan hiçbir zaman çıkamayacaktı. Musa ve onun kayınpederi Jethro, Melçizedek dönemine ait geriye kalan tarihsel anlatımları bir araya topladı; ve Mısırlılar’ın öğrenimine sunulan bu öğretiler Musa’ya, İsrail topluluklarının gelişmiş dini ve ayininin yaratımında rehberlik etmişti. Musa bir düzenleyiciydi; o, Mısır ve Filistin’in din ve adetlerinde bulunanların en iyisini seçti; ve bu uygulamaları Melçizedek öğretilerine ait tarihsel anlatımlarla birleştirerek ibadetin İbrani tören düzenini örgütledi.
96:5.4 (1058.2) Musa, Yazgı’ya inanan biriydi; onun düşünceleri öncesinden, Nil ve doğanın diğer güçlerinin üzerinde doğaüstü bir denetimin varlığına dair Mısır savlarıyla bütünüyle etkilenmişti. Musa Tanrı’ya dair muhteşem bir kavrayışa sahipti; ancak Tanrı’ya itaat etmeleri halinde olacaklar hususunda Museviler’e şunları öğrettiğinde tamamen içtendi: “O sizi derinden sevecek, kutsayacak ve sizi çoğaltacak. O, rahimlerinizin meyvesini ve — mısır, şarap, yağ ve sürüleriniz olarak — topraklarınızın meyvesini çoğaltacaktır. Siz tüm insanların üstünde gelişecek olup, sizin Tanrı’nız olan Koruyucu tüm hastalıklarınızdan sizi kurtarıp, Mısır’ın kötü hastalıklarından hiçbirini üzerinize salmayacaktır.” Musa şunu bile söylemişti: “Sizin Tanrı’nız olan Koruyucu’yu hatırlayın, çünkü refahı elde etmek için size güç veren O’dur.” “Birçok millete ödünç vermelisiniz, ama kimseden ödünç almamalısınız. Birçok millet üstünde hâkimiyet kurmalısınız, ama onlar sizin üzerinizde hâkimiyet kurmamalıdır.”
96:5.5 (1058.3) Ancak Musa’nın bu büyük aklının; cahil ve okuma yazma bilmeyen İbraniler’in kavrayışına, En Yüksek unsur olan El Elyon’a dair yüce kavramsallaşmasını uyumlu hale getirmeye çalışmasını izlemek gerçekten de acınası durumdu. Bu bir araya getirdiği önderlere o şunu haykırmıştı: “Sizin Tanrınız olan Koruyucu tek bir Tanrı’dır; ondan başka hiç kimse yoktur”; bunun yanında karışık kalabalığa şunu duyurmuştu: “Tüm diğer tanrılar içinde kim sizin Tanrı’nız gibidir?” Musa şu ifadeleri duyurarak putlaşmış şeylere ve putlara tapınmaya karşı cesur ve kısmi bir biçimde başarı olan karşı duruşta bulunmuştu: “Ateşin ortasında Horeb’de sizin Tanrınız’ın sizinle konuştuğu güne benzer hiçbir şeyi görmediniz.” O aynı zamanda, her türde resim yapmayı yasaklamıştı.
96:5.6 (1058.4) Musa; Tanrı’nın adaleti korkusuyla insanlarının duydukları dehşetle gelen saygısını tercih eden bir biçimde şu ifadelerde bulunurlar, Yahveh’in merhametini duyurmaktan endişe etmişti: “Sizin Tanrı’nız olan Koruyucu Tanrılar’ın Tanrısı, Koruyucuların Koruyucusu, büyük bir Tanrı, insanlara acımayan kudretli ve korkunç bir Tanrı’dır.” Ve yine Musa, “sizin Tanrı’nız ona itaat etmediğinizde öldürmekte, ona itaat ettiğinizde iyileştirmekte ve yaşam vermektedir” duyurusunda bulunduğunda sorunlu kavimler üzerinde denetim sağlamayı amaçlamıştı. Ancak Musa bu kabilelere, yalnızca “tüm emirlerine uyulduğunda ve yönergeleri takip edildiğinde” onların Tanrı’nın seçilmiş insanları haline geleceklerini öğretmişti.
96:5.7 (1058.5) Tanrı’nın merhametinin çok azı, bu öncül dönemlerde İbraniler’e öğretilmişti. Onlar Tanrı’yı “Her-Şeye-Gücü-Yeten” olarak öğrenmişti; “Koruyucu, düşmanlarını parçalara ayıran, güç bakımından muazzam nitelikli savaşların Tanrı’sı olarak bir savaş adamıdır.” “Siz Tanrı’nız olan Koruyucu, sizleri kurtarmak için savaş çadırlarının ortasında dolaşmaktadır.” İsrailoğulları Tanrı’larını; kendilerini derini seven ama aynı zamanda “Firavun’un kalbini mühürleyen” ve “düşmanlarını lanetleyen” biri olarak düşündüler.
96:5.8 (1058.6) Musa İsrail çocuklarına kâinatsal ve yardımsever bir İlahiyat’ın kısa süreli bakışlarını sunarken, bütünü itibariyle onların gündelik Yahveh kavramsallaşması, çevredeki toplulukların kabile tanrılarından yalnızca biraz daha gelişmiş olan bir Tanrı’ya ait kavramsallaşmaydı. Onların Tanrı kavramsallaşması ilkel, gelişmemiş ve insansıydı; Musa öldüğünde bu Bedevi kabileleri hızlı bir biçimde, sahip oldukları eski Horeb ve çöl tanrılarına ait yarı-barbar düşüncelerine geri dönmüşlerdi. Musa’nın zaman zaman önderlerine sunduğu Tanrı’nın bu gelişmiş ve daha yüce görüşü yakın bir süre içinde ortadan kaybolmuştu; bunun karşısında bahse konu insanların çok büyük bir kısmı, Yahveh’e dair Filistinli sürü sahiplerinin simgesi olan putlaşmış altın buzağılarına yapılan ibadete geri dönmüşlerdi.
96:5.9 (1059.1) Musa İbraniler’in yönetimini Yeşu’ya devrettiğinde o hali hazırda; İbrahim, Nahor, Lut ve diğer ilgili kabilelerin kökenleri ortak soylarının binlercesini bir araya getirmiş, ve onları, kırsal kahramanlardan meydana gelmiş kendi kendilerini idame eden ve kısmi olarak kendilerini tek başına düzene sokabilen bir millet haline getirerek bütüncül denetimi sağlamıştı.
96:6.1 (1059.2) Musa’nın ölümü üzerine Yahveh’e dair onun yüce kavramsallaşması hızlı bir biçimde kötüleşti. Yeşu ve İsrail’in diğer önderleri tamamiyle bilge, yardımsever ve her şeye gücü yeten Tanrı’ya dair Musasal tarihsel anlatımlara sığınmaya devem etti; ancak halk hızlı bir biçimde Yahveh’e dair daha eski çöl düşüncesine geri döndü. Ve İlahiyat’ın kavramsallaşmasının bu geriye doğru gerçekleşen kayışı, sözde Hâkimler olarak adlandırılan çeşitli kabile şeyhlerinin birbirlerini takip eden yönetimi altında artarak devam etti.
96:6.2 (1059.3) Musa’nın olağanüstü kişiliğinin büyüsü, Tanrı’nın sürekli artan bir biçimde genişleyen kavramsallaşması için ilhamı takiplerinin kalplerinde canlı tutmuştu; ancak onlar bir kez Filistin’in verimli arazilerine ulaştığında, hızlı bir biçimde göçebesel sürü sahipleri konumundan yerleşik ve bir ölçüde yatışmış çiftçilere evirilmişti. Ve yaşam uygulamalarının bu evrimi ve dini bakış açısındaki bu değişiklik, Yahveh olarak Tanrıları’nın doğasına dair kavramsallaşmalarının niteliğinde belli bir değişikliği zorunlu kıldı. Sina’nın katı, kaba, zorlayıcı ve oldukça sinirli çöl tanrısından daha sonra yeni yeni ortaya çıkan bir sevgi, adalet ve merhamet Tanrısı’nın kavramsallaşmasına olan başkalaşımın başlangıcı boyunca İbraniler Musa’nın yüce öğretilerini neredeyse tamamen kaybetmişlerdi. Onlar, tektanrıcılığa dair kavramsallaşmanın bütününü kaybetmeye yaklaşmışlardı; onlar, her şeyin Yaratıcısı’na ait bir bahşedilme Evladı’nın bedene bürünme dönemine kadar tek Tanrı’ya dair Melçizedek öğretisini muhafaza edebilecek topluluk olarak, Urantia’nın ruhsal evriminde hayati bir halka olarak görev yapacak topluluk haline gelme imkânını neredeyse kaybettiler.
96:6.3 (1059.4) Umutsuz bir biçimde Yeşu, şu duyuruya yol açan bir biçimde, kabile üyelerinin akıllarında yüce bir Yahveh’in kavramsallaşmasına bağlı kalmayı amaçlamıştı: “Geçmişte Musa ile birlikte olduğum gibi, sizlerle birlikte olacağım; Ne sizi hayal kırıklığına uğratacağım, ne de sizi yalnız bırakacağım.” Yeşu, eski ve özgün dinlerine inanmaya gönüllü olan ancak inanç ve doğruluğun dininde ilerlemeye gönülsüz olan, inkâr içindeki insanlarına katı bir müjdeyi yoğurmayı gerekli gördü. Yeşu’nun öğretisinin zorunluluğu şu oldu: “Yahveh kutsal bir Tanrı’dır; o kıskanç bir Tanrı’dır; o ne karşı geldiğiniz şeyleri ne de günahlarınızı affedecektir.” Bu çağın en yüksek kavramsallaşması Yahveh’i, bir “gücün, yargının ve adaletin Tanrı’sı” olarak resmetti.
96:6.4 (1059.5) Ancak bu karanlık çağda bile zaman zaman, yalnız bir öğretmen çıkıp Musasal şu kutsallık kavramsallaşmasını duyuran bir biçimde ortaya çıkmaktaydı: “Siz ahlaksızlığın çocukları, sizler Koruyucu’ya hizmet edemezsiniz, çünkü o kutsal bir Tanrı’dır.” “Fani insan Tanrı’dan daha adil olabilir mi? bir insan Yaratanı’ndan daha saf olabilir mi?” “Aramayla Tanrı’yı bulabilir misiniz? Her Şeye Gücü Yetenin kusursuz olduğunu bulabilir misiniz? Bakın, Tanrı muhteşemdir, ve biz onu bilmemekteyiz. Her Şeye Gücü Yeten’e dokunuyoruz, ama biz onu bulamıyoruz.”
96:7.1 (1060.1) Şeyhlerin ve din-adamlarının önderliği altında İbraniler, Filistin’de çok sıkı olmayan bir biçimde yerleşmişlerdi. Ancak yakın bir zaman içinde onlar, acınası cahillikteki çöl inanışlarına geri dönüp, daha az gelişmiş Kenani dinsel uygulamalarıyla kirlenmiş hale gelmişlerdi. Onlar puta inanır ve sınırlandırılmamış cinsel ilişkilere düşer konuma geldiler; ve onların İlahiyat’a dair düşüncesi, hayatta kalmış belirli Salem toplulukları tarafından sürdürülen, ve bazı Memurlar’da ve Eyüp’ün Kitabı’nda kaydedilmiş olan, Mısırlı ve Mezopotamyalı Tanrı kavramsallaşmalarının çok altında kalmışlardı.
96:7.2 (1060.2) Mezmurlar, yirmi veya yirminden daha fazla yazarın bir çalışmasıdır; onların çoğu Mısırlı ve Mezopotamyalı öğretmenler tarafından yazılmıştı. Bu dönemler boyunca Levant doğa tanrılarına ibadet ederken, En Yüksek Unsur olarak El Elyon’un yüceliğine inanmış epeyce sayıda kişi bulunmaktaydı.
96:7.3 (1060.3) Dini yazıtların hiçbir derlemesi Mezmurların Kitabı kadar büyük bir bağlığa ve Tanrı’ya dair ilham veren düşüncelere yer vermemektedir. Ve, ibadetsel edebiyatın bu muhteşem derlemesi incelendiğinde, başka hiçbir bir derlemenin tekil olarak bu kadar uzun bir sürelik zamanı kapsamadığı akılda tutularak yüceltme ve hayranlığın her ayrı ilahisinin kaynağı ve tarihsel sırasına önem vermek oldukça yararlı olacaktır. Bu Mezmurlar Kitabı; Levant boyunca Salem dinine inananlar tarafından düşünülmüş Tanrı’nın çeşitlilik gösteren kavramsallaşmalarının kaydı olup, Amenemope’den İşaya’ya kadar bütün dönemi içine almaktadır. Mezmurlar’da Tanrı; bir kabile ilahiyatına ait ilkel düşünceden, içinde Yahveh’in sevgi dolu bir idareci ve bağışlayıcı Yaratıcı olarak resmedildiği daha sonraki İbraniler’in oldukça genişlemiş idealine kadar kavramsallaşmanın tüm fazları içinde tasvir edilmektedir.
96:7.4 (1060.4) Ve böyle değerlendirildiğinde Mezmurlar’ın bu topluluğu; insan tarafından yirminci yüzyıla kadar bir araya getirilmiş bağlılıksal eğilimlerinin en değerli ve en yardımcı derlemesini oluşturmaktadır. İlahilerin bu derlemesinin ibadetsel ruhaniyeti, dünyanın tüm diğer kutsal kitaplarınınkini aşmaktadır.
96:7.5 (1060.5) Eyüp’ün kitabındaki İlahiyat’ın çok renkli resmi, üç yüz yıldan daha fazla bir süreye yayılmış bir biçimde Mezopotamya’lı dini liderlerin yirmiden fazlasının bir ürünüydü. Ve Mezopotamya inanışlarının bu derlemesindeki kutsallığın yüce kavramsallaşmasını okuduğunuzda, gerçek bir Tanrı düşüncesinin Filistin’in karanlık dönemleri boyunca Kelda’nın Ur mahallesinde en iyi şekilde muhafaza edilmiş olduğunu anlayacaksınız.
96:7.6 (1060.6) Filistin’de Tanrı’nın her şeye nüfuz edişine dair bilgelik sıklıkla kavranılmıştı; ancak nadiren onun derin sevgisi ve merhameti anlaşılmıştı. Bu dönemlerin Yahveh’i “düşmanlarının ruhlarını ele geçirmek için kötü ruhaniyetler göndermekteydi”; o kendi, itaatkâr çocuklarının refah düzeyini yükseltirken, tüm diğerlerini lanetleyip, onları acımasız kararlarla cezalandırmaktaydı. “O kurnazın emellerini boşa çıkarır; düzenbazın hilesini bozar.”
96:7.7 (1060.7) Sadece Ur’da, Tanrı’nın merhametini duyurmak için şunu söyleyen bir ses ortaya çıktı: “O Tanrı’ya dua etmeli, lütfu ondan bulmalı ve yüzünü neşeli görmelidir; çünkü Tanrı insana kutsal doğruluğu verecektir.” Böylelikle Ur’dan, inanç vasıtasıyla gelen kutsal lütuf olarak kurtuluş duyurulmuştur: “O, tövbekâr karşısında merhamet sahibi olup ‘Onun kuyudan aşağı düşmesine engel ol, çünkü ben bir kefaret buldum’ der. Eğer herhangi biri ‘Ben günah işledim, doğru olana karşı geldim, bana hiçbir yararı olmadı’ derse, Tanrı onun ruhunun kuyudan aşağı düşmesine engel olacak, ve o kişi ışığı görecektir.” Melçizedek döneminden beri Levant; Ur’un tanrı-elçisi ve, Mezopotamya’da bir zamanlar Melçizedek'in küçük halkı olan topluluğun kalıntısı olan Salem inananlarının din-adamı Elihu’nun bu olağanüstü öğretisi şeklinde, insan kurtuluşunun bu türden kesin ve neşeli iletisini duymamıştı.
96:7.8 (1061.1) Ve böylece Mezopotamya’da Salem din-yayıcılarının geride kalanları; Yahveh kavramsallaşması evriminin doruk noktası olan her şeyin Kâinatsal ve Yaratan Yaratıcısı’na dair en yüksek düşünceye erişene kadar, kavram kavram, inşa ederlerken hiçbir zaman durmamış İsrail öğretmenlerinin bu uzun kolunun ilki ortaya çıkana dek, İbrani topluluklarının düzensizlik dönemi boyunca gerçekliğin ışığını muhafaza etmişlerdi.
96:7.9 (1061.2) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
97. Makale
97:0.1 (1062.1) İBRANİLER’in ruhsal önderleri; — Tanrı kavramsallaşmalarını, sadece filozoflar tarafından kavranılabilecek İlahiyat’ın soyut bir kavramına dönüştürmeyen bir şekilde insansı nitelikten çıkararak — kendilerinden önce hiç kimsenin bu zamana kadar başaramadığını gerçekleştirmişlerdi. Genel halk bile; bir birey olmasa da en azından bir ırka ait biçimde, Yahveh’in olgunlaşmış kavramsallaşmasını bir Yaratıcı olarak değerlendirmeye yetkindi.
97:0.2 (1062.2) Tanrı’nın kişiliğine dair kavramsallaşma, her ne kadar açık açık Melçizedek döneminde Salem’de öğretilmiş olsa da, Mısır’dan kaçış zamanında belirsiz ve muğlaktı; ve yalnızca kademeli olarak, İbrani aklında nesilden nesile ruhsal önderlerin öğretilerine gösterilen karşılık sonucunda evirildi. Yahveh’in kişiliğine dair algı, İlahiyat’ın diğer birçok niteliğinkine kıyasla ilerleyici evrimi bakımından çok daha fazla devamlılık içindeydi. Musa’dan Malaçi’ye kadar İbrani aklında Tanrı’nın kişiliğine dair neredeyse aralıksız gerçekleşmiş bir düşünsel büyüme açığa çıktı; ve bu kavramsallaşma nihai olarak, gökteki Yaratıcı hakkındaki İsa öğretileri tarafından geliştirilmiş ve yüceltilmişti.
97:1.1 (1062.3) Filistin’deki çevre toplulukların düşmansı baskısı yakın zaman içerisinde İbrani şeyhlerine, kabile örgütlenmelerini merkezileşmiş bir hükümet haline getirerek konfederasyonlaşmada bulunmadıkları takdirde hayatta kalmayı ümit dahi edemeyeceklerini öğretmişti.
97:1.2 (1062.4) Samuel, ibadet türlerinin bir parçası olarak Melçizedek gerçekliklerini korumada kararlı olmuş Salem öğretmenlerinin eski bir kuşağından gelmişti. Bu öğretmen coşkulu ve kararlı bir kişiydi. Olağanüstü azmiyle birlikte yalnızca büyük sadakati, İsrail’in tümünü Musa dönemlerinin yüce Yahvehi’ne olan ibadete döndürmeye giriştiğinde karşılaştığı neredeyse her kesin gösterdiği tepkiye karşı gelmede onu yetkin kılmıştı. Ve bu dönemde bile o sadece kısmi bir biçimde başarılı olmuştu; o, Yahveh’in daha yüksek kavramsallaşmasına yapılacak hizmette İbraniler’in yalnızca daha ussal yarısını geri kazanmıştı; arta kalan diğer yarısı ise, ülkenin kabile tanrılarına ek olarak Yahveh’in daha alt düzeydeki kavramsallaşmasına yapılmakta olan ibadeti sürdürdü.
97:1.3 (1062.5) Samuel; bir günde birliktelikleri ile çıkıp, Baal’a inanan yerleşkelerinin yirmi kadarında ona yapılan ibadete son verebilen, uygulayıcı bir kökten değiştirici olarak sert-ve-hazır bir karakterdi. Onun gerçekleştirdiği ilerleme, tamamen zorlama etkisiyle sağlanmaktaydı; o çok az vaaz vermişti, bundan da azını öğretmişti, ancak yeterince faaliyette bulunmuştu. Bir gün Baal’in dinadamıyla alay ediyor; diğer bir gün esir bir kralı parçalarına ayırıyordu. O kendini adamış bir biçimde tek Tanrı’ya inanmıştı; ve o, bu tek Tanrı’nın yer ve gökyüzünün yaratanı olduğuna dair belirgin bir kavramsallaşmaya sahipti: “Dünyayı ayakta tutan sütunlar Koruyucu’ya ait olup, o dünyayı bunların üstüne yerleştirmiştir.”
97:1.4 (1063.1) Ancak Samuel’in İlahiyat’ın kavramsallaşmasının gelişimine yaptığı büyük katkı; hatasız kusursuzluk ve kutsallığın sonsuza kadarki aynı vücuda bürünüşü olarak Yahveh’in değişmez olduğuna dair güçlü resmi duyurusuydu. Bu dönemlerde Yahveh, yaptığı her şeyden her zaman pişmanlık duyan, kıskanç huysuzluğun acınası bir Tanrı olduğu düşünülmekteydi; ancak bu aşamada, Mısır’dan dışa doğru yelken açtıkları zamandan beri İbraniler ilk kez şu şaşırtıcı kelimeleri duymuşlardı: “İsrail’in Gücü ne yalan söyler, ne de pişmanlık duyar; zira o bir insan değildir, insan bunu düşündüğü için tövbe etmelidir.” Kutsallık ile ilgili olarak istikrar duyuruldu. Samuel; Melçizedek’in Ephraim ile olan sözleşmesini vurgulayıp, İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nın tüm gerçekliğin, istikrarın ve devamlılığın kaynağı olduğunu duyurdu. İbraniler öncesinde Tanrıları’nı her zaman, bilinmeyen kökenden gelen yüceltilmiş bir ruhaniyet olarak, üstün-insan şeklinde bir insan olarak görmüşlerdi; ancak bu aşamada onlar, bir zamanların Horeb ruhaniyetinin yaratan kusursuzluğa ait değişmez bir Tanrı olarak yüceltildiğini duydular. Samuel; insan aklındaki değişikliklerden ve fani mevcudiyetin iniş-çıkışlarından çok daha yukarılara çıkması için evirilmekte olan Tanrı kavramsallaşmasına destek vermekteydi. Öğretisi altında İbraniler’in Tanrısı; kabile tanrılarının düzeyindeki bir düşünceden, tüm yaratımın her-şeye-gücü-yeten, değişmez Yaratanı’nı ve Yüksek-Denetimcisi idealine yükselmeye başlamaktaydı.
97:1.5 (1063.2) Ve o, sözleşmeye sadık kalan güvenilirliği olarak Tanrı’nın içtenliğine dair hikayeyi yeniden duyurdu. Samuel şunu söyledi: “Koruyucu insanlarını yalnız bırakmaz.” “O bizimle, her ayrıntısını belirleyip teminat altına aldığı, sonsuza kadar sürecek bir sözleşme yaptı.” Ve böylece, Filistin’in tümü boyunca, yüce Yahveh’in ibadetine doğru geri çağırım yankılandı. Bu coşkulu öğretmen “Sen büyüksün, Sen Koruyucu Tanrı’mız, zira ne senin gibi birisi var ne de senden başka herhangi bir Tanrı var.”
97:1.6 (1063.3) Bu döneme kadar İbraniler, Yahveh’in lütfunu başlıca olarak maddi refah bakımından değerlendirmişti. Samuel şunu duyurmaya cesaret ettiğinde, İsrail için büyük sarsıntı olup, neredeyse onun yaşamına mal oluyordu: “Koruyucu zenginleştirir ve fakirleştirir; o alçaltır ve yükseltir. O fakiri çöpten çıkarır, dilencileri ihtişamın tahtını alması için prenslerin arasına yerleştirir.” Musa’dan beri alt tabakada bulunanlar ve daha az talihsiz olanlar için bu tür teselli edici sözler duyurulmamıştı; ve fakirler arasında çaresizlerin binlercesi, ruhsal düzeylerini geliştirebilecekleri umudunu beslemeye başladılar.
97:1.7 (1063.4) Ancak Samuel, bir kabile tanrı kavramsallaşmasının çok ötesine geçen bir biçimde ilerleyememişti. O, her insanı yaratan bir Yahveh’i duyurmuştu; ancak o başlıca olarak, seçilmiş insanları biçiminde İbraniler ile meşgul olmuştu. Böyleyken bile, Musa dönemlerinde olduğu gibi, bir kez daha Tanrı kavramsallaşması kutsal ve doğru olan bir İlahiyat’ı tasvir etmişti. “Orada, Koruyucu kadar kutsal olan biri yoktur. Bu kutsal Koruyucu Tanrı’yla kim karşılaştırılabilir?”
97:1.8 (1063.5) Seneler ilerledikçe, saçlarına aklar düşmüş eski önder Tanrı’nın anlayışında ilerledi; zira o şunu duyurdu: “Koruyucu bir bilgi Tanrısı’dır, ve eylemler onun tarafından ölçülür. Koruyucu, merhametliye merhamet göstererek dünyanın sonunu yargılayacak, doğru insana o da doğru davranacaktır.” Burada bile, her ne kadar merhametli olan ile sınırlı olsa da, bağışlamanın başlangıcı söz konusudur. Daha sonra Samuel, fazlasıyla sıkıntı çektikleri bir durumda insanlarından şunu yapmaları için onları ikna etmeye çalıştığında bir adım daha atmıştı: “Tanrı’nın ellerine düşmemize izin verin, zira onun merhametleri büyüktür.” “Çok azını veya çok fazlasını kurtarması için Koruyucu’nun üzerinde hiçbir sınırlama yoktur.”
97:1.9 (1063.6) Ve Yahveh’in kişiliğinin kavramsallaşmasına dair bu kademeli gelişim, Samuel’in varislerinin hizmeti altında devam etti. Onlar Yahveh’i, sözleşme-sadığı bir Tanrı olarak sunmaya giriştiler; ancak nadiren, Samuel tarafından kurulan barışı muhafaza edebildiler; onlar, Samuel’in daha sonra düşünmüş olduğu Tanrı’nın merhametine dair düşünceyi geliştirmede başarısız oldular. Yahveh’in tüm diğer tanrıların üstünde oluşunun muhafazasına rağmen, diğer tanrıların tanınmasına doğru düzenli bir kayış bulunmaktaydı. “Seninkisi krallıktır, Ey Koruyucu, sen her kesin başı olarak yüceltilmişsindir.”
97:1.10 (1064.1) Bu dönemin temel vurgusu kutsal güçtü; bu çağın tanrı-elçileri İbrani tahtına gelecek kralı teşvik etmek için tasarlanmış bir dini duyurmaktaydı. “Seninkisi, Ey Koruyucu, büyüklük, güç, ihtişam, zafer ve görkemdir. Senin elinde güç ve kudret bulunup, sen muhteşem bir şeyi yapmaya ve her şeye güç vermeye muktedirsin.” Ve bu söylem, Samuel ve onun doğrudan varisleri dönemi boyunca Tanrı kavramsallaşmasının düzeyiydi.
97:2.1 (1064.2) İsa’dan önceki onuncu çağda İbrani milleti, iki krallığa ayrılmış hale geldi. Bu siyasi bölümlerin her ikisi içinde de, birçok gerçeklik öğretmeni; başlamış ve bölünme savaşından sonra oldukça zarar verici bir şekilde devam etmiş ruhsal yozlaşmanın gerici dalgasını durdurmak için çaba sarf etmişlerdi. Ancak İbrani dininin geliştirmek için bu çabalar, doğruluğun kararlı ve korkusuz savaşçısı olan İlyas öğretilerine başlayana kadar başarılı bir biçimde serpilmemişti. Elyasa, Samuel’in döneminde beslenen görüş ile karşılaştırabilir bir Tanrı kavramsallaşmasını kuzey krallığında eski haline getirdi. İlyas, Tanrı’ya dair gelişmiş bir kavramsallaşmayı sunmak için çok az olanağa sahipti; o, daha önce Samuel’in olduğu gibi, Baal’ın sunaklarını yerinden etmekle ve sahte tanrıların putlarını yıkmakla meşgul edilmişti. Ve o, putlara tapan bir kralın karşıtlığı karşısında köklü değişikliklerine devam etmişti; onun görevi, Samuel’in karşılaşmış olduğundan bile daha devasa ve zordu.
97:2.2 (1064.3) İlyas alıkonulduğunda onun sadık birlikteliği Elyasa görevini devralmıştı, ve çok az kişi tarafından tanınan Micaiah’ın kıymetli desteğiyle gerçekliğin ışığını Filistin’de canlı tuttu.
97:2.3 (1064.4) Ancak bu dönemler İlahiyat’ın kavramsallaşmasında ilerleyişin gerçekleştiği zamanlar değildi. Henüz İbraniler Musasal ideale bile yükselememişti. İlyas ve Elyasa’nın dönemi; yüce Yahveh’e olan ibadete daha iyi sınıfların dönmesiyle sonlanmış olup, Kainatın Yaratıcısı’na dair düşüncenin yaklaşık olarak Samuel’in bıraktığı yere doğru yeniden gelişini gözlemlemişti.
97:3.1 (1064.5) Yahveh’e inananlar ve Baal’i takip edenler arasındaki çok uzun süren ihtilaf; dini inanışlar içindeki bir farklılıktan ziyade, ideolojilerin sosyo-ekonomik nitelikli bir çatışmasıydı.
97:3.2 (1064.6) Filistin sakinleri, arazinin özel mülkiyetine dair tutumlarında farklılık gösterdiler. Güneydeki veya diğer bir değişle (Yahveh unsurları olan) gezgin Arap kabileleri araziyi, — İlahiyat’ın kavime verdiği bir hediye biçiminde — bir devredilemez olarak görmüşlerdi. Onlar, arazinin satılamayacağı veya rehin alınamayacağı görüşünü savundular. “Yahveh şunu ifade etmişti: ‘Arazi satılamaz, zira arazi benimdir.’”
97:3.3 (1064.7) Kuzeyde ve daha yerleşik hale gelmiş (Baal unsurları olarak) Kenani toplulukları sınırlandırılmamış bir biçimde topraklarını alıp, satıp, rehin verdiler. Baal inanışı, iki temel inanç savı üzerine inşa edilmişti: Birincisi, — araziyi alma ve satma hakkı olarak — özel mülkiyet değişimleri, anlaşmaları ve sözleşmelerinin geçerliliği; ikincisi, — toprağın bereketliliğinin bir tanrısı olarak — Baal’ın yağmur göndermesinin varsayılımıydı. İyi ekinler, Baal’ın lütfuna bağlıydı. Bu inanış büyük ölçüde, iyeliği ve bereketi olmak üzere araziyle ilgiliydi.
97:3.4 (1065.1) Genellikle Baal unsurları; evlere, arazilere ve kölelere sahip oldular. Onlar soylu arazi sahipleri olup, şehirlerde yaşadılar. Her Baal tanrısı bir mekana, bir din-adamlığına ve ayinsel fahişeler olan “kutsal kadınlara” sahipti.
97:3.5 (1065.2) Arazinin değerlendirilişindeki bu temel farklılıktan; Kenani ve İbrani toplulukları tarafından sergilenmiş toplumsal, ekonomik, ahlaki ve dini tutumlardaki sert düşmanlıklar evirilmişti. Bu sosyo-ekonomik ihtilaf, İlyas’ın dönemlerine kadar belirli bir dini mesele haline gelmemişti. Bu sinirli tanrı-elçisinin dönemlerinden itibaren bahse konu mesele, — Yahveh ve Baal karşıtlığı olarak — daha keskince ayrılmış dini taraflar haline çatışılmıştı; ve bu ihtilaf Yahveh’in zaferine ek olarak ileride gerçekleşecek tektanrıcılığa olan yönelişle sonuçlanmıştı.
97:3.6 (1065.3) İlyas, Yahveh-Baal ihtilafını arazi meselesinden İbrani ve Kenani dünya görüşlerinin dini niteliğine doğru kaydırdı. Ahav; Nabot unsurlarını arazilerini elde etmek için bir kumpas içinde öldürdüğünde, İlyas bu olayı, eskiden gelen arazi adetlerden doğan bir ahlaki sorun yapıp, Baal unsurlarına karşı sert bir harekatta bulundu. Bu durum aynı zamanda, şehirlerin egemenliğine karşı taşra halkının bir savaşıydı. Başlıca İlyas dönemi zamanında Yahveh Elohim haline geldi. Bu tanrı-elçisi bir tarım ıslahatçısı olarak başlayıp, İlahiyat’ı yüceltici olarak son buldu. Baal tanrıları çoktu, Yahveh tanrısı tek idi — tektanrıcılık, çoktanrıcılık karşısında zafer elde etmişti.
97:4.1 (1065.4) Öncül İbraniler’in Yahveh’i olarak, fedalar ve törenler ile uzunca bir süre kendisine hizmet edilmiş biçimde — kabile tanrısından, insanları arasında bile suçu ve ahlaksızlığı cezalandırabilecek bir Tanrı’ya olan geçiş içinde büyük bir adım; kuzey kabilelerin suçluluğunu, sarhoşluğunu, baskıcılığını ve ahlaksızlığını kötülemek için güney tepelerinden ortaya çıkan Amos tarafından atılmıştı. Musa’nın ortaya çıkışından beri, bu türden güçlü gerçeklikler Filistin’de duyurulmamıştı.
97:4.2 (1065.5) Amos yalnızca, var olan düzeni eskisine doğru düzeltmeye çalışan veya onda köklü yenilikler yapan bir kişi değildi; o, İlahiyat’a ait yeni kavramsallaşmaların bir kaşifiydi. O; kendisinden daha önce gelenler tarafından bildirilmiş Tanrı’ya dair şeylerin çoğunu herkese resmi olarak duyurmuş olup, sözde seçilmiş olan insanları arasında süregelen günaha göz yuman bir Kutsal Varlık’a duyulan inanca cesur bir biçimde karşı çıkmıştı. Melçizedek döneminden beri ilk kez insanın kulakları, milli adalet ve ahlakın ikiyüzlülüğünün kötülenişini duymuştu. Tarihlerinde ilk kez İbrani kulakları kendi tanrıları olan Yahveh’in, yaşamlarındaki suç ve günaha diğer insan topluluklarından daha fazla bir biçimde hoşgörüyle bakmayacağını işitmişlerdi. Amos, Samuel ve İlyas’ın sert ve katı Tanrısı’nı tahayyül etmişti; ancak o aynı zamanda, yanlışın cezalandırılışına geldiğinde İbraniler’i herhangi bir diğer ırktan daha farklı bir biçimde düşünmeyen bir Tanrı’yı gördü. Bu, “seçilmiş insanların” bencil inanç savına doğrudan bir saldırıydı; ve bahse konu dönemlerin birçok İbrani topluluk üyesi bu düşünceye karşı ciddi öfke besledi.
97:4.3 (1065.6) Amos şunu söyledi: “Dağları yükselteni ve rüzgarı yaratanı, yedi yıldızı ve Orion’u oluşturanı, ölümün gölgesini sabaha, gün karanlığını geceye çeviren O’nu arzulayın.” Ve, yarı-dindar, fırsatçı ve zaman zaman ahlaksız olan akranlarını kötüleyen bir biçimde o, kötülük yapanlar hakkında şunları ifade ettiğinde, değişmez bir Yahveh’in önlenemez adaletini tasvir etmeyi amaçlamıştı: “Eğer cehenneme yolunda olursalar, o zaman ben onları buradan alacağım; eğer cehenneme çıkarsalar, buradan onları aşağıya indireceğim.” “Ve, eğer düşmanları karşısında esir düşerlerse, adaletin kılıcını üzerlerine tutacağım, ve bu kılıç onları yok edecektir.” Amos, azarlayıcı ve suçlayıcı bir parmağı onlara doğrultan bir biçimde Yahveh adına şunu duyurduğunda dinleyicilerini şaşırtmıştı: “Kesinlikle yaptıklarınızın hiçbirini hiçbir zaman unutmayacağım.” “Ve ben, buğdayın bir elekten geçirildiği gibi tüm milletler arasında İsrail yurdunu elekten geçireceğim.”
97:4.4 (1066.1) Amos; Yahveh’i tüm milletlerin tanrısı olarak duyurup, ayinin doğruluğun yerini almaması için İsrail topluluklarını uyardı. Ve bu cesur öğretmen ölene kadar taşlanmadan önce, yüce Yahveh’in inanç savını kurtarmak için yeteri kadar gerçeklik mayası çalmıştı; o, Melçizedek açığa çıkarılışının ileri evrimini teminat altına almıştı.
97:4.5 (1066.2) Hosea, Amos ve onun evrensel bir Tanrı öğretisini; derin sevgi olarak bir Tanrı’ya dair Musa kavramsallaşmasının yeniden dirilişiyle takip etti. Hosea bağışlanmanın tövbeyle elde edilişini duyurdu, fedayla değil. O şunları ifade ederek sevgi dolu iyiliğin ve kutsal merhametin bir müjdesini duyurdu: “Ben sizi sonsuza kadar kendime bağlayacağım; evet, ben sizi doğruluk ve adalette, sevgi dolu iyilikte ve bağışlamada kendime bağlayacağım.” “Ben onları sınırsızca seveceğim, zira artık onlara kızgın değilim.”
97:4.6 (1066.3) Hosea sadık bir biçimde, şunları ifade ederek Amos’un ahlaki uyarılarına devam etti: “Onları cezalandırmak benim arzumdur.” Ancak İsrail unsurları, Hosea şunları söylediğinde bunu millete ihanet derecesindeki saygısızlık olarak gördü: “Geçmişte benim insanlarım olmayanlara ‘siz benim insanlarımsınız diyeceğim.’; ve onlar ‘sen bizim Tanrımız’sın’ diyecekler.” O şunları söyleyerek tövbe ve bağışlamayı duyurmaya devam etti: “Ben onların yanlışa geri dönüşlerini iyileştireceğim; onları sınırsız bir biçimde seveceğim, zira artık onlara kızgın değilim.” Hosea her zaman ümit ve bağışlamayı duyurdu. Onun insanlığa duyurusunun ağır sorumluluğu en başından beri şuydu: “İnsanlarım karşısında bağışlayıcı olacağım. Onlar benden başka hiçbir Tanrı’yı tanımıyorlar, zira benden başka hiçbir kurtarıcı yoktur.”
97:4.7 (1066.4) Varsayıldığı biçimiyle sırf seçilmiş insanlar oldukları için Yahveh’in suç ve günahı kendi topluluğu içinde maruz görmeyeceğine dair tanınmaya Amos İbraniler’in milli bilincini hazırlarken, Hosea, İşaya ve onun birliktelikleri tarafından oldukça seçkin bir biçimde söylenen kutsal merhamet ve sevgi dolu iyiliğin daha sonraki bağışlayıcı akortlarının açılış notalarını çalmıştı.
97:5.1 (1066.5) Bu zamanlar; bazıları, kuzey kavimleri içinde kişisel günahlara ve milli suça karşı verilecek cezanın tehditlerini duyururken, diğerlerinin, güney krallığı içindeki ihlaller karşısında ortaya çıkacak felaketin tahminini yaptığı zamanlardı. İbrani milletleri içinde vicdan ve bilincin bu uyanışının başında ilk İşaya ortaya çıkışını gerçekleştirmişti.
97:5.2 (1066.6) İşaya, güvenirliğinin değişmez kusursuzluğu niteliğinde onun sınırsız bilgeliği olarak Tanrı’nın ebedi doğasını duyurmaya devam etti. O, İsrail’in Tanrısı’nı şunları söyleyerek temsil etti: “Adaleti aynı doğruluğun çekülüne koyacağım.” “Koruyucu sizi; içinde insanın hizmet vermeye hazır kılındığı, kederden, korkudan ve zor sorumluluktan huzura eriştirecektir.” “Ve sizin kulaklarınız arkanızda şunları söyleyen bir cümle duyacaktır: ‘doğru yol bu, buradan yürü.’” “İşte Tanrı benim kurtuluşum; ben ona güveneceğim, ondan korkmayacağım, zira Koruyucu benim gücüm, benim şarkımdır.” “‘Şimdi gel ve beraber düşünelim’ der Koruyucu, ‘her ne kadar günahlarınız şimdi al al olsa da, ileride kar kadar beyaz olacaklardır; her ne kadar kıpkırmızı olsalar da, yün kadar ak olacaklardır.”
97:5.3 (1066.7) Korku tarafından yönlendirilen ve ruhsal olarak açlık çeken İbraniler’e konuşarak bu tanrı-elçisi şunları söyledi: “Doğ ve ışı, çünkü ışığın geldi, ve Tanrı’nın ihtişamı üzerine doğdu.” “Koruyucu’nun ruhaniyeti üzerimde, çünkü o güçsüzlere iyi haberleri duyurmakla beni kutsadı; o beni, kalbi kırık olanları bir araya getirmek, esirlerin özgürlüğünü ve zincirlenenlerin zindanının açılışını duyurmak için gönderdi.” “Ben Koruyucu’nun mevcudiyetinden fazlasıyla sevinç duyacağım, benim ruhum Tanrım’da mutlu olacaktır, zira o beni kurtuluşun elbiseleriyle örtüp, kendi doğruluk kaftanıyla kuşatmıştır.” “Çektikleri tüm acılarda o da acı çekmişti, ve mevcudiyetinin meleği onları kurtarmıştı. Derin sevgisiyle ve acıyışında onları günahlarından arındırmıştı.”
97:5.4 (1067.1) Bu İşaya, ruhu tatmin eden müjdesini onaylamış ve onu süslemiş olan Micah ve Obadiah tarafından takip edilmişti. Ve bu iki mert haberci; İbraniler’in, din adamları tarafından yönlendirilen ayin düzenini cesurca kötülemiş, feda sisteminin tamamına korkusuzca eleştirmişlerdi.
97:5.5 (1067.2) Micah “ödül için hüküm veren yöneticileri, özel ders için öğreten dinadamlarını ve para için kutsayan tanrı-elçilerini” kötümsemişti. O, hurafelerden ve dinadamları yollarından bir günlük özgürlüğü öğretmişti: “Ancak her insan kendi sarmaşığı altında oturacak, ve bu hiç kimseyi korkutmayacaktır, zira tüm insanlar, her biri kendi Tanrı anlayışı uyarınca yaşayacaktır.”
97:5.6 (1067.3) En başından beri Micah’ın iletisinin sorumluluğu şuydu: “Tanrı’nın önüne yanmış sunularla mı çıkmalıyım? Koruyucu, bin koçla mı yoksa bin yağ ırmakla mı tatmin olacak? Benden ilk doğana yanlışımı mı vermeliyim, ruhumun günahı için bedenimin meyvesini mi? O bana, ey insanlar, iyinin ne olduğunu gösterdi; ve Koruyucu’nun yalnızca sizden, adil bir biçimde yaşamanızı, bağışlamayı sevmenizi ve Tanrınız ile birlikte alçakgönüllülükle yürümenizi istediğini gösterdi.” Ve bu dönem büyük bir çağdı; bunlar gerçekten de, bu tür özgürleştirici iletileri iki buçuk bin yıldan daha da öncesinde fani insanın duyduğu ve hatta bazılarının inandığı zamanlar olarak çok hareketli dönemlerdi. Ve eğer dinadamlarının inatçı karşıtlığı olmasaydı, bu öğretmenler İbrani ibadet ayini düzenine ait tüm kanlı törenselliği kaldırmış olacaktı.
97:6.1 (1067.4) Her ne kadar birkaç öğretmen İşaya’nın müjdesini detaylı bir biçimde açıklamaya devam ettiyse de, İbraniler’in Tanrısı olan Yahveh’in uluslararası düzeye getirilmesinde bir diğer cesur adamı atmak Jeremiah’a kalmıştı.
97:6.2 (1067.5) Jeremiah kusursuz bir biçimde Yahveh’in, diğer milletler ile olan askeri mücadelelerinde İbraniler’in yanında olmadığını duyurmuştu. O, Yahveh’in; tüm yeryüzünün, tüm milletlerin ve tüm toplulukların Tanrısı olduğunu açık ve kararlı bir biçimde öne sürdü. Jeremiah’ın öğretileri, İsrail’in Tanrısı’nın uluslararası düzeye gelişinin gittikçe yükselen dalgasıydı; nihai olarak ve sonsuza kadar bu gözü pek hatip Yahveh’in tüm milletlerin Tanrısı olduğunu ve Mısırlılar için Osiris, Babilliler için Bel, Asuriler için Asur veya Filistinliler için Dagon’un bulunmadığını duyurmuştu. Ve böylece İbraniler’in dini, yaklaşık olarak bu zaman zarfında ve ondan sonra dünya boyunca gerçekleşmekte olan tektanrıcılığın yeniden-doğuşunu paylaşmıştı; en sonunda Yahveh’in kavramsallaşması, gezegensel ve hatta kainatsal soylulukla bir İlahiyat düzeyine yükselmiş konuma gelmişti. Ancak Jeremiah’ın birlikteliklerden çoğu Yahveh’i İbrani milletinden ayrı olarak düşünmekte zorlanmıştı.
97:6.3 (1067.6) Jeremiah aynı zamanda İşaya tarafından şu ifadeler ile tasvir edilmiş adil ve sevgi dolu Tanrı’yı duyurmuştu: “Evet, ben sizi sonsuza kadar sürecek bir aşk ile sevmekteyim; bu nedenle sevgi dolu iyilikle sizleri yakınıma çekmiş bulunmaktayım.” “Zira o, insan çocuklarına kasıtlı bir biçimde acı çektirmez.”
97:6.4 (1067.7) Bu korkusuz tanrı-elçisi şunu söyledi: “Doğruluk, tavsiyede yüce, işte kudretli olan Koruyucumuz’dur. Onun gözleri, her birine tercih ettiği yol ve yaptıklarının meyvesi uyarınca lütuf dağıtarak insan evlatlarının tümünün her türlü yoluna açıktır.” Ancak, Kudüs’ün kuşatıldığı dönem boyunca Jeremiah şunları söylediğinde ifadesi hakaret edici ihanet olarak değerlendirilmişti: “Ve şimdi ben bu toprakları, hizmetkarım olan Babil kralı Nebuchadnezzar’ın eline teslim ettim.” Ve Jeremiah şehrin teslimini tavsiye ettiğinde, dinadamları ve şehir idarecileri iç karartıcı bir zindanın bataklık içindeki kuytusuna atarak ondan kurtulmuşlardı.
97:7.1 (1068.1) İbrani milletinin yıkımı ve onun Mezopotamya’daki esareti; sahip olduğu dinadamlık düzeninin korunması için kararlı faaliyete yönelmiş olmasaydı, genişleyen din-kuramlarına büyük yararlar sağlayan sonuçları ortaya çıkarabilirdi. Onların milleti, Babil orduları gelmeden önce çökmüş bir konumdaydı; ve onların milli Yahveh’i ruhsal önderlerin uluslararası vaizlerinden zarar görmüş halde bulunmaktaydı. Milli tanrılarının kaybından doğan hınç; yeni ve genişlemiş düşünceye ait tüm milletlerin uluslararası hale getirilmiş bir Tanrısı’nın bile seçilmiş insanları olarak Museviler’i tekrar eski konumuna getirme çabası içinde, efsanevi öykülerin yaratılmasında ve İbrani tarihinde mucizevi olarak görünen olayların çoğaltılmasında Musevi dinadamlarının bu tür uzun uğraşlar vermelerine neden olmuştu.
97:7.2 (1068.2) Esaret boyunca Museviler; bir yandan, kendilerine uyarladıkları Keldani öykülerinin ahlaki vurgusunu ve ruhsal önemini kesin bir biçimde geliştirmiş olduklarının, ve her ne kadar bu efsaneleri İsrail’in kökeni ve tarihini onurlandıracak ve onu yüceltecek bir biçimde çeşitli şekillerde çarpıtmış olmalarının altının çizilmesi gerekse de, Babil’e dair tarihi anlatılardan ve onların efsanelerinden fazlasıyla etkilenmişlerdi.
97:7.3 (1068.3) Bu İbrani dinadamları ve katipleri, akıllarında tek bir düşünceye sahiplerdi; ve o da, Musevi milletinin düzeltilmesi, İbraniler’e ait tarihi anlatımların yüceltilmesi ve ırksal tarihlerinin üstün bir konuma çıkartılmasıydı. Eğer, Batı dünyasının büyük bir kısmına dair bu dinadamlarının sahip oldukları hatalı düşüncelerine bağlı kalışlarından bir öfke duyulacaksa, onların bunu bilinçli olarak yapmadıkları hatırlanmalıdır; onlar yazdıkları şeylerin vahiyle geldiğini öne sürmemişlerdi; onlar, kutsal bir kitap yazma gibi herhangi bir meslek yaratmamışlardı. Onlar yalnızca, esaret altındaki akranlarının azalan cesaretini güçlendirmek için tasarlanan bir ders kitabı hazırlamaktaydı. Onlar kesin bir biçimde, yurttaşlarının milli ruhunu ve kendine güvenini geliştirmeyi amaçlamaktalardı. Bu ve diğer yazıtları, sözde hatasız öğretilerin rehber bir kitabı yapacak şekilde bir araya getirmek daha sonraki insanlara kaldı.
97:7.4 (1068.4) Musevi dinadamlığı, esaret döneminden sonra bu yazıtları cömert bir biçimde kullandı; ancak akran esirleri üzerindeki etkileri, daha birinci İşaya’nın sunmuş olduğu, adaletin, derin sevginin, doğruluğun ve bağışlamanın Tanrısı’na, inancını bırakıp tamamiyle yönelmiş olan ikinci İşaya olarak genç ve boyun eğmez tanrı-elçisinin varlığıyla fazlasıyla engellenmişti. O aynı zamanda, Yahveh’in tüm milletlerin Tanrı’sı haline önceden gelmiş olduğuna Jeremiah ile birlikte inanmıştı. O; Tanrı’nın doğasına dair bu savları öyle bir etkiyle söylemişti ki, Museviler ve onları esir alanlar arasında eşit sayıda dine kazandırma gerçekleştirmişti. Ve bu genç hatip; her ne kadar, güzellik ve ihtişam için ortak saygıları öncül İşaya’nın yazılarını kullanmalarına yol açtıysa da, düşmancıl ve acımasız dinadamları onunla bütünüyle ilişkilendirmekten kurtulmayı amaçlamışlardı. Ve bu nedenle, bahse konu ikinci İşaya’nın yazıları, kırktan başlayarak kendisi de dâhil olmak üzere kırk beşe kadar uzanan bölümlerden meydana gelen bir biçimde bu isimdeki kitabı içinde bulunabilir.
97:7.5 (1068.5) Maçiventa’dan başlayarak İsa dönemine kadar hiçbir tanrı-elçisi veya dini öğretmen, esaretin bu döneminde duyurulmuş olan ikinci İşaya’nın yüksek Tanrı kavramsallaşmasına erişememişti. Bu ruhsal önderin duyurduğu Tanrı hiçbir şekilde küçük, insansı nitelikte insan tarafından yapılmış Tanrı değildi. “İşte bak, o adaları çok küçük şeylermiş gibi kaldırıyor.” “Ve cennetler nasıl yeryüzünden daha yüksekse, birçok yol sizin takip ettiğinizden daha yüksek ve birçok düşünce sahip olduklarınızdan daha yücedir.”
97:7.6 (1069.1) En sonunda Maçiventa Melçizedeği, gerçek bir Tanrı’yı fani insana duyurarak insan öğretmenlerine baktı. İşaya gibi ilk başta bu önder, evrensel yaratımın ve idarenin bir Tanrısı’nı duyurdu. “Yeryüzünü ben yaratıp, insanı içine yerleştirdim. Ben onu amaçsız yaratmadım; onu yerleşilmesi için oluşturdum.” “Ben ilk ve sonum; benden başka hiçbir Tanrı yoktur.” İsrail’in Koruyucu Tanrısı hakkında konuşurken bu yeni tanrı-elçisi şunu söyledi: “Cennet ortadan kaybolabilir, ve dünya kocayıp yok olabilir; ancak benim doğruluğum sonsuza kadar ve benim kurtuluşum nesilden nesile dayanacaktır.” “Korkuya kapılmayın, çünkü ben sizlerleyim; endişelenmeyin, çünkü ben sizin Tanrınız’ım.” “Adil bir Tanrı ve bir Kurtarıcı olarak benden başka hiçbir Tanrı yoktur.”
97:7.7 (1069.2) Ve şu cümleleri duymak, tıpkı bu dönemden beri binlercesine olduğu gibi, Musevi esirlerine huzur vermişti: “Tanrı söyle söyler, ‘ben seni yarattım, ben seni günahlarından kurtardım, ben seni isminle çağırdım; sen benimsin’” “Sulardan geçtiğinizde, sizlerle birlikte olacağım, zira siz benim gözümde kıymetlisiniz.” “Bir kadın, oğluna merhamet göstermeyecek kadar ağzı memedeki çocuğunu unutabilir mi? Evet, o unutabilir, fakat ben çocuklarımı unutmayacağım, zira bakın, onları ben ellerimin avuçları içine işledim; onları ellerimin gölgesiyle bile kapladım.” “Ahlaksız olanın tercih ettiği yolu bırakmasına, doğru olmayanın düşüncelerinden vazgeçmesine izin verin, onun Koruyucu’ya dönmesine izin verin, Koruyucu ona merhamet gösterecektir, Tanrımız’a dönün, zira o cömertçe bağışlayacaktır.”
97:7.8 (1069.3) Salem’in Tanrısı’nın bu yeni açığa çıkarılışının müjdesini tekrar dinleyin: “O sürüsünü bir çoban gibi besleyecek; koyunlarını kolları altına toplayacak ve onları göğsünde taşıyacaktır. O güçsüze güç verir, dermanı olmayanlar için kuvvetlerini arttırır. Koruyucu için bekleyenlerin kuvvetleri yenilenir; kartallar gibi kanatlara sahip olurlar; koşar ama yorulmazlar; yürürler ama bitkin hale düşmezler.”
97:7.9 (1069.4) Bu İşaya, yüce bir Yahveh’in genişleyen kavramsallaşmasına ait müjdenin uçsuz bucaksız bir örgütlü duyuruşunu gerçekleştirdi. O Musa ile, Kainatın Yaratan’ı olarak İsrail’in Koruyucu Tanrısı’nı tasvir edişteki hitabet sanatında yarışmıştı. İkinci İşaya, Kainatın Yaratıcısı’nın sınırsız niteliklerinin betimlemesinde şairaneydi. Bu dönemden beri Gökteki Yaratıcı hakkında daha güzel duyurularda bulunulmamıştır. Mezmurlar gibi İşaya’nın yazıtları; Urantia’ya Mikâil’in gelişi öncesine kadar fani insanın kulaklarını selamlamış, Tanrı’nın ruhsal kavramsallaşmasının en yüce ve doğru sunumları arasındadır. Onun şu ilahiyat tasvirini dinleyin: “Ben, ebediyette ikamet eden yüksek ve yüce biriyim.” “Ben ilk ve sonum, ve benden başka hiçbir Tanrı yoktur.” “Ve Tanrı’nın eli ne kurtaramayacak kısa, ne de kulakları duyamayacak kadar az işitir.” Ve, bu yumuşak başlı ancak emredici tanrı-elçisi Tanrı’nın sadakati olarak kutsal bağlılığın duyuruşunda ısrar ettiğinde, Musevi topluluğu içinde bu yeni bir inanç savı haline gelmişti. O şunu duyurdu: “Tanrı unutmaz, yalnız bırakmaz.”
97:7.10 (1069.5) Bu cesur öğretmen, insanın Tanrı ile oldukça yakın bir biçimde ilişkili olduğunu şöyle ifade ederek duyurdu: “Benim ismimle anılan herkesi ihtişamın için yarattım, ve onlar benim övgüme layık olduklarını göstermelidirler. Ben, ben bile, ihlallerinin üzerini kendim için örten biriyim, ve ben onların günahlarını hatırlamayacağım.”
97:7.11 (1069.6) Bu büyük İbrani’nin; şerefle Kainatın Yaratıcısı’nın kutsallığını herkese duyururken, onun hakkında şunları söyleyerek milli bir Tanrı’ya dair kavramsallaşmayı yıkışına kulak verin: “Gökler benim tahtım, yeryüzü ayağımı koyduğum taburemdir.” Buna ek olarak İşaya’nın Tanrısı yine de kutsal, görkemli ve anlaşılamazdı. Çöl Bedevileri’nin kızgın, intikamcı ve kıskanç Yahveh’e dair kavramsallaşması neredeyse ortadan kaybolmuştur. Yüce ve herkesi kapsayan Yahveh’e dair yeni bir kavramsallaşma fani insanın aklında bir daha insan gözünden kaybolmamacasına ortaya çıkmıştır. Kutsal adaletin gerçekleşmesi, ilkel büyü ve biyolojik korkunun yıkılışını başlatmıştır. En sonunda insan, bir kanun ve düzen evrenine ek olarak güvenilebilir ve nihai niteliklere sahip evrensel bir Tanrı ile tanıştırılmıştır.
97:7.12 (1070.1) Ve ulvi bir Tanrı’ya dair bu duyuru, bu derin sevgi olarak Tanrı’yı duyurmaya hiçbir zaman son vermedi. “Ben, yüksek ve kutsal bir yerde ikamet etmekteyim, aynı zamanda pişman ve alçak gönüllü bir ruhaniyete sahip olanla.” Ve bu büyük öğretmen daha da fazla rahatlatıcı kelimelerle çağdaşlarına hitap etmişti: “Ve Koruyucu sürekli bir biçimde size rehberlik yapacak ve ruhunuzu tatmin edecektir. Siz sulanmış bir bahçe, suları verimsiz hale gelmeyen bir bahar olacaksınız. Ve şayet düşman bir sel gelecek olursa, Koruyucu’nun ruhaniyeti ona karşı bir savunma yükseltir.” Ve bir kez daha Melçizedek’in korku-yıkıcı müjdesi ve Salem’in güven-aşılayan dini insanlığın kutsanışı için ışıl ışıl parıldamıştı.
97:7.13 (1070.2) İleri görüşlü ve cesur İşaya; sevgi dolu Tanrı, evrenin yöneticisi ve tüm insanlığın şefkatli Yaratıcısı olarak yüce Yahveh’in ihtişamı ve evrensel muktedirliğine dair muhteşem tasviriyle milli Yahveh’i etkili bir biçimde gölgede bırakmıştı. Bu dikkate değer dönemden beri, Batı’daki en yüksek Tanrı kavramsallaşması evrensel adaleti, kutsal bağışlamayı ve ebedi doğruluğu içine almıştır. Harika dille ve benzersiz incelikle bu büyük öğretmen, her şeye derin sevgi besleyen Yaratıcı olarak her şeye gücü yeten Yaratan’ı betimlemişti.
97:7.14 (1070.3) Esaret döneminin bu tanrı-elçisi; Babil’deki nehir kenarında kendisini dinlerlerken insanları ve birçoklarınınkine duyurusunu gerçekleştirmişti. Ve bu ikinci İşaya, söz verilen Mesih’in görevine ait birçok yanlış ve ırksal olarak bencil kavramsallaşmaya karşı gelmek için çok şey yapmıştı. Ancak bu verilen çaba içerisinde o, tamamiyle başarılı olmamıştı. Dinadamları yanlış algılanmakta olan bir milliyetçiliği inşa etme görevine kendilerini adamış olmasalardı, iki İşaya’nın da öğretileri söz verilen Mesih’in tanınışı ve kabulü için zemin hazırlamış olacaktı.
97:8.1 (1070.4) İbraniler’e ait deneyimlerin kaydını kutsal tarih olarak ve dünyanın geri kalanında ortaya çıkmış etkileşimleri dinsiz tarih olarak görme adeti, tarihin yorumlanışında insan aklında mevcut olan kafa karışıklığının çoğunun sorumlusudur. Ve bu zorluk, Museviler’in hiçbir din-dışı tarihinin olmaması nedeniyle doğmaktadır. Babil sürgünü dönemindeki dinadamları; Eski Ahit içinde tasvir edildiği biçimiyle İsrail’in kutsal tarihi olarak Tanrı’nın İbraniler ile yaptığı varsayılan mucizevi etkileşimlerinin yeni bir kaydını hazırladıktan sonra, dikkatli biçimde — “İsrail Kralları’nın Yaptıkları” ve “Yehud Kralları’nın Yaptıkları” ile beraber İbrani tarihinin belli bir ölçüde doğru kayıtları halinde — İbrani olaylarının mevcut kayıtlarını tamamen ortadan kaldırmışlardı.
97:8.2 (1070.5) Din-dışı tarihin yok edici baskısı ve kaçınılmaz zorlayışının; esaret altında ve yabancılar tarafından idare edilmekte olan Museviler’i, tarihlerini baştan aşağıya yeniden yazmaya ve yeniden sunmaya giriştirecek kadar nasıl dehşete düşürdüğünü anlamak için, kafa karışıklığına iten milli deneyimlerinin kaydını kısaca irdelememiz gerekmektedir. Museviler’in, din-kuramı içermeyen yeterli bir yaşam felsefesi geliştirmede başarısız oldukları hatırlanmak zorundadır. Onlar, günah için çok sert cezalarla beraber doğruluk için kutsal ödüllere dair özgün ve Mısırlı kavramlaşmalarıyla mücadele vermişlerdi. Eyüp’ün yaşadıkları, bu yanlış felsefeye karşı bir çeşit itirazdı. Zebur’un içten karamsarlığı, Yazgı’ya yapılan bu haddinden fazla inanışlar karşısında dünyasal nitelikte bilge bir tepkiydi.
97:8.3 (1071.1) Ancak yabancı yöneticilerin aşırı hükümranlığı altında geçen beş yüz yıl, sabırlı ve uzunca bir süredir çile çeken Museviler için bile gerektiğinden fazlaydı. Tanrı-elçileri ve dinadamları şöyle haykırmaya başlamışlardı: “Daha ne kadar, ey Koruyucu, daha ne kadar?” Dürüst bir Musevi birey Kutsal Yazıtları araştırırken, kafa karışıklığı daha içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Eskinin bir kahini, Tanrı’nın “seçilmiş insanlarını” koruyacağı ve onları kurtaracağı sözünü vermişti. Amos, milli doğruluklarının ortak ölçütlerini yeniden inşa etmezlerse Tanrı’nın İsrail’i gözden çıkaracağıyla tehdit etmişti. Tevrat yazıtı — kutsanma ve lanetlenme biçiminde iyilik ve kötülük arasında olmak üzere — Büyük Tercih’i tasvir etmişti. Birinci İşaya, yardımsever bir kral-kurtarıcısının duyuruşunda bulunmuştu. Jeremiah, — kalbin levhaları üzerine yazılmış sözleşme biçiminde — içsel doğruluğun bir dönemini duyurmuştu. İkinci İşaya, feda ve günahlardan arınmayla gelen kurtuluştan bahsetti. Zülkifi bağlılığın hizmetiyle gelen özgürleşmeyi duyurdu, ve Ezeyir kanuna olan bağlılıkla gelen refahın sözünü verdi. Ancak tüm bunlara rağmen onlar esaret altında kalmaya devam etmiş olup, özgürlük onlar için ertelenmişti. Bunun sonrasında Danyal, — Mesihsel krallık olarak doğruluğun sonsuza kadar sürecek egemenliğine ait ihtişamın ve anlık yerleşiminin cezalandırışı biçimindeki — yaklaşmakta olan “buhranı” altında yaşanacakları sundu.
97:8.4 (1071.2) Ve beslenen bu türden boş ümidin tümü öyle bir derecede ırksal hayal kırıklığına ve hüsrana neden oldu ki, Musevi önderleri; bir kutsal Cennet Evladı yakın bir zaman içerisinde fani beden suretinde — İnsan Evladı olarak vücuda bürünmüş halde — kendilerine geldiğinde onun görevi ve hizmetini tanımada başarısız olacak kadar kafa karışıklığına düşmüşlerdi.
97:8.5 (1071.3) Tüm çağdaş dinler, insanlık tarihinin belirli çağlarına mucizevi bir yorum getirme çabası hatasına ciddi bir biçimde düşmüştür. Her ne kadar Tanrı’nın birçok kez, insan olaylarının akışına Yaratıcı’nın bir yazgısal müdahale elini uzatmış olduğu doğru olsa da; din-kuramsal dogmaları ve dini hurafeyi insanlık tarihinin bu akışı içinde mucizevi eylemle ortaya çıkan doğa-üstü birikim olarak görmek yanlıştır. Gerçek, “İnsanların krallığındaki En Yüksek Unsurlar’ın” din-dışı tarihi kutsal olarak varsaydığınız tarihe dönüştürmemesidir.
97:8.6 (1071.4) Eski Ahit eserinin sahipleri ve daha sonraki Hıristiyan yazarları, iyi niyetli olan Musevi tanrı-elçilerini aşkınlaştırma çabalarıyla İbrani tarihinin bozuluşunu derinleştirdiler. Böylelikle İbrani tarihi, hem Musevi hem de Hıristiyan yazarlar tarafından oldukça yıkıcı bir biçimde sömürülmüştür. Din-dışı İbrani tarihi bütünüyle dogmalaştırılmıştır. O; bir kutsal tarih kurgusuna dönüştürülmüş olup, sözde Hıristiyan milletlerinin ahlaki kavramsallaşmaları ve dini öğretiler ile ayrılmaz hale gelmiştir.
97:8.7 (1071.5) İbrani tarihindeki önemli olayların kısa bir anlatımı, insanlarının gündelik din-dışı tarihini kurgusal ve kutsal bir tarihe dönüştürecek derecede Musevi dinadamları tarafından gerçeklerin kayıtlarının nasıl değiştirildiğini aydınlatacaktır.
97:9.1 (1071.6) Orada hiçbir zaman İsrail topluluklarının on iki kabilesi bulunmamaktaydı — Filistin’de ikamet eden yalnızca üç veya dört kabile bulunmaktaydı. İbrani milleti varlığına, İsrailoğulları olarak adlandırılan topluluklar ile Kenani unsurlarının birleşiminin sonucunda kavuştu. “Ve İsrail’in çocukları Kenaniler arasında ikamet etti. Ve İsrail’in çocukları Kenaniler’in kızlarını eşleri olarak alıp, onların evlatlarına kızlarını verdi.” Her ne kadar dinadamlarının ilgili kayıtları tereddütsüz aksini söylese de, İbraniler Kenani topluluklarını hiçbir zaman Filistin’in dışına sürmemişlerdi.
97:9.2 (1071.7) İsrail topluluklarının bilincinin kökenini, Ephraim’in tepe ülkesinden aldı; daha sonraki Musevi bilinci Yehud’un güney kavminde doğdu. Museviler (Yehud toplulukları) her zaman, kuzey İsrailoğulları’nın (Ephraim topluluklarının) yazılı tarihini kötülemeyi ve lekelemeyi amaçlamışlardı.
97:9.3 (1072.1) Gösteriş içindeki İbrani tarihi; Ürdün’ün doğuluları — Gilead toplulukları olarak — akran kabile üyelerine karşı Ammon unsurlarının saldırısıyla başa çıkmak için Şaul’un kuzey kavimleri bir araya getirmesiyle başlar. O üç binden biraz daha fazla sayıdaki bir ordu ile düşmanı yenmiş olup, bu cesur hareket tepe kabilelerinin kendisini kral yapmalarına yol açtı. Sürgün edilmiş dinadamları bu hikayeyi yeniden yazdıklarında Şaul’un ordusunun sayısını 330.000’e çıkarmış olup, Yehud’u savaşa katılan kabilelerin listesine eklemişlerdi.
97:9.4 (1072.2) Ammon topluluklarının bozgunu hemen takiben Şaul, birlikleri tarafından genel seçimle kral yapılmıştı. Hiçbir dinadamı veya tanrı-elçisi bu olaya katılmamıştı. Ancak dinadamları kayıtlara daha sonra, Şaul’un kutsal emirler uyarınca tanrı-elçisi Samuel tarafından krallıkla taçlandırdığını yazdı. Onlar bunu, Davud’un Yehud krallığı için bir “kutsal soy kökeni” oluşturmak amacıyla gerçekleştirdi.
97:9.5 (1072.3) Musevi tarihinin tüm çarpıtmaları içinde en büyüğü Davut ile ilgiliydi. Şaul’un Ammon toplulukları karşısındaki (Yahveh’e atfetmiş olduğu) zaferinden sonra, Filistin toplulukları tetiğe geçip, kuzey kavimlere karşı saldırılara başladılar. Davud ve Şaul hiçbir zaman anlaşamadı. Altı yüz kişiyle Davud bir Filistin ittifakına adım atmış olup, Esdraelon sahiline orduyla yürüdü. Gath’da Filistin toplulukları, Davud’un topraklarını terk etmelerini emretti; onlar, Davud’un Şaul’a katılmak için fikir değiştirebileceğinden korktu. Davud geri çekildi; Filistin toplulukları Şaul’a saldırıp, onu yendiler. Onlar bunu, Davud İsrail’e bu kadar sadık olmasaydı gerçekleştiremezdi. Davud’un ordusu, büyük ölçüde topluma uyum sağlayamamışlardan ve adaletten kaçanlardan meydana gelen bir biçimde hoşnutsuzluk besleyenlerin çoklu bir topluluğuydu.
97:9.6 (1072.4) Gilboa’daki Şaul’un trajik yenilgisi, çevre Kenani topluluklarının gözünde Yahveh’i tanrılar arasındaki en alt konumuna getirdi. Genel olarak Şaul’un mağlubiyeti Yahveh’in doğrultusundan çıkmaya atfedilebilirdi; ancak bu sefer Yehud’un yazı düzenleyicileri bunu ayinde yapılan hatalara bağladı. Onlar, Şaul ve Samuel’in tarihsel anlatılarına Davud’un krallığı için bir arka planı oluşturması bakımından ihtiyaç duymuştular.
97:9.7 (1072.5) Küçük ordusuyla birlikte Davud yönetim merkezini, El Halil’in İbrani olmayan şehrine kurdu. Yakın bir zaman içinde onun yurttaşları kendisini Yehud’un yeni krallığının kralı olarak duyurdu. Yehud çoğunlukla, — Ken, Caleb, Jebus ve diğer Kenani toplulukları olarak — İbrani-dışı unsurlardan meydana gelmişti. Onlar sürü sahipleri olarak göçebelerdi, ve bu nedenle toprak sahipliğine dair İbrani düşüncesine bağlıydılar. Onlar, çöl kavimlerinin dünya görüşlerini benimsemişlerdi.
97:9.8 (1072.6) Kutsal ve dinsiz tarih arasındaki fark en iyi, Eski Ahit içinde bulunan Davud’un kral yapılışı hakkındaki iki farklı anlatım tarafından sergilenmektedir. Onun doğrudan takipçilerinin (ordusunun) kendisini nasıl kral yaptığına dair din-dışı anlatımın bir kısmı; tanrı-elçisi Samuel’in, kutsal emirle, Davud’u kardeşleri arasından seçişine ve resmi olarak öne sürüşüne ek olarak, detaylı ve ciddiyetle yapılan ayinler ile İbraniler üzerine kendisine dini kral makamı verilişinin ve sonrasında kendisini Şaul’un varisi olarak duyuruluşunun içinde tasvir edildiği kutsal tarihin uzun ve yaratıcılıktan uzak anlatımını ileride hazırlamış olan dinadamları tarafından, tarihi kayıtlarda yanlışlıkla unutulmuştu.
97:9.9 (1072.7) Birçok kez dinadamları, Tanrı’nın İsrail ile olan mucizevi etkileşimlerinin kurgusal anlatımlarını hazırladıktan sonra, kayıtlarda halihazırda bulunan yalın ve duygusal olmayan ifadeleri tamamen silmede başarısız olmuşlardı.
97:9.10 (1072.8) Davud kendisini siyasi bir biçimde ilk kez Şaul’un kızı ile, daha sonra zengin Edom unsuru olan Nabal’ın dul kalmış eşiyle, ve daha da sonra ise Geşhur’un kralı olan Talmai’nin kızıyla evlenerek inşa etti. O Jebus kadınlarından altı eş aldı, Hitit topluluklarından gelen kadın eş olan Batşeba daha bu kadınların arasında bile değildir.
97:9.11 (1073.1) Ve, bu yöntemler aracılığıyla ve bu tür insanların yaratımıyla; Ephraim topluluklarının İsraili’ne ait ortadan kaybolmaktaki kuzey krallığın mirasının ve geleneklerinin varisi olarak Davud’un, Yehud’un kutsal bir krallığını inşa edişinin kurgusu ortaya çıktı. Davud’un Yehud’a ait çok uluslu kabilesi Museviler’den daha çok karışmış haldeydi; yine de Ephraim’in ezilmiş ataları gökten inip, onu “İrail’in kralı olarak taçlandırdı.” Askeri bir tehditten sonra Davud bunun uyarınca; Jebus topluluklarıyla bir anlaşma yapıp, Yehud ve İsrail arasında ortada konumlanan güçlü duvarlarla çevrilmiş bir şehir olan Jebus’da (Kudüs’de) birleşik hale gelmiş krallığa ait kendisinin yönettiği başkenti kurdu. Filistin toplulukları uyanıp, Davud’a saldırdı. Çetin bir savaş sonrasında onlar yenilgiye uğradı, ve bir kere daha Yahveh “Meleklerin Koruyucu Tanrısı” olarak yerleşti.
97:9.12 (1073.2) Ancak Yahveh, mecburen, bu ihtişamın bir kısmını Kenani tanrıları ile paylaşmak zorundadır, zira Davud’un ordusunun büyük bir kısmı İbrani olmayan kökenden gelmekteydi. Ve bu nedenle tarihi kayıtlarınızda (Yehud topluluklarından olan düzenleyiciler tarafından gözden kaçırılmış bir halde) gizi açığa çıkaran şu ifade görünmektedir: “Yahveh düşmanlarıma gözlerimin önünde karşı koydu. Bu nedenle o bu yere Baal-Perazim adını verdi.” Ve onlar bunu, Davud’un askerilerinin yüzde sekseninin Baal toplulukları olması nedeniyle gerçekleştirmişlerdi.
97:9.13 (1073.3) Davud, Şaul’un Gilboa’daki yenilgisini; sakinlerinin Ephraim unsurları ile daha öncesinden bir barış anlaşması yaptığı bir Kenani şehri olan Gibeon’a Şaul’un saldırışını neden göstererek açıkladı. Bundan dolayı Yahveh onu yalnız bıraktı. Şaul’un döneminde bile Davud, Filistin topluluklarına karşı Keilah’ın Kenani şehrini savunmuştu; ve bunun sonrasında o başkentini bir Kenani şehrinde konumlandırmıştı. Kenani topluluklarıyla olan anlaşmanın bütünlüğüne sadık kalan bir şekilde Davud, Şaul’un soyundan gelen yedi kişiyi Gibeon unsurlarına asılmaları için teslim etti.
97:9.14 (1073.4) Filistin topluluklarının yenilgisinden sonra Davud, “Yahveh’in gemisine” sahip olup, onu Kudüs’e getirdi; ve o, Yahveh’e olan ibadeti krallığı için resmi düzeye taşıdı. Davud bunu takiben; — Edom, Moab, Ammon ve Suriyeli topluluklar olarak —komşu kabileleri yüklü haraçlara bağladı.
97:9.15 (1073.5) Davud’un yolsuz siyasi düzeni; İbrani adetlerine karşı gelerek kuzeydeki arazilerin kişisel iyeliğini elde etmeye başlayıp, yakın bir zaman içinde, Filistinliler tarafından öncesinden toplanmakta olan kervan gümrüklerinin denetimini ele geçirdi. Ve bunun sonrasında, Uriya’nın öldürülmesiyle zirve noktasına ulaşan bir dizi vahşet eylemi yaşandı. Tüm yargısal itirazlar Kudüs’de karara varıldı; artık “ihtiyar heyeti” adaleti dağıtamamaktaydı. İsyanın patlak verişi hiç de şaşırtıcı değildi. Abşalom halkın ortak arzularını kullanan bir yönetici olarak tanımlanabilir; onun annesi bir Kenani’ydi. Orada, — Solomon — olarak Batşeba’nın oğlunun yanı sıra tahta talip yarım düzine kişi bulunmaktaydı.
97:9.16 (1073.6) Davud’un ölümünden sonra Solomon, tüm kuzey etkilerinin siyasi düzenini temizlemişti; ancak o, babasının yönetimine ait zorba idare ve vergilendirmenin tümünü sürdürdü. Solomon, müsrif hanedanı ve detaylı imar izlencesiyle ülkeyi iflas ettirmişti. Orada; Lübnan’ın evi, Firavun’un kızının sarayı, Yahveh’in tapınağı, kralın sarayı ve birçok şehir duvarının yeniden yapılandırılışı bulunmaktaydı. Solomon, Suriye denizcileri tarafından çalıştırılan ve tüm dünya ile ticaret içerisinde bulunan büyük bir İbrani donanması kurdu. Onun hareminin üyeleri neredeyse bine varmaktaydı.
97:9.17 (1073.7) Bu dönemde, Şiloh’daki Yahveh tapınağı itibarsızlaştırılmıştı; ve ülke ibadetinin tümü Jebus’da muhteşem bir saltanat mabedinde merkezi olarak konumlandırılmıştı. Kuzey krallık daha fazla gerçekleşen bir biçimde, Elohim ibadetine geri döndü. Onlar, güney krallığını haraca bağlayan bir biçimde Yehud’u daha sonra köleleştirmiş olan Firavunlar’ın lütfunu memnuniyetle deneyimlemişlerdi.
97:9.18 (1073.8) Orada — İsrail ile Yehud arasında gerçekleşen savalar olarak — iniş çıkışlar bulunmaktaydı. Dört yıllık iç savaştan ve üç hanedandan sonra İsrail, arazi ticaretine başlamış şehir zorbalarının idaresine düşmüştü. Kral Omri bile, Shemer’in yerleşkesini almaya kalkışmıştı. Ancak III. Şalmanezer Akdeniz sahilini denetim altına almaya karar verince, bu olayın sonu çabucak yaklaşmıştı. Ephraim’in Kral Ahab’ı diğer on topluluğu da bir araya getirip, Karkar’da direniş gösterdi; savaş berabere sonlanmıştı. Bu Asuri durdurulmuştu, ancak müttefiklerden büyük sayıda kayıplar verilmişti. Bu büyük kavgadan, Eski Ahit’de bile bahsedilmemektedir.
97:9.19 (1074.1) Kral Ahab Naboth’dan arazi satın almaya çalışınca yeni sıkıntılar baş gösterdi. Onun Fenikeli eşi, “Elohim ve kralın” isimlerinin kutsallığını tanımaması suçu nedeniyle Naboth’un arazisine el konulmasına emredecek şekilde Ahab’ın ismini evraklarda kullanarak sahtecilikte bulunmuştu. Naboth ve onun oğulları vakit kaybetmeden idam edilmişti. Tez canlı İlyas olay yerinde ortaya çıkıp, Ahab’ı Nabothlar’ın ölümünü nedeniyle kınadı. Tanrı-elçilerin en büyüklerinden biri olarak İlyas böylelikle öğretisine, şehirlerin ülkeyi egemenliği altına alma çabasına karşı olarak Baaller’in arazi-satıcı tutumu karşısında eski toprak adetlerinin bir savunucusu şeklinde öğretisine başlamıştı. Ancak bu köklü değişiklik, ülke sahibi Jehu’nun, Samaria’daki Baal’in tanrı-elçilerini (emlakçılarını) yok etmek için roman kabile reisi Jehonadab ile güçlerini birleştirmesine kadar başarılı olmamıştı.
97:9.20 (1074.2) Yeni yaşam Yoaş’da ortaya çıkmış, ve onun oğlu Yarovam İsrail’i düşmanlarından kurtarmıştı. Ancak bu zaman zarfında Samaria’da, hasarları eski dönemlerin Davudsal hanedan üyelerinkine zorluk çıkarmış çete vari bir soylu sınıf yönetimde bulunmuştu. Devlet ve din kurumu aynı elden yönetilmekteydi. İfade özgürlüğünü baskılama girişimi İlyas, Amos ve Hosea’nın gizli yazımlarına başlamalarına neden oldu; ve bu, Musevi ve Hıristiyan İncilleri’nin gerçek başlangıcıydı.
97:9.21 (1074.3) Ancak kuzey krallığı, İsrail kralı gizlice Mısır kralı ile kumpas kurmak için anlaşıncaya ve Asur’a daha fazla haraç vermeyi reddedinceye kadar ortadan kaybolmamıştı. Bunun sonrasında, kuzey krallığının bütüncül dağılımının takip ettiği üç yıllık kuşatma başlamıştı. Ephraim (İsrail) böylelikle ortadan kaybolmuştu. Yehud — “İsrail’in kalıntıları”, Museviler olarak; İşaya’nın söylediği gibi, “Ev üstüne ev ve tarla üstüne tarla ekleyerek” birkaç kişinin ellerinde arazinin toplanmasına başlamıştı. Yakın bir zaman içinde Kudüs’de, Yahveh mabediyle birlikte Baal’in mabedi ortaya çıkmıştı. Dehşetin bu egemenliği, Yahveh için otuz beş yıl seferde bulunmuş çocuk kral Yoaş tarafından başı çekilen tek-tanrısal bir başkaldırıyla sona ermişti.
97:9.22 (1074.4) Bir sonraki kral Amatzya, vergi veren Edom unsurlarının ve onların komşularının başkaldırışıyla sorun yaşamıştı. Olağanüstü bir zaferden sonra o, kuzey komşularına saldırmak için yönünü değiştirdi, ve aynı olağanüstü derece içerisinde mağlup oldu. Bunun sonrasında, kırsal kesimdeki halk başkaldırdı; onlar krala suikast düzenledi, ve onun on altı yaşındaki oğlunu tahta geçirdi. Bu kişi, İşaya tarafından Uziyahu olarak adlandırılmış Azariah’dı. Uziyahu’dan sonra, işler çok daha kötüleşti, ve Yehud yüz yıl boyunca Asur’un kralına haraç vererek varlığını sürdürdü. Birinci İşaya onlara, Yahveh’in şehri olarak Kudüs’ün hiçbir zaman düşmeyeceğini söyledi. Ancak Yeremya, onun çöküşünü duyurmada tereddüt etmedi.
97:9.23 (1074.5) Yehud’un gerçek çöküş nedeni, çocuk bir kralın idaresi altında faaliyet gösteren siyasilerden oluşan yolsuz ve zengin bir çevre tarafından ortaya çıkmıştı. Değişmekte olan ekonomi, özel arazi uygulamaları Yahveh’in dünya görüşüne karşı olan Baal’ın ibadetine dönüşü daha makul görmüştü. Asur’un çöküşü ve Mısır’ın üstün konuma gelişi, Yehud’a bir süreliğine özgürlüğü getirmişti; ve şehir halkı yönetimi eline almıştı. Yoşiya altında onlar, yolsuz siyasetçilerin Kudüs çevresini yok etmişlerdi.
97:9.24 (1074.6) Ancak bu dönem; Babil’e karşı Asur’a yardım etmek için Mısır’dan sahil boyunca kuzeye hareket eden Necho’nun kudretli ordusunu engellemek için Yoşiya gitme cüretini gösterdiğinde, trajik bir sona sahip oldu. O tamamen yok edildi, ve Yehud haraç için Mısır’a bağlandı. Baal siyasi partisi Kudüs’de gücü tekrar elde etti, ve böylece gerçek Mısır köleliği başlamış oldu. Bunun sonrasında, süresince Baalli dinadamlarının hanedanlığı ve dinadamlığını denetim altında tuttuğu bir süreç ortaya çıktı. Baal ibadeti, toprak verimliliğine ek olarak mülkiyet haklarıyla ilgilenen ekonomik ve toplumsal bir düzendi.
97:9.25 (1075.1) Necho’nun Nebukadnezar tarafından tahtan indirilişiyle birlikte Yehud; Babil idaresi altına girmiş olup, kendisine on yıllık barış dönemi verilmişti; ancak yakın bir zaman içinde o başkaldırdı. Nebukadnezar buranın topluluklarının karşısına durduğunda, Yehud unsurları Yahveh’i etkilemek için köleleri serbest bırakma gibi köklü toplumsal değişiklikleri başlattı. Babil ordusu geçici bir süreyle çekildiğinde, İbraniler sihirli köklü değişikliklerinin kendilerini kurtardığından büyük memnuniyet duydular. Bu süreç içinde Jeremiah onlara yaklaşmakta olan yıkımdan bahsetti, ve yakın bir zaman içerisinde Nebukadnezar geri döndü.
97:9.26 (1075.2) Ve böylece Yehud’un sonu ansızın geldi. Şehir yıkıldı, ve insanlar Babil’e taşındı. Yahveh-Baal mücadelesi esaret ile sonuçlandı. Ve bu esaret, İsrail’in geride kalanlarının tek-tanrı inanışına uyandırdı.
97:9.27 (1075.3) Babil’de Museviler; tuhaf toplumsal ve ekonomik adetlere sahip olmalarından dolayı Filistin’de küçük bir topluluk halinde yaşayamayacakları, ve eğer dünya görüşleri olduğu gibi devam ederse Musevi olmayanları dinlerine dönüştürmek zorunda kalacakları çıkarımına vardılar. Böylelikle — Museviler’in Yahveh’in seçilmiş köleleri haline gelme zorunluluğu düşüncesi olarak — nihai sona dair yeni kavramsallaşmaları doğdu. Eski Ahit’in Musevi dini gerçekten de, esaret boyunca Babil’de evirildi.
97:9.28 (1075.4) Ölümsüzlük inanış savı aynı zamanda Babil’de bütünlük kazandı. Museviler; gelecek yaşam düşüncesinin, toplumsal adalete dair müjdelerindeki vurgudan alındığını düşünmektelerdi. Bu aşamada ilk kez din-kuramı toplum ve ekonomi biliminin yerini aldı. Din; bir insan düşünce düzeni olarak bütünlük kazanmakta, ve davranış gittikçe artan bir biçimde siyaset, toplum bilimi ve ekonomiden ayrılır hale gelmekteydi.
97:9.29 (1075.5) Ve böylece, Musevi insanları hakkındaki gerçeklik; kutsal tarih olarak görülen şeylerin büyük bir kısmının, sıradan dinsiz tarihin tarihsel kayıtlarından biraz daha fazlası olduğunu açığa çıkarmaktadır. Yahudilik Hıristiyanlığın içinden büyümüş olduğu topraktı, ancak Museviler mucizevi bir topluluk değildi.
97:10.1 (1075.6) Onların önderleri, İsrail topluluklarına; fazladan müsamaha ve kutsal lütfun tekelini vermek için değil, ancak, her milletin tamamına tek Tanrı’nın gerçekliğini taşımanın özel hizmeti için, seçilmiş bir topluluk olduklarını öğretmişti. Ancak onlar Museviler’e; eğer bu nihai sonu gerçekleştirirlerse tüm toplulukların ruhsal önderleri haline gelebileceklerini ve yolda olan Mesih’in kendileri ve tüm dünya üzerinde Barışın Prensi olarak egemenliğine sahip olacağının sözünü vermişlerdi.
97:10.2 (1075.7) Museviler Farslılar tarafından serbest bırakıldıklarında, Filistin’e sadece; dinadamlarının üstünlüğünde hayata geçirilmiş yasaların, fedaların ve ayinlerin düzenine olan köleliğe düşmek için dönmüşlerdi. Ve İbrani kavimler feda ve kefarete dair Musa’nın elveda konuşmasında sunulan Tanrı’nın muhteşem hikayesini reddederlerken, benzer bir biçimde İbrani milletinin bu geride kalan unsurları; ikinci İşaya’nın, onların sahip oldukları büyümekte olan dinadamlığı kurumunun yöneticileri, düzenleyicileri ve ayinlerine dair olağanüstü kavramsallaşmayı reddetmişlerdi.
97:10.3 (1075.8) Milli bencillik, yanlış yorumlanan haldeki söz verilmiş bir Mesih’e duyulan inanç ve dinadamlığı kurumunun artan baskısı ve zorbalığı (Danyal, Ezekiel, Haggai ve Malaçi dışında) ruhsal önderlerinin seslerini sonsuza kadar kısmıştı; ve bu dönemden Yahya’nın zamanına kadara İsrail’in tümü, artış gösteren bir ruhsal gerilimi deneyimledi. Ancak Museviler hiçbir zaman Kainatın Yaratıcısı kavramsallaşmasını kaybetmedi; İsa’dan sonraki yirminci yüzyıla kadar bile onlar, bu İlahiyat kavramsallaşmasının takibine devam ettiler.
97:10.4 (1076.1) Musa’dan Yahya’ya kadar orada; hiç durmadan ahlaksız yöneticilerini azarlarken, ticaretleştiren dinadamlarını kınarken ve İsrail’in Koruyucu Tanrısı olan yüce Yahveh ibadetine bağlı kalmalarını en başından beri insanlarından ciddi bir şekilde talep ederlerken, bir nesilden diğerine ışığın tektanrılı meşalesini devreden sadık öğretmenlerinin aralıksız bir soyu uzanmıştı.
97:10.5 (1076.2) Bir millet olarak Museviler nihai bir biçimde, siyasi aidiyetlerini kaybettiler; ancak tek ve evrensel Tanrı’ya olan İbrani dininin içten inanışı, oradan oraya atılmış olan sürgüne gönderilmişlerin kalplerinde yaşamaya devam etmektedir. Ve bu din, takipçilerinin en yüksek değerlerini muhafaza etmek için etkin bir biçimde faaliyet göstermesi nedeniyle varlığını sürdürmektedir. Musevi dini, bir topluluğun olası en yüksek düşüncelerini korumuştu; ancak o, ilerlemeyi teşvik etmede ve gerçekliğin âlemlerindeki felsefi nitelikli yaratıcı keşfi cesaretlendirmede başarısız olmuştu. Musevi dini birçok yanlışta bulunmuştu — felsefe bakımından yetersiz ve estetik niteliklerden neredeyse tamamen yoksundu; ancak o, ahlaki değerleri muhafaza etmişti; bu nedenle varlığını sürdürmüştü. İlahiyat’ın diğer kavramsallaşmalarıyla kıyaslandığında yüce Yahveh; sınırları belirgin, keskin, kişisel ve ahlakiydi.
97:10.6 (1076.3) Museviler, az sayıdaki topluluğun duyumsamış olduğu gibi, adaleti, bilgeliği, gerçekliği ve doğruluğu derinden sevmişlerdi; ancak onlar, bu kutsal niteliklerin ussal kavranışına ve ruhsal anlaşılmasına tüm topluluklar içinde en az katkıda bulunmuşlardı. Her ne kadar Musevi din-kuramı genişlemeyi reddetmiş olsa da, Hristiyanlık ve Muhammed takipçilerinin inancı olarak diğer iki dünya dininin gelişiminde önemli bir rol oynadı.
97:10.7 (1076.4) Musevi dini aynı zamanda, kurumları nedeniyle varlığını sürdürdü. Birbirinden ayrışmış bireylerin özel ibadeti olarak varlığını sürdürmek din için zordur. Bu durum, dini önderlerin en başından beri hatası olmuştur: Kurumlaştırılmış dinin kötülüklerini görerek onlar, toplumsal faaliyet yönetimini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayinlerin hepsini yok etmek yerine onlarda köklü değişikliğe giderlerse daha iyi yapmış olurlar. Bu açıdan Ezekiel, çağdaşlarından daha bilgeydi; her ne kadar, kişisel düzeydeki ahlaki sorumlulukta ısrar etmede onlara katılmışsa da, üstün ve arındırılmış bir ayinin sadık uygulamasını birinci elden yapmaya başlamıştı.
97:10.8 (1076.5) Ve böylece İsrail’in birbirlerini takip eden önderleri, Urantia üzerinde din evrimi içinde bu döneme kadar yerine getirilmiş en büyük mahareti gerçekleştirmişlerdi: bu; şiddetli bir biçimde patlayan Sina volkanının kıskanç ve acımasız ruhaniyeti olan yabansı kötü ruh Yahveh’e ait barbarsı kavramsallaşmanın, her şeyin Yaratanı ve tüm insanlığın sevgi dolu ve bağışlayıcı Yaratıcısı olan yüce Yahveh’in daha sonraki yüceltilmiş ve ulvi kavramsallaşmasına olan kademeli ancak sürekli olan dönüşümdür. Ve Tanrı’nın bu İbrani kavramsallaşması; Nebadon’un Mikâil’i olan, onun Evladı’nın kişisel öğretileriyle ve yaşam örneğiyle daha fazla genişlediği ve oldukça seçkin bir biçimde güçlendiği vakte kadar, Kainatın Yaratıcısı’na dair en yüksek insan tahayyülüydü.
97:10.9 (1076.6) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
98. Makale
98:0.1 (1077.1) MELÇİZEDEK öğretileri Avrupa’ya, birçok rota üzerinden girmişti; ancak başlıca olarak onlar, Mısır istikametinden gelip, bütünüyle Helenleşmesini ve daha sonra Hıristiyanlaşmasını takiben Batı felsefesi bünyesine nüfuz etmişti. Batı dünyasının idealleri özü bakımından Sokratik’di; ve Batı’nın daha sonraki dini felsefesi, hepsinin Hıristiyan din-kurumu içinde bir araya geldiği şekliyle, evrimleşen Batı felsefesi ve dini ile olan iletişim vasıtasıyla değiştirilmiş ve ödün verilmiş olan İsa’nın felsefesi haline gelmişti.
98:0.2 (1077.2) Uzunca bir süre boyunca Avrupa’da Salem din-yayıcıları dönemsel olarak ortaya çıkan, inanışlar ve ayinsel topluluklarının birçoğunu kademeli olarak içine katan bir biçimde etkinliklerini sürdürmüşlerdi. En saf bütünlüğü içinde Salem öğretilerini muhafaza edenler arasında Kinikler’den bahsedilmelidir. Daha sonra yeni yeni oluşum içindeki Hıristiyan dinine katılan bir biçimde Tanrı’ya olan inanç ve güvenin bu duyurucuları hala, İsa’dan sonraki ilk yüzyılda Roma Avrupası’nda faal haldeydi.
98:0.3 (1077.3) Salem inanç savının büyük bir kısmı Avrupa’da, Batıdaki askeri mücadelelerinin birçoğunda savaşmış Musevi kökenli paralı askerler tarafından yayılmıştı. İlkçağ dönemlerinde Museviler, din-kuramsal tuhaflıkları kadar askeri yiğitlikleri ile ünlülerdi.
98:0.4 (1077.4) Yunan felsefesi, Musevi din-kuramı ve Hıristiyan etik kurallarının temel inanç savları özünde, öncül Melçizedek öğretilerinin sonuçlarıydı.
98:1.1 (1077.5) Salem din-yayıcıları ibadetin ayrıcalıklı topluluklarının örgütlenmesini yasaklayan ve her öğretmenden, sadece yiyecek, giyecek ve barınak dışında hiçbir zaman dini hizmet için ücret almamasını isteyen bir biçimde hiçbir zaman bir din-adamı olarak faaliyet göstermemesi sözünü şart koşan Maçiventa tarafından getirilen bir taahhüt olarak, din hizmetine olan kabul antlarını katı bir biçimde yorumlamış olmasalardı, Yunanlılar arasında büyük bir dini yapı inşa edilmiş olabilirdi. Melçizedek öğretmenleri Helen-öncesinin Yunanistanı’na girdiğinde, hala Âdemoğlu’na dair tarihsel anlatımlara ek olarak And unsurlarının dönemlerini teşvik eden bir topluluk bulmuştu; ancak bu öğretiler, artan sayıda Yunan sahillerine getirilmekte olan alt düzeydeki köle topluluklarının görüşleri ve inanışlarıyla fazlasıyla bozulmuş bir halde bulunmaktaydı. Bu bozulma, alt düzeydeki sınıfların mahkûm edilen suçluların idamından bile tören yaptığı biçimde, kanlı ayinler ile birlikte her şeyde ruhun bulunduğunda dair olgunlaşmamış bir inanca doğru bir geri dönüş yaratmıştı.
98:1.2 (1077.6) Salem öğretmenlerinin öncül etkisi, güney Avrupa ve Doğu’dan gelen Ari olarak adlandırılmaktaki işgal ile neredeyse tamamen yok edilmişti. Bu Helen istilacıları kendileri ile birlikte, Ari akranlarının daha öncesinden Hindistan’a taşımış olduklarınınkine benzer insansı Tanrı kavramsallaşmaları getirmişlerdi. Dışarıdan gelen bu aktarım, Yunan tanrı ve tanrıça ailesinin evrimini başlatmıştı. Bu yeni din bir ölçüde, gelmekte olan Helen kökenli barbarların inanışlarına dayanmıştı ancak o aynı zamanda, Yunanistan’ın eski sakinlerine ait mitleri de içinde barındırmaktaydı.
98:1.3 (1078.1) Helen Yunanlıları Akdeniz dünyasını büyük ölçüde anne inanışının egemenliğinde buldu; ve onlar bu Akdeniz topluluklarına, diğer ilahiyatların mevcudiyetini dışlamayan ancak tek tanrıya inanan Sami toplukları arasındaki Yahveh gibi, bağımlı tanrılardan oluşan bütüncül bir Yunan tanrı birliğinin başı haline çoktan gelmiş olan Gökyüzü-Zeus’u olarak insan tanrılarını dayatmışlardı. Ve Yunanlılar nihai olarak, Kader’in üstün-denetimine dair düşüncelerine bağlı kalmasalardı, Zeus’un kavramsallaşması içinde gerçek bir tektanrı dinini kazanacaklardı. Nihai değere sahip bir tanrı, kendi başına, kaderin karar vericisi ve nihai sonun yaratıcısı olmak durumundadır.
98:1.4 (1078.2) Dini evrim içindeki bu etkenlerin bir sonucu olarak orada yakın zaman içerisinde; kutsaldan çok insan olan ve us sahibi Yunanlılar’ın hiçbir zaman çok fazla ciddiye almadığı, Olimpos Dağı’nın tasasız tanrılara olan yaygın inanış gelişti. Onlar, kendi yaratımları olan bu kutsallıkları ne fazlasıyla sevip, ne de ondan fazlasıyla korkmuşlardı. Onlar Zeus ve onun yarı insan, yarı tanrı ailesi için yurtsever ve ırksal bir duygu beslemektelerdi; ancak neredeyse hiçbir şekilde onlara büyük saygı beslemiş veya ibadet etmişlerdi.
98:1.5 (1078.3) Helen unsurları öncül Salem öğretmenlerinin dinadamlığı-kurumunun-yaptıkları-şeylere-karşıt inanç savını o derece özümsemişlerdi ki, herhangi bir öneme sahip hiçbir dinadamlığı kurumu Yunanistan’da doğmamıştı. Tanrılar için resimler yapmak bile, bir ibadet durumundan çok bir sanatsal faaliyetti.
98:1.6 (1078.4) Olimposlu tanrılar, insanın örnek insansı-nitelikler-atfedişini resmetmektedir. Ancak Yunan mitolojisi etiksel nitelikten çok estetikseldi. Yunan dini, bir ilahiyat topluluğu tarafından bir evrenin yönetildiğini tasvir edişi bakımından yararlıydı. Ancak, Yunan ahlaki değerleri, etik kuralları ve felsefesi yakın zaman içinde tanrı kavramsallaşmasının çok ötesine doğru gelişme gösterdi; ve, ussal ve ruhsal büyüme arasındaki bu orantısızlık, Hindistan’a gerçekleştiği kadar Yunanistan için yıkıcı oldu.
98:2.1 (1078.5) Çok ciddiye alınmayan ve yapay olan bir din; özellikle, adetlerini teşvik edecek ve takipçilerinin kalplerini korku ve huşu ile dolduracak herhangi bir dinadamlığı kurumuna sahip olmadığında, varlığını sürdüremez. Olimposlu din, kurtuluşun sözünü vermedi; buna ek olarak, inananlarının ruhsal susursuzluğunu gidermedi; bu nedenle yok olmaya mecburdu. Kurumsal başlangıcının bin yılı içerisinde neredeyse tamamen ortadan kaybolmuştu; ve Yunanlılar, Olimposlu tanrıların daha iyi akıllara olan temelini yitirişiyle, milli bir dinden mahrum kalmıştı.
98:2.2 (1078.6) Bahse konu olaylar; İsa’dan önceki altıncı yüzyıl boyunca, Doğu ve Levant, ruhsal bilincin bir yeniden canlanışına ek olarak tektanrı inancının tanınmasına olan yeni bir uyanışını deneyimlediğindeki durumdu. Batı bu yeni gelişimi paylaşmamıştı ne Avrupa ne de kuzey Afrika geniş bir biçimde, bu dini yeniden doğuşa katılmamıştı. Yunanlılar, buna rağmen, muhteşem bir ussal ilerlemeye girişmişti. Onlar korkunun üstesinden gelmeye hali hazırda başlamış olup, artık dini bunun bir panzehiri olarak arzulamamaktaydılar; ancak onlar gerçek dini ruh açlık, ruhsal kaygı ve ahlaki çaresizlik için ilaç olduğunu algılamamışlardı. Onlar ruhun tesellisini — felsefe ve metafizik olarak — derin düşünmede aramışlardı. Onlar, bireyin korunuşundan — kurtuluşundan, bireyin kendisini gerçekleştirmesi ve kendisini anlaması üzerinde düşünmeye yönelmişlerdi.
98:2.3 (1078.7) Titiz düşünceyle Yunanlılar, kurtuluşa olan inancın bir muadili olarak hizmet verecek güvencenin bilincine erişmeye çabaladılar; ancak onlar bunda tamamen başarısız oldular. Helen topluluklarının daha yüksek sınıfları içinde sadece daha us sahibi olanlar bu yeni öğretiyi kavrayabildi; eski nesillerin kölelerine ait soylardan gelen alt düzeydeki bireyler, dinin yerini alan bu düşünceyi algılamak için hiçbir yetiye sahip değildi.
98:2.4 (1079.1) Filozoflar; her ne kadar neredeyse hepsi, “evrenin Usu,” “Tanrı düşüncesi,” ve “Büyük Köken’e” dair Salem din savına olan bir inanışın temeline bir kenarından bağlı olsa da, ibadetin her türünü küçümsemişlerdi. Kutsal ve sınırlı-olanın-ötesini tanımaları düzeyinde, Yunan filozofları içten bir biçimde tektanrıcıydı onlar, Olimposlu tanrılar ve tanrıçaların bütüncül gökadasını çok küçük bir tanımada bulunmuştu.
98:2.5 (1079.2) Beşinci ve altıncı yüzyılın Yunan şairleri, dikkate değer bir biçimde Pindar, Yunan dininin köklü değişimine girişti. Onlar bu dinin ideallerini yükseltti; ancak onlar, dindarlardan çok sanatçılardı. Yüce değerleri teşvik ve muhafaza etmek için bir yöntem geliştirmede başarısız oldular.
98:2.6 (1079.3) Ksenofanes, tek Tanrı’yı öğretti; ancak onun ilahiyat kavramsallaşması, kişisel bir Yaratıcı olmayacak kadar haddinden fazla bir biçimde Tanrı’nın her şeyde barındığına inanmaktaydı. Anaksagoras, bir İlk Akıl olarak bir İlk Sebep’i tanıması dışında, her şeyin yalnızca sebep sonuç ilişkilerinin sonucunda gerçekleştiğine inanan biriydi. Sokrates ve onun varisleri olan Plato ve Aristo, erdemin bilgi olduğunu öğretti; iyiliğin, ruhun sağlığı olduğuna; adaletsizlikten zarar görmenin suçlu olmaktan daha iyi olduğu, kötülüğe kötülükle cevap vermenin yanlış olduğu, ve tanrıların bilge ve iyi olduğuna. Onların en önemli gördükleri erdemleri şunlardı: bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adaletti.
98:2.7 (1079.4) Dini felsefenin Helen ve İbrani toplulukları içindeki evrimi, kültürel ilerlemeyi belirleyen bir kuruluş olarak din-kurumunun faaliyetinin tezat bir görünümünü sergilemektedir. Filistin’de insan düşüncesi o kadar dinadamı temelli denetlenmekte ve yazıtlar ile yönetilmekteydi ki, felsefe ve estetik değerler bütünüyle din ve ahlakın tarafından yutulmuştu. Yunanistan’da, dinadamları ve “kutsal yazıtların” neredeyse bütüncül yoksunluğu, derin düşüncenin şaşırtıcı bir gelişmesiyle sonuçlanan bir biçimde insan aklını özgür ve bağımsız kıldı. Ancak kişisel bir deneyim olarak din, kâinatın doğası ve gerçekliğine doğru yapılan ussal araştırmaların hızıyla başa çıkmada başarısız oldu.
98:2.8 (1079.5) Yunanistan’da inanmak düşünmeye tabi kılınmıştı Filistin’de düşünmek, inanmaya bağlanmıştı. Hıristiyanlığın iyi olduğu tarafların büyük bir kısmı, hem İbrani ahlakından hem de Yunan düşüncesinden fazlasıyla beslenmiş oluşundan kaynaklanmaktadır.
98:2.9 (1079.6) Filistin’de dini dogma o kadar katılaşmıştı ki, daha ileri büyümeyi riske atmıştı Yunanistan’da insan düşüncesi o kadar soyut bir hal almıştı ki, Tanrı’nın kavramsallaşması kendisini, Brahman filozoflarının birey-dışı Sınırsızlığı’ndan çok da farklı olmayan, her şeyin temelinde Tanrı’nın yattığı düşüncesinin sisli bir buharına dönüşmüştü.
98:2.10 (1079.7) Ancak bu dönemlerin ortalama insanı Yunan felsefesinin sahip olduğu bireyin kendisini gerçekleştirişine ek olarak soyut bir İlahiyat’ı ne kavrayabildi, ne de ona ilgi besledi; onlar bunun yerine, dualarını duyabilecek kişisel bir Tanrı ile birlikte kurtuluş sözlerini arzulamışlardı. Onlar; filozoflarını sürgüne göndermişler, Salem inanışının, ki her iki inanış savı bu dönemde oldukça iç içe gelmiştir, geride kalanlarını idam etmişler, ve, bu dönemlerde Akdeniz adalarına haddinden fazla yayılan gizem inanışlarının budalalıklarına doğru korkunç sefahat eğlencelerine dalmasının zemini hazırlamıştı. Eleusinian gizemleri, bereketliliğe olan bir Yunan türü ibadeti biçiminde Olimposlu tanrı birliği içinden doğmuştu; Dionysos doğa ibadeti yeşermişti; bu inanışların en iyisi, ahlaki salıkları ve kurtuluş sözleri birçoklarının büyük ilgisini çeken Orfik kardeşlikti.
98:2.11 (1080.1) Yunanistan’ın tamamı, bu duygusal ve ateşli törenler biçimindeki, kurtuluşa ermenin bu yeni yöntemlerine katılmıştı. Bu döneme kadar hiçbir millet, bu kadar kısa bir süre içinde sanatsal felsefenin bu gibi doruklarına erişmemişti; bu döneme kadar hiçbir topluluk, neredeyse tamamen İlahiyat olmadan ve insan kurtuluşunun sözünden bütünüyle mahrum olarak, etik kurallarının bu türden gelişmiş bir düzenini yaratamamıştı bu döneme kadar hiçbir millet, gizem inanışlarının ateşli girdabına kendilerini serbest bıraktıklarında bu Yunan topluluklarının deneyimlediği gibi, ussal durgunluğun, ahlaksal bozukluğun ve ruhsal fakirliğin bu türden derinlerine oldukça çabuk, derinlemesine ve şiddetle batmamıştı.
98:2.12 (1080.2) Dinler uzunca bir süre boyunca, felsefi destek olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir; ancak bu gibi çok az felsefi düzen, düşünülenin aksine, din ile belli bir ilişkilendirilimi olmadan uzunca bir süre varlığını sürdürebilmiştir. Düşünme karşısında eylem ne ise, din karşısında felsefe odur. Ancak olası en yüksek insan bütünlüğü; içinde felsefenin, dinin ve bilimin bilgelik, inanç ve deneyimin bir araya gelmiş eylemi tarafından anlamlı bir bütünlüğe doğru kaynaştığı durumdur.
98:3.1 (1080.3) Aile tanrılarına olan ibadetin daha öncül dini türlerinden, savaş tanrısı olan Mars’a duyulan derin kabile hürmetine doğru evirilmiş bir biçimde, Latin topluluklarının sahip oldukları daha sonraki din; Yunan ve Brahman ussal sistemlerinden veya diğer birkaç topluluğun daha ruhsal dinlerinden daha çok siyasi bir gelenek niteliğindeydi.
98:3.2 (1080.4) İsa’dan önceki altıncı yüzyıl boyunca Melçizedek müjdesinin büyük tektanrılı yeniden doğuşu süreci içerisinde, Salem din yayıcılarının çok az İtalya’ya girmişti; ve bunu gerçekleştirenler, hepsinin daha sonra Roma devlet dinine doğru örgütlendiği, tanrıları ve tapınaklarından oluşan yeni bir gökadasıyla birlikte hızlıca yayılan Etrüsk dinadamlığının etkisinin üstesinden gelmede başarısız olmuşlardı. Latin kabilelerinin bu dini, Yunanlılar sahip oldukları gibi ciddiyetten uzak ve satın alınabilir değildi; buna ek olarak onlar, İbranilerinkiler gibi sert ve baskıcı değildi; onun büyük bir kısmı tekil adetlerden, yeminlerden ve tabulardan meydana gelmişti.
98:3.3 (1080.5) Roma dini fazlasıyla, Yunanistan’dan alınan geniş kültürel aktarımlardan etkilenmişti. Nihai olarak Olimpos tanrılarının büyük bir kısmı, Latin tanrı birliğine aşılanmış ve eklemlenmişti. Yunan toplulukları uzunca bir süre boyunca aile ocağının ateşine ibadet etmişlerdi — Hestia, ocağın bakir tanrıçasıydı Vesa, ev kurumunun Roma tanrıçasıydı. Zeus Jüpiter oldu; Afrodit ise Venüs; ve bu dönüşüm birçok Olimpos ilahiyatını takip etti.
98:3.4 (1080.6) Roma gençlerinin dine olan kabulü, devlet hizmetine olan, ciddiyetle gerçekleştirilen atanımları olayıydı. Vatandaşlık antları ve kabulleri, gerçekte dini törenlerdi. Latin topluluklar; tapınakları, sunakları ve mabetleri muhafaza ettiler; ve bir kriz durumunda kâhinlere danışırlardı. Onlar, kahramanların kemiklerini saklamışlardı, ve bunu daha sonra Hıristiyan azizlerininki için yaptılar.
98:3.5 (1080.7) Dini görünümde olan vatanseverliğin bu resmi ve duygusal olmayan türü çökmeye mahkûmdu, Yunanlılar’ın oldukça ussal ve sanatsal ibadeti bile, gizem inanışlarının hararetli ve oldukça fazla duygusal ibadeti karşısında çökmüştü. Bu zarar verici inanışların en büyüğü; Roma’da şu anki Aziz Peter kilisesinin bulunduğu yerleşkenin tam da üzerinde yönetim merkezine sahip olmuş olan, Anne Tanrı mezhebinin gizem diniydi.
98:3.6 (1080.8) Ortaya çıkış halindeki Roma devleti siyasetle fetihlerini gerçekleştirdi; ancak o, Mısır’ın, Yunanistan’ın ve Levant’ın inanışları, ayinleri, gizemleri ve tanrı kavramsallaşmalarıyla fethedildi. Bu dışarından aktarılan inanışlar; tamamiyle siyasal ve şehirsel nedenlerle, gizemleri ortadan kaldırma ve eski siyasi dini tekrar canlandırmanın kahramanca ve bir açıdan başarılı bir çabasını vermiş Augustus’un zamanına kadar Roma devleti boyunca yeşermeye devam etti.
98:3.7 (1081.1) Devlet dininin din-adamlarından bir tanesi Augustus’a; Salem öğretmenlerinin, doğa-üstü varlıkların tümü üzerinde yönetimde bulunan nihai bir İlahiyat olarak tek Tanrı’nın öğretisini yaymadaki öncül çabalarından bahsetti; ve bu düşünce imparator üzerinde o kadar güçlü bir etkide bulundu ki, imparator birçok tapınak inşa edip, hepsini güzel resimlerle donatıp, devletin dinadamlık kurumunu yeniden düzenleyip, devlet dinini yeniden belirleyip, kendisini herkesin temsili en yüksek din-adamı olarak atayıp, bunları yaparken de kendisini yüce tanrı olarak duyurmada tereddüt etmemişti.
98:3.8 (1081.2) Augustus ibadetinin bu yeni dini yeşermiş olup, Museviler’in evi olan Filistin dışında, yaşamı boyunca imparatorluğun tümü üzerinde gözlenmişti. Ve, insan tanrılarının bu dönemi; resmi Roma inanışı, her birinin mucizevî doğumlara ve diğer insan-ötesi niteliklere sahip olduklarını ifade ettiği, kırktan fazla kendi kendilerini yüceltmiş insan ilahiyatlarının bir listesine sahip olana kadar devam etti.
98:3.9 (1081.3) Salem inananlarının sayıları azalan topluluğunun son direnişi; vahşi ve duygusuz dini ayinlerini bırakıp, Yunan felsefesiyle etkileşimi sonucunda dönüşüme uğramış ve bozulmuş olan, Melçizedek’in müjdesini içinde barındıran ibadetin bir türüne dönmelerini Roma topluluklarından şiddetle talep etmiş içten bir vaiz topluluğu olan Kinikler tarafından gerçekleştirilmişti. Ancak insanların büyük bir bölümü Kinikler’i reddetmişlerdi; onlar, yalnızca kişisel kurtuluş umudunu sunmayan ancak aynı zamanda ciddiyetten uzaklaşma, heyecan ve eğlence arzusunu tatmin eden gizemlerin ayinlerine dalmayı tercih etmişlerdi.
98:4.1 (1081.4) Greko-Romen dünyasındaki insanların büyük bir çoğunluğu; ilkçağ ailelerini ve devlet dinlerini kaybetmelerine ek olarak Yunan felsefesinin anlamını kavramaya yetkin olmayan veya bunu yapmada gönülsüz bir konumda bulunan bir biçimde, ilgilerini Mısır ve Levant’dan muhteşem ve duygusal gizem inanışlarına çevirmişlerdi. Halk — bugünün dini tesellisine ek olarak ölümden sonraki yaşamın devam edişine dair beslenen ümidin güvencesi olarak — kurtuluşun sözlerini arzulamıştı.
98:4.2 (1081.5) En yaygın hale gelmiş üç gizem inanışı şunlardı:
98:4.3 (1081.6) 1. Kibele ve onun oğlu Attis’e dayanan Frig inanışı.
98:4.4 (1081.7) 2. Osiris ve onun annesi İsis’e dayanan Mısır inanışı.
98:4.5 (1081.8) 3. Günahkâr insanlığın kurtarıcısı ve bağışlayıcısı olarak Mitra ibadetine dayanan İran inanışı.
98:4.6 (1081.9) Frig ve Mısır gizemleri, kutsal evladın (sırasıyla Attis ve Osiris olmak üzere) ölümü önceden deneyimlemiş olduğunu ve kutsal güç tarafından yeniden diriltildiğini öğretmişti; ve buna ek olarak, olması gerektiği gibi gizeme kabul edilen ve tanrının ölümü ve yeniden dirilişinin yıl dönümünü derin saygıyla kutlayan herkesin böylelikle onun kutsal doğası ve ölümsüzlüğünün parçaları haline geleceğini öğretmişti.
98:4.7 (1081.10) Frig törenleri göz kamaştırıcı, ancak bozucu etkiye sahipti; onların kanlı şenlikleri, bu Levant gizemlerinin ne kadar düşkün ve ilkel olduğunu göstermektedir. En kutsal gün, Attis’in kendi sebep olduğu ölümü anan bir biçimde “kanın günü” olarak Kara Cuma’ydı. Attis’in fedası ve ölümünün kutlanışından üç gün sonra şenlik, onun yeniden doğumu onurundan duyulan neşeye dönmekteydi.
98:4.8 (1082.1) İsis ve Osiris ibadetinin ayinleri, Frig inanışınınkilere kıyasla daha gelişmiş ve etkileyiciydi. Mısır ayini; tüm yaşayan bitkilerin bahar dönüşümünün takip ettiği bitki büyümesinin senelik duraksayışının gözlenmesinden elde edilen kavramsallaşma olarak, ölen ve yeniden dirilen bir tanrı şeklinde eskinin Nil tanrısı efsanesi temelinde inşa edilmişti. Bu gizem inanışlarının yerine getirilmesinden doğan taşkınlık durumu ve, kutsallığın gerçekleştirilmesi sonucunda “coşkuya” götürdükleri varsayılan, törenlerinin yaydığı safahat zaman zaman olası yüksek derecede isyankâr nitelikteydi.
98:5.1 (1082.2) Frig ve Mısır gizemleri en sonunda, Mitra ibadeti olarak tüm gizem inanışlarının en büyüğüne zemin hazırladı. Mitrasal inanış insan doğasının geniş bir kapsamına hitap etmiş olup, kademeli bir biçimde iki öncülünün de yerini aldı. Mitracılık Roma İmparatorluğu’na, bu dinin moda olduğu yer olan Levant’dan toplanmış Roma birliklerinin örgütlü yayım faaliyetleriyle yayılmıştı zira onlar bu inanışı gittikleri her yere taşımışlardı. Ve bu yeni dini ayin, öncül gizem inanışları üstüne büyük bir gelişimdi.
98:5.2 (1082.3) Mitra inanışı İran’da ortaya çıkmış olup, uzunca bir süre boyunca, Zerdüşt takipçilerinin askeri karşıtlığına rağmen, anavatanında varlığını sürdürmüştü. Ancak Mitracılık Roma’ya ulaştığında, Zerdüşt’ün öğretilerinin çoğunu özümlemesiyle fazlasıyla gelişmiş hale geldi. Başlıca Mitrasal inanış aracılığıyla Zerdüşt dini, daha sonranın ortaya çıkış halindeki Hristiyanlık üzerinde bir etkiye sahip oldu.
98:5.3 (1082.4) Mitrasal inanış cesur eylemlere girişen ve suyu bir kayadan oklarıyla hedeflere püskürten, bir büyük kayadan kaynağını alan bir biçimde askeri bir tanrıyı tasvir etmişti. Orada; özellikle inşa edilmiş bir kayıtla bir kişinin kaçtığı bir sele ek olarak Mitra’nın göklere yükselişinden önce güneş-tanrısı ile kutladığı son akşam yemeği bulunmaktaydı. Bu güneş-tanrısı, veya ismiyle Sol İnvictus, Zerdüştlüğün Ahura-Mazda ilahiyatının bir bozuluşuydu. Mitra, karanlığın tanrısı ile verdiği mücadele de güneş-tanrısının hayatta kalan galip savaşçısı olarak düşünülmekteydi. Ve, onun efsanevi kutsal boğayı öldürüşünün tanınışında, Mitras; gökteki tanrılar arasında, insan ırkı için onun adına af dileyen konuma yükseltilmiş bir biçimde ölümsüz kılınmıştı.
98:5.4 (1082.5) Bu inanışın takipçileri; mağara ve diğer gizli yerlerde ibadet edip, ilahiler söyleyip, büyü mırıldanıp, kurbanlık hayvanların etini yiyip, kan içmişlerdi. Günde üç kez onlar ibadet etmişlerdi; buna ilaveten, güneş-tanrısının gününde özel haftasal törenlerde ve Aralık’ın yirmi beşinci günü olarak Mitra’nın yıllık şenlik gününde en detaylı adetlerle ibadetlerini yerine getirmişlerdi. Ayinlerde sunulan şeyleri yemek; yargı gününe kadar mutluluk içinde beklenilecek yer olan Mitra’nın bağrına ölümden sonra derhal geçilerek ebedi yaşamı getirdiğine inanılmaktaydı. Yargı gününde Mitra’nın gök anahtarları, inançlı olanların kabulü için Cennet’in kapılarını açacaktı bundan hemen sonra, Mitra’nın dünyaya dönüşü üzerine kutsanmamış tüm yaşayan ve ölüler yok edilecekti. Bir insan öldüğünde, Mitra’nın önüne yargısı için çıktığı öğretilmekteydi; ve dünyanın sonunda Mitra’nın, son yargıyla yüzleşmeleri için ölülerin tümünü mezardan çağıracak olduğunu. Kötüler ateşle yok edilecek, ve doğru olanlar Mitra ile sonsuza kadar hüküm sürecek.
98:5.5 (1082.6) İlk başta o sadece erkekler için olan bir dindi; ve orada, inananların sırasıyla kabul edildikleri yedi farklı düzey bulunmaktaydı. Daha sonra, inananların eşleri ve kızları, Mitra mabetlerine katılmış olan Büyük Anne tapınaklarına kabul edilmişlerdi. Kadınların inanışı Mitrasal inanış ile Attis’in annesi Kibele’ye dayanan Frig inanışının törenlerinin bir karışımıydı.
98:6.1 (1083.1) Gizem inanışlarının ve Hıristiyanlık’ın gelişinden önce kişisel din, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın medeni yerleşkelerinde bağımsız bir kurum olarak neredeyse hiçbir biçimde gelişme göstermemişti; o daha çok bir ailesel, şehir-devletsel, siyasi ve imparatorluksak bir olaydı. Helen Yunanlıları hiçbir zaman, merkezileşmiş ibadet düzenini geliştirmediler; ayin düzeni yereldi; onlar hiçbir dinadamlığı kurumuna ve “kutsal kitaba” sahip değillerdi. Romalılar’a oldukça benzeyen bir biçimde, onların dini kurumları daha yüksek ahlaki ve ruhsal değerlerin korunumu için güçlü bir yönlendirici kurumdan yoksundu. Her ne kadar, dinin kurumsallaşmasının genellikle ruhsal derinlikten çalarak gerçekleştiği doğru olsa da; herhangi bir dinin, az veya çok olmak üzere bir düzeyde kurumsal örgütlenmenin yardımı olmadan bu kadar gelişemeyecek olması da bir gerçektir.
98:6.2 (1083.2) Batı dini böylelikle Kuşkucular, Kinikler, Epikürcüler ve Stoacılar’a kadar kan kaybetmişti; ancak bu durum özellikle, Mitracılık ve Pavlus’un yeni Hristiyanlık dini arasında gerçekleşen rekabet dönemlerine kadar gerçeklik taşımaktaydı.
98:6.3 (1083.3) İsa’dan sonraki üçüncü yüzyıl boyunca Mitrasal ve Hıristiyan din-kurumları, görünüşlerinde ve ayinlerinin niteliğinde birbirine oldukça benzerlerdi. İbadetin bu türden mekânlarının büyük bir çoğunluğu, yer altında bulunmaktaydı ve iki inanışın mabetleri de, arka-planları, günahla lanetlenmiş bir insan ırkına hâlihazırda kurtuluşu getirmiş olan kurtarıcının ızdıraplarını çeşitli biçimlerde tasvir etmiş sunakları barındırmaktaydı.
98:6.4 (1083.4) Mitra’ya ibadet edenlerin uygulaması her zaman, mabede girerken kutsal suya parmaklarını batırmak olmuştu. Ve, bazı bölgelerde aynı anda iki dine de ait olan kişiler bulunduğu için; bu âdeti, Roma’nın yakınlarındaki Hıristiyan kiliselerinin büyük bir kısmına tanıştırdılar. Her iki din de kutsamayı uygulamış olup, ekmek ve şaraptan oluşan ayinde bunları tüketti. Mitracılık ve Hristiyanlık arasındaki bir büyük fark, Mitra ve İsa’nın kişilikleri dışında, biri askeri zihniyeti teşvik ederken diğerinin ise aşırı derecede barışçıl olmasıydı. Mitracılık’ın diğer dinlere olan hoşgörüsü (daha sonraki Hıristiyanlık dışında olmak üzere) nihai çöküşüne neden oldu. Ancak ikisi arasındaki mücadele de belirleyici etken, kadınların Hıristiyan inancının bütüncül birlikteliğine olan kabulüydü.
98:6.5 (1083.5) En sonunda bu dönemin Hıristiyan inancı Batı’da baskın hale geldi. Yunan felsefesi, etik değerlerin kavramsallaşmalarını sağlamıştı Mitracılık, ibadetin yerine getirilişinin dini adetsel düzenini; ve Hristiyanlık olarak bu dönemlerde tanımlanan inanış, ahlaki ve toplumsal değerlerin korunum yöntemini sunmuştu.
98:7.1 (1083.6) Bir Yaratan Evlat, kızgın bir Tanrı ile uzlaşmak için fani beden suretinde vücuda bürünüp, kendisini Urantia’nın insanlığına bahşetmemişti; aslında bütün bunlar, Yaratıcı’nın derin sevgisine ve Tanrı ile olan evlatlığının kendisini gerçekleştirişine tüm insanlığı kazandırmak için meydana gelmişti. Sonuç olarak, kefaret öğretisinin büyük savunucusu bile bu gerçekliğin bir kısmını yerine getirmişti; zira o, “Tanrı’nın, dünyayı kendisiyle uzlaştıran bir biçimde İsa’nın içinde olduğunu” duyurmuştu.
98:7.2 (1084.1) Hıristiyan dininin kökeni ve yayılımına değinmek bu makalenin özel kapsamı değildir. Hıristiyan dininin; Urantia’da seçilmiş kişi Mesih olarak bilinen, Nebadon Mikâil Evladı’nın insan bedenine bürünmüş bireyi olan Nasıralı İsa’nın kişiliği üzerine inşa edildiğini söylemek yeterlidir. Hristiyanlık, Levant ve Batı boyunca bu Celile sakininin takipçileri tarafından yayılmıştı ve onların din yayma azmi, Seth ve Salem unsurları olarak meşhur seleflerine ilaveten Budist öğretmenleri olan içten Asyalı çağdaşlarına eş değer düzeydeydi.
98:7.3 (1084.2) Hıristiyan dini, bir Urantialı inanış düzeni olarak; şu öğretilerin, etkilerin, dini düşüncelerin, inanışların ve kişisel nitelikli bireysel tutumların birleşiminden doğmuştu:
98:7.4 (1084.3) 1. Son dört bin yıl içinde doğmuş tüm Batı ve Doğu dinleri içinde temel bir etken olan, Melçizedek öğretileri.
98:7.5 (1084.4) 2. İbrani ahlak, etik ve din-kuram düzenine ek olarak hem Yazgı hem de yüce Yahveh’e olan inanış.
98:7.6 (1084.5) 3. Hali hazırda hem Yehud hem de Mitra inanışına izini bırakmış olan, kâinatsal iyilik ve kötülük arasındaki mücadeleye dair Zerdüştçü kavramsallaşma. Mitracılık ve Hristiyanlık arasındaki mücadeleler sonucunda gerçekleşen uzamış iletişim süreciyle İranlı tanrı-elçisinin din savları İsa’nın öğretilerinin Helen ve Latinleşmiş türlerine ait dogmaların, eğilimlerin ve kâinat düşünüşünün din-kuramsal ve felsefi içerik ve yapısını belirlemede güçlü bir etken haline geldi.
98:7.7 (1084.6) 4. Özellikle Mitracılık olmak üzere ama aynı zamanda Frig inanışındaki Büyük Anne ibadeti olarak gizem inanışları. Urantia’da İsa’nın doğumuna dair efsaneler bile; dünya üzerindeki başlangıcına, beklenilen bu olay hakkında melekler tarafından önceden bilgi sahibi kılınmış yalnızca az sayıdaki hediye taşıyan çobanın şehit olabildiği varsayılan İranlı kurtarıcı-kahraman Mitra’nın mucizevî doğumunun Romalı anlatımından etkilenmişti.
98:7.8 (1084.7) 5. Tanrı’nın Evladı yüceltilmiş Mesih olarak Nasıralı İsa’nın gerçekliği biçiminde Yeşu bin Yusuf’un insan yaşamının tarihi gerçekliği.
98:7.9 (1084.8) 6. Tarsuslu Pavlus’un kişisel görüşü. Ve, Mitracılık’ın, Pavlus’un ergenliği boyunca Tarsus’un baskın dini olduğunun altı çizilmelidir. Pavlus’un; dinini değiştirdiği kişilere yazdığı iyi niyetli mektupların bir gün, çok daha sonrasının Hıristiyanları tarafından “Tanrı’nın sözü” olarak görülebileceği aklına bile gelmezdi. Bu türden iyi niyetli öğretmenler, daha sonraki varisler tarafından yazılarının kullanılmasından sorumlu tutulamazlar.
98:7.10 (1084.9) 7. İskenderiye ve Antakya’dan Yunanistan boyunca Siraküza ve Roma’ya kadar Helen topluluklarının felsefi düşüncesi. Yunanlılar’ın felsefesi; mevcut tüm diğer dini sisteme kıyasla Pavlus’un Hıristiyan uyarlamasıyla daha uyumlu olup, Hıristiyanlık’ın Batı’daki başarısında önemli bir etken olmuştu. Pavlus’un din-kuramı ile birlikte Yunan felsefesi, hala Avrupa’nın etik değerlerinin temelini oluşturmaktadır.
98:7.11 (1084.10) İsa’nın özgün öğretileri Batı’ya girdiğinde, onlar Batılaştı ve onlar Batılaşınca, ırkların tümüne ve insanların her türüne olan, içinde barındırdığı evrensel hitabını kaybetmeye başladı. Hristiyanlık, bugün, beyaz ırkların toplumsal, ekonomik ve siyasi adetlerine oldukça iyi uyum sağlamış bir din haline gelmiştir. O; içten bir biçimde öğretilerini takip etmeyi arzulayan bireylere İsa hakkında güzel bir dini hala cesur bir biçimde resmediyor olsa da, uzunca bir süredir İsa’nın dini oluşuna son vermiştir. Hristiyanlık İsa’yı, Tanrı tarafından Mesihsel seçilmiş biri, Kurtarıcı olarak yüceltmişti; ancak o Hâkim’in şu kişisel müjdesini unutmuştu: Tanrı’nın Yaratıcılığı ve her insanın evrensel kardeşliği.
98:7.12 (1085.1) Ve bu anlatım, Urantia üzerinde Maçiventa Melçizedeği öğretilerinin uzun hikâyesiydi. Nebadon’un bu acil durum Evladı’nın Urantia’ya bahşedilişinden beri, yaklaşık olarak dört bin yıl geçmiştir; ve bu süreç içerisinde “En Yüksek Tanrı, El Elyon’un dinadamının” öğretileri ırkların ve insan topluluklarının tümüne nüfuz etmiştir. Ve Maçiventa, olağandışı bahşedilişinin amacına ulaşmada başarılı olmuştu; Mikâil Urantia’da ortaya çıkmaya hazır hale geldiğinde, Tanrı kavramsallaşması, uzayın dönen gezegenlerinde ilgi çekici nitelikteki geçici hayatlarını yaşarlarken Kâinatın Yaratıcısı’nın bu çok çeşitli çocuklarının canlı ruhsal deneyimlerinde hala yeniden alevlenen aynı Tanrı kavramsallaşması olarak, erkek ve kadınların kalplerinde mevcuttu.
98:7.13 (1085.2) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
99. Makale
99:0.1 (1086.1) DİN en yüksek toplumsal hizmetine, toplumun din-dışı kurumlarıyla en az ilişkiye sahip olduğunda ulaşmaktadır. Geçmiş çağlarda, toplumsal nitelikli köklü değişiklikler büyük ölçüde ahlaki alanlarla kısıtlandığı için, din; toplumsal ve siyasi sistemlerdeki geniş çaplı değişimlere olan tutumunu düzenleme zorunluluğunu yaşamadı. Dinin başlıca sorunu, siyasal ve ekonomik kültürün mevcut toplumsal düzeni içinde kötülüğü iyilikle değiştirme gayretiydi. Din bu nedenle dolaylı olarak, medeniyetin mevcut biçiminin devamlılığını teşvik eder biçimde toplumun oturmuş düzenini devam ettirme eğilimi göstermişti.
99:0.2 (1086.2) Ancak din doğrudan bir biçimde, ne yeni toplumsal düzenlerin yaratımıyla ne de eskilerinin muhafazasıyla ilgilenmelidir. Gerçek din, toplumun evrimleşmesinin bir yöntemi olarak şiddete karşı çıkar; ancak o, adetlerini ve kurumlarını yeni ekonomik koşullara ve kültürel gereksinimlere göre uyum sağlamak için toplumun verdiği ussal çabalara karşı çıkmaz.
99:0.3 (1086.3) Din, geçmiş yüzyılların zaman zaman ortaya çıkan toplumsal nitelikteki köklü değişikliklerini onaylamıştı; ancak yirminci yüzyılda dini, geniş çaplı olan ve sürekli devam eden toplumun yeniden inşasına uyum sağlama zorundalılığıyla yüzleşmesi için çağırmak bir ihtiyaçtır. Yaşam koşulları o kadar hızlı bir biçimde değişmektedir ki; kurumsal değişikliklerin fazlasıyla hızlandırılmalı, ve din buna uygun bir biçimde yeni ve sürekli değişen toplum düzenine olan uyumunu çabuklaştırmak zorundadır.
99:1.1 (1086.4) Mekanik buluşlar ve bilginin yayılımı, medeniyeti değiştirmektedir; eğer kültürel faciadan kaçınılabilirse, belirli ekonomik düzenlemeler ve toplumsal değişiklikler elzemdir. Bu yeni ve gelmekte olan toplumsal düzen, bin yıllık bir süre boyunca kendi kendine yerleşmeyecektir. İnsan ırkı; değişikliklerin, düzenlemelerin ve yeniden düzenlemelerin bir sıralı çevrimi ile barışık hale gelmelidir. İnsanlık, yeni ve açığa çıkarılmamış bir gezegensel nihai sona hareket etmektedir.
99:1.2 (1086.5) Din; bu sürekli değişen koşulların ve sonu gelmez ekonomik düzenlemelerin ortasında oldukça hareketli bir biçimde faaliyet gösteren ahlaki tutarlılık ve ruhsal ilerleme üzerinde zorlayıcı bir etki haline gelmemelidir.
99:1.3 (1086.6) Urantia toplumu, geçmiş çağlarda olduğu gibi işleri akışına bırakarak yoluna girmesini artık ümit dahi edemez. Toplumun gemisi; yerleşik geleneğin korunaklı limanlarından demir almış, evrimsel nihai sonun açık denizlerine olan yoluna çıkmıştır; ve insan ruhu, dünya tarihinde daha önce hiçbir şekilde görülmemiş bir biçimde, ahlaki değerlerini ciddi bir biçimde gözden geçirme ve dini rehberliğin pusulasına dikkatlice bakma ihtiyacı duymaktadır. Toplumsal bir etki olarak dinin en yüksek görevi; bir kültür seviyesinden diğerine olan bir biçimde, medeniyetin bir fazından diğer fazına olan geçişin bu tehlikeli dönemleri boyunca insanlığın ideallerini istikrarlı konuma getirmektir.
99:1.4 (1087.1) Din, yerine getirecek hiçbir yeni sorumluluğa sahip değildir; ancak o, bu yeni ve hızla değişen insan koşullarının tümünde bilge bir rehber ve deneyimli bir danışman olarak acilen faaliyet göstermeye çağrılmaktadır. Toplum; daha mekanik, daha yoğun, daha katmanlı ve daha ciddi biçimde içsel bağımlı haline gelmektedir. Din; bu yeni ve içten ortak birlikteliklerin karşılıklı olarak geriletici ve zarar verici hale gelmesini engellemek için faaliyet göstermelidir. Din; ilerleme mayalarının, medeniyetin içinde barındırdığı kültürel lezzeti bozmasını önleyen kâinatsal tuz olarak faaliyet göstermek zorundadır. Bu yeni toplumsal ilişkiler ve ekonomik kargaşalar uzun süreli kardeşlikle ancak din hizmetiyle sonuçlanabilir.
99:1.5 (1087.2) Tanrısız bir insanperverlik, insan açısından, soylu bir tutumdur; ancak gerçek din, bir toplumsal birliğin diğer toplulukların ihtiyaçları ve sıkıntılarına gösterdiği karşılığı uzun süreli bir biçimde arttırabilen tek güçtür. Geçmişte, kurumsal din, toplumun üst tabakası çaresiz alt tabakada bulunanların sıkıntılarına ve yaşadıkları baskılara kulaklarını tıkarken hareketsiz kalabilmişti; ancak, çağdaş dönemlerde bu alt toplumsal düzeyler artık, ne geçmiş dönemdeki gibi cahil ve ne de siyasi açıdan çaresizdir.
99:1.6 (1087.3) Din, toplumun yeniden yapılanışının ve ekonomik yeniden düzenlenişinin din-dışı faaliyetine organik olarak katılmamalıdır. Ancak o; insan yaşamına ve aşkın kurtuluşa dair ilerleyici felsefesi olarak, sahip olduğu ahlaki emirler ve ruhsal yönergelerin oldukça belirgin ve canlı yeniden ifadelerinde bulunarak medeniyet içindeki tüm bu gelişmeler ile etkin bir şekilde ayak uydurmak zorundadır. Dinin ruhaniyeti ebedidir; ancak onun dışavurumu, insan dili sözlüğünün her yeniden güncellenişinde yeniden ifade edilmelidir.
99:2.1 (1087.4) Kurumsal din, bu gelmek üzere olan tüm dünya çağındaki toplumun yeniden yapılanışında ve ekonominin yeniden düzenlenişinde ilham sağlayabilecek ve önderliği sunabilecek yeti sahip değildir; çünkü o ne yazık ki, yeniden inşa sürecinden geçmek zorunda olan toplumsal düzenin ve ekonomik sistemin az veya çok organik bir parçası haline gelmiştir. Yalnızca kişisel düzeydeki ruhsal deneyimin gerçek dini, medeniyetin bugünkü krizinde yararlı ve yaratıcı bir biçimde faaliyet gösterebilir.
99:2.2 (1087.5) Kurumsal din şimdi, bir kısır döngünün çıkmazında yakalanmıştır. O, ilk önce kendisini yeniden yapılandırmadan toplumu yeniden inşa edemez; ve yerleşik düzenin bu düzeyde birleştirici bir parçası halinde bulunarak o, toplum köklü bir biçimde yeniden yapılanana kadar kendisini yeniden inşa edemez.
99:2.3 (1087.6) Dindarlar toplum içinde, üretimde, ve siyasette bireyler olarak faaliyet göstermelidir; topluluklar, siyasi partiler veya kurumlar halinde değil. Dini etkinlikleri dışında bahse konu birliktelikler halinde faaliyet göstermeye kalkışmış olan bir dini topluluk, doğrudan bir biçimde siyasi bir parti, ekonomik bir örgüt veya toplumsal bir kurum haline gelir. Dinsel toplulukçuluk; çabalarını, dini amaçların yerine getirilmesiyle sınırlandırmak zorundadır.
99:2.4 (1087.7) Dindarlar; dinlerinin kendilerine gelişmiş kâinatsal öngörüyü bağışlayabilmesine ek olarak, yüce bir biçimde Tanrı’yı ve cennetsel krallık içindeki bir kardeş şeklinde her insanı sevmenin içten arzusundan doğan üstün toplumsal bilgeliği bahşedebilmesi olması dışında, toplumun yeniden inşasında dindar-olmayanlardan daha fazla değere sahip değillerdir. İdeal bir toplumsal düzen; içinde, her insanın komşusunu kendisi gibi sevdiği yapıdır.
99:2.5 (1087.8) Kurumsallaşmış din-kurumu geçmişte, yerleşmiş siyasi ve ekonomik düzenleri yücelterek topluma hizmet vermiş görüntüsü sergilemiş olabilir; ancak o hayatta kalabilmesi için, bu türden faaliyetine hızla son vermek durumundadır. Dinin tek yerinde tutumu; yeryüzünde barış ve tüm insanlar arasında iyilik olarak — şiddetli devrimin yerini barışçıl evrimin aldığı inanç savı şeklinde şiddetsizlik öğretisinden meydana gelmektedir
99:2.6 (1088.1) Çağdaş din; yalnızca, kendisinin oldukça bütüncül bir biçimde gelenekselleşmesine, dogmalaşmasına ve kurumsallaşmasına izin vermiş olması nedeniyle, hızlıca yön değiştiren toplumsal değişikler karşısında tutumunu belirlemede zorlanmaktadır. Yaşayan deneyimin dini; için de her zaman, bir ahlaksal istikrarlaştırıcı, toplumsal rehber ve ruhsal kılavuz olarak faaliyet gösterebildiği, tüm bu toplumsal gelişimlerle ve ekonomik kargaşalarla başa çıkmada hiçbir sorun yaşamamaktadır. Gerçek din, bir çağdan diğerine değerli kültürü, ve Tanrı’yı bilme ve onun gibi olmayı arzulama deneyiminden doğan bilgeliği aktarmaktadır.
99:3.1 (1088.2) Öncül Hristiyanlık tamamiyle; tüm kamusal bağlardan, toplumsal sorumluluklardan ve ekonomik birlikteliklerden yoksundu. Sadece, daha sonranın kurumsallaşmış Hıristiyanlığı, Batı medeniyetinin siyasi ve toplumsal yapısının organik bir parçası haline geldi.
99:3.2 (1088.3) Cennetin krallığı ne toplumsal ne de ekonomik bir düzendir; o tamamen, Tanrı-bilen bireylerin ruhsal kardeşliğidir. Bu türden kardeşliğin, şaşırtıcı siyasi ve ekonomik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan yeni ve büyüleyici bir toplumsal olgu olduğu gerçektir.
99:3.3 (1088.4) Gerçek dindar; çekilen toplumsal sıkıntıya duyarsız, kamusal haksızlığa kayıtsız, ekonomik düşünceden soyutlanmış, ne de siyasi zorbalığa karşı hissiz değildir. Din, toplumun yeniden inşasını doğrudan bir biçimde etkilemektedir; çünkü o, bireysel vatandaşı ruhsallaştırmakta ve onu olası en yüksek konuma getirmektedir. Dolaylı bir biçimde kültürel medeniyet; bu bireysel dindarlar çeşitli toplumsal, ahlaki, ekonomik ve siyasal toplulukların etkin ve etkili üyeleri haline gelirken onların tutumundan etkilenmektedir.
99:3.4 (1088.5) Yüksek bir kültürel medeniyete erişmek; ilk önce ideal bir vatandaş olmayı, daha sonra, bu türden gelişmiş bir insan toplumunun ekonomik ve siyasi kurumlarını aracılığıyla denetim altına alabilecek, ideal ve yeterli sayıdaki mekanizmalara ihtiyaç duymaktadır.
99:3.5 (1088.6) Haddinden fazla derecede doğru olmayan hissiyata sahip olması nedeniyle din-kurumu uzunca bir süredir yoksul ve talihsiz olanlara hizmet etmiş olup, bu durum tamamiyle iyi sonuçlar doğurmuştur; ancak aynı hissiyat, medeniyetin ilerleyişini çok büyük ölçekte geriletmiş olan ırksal bakımdan yozlaşmış ırk kollarının akılsızca gerçekleşen devamlılığına yol açmıştır.
99:3.6 (1088.7) Toplumun yeniden inşasını savunan birçok birey, kurumsallaşmış dini şiddetle reddederken, köklü toplumsal değişikliklerinin örgütlü bir şekilde duyuruluşunda son kertede oldukça güçlü bir dindar nitelik sergilemektedir. Ve bu nedenle, kişisel olan ve neredeyse hiç fark edilmeyen dini güdü, toplumun yeniden inşasının bugünkü izlencesinde büyük bir rol oynamaktadır.
99:3.7 (1088.8) Tüm bu fark edilmeyen ve bilinç dışı dinsel etkinlik türüne ait büyük zafiyet; açık görüşlü dini eleştiriden yarar sağlayamaması ve böylece bireyin kendi kendisini düzeltmesinin yararlı düzeylerine ulaşamamasıdır. Yapıcı eleştiriyle denetim altına alınıp yetiştirilmeden, felsefeyle derinleştirilmeden, bilimle arındırılmadan ve sadık inanış birlikteliğiyle beslenmeden, dinin büyümeyeceği bir gerçektir.
99:3.8 (1088.9) Orada her zaman; çarpışan her milletin kendisine ait dini, askeri söylemine katan bir biçimde sömürdüğü savaş dönemlerine olduğu gibi, dinin doğru olmayan amaçların gerçekleştirilmesine doğru bozulması ve sapması biçiminde büyük tehlike bulunmaktadır. İçinde sevgi barınmayan şevk din için her zaman zararlı olurken, eziyet etme, din etkinliklerini, belirli bir toplumsal veya din-kuramsal amacın yerine getirilişine doğru saptırmaktadır.
99:3.9 (1089.1) Din; kutsal olmayan din-dışı eklemlenmelerden sadece şunlar vasıtasıyla katışıksız tutulabilir:
99:3.10 (1089.2) 1. Ciddi derecede düzeltici bir felsefe.
99:3.11 (1089.3) 2. Tüm toplumsal, ekonomik ve siyasi eklemlenmelerden uzaklık.
99:3.12 (1089.4) 3. Yaratıcı, huzur verici ve sevgiyi-genişletici inanış-birliktelikleri.
99:3.13 (1089.5) 4. Ruhsal kavrayışın ilerleyici gelişimi ve kâinatsal değerlerin takdiri.
99:3.14 (1089.6) 5. Bilimsel nitelikli akılcı tutumun tarafsız değerlendirmeleriyle bağnazlığın önlenmesi.
99:3.15 (1089.7) Bir topluluk olarak dindarlar hiçbir zaman; her ne kadar bireysel bir vatandaş halinde bu türden herhangi bir dindar bireyin, birtakım toplumsal, ekonomik veya siyasi yeniden yapılanış hareketinin olağanüstü önderi haline gelme olasılığı olsa da, din dışında kendilerini hiçbir şeyle ilgili kılmamalıdırlar.
99:3.16 (1089.8) Tüm bu zor fakat arzulanan toplumsal hizmetlerin geliştirilmesinde başarının elde edilmesi için bireysel vatandaşı yönlendirirken, onun içinde bu türden kâinatsal bağlılığı yaratmak, onu muhafaza etmek ve onun için ilham vermek dinin görevidir.
99:4.1 (1089.9) Gerçek din, dindarı toplumsal olarak güzel hale getirip, insanın inanış birlikteliğine yönelik derin kavrayışları yaratır. Ancak dini toplulukların resmileştirilmesi, birçok kez, temel alınarak inşa edilmiş değerlerin tam da kendisini yok etmektedir. İnsan arkadaşlığı ve kutsal din, eğer büyüme her birinde eşit ve uyumlu hale getirilirse, karşılıklı olarak yararlı ve ciddi ölçüde yol göstericidir. Din — aileler, okullar ve belli bir amaç için toplanmış küçük topluluklar olarak — tüm topluluk birlikteliklerine yeni bir anlam vermektedir. Oyuna yeni değerler aktarmakta ve tüm gerçek mizahı yüceltmektedir.
99:4.2 (1089.10) Toplumsal önderlik, ruhsal kavrayış ile dönüşmektedir; din, toplulukçu hareketlerin tümünün sahip oldukları amaçlarını gözden yitirmelerine engel olmaktadır. Çocuklar ile birlikte din, yaşayan ve büyüyen bir inanç olduğu müddetçe aile yaşamının en büyük birleştiricisidir. Çocuklar olmadan aileye sahip olunamaz; din olmadan yaşanılabilir, ancak bu türden bir devasa bir biçimde bu içten insan birlikteliğinin zorluluklarını çoğaltmaktadır. Yirminci yüzyılın ilk on yılları boyunca; eski dini bağlılıklardan ortaya çıkış halindeki yeni anlam ve değerlere olan geçişin sonucunda meydana gelen yozlaşmadan, kişisel dini deneyimden sonra en fazla aile yaşamı muzdarip olmuştur.
99:4.3 (1089.11) Gerçek din, günlük yaşamın olağan gerçeklikleri karşısında canlı bir şekilde yaşamanın anlamlı bir biçimidir. Ancak eğer din karakterin bireysel gelişimini harekete geçirmek ve kişiliğin bütünleşmesini arttırmak için varsa, ortak ölçütlere bağlanmamalıdır. Eğer o, deneyimin değerlendirilişini harekete geçirmek ve bir değer-bulduran olarak hizmet etmek için varsa, katılaşmış kalıplara sığdırılmamalıdır. Eğer din yüce bağlılıkları sağlamak için varsa, resmileştirilmemelidir.
99:4.4 (1089.12) Medeniyetin toplumsal ve ekonomik gelişimiyle birlikte hangi kargaşalar gerçekleşirse gerçekleşsin, din; bünyesinde gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin hüküm sürdüğü bir deneyimi birey içinde teşvik ediyorsa, gerçek ve değerlidir; zira bu türden bir din, yüce gerçekliğin doğru ruhsal kavramsallaşmasıdır. Ve, derin sevgi ve ibadet vasıtasıyla bu din, insanlarla olan inanış birlikteliği ve Tanrı’ya olan evlatlıkla birlikte anlamlı hale gelmektedir.
99:4.5 (1090.1) Sonuç olarak, bir insanın ne bildiğinden çok neye inandığı, davranışı belirlemekte ve kişisel uygulamalar üzerinde baskın gelmektedir. Duygusal olarak etkileştirilen hale gelmedikçe, saf verilere dayalı bilgi, sıradan insan üzerinde oldukça küçük bir etki bırakmaktadır; Ancak dinin etkinleştirilmesi; fani yaşam içindeki ruhsal enerjiler ile iletişime geçme ve onların salınımıyla aşkın düzeylerde bütüncül insan deneyimini bütünleştirme olarak, üstün-duygusallıktır.
99:4.6 (1090.2) Yirminci yüzyılın psikolojik olarak huzursuz dönemleri boyunca, ekonomik kargaşalar, ahlaki hususlardaki zıt söylemler ve bilimsel bir dönemin hortumsal etkiye sahip geçişleri içindeki toplumsal nitelikli karşıt akımların birleştiği durumların ortasında binlerce erkek ve kadın, insanın alışılagelmiş ölçülerinin dışına çıkan konuma gelmiştir; onlar endişeli, huzursuz, korku duyan, kararsız ve tedirgin olan bir konumdadırlar; ve, dünya tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar, güçlü dinin huzur vermesine ve istikrar getirmesine ihtiyaç duymaktadırlar. Öngörülememiş bilimsel kazanım ve mekanik gelişme karşısında orada, ruhsal durgunluk ve felsefi karmaşa bulunmaktadır.
99:4.7 (1090.3) Fedakâr ve sevgi dolu toplumsal hizmet için güdüsünü kaybetmemesi şartıyla, dinin; gittikçe artan bir biçimde — kişisel bir deneyim olarak — bir özel yaşam konusu haline gelmesinde hiçbir tehlike yoktur. Din birçok ikincil etkiden zarar görmüştür; kültürlerin aniden karışması, farklı inanç öğretilerin iç içe geçmesi, din-kurumlarının yönetiminin küçülmesi, değişen aile yaşamı ve buna ek olarak şehirleşme ve üretimdeki mekanikleşme.
99:4.8 (1090.4) İnsan için en büyük ruhsal tehlike, kısmi gelişme, yarım kalmış büyümenin yarattığı şu zor durumdan meydana gelmektedir: derin sevginin açığa çıkarımsal dinini daha sonrasında hemen kavramadan, korkunun evrimsel dinlerini bırakmak. Çağdaş bilim, özellikle psikoloji sadece; korku, hurafe ve duyguya oldukça büyük ölçekte dayanan bu dinleri zayıflatmıştır.
99:4.9 (1090.5) Geçiş süreçlerine her zaman kafa karışıklığı eşlik eder; ve, dinin mücadele içindeki üç felsefesi arasında gerçekleşen büyük çekişme sonlanana kadar din dünyasında çok az huzur olacaktır:
99:4.10 (1090.6) 1. Birçok dinin sahip olduğu (yazgısal bir İlahiyat'a dayanan) ruhsalcı inanç.
99:4.11 (1090.7) 2. Birçok felsefenin sahip oldu insancıl ve idealist inanç.
99:4.12 (1090.8) 3. Birçok bilimin sahip olduğu sebep sonuç ilişkilerine ve doğa olaylarına dayanan kavramsallaşmalar.
99:4.13 (1090.9) Ve, kâinatın gerçekliğine olan bu üç kısmi yaklaşım nihai olarak; Cennet’in Kutsal Üçlemesi’nden başlayarak Yücelik’in İlahiyatı içindeki zaman-mekân bütünleşmesine erişime kadar ilerleyen, ruhaniyet, akıl, ve enerjinin üç katmanlı mevcudiyetini temsil eden din, felsefe ve kâinat biliminin açığa çıkarımsal sunumuyla uyumla gele gelmek zorundadır.
99:5.1 (1090.10) Her ne kadar din ayrıcalıklı bir biçimde — bir Yaratıcı olarak Tanrı’nın bilinmesi biçiminde — kişisel nitelikteki ruhsal bir deneyim olsa da, bu deneyimin doğrudan sonucu — insanı bir kardeş olarak bilme biçiminde — bireyin kendisini diğer bireylerle uyumlaştırmasını beraberinde getirmekte olup, bu durum dini yaşamın toplumsal ve topluluk yönünü açığa çıkarır. Din ilk olarak içsel ve kişisel uyumlaşmadır, ve bunun sonrasında toplumsal hizmet veya topluluksal uyumun bir konusu haline gelir. Bu dini topluluklara ne olacağı, fazlasıyla ussal önderliğe bağlıdır. İlkel toplumda dini topluluk her zaman ekonomik veya siyasi topluluklardan çok farklı değildir. Din her zaman, ahlaki değerlerin bir muhafaza ve toplumun bir istikrar aracı olmuştur. Ve bu durum, sosyalist ve hümanist görüşlere sahip birçok çağdaş bireyin öğretisine zıt olsa da, hala gerçekliğini korumaktadır.
99:5.2 (1091.1) Şunu her zaman akılda tutun: Gerçek din; Tanrı’yı Yaratıcı’nız, insanı kardeşiniz olarak bilmektir. Din, ceza tehditlerine veya gelecekteki gizemli ödüllerin büyüsel sözlerine olan kölesel bir inanış değildir.
99:5.3 (1091.2) İsa’nın dini, en başından beri insan ırkını hareketlendirmiş en canlı etkidir. İsa geleneği parçalarına ayırmış, dogmaları yok etmiş ve insanlığı — kusursuz olmak, gökteki Yaratıcı kadar bile kutsal olmak biçiminde — zaman ve ebediyetteki en yüksek ideallerinin elde edilişine çağırmıştı.
99:5.4 (1091.3) Dini topluluk — cennetin krallığına olan ruhsal üyeliğin toplumsal birlikteliği olarak, tüm alanlardaki diğer topluluklardan ayrılmadan, din çok az faaliyet gösterme şansına sahiptir.
99:5.5 (1091.4) İnsanın bütüncül ahlaki düşkünlüğüne dair inanış savı; yükseltici bir doğaya ve ilham verici değere sahip toplumsal sonuçları ortaya çıkarmada dinin sahip olduğu potansiyelin büyük bir kısmını yok etmişti. İsa; insanların tümünün Tanrı’nın evlatları olduğunu duyurduğunda, insanın saygınlığını eski haline getirmeyi amaçlamıştı.
99:5.6 (1091.5) İnananı ruhsallaştırmakta etkin herhangi dini inanışın, bu türden bir dindarın toplumsal yaşamında güçlü sonuçlara sahip olacağı kesindir. Dini deneyim kesin bir biçimde, ruhaniyet tarafından yönlendirilen faninin günlük yaşamında “ruhaniyetin meyvelerini” toplamaktadır.
99:5.7 (1091.6) İnsanlar dini görüşlerini ne kadar kesin bir biçimde paylaşırlarsa, nihai olarak ortak amaçlar yaratan bir tür dini topluluk ortaya çıkarırlar. Bir gün dindarlar bir araya gelip; psikolojik görüşlerinin ve din-kuramsal inanışlarının temeli üzerinde uğraş vermek yerine, idealleri ve amaçlarının birliği temelinde eş-güdümü mevcut bir biçimde yerine getireceklerdir. İnanış öğretileri yerine amaçlar dindarları bütünleştirmelidir. Gerçek din kişisel nitelikli ruhsal deneyimin bir konusu olduğu için, bu ruhsal deneyimin gerçekleşmesine dair her dindarın kendisine ait ve kişisel yorumunun olma zorunluluğu kaçınılmazdır. Bırakınız “inanç”; belirli bir fani topluluğun ortak bir dini tutum olarak üzerinde anlaşabildikleri dinsel öğreti tasarımı yerine, insanın Tanrı ile olan ilişkisi anlamına gelsin. “İnanca sahip misin? Öyleyse onu kendine sakla.”
99:5.8 (1091.7) Soruda geçen inanç sadece; inancı, ümit edilen şeylerin özü ve görülmeyen şeylerin kanıtı olarak duyuran Yeni Ahit tanımının göstermiş olduğu ideal değerlerin bir kavrayışıyla ilgilidir.
99:5.9 (1091.8) İlkel insan, dini inanışlarını kelimelere dökmek için çok az çaba sarf etmişti. Onun dini, üzerinde ciddi bir biçimde düşünülme yerine dans ederek ifade edilmişti. Çağdaş insan birçok öğreti üzerinde ciddi bir biçimde düşünmüş ve dini inanış için birçok sınav yaratmıştır. Gerçek dindarlar; kendilerini insanların kardeşliğinin candan hizmetine adayan bir biçimde, dinlerinin sahip oldukları düşünceleri yaşamlarında uygulamak zorundadırlar. İnsanın “kelimeler için çok derin hislerle” ancak yerine getirebilecek ve ifade edilebilecek düzeydeki kişisel ve yüce bir dini yaşamasının vakti gelmiştir.
99:5.10 (1091.9) İsa takipçilerinden, dönemsel olarak bir araya gelmelerini ve ortak inanışlarının göstergesi olan bir kelime topluluğunun tekrarlamalarını şart koşmamıştı. O sadece; — Urantia üzerindeki bahşedilmiş yaşamının hatırlanışına ait beraberce yenen bir yemekten alınması olarak — bir araya gelmeleri ve gerçekte bir şeyler yapmalarını emretmişti.
99:5.11 (1091.10) Hıristiyanlar; İsa’yı ruhsal önderliğin yüce ideali olarak sunarken, geçmiş çağlar boyunca kendilerine has, milli veya ırksal aydınlanışlarına katkı sağlamış Tanrı-bilen insanların tarihsel önderliğini reddetme cüreti gösterdiklerinde ne de büyük bir hata yapmaktadırlar.
99:6.1 (1092.1) Mezhepçilik kurumsal dinin bir hastalığı olup, dogmacılık ruhsal doğaya olan bir köleliktir. Din-kurumu olmadan bir dine sahip olmak, din olmadan bir din-kurumuna sahip olmaya kıyasla çok daha iyidir. Yirminci yüzyılın dini kargaşası, kendi başına ve özü itibariyle, ruhsal yozlaşmayı simgelememektedir. Kafa karışıklığı, büyümeye ve yıkımdan önce gerçekleşmektedir.
99:6.2 (1092.2) Dinin toplumsallaşmasında gerçek bir amaç vardır. Dinin bağlılıklarını etkileyici bir biçimde sergilemek; gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe götüren şeylere mercek tutmak; yüce değerlerin çekici niteliklerini teşvik etmek; fedakâr inanış birlikteliğinin hizmetini geliştirmek; aile yaşamının geleceğe dönük içinde barındırdığı olanakları yüceltmek; dini eğitimin sunmak; bilgece olan danışmayı ve ruhsal rehberliği sağlamak; ve topluluk ibadetini desteklemek topluluk halinde gerçekleştirilen dinsel etkinliklerin amacıdır. Ve tüm canlı dinler; insan arkadaşlığını teşvik eder, ahlakı korur, komşunun refahını önerir ve ebedi kurtuluşa dair her birinin sahip olduğu iletinin taşıdığı temel müjdenin yayılmasını kolaylaştırır.
99:6.3 (1092.3) Ancak, din kurumsallaşırken onun iyilik için gücü kısıtlanır; bunun karşısında kötülük için olasılıklar fazlasıyla çoğalır. Resmileşmiş dinin tehlikeleri şunlardır: inanışların sabitleşmesi ve duyuşların katı sınırlar içinde yoğunlaşması; dinin devletten ayrılmasıyla birlikte örtülü menfaatlerin artması; gerçekliği ortak ölçütlere indirme ve onu tarihsel kalıplara oturtma eğilimi; Tanrı hizmetinden din-kurumu hizmete sapış; önderlerin hizmetkârlar yerine yönetici olma meyli; mezhepler ve rekabet eden bölünmeler oluşturma eğilimi; baskıcı din-kurumsal yönetimin kurulması; soylu sınıfı türünde “seçilmiş insanlar” tutumu yaratma; kutsallık ile ilgili yanlış ve abartılı düşünceleri teşvik etme; dini ardı ardına tekrarlanan uygulamalar haline getirme, ve canlı olan ibadeti cansız bütünlüklere dönüştürme; mevcut anın taleplerini görmezden gelirken geçmişe derin saygı besleme eğilimi; dinsel olmayan kurumların işlevlerinin bir parçası haline gelme; o, dini topluluk tabakaları içinde kötü niyetli ayrımcılık yaratır; o, resmileştirilen inanışın hoşgörüsüz bir hâkimi haline gelir; maceraperest gençliğin kendisine ilgisini canlı tutmada başarısız olup, ebedi kurtuluşun müjdesinin içerdiği kurtarıcı iletiyi kademeli olarak yitirir.
99:6.4 (1092.4) Resmi din, insanları; krallığı inşa edenler olarak yüceltilmiş hizmet için salıverme yerine, kişisel nitelikli ruhsal etkinlerinde onları kısıtlar.
99:7.1 (1092.5) Din-kurumları ve tüm diğer dini topluluklar tüm din-dışı etkinliklerden uzak durmalıyken, din ise, insan kurumlarının toplumsal eş-güdümünü engelleyecek veya onu geciktirecek hiçbir şey yapmamalıdır. Yaşam anlamlılık içinde büyümeye devam etmek zorundadır; insan, felsefe üzerinde yaptığı köklü değişikliklerine ve dini belirginleştirme faaliyetlerine devam etmek zorundadır.
99:7.2 (1092.6) Siyaset bilimi, toplumsal bilimlerden öğrendiği yöntemlerle ve dini yaşam tarafından sunulan kavrayışlar ve güdülerle ekonomi ve üretimin yeniden inşasını yerine getirmek zorundadır. Her toplum inşasında din, en yakın ve geçici amacın ötesinde ve üzerinde düzene sokan bir hedef olarak, aşkın bir nesneye olan istikrarlaştırıcı bir bağlılığı sağlamaktadır. Hızlıca değişen bir çevredeki kafa karışıklıklarının ortasında fani insan, uçsuz bucaksız bir kâinatsal bakış açısının devamlılığına ihtiyaç duymaktadır.
99:7.3 (1093.1) Din insana, dünya yüzeyinde cesurca ve neşeyle yaşaması için ilham vermektedir; o; arzuyla sabrı, şevkle kavrayışı, güçle anlayışı ve enerjiyle idealleri birleştirir.
99:7.4 (1093.2) İnsan; Tanrı’nın egemenliğinin mevcudiyetinde derince düşünmez, kutsal anlamların ve ruhsal değerlerin gerçekliğine dair kafa yormazsa, geçici olaylar hakkında bilge kararlara varamaz veya diğer bir değişle kişisel çıkarların bencilliğini aşamaz.
99:7.5 (1093.3) Karşılıklı ekonomik bağımlılık ve toplumsal bütünlük nihai olarak, kardeşliğin gelmesine yardımcı olacaktır. İnsan doğası gereği bir hayalperest varlıktır; ancak bilim onu, anlık gerçekleşebilecek bağnaz tepkileri içinde barındıran çok daha az tehlikeyle birlikte dinin onu yakın bir zaman içinde etkin hale getirebilmesi için, uyandırır. Ekonomik gereksinimler insanı gerçeğe bağımlı kılar; ve kişisel nitelikli dini deneyim bu aynı insanı, sürekli genişleyen ve ilerleyen kâinatsal bir vatandaşlığın ebedi gerçeklikleriyle yüz yüze getirir.
99:7.6 (1093.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
100. Makale
100:0.1 (1094.1) CANLI dini yaşamın deneyimi, ortalama düzeydeki insanı idealist gücün bir kişiliğine dönüştürür. Din, her bireyin ilerleyişini teşvik ederek her şeyin ilerleyişine hizmet eder; ve her bir şeyin ilerleyişi, her şeyin gerçekleştirdiği kazanımla çoğalır.
100:0.2 (1094.2) Ruhsal büyüme, diğer dindarlarla olan yakın birliktelikle karşılıklı olarak harekete geçer. Derin sevgi; olası en yüksek düzeyde bireysel tatmini açığa çıkarırken, — bireysel tatmin aracılığı arkasında bir amaçsal çekim olarak — dini büyüme için zemin hazırlamaktadır. Ve, din, günlük yaşamın sıradan angaryasına soyluluk kazandırmaktadır.
100:1.1 (1094.3) Din anlamların derinleşmesini ve değerlerin gelişmesini ortaya çıkarırken, kötülük her zaman, tamamiyle kişisel olan değerlendirmeler mutlaklıkların düzeyine çıkarıldığında gerçekleşir. Bir çocuk deneyimi, içerdiği haz ölçüsünde değerlendirir; olgunluk, kişisel haz ile daha yüksek anlamların yer değiştirilişiyle, hatta çeşitli yaşam durumlarına ve kâinatsal ilişkilere dair en yüksek kavramsallaşmalara olan bağlıkla doğru orantılıdır.
100:1.2 (1094.4) Bazı kişiler büyümek için haddinden fazla meşgul olup, bu bedenle ruhsal sabitleştirmenin çok büyük tehlikesi içindedirler. Farklı yaşlardaki, birbirini takip eden kültürlerdeki ve medeniyetin ilerleyen aşamalarındaki anlamların gelişimi için hazırlığın yapılması zorunludur. Büyümenin ana engelleyicileri önyargı ve bilgisizliktir.
100:1.3 (1094.5) Her gelişen çocuğa, kendi dini deneyimini geliştirmesi için bir şans verin; hazır bir erişkin deneyimini ona dayatmayın. Yerleşik bir eğitim düzeni boyunca gerçekleşen senelik ilerleyişin doğrudan bir şekilde, bırakınız ruhsal gelişme, ussal deneyim haline gelmeyeceğini unutmayın. Kelime dağarcığındaki gelişim, karakterdeki büyümeye işaret etmemektedir. Büyüme gerçek anlamıyla sırf ürünlerden oluşan şeylerle gösterilmez; o, ilerlemeyle gösterilir. Gerçek eğitimsel büyüme; ideallerin gelişimi, değerlerin artan takdiri, değerlerin yeni anlamları ve yüce değerlere olan artmış bağlılıkla gösterilir.
100:1.4 (1094.6) Çocuklar kalıcı bir biçimde sadece, erişkin birlikteliklerinin bağlılıklarından etkilenirler; davranışsal kural veya örnek bile uzunca bir süreliğine etkili değildir. Sadık bireyler büyüyen kişilerdir; ve büyüme etkileyici ve iham verici bir gerçekliktir. Bugünü sadık bir biçimde yaşayın — büyüyün —, ve yarın onu takip edecektir. Bir iribaşın bir kurbağa haline gelmesinin en hızlı yolu, her anı bir iribaş olarak sadık bir şekilde yaşamaktır.
100:1.5 (1094.7) Dini gelişim için temel derecede önemli olan toprak; bireyin kendisini gerçekleştirişinin ilerleyici bir yaşamını, doğal eğilimlerin eş-güdümünü, merakın sürekli yaşanan hissini ve makul serüvenden duyulan keyfini, memnuniyet duygularının deneyimini, dikkatli olma halini ve farkındalığı harekete geçiren korku uyarımının işlevini, ilgi çekici şeyler ve alçak gönüllülük olarak küçük olmanın olağan bir bilincini gerekli kılmaktadır. Büyüme aynı zamanda; — vicdan olarak, zira vicdan gerçekten de kişisel idealler olarak bir kişinin sahip olduğu değer-alışkanlıklarıyla kendisinin eleştirisidir — özeleştiri tarafından eşlik edilen birey olmanın keşfidir.
100:1.6 (1095.1) Dini deneyim belirgin bir biçimde; fiziksel sağlık, içkin mizaç ve toplumsal çevre tarafından etkilenir. Ancak bu geçici koşullar, gökteki Tanrı’nın iradesini yerine getirmeye adanan bir ruh tarafından gerçekleştirilen içsel ruhsal ilerlemeyi engellemez. Özel olarak engellenmediği takdirde işlevini gerçekleştiren, olağan fanilerin tümünde büyümeye ve bireyin kendisini açığa çıkarmasına yönelik belirli içkin güdüler mevcuttur. Ruhsal büyümenin sahip olduğu bu temel potansiyel kazanımını teşvik etmenin bir yöntemi, yüce değerlere olan içten bağlılığın bir tutumunu sürdürmektedir.
100:1.7 (1095.2) Din bahşedilemez; başkasından alınamaz, bir başkasına verilemez, öğrenilemez veya kaybedilemez. O; nihai değerler için artan arayış arzusuyla orantılı bir biçimde büyüyen bir kişisel deneyimdir. Kâinatsal büyüme böylelikle, anlamların birikimini ve değerlerin sürekli genişleyen yükselişini beraberinde getirmektedir.
100:1.8 (1095.3) Dini düşünme ve eylem alışkanlıkları, ruhsal büyümenin dikkatli idaresine katkı sağlar niteliktedir. Bir kişi; şartlandırılmış nitelikteki anlık gerçekleşen bir ruhsal tepki biçiminde ruhsal uyarıma elverişli tepki doğrultusunda dini eğilimler geliştirebilir. Dini büyümeyi destekleyen alışkanlıklar; dini değerlere olan geliştirilmiş hassasiyeti, diğerleriyle olan dini yaşamın tanınmasını, kâinatsal anlamlar üzerinde irdeleyici düşünmeyi, ibadetsel sorun çözümünü, bir kişinin sahip olduğu ruhsal yaşamı diğer akranlarıyla paylaşmayı, bencillikten kaçınmayı, kutsal bağışlamaya haddinden fazla güvenmeyi reddetmeyi, Tanrı’nın mevcudiyeti içinde yaşanmayı içerir. Dini büyümenin etkenleri bilinç dâhilinde olabilir, ancak büyümenin kendisi değişiklik göstermeyen bir biçimde bilinç dışı gelişir.
100:1.9 (1095.4) Ruhsal büyümenin bilinç-dışı doğası, buna rağmen, insan usunun varsayılmakta olan alt-bilinç âlemlerinde faaliyet gösteren bir etkinliğe işaret etmemektedir; bunun yerine o, fani aklın bilinç-ötesi düzeylerindeki yaratıcı etkinliklere işaret eder. Biliç-dışı dini büyüme gerçekliğinin yerine getirilme deneyimi, bilinç-ötesi düzeyin işlevsel mevcudiyetinin bir olumlu kanıtıdır.
100:2.1 (1095.5) Ruhsal gelişim, ilk olarak, gerçek ruhsal kuvvetler ile canlı bir ruhsal iletişimin idaresine dayanmaktadır; daha sonra, ruhsal meyvenin şu devamlı üretimine dayanmaktadır: bir kişinin sahip olduğu ruhsal bağışçılarından aldığı şeyi diğer akranlarının hizmetine sunmak. Ruhsal ilerleme; gökteki Tanrı’nın iradesini yerine getirmek için candan amaç olarak Tanrı’yı bilme ve onun gibi olma arzusu biçimindeki kusursuzluk açlığının öz bilinciyle birleşen ruhsal açlığın ussal tanınmasına dayanmaktadır.
100:2.2 (1095.6) Ruhsal büyüme ilk olarak, ihtiyaçların bir farkındalığıdır; daha sonra, anlamların bir kavrayışıdır; ve, bunun sonrasında, değerlerin bir keşfidir. Gerçek ruhsal gelişimin kanıtı; derin sevgi güdüsüyle hareket eden, fedakâr hizmet ile etkinleşen, ve, kutsallığın kusursuzluk ideallerine olan candan ibadetin üzerinde hâkim olduğu bir insan kişiliğinin sergilenişinden meydana gelmektedir. Ve, bu bütüncül deneyim, yalnızca din-kuramsal nitelikli inanışlara zıt bir biçimde dinin gerçekliğini oluşturmaktadır.
100:2.3 (1095.7) Din; üzerinde, evrene olan aydınlanmış ve bilge bir ruhsal tepki yöntemi haline geldiği deneyim seviyesine kadar ilerleyebilir. Bu türden yüceltilmiş bir din, insan kişiliğinin şu üç düzeyinde faaliyet gösterebilir: ussal, morontial, ve ruhsal; akıl üzerinde, evrimleşen ruhta ve ikamet eden ruhaniyet ile birlikte.
100:2.4 (1096.1) Ruhsallık, bir seferde; bir kişinin Tanrı’ya olan yakınlığının göstergesi ve akran varlıklarına olan yararlığının ölçüsüdür. Ruhsallık; nesnelerde güzelliği keşfetme, anlamlarda gerçekliği tanıma ve değerlerde iyiliği bulma yetkinliğini geliştirir. Ruhsal gelişme, bu amaç için var olan yetkinlikle belirlenmekte olup, doğrudan bir şekilde, derin sevginin bencil niteliklerinin saf dışı bırakılmasıyla doğru orantılıdır.
100:2.5 (1096.2) Mevcut ruhsal düzey, Düzenleyici’ye olan uyum niteliğindeki İlahiyat erişiminin ölçüsüdür. Ruhsallığın nihai seviyesinin elde edilişi, Tanrı-gibi-olmanın en yüksek düzeyi olarak gerçekliğin doruk noktasına olan erişime eş değerdir. Ebedi yaşam, sınırsız değerlerin sonu gelmez arayışıdır.
100:2.6 (1096.3) İnsanın kendisini gerçekleştirişinin hedefi ruhsal olmalıdır, maddi değil. Uğruna çaba sarf edilmesi değer gerçeklikler sadece kutsal, ruhsal ve ebedidir. Fani insan, fiziksel hazların memnuniyetle deneyimini ve insansı sevgi duygularının tatminini yaşamakla yükümlüdür; o, insan birlikteliklerine ve geçici kurumlara olan bağlılıktan yarar sağlamaktadır; ancak bunlar mekânı aşmak, zamanı yenmek ve kutsal kusursuzluğun ve kesinlik unsur hizmetinin ebedi nihai sonunu elde etmek zorunda olan ölümsüz kişiliğin üzerine inşa edileceği ebedi temeller değildir.
100:2.7 (1096.4) İsa, şunları söylediğinde Tanrı-bilen faninin derin olan kendinden eminliğini temsil etmişti: “Tanrı-bilen bir krallık inananı için, dünyasal her şey yıkılsa ne olur?” Geçici teminatlar kırılgandır, ancak ruhsak kesinlikler yıkılmazdır. İnsansı düşmanlığın, bencilliğin, kabalığın, nefretin, kötü niyetin ve kıskançlığın taşkın dalgaları fani ruhunu dövdüğünde, mutlak bir biçimde yok edilemez olan ruhaniyetin hisarı biçimindeki içsel bir burcun orada var oluşunun güvencesinde huzur bulabilirsiniz; en azından bu durum, ruhunun idaresini ebedi Tanrı’nın ikamet eden ruhaniyetine adamış olan her insan varlığı için doğrudur.
100:2.8 (1096.5) Bu türden ruhsal kazanımdan sonra, ister kademeli büyümeyle ister belli bir buhranla teminat altına alınmış olsun, değerlerin yeni bir ortak ölçüsünün gelişimine ek olarak kişiliğin yeni bir yönelimi ortaya çıkar. Bu türden ruhaniyet-doğumu bireyleri yaşam içinde bir amaç için yeniden o kadar bütünleşir ki, en fazla arzuladıkları gayeleri yok olurken ve en düşkün oldukları ümitleri boşa çıkarken, sakince hiçbir şey olmamış gibi bekleyebilirler; onlar olumlu bir biçimde bu türden felaketlerin, evren kazanımının yeni ve daha yüce bir düzeyine ait daha soylu ve daha kalıcı gerçekliklerin yetişmesine hazırlık niteliğindeki bir kişinin geçici yaratımlarına zarar veren yeniden yönlendirici ani karışıklardan başkası olmadığını bilirler.
100:3.1 (1096.6) Din, durağan ve şen bir iç huzura erişme yöntemi değildir; o, devinimsel hizmet amacıyla ruhun düzenlenişi için bir dürtüdür. Sevgi dolu Tanrı ve hizmet eden insana olan sadık görevde, birey bütünlüğünün sağlanışıdır. Din, ebedi ödül olan yüce amacın elde edilişinde hayati derecede önemli her bedeli ödemektedir. Muhteşem bir biçimde ulvi olan dini sadakatte kutsanmış bir bütüncüllük bulunmaktadır. Ve bu bağlılıklar, toplumsal olarak etkin ve ruhsal olarak ilerleyici niteliktedir.
100:3.2 (1096.7) Dindar kişi için Tanrı kelimesi; yüce gerçekliğin yaklaşılmasını ve kutsal değerin tanınmasını gösteren bir simge haline gelmektedir. İnsanın beğendikleri ve hoşlanmadıkları şeyler, iyiliği veya kötülüğü belirlememektedir; ahlaki değerler, arzuların tatmininden veya duygusal hoşnutsuzluktan doğmamaktadır.
100:3.3 (1096.8) Değerlerin düşünülüşünde sizler, değerin kendisi ile değerli olanı ayırmak zorundasınız. Hoşnutluk veren etkinlikler ile onların insan deneyiminin sürekli olarak ilerleyen bir biçimde yükselen düzeyleri üzerindeki anlamlı bütünleşmelerini ve gelişmiş dışavurumları arasındaki ilişkiyi tanımak zorundasınız.
100:3.4 (1097.1) Anlam, deneyimin değere kattığı bir şeydir; o, değerin takdirsel bilincidir. Soyutlanmış ve tamamiyle bencil olan bir haz, göreceli kötülüğe yaklaşan anlamsız bir eğlence niteliğindeki anlamların neredeyse bütüncül bir değersizleşimini simgeleyebilir. Değerler; gerçeklikler anlamlı ve akılsal olarak ilişkili olduğunda, bu türden ilişkiler akıl tarafından tanındığında ve takdir edildiğinde deneyimseldir.
100:3.5 (1097.2) Değerler hiçbir zaman durağan olamaz; gerçeklik, büyüme olarak değişime işaret etmektedir. Anlamın genişlemesi ve değerin yükselişi olarak büyümenin yoksunluğundaki değişim — olası kötülük niteliğinde — değersizdir. Kâinatsal uyumun niteliği arttıkça, herhangi bir deneyimin sahip olduğu anlam artmaktadır. Değerler, kavramsal aldanmalar değillerdir; onlar gerçektir, ancak her zaman ilişkilerin durumuna bağlıdırlar. Değerler her zaman, hem mevcut hem de olasıdır — geçmişte olan değil, şimdi var olan ve gelecekte gerçekleşecek olan şeylerdir.
100:3.6 (1097.3) Mevcut ve olası olan şeylerin ilişkilendirilmesi, değerlerin deneyimsel gerçekleştirilmesi olarak büyümeye karşılık gelmektedir. Ancak büyüme, yalnızca gelişme değildir. İlerleme her zaman anlamlıdır; ancak büyüme olmadan göreceli olarak değersizdir. İnsan yaşamının yüce değeri; değerlerin büyümesinden, anlamlardaki ilerlemeden ve bu iki deneyimin de kâinatsal düzeydeki karşılıklı ilişkiselliğinin gerçekleştirilmesinden meydana gelmektedir. Ve bu türden bir deneyim, Tanrı-bilincinin dengidir. Bu türden bir fani, her ne kadar doğa-ötesi olmasa da, gerçekten insan-ötesi hale gelmektedir; ölümsüz olan bir fani evirilmektedir.
100:3.7 (1097.4) İnsan, büyümeyi tek başına gerçekleştirmez; ancak o, elverişli şartları sağlayabilir. İster fiziksel, ister ussal ve ister ruhsal olsun büyüme her zaman bilinçdışıdır. Sevgi bu nedenle her zaman büyümektedir; o yaratılamaz, imal edilemez veya satın alınamaz; o büyümek zorundadır. Evrim, büyümenin kâinatsal bir yöntemidir. Toplumsal büyüme, yasamayla teminat altına alınamaz; ve ahlaksal büyümeye, gelişmiş idare ile sahip olunamaz. İnsan bir makineyi imal edebilir; ancak onun gerçek değeri, insan kültüründen ve kişisel takdirden elde edilmek zorundadır. İnsanın büyümeye olan tek katkısı, yaşayan inanç olarak — kendi kişiliğinin bütüncül güçlerini harekete geçirmektedir.
100:4.1 (1097.5) Dini yaşam, adanmış yaşamdır; ve adanmış yaşam, özgün ve kendi kendine gerçekleşen yaratıcı yaşamdır. Yeni dini kavrayışlar, eski ve alt düzeydeki tepki yöntemleri yerine yeni ve daha iyi tepki alışkanlıklarını tercih etme sürecini başlatan çatışmalardan doğmaktadır. Yeni anlamlar yalnızca, çatışmanın ortasında ortaya çıkmaktadır; ve çatışma yalnızca, üstün anlamlar içinde çağrıştırılan yüksek değerleri benimsemenin reddi karşısında varlığını sürdürebilir.
100:4.2 (1097.6) Dini kafa karışıklıkları kaçınılmazdır; orada, öngörüsel çatışma ve ruhsal hoşnutsuzluk olmadan hiçbir büyüme mevcut olamaz. Yaşama ait felsefi ortak bir ölçütünün düzenlenişi, aklın felsefi alanları içinde dikkate değer düzeydeki akılsal karışıklığını beraberinde getirmektedir. Bağlılıklar; bir mücadele olmadan büyük, iyi, gerçek ve soylu adına yerine getirilmez. Çaba, ruhsal görüşün belirginleşmesi ve kâinatsal kavrayışın gelişmesini doğurur. Ve insan usu, geçici mevcudiyetin ruhsal-olmayan enerjilerinden kıt kanaat geçinmekten alı konulmaya karşı çıkar. Miskin hayvan aklı, kâinatsal sorun çözümü ile cebelleşmek için gereken çabaya isyan eder.
100:4.3 (1097.7) Ancak dini yaşamın büyük sorunu, kişiliğin ruh güçleri ile birlikte sevgİ’nin baskınlığını birleştirme görevinden oluşmaktadır. Sağlık, zihinsel verimlilik ve mutluluk; fiziksel sistemlerin, akılsal sistemlerin ve ruhaniyet sistemlerin bütünleşmesinden doğmaktadır. Sağlık ve sıhhat hakkında insan birçok şeyi anlamaktadır; ancak mutluluk hakkında o, gerçekte çok az şeyin farkına varmıştır. En yüksek mutluluk, ruhsal ilerleme ile ayrışmaz bir biçimde ilişkilidir. Ruhsal büyüme; her anlayışın ötesine geçen uzun ömürlü neşeyi, huzuru açığa çıkarır.
100:4.4 (1098.1) Fiziksel yaşam içinde duyular, maddelerin mevcudiyetini anlatır; akıl, anlamların gerçekliğini keşfeder; ancak ruhsal deneyim, yaşamın gerçek değerlerini birey için açığa çıkarır. İnsan yaşamının bu yüksek düzeylerine, Tanrı’nın yüce sevgisinde ve insanın fedakâr sevgisinde erişilir. Eğer siz akranınız olan insanları severseniz, onların sahip oldukları değeri çoktan keşfetmiş bir durumda olursunuz. İsa insanları çok sevmişti, çünkü o onlara çok büyük bir değer atfetmişti. Birliktelik içinde bulunduğunuz kişilerin sahip oldukları değeri en iyi, onların güdülerini keşfederek bulabilirsiniz. Eğer biri sizi sinirlendiriyorsa, hınç duygularına sebebiyet veriyorsa, siz; bu türden uygunsuz davranış için onun nedenleri biçiminde onun bakış açısını duygudaş bir biçimde algılamaya çabalamalısınız. Eğer bir kez olsun komşunuzu anlarsanız, hoşgörülü hale geleceksiniz; ve bu hoşgörü arkadaşlığa doğru büyüyüp, sevgiye doğru olgunlaşacaktır.
100:4.5 (1098.2) Aklın gözünde, tam da karşısına şiddetle bakarken ayakta, bacakları açık, sopası havada, nefret ve düşmanlık soluyan kısa, çirkin, pasaklı, homurdanan bir insan gövdesi biçiminde — mağara-ikameti dönemlerindeki ilkel atalarınızın birine ait bir resim canlanır. Bu türden bir resim, insanın kutsal soyluluğunu neredeyse hiçbir şekilde tasvir etmez. Ancak bu resmi genişletmemize izin verin. Bu canlandırılmış insanın karşısında, kılıç-dişli bir kaplan oturmaktadır. Onun arkasında ise, bir kadın ve iki çocuk. Sizler derhal, bu türden bir resmin, insan ırkı içindeki çoğu güzel ve soylu şeyin başlangıcını işaret ettiğinin ayrımına varırsınız; ancak insan bu iki resimde de aynıdır. Yalnızca, ikinci tasvirde size genişlemiş bir bakış açısı sunulmuştur. Siz onun içinde, bu evrimleşen faninin güdüsünü algılarsınız. Onun tutumu övülmeye değer bir konuma gelmektedir, çünkü siz onu anlamaktasınız. Eğer yalnızca birliktelik içinde bulunduğunuz bireylerin güdülerini derinliğine kavrayabilseydiniz, onları ne kadar da iyi bir şekilde anlayabilirdiniz. Eğer yalnızca akranlarınızı tanıyabilseydiniz, nihai olarak onlara çok derin bir sevgi besleyebilirdiniz.
100:4.6 (1098.3) Sizler akranlarınızı, tek başına bir irade eylemiyle gerçek anlamıyla sevemezsiniz. Sevgi yalnızca, komşunuzun güdüleri ve duyuşlarının en ince ayrıntısına kadar anlaşılmasından doğmaktadır. Her gün bir tane daha insan varlığını sevmeyi öğrenmek karşısında bugünün tüm insanlarını sevmek çok önemli değildir. Eğer her gün veya her hafta akranlarınızdan bir tanesine dair bir anlayışa erişirseniz, ve bu yetkinliğinizin ölçütü olursa, bunun sonucunda siz kesin bir biçimde toplumsal hale gelip, gerçek anlamıyla kişiliğinizi ruhsallaştırırsınız. Sevgi yayılıcıdır; ve insan sadakati ussal ve bilge olduğunda, sevgi nefretten daha çekicidir. Yalnızca içten ve fedakâr sevgi gerçek anlamıyla bulaşıcıdır. Eğer yalnızca her fani devinimsel şefkatin bir odağı haline gelebilseydi, sevginin bu iyi huylu virüsü yakın zaman içinde, tüm medeniyetin sevgiyle kaplanacağı ve onun insanlığın kardeşliğinin gerçekleşmiş hali olacağı bir düzeyde insanlığın duygusal duygu-akışını kaplardı.
100:5.1 (1098.4) Dünya, kayıp ruhlar ile doludur; bu kayıplık din-kuramsal olarak değil, hayal kırıklığına uğramış bir felsefi dönemin ana öğreti akımları arasında kafa karışıklığı içinde amaçsızca dolaşan bir biçimde istikametsel anlamdadır. Oldukça az sayıdaki kişi, yönetim yetkisini elinde bulunduran dinsel kurumun yerine bir yaşam felsefesinin nasıl yerleştirileceğini öğrenmiştir. (Her ne kadar nehir yatağı nehrin kendisi olmasa da, toplumsallaşmış dinin simgeleri büyümenin kanalları olarak hor görülmemelidir.)
100:5.2 (1098.5) Dini büyümenin ilerleyişi; duraklamadan çatışma boyunca eş-güdüme, güvensizlikten şüphe duyulmayan inanca, kâinatsal bilince dair kafa karışıklığından kişiliğin bütünleşmesine, geçici amaçtan ebedi olana, korkunun esaretinden kutsal evlatlığın özgürlüğüne doğru hareket eder.
100:5.3 (1099.1) Tanrı-bilincinin zihinsel, duygusal ve ruhsal farkındalığı olarak — yüce ideallerine olan bağlılığın resmi ifadeleri doğal ve kademeli bir büyüme şeklinde veya zaman zaman, bir buhranda olduğu gibi, belirli olaylarda deneyimlenebilir. Aziz Pavlus, Şam yolundaki o önemli günde bu türden bir anlık ve hayret verici dönüşümü deneyimlemişti. Gotama Sidarta, yalnız başına oturduğu ve nihai gerçekliğin gizemine girmeye çalıştığı gece benzer bir deneyime sahip olmuştu. Diğer birçokları benzer deneyimlere sahip olmuşlardır; ve birçok gerçek inanan, anlık dönüşüm olmadan ruhaniyet içinde ilerlemiştir.
100:5.4 (1099.2) Dinsel dönüşümler olarak adlandırdığınız olaylar ile ilişkili hayret verici olguların çoğu, özü bakımından tamamiyle psikolojiktir; ancak zaman zaman orada, kökeni itibariyle ruhsal da olan deneyimler ortaya çıkmaktadır. Akılsal hareketlenme, ruhaniyet kazanımına olan yukarı yönlü zihinsel erişiminin herhangi bir düzeyi üzerinde mutlak olarak bütüncül olduğu zaman, orada kutsal düşünceye olan sadakatlerin insan güdüsü türünün kusursuzluğu mevcut olduğunda, bunun sonucunda orada oldukça sık bir biçimde; ikamet eden ruhaniyetin, inanan faninin bilinç-ötesi aklının yoğunlaşmış ve kutsanmış amacıyla eş zamanlı hale gelmek için anlık bir aşağı yönlü kavrayışı ortaya çıkar. Ve, tamamiyle psikolojik olan katılımın üzerinde ve ötesindeki etkenlerden meydana gelen dönüşümü mevcut kılan şey, bütünleşmiş ussal ve ruhsal olguların bu türden deneyimleridir.
100:5.5 (1099.3) Ancak, duygu tek başına sahte bir dönüşümdür; bir kişi, duyguya ek olarak inanca sahip olmak zorundadır. O kadar ki; bu türden zihinsel hareketlenme yarımdır, ve insan-bağlılık güdüsü tamamlanmamıştır, dönüşümün deneyimi iç içe geçmiş bir ussal, duygusal ve ruhsal gerçeklik olmalıdır.
100:5.6 (1099.4) Eğer bir kişi; başka bir biçimde bütünleşmiş ussal yaşam içinde işlevsel olarak geçerlilik gösteren bir varsayım biçiminde kuramsal bir alt-bilinç aklını tanımak istiyorsa, bunun sonucunda, tutarlılığını korumak için, kişi, Düşünce Düzenleyicisi olan ikamet eden ruhaniyet birimi ile doğrudan ilişkinin bölgesi olarak bilinç-ötesi düzey niteliğindeki yükselen ussal etkinliğin benzer ve ilgili bir âlemi üzerinde düşünmek zorundadır. Tüm bu zihinsel varsayımlar içindeki büyük tehlike; olağanüstü rüyalara ek olarak geleceğe dair görülerin ve gizemli olarak adlandırdığınız diğer deneyimlerin insan aklına yapılan kutsal iletişimler biçiminde görülebilecek oluşudur. Geçmişteki dönemlerde kutsal varlıklar kendilerini belirli Tanrı-bilen kişilere açığa çıkarmışlardı; onlar bunu, bahse konu kişilerin gizemli iletişim biçimleri veya kötümser gelecek görüşleri nedeniyle değil, tüm bu olgulara rağmen gerçekleştirmişlerdi.
100:5.7 (1099.5) Dönüşme-arzusu karşısında, Düşünce Düzenleyicisi ile olası ilişkinin morontia alanlarına olan yaklaşımın daha iyisi, içten ve fedakâr dua olarak yaşayan inanç ve samimi ibadet aracılığıyla olacaktır. İnsan aklının bilinç-dışı düzeylerine ait hafızaların haddinden fazla bir biçimde deneyimlenen anlık heyecan hissi, kutsal açığa çıkarılışlar ve ruhani yönlendirmeler ile karıştırılmıştır.
100:5.8 (1099.6) Orada, dini hayalciliğin alışkanlıksal uygulamasıyla iniltili büyük tehlike bulunmaktadır: gizemcilik, her ne kadar zaman zaman içten ruhsal birlikteliğin bir aracı olmuş olsa da, gerçeklikten kaçınmanın bir yöntemi haline gelebilir. Yaşamın yoğun olarak aktığı yerlerden kısa süreli çekilme ciddi bir biçimde tehlike arz etmeyebilse de, kişiliğin haddinden fazla uzun süren tecridi en istenilmeyen şeydir. Hiçbir koşul altında geleceği görmeye yönelen bilincin kendinden geçme düzeyi, dini bir deneyim olarak işlenilemez.
100:5.9 (1099.7) Gizem düzeyinin temel nitelikleri; bilincin, görece eylemsiz olan bir us üzerinde faaliyet gösteren merkezi odaklanmanın keskin adalarıyla dağılımıdır. Tüm bunların hepsi, bilinci; bilinç-ötesi düzey olan ruhsal iletişiminin alanı doğrultusu yerine bilinç-altına doğru çekmektedir. Birçok gizemci, akılsal ayrışımlarını olağandışı akılsal dışavurumlarının düzeyine taşımıştır.
100:5.10 (1100.1) Ruhsal derin düşünmenin daha sağlıklı tutumu, düşünceli ibadette ve şükranlık duasında bulunabilir. Beden içindeki İsa’nın yaşamının daha sonraki yıllarında ortaya çıkmış olduğu gibi bir kişinin Düşünce Düzenleyicisi ile olan doğrudan birlikteliği, bu gizemli olarak adlandırılan deneyimler ile karıştırılmamalıdır. Gizemli birlikteliğe olan girişe katkı sağlayan etkenler, bu türden zihin düzeylerinin sahip olduğu tehlikeye işaret etmektedir. Gizemsel düzey şu gibi şeyler tarafından tetiklenir: fiziksel yorgunluk, oruç, zihinsel ayrışma, derin estetik deneyimler, keskin cinsel dürtüler, korku, endişe, hiddet ve vahşi dans etme. Bu türden başlangıçsal hazırlanmanın bir sonucu olarak anlık gerçekleşen maddi nitelikli derin duygu etkileşimlerinin büyük bir kısmı kaynağını bilinç-altı akıldan alır.
100:5.11 (1100.2) Gizem olguları için şartlar her ne kadar elverişli olursa olsun, Nasıralı İsa’nın; Cennet Yaratıcısı ile olan bütünlüğü için bu türden yöntemlere hiçbir zaman başvurmamış olduğu kesin bir biçimde anlaşılmalıdır. İsa hiçbir alt-bilinç yanılsaması veya bilinç-ötesi aldanması yaşamamışlardı.
100:6.1 (1100.3) Evrimsel dinler ve açığa çıkarımsal dinler yöntem bakımından dikkate değer bir biçimde farklılık gösterebilir; ancak güdü bakımından büyük benzerlik bulunmaktadır. Din, yaşamın özel bir işlevi değildir; bunun yerine o bir yaşam biçimidir. Gerçek din, dindar bireyin kendisi ve tüm insanlık için yüce değerde gördüğü belirli bir gerçeklik için gösterdiği içten bir bağlılıktır. Ve, tüm dinlerin oldukça belirgin olan nitelikleri şunlardır: yüce değerlere olan şüphe duyulmayan bağlılık ve içten sadakat. Yüce değerlere olan bu dini bağlılık, varsayıldığı şekliyle dindar olmayan annenin çocuğuyla olan ilişkisinde ve dindar olmayan bireylerin benimsenmiş bir amaca yönelik coşkun bağlılığında sergilenmektedir.
100:6.2 (1100.4) Dindar bireyin kabul edilmiş yüce değeri bayağı veya yanlış bile olabilir; ancak o yine de dinseldir. Bir din, tam da; yüce olarak gördüğü değerin, gerçekten de, özgün ruhsal değerdeki bir kâinatsal gerçekliği olduğu ölçüde içtendir.
100:6.3 (1100.5) Dini uyarıma olan insan karşılığının işaretleri, soyluluk ve ihtişamın niteliklerini içine alır. Samimi dindar; evren vatandaşlığının bilincinde olup, Tanrı’nın evlatlarının üstün ve soylulaştırılmış bir birliktelik aidiyetinin üyesi olma güvencesiyle heyecanlanır ve canlanır. Bireyin kendisine beslediği güvenin bilinci, yüce hedefler olarak — en yüksek evren amaçlarının peşine düşme uyarımı tarafından çoğalmış hale gelmiştir.
100:6.4 (1100.6) Birey; gelişmiş öz-denetimi zorunlu kılan, duygusal çatışmayı düşüren ve fani yaşamı gerçek anlamıyla yaşamaya değerli kılan her şeyi içine alan bir güdünün ilgi çekici etkisine kendisini teslim etmiştir. İnsan sınırlılıklarının kötümser tanınışı; en yüksek evren ve aşkın-evren amaçlarına erişmek için ahlaki kararlılık ve ruhsal arzu ile ilişkili halindeki fani yetersizliklerinin doğal bilincine dönüşmüştür. Ve, fani-ötesi ideallere olan erişim için bu güçlü arzu her zaman; artan sabır, müsamaha, cesaret ve hoşgörü tarafından nitelenir.
100:6.5 (1100.7) Ancak, gerçek din, bir hizmet yaşamı olarak yaşayan bir sevgidir. Dindar bireyin, büyük bir kısmı tamamiyle geçici ve boş olan şeylerden ayrılışı hiçbir zaman toplumsal tecride götürmemektedir; ve o hiçbir zaman mizah anlayışına zarar vermemelidir. Gerçek din, insan mevcudiyetinden hiçbir şey almamaktadır; ancak o, yaşamın tümüne yeni anlamlar kazandırmaktadır. O; ruhsal kavrayışa ek olarak insan bağlılıklarının ortak toplumsal yükümlülüklerine olan sadık bağlılık tarafından denetlenmediğinde daha tehlikeli olan, katı inancı için sonuna kadar mücadele eden birinin ruhaniyetini bile ortaya çıkarabilir.
100:6.6 (1101.1) Dini yaşamın en hayret verici belirleyici işaretlerinden bir tanesi; tüm insan anlayışının ötesine geçen, kuşku ve kargaşanın her türünün yokluğunu simgeleyen kâinatsal dinginlik olarak, devinimsel ve ulvi barıştır. Ruhsal istikrarın bu türden düzeyleri, hayal kırıklığından etkilenmez. Bu gibi dindarlar şunları söylemiş olan Aziz Pavlus gibidir: “Ben; ne ölümün, ne yaşamın, ne meleklerin, ne prensliklerin, ne güçlerin, ne şimdiki şeylerin, ne gelecek olan şeylerin, ne yüksekliğin, ne derinliğin, ne de başka bir şeyin bizleri Tanrı’nın sevgisinden ayırmaya yetkin olamayacağına kani oldum.”
100:6.7 (1101.2) Orada; Yüce’nin gerçekliğini kavramış ve Nihayet’in amacının peşine düşmüş olan dindarın bilinci içinde barınır halde bulunan, galip gelen ihtişamın kendisini gerçekleşmesi ile ilişkili bir güvenlik hissi bulunmaktadır.
100:6.8 (1101.3) Evrimsel din bile, içten bir deneyim olduğu için bağlılık ve ihtişam içinde tüm bunlara karşılık gelmektedir. Ancak, açığa çıkarılmış din, içten olmasına ek olarak muhteşemdir. Genişlemiş ruhsal duyuşun yeni bağlılıkları, hizmet ve aidiyet birlikteliğine ait olarak sevgi ve sadakatin yeni düzeylerini yaratmaktadır; ve, tüm bu gelişmiş toplumsal bakış, Tanrı’nın Yaratıcılığına ek olarak insanın kardeşliğinin gelişmiş bir bilincini üretmektedir.
100:6.9 (1101.4) Evirilmiş ve açığa çıkarılmış din arasındaki ayırt edici farklılık, tamamiyle deneyimsel olan insan bilgeliğine eklenmiş kutsal bilgeliğin yeni bir niteliğidir. Ancak o, kutsal bilgeliğin ve kâinatsal kavrayışın artan bahşedilmelerinin ilerideki kabulü için yetkinliği geliştiren, insan dinleri içinde ve onlar ile birlikte gerçekleşen deneyimdir.
100:7.1 (1101.5) Her ne kadar Urantia’nın ortalama fanisi; Nasıralı İsa’nın beden içinde kısa süreli ikametinde elde etmiş olduğu, karakterdeki yüksek kusursuzluğa erişmeyi hayal bile edemese de, her fani inananın, İsa kişiliğinin kusursuzlaşmış doğrultusu boyunca güçlü ve bütünleşmiş bir kişiliği geliştirmesi tamamiyle mümkündür. Hâkim’in kişiliğine ait benzersiz nitelik çok da, seçkin ve dengeli bütünlüğü olarak onun uyumundaki kusursuzlukta değildi. İsa’nın en etkili sunumu, suçlayıcıları karşısında Hâkim’i işaret ederken “İnsana bakın!” sözünü söyleyen birinin örneğinin takip edilişinden meydana gelmektedir.
100:7.2 (1101.6) İsa’nın hatasız iyiliği, insanların kalplerine dokunmuştu; ancak onun güvenilir karakter kuvveti, takipçilerini büyülemişti. O gerçekten içtendi; onun içinde ikiyüzlü nitelikte olan hiçbir şey yoktu. O, gösterişten tamamiyle uzaktı; o her zaman canlandırıcı bir biçimde samimiydi. O, başkalarının gerçek olmayan bir şeye inanmalarını için rol yapacak kadar hiçbir zaman alçalmadı; ve o hiçbir zaman, gerçek olmayan bir şeyi gerçeklik olarak sunmaya başvurmadı. O gerçekliği yaşadı, hatta bunu öğrettiği şekliyle bile gerçekleştirdi. O gerçeklikti. Her ne kadar bu tür içtenlik zaman zaman acı çekmesine neden olduysa da o, kurtarıcı gerçekliği kendi nesline duyurmakla sınırlandırılmıştı. O şüphesiz bir biçimde gerçekliğin tümüne sadıktı.
100:7.3 (1101.7) Ancak Hâkim, oldukça erişilebilir bir biçimde fazlasıyla makuldü. Tasarımlarının tümü bu türden kutsanmış ortak duyuşla nitelenirken, hizmetinin tümünde oldukça işlevseldi. O oldukça garip, tutarsız ve alışılmadık şeyleri dışa vuran eğilimlerden fazlasıyla uzaktı. O hiçbir zaman değişken, tuhaf veya kendini kaybetmiş nitelikte değildi. Öğretisinin tümünde ve yaptığı her şeyde her zaman, ölçülülüğün olağanüstü bir duyuşuyla ilişkili seçkin bir ayırt etme bulunmaktaydı.
100:7.4 (1102.1) İnsanın Evladı her zaman oldukça dingin bir kişilikti. Onun düşmanları bile, kendisi için bütüncül bir saygı beslediler; onlar, mevcudiyetinden bile korku duymuşlardı. İsa korkusuzdu. O her şeye ek olarak kutsal coşku ile doluydu; ancak o hiçbir zaman yobaz hale gelmedi. Duygusal olarak etkindi, ancak hiçbir zaman uçarı değildi. O hayalciydi, ancak her zaman işlevseldi. O dürüst bir biçimde yaşamın gerçeklikleriyle yüzleşti; ancak o hiçbir zaman sıkıcı veya sıradan olmadı. O cesurdu, ancak hiçbir zaman dikkatsiz değildi; tedbirliydi, ancak bunu hiçbir zaman korkakça yapmamaktaydı. Duygudaştı, ancak aşırı derecede duygusal değildi; benzersizdi, ancak tuhaf değildi. Dindardı, ama sofu değildi. Ve o, bu derecede fazlasıyla dingindi, çünkü kusursuz bir biçimde bütünleşmişti.
100:7.5 (1102.2) İsa’nın özgünlüğü engellenememişti. O; geleneğe bağlı kalmamış, dar ortak kabullere olan kölelikle kısıtlanmamıştı. İsa; kuşku duyulmayan güvenle konuşup, mutlak uzmanlıkla öğretti. Ancak onun muhteşem özgünlüğü, selefleri ve çağdaşlarının sahip oldukları öğretilerinde gerçeklik mücevherlerini görmezden gelmesine neden olmamıştı. Ve onun öğretilerinin en özgün olanı, korku duyma ve feda verme yerine sevgi ve bağışlamanın vurgusuydu.
100:7.6 (1102.3) İsa, bakış açısı bakımından oldukça geniş görüşlüydü. Takipçilerinden müjdeyi tüm insanlara duyurmalarını ısrarla öğütledi. O, her türlü dar görüşlülükten uzaktı. Onun anlayışlı kalbi, tüm insanlığı, hatta bir evreni kucakladı. Onun daveti her zaman “Her kim olursa, gelmesine izin verin” olmuştu.
100:7.7 (1102.4) İsa hakkında söylenen “Tanrı’ya güvendi” sözü doğruydu. İnsanlar arasında bir insan halinde, olabilecek en ulvi biçimde gökteki Yaratıcı’ya inandı. O Yaratıcısı’na, küçük bir çocuğun dünyasal ebeveynine güvendiği gibi güvendi. Onun inancı kusursuzdu, ancak hiçbir zaman aşırı bir biçimde kendinden emin değildi. Acımasız doğa nasıl kendini gösterirse göstersin, ve dünya üzerinde insanın refahına karşı ne kadar vurdumduymaz olursa olsun, İsa hiçbir zaman inancında bocalamaya düşmedi. O hayal kırıklığından etkilenmemekteydi, ve idamına karşı kayıtsızdı. O, belirgin başarısızlık karşısında değişmemekteydi.
100:7.8 (1102.5) O, doğuştan gelen yeteneklerinde ve elde ettikleri niteliklerinde ne kadar farklı olduklarını aynı zamanda tanıyarak insanları kardeşleri olarak sevmişti. “O iyi şeyler yapmak için uğraşmıştı.”
100:7.9 (1102.6) İsa, olağandışı biçimde neşeli bir insandı; ancak o, gözleri görmez ve sorgulamaz bir iyimser değildi. Onun ısrarlı tavsiyesindeki sürekli adı geçen sözcük “Neşenizi kaybetmeyin” olmuştu. O, Tanrı’ya olan şaşmaz güveni ve insana olan sarsılmaz inancı nedeniyle bu kendine güvenen tutumu koruyabilmişti. O her zaman etkileyici bir biçimde tüm insanları düşünmekteydi, çünkü o, onları sevmiş ve onlara inanmıştı. Buna rağmen o her zaman; yargılarında doğru olup, Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmeye olan bağlılığında muhteşem bir biçimde kararlıydı.
100:7.10 (1102.7) Hâkim her zaman cömertti. O hiçbir zaman şunu söylemekten yorulmadı: “Vermek almaktan daha kutludur.” O, “Özgürce aldınız, özgürce verin” demişti. Ve yine de, tüm sınırsız cömertliğine rağmen, o hiçbir zaman savurgan veya müsrif olmadı. O, kurtuluşu alabilmeniz için inanmanız gerektiğini öğretti. “Zira, peşine düşen herkes onu alacaktır.”
100:7.11 (1102.8) O dürüsttü, ancak her zaman nazikti. “Eğer böyle olmasaydı, sana söylerdim” derdi. O açık sözlüydü, ancak her zaman candandı. O, günah işleyene olan sevgisinde ve günaha olan nefretinde sözünü sakınmayan biriydi. Ancak tüm bu hayranlık verici dürüstlüğü boyunca o yanılsamaz bir biçimde adildi.
100:7.12 (1102.9) İsa, her ne kadar insan kederinin kadehinden zaman zaman uzun uzun içmiş olsa da, tutarlı bir biçimde neşeliydi. O korkusuz bir biçimde mevcudiyetin gerçeklikleriyle yüzleşmişti; yine de krallığın müjdesi için coşkuyla doluydu. Ancak o coşkusunu denetledi; bu coşku onu hiçbir zaman denetlemedi. O koşulsuz bir biçimde “Yaratıcı’nın işine” adanmıştı. Bu kutsal coşku, ruhsal olmayan kardeşlerinin onun kendinden geçmiş olduğunu düşünmelerine neden olmuştu; ancak seyirci olan evren kendisini, aklıbaşındalılığın örneği ve ruhsal yaşamın yüksek ölçütlerine olan yüce fani bağlılığın emsali olarak değerlendirmişti.
100:7.13 (1103.1) Celile’nin bu insanı, kederlerin bir insanı değildi; o, mutluluğun bir ruhuydu. O her zaman “Neşelenin ve fazlasıyla mutlu olun” demekteydi. Ancak, sorumluluğu gerektirdiğinde, “ölümün gölgesi vadisi” boyunca cesaretle yürümeye gönüllüydü. O sevinçliydi, ancak aynı zamanda alçak gönüllüydü.
100:7.14 (1103.2) Onun cesareti ancak sabrıyla dengelenmekteydi. Vaktinden önce hareket etmesi için üstüne gelindiğinde, sadece “Benim vaktim henüz gelmedi” şeklinde cevap vermekteydi. O hiçbir zaman bir acelecilik içerisinde değildi; onun sakinliği ulviydi. Ancak, o sıklıkla, kötülüğe öfkelenir, günahı hoş görmez bir tutum sergilemişti. O çoğu kez, dünya üzerindeki çocuklarının refahına zarar verecek olan şeye karşı koyacak kadar çok etkilenmişti. Ancak, onun günaha olan öfkesi hiçbir zaman günahı işleyene karşı yönelmemişti.
100:7.15 (1103.3) Onun cesareti muhteşemdi; ancak o hiçbir zaman çılgınca hareket etmedi. Onun düsturu “Korku duyma” olmuştu. Onun mertliği üstün, onun cesareti çoğu zaman kahramancaydı. Ancak onun cesareti tedbirle ilişkili olup, nedensellikle denetlenmişti. O, inançtan doğan cesaretti, gözü görmez cürete ait dikkatsizlik değil. O, tam anlamıyla mertti; ancak hiçbir zaman düşüncesizce cüretkâr değildi.
100:7.16 (1103.4) Hâkim bir hürmet emsaliydi. Onun gençlik duası bile “Gökte olan Tanrımız, ismin kutsansın.” O, akranlarının yanlış ibadetine bile saygılıydı. Ancak bu kendisini, dini geleneklerini eleştirmekten ve insan inanışının hatalarını sert bir biçimde hedef almaktan alıkoymamıştı. O, gerçek kutsallığa hürmetkârdı; ve yine de şunu söyleyerek akranlarının ilgisini yerinde bir biçimde çekebilirdi: “Aranızdan kim benim günah işlediğimi ispat edebilir?”
100:7.17 (1103.5) İsa, iyi olduğu için büyüktü; ve yine de küçük çocuklar ile birlikte kardeşçe bütünleşmişti. O kişisel yaşamında nazik ve gösterişsizdi; ve yine de, bir evrenin kusursuzlaştırılmış insanıydı. Onun birliktelikleri kendisini, kendiliğinden gelen olarak adlandırmışlardı.
100:7.18 (1103.6) İsa, kusursuzca bütünleşmiş insan kişiliğiydi. Ve bugün 0, Celile’de olduğu gibi, fani deneyimini bütünleştirmeye ve insan çabalarını eş-güdümsel hale getirmeye devam etmektedir. O; yaşamı bütünleştirmekte, kişiliği soylulaştırmakta ve deneyimi yalınlaştırmaktadır. O insan aklına; yüceltmek, dönüştürmek ve güzelleştirmek için girmektedir. “Herhangi bir kişi İsa Mesih’i yanına alırsa, o yeni bir varlıktır; eski şeyler gelip geçmektedir; bakın, her şey yenilenmektedir.” sözü kelimenin tam anlamıyla doğrudur.
100:7.19 (1103.7) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
101. Makale
101:0.1 (1104.1) BİR insan deneyimi olarak din; evrimleşen yabani bireyin ilkel korku köleliğinden başlayarak, ebedi Tanrı ile birlikte evlatlığın muhteşem bir biçimde bilincinde olan medenileşmiş fanilerin ulvi ve olağanüstü inanç özgürlüğüne kadar çeşitlilik göstermektedir.
101:0.2 (1104.2) Din; ilerleyici toplumsal evrime ait gelişmiş etik kurallarının ve ahlaki değerlerin atasıdır. Ancak din, tam da anlaşıldığı biçimiyle; her ne kadar kendisinin dışa dönük ve toplumsal dışavurumları insan toplumunun etik ve ahlaki ivmesi tarafından oldukça fazla bir biçimde etkilenmekteyse de, yalnızca ahlaki bir hareket değildir. Din her zaman, insanın evrimleşen doğası için ilham kaynağıdır; ancak bu evrimin gizi değildir.
101:0.3 (1104.3) Kişiliğin kani olduğu inanç olarak din, her zaman; inanmayan maddi akılda doğan umutsuzluğun yüzeysel nitelikteki zıt mantığı karşısında üstün gelebilir. Orada gerçekten de, “dünyaya gelen her insanı aydınlatan gerçek ışığın” bulunduğunu söyleyen gerçek ve özgün bir iç ses bulunmaktadır. Ve bu ruhaniyet rehberliği, insan vicdanının etik telkininden farklıdır. Dini güvencenin hissi, ruhsal bir hissiyattan çok daha fazlasıdır. Dinin güvencesi, aklın nedenselliğinin, hatta felsefenin mantığının bile ötesine geçmektedir. Din inancın, güvenin ve güvencenin kendisidir.
101:1.1 (1104.4) Gerçek din, doğal kanıtlar ile nedensel bir biçimde açıklanabilecek ve delillendirilebilecek felsefi bir inanışın sistemi değildir; hem de o, sadece gizemciliğin romantik takipçileri tarafından memnuniyetle deneyimlenebilen, tanımlanamaz coşku hislerine ait gerçeğin ötesinde ve gizemci bir deneyim değildir. Din, nedenselliğin ürünü değildir; ancak içinden bakıldığında tamamiyle akla uygundur. Din, insan felsefesinin mantığından elde edilmemiştir; ancak bir fani deneyimi olarak tamamiyle mantıksaldır. Din, evrimsel kökene ait bir ahlaki varlığın bilincinde kutsallığın deneyimlenmesidir; o, henüz beden içindeyken ruhsal tatminlerin gerçekleştirilişi olarak zaman içindeki ebedi gerçeklikler ile olan gerçek deneyimi temsil etmektedir.
101:1.2 (1104.5) Düşünce Düzenleyicisi, aracılığı ile kendisini ifade etme yetisini kazanabilecek hiçbir özel işleyişsel düzene sahip değildir; dini duyguların alınımı ve dışa vurulumu için hiçbir gizemli yeti bulunmamaktadır. Bu deneyimler, fani aklın doğal olarak emredilen işleyiş biçimi vasıtasıyla erişilebilir kılınmıştır. Ve burada, sürekli olarak ikamet ettiği yer olan maddi akıl ile gerçekleştirdiği doğrudan iletişimi sürecinde Düzenleyici’nin yaşadığı zorluğun bir açıklaması bulunmaktadır.
101:1.3 (1104.6) Kutsal ruhaniyet fani insan ile iletişimde bulunmaktadır, bunu hisler ve duygularla değil, en yüksek ve fazla ruhsallaşmış düşüncenin âleminde gerçekleştirir. Tanrı-yoluna sizleri götüren düşüncelerinizdir, hisleriniz değil. Kutsal doğa sadece aklın gözleri ile algılanabilir. Ancak, ikamet eden Düzenleyici’yi duyarak Tanrı’yı gerçekten kavrayan akıl, saf akıldır. Bu türden dini deneyimler; Tanrı’nın evrimleşen evlatlarının düşünceleri, idealleri, kavrayışları ve ruhaniyet arzuları üzerinde ve onların gerçekleştiği süreçler ortasında faaliyet gösterirlerken, Düzenleyici ve Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin birleşik çalışmalarıyla inanın aklında bıraktığı etkinden elde edilmektedir.
101:1.4 (1105.1) Din yaşamakta ve gelişmektedir; bu süreç, görme ve hisle değil, inanç ve kavrayışla gerçekleşir. Bu, yeni bilgilerin keşfinden veya benzersiz bir deneyimi bulmaktan oluşmaz; onun yerine, inanlık için hali hazırda çok iyi bilinmekte olan bilgilerdeki yeni ve ruhsal anlamların keşfiyle olur. En yüksek dini deneyim inanışa, geleneğe ve yönetim yetkisine bağlı değildir; hem de din, ulvi hisler ve tamamiyle gizemli duyguların doğumu değildir. O, bunun yerine, insan aklı içindeki ikamet eden ruhani etikler ile birlikte ruhsal birlikteliğin oldukça derin nitelikli yaşanan bir deneyimidir; ve bu türden bir deneyim psikolojinin kavramları ile tanımlanabildiği müddetçe, o sadece, bu gibi tamamiyle kişisel olan bir deneyimin gerçekliği olarak Tanrı’ya inanmanın gerçekliğinin deneyimlenme deneyimidir.
101:1.5 (1105.2) Her ne kadar din; maddi bir evren görüşünün mantıksal varsayımlarının ürünü olmasa da, yine de, insanın akıl-deneyiminden doğan tamamiyle mantıksal bir kavrayışın yaratımıdır. Din; her ne kadar en başından beri, bir parça gizemli oluşuna ek olarak tamamiyle ussal nedenin ve felsefi mantığın kavramları ile tanımlanamaz ve açıklanamaz niteliğe sahip olsa da, ne gizemli inziva düşüncelerinden ne de tecrit edilmiş akıl yürütmelerinden doğmaktadır. Gerçek dinin mücevherleri, insanın ahlaki bilincinden doğmaktadır; ve onlar, Tanrı’ya-aç insan aklı içindeki Tanrı’yı-açığa-çıkaran Düşünce Düzenleyicisi’nin mevcudiyetinin bir sonucu olarak kademeli bir biçimde çoğalan insanın ruhsal kavrayışı şeklindeki bu yetinin büyüyüşünde açığa çıkarılır.
101:1.6 (1105.3) İnanç, fani kavrayış ile değerlerin vicdani yargılarını bütünleştirir; ve sorumluluğun mevcudiyet-öncesinden gelen evrimsel nitelikli hissi, gerçek dinin doğuşunu başlatır. Dinin deneyimi nihai olarak, Tanrı’ya dair belirli bir bilince ilaveten inanan kişiliğin kurtuluşuna dayanan kuşku duyulmaz güvenceyle sonuçlanır.
101:1.7 (1105.4) Bu nedenle; dini arzuların ve ruhsal dürtülerin, insanların tek başına Tanrı’ya inanmak istemelerine neden olacak bir doğada olmadıkları, bunun yerine insanların, Tanrı’ya inanmanın en yüksek gereksiniminde bulunmalarının yargısından derin bir biçimde etkilendikleri gözlenmiş olabilir. Açığa çıkarılışın aydınlatışı sonucunda ortaya çıkan evrimsel nitelikli ödev ve sorumluluklara dair his insanın ahlaki doğası üzerinde öyle derin bir etkide bulunur ki, o; Tanrı’ya inanmamak gibi bir hakkının bulunmadığına dair kararı verdiği yer olan akıl konumuna ve ruh tutumuna nihai olarak erişir. Bu türden aydınlanmış ve düzene girmiş bireylerin daha yüksek ve felsefe-ötesi bilgeliği nihai olarak onlara; Tanrı’dan kuşku duymanın veya onun iyiliğine güvenmemenin, — kutsal Düzenleyici — olarak insan aklı ve ruhu içindeki en gerçek ve en derin olan şeyi boşa çıkaracağını öğretir.
101:2.1 (1105.5) Din bilgisi tamamiyle, mantıksal ve ortalama insan varlıklarının dini deneyiminden meydana gelir. Ve bu; dinin bilimsel veya hatta psikolojik olarak değerlendirilebileceği tek niteliktir. Açığa çıkarılışın açığa çıkarılış olduğunun kanıtı insan deneyiminin bu aynı bilgisidir: bu; doğanın farklı görünen bilimleri ile dinin din-kuramını, hem bilim hem de dinin eş-güdümsel hale getirilmiş ve bağıntılı bir açıklaması olarak tutarlı ve mantıklı bir evren felsefesine doğru birleştirip, böylelikle, madde içinde, akıllarla ve ruhaniyet üzerinde Sınırsız’ın iradesi ve tasarılarının nasıl işlediğini öğrenmeye can atan fani aklın bu sorgulamalarına insan deneyimi içinde cevap veren aklın bir ahengini ve bir ruhaniyet tatminini yaratır.
101:2.2 (1106.1) Nedensellik, bilimin yöntemidir; inanç, dinin yöntemidir; mantık, felsefenin, giriştiği yöntemdir. Açığa çıkarılış; aklın derin düşüncesiyle madde ve ruhaniyetin gerçekliğine ek olarak ikisi arasındaki ilişkilerin kavranılmasında bir bütünlüğe erişme yöntemini sağlayarak, morontia bakış açısının yoksunluğunu telafi etmektedir.Ve gerçek açığa çıkarılış hiçbir zaman; bilimi doğa-dışı, dini kabul edilemez ve felsefeyi mantıksız kılmaz.
101:2.3 (1106.2) Nedensellik, bilim çalışması aracılığıyla, doğadan giderek bir İlk Sebep’e doğru geri götürebilir; ancak, bilimin İlk Sebep’ini kurtuluşun bir Tanrısı’na dönüştürmek için dini inanç gereklidir; ve kurtuluş, ilaveten, bir tür ruhsal kavrayış olarak bu türden bir inancın onaylanması için gereklidir.
101:2.4 (1106.3) İnsan kurtuluşunu destekler nitelikte bulunan bir Tanrı’ya inanmanın iki temel nedeni bulunmaktadır:
101:2.5 (1106.4) 1. İnsan deneyimi, kişisel güvence, bir ölçüde önceden verilmiş nitelikteki ümit ve ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi tarafından başlatılan güven.
101:2.6 (1106.5) 2. İster kutsal Evlatlar’ın dünya bahşedilişi olarak Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin doğrudan kişilik hizmeti aracılığıyla, isterse de yazılmış sözden oluşan açığa çıkarılışlarla olsun, gerçekliğin açığa çıkarılışı.
101:2.7 (1106.6) Bilim, bir İlk Sebep’e dair varsayımda nedensellik-arayışını sonlandırmaktadır. Din, kurtuluşa dair bir Tanrı’dan emin olana kadar inanç arayışına son vermemektedir. Derin bilim çalışması, mantıksal olarak, bir Mutlaklık’ın gerçekliğine ve mevcudiyetine işaret etmektedir. Din, kişilik kurtuluşunu destekler nitelikteki bir Tanrı’nın mevcudiyeti ve gerçekliğine koşulsuz bir biçimde inanmaktadır. Metafiziksel düşüncenin gerçekleştirmede tamamen başarısız olduğu, ve felsefenin bile gerçekleştirmede kısmi bir biçimde başarısız olduğu şeyi açığa çıkarılış yerine getirmektedir; bu ise, bilimin bu İlk Sebep’i ile dinin kurtuluş tanrısının tek ve aynı İlahiyat olduğunu olumlamasıdır.
101:2.8 (1106.7) Nedensellik bilimin kanıtı, inanç dinin kanıtı ve mantık felsefenin kanıtıdır; ancak açığa çıkarılış ancak insan deneyimi tarafından gerçeklik kazanır. Bilim bilgiyi doğurur; din mutluluğu doğurur; felsefe bütünlüğü doğurur; açığa çıkarılış, evrensel gerçekliğe olan bu üç katmanlı yaklaşımın deneyimsel uyumunu onaylar.
101:2.9 (1106.8) Doğa üzerinde gerçekleştirilecek derin düşünme yalnızca, bir hareket Tanrısı olarak bir doğa Tanrısı’nı açığa çıkarabilir. Doğa sadece; hayat olarak — madde, hareket ve yaşamsal devinimi sergiler. Enerjiye ek olarak madde, belirli koşullar altında, yaşam türleri içerisinde dışa vurulmaktadır; ancak doğal yaşam bu nedenle bir olgular bütünü olarak görece devamlıyken, bireyler için tamamiyle geçicidir. Doğa, insan-kişiliğinin kurtuluşuna olan mantıksal inanış için hiçbir temeli sağlamaz. Doğa içinde Tanrı’yı bulan dindar insan, hâlihazırda ve ilk kez bu aynı kişisel Tanrı’yı kendi ruhunda bulmuştur.
101:2.10 (1106.9) İnanç Tanrı’yı ruh içerisinde açığa çıkartır. Evrimsel bir dünya üzerindeki morontia kavrayışının eşleniği olarak açığa çıkarılış, inancın kendi ruhunda sergilediği aynı Tanrı’yı doğada görmesine yetkin hale getirir. Böylelikle açığa çıkarılış başarılı bir biçimde; madde ve ruhsal olanı, ve hatta, insan ve Tanrı olarak, yaratılmış ve Yaratan arasındaki uçurumu başarılı bir biçimde birleştirir.
101:2.11 (1107.1) Doğa üzerindeki derin düşünme, ussal yönlendirmeye hatta yaşayan yüksek denetime mantıksal bir biçimde işaret etmektedir; ancak o tatminkâr hiçbir biçimde, kişisel bir Tanrı’yı ortaya çıkarmamaktadır. Diğer bir taraftan da doğa; evrenin, dinin Tanrısı’nın el yapımı olarak görülmesini engelleyecek hiçbir şeyi ortaya çıkarmamaktadır. Tanrı tek başına doğadan bulunamaz; ancak başka şekilde onu bulan insan için doğa çalışması, evrenin daha yüksek ve daha ruhsal bir yorumlanışıyla tamamiyle tutarlı hale gelir.
101:2.12 (1107.2) Çağsal bir olgu olarak açığa çıkarılış, dönemseldir; kişisel bir insan deneyimi olarak, süreklidir. Kutsallık; Yaratıcı’nın Düzenleyici hediyesi, Evlat’ın Gerçeklik Ruhaniyeti ve Evren Ruhaniyeti’nin Kutsal Ruhaniyeti olarak fani kişiliği içerisinde faaliyet gösterirken, bu üç fani-ötesi kazanım Yücelik’in hizmeti biçiminde insanın deneyimsel evrimi içerisinde bütünleşir.
101:2.13 (1107.3) Gerçek din, fani bilincin inanç-çocuğu olarak gerçekliğe dair bir kavrayıştır; dogmasal inanç savlarına ait herhangi bünyeye yapılmakta olan yalın ussal yükseliş değildir. Gerçek din, “bizlerin Tanrı’nın çocukları olduğumuza ruhaniyetimiz ile birlikte Ruhaniyet’in kendisinin şahit oluşu” deneyiminden meydana gelmektedir. Din; din-kuramsal önermelerden değil, ruhsal kavrayış ve ruhun güveninin ulviliğinden oluşur.
101:2.14 (1107.4) Sizin — kutsal Düzenleyici olarak — en derin özünüz, kutsal kusursuzluğun belirli bir arzusu olarak doğruluk için bir açlık ve susuzluğu içinizde yaratmaktadır. Din, kutsal erişim için bu içsel dürtünün tanınmasından doğan inanç eylemidir; ve böylece, günahlardan arınmayla, kişiliğin kurtuluş yöntemiyle ve gerçek ve doğru olarak görür konuma geldiğiniz tüm bu değerlerle, bilincine vardığınız ruhun güveni ve güvencesi gerçekleşir.
101:2.15 (1107.5) Dinin kendisini gerçekleştirişi, eşine çok sık rastlanmayan öğrenmeye veya kavrayışı keskin olan mantığa geçmişte hiçbir zaman bağlı değildi ve gelecekte hiçbir zaman bağlı olmayacaktır. Din, ruhsal kavrayıştır; ve onun bu niteliği, dünyanın en büyük dini öğretmenlerinden bazılarının, hatta tanrı-elçilerinin, neden zaman zaman dünyanın bilgeliğinin çok azına sahip bulunmuş olmalarının nedenidir. Dini inanç, eğitimli ve eğitimsiz kişiler için aynı derecede ulaşılabilir konumdadır.
101:2.16 (1107.6) Din her zaman, kendi kendisinin eleştiricisi ve hâkimi olmak zorundadır; o dışarıdan hiçbir zaman, bırakınız anlaşılmayı, gözlenemez bile. Kişisel bir Tanrı’ya dair tek güvenceniz; ruhsal olan şeylere inancınıza ve onlarla olan deneyimlerinize dair sahip olduğunuz kavrayıştan meydana gelir. Benzer bir deneyime sahip olan akranlarınızın tümü için, Tanrı’nın kişiliği veya gerçekliği hakkında hiçbir tartışma gerekli değildir; bunun karşısında, Tanrı’nın mevcudiyetinden bu şekilde emin olmayan tüm diğer insanlar için hiçbir olası tartışma hiçbir zaman tam anlamıyla ikna edici olamaz.
101:2.17 (1107.7) Psikoloji, gerçekten de, toplumsal çevreye karşı dini tepkilerin olgularını incelemeye girişebilir; ancak, dinin gerçek ve içsel güdülerine ve işleyişlerine nüfuz etmeyi hiçbir zaman hayal dahi edemez. Sadece din-kuramı, inancın uzmanlık alanı ve açığa çıkarılışın yöntemi olarak, dini deneyimin doğası ve içeriğine dair herhangi bir ussal açıklama sunabilir.
101:3.1 (1107.8) Din, öğrenmenin yoksunluğunda varlığını sürdürecek kadar hayati niteliktedir. O, hatalı evren kuramları ve yanlış felsefeler ile kirlenmesine rağmen yaşar; o, metafizik düşüncelerin kafa karışıklığında bile hayatta kalır. Dinin tarih boyunca gerçekleşen anlık değişikliklerinde ve onlar boyunca, insan ilerleyişi ve kurtuluşu için hayati derecede önemli bir şey en başından beri varlığını sürdürür: etik kurallarına dayanan vicdan ve ahlaki bilinç.
101:3.2 (1108.1) İnanç-kavrayışı, veya diğer bir değişle ruhsal içgüdü, Yaratıcı’nın insana hediyesi olan, Düşünce Düzenleyicisi ile ilişkili kâinatsal aklın belli bir bahşedilişidir. Ruh usu olarak ruhsal nedensellik, Yaratıcı Ruhaniyet’in insana hediyesi olan Kutsal Ruhaniyet’in belli bir bahşedilişidir. Ruhaniyet gerçekliklerinin bilgeliği olarak ruhsal felsefe, bahşedilme Evlatları ile insan evlatlarının birleşik hediyesi olarak Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bir bahşedilişidir. Ve bu ruhaniyet bahşedilmişliklerinin eşgüdümü ve karşılıklı ilişkisi insanı, olası nihai son içinde bir ruhaniyet kişiliği yapmaktadır.
101:3.3 (1108.2) Beden içindeki doğal ölümden kurtulan Düzenleyici’ye sahip, ilkel ve başlangıç aşamasındaki, bu aynı ruhaniyet kişiliğidir. İnsan deneyimiyle ilişkili, ruhaniyet kökeninden gelen bu birleşik bünye; hayati devinimin sonlanmasıyla madde ve ruhsal olan arasındaki bu türden geçici bir birliktelik bozulduğunda akıl ve maddeye ait maddi bireyinin ayrışmasından kutsal Evlatlar tarafından sağlanan yaşam araçları aracılığıyla sağ çıkar.
101:3.4 (1108.3) Dini inanç vasıtasıyla inanın ruhu kendisini açığa çıkarır; buna ek olarak o, zorlayıcı nitelikteki belirli ussal koşullara ek olarak sınayıcı toplumsal durumlara fani kişiliğin karşılık vermesini içinde tetikleyen tipik bir biçimde, ortaya çıkmakta olan özün olası kutsallığını sergilemektedir. Özgün ruhsal inanç (gerçek ahlaki bilinç) şunlara nedensellik teşkil ettiğinde sergilenmektedir:
101:3.5 (1108.4) 1. Doğuştan gelen ve olumsuz nitelikli hayvansal eğilimlere rağmen, etik kurallarının ve ahlaki değerlerin ilerlemesine neden oluyorsa.
101:3.6 (1108.5) 2. Acı hayal kırıklığı ve ezici yenilgi karşısında bile Tanrı’nın iyiliğine karşı ulvi bir güven yaratıyorsa.
101:3.7 (1108.6) 3. Doğanın karşıtlığına ve fiziksel felakete rağmen çok derin cesaret ve güven üretebiliyorsa.
101:3.8 (1108.7) 4. Şaşırtıcı hastalıklar ve hatta şiddetli fiziksel acıya rağmen, açıklanamaz dinginliği ve devamlı huzuru sergileyebiliyorsa.
101:3.9 (1108.8) 5. Kötü davranma ve bütüncül adaletsizlik karşısında kişiliğin gizemli bir dinginliğini ve sakin kendinden eminliğini idare edebiliyorsa.
101:3.10 (1108.9) 6. Görünürde kör olan talihin acımasızlıklarına ve insan refahı karşısında doğanın kuvvetlerinin dışarıdan bakıldığında ortaya çıkan bütüncül umursamazlığına rağmen, nihai zafere olan kutsal bir güveni koruyabiliyorsa.
101:3.11 (1108.10) 7. Mantığın tüm karşıt temsillerine rağmen Tanrı’ya olan şaşmaz inancı sürdürüp, tüm diğer temelsiz savlara karşı başarıyla direnebiliyorsa.
101:3.12 (1108.11) 8. Sahte bilimin aldatıcı öğretilerine ve derin olmayan felsefenin ikna edici yanılgılarına rağmen ruhun kurtuluşuna olan yılmaz inancı sergilemeye devam edebiliyorsa.
101:3.13 (1108.12) 9. Çağdaş dönemlerin karmaşık ve tam gelişmemiş medeniyetlerinin ezici sorumluluklara rağmen yaşayabiliyorsa ve üstün gelebiliyorsa.
101:3.14 (1108.13) 10. İnsan bencilliğine, toplumsal karşıtlıklara, üretimsel açgözlülüklere ve kötü siyasi düzenlemelere rağmen fedakârlığın devam eden kurtuluşuna katkıda bulunabiliyorsa.
101:3.15 (1108.14) 11. Kötülük ve günahın kafa karıştırıcı varlığına rağmen evren birliği ve kutsal rehberliğe dair ulvi bir inanca kararlı bir biçimde bağlı kalabiliyorsa.
101:3.16 (1108.15) 12. Ortaya çıkabilecek herhangi bir şeye ek olarak var olan her şeye rağmen Tanrı’ya ibadet etmeye dosdoğru bir biçimde devam edebiliyorsa. “O beni öldürse bile, yine de ona hizmet edeceğim” sözünü ilan etmeye cüret edebiliyorsa.
101:3.17 (1108.16) Bizler, bunların sonrasında; üç olgu vasıtasıyla insanın, içinde ikamet eden kutsal bir ruhaniyet ve ruhaniyetlere sahip olduğunu anlarız: — dini inanç olarak — kişisel deneyim, — kişisel ve ırksal olarak — açığa çıkarılış, gerçek insan varoluşuna ait yaşanmakta olan ve uğraştırıcı durumların mevcudiyetinde ruhaniyet-benzeri on iki türdeki eylemlerin bahse konu başarılı uygulaması tarafından sergilendiği biçimiyle, maddi çevresine olan bu türden olağanüstü ve olağandışı tepkilerin büyüleyici dışavurumu. Ve orada hala, burada bahsi geçmemiş diğer olgular da bulunmaktadır.
101:3.18 (1109.1) Ve, fani insanın, dini deneyim olarak insan doğasının kusursuzlaştırıcı bu bahşedilişine ait kişisel iyeliği ve ruhsal gerçekliği olumlamasını sağlayan şey inancın bu türden hayat dolu ve coşkulu bir dışavurumudur.
101:4.1 (1109.2) Sizin dünyanız genel olarak kökenleri umursamaz olduğu için, ki buna fiziksel kökenler bile dâhil, zaman zaman evren bütünlüğü üzerine eğitimde bulunmanın bilgece bir şey olduğu ortaya çıkmıştır. Ve, her zaman bu durum gelecek için sorun yaratmıştır. Açığa çıkarılışın kanunları, kazanılmamış ve vakitsiz bilginin aktarılımına dair koydukları yasak nedeniyle bizleri fazlasıyla kısıtlamaktadır. Açığa çıkarılmış dinin bir parçası olarak sunulan her evren bilgisinin, kısa bir süre zarfında kendisini aşması kesindir. Bunun sonucunda, bu türden bir açığa çıkarılışın gelecekteki öğrencileri; içinde yaşadıkları âlemde sunulan ilgili evren bilgileri karşısında bu açığa çıkarılışın taşıdığı hataları keşfettikleri için, onun taşıyabileceği özgün dini gerçeklik değerine ait olan her şeyi reddetme eğilimi göstermektedirler.
101:4.2 (1109.3) İnsanlık, gerçekliğin açığa çıkarılışına katkıda bulunan bizlerin, üstlerimizin yönergeleri tarafından oldukça kesin bir biçimde sınırlandırılmış olduğumuzu anlamaları gerekir. Bizler, bin yıllık bir süreç içinde gerçekleştirilecek bilimsel keşifleri önceden görme özgürlüğüne sahip değiliz. Açığa çıkarıcılar, açığa çıkarma emrinin bir parçasını oluşturan yönergeler uyarınca hareket etmek zorundadır. Bizler, ne şimdi ne de gelecekteki herhangi bir zaman zarfında, bu zorluğun üstesinden gelebilecek mümkün hiçbir şeyi görmemekteyiz. Bizler; her ne kadar açığa çıkarıcı sunumların bu dizisine ait tarihsel bilgiler ve dini gerçeklikler gelecek çağlarda kayıtlardaki varlığını korumaya edecek olsa da, çok kısa bir süre içinde fiziksel bilimlere dayanan ifadelerimizin çoğunun, ilave bilimsel gelişmeler ve yeni keşiflerin sonucu olarak yeninden gözden geçirilme ihtiyacı duyacağından kesinlikle eminiz. Bu yeni gelişmeleri biz şimdi bile öngörmekteyiz; ancak bizlerin, açığa çıkarımsal kayıtlar içerisinde bu tür insan tarafından keşfedilmemiş şeyleri eklemesi yasaklanmıştır. Her açığa çıkarılış doğrudan bir biçimde vahiy değil. Bu açığa çıkarılışların sunduğu kâinat bilimi vahiy değildir. O, bugünün bilgisinin eşgüdümü ve sınıflandırılışı için sahip olduğumuz izinle sınırlıdır. Her ne kadar kutsal ve ruhsal kavrayış bir hediye olsa da, insanın bilgeliği evirilmek zorundadır.
101:4.3 (1109.4) Gerçeklik her zaman bir açığa çıkarılıştır; ikamet eden Düzenleyici’nin çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığında kendiliğinden açığa çıkarılış; diğer bir takım göksel birim, topluluk veya kişiliğin faaliyetiyle sunulduğunda dönemsel açığa çıkarılıştır.
101:4.4 (1109.5) Son kertede din; sahip olduğu içkin ve kutsal üstünlüğünü gösterdiği biçim ve düzey uyarınca, meyveleriyle yargılanacaktır.
101:4.5 (1109.6) Her ne kadar açığa çıkarılış değişmez bir biçimde ruhsal bir olgu olsa da, gerçeklik buna rağmen göreceli bir biçimde vahiy olabilir. Evrenin bütüncül işleyişine dair bilimselliği taşıyan ifadeler hiçbir şekilde vahiy değilse de, bilgiyi en azından geçici bir süreliğine şu hallerde açıklığa kavuşturması bakımından oldukça büyük öneme sahiptir:
101:4.6 (1109.7) 1. Hatanın yetkili bir bünye tarafından ayıklanmasıyla kafa karışıklığının azaltılması.
101:4.7 (1109.8) 2. Bilinen veya bilinmesi çok yakın olan bilgi ve gözlemlerin eş-güdümü.
101:4.8 (1110.1) 3. Uzak geçmişteki dönemsel etkileşimlerle ilgili kaybedilen bilginin önemli kısımlarının eski haline getirilmesi.
101:4.9 (1110.2) 4. Farklı şekilde öğrenilmiş bilgi içinde hayati derecede önemli olan bilinmeyen boşlulukları dolduracak bilginin tedarik edilmesi.
101:4.10 (1110.3) 5. Eşlik eden açığa çıkarılış içinde barınmakta olan ruhsal öğretileri aydınlatır biçimde kâinat verilerinin sunulması.
101:5.1 (1110.4) Açığa çıkarılış; aracılığıyla, ruhaniyet erişiminin gerçeklikleri içerisinden evrimin taşıdığı hataların belirlenmesi ve ayıklanmasından meydana gelen gerekli çabayla çağların kurtarıldığı bir yöntemdir.
101:5.2 (1110.5) Bilim gerçeklerle ilgilenir; din yalnızca, değerlerle ilgilidir. Aydınlanmış felsefeyle akıl, hem gerçeklerin hem de değerlerin anlamlarını birleştirmeye, böylece bütüncül gerçekliğin bir kavramsallaşmasına ulaşmaya çabalar. Bilimin, bilginin bir özelleşmesi; felsefenin, bilgeliğin bir sınıflaşması, ve dinin, inanç deneyiminin bir uzmanlaşması olduğunu hatırlayın. Ancak din, yine de, dışavurumun iki fazını temsil etmektedir:
101:5.3 (1110.6) 1. Evrimsel din. Bir akıl türevi olan din şeklindeki ilkel ibadetin deneyimi.
101:5.4 (1110.7) 2. Açığa çıkarılan din. Bir ruhaniyet türevi olarak evren tutumu; kişiliğin kurtuluşu olarak ebedi gerçekliklerin korunumuna karşı hissedilen güvence ve ona inanışa ilaveten, amacı bütün bunların hepsini mümkün kılan kâinatsal İlahiyat’a olan nihai erişim. Evrimsel dinin, er ya da geç, açığa çıkarılışın ruhsal ilavesini nihai olarak alacak oluşu bu evren tasarımının bir parçasıdır.
101:5.5 (1110.8) Hem bilim hem de din, mantıksal çıkarımlarda bulunmak için arayışlarına; ortak olarak kabul edilmiş belirli temel noktaların varlığını farz ederek başlamaktadır. Benzer bir biçimde felsefe de edindiği sorumluluğun sürecine şu üç şeyin gerçekliğini varsayarak başlamaktadır:
101:5.6 (1110.9) 1. Maddi beden.
101:5.7 (1110.10) 2. Ruh veya hatta ikamet eden ruhaniyet olarak insan varlığının madde-ötesi fazı.
101:5.8 (1110.11) 3. Maddi olan ile ruhsal olan arasında olmak üzere ruhaniyet ve madde arasındaki karşılıklı iletişim ve karşılıklı ilişki için mevcut işleyiş düzeni olarak insan aklı.
101:5.9 (1110.12) Bilim adamları bilgileri bir araya getirir; filozoflar düşünceleri eşgüdümsel hale getirir; bunun karşısında tanrı-elçileri idealleri yüceltir. His ve duygu, dinin değişmez tamamlayıcılarıdır; ancak onlar dinin kendisi değildir. Her ne kadar hem mantık hem de duygu; çeşitlilik gösteren bir biçimde, bireysel aklın düzeyine ve mizaç eğilimine tümüyle bağlı olarak, gerçekliğin ruhsal kavrayışının derinleştirilişinde inancın uygulanışıyla ilişkili olsa da, ne mantık (nedenselleştirme) ne de duygu (his) temel bir biçimde dini deneyimin bir parçası değildir.
101:5.10 (1110.13) Evrimsel din; evrimleşen insan içinde ibadet etme niteliğinin yaratılmasıyla ve desteklenmesiyle görevli yerel evren akıl emir-yardımcısının bahşedilişinin bir ürünüdür. Bu türden ilkel dinler doğrudan bir biçimde; insan sorumluluğunun hissi olarak etik kurallar ve ahlaki değerlerle ilgilidir. Bu türden dinler vicdanın teminatı üzerine kurulmuş olup, göreceli olarak etik medeniyetlerin istikrarıyla sonuçlanmaktadır.
101:5.11 (1111.1) Kişisel olarak açığa çıkarılan dinler; Cennet Kutsal Üçlemesi’nin üç bireyini temsil etmekte olan bahşedilmiş ruhaniyetler tarafından desteklenmekte olup, özellikle gerçekliğin genişlemesiyle ilgilidir. Evrimsel din, kişisel sorumluluk düşüncesini bireye, onun aklına kazıya kazıya öğretir; açığa çıkarılmış din, altın kural olarak sevgi üzerene artan bir vurguda bulunur.
101:5.12 (1111.2) Evirilmiş din, bütünüyle inanç üzerine dayanır. Açığa çıkarılmış din; kutsallığa ve gerçek olana ait gerçekliklerinin genişlemiş sunumlarının ilave teminatına ve evrimin inancı ile açığa çıkarımın gerçekliğinin işlevsel çalışma birlikteliğinin sonucunda biriken mevcut deneyimin daha da değerli tanıklığına sahiptir. İnsan inancı ve kutsal gerçekliğin bu türden bir çalışma birlikteliği, morontial bir kişiliğin mevcut olarak gerçekleştirdiği kazanıma giden yolun tam da üzerindeki bir karakter iyeliğini oluşturmaktadır.
101:5.13 (1111.3) Evrimsel din yalnızca, inancın teminatını ve vicdanın onamasını sağlamaktadır; açığa çıkarılmış din, inancın teminatına ek olarak açığa çıkarılışın gerçeklikleri içinde yaşayan bir deneyimin gerçekliğini sağlamaktadır. Dinde üçüncü aşama, veya diğer bir değişle din deneyiminin üçüncü fazı, motanın daha kesin bir biçimde kavranılışı olarak morontia düzeyiyle ilgilidir. Morontia ilerleyişi içinde açığa çıkarılmış dine ait gerçeklikler artan bir biçimde genişlemektedir; siz yüce değerlere, kutsal iyiliğe, evrensel ilişkilere, ebedi gerçekliklere ve nihai sonlara dair giderek daha fazla gerçeği bileceksiniz.
101:5.14 (1111.4) Morontia ilerleyişi boyunca artan bir biçimde, gerçekliğin teminatı inancın teminatının yerini almaktadır. Mevcut ruhani dünya için nihai olarak toplandığınızda; kişilik teminatının bu eski yöntemleri olarak inanç ve gerçeklik yerine, veya diğer bir değişle onunla birlikte ve onun üstüne, saf ruhaniyet kavrayışının teminatları işlerlik gösterecektir.
101:6.1 (1111.5) Açığa çıkarılmış dinin morontia fazı kurtuluşun deneyimlenişi ile ilgili olup, onu harekete geçiren büyük dürtü, ruhaniyet kusursuzluğuna olan erişimdir. Orada aynı zamanda, daha fazla etik hizmet için harekete geçiren bir çağrı ile ilişkili olarak ibadetin daha yüksek bir dürtüsü mevcuttur. Morontia kavrayışı; Yedi Katmanlı, Yücelik ve hatta Nihayet’e dair sürekli genişleyen bir bilinci açığa çıkarmaktadır.
101:6.2 (1111.6) Maddi düzeydeki en öncül başlangıcından başlayarak yukarı, tamamlanmış ruhani düzeye olan erişim zamanına kadar dini deneyimin bütünü boyunca Düzenleyici, Yücelik’in mevcudiyetine dair gerçekliğin kişisel düzeyde gerçekleştirilişine ait sırdır; ve bu aynı Düzenleyici, Nihayet’e olan aşkın erişim içinde sizin inanç sırlarınızı da saklamaktadır. İnsan mevcudiyeti ile ilişkili olan Tanrı’ya ait Düzenleyici öze bağlanmış haldeki evirilen insanın deneyimsel kişiliği, yüce mevcudiyetin olası tamamlanışını oluşturmaktadır; ve o, içkin bir biçimde, aşkın kişiliğin sınırlılık-ötesi var edilişi için temel teşkil etmektedir.
101:6.3 (1111.7) Ahlaki irade; bilgelik tarafından derinleşmiş ve dini inanç tarafından izin verilmiş nedenselleştirilen bilgiye dayanan kararlardan meydana gelir. Bu türden tercihler ahlaki doğanın eylemleri olup, morontia kişiliği ve nihai olarak gerçek ruhaniyet düzeyinin habercisi konumundaki ahlaki kişiliğin kanıtıdır.
101:6.4 (1111.8) Bilginin evrimsel türü, protoplazmasal hafıza maddesinin birikiminden başkası değildir; bu, yaratıcı bilincinin en ilkel türüdür. Bilgelik, ilişkilendirme ve yeniden birleştirme sürecinde olan proplazmasal hafızadan oluşturulan düşüncelerden meydana gelir; ve, bu türden bir olgu, insan aklını yalın hayvan aklından ayırmaktadır. Hayvanlar bilgiye sahiptir, ancak sadece insan bilgelik yetkinliğini elinde bulundurur. Gerçeklik bilgelik-kazandırılmış bireye, Düşünce Düzenleyicisi ve Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak Yaratıcı ve Evlatları’nın ruhaniyetlerine ait bu türden bir akıl üzerindeki bahşedilişle erişilebilir kılınmıştır.
101:6.5 (1112.1) Urantia’da bahşedildiği zaman Mesih İsa, vaftiz dönemine kadar evrimsel dinin hâkimiyeti altında yaşadı. Bu andan başlayarak çarmıha gerildiği olayı da içine alan bir biçimde o çalışmalarını, evrimsel ve açığa çıkarılmış dinin birleşik rehberliğinde yürüttü. Yeniden doğuşunun sabahından yükseldiği vakte kadar o, madde dünyasından ruhaniyetinkine olan fani geçişinin morontia yaşamına ait çok katmanlı fazları kat etti. Yükselişinden sonra Mikâil, Yüce’nin gerçekleşmesi olarak Yücelik’in deneyiminde üstün hale geldi; ve Yüce’nin gerçekliğinin deneyimi için sınırsız yetkinliğe Nebadon’da sahip olan tek kişi olarak o, anında, yerel evreni içinde ve onun için yüceliğin egemenlik düzeyine erişti.
101:6.6 (1112.2) İnsanla birlikte, insanın kişilik birleşimi ve Tanrı’nın özü olarak — ikamet eden Düzenleyici’nin nihai bütünleşmesi ve onun sonucunda gerçekleşen bir olma durumu; bireyi, potansiyel olarak, Yüce’nin yaşayan bir parçası yapıp, bu türden bir kereliğine fani varlık halinde bulunmuş bireye, Yüce için ve onunla birlikte evren hizmetinin kesinliği için sonu gelmez arayışın ebedi ayrıcalığını kesinleştirir.
101:6.7 (1112.3) Açığa çıkarılış fani insana; zamanın ilerleyişi aracılığıyla mekân boyunca bu türden muhteşem ve ilgi çekici bir serüvene girişmeye, bilgiyi düşünce-kararlarına doğru düzenlemekle koyulması gerekliliğini öğretmektedir; bunun sonrasında, bilgeliğe, kendinden emin düşünceleri artan bir biçimde işlevsel ama yine de ulvi ideallere dönüştürmenin soylu görevinde durmak bilmeden çalışmasını emreder; bu kavramsallaşmalar bile düşünceler olarak o kadar makul ve idealler olarak o kadar mantıklıdır ki, Düzenleyici, sınırlı aklın içinde bu türden birlikteliği onlar için mümkün kılabilmek, onları mevcut insan tamamlayıcısının bir parçası yapmak ve böylece evrensel gerçeklik olarak — Cennet gerçekliğinin zaman-mekân dışavurumları olan Evlatlar’ın Gerçeklik Ruhaniyeti’nin faaliyeti için onları hazır hale getirmek amacıyla onları birleştirmenin ve ruhsallaştırmanın zorlu görevine girişir. Düşünce-kararları, mantıksal idealler ve kutsal gerçekliğin eş-güdümü; morontia dünyalarının sürekli genişleyen ve artan bir biçimde ruhsallaşan gerçekliklerine olan fani kabulü için şart niteliğindeki, doğru bir karaktere sahip oluşu meydana getirir.
101:6.8 (1112.4) İsa’nın öğretileri; bütüncül ve eş zamanlı bir biçimde geçici huzuru, ussal kesinliği, ahlaki aydınlanmayı, felsefi istikrarı, etiksel hassasiyeti, Tanrı-bilincini ve kişisel kurtuluşun şen güvencesini sağlarken bilginin, bilgeliğin, inancın, gerçekliğin ve sevginin ahenkli bir eş-güdümüne oldukça bütüncül bir biçimde sahip olan ilk Urantia dinini meydana getirmişti. İsa’nın inanışı, fani evren erişiminin en yüksek düzeyi olarak, insan kurtuluşunun kesinliğine giden yönü göstermişti; çünkü o şunları sunmuştu:
101:6.9 (1112.5) 1. Ruhaniyet olan Tanrı ile evlatlığın kişisel düzeydeki gerçekleşiminde maddi zincirlerden kurtuluş.
101:6.10 (1112.6) 2. Ussal esaretten kurtuluş: insan gerçekliği bilecektir, ve gerçeklik onu özgür kılacaktır.
101:6.11 (1112.7) 3. Ruhsal körlükten kurtuluş, fani varlıkların kardeşliğinin insan düzeydeki gerçekleşimi, ve tüm evren yaratılmışlarının kardeşliğinin morontiasal farkındalığı; ruhsal gerçekliğin hizmet-keşfi ve ruhsal değerlerin görevsel-açığa çıkarılışı.
101:6.12 (1113.1) 4. Evrenin ruhaniyet düzeylerine olan erişime ek olarak Havona’nın uyumu ve Cennet’in kusursuzluğunun nihai gerçekleşimi aracılığıyla bireyin tamamlanmamışlığından kurtuluş.
101:6.13 (1113.2) 5. Yüce aklın kâinatsal düzeylerine erişim aracılığıyla ve tüm diğer öz-bilince sahip varlıkların kazanımlarıyla eş-güdümde bulunarak, birey-bilincinin kısıtlılıklarından kurtulma biçiminde, bireyden kurtuluş.
101:6.14 (1113.3) 6.Tanrı-tanıma ve Tanrı-hizmetinde sonu gelmez ilerlemeden oluşan ebedi bir yaşamın kazanımı olarak zamandan kurtuluş.
101:6.15 (1113.4) 7. Yaratılmışın, absonitin kesinlik-sonrası düzeyleri üzerinde Nihayet’in aşkın keşfine aracılığıyla giriştiği, Yüce içinde ve onun vasıtasıyla İlahiyat ile olan kusursuzlaştırılmış bütünlük olarak sınırlılıktan kurtuluş.
101:6.16 (1113.5) Bu türden bir yedi katmanlı kurtuluş, Kâinatın Yaratıcısı’na ait nihai deneyiminin gerçekleşiminin tamamlanmışlığı ve kusursuzluğunun dengidir. Ve tüm bunların hepsi, potansiyel olarak, dine dair insan deneyiminin taşıdığı inancın gerçekliği içinde barınmaktadır. Ve, bu barınan şeyler bu şekilde gerçekleştirilebilir, çünkü İsa’nın inancı nihayetin ötesinde bile olan gerçekliklerle beslenmiş olup, onları açığa çıkarıcı olmuştur; İsa’nın inancı, zaman ve mekânın evrimleşen kâinatı içinde dışavurumunun en yüksek derecede mümkün olduğu düzeydeki bir evren mutlaklığının düzeyine yaklaşmıştı.
101:6.17 (1113.6) İsa’nın inancının alınmasıyla fani insan, zaman içinde ebediyetin gerçekliklerini önceden tadabilir. İsa, insan deneyimi içerisinde, Kesin Yaratıcı’nın keşfini gerçekleştirdi; ve onun kardeşleri fani yaşamın bedeni içinde onu, Yaratıcı’nın keşfinin bu aynı deneyimi doğrultusunda takip edebilir. Onlar, şu an içerisinde bulundukları benliklerle; İsa’nın o zamanlar bulunduğu benlikle gerçekleştirmiş olduğu, Yaratıcı ile olan bu deneyimde aynı tatmine bile erişebilirler. Yeni potansiyellere, Mikâil’in tamamlayıcı bahşedilişi sonucunda Nebadon evreninde ulaşılmıştı; ve bunlardan biri, her şeyin Yaratıcısı’na götüren ve mekânın gezegenleri üzerindeki başlangıçsal yaşamda maddi beden ve kanın fanileri tarafından bile kat edilebilen ebediyetin yeni aydınlatıcı yoluydu. İsa, geçmişte, Yaratıcı’nın kendisinin tek isteği olarak emrettiği kutsal mirasa aracılığıyla insanın gelebildiği yeni ve yaşayan yoldu; ve o şimdi hala böyledir. İsa’da, insanlığın, hatta kutsal insanlığın sahip olduğu inanç deneyiminin hem başlangıcı hem bitimi fazlasıyla gösterilmiştir.
101:7.1 (1113.7) Bir düşünce yalnızca, eylem için kuramsal bir tasarıyken, olumlu bir karar eylemin doğrulanmış bir tasarımıdır. Bir önyargı, doğrulanmadan kabul edilmiş bir eylem tasarımıdır. Dinin kişisel bir felsefesini inşa edecek yapı maddeleri, bireyin hem içsel hem de dışsal deneyiminden elde edilmektedir. Bir kişinin yaşadığı zaman ve içinde bulunduğu konuma ait toplumsal düzeyin, ekonomik koşulların, eğitimsel olanakların, ahlaki yönelimlerin, kurumsal etkilerin, siyasi gelişmelerin, ırksal yönelimlerin ve dini öğretilerin hepsi; dinin kişisel bir felsefesinin oluşturulmasındaki etkenler haline gelmektedir. Doğuştan gelen mizaç ve ussal yetenek dikkate değer bir biçimde, dini felsefenin yöntemini belirlemektedir. İş, evlilik ve akrabaların tümü, bir kişinin kişisel yaşam koşullarının evrimini etkilemektedir.
101:7.2 (1113.8) Dinin bir felsefesi; her ikisi de birliktelik içerisinde bulunulan bireyleri taklit etme eğilimiyle değişime uğrarken, düşüncelerin temel bir gelişimine ek olarak deneyimsel yaşamdan evirilmektedir. Felsefi yargıların güçlülüğü, anlamlara olan hassasiyetle ve değerlendirmenin doğruluğuyla ilişkili bir biçimde kararlı, dürüst ve ayırt edici düşünceye bağlıdır. Ahlaki korkaklar hiçbir zaman, felsefi düşünüşün yüksek düzlemlerine erişemez; deneyimin yeni aşamalarına zorla girmek ve ussal yaşamın bilinmeyen âlemlerini keşfetmeye girişmek cesaret istemektedir.
101:7.3 (1114.1) Mevcut an içerisinde değerlerin yeni sistemleri mevcudiyet kazanmaktadır; kuralların ve ortak ölçütlerin yeni tasarımları elde edilmektedir; alışkanlıklar ve idealler yeniden şekillenmektedir; bahse konu ilişkiye ait kavramsallaşmaların genişlemesiyle kişisel bir Tanrı’ya ait belirli bir düşünceye ulaşılmaktadır.
101:7.4 (1114.2) Dinsel ve dinsel olmayan bir yaşam felsefesi arasındaki büyük fark, tanımış olduğu değerlerin özü ve düzeyi ile bağlılıklarının öznesinden meydana gelir. Dini felsefenin evriminde dört faz bulunmaktadır: Bu türden bir deneyim, geleneğe ve yönetim gücüne sahip bünyeye olan teslimiyete kendisini bırakmış bir biçimde yalnızca itaatkârdır. Veya o, günlük yaşamı istikrarlı hale getirmeye yetecek bir biçimde küçük kazanımlarla mutlu olup, böylece bu türden bir rastlantısal yaşama öncül olarak kapılabilirler. Bu tür faniler, hayatın işleyişini oluruna bırakmaya inanmaktadırlar. Üçüncü bir topluluk, mantısal bir ussallığın düzeyine ilerlemektedirler; ancak orada, kültürel köleliğin sonucu olarak durağanlaşmaktadırlar. Çok büyük us sahibi kişileri, kültürel esaretin acımasız çekimiyle o kadar sıkı bir biçimde tutulurken görmek gerçekten de acınası bir durumdur. Yanlış bir biçimde adlandırdıkları, bir bilimin maddi zincirleriyle kültürel esaretlerini değiştirenleri gözlemlemek eşit bir biçimde üzücü bir durumdur. Felsefenin dördüncü düzeyi; ortak kabullerin ve geleneklerin tümünün engellerinden özgürlüğe erişerek, dürüst, sadık, korkusuz ve içten bir biçimde düşünmeye, hareket etmeye ve yaşamaya cüret eder.
101:7.5 (1114.3) Herhangi bir dini felsefenin asit testi; maddi ve ruhani dünyaların gerçeklerini ayırt ederken, aynı zamanda, ussal arzu ve toplumsal hizmet içinde birleşimlerini tanıyıp tanımamalarından meydana gelir. Derin bir dini felsefe, Tanrı’ya ait şeyleri Sezar’a ait olanlar ile karıştırmamaktadır. Hem de o, tamamiyle beğeniden oluşan bir estetik inanışı dinin yerini alacak bir eşlenik olarak tanımamaktadır.
101:7.6 (1114.4) Felsefe; büyük ölçüde vicdanın masalsı bir hikâyesi olan ilkel dini, kâinatsal gerçekliğin yükselen değerleri içinde yaşayan bir deneyime doğru dönüştürür.
101:8.1 (1114.5) İnanış, yaşamı güdülendirdiğinde ve yaşam biçimini şekillendirdiğinde inanç düzeyine erişmiş olur. Bir öğretinin gerçek olarak kabulü inanç değildir; o yalnızca inanıştır. Ne o kesinliktir, ne de ona dair yargı inançtır. İnanç, özgün olan kişisel dini deneyimin yaşayan bir niteliğidir. Bir kişi gerçekliğe inanmakta, güzelliği beğenmekte ve iyiliğe karşı hürmet etmektedir; ancak onlara ibadet etmemektedir; kurtarıcı inancın bu türden bir tutumu tek başına, tüm bunların kişileşmiş hali ve sınırsız olarak daha fazlası olan Tanrı’yı merkezine alır.
101:8.2 (1114.6) İnanış her zaman kısıtlayıcı ve bağlayıcıdır; inanç, genişleyici ve serbest bırakıcıdır. İnanış sabitleştirmekte, inanç özgürleştirmektedir. Ancak yaşayan dini inanç, soylu inanışların bir araya getirilmesinden daha fazlasıdır; o, felsefenin yüceltilmiş bir sisteminden daha fazlasıdır; o, ruhsal anlamlarla, kutsal ideallerle ve yüce değerlerle ilgili bir yaşayan deneyimdir; o, Tanrı-bilen ve insana-hizmet eden niteliktedir. İnanışlar topluluk iyeliği haline gelebilir; ancak inanç kişisel olmalıdır. Din-kuramsal inanışlar bir topluluğa önerilebilir; ancak inanç yalnızca, bireysel dindarın kalbinde yükselmelidir.
101:8.3 (1114.7) İnanç; gerçekleri reddetmeye cüret ettiğinde ve takipçilerine varsaydığı bilgiyi bahşettiğinde, sorumluluğunu ihanet etmiş olur. İnanç, ussal dürüstlüğe olan ihaneti desteklediğinde ve yüce değerlere ek olarak kutsal ideallere olan bağlılığı önemsizleştirdiğinde, bir haindir. İnanç hiçbir zaman, fani yaşamın sorun-çözme sorumluluğundan kaçınmaz. Yaşayan inanç; bağnazlığı, kendisinden olmayana karşı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlüğü teşvik etmez.
101:8.4 (1115.1) İnanç, yaratıcı düşünmeyi zincirlemez; hem de o, bilimsel araştırmanın sonucunda gerçekleşen keşiflere karşı nedensel temele dayanmayan bir önyargı beslemez. İnanç; dini canlandırır, dindar bireyi altın kuralı kahramanca yaşaması için zorlar. İnancın şevki, bilgiye karşıdır; ve onun arzuları, ulvi barışa olan hazırlıklardır.
101:9.1 (1115.2) Dinin duyurulan herhangi bir açığa çıkarılışı; önceki evrimsel din tarafından yaratılmış ve teşvik edilmiş etiksel zorunluluğa ait sorumluluk taleplerini tanımada başarısız olursa, özgün olarak görülemez. Açığa çıkarılış; hiçbir zaman hataya yer bırakmayan bir biçimde evirilmiş dinin etik ufkunu derinleştirirken, eş zamanlı olarak ve her seferinde önceki tüm açığa çıkarışların ahlaki zorunluluklarını genişletmektedir.
101:9.2 (1115.3) İlkel dinin insanı hakkında (veya ilkel insanın dini hakkında) eleştirel yargıda bulunma cüreti gösterdiğinizde, vicdanlarının aydınlanmışlığına ve içinde bulunduğu düzeye göre bu türden yabanıl kişileri yargılamayı ve onların dini deneyimini değerlendirmeyi unutmamalısınız. Başkasının dinini, kendinizin bilgi ve gerçeklik ölçütlerine göre yargılama hatasında bulunmayın.
101:9.3 (1115.4) Gerçek din; yaşamın en yüce değerleri ve evrenin en derin gerçekliklerinin en yüksek yorumu olarak en üstün etik ve ahlaki kavramsallaşmalarını oluşturan morontia gerçekliklerine inanmamanın kendisi için yanlış olacağı hususunda insanı ikna edici bir biçimde uyaran, ruhun içindeki ulvi ve derin yargıdır. Ve bu türden bir din yalın bir biçimde, ruhsal bilincin en yüksek taleplerine olan ussal bağlılığa yol açma deneyimidir.
101:9.4 (1115.5) Güzelliği aramak, sadece etik olduğu müddetçe ve ahlaki olanın kavramsallaşmasını derinleştirdiği ölçüde dinin bir parçasıdır. Sanat yalnızca, yüksek ruhsal güdüden kaynağını alan amaçla yayıldığı zaman dinsel olmaktadır.
101:9.5 (1115.6) Medenileşmiş bireyin aydınlanmış ruhsal bilinci, belli bir ussal inanışla veya fani mevcudiyetin sürekli tekrarlanan durumlarına iyi ve doğru tepki verme yöntemi olarak yaşamın gerçekliğini keşfetme gibi herhangi bir özel yaşam türü ile çok fazla ilgili değildir. Ahlaki bilinç sadece, sorumluluğun insandan, davranışın günlük denetimi ve yönlendirişiyle uymasını talep ettiği etik ve ortaya çıkmaktaki morontia değerlerinin tanınmasına ve farkındalığına karşılık gelen bir isimdir.
101:9.6 (1115.7) Her ne kadar dinin kusursuz olduğu kabul edilse de orada, onun doğası ve faaliyetinin en az iki işlevsel dışavurumu bulunmaktadır:
101:9.7 (1115.8) 1. Dinin ruhsal güdüsü ve felsefi baskısı, insanın; dinin etik tepkisi olarak — akranlarının deneyimlediği olaylar karşısında doğrudan bir biçimde dışa dönük olarak ahlaki değerlere dair kendi yargısını yansıtmasına neden olmaktadır.
101:9.8 (1115.9) 2. Din insan aklı için; ahlaki değerlerin öncül kavramsallaşmalarına dayanan, ve inançla onlardan elde edilen, ve ruhsal değerlerin birleştirilmiş kavramsallaşmalarıyla eş-güdümsel hale gelmiş, kutsal gerçekliğin ruhsallaştırılmış bir bilincini yaratmaktadır. Din böylelikle; zamanın gelişmiş gerçeklikleri ve ebediyetin daha kalıcı gerçeklikleri olarak, gerçekliğe duyulan yüceltilmiş ahlaki güveni ve güvencesinin bir türü şeklinde fani olayları için bir verici haline gelmektedir.
101:9.9 (1116.1) İnanç, kalıcı gerçekliğin ahlaki bilinci ve ruhsal kavramsallaşması arasındaki köprü haline gelmektedir. Din; geçici ve doğal dünyanın maddi sınırlılıklarından, ilerleyici morontia dönüşümü olarak kurtuluşun bir yöntemi tarafından ve onun aracılığıyla ebedi ve ruhsal dünyanın ulvi gerçekliklerine olan insanın kaçış yolu olmaktadır.
101:10.1 (1116.2) Ussal insan kendisinin, maddi bir evrenin parçası olarak doğanın bir evladı olduğunu bilmektedir; benzer bir biçimde o, enerji evreninin matematik düzeyine ait hareketlerin ve gerilimlerin içinde bireysel kişiliğin hiçbir kurtuluşunun olmadığını algılamaktadır. Hem de insan, fiziksel sebepler ve sonuçları irdeleyerek ruhsal gerçekliği en başından beri hiçbir zaman kavrayamamaktadır.
101:10.2 (1116.3) Bir insan varlığı aynı zamanda, düşünsel kâinatın bir parçası olduğunun bilincindedir; ancak bir fani yaşam ömrünün ötesine geçen bir biçimde kalıcı olabilse de, bu kavramın içinde onu düşünen kişiliğin kişisel kurtuluşuna işaret eden içkin hiçbir şey bulunmamaktadır. Ne de, mantık ve nedenselliğin olanaklarının zorlanması herhangi bir zaman zarfında, mantığı veya nedenselliği uygulayan bireye kişiliğin ebedi gerçekliğini açığa çıkaracaktır.
101:10.3 (1116.4) Yasanın maddi düzeyi, öncül bir faaliyet sonucunda sonucun sonu gelmez karşılığı olarak sebep-sonuç ilişkisinin devamlılığını sağlamaktadır; akıl düzeyi, mevcudiyet-öncesi kavramsallaşmalardan kökenini alan kavramsal potansiyelin sonu gelmez akışı olarak düşüncel devamlılığının korunumuna işaret etmektedir. Ancak evrenin bu düzeylerinin hiçbiri sorgulayan faniye; sınırlı yaşam enerjilerinin tüketilmesi üzerine yok olması kesin geçici bir kişilik olarak evrende kısa süreli bir gerçekliğin dayanılmaz belirsizliğinden ve düzeyin kısıtlılığından bir kaçış yolu ortaya çıkarmamaktadır.
101:10.4 (1116.5) Yalnızca ruhsal kavrayışa götüren morontiasal yol vasıtasıyla insan, evrende kendi fani düzeyinde içkin olan kırılmamış zincirleri kırabilir. Enerji ve akıl, Cennet ve İlahiyat’a geri götürmektedir; ancak ne insanın enerji kazanımı ne de akıl kazanımı doğrudan bir biçimde bu türden Cennet İlahiyatı’ndan gelmektedir. Sadece ruhsal anlamda insan Tanrı’nın bir evladıdır. Ve bu doğrudur, çünkü sadece ruhsal açından insan mevcut anda Cennet Yaratıcı’yla bahşedilmiş ve onunla ikamet edilmiş bir halde bulunmaktadır. İnsanlık hiçbir zaman, dini deneyimin kanalı ve gerçek inancın uygulaması olmadan kutsallığı keşfedemez. Tanrı’nın gerçekliğinin inanca dayalı kabulü; maddi kısıtlılıkların çevrelenmiş sınırlarından kaçmasına insanı yetkin hale getirip, üzerinde ölüm olan maddi âlemden içinde yaşamın ebedi olduğu ruhsal âleme doğru güvenli yolculuğa ulaşmanın nedenselliğe dayanan bir umudunu ona sunmaktadır.
101:10.5 (1116.6) Dinin amacı, Tanrı’ya dair merakı tatmin etmek değildir; bunun yerine o, insan ve Tanrı olarak kısıtlı ile kusursuz olan biçiminde fani ve kutsalı karıştırarak insan yaşamını istikrara kavuşturma ve onu zenginleştirme amacı niteliğinde, ussal sürekliliği ve felsefi güvenceyi sağlamaktadır. Dini deneyim aracılığıyla, ideal olana dair insanın kavramsallaşmaları gerçeklik kazanmış hale gelir.
101:10.6 (1116.7) Hiçbir zaman orada, kutsallığın ne bilimsel ne de mantıksal kanıtları olamaz. Nedensellik tek başına, dini deneyime ait değerleri ve iyilikleri onaylayamaz. Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmek için iradede bulunanlar, ruhsal değerlerin geçerliliğini kavrayacaklardır. Bu, fani düzey üzerinde dini deneyimin gerçekliğine kanıtlar sunmaya en yakın yapılabilecek şeydir. Bu türden inanç, maddi dünyanın mekanik çarkından ve ussal dünyanın tamamlanmamışlığının yarattığı hatanın çarpıtıcılığından tek kaçışı sunmaktadır; bireysel kişiliğin devam eden kurtuluşu ile ilgili fani düşüncenin çıkmazına karşı keşfedilmiş tek çözümdür. O; sevginin, kanunun, birlikteliğin ve ilerleyici İlahiyat erişiminin evrensel bir yaratımı içinde gerçekliğin tamamlanışı ve yaşamın ebediyeti için tek pasaporttur.
101:10.7 (1117.1) Din etkin bir biçimde, insanın idealist soyutlanışını veya ruhsal yalnızlığını iyileştirmektedir; o, yeni ve anlamlı bir evrenin bir vatandaşı niteliğinde, Tanrı’nın bir evladı olarak inanana imtiyaz sağlamaktadır. Din; ruhunda kavranılabilecek doğruluğun parıltısını takip ederek kendisini sonuç olarak, Sınırsız’ın tasarımı ve Ebedi’nin amacıyla tanımlayacak oluşunun güvencesini insanı verir. Bu türden özgürleştirilmiş bir ruh derhal, sahip olduğu evren olarak bu yeni evrende kendisini evinde hissetmeye başlar.
101:10.8 (1117.2) İnancın bu türden bir dönüşümünü deneyimlediğiniz zaman sizler; matematiksel bir kâinatın kölesel bir kısmı yerine, Evrensel Yaratıcı’nın özgürleştirilmiş irade sahibi bir evladı olursunuz. Artık bu türden özgürleştirilmiş bir evlat, geçici mevcudiyetin sonlanışına ait karşı konulamaz yok oluşla tek başına savaşmamaktadır; artık o, ihtimallerin hepsi ümitsiz bir biçimde ona karşıyken tüm doğaya karşı savaş vermemektedir; artık o, bir ihtimal güvenini ümitsiz bir hayale emanet ettiğini veya inancını gerçekdışı bir hataya bağladığını düşünmesinden doğan felç edici korkuyla sendelememektedir.
101:10.9 (1117.3) Artık, bunun yerine, Tanrı’nın evlatları mevcudiyetin kısıtlı gölgeleri üzerindeki gerçekliğin zaferinin savaşını vermek için toplanmışlardır. En sonunda tüm yaratılmışlar; yaşamın ebediyetine ve kutsallık düzeyine erişmek için verilen göksel mücadelede, Tanrı’ya ek olarak neredeyse sınırsız bir evrenin tüm kutsal yardımcılarının yanlarında bulundukları gerçeğinin bilincine varmışlardır. Bu tür inançla özgürleştirilmiş evlatlar kesin bir biçimde, ebediyetin yüce kuvvetleri ve kutsal kişiliklerinin yanında, zamanın mücadeleleri için toplanmışlardır; yolları üzerindeki yıldızlar bile, onlar için mücadele vermektedir; en sonunda onlar, evrene kendileri içinden, Tanrı’nın bakış açısından, bakarlar, ve her şey maddi tecridin kısıtlıklarından ebedi nitelikli kutsal ilerleyişin kesinliklerine doğru dönüşmüş hale gelir. Zamanın kendisi bile, mekânın hareket eden kalabalıkları üzerine Cennet gerçeklikleri tarafından yansıtılmış ebediyetin gölgesinden başkası haline gelmez.
101:10.10 (1117.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
102. Makale
102:0.1 (1118.1) İNANMAYAN maddiyatçı biri için insan, tamamiyle evrimsel bir kazadır. Onun kurtuluşa dair umutları, bir fani hayal yok olmuştur; onun korkuları, sevgileri, arzuları ve inanışları maddenin içinde yaşamsal olmayan belirli atomların şans eseri birleşimin yarattığı tepkimeden başka bir şey değildir. Enerjinin hiçbir dışavurumu veya güvenin hiçbir ifadesi, onu mezardan ötesine taşıyamaz. İnsanların en iyilerinin adanmış emekleri ve ilham verici dâhilikleri; ebedi bitişin ve ruhun sonlanışının uzun ve yalnız gecesi olarak ölüm tarafından yok olmaya mecburdur. Fani mevcudiyetin geçici güneşi altında insanın yaşamı ve çalışması için altığı tek ödül sayısız çaresizliktir. Yaşamın her günü yavaşça ve kesin bir biçimde; düşmansı ve amansız bir maddi evrenin, insanın arzusunda güzel, soylu, yüce ve iyi olan her şeye karşı taçlandırıcı bir hakaret olmasını istediği, acımasızın bir sonun çekimini kuvvetlendirmektedir.
102:0.2 (1118.2) Ancak bu, insanın sonu ve onun ebedi kaderi değildir; bu türden bir öngörü, ruhsal karanlıkta kaybolmuş ve çok katmanlı bir öğrenmenin yarattığı kafa karışıklığı ve çarpıtmayla gözleri görmez hale gelmiş maddi bir felsefenin tamamiyle neden-sonuca dayalı içi boş savları karşısında cesurca çırpınan bir gezgin ruh tarafından dile getirilmiş bir çaresizlik haykırışından başka bir şey değildir. Ve, karanlığın tüm bu yıkımı ve çaresizliğin tüm bu kaderi, yeryüzü üzerindeki Tanrı’nın evlatlarının en alçak gönüllü ve en eğitim görmemiş olanları tarafından inancın bir hareketiyle sonsuza kadar dağılmaktadır.
102:0.3 (1118.3) Bu kurtarıcı inanç; insanın ahlaki bilinci, insan değerlerinin fani deneyim içinde, zamandan ebediyete olarak insandan kutsal olana doğru, maddi olandan ruhsala olana çevrilebileceğini fark ettiğinde insan kabilde doğumunu gerçekleştirir.
102:1.1 (1118.4) Düşünce Düzenleyicisi’nin görevi; insanın ilkel ve evrimsel görev duygusunun, evrimin ebedi gerçekliklerine olan daha yüksek ve daha kesin inanca doğru dönüşümünün açıklanışından meydana gelir. İnsanın kalbinde, yüce erişime giden inanç yollarının kavranılması için yetkinliği sağlayacak kusursuzluk açlığının bulunması gerekir. Eğer insana kutsal iradeyi yerine getirmeyi tercih ederse, o doğrunun yolunu bilecektir. Şu ifade kelimenin tam anlamıyla doğrudur: “İnsan varlıkları sevilmek için bilinmek zorundadır, ancak kutsal varlıklar bilinmek için sevilmek zorundadır.” Ancak, dürüst kuşkular ve içten sorgular günah değildir; bu türden tutumlar yalnızca, kusursuzluğa olan erişimdeki ilerleyici yolculukta gecikmelere neden olmaktadır. Çocuksu güven, göksel yükselişin krallığına olan insanın girişini kesinleştirmektedir; ancak ilerleme tamamiyle, bütünüyle erişkin hale gelmiş insanın zinde ve kendinden güven duyan inancının oldukça etkin çalışmasına bağlıdır.
102:1.2 (1119.1) Bilimin nedenselliği, zamanın gözlenebilen gerçeklik durumlarına dayanmaktadır; dinin inancı, ebediyetin ruhaniyet düzeninden temelini almaktadır. Bilgi ve nedenselliğin bizler için yapamadığı şeyi, gerçek bilgelik; dini kavrayış ve ruhsal dönüşüm vasıtasıyla inancın gerçekleştirmesine izin vermesi için bizleri ikna etmektedir.
102:1.3 (1119.2) İsyanın tecridi nedeniyle Urantia üzerindeki gerçekliğin açığa çıkarılışı haddinden fazla bir biçimde, kısmi ve geçici olan kâinat bilgilerine dair ifadeler ile karıştı. Gerçek, çağdan çağa değişmez bir konumda varlığını sürdürmektedir; ancak fiziksel dünya ile ilgili öğretiler günden güne, ve yıldan yıla değişiklik göstermektedir. Ebedi gerçekliğe, maddi dünya ile ilgili artık eskimiş icatsı düşüncelerin eşliğinde bulunabiliyor diye saygısızlıkta bulunmamak gerekir. Daha fazla ne bilimsel şey bilirseniz, daha az emin hale gelirsiniz; daha fazla dine sahip olursanız, daha fazla emin olursunuz.
102:1.4 (1119.3) Bilimin kesinlikleri tamamiyle ustan kaynağını alır; dinin mutlaklıkları, tam da bütüncül kişiliğe dair temellerden türer. Bilim, aklın anlayışına hitap eder; din, bedenin, aklın ve ruhaniyetin, hatta kişiliğin tamamının bile, bağlılığına ve sadakatine hitap eder.
102:1.5 (1119.4) Tanrı tümüyle o kadar gerçek ve mutlaktır ki, kanıtın hiçbir maddi simgesi veya mucize olarak varsaydığınız olgunun gösterimi onun gerçekliğinin tanıklığında sunulamaz. Bizler her zaman, ona güvendiğimiz için onu bilmeye devam edeceğiz; ve, ona olan inanışımız tamamiyle, onun sınırsız gerçekliğine ait kutsal dışavurumlara olan kişisel katılımlarımıza dayanmaktadır.
102:1.6 (1119.5) İkamet eden Düşünce Düzenleyicisi hataya yer bırakmayan bir biçimde insanın ruhunda; sadece, Düzenleyici’nin kutsal kaynağı olan Tanrı ile gerçekleştireceği bütünlükle yerinde bir biçimde tatmin olabilecek, çok büyük bir merakla birlikte gerçek ve arayışta olan bir kusursuzluk açlığı doğurur. İnsanın aç ruhu, yaşayan Tanrı’nın kişisel gerçekleşiminden daha azı olan herhangi bir şeyle tatmin olmayı reddetmektedir. Tanrı; yüksek ve kusursuz bir ahlaki kişilikten daha fazla ne olabilirse olsun, aç ve sınırlı kavramsallaşmamızın içinde ondan daha azı olamaz.
102:2.1 (1119.6) Gözlemleyici akıllar ve ayırt edici ruhlar, akranlarının yaşamları içinde bulduklarında dini tanımaktadırlar. Din, tanıma ihtiyaç duymamaktadır; hepimiz onun toplumsal, ussal, ahlaki ve ruhsal meyvelerini bilmekteyiz. Ve, bunun hepsi, dinin insan ırkının bir mülkiyeti olduğu gerçekliğinden büyümektedir; o, kültürün bir çocuğu değildir. Bir kişinin din algısının hala insansı olduğu ve böylece bilgisizliğin esaretine, hurafe inancının köleliğine, içi boş inanç savlarının aldatmacalarına ve sahte felsefenin yanılgılarına tabi olduğu gerçektir.
102:2.2 (1119.7) Özgün dini teminatın belirleyici özelliklerinden bir tanesi; olumlayışlarının mutlaklığına ve tutumunun adanmışlığına rağmen, ifadesinin taşıdığı ruhun, böbürlenici ve kendini yüceltici tavra dair en ufak bir izi bile taşımayacak kadar kendinden emin ve esnek oluşudur. Dini deneyimin bilgeliği, hem insansı bir biçimde özgün hem de Düzenleyici’nin bir türevi oluşu bakımından bir çelişkiye benzer oluşumdur. Dinsel kuvvet, bireyin kişisel ayrıcalıklarının ürünü değildir; onun yerine, insan ile bilgeliğin tümünün sonsuza kadar süren kaynağının yüce birlikteliğinin sonucudur. Böylelikle, gerçek ve saf dinin kelimeleri ve eylemleri, aydınlanmış fanilerin tümü için ikna edici bir biçimde belirleyici hale gelir.
102:2.3 (1119.8) Bir dini deneyimin etkenlerini belirlemek ve onları irdelemek zordur; ancak, bu türden din uygulayıcılarının sanki çoktan Ebediyet’in mevcudiyetinde bulunup yaşamlarına devam ettikleri gözlemlemek zor değildir. İnananlar bu geçici yaşama, sanki ölümsüzlük hali hazırda ellerinin altındaymış gibi karşılık gösterirler. Bu türden fanilerin yaşamlarında; yalnızca dünyanın bilgeliğini özümsemiş olan akranlarından onları sonsuza kadar ayıran, dışavurumun geçerli bir özgünlüğü ve doğallığı bulunmaktadır. Dindarlar, zamanın geçici akımlarında içkin olan rahatsız edici acelecilikten ve anlık değişimlerin acı verici sıkıntısından etkin bir biçimde kurtulmuş olarak yaşıyor görünmektedirler; onlar fizyoloji, psikoloji ve sosyolojinin kanunları tarafından açıklanmamış olan bir kişilik istikrarını ve bir karakter huzurunu sergilerler.
102:2.4 (1120.1) Zaman, bilginin erişiminde değişmez bir etkendir; her ne kadar dini deneyiminin tüm fazları içinde belirli bir gelişim olarak minnettarlık içinde büyümenin önemli bir değeri olsa da, din kazanımlarını anlık bir biçimde ulaşılabilir kılar. Bilgi ebedi bir arayıştır; siz her zaman öğrenir konumda bulunmaktasınız, ancak hiçbir zaman mutlak gerçekliğe dair bütüncül bilgiye varmaya yetkin değilsiniz. Tek başına bilgi içerisinde hiçbir zaman mutlak kesinlik olamaz, sadece yaklaşımın artan bir olasılığı söz konusu olabilir; ancak ruhsal aydınlanmanın dini ruhu bilmektedir, ve onu şimdi gerçekleştirmektedir. Ve yine de, bu derin ve olumlu kesinlik bu türden güçlü-düşünceli bir dindarın, maddi yönü yavaş-hareket eden biliminin gelişmeleriyle yakın bir biçimde ilişkili olan insan bilgeliğinin ilerleyişinin iniş ve çıkışlarına daha az ilgi beslemesine neden olmaz.
102:2.5 (1120.2) Bilimin keşifleri bile; ilgili bilgileri aklın düşünce akımları içinde dolaşıma giren bir biçimde mevcut olarak anlam haline gelene kadar, anlaşılana ve ilişkilendirilene kadar, insan deneyiminin bilincinde tam anlamıyla gerçek değildir. Fani insan fiziksel çevresini bile, psikolojik olarak konumlandığı yerin bakış açısından olmak üzere akıl düzeyinden görür. Bu nedenle, insanın evrene dair oldukça bütünleşmiş bir yorumda bulunması ve bunun sonrasında dini deneyiminin ruhaniyet bütünlüğü ile biliminin bu enerji bütünlüğünü tanımlamaya çalışması gerekliliği tuhaf bir durum değildir. Akıl bütünlüktür; fani bilinç akıl düzeyinde yaşamakta ve evrensel gerçeklikleri akıl kazanımının gözleriyle algılamaktadır. Aklın bakışı, İlk Kaynak ve Merkez olarak gerçekliğin kökeninin varoluşsal bütünlüğünü açığa çıkarmayacaktır; ancak o insana, Yüce Varlık olarak ve onun içinde enerji, akıl ve ruhaniyetin deneyimsel birleşimini tasvir edebilmekte olup, bunu ileride zaman zaman gerçekleştirecektir. Ancak akıl hiçbir zaman; maddi şeyler, ussal anlamlar ve ruhsal değerlerin kesin bir biçimde farkında oluşuna kadar, gerçekliğin çeşitliliğinin bu birleşiminde başarılı olamaz; yalnızca, işlevsel gerçekliğin bu üçlemesi arasındaki ahenkte bütünlük vardır; ve yalnızca bütünlük içerisinde, kâinatsal sürekliliğin ve tutarlılığın gerçekleşimi karşısında kişilik tatmini bulunmaktadır.
102:2.6 (1120.3) Bütünlük en iyi, felsefe vasıtasıyla insan deneyiminde bulunur. Ve, felsefi düşüncenin bedeni her zaman maddi bilgiler üzerine inşa edilmek zorundayken, gerçek felsefi işleyişlerinin ruhu ve enerjisi fani ruhsal kavrayıştır.
102:2.7 (1120.4) Evrimsel insan, doğasından gelen bir biçimde çok çalışmadan haz duymamaktadır. Büyüyen bir dini deneyimin baskıcı talepleri ve zorlayıcı dürtüleriyle yaşam deneyimi içinde ayak uydurması; ruhsal büyüme, ussal genişleme, bilgisel açılımda ve toplumsal hizmete bitmek bilmeyen etkinlik anlamına gelmektedir. Oldukça etkin bir kişilikten bağımsız hiçbir gerçek din bulunmaktadır. Bu nedenle, insanların daha çalışmaya gönülsüz olanları sıklıkla; kalıplaşmış dini inanç savlarının ve dogmalarının sahte barınağına yapılan bir inzivaya başvurarak, çok akıllıca gerçekleştirilmiş birey aldanmacasının bir türüyle gerçekten dini olan etkinliklerin zorluklarından kaçmaya çalışmaktadır. Ancak, gerçek din canlıdır. Dini kavramsallaşmaların ussal tabakalaşması, ruhsal ölüme denktir. Siz, dini düşüncelerden bağımsız olarak düşünemezsiniz; ancak din bir kez sadece bir düşünceye indirgendiği zaman, artık din değildir; o yalnızca, insan felsefesinin bir türü haline gelmiştir.
102:2.8 (1121.1) Tekrar etmek gerekirse, orada; yaşamın sinir bozucu taleplerinden kaçış için bir yol olarak dinin duygusal düşüncelerini kullanabilecek, dengesiz ve kötü bir biçimde kendine hâkim olan ruhların diğer türleri bulunmaktadır. Görüşlerinde tutarsız ve ürkek faniler evrimsel yaşamın bitmek bilmeyen baskısından kaçmayı denediklerinde, din olarak düşündükleri şey, kaçışın en iyi yolu olarak en yakın sığınağı sunar görünümü vermektedir. Ancak, dinin görevi, yaşamın anlık değişimleri karşısında insanları cesurca, hatta kahramanca, hazırlamaktır. Din; insanın yaşama devam edişini ve ona “görünmeyen O’nu görürmüş gibi katlanmayı” yetkin kılan bir şey olarak, evrimsel insanın yüce kazanımıdır. Gizemcilik, buna rağmen; insan toplumunun ve ticaretinin açık alanlarında dini bir yaşamı gerçekleştirmenin daha hareketli etkinliklerinden haz duymayan faniler tarafından kabul edilmiş olan, yaşamdan bir kaçış biçimidir. Gerçek din, hareket etmek zorundadır. Davranış, insan ona sahip olduğunda, veya diğer bir değişle dinin insanı tamamen elde edişine gerçek anlamıyla izin verildiğinde, dinin ürünü olacaktır. Din hiçbir zaman, yalın düşünce ve hareketsiz hisle tatmin olamayacaktır.
102:2.9 (1121.2) Bizler, dinin sıklıkla bilgelik dışı hatta dinsiz bir biçimde hareket ettiği gerçeğini görmemezlikten gelmemekteyiz; ancak din hareket etmektedir. Dini yargılamanın kabul edilemez kararları, kanlı düşmanlıklara sebep olmuştur; ancak en başından beri ve her zaman din, bir şey yapmaktadır; o, sürekli etkindir!
102:3.1 (1121.3) Ussal eksiklik veya eğitimsel yoksunluk, kaçınılmaz bir biçimde daha yüksek dini erişimi engellemektedir; çünkü ruhsal doğanın bu türden fakir bir çevresi, dinin, bilimsel bilginin dünyası ile ana felsefi iletişim bağını koparmaktadır. Dinin ussal etkenleri önemlidir, ancak onun haddinden fazla gelişimi benzer bir biçimde zaman zaman oldukça engelleyici ve utandırıcıdır. Din, çelişkili bir gerçeklik içinde sürekli olarak çalışmak zorundadır: düşüncenin etkin bir biçimde kullanılma zorunluluğu ile eş zamanlı olarak düşüncenin tümünün ruhsal hizmet-verebilirliliğinin azaltılması.
102:3.2 (1121.4) Dini varsayım kaçınılmazdır, ancak her zaman zarar vericidir; varsayım her seferinde kendi amacını reddetmektedir. Varsayım; dini, maddi veya insansı bir şeye dönüştürme eğilimi göstermekte olup, böylece, ussal düşüncenin açıklığına doğrudan bir biçimde müdahale ederken, dolaylı bir biçimde, sonsuza kadar karşısında durması gereken bir dünya olarak geçici dünyanın bir işlevi olarak dinin görünmesine neden olur. Bu nedenle din her zaman; gerçeklik kavrayışı ve bütünlük algısı için felsefe-ötesi hassasiyet olan morontia motası olarak — evrenin maddi ve ruhsal düzeyleri arasındaki deneyimsel ilişkinin yokluğundan kaynaklanan çelişkiler olarak, çelişkiler tarafından nitelenecektir.
102:3.3 (1121.5) İnsan duyguları olarak maddi hisler, doğrudan bir biçimde, bencil hareketler olan maddi eylemlere neden olmaktadır. Ruhsal güdüler biçimindeki ruhsal kavrayışlar, doğrudan bir biçimde, toplumsal hizmet ve fedakâr iyiliğin bencil olmayan hareketleri olarak dini eylemlere neden olmaktadır.
102:3.4 (1121.6) Dini arzu, kutsal gerçekliğin arayışı için açlıktır. Dini deneyim, Tanrı’yı bulmuş olma bilincinin gerçekleşimidir. Ve bir insan varlığı Tanrı’yı bulduğunda, bu kişinin ruhu içinde; Tanrı’yı bulmuş olduğunu açığa çıkarmak için değil, akranlarını canlandırmak ve onları soylulaştırmak için ruhu içinde ebedi iyiliğe dair engin bilginin taşmasına izin vermek amacıyla, daha az aydınlanmış akranlarıyla sevgi dolu hizmet-iletişimini arzulamaya yönelten farkındalık içinde zaferin tarif edilemez bir yerinde-duramamazlığı deneyimlendir. Gerçek din, artan toplumsal hizmete yol açar.
102:3.5 (1122.1) Bilgi olarak bilim, bilgisel gerçekliğin bilincine götürür; deneyim olarak din, değerlerin bilincine götürür; bilgelik olarak felsefe, eş-güdüm bilincine götürür; açığa çıkarılış (morontia motasının eşleniği olarak) doğru gerçekliğin bilincine götürür; bunların karşısında, bilgi, değer ve doğru gerçekliği bilincinin eş-güdümü, tam da bu kişiliğin kurtuluş olasılığına olan inanışla birlikte varlığın en yüksek düzeyi olarak kişilik gerçekliğinin farkındalığını oluşturmaktadır.
102:3.6 (1122.2) Bilgi insanların, ortaya çıkan toplumsal sınıf ve tabakalara yerleştirilmelerine neden olmaktadır. Din, hizmet eden insanlara neden olup, böylece etik kuralları ve fedakârlığı yaratmaktadır. Bilgelik, hem düşüncelerin hem de bir kişinin akranlarının daha büyük ve daha iyi aidiyet birlikteliğine yol açmaktadır. Açığa çıkarılış insanları özgürleştirmekte ve onları ebedi serüvene başlatmaktadır.
102:3.7 (1122.3) Bilim insanları sınıflandırmaktadır; din insanları, şu anda sizin bulunduğunuz halde bile, sevmektedir; bilgelik, farklılık gösteren insanlara adalet sağlamaktadır; ancak açığa çıkarılış, insanı yüceltmekte ve onun Tanrı ile bütünlüğü için var olan yetisini açığa çıkarmaktadır.
102:3.8 (1122.4) Bilim başarısız bir biçimde, kültürün kardeşliğini yaratmayı arzulamaktadır; din, ruhaniyetin kardeşliğine hali hazırda ait olmayı getirmektedir. Felsefe, bilgeliğin kardeşliğini arzulamaktadır; açığa çıkarılış, Kesinliğin Cennet Birliği olarak ebedi kardeşliği tasvir etmektedir.
102:3.9 (1122.5) Bilgi, kişiliğin gerçekliği üzerinde duyulan gurura sebebiyet vermektedir; bilgelik, kişiliğin anlamının bilincidir; din, kişiliğin değerinin tanınışı deneyimidir; açığa çıkarılış, kişilik kurtuluşunun güvencesidir.
102:3.10 (1122.6) Bilim; sınırsız kâinatın ayrılmış kısımlarını tanımlamayı, irdelemeyi ve sınıflandırmayı arzulamaktadır. Din, bütün kâinat olarak her-şeye-dair-bilgiyi kavramaktadır. Felsefe, bütünlüğün ruhsal-kavrayış kavramsallaşmasıyla bilimin maddi kısımlarının tanımlanmasına girişmektedir. Felsefenin bu girişimde başarısız olduğu yerde, kâinatsal döngünün evrensel, ebedi, mutlak ve sınırsız olduğunu olumlayan bir biçimde açığa çıkarılış başarılı olmaktadır. Sınırsız BEN’in bu kâinatı, bu nedenle; zamansız, mekânsız ve koşulsuz olarak — sonsuz, kısıtsız ve her şeyi içine alan niteliktedir. Ve biz, Sınırsız BEN’in aynı zamanda Nebadon’un Mikâili’nin Yaratıcısı olduğuna ve insan kurutuluşunun Tanrı’sı olduğuna tanıklık etmekteyiz.
102:3.11 (1122.7) Bilim, İlahiyat’ı bir gerçeklik olarak belirtmektedir; felsefe, bir Mutlak’a dair düşünceyi sunmaktadır; din Tanrı’yı sevgi dolu bir ruhsal kişilik tahayyül etmektedir. Açığa çıkarılış; İlahiyat’ın gerçekliğinin bütünlüğünü, Mutlak’ın düşüncesini ve Tanrı’nın ruhsal kişiliğini olumlarken, bunlara ilaveten, mevcudiyetin evrensel gerçekliği, aklın ebedi düşüncesi ve yaşamın sınırsız ruhaniyeti olarak — Yaratıcımız olarak bu kavramsallaşmayı temsil eder.
102:3.12 (1122.8) Bilginin peşine düşme bilimi oluşturur; bilgeliğin arayışı felsefedir; Tanrı’ya duyulan sevgi dindir; gerçekliğin açlığı bir açığa çıkarılışın kendisidir. Ancak, gerçekliğin hissini kâinata dair insanın ruhsal kavrayışına eklemleyen şey Düşünce Düzenleyicisi’dir.
102:3.13 (1122.9) Bilimde düşünce, onun gerçekleşiminin dışavurumundan önce gelmektedir; dinde gerçekleşimin deneyimi, düşüncenin dışavurumundan önce gelmektedir. Evrimsel inanmak-isteyen-irade ile — inanan irade olarak — aydınlanmış nedensellik, dini kavrayış ve açığa çıkarılışın ürünü arasında çok büyük bir fark bulunmaktadır.
102:3.14 (1122.10) Evrimde, din sıklıkla insanın Tanrı’ya dair kendi kavramsallaşmalarını yaratmasına yol açmaktadır; açığa çıkarılış Tanrı’nın evrimleşen insanının kendisini sergilerken, Mesih İsa’nın dünya yaşamında biz Tanrı’nın kendisini insana açığa çıkarışının olgusunu gözlemleriz. Evrim, Tanrı’yı insansı yapma eğilimi gösterir; açığa çıkarılış insanı Tanrısal yapma eğilimi gösterir.
102:3.15 (1122.11) Bilim yalnızca ilk nedenlerle tatmin olur, din yüce kişilikle, ve felsefe bütünlükle. Açığa çıkarılış, bu üçünü bir olarak ve bu üçünü de iyi olarak olumlar. Ebedi gerçek evrenin iyiliğidir, mekânda gerçekleşen kötülüğün zaman içindeki yanılsamaları değildir. Tüm kişiliklerin ruhsal deneyiminde, gerçeğin iyi ve iyinin gerçek olduğu her zaman doğrudur.
102:4.1 (1123.1) Akıllarınızdaki Düşünce Düzenleyicisi’nin mevcudiyeti nedeniyle sizler için Tanrı’nın aklını bilmek, insan veya insan-ötesi biri olarak diğer herhangi bir aklı bilmenin bilincinden emin olmaktan daha fazla gizemli bir durum değildir. Din ve toplumsal bilinç şu ortak noktaya sahiptir: onlar, diğer akılların bilincine dayanmaktadır. Bir başkasının düşüncesini kendinizinki olarak aracılığıyla kabul ettiğiniz yöntem, “Mesih’te olan aklın sizin içinizde olmasına izin verin” sözünü gerçekleştirebileceğinizle aynısıdır.
102:4.2 (1123.2) İnsan deneyimi nedir? O yalın bir biçimde, etkin ve sorgulayan bir birey ile herhangi bir diğer etkin ve dışsal gerçeklik arasındaki her türlü karşılıklı ilişkidir. Deneyimin ivmesi, dışsal olan gerçekliğinin bütüncül tanınışına ek olarak kavramsallaşmanın derinliliğiyle belirlenir. Deneyimin hareketi, iletişimde bulunulmuş gerçekliğin dışsal niteliklerinin duyusal keşfinin gücüne ek olarak önceden hayal edilmiş olan beklenilen şeyin kuvvetine denktir. Deneyimin gerçekliği; diğer-şeylerin, diğer-akılların ve diğer-ruhaniyetlerin mevcudiyeti biçiminde — diğer-mevcudiyetlere ek olarak öz-bilinçte bulunur.
102:4.3 (1123.3) İnsan çok öncül bir biçimde, dünyada veya evrende yalnız olmadığının bilincine varır. Bireyselliğin çevresinde diğer-akılların mevcudiyetine dair kendiliğinden gerçekleşen doğal bir öz-bilinç gelişir. İnanç bu doğal deneyimi, diğer-akılların mevcudiyeti — kökeni, doğası ve nihai sonu biçiminde — gerçekliği olarak Tanrı’nın tanınışı olan dine dönüştürür. Ancak, bu türden bir Tanrı bilgisi en başından beri ve her zaman, kişisel deneyimin bir gerçekliğidir. Eğer Tanrı bir kişilik olmasaydı, bir insan kişiliğinin gerçek dini deneyiminin bir parçası haline gelemezdi.
102:4.4 (1123.4) İnsanın dini deneyimindeki hata payı, Kâinatın Yaratıcısı’nın ruhsal kavramsallaşmasını bozan maddiyatçı içerik ile doğru orantılıdır. İnsanın evren içindeki ruhaniyet-öncesi ilerleyişi, Tanrı’nın doğasına ek olarak saf ve gerçek ruhaniyetinin gerçekliğine ait bu hatalı düşüncelerden kendisini arındırma deneyiminden oluşmaktadır. İlahiyat ruhtan fazlasıdır; ancak ruhsal yaklaşım, yükseliş halindeki insan için tek olanaklı şeydir.
102:4.5 (1123.5) Dua, gerçekten de, dini deneyimin bir parçasıdır; ancak o, ibadetin daha temel birlikteliğinin önemsenmemesine neden olan bir biçimde çağdaş dinler tarafından yanlış bir biçimde vurgulanmıştır. Aklın yorumlayıcı düşünce güçleri, ibadet ile derinleşmekte ve gelişmektedir. Dua yaşamı zenginleştirebilir; ancak ibadet nihai sonu aydınlatmaktadır.
102:4.6 (1123.6) Açığa çıkarılmış din, insan mevcudiyetinin birleştirici etkisidir. Açığa çıkarış tarihi bütünleştirmekte, yeryüzü bilimini, gökyüzü bilimini, fiziği, kimyayı, biyolojiyi, sosyolojiyi ve psikolojiyi eşgüdümsel hale getirmektedir. Ruhsal deneyim, insanın kâinatının gerçek ruhudur.
102:5.1 (1123.7) Her ne kadar inanışın gerçekliğinin oluşturulması inanılışının gerçekliğinin oluşturulmasına denk olmasa da, yine de, yalın yaşamın kişiliğin düzeyine olan evrimsel ilerleyişi, başlangıçsal olarak kişiliğin potansiyelinin mevcudiyetine dair gerçekliği göstermektedir. Ve, zaman evrenleri içerisinde potansiyel her zaman mevcut olandan yüce bir konumdadır. Evrimleşen kâinat içerisinde, potansiyel gerçekleşecek olan, ve gerçekleşecek olan ise İlahiyat’ın amaçsal emirlerinin gerçekleşimidir.
102:5.2 (1124.1) Bu aynı amaçsal üstünlük; ilkel hayvan korkusunun, Tanrı için sürekli derinleşen hürmete ve evrene karşı beslenmekte olan derinleşen huşuya doğru dönüştüğünde, insan düşüncesinin evrimi içinde gösterilmiştir. İlkel insan, inançtan daha çok dinsel korkuya sahipti; ve ruhaniyet potansiyellerinin akıl üzerindeki üstünlüğü, bu ürkek korku ruhsal gerçekliklere duyulan yaşayan inanca dönüştüğünde gösterilmişti.
102:5.3 (1124.2) Siz, evrimleşen dini psikolojik açıdan inceleyebilirsiniz, ancak ruhsal kökenden gelen kişisel-deneyim dinini değil. İnsan ahlakı değerleri tanıyabilir, ancak sadece din bu türden değerleri muhafaza edebilir, yüceltebilir ve ruhsallaştırabilir. Ancak, bu türden eylemlere rağmen din, duygusallaştırılmış ahlaktan daha fazla bir şeydir. Sevgi görev için ne anlam ifade ediyorsa, din ahlak için o anlama gelir. Ahlak, kendisine hizmet edilecek bir İlahiyat olarak her şeye gücü yeten bir Denetleyici’yi ortaya çıkarır; din, kendisine ibadet edilecek ve derin sevgi beslenecek bir Tanrı olarak, her şeyi derince seven bir Yaratıcı’yı ortaya çıkarır. Ve tekrar edilmesi gerekirse bu durumun nedeni; dinin ruhsal potansiyelliğinin, evrime ait ahlakın görevsel mevcudiyetinden üstün oluşudur.
102:6.1 (1124.3) Dini korkunun felsefi ayrıştırılışı ve bilimin sürekli ilerleyişi, sahte tanrıların ölümüne fazlasıyla katkıda bulunmaktadır; ve insan-yapımı ilahiyatların bu ölümleri çok kısa bir süreliğine ruhsal görüşü buğulandırsa da, yaşayan Tanrı’ya ait ebedi sevgiyi uzunca bir süredir kapatan cahillik ve hurafe inancını nihai olarak yok etmektedir. Yaratılmış ve Yaratan arasındaki ilişki; birebir karşılayacak bir tanımda bulunmayan nitelikte, çok etkin bir dini inanç olarak yaşayan bir deneyimdir. Yaşamın bir kısmını ayırmak ve ona din ismini vermek, yaşamı ayrıştırmak ve dinin içeriğini çarpıtmak anlamına gelir. Ve, bu durum, ibadetin Tanrısı’nın neden ya sürekli destekten ya da hiçbir destekten bahsedişinin nedenidir.
102:6.2 (1124.4) İlkel insanların tanrısı, kendi gölgelerinden daha fazlası olmamış olabilirler; yaşayan Tanrı, kesintilerinin uzayın tümünün gölgelerini yarattığı kutsal ışıktır.
102:6.3 (1124.5) Felsefi erişime inanan dindar; bir gerçeklikten, bir değerden, kazanımının bir düzeyinden, yüceltilmiş bir süreçten, bir dönüşümden, nihai zaman-mekândan, bir idealleştirmeden, enerjinin kişiselleşmesinden, çekimin bütünlüğünden, bir insan öngörüşünden, bireyin idealleşmesinden, doğanın itiş gücünden, iyiliğe olan eğilimden, evrimin ileri yönlendiren etkisinden veya ulvi bir varsayımdan daha fazlası olan kişisel kurtuluşun kişisel bir Tanrısı’na inanç beslemektedir. Sevgi; dinin özü, üstün medeniyetin pınarıdır.
102:6.4 (1124.6) İnanç, olasılık dâhilindeki felsefi Tanrı’yı kişisel dini deneyim içinde kesinliğin kurtarıcı Tanrısı’na doğru dönüştürür. Kuşkuculuk, din-kuramının savlarını zorlayabilir; ancak, kişisel deneyimin güvenirliğine duyulan emin olma hissi, inanca büyümüş olan inanışın gerçekliğini olumlamaktadır.
102:6.5 (1124.7) Tanrı hakkındaki yargılara, bilgece gerçekleştirilen nedensel düşünmeyle varılabilir; ancak birey, Tanrı-bilen hale, kişisel deneyim aracılığı olarak yalnızca inançla varabilir. Yaşam ile ilgili şeylerin çoğunda, olasılık hesaba katılmalıdır; ancak kâinatsal gerçeklik ile iletişimde bulunulduğunda kesinlik, bu türden anlamlara ve değerlere yaşayan inançla yaklaşıldığı zaman deneyimlenebilir. Tanrı-bilen ruh; ussal mantık tarafından tamamiyle desteklenmediği için bu türden kesinliği reddeden inanmayan kişi tarafından bu Tanrı bilgisi sorgulandığında bile, “Ben biliyorum” demeye cüret eder. Her kuşku duyan kişi için inanan sadece şu cevabı verir: “Bilmediğimi nerden biliyorsunuz?”
102:6.6 (1125.1) Her ne kadar nedensellik her zaman inancı sorgulayabilse de, inanç her zaman hem nedenselliği hem de mantığı destekler. Nedensellik, inancın ahlaki bir kesinliğe, hatta bir ruhsal deneyime, dönüşebileceği olasılık yaratır. Tanrı ilk gerçeklik ve son gerçektir; bu nedenle, gerçekliğin tümü kaynağını ondan alırken, tüm gerçekler onun karşısında görecelidir. Tanı mutlak doğruluktur. Doğruluk olarak siz Tanrı’yı bilebilirsiniz, ancak, — açıklamak biçiminde — Tanrı’yı anlamak için bir kişi, evrenlerinin tümüne ait gerçeği keşfetmek zorundadır. Tanrı gerçekliği ile ilgili olarak Tanrı’nın gerçekliği ile bilgisizlik arasındaki derin uçurum, yalnızca yaşayan inançla aşılabilir. Nedensellik tek başına, sınırsız gerçeklik ve evrensel gerçek arasındaki ahenge ulaşamaz.
102:6.7 (1125.2) İnanış kuşkuya karşı koyup, korkuyu engelleyemeyebilir; ancak inanç her zaman kuşku karşısında zaferle çıkar, zira inanç hem olumlu ve hem de yaşayandır. Olumluluk her zaman olumsuzluk üzerinde, gerçeklik her zaman hata üzerinde, deneyim kuram üzerinde, ruhsal gerçeklikler zaman ve mekânın tecrit edilmiş gerçekleri üzerinde üstünlüğe sahiptir. Bu ruhsal kesinliğin ikna edici kanıtı; bu gibi inanç duyanlar olarak inananların bu içten ruhsal deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkardıkları, ruhaniyetin toplumsal meyvelerinden oluşmaktadır. İsa şunu söylemişti: “Akranlarınızı benim sizleri sevdiğim gibi severseniz, bunun sonucunda insanların tümü sizlerin benim takipçilerim olduğunu bilecektir.”
102:6.8 (1125.3) Bilim için Tanrı bir olasılık, psikoloji için bir arzu, felsefe için bir muhtemellik, din için, dini deneyimin bir mevcudiyeti olarak bir kesinliktir. Nedensellik; muhtemelliğin Tanrı’nı bulamayan bir felsefenin, kesinliğin Tanrısı’nı bulabilmeye yetkin ve onu gerçekleştiren dini inanç karşısında oldukça saygılı olması gerekliliğini talep etmektedir. Hem de bilim; insanın ussal ve felsefi kazanımlarının artan bir biçimde, daha az us sahibi olan kişilerden ta en başa kadar nihai olarak düşünce ve hissin tümünden tamamiyle yoksun olan ilkel yaşamdan doğarak ortaya çıktığını artık savunmayan bir söylemle, gerçek olan bir şeye inanma isteğini temel alarak dini deneyimi önemsiz görmemelidir.
102:6.9 (1125.4) Evrimin gerçekleri, Tanrı-bilen faninin dini yaşamına ait ruhsal deneyimin kesinliğinin sahip olduğu gerçekliğin hakikatini reddedecek bir biçimde sıralanmamalıdır. Ussal insan; çocuklar gibi nedensellik kurmayı sonlandırmalı ve gerçeğin gözlemiyle birlikte gerçeklik kavramsallaşmasına hoşgörüyle bakan mantık olarak erişkinliğin tutarlı mantığını kullanmayı denemelidir. Bilimsel maddecilik; her tekrar eden evren olgular bütünlüğü karşısında, daha yüksek olarak hali hazırda kabul ettiği şeyin hali hazırda daha alçak olarak kabul ettiği şeyin yerini alışı karşısında mevcut itirazlarını yinelemeye devam ettiğinde iflas etmektedir. Tutarlılık, amaçsal bir Yaratan’ın etkinliklerinin tanınmasını talep eder.
102:6.10 (1125.5) Organik evrim bir gerçektir; amaçsal veya diğer bir değişle ilerleyici evrim, evrimin sürekli yükselen kazanımlarına dair zıt görülen aksi olguları tutarlı hale getiren bir gerçekliktir. Herhangi bir bilim adamı seçtiği bilimde daha yükseğe doğru ilerlediğinde, Yüce Aklın başatlığına dair kâinatsal gerçeklik karşısında maddi gerçekliğin kuramlarını daha fazla ardında bırakacaktır. Maddecilik, insan yaşamını basitleştirmektedir; İsa’nın müjdesi, devasa bir biçimde her faniyi derinleştirmekte ve onları göksel bir biçimde yüceleştirmektedir. Fani mevcudiyeti; insanın yükselerek yakaladığı ve kutsal ve kurtarıcı olanın aşağı inip ulaştığı buluşmanın gerçekliğinin gerçekleşimine dair ilgi çekici ve büyüleyici deneyimden meydana gelen bir biçimde resmedilmelidir.
102:7.1 (1126.1) Kendinden var olan bir şekilde Kâinatın Yaratıcısı, aynı zamanda açıklaması kendisi olan niteliktedir; o, düşünebilen her fani içinde mevcut bir şekilde yaşamaktadır. Ancak siz, Tanrı’yı bilmeden ondan emin olamazsınız; evlatlık, babalığı kesin kılan tek deneyimdir. Evren her yerde devam eden değişim içerisindedir. Değişen bir evren, bağımlı bir evrendir; bu türden bir yaratım, ne nihai ne de mutlak olabilir. Sınırlı bir evren tamamiyle, Nihai ve Mutlak’a bağlıdır. Evren ve Tanrı özdeş değildir; biri sebep, diğeri sonuçtur. Sebep mutlak, sınırsız, ebedi ve değişmezdir; sonuç, zaman-mekân ve aşkın sürekli büyüyen bir biçimde sürekli değişmektedir.
102:7.2 (1126.2) Tanrı, evrende bir ve tek nedeni yine kendi olan gerçektir. O; şeylerden ve varlıklardan oluşan tüm yaratımın düzeni, tasarımı ve amacına ait sırdır. Her yerde değişim içerisinde olan evren, değişmeyen bir Tanrı’nın alışkanlıkları olarak mutlak bir biçimde değişmez kanunlar tarafından düzenlenmekte ve istikrarlı hale getirilmektedir. Kutsal kanun olarak Tanrı gerçeği, değişmezdir; onun evrenle olan ilişkisi biçiminde Tanrı’ya dair gerçeklik, sürekli evrim halinde bulunan evrene her zaman uyumlu olan bir görece açığa çıkarılıştır.
102:7.3 (1126.3) Tanrı olmadan bir din yaratacaklar, ebeveynler olmadan çocuklara sahip olacak, ağaçlar olmadan meyveyi toplayacaklar gibidir. Siz, sebepler olmadan sonuçlara sahip olamazsınız; yalnızca BEN nedensizdir. Dini deneyimin gerçekliği Tanrı’yı işaret etmektedir; ve kişisel deneyimin bu türden bir Tanrı’sı kişisel bir İlahiyat olmak zorundadır. Siz; kimyasal bir formüle dua edemez, matematiksel bir denklemden yardım dileyemez, bir varsayıma ibadet edemez, bir düşünceye sırrınızı veremez, bir süreçle bütünlük kuramaz, bir soyut düşünceye hizmet edemez ve bir yasaya ile sevgi dolu aidiyetsel bütünlük besleyemezsiniz.
102:7.4 (1126.4) Görünüşte dini nitelik olan birçok şeyin, dini olmayan temellerden doğduğu gerçektir. İnsan, ussal bir biçimde, Tanrı’yı reddedebilir, ve yine de ahlaki olarak iyi, sadık, çocuksu sevgiye sahip, dürüst ve hatta idealist bile olabilir. İnsan, temel ruhsal doğasına tamamiyle insancıl olan birçok dalı aşılayabilir, ve böylece tanrısız bir din adına savlarını görünüşte ispatlayabilir; ancak bu türden bir deneyim kurtuluş değerlerinden, Tanrı-bilmeden ve Tanrı-yükselişinden yoksundur. Bu türden bir fani içinde yalnızca toplum meyveleri gelebilir, ruhsal olanlar değil. Aşı; her ne kadar yaşayan besin, hem akıl hem de ruhaniyetin özgün kutsal kazanımının köklerinden çekilse de, meyvenin doğasını belirlemektedir.
102:7.5 (1126.5) Dinin ussal olan temel niteliği, kesinliktir; felsefi belirleyici özellik tutarlılıktır; toplumsal meyveler sevgi ve hizmettir.
102:7.6 (1126.6) Tanrı-bilen fani; zorlukları görmezden gelen ve çağdaş dönemlerin sahip olduğu hurafenin, geleneğin ve maddi eğilimlerin dolambacında Tanrı’yı bulma önündeki engeli hesaba katmayan biri değildir. O, tüm bu engellerle karşılaşmış ve zaferle onların üstesinden gelmiştir; yaşayan inançla onları alt etmiş, onlara rağmen ruhsal deneyimin doruklarına erişmiştir. Ancak, içsel olarak Tanrı’dan emin olan birçok kişinin; kesinliğe dair bu türden hislerini kendinden emin bir biçimde ifade etmekten, Tanrı’ya inanışa dair itirazları bir araya getiren ve bunun olanaksızlıklarına mercek tutan kişilerin çokluğu ve kıvrak zekâsı karşısında korku duyduğu bir gerçektir. Zayıf noktaları bulmak, sorular sormak ve itirazlarda bulunmak çok derinlikte bir usu gerektirmemektedir. Ancak, bu sorulara cevap vermek ve bu zorlukları çözmek aklın mükemmelliğini gerektirmektedir; inanç kesinliği, tüm bu sığ karşıtlıklarla başa çıkmanın yöntemidir.
102:7.7 (1127.1) Eğer bilim, felsefe veya sosyoloji gerçek dinin tanrı-elçileriyle tartışmaya girecek kadar dogmatik olabiliyorsa, bunun sonucunda Tanrı-bilen insanlar bu türden gereksiz dogmacılığa, kişisel nitelikli ruhsal deneyimin kesinliğine ait daha uzağı gören şöyle bir dogmacılıkla karşılık verebilirler: “Ne deneyimlediğimi biliyorum, çünkü ben BEN’in bir evladıyım.” Eğer bir inanç sahibinin kişisel deneyimi dogma tarafından sarsılmaya çalışılacaksa, bunun sonrasında, deneyimlenebilen Baba’nın bu inanç-doğum evladı Kâinatın Yaratıcısı ile olan mevcut evlatlığının ifadesi olarak sarsılamaz dogmayla cevap verebilir.
102:7.8 (1127.2) Bir mutlak olarak sadece koşulsuz bir gerçeklik, tutarlı bir biçimde dogmatik olmaya cüret edebilir. Dogmatik olma sorumluluğunu almak isteyenler, eğer tutarlı olurlarsa, er veya geç, enerjinin Mutlak, gerçekliğin Kâinatsal ve sevginin Sınırsız olanının kollarına yönleneceklerdir.
102:7.9 (1127.3) Eğer, kâinatın gerçekliğine yapılan dini-olmayan yaklaşımlar ispatlanmamışlığı temelinde inancın kesinliğini sarsmaya çalışacak olursa, bunun sonrasında, ruhaniyeti deneyimleyecek kişi benzer bir biçimde, dinin gerçeklerine ve felsefenin inanışlarına benzer bir biçimde ispatlanılmamışlıkları temelinde dogmatik bir karşı gelişte bulunabilir; onlar, bilim adamı ve filozofun bilincinde benzer deneyimlerdir.
102:7.10 (1127.4) Tüm mevcudiyetler içinde en kaçınılmazı, tüm bilgilerin en gerçeği, tüm gerçekliklerin en yaşayanı, tüm arkadaşların en fazla sevgi besleyeni ve tüm değerlerin en kutsalı olan Tanrı hakkında, tüm evren deneyimlerinin en kesine sahip olma hakkımız bulunmaktadır.
102:8.1 (1127.5) Dinin gerçekliği ve etkin oluşunun en yüksek kanıtı, insan deneyiminin gerçeğinden oluşmaktadır; açmak gerekirse, doğasından gelen bir biçimde korkak ve şüpheci olan, kendisini korumanın güçlü bir içgüdüsüne içkin olarak sahip ve ölümden sonraki yaşamı arzulayan bu insan, inancı tarafından Tanrı olarak adlandırılmış bu güç ve kişinin muhafazası ve yönlendirişine şimdiki anının ve geleceğinin en yüksek beklentilerini bütünüyle emanet etmeye gönüllü olmaktadır. Bu, tüm dinlerin ortak bir gerçekliğidir. Bu güç veya kişinin bahse konu gözetim ve nihai kurtuluş için karşılığında insandan neyi talep ettiği hususunda herhangi iki din anlaşamamaktadır; gerçekte onların hepsi, neredeyse tamamen farklı görüşlere sahiplerdir.
102:8.2 (1127.6) Evrimsel ölçekte herhangi bir dinin düzeyi en iyi, ahlaki yargıları ve etik ölçütleri tarafından belirlenebilir. Herhangi bir din daha yüksek türde olduğunda, sürekli gelişen toplumsal bir ahlakı ve etik kültürü daha fazla destekleyerek onun tarafından daha fazla gelişir. Bizler dini, onun beraberindeki medeniyet ile yargılayamayız; bunun yerine bizler bir medeniyetin gerçek doğası hakkında, sahip olduğu dinin saflığına ve soyluluğuna bakarak bir değer biçeriz. Dünyanın en soylu dini öğretmenlerinin çoğu neredeyse tamamen okuma bilmeyen kişilerdi. Dünyanın bilgeliği, dışsal gerçekliklere duyulan kurtarıcı inancın bir uygulanışı için gerekli değildir.
102:8.3 (1127.7) Çeşitli çağların dinleri arasındaki farklılık, tamamiyle; insanın gerçeklik kavrayışındaki farklılığa ek olarak ahlaki değerleri, etik ilişkileri ve ruhani gerçeklikleri farklı tanıyışına bağlıdır.
102:8.4 (1127.8) Etik kurallar, içsel olan ruhsal ve dini gelişmelerin aksi şekilde gözle görülemez ilerleyişini aslına uygun bir biçimde yansıtan dışa dönük toplumsal ve ırksal aynadır. İnsan her zaman Tanrı’yı; en derin düşünceleri ve en yüksek idealleri olarak bildiği en iyi şey uyarınca düşünmüştür. İlkel döneme ait din bile her zaman, Tanrı kavramsallaşmalarını tanıdığı en yüksek değerlerden yaratmıştır. Her ussal yaratılmış, bildiği en iyi ve en yüksek şeyi Tanrı’nın ismine olarak koymuştur.
102:8.5 (1128.1) Nedensellik ve ussal dışavurumun kavramlarına indirgendiğinde din her zaman; etik kültüre ve ahlaki ilerleyişe dair kendi ölçütlerine göre yargılayan bir biçimde, medeniyeti ve evrimsel ilerleyişi eleştirme cüreti göstermektedir.
102:8.6 (1128.2) Kişisel din insanın ahlaki değerlerinin evriminden önce gelirken, kurumsallaşmış dinin değişmez bir biçimde insan ırklarının yavaşça değişen ahlaki değerlerinin gerisinde kaldığı üzülerek belirtilmektedir. Düzenlenmiş dinin tutucu bir biçimde ağır kaldığı kendisini göstermiştir. Tanrı-elçileri genellikle, insanlarını dini gelişim içinde yönlendirmiştir; din-kuramcıları genellikle, onların bunu gerçekleştirmelerine engel olmuştur. Bir içsel veya kişisel deneyim olayı olarak din hiçbir zaman, ırkların ussal evriminin çok ötesinde gelişemez.
102:8.7 (1128.3) Ancak, din hiçbir zaman, mucizevî olarak varsayılana doğru gösterilen yakınlaşmayla gelişemez. Mucizelerin arayışı, büyünün ilkel dinlerine olan bir dejavudur. Gerçek dinin tartışmalı mucizelerle hiçbir ilişkisi yoktur; ve açığa çıkarılmış din hiçbir zaman, mucizeleri gücün kanıtı olarak göstermez. Din en başından beri ve her zaman, kişisel deneyimden kökünü almakta ve burada ikamet etmektedir. İsa’nın yaşamı olarak sizin en yüksek dininiz şöyle bir kişisel deneyimdi: fani insan olarak insan beden içinde bir kısa yaşam boyunca Tanrı’yı ararken ve onu tüm bütünlüğüyle bulurken, aynı insan deneyimi içinde insanı arayan ve onu, sınırsız yüceliğin kusursuz ruhunun tüm tatminkârlığıyla bulan Tanrı ortaya çıkmıştı. Ve bu, Nasıralı İsa’nın dünya yaşamı olarak — Nebadon evreni içinde bile şimdiye kadar açığa çıkarılmış en büyüğü niteliğindeki, dindir.
102:8.8 (1128.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
103. Makale
103:0.1 (1129.1) İNSAN’ın gerçekten dinsel olan tepkilerinin tümü; ibadet emir-yardımcısının öncül hizmeti tarafından sağlanmakta olup, bilgelik emir-yardımcısı tarafından denetlendir. İnsanın ilk akıl-ötesi kazanımı, Kâinat Yaratıcı Ruhaniyeti’ne ait Kutsal Ruhaniyet içinde döngüleştirilmiş kişiliğe aittir; ve kutsal Evlatlar’ın bahşedilişlerinden veya Düzenleyiciler’in kâinatsal bahşedilişlerinden çok önce bu etki, insanın etik kurallar, din ve ruhsallığa dair bakış açısını genişletmek için faaliyet gösterir. Cennet Evlatları’nın bahşedilişlerini takiben özgürleştirilmiş Gerçekliğin Ruhaniyeti, dini gerçeklikleri algılamak için insan yetisinin genişlemesine çok büyük katkıda bulunmaktadır. Evrim yerleşik bir dünyada ilerlerken Düşünce Düzenleyicileri artan bir biçimde, insanın dini kavrayışının daha yüksek türlerinin gelişimine katılır. Düşünce Düzenleyicisi; sınırlı yaratılmışın aracılığıyla, Kâinatın Yaratıcısı olarak sınırı bulunmayan İlahiyat’ın kesinliklerine ve kutsallıklarına inanç-bakışıyla göz atabileceği kâinatsal penceredir.
103:0.2 (1129.2) İnsan ırkının dini eğilimleri içkindir; onlar evrensel olarak dışa vurulmakta olup, gözle görülür biçimde doğal kökene sahiptir; ilkel dinler doğuşlarında her zaman evrimseldir. Doğal dini deneyim ilerlemeye devam ederken gerçekliğin dönemsel açığa çıkarılışları, aksi halde gezegensel evrimin yavaş hareket eden gidişatına aralıklar getirebilir.
103:0.3 (1129.3) Urantia üzerinde, bugün, dört tür din bulunmaktadır:
103:0.4 (1129.4) 1. Doğal veya evrimsel din.
103:0.5 (1129.5) 2. Doğa-ötesi veya açığa çıkarımsal din.
103:0.6 (1129.6) 3. Doğal ve doğa-üstü dinlerin çeşitli düzeylerdeki karışımı olan işleyiş halindeki veya diğer bir değişle mevcut din.
103:0.7 (1129.7) 4. Din-kuramsal inanç savları ve nedensellikle yaratılmış dinler üzerindeki felsefi düşünceden doğan veya diğer bir değişle insan yapımı dinler olarak felsefi dinler.
103:1.1 (1129.8) Toplumsal veya ırksal bir topluluk içinde dini deneyimin bütünlüğü özünü, birey içinde ikamet eden Tanrı nüvesinin özdeş doğasından almaktadır. İnsan içindeki bu kutsallık, diğer insanların refahına olan fedakâr ilgiye kaynaklık etmektedir. Ancak, kişilik benzersiz olduğu için — hiçbir iki faninin birbirine benzememesi olarak, herhangi bir iki insan varlığının; akılları içinde yaşayan kutsallığın ruhaniyetine ait yönelimleri ve uyarımları benzer bir şekilde yorumlamayacağı kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Fanilerin bir topluluğu ruhsal bütünlüğü deneyimleyebilir; ancak onlar hiçbir zaman, felsefi tek-tipliliğe erişemezler. Ve, dini düşünce ve deneyimin yorumlanışındaki bu çeşitlilik; yirminci yüzyıl din-kuramcıları ve filozoflarının dini beş yüzden fazla farklı tanımla tarif etmeleri gerçeğiyle sergilenmektedir. Gerçekte, her insan varlığı dini, kendisinde ikamet eder konumda bulunan Tanrı ruhaniyetinden doğan kutsal uyarımları kendi deneyimsel yorumuyla tanımlar; ve, bu nedenle, böyle bir yorum benzersiz ve tüm diğer insan varlıkların sahip olduğu dini felsefeden tamamiyle farklı olmak zorundadır.
103:1.2 (1130.1) Bir fani, bir akran faninin dini felsefesiyle tamamiyle hemfikir olduğunda, bu olgu, felsefi nitelikli dini yorumlarının benzerliğiyle ilgili hususlarda benzer bir dini deneyime sahip olduklarını gösterir.
103:1.3 (1130.2) Her ne kadar dininiz bir kişisel deneyim olayıyken, dini yaşamınızın — soyutlanmış, bencil ve toplumsal-olmayan bir biçimde — sadece-birey-merkezli hale gelmesini engelleyecek düzeyde sizin diğer dini deneyimlerin geniş bir sayısının bilgisine açık olmanız en önemli şeydir.
103:1.4 (1130.3) Nedensellik dini, ilk başta bir şeye olan ilkel inanış olarak varsaydığında ve değerlerin arayışının daha sonra onu takip ettiğini düşündüğünde hata yapmaktadır. Din, öncül bir biçimde değerlerin bir arayışıdır; ve orada daha sonra, yorumsal inanışların bir sistemi oluşur. İnsanların; yorumlar olarak — inanışlardan ziyade — amaçlar biçiminde — dini değerler üzerinde anlaşmaları çok daha kolaydır. Ve, bu durum; mezhepler olarak — çatışma halindeki inanışların yüzlercesini içinde barındıran tek bir inanışı sürdürmedeki kafa karışıklığına sebebiyet veren olguyu yansıtırken, değerler ve amaçlar üzerinde dinin nasıl hemfikir olduğunu açıklamaktadır. Bu, aynı zamanda, herhangi bir insanın; dini inanışlarının birçoğunu bırakmasına veya onları değiştirmesine rağmen, dini deneyimine nasıl devam edebildiğini açıklamaktadır. Din, dini inanışlardaki devrimsel değişikliklere rağmen varlığını sürdürmektedir. Din-kuramı dini yaratmamaktadır; din, din-kuramsal felsefeyi ortaya çıkarmaktadır.
103:1.5 (1130.4) Dindarların çok fazla yanlış olan şeye inanmış olmaları dini geçersiz kılmamaktadır; çünkü din, değerlerin tanınması temeli üzerine kurulmuş olup, geçerliliğini, kişisel nitelikli dini deneyimin sahip olduğu inançtan almaktadır. Din, bunlardan sonra, deneyim ve dini düşünceye dayanmaktadır; dinin felsefesi olarak din-kuramı, bu deneyimi yorumlamak için içten bir girişimdir. Bu türden yorumlayıcı inanışlar yanlış olabilir, veya gerçeklik ve hatanın bir karışımı olabilir.
103:1.6 (1130.5) Ruhsal değerlerin tanınmasının gerçekleşimi, düşünsel-ötesi konumdaki bir deneyimdir. Herhangi bir insan dili içerisinde, Tanrı-bilincine çağrışımda bulunmak amacıyla tercih ettiğimiz bu “duygu”, “his”, “içgüdü” veya “deneyimi” adlandırmak için kullanılabilecek hiçbir kelime bulunmamaktadır. İnsan içinde ikamet eden Tanrı’nın ruhaniyeti kişisel değildir — Düzenleyici kişilik-öncesidir, ancak Görüntüleyici, en yüksek ve sınırsız düzeyde kişisel olan, kutsallığın bir hoş kokusunu yayan biçimde bir değeri sunmaktadır. Eğer Tanrı kişisel bile olmasaydı, bilinç sahibi olamazdı bilinç sahibi olmasaydı, bunun sonrasında insan düzeyinin altında olurdu.
103:2.1 (1130.6) Din; insan aklında işlevsel olup, insan bilincindeki ortaya çıkışından önce gerçekleştirilmektedir. Doğumu deneyimlemesinden dokuz ay önce bir çocuk mevcudiyet halinde bulunmaktadır. Ancak, dinin “doğumu” anlık değildir; o bunun yerine, kademeli bir ortaya çıkıştır. Yine de, elinde sonunda bir “doğum günü” gerçekleşir. Siz cennetin krallığına “tekrar doğmadan” — Ruhaniyet’den doğmadan — girmemektesiniz. Birçok ruhsal doğuma; tıpkı fiziksel doğumların çoğunun bir “fırtınalı doğum” ve “doğurmanın” diğer olağandışılıkları ile nitelenişi gibi, ruhaniyetin fazlasıyla yaşanan ızdırabı ve ciddi derecede psikolojik rahatsızlıklar eşlik etmektedir. Diğer ruhsal doğumlar; her ne kadar hiçbir dini deneyim, bilinçsel çabaya ek olarak olumlu ve bireysel kararlıklar olmadan ortaya çıkmasa da, dini deneyimdeki bir gelişimle beraber yüce değerlerin tanınışındaki doğal ve olağan bir gelişimidir. Din hiçbir zaman, olumsuz bir tutum niteliğindeki durağan bir deneyim değildir. “Dinin doğumu” olarak tanımlanan şey, doğrudan bir biçimde; genellikle, akılsal çatışmanın, duygusal baskının ve anlık mizaç değişimlerinin bir sonucu olarak yaşamda daha sonra ortaya çıkan dini yaşanmışlıkları niteleyen din değiştirme olarak adlandırdığınız olguyla doğrudan bir biçimde ilişkili değildir.
103:2.2 (1131.1) Ancak, ebeveynleri tarafından, sevgi dolu cennetsel bir Yaratıcı’nın çocukları olmanın bilinci içinde büyüyen bir biçimde yetiştirilmiş kişiler; yalnızca, anlık duygusal bir değişim olarak bir psikolojik buhranla Tanrı ile olan aidiyetsel birlikteliğin bu türden bir bilincine erişebilmiş akran fanilerine şüpheci gözle bakmamalıdırlar.
103:2.3 (1131.2) İçinde açığa çıkarılmış dine ait tohumunun filiz verdiği insan aklındaki evrimsel toprak, çok önceden toplumsal bir bilince kaynaklık eden ahlaki doğadır. Bir çocuğun ahlaki doğasının ilk yönergelerinin cinsel ilişkiyle, suçluluk duygusuyla veya kişisel gurur ile hiçbir ilişkisi yoktur; ancak onlar gerçekte, adiliyet olarak adaletin uyarımları olup, bir kişinin akranlarına olan yardımcı hizmeti biçimindeki — iyiliğe sevk eder. Ve, bu türden öncül ahlaki uyanışlar beslendiğinde, orada, çatışmalardan, büyük ani değişikliklerden ve buhranlardan görece uzak dini yaşamın kademeli bir gelişimi ortaya çıkar.
103:2.4 (1131.3) Her insan varlığı oldukça öncül bir biçimde, kendisini bulma ile topluma hizmet etme uyarımları arasında bir çatışmaya benzer bir şeyi deneyimler; ve, birçok kez Tanrı-bilincinin ilk deneyimi, bu tür ahlaki çatışmaları çözme amacı için insan-ötesi yardımı aramanın sonucu olarak elde edilebilir.
103:2.5 (1131.4) Bir çocuğun psikolojisi doğal olarak olumludur, olumsuz değil. Çok fazla sayıdaki fani, öyle yetiştirildiği için olumsuz bir bakışa sahiptir. Çocuğun olumlu bakış açısına sahip olduğu söylendiğinde, bahsi geçen şey, ortaya çıkışı Düşünce Düzenleyicisi’nin varışını haber veren akıl güçleri olarak, onun ahlaki uyarımları ile ilgilidir.
103:2.6 (1131.5) Yanlış eğitimin olmadığı durumda olağan çocuğun aklı olumsuz bakış açısı yerine, günah ve suçluluktan uzaklaşarak ahlaki doğruluk ve toplumsal hizmete doğru, dini bilincin ortaya çıkışıyla, olumlu bir şekilde hareket eder. Dini deneyimin gelişimi içinde çatışma olabilir de, olmayabilir de; ancak orada her zaman, insan iradesinin kaçınılmaz kararları, çabası ve faaliyeti bulunmaktadır.
103:2.7 (1131.6) Ahlaki tercihe genel olarak, belli bir düzeyde ahlaki çatışma eşlik eder. Ve, çocuğun aklı içindeki tam da bu çatışma, bencilliğin arzuları ile fedakârlığın uyarımları arasındadır. Düşünce Düzenleyicisi, ben-merkezci güdümde olan kişilik değerlerini önemsiz görmemektedir; ancak, insan mutluluğunun amacına ve cennetin krallığının neşelerine götürürken fedakârlık uyarımı üzerinde biraz daha fazla tercih hakkı kullanarak işlerliğini gösterir.
103:2.8 (1131.7) Ahlaki bir varlık bencil olmanın arzusu ile karşılaştığında bencil olmamayı tercih ettiğinde, bu durum, ilkel dini deneyimdir. Hiçbir hayvan böyle bir tercihte bulunmamaktadır; bu türden bir karar, hem insani hem de dinidir. Tanrı-bilinci gerçeğini bünyesinde barındırıp, insan kardeşliğinin temeli olarak toplumsal hizmetin uyarımını göstermektedir. Akıl özgür iradenin bir eylemi vasıtasıyla doğru bir ahlaki yargıda bulunmayı tercih ederse, bu türden bir karar bir dini deneyimi meydana getirmektedir.
103:2.9 (1131.8) Ancak, bir çocuğun toplumsal yetkinliği elde etmek için yeterli bir biçimde gelişiminden ve böylece fedakâr hizmeti tercih etmeye yetkin hale gelişinden önce, o hali hazırda, güçlü ve oldukça bütünleşmiş bir ben-merkezci d0ğayı geliştirmiş haldedir. Ve, gerçek olan bu durum, “günahın yaşlı adamıyla” şükranın “yeni doğası” arasında olmak üzere, “daha yüksek” ve “daha alt düzey” doğalar arasındaki mücadeleye dair kuramın doğuşuna kaynaklık etmektedir. Yaşamda çok öncül bir biçimde olağan çocuk, “vermenin almaktan daha mukaddes” olduğunu öğrenmeye başlar.
103:2.10 (1131.9) İnsan, kendisine hizmet etme arzusunu — kendisi olarak — sahip olduğu benlik ile tanımlama eğilimine sahiptir. Bunun karşısında, fedakâr alma iradesini — Tanrı olarak — kendisinin dışındaki belli bir etkiyle tanımla yönelimine sahiptir. Ve, gerçekten de bu türden bir yargı doğrudur; zira, benin merkezinden olmadığı arzuların tümü kökenini, özünde, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin yönlendirmelerinden almaktadır; ve, bu Düzenleyici, Tanrı’nın bir nüvesidir. Ruhaniyet Görüntüleyicisi’nin uyarımı, akran-yaratılmışı önemseyen bir biçimde fedakâr olma arzusu olarak insan bilincinde gerçekleştirilir. En azından bu, çocuk aklının öncül ve temel deneyimidir. Büyüyen çocuk kişilik bütünleşmesinde başarısız olduğu zaman, fedakâr güdü bireyin refahı üzerinde ciddi şekilde zarar verebilecek düzeyde haddinden fazla gelişebilir. Yanlış yönlendirilmiş vicdan; fazla sayıdaki çatışmanın, üzüntünün ve sonu gelmez insan mutsuzluğunun nedeni hale gelebilir.
103:3.1 (1132.1) Ruhaniyetlere, rüyalara ve çeşitli düzeydeki diğer hurafelere olan inanışın tümü ilkel dinlerin evrimsel kökeninde bir rol almış olsa da; bütünlüğün kavimsel veya kabilesel ruhunu önemsiz görmemelisiniz. Topluluk ilişkisinde, öncül insan aklının ahlaki doğasında gerçekleşen ben-merkezci ve fedakâr olma çatışmasını sarsan bir doğa sunan toplumsal durum ortaya çıkmıştı. Ruhaniyetlere olan inanışlarına rağmen Avusturyalılar, hala, dinlerini kavimleri üzerinde odaklamaktadırlar. Zaman içerisinde bu türden dini kavramsallaşmalar, ilk başta hayvanlar olarak ve daha sonra insan-ötesi bir varlık veya bir Tanrı olarak kişileşme eğilimi gösterir. İnanışlarında totemsel bile olmayan Afrikalı Buşmanlar olarak bu türden alt düzeydeki ırklar dahi; din-dışı ve kutsal olanın değerleri arasındaki ilkel bir farklılaşma niteliğindeki birey-çıkarı ile toplum-çıkarı arasındaki farklılığın bir tanınışına sahiptir. Ancak toplumsal topluluk, dini deneyimin kaynağı değildir. İnsanın öncül dinine olan tüm bu ilkel katkıların etkisinden bağımsız olarak, gerçek dini uyarımın kökenini, bencil-olmama iradesini etkinleştiren özgün ruhaniyet mevcudiyetlerinden alması gerçekliğini korumaktadır.
103:3.2 (1132.2) Daha sonra dinin habercisi, kişilik-dışı mana biçimindeki büyük doğa olayları ve gizemlerine duyulan ilkel inanış oldu. Ancak, er veya geç evrimleşen din, diğer insanları daha mutlu ve iyi kılmak için bir şeyler yapma gerekliliği olarak, kendi toplumsal topluluğunun yararı için kişisel fedakârlıkta bulunma gereksinimini şart koşar. Nihai olarak din, Tanrı ve insanın hizmeti haline gelecektir.
103:3.3 (1132.3) Din, insanın çevresini değiştirmek için tasarlanmıştır; ancak, bugün faniler arasında bulunan dinin büyük bir kısmı bunu gerçekleştirmeye aciz hale gelmiştir. Çevre, haddinden fazla sıklıkla gerçekleşen bir biçimde, dini yönete gelmiştir.
103:3.4 (1132.4) Her çağda ortaya çıkmış din içinde en önemli şey olan deneyimin; ahlaki değerler ve toplumsal anlamlara dair his olduğunu, din-kuramsal dogmalar veya felsefi kuramlar ile ilgili düşünce olmadığını unutmayın. Din, büyü unsurunun yerini ahlaki değerlerin kavramsallaşmasının alırken yararlı bir biçimde evirilme gösterir.
103:3.5 (1132.5) İnsan; mana hurafeleri, büyü, doğa ibadeti, ruhaniyet korkusu ve hayvan ibadeti boyunca, aracılığıyla bireyin dini tutumunun kavimin topluluk tepkileri haline geldiği çeşitli resmi törenlere doğru evirilmişti. Ve, bu resmi törenler kabile inanışlarına doğru yoğunlaşmış ve katı kalıplara dönüşmüş olup, nihai olarak bu korku ve inançlar tanrılara doğru kişilikleşmiştir. Ancak, bu dini evrimin tümü içerisinde, ahlaki etken hiçbir zaman tamamiyle mevcut olmayan bir konumda bulunmamıştı. İnsan içindeki Tanrı’nın uyarımı her zaman güçlüydü. Ve, bu güçlü etkiler — biri insan kökenli ve diğeri kutsal olarak; çağların anlık değişimleri boyunca ve bin bir yıkıcı eğilim ve düşmancıl karşıtlık tarafından çok sıkça yok edilmekle tehdit edilmiş olmasına rağmen, dinin kurtuluşunu teminat altına aldı.
103:4.1 (1133.1) Ahlaki bir etkinlik ile dini bir toplanış arasındaki ayırt edici nitelik; din-dışı olana kıyasla dini olanda, birliktelik duygusunun yarattığı havanın hâkim oluşudur. Böylelikle insan birlikteliği kutsal olan ile gerçekleştirilen aidiyet birlikteliğine ait bir his yaratmaktadır; ve bu, topluluk ibadetinin başlangıcıdır. Ortak bir yemeğe katılma, toplumsal birlikteliğin en öncül türüydü; ve, bu nedenle öncül dinler, ibadet edenler tarafından yenilmesi gereken törensel kurbandan bir parça alınmasını şart koydu. Hristiyanlık içinde bile, Koruyucu’nun Akşam Yemeği bu birliktelik türünü korumaktadır. Birlikteliğin yarattığı hava, ikamet eden ruhaniyet Görüntüleyicisi’nin fedakâr arzusu ile benliğini amaçlayan benlik arasında gerçekleşen çatışma içinde ateşkesin yarattığı canlandırıcı ve huzur verici bir dönemi sağlamaktadır. Ve, bu, insanlığın kardeşliğinin ortaya çıkışını mevcut kılan Tanrı’nın mevcudiyetinin uygulaması olarak — gerçek ibadetin giriş kısmıdır.
103:4.2 (1133.2) İlkel insan Tanrı ile olan birlikteliğinin kesintiye uğradığını hissettiğinde, arkadaşça ilişkisini eski haline getirmek amacıyla kefarette bulunan bir çaba içerisinde herhangi bir fedada bulunma eylemine başvurdu. Doğruluk için çekilen açlık ve susuzluk gerçekliğin keşfine götürmekte, gerçeklik idealleri çoğaltmakta, ve bu durum, bireysel dindarlar için yeni sorunları yaratmaktadır; zira, ideallerimiz geometrik artışla çoğalırken, onlara uygun bir şekilde yaşama yetimiz sadece aritmetik artışla gelişmektedir.
103:4.3 (1133.3) Suçluluk duygusu (günah bilinci değil) ya kesintiye uğramış ruhsal birliktelikten doğar, veya bir kişinin ahlaki ideallerinin ölçüsünde yaşamamasından doğar. Bu tür zorlu bir durumdan kurtulma yalnızca; bir kişinin, doğrudan bir biçimde Tanrı’nın iradesiyle aynı düzlemde bulunduğu anlamına gelmeyen, en yüksek ahlaki ideallerinin gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. İnsan, en yüksek idealleri uyarınca yaşamayı hayal dahi edemez; ancak, o, Tanrı’yı bulma ve giderek onun gibi olma amacına sadık kalabilir.
103:4.4 (1133.4) İsa, feda ve kefaretin tüm resmi dini törenlerini çöpe attı. O; insanın Tanrı’nın bir evladı olduğunu duyurarak, tüm bu hayali suçluluğun ve dışlanmışlığın hissini yok etti; yaratılmış-Yaratan ilişkisi, bir evlat-ebeveyn temeline oturtturulmuştu. Tanrı, fani kız ve erkek evlatları için sevgi dolu bir Baba haline gelmektedir. Bu tür içten bir aile ilişkinin makul görülen bütünlüğünün dışındaki tüm törenler sonsuza kadar sonlandırılmıştır.
103:4.5 (1133.5) Yaratıcı olan Tanrı, yaratılmışın amacı ve kastı olarak — evladın güdüsünü tanıma temelinde evladıyla ilişki kurar, mevcut erdem veya liyakat ölçütüne göre değil. Bu ilişki; ebeveyn-çocuk birlikteliğinin bir türü olup, kutsal sevgi tarafından gerçekleştirilir.
103:5.1 (1133.6) Öncül evrimsel akıl, toplumsal görevin bir hissine kaynaklık etmektedir; ve, ahlaki ödev başat olarak duygusal korkudan kaynağını almıştı. Toplumsal hizmetin ve fedakârlık idealizminin daha olumlu dürtüsü, insan aklı içinde ikamet eden kutsal ruhaniyetin doğrudan uyarımından kökenini almaktadır.
103:5.2 (1133.7) Başkalarına iyilik yapmanın bu düşünce-ideali — komşusunun yararına olacak bir şey için bir kişinin kendi benliğinin uyarımını reddedişi olarak — ilk başta çok kısıtlıdır. İlkel insan komşusunu, yalnızca, kendisine arkadaşça davrananlar olarak kendisine en yakın olanları görür; dini medeniyet ilerledikçe bir kişinin komşusu kavramsal olarak kavimi, kabileyi ve milleti içine alacak bir biçimde genişlemektedir. Ve, daha sonra İsa, düşmanlarımızı bile sevmemiz gerektiğini söyleyerek insanlığın tamamını içine alacak şekilde komşu kapsamını genişletti. Ve, olağan her insan varlığı içinde bu öğretinin — doğru olarak — ahlaki olduğunu söyleyen bir şey vardır. Bu ideali en az uygulayanlar bile, bunun kuramsal olarak doğru olduğunu kabul etmektedirler.
103:5.3 (1134.1) İnsanların tümü, fedakâr olma ve topluluğun yararına hizmet etmek için mevcut bu evrensel insan uyarımın ahlaki niteliğini tanımaktadır. İnsancıl görüşü savunan bir kişi, bu uyarımın kökenini maddi aklın doğal çalışımına atfeder; dindar kişi, fani aklın gerçekten fedakâr olan güdüsünün, Düşünce Düzenleyicisi’nin içsel nitelikli ruhani yönlendirmelerine verilen karşılık olarak ortaya çıktığını daha doğru bir biçimde tanır.
103:5.4 (1134.2) Ancak, insanın benlik-iradesi ile benliğin-dışındaki-irade arasındaki bu öncül çatışmalara dair getirdiği yorum her zaman güvenilir değildir. Yalnızca oldukça yerinde bir biçimde bütünleşmiş kişilik, benlik arzuları ile gelişen toplumsal bilinci arasında yaşanan çok türlü uyuşmazlıklar arasında arabuluculuk yapabilir. Bu sorunu çözmedeki başarısızlık, insansı suçluluk duygularının en öncül türüne kaynaklık etmektedir.
103:5.5 (1134.3) İnsan mutluluğu yalnızca; bireyin benlik arzusu ile daha yüksek bireyin (kutsal ruhaniyetin) fedakâr uyarımı, bütünleşen ve yüksek bir biçimde denetleyen kişiliğin bir bütün hale gelmiş iradesi tarafından eşgüdümsel hale getirilince ve uzlaştırılınca elde edilir. Evrimsel insanın aklı duygusal uyarımların doğal gelişimi ile — özgün dini görüş niteliğindeki — ruhsal kavrayışa dayanmakta olan fedakâr arzuların ahlaki büyümesi arasındaki mücadeleye hakemlik etmenin bu karmaşık sorunu ile sürekli olarak karşılaşmaktadır.
103:5.6 (1134.4) Birey ve diğer bireylerin olabilecek en fazla sayıdaki bütünlüğü için eşit düzeyde iyiliği sağlama çabası, bir zaman-mekân düzleminde her zaman başarılı bir biçimde çözümlenemeyecek bir sorunu sunmaktadır. Ebedi bir yaşam içinde bu türden karşıtlıklar giderilebilir; ancak, kısa bir insan yaşamı içinde onlar çözülemez niteliktedir. İsa şunları ifade ettiğinde bu türden bir çıkmaza işaret etmişti: “Kim yaşamını kurtaracak olursa, onu kaybedecektir; ancak, kim yaşamını krallık için kaybedecek olursa, onu bulacaktır.”
103:5.7 (1134.5) Tanrı gibi olmayı arzulama olarak — idealin arayışı, hem ölümden öncesini hem de sonrasını içine alan devamlı bir çabadır. Ölümden sonraki yaşam, temel nitelikleri bakımından fani mevcudiyetten hiç de farklı değildir. Şimdiki yaşamda iyi niteliğe sahip olan yaptığımız her şey, doğrudan bir biçimde, gelecek yaşamın gelişimine katkı sağlamaktadır. Gerçek din; doğal ölümün kapılarından geçişin bir sonucu olarak bir kişi üzerine soylu bir karakterin tüm erdemlerinin bahşedileceğine dair içi boş ümidi destekleyerek, ahlaki eylemsizliği ve ruhsal tembelliği teşvik etmez. Gerçek din, yaşam üzerindeki fani kiracılığı boyunca insanın ilerleme çabalarını anlamsız görmez. Her fani kazanımı, ölümsüz kurtuluş deneyiminin ilk aşamalarının zenginleşmesine doğrudan bir katkıdır.
103:5.8 (1134.6) Fedakâr uyarımlarının tümünün yalnızca onun doğal sürü içgüdülerinin gelişimi olduğunun kendisine öğretilmesi, insanın idealizmi için ölümcüldür. Ancak, o, ruhunun bu daha yüksek uyarımlarının fani aklında ikamet eden ruhsal güçlerden kaynaklandığını öğrendiğinde soylulaşmakta ve içi aşırı derecede yaşam enerjisiyle dolmaktadır.
103:5.9 (1134.7) Kendisi içinde yaşayanın, ebedi ve kutsal olan bir şeyi arzulayanın tamamiyle farkına bir kez vardığında, bu insanı kendisi içinde uyandırmakta ve ötesine taşımaktadır. Ve böylece, hepimizin Tanrı’nın evlatları olduğumuza dair inanışımızı doğrulayan ve insanın kardeşliğinin hisleri olarak fedakâr nitelikli yargılarımızı gerçek kılan şey, ideallerimiz içindeki insan-ötesi kökene beslenen bu yaşayan inançtır.
103:5.10 (1134.8) Ruhsal nüfuz alanında insan, kesin bir biçimde, bir özgür iradeye sahiptir. Fani insan; ne her-şeye-gücü-yeten bir Tanrı’nın katı egemenliğine olan çaresiz bir köledir, ne de, tamamiyle sebep-sonuçsal nitelikte bulunan mekanik bir kâinatsal işleyiş düzeninin kaçınılmaz sonunun kurbanıdır. İnsan, olası en gerçek anlamıyla, kendi ebedi nihai sonunun mimarıdır.
103:5.11 (1135.1) Ancak, insan, baskıyla kurtarılmış veya diğer bir değişle soylu hale getirilmemiştir. Ruhsal büyüme, evrimleşen ruhtan doğmaktadır. Baskı kişilik üzerinde değişiklikte bulunabilir, ancak o hiçbir zaman büyümeyi harekete geçirmez. Eğitimsel baskı bile yalnızca, yıkıcı deneyimlerin önlenmesine destek olabilecek bir biçimde önleyici nitelikte yardımcıdır. Ruhsal büyüme, tüm çevre baskıları en alt düzeyde olduğunda en üst konumundadır. “Koruyucu’nun ruhaniyeti neredeyse, özgürlük oradadır.” İnsan; evin, cemiyetin, dini kurumun ve devletin baskıları en alt düzeyde olduğunda en iyi şekilde gelişmektedir. Ancak, bu durumdan, ilerleyici bir toplum içerisinde eve, toplum kurumlarına, din kurumuna ve devlete hiçbir yer olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır.
103:5.12 (1135.2) Toplumsal bir dini topluluğun bir üyesi bu türden bir topluluğun şartlarına uyum sağladığında, bu kişinin; dini inanışın gerçeklerine ek olarak dini deneyimin gerçekliklerine dair kendi bireysel yorumunu bütüncül bir biçimde ifade etmedeki dini serbestliği memnuniyetle deneyimlemesi teşvik edilmelidir. Dini bir topluluğun güvencesi ruhsal birlikteliğe bağlıdır, din-kuramsal özdeşliğe değil. Bir dini topluluk, “reddediciler” haline gelme zorunluluğuna düşmeden özgür düşünce serbestliğini memnuniyetle deneyimlemeye yetkin olmalıdır. Yaşayan Tanrı’ya ibadet eden, insanlığın kardeşliğini onaylayan ve üyeleri üzerindeki tüm öğretisel baskıyı kaldırmaya cesaret eden her din kurumda büyük umut vardır.
103:6.1 (1135.3) Din-kuramı alanı, insan ruhaniyetinin etkileri ve tepkilerinin çalışmasıdır; o hiçbir zaman bir bilim haline gelemez, çünkü o her zaman, kişisel nitelikli ifadesinde psikolojiye ek olarak düzenli tasvirinde felsefeyi içine almak zorundadır. Din-kuramı alanı her zaman, sizin dininizin çalışmasıdır; başkasının dininin çalışması psikolojidir.
103:6.2 (1135.4) İnsan evrenini incelemeye ve irdelemeye dışarıdan yaklaşınca, çeşitli fiziksel bilimleri ortaya çıkarmaktadır; kendini ve evreni içeriden araştırmaya yaklaşınca, din-kuramını ve metafiziği yaratmaktadır. Daha sonraki felsefe sanatı nesne ve varlıkların evrenine yaklaşımda bu iki taban tabana zıt yolun bulguları ve öğretileri arasında, ilk başta ortaya çıkması kesin olan birçok ayrışmayı uyumlu hale getirmenin bir çabası içinde gelişir.
103:6.3 (1135.5) Din, insan deneyiminin içselliğinin farkındalığı olarak ruhsal bakış açısıyla ilgilidir. İnsanın ruhsal doğası ona, evrenin dışını içe çevirme olanağı sunar. Bu nedenle, tamamiyle kişisel deneyimin içselliğinden bakıldığında, yaratımın tümünün özünde ruhsal olduğu görünür.
103:6.4 (1135.6) İnsan fiziksel duyularına ve onunla ilişkili akıl algısına ait maddi kazanımları aracılığıyla evreni mantıksal bir biçimde çözümlemeye çalıştığında, kâinatın mekanik ve enerji-maddesi halinde görünür. Gerçekliği irdelemenin bu türden bir yöntemi, evrenin içini dışına çevirmekle gerçekleşir.
103:6.5 (1135.7) Evrenin mantıksal ve tutarlı bir felsefi kavramsallaşması, ne tamamiyle maddecilik ne de tamamiyle ruhsalcılık varsayımları üzerine inşa edilemez; zira bu düşünce sistemlerinin ikisi de, evreni bir bütün olarak ele aldığında, kâinatı gerçeğinden uzaklaşarak görmeye mahkûmdur; maddecilik bir evrenin içini dışına çeviren bir biçimde irdelerken, ruhsalcılık bir evrenin doğasını dışının içine çevirmiş halde görür. Böyle olduğu müddetçe ne bilim ne de din hiçbir zaman, tek başına, kendileri içinde ve kendileri aracılığıyla insan felsefesinin rehberliği ve kutsal açığa çıkarılışın aydınlatımı olmadan evrensel gerçeklikler ve ilişkilerin yeterli bir anlayışını elde etmeyi hayal dahi edemez.
103:6.6 (1136.1) İnsanın içsel ruhaniyeti her zaman, kendisini ifade edişi ve kendisini gerçekleştirişi için aklın işleyiş düzenine ve yöntemine dayanmak zorundadır. Benzer bir biçimde, insanın maddi gerçekliğe ait dışsal deneyimi, deneyimleyen kişiliğin akıl bilincini temel almak zorundadır. Bu nedenle, içsel ve dışsal olarak ruhsal ve maddi insan deneyimleri her zaman akıl faaliyeti ile ilişkili olup, bilinçli gerçekleşimleri bakımından akıl etkinliği tarafından belirlenir. Us, fani deneyimin bütününün uyumlaştırıcısı, her daim belirleyicisi ve seçicisidir. Hem enerji-maddeleri hem de ruhaniyet değerleri, bilincin akıl aracılığıyla gerçekleşen yorumlarıyla şekillenir.
103:6.7 (1136.2) Bilim ve din arasında daha uyumlu bir eşgüdümü elde etmede yaşadığınız zorluk, morontia dünyasına ait nesneler ve varlıkların arada kalan bölgesine dair bütüncül bilgisizliğinizden kaynaklanmaktadır. Yerel evren, gerçekliğin dışavurumunun şu üç düzeyi, veya başka bir değişle, aşamasından, meydana gelmektedir: madde, morontia ve ruhaniyet. Morontia bakış açısı, fiziksel bilimlerin bulguları ile dinin ruhaniyet faaliyeti arasındaki tüm farklılığı ortadan kaldırır. Nedensellik, bilimlerin anlama yöntemidir; inanç, dinin kavrayış yöntemidir; mota, morontia düzeyinin yöntemidir. Mota; niteliğini bilgi temelli nedensellikten ve kökenini inanç temelli kavrayıştan alan bir biçimde, tamamlanmamış büyümeyi telafi etmeye başlayan bir madde-ötesi gerçeklik duyarlılığıdır. Mota, maddi kişilikler tarafından erişilemez nitelikte bulunan, ayrık gerçeklik algısının bir felsefe-ötesi birleşimidir; bu birleşim, bir ölçüde, bedenin maddi yaşamından kurtulmuş olmanın deneyimine bağlıdır. Ancak, birçok fani, bilim ve dinin geniş ölçüde ayrılmış alanları arasındaki karşılıklı etkiler ağını birleştiren belirli bir yöntemi bulmanın olumluluğunu tanımışlardır; ve, metafizik, bu oldukça iyi tanınan uçurumun aşılmasında insanın başarıyla sonuçlanmamış çabasının ürünüdür. Ancak, insan metafiziğinin aydınlatmadan çok kafa karıştırıcı olduğu kendisini göstermiştir. Metafizik, morontia motasının yokluğunu telafi etmek için insanın iyi niyetli ancak faydasız çabası anlamına gelmektedir.
103:6.8 (1136.3) Metafiziğin bir başarısızlık olduğu kendisini göstermiştir; motayı insan algılayacak yetkinlikte değildir. Açığa çıkarılış, maddi bir dünyada motanın gerçeklik duyarlılığının yokluğunu telafi edebilecek tek yöntemdir. Açığa çıkarılış, yekin bir biçimde, evrimsel bir dünya üzerinde nedensellikle gelişmiş metafiziğin yarattığı kafa karışıklığını gidermektedir.
103:6.9 (1136.4) Bilim, enerji-maddesinin dünyası olarak fiziksel çevresine dair insanın giriştiği çalışmadır; din, ruhaniyet değerlerinin kâinatı ile insanın sahip olduğu deneyimdir; felsefe, bu geniş bir biçimde ayrılmış kavramsallaşmaların bulgularını kâinatın tamamına yönelik kabul edilebilir ve bütüncül bir tutuma doğru düzenleme ve ilişkilendirme için verilen insanın akıl çabası tarafından geliştirilmiştir. Felsefe, açığa çıkarılış tarafından daha açık hale getirilmiş haliyle; motanın yokluğuna ilaveten — metafizik olarak — motanın yerine insanın getirdiği nedensellik denginin iflası ve başarısızlığının olduğu durumda kabul edilebilir bir biçimde faaliyet göstermektedir.
103:6.10 (1136.5) Öncül insan, enerji düzeyini ve ruhaniyet düzeyini birbirinden ayırt edemedi. Matematiksel olanı iradesel olandan ayırmaya ilk kez girişmiş olanlar, eflatun ırkı ve onların And soylarıydı. Artan bir biçimde medeni insan, cansız olan ile canlı olanı birbirinden ayırt etmiş öncül Yunanlılar ve Sümerler’in ayak izini takip etmiştir. Ve, medeniyet ilerledikçe felsefe, ruhaniyet kavramsallaşması ile enerji kavramsallaşması arasındaki sürekli genişleyen uçurumları birleştirmek zorunda olacaktır. Ancak, mekânın zamanı içerisindeki bu ayrımlar, Yüce’de bir bütündür.
103:6.11 (1137.1) Her ne kadar hayal etme ve bütüncül bilgiye dayanmayan düşünce sınırlarını genişletmeye yardımcı olsa da, bilim, her zaman, temelini nedensellikten almalıdır. Her ne kadar nedensellik istikrarlaştırıcı bir etki ve yardımcı bir etkense de, din, sonsuza kadar, inanca bağlıdır. Ve, orada her zaman, yanlış bir biçimde bilimler ve dinler olarak adlandırılmakta olan hem doğal hem de ruhsal dünyaların olgularına ait yanlış yönlendirici yorumlar bulunmuştur ve bulunacaktır.
103:6.12 (1137.2) Bilimi bütüncül bir biçimde kavrayamayışından, dine zayıf bir biçimde bağlanışından ve metafizikteki başarısız girişimlerinden insan, felsefe düşüncelerini inşa etmeye girişmiştir. Ve, fiziksel ve ruhsal olan arasındaki morontia uçurumunu birleştirmede metafiziğin başarısızlığı olarak, insanın giriştiği, madde ve ruhaniyetin dünyaları arasındaki hayati derecede önemli ve olmazsa olmaz metafiziksel birleşimin iflası olmasaydı, çağdaş insan kendisi ve evreni ile ilgili gerçekten de değerli ve etkili bir felsefe inşa etmiş olacaktı. Fani insan, morontia aklı ve maddesinin kavramsallaşmasından yoksundur; ve, açığa çıkarılış, evrene dair mantıklı bir felsefe inşa edebilmeye ek olarak bu evren içindeki kesin ve yerleşik konumunun tatminkâr bir anlayışına erişebilmek için oldukça hayati bir biçimde ihtiyaç duyduğu, kavramsal bilgiler içindeki zafiyetini gidermedeki tek yöntemdir.
103:6.13 (1137.3) Açığa çıkarılış, morontia uçurumunu birleştirmek için evrimsel insanın tek ümididir. Mota tarafından desteklenmemiş haldeki inanç ve nedensellik, mantıklı bir evreni düşünemez ve onu inşa edemez. Mota’nın kavrayışı olmadan fani insan, maddi dünyanın olgularında iyiliği, sevgiyi ve gerçekliği kavrayamaz.
103:6.14 (1137.4) İnsanın felsefesi madde dünyasına aşırı bir biçimde eğildiğinde, mantıksal veya doğasal hale gelmektedir. Felsefe özellikle ruhsal düzeye yöneldiğinde, idealist veya gizemci bile olmaktadır. Felsefe metafizikten temelini alacak kadar talihsiz olduğunda, hataya yer bırakmayan bir biçimde, kafası karışmış biçimde kuşkucu olmaktadır. Geçmiş çağlarda, insanın bilgisi ve ussal değerlendirmelerinin çoğu, algının bu üç bozuluşundan bir tanesine düşmüştür. Felsefe, gerçekliğe dair yorumlarını mantığın doğrusal doğrultusuna uyarlamaya cüret etmemelidir; o hiçbir zaman, gerçekliğin elipsel simetrisini ve tüm ilişki kavramsallaşmalarının sahip olduğu temel eğik düzlemi hesaba katmada başarısız olmamalıdır.
103:6.15 (1137.5) Fani insanın erişebileceği en yüksek felsefe, mantıklı bir biçimde; bilimin nedenselliğine, dinin inancına ve açığa çıkarılış tarafından sağlanan gerçeklik kavrayışına dayanmak zorundadır. Bu birliktelikle insan, yeterli bir metafizik geliştirememedeki başarısızlığını ve morontianın motasını kavramadaki yetkinsizliğini bir ölçüde telafi edebilir.
103:7.1 (1137.6) Bilim, nedensellikle beslenir; din, inançla. İnanç, her ne kadar nedenselliğe dayanmasa da, makuldür; her ne kadar mantıktan bağımsız olsa da, yine de güçlü mantık tarafından desteklenmektedir. İnanç, bir ideal felsefe ile bile beslenemez; gerçekten, o, bilimle birlikte, bu türden bir felsefenin çıktığı kaynağın tam da kendisidir. İnsanın dinsel kavrayışı olarak inanç; yalnızca, ruhaniyet olan Tanrı’nın ruhsal Düzenleyici mevcudiyeti ile faninin sahip olduğu kişisel deneyim tarafından kesin bir biçimde yükseltilebilen bir biçimde, yalnızca açığa çıkarılış tarafından eğitilebilir.
103:7.2 (1137.7) Gerçek günahtan arınış madde özdeşleşiminden başlayarak, madde ve ruhaniyet arasındaki morontia irtibat âlemleri boyunca bu ikisi arasındaki nihai ruhsal ilişkilendirimin yüksek evren düzeyine olan fani aklın kutsal evrimi yöntemidir. Ve, maddi nitelikli hissel içgüdü, karasal evrimde nedensel temele oturtturulmuş bilginin ortaya çıkışından önce gelirken; ruhsal nitelikli hissel kavrayışın dışavurumu, geçici olan insanın potansiyellerini bir Cennet kesinlik unsuru olarak ebedi olan insanın gerçekliğine ve kutsallığına dönüştürme işleyişi niteliğindeki göksel evrimin ulvi düzeni içinde, morontia ve ruhaniyet nedenselliğinin ve deneyiminin daha sonraki ortaya çıkışının habercisi olmaktadır.
103:7.3 (1138.1) Ancak, yükseliş halindeki insan Tanrı deneyimi için içe doğru ve Cennet-yolunda ilerlerken, benzer bir biçimde, maddi kâinatın bir enerji anlayışı için dışa doğru ve uzay doğrultusunda ilerleyecektir. Bilimin ilerleyişi, inanın yeryüzüsel yaşamıyla kısıtlı değildir; onun evren ve aşkın-evren yükseliş deneyimi, enerji dönüşümü ve madde başkalaşımının çalışmasından hiçbir biçimde daha az olmayacaktır. Tanrı ruhaniyettir, ancak İlahiyat birlikteliktir; ve, İlahiyat’ın birlikteliği yalnızca Kâinatın Yaratıcısı ve Ebedi Evlat’ın ruhsal değerlerini içine almaz, aynı zamanda Kâinatsal Düzenleyici ve Cennet Adası’nın enerji gerçekliklerinin bilincine sahipken, kâinatsal gerçekliğin bu iki fazı Bütünleştirici Bünye’nin akıl ilişkilerinde kusursuz bir biçimde ilişkilendirilmiş olup, Yüce Varlık’ın ortaya çıkan İlahiyatı’nda sınırlı düzeyde birleştirilir.
103:7.4 (1138.2) Deneyimsel felsefenin aracılığıyla bilimsel tutum ve dinsel kavrayışın birlikteliği, insanın uzun Cennet-yükseliş deneyiminin bir parçasıdır. Matematiğin tahminleri ve kavrayışın kesinlikleri her zaman, Yüce’nin olası en yüksek erişimi yoksunluğunda deneyimin tüm aşamaları üzerinde akılsal mantığın uyumlaştırıcı faaliyetini gerektirecektir.
103:7.5 (1138.3) Ancak, mantık hiçbir zaman; bir kişiliğin bilimsel ve dini yönleri, sonunda kendisini bulacağı hangi sonuca götüreceğinden bağımsız olarak gerçekliğin peşine düşmenin içten arzusunu duyan bir biçimde gerçekliğin baskınlığı altında olmadıkça, bilimin bulguları ile dinin kavrayışlarını uyumlu hale getirmede başarılı olamaz.
103:7.6 (1138.4) Mantık, sahip olduğu ifade yöntemi olarak felsefenin işleyiş biçimidir. Gerçek bilimin nüfuz alanı içinde, nedensellik her zaman özgün mantığın etkisi altındadır; gerçek dinin nüfuz alanı içinde inanç her zaman, her ne kadar bilimsel yaklaşımın dışarıdan bakışıyla oldukça temelsiz görünebilse de, içsel bir bakış açısı temelinde her zaman mantıksaldır. İçe doğru bir biçimde dışarıdan bakıldığında evren maddi olarak görünebilir; ancak, dışa doğru bir biçimde içten bakıldığında aynı evren tamamiyle ruhsal olarak görünmektedir. Nedensellik maddi farkındalıktan, inanç ruhsal farkındalıktan doğmaktadır; ancak, açığa çıkarılış tarafından güçlendirilmiş bir felsefenin aracılığıyla mantık, aracılığıyla hem bilim hem de dinin istikrarını gerçekleştiren bir biçimde hem içsel hem de dışsal olan bakışı doğrulayabilir. Böylelikle, felsefenin mantığı ile olan ortak ilişki vasıtasıyla hem bilim hem de din; gittikçe azalan bir biçimde kuşkucu olarak birbirine karşı artan bir biçimde hoşgörülü hale gelebilir.
103:7.7 (1138.5) Gelişen dinin ve bilimin ikisinin de ihtiyaç duyduğu şey, evrimsel düzeydeki tamamlanmamışlığın daha büyük bir farkındalığı olarak daha fazla arayış içindeki ve korkusuz özeleştiridir. Hem dinin hem de bilimin öğretmenlerinin tümü çoğu zaman, aşırı bir biçimde kendinden emin ve dogmatiktir. Bilim ve din yalnızca, sahip oldukları bilgi-gerçekliklerine karşı özeleştirel tutum besleyebilirler. Bilgi-gerçeklikleri aşaması terk edildiği anda, nedensellik sorumluluğu üstlenmede başarısız olur veya bunun yerine hızlı bir biçimde sahte mantığın bir birlikteliğine doğru yozlaşır.
103:7.8 (1138.6) Kâinatsal ilişkilerin, evrensel bilgi-gerçekliklerinin ve ruhsal değerlerin bir anlayışı olarak — gerçekliğe en iyi Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin hizmeti vasıtasıyla elde edilebilir olup, en iyi bir biçimde açığa çıkarılış tarafından eleştirilir. Ancak, açığa çıkarılış ne bir bilimi ne de bir dini meydana getirmektedir; onun faaliyeti, hem bilim hem de dini gerçeğin gerçekliği ile eşgüdümsel hale getirmektir. Her zaman, açığa çıkarılışın yoksunluğunda yahut onu kabul etmedeki veya kavramadaki başarısızlıkta fani insan; gerçekliğin açığa çıkarılışının veya morontia kişililiğinin motasının tek insan eşleniği olarak faydasız metafiziksel ifadesine başvurmuştur.
103:7.9 (1139.1) Maddi dünyanın bilimi, insanı fiziksel çevresini denetlemesi ve belli bir ölçüde onun üzerinde üstünlük kurmasına yetkin hale getirmektedir. Ruhsal deneyimin dini, bir bilimsel çağın medeniyetine ait karmaşık koşullarda insanları beraber yaşamaya yetkin hale getiren birliktelik uyarımının kökenidir. Metafizik, ancak daha kesin bir biçimde açığa çıkarılış hem bilim hem de dinin keşifleri için ortak bir buluşma noktası sağlamakta, ve, bu ayrı fakat bağımsız düşünce alanlarını insanın mantıksal bir biçimde bilimsel istikrarın ve ruhsal kesinliğin oldukça dengeli bir felsefesine doğru ilişkilendirmesini mümkün kılmaktadır.
103:7.10 (1139.2) Fani düzey içinde hiçbir şey mutlak bir biçimde kanıtlanamaz; hem bilim hem de din, varsayımlara dayanmaktadır. Morontia düzeyinde, hem bilimin hem de dinin olası kabulleri, mota mantığı tarafından kısmi bir biçimde doğrulanmaya yetkindir. Olası en yüksek düzeyin ruhsal seviyesinde sınırlı kanıt için duyulan ihtiyaç, gerçeklik ve onunla birlikte olan mevcut deneyim karşısında kademeli olarak ortadan kalmaktadır; ancak, orada bile, hala kanıtlanmamış konumda bulunan sınırlı olanın ötesinde birçok şey bulunmaktadır.
103:7.11 (1139.3) İnsan düşüncesinin tüm birimleri, insanın akıl kazanımına ait yapıcı gerçeklik duyarlılığı tarafından kabul edilen, ancak kanıtlanmamış, belirli varsayımlara dayanmaktadır. Bilim, gurur duyduğu nedensellik sürecine şu üç şeyin gerçekliğini varsayarak başlar: madde, hareket ve yaşam. Din, şu üç şeyin doğruluğunun varsayımıyla başlar: Yüce Varlık olarak — akıl, ruhaniyet ve evren.
103:7.12 (1139.4) Bilim, zamanın mekân içindeki enerjisi ve maddesine ait olarak matematiğin düşünce alanı haline gelir. Din, sadece sınırlı ve geçici olan ruhaniyetle değil aynı zamanda ebediyet ve üstünlüğün ruhaniyeti ile ilgilenme sorumluluğunu da üstlenir. Yalnızca, motadaki uzun bir deneyim aracılığıyla evren algısının bu iki aşırı ucu; kökenlerin, işlevlerin, ilişkilerin, gerçekliklerin ve nihai sonların karşılaştırılabilir nitelikteki benzer yorumlarını üretecek konuma getirebilir. Enerji-ruhaniyet ayrımının olası en yüksek uyumu, Yedi Üstün Ruhaniyet’in döngüleşmesi içinde gerçekleşir; onun ilk birleşimi Yüce’nin İlahiyatı’nda gerçekleşir; onun son birlikteliği, BEN olan İlk Kaynak ve Merkez’in sınırsızlığında ortaya çıkar.
103:7.13 (1139.5) Nedensellik, enerji ve maddenin fiziksel dünyasında ve onunla birlikte gerçekleşen deneyime dair bilincin yargılarını tanıma eylemidir. İnanç, geride kalan herhangi bir fani kanıtın erişemeyeceği bir şey olarak — ruhsal bilincin doğruluğunu tanıma eylemidir. Mantık; inanç ve nedenselliğin birlikteliğine ait birleşimsel gerçeği-arama ilerleyişi olup, maddelerin, anlamların ve değerlerin içkin farkındalığı olarak fani varlıkların yapıcı akıl kazanımları üzerine inşa edilmiştir.
103:7.14 (1139.6) Düşümce Düzenleyicisi’nin mevcudiyeti içinde ruhsal gerçekliğin gerçek bir kanıtı bulunmaktadır; ancak bu mevcudiyetin doğruluğu, dışsal dünya için gösterilebilir konumda değildir, ancak Tanrı’nın ikametini bu şekilde deneyimleyen kişi için bu gerçekliktedir. Düzenleyici’nin bilinci; gerçekliğin ussal algısına, iyiliğin akıl-ötesi kavrayışına ve sevmek için var olan kişilik güdüsüne bağlıdır.
103:7.15 (1139.7) Bilim, maddi dünyayı keşfeder; din, onu değerlendirir; ve, felsefe, onun anlamlarını yorumlamaya çalışırken, bilimsel olan maddi bakış açısını dini nitelikteki ruhsal kavramsallaşmayla eşgüdümsel hale getirir. Ancak, tarih, bilim ve dinin hiçbir zaman bütünüyle anlaşamayabileceği bir alandır.
103:8.1 (1140.1) Her ne kadar hem bilim hem de felsefe Tanrı’nın olasılığını nedensellikleriyle ve mantıklarıyla varsayabilse de, yalnızca, ruhaniyet tarafından yönlendirilmekte olan bir insanın kişisel dini deneyimi bu türden yüce ve kişisel İlahiyat’ın kesinliğini olumlayabilir. Yaşayan gerçekliğin bu türden bir doğumunun yöntemi vasıtasıyla, Tanrı’nın olasılığına dair felsefi varsayım dini bir gerçeklik haline gelebilir.
103:8.2 (1140.2) Tanrı’nın kesinliğinin deneyimlenişine dair kafa karışıklığı, farklı bireylere ek olarak insanların farklı ırkları tarafından sahip olunan bahse konu deneyime ait birbirine benzemeyen yorumlardan ve ilişkilerden doğmaktadır. Tanrı’yı deneyimleme tamamen gerçek olabilir; ancak, ussal ve felsefi nitelikteki Tanrı hakkında yürütülen söylem ayrık ve sıklıkla kafa karıştıran bir biçimde gerçek dışıdır.
103:8.3 (1140.3) İyi ve soylu bir insan en bütüncül evlilik ölçütlerinde eşine âşık olabilir, ancak, evlilik aşkına dair yazılı psikoloji testi başarılıyla geçmede hiçbir şekilde yetkin olmayabilir. Karısı için neredeyse hiç sevgi beslemeyen başka bir insan, bu türden bir sınavı olabilecek en yüksek düzeyde geçebilir. Kendisine sevgi beslenenin gerçek doğasına dair sevgi duyanın kavrayışındaki tamamlanmamışlık, hiçbir biçimde ne onun sevgisinin gerçekliğini ne de içtenliğini en düşük biçimde bile gerçek dışı kılmaz.
103:8.4 (1140.4) İnançla onu bilip, ona derin sevgi duyan bir biçimde — Tanrı’ya gerçekten inanıyorsanız; bilimin şüpheci imalarının, mantığın gereksiz eleştirilerinin, felsefenin varsayımsal düşüncelerinin veya Tanrı olmadan bir din yaratmak isteyen iyi niyetli ruhların zeki önderlerinin herhangi bir biçimde böyle bir deneyimin gerçekliğini azaltmasına veya onun verdiği neşeyi kaçırmasına izin vermeyin.
103:8.5 (1140.5) Tanrı-bilen dindarın kesinliği, şüphe duyan maddeci bireyin belirsizliği tarafından rahatsız edilmemelidir; bunun yerine, inanmayan kişinin belirsizliği, deneyimsel inananın derin inancı ve sarsılmaz kendinden eminliği tarafından güçlü bir biçimde sınanmalıdır.
103:8.6 (1140.6) Felsefe, hem bilime hem de dine en büyük hizmeti sağlayanlardan biri olarak, hem maddeciliğin hem de her şeyin özünde Tanrı’nın bulunduğu görüşünün aşırı uçlarından kaçınmalıdır. Yalnızca, kişilik gerçekliğini tanıyan bir felsefe — değişimin mevcudiyeti içinde kalıcılık olarak — maddi bilim ve ruhsal dinin kuramları arasında bir irtibatı aracı olarak hizmet edebilir. Açığa çıkarılış, evrimleşen felsefenin zafiyetleri için bir telafidir.
103:9.1 (1140.7) Din-kuramı dinin ussal içeriğiyle ilgilenirken, metafizik (açığa çıkarılış) felsefi özellikleri ile ilgilenir. Dini deneyim, dinin ruhsal içeriğinin tam da kendisidir. Dinin ussal içeriği içerisinde bulunan engel olunamaz nitelikteki mitsel değişikliklere ve psikolojik yanılsamalara, hatalı metafiziksel varsayımlara ve bireyin kendisini yanıltmasının yöntemlerine, dinin felsefi içeriğinin siyasi çarpıtmalarına ve sosyoekonomik bozulmalara rağmen, kişisel dinin ruhsal deneyimi içten ve geçerli niteliğini korumaya devam etmektedir.
103:9.2 (1140.8) Din; hissetmekle, eylemde bulunmakla ve yaşamakla ilgilidir, sadece düşünmekle değil. Düşünme yakın bir biçimde maddi yaşamla ilgili olup, gerçeklik aracılığıyla ruhsal âlemlere gerçekleştirdiği maddi-olmayan yaklaşımları, başlıca, ancak bütünüyle değil, nedenselliğin ve bilimin bilgi-gerçekliklerinin üstünlüğünde olmalıdır. Bir kişinin din-kuramı ne kadar gerçeğin dışında ve ne kadar hatalı olursa olsun, bir kişinin dini tamamiyle içten ve sonsuza kadar doğru olabilir.
103:9.3 (1141.1) Özgün halinde Budizm; her ne kadar gelişme sürecinde tanrısız niteliğinde artık bulunmasa da, Urantia’nın tüm evrimsel tarihi boyunca bir Tanrı olmadan doğmuş en iyi dinlerden biridir. İnanç olmadan din, bir çelişkidir; Tanrı olmadan, bir felsefi tutarsızlık ve bir ussal mantıksızlık durumudur.
103:9.4 (1141.2) Doğal dinin büyüsel ve mitsel doğum kökeni, daha sonraki açığa çıkarımsal dinlerin mevcudiyetine ve gerçekliğine ek olarak İsa’nın dininin tamamlayıcı konumdaki kurtarıcı müjdesini geçersiz kılmamaktadır. İsa’nın yaşamı ve öğretileri nihai olarak; büyünün hurafelerini, mitolojinin hayali ürünlerini ve geleneksel dogmacılığın esaretini bünyesinden uzaklaştırmıştır. Ancak, bu öncül büyü ve mitoloji oldukça etkili bir biçimde; madde-ötesi değerler ve varlıkların mevcudiyetini ve gerçekliğini varsayarak daha sonraki ve üstün dinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı.
103:9.5 (1141.3) Her ne kadar dini deneyim tamamiyle ruhsal nitelikli öznel bir olgu olsa da, bu türden bir deneyim evrenin nesnel gerçekliğinin en yüksek düzeylerine doğru olumlu ve yaşayan bir inanç tutumunu bünyesinde barındırır. Dini felsefenin ideali, kâinat evrenlerinin tümünün sınırsız Yaratıcısı’na dair mutlak sevgiye koşulsuz bir biçimde bağlı kılacak türde bir inanç-güvenidir. Bu gibi içten bir dini deneyim, idealist arzunun felsefi nesneleştirişinin çok ötesindedir; o, gerçekte, kurtuluştan tamamen emin olup, kendisini yalnızca, Cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini öğrenmekle ve onu yerine getirmekle ilgilenen konuma getirir. Bu türden bir dinin ayırt edici niteliği: bir yüce İlahiyat’a beslenen inanç, ebedi kurtuluşun ümidi ve, özellikle kişinin kendi akranlarına beslediği, sevgidir.
103:9.6 (1141.4) Din-kuramı din üzerinde üstünlük kurduğu anda, din ölür; o, bunun yerine, bir yaşamın öğretisi haline gelir. Din-kuramının amacı sadece, kişisel nitelikli ruhsal deneyimin öz-bilincini kolaylaştırmaktır. Din-kuramı son kertede yalnızca yaşayan inanç tarafından olumlanabilecek dinin deneyimsel nitelikli savlarına açıklık getirme, açıklama ve meşruiyet kazandırmanın dini çabasını oluşturur. Evrenin daha yüksek felsefesi içinde bilgelik, tıpkı nedensellik gibi, inanç ile aynı safta yer alan konuma gelir. Nedensellik, bilgelik ve inanç insanın insan düzeyinde gerçekleştirdiği en yüksek kazanımlarıdır. Nedensellik insana, nesneler olarak bilgi-gerçekliklerin dünyasını tanıştırır; bilgelik insana, ilişkiler olarak gerçekliğin bir dünyasını tanıştırır; inanç insanı, ruhsal deneyim olarak kutsallığın bir dünyasına kabul eder.
103:9.7 (1141.5) İnanç; nedensellik tek başına ilk önce kendi arayışına çıkıp, daha sonra ihtiyaç hissederek bilgeliği yanına alıp felsefenin tüm sınırlarına ulaştıkça, nedenselliği beraberinde taşır; ve, bunun sonrasında, yalnızca gerçeklİğİn eşliğinde sınırları olmayan ve bitmek tükenmek bilmeyen evren yolculuğuna girişmeye cesaret eder.
103:9.8 (1141.6) Bilim (bilgi); evrenin kavranabilir nitelikte, nedenselliğin geçerli olduğuna dair içkin (emir-yardımcı ruhaniyetinin) varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Felsefe (eşgüdüm halindeki kavrayış); maddi evrenin ruhsal olan ile eşgüdümsel hale getirilebileceği nitelikte, bilgeliğin geçerli olduğuna dair içkin (bilgeliğin ruhaniyetinin) varsayımı üzerine inşa edilmiştir. Din (kişisel olan ruhsal deneyimin gerçekliği); Tanrı’nın bilinebileceği ve ona erişebileceği nitelikte, inancın geçerli olduğuna dair içkin (Düşünce Düzenleyicisi’nin) varsayımı üzerine inşa edilmiştir.
103:9.9 (1141.7) Fani yaşamın gerçekliğinin bütüncül gerçekleşimi; nedensellik, bilgelik ve inancın bu varsayımlarına inanmadaki ilerleyici bir gönüllülükten meydana gelmektedir. Bu türden bir yaşam, gerçeklikle güdülenen ve sevginin egemen olduğu bir yaşamdır; ve, bunlar, sahip olduğu mevcudiyeti maddi bir biçimde gösterilemeyecek olan nesnel kâinatsal gerçekliğin idealleridir.
103:9.10 (1142.1) Nedensellik doğru ve yanlışı bir kez tanıdığında, bilgeliği sergilemiş olur; bilgelik, gerçeklik ve yanılgı olarak doğru ve yanlış arasında tercihte bulunduğunda, ruhsal rehberliği göstermiş olur. Ve bu nedenle, aklın, ruhun ve ruhaniyetin işlevleri en başından beri birbirlerine yakın bir biçimde iç içe ve birbirleriyle işlevsel olarak ilişkilidir. Nedensellik, bilgisel gerçekliklerin bilgisiyle ilgilenir; bilgelik, felsefe ve açığa çıkarılışla; inanç, yaşayan ruhsal deneyimle. Gerçeklikle insan güzelliğe erişip, ruhsal sevgi ile iyiliğe yükselir.
103:9.11 (1142.2) İnanç, Tanrı’yı-bilmeye götürür, yalnızca kutsal mevcudiyetin gizemli bir hissine değil. İnanç, duygusal sonuçlarından haddinden fazla etkilenmemelidir. Gerçek din, inanma ve bilmenin bir deneyimine ek olarak hissel bir tatmindir.
103:9.12 (1142.3) Dini deneyim içerisinde ruhsal içeriğiyle orantılı olan bir gerçeklik bulunmaktadır; ve, bu türden bir gerçeklik nedensellik, bilim, felsefe, bilgelik ve tüm diğer insan kazanımlarının ötesindedir. Bu türden bir deneyimin yargıları sorgulanamaz niteliktedir; dini yaşamın mantığı, yadsınamaz gerçekliktedir; bu türden bilginin kesinliği insan-ötesindedir; onun tatminleri olağanüstü derecede kutsal, cesaretleri yenilmez, bağlılıkları sorgulanmaz, sadakatleri yüce ve nihai sonları — ebedi, nihai ve kâinatsal olarak — kesindir.
103:9.13 (1142.4) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
104. Makale
104:0.1 (1143.1) AÇIĞA çıkarılmış dinin Kutsal Üçleme kavramsallaşması, evrimsel dinlerin üçleme inanışlarıyla karıştırılmamalıdır. Üçleme düşünceleri, çağrıştırıcı birçok ilişkiden türemişti, ancak başlıca olarak parmağın üç ekleminden, bir tabureyi ayakta tutmak için en az üçayağa ihtiyaç duyuluşundan, üç dayanak noktasının bir çadırı tutturabileceğinden; buna ilave olarak, ilkel insan, uzunca bir süre boyunca, üçten fazlasını sayamamaktaydı.
104:0.2 (1143.2) Şimdi ve geçmiş, gündüz gece, sıcak soğuğa ek olarak erkek ve kadın gibi doğal çiftlerin dışında, insan genellikle üçlemeler halinde düşünme eğilimindedir; dün, bugün ve yarın; sabah, öğle, akşam; baba, anne ve çocuk. Kutlama üçlemesi galip olanlara yapılmaktadır. Ölüler üçüncü günde gömülmekte, hayalet suyla üç kere törensel arınmayla teskin edilmektedir.
104:0.3 (1143.3) İnsan deneyiminde bu doğal ilişkilendirmelerin bir sonucu olarak üçleme, din içinde ortaya çıkışını gerçekleştirdi; ve, bu, İlahiyatlar’ın Cennet Kutsal Üçlemesi’nden, veya, insanlık için daha önceden açığa çıkarılmış onların temcilerinin herhangi birinden bile çok daha önceydi. Daha sonra, Persliler, Hindular, Yunanlılar, Mısırlılar, Babiller, Romalılar ve İskandinavlar’ın tümü üçleme tanrılara sahip oldular; ancak, onlar hala gerçek kutsal üçlemeler değillerdi. Üçleme ilahiyatlarının tümü; doğal bir kökene sahip olup, en az bir kere belli bir dönem Urantia’nın en fazla us sahibi insanları arasında ortaya çıkmıştır. Zaman zaman evrimsel bir üçlemenin kavramsallaşması, açığa çıkarılmış bir Kutsal Üçleme ile karışmış hale gelmişti; bu durumlarda, birini diğerinden ayırmak sıklıkla imkânsızdır.
104:1.1 (1143.4) Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kavramsallaşmasına götüren ilk Urantialı açığa çıkarılış, yarım milyon yıl önce Prens Caligastia’nın yönetim görevlileri tarafından gerçekleştirilmişti. Bu en öncül Kutsal Üçleme kavramsallaşması, gezegensel isyanın sonrasındaki belirsizlik dönemlerinde yitirilmişti.
104:1.2 (1143.5) Kutsal Üçleme’nin ikinci sunumu, ilk ve ikinci bahçede Âdem ve Havva tarafından gerçekleştirilmişti. Bu öğretiler, yaklaşık yirmi beş bin yıl sonra Maçiventa Melçizedeği’nin döneminde bile tamamiyle ortadan kaybolmamış bir halde bulunmaktaydı; zira, Şit unsurlarının Kutsal Üçleme kavramsallaşması hem Mezopotamya hem de Mısır’da, ancak daha da özel bir biçimde, üç-başlı ateş tanrısı Vediç olarak Agni içinde uzunca bir süre varlığını sürdürdüğü, Hindistan’da devam etmişti.
104:1.3 (1143.6) Kutsal Üçleme’nin üçüncü sunumu, Maçiventa Melçizedeği tarafından gerçekleştirilmişti; ve, bu inanç öğretisi, Salem’in bu bilgesinin göğsündeki nişanda taşıdığı üç eş merkezli daire tarafından simgelenmişti. Ancak, Maçiventa; Kâinatın Yaratıcısı, Ebedi Evlat ve Sınırsız Ruhaniyet’i Filistinli Bedeviler’e öğretmekte çok zorlanmıştı. Takipçilerinin çoğu Kutsal Üçleme’nin, Norlatiadek’in En Yüksek Unsurları’ndan oluştuğuna düşünmüştü; onların içindeki az sayıdaki bir topluluk Kutsal Üçleme’yi Sistem Egemeni, Takımyıldız Yaratıcısı ve yerel evren Yaratan İlahiyatı olarak düşünmüştü; daha da az sayıdaki kişi Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in Cennet birlikteliği düşüncesini çok az da olsa kavrayabilmişti.
104:1.4 (1144.1) Salem din-yayıcılarının etkinlikleriyle Kutsal Üçleme’nin Melçizedek öğretileri kademeli bir biçimde, Avrasya’nın büyük bir kısmına ek olarak kuzey Afrika boyunca yayıldı. Daha sonraki And ve Melçizedek-sonrası çağlarda üçlemeler ile kutsal üçlemeleri ayırt etmek, her iki kavramsallaşmanın da bir ölçüde iç içe girdiği ve birleştiği durumlarda sıklıkla zordur.
104:1.5 (1144.2) Hindular arasında üçlemesel kavramsallaşma kökenini Varlık, Us ve Neşe olarak aldı. (Daha sonraki bir Hint kavramsallaşması Brahma, Şiva ve Vişnu’ydu.) Öncül Kutsal Üçleme tasvirleri Hindistan’a Şit din-adamları tarafından getirilmişken, Kutsal Üçleme’nin daha sonraki düşünceleri Salem din-yayıcıları tarafından buraya getirilmiş olup, evrimsel üçleme kavramsallaşmalarıyla bu inanç savlarının bir birleşimi vasıtasıyla Hindistan’ın yerel usları tarafından geliştirilmişti.
104:1.6 (1144.3) Budist inancı, üçlemesel bir kökende bulunan iki inanç savını geliştirdi: Öncül olanı Öğretmen, Yasa ve Kardeşlikti; bu Gotama Sidarta tarafından yapılmış bir sunumdu. Buda takipçilerinin kuzey topluluğu üyeleri arasında gelişen daha sonraki düşünce Yüce Koruyucu, Kutsal Ruhaniyet ve Vücuda Getirilmiş Kurtarıcı’dan meydana gelmişti.
104:1.7 (1144.4) Ve, Hint ve Budist unsurlarının bu düşünceleri gerçek üçlemesel düşünüşlerdi, bu ise tek-tanrısal bir Tanrı’nın üç katmanlı dışavurumu düşüncesidir. Gerçek bir kutsal üçleme kavramsallaşması sadece, üç farklı tanrının beraberce bir topluluk altına alınışı değildir.
104:1.8 (1144.5) İbraniler, Kutsal Üçleme’yi Melçizedek dönemlerine dair Ken topluluklarının tarihsel anlatılarından bilmekteydi; ancak, onların, Yahveh olarak bir ve tek Tanrı için tek-tanrısal arzusu bu türden öğretileri öyle bir düzeyde gölgede bırakmıştı ki, İsa’nın ortaya çıkışı döneminde Elohim inanç savı neredeyse tamamen Musevi din-kuramından silinmiş bir halde bulunmaktaydı.
104:1.9 (1144.6) İslam inancının takipçileri benzer bir biçimde, Kutsal Üçleme düşüncesini kavramada başarısız oldular. Ortaya çıkış sürecinde bulunan bir tek-tanrılı inancın, çok-tanrıcılık ile karşılaştığında kutsal-üçlemeciliğe sıcak bakması her zaman zordur. Kutsal üçleme düşüncesi, inanç savı bakımından esneklikle birlikte güçlü bir tek-tanrısal geleneğine sahip olan dinlerde en sağlam tutumunu gerçekleştirmektedir. İbraniler ve Muhammed takipçileri olarak iki büyük tek-tanrı savunucuları; çok-tanrıcılık olarak üç tanrıya ibadet etmek ile, kutsallık ve kişiliğin bir üçlü dışavurumunda mevcut tek İlahiyat’a olan ibadet olarak kutsal-üçlemeciliği birbirinden ayırmada zorlandılar.
104:1.10 (1144.7) İsa takipçilerine, Kutsal Üçleme’nin kişileri ile ilgili gerçekliği öğretti; ancak, onlar, İsa’nın mecazi ve simgesel bir biçimde konuştuğunu düşündüler. İbranisel tek-tanrıcılıkta yetişmiş olarak onlar, baskın olan Yahveh kavramsallaşmalarıyla çatışır görünen herhangi bir inanışı beslemeyi zor buldular. Ve, öncül Hıristiyanlar, Kutsal Üçleme kavramsallaşmasına karşı İbrani önyargıyı miras olarak aldılar.
104:1.11 (1144.8) Hıristiyanlık’ın ilk Kutsal Üçlemesi Antakya’da duyurulmuş olup, Tanrı, Sözü ve Bilgeliği’nden oluşmaktaydı. Pavlus; Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in Cennet Kutsal Üçlemesi’ni bilmekteydi, ancak nadiren onu başkalarına duyurup, yeni ortaya çıkan kiliselere olan birkaç mektubunda onun hakkında bahsetmişti. Bu dönemde bile, tıpkı akran takipçileri gibi, Pavlus; yerel evrenin Yaratan Evladı olan İsa’yı, Cennet’in Ebedi Evladı olarak İlahiyat’ın İkinci Bireyi ile karıştırmıştı.
104:1.12 (1144.9) Mesih’den sonraki ilk çağın bitişine doğru tanınmaya başlayan Kutsal Üçleme’nin Hıristiyan kavramsallaşması; Kâinatın Yaratıcısı, Nebadon’un Yaratan Evladı ve — Yaratan Evlat’ın yerel evren, yaratıcı eşi olan Anne Ruhaniyeti olarak — Salvington’un Kutsal Hizmetkârı tarafından meydana gelmekteydi.
104:1.13 (1145.1) İsa’nın döneminden beri Cennet Kutsal Üçlemesi’nin gerçek bilgisel kimliği, bu açığa çıkarımsal nitelikli gizlerin açık edilişindeki sunumuna kadar (kendileri için özellikle açığa çıkarılmış birkaç birey dışında) Urantia üzerinde bilinen bir konumda bulunmamıştır. Ancak, her ne kadar Kutsal Üçleme’nin Hıristiyan kavramsallaşması gerçekte yanlışa düşmüş olsa da, ruhsal ilişkiler bakımından neredeyse doğru bir nitelikteydi. Sadece felsefi yorumlarında ve Kâinatsal sonuçlarında bu kavramsallaşma yüz kızaklığına neden olmuştu: Kâinat aklına sahip olan çoğu kişi için, sınırsız bir Kutsal Üçleme’nin ikinci üyesi olarak İlahiyat’ın İkinci Bireyi’nin bir zamanlar Urantia’da ikamet olduğuna inanmak zordu; ve, her ne kadar ruhaniyet bakımından bu doğruysa da, özünde bu birebir yaşanmış bir gerçeklik değildi. Mikail Yaratanları Ebedi Evlat’ın kutsallığını bütünüyle bünyesinde taşırlar; ancak, onlar, mutlak kişilik değillerdir.
104:2.1 (1145.2) Tek-tanrıcılık, çok-tanrıcılığın tutarsızlığına karşı gerçekleştirilmiş bir felsefi itirazdı. O ilk olarak, doğa-ötesi etkinliklerin birimlere ayrılışıyla birlikte bir tanrı birliği örgütlenmeleri ile gelişmişti; bunun sonrasında, çoklu olanlar karşısında tek tanrıyı, diğer tanrıları dışlamayan yüceltişiyle, ve, son olarak, tüm diğer tanrıları dışlayıp kesin değerdeki Tek Tanrı’yı öne sürüşüyle.
104:2.2 (1145.3) Kutsal-üçlemecilik; insani niteliklerinden arındırılmış tek bir İlahiyat’ın tekilliğini hiçbir ilişkide bulunmayan Kâinatsal önemde düşünmenin olanaksızlığını savunan deneyimsel itirazdan doğmuştu. Eğer yeteri kadar bir süre tanınırsa felsefe; katışıksız tek-tanrıcılığa ait İlahiyat kavramsallaşması içinde kişisel nitelikleri ayırma, böylece, hiçbir ilişki içerisinde bulunmayan bir Tanrı’yı her şeyin merkezinde bulunduğu savunulan bir Mutlaklık düzeyine indirgeme eğilimine sahiptir. Diğer ve eşgüdümde bulunan kişisel varlıklar ile eşit düzeyde hiçbir kişisel ilişkiye sahip olmayan bir Tanrı’nın kişisel doğasını anlamak her zaman zordur. İlahiyat içindeki kişilik; bu türden İlahiyat’ın, diğer ve eşit kişisel İlahiyat ile ilişki halinde bulunmasını talep etmektedir.
104:2.3 (1145.4) Kutsal Üçleme kavramsallaşmasının tanınmasıyla insan aklı, zaman-mekân yaratılmışları içinde sevgi ve kanunun karşılıklı ilişkisine dair bir şeyi kavramayı ümit edebilir. Ruhsal inanışla insan, Tanrı’nın sevgisine dair kavrayışı elde eder; ancak, yakın zaman içerisinde bu ruhsal inancın maddi evrenin emredilmiş yasaları üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığını keşfeder. İnsanın Tanrı’ya inancının kuvvetinden bağımsız olarak genişleyen Kâinatsal ufuklar; insanın aynı zamanda, Cennet İlahiyatı’nın gerçekliğini Kâinatsal yasa olarak tanıması gerekliliğini, yine insanın, Kutsal Üçleme egemenliğinin Cennet’den dışarı doğru yayılıp, ilahiyat bütünlüklerinin Cennet Kutsal Üçlemesi’nin bilgisel-gerçekliği ve mevcudiyetine ek olarak ebedi ayrılmazlığının tam da kendisi olduğu üç ebedi bireye ait Yaratan Erkek ve Kız Evlatlar’ın evrimleşen yerel evrenlerini bile kapladığını tanımasının gerekliliğini talep etmektedir.
104:2.4 (1145.5) Ve, bu aynı Cennet Kutsal Üçlemesi — bir kişilik değil fakat gerçek ve mutlak bir gerçeklik olarak — gerçek bir birimdir; Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in kişilikleri olarak — bir kişilik değil ancak beraberce mevcut kişilikler ile uyumludur. Kutsal Üçleme, üç Cennet İlahiyatı’nın birlikteliğinden ortaya çıkmış birleşimin-ötesinde bir İlahiyat gerçekliğidir. Kutsal Üçleme’nin nitelikleri, temel özellikleri ve işlevleri, üç Cennet İlahiyatı’nın belirleyici yönlerinin basit bileşimi değildir; Kutsal Üçleme işlevleri özgün bir biçimde benzersiz bir şey olup, Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in özellikleri üzerinde gerçekleştirilecek bir inceleme sonucunda tamamiyle tahmin edilebilecek nitelikte değildir.
104:2.5 (1146.1) Örnek olarak: Dünya üzerindeyken Hâkim, adaletin hiçbir zaman bir kişisel eylem olmadığı hususunda takipçilerini kesin bir biçimde uyardı; o her zaman, bir topluluk işlevidir. Buna ek olarak ne de bireyler olarak Tanrılar adaleti uygulayabilirler. Ancak onlar her zaman bahse konu bu işlevi, Cennet Kutsal Üçlemesi olarak uygularlar.
104:2.6 (1146.2) Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in Kutsal Üçleme birlikteliğine dair kavramsal kavrayış insan aklını, belli başlı diğer üç-katmanlı ilişkilerin daha ileri sunumu için hazırlamaktadır. Din-kuramsal nedensellik, Cennet Kutsal Üçlemesi kavramsallaşması ile tamamiyle tatmin olmuş bir konumda bulunabilir; ancak, felsefi ve Kâinatın bütünlüğünden bakan nedensellik — kuvvet, enerji, güç, sebep-sonuç, tepki, gelecekteki potansiyellik, şimdiki mevcudiyet, yer çekimi, gerilme, işleyiş, çalışma yöntemi ve birliktelik Tanrısı’nın sahip olduğu ilişkiler olarak — Kâinatsal dışavurumdaki Yaratıcı-olmayan çeşitli yetkinlikler içinde Sınırsız’ın faaliyet gösterdiği üçlü birlikler olarak İlk Kaynak ve Merkez’in diğer üçleme birlikteliklerinin tanınmasını talep etmektedir.
104:3.1 (1146.3) Her ne kadar insanlık zaman zaman, İlahiyat’ın üç kişisinden oluşan Kutsal Üçleme’ye dair bir anlayışı kavradıysa da; tutarlılık insan usunun, yedi Mutlaklık’ın yedisinin arasında gerçekleşen belirli ilişkilerin bulunduğunu kavraması gerekliliğini talep etmektedir. Ancak, Cennet Kutsal Üçlemesi için gerçek olan her şey, bir üçlü birlik için doğrudan bir biçimde gerçeklik taşımayabilir; zira, bir üçlü birlik, bir üçlemeden farklı bir anlama gelmektedir. Belirli işlevsel yönleri itibariyle bir üçlü birlik bir üçleme ile karşılaştırabilir niteliktedir; ancak o hiçbir zaman özü itibariyle bir üçleme ile aynı yapıda değildir.
104:3.2 (1146.4) Fani insan Urantia üzerinde, genişleyen ufukların ve büyüyen kavramsallaşmaların bir çağından geçmektedir; ve, onun Kâinatsal felsefesi, insan düşüncesinin ussal alanının genişlemesine ayak uyduracak bir biçimde evrimsel bakımdan hızlanmak zorundadır. Fani insanın Kâinatsal bilinci genişlerken; maddi bilimde, ussal felsefede ve ruhsal kavrayışta bulduğu her şeyin karşılıklı ilişkili olan yapısını algılamaktadır. İlahiyat’ın değişmezliğine dair tüm kavramsallaşmalarına rağmen insan, sürekli değişimin ve deneyimsel büyümenin bir evreninde yaşadığını algılamaktadır. Ruhsal değerlerin kurtuluşunun gerçekleşiminden bağımsız olarak insan, en başından beri sürekli olarak, kuvvetin, enerjinin ve gücün matematik ve matematik-öncesi hesaplamalarıyla yüzleşmek zorundadır.
104:3.3 (1146.5) Bir şekilde sınırsızlığın ebedi doygunluğu, evrimleşen evrenlerin zaman büyümesine ek olarak buradaki deneyimsel sakinlerin tamamlanmamışlığı ile uyuşmak zorundadır. Bir biçimde bütüncül sonsuzluğun kavramsallaşması o kadar çok birimlere ayrılmalı ve sınırları çizilmiş hale getirilmeli ki, fani us ve morontia ruhu nihai değerin ve ruhsallaştıran önemin bu kavramsallaşmasını kavrayabilsin.
104:3.4 (1146.6) Nedensellik, Kâinatsal gerçekliğin tek-tanrısal bir birlikteliğini talep ederken; sınırlı deneyim, çoklu Mutlaklıklar’ın varsayımını ve onların Kâinatsal ilişkilerde olan eşgüdümünü gerektirmektedir. Eşgüdümsel mevcudiyetler olmadan orada; farklılıkların, çeşitliliklerin, dönüştürücülerin, zayıflatıcıların veya azaltıcıların işleyişi için hiçbir şansın bulunmaması biçiminde, mutlak ilişkilerin ortaya çıkışı için hiçbir olasılık bulunmaz.
104:3.5 (1146.7) Bu makalelerde bütüncül gerçeklik (sonsuzluk) ucu yedi Mutlaklık’a varan bir biçimde sunulmuştur:
104:3.6 (1146.8) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:3.7 (1146.9) 2. Ebedi Evlat.
104:3.8 (1146.10) 3. Sınırsız Ruhaniyet.
104:3.9 (1147.1) 4. Cennet Adası.
104:3.10 (1147.2) 5. İlahi Mutlak.
104:3.11 (1147.3) 6. Kâinatsal Mutlak.
104:3.12 (1147.4) 7. Koşulsuz Mutlak.
104:3.13 (1147.5) Ebedi Evlat’a Babalık eden İlk Kaynak ve Merkez, aynı zamanda, Cennet Adası için örnektir. O; Evlat içinde kişilik olarak koşulsuz bir konumdadır, ancak İlahi Mutlak içinde olası en yüksek kişiliğe ulaşabilir konumdadır. Yaratıcı; Cennet-Havona’sı içinde enerjisi açığa çıkarılmış halde iken, Koşulsuz Mutlak içinde enerjisi saklı haldedir. Sınırsız; Bütünleştirici Bünye’nin sonsuz faaliyetleri içinde en başından beri açığa çıkar konumdayken, ebedi bir biçimde, Kâinatsal Mutlak’ın telafi edici ancak örtülü etkinliklerinde faaliyet göstermektedir. Bu şekilde, Yaratıcı, altı eşgüdüm Mutlak’ı ile ilişkilidir; ve, böylelikle, yedisinin de tümü, ebediyetin sonu gelmez çevrimleri boyunca sınırsızlığın döngüsünü tamamiyle kaplamaktadırlar.
104:3.14 (1147.6) Mutlaklık ilişkilerinin üçlü birliği dışarıdan kaçınılmaz olarak görülmektedir. Kişilik diğer kişilik birliğini mutlaklığa ek olarak tüm diğer düzeylerde arzulamaktadır. Ve, üç Cennet kişiliğinin birlikteliği; Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in kişilik birliği olarak birinci üçlü birliği ebedileştirmektedir. Bu üç kişi, bireyler olarak, beraberce gerçekleştirdikleri bir faaliyete katılınca, işlevsel birlikteliğin bir üçlü bir birliğini oluştururlar, organik bir birlik olarak — kutsal bir üçlemeyi değil; ancak yine de, bir üçlü birlik, üç katmanlı bir işlevsel nitelikli toplamsal bütünlüktür.
104:3.15 (1147.7) Cennet Kutsal Üçlemesi, üçlü bir birlik değildir; o, işlevsel bir bütünlük değildir; bunun yerine o, bölünmez ve parçalanamaz İlahiyat’dır. Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet (bireyler olarak) Cennet Kutsal Üçlemesi’ni bir araya getirecek bir ilişkiyi idame ettirebilirler; zira, Kutsal Üçleme, onların parçalanamaz İlahiyatı’nın tam da kendisidir. Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet bahse konu birinci üçlü birlik için hiçbir kişisel ilişkiyi idame ettiremezler; zira bu türden bir birliktelik, üç birey olarak onların işlevsel birlikteliğinin tam da kendisidir. Bölünemez bir İlahiyat niteliğinde — yalnızca Kutsal Üçleme olarak onlar, kişisel bütünlüklerinin üçlü birliği için dışsal bir ilişkiyi ortaklaşa bir biçimde idame ettirebilirler.
104:3.16 (1147.8) Böylelikle, Cennet Kutsal Üçlemesi, mutlak ilişkiler arasında benzersiz konumdadır; orada birkaç varoluşsal üçlü birlik bulunmaktadır, ancak tek bir varoluşsal Kutsal Üçleme mevcuttur. Bir üçlü birlik bir bünye değildir. O, organik yerine işlevseldir. Onun üyeleri, bütünleşme bileşenleri yerine birleşme eşleridir. Üçlü birliklerin bileşenleri bünyeler olabilir, ancak bir üçlü birliğin kendisi bir ilişkilenmedir.
104:3.17 (1147.9) Orada, buna rağmen, kutsal üçleme ile üçlü birlik arasında bir benzerlik noktası bulunmaktadır: İkisi de, bileşen üyelerinin özelliklerinin algılanabilen özelliklerinin toplamından başka olan faaliyetleri mevcut kılmaktadırlar. Ancak, her ne kadar onlar, işlevsel bir bakış açısından bu şekilde kıyaslanabilse de, bunun dışında kalan niteliklerinde hiçbir doğrudan yakınlığını sergilememektedirler. Birbirleri arasında, kabataslak ifade edilecek olura, işlevin yapıya olan ilişkisine benzer ilişkiye sahiplerdir. Ancak, üçlü birlik ilişkilenmesinin işlevi, kutsal üçleme yapısı veya bünyesinin işlevi değildir.
104:3.18 (1147.10) Üçlü birlikler, yine de, gerçektirler; onlar oldukça gerçektirler. Onların içinde, gerçekliğin bütünü işlevsel hale gelir; ve, onlar vasıtasıyla Kâinatın Yaratıcısı, sınırsızlığın üstün işlevleri üzerinde doğrudan ve kişisel denetim uygular.
104:4.1 (1147.11) Yedi üçlü birliğin tanımına girişilirken, vurgu; Kâinatın Yaratıcısı’nın her birinin başat üyesi olduğu gerçekliğine yapılır. O en başından beri, şimdi ve sonsuza kadar şöyle olacaktır: İlk Kâinatın Yaratıcısı-Kaynak, Mutlak Merkez, İlk Neden, Kâinatsal Denetleyici, Sonsuz Enerji-Kazandırıcı, Özgün Bütünlük, Koşulsuz Koruyucu, İlahiyat’ın İlk Bireyi, İlk Kâinatsal Yöntem, ve Sonsuzluğun Özü. Kâinatın Yaratıcısı, Mutlaklıklar’ın kişisel başlatıcısıdır; o, Mutlaklıklar’ın mutlağıdır.
104:4.2 (1148.1) Yedi üçlü birliğin doğası ve anlamı şöyle ifade edilebilir:
104:4.3 (1148.2) Birinci Üçlü Birlik — kişisel-amaçsal üçlü birlik. Bu, üç İlahiyat kişiliğinin birlikteliğidir:
104:4.4 (1148.3) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:4.5 (1148.4) 2. Ebedi Evlat.
104:4.6 (1148.5) 3. Sınırsız Ruhaniyet.
104:4.7 (1148.6) Bu, üç ebedi Cennet kişiliğinin amaçsal ve kişisel ilişkilenimi olarak — derin sevgi, bağışlama ve hizmetin üç katmanlı birlikteliğidir. Bu birliktelik kutsal bir biçimde kardeşsel, derin yaratılmış-sevgisi besleyen, baba şefkatiyle hareket eden ve yükselişi destekleyen ilişkilenmedir. Bu birinci üçlü birliğin kutsal kişilikleri; kişilik emanet eden, ruhaniyet bahşeden ve akıl kazandıran Tanrılar’dır.
104:4.8 (1148.7) Bu, sınırsız özgür iradenin üçleme birliğidir; o, ebedi mevcut-an boyunca ve zamanın geçmiş-şimdi-gelecek akımının tümü içinde hareket eder. Bu birliktelik; özgür iradenin sonsuzluğunu açığa çıkarıp, aracılığıyla kişisel İlahiyat’ın evrimleşen Kâinatın yaratılmışları için kendisini açığa çıkaran konuma ulaştığı işleyiş düzenlerini sağlar.
104:4.9 (1148.8) İkinci Üçlü Birlik — güç-yöntem üçlü birliği. İster küçücük bir ultimaton, alevli bir yıldız veya dönen bir nebula, hatta merkezi veya aşkın-evrenler olsun, en küçüğünden en büyük maddi düzenlemelere kadar fiziksel yöntem her zaman, büyük çaplı Kâinatsal düzenleniş olarak — bu üçleme birliğinin işlevinden kökenini alır. Bu birliktelik şu üyelerden meydana gelir:
104:4.10 (1148.9) 1. Yaratıcı-Evlat.
104:4.11 (1148.10) 2. Cennet Adası.
104:4.12 (1148.11) 3. Bütünleştirici Bünye.
104:4.13 (1148.12) Enerji, Üçüncü Kaynak ve Merkez’in Kâinatsal birimleri tarafından düzenlenir; enerji, mutlak maddileştirme olarak Cennet’in yöntemi uyarınca şekillenir; ancak, bu sonu gelmez dönüşümün arkasında, birlikteliği ilk olarak, Bütünleştirici Bünye ismindeki Sınırsız Ruhaniyet’in doğumuyla aynı anda gerçekleşen bir biçimde Havona’nın ortaya çıkışındaki Cennet yöntemini etkinleştirmiş, Yaratıcı-Evlat mevcudiyetidir.
104:4.14 (1148.13) Dini deneyim içerisinde, yaratılmışlar sevgi olan Tanrı ile iletişimde bulunurlar; ancak, bu türden ruhsal kavrayış hiçbir zaman, kendisi Cennet olan yönteme ait evren gerçekliğinin ussal bir biçimde tanınmasını kapsamaz. Cennet kişilikleri; kutsal sevginin üstün gücüyle tüm yaratılmışları özgür iradeye hayranlık duymaya ikna edip, bu ruhaniyet-doğumu-olan kişiliklerin tümünü, Tanrı’nın kesinlik evlatlarının sonu gelmez hizmetinin göksel mutluluklarına götürür. İkinci üçlü birlik, üzerinde bu etkileşimlerin en başından başlayıp kendisini gerçekleştirdiği uzay aşamasının mimarıdır; o, büyük çaplı kâinatsal düzenlenişin yöntemlerini belirlemektedir.
104:4.15 (1148.14) Derin sevgi, ilk üçlü birliğin kutsallığını tanımlayabilir; ancak onun yöntemi, ikinci üçlü birliğin galaksisel dışavurumudur. İlk üçlü birlik evrimleşen kişilikler için ne anlama geliyorsa, ikinci üçlü birlik evrimleşen evrenler için o anlama gelir. Yöntem ve kişilik, İlk Kaynak ve Merkez’in büyük dışavurumlarından ikisidir; ve, kavranılması ne kadar zor olursa olsun, yine de, güç-yöntemi ve derin sevgi besleyen kişinin tek bir ve aynı evrensel mevcudiyet olduğu doğrudur; Cennet Adası ve Ebedi Evlat, Kâinatın Yaratıcısı-Kuvvet’in kavranamaz doğasının eşgüdümsel ancak zıt yönlü dışavurumlarıdır.
104:4.16 (1149.1) Üçüncü Üçlü Birlik — ruhaniyet-evrimsel üçlü birlik. Ruhsal dışavurumun bütünü, başı ve sonuna bu birliktelikte sahip olup, o şu üyelerden meydana gelir:
104:4.17 (1149.2) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:4.18 (1149.3) 2. Evlat-Yaratıcı.
104:4.19 (1149.4) 3. İlahi Mutlak.
104:4.20 (1149.5) Ruhaniyet güç etkisinden Cennet ruhaniyetine kadar ruhaniyetin tümü mevcudiyet dışavurumunu; Yaratıcı’nın saf ruhaniyet özünün bu üçlü birliğinde, ve Evlat-Ruhaniyeti’nin etkin ruhaniyet değerlerinde, ve İlahi Mutlak’ın sınırsız ruhaniyet potansiyellerinde bulur. Ruhaniyet’in varoluşsal değerleri; başat doğumlarına, bütüncül dışavurumlarına ve nihai sonlarına bu üçleme birliğinde sahip olur.
104:4.21 (1149.6) Yaratıcı, ruhaniyetten önce mevcuttur; Evlat-Ruhaniyet, etkin yaratıcı ruhaniyet olarak faaliyet gösterir; İlahi Mutlak her şeyi kapsayan ruhaniyet, hatta ruhaniyet ötesi olarak, mevcuttur.
104:4.22 (1149.7) Dördüncü Üçlü Birlik — enerji sonsuzluğunun üçlü birliği. Bu üçlü birlik içerisinde, mekân güç etkisinden monotaya kadar tüm enerji mevcudiyetinin başlangıcı ve sonu ebedileşir. Bu topluluk şu üyelerden meydana gelir:
104:4.23 (1149.8) 1. Yaratıcı-Ruhaniyet.
104:4.24 (1149.9) 2. Cennet Adası.
104:4.25 (1149.10) 3. Koşulsuz Mutlak.
104:4.26 (1149.11) Cennet — İlk Kaynak ve Merkez’in Kâinat konumlanışı, Koşulsuz Mutlak’ın Kâinatsal odak noktası ve tüm enerjinin merkezi olarak — Kâinatın kuvvet-enerji etkinleşiminin merkezidir. Bu üçleme birliği içinde varoluşsal olarak mevcut olan şey, asli evrenin ve üstün evrenin yalnızca kısmi dışavurumları olduğu, Kâinat-sınırsızlığının enerji potansiyelidir.
104:4.27 (1149.12) Dördüncü üçleme birliği; mutlak bir biçimde Kâinatsal enerjinin temel birimlerini denetlemekte olup, başkalaşan Kâinatı denetlemek ve istikrarlı hale getirmek için alt-mutlak yetkinlikteki varoluşsal İlahiyatlar’ın ortaya çıkış oranında Koşulsuz Mutlak’ın muhafazasından serbest bırakmaktadır.
104:4.28 (1149.13) Bu üçleme birliği, kuvvet ve enerjinin tam da kendisidir. Koşulsuz Mutlak’ın sonsuz olasılıkları, Koşulsuz’un aksi bir şekilde sabit konumda bulunan durgunluğunun hayal edilemez düzeydeki zıt etkileşiminden yayılan Cennet Adası’nın absolutumunda odaklanır. Ve, sonsuz Kâinatın maddi Cennet kalbinin hiç bitmeyen atışı, İlk Kaynak ve Merkez olan Sonsuz Enerji-Kazandırıcı’nın anlaşılamaz yöntemi ve irdelenemez tasarımı ile ahenk içinde çarpar.
104:4.29 (1149.14) Beşinci Üçlü Birlik — karşılıksal sonsuzluğun üçlü birliği. Bu birliktelik şu üyelerden meydana gelmektedir:
104:4.30 (1149.15) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:4.31 (1149.16) 2. Kâinatsal Mutlak.
104:4.32 (1149.17) 3. Koşulsuz Mutlak.
104:4.33 (1149.18) Bu topluluk, ilahi-olmayan gerçekliğin alanlarında gerçekleştirilebilecek her şeyin sonsuz olan işlevsel gerçekleşimin ebedileşmesini ortaya çıkarmaktadır. Bu üçlü birlik; diğer üçlü birliklerin özgür iradesel, sebep-sonuçsal, gerilimsel ve yöntemsel eylemleri için sınırsız karşılık yetkinliği sergilemektedir.
104:4.34 (1150.1) Altıncı Üçlü Birlik — Kâinatsal-ilişkilendirilmiş İlahiyat’ın üçlü birliği. Bu topluluk şu üyelerden meydana gelmektedir:
104:4.35 (1150.2) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:4.36 (1150.3) 2. İlahi Mutlak.
104:4.37 (1150.4) 3. Evrensel Mutlak.
104:4.38 (1150.5) Bu, İlahiyat’ın aşkınlığı ile beraber İlahiyat’ın içkinliği olarak Kâinat-içindeki-İlahiyat’ın ilişkilenimidir. Bu birlik, yüceltilmiş olarak ibadet edilen mevcudiyetin sahip olduğu alanın dışında kalan mevcudiyetlere doğru sonsuzluk düzeylerindeki son kutsallık erişimidir.
104:4.39 (1150.6) Yedinci Üçlü Birlik — sonsuz bütünlüğün üçlü birliği. Bu, mevcudiyetler ve potansiyellerin eşgüdümsel bütünleşimi olarak zaman ve ebediyet içinde işlevsel halde gözlenebilir konumdaki sonsuzluğun birliğidir. Bu topluluk şu üyelerden meydana gelmektedir:
104:4.40 (1150.7) 1. Kâinatın Yaratıcısı.
104:4.41 (1150.8) 2. Bütünleştirici Bünye.
104:4.42 (1150.9) 3. Kâinatsal Mutlak.
104:4.43 (1150.10) Bütünleştirici Bünye Kâinatsal olarak; sınırlı düzeylerden aşkın olanları boyunca mutlaklara kadar uzanan bir biçimde, dışavurumun tüm seviyeleri üzerinde gerçekleşmiş mevcudiyetin tümüne ait işlevsel nitelikli çeşitli yönleri birleştirmektedir. Kâinatsal Mutlak kusursuz bir biçimde; etkin nitelikli-özgür iradesel olana ilaveten sebep-sonuçsal İlahiyat gerçekliğinin sınırsız potansiyellerinden Koşulsuz Mutlak’ın kavranılamaz nüfuz alanları içindeki durağan, karşılıksal ve ilahi-olmayan gerçekliğine ait uçsuz bucaksız olasılıklara kadar uzanan bir biçimde, tüm tamamlanmamış mevcudiyetin çeşitli yönleri içinde içkin olan farklılıkları telafi eder.
104:4.44 (1150.11) Onlar bu üçlü birlik içinde faaliyet gösterirken, Bütünleştirici Bünye ve Kâinatsal Mutlak; tıpkı, bu ilişki içerisinde, BEN’den farklılığı kavramsal olarak ayırt edilemeyen nitelikteki tüm amaç ve gayeler karşısında aynı karşılığı gösteren İlk Kaynak ve Merkez gibi, İlahiyat ve ilahi-olmayan mevcudiyetlere karşı özdeş bir biçimde karşılık gösteren niteliktedirler.
104:4.45 (1150.12) Tam gerçekliğine yakın bu tasvirler, üçlü birliklerin kavramsallaşmasını açık hale getirmeye yeterlidir. Üçlü birliklerin en yüksek aşamasını bilmeden, ilk yedisini bütünüyle kavrayamazsınız. Bunlara ilaveten yapılacak her türlü açıkla girişiminin bilgece olmayacağını düşünsek de, İlk Kaynak ve Merkez’e dair, sekizi bu makaleler içinde açığa çıkarılmamış haldeki on beş üçlü birlik ilişkilenimi bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu açığa çıkarılmamış birliktelikler, yüceliğin deneyimsel düzeyinin ötesinde bulunan gerçeklikler, mevcudiyetler ve potansiyeller ile ilgilidir.
104:4.46 (1150.13) Üçlü birlikler, Yedi Sonsuz Mutlak’ın benzersizliğinin bütünleşimi olarak sonsuzluğun işlevsel nitelikli denge çubuğudur. Bu yapı; Yaratıcı-BEN’in, sonsuzluğun Yedi Mutlak’a olan farklılaşımına rağmen işlevsel nitelikli sonsuzluk bütünlüğünü deneyimlemesini yetkin kılan, üçlü birliklerin deneyimsel mevcudiyetidir. İlk Kaynak ve Merkez, tüm üçlü birliklerin bütünleştirici üyesidir; kendisi içinde her şey, koşulsuz başlangıçlarına, ebedi mevcudiyetlerine ve sonu olmayan nihai sonlara sahiptir — “kendisi içinde her şeyin bir araya gelir.”
104:4.47 (1150.14) Her ne kadar bu birliktelikler Yaratıcı-BEN’in sonsuzluğunu çoğaltmasa da, onun mevcudiyetine ait alt-sonsuz ve alt-mutlak dışavurumlarını mevcut kılar bir görünüm sergilemektedir. Yedi üçlü birlik çok yönlülüğü arttırmakta, yeni derinlikleri ebedileştirmekte, yeni değerleri ilahi konuma getirmekte, yeni olasılıkları görünür kılmakta, yeni anlamları açığa çıkarmaktadır; ve, tüm bu farklılaşmış dışavurumlar zaman ve mekâna ek olarak ebedi Kâinat içinde, BEN’in özgün sonsuzluğuna ait varsayılmakta olan denge düzeyinde mevcuttur.
104:5.1 (1151.1) Orada, oluşumu bakımından Yaratıcı-olmayan belli başlı diğer üçlü birliktelikler bulunmaktadır; ancak onlar gerçek üçlü birlikler olmayıp, her zaman Yaratıcı üçlü birliklerden ayırt edilebilir konumdadır. Onlar yardımcı üçlü birlikler, eşgüdümsel üçlü birlikler ve üçlükler olarak çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır. Onlar, üçlü birliklerin mevcudiyetinin sonucunda ortaya çıkmış birimlerdir. Bu birlikteliklerden ikisi şu bütünlüklerde oluşmuştur:
104:5.2 (1151.2) Mevcudiyetin Üçlüğü. Bu üçlük, üç mutlak mevcudiyetin karşılıklı ilişkisinden meydana gelmektedir:
104:5.3 (1151.3) 1. Ebedi Evlat.
104:5.4 (1151.4) 2. Cennet Adası.
104:5.5 (1151.5) 3. Bütünleştirici Bünye.
104:5.6 (1151.6) Ebedi Evlat, mutlak kişilik olarak ruhaniyet gerçekliğinin mutlaklığıdır. Cennet Adası, mutlak yöntem olarak Kâinatsal gerçekliğin mutlaklığıdır. Bütünleştirici Bünye; akıl gerçekliğinin mutlaklığı, mutlak ruhaniyet gerçekliğinin eşgüdüm unsuru ve kişilik ve gücün deneyimsel İlahiyat birleşimidir. Bu üçlü birlik — ruhsal, Kâinatsal veya akılsal olarak — gerçekleştirilmiş mevcudiyetin bütünlüğünün eşgüdümünü mevcut kılmaktadır. Bu yapı, mevcudiyet bakımından koşulsuz niteliktedir.
104:5.7 (1151.7) Potansiyelin Üçlüğü. Bu üçlük, kişiliğin üç Mutlak unsurunun birleşiminden meydana gelmektedir:
104:5.8 (1151.8) 1. İlahi Mutlak.
104:5.9 (1151.9) 2. Kâinatsal Mutlak.
104:5.10 (1151.10) 3. Koşulsuz Mutlak.
104:5.11 (1151.11) Bu şekilde karşılıklı olarak ilişkilenmiş unsurlar — ruhsal, akılsal veya Kâinatsal olarak — görülmeyen tüm enerji mevcudiyetinin sonsuzluk muhafaza yapılarıdır. Bu birliktelik, görülmeyen tüm enerji gerçekliğinin birleşimini ortaya çıkarmaktadır. Bu yapı, potansiyel bakımından sonsuzdur.
104:5.12 (1151.12) Üçleme birlikleri temel olarak sonsuzluğun işlevsel bütünleşimi ile ilgiliyken, üçlükler deneyimsel İlahiyatlar’ın Kâinatsal görünüşüne katılmaktadırlar. Yüce, Nihai ve Mutlak olarak — deneyimsel İlahiyatlar ile üçlü birlikler dolaylı bir biçimde ilgiliyken, üçlükler doğrudan bir biçimde ilgilidir. Bu İlahiyatlar, Yüce Varlık’ın ortaya çıkmakta olan güç-kişiliği bileşimi içinde görünmektedirler. Ve, mekânın zaman yaratılmışları için Yüce Varlık, BEN’in bütünlüğüne dair bir açığa çıkarılıştır.
104:5.13 (1151.13) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
105. Makale
105:0.1 (1152.1) EVREN uslarının en yüksek düzeyleri için bile sonsuzluk, sadece kısmi bir biçimde kavranabilir niteliktedir; ve, gerçekliğin kesinliği sadece göreceli olarak anlaşılabilir konumdadır. İnsan aklı, gerçek olarak adlandırılan her şeye ait köken ve nihai sonun ebedi-gizemine ulaşmayı amaçlarken, bu soruna; ebedi-sonsuzluğu, tek bir mutlak neden tarafından gerçekleştirilmiş ve sürekli olarak nihai sonun belirli bir mutlak ve sonsuz potansiyelini elde etmeye çalışan bir biçimde sonu gelmez çeşitlenmenin kâinatsal döngüsü boyunca faaliyet gösteren, neredeyse hiçbir sınırı bulunmayan bir elips olarak düşünerek yararlı bir şekilde yaklaşabilir.
105:0.2 (1152.2) Fani us gerçeklik bütünlüğü kavramsallaşmasını kavrayamaya giriştiğinde, bu türden sınırlı bir akıl, sonsuzluk-gerçekliği ile karşı karşıya gelir; gerçeklik bütünlüğü sonsuzluğun tam da kendisidir, ve bu nedenle o hiçbir zaman, kavramsal yetkinlikte alt-mutlak olan hiçbir akıl tarafından tamamiyle kavranamaz.
105:0.3 (1152.3) İnsan aklı, ebedi mevcudiyetlere dair yetkin bir kavramsallaşmayı neredeyse hiçbir biçimde oluşturamaz; ve, bu türden bir kavrayış olmadan, gerçeklik bütünlüğüne dair bizim kavramsallaşmalarımızı bile tasvir etmemiz imkânsızdır. Her ne kadar kavramsallaşmalarımızın, fani aklın kavrama düzeyine olan çeviri-dönüşümü sürecinde derin bozulmaya uğramak zorunda olduğunun tamamiyle bilincinde olsak da, bu türden bir sunuma girişebiliriz.
105:1.1 (1152.4) Sonsuz, ebedi ve mutlak BEN olarak faaliyet gösteren Kâinatın Yaratıcısı’na evrenlerin filozofları, sonsuzluk içerisinde mutlak nitelikli başat neden niteliğini atfetmektedirler.
105:1.2 (1152.5) Sonsuz bir BEN’in bu düşüncesini fani usa sunmanın beraberinde getirdiği birçok tehlike unsuru bulunmaktadır; zira bu kavramsallaşma, anlamların ciddi düzeydeki bozulmalarına ve değerlerin yanlış anlaşılmalarına neden olacak bir biçimde insanın deneyimsel anlayışından çok uzaktır. Yine de, BEN’in felsefi kavramsallaşması fani varlıklara, mutlak kökenlerin ve sınırsız nihai sonların kısmi kavrayışına doğru gerçekleştirilen bir girişim için belirli bir temel sağlamaktadır. Ancak, gerçekliğin doğumunu ve gelişimini detaylandıracak nitelikteki tüm açıklama çabalarımızda BEN’in bahse konu kavramsallaşmasının, tüm kişilik anlamlarında ve değerlerinde, kişiliklerin tümünün Kâinatsal Yaratıcısı olan İlahiyat’ın İlk Bireyi ile eş anlamlı olduğu açık bir biçimde bilinmelidir. Ancak, BEN hakkındaki bu düşünce, kâinatsal gerçekliğin yüceltilmemiş âlemlerinde oldukça açık bir biçimde ayırt edilebilen nitelikte bulunmamaktadır.
105:1.3 (1152.6) BEN, Sonsuzluk’dur; BEN aynı zamanda sonsuzdur. Birbirini takip eden, zaman açısından bakıldığında tüm gerçeklik kökenini; geçmişteki sonsuz ebediyet içindeki bütüncül mevcudiyeti sınırlı bir faninin başlıca felsefi düşüncesi olması gereken, sonsuz BEN’den almaktadır. BEN’in kavramsallaşması, sonsuz bir ebediyetin tümünün her zaman bir parçası olabilecek ayrışmamış gerçeklik olarak koşulsuz sonsuzluk anlamına gelmektedir.
105:1.4 (1153.1) Deneyimsel bir kavramsallaşma olarak BEN; ne yüceltilmiş ne de yüceltilmemiş, ne mevcut ne de olası, ne kişisel ne de kişilik-dışı, ne durağan ne de devinimseldir. BEN’in bütüncül bir biçimde var olduğu düzey dışında hiçbir nitelik Sonsuzluk’a atfedilemez. BEN’in felsefi düşüncesi, Koşulsuz Mutlak’ın kavranılışından bir ölçüde daha zor olan bir kâinat kavramsallaşmasıdır.
105:1.5 (1153.2) Sınırlı akıl içinde orada yalnızca, bir başlangıç bulunmalıdır; ve, her ne kadar gerçeklik için gerçek bir başlangıç bulunmasa da, orada hâlihazırda, gerçekliğin sonsuza kadar sergilediği belirli köken ilişkileri bulunmaktadır. Gerçeklik-öncesi, başat, ebedi konum belki şuna benzer bir biçimde düşünülebilir: Zamanın çok çok öncesinde, varsayımsal, geçmiş-ebediyet anında BEN, hem nesne hem de nesne-dışı, hem neden hem de sonuç, hem irade hem de tepki olarak düşünülebilir. Ebediyete ait bu varsayımsal anda, sonsuzluğun tümü boyunca hiçbir farklılaşma bulunmamaktadır. Sonsuzluk, Sonsuz olan tarafından doldurulmaktadır; Sonsuz olan sonsuzluğu tamamiyle içine almaktadır. Bu, ebediyetin varsayımsal durağan noktasıdır; mevcut olan şeyler hala ait oldukları potansiyelleri içinde barınmaktadır; ve, potansiyeller, BEN’in sonsuzluğu içinde henüz ortaya çıkmamıştır. Ancak, bu varlığı düşünülen durumda bile bizler, birey-iradesinin olanaklılığının mevcudiyetini hesaba katmalıyız.
105:1.6 (1153.3) Kâinatın Yaratıcısı’na dair insanın sahip olduğu kavrayışının kişisel bir deneyim olduğunu her zaman hatırlayın. Ruhsal Yaratıcınız olarak Tanrı, siz ve tüm diğer faniler için kavranılabilen niteliktedir; ancak, Kâinatın Yaratıcısı’na dair sizin deneyimsel nitelikli ibadetsel kavramsallaşmanız, her zaman, BEN olan İlk Kaynak ve Merkez’in sonsuzluğuna dair felsefi düşüncenizden daha az olmak zorundadır. Yaratıcı’dan bahsettiğimiz zaman, hem üst hem de alt düzey yaratılmışları tarafından anlaşılır nitelikteki Tanrı’yı kastetmekteyiz; ancak, İlahiyat’a dair evren yaratılmışları tarafından kavranılır nitelikte bulunmayan çok daha fazla şey bulunmaktadır. Sizin Yaratıcı’nız ve benim Yaratıcım olarak Tanrı, sahip olduğumuz kişiliklerde mevcut bir deneyimsel gerçeklik biçiminde algılamış olduğumuz Sonsuzluk’a ait fazdır; ancak, BEN, sürekli olarak, İlk Kaynak ve Merkez’e ait bilinemez nitelikte olduğunu düşündüğümüz her şeye dair yaratmış olduğumuz kuram olarak varlığını korumaktadır. Ve, bu kuram bile, muhtemelen, özgün gerçekliğin kavranılamaz sonsuzluğu karşısında oldukça yetersiz kalmaktadır.
105:1.7 (1153.4) Âlemlerin tümü, ikamet eden kişiliklerin sayısız ev sahipliği ile birlikte, çok geniş ve katmanlı bir organizmadır; ancak, İlk Kaynak ve Merkez, neyi amaçladığını bilen emirleri sonucunda gerçek hale gelmiş evrenler ve kişiliklerden çok çok daha fazla katmanlı yapıdadır. Üstün evrenin büyüklüğü karşısında hayrete düştüğünüzde, bu akla sığmaz yaratımın bile Sonsuz’a ait bir kısmi açığa çıkarılıştan daha fazlası olamayacağını bir durun düşünün.
105:1.8 (1153.5) Sonsuzluk gerçekten de, fani kavrayışın deneyim düzeyinden uzak bir konumdadır; ancak, Urantia üzerindeki bu çağda bile sonsuzluğa dair sahip olduğunuz kavramsallaşmalar büyümekte olup, onlar, gelecek ebediyete doğru ileri yönlü uzanan sonsuz süreçleriniz boyunca büyümeye devam edeceklerdir. Koşulsuz sonsuzluk, sınırlı yaratılmış için anlamsızdır; ancak, sonsuzluk, kendisini sınırlandırmaya yetkin olup, evren yaratılmışların tüm düzeyleri için gerçeklik dışavurumuna muktedirdir. Ve, Sonsuz’un tüm evren kişiliklerine bakan yüzü, sevginin Kâinatsal Yaratıcısı olarak bir Yaratıcı’nın yüzüdür.
105:2.1 (1153.6) Gerçekliğin doğumunu düşündüğünüzde, tüm mutlak gerçekliğin ebediyetten geldiğini ve mevcudiyet başlangıcına sahip olmadığını sürekli aklınızda bulundurun. Mutlak gerçeklikle biz; İlahiyat’ın üç kişiliği, Cennet Adası ve üç Mutlaklık unsurundan bahsetmekteyiz. Bu yedi gerçeklik; her ne kadar birbirini takip eden kökenlerini insan varlıklarına sunarken zaman-mekân diline başvurmak zorunda kalsak da, eş-güdümsel bir biçimde ebedidir.
105:2.2 (1154.1) Gerçekliğin kökenlerinin sıralı tarihsel tasviri izlenirken, BEN’in içinde “ilk” iradesel dışavurumun ve “ilk” sonuçsal tepkinin gerçekleştiği düşünülen bir an bulunmak zorundadır. Gerçekliğin doğumunu ve gelişimini tasvir etme çabalarımızda bu aşama, Sonsuz’un Sonsuzluk Düzlemi’nden bireysel olarak ayrılışı olarak düşünülebilir; ancak, bu çifte ilişki üzerinde düşünme her zaman, BEN olarak Sonsuzluk’un ebedi devamlılığının tanınmasıyla bir üçleme birliği kavramsallaşmasına doğru genişletilmek zorundadır.
105:2.3 (1154.2) BEN’in kendi kendine gerçekleştirdiği bu bireysel başkalaşım; potansiyel ve mevcut gerçekliğe ait bir biçimde ilahlaştırılmış ve ilahlaştırılmamış gerçekliğe ek olarak bu şekilde sınıflandırılamayacak belirli diğer gerçekliklerin çoklu farklılaşmasıyla sonuçlanmaktadır. Kavramsal nitelikli tekil BEN’in bu farklılaşmaları, ebedi bir biçimde; her ne kadar sonsuz olsa da, İlk Kaynak ve Merkez’in mevcudiyetinde mutlak ve Kâinatın Yaratıcısı’nın sonsuz sevgisinde kişilik olarak açığa çıkarılan potansiyel-öncesi, mevcudiyet-öncesi, kişilik-öncesi ve tek-tanrısal özellikli gerçeklik-önceliği olarak — aynı BEN içinde ortaya çıkan eş zamanlı ilişkiler tarafından bir bütün haline getirilmiştir.
105:2.4 (1154.3) Bu içsel başkalaşımlar vasıtasıyla BEN, yedi katmanlı bir benlik-içi-ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Bütüncül BEN’in felsefi (zamansal) kavramsallaşması ve üçlü birlik olarak BEN’in geçici (zamansal) kavramsallaşması, bu aşamada, yedi katmanlı olarak BEN’i içine alacak şekilde genişletilebilir. Bu yedi katmanlı — veya yedi fazlı — doğa en iyi şekilde, Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı ile ilişkili olarak sunulabilir:
105:2.5 (1154.4) 1. Kâinatın Yaratıcısı. BEN, Ebedi Evlat’ın YARATICISIYIM. Bu faz, mevcudiyetlerin başat kişilik ilişkisidir. Evlat’ın mutlak kişiliği; Tanrı’nın babalığının gerçekliğini mutlak hale getirip, tüm kişiliklerin potansiyel evlatlığını oluşturmaktadır. Bu ilişki; Sonsuz’un kişiliğini oluşturmakta olup, onun ruhsal açığa çıkarılışını Özgün Evlat’ın kişiliğinde tamamlamaktadır. BEN’in bu fazı; daha beden içinde Yaratıcımız’a ibadet edebilecek faniler tarafından bile ruhsal düzeylerde kısmi olarak deneyimlenebilir.
105:2.6 (1154.5) 2. Kâinatsal Denetleyici. BEN, ebedi Cennet’in SEBEBİYİM. Bu faz, özgün ruhsallık-dışı ilişkilenim olarak mevcudiyetlerin başat kişilik-dışı ilişkisidir. Kâinatın Yaratıcısı, sevgi-olarak-Tanrı’dır; Kâinatsal Denetleyici, işleyiş düzeni-olarak-Tanrı’dır. Bu ilişki; düzenleme olarak — biçimin potansiyelini oluşturmakta olup, tüm özdeş kopyaların elde edildiği ana işleyiş yöntemi olarak — kişilik-dışı ve ruhsallık-dışı ilişkinin ana işleyiş yöntemini belirlemektedir.
105:2.7 (1154.6) 3. Kâinatsal Yaratan. BEN, Ebedi Evlat ile BİR BÜTÜNÜM. Yaratıcı ve Evlat’ın (Cennet’in mevcudiyetindeki) bu birlikteliği, bütünleştirici kişilik ve ebedi evrenin ortaya çıkışında tamamlanan yaratıcı çevrimi başlatmaktadır. Sınırlı faninin bakış açısından bakıldığında, gerçeklik gerçek başlangıcına Havona yaratımının ebedi ortaya çıkışında sahiptir. İlahiyat’ın bu yaratıcı eylemi; özünde, mevcudiyetin tüm düzeyleri üzerinde ve onlar için dışa vurulmuş Yaratıcı-Evlat birlikteliği olan, Eylem olarak Tanrı tarafından ve onun aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle, kutsal yaratıcılık, sürekli bir biçimde birliktelik tarafından nitelenmektedir; ve, bu birliktelik, Yaratıcı-Evlat ikiliğinin mutlak bir-bütünlüğüne ek olarak Yaratıcı-Evlat-Ruhaniyet’in Kutsal Üçlemesi’nin dışa dönük yansımasıdır.
105:2.8 (1155.1) 4. Sonsuz Koruyucu. BEN, KENDİME-İLİŞKİLENDİRENİM. Bu faz, gerçekliğin şimdiye kadar ortaya çıkmış mevcudiyetleri ile potansiyellerinin başat ilişkilendirimidir. Bu ilişki içerisinde, tüm koşulluluklar ve koşulsuzluklar telafi edilmektedir. BEN’in bu fazı en iyi şekilde, İlahiyat ve Koşulsuz Mutlaklıklar’ın birleştiricisi olarak — Kâinatsal Mutlak tarafından anlaşılabilir.
105:2.9 (1155.2) 5. Sonsuz Potansiyel. BEN, KENDİMİ-SINIRLANDIRANIM. Bu faz; niteliği vasıtasıyla üç katmanlı benlik-ifadesinin ve benlik-açığa çıkarışının elde edildiği, BEN’in özgür iradesel gerçekleştirdiği kendisini sınırlayışına ebedi bir biçimde tanıklık eden sonsuzluk ölçütüdür. BEN’in bu fazı genellikle, İlahi Mutlak olarak anlaşılır.
105:2.10 (1155.3) 6. Sonsuz hacim. BEN, MEVCUDİYETE-OLAN-KARŞILIĞIM. Bu faz, gelecekteki tüm kâinatsal büyümenin olasılığı olarak sonsuz kökendir. BEN’in bu fazı galiba en iyi biçimde, Koşulsuz Mutlak’ın yer-çekim-üstü mevcudiyeti olarak düşünülebilir.
105:2.11 (1155.4) 7. Sonsuzluk’un Kâinatsal Bireyi. BEN olarak BEN. Bu faz, sonsuzluk-gerçekliğinin ebedi gerçeği ve gerçeklik-sonsuzluğunun kâinatsal gerçekliği olarak Sonsuzluk’un durağan veya diğer bir değişle kendisiyle olan ilişkisidir. Bu ilişki kişilik olarak kavranabildiği düzeyde, mutlak kişiliği bile içine alan şekilde — tüm kişiliğin kutsal Yaratıcısı biçiminde evrenlere açığa çıkarılmıştır. Bu ilişki kişilik-dışı biçimde ifade edilebildiği düzeyde, Kâinatın Yaratıcısı’nın mevcudiyetinde saf enerji ve saf ruhaniyetin mutlak tutarlılığı olarak kâinat tarafından iletişim halindedir. Bu ilişki bir mutlak olarak düşünülebildiği düzeyde, İlk Kaynak ve Merkez’in başatlığında açığa çıkarılmıştır; mekânın yaratılmışlarından Cennet’in vatandaşlarına kadar onun içinde hepimiz yaşamakta, hareket etmekte ve varlığımıza sahip olmaktayız; ve, bu, üstün evrenden en küçük ültimatona, gelecekte gerçekleşecek olandan şimdiye ve yaşanılan tüm geçmişe kadar gerçektir.
105:3.1 (1155.5) BEN içinde yedi ana ilişki, Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı olarak ebedileşmektedir. Ancak, her ne kadar bizler birbirini takip eden biçimde ilerleyen bir anlatımla gerçeklik kökenlerini ve sonsuzluk farklılaşmasını tasvir edebilsek de, gerçekte, yedi Mutlaklık’ın tümü koşulsuz ve eşgüdümsel bir biçimde ebedidir. Fani akılların onların başlangıçlarını düşünmesi gerekli olabilir; ancak, bu kavramsallaşma her zaman, yedi Mutlaklık’ın hiçbir başlangıca sahip olmadığı gerçeğinin farkındalığı tarafından gölgelenmelidir; onlar ebedi olup, her zaman bulundukları haldedirler. Yedi Mutlaklık, gerçekliğin temelidir. Onlar bu makalelerde şöyle tanımlanmıştır:
105:3.2 (1155.6) 1. İlk Kaynak ve Merkez. İlahiyat’ın Birinci Bireyi ve başat ilahiyat-dışı yöntem, Tanrı, Kâinatın Yaratıcısı, yaratan, düzenleyici ve koruyucu; kâinatsal sevgi, ebedi ruhaniyet ve sonsuz enerji; tüm potansiyellerin potansiyeli ve tüm mevcudiyetlerin kaynağıdır; durağan konumdaki her şeyin istikrarı, değişen her şeyin hareketliliğidir; işleyiş yöntemin kaynağı ve kişililerin Yaratıcısı’dır. Ortak bir biçimde, yedi Mutlaklık’ın tümü sonsuzluğa denk düşmektedir; ancak, Kâinatın Yaratıcısı’nın kendisi mevcut bir biçimde sonsuzdur.
105:3.3 (1155.7) 2. İkincil Kaynak ve Merkez. İlahiyat’ın İkinci Bireyi, Ebedi ve Özgün Evlat; BEN’in mutlak kişilik gerçekliklerine ek olarak “BEN kişiliğim”in kendini gerçekleştirme-kendini açığa çıkarma temelidir. Hiçbir kişilik, Ebedi Evlat aracılığı olmadan Kâinatın Yaratıcısı’na ulaşmayı ümit dahi edemez; buna ek olarak, hiçbir kişilik, tüm kişilikler için mevcut olan bu mutlak işleyiş yönteminin eylemi ve yardımı olmadan mevcudiyetin ruhaniyet düzeylerine erişemez. İkinci Kaynak ve Merkez içinde, ruhaniyet koşulsuz bir konumda bulunurken, kişilik mutlaktır.
105:3.4 (1156.1) 3. Cennet Kaynak ve Merkezi. İkinci ilahiyat-dışı işleyiş yöntemi, Cennet’in ebedi Adası; “BEN kuvvetim”in kendini gerçekleştirme-kendini açığa çıkarma temeli ve evrenler boyunca çekim denetimi oluşumunun ana dayanağıdır. Gerçekleşmiş, ruhsallık-dışı, kişilik-dışı ve irade-dışı gerçekliğin tümü bahse konu olduğunda Cennet, işleyiş yöntemlerinin mutlağıdır. Tıpkı ruhani enerjinin Kâinatın Yaratıcısı ile Anne-Evlat’ın mutlak kişiliği vasıtasıyla ilişkili olduğu gibi, tüm kâinatsal enerji, Cennet Adası’nın mutlak işleyiş yöntemi vasıtasıyla İlk Kaynak Ve Merkez’in çekim deneyimi içinde tutulur. Cennet uzay içinde değildir; uzay Cennet ile ilişkili konumda mevcuttur, ve hareketin devamlılığı Cennet ilişkisi aracılığıyla belirlenir. Ebedi Ada mutlak bir biçimde durağandır; düzenlenmiş ve düzenlenmekte olan tüm diğer enerji, ebedi hareket içerisindedir; mekânın tümü içerisinde yalnızca Koşulsuz Mutlak’ın mevcudiyeti durağandır, ve, Koşulsuz, Cennet ile eşgüdüm halindedir. Cennet uzayın odağında mevcut olup, Koşulsuz onu çepeçevre kaplamaktadır, ve, tüm ilişkili mevcudiyet varlığına bu alanda sahiptir.
105:3.5 (1156.2) 4. Üçüncül Kaynak ve Merkez. İlahiyat’ın Üçüncü Bireyi, Bütünleştirici Bünye; Cennet kâinat enerjilerini, Ebedi Evlat’ın ruhaniyet enerjileriyle sonsuz birleştirici; iradenin güdüleri ile kuvvetin işleyişlerinin kusursuz düzenleyicisi; tüm mevcut ve gerçekleşmekte olan gerçekliğin birleştiricisi. Çok çeşitli çocuklarının hizmetleri vasıtasıyla Sonsuz Ruhaniyet; Ebedi Evlat’ın bağışlamasını açığa çıkarırken, eş zamanlı bir biçimde, Cennet’in işleyiş yöntemini mekânın enerjilerine uygulayarak sonsuz düzenleyici olarak faaliyet gösterir. Bahse konu bu aynı Bütünleştirici Bünye, bu Eylem olarak Tanrı; Yaratıcı-Evlat’ın sonsuz tasarımları ve amaçlarının kusursuz dışavurumuyken, aynı zamanda, kendi kişiliğinde, aklın kökeni ve uçsuz bucaksız bir kâinatın yaratılmışları üzerinde us bahşedicisi olarak faaliyet gösterir.
105:3.6 (1156.3) 5. İlahi Mutlak. Kâinatsal gerçekliğin sebep-sonuçsal, potansiyel bir biçimde kişisel olasılıkları, tüm İlahiyat potansiyelinin bütünlüğü. İlahi Mutlak; koşulsuz, mutlak ve ilahiyat-dışı gerçekliklerin amaçsal sınırlandırıcısıdır. İlahi Mutlak; mutlak olanı sınırlandıran ve — nihai sona hak kazanmış olarak — yetkin olanı mutlaklaştırandır.
105:3.7 (1156.4) 6. Koşulsuz Mutlak. Durağan, tepkisel ve geçici durgunluk; BEN’in açığa çıkarılmamış kâinatsal sonsuzluğu; ilahlaştırılmamış gerçekliğin bütünlüğü ve tüm kişilik-dışı potansiyelin kesinliği. Mekân, Koşulsuz’un faaliyetini sınırlandırmaktadır; ancak, Koşulsuz’un mevcudiyeti, sonsuz olarak sınırlamadan yoksundur. Üstün evrene yakın bir kavramsallaşma bulunmaktadır; ancak, Koşulsuz’un mevcudiyeti sınırsızdır; ebediyet bile, bu ilahiyat-dışı Mutlaklık’ın sınırı olmayan durağanlığını bozamaz.
105:3.8 (1156.5) 7. Kâinatsal Mutlak. İlahlaştırılmış ve ilahlaştırılmamışın birleştiricisi; mutlak ve göreceli olanın ilişkilendiricisi. Kâinatsal Mutlak (durağan, potansiyel ve ilişkilendirici nitelikte bulunarak) sürekli mevcut olan ile tamamlanmamış arasındaki gerilimi telafi eder.
105:3.9 (1156.6) Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı, gerçekliğin başlangıcını oluşturur. Fani akıllar onu düşündüğünde, İlk Kaynak ve Merkez tüm mutlakların atası olarak görünecektir. Ancak, bu türden bir varsayım her ne kadar yardımcı olsa da; Evlat, Ruhaniyet, Üç Mutlaklık ve Cennet Adası’nın ebedi ortak-mevcudiyeti tarafından boşa çıkmaktadır.
105:3.10 (1157.1) Mutlaklıklar’ın BEN-İlk Kaynak ve Merkez’in dışavurumları olduğu bir gerçekliktir; Mutlaklıklar’ın hiçbir zaman bir başlangıca sahip olmadıkları, ancak, İlk Kaynak ve Merkez ile eşgüdüm ebedileri olduğu bir gerçektir. Mutlaklıklar’ın ebediyet içindeki ilişkileri her zaman; zamanın dili ve mekânın kavram yöntemleri içindeki çıkmazlara girmeden sunulamaz. Ancak, Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı’nın kökenine dair herhangi bir kafa karışıklığından bağımsız olarak, gerçekliğin tümünün ebediyet mevcudiyetine ve sonsuzluk ilişkilerine dayandığı hem bir gerçek hem de gerçekliktir.
105:4.1 (1157.2) Kâinat filozofları BEN’in ebediyet mevcudiyetini tüm gerçekliğin ana kökeni olarak düşünmektedirler. Ve, bununla birlikte eş zamanlı bir biçimde onlar, sonsuzluğun yedi fazı olarak — BEN’in kendi içindeki ana ilişkilere olan bireysel-birimleşmesini düşünmektedirler. Ve, bu varsayımla aynı anda; — Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı’nın ebediyet görünümüne ek olarak BEN’in yedi fazıyla bu yedi Mutlaklık’ın çifte ilişkilenimi biçiminde — üçüncü düşünce ortaya çıkmaktadır.
105:4.2 (1157.3) BEN’in bireysel-açığa çıkarılışı böylece; durağan birey mevcudiyetinden başlayarak birey-birimselleşmesi ve kendi kendisiyle olan ilişkilenimi vasıtasıyla, kendi mevcudiyetinden elde edilen Mutlaklıklar ile olan ilişkiler biçiminde, mutlak ilişkilere doğru ilerler. Çifte yapı bu şekilde, kendisini açığa çıkaran BEN’in bireysel-birimselleşme fazlarına ait yedi katmanlı sonsuzluk ile Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı’nın ebedi ilişkileniminde mevcut hale gelir. Evrenler için Yedi Mutlaklık biçiminde ebedileşmekte olan bu çifte yapılı ilişkiler, tüm evren gerçekliğinin ana temellerini ebedileştirir.
105:4.3 (1157.4) Tek birliğin çifte yapıyı doğurduğu, çifte yapının üçlü birliği doğurduğu ve bu üçlü birliğin de her şeyin ebedi atası olduğu bir zaman söylenmiştir. Orada, gerçekten de, başat ilişkilerin üç büyük sınıfı bulunmaktadır; ve onlar şunlardır:
105:4.4 (1157.5) 1. Tek Birlik ilişkileri. İçindeki bütünlüğün ilk olarak üç katmanlı ve daha sonra yedi katmanlı bir farklılaşma olarak düşünüldüğü, BEN içinde mevcut ilişkilerdir.
105:4.5 (1157.6) 2. Çifte Yapı ilişkileri. Yedi katmanlı BEN ile Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı arasındaki ilişkiler.
105:4.6 (1157.7) 3. Üçlü Birlik ilişkileri. Bu ilişkiler, Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı’nın işlevsel ilişkilenimleridir.
105:4.7 (1157.8) Üçlü birlik ilişkileri, Mutlaklık’ın karşılıklı ilişkileniminin kaçınılmazlığı nedeniyle çifte yapılardan kaynağını alarak doğmaktadır. Bu türden üçlü birlik ilişkilenimleri, tüm gerçekliğin potansiyelini ebedileştirmektedir.
105:4.8 (1157.9) BEN, üçlü birlik olarak koşulsuz sonsuzluktur. Çifte yapılar, gerçeklik temellerini ebedileştirmektedir. Üçlü birlikler, kâinatsal işlev olarak sonsuzluğun gerçekleşimini mevcut kılmaktadır.
105:4.9 (1157.10) Mevcudiyet-öncesiler yedi Mutlaklık içerisinde mevcut hale gelir; ve, mevcudiyetler, Mutlaklıklar’ın temel ilişkilenimi olarak üçlü birlikler içinde işlevsel hale gelir. Ve, üçlü birliklerin ebedileşmesiyle eş zamanlı olarak, potansiyellerin varoluşsal ve mevcut olanların hali hazırda bulunduğu biçimde — kâinat düzeni kurulmuş olur; ve, ebediyetin tümü, niteliği ile bu İlahiyat ve Cennet türevlerinin tümünün yaratılmış düzeyinde deneyimle ve yaratılmış-ötesi düzeyde diğer yöntemler ile bütünleştiği, kâinatsal enerjinin çeşitlenişine, Cennet ruhaniyetinin dışa doğru yayılışına ve kişilik bahşedilişiyle birlikte akıl kazanımına şahitlik eder.
105:5.1 (1158.1) BEN’in kökensel çeşitlenişi her nasıl içkin ve bağımsız irade ile ilişkilendirmek zorunda ise, sınırlı gerçekliğin yayılışı Cennet İlahiyatı’nın iradesel eylemleriyle ve işlevsel üçlü birliklerin sonuçsal düzenlemeleriyle ilişkilendirilmek zorundadır.
105:5.2 (1158.2) Sınırlı olanın ilahlaştırılmasından önce, tüm gerçeklik farklılaşmasının öncesinde mutlaklık düzeylerinde gerçekleşmiş olduğu görülür; ancak, sınırlı gerçekliği yayan iradesel eylem, mutlaklığın bir sınırlandırılışını çağrıştırmakta olup, göreceliklerin ortaya çıkışı anlamına gelmektedir.
105:5.3 (1158.3) Bizler bu anlatımı bir serinin parçası olarak sunarken ve sınırlı olanın tarihi ortaya çıkışını mutlak olanın doğrudan bir türevi olarak tasvir ederken, aşkınlıkların, sınırlı olan her şeyin öncesinde var oldukları ve sonladığı yerde onları takip ettikleri akılda tutulmalıdır. Aşkın nihailer, sınırlı olanlara kıyasla, hem nedensel hem de tamamlayıcılardır.
105:5.4 (1158.4) Sınırlı imkân, Sonsuz içinde içkindir; ancak, imkânın olasılığa ve kaçınılmaza olan dönüşümü, tüm üçlü birlik ilişkilenimlerini etkinleştiren İlk Kaynak ve Merkez’in özgürlüğünü sadece kendisinden alan bağımsız iradesine atfedilmelidir. Sadece Yaratıcı iradesinin sonsuzluğu, bir nihai olanı mevcut kılacak veya bir sınırlı olanı yaratacak düzeyde mevcudiyetin mutlak seviyesini sınırlandırabilen yetiye sahiptir.
105:5.5 (1158.5) Göreceli ve sınırlı gerçekliğin ortaya çıkışıyla birlikte, orada; sürekli olarak bir sonsuzluk kaynağı ile bu yüksek nihai sonları bağdaştırmaya çabalar halde, sonsuza kadar içe dönük bir yönde Cennet ve İlahiyat’a doğru ileri geri hareket ederek, sınırsızlığın doruklarından sınırlı olanın alanına doğru görkemli bir iniş biçiminde, büyüme çevrimi niteliğinde — gerçekliğin yeni bir çevrimi var olmaktadır.
105:5.6 (1158.6) Bu anlaşılamaz nitelikli etkileşimler, zamanın mevcudiyetinin kendi bünyesine olan kavuşması biçiminde kâinat tarihinin başlangıcını oluşturmaktadır. Bir yaratılmış için, sınırlı olanın başlangıcı gerçekliğin doğuşunun tam da kendisidir; yaratılmış aklından bakıldığında, sınırlı olanın öncesinde düşünebilecek hiçbir mevcudiyet bulunmamaktadır. Bu yeni ortaya çıkan sınırlı gerçeklik iki özgün fazda mevcuttur:
105:5.7 (1158.7) 1. Birincil nadirler, evren ve yaratılmışın Havona türü olarak olası en yüksek biçimde kusursuzlaştırılmış gerçeklik.
105:5.8 (1158.8) 2. İkincil nadirler, yaratılmış ve yaratımın aşkın-evren türü olarak olası en yüksek biçimde kusursuzlaştırılmış gerçeklik.
105:5.9 (1158.9) Bunlar, daha sonra, iki özgün dışavurumdur: oluşturulmuş halde kusursuz ve evrimsel olarak kusursuzlaştırılmış. Bahse konu iki nadir, ebediyet ilişkileri içerisinde eş-güdüm halindedir; ancak, zamanın sınırları içerisinde onlar, farklı olarak görünürler. Bir zaman etkeni, belli bir düzeye doğru gelişen büyümedir; ikincil sınırlılar büyümektedir; böylece, büyüyenler zaman içerisinde tamamlanmamış halde görünmek zorundadır. Ancak, Cennet’in bu kısmında oldukça önemli olan bu farklılar, ebediyet içinde mevcudiyet-dışıdır.
105:5.10 (1158.10) Bizler, kusursuz ve kusursuzlaştırılmışlardan birincil ve ikincil nadirler olarak bahsetmekteyiz; ancak, orada, hali hazırda başka bir tür daha bulunmaktadır: Birincil ve ikinciller arasında kutsal üçleştirici ve diğer ilişkiler; ne kusursuz ne de kusursuzlaştırılmış olan ama yine de bu iki temel etken ile eşgüdüm halinde bulunan nesneler, anlamlar ve değerler olarak — üçüncül nadirlerin ortaya çıkışıyla sonuçlanır.
105:6.1 (1159.1) Sınırlı mevcudiyetlerin bütüncül yayılımı, işlevsel sonsuzluğun mutlak ilişkilenimleri içinde potansiyellerden mevcudiyetlere olan bir aktarımı temsil etmektedir. Sınırlı olanın mevcut hale getirilişinin birçok sonucu içinde şunlardan bahsedilebilir:
105:6.2 (1159.2) 1. İlahiyat karşılığı, deneyimsel yüceliğin üç düzeyinin ortaya çıkışı: Havona içindeki kişilik-ruhaniyet yüceliğinin mevcudiyeti, mevcut hale gelebilmek için asli-evren içindeki kişisel-güç yüceliğinin taşıdığı potansiyel, ve, gelecekteki üstün-evrende yüceliğin belli bir düzeyi üzerinde faaliyet gösteren deneyimsel aklın bilinmeyen bir faaliyeti için yetkinlik.
105:6.3 (1159.3) 2. Kâinat karşılığı, aşkın-evren mekân düzeyi için mimari tasarımların bir etkinleşimine katılmıştı; ve, bu evrim hala, yedi aşkın-evrenin fiziksel düzenlenişi boyunca ilerlemektedir.
105:6.4 (1159.4) 3. Sınırlı-gerçeklik yayılımına olan yaratılmış tepkisi, Havona’nın ebedi sakinlerinin düzeyinde olan kusursuz varlıklara ek olarak yedi aşkın-evrenden gelen kusursuzlaştırılmış evrimsel kökenli yükseliş unsurlarının ortaya çıkışıyla sonuçlanmıştır. Ancak, evrimsel bir (zamansal-yaratıcı) deneyim olarak kusursuzluğa erişmek, bir ayrılık noktası olarak kusursuzluktan-başka-bir-niteliğe karşılık gelmektedir. Böylelikle, evrimsel yaratılmışlar içinde kusurlu olma niteliği doğmaktadır. Ve, bu, olası kötülüğün kökenidir. Yanlış-uyarlama, uyumsuzluk ve çatışma gibi tüm bu şeyler, fiziksel evrenlerden kişisel yaratılmışlara kadar evrimsel büyüme içinde içkindir.
105:6.5 (1159.5) 4. Evrimin zamansal bekleyişi içinde içkin olan kusurluluğa olan kutsallık karşılığı, hem kusursuz hem de kusursuzlaştırılmış olanı bir bütün hale getiren kusursuzlaştırmanın etkinliklerinden bir tanesi olduğu Yedi Katmanlı Tanrı’nın telafi edici mevcudiyetinde dışa vurulmuştur. Bu zamansal bekleyiş, zaman içindeki yaratıcılık olan evrimden ayrılamaz. Bu nedenle, ve diğer nedenlerden dolayı da, Yüce’nin her şeye gücü yeten kudreti Yedi Katmanlı Tanrı’nın kutsallık başarılarına bağlıdır. Bu zamansal bekleyiş, yaratılmış kişiliklerin olası en yüksek gelişimin elde edilişinde İlahiyat ile eş hale gelmelerine izin vererek kutsal yaratıma olan yaratılmış katılımını mümkün kılar. Fani yaratılmışın maddi aklı bile, böylelikle, ölümsüz ruhun çifte yapısı içerisinde kutsal Düzenleyici ile eş hale gelir. Yedi Katmanlı Tanrı aynı zamanda, kusurluluğun yükseliş-öncesi kısıtlılıklarını telafi etmeye ek olarak içkin kusursuzluğun deneyimsel kısıtlılıklarını telafi etmek için yöntemler sunmaktadır.
105:7.1 (1159.6) Aşkınlar, alt-sonsuz ve alt-mutlaktırlar; ancak onlar, sınırlık-ötesi ve yaratımsal-ötesidirler. Aşkınlar; sınırlı olanların olası en yüksek değerleri ile mutlaklıkların değer-ötesi niteliklerini ilişkilendiren bir biçimde bir araya getirici bir düzey olarak mevcut hale gelir; Yaratılmış bakış açısından, aşkın olan şeyin sınırlı olanın bir sonucu olarak mevcut hale geldiği görülür; ebediyetin bakış açısından, sınırlı olanın habercisi olarak görülür; ve, orada, aşkını, sınırlı olanın bir “öncül-sesi” değerlendirenler bulunmaktadır.
105:7.2 (1159.7) Aşkın olanın doğrudan bir biçimde gelişme-dışı olması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır; ancak, aşkın, sınırlılık bakımından evrimsel-ötesidir; buna ek olarak o, deneyimsel-dışı da değildir; ancak bu gibi deneyim-ötesi olup, bu niteliğiyle yaratılmışlar için anlamlıdır. Bu türden bir çıkmazın en iyi temsili, kusursuzluğun merkezi evrenidir: O neredeyse hiçbir biçimde mutlak değildir — yalnızca Cennet Adası “maddileşmiş” açıdan gerçek anlamıyla mutlaktır. Buna ek olarak, aşkın, yedi aşkın-evrenin olduğu gibi sınırlı bir evrimsel yaratım değildir. Havona ebedidir, ancak, büyümenin-olmadığı-bir-evren-olarak değişmez değildir. Havona, gerçek anlamıyla hiçbir şekilde yaratılmamış varlıklar (Havona yerlileri) tarafından ikamet edilmektedir; zira, onlar ebedi bir biçimde var oluş halindedirler. Havona böylelikle, ne tamamiyle sınırlı ne de henüz mutlak olan bir bütünlüğü yansıtmaktadır. Havona, buna ek olarak; aşkınların faaliyetini daha da ileri bir biçimde göstererek, mutlak Cennet ve sınırlı yaratılmışlar arasında bir tampon olarak faaliyet gösterir. Ancak, Havona’nın kendisi, bir aşkın değildir — o, Havona’dır.
105:7.3 (1160.1) Yüce sınırlı olanlar ile ilişkilendirilirken, benzer bir biçimde Nihai aşkınlar ile tanımlanır. Ancak, her ne kadar bizler böylece Yüce ve Nihai olanı karşılaştırırken, onlar, düzeyden daha da fazla olan bir şey ölçütünde ayrışırlar; farklılıkları aynı zamanda, bir nitelik durumudur. Nihai, aşkın düzeye karşılık gelen bir Yüce-öteliğinden daha fazla olan bir şeydir. Nihai onun tümüdür, ancak bununda ötesinde niteliğe sahiptir: Nihai, bahse konu zamana kadar koşulsuz olanın yeni fazlarının sınırlanışı olarak yeni İlahiyat gerçekliklerin bir mevcut hale gelişidir.
105:7.4 (1160.2) Aşkın düzey ile ilişkilendirilen gerçeklikler arasında şunlar bulunmaktadır:
105:7.5 (1160.3) 1. Nihai’nin İlahiyat mevcudiyeti.
105:7.6 (1160.4) 2. Üstün evrenin kavramsallaşması.
105:7.7 (1160.5) 3. Üstün Evren’in Mimarları
105:7.8 (1160.6) 4. Cennet kuvvet düzenleyicilerinin iki düzeyi.
105:7.9 (1160.7) 5. Mekân-güç-etkisi içindeki belirli dönüşümsel değişiklikler.
105:7.10 (1160.8) 6. Ruhaniyetin belirli değerleri.
105:7.11 (1160.9) 7. Aklın belirli anlamları.
105:7.12 (1160.10) 8. Absonit nitelikler ve gerçeklikler.
105:7.13 (1160.11) 9. Her-şeye-gücü-yeterlilik, her-şeyin-bilgisine-sahiplik ve her-yerde-var-oluş.
105:7.14 (1160.12) 10. Mekân.
105:7.15 (1160.13) Bizlerin şu an içinde yaşadığı evrenin; sınırlı, aşkın ve mutlak düzeylerde mevcut bulunduğu düşünülebilir. Bu, kişiliğin bireysel dışavurumunun ve enerji başkalaşımının sonsuz oyunun sergilendiği kâinatsal sahnedir.
105:7.16 (1160.14) Ve, bu çok katmanlı gerçekliklerin tümü; birkaç üçlü birlik tarafından mutlak bir biçimde, Üstün Evren’in Mimarları tarafından işlevsel bir biçimde, ve, Yedi Katmanlı Tanrı’ya ait kutsallığın alt-yüce düzenleyicileri olarak Yedi Üstün Ruhaniyet tarafından göreceli bir biçimde bir bütün hale getirilir.
105:7.17 (1160.15) Yedi Katmanlı Tanrı, hem nadir hem alt-nadir düzeyde bulunan yaratılmışlar için Kâinatın Yaratıcısı’nın kişiliğini ve kutsallık açığa çıkarılışını temsil eder; ancak, orada, ruhaniyet olan Tanrı’nın kutsal ruhsal hizmetinin dışavurumu ile ilgili olmayan İlk Kaynak ve Merkez’in diğer yedi katmanlı ilişkileri bulunmaktadır.
105:7.18 (1160.16) Geçmiş ebediyette, Mutlaklıklar’ın kuvvetleri, İlahiyatlar’ın ruhaniyetleri ve Tanrılar’ın kişilikleri; başat birey-iradesi ve mevcudiyetini kendisinden alan birey iradesine karşılık olarak hareket etmişlerdir. İçinde bulunduğumuz bu evren çağı içerisinde hepimiz, tüm bu gerçekliklerin alt-mutlak dışavurumlarına ve sınırsız potansiyellerine ait uçsuz bucaksız kâinat panoramasının oldukça büyük çaplı sonuçlarını gözlemlemekteyiz. Ve, İlk Kaynak ve Merkez’in özgün gerçekliğine ait devam eden çeşitlenişinin çağlar boyunca, hiç durmadan süregelen bir biçimde, mutlak sonsuzluğun çok uzak ve düşünülemez uçlarına kadar ilerleyebilecek oluşu tamamen mümkündür.
105:7.19 (1161.1) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
106. Makale
106:0.1 (1162.1) YÜKSELİŞ fanisinin, İlahiyat’ın ilişkilerinden kâinatsal gerçekliğin doğumu ve dışavurumuna kadar belirli bir bilgiye sahip olması yeterli değildir; o aynı zamanda, kendisi ve, potansiyel ve mevcut gerçekliklere ait olan, var oluşsal ve deneyimsel gerçekliklerin sayısız düzeyleri arasında bulunan ilişkilere dair belirli bir kavrayışa sahip olmalıdır. İnsanın mekânsal yöneliminin, onun kâinatsal kavrayışının ve onun ruhsal yönlenişinin tümü; kâinat gerçekliklerinin daha iyi bir kavranışına ek olarak onların karşılıklı-ilişkilenim, birleşim ve bütünleşim yöntemleri tarafından gelişir.
106:0.2 (1162.2) Mevcut asli evren ve ortaya çıkış halindeki üstün evren; işlevsel etkinliğin belirli seviyeleri üzerinde karşılıksal olarak mevcut olan, gerçekliğin birçok türü ve fazı tarafından meydana gelmiştir. Bu çok katmanlı mevcudiyetlere ve potansiyellere bu makaleler içinde daha önce değinilmiştir; ve, onlar şimdi, şu sınıflandırmalar altında kavramsal kolaylık için toplanmıştır:
106:0.3 (1162.3) 1. Tamamlanmamış sınırlılıklar: Bu faz, Urantia fanilerinin mevcut düzeyi olan asli evrenin yükseliş yaratılmışlarının mevcut düzeyidir. Bu seviye; gezegensel insandan başlayarak, nihai sona erişmiş unsurlara kadar, onları içine almayan bir biçimde, yaratılmış mevcudiyetinden oluşur. O; öncül fiziksel başlangıçlardan başlayarak, ışık ve yaşam altında istikrara kavuşma düzeyine kadar, onu içine almayan bir biçimde, evrenlerle ilgilidir. Bu seviye, zaman ve mekân içerisinde yaratılmış etkinliğinin mevcut çepersel konumunu oluşturur. Bu faz, Cennet’den dışa doğru hareket eder görünümdedir; zira, asli evrenin ışık ve yaşama olan erişimine tanık olacak mevcut evren çağının kapanışı, aynı zamanda ve kesin bir biçimde, ilk dışsal mekân düzeyindeki gelişimsel büyümenin belirli bir düzeyinin ortaya çıkışına tanıklık edecektir.
106:0.4 (1162.4) 2. Nadir sınırlılıklar. Bu faz, mevcut evren çağının kapsamı içinde açığa çıkarılmış biçimdeki nihai son olarak — nihai sona erişen tüm deneyimsel yaratılmışların mevcut düzeyidir. Evrenler bile, hem ruhsal hem de fiziksel olarak nadir düzeye erişebilir. Ancak, neye göre nadir? olarak — “nadir” kavramının kendisi göreceli bir terimdir. Ve, mevcut evren çağında nihai olarak görünen bir biçimde nadir, gelecekteki çağlar bakımından gerçek bir başlangıçtan daha fazlası olmayabilir. Havona’nın bazı fazları, nadir düzeyde bulunan görünüme sahiptir.
106:0.5 (1162.5) 3. Aşkınlar. Bu sınırlılık-ötesi düzey (varlığını sınırlı-öncesinden alan bir biçimde), sınırlılık ilerleyişini takip etmektedir. O, sınırlı başlangıçların sınırlılık-öncesi doğumuna ek olarak gözle görülen tüm sınırlı sonların veya nihai sonların sınırlılık-sonrası önemi anlamına gelmektedir.
106:0.6 (1162.6) 4. Nihailer. Bu seviye; üstün evrenin önemi düzeyini içine almakta olup, tamamlanmış üstün evrenin nihai son düzeyi üzerinde etkiye sahiptir. Cennet-Havona (özellikle Yaratıcı’nın dünyalarının döngüsü olarak), birçok açıdan nihai önem içerisinde bulunmaktadır.
106:0.7 (1163.1) 5. Ortak-mutlaklıklar. Bu seviye, deneyimliliklerin yaratılmış dışavurumunun bir üstün-ötesi evren düzlemine olan uygulanışı anlamına gelmektedir.
106:0.8 (1163.2) 6. Mutlaklıklar. Bu seviye, yedi varoluşsal Mutlaklık’ın ebediyet mevcudiyeti anlamına gelmektedir. O aynı zamanda, ilişkilenimsel nitelikli deneyimsel erişimin belirli bir aşamasını içine alabilir; ancak, eğer bu olasılık gerçeklik kazanırsa, biz bunun nasıl oluştuğunu anlamamaktayız, o galiba kişiliğin sahip olduğu iletişimsel potansiyel vasıtasıyla gerçekleşmektedir.
106:0.9 (1163.3) 7. Sonsuzluk. Bu seviye, varoluşsal-öncesi ve deneyimsel-sonrasıdır. Sonsuzluğun koşulsuz bütünlüğü, tüm başlangıçların öncesini ve tüm nihai sonlardan sonrasını kapsayan bir varsayımsal gerçekliktir.
106:0.10 (1163.4) Gerçekliğin bu seviyeleri; mevcut evren çağının simgeleşmiş kavramları ve fani bakış açısı için elverişli bir ortak noktadır. Fani-bakış-açısından-farklı-olarak ve başka evren çağlarının bakış açısından gerçekliğe bakmanın birçok diğer yolu bulunmaktadır. Bu nedenle, bu makalede sunulmuş kavramsallaşmalar, tamamiyle şu etkenler tarafından belirlenmiş ve kısıtlanmış olarak, görecelidir:
106:0.11 (1163.5) 1. Fani dilinin sınırlılıkları.
106:0.12 (1163.6) 2. Fani aklın sınırlılıkları.
106:0.13 (1163.7) 3. Yedi aşkın-evrenin kısıtlı gelişimi.
106:0.14 (1163.8) 4. Cennet’e olan fani yükselişle ilgisi bulunmayan aşkın-evren gelişiminin altı başat amacı hususundaki bilgisiz konumunuz.
106:0.15 (1163.9) 5. Kısmi bir ebediyet bakış açısını kavramaya yetkin olmayan doğanız.
106:0.16 (1163.10) 6. Yalnızca, yedi aşkın-evrene ait evrimsel gerçekleşimin mevcut çağı ile ilgili olmayan bir biçimde; tüm evren çağlarıyla ilişkili olarak kâinatsal evrim ve nihai sonu tasvir etmedeki imkânsızlık.
106:0.17 (1163.11) 7. Başlangıçlardan öncesi ve nihai sonlardan sonrası dönem olarak — her yaratılmışın, mevcudiyet-önceleri veya mevcudiyet-sonralarının gerçekte ne anlama geldiğini kavramadaki yetkinsizliği.
106:0.18 (1163.12) Gerçeklik büyümesi, birbirini takip eden evren çağlarının sahip olduğu koşullar tarafından belirlenir. Merkezi evren, Havona çağı içerisinde hiçbir evrimsel değişiklik sürecinden geçmemiştir; ancak, aşkın-evren çağının mevcut çağları içerisinde, evrimsel aşkın-evrenlerin eşgüdümünün gerekli kıldığı belirli ilerlemesel değişiklik süreçlerinden geçmektedir. Şu an evrimleşmekte olan yedi aşkın-evren bir zaman zarfında, mevcut evren çağının büyüme sınırına erişen bir biçimde ışık ve yaşamın istikrar düzeyine erişecektir. Ancak, kuşkusuz bir biçimde, ilk dışsal mekân düzeyinin çağı olan bir sonraki çağ; aşkın-evrenleri mevcut çağın nihai son sınırlılıklarından kurtaracaktır. Her tamamlanış düzeyinin üzerine sürekli olarak, ilave doygunluk bütünlüğü eklenmektedir.
106:0.19 (1163.13) Bunlar; gerçekliğin sürekli yükselen seviyeleri üzerinde, nesnelerin, anlamların ve değerlerin kâinatsal büyümesine ve onların bir araya gelmesine dair bütünleşmiş bir kavramsallaşmayı sunmada karşılaştığımız kısıtlılıklardan bazılarıdır.
106:1.1 (1163.14) Sınırlı gerçekliğin başat veya diğer bir değişle ruhani-köken fazları doğrudan dışavurumunu, kusursuz kişilikler olarak yaratılmış düzeylerinde ve kusursuz Havona yaratımı olarak evren düzeylerinde bulur. Deneyimsel İlahiyat bile, böylelikle, Havona içindeki Yüce olan Tanrı’nın ruhaniyet kişiliğinde dışa vurulur. Ancak, sınırlı olanın ikincil, evrimsel, zaman-ve-madde-tarafından-belirlenmiş fazları, kâinatsal bir biçimde, sadece büyüme ve erişimin bir sonucu olarak bütünleşmiş hale gelir. Nihai olarak tüm ikincil veya diğer bir değişle kusursuzlaşmakta olan sınırlılıklar, başat kusursuzluğunkine eşit olan bir seviyeye erişme potansiyelindedirler; ancak, bu türden nihai son, merkezi yaratım içinde kalıtımsal bir biçimde bulunmayan bir yapıcı aşkın-evren niteliği olarak bir zaman gecikmesine tabidir. (Bizler üçüncü düzey sınırlılıkların mevcudiyetini bilmekteyiz, ancak onların birleşim yöntemi henüz açığa çıkarılmamıştır.)
106:1.2 (1164.1) Kusursuzluk erişimine olan bu engel biçiminde bu aşkın-evren zaman gecikmesi, evrimsel büyümeye olan yaratılmış katılımını sağlamaktadır. O böylelikle, bahse konu yaratılmışın evrimi sürecinde yaratılmışın Yaratan ile olan ortak-birlikteliğine girmesini mümkün kılar. Ve, genişleyen büyümenin bu dönemleri boyunca, tamamlanmamışlık; Yedi Katmanlı Tanrı’nın hizmeti vasıtasıyla kusursuz ile ilişik hale gelir.
106:1.3 (1164.2) Yedi Katmanlı Tanrı, mekânın evrimsel evrenleri içinde Cennet İlahiyatı’nın zamanın engellerini tanıyışını simgelemektedir. Cennet’den ne kadar uzak, uzayda ne kadar derin bir mekânda bir maddi kurtuluş kişiliği kökenine sahip olursa olsun; Yedi Katmanlı Tanrı orada mevcut bulunup, bu tür tamamlanmamış, mücadele halindeki ve evrimsel bir yaratılmış için gerçeklik, güzellik ve iyiliğin sevgi dolu ve bağışlayıcı hizmetine katılmış bulunacaktır. Yedi Katmanlı’nın kutsallık hizmeti; içe yönelik doğrultuda, Ebedi Evlat vasıtasıyla Cennet Yaratıcısı’na, ve, dışa yönelik doğrultuda, Zamanın Ataları vasıtasıyla — Yaratan Evlatlar — olarak evren Yaratılmışları’na doğru ulaşır.
106:1.4 (1164.3) Kişisel nitelikte ve ruhsal ilerleme vasıtasıyla yükseliş halinde bulunan insan, Yedi Katmanlı İlahiyat’ın kişisel ve ruhsal kutsallığını bulmaktadır; ancak, orada, kişiliğin ilerleyişi ile ilgili olmayan Yedi Katmanlı’nın diğer fazları bulunmaktadır. Bu İlahiyat’ın kutsallık nitelikleri, Yedi Üstün Ruhaniyet ve Bütünleştirici Bünye arasındaki irtibat içinde mevcut bir biçimde bütünleşmiş haldedir; ancak, onlar, Yüce Varlık’ın ortaya çıkmakta olan kişiliği içinde ebedi bir biçimde bütünleşme nihai sonuna sahiplerdir. Yedi Katmanlı İlahiyat’ın diğer fazları çeşitli bir biçimde, mevcut evren çağı içerisinde bir araya gelmiştir; ancak, onların tümü benzer bir biçimde, Yüce içinde bütünleşme nihai sonuna sahiptir. Yedi Katmanlı, tüm fazları içerisinde, mevcut asli evrenin işlevsel gerçekliğine ait göreceli birliğin kökenidir.
106:2.1 (1164.4) Yedi Katmanlı Tanrı işlevsel bir biçimde sınırlı evrimi eşgüdümsel hale getirirken, Yüce Varlık benzer bir biçimde nihai son erişimini nihai olarak bir bütün hale getirir. Yüce Varlık, ruhani bir çekirdek etrafındaki fiziksel evrime ek olarak fiziksel evrimin döngüsel ve burgaçsal âlemleri üzerinde ruhaniyet çekirdeğinin nihai üstünlüğü biçiminde — asli evren evriminin ilahiyat sonudur. Ve, tüm bunların hepsi, kişiliğin emirleri uyarınca gerçekleşmektedir: Cennet kişiliği en yüksek anlamda, Yaratan kişiliği evrensel anlamda, fani kişiliği insansı anlamda, Yüce kişiliği sonuçsal veya deneyimsel bütünlük anlamında.
106:2.2 (1164.5) Yüce’nin kavramsallaşması; evrimsel gücün ruhaniyet kişiliği ile, ve onun üstünlüğüyle, olan bütünleşimi olarak — ruhaniyet bireyinin, evrimsel gücün ve güç-kişilik bileşiminin farklılaşan tanıyışını sağlamak zorundadır.
106:2.3 (1164.6) Ruhaniyet, son kertede, Cennet’den Havona vasıtasıyla gelmektedir. Enerji-maddesi; göründüğü biçimiyle uzayın derinlerinde evirilmekte olup, Tanrı’nın Yaratan Evlatları ile ilişki dâhilinde Sınırsız Ruhaniyet’in çocukları tarafından güç olarak düzenlenir. Ve, tüm bunların hepsi deneyimseldir; o, Yaratan kutsallıklarını ve evrimsel yaratılmışları bile içeren bir biçimde yaşayan varlıkların geniş bir kapsamını içine alan zaman ve mekândaki etkileşimdir. Yaratan kutsallıklarının asli evren içindeki güç üstünlüğü, yavaş bir biçimde, zaman-mekân yaratılmışlarının evrimsel nitelikli denge ve istikrar sürecini içine alacak şekilde genişlemektedir. O, Kâinatın Yaratıcısı’nın Düzenleyici bahşedilişinden Cennet Evlatları’nın yaşam bahşedilişine kadar zaman ve mekân içinde kutsallık erişiminin bütüncül kapsamını içine alır. Bu kazanılmış güç, sergilenmiş güç, deneyimsel güçtür; o, Cennet İlahiyatları’nın ebediyet gücünün, anlaşılamaz gücünün ve deneyimsel gücünün zıddı konumundadır.
106:2.4 (1165.1) Yedi Katmanlı Tanrı’nın kutsallık kazanımlarından doğan bu deneyimsel gücün kendisi; evrimleşen yaratılmışların elde edilmiş deneyimsel üstünlüğünün her-şeye-muktedir gücü olarak — bütünleştirici nitelikteki — birleştirme vasıtasıyla kutsallığın bir araya getirici niteliklerini sergiler. Ve, bu her-şeye-muktedir güç, sonuçsal bir biçimde, Yüce olarak Tanrı’nın Havona mevcudiyetine ait ruhaniyet kişiliği ile bütünlük içerisinde Havona dünyalarının dışsal kemerinin yönlendirici ana âlemi üzerinde ruhaniyet-kişilik birleşimini bulur. Böylelikle, deneyimsel İlahiyat; zaman ve mekânın güç ürünü ile ruhaniyet mevcudiyetine ek olarak merkezi yaratım içinde ikamet eden kutsal kişiliği birleştirerek uzun evrimsel mücadelesini tamamlar.
106:2.5 (1165.2) Böylelikle Yüce Varlık nihai olarak, bu nitelikler ile ruhaniyet kişiliğini birleştirirken, zaman ve mekân içinde evrimleşen her şeyi içine alan konuma erişir. Yaratılmışlar, faniler bile, bu görkemli etkileşimin katılımcıları oldukları için, Yüce’yi tanıma ve Yüce’yi bu türden bir evrimsel İlahiyat’ın gerçek çocukları olarak algılama yetkinliğine kesin bir biçimde erişir.
106:2.6 (1165.3) Nebadon’un Mikail’i, Cennet Yaratıcısı gibidir, çünkü kendisi onun Cennet kusursuzluğunu paylaşmaktadır; böylelikle, evrimsel faniler bir zaman zarfında deneyimsel Yüce ile olan içkin yakınlığı elde edeceklerdir, zira onlar gerçek anlamıyla onun sahip olduğu evrimsel kusursuzluğu paylaşacaktır.
106:2.7 (1165.4) Yüce olan Tanrı, deneyimseldir; bu nedenle, o, tamamiyle deneyimlenebilir. Yedi Mutlak’ın deneyimsel gerçeklikleri, deneyim yöntemiyle algılanabilir nitelikte değildir; yalnızca, Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in kişilik nitelikleri, dua-ibadet tutumu içinde sınırlı yaratılmışın kişiliği tarafından kavranabilir.
106:2.8 (1165.5) Yüce Varlık’ın tamamlanmış güç-kişilik bileşimi içinde, benzer bir biçimde ilişkilendirilebilecek olan yedi üçlüklerin sahip olduğu mutlaklığın tümü ilişkilenecektir; ve, evrimin bu görkemli kişiliği, tüm sınırlı kişilikler tarafından deneyimsel olarak erişilebilir ve anlaşılabilir hale gelecektir. Yükseliş unsurları ruhaniyet mevcudiyetinin düşünülen yedinci aşamasına eriştiklerinde, onun içinde, deneyimlenebilir nitelikte bulunan Yüce Varlık içerisinde alt-mutlak seviyelerinde açığa çıkarıldığı haliyle üçlüklerin ve sonsuzluğuna ait yeni bir anlam-değerinin farkındalığını deneyimleyeceklerdir. Ancak, olası en yüksek gelişimin bu aşamalarına olan erişim, muhtemel bir biçimde, ışık ve yaşam altında bütüncül asli evrenin eşgüdümsel olarak istikrara kavuşmasını bekleyecektir.
106:3.1 (1165.6) Absonit mimarları tasarımı mevcut kılmaktadırlar; Yüce Yaratanlar, onu yerine getirmektedirler; Yüce Varlık, Yüce Yaratanlar tarafından yaratıldığı şekliyle ve Üstün Mimarlar tarafından mekân içinde öngörüldüğü biçimiyle, onun bütünlüğünü tamamlayacaklardır.
106:3.2 (1165.7) Mevcut evren çağı boyunca, üstün evrenin idari eşgüdümü, Üstün Evren’in Mimarları’nın faaliyetidir. Ancak, Her-Şeye-Muktedir Yüce’nin mevcut evren çağının sonlanış anında ortaya çıkışı; evrimsel sınırlılığın, deneyimsel nihai sonun ilk aşamasına eriştiğini simgeleyecektir. Bu gelişme kesin bir biçimde; Yüce Yaratanlar’ın, Yüce Varlık’ın ve Üstün Evren’in Mimarları’nın ortak birliği olarak — ilk deneyimsel Kutsal Üçleme’nin tamamlanmış faaliyetiyle sonuçlanacaktır. Bu Kutsal Üçleme, üstün yaratımın daha ileri evrimsel bütünleşimini yerine getirme nihai sonuna sahiptir.
106:3.3 (1166.1) Cennet Kutsal Üçlemesi, gerçekten de sonsuzluk unsurlarından bir tanesidir; ve, hiçbir Kutsal Üçleme, bu özgün Kutsal Üçlemeyi içermeden muhtemel bir biçimde sonsuz olamaz. Ancak, özgün Kutsal Üçleme, mutlak İlahiyatlar’ın ayrıcalıklı ilişkileniminin bir nihai sonucudur; alt-mutlak varlıklar, bu başat ilişkilem ile hiçbir bağlantıya sahip bulunmamaktaydı. İlerleyen süreçlerde ortaya çıkmakta olan ve deneyimsel nitelikli Kutsal Üçlemeler, yaratılmış kişiliklerinin bile katkılarını içine almaktadır. Kesin bir biçimde bu durum; bünyesinde, Yüce Yaratan üyeleri arasında Üstün Yaratan Evlatları’nın bireysel mevcudiyetinin bu Kutsal Üçleme ilişkilemi içerisinde mevcut ve özgün yaratılmış deneyiminin eş zamanlı gerçekleşen mevcudiyetinin habercisi olduğu, Nihai Kutsal Üçleme için doğrudur.
106:3.4 (1166.2) İlk deneyimsel Kutsal Üçleme, en yüksek nihayetliklerin topluluksal erişimini sağlamaktadır. Topluluk ilişkilenimleri, bireysel yetkinlikleri öngörmeye, ve hatta onları aşmaya, yetkin hale getirilmişlerdir; ve, bu durum, sınırlı düzeyin ötesinde bile doğrudur. Gelecek çağlar içerisinde, yedi aşkın-evren ışık ve yaşam altında istikrara kavuştuğunda, Kesinliğin Birlikleri, kuşkusuz bir biçimde; Nihai Kutsal Üçleme tarafından salık verildiği biçimiyle, ve, Yüce Varlık içinde güç-kişilik bütünleşmişlikleri olarak, Cennet İlahiyatları’nın amaçlarını duyuruyor olacaklardır.
106:3.5 (1166.3) Geçmiş ve gelecek ebediyetin devasa evren gelişmelerinin tümü boyunca bizler, Kâinatın Yaratıcısı’nın kavranabilen niteliklerinin genişlemesini tespit etmekteyiz. BEN olarak, bizler felsefi bir biçimde onun bütüncül sonsuzluğunun yayılımını düşünmekteyiz; ancak, hiçbir yaratılmış, bu tür bir düşünceyi bütünüyle deneyimsel bir biçimde kavramaya yetkin değildir. Evren genişledikçe, ve, çekim ve sevgi, düzenlenmekte olan-zaman mekânına ulaştıkça, bizler, İlk Kaynak ve Merkez’e dair daha çok şeyi anlamaya yetkin hale gelmekteyiz. Bizler, çekim etkisinin, Koşulsuz Mutlak’ın mekân mevcudiyetine girmekte olduğunu gözlemlemekteyiz; ve, bizler, ruhani yaratılmışların İlahi Mutlak’ın kutsallık mevcudiyeti içinde evrimleşip genişlerken, hem kâinatsal hem de ruhsal evrimin akıl ve deneyim vasıtasıyla Yüce Varlık olarak sınırlı ilahiyat düzeylerinde bütünleştiğini ve Nihai Kutsal Üçleme olarak aşkın seviyelerde eşgüdüm halinde olduğunu tespit etmekteyiz.
106:4.1 (1166.4) Cennet Kutsal Üçlemesi, kesin bir biçimde, olası en yüksek anlamda eşgüdümde bulunur; ancak o, bu anlamda, kendi kendisini sınırlayan bir mutlak olarak faaliyet gösterir; deneyimsel Nihai Kutsal Üçleme, bir aşkın olarak aşkınlığı eşgüdümsel hale getirir. Ebedi gelecekte bu deneyimsel Kutsal Üçleme iradesi, çoğalan bütünlük vasıtasıyla, Nihai İlahiyat’ın mevcut hale gelen varlığını ileri bir biçimde etkinleştirir.
106:4.2 (1166.5) Her ne kadar Nihai Kutsal Üçleme üstün yaratımı eşgüdümsel hale getirmenin nihai sonuna sahipse de, Nihai olarak Tanrı, asli evrenin bütünün yönlendirilişine ait aşkın güç-kişileşmesidir. Nihai’nin tamamlanmış mevcut hale gelişi; üstün yaratımın tamamlanışı anlamına gelip, bu aşkın İlahiyat’ın bütüncül ortaya çıkışını simgelemektedir.
106:4.3 (1166.6) Nihai’nin bütüncül ortaya çıkışı tarafından hangi değişikliklerin gerçekleşmeye başlayacağını bilmemekteyiz. Ancak, Yüce şimdi ruhsal ve kişisel bir biçimde Havona içerisinde mevcut haldeyken, benzer bir biçimde, Nihai de orada mevcut haldedir, ama bu mevcudiyet absonit ve kişisel-ötesi anlamdadır. Ve, sizler, her ne kadar bulundukları mevcut konum veya sahip oldukları faaliyet hakkında bilgilendirilmemiş olsanız da, Nihai’nin Sınırlı Vekilleri’nin mevcudiyeti hakkında bilgilendirilmiş konumda bulunmaktasınız.
106:4.4 (1167.1) Ancak, Nihai İlahiyat’ın ortaya çıkışının beraberinde getirdiği idari sonuçlardan bağımsız olarak, onun aşkın kutsallığına ait kişisel değerler, bu İlahiyat seviyesinin gerçekleşimine katılmış tüm kişilikler tarafından deneyimlenebilir olacaktır. Sınırlılığın aşkınlığı, yalnızca, nihai kazanıma götürebilir. Nihai olarak Tanrı, zaman ve mekânın aşkınlığında mevcuttur; ancak o yine de, her ne kadar mutlaklıklar ile işlevsel ilişkilem için içkin yetiye sahipse de, alt-mutlaktır.
106:5.1 (1167.2) Yüce evrimsel-deneyimsel gerçekliğin tamamlayıcısıyken bile, Nihai aşkın gerçekliğin zirve noktasıdır. Ve, bu iki deneyimsel İlahiyat’ın mevcut ortaya çıkışı, ikinci deneyimsel Kutsal Üçleme’nin temelini oluşturur. Bu; Yüce olarak Tanrı’nın, Nihai olarak Tanrı’nın ve açığa çıkarılmamış Kâinat Nihai Sonu’nun Tamamlayıcısı’nın birliği olarak Mutlak Kutsal Üçleme’dir. Ve, bu Kutsal Üçleme kuramsal olarak; İlahiyat, Kâinatsal ve Koşulsuz olarak — kişiliğin Mutlaklıkları’nı etkinleştirme yetisine sahiptir. Ancak, bu Mutlak Kutsal Üçleme’nin tamamlanmış bütünlüğü, yalnızca; Havona’dan dördüncü ve en uç mekân düzeyine kadar bütün üstün evrenin tamamlanmış evriminden sonra gerçekleşebilir haldedir.
106:5.2 (1167.3) Bu deneyimsel Kutsal Üçlemeler’in; sadece deneyimsel İlahiyat’ın kişilik nitelikleriyle değil, aynı zamanda, onların eriştiği İlahiyat bütünlüğünü niteleyen kişisel-niteliklerden-başka her şey ile ilişkili olduğunun altı çizilmelidir. Her ne kadar bu sunum başat bir şekilde kâinatın bütünleşmesine ait kişisel fazları merkezine alırken, kâinat âlemlerinin tümünün kişilik-dışı yönleri benzer bir biçimde; güç-kişilik bileşiminin mevcut an içinde Yüce Varlık’ın evrimi ile ilişkili biçimde ilerlemesiyle sergilendiği gibi, bütünleşme sürecinden geçme nihai sonuna sahiptir. Yüce’nin ruhaniyet-kişisel nitelikleri, Her-Şeye-Muktedir’in güç ayrıcalıklarından ayrıştırılamaz niteliktedir; ve, onun her ikisi de, Yüce aklın bilinmeyen potansiyeli tarafından tamamlanır. Buna ek olarak ne de, bir birey niteliğinde Nihai olarak Tanrı, Nihai İlahiyat’ın kişisel-olmayan-diğer-niteliklerinden ayrı bir biçimde düşünülebilir. Ve, mutlak düzeyde İlahiyat ve Koşulsuz Mutlak, Kâinatsal Mutlak’ın mevcudiyetinde ayrılamaz ve ayrıştırılamaz konumdadır.
106:5.3 (1167.4) Kutsal Üçlemeler, kendileri içinde ve bütünlükleri bakımından, kişisel değillerdir; ancak, buna ek olarak onlar ne de kişiliğe karşı gelmektedir. Bunun yerine onlar, kişiliği kapsamakta ve onu, topluca gerçekleştirilen bir anlamda, kişisel-olmayan faaliyetlerle ilişkili hale getirmektedirler. Kutsal Üçlemeler, buna ek olarak, her zaman ilahiyat gerçekliğidir, hiçbir zaman kişilik gerçekliği değildir. Bir Kutsal Üçleme’nin kişilik yönleri, bireysel üyelerini içinde içkindir; ve, bireysel kişiler olarak onlar, bu kutsal üçlemenin kendisi değillerdir. Yalnızca ortak bir biçimde onlar kutsal üçlemedir; bu kutsal üçlemenin tam da kendisidir. Ancak, kutsal üçleme her zaman, içine aldığı ilahiyatın tümünü temsil etmektedir; kutsal üçleme ilahiyat birlikteliğidir.
106:5.4 (1167.5) İlahiyat, Kâinatsal ve Koşulsuz olarak — üç Mutlak kutsal üçleme değildir; zira, onların tümü, ilahiyat değildir. Sadece ilahlaştırılmış olan, kutsal üçleme haline gelebilir; tüm diğer ilişkilenimler üçleme birlikleri veya üçlükleridir.
106:6.1 (1167.6) Üstün evrenin mevcut potansiyeli, her ne kadar nihaiye oldukça yakın olsa da, neredeyse hiçbir biçimde mutlak değildir; ve, bizler, bir alt-mutlak kâinatın kapsamı içinde mutlak anlam-değerlerinin bütüncül açığa çıkarılışını elde etmeyi imkânsız olarak görmekteyiz. Bizler, böylelikle; üç Mutlak’ın sonsuz olasılıklarının bütüncül bir dışavurumunu düşünmeye veya İlahi Mutlak’ın şimdiki kişilik-dışı düzeyi üzerinde Mutlak olarak Tanrı’nın deneyimsel kişilikleşmesini hayal etmeye çalışmada bile ciddi zorlukla karşılaşmaktayız.
106:6.2 (1168.1) Üstün evrenin mekân-aşaması; Yüce Varlık’ın gerçekleşimi, Nihai Kutsal Üçleme’nin bütünleşimi ve bütünsel faaliyeti, Nihai olarak Tanrı’nın mevcut hale gelişi, ve hatta, Mutlak Kutsal Üçleme’nin başlangıçsal oluşumu için bile için yeterli görünmektedir. Ancak, bu ikincil deneyimsel Kutsal Üçleme’nin bütüncül faaliyeti ile ilgili bizlerin kavramsallaşmaları, oldukça engin üstün evrenin bile ötesinde bir şey anlamına gelir görüme sahiptir.
106:6.3 (1168.2) Eğer bizler; üstün evrenin ötesinde sınırlanamaz bir kâinat olarak — bir kâinat-sonsuzluğunu varsayarsak, ve, Mutlak Kutsal Üçleme’nin nihai gelişimlerinin eylemin bu türden uzak bir nihai-ötesi aşamasında gerçekleşeceğini düşünürsek, bunun sonucunda, Mutlak Kutsal Üçleme’nin tamamlanmış faaliyetinin, sonsuzluğun yaratımlarında nihai dışavurumunu elde edeceğini ve tüm potansiyellerin mutlak gerçekleşimini tamamlayacağını varsaymak mümkün hale gelmektedir. Gerçekliğin sürekli-genişleyen birimlerinin bütünleşimi ve ilişkilenimi, bu şekilde ilişkilenen birimler içinde tüm gerçekliğin dâhil edilişiyle orantılı biçimde mutlaklık düzeyine yaklaşacaktır.
106:6.4 (1168.3) Başka bir şekilde ifade edildiği şekliyle: Mutlak Kutsal Üçleme, isminin de çağrıştırdığı biçimiyle, bütüncül faaliyeti içinde gerçekten de mutlaktır. Mutlak bir faaliyetin sınırlandırılmış, kısıtlı veya farklı bir biçimde engellenmiş bir temelde bütüncül dışavurumunu nasıl elde ettiğini bilmemekteyiz. Bu nedenle bizler, bu türden her bütünlük faaliyetinin (potansiyel bakımından) koşulsuz olacağını varsaymak zorundayız. Ve, her ne kadar bizler niceliksel ilişkiler hususunda çok emin olmasak da, en azından niceliksel bir bakış açısından, koşulsuzun aynı zamanda sınırlandırılmamış olacağı da görülecektir.
106:6.5 (1168.4) Tüm bunlar içinde bizler, buna rağmen, şundan eminiz: Varoluşsal Cennet Kutsal Üçlemesi sonsuzken, ve deneyimsel Nihai Kutsal Üçleme alt-mutlakken, Mutlak Kutsal Üçleme bu kadar kolay bir biçimde sınıflandırabilen konumda bulunmamaktadır. Her ne kadar doğum ve oluşum bakımından deneyimsel olsa da, o kesin bir biçimde, potansiyelliğin varoluşsal Mutlaklıkları’na bağlıdır.
106:6.6 (1168.5) İnsan aklı için bu türden uzak ve insan-ötesi kavramsallaşmaları kavramaya çalışmak neredeyse hiçbir biçimde faydalı olmasa da, Mutlak Kutsal Üçleme’nin ebediyet faaliyetinin, potansiyelliğin Mutlaklıkları’nın bir çeşit deneyimlenişiyle sonuçlanabileceğini önermekteyiz. Bu, Koşulsuz Mutlak ile ilgili olmasa da, Kâinatsal Mutlak ile ilgili bir makul çıkarım olarak görünecektir; en azından bizler, Kâinatsal Mutlak’ın yalnızca durağan ve potansiyel olmayıp aynı zamdan bu niteliklerin bütüncül İlahiyat anlamında da ilişkilenimsel olduğunu bilmekteyiz. Ancak, kutsallık ve kişiliğin düşünebilen değerleri ile ilgili olarak, bu varsayımsal gelişimler; İlahi Mutlak’ın kişisel hale gelişi ve bu kişilik-ötesi değerlerin ortaya çıkışı ve — deneyimsel İlahiyatlar’ın üçüncü ve sonuncusu olarak — Mutlak olarak Tanrı’nın kişilik tamamlanışında içkin olan nihai-kişisel anlamları çağrıştırmaktadır.
106:7.1 (1168.6) Sonsuz gerçeklik bütünleşimine ait kavramsallaşmaları oluşturmadaki zorluklardan bazıları, içkin olarak; bu türden düşüncelerin tümünün, şimdiye kadar gerçekleşebilecek olan her şeyin bir tür deneyimsel gerçekleşimi olarak, kâinatsal gelişimin kesinliğine dair bir şeyi taşıması gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Ve, niceliksel sonsuzluğun nihai biçimde tamamiyle gerçekleşebilecek oluşu düşünülemez niteliktedir. Üç potansiyel Mutlaklık içinde her zaman, deneyimsel gelişime ait hiçbir niceliğinin hiçbir zaman tamamiyle tüketemeyeceği sayıda keşfedilmemiş olasılık bulunmaya devam edecektir. Ebediyetin kendisi, her ne kadar mutlak olsa da, mutlaklıktan fazlası değildir.
106:7.2 (1169.1) Nihai bütünleşmenin kesin olmayan bir kavramsallaşması bile, koşulsuz ebediyetin meyvelerinden ayrılamaz niteliktedir; ve, böylelikle neredeyse tamamen, düşünülebilen herhangi bir gelecek zaman içerisinde gerçekleştirilemez niteliktedir.
106:7.3 (1169.2) Nihai son, Cennet Kutsal Üçlemesi’ni oluşturan İlahiyatlar’ın özgür iradesel eylemi tarafından kurulmuştur; nihai son, mutlaklığı tüm gelecek gelişiminin olasılıklarını kapsayan üç büyük potansiyelin enginliği tarafından kurulmuştur; nihai son, muhtemel bir biçimde, Kâinat Nihai Son Tamamlayıcısı’nın eylemi tarafından tamamlanmaktadır, ve, bu eylem, muhtemel bir biçimde, Mutlak Kutsal Üçleme içinde Yüce ve Nihai’yi içine almaktadır. Her bir deneyimsel nihai son, en azından kısmi bir biçimde, deneyimleyen yaratılmışlar tarafından kavranabilir; ancak, sınırlı mevcudiyetliklere bağlı olan nihai bir son, neredeyse hiçbir şekilde kavranılmayan niteliktedir. Kesinlik nihai sonu, İlahi Mutlak’ı içine alır görünümdeki bir varoluşsal-deneyimsel kazanımdır. Ancak, İlahi Mutlak, Kâinatsal Mutlak nedeniyle Koşulsuz Mutlak ile ebediyet ilişkisinde bulunur. Ve, olasılık bakımından deneyimsel olan bu üç Mutlaklık; gerçekte varoluşsal olup, gerçekten sonsuz bir biçimde — kısıtlamasız, zamansız, mekânsız, sınırsız ve engelsiz olarak bundan daha fazlasıdır.
106:7.4 (1169.3) Hedefe erişimin imkânsızlığı, buna rağmen, bu türden varsayımsal nihai sonlar hakkında felsefi kuram geliştirmeyi engellememektedir. İlahi Mutlak’ın erişilebilir mutlak bir Tanrı olarak gerçekleşimi, farkındalık bakımından neredeyse imkânsız bir şey olabilir; yine de, bu türden bir kesinlik etkinlik süreci, kavramsal bir olasılık olarak varlığını korumaktadır. Koşulsuz Mutlak’ın düşünülemez belirli bir kâinat-sonsuzluğuna olan katılımı, sonsuz ebediyetin geleceği içinde ölçütler ile tarif edilemez bir biçimde uzak olabilir; ancak, bu türden bir varsayım, yine de, geçerlidir. Faniler, morontialılar, ruhaniyetler, kesinlik unsurları, Aşkınlar, ve diğerleri, evrenlerin kendileri ile birlikte ve gerçekliğin tüm diğer fazlarıyla, kesin bir biçimde, değer bakımından mutlak olan bir nihai sona potansiyel olarak sahiplerdir; ancak, bizler, herhangi varlığın veya evren iradesinin bir kez bile, bu türden bir nihai sonun tüm niteliklerine bütüncül bir biçimde erişeceğinden kuşku duymaktayız.
106:7.5 (1169.4) Yaratıcı kavrayışında ne kadar büyüyebileceğinizden bağımsız olarak aklınız her zaman; ebediyetin tüm döngüleri boyunca sürekli olarak düşünülemez ve kavranılamaz nitelikte kalmaya devam edecek keşfedilmemiş enginliği biçimindeki Yaratıcı-BEN’in açığa çıkarılmamış sonsuzluğu tarafından şaşkınlığa uğrayacaktır. Tanrı’nın ne kadarına erişirseniz erişin, orada her zaman, aklınızdan bile geçirmeyeceğiniz mevcudiyeti olarak ondan çok daha fazlası varlığını sürdürmeye devam edecektir. Ve, bizler bunun, sınırlı mevcudiyetin nüfuz alanlarında olduğu gibi aşkın düzeylerde de aynı gerçekliği taşıdığına inanmaktayız. Tanrı’nın arayışının sonu yoktur!
106:7.6 (1169.5) Kesinsel bir anlamda Tanrı’ya erişmedeki bu türden yetkinsizlik hiçbir biçimde evren yaratılmışlarının cesaretini kırmamalıdır; gerçekten de, sizler, ebediyet mevcudiyeti içindeki mutlak düzeylerinde Yaratıcı olarak Tanrı’nın sonsuz gerçekleşimi Ebedi Evlat için ve Bütünleştirici Bünye için ne anlama geldiyse sizler için aynı anlama gelecek Yedi Katmanlı, Yüce ve Nihai’nin İlahiyat düzeylerine erişebilmekte olup, bunu gerçekleştirmektesiniz. Yaratılmışın şevkini kırmanın tam tersine Tanrı’nın sonsuzluğu; tüm sonsuz gelecek boyunca bir yükseliş kişiliğinin önünde, ebediyetin bile tüketemeyeceği veya sonlandıramayacağı kişilik gelişiminin ve İlahiyat ilişkileminin olasılıklarına sahip olacağının yüce güvencesi olmalıdır.
106:7.7 (1169.6) Asli evrenin sınırlı yaratılmışları için üstün evrenin kavramsallaşması neredeyse sonsuz olarak görülür; ancak, kuşkusuz bir biçimde, onların absonit mimarları bu kavramın gelecekle olan ilişkini ve sonu gelmez BEN içindeki hayal edilemez gelişmelerini kavramaktadır. Uzayın kendisi bile, ara-uzayın sessiz bölgelerinin görece mutlaklığı içinde bir kısıtlılık durumu olarak nihai bir durumdan başkası değildir.
106:7.8 (1170.1) Bütüncül asli evrenin nihai tamamlanışına ait düşünülemeyecek kadar uzak ebediyet anında, kuşkusuz olarak bizler geriye dönüp onun bütüncül tarihine; yalın bir değişle, yaşanmamış sonsuzluk içinde daha da büyük ve etkileyici başkalaşımlar için belirli bir sınırlı ve aşkın temellerin yaratımı olarak, yalnızca bir başlangıç olarak bakacağız. Bu türden bir gelecek ebediyet anında, üstün evren hala genç olarak görünecektir; o her zaman, sonu gelmez ebediyetin sınırsız olasılıkları karşısında her zaman genç olacaktır.
106:7.9 (1170.2) Sonsuz nihai son erişiminin olanaksızlığı, bu türden nihai son hakkında düşüncelerin yürütülmesini en ufak bir biçimde bile engellememektedir; ve, bizler, eğer üç mutlak potansiyel bir kez olsun tamamiyle gerçekleşir konuma gelirse, bütüncül gerçekliğin nihai bütünleşimini düşünmenin mümkün hale geleceğini tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Bu gelişimsel gerçekleşme; birliktelikleri, ebediyetin askıya alınmış gerçeklikleri, tüm geleceğin bekler konumdaki olasılıkları ve daha fazlası biçimindeki BEN’in eylemsizliğini oluşturan üç potansiyel olarak Koşulsuz, Kâinatsal ve İlahiyat Mutlak’ın tamamlanmış gerçekleşimine dayanmaktadır.
106:7.10 (1170.3) Bu tür nihailikler, en hafif tabirle çok uzaktırlar; yine de, işleyiş biçimlerinde, kişiliklerinde ve üç Kutsal Üçleme’nin ilişkilenimlerinde bizler, Yaratıcı-BEN’in yedi mutlak fazının yeniden birleşimi için kuramsal olasılığın varlığını tespit etmiş olduğumuza inanmaktayız. Ve, bu durum; varoluşsal düzeye ait Cennet Kutsal Üçlemesi’ne ek olarak deneyimsel doğa ve kökene ait birbirinin peşi sıra açığa çıkan iki Kutsal Üçleme’yi çevreleyen üç katmanlı Kutsal Üçleme’nin kavramsallaşmasıyla bizleri karşı karşıya getirir.
106:8.1 (1170.4) Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’nin doğasının insan aklına tasvir edilmesi zordur; o, ebediyet gerçekleşimine ait kuramsal bir sonsuz içinde sergilendiği haliyle, deneyimsel sonsuzluğun bütünlüğüne ait mevcut toplamıdır. Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi içerisinde, deneyimsel sonsuzluk, varoluşsal sonsuzluk ile tanımlanmaya erişmektedir; ve, her ikisi de, deneyimsel-öncesi, mevcudiyet-öncesi BEN içinde bir tekdir. Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi, on beş üçlü birlik ve onunla ilişkili üçlükler içinde ima edilenlerin tümünün nihai dışavurumudur. Kesinlikler, ister varoluşsal ister deneyimsel olsun, göreceli varlıkların kavrayışı için zordur; bu nedenle, onlar her zaman, görecelikler olarak sunulmak zorundadır.
106:8.2 (1170.5) Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemeleri, yedi faz içinde mevcuttur. O; insan düzeyinin çok üstündeki varlıkların hayal gücünü şaşkınlığa uğratan olasılıkları, olanaklılıkları ve kaçınılmazlıkları taşımaktadır. O, göksel filozoflar tarafından muhtemel bir biçimde kuşku duyulmamış sonuçlara sahiptir; zira, onun sonuçları üçleme birlikleri içindedir, ve, kutsal üçleme birlikleri, son kertede, düşünülemez niteliktedir.
106:8.3 (1170.6) Kutsal Üçleme Birlikleri’nin Kutsal Üçlemesi’nin tasvir edilebileceği birçok yol bulunmaktadır. Bizler, şu üç-seviye kavramsallaşmasını sunmayı tercih etmekteyiz:
106:8.4 (1170.7) 1. Üç Kutsal Üçleme’nin seviyesi.
106:8.5 (1170.8) 2. Deneyimsel İlahiyat’ın seviyesi.
106:8.6 (1170.9) 3. BEN’in seviyesi.
106:8.7 (1170.10) Bunlar, artan birleşimlerin seviyeleridir. Gerçekte Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi ilk seviyeyken, ikinci ve üçüncü seviyeler ilkinin birleşim-türevleridir.
106:8.8 (1171.1) İLK SEVİYE: İlişkilenimin bu başlangıçsal düzeyinde, üç Kutsal Üçleme’nin; farklı İlahiyat kişilikleri topluluklarının kusursuz bir biçimde karşılıklı uyumlu hale gelmiş bütünlükte faaliyet gösterdiğine inanılmaktadır.
106:8.9 (1171.2) 1. Cennet Kutsal Üçlemesi, Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet olarak — üç Cennet İlahiyatı’nın ilişkilenimi. Cennet Kutsal Üçlemesi’nin; mutlak bir işlev, aşkın bir işlev (Nihayet’in Kutsal Üçlemesi), ve sınırlı bir işlev (Yüceliğin Kutsal Üçlemesi) olarak — üç katmanlı bir işlev anlamına geldiği hatırlanmalıdır. Cennet Kutsal Üçlemesi, her bir ve tüm zamanlarda tüm bunların her biri ve bütünüdür.
106:8.10 (1171.3) 2. Nihai Kutsal Üçleme. Bu; Yüce Yaratanlar, Yüce olarak Tanrı ve Üstün Evren’in Mimarları’nın ilahiyat ilişkilemidir. Bu, bahse konu Kutsal Üçleme’nin kutsallık yönlerinin yeterli bir sunumu olsa da; buna rağmen kutsallık yönleri ile kusursuz bir biçimde eşgüdüm haline bulunur görünen, bu Kutsal Üçleme’nin diğer fazlarının da bulunduğunun altı çizilmelidir.
106:8.11 (1171.4) 3. Mutlak Kutsal Üçleme. Bu, tüm kutsallık değerleri ile ilişkili Yüce olarak Tanrı’nın, Nihai olarak Tanrı’nın ve Kâinat Nihai Son Tamamlayıcısı’nın topluluğudur. Bu üçleme birlik topluluğunun diğer fazları, genişleyen kâinat içindeki kutsallıktan-başka değerler ile ilgilidir. Ancak, bunlar; tıpkı deneyimsel İlahiyat’ın güç ve kişilik yönlerinin mevcut an içerisinde deneyimsel bileşim içinde olduğu gibi, kutsallık fazları ile bütünleşmektedir.
106:8.12 (1171.5) Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemeleri içinde bu üç Kutsal Üçleme’nin ilişkilenimi, gerçekliğin olası bir sınırsız bütünleşimini sağlamaktadır. Bu topluluk nedenler, araçlar ve kesinlikleri taşımaktadır; düzensel oluşumları, gerçekleştirmeler ve tamamlamaları; başlangıçları, mevcudiyetleri ve nihai sonları. Yaratıcı-Evlat ortak birlikteliği; Evlat-Ruhaniyet haline, daha sonra Ruhaniyet-Yüce haline, onu takiben Yüce-Nihai ve Nihai-Mutlak haline ve hatta — gerçekliğin döngüsünün tamamlanışı olarak — Mutlak ve Yaratıcı-Sonsuzluk haline bile gelmiştir. Benzer bir biçimde, kutsallık ve kişilik ile oldukça doğrudan bir biçimde ilişkili olmayan diğer fazlar içinde, İlk Büyük Kaynak ve Merkez; varoluşsallıkların mutlaklığından deneyimliliklerin kesinliğine kadar — kendiliğinden-mevcudiyetin mutlaklığından kendini-açığa-çıkarışın sonsuzluğu boyunca kendini-gerçekleştirmenin kesinliğine kadar, ebediyetin döngüsü etrafında gerçekliğin sınırsızlığını kendi-kendine-deneyimler.
106:8.13 (1171.6) İKİNCİ SEVİYE: Üç Kutsal Üçleme’nin eşgüdümü kaçınılmaz bir biçimde; köken olarak bu Kutsal Üçlemeler ile ilişkilenmiş olan, deneyimsel İlahiyatlar’ın ilişkilenimsel birliğini içine alır. Bu ikinci seviyenin doğası, zaman zaman şunlar olarak sunulmuştur:
106:8.14 (1171.7) 1. Yüce: Bu; Cennet İlahiyatları’nın Yaratan-Yaratıcı çocukları ile deneyimsel irtibat içindeki Cennet Kutsal Üçlemesi’nin birlikteliğine ait ilahiyat sonucudur. Yüce, sınırlı evrimin ilk aşamasının tamamlanışının ilahiyatsal bünyelişimidir.
106:8.15 (1171.8) 2. Nihai. Bu; kutsallığın aşkın ve absonit kişilikleşimi olarak, ikinci Kutsal Üçleme’nin mevcut hale gelmiş birliğinin ilahi sonucudur. Nihai, birçok niteliğin çeşitli biçimlerde değerlendirilmiş bir birliğinden oluşmaktadır; ve, buna dair insan kavramsallaşması düzen yönlendiren, kişisel olarak deneyimlenebilen ve devinimsel gerilimi bütünleştiren nihayetin en azından bu fazlarını içermelidir; ancak, orada, mevcut hale gelmiş İlahiyat’ın açığa çıkarılmamış birçok diğer yönü de bulunmaktadır. Nihai ve Mutlak karşılaştırılabilir niteliğe sahipken, onlar özdeş değillerdir; buna ek olarak, ne de Nihai, Yüce’nin yalnızca bir genişlemiş bütünlüğü değildir.
106:8.16 (1172.1) 3. Mutlak. Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait ikinci seviyenin üçüncü üyesinin kişiliğine dair geliştirilmiş birçok kuram bulunmaktadır. Mutlak olarak Tanrı, kuşkusuz bir biçimde, Mutlak Kutsal Üçleme’nin nihai işlevinin kişilik sonucu olarak bu ilişkileme katılmıştır; yine de, İlahi Mutlak, ebedi düzeye ait bir deneyimsel gerçekliktir.
106:8.17 (1172.2) Bu üçüncü üye ile ilgili kavramsal zorluk kökenini, bu tür bir üyeliğin varsayımının gerçekten yalnızca tek bir Mutlak anlamına geldiği gerçeğinden almaktadır. Kuramsal olarak; eğer bu türden bir etkinlik ortaya çıkacak olursa, bizler, üç Mutlak’ın bir tek olarak deneyimsel bütünleşimine tanıklık etmeliyiz. Ve, bizlere, sonsuzluk içerisinde ve varoluşsal olarak, yalnızca tek Mutlak’ın varlığı öğretilmiştir. Her ne kadar üçüncü üyenin hangi unsur olacağı hiçbir biçimde kesin olmasa da, onun, hayal edilemez nitelikte irtibat ve kâinat dışavurumunun bir türü içinde İlahiyat, Kâinatsal ve Koşulsuz Mutlak’dan meydana gelebileceğine dair düşünce sıklıkla yürütülmektedir. Kesinlikle, Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi, neredeyse hiçbir biçimde, üç Mutlak’ın tamamlanmış birleşimi olmadan bütüncül faaliyete neredeyse herhangi bir biçimde erişecek konumda bulunmamaktadır; ve üç Mutlak, tüm sonsuz potansiyellerin bütüncül gerçekleşimi olmadan neredeyse hiçbir biçimde bütünleşemez.
106:8.18 (1172.3) Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait üçüncü üyeyi Kâinatsal Mutlak olarak düşünmek; bu kavramsallaşmanın, Kâinatsal’ı yalnızca durağan ve potansiyel değil aynı zamanda ilişkilendiren bir nitelikte tahayyül etmesi şartıyla, muhtemel bir biçimde gerçekliğin olası en düşük düzeydeki bir bozulumunu sunacaktır. Ancak, bizler, hala, bütüncül İlahiyat’ın işlevine ait yaratıcı ve evrimsel yönleri ile olan ilişkiyi kavrayamamaktayız.
106:8.19 (1172.4) Her ne kadar Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait tamamlanmış bir kavramsallaşma oluşturması bakımından zor olsa da, sınırlı bir kavramsallaşma o kadar zor değildir. Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait ikinci seviye temel bir biçimde kişisel olarak düşünülürse, Yüce olarak Tanrı’nın, Nihai olarak Tanrı’nın ve Mutlak olarak Tanrı’nın birliğini bu deneyimsel İlahiyatlar’ın kökensel ataları olan kişisel Kutsal Üçlemeler’in birliğine ait kişisel sonuç olarak düşünmek oldukça mümkün hale gelir. Bizler, bu üç deneyimsel İlahiyat’ın kesin bir biçimde; ilk seviyeyi oluşturan, atasal ve nedensel Kutsal Üçlemeleri’ne ait büyüyen birlikteliğin doğrudan sonucu olarak bu üç deneyimsel İlahiyat’ın ikinci seviye üzerinde kesin bir biçimde bütünleşeceğine dair düşünceyi varsaymaktayız.
106:8.20 (1172.5) İlk seviye, üç Kutsal Üçleme tarafından meydana gelmektedir; ikinci seviye, deneyimsel-evirilmiş, deneyimsel-mevcut-hale-gelmiş ve deneyimsel-varoluşsal İlahiyat kişiliklerinin kişilik ilişkilenimi olarak mevcuttur. Ve, Kutsal Üçlemeler’in bütüncül Kutsal Üçlemesi’ne dair anlayıştaki her türlü kavramsal zorluktan bağımsız olarak, bu üç İlahiyat’ın ikinci düzey üzerindeki kişisel ilişkilenimi bizim evren çağımızda; Nihai vasıtasıyla ve Yüce Varlık’ın başlangıçsal nitelikli yaratıcı emrine karşılık hareket eden İlahi Mutlak tarafından ikinci düzey üzerinde gerçekleştirilmiş, Majeston’un ilahlaştırılmasına ait olgu içinde gözle görülür hale gelmiştir.
106:8.21 (1172.6) ÜÇÜNCÜ SEVİYE: Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait ikinci düzeyin koşulsuz bir varsayımda, sonsuzluğun bütünlüğünde mevcut olan veya geçmişte mevcut bulunmuş veya gelecekte mevcut bulunabilecek gerçekliğin her türüne ait her fazın birbiriyle olan karşılıklı ilişkilenimi söz konusudur. Yüce Varlık yalnızca ruhaniyet değil, aynı zamanda akıl ve güç ve deneyimdir. Nihai, bunların tümü ve daha fazlasıdır; buna ek olarak, İlahi, Kâinatsal ve Koşulsuz Mutlak’ın bir tekliğine ait bütünleşmiş kavramsallaşma içinde, tüm gerçeklik gerçekleşimin mutlak kesinliği dâhildir.
106:8.22 (1172.7) Yüce, Nihai ve tamamlanmış Mutlak’ın birlikteliği içinde; kökensel olarak BEN tarafından birimselleştirilmiş ve Sonsuzluk’un Yedi Mutlaklığı’nın ortaya çıkışı ile sonuçlanmış, sonsuzluğun bu yönlerinin işlevsel nitelikli yeniden bir araya gelişi gerçekleşebilir. Her ne kadar kâinatsal filozofları bunun oldukça uzak bir olasılık olduğunu düşünce de, yine de, bizler şu soruyu sıklıkla sormaktayız: Eğer Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’nin ikinci düzeyi bir kez bile olsun kutsal üçleme birlikteliğine erişebilirse, bu türden ilahiyat bütünlüğünün bir sonucu olarak ne açığa çıkacaktır? Biz bu sorunun cevabını bilmemekteyiz, ancak, bizler onun, deneyimsel olarak bir erişilebilen niteliğinde BEN’in gerçekleşimiyle doğrudan bir biçimde sonuçlanacağından eminiz. Kişisel varlıkların bakış açısından bu, bilinmez olan BEN’in hali hazırda Yaratıcı-Sonsuzluk olarak deneyimlenebilir hale geldiği anlamına gelebilir. Bu mutlak nihai sonların kişisel-olmayan bir bakış açısından ne anlama geleceği başka bir konu olup, sadece ebediyetin muhtemel bir biçimde aydınlatabileceği husustur. Ancak, bizler; bu uzak nihaililikleri kişisel yaratılmışlar olarak görürken, tüm kişiliklerin kesin nihai sonunun, bu bahse konu kişiliklerin Kâinatsal Yaratıcısı’na dair kesin bilinci olacağı çıkarımında bulunmaktayız.
106:8.23 (1173.1) Felsefi bir biçimde BEN’i geçmiş ebediyet içinde düşünürken, kendisi tek başına, yanında kimsenin olmadığı bir konumda görünmektedir. Gelecek ebediyete doğru ileri yönlü bakarken, BEN’in bir varoluşsal olarak değişeceğini öngörmemekteyiz; ancak bizler, çok büyük çaplı bir deneyimsel farklılığı öngörme eğilimdeyiz. BEN’in bu türden bir kavramsallaşması bütüncül bireysel-kendini-gerçekleştirme anlamına gelmektedir — o, BEN’in kendisini-açığa-çıkarışı içinde özgür iradesel katılımcıları haline gelen ve, ebedi bir biçimde, mutlak Yaratıcı’nın kesin evlatları olarak sonsuzluğun bütünlüğünün mutlak nitelikli özgür iradesel parçaları halinde kalmaya devam eden kişiliklerin sınırsız galaksisinden meydana gelmektedir.
106:9.1 (1173.2) Kutsal Üçleme’nin Kutsal Üçlemesi’ne dair kavramsallaşmalar içinde bizler, sınırsız gerçekliğin olası deneyimsel birleşimi üzerinde düşünmekteyiz; ve, bizler, zaman zaman, tüm bunların hepsinin çok uzak ebediyetin tamamiyle bilinmeyen bir uç noktasında gerçekleşebileceğini kurgulamaktayız. Ancak, tüm geçmiş ve gelecek evren çağlarında olduğu gibi içinde yaşadığımız tam da bu çağda, yine de, sonsuzluğun mevcut ve yaşanmakta olan bir birleşimi bulunmaktadır; bu türden birleşme, Cennet Kutsal Üçlemesi içinde deneyimseldir. Sonsuzluk birleşimi bir deneyimsel gerçeklik olarak düşünülemez derecede uzaktır; ancak, sonsuzluğun koşulsuz bir bütünlüğü şu an içerisinde, kâinat mevcudiyetinin şu anında üstün olup, kendisi mutlak olan deneyimsel bir görkem ile tüm gerçekliğin farklılaşmalarını birleştirmektedir.
106:9.2 (1173.3) Sınırlı yaratılmışlar; tamamlanmış ebediyetin kesinlik düzeyleri üzerinde sonsuzluk bütünleşimini düşünmeye çalıştıklarında, sınırlı mevcudiyetleri içinde içkin olan ussal sınırlılıklar ile karşılaşırlar. Zaman, mekân ve deneyim yaratılmış kavramsallaşması için engelleri oluşturur; ve, yine de, zaman olmadan, mekânın dışında, ve deneyim bulunmadan hiçbir yaratılmış, kâinat gerçekliğine ait sınırlı bir kavramsallaşmaya bile erişemez. Zamanın algısı olmadan herhangi bir yaratılmışın mümkün bir biçimde birbirini takip eden ilişkileri algılayabilmesi imkânsızdır. Zaman algısı olmadan herhangi bir yaratılmış, eş zamanlılığın ilişkilerini kavrayamaz. Deneyim olmadan herhangi bir evrimsel yaratılmışın mümkün bir biçimde mevcut oluşu bile imkânsızdır; sadece Sonsuzluk’un Yedi Mutlak’ı gerçekten deneyimi aşabilir, ve bunlar bile bazı fazlarda deneyimsel nitelikte bulunmaktadır.
106:9.3 (1173.4) Zaman, mekân ve deneyim göreceli gerçeklik algısı için insanın en büyük yardımcılarıdır; ve, yine de onlar, bütüncül gerçeklik algısı karşısında onun sahip olduğu en korkulu engelleridir. Faniler ve birçok diğer evren yaratılmışları potansiyelleri, mekân içinde gerçekleşmekte ve zaman için sonuçlanmak için evirilmekte olarak düşünmeyi gerekli görmektedirler; ancak, bu bütüncül süreç, Cennet üzerinde ve ebediyet içinde mevcut bir biçimde gerçekleşmeyen bir zaman-mekân olgusudur. Mutlak düzeyde, ne zaman ne de mekân bulunur; tüm potansiyeller orada mevcudiyetler olarak algılanabilir.
106:9.4 (1173.5) Tüm gerçekliğin bütünleşimine dair kavramsallaşma, ister bu çağ içinde ister herhangi başka bir evren çağında olsun, temel olarak iki katmanlıdır: varoluşsal ve deneyimsel. Bu türden bir bütünlük, Kutsal Üçleme’nin Kutsal Üçlemesi içinde deneyimsel gerçekleşimin süreci içindedir; ancak, bu üç katmanlı Kutsal Üçleme’nin görünen gerçekleşiminin düzeyi, doğrudan bir biçimde, kâinat içindeki sınırlılıkların giderilişiyle ve gerçekliğin kusursuzluklarıyla orantılıdır. Ancak, gerçekliğin bütüncül birleşimi; tam da bu evren anında sonsuz gerçekliğin bünyesinde mutlak bir biçimde bütünleştiği, Cennet Kutsal Üçlemesi içinde koşulsuz ve ebedi ve deneyimsel olarak mevcuttur.
106:9.5 (1174.1) Deneyimsel ve varoluşsal bakış açıları tarafından yaratılmakta olan çelişki; kaçınılmaz olup, kısmi bir biçimde, Cennet Kutsal Üçlemesi ve Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’nin her birinin, fanilerin yalnızca bir zaman-mekân göreceliliği olarak algılayabildiği bir ebediyet ilişkisi olduğu gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Zaman-bakış-açısı olarak — Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’ne ait kademeli deneyimsel gerçekleşime dair insan kavramsallaşması, ebediyet bakış-açısı-olarak — hali hazırda bir gerçekleştirme halindeki ilave düşünce ile desteklenmek zorundadır. Ancak, bu iki bakış-açısı nasıl birleştirilebilir? Sınırlı faniler için bizler; Cennet Kutsal Üçlemesi’nin, sonsuzluğun varoluşsal bütünleşimi olduğu, ve, Kutsal Üçlemeler’in deneyimsel Kutsal Üçlemesine ait mevcut mevcudiyeti ve tamamlanmış dışavurumu tespit etmedeki yetkinsizliğin kısmi olarak şu nedenlerden dolayı karşılıklı bozulma altında bulunduğu gerçekliğinin kabulünü sizlere tavsiye etmekteyiz:
106:9.6 (1174.2) 1. Koşulsuz ebediyetin kavramsallaşmasını kavrama yetkinsizliği olarak sınırlı insansal bakış açısı.
106:9.7 (1174.3) 2. Deneyimselliklerin mutlak düzeyinden uzaklık olarak kusursuz insan düzeyi.
106:9.8 (1174.4) 3. Deneyim yöntemi vasıtasıyla insanlığın evrimleşmek için tasarlandığı, ve, bu nedenle, içkin ve yapıcı bir biçimde deneyime bağlı olmak zorunluluğu biçimde insan mevcudiyetinin amacı. Yalnızca bir Mutlak hem varoluşsal hem de deneyimsel olabilir.
106:9.9 (1174.5) Cennet Kutsal Üçlemesi içinde Kâinatın Yaratıcısı, Kutsal Üçlemeler’in Kutsal Üçlemesi’nin BEN’idir; ve, Yaratıcı’yı sonsuz olarak deneyimlemedeki başarısızlık sınırlılığın sınırlılıklarından kaynaklanmaktadır. Varoluşsal, tekil ve Kutsal Üçleme-öncesi erişilemez BEN’in kavramsallaşmasına ek olarak Kutsal Üçlemeler’in deneyimsel sonraki-Kutsal Üçleme’si ve erişilebilir BEN’in düşüncesi, tek ve aynı varsayımdır; mevcut hiçbir değişiklik Sonsuz içinde gerçekleşmemiştir; görünen tüm gelişmeler, gerçeklik algısı ve kâinatsal takdir için artan yetiler sebebiyle gerçekleşmektedir.
106:9.10 (1174.6) BEN, son kertede, tüm varoluşsallıklardan önce ve tüm deneyimselliklerden sonra mevcut olmalıdır. Bu düşünceler; insan aklı içinde ebediyet ve sonsuzluğun karmaşalıklarını aydınlığa kavuşturamayabilirken, en azından, Salvington üzerinde ve daha sonra kesinlik unsurları olarak ve uçsuz bucaksız evrenler içindeki ebedi süreçlerinizin sonu gelmez geleceği boyunca sizlerin ilgisini çekmeye devam edecek sorunlar olarak, hiç tükenmeyen bu sorunlar ile bu türden sınırlı usların yeniden uğraşmasını sağlamalıdır.
106:9.11 (1174.7) Er ya da geç tüm evren kişilikleri, ebediyetin nihai arayışının; İlk Kaynak ve Merkez’in mutlaklığına olan hiç bitmeyen keşif seyahati olarak sonsuzluğun sonu gelmez araştırması olduğunu anlamaya başlayacaklardır. Er ya da geç hepimiz, tüm yaratılmış büyümesinin Yaratıcı tanımlaması ile orantılı olduğunun farkına varacağız. Bizler, Tanrı’nın iradesini yaşamanın; sonsuzluğun kendisinin sahip olduğu sonsuz olasılık için ebedi giriş kartı niteliğinde bulunduğu anlayışına varacağız. Faniler gelecekte bir zaman içinde; Sonsuz’un arayışındaki başarının Yaratıcı-gibi-olmaya erişimle doğru orantılı olduğunun, ve, bu evren çağı içinde Yaratıcı’nın gerçekliklerinin kutsallığın nitelikleri içinde açığa çıkarıldığının farkına varacaklardır. Ve, kutsallığın bu niteliklerine kişisel olarak, kutsal bir biçimde yaşama deneyimi içinde kâinat yaratılmışları tarafından sahip olunabilmektedir; ve, kutsal bir biçimde yaşamak, gerçekte, Tanrı’nın iradesini yerine getirmektedir.
106:9.12 (1175.1) Maddi, evrimsel ve sınırlı yaratılmışlar için, Yaratıcı’nın iradesini yaşama temeli üzerine oturtturulmuş bir yaşam; doğrudan bir biçimde, kişilik alanında ruhaniyet yüceliğine olan erişime götürmekte olup, bu türden yaratılmışları Yaratıcı-Sonsuzluk’un kavrayışında bir adım yaklaştırır. Bu türden bir Yaratıcı yaşamı; güzelliğe olan duyarlılık biçiminde gerçeklik üzerine dayanmakta olup, iyilik üstünlüğü altındadır. Bu türden bir Tanrı-bilen birey; içe-dönük bir biçimde, ibadet tarafından aydınlanmakta olup, dışa dönük bir biçimde, bağışlamayla dolu ve derin sevgiyle güdülenen bir hizmet yardımı olarak tüm kişiliklerin kâinatsal kardeşliğine ait içten hizmete adanmıştır; bunun karşısında, tüm bu yaşam nitelikleri kâinatsal bilgeliğin, bireyin kendisini gerçekleştiriminin, Tanrı’yı-bulmanın ve Yaratıcı ibadetinin sürekli yükselen düzeylerinde evrimleşen kişilik içinde bütünleşmektedir.
106:9.13 (1175.2) [Nebadon’un bir Melçizedek unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
107. Makale
107:0.1 (1176.1) HER NE KADAR Kâinatın Yaratıcısı kişisel olarak evrenlerin tam merkezindeki Cennet üzerinde ikamet eder konumda bulunsa da, o aynı zamanda mevcut bir halde, kendisine ait zamanın sayısız çocuklarının akıllarında mekânın dünyaları üzerinde hazır bulunmaktadır. Ebedi Yaratıcı, gezegensel fani evlatlarından hem en uzak düzeyde soyutlanmış ve aynı zamanda onlarla olası en yüksek düzeyde ilişkili konumda bulunmaktadır.
107:0.2 (1176.2) Düzenleyiciler, insanların ruhları içerisinde Yaratıcı’nın derin sevgisinin mevcudiyetinin maddileşimidir; onlar, fani akıl içinde esir tutulmuş haldeki insanın ebedi sürecinin çok önemli geleceğidir; onlar, sahip olduğu Cennet Yaratıcısı’nın kutsal mevcudiyetine gerçek bir biçimde erişene kadar evrenler boyunca gerçekleşen yükselişi süresince aşama aşama Yaratıcı’nın iradesini yaşamaya olan erişimin kutsal yönteminde ilerleyen bir şekilde ustalaşırken önceden tadabileceği, kusursuzlaştırılmış kesinlik kişiliğinin özüdür.
107:0.3 (1176.3) İnsana kusursuz olmasını, hatta kendi gibi kusursuz olmasını, salık vermiş bir biçimde Tanrı; bu şekilde emredildiği biçimiyle, göksel nihai sonun erişiminde insanın deneyimsel eşi haline gelmesi için Düzenleyici olarak gökten inmiştir. İnsanın aklında ikamet eden Tanrı’nın nüvesi, insanın; bedenin günlerinde bile insanı bulması ve onu evlatlık içine alması için Tanrı’dan gelmiş bir biçimde, Kâinatın Yaratıcısı’nı bu kutsal Düzenleyici ile olan ilişkilemiyle bulabileceğinin mutlak ve koşulsuz güvencesidir.
107:0.4 (1176.4) Bir Yaratan Evlat’ı görmüş olan her fani, Kâinatın Yaratıcısı’nı görmüş haldedir; ve, bir kutsal Düzenleyici tarafından ikamet edilen kişi, Cennet Yaratıcısı tarafından ikamet edilmektedir. Kendisine ait ikamet eden Düzenleyici’nin rehberliğini bilinç dâhilinde veya bilinçsiz olarak takip eden her fani, Tanrı’nın iradesi uyarınca yaşamaktadır. Düzenleyici mevcudiyetinin bilinci, Tanrı’nın mevcudiyetinin bilincidir. İnsanın evrimsel ruhunun Düzenleyici ile olan ebedi bütünleşimi, İlahiyat’ın bir evren yardımcısı olarak Tanrı ile ebedi birlikteliğin gerçeksel deneyimidir.
107:0.5 (1176.5) Tanrı gibi olmanın, Cennet’e erişmenin ve burada İlahiyat’ın mevcut kişiliği önünde kutsal armağanın sonsuz kaynağına ibadet etmenin tatmin edilemez isteğini ve bitmek tükenmek bilmeyen arzusunu insan içinde yaratan Düzenleyici’dir. Düzenleyici; gerçekte fani evladı kendisinin Cennet Yaratıcısı’na bağlayan ve onu gittikçe yaklaşan bir biçimde Yaratıcı’ya çeken, canlı mevcudiyettir. Düzenleyici; insandan Tanrı’dan olan ayrık konumunun uzaklığı ve ebedi Yaratıcı’nın kâinatsallığına tezat bir biçimde onun taraflılığı tarafından açığa çıkan devasa kâinat gerilimine dair sahip olduğumuz telafisel eşitlenmedir.
107:0.6 (1176.6) Düzenleyici; faninin tercihine bağlı olarak, nihai bir biçimde Tanrı ve insanın bu geçici birlikteliğini tamamlayabilen ve dikkate değer bir biçimde sonu gelmez kâinat hizmetinin yeni bir düzeyini gerçekleştirebilen nitelikteki, sınırlı bir yaratılmışın aklında esir tutulan sonsuz bir varlığın mutlak bir özüdür. Düzenleyici; Tanrı’nın insanın Yaratıcısı olduğu gerçekliğini gerçek haline getiren kutsal kâinat mevcudiyetidir.
107:0.7 (1177.1) Evrimsel dünyalar üzerinde yaratılmışlar, varlığın üç genel gelişimsel aşamasını kat ederler: Düzenleyici’nin varışından, Urantia üzerinde yaklaşık olarak yirmi yaş olan göreceli bütüncül büyümeye kadar Görüntüleyiciler zaman zaman Düşünce Değiştiricileri olarak adlandırılır. Bu zaman zarfından özgür düşünceye erişime kadar, yaklaşık kırk yıl boyunca, Gizem Görüntüleyicileri Düşünce Düzenleyicileri olarak adlandırılırlar. Özgür düşünceye erişimden bedenden kurtuluşa kadar onlardan sıklıkla Düşünce Denetleyicileri olarak bahsedilir. Fani yaşamın bu üç fazı, akıl büyümesinde ve ruh evrimindeki Düzenleyici ilerleyişinin üç aşamasıyla hiçbir ilişkiye sahip değildir.
107:1.1 (1177.2) Düşünce Düzenleyicileri özgün İlahiyat’ın özü olduğu için, doğaları ve kökenleri hakkında hiçbir unsur bütüncül bilgiye sahip bir biçimde görüş bildirmeye cüret dahi edemez; ben yalnızca, Salvington’un tarihsel anlatımları ve Uversa’nın inanışlarını aktarabilirim; ben sadece, asli evren boyunca Gizem Görüntüleyicileri ve onların birliktelik unsurlarını nasıl gördüğümüzü açıklayabilirim.
107:1.2 (1177.3) Düşünce Düzenleyicileri’nin bahşedilme biçimiyle ilgili çeşitli görüşler bulunsa da, kökeni hakkında bu türden hiçbir farklılık bulunmamaktadır; onların doğrudan bir biçimde İlk Kaynak ve Merkez olan Kâinatın Yaratıcısı’ndan geldiği herkes tarafından kabul edilmiştir. Onlar yaratılmış varlıklar değillerdir; onlar, sınırsız Tanrı’nın gerçeksel mevcudiyetini oluşturan nüveler haline getirilmiş birimlerdir. Açığa çıkarılmamış birçok birliktelik unsuruyla beraber Düzenleyiciler, İlahiyat’ın koşulsuz ve bütüncül özünden hiçbir şey kaybetmemiş kısımları olarak katışıksız ve saf kutsallıktır; onlar Tanrı’ya aittir, ve, kavrayabildiğimiz kadarıyla, onlar Tanrı’dır.
107:1.3 (1177.4) İlk Kaynak ve Merkez’in mutlaklığından kopan bir biçimde ayrık mevcudiyetlerinin başlangıç zamanları hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz; buna ek olarak onların sayısını da bilmemekteyiz. Bizler, insan aklında ikamet etmek için zamanın gezegenlerine ulaşana kadar onların geçmiş süreçleri ile ilgili çok az bilgiye sahibiz; ancak, bahse konu andan itibaren bizler üç olasılıklı nihai sonlarının tamamlanışları dâhil olmak üzere bu aşamaya kadar belli bir bilgiye sahip konumda bulunmaktayız; bu üç olasılıklı son, bir fani yükseliş unsuruyla olan bütünleşmeyle gerçekleşen kişilik erişimi, Kâinatın Yaratıcısı’nın emriyle gerçekleşen kişilik erişimi veya Düşünce Düzenleyicisi’nin bilinen görevlerinden özgür bırakılmadan meydana gelmektedir.
107:1.4 (1177.5) Her ne kadar bizler herhangi bilgiye sahip olmasak da, kâinat genişledikçe ve Düzenleyici bütünleşimi adaylarının sayısı çoğaldıkça Düzenleyiciler’in sürekli bir biçimde bireyselleştiklerini varsaymaktayız. Ancak, Düzenleyiciler hakkında sayısal bir büyüklükten bahsetmeye çalışarak hata yapmaktayız; Tanrı’nın kendisi gibi düşünülemez doğasının bu nüveleri de varoluşsal olarak sınırsız olabilir.
107:1.5 (1177.6) Düşünce Düzenleyicileri’nin kökenine ait yöntem, Kâinatın Yaratıcısı’nın açığa çıkarılmamış işlevlerinden biridir. Bizler, İlk Kaynak ve Merkez’in diğer mutlak birlikteliklerinin hiçbirinin Yaratıcı nüvelerinin üretimiyle ilişkili olmadığına inanmak için her nedene sahibiz. Düzenleyiciler, tamamiyle ve ebedi olarak, kutsal armağanlardır; onlar Tanrı’ya ait olup, Tanrı’dan gelmektedir, ve onlar Tanrı gibidir.
107:1.6 (1177.7) Bütünleşme yaratılmışları ile olan ilişkilerinde onlar, Tanrı’nın ruhaniyet olduğu duyurumunu derin bir biçimde doğrular nitelikte göksel ve ruhsal bir hizmeti açığa çıkarırlar. Ancak orada, Urantia fanileri için daha öncesinde hiçbir biçimde açığa çıkarılmamış nitelikte, bu aşkın hizmete ek çok daha fazla şey gerçekleşir. Buna ek olarak bizler ne de bütünüyle, Kâinatın Yaratıcısı’nın zamanın bir yaratılmışının kişiliğinin bir parçası olması için kendisinden verdiğinde gerçekte neyin tam anlamıyla ortaya çıktığını anlamaktayız. Ne de Cennet kesinlik unsurlarının yükseliş ilerleyişi henüz, insan ve Tanrı’nın bu göksel birlikteliği içinde içkin olan bütün olasılıkları ortaya çıkarmıştır. Son kertede, Yaratıcı nüveleri; sahip oldukları nihai sonun mutlak olarak Tanrı’ya erişimin olasılığını içine aldığı yaratılmışlar için, mutlak Tanrı’nın armağanı olmalıdır.
107:1.7 (1178.1) Kâinatın Yaratıcısı sahip olduğu kişilik-öncesi İlahiyatı’nı nüveleştirirken, benzer bir biçimde Sınırsız Ruhaniyet sahip olduğu akıl-öncesi ruhaniyetinin kısımlarını, ruhaniyet-bütünleşme düzeylerindeki kurtuluş fanilerinin evrimsel ruhlarında ikamet etmek ve onlarla gerçek anlamda bütünleştirmek için bireyselleştirir. Ancak Ebedi Evlat’ın doğası, bu şekilde nüveleştirilebilir nitelikte değildir; Özgün Evlat’ın ruhaniyeti ya tek bir noktada yoğunlaşmış veya tamamiyle ayrışık biçimde kişiseldir. Evlat-ile-bütünleşmiş yaratılmışlar, Ebedi Evlat’ın Yaratan Evlatları’na ait ruhaniyetin kişiselleşmiş bahşedilmişlikleriyle bir bütün halindedirler.
107:2.1 (1178.2) Düzenleyiciler, bakir birimler olarak kişiselleştirilmişlerdir; ve, onların tümü, ya bütünleşmiş, ya özgürleştirilmiş veya Kişiselleştirilmiş Görüntüleyiciler hale gelen nihai sona sahiptirler. Bizler, her ne kadar bu farklılaşmaları bütünüyle kavramasak da, Düşünce Düzenleyicileri’nin yedi düzeyinin bulunduğunu anlamaktayız. Bizler sıklıkla farklı düzeyleri şu biçimde adlandırmaktayız:
107:2.2 (1178.3) 1. Bakir Düzenleyiciler, ebedi kurtuluş için evrimsel adayların akıllarında başlangıçsal görevde hizmet verenler. Gizem Görüntüleyicileri kutsal doğa bakımından ebedi bir biçimde özdeştirler. Onlar aynı zamanda, Divinington’dan dışarı doğru ilk hareketlerinde deneyimsel doğa bakımından da özdeştirler; daha sonraki deneyimsel farklılaşma, evren hizmeti içindeki mevcut deneyimin sonucudur.
107:2.3 (1178.4) 2. Gelişmiş Düzenleyiciler, zamanın yaratılmışının kişiliği ile Üçüncü Kaynak ve Merkez’in yerel evren dışavurumunun ruhaniyetine ait bireyselleşmiş bir kısım arasında nihai bütünleşmenin gerçekleştiği dünyalar üzerinde irade yaratılmışları ile bir veya daha fazla dönemi hizmet vermiş olanlar.
107:2.4 (1178.5) 3. Yüce Düzenleyiciler, evrimsel dünyalar üzerinde zamanın serüveni içinde hizmette bulunmuş ancak insan birlikteliklerinin belli bir nedenden dolayı ebedi kurtuluşu reddettiği, ve sonuç olarak başka evrimleşen dünyalar üzerinde farklı fanilerdeki diğer serüvenlere görevlendirilmiş olanlar. Bakir bir Görüntüleyici’den daha kutsal bir nitelikte bulunmayan nitelikte, bir yüce Düzenleyici; daha fazla deneyime sahip olarak, daha az deneyime sahip bir Düzenleyici’nin gerçekleştiremeyeceği şeyleri insan aklında yerine getirebilir.
107:2.5 (1178.6) 4. Ortadan Kaybolmuş Düzenleyiciler. Bu noktada, Gizem Görüntüleyicileri’nin süreçlerini takip etmedeki çabalarımızda bir boşluk ortaya çıkmaktadır. Orada, bizlerin emin olmadığı hizmetin bir dördüncü düzeyi bulunmaktadır. Melçizedekler, kâinatın âlemlerinin tümünde sürekli dolaşımda bulunan bir biçimde farklılaşmış görevlendirmelerde olan dördüncü-düzey Düzenleyicileri’ni öğretmektedirler. Yalnız İleticiler’in, Yaratıcı’nın kendisiyle olan canlandırıcı ilişkileniminin bir sürecini memnuniyetle deneyimleyen bir biçimde İlk Kaynak ve Merkez ile bir bütün olduklarına inanılmaktadırlar. Ve, bir Düzenleyici’nin her-yerde-mevcut Yaratıcı ile bir bütün halindeyken eş zamanlı olarak üstün evrende de sürekli dolaşımda bulunması tamamiyle mümkündür.
107:2.6 (1178.7) 5. Özgürleştirilmiş Düzenleyiciler, evrimleşen âlemlerin fanileri için zamanın hizmetinden ebedi bir biçimde özgürleştirilmiş Gizem Görüntüleyicileri. İşlevlerinin ne olduğuna dair herhangi bilgiye sahip bulunmamaktayız.
107:2.7 (1179.1) 6. Bütünleştirilmiş Düzenleyiciler — kesinlik unsurları — Kesinlik’in Cennet Birliği’ne ait zaman yükseliş unsurlarının ebedi eşleri olarak aşkın-evrenlerin yükseliş yaratılmışları ile bir bütün haline gelmiş olanlar. Düşünce Düzenleyicileri, genellikle zamanın yükseliş fanileri ile bütünleşir hale gelir; ve, bu türden kurtuluş fanileriyle birlikte onlar, Ascendington’a girişte ve çıkışta kayıt altına alınır; onlar, yükseliş varlıklarının serüvenini takip ederler. Yükseliş halindeki evrimsel ruh ile bütünleşim üzerine Düzenleyici’nin, kâinatın mutlak varoluşsal düzeyinden bir yükseliş kişiliğinin işlevsel ilişkileniminin sınırlı deneyimsel düzeyine dönüştüğü gözlenir. Deneyimsel kutsal doğanın tüm kişiliğini korurken bütünselleşmiş bir Düzenleyici, bir kurtuluş fanisinin yükseliş süreciyle ayrılamaz bir biçimde ilişkilenir.
107:2.8 (1179.2) 7. Kişiselleşmiş Düzenleyiciler, fani ikameti boyunca olağandışı üstünlüğe erişmiş ancak özneleri kurtuluşu reddetmişlerin çoğuna ek olarak vücutlaştırılmış Cennet Evlatları ile hizmet vermiş olanlar. Bu türden Düzenleyiciler’in, görevlendirildikleri aşkın-evrene ait Zamanın Ataları’nın tavsiyeleri üzerine kişiselleştirildiklerine inanmak için nedenlere sahibiz.
107:2.9 (1179.3) Bu gizemli Tanrı nüvelerinin sınıflandırılabileceği birçok biçim bulunmaktadır: onlar görevlendirildikleri evrene, bir bireysel fani ikametindeki başarısının ölçüsüne ve hatta bütünleşme için fani adayının ırksal kökenine göre sınıflandırılabilir.
107:3.1 (1179.4) Yedi aşkın-evrenin yedisinde de Gizem Görüntüleyicileri’nin tayini, idaresi, yönlendirilişi ve hizmetten dönüşü ile ilgili tüm kâinat etkinliklerinin Divinington’un kutsal âleminde odaklandığı görülmektedir. Bildiğim kadarıyla, Düzenleyiciler ve Yaratıcı’nın diğer birimleri dışında hiçbir unsur bu âlem üzerinde bulunmamıştır. Açığa çıkarılmamış kişilik-öncesi sayısız unsurun Divinington’u bir ev âlemi olarak Düzenleyiciler ile paylaşması olası görülmektedir. Bizler, bu akran unsurlarının Gizem Görüntüleyicileri’nin mevcut ve gelecek hizmeti ile bir ölçüde ilişkili olabileceği düşüncesini yürütmekteyiz. Ancak bizler böyle bir bilgiye gerçek anlamıyla sahip değiliz.
107:3.2 (1179.5) Düşünce Düzenleyicileri Yaratıcı’ya geri döndüklerinde zaman, Divinington olarak varsayılan kökenin âlemine geri giderler; ve, bu deneyimin bir parçası olarak muhtemel bir biçimde, başkaları tarafından bu gizli âlem üzerinde konumlandığı ifade edilen Yaratıcı’nın kutsallığının özelleşmiş dışavurumuyla beraber Yaratıcı’nın Cennet kişiliği ile mevcut iletişim bulunmaktadır.
107:3.3 (1179.6) Her ne kadar bizler Cennet’in bu yedi gizli âleminin tümüne dair bir takım bilgiye sahip olsak da, diğerlerine kıyasla Divinington hakkında daha az şey bilmekteyiz. Yüksek ruhsal düzeylerin varlıkları yalnızca üç kutsal emri almakta olup, onlar şunlardır:
107:3.4 (1179.7) 1. Kıdemli unsurlarının ve üstlerinin deneyim ve kazanımlarına her zaman yeterli saygıda bulunma.
107:3.5 (1179.8) 2. Alt kıdemdeki unsurlarının ve astlarının sınırlılıklarını ve deneyimsizliklerini her zaman göz önünde bulunduran bir biçimde düşünceli olma.
107:3.6 (1179.9) 3. Divinington’un kıyılarına herhangi bir inme girişiminde hiçbir zaman bulunmama.
107:3.7 (1179.10) Ben, Divinington’a gitmenin benim için fazlasıyla anlamsız olacağını çok defa düşünmüşümdür; muhtemel bir biçimde ben, Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler gibilerinin dışında herhangi bir sakini göremeyen konumda bulunmaktayım, ve, ben, Kişiselleşmiş Düzenleyicileri başka yerlerde görmüş bulunmaktayım. Divinington üzerinde, gelişimim ve ilerlememem için hayati derecede önemli hiçbir şeyin bulunmadığı veya oraya gitmememin yasaklanmamasını gerektiren bir biçimde, benim için gerçek değere veya yarara sahip hiçbir şeyin bulunmadığından oldukça eminim.
107:3.8 (1180.1) Divinington’dan Düzenleyiciler’in doğası ve kökeni hakkında neredeyse hiçbir şey öğrenemediğimiz için bizler, bin bir farklı kaynaktan bilgi toplamaya zorlanmaktayız; ve, bu türden bilginin bilgilendirici olması için bu toplanan veriyi bir araya getirmek, karşılıklı olarak anlamlandırmak ve ilişkilendirmek gerekmektedir.
107:3.9 (1180.2) Düşünce Düzenleyicileri tarafından sergilenen mertlik ve bilgelik, devasa kapsam ve aralıkta gerçekleşen bir hazırlanma sürecinden geçtiklerine işaret etmektedir. Onlar kişilikler olmadıklarından bu hazırlanma, Divinington’un eğitim kurumlarında aktarılmış olmalıdır. Benzersiz nitelikteki Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler, kuşkusuz bir biçimde, Divinington’un Düzenleyici eğitim okullarının kurum görevlilerini oluşturmaktadır. Ve, bizler; bu merkezi ve yüksek denetimde bulunan birliğine, kendi evreninin âlemlerine ait ırklar ve insan toplulukları üzerinde yedi katmanlı bahşedilmişliğini tamamlaması amacıyla, Mikâil düzenine ait ilk Cennet Evladı’nın şu anda Kişiselleştirilmiş olan Düzenleyicisi tarafından başkanlık edildiğini kesin olarak bilmekteyiz.
107:3.10 (1180.3) Bizler, gerçekten de, kişiselleştirilmemiş Düzenleyiciler hakkında çok az şey bilmekteyiz; bizler yalnızca, kişiselleşmiş düzeyler ile ilişki ve iletişimde bulunmaktayız. Bu unsurlar Divinington üzerinde kutsal bir biçimde isimlerini almış olup, her zaman, sayılarıyla değil isimleriyle bilinirler. Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler kalıcı bir biçimde Divinington üzerinde yerleşik haldedirler; bu kutsal âlem onların evleridir. Onlar bu yerleşkeden dışarı yalnızca Kâinatın Yaratıcısı’nın iradesiyle çıkmaktadır. Yerel evrenlerin nüfuz alanlarında çok azı bulunmaktadır, ancak daha fazla sayıdaki unsurları merkezi evrende mevcut haldedir.
107:4.1 (1180.4) Bir Düşünce Düzenleyicisi’nin kutsal olduğunu söylemek, doğrudan bir biçimde, kökeninin doğasını tanımaktır. Kutsallığın bu türden saflığının; ebedi ve sınırsız Cennet Yaratıcısı’nın mutlak özüne ve kâinatsal mevcudiyetine ait bu tür bir nüve içinde barınabildiği bir biçimde, İlahiyat’ın tüm niteliklerinin potansiyeline ait özden meydana geldiği kuvvetle muhtemeldir.
107:4.2 (1180.5) Düzenleyici’nin mevcut kaynağı sonsuzluk olmalıdır; ve, evrimleşen bir faninin ölümsüz ruhuyla bütünleşmeden önce Düzenleyici’nin gerçekliği mutlaklığa çok yakın bir konumda bulunmalıdır. Düzenleyiciler, İlahiyatsal anlamda, kâinatsal bütünlük bakımından mutlaklıklar değillerdir; ancak, onlar, muhtemel bir biçimde, nüveleştirilmiş doğalarının içkin potansiyelleri içinde gerçek anlamıyla mutlaklıklardır. Onlar, kâinatsal olan ile ilişkileri bakımından sınırlılardır; ancak doğaları bakımından böyle bir sınırlılığa sahip değillerdir; kapsamları bakımından sınırlılardır, ancak anlam, değer ve gerçekliliklerinin içeriksel yoğunluğu bakımından onlar mutlaktırlar. Bu nedenle bizler, zaman zaman, bu kutsal armağanları Yaratıcı’nın sınırlı mutlak nüveleri olarak adlandırmaktayız.
107:4.3 (1180.6) Herhangi bir Düzenleyici, hiçbir zaman, Cennet Yaratıcısı’na sadakatsizlikte bulunmamıştır; kişisel yaratılmışların daha alt düzeyleri zaman zaman sadık olmayan akranlarının etkilerine boyun eğme eğilimi gösterebilmektedir, ancak böyle bir durum Düzenleyiciler için hiçbir zaman geçerli değildir; onlar, yaratılmış hizmetinin ve kâinat işlevinin göksel sorumluluk alanlarında olası en yüksek düzeyde ve hatasız niteliktedir.
107:4.4 (1180.7) Kişiselleştirilmemiş Düzenleyiciler, yalnızca Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler için görülebilen nitelikte bulunmaktadırlar. Görevlendirilmiş Kutsal Üçleme Ruhaniyetleri ile birlikte, benim düzeyim olan Yalnız İleticiler, ruhsal karşılık olgularının araçlarıyla Düzenleyiciler’in mevcudiyetini tespit edebilir; ve, yüce melekler bile zaman zaman, insanların maddi akılları içerisindeki Görüntüleyiciler’in mevcudiyetiyle gerçekleşmesi beklenen ilişkilem sonucunda ortaya çıkan ruhaniyet parıltısının farkına varabilir; ancak, bizlerin hiçbiri, gerçekte, kişiselleştirilmedikleri müddetçe ve her ne kadar doğaları evrimsel dünyalardan gelen yükseliş fanilerinin bütünleşmiş kişiliklerinde ayırt edilebilir nitelikte bulunsa da, Düzenleyiciler’in gerçek mevcudiyetinin farkına varmaya yetkin değildir. Düzenleyiciler’in görülemezliği, güçlü bir biçimde, onların yüksek ve ayrıcalıklı kutsal köken ve doğasına işaret etmektedir.
107:4.5 (1181.1) Orada; bu kutsal mevcudiyete eşlik eden ve Düşünce Düzenleyiciler ile genel olarak ilişkilenir hale gelmiş, bir ruhaniyet parıltısı olarak niteleyici bir ışık bulunmaktadır. Nebadon evreni içerisinde bu Cennet parıltısı yaygın bir biçimde “rehber ışığı” olarak bilinmektedir; Uversa üzerinde o “yaşam ışığı” olarak adlandırılmaktadır. Urantia üzerinde bu olgu zaman zaman, “dünyaya gelen her insanı aydınlatan gerçek ışık” olarak adlandırılmaktadır.
107:4.6 (1181.2) Kâinatın Yaratıcısı’na erişmiş olan tüm varlıklar için Kişiselleşmiş Düşünce Düzenleyicileri görülebilir niteliktedir. Her aşamanın Düzenleyicileri tüm diğer varlıklar, unsurlar, ruhaniyetler, kişilikler ve ruhaniyet dışavurumları ile birlikte, her zaman; Cennet İlahiyatları içinde kökenini alan ve asli evrenin ana yönetimlerinde başkanlık eden Yüce Yaratan Kişilikleri tarafından görülebilir ayırt edilebilir niteliktedir.
107:4.7 (1181.3) Düzenleyici’nin ikametinin gerçek önemini gerçekten anlayabilmekte misiniz? Sınırlı fani doğalarınızda ikamet eder ve onunla bütünleşir haldeki, Kâinatsal Yaratıcı olarak mutlak ve sonsuz İlahiyat’ın mutlak bir nüvesine sahip olmanın gerçekte ne anlama geldiğini kavramakta mısınız? Fani insan, bütüncül kâinatın varoluşsal Nedeni’nin gerçek bir özüyle bütünleştiğinde, bu türden beklenmeyen ve hayal edilemeyen bir birlikteliğinin nihai sonu karşısında hiçbir sınır hiçbir zaman duramaz. Ebediyette, insan yalnızca nesnel İlahiyat’ın sonsuzluğunu değil, aynı zamanda, bu aynı Tanrı’nın öznel nüvesinin sonu gelmez sonsuzluğunu keşfediyor olacak. Düzenleyici her zaman, Tanrı’nın ihtişamını fani kişiliği için açığa çıkarıyor olacak; ve, bu göksel açığa çıkarılış herhangi bir zaman zarfına sona erebilen bir şey değildir, zira, Düzenleyici Tanrı’nın parçası olup, fani insan için Tanrı’dır.
107:5.1 (1181.4) Evrimsel faniler aklı, ruhaniyet ve madde arasındaki kâinatsal bir araç olarak görme eğilimdedirler; zira o gerçekten de, sizin tarafınızdan kavranabilen aklın başat hizmetidir. Bu nedenle, Düşünce Düzenleyicileri’nin akıllara sahip olduğunu insanların algılaması oldukça zordur; zira, Düzenleyiciler, yalnızca kişilik-öncesi olmayan aynı zamanda tüm enerji ve ruhaniyet farklılaşmasından da önce olan gerçekliğin mutlak bir düzeyindeki Tanrı’nın nüveleşimidir. Enerji ve ruhaniyet farklılaşmasından önceki tek bütünlük düzeyinde, aklın hiçbir aracı işlevi bulunamaz, zira burada aracılığı gerektirecek hiçbir ayrışım bulunmamaktadır.
107:5.2 (1181.5) Düzenleyiciler tasarımda, çalışmada ve sevgide bulunabildikleri için akıl ile eş kapsamda faaliyet gösterecek bireyin benliksek güçlerine sahip olmak zorundadır. Onlar, birbirleriyle iletişimde bulunabilecek sınırsız yetiye donatılmışlardır; bu, ilk kademe veya diğer bir değişle bakir toplulukların üstündeki Görüntüleyici türlerinin tümü için geçerlidir. Karşılıklı iletişimlerinin doğası ve içeriği hakkında çok az şey açığa çıkarabiliriz, çünkü biz onun hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ve, bizler buna ek olarak; herhangi bir biçimde kişiselleştirilebilmeleri için bir biçimde akıl bütünlüğüyle donatılmaları gerektiğini bilgisine sahibiz.
107:5.3 (1181.6) Düşünce Düzenleyicisi’nin akılsal bütünlüğü, Bütünleştirici Bünye’nin akıllarının atası olan — Kâinatın Yaratıcısı ve Ebedi Evlat’ın akılsal bütünlüğü gibidir.
107:5.4 (1181.7) Bir Düzenleyici içinde varlığı üzerine düşünülen aklın türü, İlk Kaynak ve Merkez’den varsayımsal olarak benzer bir biçimde kökenini aldığı kişilik-öncesi unsurların sayısız diğer düzeyinin akıl kazanımına benzer olmalıdır. Her ne kadar bu düzeylerin çoğu Urantia üzerinde açığa çıkarılmamış olsa da, onların tümü akılsal nitelikler sergilemektedirler. Özgün İlahiyat’ın bu bireyselleşmelerinin; fani-olmayan varlıkların sayısız derecedeki evrimleşen türüne ek olarak, bu türden İlahiyat nüveleri ile bütünleşmek için yetkinlik geliştirmiş evrimsel-olmayan varlıkların sınırlı bir sayısıyla bile bütünleşmesi aynı zamanda muhtemeldir.
107:5.5 (1182.1) Bir Düşünce Düzenleyicisi kurtuluş halindeki insanın evrimleşen nitelikteki ölümsüz morontia ruhuyla bütünleştiğinde, Düzenleyici’nin aklı, yalnızca, yükseliş fanisi evren ilerleyişinin ruhaniyet düzeylerine erişene kadar yaratılmış aklının ayrık parçası olarak tanınabilir.
107:5.6 (1182.2) Yükseliş deneyiminin kesinlik düzeylerine olan erişimin üzerine, altıncı aşamanın bu ruhaniyetleri; bu türden yükseliş kişiliklerinin kutsal ve insan fazları arasında daha öncesinden irtibat aracısı olarak faaliyet göstermiş fani ve Düzenleyici akıllarının belirli fazlarının bir bütünlüğünü yansıtan biçimde, belirli bir akıl etkisini dönüştüren görünüme sahiptirler. Bu deneyimsel akıl niteliği, muhtemel bir biçimde, “yüceleştirmekte” olup bunu takiben — Yüce Varlık olarak — evrimsel İlahiyat’ın deneyimsel kazanımını arttırır.
107:6.1 (1182.3) Yaratılmış deneyimi içerisinde Düşünce Düzenleyicileri ile karşılaşıldığında, onlar ruhani bir etkinin mevcudiyeti ve yönlendirişini sergilerler. Düzenleyici, gerçekten de, saf ruhaniyet olarak bir ruhaniyettir, ancak ruhaniyetten fazlasıdır. Bizler, Gizem Görüntüleyicileri’ni başarılı bir biçimde sınıflandırmaya hiçbir zaman yetkin olamadık; onlar hakkında kesin bir biçimde söylenebilecek olan tek şey, onların gerçek anlamda Tanrı-gibi olmalarıdır.
107:6.2 (1182.4) Düzenleyici, insanın ebediyet olasılığıdır; insan, Düzenleyici’nin kişilik olasılığıdır. Sizin bireysel Düzenleyicileriniz, geçici kimliğinizi ebedileştirme umudu içerisinde sizleri ruhanileştirmeye çalışmaktadırlar. Onlar gerçek anlamda ve kutsal bir biçimde sizleri derinden sevmektedir; onlar, insanların akıllarıyla sınırlandırılmış ruhaniyet ümidinin tutsaklarıdır. Onlar; maddi nişanların ve zamanın süslemelerinin sınırlarından sizlerle beraber kurtulabilsin, yalnızlıkları sonlanabilsin diye fani akıllarınızın kutsallık erişimini arzulamaktadırlar.
107:6.3 (1182.5) Sizlerin Cennet’e olan yolunuz, ruhaniyet erişimine olan yoldur; ve, Düzenleyici’nin doğası, aslına sadık bir biçimde, Kâinatın Yaratıcısı’nın ruhsal doğasının açığa çıkarılım sürecini başlatacaktır. Cennet yükselişinin sonrasında ve bireysel ebedi sürecin kesinlik-sonrası aşamalarında Düzenleyici, muhtemel bir biçimde, ruhaniyet hizmetinden başka bir kapsam içerisinde bir zamanlar insan eşliğini yapmış unsur ile iletişime geçecektir; ancak, Cennet yükselişi ve kesinlik süreci, ruhsallaşmaktaki Tanrı-bilen fani ile Tanrı-açığa-çıkaran Düzenleyici’nin ruhsal hizmeti arasındaki ilişkidir.
107:6.4 (1182.6) Bizler Düşünce Düzenleyicileri’nin saf ruhaniyetler olarak ruhaniyetler olduğunu, hatta muhtemel bir biçimde mutlak ruhaniyetler olduğunu, bilmekteyiz. Varsayılan akılsal bütünlüklerine ek olarak, saf enerjinin etkileri de mevcuttur. Tanrı’nın saf enerjinin ve saf ruhaniyetin kökeni olduğunu hatırlayacak olursanız, onun nüvelerinin bu ikisinin de olduğunu kavramak çok zor olmayacaktır. Düzenleyiciler’in uzayı, Cennet Adası’nın anlık ve kâinatsal çekim döngüleri üzerinde kat ettikleri bir gerçektir.
107:6.5 (1182.7) Düşünce Düzenleyicileri’nin, kâinat âlemlerinin maddi döngüleri ile bu şekilde ilişkilem içinde bulunması gerçekten de kafa karıştırıcıdır. Ancak, onların, maddi-çekim döngüleri üzerinde bütün asli evren boyunca ışımaları bir gerçek olarak varlığını korumaktadır. Dışsal mekân düzeylerine bile girişte bulunmaları tamamiyle mümkündür; onlar, kesin bir biçimde, Cennet’in çekim mevcudiyetini bu bölgelere doğru takip edebilirler; ve, her ne kadar benim bulunduğum kişilik düzeyi, Bütünleştirici Bünye’nin akıl döngüleri üzerinde ve aynı zamanda asli evrenin sınırları ötesinde ilerleyebilse de, bizler, dışsal uzayın girilmemiş bölgelerinde Düzenleyiler’in mevcudiyetini tespit etmede hiçbir zaman emin olamadık.
107:6.6 (1183.1) Ve yine de, Düzenleyiciler maddi-çekim döngülerini kullansa da, ona maddi yaratım gibi bağlı değildir. Düzenleyiciler, çekimin atasının nüveleridir, onun sonuçsal bütünlükleri değil; onlar, çekimin ortaya çıkışından varsayımsal olarak önce gelen mevcudiyetin bir kâinat düzeyi üzerinde birimselleşmişlerdir.
107:6.7 (1183.2) Düşünce Düzenleyicileri, bahşedildikleri andan fani öznelerinin doğal ölümü üzerine Divinington’a doğru yola koyulmaları için serbest bırakıldıkları güne kadar hiçbir dinlenme vakitleri yoktur. Ve, doğal ölümün kapılarından geçmeyen öznelere sahip olanlar, bu geçici dinlenmeyi bile deneyimlememektedir. Düşünce Düzenleyicileri, enerji alımına ihtiyaç duymamaktadır; onlar, en yüksek ve en kutsal düzeyin enerjisi olarak enerjilerdir.
107:7.1 (1183.3) Düşünce Düzenleyicileri, kişilikler değillerdir; ancak, onlar, gerçek unsurlardır; onlar, her ne kadar hiçbir şekilde faniler içinde ikamet ederlerken gerçekten kişiselleştirilmemişlerse de, gerçek anlamda ve kusursuzca bireyselleştirilmişlerdir. Düşünce Düzenleyicileri gerçek kişilikler değillerdir; onlar, kutsal mevcudiyet niteliğinde — kâinat âlemlerinin tümü içinde bilinen en saf düzeyin gerçeklikleri olarak gerçek gerçekliklerdir. Her ne kadar kişisel olmasa da Yaratıcı’nın bu muhteşem nüvelerinden, yaygın bir biçimde, varlıklar, ve, zaman zaman, faniler için gerçekleştirdikleri mevcut hizmetin ruhsal fazları göz önünde bulundurularak, ruhsal unsurlar olarak bahsedilir.
107:7.2 (1183.4) Eğer Düşünce Düzenleyicileri iradenin ayrıcalıklarına ve tercihin güçlerine sahip olan kişilikler değilse, bunun sonrasında nasıl olur da fani öznelerini seçmekte olup, evrimsel dünyaların bu yaratılmışları içinde ikamet etmeye gönüllü olabilmekteler? Bu, kâinat âlemlerinin tümü içerisinde muhtemel bir biçimde hiçbir varlığın şimdiye kadar tam cevabını bulamadığı, sorması kolay olan bir sorudur. Yalnız İleticiler olarak benim ait olduğum kişilik düzeyi bile, kişisel olmayan unsurlar içinde irade, tercih ve sevgi bahşedilişini bütünüyle anlamamaktadır.
107:7.3 (1183.5) Bizler sıklıkla, Düşünce Düzenleyicileri’nin tercihin tüm kişilik-öncesi düzeyleri üzerinde özgür iradeye muhtemel bir biçimde sahip oldukları üzerinde fikir yürütmüş bir konumda bulunmaktayız. Onlar insan varlıkları içinde ikamet etmeye gönüllü olmakta, insanın ebedi süreci için tasarımları öne sürmekte, koşullar uyarınca uyum sağlamakta, değişiklik göstermekte ve yer değiştirmektedir; ve, bu etkinlikler gerçek özgür iradeye işaret etmektedir. Onlar faniler için şefkate sahiptir, onlar kâinat buhranlarında faaliyet gösterir, onlar her zaman insan tercihiyle uyumlu olarak çok etkin bir biçimde hareket etmeyi beklemektedir; ve, tüm bunların hepsi, oldukça özgür iradesel tepkilerdir. İnsan iradesinin nüfuz alanıyla ilişkili olmayan tüm durumlarda onlar sorgulanamaz bir biçimde, güdülenen karar biçiminde iradenin her bakımdan dengi olan güçleri uyguladığını gösteren eylemi sergilerler.
107:7.4 (1183.6) Peki, eğer Düşünce Düzenleyicileri özgür iradeye sahipse, neden onlar fani iradenin altında onlara bağlıdırlar? Bizler bunun, her ne kadar doğaları bakımından mutlak olsa da Düzenleyici özgür iradesinin dışavurumsal bakımdan kişilik-öncesi olması nedeniyle gerçekleştiğini düşünmekteyiz. İnsan iradesi, kâinat gerçekliğinin kişilik düzeyi üzerinde faaliyet göstermektedir; ve, kâinat boyunca — kişilik-olmayan, alt-kişilik ve kişilik-öncesi olarak — kişilik-dışı niteliği her zaman, mevcut kişiliğin iradesi ve eylemlerine karşılık verir konumdadır.
107:7.5 (1183.7) Yaratılmış varlıkların ve kişilik-olmayan enerjilerin bir kâinatı boyunca bizler, kişilik olmadan açığa çıkmış iradeyi, özgür kararı, tercihi ve sevgiyi gözlemlememekteyiz. Düzenleyiciler ve diğer benzer unsurlar dışında bizler, kişilik-dışı gerçeklikler ile ilişkilem halinde faaliyet gösteren kişiliğin bu niteliklerine şahit olmamaktayız. Düzenleyici’yi alt-kişilik olarak tanımlamak doğru olmayacaktır; buna ek olarak böyle bir bütünlüğü kişilik-üstü olarak ima etmek de yerinde olmayacaktır; ancak, bu türden bir varlığı kişilik-öncesi olarak tanımlamak tamamiyle kabul edilebilir niteliktedir.
107:7.6 (1184.1) Bizim ait olduğumuz varlığın düzeyleri için İlahiyat’ın bu nüveleri, kutsal armağanlar olarak bilinmektedir. Bizler; Düzenleyiciler’in kökensel olarak kutsal olduğunu, ve, Kâinatın Yaratıcısı’nın, neredeyse sınırsız olan âlemleri boyunca her bir fani yaratılmışıyla veya hepsiyle doğrudan ve sınırsız iletişimin olasılığına dair bir ayrıcalığa sahip olduğunu ve tüm bunları Cennet Evlatları’nın kişiliklerinin benliği ve Sınırsız Ruhaniyet’in kişilikleri içindeki dolaylı hizmetleri olmadan gerçekleştirdiğinin muhtemel kanıtını ve gerçekleşim biçimini oluşturmaktadır.
107:7.7 (1184.2) Gizem Görüntüleyicileri’nin ev sahipleri olmaktan büyük keyif almayacak hiçbir yaratılmış varlık bulunmamaktadır; ancak, kesinliğin nihai sonuna ait evrimsel irade yaratılmışları dışında varlıkların hiçbir düzeyi bu şekilde ikamet edilmemektedir.
107:7.8 (1184.3) [Orvonton’un bir Yalnız İletici unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
108. Makale
108:0.1 (1185.1) Düşünce Düzenleyicileri’nin insan ırkları için görevi, zaman ve mekânın fani yaratılmışlarına Kâinatın Yaratıcısı’nı temsil etmek, onlar için Kâinatın Yaratıcısı olmaktır; bu, kutsal armağanların temel görevidir. Onların görevi aynı zamanda, fani akıllarını yükseltmek ve insanların ölümsüz ruhlarını Cennet kusursuzluğunun kutsal doruklarına ve ruhsal seviyelerine dönüştürmektir. Ve, geçici yaratılmışın insan doğasını ebedi kesinlik unsurunun kutsal doğasına bu şekilde dönüştürmenin bahse konu deneyimi içerisinde Düzenleyiciler; başka hiçbir kâinat yöntemiyle benzerinin gerçekleştirilmesi imkânsız olan, kusursuz Düzenleyici ve kusursuz yaratılmışın ebedi birlikteliğinden oluşmuş bir varlık olarak, varlığın benzersiz bir türünün mevcudiyetini meydana getirir.
108:0.2 (1185.2) Kâinatın bütünü içinde hiçbir şey, varoluşsal-olmayan düzeylerdeki deneyim gerçekliğinin yerini tutamaz. Sınırsız Tanrı, her zaman olduğu gibi, kötülük ve yaratılmış deneyimi dışında her şeyi sınırsız bir biçimde içinde barındıran bir biçimde bütüncül ve tamamlanmış konumdadır. Tanrı yanlışta bulunamaz, o hatasızdır. Tanrı deneyimsel olarak, herhangi bir zaman zarfında kişisel olarak deneyimlemediği herhangi bir şeyin bilgisine sahip olamaz; onun her şeye dair öncül bilgisi varoluşsaldır. Bu nedenle, Yaratıcı’nın ruhaniyeti Cennet’den, yükseliş sürecinin her mevcut deneyimine sınırlı fanilerle beraber katılmak için inmektedir; yalnızca bu türden bir yöntem ile varoluşsal Tanrı, gerçekte ve gerçek olarak insanın deneyimsel Yaratıcısı haline gelebilirdi. Ebedi Tanrı’nın sonsuzluğu, insan varlıklarının yaşamın inişli çıkışlı ilerleyişinde yaşadıkları deneyimleri mevcut bir biçimde paylaşan Düzenleyici nüvelerinin hizmet içinde gerçek bir biçimde mevcut hale gelen sınırlı deneyimin potansiyelini içine almaktadır.
108:1.1 (1185.3) Düzenleyiciler Divinington’dan fani hizmeti görevinde gönderildiklerinde, varoluşsal kutsallığın bahşedilişinde özdeştirler; ancak, onlar, evrimsel yaratılmışlar içinde ve onlarla olan daha önceki ilişkileri ölçüsünde deneyimsel nitelikler bakımından farklılıklar göstermektedirler. Bizler, Düzenleyici görevlendirmesinin temel dayanağını açıklayamayız; ancak, bu kutsal armağanların, ikamet ettikleri kişiliğe olan ebedi uygunluğun ve uyumun belli bir bilgi ve verimli siyasasıyla uyumlu olarak bahşedildiklerini düşünmekteyiz. Bizler; daha deneyimli olan Düzenleyici’nin sıklıkla, daha yüksek türdeki insan aklının ikametinde bulunduğunu kesin bir biçimde gözlemlemekteyiz; insan kalıtımı bu sebeple, tercih ve görevlendirmeyi belirlemede dikkate değer bir etken olmalıdır.
108:1.2 (1185.4) Her ne kadar kesin bir biçimde bilmesek de, güçlü bir biçimde tüm Düşünce Düzenleyicileri’nin gönüllü olduklarına inanmaktayız. Ancak herhangi bir biçimde gönüllü olmadan önce onlar, ikamet edilecek aday ile ilgili tüm veriye sahiptirler. İçten, yerel evrenlerin başkentlerinden başlayarak aşkın-evrenlerin yönetim merkezlerine, dışa doğru kadar genişleyen yansıma yöntemiyle, soya dair yüksek meleksel sunuları ve yaşam ilerleyişine dair öngörülen eylemler Cennet vasıtasıyla Divinington üzerindeki Düzenleyiciler’in yedek birliğine aktarılır. Bu öngörü, sadece fani adayın kökensel soylarını değil aynı zamanda muhtemel ussal donanımına ve ussal yetkinliğine dair yaklaşık bir tahmini kapsar. Düzenleyiciler böylelikle, içkin doğaları kendilerine bütünüyle bildirilmiş olan akıllarda ikamet etmeye gönüllü olmaktadırlar.
108:1.3 (1186.1) Gönüllükte bulunan Düzenleyici özellikle, insan adayındaki şu üç ehliyette ilgilenmektedir:
108:1.4 (1186.2) 1. Ussal yetkinlik. Akıl olağan bir şey midir? Ussal yetkinlik olarak ussal potansiyel nedir? Birey, gerçek bir irade yaratılmışına doğru gelişebilir mi? Bilgelik, faaliyet göstermek için bir imkâna sahip midir?
108:1.5 (1186.3) 2. Ruhsal algı. Dini doğanın doğumu ve gelişimi olarak derin saygısal gelişimin olanakları. Algının olası ruhsal yetkinliği olarak ruhun potansiyeli nedir?
108:1.6 (1186.4) 3. Bileşik ussal ve ruhsal güçler. Bu iki bahşedilmişliğin muhtemel bir biçimde bileşimi olarak ilişkilemi ölçüsünde, insan kişiliğinin gücü açığa çıkıp, kurtuluşun değerindeki ölümsüz bir ruhun belirli düzeydeki evrimine katkıda bulunmaktadır.
108:1.7 (1186.5) Karşılarındaki bu gerçeklerle Görüntüleyiciler’in özgür bir biçimde görev için gönüllülükte bulunması bizim inancımızdır. Muhtemel bir biçimde sadece bir tek Düzenleyici gönüllerinden başka, onlara ek bir biçimde; muhtemelen, yüksek denetimde bulunan kişiselleştirilmiş düzeyler, fani adayın kişiliğini ruhsallaştırma ve ebedileştirme görevine en elverişli olanı gönüllü Düzenleyiciler’in bu topluluğundan seçmektedirler. (Düzenleyiciler’in görevlendirilmesinde ve hizmetinde yaratılmışın cinsiyeti tercihte hiçbir öneme sahip değildir.)
108:1.8 (1186.6) Düzenleyici’nin gönüllülük ve mevcut görevlendirme süreci arasındaki kısa süre, muhtemelen; bekler konumdaki fani aklın bir işleyiş yönteminin, kişilik yaklaşımında ve akıl ruhanileştiriliminde en etkin tasarımlar hususunda görevlendirilmiş Düzenleyici’yi eğitmek için kullanıldığı Kişiselleştirilmiş Görüntüleyiciler’in Divinington okullarında, varsayımsal olarak, geçmektedir. Bu akıl örneği, aşkın-evren yansıma hizmeti tarafından sağlanan bir veri bileşimi vasıtasıyla oluşturulmuştur. Sonuç olarak bu yargı, Yalnız İleticiler’in uzun evren süreçleri boyunca çok sayıdaki Kişilikleştirilmiş Düzenleyici ile olan iletişimle elde edilen bilgiyi derlemenin sonucu olarak beslendiğimiz bir inanıştır.
108:1.9 (1186.7) Düzenleyiciler bir kez mevcut bir biçimde Divinington’dan görevlendirilerek gönderildiklerinde, bu an ile tercih ettikleri öznelerinin aklındaki ortaya çıkışlarındaki saat arasında neredeyse hiçbir vakit geçmemektedir. Divinington’dan Urantia’ya olan bir Düzenleyici’nin ortalama ulaşım süresi 117 saat, 42 dakika ve 7 saniyedir. Neredeyse bu zamanın tümü Uversa üzerindeki kayıt sürecinde geçmektedir.
108:2.1 (1186.8) Her ne kadar Düzenleyiciler kişilik öngörü tahminleri Divinington’a aktarılır aktarılmaz hizmet için gönüllülükte bulunsalar da, insan özneleri ilk ahlaki nitelikli kişisel kararlarında bulunana kadar mevcut bir biçimde görevlendirilmemektedirler. İnsan çocuğunun ilk ahlaki tercihi; yedinci akıl-emir-yardımcısında kendiliğinden belirtilmekte olup, bu usu Divinington’a vakit kaybetmeden gönderen aşkın-evren yönetim sorumlusu Üstün Ruhaniyet’in mevcudiyetinde, yerel evren Yaratıcı Ruhaniyeti’nin aracılığıyla Bütünleştirici Bünye’nin kâinatsal akıl-çekim döngüsü üzerinden derhal kayıt altına alır. Düzenleyiciler Urantia üzerinde insan öznelerine, ortalama olarak, altıncı doğum günlerinden biraz önce ulaşırlar. Mevcut nesilde bu süreç, beş yıl, on ay ve dört gün sürmektedir; bu, yeryüzü yaşamlarının 2.134’üncü günüdür.
108:2.2 (1187.1) Düzenleyiciler, emir-yardımcı akıl ruhaniyetlerinin ikamet eden hizmeti tarafından yerinde bir biçimde hazırlanana ve Kutsal Ruhaniyet tarafından döngüsel hale getirilene kadar fani aklına giriş yapamazlar. Ve, bu, bir Düzenleyici’nin kabulü için insan aklını bu şekilde yetkinleştirecek yedi emir-yardımcı ruhaniyetin eşgüdümsel işlevini gerektirmektedir. Yaratılmış aklı; ahlaki seçim biçiminde — iyilik ve kötülüğün ortaya çıkış halindeki değerleri arasında tercihte bulunma yetisini sergileyerek ibadetsel kabulü dışa vurmak ve bilgesel faaliyeti göstermek zorundadır.
108:2.3 (1187.2) Bu anlatılanlar böylece, Düzenleyiciler’in kabulü için insan aklının hazırlanma aşamasıdır; ancak, genel bir kural olarak, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bu farklı ruhaniyet hizmetkârları arasında ruhsal bir eşgüdüm sağlayıcısı olarak faaliyet gösterdiği dünyalar dışında bu türden akıllarda ikamet etmek için derhal ortaya çıkmamaktadır. Bahşedilme Evlatları’nın bu ruhaniyeti mevcut ise, yedinci emir-yardımcı akıl-ruhaniyeti faaliyet göstermeye başlayıp, bu türden fani bir us için ilişkili olan öncül altı emir-yardımcısının eşgüdümüne potansiyel olarak ulaştığını Evren Ana Ruhaniyeti’ne işaret ettiği anda, Düzenleyiciler hatasız bir biçimde anında öznelerinde ortaya çıkarlar. Bu nedenle, kutsal Düzenleyiciler, herkesi kapsayan bir biçimde, Hamsin Yortusu’nun gerçekleştiği günden beri Urantia üzerindeki ahlaki düzeydeki olağan akılların tümüne bahşedilmektedir.
108:2.4 (1187.3) Bir Gerçekliğin Ruhaniyeti ile bahşedilmiş akılla bile Düzenleyiciler, ahlaki kararın ortaya çıkışından önce fani usa keyfi bir biçimde zorla girişte bulunamaz. Ancak, bu türden ahlaki bir kararda bulunulduğunda, bu ruhaniyet yardımcısı Divinington’dan doğrudan bir biçimde gelen yönetim yetkisini üstlenir. Kutsal Düzenleyiciler ve onların insan özneleri arasında faaliyet gösteren hiçbir aracı veya arada bulunan yönetim unsuru bulunmamaktadır; Tanrı ve insan doğrudan bir biçimde birbirleriyle ilişkilidir.
108:2.5 (1187.4) Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin evrimsel bir dünyanın sakinleri üzerine aktarıldığı dönemlerden önce Düzenleyiciler’in bahşedilişinin birçok ruhani etki ve kişilik tutumu tarafından belirlendiği gözlenmektedir. Bizler, bu türden bahşedilmeleri düzenleyen yasaları bütünüyle kavramamaktayız; bizler, bu türden evrimleşen akıllarda ikamet etmeye gönüllü olmuş Düzenleyiciler’in salınımını tam olarak neyin belirlediğini anlamamaktayız. Ancak, bizler, Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin bahşedilişinden önce bu türden akıllar içerisinde Düzenleyiciler’in varışıyla ilişkili olduğu gözlenen sayısız etkiyi ve koşulları gözlemlemekteyiz; bunlar şunlardır:
108:2.6 (1187.5) 1. Kişisel yüksek melek koruyucularının görevlendirilimi. Eğer bir fani daha öncesinde bir Düzenleyici tarafından ikamet edilmemişse, bir kişisel koruyucunun görevlendirilimi Düzenleyici’yi derhal beraberinde getirir. Orada, Düzenleyiciler’in hizmeti ile kişisel yüksek melek koruyucularının hizmeti arasında oldukça belirgin ancak bilinmeyen bir ilişki bulunmaktadır.
108:2.7 (1187.6) 2. Ussal kazanım ve ruhsal erişimin üçüncü döngüsüne olan erişim. Ben, bu türden bir kazanımın bu hususlar ile ilgili yerel evren kişiliklerine işaret edilebilmelerinden öncesinde bile üçüncü döngünün tamamlanması üzerine Düzenleyiciler’in fani akıllara ulaştığını gözlemlemiş bulunmaktayım.
108:2.8 (1187.7) 3. Daha öncesinde sahip olunmayan olağandışı ruhsal değerdeki yüce bir kararda bulunma üzerine. Kişisel nitelikli gezegensel bir buhranda bu türden insan davranışını, genellikle, bekler konumdaki Düzenleyici’nin derhal gerçekleşen varışı takip eder.
108:2.9 (1187.8) 4. Kardeşliğin ruhaniyeti. Zihinsel döngülere olan erişimden ve — bir buhran kararına benzeyen herhangi bir şeyin yokluğu olarak — kişisel koruyucuların görevlendirilmesinden bağımsız olarak, evrimleşen bir fani; akranlarının sevgisinin egemenliği altına girince ve beden içindeki kardeşlerinin fedakâr hizmetine kendisini adayınca, bekler haldeki Düzenleyici, kesin bir biçimde, bu türden fani hizmetin aklında ikamet etmek için inişini gerçekleştirir.
108:2.10 (1188.1) 5. Tanrı’nın iradesini gerçekleştirme isteğinin duyurulması. Bizler, mekânın dünyaları üzerindeki birçok faninin Düzenleyiciler’i almaya olan görünürdeki hazır konumunu gözlemlemekteyiz; ama yine de, Görüntüleyiciler henüz ortaya çıkmamaktadır. Bizler, bu tür yaratılmışları; gün be gün yaşamlarını sürdürürlerken ve yakın bir zaman içinde, neredeyse bilinçdışı bir biçimde sessizce cennet içindeki Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirme arzusuna başlama kararını almalarını gözlemlememek için bekleriz. Ve, bunun sonrasında, bizler, Düşünce Düzenleyiciler’in doğrudan görevlendirilmelerine şahit oluruz.
108:2.11 (1188.2) 6. Yüce Varlık’ın etkisi. Düzenleyiciler’in, fani sakinlerin evrimleşen ruhlarıyla bütünleşmediği dünyalar üzerinde bizler; Düzenleyiciler’in zaman zaman, tamamiyle kavrayışımızın ötesinde bulunan etkilere karşılık gösteren bir konumda bahşedildiklerini gözlemlemekteyiz. Bizler, bu tür bahşedilmelerin Yüce Varlık’dan kökenini alan belli bir kendiliğinden gerçekleşen kâinatsal tepki eylemi tarafından belirlendiğini düşünmekteyiz. Bu Düzenleyiciler’in evrimleşen fani akıllarının belirli türleri ile neden bütünleşemediği veya bütünleşmediği hususunda herhangi bilgiye sahip değiliz. Bu türden etkileşimler bizler için hiçbir zaman açığa çıkarılmamıştır.
108:3.1 (1188.3) Bildiğimiz kadarıyla Düzenleyiciler; kâinat âlemlerinin tümü içinde bağımsız bir çalışma birimi olarak örgütlenmiş olup, göründüğü kadarıyla, doğrudan bir biçimde Divinington tarafından idare edilmektedir. Onlar, her yerel evrende tıpatıp aynı Gizem Görüntüleyicileri türleri tarafından hizmet edildiği biçimde, yedi aşkın-evren boyunca özdeştirler. Gözlemlerimize dayanarak bizler; ırklara, yazgı dönemlerine ve dünyalara, sistemlere ek olarak evrenlere doğru genişler haldeki sıralı bir örgütlenmeyi içine alan Düzenleyiciler’in sayısız bir dizisinin mevcut bulunduğu bilgisine sahibiz. Buna rağmen, asli evren boyunca birbirleriyle karşılıklı olarak yer değiştirerek faaliyet gösterdikleri için bu kutsal armağanları takip etmek aşırı bir biçimde zordur.
108:3.2 (1188.4) Düzenleyiciler, yalnızca yedi aşkın-evrenin yönetim merkezlerinde (Divinington’un dışında) nüfusları bilinen konumdadırlar. Her yükseliş yaratılmışı içinde ikamet eden her Düzenleyici’nin sayısı ve düzeyi, aşkın-evrenin yönetim merkezindeki Cennet yöneticilerine bildirilmektedir; ve, buradan onlar, ilgili yerel evrenin yönetim merkezine iletilip, bahse konu özel gezegene aktarılır. Ancak, yerel evren kayıtları, Düşünce Düzenleyicileri’nin bütüncül nüfusunu açığa çıkarmamaktadırlar; Nebadon kayıtları yalnızca, Zamanın Ataları’nın temsilcileri tarafından belirlenen yerel evren görevlendirilmiş sayısını taşımaktadır. Düzenleyici’nin bütüncül nüfusunun gerçek önemi, yalnızca Divinington üzerinde bilinmektedir.
108:3.3 (1188.5) İnsan özneleri sıklıkla, Düzenleyicileri’nin sahip olduğu numaralar ile bilinmektedir; faniler, nihai son koruyucusu tarafından yeni ismin yeni yaratılmışa bahşedilişi tarafından simgelenen birliktelik olarak, Düzenleyici bütünleşimi sonrasına kadar gerçek evren isimlerini almamaktadırlar.
108:3.4 (1188.6) Her ne kadar bizler Orvonton içindeki Düşünce Düzenleyicileri’nin kayıtlarına sahip olsak da, ve, bizler, onlar üzerinde herhangi bir yetkiye ve onlarla herhangi bir idari ilişkiye hiçbir biçimde sahip olmasak da, yerel evrenlerin bireysel dünyaları ile Divinington üzerindeki kutsal armağanların merkezi yerleşkesi arasında oldukça yakın bir idari ilişkinin bulunduğuna güçlü bir biçimde inanmaktayız. Bizler; bir Cennet bahşedilme Evladı’nın ortaya çıkışını takiben, bir evrimsel dünyanın, Düzenleyiciler’in gezegensel yüksek denetimcisi olarak kendisine atanmış bir Kişiselleşmiş Düzenleyici’ye sahip olduğunu kesin bir biçimde bilmekteyiz.
108:3.5 (1189.1) Tıpkı yüksek meleklerin baş idarecilerine veya evrimleşen dünyanın idaresine görevlendirilmiş varlıkların diğer düzeylerinin baş yöneticilerine yaptırımlarda bulunurken, yerel evren müfettişlerinin gezegensel bir soruşturmayı sürdürürlerken her zaman Düşünce Düzenleyicileri’nin gezegensel başı ile ilişkide bulunmaları ilgi çekici bir detaydır. Çok daha uzun olmayan bir süre önce Urantia bu türden dönemsel bir teftiş sürecini, Nebadon evreni içinde tüm yaşam deneyim gezegenlerinin egemen yüksek denetimcisi olan Tabamantia tarafından geçirmiştir. Ve, kayıtlar; insan-üstü kişiliklerin çeşitli başlarına ulaştırılan uyarılar ve iddianamelere ek olarak onun aynı zamanda, Salvington’da mı, Uversa’da mı yoksa Divinington’da mı konumlandığını kesin olarak bilmediğimiz Düzenleyiciler’in başıyla ilgili şu yargısal ifadeyi ulaştırdığını açığa çıkarmaktadır:
108:3.6 (1189.2) “Benim çok üstümde bulunan kıdemlilerim olarak şimdi sizlere, deneyimsel gezegen dizileri üzerinde geçici yönetimde bulunan biri olarak gelmiş bulunmaktayım; ve, ben, bu olağandışı âlem üzerinde hizmet etmeye gönüllü olmuş Gizem Görüntüleyicileri olarak göksel hizmetkârların bu muhteşem topluluğu için beğenimi ve derin saygımı iletmek için gelmiş bulunmaktayım. Buhranlar ne kadar zorlayıcı olursa olsun, sizler hiçbir zaman güçsüz düşmeyeceksiniz. Ne Nebadon’un kayıtlarında, ne de Orvonton heyetleri karşısında, bir kutsal Düzenleyici’ye bir kez olsun iddianamede bulunmamıştır. Sizler görevlerine her zaman bağlı oldunuz; sizler kutsal bir biçimde sadık oldunuz. Sizler, yanlışları gidermek ve kafası karışmış bu gezegende emek vermiş herkesin hatasını telafi etmek için yardımda bulundunuz. Sizler, bu geri kalmış âlemin ruhları içerisinde iyi olanın koruyucuları olarak muhteşem varlıklarsınız. Görünüşte gönüllü hizmetkârlar olarak benim yönetim altımda bulunsanız bile, sizlere saygı duymaktayım. Seçkin fedakârlığınızın, anlayışlı hizmetinizin ve tarafsız bağlılığınızın alçak gönüllü tanınışı içinde önünüzde eğilmekteyim. Sizler; bu çatışma ile parçalanmış, kederle vurulmuş ve hastalığa bulaşmış bu dünyanın sahip olduğu fani sakinlerin Tanrısal hizmetleri ismine layıksınız. Ne de onurlusunuz! Sizlere neredeyse tapıyorum!”
108:3.7 (1189.3) Birçok kanıtsal işaretin sonucu olarak bizler; Düzenleyiciler’in oldukça bütüncül bir biçimde örgütlenmiş olduklarına, muhtemelen Divinington olan, çok uzak ve merkezi bir kaynaktan bu kutsal armağanların derin bir ussallıkta ve etkin bir yönlendiricilikte idaresinin mevcut bulunduğuna inanmaktayız. Bizler onların Divinington’dan dünyalara geldiklerini bilmekteyiz; ve, kuşkusuz bir biçimde onlar, öznelerinin ölümleri üzerine buraya geri dönmektedirler.
108:3.8 (1189.4) Daha yüksek ruhaniyet düzeyleri arasında, idarenin işleyiş yöntemlerini keşfetmek oldukça zordur. Benim ait olduğum kişiliklerin düzeyi, kendilerine özel görevlerini yerine getirirken, kuşkusuz bir biçimde, uçsuz bucaksız evren ilişkilendiricileri olarak bir bütün halinde faaliyet gösteren sayısız düzeyde kişisel ve kişilik-dışı alt-İlahiyat topluluklarına bilinç-dışı bir biçimde katılmaktadır. Bizler, (Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler haricinde) kişilik-öncesi unsurların sayısız düzeyinin mevcudiyetinden özdeş bir biçimde haberdar olan, kişiselleştirilmiş yaratılmışların tek topluluğuyuz.
108:3.9 (1189.5) Bizler, İlk Kaynak ve Merkez’in kişilik-öncesi İlahiyatı’nın nüveleri olan Düzenleyiciler’in mevcudiyetinden haberdarız. Bizler, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kişilik-ötesi dışavurumları olan Görevlendirilmiş Kutsal Üçleme Ruhaniyetleri’nin mevcudiyetini hissetmekteyiz. Bizler, benzer bir biçimde, Ebedi Evlat’dan Sınırsız Ruhaniyet’e kadar uzanan belirli açığa çıkarılmamış düzeylerin ruhaniyet mevcudiyetini hatasız bir biçimde tespit etmekteyiz. Ve, bizler; sizler için daha da fazlası bulunan açığa çıkarılmamış diğer unsurlara tamamiyle karşılıksız bir konumda değiliz.
108:3.10 (1190.1) Nebadon’un Melçizedekleri; Yalnız İleticiler’in, evrimsel Yüce Varlık’ın genişleyen İlahiyatı’na giriş yaparken bu çeşitli etkilerin kişilik eşgüdüm sağlayıcısı olduklarını öğretmektedir. Zamanın açıklanmamış olgularının çoğunun deneyimsel bütünleşimi içinde bizlerin katılımcılar oldukları oldukça muhtemeldir; ancak bizler, bu türden faaliyetten bilinç-dâhilinde emin değiliz.
108:4.1 (1190.2) Diğer İlahiyat nüveleriyle olan olası eşgüdümleri dışında Düzenleyiciler, fani akıllarındaki etkinlik alanlarında oldukça yalnızlardır. Gizem Görüntüleyicileri, Yaratıcı’nın; her ne kadar görünüşte, asli evren boyunca tüm doğrudan kişisel güç ve yönetim yetkisini uygulamaktan vazgeçmiş olsa da, Cennet İlahiyatları’nın sahip olduğu Yüce Yaratan evlatları adına kendisini bu engelleyişine rağmen, tüm yaratılmış yaratımını Cennet Evlatları’nın ruhsal çekimiyle eşgüdümsel olarak kendisine doğru çekebilmesi için evrimleşen yaratılmışlarının akıllarında ve ruhlarında mevcut bulunmanın karşı konulamaz hakkını kesin bir biçimde kendinde saklı tuttuğu gerçeğini bütünlüklerinde işaret etmektedir. Henüz Urantia üzerindeyken sizin Cennet bahşedilme Evladı’nız şunları söylemiştir: “Ben, eğer yukarı çıkarılmışsam, insanların tümünü kendime çekeceğim.” Cennet Evlatları ve onların yaratıcı birlikteliklerinin bu ruhsal çekim gücünü bizler tanımakta ve anlamaktayız; ancak, bizler, insan aklında bu kadar cesur bir biçimde yaşayan ve çalışan bu Gizem Görüntüleyiciler içinde ve onlar vasıtasıyla tümüyle bilge olan Yaratıcı’nın işlevinin yöntemlerini bütünüyle kavramamaktayız.
108:4.2 (1190.3) Her ne kadar, kâinat âlemlerinin tümünün çalışmasına bağlı, onunla eşgüdüm halinde veya görünür bir biçimde onunla ilişkili olmasa da, her ne kadar insanların evlatlarının akıllarında bağımsız bir biçimde faaliyet gösterir olsa da, bu gizemli mevcudiyetler sonu gelmez bir biçimde, gelecek ve daha iyi bir yaşamın amaçları ve gayelerine doğru onları yukarı doğru çekmektedirler. Bu Gizem Görüntüleyicileri, devamlı bir biçimde, Nebadon evreni boyunca Mikâil’in ruhsal nüfuz alanının kurulumuna yardım ederken, gizemli bir biçimde, Orvonton’daki Zamanın Ataları’nın egemenliğinin istikrarlı hale getirilişine katkıda bulunmaktadır. Düzenleyiciler Tanrı’nın iradesinin tam da kendisidir; ve, Tanrı’nın Yüce Yaratan Evlatları aynı zamanda kişisel olarak bahse konu bu iradeyi temsil ettiği için, Düzenleyiciler’in faaliyetlerinin ve evren idarecilerinin egemenliğinin karşılıklı olarak birbirlerine bağlı olması gerekliliği kaçınılmazdır. Her ne kadar görünüşte ilişkisiz olsa da, Düzenleyiciler’in Yaratıcı mevcudiyeti ve Nebadon’un Mikâili’nin Yaratıcı egemenliği, aynı kutsallığın çeşitli dışavurumları olmalıdır.
108:4.3 (1190.4) Her ne kadar Düzenleyiciler herhangi ve tüm diğer ruhsal mevcudiyetlerden oldukça bağımsız bir biçimde gelip giden görünüme sahip olsalar da, tüm diğer ruhsal etkenlerin dışavurumsal işleyişlerini idare eden ve denetleyenlerden oldukça farklı evren yasaları uyarınca faaliyet eder görünümdedirler. Ancak, bu görünür bağımsızlığa rağmen, uzun dönemli gözlem sorguya yer bırakmayan bir biçimde onların; emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerine, Kutsal Ruhaniyet’e, Gerçekliğin Ruhaniyeti’ne ve diğer etkilere ek olarak tüm diğer ruhaniyet hizmetkârları ile birlikte kusursuz eş-uyum ve eşgüdüm içinde insan aklında faaliyette bulunduklarını göstermektedir.
108:4.4 (1190.5) Tıpkı Caligastia başkaldırısı sonrasında Urantia’nın olduğu gibi, bir gezegen döngü halindeki tüm dışsal iletişimden koparıldığında, bir dünya başkaldırı sonucunda tecrit altına alındığında, kişisel ileticiler haricinde doğrudan gezegenler arası veya evren iletişiminin tek bir olanağı bulunmaktadır; ve, bu, âlemlerin Düzenleyicileri’nin irtibatıyla gerçekleşir. Bir dünya üzerinde veya bir evrende ne olursa olsun, Düzenleyiciler hiçbir zaman doğrudan bir biçimde ilişkili değildir. Bir gezegenin tecridi, hiçbir biçimde, Düzenleyicileri ve yerel evrenin, aşkın-evrenin veya merkezi evrenin herhangi bir kısmı ile olan iletişim yetkinliklerini etkilememektedir. Ve, bu durum, nihayetin yedek birliklerine ait yüce ve kendi başına hareket eden Düzenleyiciler ile tecrit altına alınmış dünyalar üzerinde neden bu kadar sık iletişimde bulunulduğunun nedenini oluşturmaktadır. Gezegensel tecridin engellerini aşmada bir araç olarak bu türden yöntemin yardımcılığına başvurulmaktadır. Geçmiş yıllarda baş-meleklerin döngüsü Urantia üzerinde faaliyet göstermiştir; ancak, iletişim araçları büyük ölçüde, baş-melek birliğinin etkileşimleriyle sınırlıdır.
108:4.5 (1191.1) Tamamiyle anlamakta oldukça güçlük çektiğimiz uçsuz bucaksız kâinat içindeki birçok ruhani olgudan haberdarız. Bizler henüz, kendimizle ilgili gelişmekte olan her şeyin bilgisine üstünlükle sahip unsurlar değiliz; ve, ben, bu irdelenemez işleyişin Çekim İleticileri’nin ve Gizem Görüntüleyicileri’nin büyük bir kısmı tarafından yerine getirilmekte olduğuna inanmaktayım. Ben Düzenleyiciler’in yalnızca, fani akıllarının yeniden hazırlanmalarına adandıklarına inanmamaktayım. Ben; Kişiselleştirilmiş Görüntüleyiciler’in ve açığa çıkarılmamış kişilik-öncesi ruhaniyetlerin diğer düzeylerinin, âlemlerin yaratılmışları ile Kâinatın Yaratıcısı’nın doğrudan ve açıklanmamış iletişiminin temsilcisi olduğuna kani olmuş bir konumda bulunmaktayım.
108:5.1 (1191.2) Düzenleyiciler, Urantia üzerinde yaşayanlar gibi bu türden farklı varlıklar üzerinde ikamet etmeye gönüllü olduklarında zorlu bir görevi kabul ederler. Ancak, onlar, içinde âlemlerin ruhsal uslarının uyarılarını aldıkları ve bunun sonrasında bu ruhsal iletileri fani akla yeniden ifade etmeye veya diğer bir değişle çevirmeye giriştikleri bir biçimde, akıllarınızda mevcut olma sorumluluğunu üstlenmişlerdir; onlar, Cennet yükselişi için hayati derecede önemli unsurlardır.
108:5.2 (1191.3) Düşünce Düzenleyicisi’nin mevcut yaşamınızda kullanamayacağı şeyler olarak eş olarak verildiği insana başarılı bir biçimde aktaramayacağı bu doğruları; işbirliğin başarılı bir düzeyini gerçekleştirmede yaratılmışın yetkinsizliği veya başarısızlığı nedeniyle insan öznesinin deneyimine eklemede başarısız olduğu bu şeyleri tıpkı şimdi döngüden döngüye beraberinde taşıdığı gibi, mevcudiyetin diğer aşamasında kullanmak için aslına uygun bir biçimde muhafaza edecektir.
108:5.3 (1191.4) Güvenebileceğiniz tek bir şey bulunmaktadır: Düzenleyiciler hiçbir zaman, ilgilerini kazanmış hiçbir şeyi yitirmeyeceklerdir; bizler hiçbir zaman, bu ruhaniyet yardımcılarının herhangi bir zaman zarfında görevlerinde başarısız oldukları bilgisine sahip olmadık. Melekler ve ruhaniyet varlıklarının diğer yüksek türleri, Evlatlar’ın yerel evren türlerini bile içine alan bir şekilde, zaman zaman kutsal yoldan ayrılan bir biçimde kötülükle dönem dönem bütünleşebilir; ancak, Düzenleyiciler hiçbir zaman zayıf düşmeyeceklerdir. Onlar mutlak bir biçimde güvenilirdir; ve, bu, yedi topluluğun tümü için eşit derecede doğrudur.
108:5.4 (1191.5) Düzenleyiciniz, Tanrı ile olan ebedi evlatlığınızın ileri bahşedilmişliği olarak sizin yeni ve bir sonraki mevcudiyet düzeyinizin potansiyelidir. İradenizin kabulü vasıtasıyla ve onunla birlikte Düzenleyici; maddi aklın yaratılmış eğilimlerini, ortaya çıkan morontial ruhun güdülerine ve amaçlarına ait eylemlerine doğru yönlendirme gücüne sahiptir.
108:5.5 (1191.6) Gizem Görüntüleyicileri, düşünce yardımcıları değillerdir; onlar, düşünce düzenleyicileridirler. Onlar fani akıl ile birlikte; düzenleme ve ruhsallaştırma vasıtasıyla yeni dünyalar için yeni bir akıl ve gelecek süreciniz için yeni bir isim olarak inşa etme amacıyla emek vermektedir. Onların görevi başlıca gelecek yaşamla ilgilidir, bu yaşamla değil. Onlar cennetsel yardımcılar olarak adlandırılır, dünyasal yardımcılar olarak değil. Onlar, fani süreci kolaylaştırmayla ilgilenmemektedirler; bunun yerine onlar, kararlarınızın gelişmiş ve derin olması için yaşamınızı kabul edilebilir bir biçimde zorlu ve çetin hale getirmekle ilgilidir. Büyük bir Düşünce Düzenleyicisi’nin mevcudiyeti, yaşam kolaylığı ve zorlu düşünceden kurtuluşu bahşetmemektedir; bu türden bir kutsal armağan, yüce bir gönül rahatlığı ve muhteşem bir ruhaniyet huzuru sağlamalıdır.
108:5.6 (1192.1) Neşe ve kedere dair sizin geçici ve sürekli değişen duygularınız büyük ölçüde, içsel zihinsel ikliminize ve dışsal maddi çevrenize olan tamamiyle insanı ve maddi tepkilerdir. Bu nedenle, Düzenleyici’ye, bencil avunma ve fani huzur için yönelmeyin. Düzenleyici’nin görevi, kurtuluşunuzu teminat altına alan bir biçimde ebedi serüveninize sizleri hazırlama işidir. Gizem Görüntüleyicisi’nin görevi, altüst olmuş duygularınızı sakinleştirmek veya kırılan gururunuza hizmet etmek değildir; Düzenleyici’nin ilgisini çeken ve onun zamanını alan şey, uzun yükseliş süreci için ruhunuzun hazırlanışıdır.
108:5.7 (1192.2) Düzenleyiciler’in akıllarınızda ve ruhlarınız için tam olarak neyi gerçekleştirdiğini sizlere açıklayabilmeye yetkin olduğumdan kuşku duymaktayım. Bir kutsal Görüntüleyici ve bir kutsal aklın kâinatsal ilişkileminde gerçekte neyin gerçekleştiğinden bütünüyle haberdar olduğumu bilmemekteyim. Bütün bunların hepsi, tasarım ve amacı bakımından değil fakat erişimin gerçek biçimi olarak bir ölçüde bizler için gizemlidir. Ve, bu nedenle bizler, fani insanlara olan bu tür göksel hediyeler için uygun bir ismi bulmada bu türden bir zorlukla karşı karşıya kalmaktayız.
108:5.8 (1192.3) Düşünce Düzenleyicileri, korkuya dair hislerinizi derin sevginin ve kendinden eminliğin yargılarına doğru dönüştürmeyi istemektedirler; ancak onlar, bu türden şeyleri mekanik ve keyfi bir biçimde gerçekleştiremezler; bu sizlerin görevinizdir. Korkunun zincirlerinden sizleri kurtaracak olan bu kararları uygulamada sizler, kelimenin tam anlamıyla; Düzenleyici’nin, takiben yükseltici ve geliştirici nitelikli aydınlanmanın ruhsal bir kaldıracını uygulayacağı zihinsel dayanak noktası sağlamaktasınız.
108:5.9 (1192.4) Gerçekte neyin doğru ve yanlış olduğu konusu biçiminde (sadece sizin doğru ve yanlış olarak varsaydığınız şeyler değil) ırkların daha yüksek ve alçak eğilimleri arasındaki keskin ve oldukça belirgin çatışmalarına konu geldiğinde, Düzenleyici’nin her zaman bu tür deneyimlere belirli bir düzeydeki kesinlikte ve etkinlikte katılımda bulunacağına güvenebilirsiniz. Bu türden Düzenleyici etkinliğinin, insan eşi için bilinçsiz olabilme gerçekliği, onun değeri ve gerçekliğinden en ufak bir şey götürmemektedir.
108:5.10 (1192.5) Eğer nihai sonun kişisel bir koruyucusuna sahipseniz ve kurtuluşta başarısız olursanız, bu koruyucu meleği, kendisine verilen görevi yerinde bir biçimde gerçekleşip gerçekleştirmediği hususunda yargıyı almak için yargılanmak zorundadır. Ancak, Düşünce Düzenleyicileri, özneleri kurtuluşta başarısız oldukları zaman irdelenmeye bu şekilde tabi değillerdir. Bir melek hizmetin kusursuzluğunda muhtemel bir biçimde başarısız olabilirken, Düşünce Düzenleyicileri’nin Cennet kusursuzluğu niteliğinde işleyişte bulunduklarını hepimiz bilmekteyiz; onların hizmeti, Divinington’un dışındaki herhangi bir varlık tarafından eleştirilme ihtimalinin ötesindeki hatasız bir yöntemle nitelenmektedir. Sizler kusursuz rehberlere sahipsiniz; bu nedenle, kusursuzluğu hedefi kesin bir biçimde erişilebilirdir.
108:6.1 (1192.6) Urantia’nın fanilerinin olduğu gibi, dünyanın hayvan-kökenli varlıklarıyla gözetimsel bir birlikteliği gerçek anlamıyla tamamlamak için yüceltilmiş ve kusursuz Düzenleyiciler’in maddi yaratılmışın akıllarındaki mevcut deneyim için kendilerini önermeleri de gerçekten kutsal inişin bir mucizesidir.
108:6.2 (1193.1) Bir dünyanın sakinlerinin öncül düzeyi ne olursa da olsun, bir kutsal Evlat’ın bahşedilişinin ardından ve Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin insanların tümüne olan bahşedilişinden sonra Düzenleyiciler, tüm olağan irade yaratılmışlarının akıllarında ikamet etmek için bu türden bir dünyaya akın ederler. Bir Cennet bahşedilme Evladı’nın görevinin tamamlanışını takiben bu Görüntüleyiciler, gerçek anlamda, “içinizde cennetin krallığı” haline gelirler. Kutsal armağanların bahşedilişi vasıtasıyla Yaratıcı, günah ve kötülüğe olan en yakın yaklaşımda bulunur; zira, Düzenleyici’nin fani aklında, insanın doğrudan olan uzaklığının tam ortasında bile eş zamanlı olarak mevcut olma zorunluluğu kelimenin tam anlamıyla gerçektir. İkamet eden Düzenleyiciler özellikle, tamamiyle uygunsuz ve bencil olan düşüncüler tarafından ızdırap çekmektedirler; onlar, güzel ve kutsal olana gösterilen saygısızlıktan rahatsızlık duymaktadırlar; ve, onlar, insanın budalaca korkuları ve çocuksu endişelerinin çoğu tarafından neredeyse tamamen engellenmektedirler.
108:6.3 (1193.2) Gizem Görüntüleyicileri, kuşkusuz bir biçimde, kâinatın bütününe yayılmış bir biçimde Tanrı’nın imgesinin yansıması olarak Kâinatın Yaratıcısı’nın bahşedilişidir. Büyük bir öğretmen bir defasında; doğrulukta ve gerçekliğin tamamlanışında Tanrı gibi yeni insanlar haline gelmeleri, akıllarının ruhaniyetlerinde yenilenmeleri gerektiğini söyleyerek insanları uyarmıştı. Düzenleyici, Tanrı’nın mevcudiyeti olarak kutsallığın simgesidir. “Tanrı’nın imgesi” ne fiziksel benzerliğe ne de maddi yaratılmış donanımının çevrelenmiş sınırlılıkları anlamına gelmemektedir; bunun yerine o, evrenlerin alçak gönüllü yaratılmışları üzerine Düşünce Düzenleyicileri’nin göksel bahşedilmişliklerindeki Kâinatın Yaratıcısı’nın sahip olduğu ruhaniyet mevcudiyetinin armağanı anlamına gelmektedir.
108:6.4 (1193.3) Düzenleyici, ruhsal erişimin pınarı ve içinizdeki kutsal kişiliğin ümididir. O; tamamiyle hayvansal olan yaratılmışlardan sizleri bütüncül ve sonsuza kadar ayıran bir biçimde kurtuluşun gücü, ayrıcalığı ve olanağıdır. Düzenleyici; maddi bedenin sinir-enerji işleyiş düzenini aşara akla erişen, dışsal ve fiziksel etkiye zıt bir biçimde düşüncenin daha yüksek ve gerçek anlamıyla içsel nitelikli ruhsal etkisidir.
108:6.5 (1193.4) Gelecek sürecin bu inançlı koruyucuları, hatasız bir biçimde, her akılsal yaratımı ruhsal bir eşi ile çoğaltmaktadır; onlar böylelikle yavaş ve kesin bir biçimde, kurtuluş dünyaları üzerindeki (sadece ruhsal olarak) yeniden doğuşunuza hazırlanırken sizleri yeniden yaratmaktadır. Ve, tüm bu seçkin yeniden-ruhaniyet yaratımlarının tümü, morontia benliğiniz olan evrimleşen ve ölümsüz ruhunuzun ortaya çıkış halindeki gerçekliği içerisinde muhafaza edilmektedir. Bu gerçeklikler gerçekte, Düzenleyici nadiren bu çoğaltılmış yaratımları bilincin ışığına tutan bir biçimde yeteri kadar yüceltmeye yetkin olsa da, oradadır.
108:6.6 (1193.5) Ve, sizler insan eşi olduğunuz için, benzer bir biçimde Düzenleyici gerçek olan sizin kutsal eşi olduğu için, daha yüksek ve gelişen benliğiniz, sizin daha iyi morontial ve gelecekteki ruhsal benliğinizdir. Ve, kurtuluşunuza karar verdiklerinde ve sizleri yukarı doğru yeni dünyalara ve — Düzenleyici olarak Tanrı halindeki — sadık eşiniz ile olan ebedi irtibatınız içerisinde hiçbir zaman sona ermeyen mevcudiyetinize geçirdiklerinde hâkimlerin ve inceleyicilerin gördükleri şey, bu evrimleşen morontia ruhudur.
108:6.7 (1193.6) Düzenleyiciler; evrimleşen ölümsüz ruhlarınıza ait kutsal kökenler olarak ebedi atalardır; onlar, ruhsal ve gelecek sürecin ışığı altında maddi ve mevcut mevcudiyetin üzerindeki üstünlüğe girişmesi için insanları yönlendiren sonu gelmez dürtüdür. Görüntüleyiciler, sonsuza kadar süren gelişimin pınarları olarak ölümsüz umudun tutsaklarıdır. Ve, özneleriyle neredeyse doğrudan olan kanallarla iletişimde bulunmaktan ne de keyif almaktadırlar! Simgeleri ve dolaylamanın diğer yöntemlerini bir kenara bırakarak iletilerini doğrudan bir biçimde insan eşlerinin uslarına ışımaktan ne de büyük memnuniyet duymaktadırlar!
108:6.8 (1194.1) Siz insanlar; coşkunluk verici hizmet, benzersiz serüven, yüce belirsizlik ve sınırsız kazanım için olanağın sürekli genişleyen, sonu gelmez âlemlerinin sınırı olmayan bir genişlemesi biçiminde neredeyse sonsuz bir ufkun önünüzde sonu olmayan bir gerçekleşimine başlamış bulunmaktasınız. Bulutlar başınızın üstünde kümelenince, inancınız ikamet eden Düzenleyici’nin mevcudiyet gerçekliğini kabul etmelidir; ve, böylece sizler, fani belirsizliğin sisi ötesinde Satania malikâne dünyalarının göz alıcı dorukları üstünde ebedi doğruluğun sahip olduğu güneşin berrak parıltısına doğru bakabilen hale geleceksiniz.
108:6.9 (1194.2) [Orvonton’un bir Yalnız İleticisi unsuru tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
109. Makale
109:0.1 (1195.1) DÜŞÜNCE Düzenleyicileri, evren sürecinin çocuklarıdır; ve, bakir Düzenleyiciler, gerçekten de, fani yaratılmışlar büyüyüp gelişirken, deneyim kazanmak zorundadır. İnsan çocuğunun kişiliği evrimsel varoluşun mücadeleleri için genişlerken, benzer bir biçimde Düzenleyici, yükselen yaşamın bir sonraki aşamasının hazırlıklarında yetişmektedir. Çocuk; öncül çocukluğun toplumsal ve oyun yaşamı vasıtasıyla ergenlik etkinlikleri için çok yönlü uyumluluğu kazanırken, benzer bir biçimde ikamet eden Düzenleyici, hazırlıksal fani tasarımı katkısıyla ve morontia süreci ile ilgili olan etkinliklerine hazırlanarak kâinatsal yaşamın bir sonraki aşaması için yeti kazanır. İnsan mevcudiyeti, gelecek bir yaşamın artan sorumluluklarına ve daha fazla olan imkânlarına hazırlamada Düzenleyici tarafından etkin bir biçimde kullanılan bir uygulama sürecini oluşturmaktaydı. Ancak, Düzenleyici’nin çabaları, her ne kadar sizin içinizde yaşasa da, geçici yaşamın ve gezegensel mevcudiyetin olaylarıyla çok daha fazla ilgili değildir. Bugün Düşünce Düzenleyicileri, geçmişte olduğu gibi, insan varlıklarının evrimleşen akıllarda kâinat sürecinin gerçeklerine hazırlanmaktadırlar.
109:1.1 (1195.2) Bakir Düzenleyiciler’in Divinington’dan dışarı doğru gönderilmelerinden önce, onların hazırlanmaları ve gelişimleri için kapsamlı ve detaylı bir tasarım bulunmalıdır; ancak, biz bununla ilgili çok fazla şey bilmemekteyiz. Orada aynı zamanda kuşkusuz bir biçimde, fani ilişkilemin yeni görevlerine atılmalarından önce Düzenleyiciler’in ikamet etme deneyimine yeniden hazırlanmaları için geniş çaplı bir düzen bulunmaktadır; ancak, yine, bu bilginin detaylarına tam olarak sahip değiliz.
109:1.2 (1195.3) Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler tarafından bana; Görüntüleyici’nin ikamet ettiği bir faninin kurtuluşta başarısız olduğu her durumda, Düzenleyici Divinington’a geri döndüğünde, kapsamlı bir eğitime katıldığı aktarılmıştır. Bu ilave eğitim; bir insan varlığında ikamet etme deneyimi tarafından mümkün kılınmış olup, her durumda, bahse konu Düzenleyici zamanın evrimsel dünyalarına tutsaklığa gönderilmeden önce aktarılır.
109:1.3 (1195.4) Mevcut yaşam deneyimi, kendisi ile değiştirilebilecek hiçbir kâinatsal eşe sahip değildir. Yeni oluşturulmuş bir Düşünce Düzenleyicisi’nin sahip olduğu kutsallığın kusursuzluğu hiçbir şekilde bu Gizem Görüntüleyicisi’ne, deneyim sahibi hizmet yetisini kazandırmamaktadır. Deneyim, yaşayan bir varoluştan ayrı tutulamaz; o, mevcut yaşam tarafından elde edilmesi gerekliliğinden kutsal kazanımın hiçbir miktarının sizleri muaf kılamayacağı bir şeydir. Bu nedenle, Yüce’nin mevcut âlemi içinde yaşayan ve faaliyet gösteren tüm varlıklar ile ortak bir biçimde Düşünce Düzenleyicileri, deneyim kazanmak zorundadır; onlar, deneyimsiz olan alt düzeylerinden daha deneyimli olan yüksek düzey topluluklara doğru evrimleşmek zorundadırlar.
109:1.4 (1196.1) Düzenleyiciler, fani akıl içinde kesin bir gelişimsel süreçten geçeler; onlar, ebedi biçimde kendilerine ait olan erişimin bir gerçekliğini elde ederler. Onlar ilerleyen bir biçimde; özel fani öznelerinin kurtuluş veya başarısızlıklarından bağımsız bir biçimde, maddi ırklar ile birlikte her bir ve bütüncül ilişkilerinin bir sonucu olarak Düzenleyici yetisi ve kabiliyeti kazanırlar. Onlar aynı zamanda, kurtuluş yetkinliğindeki fani ruhun evrimini desteklemede insan aklının ortak birliktelikleridir.
109:1.5 (1196.2) Düzenleyici evriminin ilk aşaması, bir fani varlığın kurtuluş halindeki ruhuyla bütünleşmesiyle elde edilir. Böylelikle sizler; doğa bakımından insandan Tanrı’ya doğru içe doğru ve yükselen bir biçimde evrimleşirken, Düzenleyiciler doğaları bakımından dışa doğru ve aşağıya doğru Tanrı’dan insana doğru evrimleşir; ve, böylece, kutsallığın ve insanlığın bu birlikteliğinin nihai ürünü ebedi bir biçimde, insanın evladı ve Tanrı evladı olacaktır.
109:2.1 (1196.3) Sizler; bakir, gelişmiş ve yüce olarak — deneyimin bakımından Düzenleyiciler’in sınıflandırılması hakkında bilgilendirilmiş bulunmaktasınız. Sizler aynı zamanda, bağımsız Düzenleyiciler olarak — belirli bir işlevsel sınıflandırılımı tanımak zorundasınız. Bir Bağımsız Düzenleyici:
109:2.2 (1196.4) 1. İster Düzenleyiciler’in yalnızca fani öznelere ödünç verildiği bir dünya türü üzerinde isterse kurtuluşta Başarsız olan insanın konumlandığı mevcut bir bütünleşme gezegeninde olsun, bir irade sahibi yaratılmışın evrimleşen yaşamında istenen belirli bir deneyime sahip olan unsurdur. Bu türden bir Görüntüleyici ya gelişmiş veya yüce bir Düzenleyici’dir.
109:2.3 (1196.5) 2. Üçüncü akılsal düzeyi tamamlamış ve kendisine kişisel bir yüksek meleksel koruyucunun verilmiş bir insan içinde ruhsal gücün dengesine erişmiş olan unsurdur.
109:2.4 (1196.6) 3. Düzenleyici ile gönülden ve candan bir kardeşliğe girmiş olarak yüce kararda bulunmuş bir özneye sahip unsurdur. Düzenleyici, mevcut bütünleşmenin zamanını önceden gözetleyerek onu en iyi hale getirir ve birlikteliği gerçekliğin bir gelişimi olarak görür.
109:2.5 (1196.7) 4. Fani yükselişin evrimsel bir dünyası üzerinde nihayetin yedek birliklerinden bir tanesine alınmış bir özneye sahip unsurdur.
109:2.6 (1196.8) 5. Belli bir zaman içinde, insan uykusu sürecinde, görevlendirilmiş dünyanın ruhsal idaresi ile ilişkili olarak irtibatta, iletişimde, yeniden kayıtta veya diğer insan-ötesi hizmette belirli bir biçimde kullanılmak için fani tutsaklığın aklından geçici olarak alınmış unsurdur.
109:2.7 (1196.9) 6. Gezegenin ruhsal işleyişi için hayati derecede önemli olan belli bir kâinatsal kazanımın yerine getirilişi ile görevlendirilmiş bir ruhaniyet kişiliğinin maddi uzantısı olan, belli bir insan varlığının deneyimindeki bir buhran döneminde hizmette bulunmuş unsurdur.
109:2.8 (1196.10) Bağımsız Düzenleyiciler; bağlandıkları maddi öznelerin hem içinde hem de onlar olmadan sayısız kullanımları tarafından sergilendiği haliyle, doğrudan ikametlerinin insan kişilikleri dışında tüm konularda iradenin dikkate değer bir düzeyine sahip görünümdedir. Bu tür Düzenleyiciler, âlemin sayısız etkinliklerine katılırlar; ancak, daha sık bir biçimde onlar, tercih ettikleri dünyasal yerleşkenin fark edilmez sakinleri olarak faaliyet gösterirler.
109:2.9 (1196.11) Kuşkusuz bir biçimde, Düzenleyiciler’in bu daha yüksek ve daha deneyimli türleri, diğer âlemlerdekiler ile iletişimde bulunma yetisine sahiptir. Ancak, bağımsız Düzenleyiciler bu şekilde karşılıklı iletişimde bulunurken onlar bunu yalnızca, her ne kadar zaman zaman buhran dönemleri boyunca gezegenler arası olaylarda faaliyet gösterdikleri bilinse de, karşılıklı görevlerin düzeylerinde ve kısa süreli ikametlerine ait âlemlerin Düzenleyici hizmeti için hayati derecede önemli olarak gözetimsel verinin korunumu amacıyla gerçekleştirirler.
109:2.10 (1197.1) Yüce ve bağımsız Düzenleyiciler insan bedenini istedikleri zaman terk edebilirler. Sakinler, fani yaşamın organik veya biyolojik bir parçası değildir; onlar, bahse konu bu yaşamın üzerindeki kutsal eklentilerdir. Özgün yaşam tasarımlarında onlar tedarik edilmişlerdir; ancak onlar, maddi mevcudiyeti için olmazsa olmaz nitelikte değillerdir. Yine de, bir kez ikametlerine yerleştikten sonra fani yerleşkelerini, geçici bile olsun, çok nadir terk ettiklerinin altı çizilmelidir.
109:2.11 (1197.2) Eylemin-ötesinde bulunan Düzenleyiciler, kendilerine verilen görevleri başarıyla yerine getirmiş ve sadece maddi yaşam taşıyıcısının parçalanışını veya ölümsüz ruhun aktarılımını bekleyen unsurlardır.
109:3.1 (1197.3) Gizem Görüntüleyiciler’in kapsamlı çalışmalarının niteliği, irtibat veya bütünleşme Düzenleyicileri olup olmamalarına uyarınca, görevlendirilmelerinin doğalarına göre çeşitlilik gösterir. Bazı düzenleyiciler, öznelerinin geçici yaşamları için sadece ödünç verilir; diğerleri, eğer özneleri kurtuluşa erişirse sonsuza kadar sürecek bütünleşme için izinle birlikte kişilik adayları olarak bahşedilirler. Orada aynı zamanda, farklı sistemler ve evrenlere ek olarak farklı gezegensel türler arasında görevleri bakımından küçük çaplı bir çeşitlilik bulunmaktadır. Ancak, bütünü itibariyle, onların emekleri; göksel varlıkların yaratılmış herhangi bir düzeyinin sahip olduğu görevlere kıyasla daha fazla olan bir biçimde, dikkate değer ölçüde özdeştir.
109:3.2 (1197.4) Belirli ilkel dünyalar üzerinde (birinci sıra topluluğu olarak) Düzenleyici; başat bir biçimde bireysel yetişme ve ilerleyici gelişim amacıyla, deneyimsel bir eğitim olarak yaratılmış aklında ikamet eder. Bakir Düzenleyiciler genel olarak bu tür dünyalara, ilkel insanlar karar aşamasına vardıkları anlarda, öncül dönemler boyunca gönderilirler; ancak, göreceli olarak az sayıda unsur, ortaya çıkış halindeki ruhsallığın daha yüksek düzeylerine erişmek için benlik üzerindeki üstünlük ve kişilik erişimi tepelerinin ötesindeki ahlaki doruklara tırmanmayı tercih edecektir. (Düzenleyici bütünleşiminde başarısız olan birçokları, buna rağmen, Ruhaniyet-ile-bütünleşmiş yükseliş unsurları olarak kurtuluşlarını gerçekleştirmektedir.) Düzenleyiciler, ilkel akıllar ile geçici ilişkilem içinde değerli hazırlığı alıp, muhteşem deneyimi elde ederler; ve onlar, diğer dünyalar üzerindeki üstün varlıkların yararı için bu deneyimi daha sonra kullanmaya yetkinlerdir. Kurtuluş değerine sahip olan hiçbir şey, uçsuz bucaksız kâinat içerisinde hiçbir zaman yok olmaz.
109:3.3 (1197.5) Diğer bir dünya üzerinde (ikinci sıra topluluğu olarak) Düzenleyiciler, yalnızca fani varlıklara ödünç verilirler. Burada Görüntüleyiciler hiçbir zaman, bu türden ikamet vasıtasıyla kişilik bütünleşimine erişmez; ancak onlar, Urantia fanilerine verebileceklerinden çok daha fazlası olarak, fani yaşam süreci boyunca insan öznelerine büyük yardımda bulunurlar. Düzenleyiciler burada, bir kurtuluş kişiliğini kusursuzlaştırmanın ilgi çekici görevi içerisinde geçici yardımcılar olarak, tek bir yaşam dönemi için fani yaratılmışlara daha yüksek ruhsal kazanımları için yöntemler niteliğinde ödünç verilir. Düzenleyiciler burada, doğal ölüm sonrası geri dönmemektedirler; bu kurtuluş fanileri ebedi yaşama Ruhaniyet bütünleşimi ile erişir.
109:3.4 (1197.6) Urantia gibi dünyalar üzerinde (üçüncü sıra topluluğu olarak), hayati derecede önemli bir birleşim niteliğinde kutsal armağanların gerçek bir evliliği bulunmaktadır. Siz eğer kurtuluşa erişirseniz orada, insan ve bir varlık olarak Düzenleyici’nin gerçekleştirdiği sonsuza kadar sürecek bir bütünleşme biçiminde ebedi bir birliktelik ortaya çıkacaktır.
109:3.5 (1197.7) Dünyaların bu sırasına ait üç-kat-beyinli fanilerde Düzenleyiciler, bir- ve iki-kat-beyinli türlerine kıyasla geçici yaşam boyunca özneleri ile çok daha mevcut iletişim sağlamaya yetkindir. Ancak, ölümden sonraki süreç içerisinde üç-kat-beyinli tür, bir- ve — Urantia ırkları olarak — iki-kat-beyinli topluluklar ile aynı biçimde ilerler.
109:3.6 (1198.1) İki-kat-beyinli dünyalar üzerinde, bir Cennet bahşedilme Evladı’nın kısa süreli ikametini takiben, bakir Düzenleyiciler nadiren, kurtuluş için tartışmasız yetiye sahip kişilere görevlendirilir. Bizim inancımız; bu türden dünyalar üzerinde neredeyse Düzenleyiciler’in tümünün, gelişmiş veya yüce türe ait kurtuluş yetisinde bulunan ussal erkeklerde ve kadınlarda ikamet ettiği yönündedir.
109:3.7 (1198.2) Urantia’nın öncül evrimsel ırklarının çoğunda varlıkların üç topluluğu mevcuttu. Orada, Düzenleyici yetisinden tamamen mahrum olan düzeyde hayvansal nitelikte bulunan bireyler bulunmaktaydı. Orada, Düzenleyiciler için kuşku duyulmaz niteliği sergileyen bireyler mevcut bulunmuş olup onlar ahlaki sorumluluk yaşına erişir erişmez bu unsurları aldılar. Orada, sınır bir konumda bulunanın üçüncü bir sınıfı mevcuttu; bu bireyler Düzenleyici alımı için yetkinliğe sahipti, ancak Görüntüleyiciler bireyin aklında yalnızca, bireyin bireysel isteği üzerine ikamet edebilirdi.
109:3.8 (1198.3) Ancak, yetersiz ve alt düzey ataların aracılığı vasıtasıyla kalıtımsal mahrumiyet tarafından kurtuluştan neredeyse tamamen men edilmiş varlıklarla beraber bir bakir Düzenleyici birçok kez; evrimsel akılla iletişime geçerek değerli bir hazırlıksal deneyim hizmetinde bulunmuş olup, böylece, başka bir dünya üzerinde daha yüksek bir türe olan ilerleyen dönemdeki bir görevi için daha iyi bir biçimde yetkin hale gelmiştir.
109:4.1 (1198.4) İnsan varlıkları arasındaki ussal karşılıklı iletişimin daha yüksek türleri, ikamet eden Düzenleyiciler tarafından fazlasıyla kolaylaştırılmaktadır. Hayvanlar akran hislerine sahiplerdir, ancak onlar, kavramları birbirlerine ifade etmemektedirler; onlar duyguları dışa vururlar, ancak düşünceleri ve idealleri değil. Ne de hayvan kökeninden gelen insanlar; her ne kadar bu türden evrimsel yaratılmışlar konuşmayı bulduklarında Düzenleyiciler’i almaya en yakın konumda olsalar da, Düşünce Düzenleyicileri bahşedilene kadar akranlarıyla ussal iletişimin veya ruhsal birlikteliğin daha yüksek bir türünü deneyimleyebilirler.
109:4.2 (1198.5) Hayvanlar, olgunlaşmamış bir biçimde, birbirleriyle iletişimde bulunur; ancak, bu türden ilkel iletişimde neredeyse hiçbir kişilik niteliği bulunmamaktadır. Düzenleyiciler kişilik değillerdir; onlar, kişilik-öncesi varlıklardır. Ancak, onlar, kişiliğin kökeninden inmektedirler; ve, onların mevcudiyeti, insan kişiliğin sınırlı dışavurumlarını çoğaltmaktadır; özellikle bu durum, Düzenleyici daha öncül deneyime sahipse doğruluk taşımaktadır.
109:4.3 (1198.6) Düzenleyici’nin türü, insan kişiliğinin dışavurumu potansiyeliyle ilişkilidir. Çağlardan bu yana, Urantia’nın büyük ussal ve ruhsal önderlerinin çoğu, başlıca olarak ikamet eden Düzenleyicileri’nin üstün niteliği ve daha önceki deneyimi sayesinde etkilerini gerçekleştirmişlerdir.
109:4.4 (1198.7) İkamet eden Düzenleyiciler, eski çağların ilkel insanlarına ait soyları dönüştürmede ve onları insanlaştırmada diğer ussal etkilerle hiçte azımsanmayacak ölçüde eşgüdümde bulunmuştur. Urantia’nın sakinlerinin akıllarında ikamet eden Düzenleyiciler eğer geri çekilecek olsaydı, dünya yavaş bir biçimde, ilkel çağların insanlarına ait sahnelerin ve uygulamaların çoğuna geri dönerdi; kutsal Gizem Görüntüleyicileri, ilerleyen medeniyetin gerçek potansiyellerinden biridir.
109:4.5 (1198.8) Urantia üzerindeki bir akılda ikamet eden bir Düşünce Düzenleyicisi’nin, Uversa kayıtlarına göre, daha önce Orvonton’da on beş akılda ikamet ettiğini gözlemlemiş bulunmaktayım. Bizler bu Görüntüleyici’nin, diğer aşkın-evrenlerde benzer deneyimlere sahip olup olmadıklarını bilmemekteyiz; ancak, ben böyle olduğunu tahmin etmekteyim. Bu muhteşem bir Düzenleyici olup, mevcut çağ içerisinde Urantia üzerindeki en yararlı ve güçlü kuvvetlerden bir tanesidir. Kurtuluşu reddettiklerinde diğerleri neyi kaybetmişse bu insan varlığı (ve sizin dünyanızın bütünü) şu anda onu kazanmaktadır. Kurtuluş niteliklerine sahip olmayan bireyden bu deneyimli Düzenleyici bile alınırken, gelecek vaat eden kurtuluş niteliklerine sahip bireye şimdi, tembel bir terk edicinin daha önceden deneyim kazanmış bu Düzenleyicisi bile verilmektedir.
109:4.6 (1199.1) Bir bakımdan Düzenleyiciler belki de; gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin nüfuz alanları içinde karşılıklı gezegensel aşılamanın belirli bir düzeyini sağlamaktadır. Ancak, onlara nadir bir biçimde, aynı gezegende iki ikamet deneyimi verilmektedir; şu an içerisinde Urantia’da, bu dünya üzerinde daha önceden bulunmuş bir Düzenleyici hizmet etmemektedir. Neden bahsettiğimi çok iyi bilmekteyim, çünkü bizler Uversa arşivleri içinde onların nüfuslarına ve kayıtlarına sahibiz.
109:5.1 (1199.2) Yüce ve bağımsız Düzenleyiciler sıklıkla; yaratıcı hayal gücünün özgürleştirilmiş ancak denetimde bulunan kollarında özgür bir biçimde hareket ettiklerinde, insan aklına ruhsal aktarımın içeriklerini sağlamaya yetkinlerdir. Bu türden zamanlarda, ve zaman zaman uyku sürecinde, Düzenleyici; akıl akımlarını yakalamaya, akışı bekletmeye ve düşünce ilerleyişinin yönünü değiştirmeye yetkindir; ve, tüm bunların hepsi, bilinç-ötesi düzeyin daha yüksek doruklarındaki derin ruhsal dönüşümleri etkilemek amacıyla gerçekleştirilir. Böylelikle, aklın kuvvetleri ve enerjileri, şimdi ve geleceğin ruhsal düzeyine ait iletişimsel tonlarının tuşuna daha bütüncül bir biçimde uyumlu hale getirilir.
109:5.2 (1199.3) Zaman zaman sizlerin; aralıksız bir biçimde sizde ikamet eden potansiyel kişiliğe ait bilgeliğin, gerçekliğin, iyiliğin ve güzelliğin kısmi bir şekilde bilincinde olabilmeniz için, içinizde sürekli olarak konuşan kutsal sesi duyma biçimde aydınlatılmış akla sahip olması mümkündür.
109:5.3 (1199.4) Ancak sizlerin istikrarsız ve ansızın değişen akılsal tutumlarınız sıklıkla, tasarımları engellemekle ve Düzenleyiciler’in çalışmalarına ara vermekle sonuçlanmaktadır. Onların görevlerine yalnızca fani ırkların içkin doğaları tarafından müdahalede bulunulmamaktadır; lakin, bu hizmet aynı zamanda fazlasıyla, peşin hükme dayanan görüşleriniz, kesin yargıya vardığınız düşünceleriniz ve uzun zamandan beri beslemekte olduğunuz önyargılarınız tarafından yavaşlatılmaktadır. Bu engeller nedeniyle birçok kez, yalnızca onların tamamlanmamış yaratımları bilince doğmakta, ve kavramsallaşmaya dair kafa karışıklığı kaçınılmaz olmaktadır. Bu nedenle, akılsal durumları irdelemede güvenli yol yalnızca; başka ne anlam ifade edebileceğini tamamiyle düşünmezlikten gelerek, her bir düşünce ve deneyimi derhal tanımadan geçmektedir.
109:5.4 (1199.5) Yaşamın sahip olduğu büyük sorun, Gizem Görüntüleyicisi tarafından başlatılan kutsal dürtülerinin taleplerine doğru atasal eğilimlerin uyumlu hale gelişidir. Evren ve aşkın-evren süreçleri içerisinde hiçbir insan iki sahibe hizmet edemezken, Urantia üzerinde şu an yaşamış olduğunuz yaşam içerisinde her insan iki sahibe hizmet etmek zorunda bırakılmış bırakılmıştır. Tek bir sahibe olan ruhsal birlikteliğe kapılarını açarken, sürekli bir biçimde gerçekleşen geçici nitelikli insansı uzlaşmanın bir sanatında usta hale gelmek zorundadır; ve, bu nedenle birçokları, arzusunu yitiren ve evrimsel mücadelenin baskısına boyun eğen bir biçimde, yenik düşmekte ve başarısız olmaktadır.
109:5.5 (1199.6) Her ne kadar hem ussal kazanımın hem de elektro-kimyasal üst-denetimin kalıtımsal geçmişi etkin Düzenleyici faaliyetinin nüfuz alanını sınırlamak için faaliyet gösterse de, (olağan akıllar içerisindeki) hiçbir kalıtımsal engel herhangi bir biçimde nihai ruhsal kazanımı engellememektedir. Kalıtım, kişilik zaferinin hızına müdahalede bulunabilir; ancak, o, yükseliş deneyiminin nihai tamamlanışını engellememektedir. Eğer siz, kutsal armağan iradesi olarak Düzenleyiciniz ile eşgüdümde bulunacak olursanız, er veya geç; ölümsüz morontia ruhunu meydana getirecek olup, bununla birlikte gerçekleşecek bütünleşmeyi takiben, yerel evrenin egemen Üstün Evladı’na ve nihayeten Cennet üzerindeki Düzenleyiciler’in Yaratıcısı’na yeni yaratılmışını sunacaksınız.
109:6.1 (1200.1) Düzenleyiciler hiçbir zaman başarısız olmamaktadır; kurtuluş değerine sahip olan her şey her zaman yok olmuştur; her irade sahibi yaratılmış içinde her anlamlı değer, anlam-keşfine çıkmış veya değerlendirmekte olan kişiliğin kurtuluşu veya kurtulamayışından bağımsız olarak, kesin bir biçimde kurtuluşun parçasıdır. Ve, böyleyken bile, bir fani yaratılmış kurtuluşu reddedebilir; hala yaşam deneyimi boşa gitmemiştir; ebedi Düzenleyici bu türden bariz bir başarısız yaşama ait değerli nitelikleri başka bir dünyaya taşıyıp, burada bu kurtuluş anlamlarını ve değerlerini kurtuluş yetisinde olan fani aklın bir yüksek türüne bahşeder. Değere sahip hiçbir deneyim hiçbir zaman boşu boşuna gerçekleşmemiştir; hiçbir gerçek anlam veya gerçek değer hiçbir durumda yok olmamaktadır.
109:6.2 (1200.2) Bütünleşim adaylarıyla ilgili olarak, eğer bir Gizem Görüntüleyicisi fani birlikteliği tarafından terk edilirse, eğer insan eşi yükseliş sürecini takip etmeyi reddederse; doğal ölümle (veya ondan önce) serbest bırakıldığında Düzenleyici, kurtuluşta bulunmayan yaratılmışın aklında evirilmiş olan kurtuluş değerine sahip her şeyi beraberinde taşır. Eğer bir Düzenleyici, takip eden insan öznelerinin kurtulamayışı nedeniyle bütünlük kişiliğine erişmede tekrar eden bir biçimde başarısız olmak durumunda kalırsa, ve, eğer bu Görüntüleyici daha sonra kişilikleştirilirse; tüm bu fani akılları içinde ikamet etmenin ve onları tamamlamanın elde edilmiş deneyiminin bütünü, gelecek çağların tamamı boyunca memnuniyetle deneyimlenecek ve kullanılacak olan bir kazanım biçiminde bu türden yeni Kişilikleştirilmiş Düzenleyici’nin mevcut iyeliği haline gelir. Bu düzeye ait bir Kişiselleştirilmiş Düzenleyici, daha önceki tüm yaratılmış ev sahiplerine ait tüm kurtuluş niteliklerinin bir derleme bütünlüğüdür.
109:6.3 (1200.3) Uzun evren deneyiminin Düzenleyicileri bahşedilme görevlerinde kutsal Evlatlar içinde ikamet etmeye gönüllü olduklarında, bu hizmet aracılığıyla bahse konu kişilik erişiminin hiçbir zaman erişilemeyeceğini oldukça iyi bilmektedirler. Ancak, ruhaniyetlerin Yaratıcısı sıklıkla, bu gönüllülere kişilik bahşetmekte ve onları kendi türlerinin yöneticileri olarak kalıcı bir konumda atamaktadır. Bu unsurlar, Divinington üzerinde yönetim yetkisiyle onurlandırılmış kişiliklerdir. Ve, onların benzersiz doğaları; fani ikametin çok çeşitli deneyimlerine ait mozaik insanlığına ek olarak aynı zamanda, geçici ikamet deneyimine ait Cennet bahşedilme Evladı’nın insan kutsallığının asli ruhani metinleridir.
109:6.4 (1200.4) Yerel evreniniz içindeki Düzenleyiciler’in eylemleri; Yeşu bin Yusuf’un bedeni içerisinde insan yaşamını yaşadığında ona adım adım rehberlikte bulunan tam da bu Görüntüleyici olarak, Nebadon’un Mikâili’ne ait Kişiselleştirilmiş Düzenleyici tarafından yönetilmektedir. Bu olağanüstü Düzenleyici görevine oldukça sadıktı, ve bilge bir biçimde bu cesur Görüntüleyici, Yaratıcı’nın kusursuz iradesinin yolunu tercih etmede Cennet Evladı’nın fani aklına her zaman rehberlikte bulunarak insan doğasını yönlendirmişti. Bu Düzenleyici daha önce; İbrahim döneminde Maçiventa Melçizedeği’ne hizmet etmiş, hem bu ikamet öncesinde hem de bu bahşedilme deneyimleri arasında çok önemli kullanımlarda rol almış konumdaydı.
109:6.5 (1200.5) Bu Düzenleyici, gerçekten de; “Benim değil, senin iraden yerine getirilecek” diyerek, yaşamın tekrar eden durumlarının her birinde Yaratıcı’nın iradesine kutsal bir bağlılığı sürdüren akıl olarak — İsa’nın insan aklında galip gelmişti.
109:6.6 (1200.6) Bu aynı Düzenleyici şimdi; fani deneyim içinde erişilebilecek ruhsal değerlerin bütününün deneyimlendiği ana kadar yaşamış bir biçimde, Urantia’nın bu en büyük kişisinin olağan bir yaşamın mütevazı koşullarından yarattığı ebedi ve yaşayan değerlerin ebedi ve yaşan bir metni biçiminde, Yeşu bin Yusuf’un vaftiz-öncesi insanlığı olarak onun kudretli kişiliğinin irdelenemez doğasını yansıtır.
109:6.7 (1201.1) Bir Düzenleyici’ye emanet edilen kalıcı değerdeki her şey, ebedi kurtuluş içinde teminat altına alınır. Belirli durumlarda Görüntüleyici, gelecek ikamete ait bir fani aklında bahşedilme için bu iyelikleri saklar; diğerlerinde ise, ve kişilikleştirilme üzerine, bu kurtuluş halindeki ve muhafaza edilmiş gerçeklikler, Üstün Evren’in Mimarları’nın hizmetinde gelecek kullanımları için güvenilir bir konumda tutulur.
109:7.1 (1201.2) Düzenleyici-olmayan Yaratıcı nüvelerinin kişilikleştirilebilir veya kişilikleştirilemez olduklarını söyleyemeyiz; ancak, sizler kişiliğin, Kâinatın Yaratıcısı’nın egemen özgür irade bahşedilişi olduğu hakkında bilgilendirilmiş bir konumda bulunmaktasınız. Bildiğimiz kadarıyla, Yaratıcı nüvesinin Düzenleyici türü yalnızca, bir kişisel varlığına olan hizmet-yardımı aracılığıyla gerçekleşen kişisel niteliklere erişim tarafından kişiliği elde etmektedir. Bu Kişilikleştirilmiş Düzenleyiciler, kişilik-öncesi birlikteliklerini eğittikleri ve yönlendirdikleri yer olan Divinington’da evlerindedir.
109:7.2 (1201.3) Kişiselleştirilmiş Düşünce Düzenleyicileri; kâinat âlemlerinin uçsuz bucaksız âlemlerinin tümünün kısıtlanmamış, görevlendirilmemiş ve egemen istikrarlaştırıcıları ve telafi edicileridir. Onlar, varoluşsal ve deneyimsel olarak nitelikteki — Yaratan ve yaratılmış deneyimini bir araya getirir. Onlar, bütünleştirici zaman ve ebedi varlıklardır. Onlar, kişilik-öncesi ve kişisel olanı evren yönetiminde ilişkilendirir.
109:7.3 (1201.4) Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler, Üstün Evren’in Mimarları’nın her-şeyin-bilgeliğine-sahip ve güçlü yöneticileridir. Onlar; kişisel, kişilik-öncesi ve kişilik-ötesi niteliğinde — Kâinatın Yaratıcısı’nın bütüncül hizmetinin kişisel birimleridir. Onlar; Mutlak olan Tanrı’nın düzeylerine bile ulaşan biçimde, Nihai olan Tanrı’nın aşkın absonit düzeylerine ait nüfuz alanların bütünü boyunca olağanüstü, olağandışı ve beklenmeyenin kişilik hizmetkârlarıdır.
109:7.4 (1201.5) Onlar, kişiliğin tüm bilinen ilişkilerini varoluşları içinde barındıran, evrenlerin ayrıcalıklı varlıklarıdır; onlar — kişilik öncesi, kişilik ve kişilik sonrası olarak — kişiliğin tüm fazlarını içlerinde barındırmaktadır. Onlar; ebedi geçmişte, ebedi mevcut anda ve ebedi gelecekte olduğu gibi, Kâinatın Yaratıcısı’nın kişiliği hizmetini vermektedir.
109:7.5 (1201.6) Sınırsız ve mutlağın düzeyi üzerinde varoluşsal kişilik olarak Yaratıcı Ebedi Evlat’a bahşedilişte bulunmuştur; ancak, Yaratıcı, varoluşsal kişilik-öncesi Düzenleyici’ye bahşedilen, Kişilikselleştirilmiş Düzenleyici’nin deneyimsel kişilik türünü kendi hizmeti için ayırmayı tercih etmiştir; ve, onların ikisi de böylece, Nihai, Yüce-Nihai ve hatta Nihai-Mutlak’ı içine alan bir biçimde Nihai’nin absonit nüfuz alanlarına ait aşkın hizmetin gelecek ebedi kişilik-ötesi bütünlüğü nihai sonuna sahiptir.
109:7.6 (1201.7) Nadiren Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler’in evrenin bütününde dolaşımda oldukları gözlenir. Durumlar gerektirdikçe Zamanın Ataları’na danışmakta olup, zaman zaman yedi-katmanlı Yaratan Evlatlar’ın Kişiselleştirilmiş Düzenleyicileri Vorondadek yöneticilerini bahşetmek için takımyıldızların yönetim merkezine gelmektedir.
109:7.7 (1201.8) Urantia’nın gezegensel Vorondadek gözlemcisi — dünyanızın bir acil durum vekâletini üstlenişinin üzerinden çok zaman geçmemiş En Yüksek sorumlu olarak — ikamet eden genel yöneticinin mevcudiyetinde kendi yönetimini ilan ettiğinde, kendisi tarafından seçilen bir bütüncül çalışma görevlileriyle birlikte Urantia’nın kendi acil durum idaresine başlamıştır. O hiç vakit kaybetmeden, tüm birlikteliklerine ve yardımcılarına kendilerine ait gezegensel sorumlulukları atamıştır. Ancak, o, vekâletini üstlendiği anda mevcudiyetinde ortaya çıkmış üç Kişiselleştirilmiş Düzenleyici’yi tercih etmemiştir. O, bu unsurların bu şekilde ortaya çıkacağını bile bilmemekteydi; zira, onlar, bir önceki vekâletin zamanında kutsal mevcudiyetlerini bu şekilde dışa vurmamışlardı. Ve, En Yüksek vekil, bu üç gönüllü Kişiselleştirilmiş Düzenleyici için görevlendirmede bulundurmamış veya sorumluluk belirlememiştir. Yine de, bu üç her-kişilik-fazında-bulunan varlık, Urantia üzerinde bahse konu zaman zarfında hizmet etmekte olan göksel varlıkların sayısız düzeyinin en etkin olanları arasındaydı.
109:7.8 (1202.1) Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler, evren kişiliklerinin sayısız düzeyi için geniş kapsamlı hizmetleri yerine getirmektedir; ancak, bizlerin, Düzenleyici tarafından ikamet edilen evrimsel yaratılmışlar ile bu hizmetler üzerine konuşmasına izin verilmemektedir. Bu olağanüstü insan kutsallıkları, asli evrenin tamamı içindeki en dikkate değer kişilikler arasındadır; ve hiçbir kimse, onların gelecek görevlerinin ne olacağı hakkında tahminde bulunmaya cüret etmemektedir.
109:7.9 (1202.2) [Orvonton’un bir Yalnız İleticisi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
110. Makale
110:0.1 (1203.1) KUSURSUZ OLMAYAN varlıklara özgürlüğün verilmesi kaçınılmaz trajediyle sonuçlanmaktadır; ve, bu, kusursuz atasal İlahiyat’ın, sevgi dolu bütünlük içerisinde bu ızdırapları kâinatsal ve şefkatsel biçimde paylaşmasının doğasıdır.
110:0.2 (1203.2) Bir evrenin işleyiş olaylarına aşina olduğum kadarıyla, bir Düşünce Düzenleyicisi’nin sevgisi ve sadakatinin tüm yaratım içindeki en gerçek kutsal şefkat olduğunu düşünmekteyim. Irklara olan hizmetleri içinde Evlatlar’ın sevgisi muhteşemdir; ancak, bir Düzenleyici’nin bir bireye olan sadakati, kutsal bir biçimde Tanrısal olarak dokunaklı bir şekilde ulvidir. Cennet Yaratıcısı göründüğü biçimiyle, ayrıcalıklı bir Yaratan imtiyazı olarak bireysel yaratılmışları ile olan kişisel iletişiminin bu türünü kendisine saklı kılmıştır. Ve, kâinat âlemlerinin tümü içerisinde; evrimsel gezegenlerin çocukları içinde bu muhteşemlikte ikamet eden, bu kişilik-dışı birimlerin muhteşem hizmetiyle birebir karşılaştırabilecek hiçbir şey bulunmamaktadır.
110:1.1 (1203.3) Düzenleyici, insan varlıklarının maddi beyinlerinde yaşar biçimde düşünülmemelidir. Onlar, âlemlerin fiziksel yaratılmışlarının organik uzuvları değillerdir. Düşünce Düzenleyicisi daha yerinde bir biçimde; tek bir fiziksel organın sınırları içinde mevcudiyet halinde bulunmanın yerine, insanın fani aklında ikamet eder şekilde tahayyül edilmelidir. Ve, dolaylı ve tanınamayan bir biçimde Düzenleyici sürekli olarak, özellikle bilinç-ötesindeki düzey içerisinde ruhaniyet ile aklın ibadetsel ilişkisinin ulvi deneyimleri boyunca, insan öznesi ile iletişimde bulunmaktadır.
110:1.2 (1203.4) Keşke; insanın ruhsal refahını destekleme görevine bu kadar inanan biçimde sadık olan evrimleşen faniler içerisinde yaşar haldeki Düzenleyiciler’in fedakâr ve muhteşem görevlerinin daha iyi bir anlayışına ve daha bütüncül bir takdirine erişmek için, bu fanilere yardım etmem mümkün olsaydı. Bu Görüntüleyiciler, insanların akıllarının daha yüksek fazlarının etkili hizmetkârlarıdır; onlar, insan usunun ruhsal potansiyelinin bilge ve deneyimli etkileyicileridir. Bu cennetsel yardımcılar, mutluluğun göksel cennetine olan içe dönük ve yukarı yönlü doğrultunuzda sizleri güvenli bir biçimde yönlendirmenin büyüleyici görevine adanmışlardır. Bu yorulmak bilmez emekçiler, sonsuza kadar sürecek yaşamınız içerisinde kutsal gerçekliğin zaferinin gelecek kişilikleşimine kutsal bir biçimde adanmışlardır. Onlar; çok uzak ve ebedi kıyılar üzerindeki kusursuzluğun kutsal limanlarına doğru insanın evrimleşen ruhunu uzmanlıkla yönlendirirken kötülüğün sığ sularından Tanrı-bilincindeki insan akılını uzak tutan tetikte görevlilerdir. Düzenleyiciler, kısa dünyasal sürecinizin karanlık ve belirsiz dolambaçları boyunca sizlerin güvenli ve kendinden emin rehberleri olarak sevgi dolu önderlerdir; onlar, ilerleyici kusursuzluğun istikametlerinde öznelerinden hiçbir durmadan ileri doğru gitmelerini talep eden sabırlı öğretmenlerdir. Onlar, yaratılmış niteliğindeki ulvi değerlerin dikkatli bekçileridir. Keşke onları daha fazla sevebilseydiniz, onlar ile daha bütüncül bir biçimde eş güdümde bulunabilseydiniz ve onların mevcudiyetinden daha şefkatli biçimde memnuniyet duyabilseydiniz.
110:1.3 (1204.1) Her ne kadar kutsal sakinler başlıca, hiçbir zaman sonlanmayacak mevcudiyetin bir sonraki aşaması için ruhsal hazırlanmanız ile ilgili olsa da, onlar aynı zamanda çok içten bir biçimde, geçici refahınızla ve dünya üzerinizdeki gerçek kazanımlarınızla ilgilenmektedir. Onlar; ebedi ilerlemeye ait gelecek yaşamınıza zararlı olmayan gezegensel gelişimin tüm dallarındaki başarınıza kayıtsız değildir.
110:1.4 (1204.2) Düzenleyiciler, dikkate değer nitelikteki geçici tercihlerinizi ve hayati derecede önemli ruhsal kararlarınızı belirlemede önemli olması düzeyinde gündelik yaşamlarınıza ve yaşamınızın çok katmanlı detaylarına ilgi beslemekte olup, onlarla ilgilidir; ve, böylece onlar, ruhun kurtuluşuna ve ebedi ilerleyişe dair sizin sorununuzun çözümünde etkendiler. Düzenleyici, her ne kadar tamamiyle geçici nitelikteki refah hususunda durağan olsa da, ebedi geleceğinizin olaylarının tümünde kutsal bir biçimde etkindir.
110:1.5 (1204.3) Düzenleyici, zihni bütünüyle yok etmeyen tüm felaketlerde ve her hastalık boyunca sizinle birlikte kalmaya devam eder. Ancak, Tanrı’dan gelen bu muhteşem armağanın dünyasal yerleşkesi olarak hizmet etmesi gereken bu fiziksel bedeni bilinçli bir biçimde lekelemek veya başka türlü bir biçimde kasıtlı olarak kirletmek ne kadar da kabalıktır. Tüm fiziksel zehirler Düzenleyici’nin maddi aklı yüceltmeye dönük çabalarına fazlasıyla engel olmaktayken, korku, sinir, kıskançlık, şüphe ve hoşgörüsüzlüğün zihinsel zehirleri benzer bir biçimde evrimleşen ruhun ruhsal ilerleyişine çok büyük ölçekte müdahale de bulunmaktadır.
110:1.6 (1204.4) Bugün sizler, Düzenleyiciniz’in ikameti sürecinden geçmektesiniz; ve, eğer siz sadece, ebedi bütünlük içinde akıl ve ruhunuzu arayan kutsal ruhaniyet tarafından içinizde konumlandırılmış güvene sadık kaldığınızı gösterirseniz, orada nihai olarak morontia birliği, göksel ahenk, kâinatsal eş güdüm, kutsal uyumluluk, göksel bütünleşme, kimliğin sonu gelmez karışımı, en deneyimli kişiliklerin bile — insan ve kutsal Düzenleyici biçiminde — bütünleşme eşlerini ayrı kişilikler olarak hiçbir zaman ayıramayacağı veya tanımlayamayacağı düzeyde kutsal ve nihai olan varlıksal bir bütünlüğü sonuçsal olarak ortaya çıkacaktır.
110:2.1 (1204.5) Düşünce Düzenleyicileri insan akıllarında ikamet ettiklerinde, kendileri ile birlikte, Urantia’nın Kişiselleştirilmiş Düzenleyicisi tarafından onaylanmış olan kendileri ve Divinington’un Kişiselleştirilmiş Düzenleyicileri tarafından belirlenmiş ve gerçekleştirilmesi karara bağlanmış olarak ideal yaşamlar niteliğinde örnek süreçlerini getirirler. Böylelikle onlar, insan öznelerinin ussal ve ruhsal gelişimi için kesin ve önceden belirlenmiş bir tasarımla birlikte çalışmaya başlarlar; ancak, bu tasarımı kabul etmek hiçbir insan varlığı için ödev niteliğinde değildir. Hepiniz, önceden belirlenmiş nihai sonun öznelerisiniz; ancak, bu kutsal nihai sonu kabul etme zorunluluğunuz önceden karara varılmamıştır; sizler, Düşünce Düzenleyicileri’nin tasarımının herhangi bir kısmını veya tümü reddetmekte bütüncül özgürlüğe sahip bulunmaktasınız. Kişilik yönlendirilişi için daha fazla etkiye sahip olabilme amacıyla sizlerin istek dâhilinde ve ussal bir biçimde izin verdiğiniz şekliyle, bu türden akılsal değişikleri gerçekleştirmek ve ruhsal düzenlemeleri yerine getirmek onların görevidir; ancak, hiçbir koşul altında bu kutsal Görüntüleyiciler hiçbir zaman, sizlerden çıkar sağlamamakta veya herhangi bir biçimde tercihlerinizde ve kararlarınızda keyfi bir biçimde etkide bulunmamaktadır. Düzenleyiciler sizlerin kişilik üzerindeki egemenliğinize saygı duymaktadır; onlar her zaman iradenize tabilerdir.
110:2.2 (1204.6) Onlar görevlerinin yöntemlerinde kararlı, dâhiyane ve kusursuzlardır; ancak onlar hiçbir zaman, ev sahiplerinin özgür iradesel benliklerine hiçbir şiddette bulunmamaktadır. Hiçbir insan varlığı hiçbir durumda, iradesine rağmen bir kutsal Görüntüleyici tarafından ruhsallaştırılmayacaktır; kurtuluş, zamanın yaratılmışları tarafından arzu edilmesi gereken Tanrılar’ın bir hediyesidir. Son kertede, Düzenleyici’nin sizler için yapmakta başarılı olduğu her şeyde, kayıtlar dönüşümün sizlerin eş güdümsel rızanızla erişildiğini gösterecektir; sizler, yükseliş sürecinin devasa dönüşümüne ait her aşamaya erişimde Düzenleyici ile birlikte istekli bir eş haline geleceksiniz.
110:2.3 (1205.1) Düzenleyici, ilk akla geldiği gibi, düşüncenizi denetlemeye çalışmamaktadır; bunun yerine onu ebedileştiren bir biçimde ruhsallaştırmaktadır. Ne melekler ne de Düzenleyiciler, insan düşüncesini doğrudan bir biçimde etkileme sorumluluğuna ayrılmışlardır. Düzenleyiciler, düşünce süreçlerinizi geliştirmeye, dönüştürmeye, düzenlemeye ve eş güdümsel hale getirmeye adanmışlardır; ancak, daha özel bir biçimde ve özellikle onlar, kurtuluş amaçları için sizlerin gerçek ilerleyici benliklerinize ait morontia metinleri halinde süreçlerinizin ruhsal eşlerini inşa etme görevine adanmışlardır.
110:2.4 (1205.2) Düzenleyiciler; durmadan, fani usun her kavramsallaşmasına ait morontia eşini yaratmaya çalışarak insan aklının daha yüksek düzeylerinin nüfuz alanlarında görevini gerçekleştirir. Orada, bu nedenle, insan aklı döngülerinde temel etkilerini gerçekleştiren ve burada merkezi olarak konumlanan iki gerçeklik bulunmaktadır: bir tanesi Yaşam Taşıyıcıları’nın özgün tasarımlarından evrimleşen fani bir benlik, diğer ise, Tanrı’dan gelen bir ikamet hediyesi olarak Divinington’un yüksek âlemlerinden olan ölümsüz bir bütünlüktür. Ancak, fani benlik aynı zamanda kişisel bir benliktir; o kişiliğe sahiptir.
110:2.5 (1205.3) Sizler, kişisel bir yaratılmış olarak sizler akla ve iradeye sahip bulunmaktasınız. Bir kişilik-öncesi yaratılmış olarak Düzenleyici, akıl-öncesi ve irade-öncesi bütünlüğe sahiptir. Eğer sizler, göz göze gelecek düzeyde Düzenleyici’nin aklına bütüncül bir biçimde uyum gösterirseniz, bunun sonrasında akıllarınız bir hale gelecek ve Düzenleyici’nin desteğini alacaksınız. Daha sonra, eğer iradeniz bu yeni ve bileşmiş aklın kararlarının uygulamasını emreder ve onu gerçekleştirirse, Düzenleyici’nin kişilik-öncesi iradesi kararınız vasıtasıyla kişilik dışavurumuna erişir, ve bu özel işleyiş bakımından siz ve Düzenleyici bir bütün halindedir. Sizin aklınız kutsal uyumluluğa erişmiş olup, Düzenleyici’nin iradesi kişilik dışavurumunu elde eder.
110:2.6 (1205.4) Bu kimliğin gerçekleştiği ölçüde sizler zihinsel olarak, mevcudiyetin morontia düzeyine yaklaşır konumda bulunmaktasınız. Morontia aklı, çeşitli bir biçimde maddi ve ruhsal olan doğaların eş güdüm halindeki akıllarının özünü ve ortak bütünlüğünü simgeleyen bir kavramdır. Morontia usu, bu nedenle, tek irade baskınlığında olan yerel evren içinde çifte bir aklı çağrıştırmaktadır. Ve, faniler ile birlikte bu, insan aklı ile Tanrı’nın akıldalığının özdeşleşimiyle kutsal hale gelen, kökü insanda olan bir iradedir.
110:3.1 (1205.5) Düzenleyiciler, çağların kutsal ve muhteşem oyununu oynamaktadırlar; onlar, mekân içinde zamanın yüce serüvenlerinden birine katılmaktadırlar. Ve, sahip oldukları ebediyetin daha büyük görevlerini yerine getirmeye devam ederlerken, sizin zamana ait kısa süreli mücadeleleriniz içinde eş güdümünüz onlara yardımda bulunduğunda, ne de mutlu olmaktadırlar. Ancak, genellikle, sahip olduğunuz Düzenleyici sizinle iletişimde bulunmaya giriştiği zaman, onun iletisi insan aklının enerji kanallarının maddi akımlarında kaybolur; yalnızca belirli durumlarda siz, zayıf ve uzak bir yankı olarak kutsal sese ait bir yankıyı yakalarsınız.
110:3.2 (1205.6) Düzenleyiciniz’in fani yaşam boyunca sizlere yönlendirmede bulunma ve kurtuluşunuzu sağlama girişimindeki başarısı; kararlarınıza, kararlılıklarınıza ve değişmez inancınıza kıyasla inanışlarınıza dair kuramlara çok da dayanmamaktadır. Kişilik gelişiminin tüm bu etkinlikleri ilerleyişinize destek sağlayan güçlü etkiler haline gelir, çünkü onlar Düzenleyici ile eş güdümde bulunmanıza yardım eder; onlar, Düzenleyici’ye karşı gelmeyi sonlandırmanızda yardımcı olur. Düşünce Düzenleyicileri; tam da, kusursuzluk erişiminin yükseliş doğrultusu boyunca aracılığıyla ilerleyecekleri düzen ile fanilerin eş güdümde bulunmada başarılı veya başarısız oldukları ölçüsünde, dünyasal sorumluluklarında başarılı olur veya görünürde başarısız olurlar. Kurtuluşun sırrı, Tanrı-gibi-olmaya dair yüce insan arzusunda ve bu benlik üzerinde üstünleştirici arzunun nihai erişimi için temel derecede önemli olan her bir şeyi ve her şeyi gerçekleştirmenin ve bunların düzeyine gelmenin ilgili gönüllülüğünde saklıdır.
110:3.3 (1206.1) Bir Düzenleyici’nin başarısı veya başarısızlığından bahsettiğimiz zaman, bizler insana kurtuluşu bakımından bu görüşlerimizi ifade etmekteyiz. Düzenleyiciler hiçbir zaman başarısız olmamaktadırlar; onlar, kutsal özün parçalarıdır; ve, onlar her zaman, sorumluluklarının her birinden başarıyla ayrılırlar.
110:3.4 (1206.2) Birçoğunuzun; sizler ve sahip olduğunuz Düzenleyiciler arasında daha uyumlu bir çalışma onayının gelişimiyle ilgili olan kazanımlar niteliğinde sonsuza kadar sürecek aktarımın daha temel gerçekliklerini neredeyse tamamen görmezden gelirken, yaşamın basit detayları üzerinde bu kadar vakit ve düşünce ayırmanızı gözlemlemek kendimi alamamaktayım. İnsan mevcudiyetinin büyük hedefi, ikamet eden Düzenleyici’nin kutsallığına uyumlu hale gelmektedir; fani yaşamın büyük kazanımı, aklınız içinde bekleyen ve onun içinde faaliyet gösteren kutsal ruhaniyetin ebedi hedeflerine gerçek ve anlayışlı bir adayışa olan erişimdir. Ancak, ebedi nihai sonu gerçekleştirmek için adanmış ve kararlı bir çaba tamamiyle, tasadan uzak ve şen bir yaşama ek olarak dünya üzerinde başarılı ve onurlu bir süreç ile uyumludur. Düşünce Düzenleyicisi ile olan eş güdüm; bireyin kendisi üzerinde gerçekleştirdiği işkenceyle, sahte dindarlıkla veya ikiyüzlü ve gösteriş telaşındaki bireyin kendisini küçük görüşüyle sonuçlanmamalıdır; ideal yaşam, korkunun ele geçirdiği bir mevcudiyet yerine sevgi dolu bir hizmettir.
110:3.5 (1206.3) Kafa karışıklığı olarak emin olamama, hatta zaman zaman cesaretin kırılması ve yönelimin bozuluşu, doğrudan bir biçimde, ikamet eden Düzenleyici’nin yönlendirmelerine olan direnişi simgelememektedir. Bu türden tutumlar zaman zaman kutsal Görüntüleyici ile olan etkin eş güdümün yokluğu anlamına gelmekte olup, bu nedenle bir ölçüde ruhsal ilerleyişi geciktirebilir; ancak, bu türden ussal nitelikli duygusal zorluklar, Tanrı’yı-bilen ruhun belirli kurtuluşuna en ufak düzeyde bile etkide bulunmamaktadır. Bilgisizlik tek başına hiçbir zaman kurtuluşu engelleyemez; ne de kafa karışıklığından temelini alan şüpheler veya korkudan kaynaklanan belirsizlik onu engelleyebilir. Yalnızca Düzenleyici’nin yönlendirişine gösterilen bilinçli direniş, evrim halindeki ölümsüz ruhun kurtuluşuna engel olabilir.
110:3.6 (1206.4) Düzenleyici ile olan eş güdümü özellikle bilinçli olan bir süreç niteliğinde değerlendirmemelisiniz; ancak, inançlı kararlılıklarınız ve yüce arzularınız olarak sizin güdüleriniz ve kararlarınız, gerçek ve etkin eş güdümü oluşturmaktadır. Siz bilinçli bir biçimde Düzenleyici uyumunu şu şekilde çoğaltabilirsiniz:
110:3.7 (1206.5) 1. Kutsal yönlendirmeye karşılık vermeyi tercih ederek; içten bir biçimde insan yaşamını, gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin en yüksek bilinci üzerine inşa ederek, ve, bunun sonrasında, kutsallığın bu niteliklerini bilgelik, ibadet, inanç ve derin sevgi vasıtasıyla eş güdümsel hale getirerek.
110:3.8 (1206.6) 2. Tanrı’yı derinden severek ve onun gibi olma arzusunu duyarak — kutsal babalığın içten tanınışı ve cennetsel Ebeveyn’e olan sevgi dolu ibadet.
110:3.9 (1206.7) 3. İnsanı derinden severek ve ona hizmet etme arzusunu içten bir biçimde duyarak — insanın kardeşliğinin samimi bir biçimde tanınışına ek olarak akran fanilerinizin her biri için ussal ve bilge bir şefkat.
110:3.10 (1206.8) 4. Kâinatsal vatandaşlığın neşe dolu kabulü — evrimsel insan ile evrim halindeki İlahiyat’ın birbirlerine olan bağımlılıklarının farkındalığı niteliğindeki Yüce Varlık’a olan ilerleyici nitelikteki sorumluluklarınızın dürüst tanınışı. Bu, kâinatsal ahlakın doğuşu ve evrensel görevin doğuş halindeki yerine getirilişidir.
110:4.1 (1207.1) Düzenleyiciler, zaman ve mekânın üstün döngüleri üzerine gelmekte olan kâinatsal usun devamlı akımını almaya yetkindirler; onlar, evrenlerin ruhani usu ve enerjisi ile bütüncül iletişim halindedir. Ancak, bu kudretli sakinler, ortak doğanın noksanlığı ve karşılıksal tanınışın yokluğu nedeniyle fani öznelerinin akıllarına bilgelik ve gerçekliğin bu zenginliğinin büyük bir kısmını aktarmaya yetkin değillerdir.
110:4.2 (1207.2) Düşünce Düzenleyicisi, morontia ruhunu evrimleştirme olarak aklınızı ruhanileştirmek için sürekli bir çabaya katılmaktadır; ancak, sizler büyük ölçüde, bu içsel hizmetin bilincinde olmayan bir konumda bulunmaktasınız. Sizler, sahip olduğunuz fani usun ürünü ile ruhunuz ve Düzenleyiciniz’in ortak etkinliklerininkini ayırt etmede oldukça yetersiz niteliğe sahipsiniz.
110:4.3 (1207.3) Akla ait düşüncelerin, yargıların ve diğer imgelerin belirli anlık sunumları, zaman zaman, Düzenleyici’nin doğrudan veya dolaylı faaliyetidir; ancak, çok daha fazla sıklıkla bunlar, evrim halindeki hayvan aklının döngüleri içinde içkin olan olağan ve alışılageldik nitelikteki zihinsel faaliyetin doğal ve gündelik oluşumları olarak gömülü akılsal düzeylerde bir araya gelmekte olan düşüncelerin bilincine anlık varıştır. (Bu alt-bilinçsel kaynaklanmalara kıyasla, Düzenleyici’nin açığa çıkarışları bilinç-ötesi nüfuz alanları vasıtasıyla ortaya çıkar.)
110:4.4 (1207.4) Bilincin ölümlü düzeyinin ötesindeki aklın tüm hususlarını Düzenleyiciler’in koruyuculuğuna teslim edin. Yakın bir zaman içerisinde, eğer bu dünyada olmasa malikâne dünyalar üzerinde, onlar; koruyuculuklarının tatminkâr bir dışavurumunu sergileyecek olup, nihai olarak ilgilerine ve gözetimlerine emanet edilmiş anlamları ve değerleri açığa çıkaracaklardır. Onlar, eğer siz kurtuluşa ererseniz, fani aklın değerli her hazinesini yeniden diriltecektir.
110:4.5 (1207.5) Orada, insan ve Tanrı olarak insan ve kutsal olan arasında çok derin bir uçurum bulunmaktadır. Urantia ırkları; olağan tepkilerinde fazlasıyla duygusal olan bir biçimde, ortak davranışlarında çok yüksek düzeylerde hayvansal nitelikte bulunarak, o kadar büyük ölçüde elektriksel ve kimyasal olarak düzenlenmiştirler ki, Görüntüleyiciler’in onlara rehberlik etmeleri ve onları yönlendirmeleri aşırı derecede zor hale gelmektedir. Sizler; cesur kararlar ve adanmış eş güdümden o kadar yoksun bir düzeyde bulunmaktasınız ki, ikamet eden Düzenleyicileriniz insan aklı ile doğrudan bir biçimde iletişim kurmayı neredeyse imkânsız olarak deneyimlemektedir. Evrim halindeki fani ruha yeni gerçekliğin bir ışıltısını sunmayı mümkün buldukları zaman bile, bu ruhsal açığa çıkarış sıklıkla; bağnazlığın şiddetli bir tutuculuğuna sebebiyet veren veya sonu yıkıcı biçimde biten başka bir ussal başkaldırıyı başlatan biçimde yaratılmışı kör etmektedir. Birçok yeni din veya tuhaf “izm”, Düşünce Düzenleyicileri’nin yarıda bırakılmış, kusursuz olmayan, yanlış anlaşılmış ve çarpıtılmış iletişimlerinden doğmuştur.
110:4.6 (1207.6) Binlerce yıllık bir süreç boyunca, Jerusem’in kayıtlarının gösterimiyle, her nesilde bağımsız Düzenleyiciler ile güven bir biçimde faaliyet gösterebilecek daha da az insan yaşamıştır. Bu, tehlikeyi işaret eden bir gelişmedir; ve, Satania’nın yüksek denetimci kişilikleri, Urantia ırklarının daha yüksek ruhsal türlerini desteklemek ve onları muhafaza etmek için tasarlanmış tedbirleri yürürlülüğe koymayı savunan daha yakın yüksek denetimcilerinizden bazılarının önerilerine olumlu bakmaktadır.
110:5.1 (1207.7) Düzenleyici’nin görev ve etkisini, ortak bir biçimde adlandırılan vicdan ile karıştırmayın ve onu saptırmayın; onlar doğrudan bir biçimde ilişkili değillerdir. Vicdan, insansı ve tamamiyle zihinsel bir tepkidir. Küçük görülmesi gerek nitelik değildir, ancak, neredeyse hiçbir şekilde Tanrı’nın ruha olan sesidir; eğer bu türden bir ses duyulacak olursa o gerçekten de Düzenleyicininkidir. Vicdan, doğru bir biçimde, doğru olanı yapmanızı öğütler; ancak, Düzenleyici, buna ek olarak, size neyin gerçekte doğru olduğunu söylemeye çabalar; bu, Görüntüleyici’nin yönlendirilişini almaya yetkin olduğunuz zaman ve bunun gerçekleştiği süreçtir.
110:5.2 (1208.1) Denetim halinde bulunmayan uyku halindeki aklın düzensiz ve kopuk işleyişi olan, insanın rüya deneyimleri; Düzenleyiciler’in insanın aklının sahip olduğu farklı etkenleri uyumlu hale getirmedeki ve ilişkilendirmedeki başarısızlığının yeterli kanıtını sunmaktadır. Yalın bir değişle, Düzenleyiciler keyfi bir biçimde; yalnızca bir insan yaşamı içinde, insan ve kutsal olarak düşüncenin bu türden birbirine benzemeyen ve ayrı iki türünü eş güdümsel ve uyumlu hale getiremez. Onlar bunu yaptıklarında, zaman zaman gerçekleştirdikleri gibi, bu türden ruhlar doğrudan bir biçimde ölüm deneyiminden geçmenin zorunluluğu olmadan malikâne dünyalarına çıkarılırlar.
110:5.3 (1208.2) Uyku sürecinde Düzenleyici yalnızca; tamamiyle uyanık bilinç zamanlarında varılmış ve böylece insan ve kutsalın karşılıklı ilişkisinin irtibat nüfuz alanı olan akıl-ötesinin nüfuz alanlarında konumlanmış hale gelen, kararlar ve tercihlerle ikamet kişiliğinin iradesinin daha öncesinde bütünüyle onayladığı şeyleri elde etmeye çalışır.
110:5.4 (1208.3) Fani ev sahipleri uyku halindeyken Düzenleyiciler, maddi aklın daha yüksek düzeyleri içinde sahip oldukları yaratımlarını aktarmaya çalışırlar; ve, sizlerin çirkin rüyalarınızın bazıları, etkin iletişimde bulunmadaki başarısızlıklarına işaret etmektedir. Uyku yaşamının anlaşılmaz tuhaflıkları; yalnızca dışa vurulmamış hisleri kanıtlamamakta, aynı zamanda, Düzenleyiciler tarafından sunulan ruhsal kavramsallaşmaların temsillerine dair korkunç bozulmaya şahitlik etmektedir. Sahip olduğunuz arzularınız, dürtüleriniz ve diğer içkin eğilimleriniz; kendilerini imgelere çevirmekte, ve, onların dışa vurulmamış arzuları ile sakinlerin bilinç-dışı uyku boyunca zihinsel kayıtlarınıza giriş yapmaya çabaladıkları kutsal iletileri yer değiştirmektedir.
110:5.5 (1208.4) Uyku yaşamının Düzenleyici içeriği olarak düşünmek oldukça tehlikelidir. Düzenleyiciler uyku boyunca görevlerini gerçekleştirirler; ancak, sizlerin olağan rüya deneyimleriniz, tamamiyle, fizyolojik ve psikolojik olgular bütünüdür. Benzer bir biçimde, Düzenleyiciler’in kavramsal aktarımını, fani vicdanın yönergelerine dair neredeyse sürekli ve bilinç dâhilindeki algıdan ayırmak yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bunlar, bireysel ayırt edişle ve kişisel kararla çözülmesi gerekecek sorunlardır. Ancak, bir insan varlığının; bir Düzenleyici’nin dışavurumunu tamamiyle bir insan deneyimi olduğuna inanarak reddedişindeki hatası, fani aklın bir tepkisini kutsal soyluluğun nüfuz alanına doğru yüceltişindeki akılsızlığından daha iyidir. Bir Düşünce Düzenleyicisi’nin etkisinin, her ne kadar bütüncül olmasa da büyük bir ölçüde, bir bilinç-ötesi deneyim olduğunu unutmayın.
110:5.6 (1208.5) Çeşitli düzeylerde ve artarak zihinsel döngüler üzerinde sizler yükselirken, zaman zaman doğrudan bir biçimde, ancak daha fazla sıklıkla gerçekleşen bir biçimde dolaylı olarak, Düzenleyiciler ile iletişim kurarsınız. Ancak, insan aklı içerisinde ortaya çıkan her yeni kavramsallaşmanın Düzenleyici’nin yönergesi olduğunu düşünmek tehlikelidir. Daha sıklıkla, sizlerin ait olduğu düzeyin varlıklarında, Düzenleyici’nin sesi olarak kabul ettiğiniz şey, gerçekte, kendi usunuzdan kaynaklanan şeydir. Bu tehlikeli zemindir, ve her insan varlığı bu sorunları kendisi için, sahip olduğu doğal insan bilgeliği ve insan-ötesi kavrayışı uyarınca çözmek zorundadır.
110:5.7 (1208.6) Bu iletişimin aracılığıyla gerçekleştirildiği insan varlığının Düzenleyicisi bu tür geniş kapsamda etkinliği; başat bir biçimde bu insanın, Düzenleyici’nin içkin mevcudiyetinin sahip olduğu her dışsal dışavuruma neredeyse bütüncül bir biçimde kayıtsız oluşu nedeniyle, memnuniyetle deneyimlemektedir. Bu kişi, bulunduğu zaman ve neslin sahip olduğu en deneyimli Düzenleyiciler’den birini barındırmaktadır; ve, yine de, bu çok yönlü Düzenleyici’nin kendi aklı içindeki mevcudiyetiyle ilişkili olgular bütününe onun gösterdiği durağan tepki, ve etkisiz ilgi, nihai sonun koruyucusu tarafından ender ve şanslı olarak addedilmiş bir tepkidir. Ve, bu bunların hepsi; hem eylemin daha yüksek nüfuz alanında bulunan Düzenleyici için hem de sağlık, verimlilik ve huzur açısından insan eşi için elverişli olarak, etkilerin elverişli bir eş güdümünü meydana getirmektedir.
110:6.1 (1209.1) Maddi bir dünya üzerinde kişilik gerçekleşiminin bütünü, fani potansiyelliğinin yedi zihinsel döngüsü üzerindeki ilerleyici üstünlük içinde sağlanmaktadır. Yedinci döngüye olan giriş, gerçek insan kişilik işlevinin başlangıcına işaret etmektedir. İlk döngünün tamamlanışı, fani varlıklın görece olgunluğu anlamına gelmektedir. Her ne kadar kâinatsal büyümenin yedi döngüsünün kat edilişi Düzenleyici ile olan bütünleşmeye denk düşmese de, bu döngüler üzerindeki üstünlük Düzenleyici bütünleşimine hazırlık niteliğindeki aşamalara olan ulaşımı simgelemektedir.
110:6.2 (1209.2) Düzenleyici, göreceli fani olgunluğun kazanımı olarak — yedi döngüye olan erişimde sizlerle eşit düzeyde olan eşinizdir. Düzenleyici, yedinciden ilkine kadar sizler ile birlikte yükselmektedir, ancak yüceliğin ve bağımsız etkinliğin düzeyine fani aklın etkin eş güdümü olmadan ilerlemektedir.
110:6.3 (1209.3) Zihinsel döngüler ayrıcalıklı bir biçimde ussal değillerdir; ne de onlar bütünüyle morontialdır; onlar kişilik düzeyi, akıl erişimi, ruh büyümesi ve Düzenleyici uyumluluğu ile ilgilidir. Bu düzeylerin başarılı kat edilişi, kişiliğin bütünlüğünün uyumlu işlevini gerektirmektedir, sadece belli bir fazınınkini değil. Kısımların büyümesi, bütünün gerçek olgunlaşımına denk düşmemektedir; kısımlar gerçekten de maddi, ussal ve ruhsal olarak — bütüncül benlik niteliğinde — benliğin bütününün genişlemesi ölçüsünde büyümektedir.
110:6.4 (1209.4) Ussal doğanın gelişimi ruhsal olanınkinden daha hızlı bir biçimde ilerlediği zaman bu türden bir durum, Düşünce Düzenleyicisi ile olan iletişimi hem zor hem de tehlikeli kılmaktadır. Benzer bir biçimde, haddinden fazla gerçekleşen ruhsal gelişim, kutsal sakinin ruhsal yönergelerinin bağnaz ve sapkın bir yorumunu açığa çıkarma eğilimi göstermektedir. Ruhsal yetinin eksikliği, daha yüksek üst-bilinç düzeyinde barınan ruhsal gerçekleri bu türden maddi bir usa aktarmayı oldukça zor hale getirmektedir. Fiziksel, akılsal ve ruhsal güçlerin gelişimin üçlü bir uyumluluğunda olduğu an olarak — temiz alışkanlıklar içinde ikamet eden, istikrara kavuşmuş sinirsel enerjilere sahip ve dengeli kimyasal işlevdeki, kusursuz karardaki akla; en yüksek düzeydeki ışık ve gerçeklik, bu türden varlığın gerçek refahına en düşük düzeyde tehlike ve zarar olasılığıyla aktarılabilir. Bu türden dengeli bir büyüme vasıtasıyla insan, gezegensel ilerleyişin döngülerini, yedinciden ilkine kadar, bir bir çıkar.
110:6.5 (1209.5) Düzenleyiciler her zaman sizin yanınızda ve size aittirler; ancak, nadiren onlar başka bir varlık olarak sizinle doğrudan bir biçimde konuşur. Döngü döngü sizlerin ussal kararlarınız, ahlaki tercihleriniz ve ruhsal gelişiminiz Düzenleyici’nin aklınız içindeki işlev yetisine katkıda bulunmaktadır; döngü döngü sizler bunun aracılığıyla, Düzenleyici ilişkileminin ve akıl uyumluluğunun daha alt düzeylerinden, Düzenleyici’nin bu Tanrı-arayan akıl-ruhun evrimleşen bilinci üzerindeki berraklığı ve yargıyı derinleştirerek nihai sona dair imgelemlerini artan bir biçimde aktarabilmesi için, yükselmektesiniz.
110:6.6 (1210.1) Verdiğiniz her kadar Düzenleyici’nin işlevini ya sekteye uğratmakta ya da onu kolaylaştırmaktadır; benzer bir biçimde, bahse konu bu kararlar, insan kazanımının döngüleri içindeki ilerleyişini belirlemektedir. Buhranla ilişkisi olarak bir kararın yüceliği, döngüyü aşma etkisi ile derin bir bağlantı içindedir; yine de, kararlı tekrarlar olarak devamlı bir biçimde tekrar eden nitelikte kararların sayısı aynı zamanda, bu türden tepkilerin alışkanlık oluşturma kesinliği için temel teşkil etmektedir.
110:6.7 (1210.2) İnsan ilerleyişinin yedi düzeyini tamı tamına tanımlama zordur; zira, bu düzeyler kişiseldir; onlar her bireye göre değişkenlik göstermekte olup, göründüğü kadarıyla her insan varlığının büyüme yetkinliği tarafından belirlenir. Kâinatsal evrimin bu düzeyleri üzerindeki üstünlük üç şekilde kendisini gösterir:
110:6.8 (1210.3) 1. Düzenleyici uyumluluğu: Ruhsallaşan akıl, döngü erişimi ölçüsünde Düzenleyici mevcudiyetine yaklaşır.
110:6.9 (1210.4) 2. Ruh evrimi. Morontia ruhunun ortaya çıkışı, döngü üstünlüğünün kapsamı ve derinliğine işaret etmektedir.
110:6.10 (1210.5) 3. Kişilik gerçekliği. Benlik gerçekliğinin düzeyi, doğrudan bir biçimde, döngü üstünlüğü tarafından belirlenir. Kişiler, fani mevcudiyetin yedinci düzeyinden birincisine yükselirlerken daha gerçek hale gelirler.
110:6.11 (1210.6) Döngüler kat edilirken, maddi evrimin evladı ölümsüz potansiyelliğin olgun insanına doğru büyümektedir. Bir yedinci döngü unsurunun en ilkel haldeki doğasının belirgin olmayan gerçekliği, yerel bir evren vatandaşının ortaya çıkış halindeki morontia doğasının daha açık dışavurumuna yerini bırakmaktadır.
110:6.12 (1210.7) Her ne kadar yedi düzeyi, veya zihinsel döngüyü, tamamı tamına tanımlamak imkânsız olsa da, olgunluğun gerçekleşimine ait bu aşamaların en alt ve en düzey sınırlarını belirtmek kabul edilebilir niteliktedir:
110:6.13 (1210.8) Yedinci döngü. Bu düzeye; insan varlıkları kişisel tercihin, bireysel kararın, ahlaki sorumluluğun güçlerine ek olarak ruhsal bireyselliğin erişimi için yetkinliği geliştirdikleri zaman giriş yapılır. Bu faz; bilgeliğin ruhaniyetinin yönlendirişi altında yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin bütünleşmiş faaliyetine, Kutsal Ruhaniyet’in etkisi içinde fani yaratılmışın döngüselleştirilimine, ve bir Düşünce Düzenleyicisi’nin fani akıl içindeki algısıyla birlikte Urantia üzerinde Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin ilk işlevselliğine işaret etmektedir. Yedinci Döngü’ye olan giriş bir fani yaratılmışı, yerel evrenin bir vatandaşı olmak için tamamiyle potansiyel taşıyan hale getirmektedir.
110:6.14 (1210.9) Üçüncü döngü. Düzenleyici’nin faaliyeti, insan yükselicisi üçüncü aşamaya eriştikten ve nihai sonun kişisel nitelikteki bir yüksek melek koruyucusunu aldıktan sonra çok daha etkin hale gelir. Her ne kadar orada Düzenleyici ve yüksek melek koruyucusu arasında görünür hiçbir çaba sergileyişi olmasa da, yine de, kişisel nitelikteki yüksek meleksel yardımcının görevlendirişinin sonrasında kâinatsal kazanım ve ruhsal gelişimin tüm fazları içinde gözlemlenebilecek oldukça belirgin bir gelişim bulunmaktadır. Üçüncü döngü erişildiğinde Düzenleyici, maddi yaşam ömrünün geriye kalan süreci boyunca geri kalan döngülerdeki üstünlüğü gerçekleştirmek ve doğal ölümün benzersiz birlikteliği ayrıştırmasından önce kutsal-insan ilişkilemin nihai aşamasına erişmek için insanın aklını morontiasal hale getirmeye çabalamaktadır.
110:6.15 (1210.10) İlk döngü. Düzenleyici, olağan bir biçimde; siz ilerleyici fani kazanımın ilk ve nihai aşamasına erişene kadar sizinle doğrudan ve anında konuşamaz. Bu aşama; maddi bedenin yapısal teçhizatlarından evrimleşen morontia ruhunun özgürleştirilişinden önce, insan deneyimi içindeki akıl-Düzenleyici ilişkisinin olası en yüksek düzeydeki gerçekleşimini temsil etmektedir. Akıl, duygular ve kâinatsal kavrayış ile ilgili olarak ilk zihinsel döngünün bu kazanımı, insan deneyimi içinde maddi akıl ve ruhani Düzenleyici’nin birbirlerine en yaklaştığı düzeydir.
110:6.16 (1211.1) Muhtemel bir biçimde fani ilerleyişin bu zihinsel döngüleri; ortaya çıkış halindeki evrimsel ruhun Yüce Varlık ile başlangıçsal ilişkisinin morontia bilincine olan ilerleyici yaklaşıma ait mevcut anlam kavrayışları ve değer farkındalıkları niteliğinde — kâinatsal düzeyler olarak daha iyi ifade edilebilir. Ve, tam da bu ilişki, fani akıl için kâinatsal döngülerin önemini bütünüyle açıklamayı sonsuza kadar imkânsız hale getirmektedir. Bu döngü erişimleri yalnızca göreceli bir biçimde Tanrı-bilinci ile ilişkilidir. Yedinci veya altıncı döngü unsuru tıpkı ikinci veya birinci döngü unsuru kadar — evlatlık bilincinde olarak — gerçek anlamıyla Tanrı’yı bilen düzeyde olabilir; ancak, bu türden daha alt döngü varlıkları, kâinatsal vatandaşlık olarak Yüce Varlık ile olan deneyimsel ilişkinin çok daha az bilincindedir. Bu kâinatsal döngülere erişim malikâne dünyaları üzerinde yükseliş unsurlarının deneyiminin bir parçası haline, eğer doğal ölümden önce bu türden kazanımda başarısız olurlarsa gelecektir.
110:6.17 (1211.2) İnancın güdüsü, insanın Tanrı ile olan evlatlığına dair bütüncül farkındalığı deneyimsel kılmaktadır; ancak, kararların yerine getirilişi olarak eylem, Yüce Varlık’ın kâinatsal mevcudiyeti ile olan ilerleyici kan bağının bilincine evrimsel erişim için temel niteliktedir. İnanç, ruhsal dünya içinde potansiyellikleri mevcudiyetlere dönüştürür; ancak, potansiyellikler, sadece tercih-deneyiminin gerçekleşimiyle Yüce’nin sınırlı nüfuz alanlarında mevcudiyetler haline gelir. Ancak, Tanrı’nın iradesini gerçekleştirmeyi tercih etmek; ruhsal inancı kişilik eylemindeki maddi kararlar ile birleştirir, ve, böylece, Tanrı-açlığının insan ve maddi kaldıracının daha etkili bir işlevi için kutsal ve ruhsal bir dayanak noktası sağlar. Maddi ve ruhsal kuvvetlerin bu türden bilge bir eş güdümü, hem Yüce’nin kâinatsal gerçekleşimini hem de Cennet İlahiyatları’nın morontia kavrayışını fazlasıyla çoğaltır.
110:6.18 (1211.3) Kâinatsal döngüler üzerindeki üstünlük, yüce anlamların kavranılışı olarak morontia ruhunun niceliksel büyümesi ile ilgilidir. Ancak, bu ölümsüz ruhun niteliksel düzeyi, tamamiyle; fani insanın ebedi Tanrı’nın bir evladı oluşuna dair Cennet-potansiyel gerçeklik-değerine olan yaşayan inancın bütüncül kavrayışına bağlıdır. Bu nedenle, bir yedinci döngü unsuru, tıpkı ikinci veya hatta birinci döngü unsurunun gerçekleştirdiği gibi, kâinatsal büyümenin daha ileri niceliksel gerçekleşimine erişmek için malikâne dünyasına devam eder.
110:6.19 (1211.4) Kâinatsal-döngü erişimi ile mevcut ruhsal nitelikteki dini deneyim arasında yalnızca dolaylı bir ilişki bulunmaktadır; bu türden erişimler, karşılıklı ve bu nedenle karşılıklı olarak yarar sağlayan türdedir. Tamamiyle ruhsal olan gelişimin gezegensel nitelikli maddi büyüme ile çok az ilişkisi olabilir, ancak, döngü erişimi her zaman, insan başarısının ve fani kazanımın potansiyelini çoğaltmaktadır.
110:6.20 (1211.5) Yedinciden üçüncü döngüye kadar; deneyimin morontia düzeylerine olan ileri düzey tanışma için hazırlık niteliğindeki maddi yaşam işleyiş düzenlerinin gerçekliklerine olan bağlılıktan fani aklı ayırma görevi içinde, yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin çoğalmış ve bütünleşmiş faaliyeti ortaya çıkar. Üçüncü döngüden itibaren, emir-yardımcı etkisi ilerleyen bir biçimde azalmaktadır.
110:6.21 (1211.6) Yedi döngü; bir kişilik deneyimi olarak, en yüksek düzeydeki bütüncül hayvansal düzeyden öz bilincin en düşük düzeydeki mevcut ilişkisel nitelikteki morontia düzeyine kadar uzanan fani deneyiminden meydana gelir. İlk kâinatsal döngü üzerindeki üstünlük; morontia-öncesi fani olgunluğa olan erişimi simgelemekte, ve, insan kişiliği içindeki akıl eyleminin ayrıcalıklı bir etkisi olarak emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerinin bütünleştirici hizmetinin sonlanışı anlamına gelir. İlk döngünün ötesinde akıl artan bir biçimde; kâinatsal aklın bütünleşmiş hizmeti ve yerel bir evrenin Yaratıcı Ruhaniyeti’nin emir-yardımcı-ötesi bahşedilmişliği olarak, evrimin morontia aşamasının usuna uyumlu hale gelir.
110:6.22 (1212.1) Düzenleyiciler’in bireysel süreçleri içindeki büyük dönemler: ilk olarak, insan öznesinin üçüncü zihinsel döngüyü kırdığındaki, böylece (eğer sakin hali hazırda bu bağımsız etkinlikte bulunmamaktaysa) Görüntüleyici’nin özgür etkinliğini ve artan işlev kapsamını teminat altında aldığındaki anlar; daha sonra, insan eşinin ilk fiziksel döngüye eriştiğindeki, ve bunun aracılığıyla onların ikisinin, en azından belirli bir düzeyde, karşılıklı iletişimde bulunmaya yetkin hale geldiklerindeki anlar; ve, son olarak onların nihai ve ebedi bir biçimde bütünleştiklerindeki anlardır.
110:7.1 (1212.2) Yedi kâinatsal döngüye olan erişim, Düzenleyici bütünlüğüne denk düşmemektedir. Urantia üzerinde yaşayan döngülerine erişmiş birçok fani bulunmaktadır; ancak, bütünleşme, Düşünce Düzenleyici içinde ikamet ettiği haliyle Tanrı’nın iradesi ile fani iradesinin nihai ve bütüncül bir uyumluluğuna olan erişim niteliğinde, başka diğer büyük ve ulvi ruhsal kazanımlara bağlıdır.
110:7.2 (1212.3) Bir insan varlığı kâinatsal erişimin döngülerini tamamladığında, ve buna ilaveten, fani iradesinin nihai tercihi, evrimsel ve fiziksel yaşam boyunca Düzenleyici’nin insan kişiliği ile morontia ruhunu özdeşleştirmesine izin verdiğinde, sonuçsal olarak ruh ve Düzenleyici’nin bu tür tamamlanmış irtibatları malikâne dünyalarına bağımsız olarak devam eder, ve Düzenleyici’nin morontia ruhu ile olan derhal gerçekleştirilecek bütünleşmesini sağlayan emir Uversa’dan verilir. Fiziksel yaşam boyunca bu bütünleşme anlık bir biçimde maddi bedeni tüketir; bu türden bir olaya şahit olacak insan varlıkları, yalnızca aktarılan faninin “ateşin atlıları içinde” gözden kaybolduklarını gözlemlerler.
110:7.3 (1212.4) Urantia’dan özneleri aktarılmış Düzenleyiciler’in büyük kısmı, yüksek düzeyde deneyim sahibi ve diğer âlemler üzerinde sayısız fanilerin daha önceki sakinleri olarak görevde bulunmuş geçmişe sahiptirler. Düzenleyiciler’in, ödünç verme düzeyine ait gezegenler üzerinde değerli ikamet etme deneyimi kazandıklarını unutmayın; bu, Düzenleyiciler’in yalnızca, ileri düzeydeki faaliyet için deneyimi kazanmak amacıyla kurtuluşta başarısız olan bu fanilerde ikamet ettiği anlamına gelmemektedir.
110:7.4 (1212.5) Fani bütünleşmesini takiben Düzenleyiciler, sizlerin nihai sonunuzu ve deneyiminizi paylaşır; onlar sizdir. Ölümsüz morontia ruhu ve birliktelik halinde bulunan Düzenleyici’nin bütünleşmesinden sonra, bir bireyin sahip olduğu deneyimlerin tümü ve değerlerin tümü, nihai olarak; ikisinin gerçek anlamda tek bir bütünlük oluşturacağı düzeyde, diğerinin iyelikleri haline gelir. Belirli bir açıdan, bu yeni varlık, ebedi geleceğe ek olarak ebedi geçmişe aittir. Kurtuluş halindeki ruh içerisinde bir zamanlar insan olan her şey ve deneyimsel olarak kutsal olan her şey bu aşamada, yeni ve sürekli yükseliş halinde bulunan kâinat kişiliğinin mevcut iyeliği haline gelir. Ancak, her evren düzeyi üzerinde Düzenleyici yeni yaratılmışa yalnızca, bu düzey için anlamlı ve onun için değer taşıyan nitelikleri bahşedebilmektedir. Bir Düzenleyici’nin bahşedilişinin en son düzeyine kadar kullanılışının bir durumu olarak, kutsal Görüntüleyici ile olan bir mutlak bir bütünlük haline; bu kutsal armağanların her durumdaki kaynağı niteliğindeki ruhaniyetlerin Yaratıcısı olarak Kâinatın Yaratıcısı’na olan nihai erişimin sonrasında ebediyette ulaşılabilir.
110:7.5 (1212.6) Evrimleşen ruh ile kutsal Düzenleyici nihai ve ebedi bir biçimde bütünleştiği zaman, her biri diğerinin deneyimlenebilen niteliklerinin tümünü kazanmaktadır. Bu eş güdüm kişiliği, kökensel fani aklı ve daha sonra ikamet eden morontia ruhu tarafından bir zamanlar sahip olunan kurtuluşun deneyimsel hafızasının tümünü elinde bulundurmaktadır; ve, buna ek olarak bu potansiyel kesinlik unsuru, zamanın tümündeki fani ikametleri boyunca Düzenleyici’nin sahip olduğu deneyimsel hafızayı bünyesinde barındırmaktadır. Ancak, bir Düzenleyici için, kutsal Görüntüleyici’nin geçmişin ebediyetinden ileri doğru taşıdığı anlamlar ve değerler ile kişilik birlikteliğini giderek çok daha bütüncül bir biçimde bahşetmesi bir gelecek ebediyeti alacaktır.
110:7.6 (1213.1) Ancak, Urantialılar’ın geniş çaplı çoğunluğunda Düzenleyiciler, ölümün özgürleştiriciliğinin varışını sabırlı bir biçimde beklemek zorundadır; mevcudiyete ait maddi düzeyiniz içinde içkin olan enerji işleyiş biçimlerinin ve kimyasal kuvvetlerin neredeyse bütüncül baskınlığından ortaya çıkış halindeki ruhun özgürleştirilmesini beklemek zorundadır. Düzenleyicileriniz ile iletişim kurmada deneyimlediğiniz başat zorluk, tam da bahse konu bu içkin maddi doğadan meydana gelmektedir. Çok az sayıdaki fani gerçek düşünürlerdir; sizler ruhsal bir biçimde, kutsal Düzenleyiciler ile elverişli irtibat düzeyine doğru akıllarınızı geliştirmemekte ve düzen altına almamaktasınız. İnsan aklının kulağı; Düzenleyiciler’in, bağışlamaların Yaratıcısı’ndan kökenini alan derin sevgiye ait kâinatsal yayınların çok çeşitli iletilerini çevirdiği ruhsal ricalara neredeyse sağırdır. Düzenleyici; fiziksel doğalarınızda içkin olan kimyasal ve elektriksel kuvvetler tarafından tamamiyle baskın konumdaki hayvansal bir akıl içinde, bu ilham verici yönlendirmeleri oturtmayı neredeyse imkânsız bulmaktadır.
110:7.7 (1213.2) Düzenleyiciler, insan aklı ile iletişimde bulunmaktan büyük mutluluk duymaktadırlar; ancak, onlar, hayvan direncini kırmaya ve doğrudan bir biçimde sizinle iletişimde bulunmaya yetkin olmadıkları süreç süresince gerçekleşen sessiz ikametlerinin uzun yılları boyunca sabırlı olmak zorundadırlar. Düşünce Düzenleyicileri hizmetin ölçeğinde daha fazla yükseldikçe, daha etkin hale gelmektedirler. Ancak, onlar sizleri beden içerisinde hiçbir zaman; malikâne dünyaları üzerinde akıl akıla kavrayacağınız zaman gerçekleştirecekleri gibi, belli bir düzeydeki bütüncül, anlayışlı ve hislerini dışa vuran şefkatle karşılamayacaklardır.
110:7.8 (1213.3) Fani yaşam boyunca maddi beden ve akıl sizleri Düzenleyiciniz’den koparmakta ve özgür iletişimi engellemektedir; ebedi bütünleşmeden sonra gerçekleşecek bir biçimde ölümü takiben siz ve Düzenleyici, farklı varlıklar olarak ayırt edilemez nitelikte — bir bütündür; ve, bu nedenle, orada, anladığınız türden bir iletişime hiçbir ihtiyaç bulunmamaktadır.
110:7.9 (1213.4) Düzenleyici’nin sesi sürekli olarak içinizde bulunurken, sizlerin çoğu bir yaşam süreci boyunca onu çok az durumda duyacaktır. Erişimin üçüncü ve ikinci döngüleri altındaki insan varlıkları nadiren; yüce arzunun anları, yüce bir durum ve yüce bir kararın sonucunda gerçekleşen bir gelişim dışında Düzenleyiciler’in doğrudan sesini duyacaktır.
110:7.10 (1213.5) Nihai sonun bir adayına ait fani akıl ile gezegensel yüksek denetimciler arasında bir iletişim kurmaya çalışma ve bu iletişimi gerçekleştirme süreci boyunca ikamet eden Düzenleyici, fani eşe bir iletiyi aktarabilmesi mümkün olacak konuma getirilir. Çok da uzun olmayan bir süre önce Urantia üzerinde bu türden bir ileti, bağımsız bir Düzenleyici tarafından nihai sonun yedek birliklerine ait bir üye olan insan birlikteliğine aktarılmıştı. Bu ileti şu kelimelerin öncülüğünde aktarılmıştı: “Ve, şimdi, koruyucu bağlılığımın öznesine zarar vermeden ve onu tehlike altına almadan, ve, yıkıcı bir biçimde uyarıcı veya şevk kırıcı olma amacında bulunmadan, ona olan bu ricamı benim için kayıt altına al.” Bunun sonrasında güzel bir biçimde dokunaklı ve ilgi çekici bir uyarı gerçekleşti. Diğer şeyler ile birlikte Düzenleyici, şunların ricasında bulundu: “o bana daha sadık bir biçimde içten eş güdümünde bulunsun, daha istekli bir biçimde ikametimin görevlerine göğüs gersin, daha sadık bir biçimde görevlendirilmemin gerektirdikleri şeylerin bütününü yerine getirsin, daha sabırlı bir biçimde benim tercih etmiş olduğum sınavlardan geçsin, daha kararlı ve daha istekli bir biçimde seçtiğim yolda ilerlesin, benim bitmek bilmeyen çabalarımın bir sonucu olarak kazanılacak şeyde daha alçak gönüllü bir biçimde kendi katkısını görse — ikamet ettiğim insana uyarımı böyle aktar. Onun üzerine ben, kutsal bir ruhaniyetin yüce bağlılığını ve şefkatini bahşediyorum. Ve, derinden sevdiğim özneme; en son dünya mücadelesinin tamamlandığı an olan en sonuna kadar bilgelikle ve güçle faaliyet göstereceğimi, benim kişilik görevime sadık kalacağımı da ilet. Ve, ben ondan, kurtuluşa ermesini, beni hayal kırıklığına uğratmamasını, sabırlı ve yoğun mücadelemin armağanından beni mahrum bırakmamasını derinden talep etmekteyim. Kişiliği kazanmamız insan iradesine bağlıdır. Döngüden döngüye ben sabırla bu insan aklında yükseldim, ve, ben, türümün başının onayını kazanmakta olduğuma dair tasdike sahibim. Döngüden döngüye değerlendirilmekteyim. Ben, nihai sonun çağrısını keyifle ve hiçbir endişe taşımadan beklemekteyim; ben, Zamanın Ataları’nın mahkemelerine her şeyi sunmaya hazırım.”
110:7.11 (1214.1) [Orvonton’un bir Yalnız İleticisi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
111. Makale
111:0.1 (1215.1) Kutsal Düzenleyici’nin insan aklındaki mevcudiyeti, insan kişiliğinin evrimleşen ruhuna dair tatmin edici bir kavrayışa erişmeyi hem bilim hem de felsefe için sonsuza kadar imkânsız hale getirmektedir. Morontia ruhu; kâinatın çocuğu olup, sadece kâinatsal kavrayış ve ruhsal keşif vasıtasıyla gerçek anlamıyla bilinebilir.
111:0.2 (1215.2) Bir ruha ve bir ikamet eden ruhaniyete dair kavramsallaşma, Urantia için yeni değildir; bu, gezegensel inanışların çeşitli sistemlerinde sıklıkla ortaya çıkmıştır. Doğu inanışlarının çoğu ve bazı Batı olanları, insanın köken bakımından kutsal ve aynı zamanda kalıtımsal bakımından insan olduğunu algılamışlardı. İlahiyat’ın dışsal her-yerde-var-oluşuna ek olarak içsel mevcudiyetine dair his uzunca bir süredir, birçok Urantia dininin bir parçasını oluşturmaktadır. İnsanlar uzunca bir süredir; geçici yaşama ait kısa süreli süreci aşan bir biçimde varlığını sürdürmesi tasarlanmış temel bir şey niteliğinde, insan doğası içinde büyüyen bir şeyin mevcut bulunduğuna inanmışlardır.
111:0.3 (1215.3) Evrimleşen ruhunun kutsal bir ruhaniyet tarafından babacanca kollandığını insanın fark edişinden önce, bunun, göz, karaciğer, kalp ve daha sonra beyin olarak farklı fiziksel organlar içinde ikamet ettiği düşünülmüştü. İlkel birey ruhu; kanla, nefesle, gölgelerle ve bireyin su içindeki yansımalarıyla ilişkilendirmişti.
111:0.4 (1215.4) Atman kavramsallaşmasında Hindu öğretmenleri gerçekten de, Düzenleyici’nin doğası ve mevcudiyetine dair bir takdire yaklaşmışlardı; ancak, onlar, evrimleşmekte ve potansiyel olarak ölümsüz ruhun sahip olduğu ortak mevcudiyeti ayırt edemediler. Çinliler, buna rağmen, ruh ve ruhaniyet olarak yang ile yin biçiminde bir insan varlığının iki niteliğini tanıdılar. Mısırlılar ve birçok Afrika kabileleri aynı zamanda, ka ve ba olarak iki etkenin varlığına inandılar; ruh genelde mevcudiyet öncesinde var olan nitelikte düşünülmemekteydi, yalnızca ruhaniyet bu nitelikte görülmekteydi.
111:0.5 (1215.5) Nil vadisinin sakinleri her seçilmiş bireyin; ka olarak adlandırdıkları, doğumda, veya doğumdan sonra yakın bir süre zarfında, kendisine bahşedilmiş koruyucu bir ruhaniyete sahip olduğuna inandılar. Onlar bu koruyucu ruhaniyetin, yaşam boyunca fani özne ile kalmaya devam ettiğini ve kendisinden önce gelecek yerleşkeye geçtiğini öğrettiler. Üçüncü Amenhotep’in doğumunun tasvir edildiği El Uksur’daki bir tapınağın duvarlarında, küçük prens Nil tanrısının kolu altında ve yanında, Mısırlılar’ın ka olarak adlandırdığı unsurun bir simgesi olarak görünüş itibariyle prens ile özdeş başka bir çocuk resmedilir. Bu heykel, İsa’dan önce on beşinci yüzyılda tamamlanmıştı.
111:0.6 (1215.6) Ka’nın; geçici yaşamın daha iyi yollarına ilişkili olduğu fani ruhu yönlendirme, ama özellikle onun sonrasında insan öznesinin sahip olacağı talihlere etkide bulunma arzusu duyan üstün bir ruhani dahi olduğuna inanılmaktaydı. Bu dönemin bir Mısırlı bireyi öldüğünde, onun sahip olduğu ka’nın Büyük Nehrin karşı tarafında kendisini beklemekte olduğuna inanılmaktaydı. İlk başta, yalnızca kralların ka’lara sahip oldukları varsayılmıştı; ancak, yakın zaman içinde, dürüst insanların tümünün onları ellerinde bulunduklarına inanılmıştı. Bir Mısırlı yönetici, kalbi içindeki ka hakkında konuşurken şunları ifade etmişti: “Ben onun konuşmasını görmezden gelmedim; onun rehberliğine karşı gelmekten korktum. Bunu yaparak fazlasıyla geliştim; yapmama sebep olan şey sayesinde böyle başarılı oldum; onun rehberliğiyle bu apayrı konuma geldim.” Birçokları ka’nın, “herkes içinde var olan Tanrı’dan gelmiş bir açığa çıkarıcı araç olduğuna” inandı. Birçokları, “içinizde olan Tanrı lütfunda ebediyeti kalbin bütüncül memnuniyetinde” geçireceklerine inandı.
111:0.7 (1216.1) Evrimleşen Urantia fanilerinin her ırkı, ruhun kavramsallaşmasına denk düşen bir kelimeye sahiptir. Birçok ilkel insan topluluğu ruhun, insan gözlerinden dünyaya baktığına inandı; bu nedenle, onlar, kem gözün kötü niyetliliğinden bu derece aciz bir biçimde korku duydular. Onlar uzunca bir süredir, “insanın ruhaniyetinin Tanrı’nın ışığı” olduğuna inanmışlardır. Rig-veda şunu söyler: “Benim aklım benim kalbime konuşur.”
111:1.1 (1216.2) Her ne kadar Düzenleyici’nin faaliyeti doğası bakımından ruhsal olsa da, onlar, şartların dayattığı zorundalık nedeniyle, tüm faaliyetlerini ussal bir temel üzerinde gerçekleştirmek durumundadır. Akıl; ruhaniyet Görüntüleyicisi’nin, ikamet edilen kişiliğin eş güdümüyle birlikte morontia ruhunu evrimleştirmek zorunda olduğu insan toprağıdır.
111:1.2 (1216.3) Kâinat âlemlerinin tümünün sahip olduğu akıl düzeylerinin birkaçında kâinatsal bir bütünlük mevcuttur. Ussal benlikler kökenlerini, tıpkı nebulaların kökenlerini kâinat uzayına ait kâinatsal enerjilerden aldığı gibi, kâinatsal akıldan almaktadır. Ussal benliklerin insani (böylece kişisel olan) düzeyinde ruhsal evrimin potansiyeli; bu türden insan benlikleri içinde mutlak değerin bir unsur-görüşünün yaratıcı mevcudiyetiyle birlikte insan kişiliğinin ruhsal donanımları sayesinde, fani aklın yükselişiyle birlikte, baskın hale gelir. Ancak, fani aklın bu türden bir ruhaniyet baskınlığı, iki deneyime bağlıdır: Bu akıl yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin hizmeti boyunca yukarı doğru evrimini tamamlamış olmalı, ve maddi (kişisel) birey, evrimsel ve potansiyel bakımdan ölümsüz ruh biçimindeki morontia benliğini yaratmada ve onu desteklemede ikamet eden Düzenleyici ile birlikte eş güdümde bulunmayı tercih etmek zorundadır.
111:1.3 (1216.4) Maddi akıl; kendilerini ebedileştiren veya yok eden biçimde Tanrı’yı seçen veya onu yalnız bırakarak kararlarda bulunan nitelikte öz bilince sahip insan kişiliklerinin içinde yaşadığı düzlemdir.
111:1.4 (1216.5) Maddi evrim, sahip olduğunuz bedeniniz olarak size bir yaşam makinesi sağlamıştır; Yaratıcı’nın kendisi sizleri, sahip olduğunuz Düşünce Düzenleyicisi olarak kâinat içinde bilinen en saf ruhaniyet kişiliğiyle donatmıştır. Ancak, ellerinize, bireysel kararlarınıza tabi bir biçimde, akıl verilmiştir; ve, bu akıl ile sizler yaşayacaksınız veya öleceksiniz. Bu akıl içinde ve bu akıl ile sizler; sizlerin Düzenleyici-gibi olmaya, ki bu Tanrı-gibi-olmadır, erişmenizi yetkin kılan ahlaki kararlarda bulunacaksınız.
111:1.5 (1216.6) Fani akıl, bir maddi yaşam süreci boyunca kullanılmak için insan varlıklarına ödünç verilen geçici bir ussal işleyiş düzenidir; ve, onlar bu aklı kullanırlarken, ya ebedi mevcudiyetin potansiyelini kabul ederler veya reddederler. Akıl, iradenize tabi konumda bulunan kâinat gerçekliğine dair neredeyse sahip olduğunuz tek şeydir; ve, morontia benliği olarak — ruh, fani benliğin gerçekleştirmekte olduğu geçici nitelikteki kararların hasadını asklına uygun bir biçimde temsil edecektir. İnsan bilinci; alt düzeyde bulunan elektro-kimyasal işleyiş biçimine nazik bir biçimde dayanmakta ve üst düzeyde bulunan ruhaniyet-morontia enerji işleyiş düzenine hassas bir biçimde dokunmaktadır. İnsan varlığı hiçbir zaman, sahip olduğu fani yaşamı içinde bunların ikisinin de bütünüyle bilincinde değildir; bu nedenle, o, bilincinde olduğu akıl içinde çalışmak zorundadır. Ve, aklın ne kavradığı değil, daha çok aklın neyi kavramayı arzuladığı kurtuluşu teminat altına almaktadır; aklın ne olduğu değil, aklın ne olmayı amaçladığı ruhaniyet özdeşleşimini meydana getirmektedir. İnsanın Tanrı’nın bilincinde oluşu değil, insanın Tanrı’yı derinden arzulaması kâinat yükselişi ile sonuçlanmaktadır. Bugün ne olduğunuz, günbegün ve ebediyet içinde kim haline geldiğiniz karşısında çok da önemli değildir.
111:1.6 (1217.1) Akıl; insan iradesinin yıkımın ahenksiz notalarını çalabileceği veya üzerine bu aynı insan iradesinin Tanrı özdeşleşiminin ve bunun sonrasındaki ebedi kurtuluşun seçkin melodilerini yaratabileceği, kâinatsal enstrümandır. İnsana bahşedilen Düzenleyici, son kertede, kötülüğe yetkin olmayan ve günaha ehil olmayan niteliktedir; ancak, insan aklı gerçekten de, sapkın ve yalnızca kendi çıkarını düşünen bir insan iradesinin günahkâr kumpasları tarafından bozulan bir biçimde saptırabilir ve kötülüğü mevcut kılır hale gelebilir. Benzer bir biçimde bu akıl, Tanrı-bilen bir insan varlığının ruhaniyet-tarafından-aydınlatılmış-iradesi uyarınca — gerçekte büyük olarak — soylu, güzel, gerçek ve iyi hale getirilebilir.
111:1.7 (1217.2) Evrimsel akıl sadece; tümüyle makinesel veya tümüyle ruhsallaştırılmış olarak — kâinatsal ussallığın iki aşırı ucunda kendisini dışa vurduğu zaman bütünüyle istikrarlı ve güvenilir halde bulunmaktadır. Tamamiyle mekanik olan denetimin ve gerçek ruhani doğanın ussal aşırı uçları arasında, sahip olduğu istikrarı ve huzuru kişilik tercihine ve ruhaniyet özdeşleştirilişine bağlı evrimleşen ve yükseliş halindeki akılların bu devasa topluluğu bulunmaktadır.
111:1.8 (1217.3) Ancak, insan sahip olduğu iradeyi, kölesel bir biçimde etkisiz olarak Düzenleyici’ye teslim etmemektedir. Bunun yerine, o, etkin, yapıcı ve eş güdümsel bir biçimde; Düzenleyici’nin yönlendirişi doğal kökenli ölümlü aklın arzularından ve dürtülerinden bilinçli bir biçimde farklılık gösterdiğinde ve gösterirken, onun öncülüğünü takip etmeyi tercih etmektedir. Düzenleyiciler insanın iradesi üzerinde etkide bulunur, ancak hiçbir zaman onun iradesine karşıt bir biçimde onun üstünde baskın konuma gelmez; Düzenleyici için insan iradesi yüce konumdadır. Ve, onlar; evrimleşen insan usunun neredeyse sınırsız olan düzleminde düşünce düzenleyişinin ve karakter dönüşümünün ruhsal hedeflerine ulaşmayı arzularken, bu iradeyi böyle değerlendirmekte ve ona saygı duymaktadır.
111:1.9 (1217.4) Akıl sizin geminiz, Düzenleyici yönlendiriciniz, insan iradesi ise kaptanınızdır. Fani deniz aracın idarecisi, ebedi kurtuluşun morontia limanlarına doğru yükseliş halindeki ruhu yönlendiren kutsal rehbere güvenme bilgeliğine sahip olmalıdır. Yalnızca bencillik, tembellik ve günahkârlıkla insanın iradesi, bu türden sevgi dolu bir rehberin yönlendirişini ret edebilir, ve nihai olarak, reddedilmiş bağışlamanın kötülük sığ sularına ve bütünleşilen günahın kayalarına fani sürecin bu teknesini oturtturabilir. Rızanızla birlikte bu inançlı rehber güvenli bir biçimde sizleri; zamanın sınırlarından ve mekânın engellerinden karşıya, kutsal aklın tam da kaynağına ve ötesine, hatta Düzenleyiciler’in Cennet Yaratıcısı’na bile, taşıyacaktır.
111:2.1 (1217.5) Kâinatsal usa ait akıl işlevleri boyunca aklın bütünlüğü, ussal işlevin parçaları üzerinde egemen olan konumdadır. Akıl, özü itibariyle, işlevsel bütünlüktür; bu nedenle, akıl hiçbir zaman, yanlış bir şekilde yönlendirilen bir benliğin bilgelik-dışı eylemleri ve tercihleri tarafından kısıtlandığında ve engellendiğinde bile, bu yapısal bütünlüğü dışa vurmada başarısız olmaz. Ve, aklın bu bütünlüğü her durumda, irade soyluluğuna ve yükseliş ayrıcalıklarına sahip benlikler ile olan ilişkileminin tüm düzeyleri üzerinde ruhaniyet eş güdümünü aramaktadır.
111:2.2 (1217.6) Fani insanın maddi aklı; üzerinde Düşünce Düzenleyicisi’nin, bir potansiyel kesinlik unsuru olarak en yüksek nihai sonun ve sonu gelmez sürecin parçası olan kurtuluş halindeki bir ruh niteliğindeki — yok olmayan değerlerin ve kutsal anlamların bir evren karakterine ait ruhsal motifleri işlediği morontia kumaşını taşıyan dikiş makinesidir.
111:2.3 (1218.1) İnsan kişiliği, maddi bir beden içinde yaşam tarafından işlevsel ilişki içerisinde bir arada tutulan, akıl ve ruhaniyet ile tanımlanmaktadır. Bu tür aklın ve ruhaniyetin sahip olduğu bu işlev halindeki ilişki, akıl ve ruhaniyetin bir araya gelmiş belirli nitelikleriyle veya özellikleriyle sonuçlanmaz; bunun yerine o, ruh olarak potansiyel bakımdan ebedi devamlılığına ait tamamiyle yeni, özgün ve benzersiz bir evren değeriyle sonuçlanır.
111:2.4 (1218.2) Bu türden ölümsüz bir ruhun evrimsel yaratımında, yalnızca iki değil üç etken bulunmaktadır. Morontia insan ruhunun bu üç atası şunlardır:
111:2.5 (1218.3) 1. İnsan aklı ve ona öncül bir biçimde köken sağlayan ve onunla doğrudan ilişkili tüm kâinatsal etkiler.
111:2.6 (1218.4) 2. Bu insan aklında ikamet eden kutsal ruhaniyet ve insan yaşamı içindeki tüm ilişkili ruhsal etkiler ve etkenlerle birlikte mutlak ruhsallığın bu türden bir nüvesinde içkin olan tüm potansiyeller.
111:2.7 (1218.5) 3. Bu türden bir ilişkileme katkıda bulunan etkenlerin herhangi birinde bulunmayan bir değer karşılığına gelir ve bir anlamı taşır haldeki, maddi akıl ve kutsal ruhaniyet arasındaki ilişki. Bu benzersiz ilişkinin gerçekliği ne maddi, ne de ruhsaldır; o, morontialdır. O, ruhtur.
111:2.8 (1218.6) Yarı-ölümlü yaratılmışlar uzunca bir süreden beri insanın evrimleşen ruhunu; daha alçak düzeydeki veya diğer bir değişle maddi akılla ve daha yüksek veya diğer bir değişle kâinatsal akılla karşılaştırır biçimde ayrı konumda tanımlar halde, orta-akıl olarak adlandırmaktadırlar. Bu orta-akıl, gerçekten de bir morontia olgusudur, zira o, maddi ve ruhsalın arasındaki nüfuz alanında mevcuttur. Bu türden bir morontia evriminin potansiyeli, aklın iki kâinatsal dürtüsü içinde içkin konumdadır: yaratılmışın sınırlı aklının sahip olduğu Tanrı’yı bilme ve Yaratan’ın kutsallığına erişme dürtüsü, Yaratan’ın sınırsız aklının sahip olduğu insanı bilme ve yaratılmışın deneyimine erişme dürtüsüdür.
111:2.9 (1218.7) Evrimleşmekte olan ölümsüz ruhun bu göksel etkileşimi mümkün kılınmıştır, zira fani akıl, ilk başta kişisel olup daha sonra ise hayvan-ötesi gerçeklikler ile ilişki halinde bulunmaktadır; o, aracılığıyla ilişkilem içindeki ruhsal hizmetkârlara ek olarak ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi ile gerçek bir yaratıcı ilişkiyi gerçekleştiren bir biçimde, ahlaki kararlarda bulunmaya yetkin ahlaki bir doğanın evrimini teminat altına alan kâinatsal hizmete ait madde-ötesi bir donanımına sahiptir.
111:2.10 (1218.8) İnsan aklının bu türden bir iletişimsel ruhsallaşmasına ait kaçınılmaz sonuç; Gizem Görüntüleyicisi olarak — tüm yaratımın tam da bahse konu bu Tanrısı’nın mevcut bir nüvesinin üstün denetimi altında bulunan ruhsal kuvvetler ile irtibat halinde çalışan bir biçimde, Tanrı’yı bilmeyi derinden arzulayan bir insan iradesinin baskınlığındaki bir emir-yardımcı aklın ortak doğumu olan bir ruhun kademeli doğumudur. Ve, böylece, benliğin maddi ve fani gerçekliği; fiziksel-yaşam işleyiş düzeninin geçici sınırlılıklarının ötesine geçmekte, ve, morontia ve ölümsüz ruh olarak benliğin devamlılığı için evrimleşen araç içinde yeni bir dışa vuruma ve yeni bir kimliksel özdeşleşmeye erişmektedir.
111:3.1 (1218.9) Fani aklın hataları ve insan davranışının yanlışları; her ne kadar yaratılmış iradesinin onayıyla ikamet eden Düzenleyici tarafından bir kez başlatıldığı zaman bir morontia olgusuna engel olamasa da, ruhun evrimleşmesini dikkate değer bir düzeyde geciktirebilir. Ancak, fani ölümden önceki herhangi bir zaman zarfında bu bahse konu maddi ve insan iradesi, bu türden tercihi geri alma ve kurtuluşu reddetme gücüyle donatılmıştır. Kurtuluştan sonra bile yükseliş halindeki fani hala, bu ebedi yaşamı reddediş ayrıcalığını elinde bulundurmaktadır; Düzenleyici ile olan bütünleşmeden önceki herhangi bir zaman zarfında evrimleşmekte ve yükselmekte olan yaratılmış, Cennet Yaratıcısı’nın iradesini terk etmeyi tercih edebilir. Düzenleyici ile olan bütünleşme, yükseliş fanisinin ebedi ve koşulsuz bir biçimde Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmeyi tercih ettiği gerçeğini simgeler.
111:3.2 (1219.1) Beden içindeki yaşam boyunca evrimleşen ruh, fani aklın madde-ötesi kararlarını geliştirmeye yetkindir. Madde-ötesi olarak ruh kendi kendine insan deneyiminin madde düzeyinde faaliyet göstermemektedir. Ne de bu alt-ruhsal ruh, Düzenleyici gibi İlahiyat’ın belli bir ruhaniyetinin katkısı olmadan morontia düzeyi üstünde faaliyet gösterebilir. Ne de ruh; ilişkilenimsel hale gelmiş işleve ait bu türden bir morontia ruhuna bu türden yetkiyi bütünüyle ve gönüllü olarak devrettiği an ve bunun gerçekleştiği süreç dışında, ölüm veya aktarım onu fani akılla olan maddi birlikteliğinden ayırana kadar nihai kararlarda bulunabilmektedir. Yaşam boyunca karar-tercihe ait kişilik gücü olarak fani iradesi, maddi akıl döngülerinde konumlanmaktadır; dünyasal büyüme ilerlerken, bu benlik artan bir biçimde, tercihin paha biçilemez güçleri ile birlikte, ortaya çıkan morontia-ruh bütünlüğü özdeşleşir hale gelmektedir; ölümden sonra ve malikâne dünyanın yeniden dirilişini takiben insan kişiliği, bütünüyle morontia benliği ile kimliksel olarak özdeşleşir hale gelir. Ruh böylece, kişilik kimliğe ait gelecek morontia aracının başlangıçsal çekirdeğidir.
111:3.3 (1219.2) Bu ölümsüz ruh, ilk başta, doğası bakımından tamamiyle morontial niteliktedir; ancak, o, genellikle, yaratılmış akıl içindeki bu türden yaratıcı bir olguyu başlatan Kâinatın Yaratıcısı’na ait bahse konu aynı ruhaniyet ile olmak üzere, İlahiyat’ın ruhaniyetleri ile birlikte bütünleşme değerindeki gerçek ruhaniyet düzeylerine kesin bir biçimde yükselecek düzeyde bir gelişme yetkinliğini ellerinde bulundururlar.
111:3.4 (1219.3) Ancak hem insan aklı hem de kutsal Düzenleyici, Düzenleyici’nin bütünüyle, aklın kısmi bir biçimde sahip olduğu şekilde — evrimleşen ruhun mevcudiyetinin ve farklı doğasının bilincindedir. Ruh artan bir biçimde, kendi evrimsel büyümesi ölçüsünde, birliktelik halindeki kimlikleri olarak hem akıl hem de Düzenleyici’nin bilincine sahip hale gelir. Ruh, hem insan aklının hem de kutsal ruhaniyetin niteliklerinden beslenir; ancak, o kararlı bir biçimde, sahip olduğu anlamları gerçek ruhani değer ile eş güdümsel hale gelmeyi arzulayan bir akıl işlevini destekleyerek ruhsal denetimin ve kutsal olanın egemenliğinin çoğalımı yönünde evirilmektedir.
111:3.5 (1219.4) Ruhun evrimi olarak fani süreç, bir sınavdan çok bir eğitimdir. Yüce değerlerin kurtuluşuna olan inanç, dinin temelidir; içten dini deneyim, kâinatsal gerçekliğin bir gerçekleşimi olarak yüce değerlerin ve kâinatsal anlamların bütünlüğünden meydana gelmektedir.
111:3.6 (1219.5) Akıl niceliği, gerçekliği, anlamları bilmektedir. Ancak, değerler olarak — nicelik hissedilir. Hissedilen şey, bilen akıl ile gerçekliğin-farkındalığını sağlayan ilişkilem halindeki ruhaniyetin ortak yaratımıdır.
111:3.7 (1219.6) İnsanın evrimleşen morontia ruhu Tanrı-bilincine ait değer-farkındalığı olarak gerçeklikle, güzellikle ve iyilikle dolup taştığı ölçüde, bu türden sonuçsal bir varlık yıkılamaz hale gelmektedir. İnsanın evrimleşen ruhu içinde ebedi değerlerin hiçbir kurtuluşu olmasaydı, bunun sonucunda fani mevcudiyeti anlamsız, yaşamın kendisi trajik bir yanılsama olurdu. Ancak şu sonsuza kadar gerçektir: Zaman içinde başladığınız her şeyi, eğer bitirmeye değerli düzeydeyse — kesin bir biçimde ebediyette bitireceksiniz.
111:4.1 (1219.7) Tanıma, dışsal dünyadan alınan hissel algıları bireyin hafıza örneklerine olan eşleştirişinin ussal sürecidir. Anlama; bu tanınmış hissel algıların ve onların ilişkili olduğu hafıza yöntemlerinin, dinamik bir gerekçelendirilmiş ağa doğru bir araya getirildiği veya düzenlendiği düzey anlamına gelir.
111:4.2 (1220.1) Anlamlar, tanıma ve anlamların bir bileşiminden elde edilir. Anlamlar, tamamiyle hissel veya diğer bir değişle maddi bir dünya içinde mevcudiyet-dışıdır. Anlamlar ve değerler yalnızca, insan deneyiminin içsel veya diğer bir değişle madde-ötesi alanlarda algılanmaktadır.
111:4.3 (1220.2) Gerçek medeniyetin ilerlemelerinin tümü, insanlığın bu içsel dünyasında doğmuştur. Yalnızca içsel yaşam gerçek anlamıyla yaratıcıdır. Medeniyet, herhangi bir nesle ait gençliğin büyük bir çoğunluğu hissel veya diğer bir değişle dışsal dünyanın maddi arayışlarına ilgilerini ve enerjilerini adadığında neredeyse hiçbir biçimde gelişemez.
111:4.4 (1220.3) İçsel ve dışsal dünyalar, farklı bir değerler topluluğuna sahiptir. Her medeniyet, sahip olduğu gençliğin dörtte üçü maddesel mesleklere girdiğinde ve kendilerini dışsal dünyaya ait hissel etkinliklerin arayışına adadığında risk altındadır. Medeniyet; gençliğin, etik kurallar, toplum bilimi, ırk gelişimi, felsefe, güzel sanatlar, din ve kâinat bilimi ile ilgilenmeyi boş verdiğinde, tehlike altındadır.
111:4.5 (1220.4) İnsan deneyiminin ruhaniyet alanına etkide bulunur haldeki yalnızca bilinç-ötesi aklın daha yüksek düzeylerinde, daha iyi ve daha kalıcı medeniyetin inşasına katkıda bulunacak etkin üstün örnekler ile ilişkili bu yüksek kavramsallaşmaları bulabilirsiniz. Kişilik içkin bir biçimde yaratıcıdır; ancak, o bu şekilde, yalnızca bireyin içsel yaşamında faaliyet göstermektedir.
111:4.6 (1220.5) Kar kristalleri her zaman şekil bakımından altıgendir, ancak onların hiçbiri hiçbir zaman birbirine benzememektedir. Çocuklar karakter türleri ile sınıflandırılabilir, ancak onların hiçbiri, hatta ikizlerin durumunda olduğu gibi, tamamiyle birbirlerine benzememektedir. Kişilik karakter türlerini izlemektedir, ancak o her zaman benzersizdir.
111:4.7 (1220.6) Mutluluk ve neşe kökenini içsel yaşamdan almaktadır. Sizler gerçek neşeyi, tamamiyle kendi başınıza deneyimleyemezsiniz. Yalnız bir yaşam, mutluluk için ölümcüldür. Aileler ve milletler bile yaşamdan, eğer diğerleri ile birlikte paylaşırlarsa daha fazla neşe duyacaklardır.
111:4.8 (1220.7) Sizler bütünüyle, çevre olarak — dışsal dünyayı denetim altına alamazsınız. İçsel dünyanın yaratıcılığı yöneliminize en fazla etkide bulunan şeydir, zira kişiliğiniz, öncül gelişmelerin neden-sonuçsal bir biçimde belirleyişine ait kanunlarının zincirlerinden oldukça fazlasıyla kurtarılmıştır.
111:4.9 (1220.8) İnsanın içsel yaşamı gerçek anlamıyla yaratıcı olduğu için her bireye, bu yaratıcılığın anlık ve bütünüyle rastgele mi veya denetlenmiş, yönlendirilmiş ve yapıcı mı olacağını tercih etme sorumluluğu düşmektedir. Faaliyet gösterdiği yer olan, hali hazırda ön yargıyla, kinle, korkularla, hınçlar, intikamla ve bağnazlıklarla doldurulmuş olan bir düzlemde bir yaratıcı hayal gücü nasıl olurda değerli çocukları yetiştirebilir?
111:4.10 (1220.9) Düşünceler kökenlerini dışsal dünyaya ait uyarıcılardan alıyor olabilir, ancak, idealler yalnızca, içsel dünyanın yaratıcı alanlarında doğmaktadır. Bugün dünyanın milletleri, çok fazla bir bilgi bolluğuna sahip insanlar tarafından yönetilmektedir; ancak onlar, idealler bakımından fakirliğin vurduğu bireylerdir. Bu; açlığın, boşanmanın, savaşın ve ırksal düşmanlıkların açıklamasıdır.
111:4.11 (1220.10) Sorun şudur: Eğer özgür iradeye sahip insan içsel bütünlüğü içerisinde yaratıcılığın güçleri ile donatılmışsa, bunun sonucunda bizler, özgür irade yaratıcılığının özgür irade yok ediciliğinin potansiyelini bünyesinde barındırdığını tanımak zorundayız. Ve, yaratıcılık yok ediciliğe dönüştüğü zaman; baskı, savaş ve yok ediş olarak — kötülük ve günahın yıkımı ile yüz yüze gelmektesiniz. Kötülük, bütünlüğü bozma ve nihai olarak yok etme eğilimi gösteren yaratıcılığın belli bir yönelimidir. İçsel yaşamın yaratıcı işlevini engelleyen her çatışma kötüdür — bu, kişilik içinde iç savaşın bir türüdür.
111:4.12 (1221.1) İçsel yaratıcılık, kişiliğin bir araya gelişi ve benliğin bütünleşimi vasıtasıyla karakterin soylulaşmasına katkıda bulunmaktadır. Şu sonsuza kadar gerçektir: Geçmiş değiştirilemez niteliktedir; sadece gelecek, içsel benliğin mevcut yaratıcılığının hizmeti tarafından değiştirilebilir.
111:5.1 (1221.2) Tanrı’nın iradesini gerçekleştirme neredeyse; içsel yaşamı Tanrı ile — bu türden bir yaratılmış yaşamını içsel anlam-değerine mümkün kılan bir biçimde yaratmış tam da bu Tanrı ile — paylaşma gönüllülüğünün bir dışavurumundan başka bir şey değildir. Paylaşma, kutsal nitelikte — Tanrısaldır. Tanrı her şeyi Ebedi Evlat ve Sınırsız Ruhaniyet ile paylaşırken, bunun karşılığında, onlar her şeyi, evrenlerin kutsal Erkek ve ruhaniyet Kız Evlatları ile birlikte paylaşmaktadır.
111:5.2 (1221.3) Tanrı’yı örnek alarak onun gibi olmaya çalışma, kusursuzluğun anahtarıdır; onun iradesini gerçekleştirmek, kurtuluşun ve kurtuluş içindeki kusursuzluğun sırrıdır.
111:5.3 (1221.4) Faniler Tanrı içinde yaşar; ve, böylece Tanrı, faniler içinde yaşama iradesinde bulunmuştur. İnsanlar kendilerini ona emanet ederken, benzer bir biçimde o — ve ilk başta olmak üzere — insanlarla birlikte olması için kendisinden bir parçayı emanet etmiştir; insanlar içinde yaşamaya ve insan iradesine tabi bir biçimde insanlar içinde ikamet etmeye razı olmuştur.
111:5.4 (1221.5) Bu yaşamdaki barış, ölümden kurtuluş, bir sonraki yaşamdaki kusursuzlaşma, ebediyet içindeki hizmet olarak — tüm bunların hepsine; yaratılmış kişiliği — tercih eden bir biçimde — yaratılmış iradesini Yaratıcı’nın iradesine tabi kılmaya onay verdiği zaman, şimdi (ruhaniyet içinde) erişilir. Ve, hali hazırda Yaratıcı, yaratılmış kişiliğinin iradesine kendisine ait bir nüveyi tabi kılmayı tercih etmiştir.
111:5.5 (1221.6) Bu türden bir yaratılmış tercihi, iradenin bir teslimiyeti değildir. O, iradenin bir kusursuzlaşımı, iradenin bir yücelişi, iradenin bir genişleyişi olarak iradenin kutsallığa olan bir adanışıdır; ve, bu türden tercih yaratılmış iradesini geçici önemin düzeyinden, içinde ruhaniyet Yaratıcısı’nın kişiliği ile yaratılmış evladın bir bütün haline geldiği daha yüksek değerinkine yükseltmektedir.
111:5.6 (1221.7) Yaratıcı’nın iradesinin bu tercihi; her ne kadar, yaratılmış evladın mevcut bir biçimde Cennet üzerindeki Tanrı’nın mevcudiyeti karşısına çıkabilmesi için bir asrın geçmesi zorunlu olsa da, fani insan tarafından ruhani Yaratıcı’nın ruhsal bulunuşudur. Bu tercih; “Benim değil senin iraden gerçekleşecek” biçimindeki — yaratılmış iradesinin reddi yerine, “Benim irademdir senin iradeni gerçekleştiren” ifadesindeki olumlu onaydan oluşmaktadır. Ve, eğer bu tür tercihte bulunulursa, er yâda geç, bu Tanrı’yı-tercih-eden evlat, ikamet eden Tanrı nüvesi ile içsel bütünlüğü (bütünleşmeyi) bulacaktır; bunun karşısında, kusursuzlaşmakta olan bu aynı evlat, insanın iradesi ile Tanrı’nın iradesinin başka bir ebedi eş birlikteliğinin doğumu olarak — yaratıcı nitelikleri dışavurumun bilinç dâhilindeki ortaklığında ebedi bir biçimde bir araya gelmiş olan iki kişilik biçiminde, insanın kişiliği ile onun Yapıcısı’nın kişiliğinin ibadetsel bütünlüğünde yüce kişilik tatminini bulacaktır.
111:6.1 (1221.8) Fani insanın birçok geçici sıkıntısı, kâinat ile olan iki katmanlı ilişkisinden kaynaklanmaktadır. İnsan, doğa içinde var olan bir biçimde — doğanın bir parçasıdır; ancak, o yine de, doğanın ötesine geçmeye yetkindir. İnsan sınırlıdır, ancak o, sınırsızlığın bir kıvılcımı tarafından ikamet edilmektedir. Bu türden çifte bir düzey yalnızca kötülük için potansiyele temel oluşturmamakta, ancak aynı zamanda, belirsizliğin fazlasıyla ve hiçte az olmayan endişeyle dolu birçok toplumsal ve ahlaki duruma sebebiyet vermektedir.
111:6.2 (1222.1) Doğanın üzerinde üstünlük sağlamak ve kişinin sahip olduğu benliği aşmak için gerekli olan cesaret, bireyin kendisi için beslediği benlik gururun cazibesine kapılmasına yenik düşebilecek bir cesarettir. Fani çıkmazı; insanın doğaya olan taabiyetine ek olarak aynı zamanda gerçekleşen bir biçimde — ruhsal tercih ve eylemin özgürlüğü niteliğindeki — benzersiz bir özgürlüğü elinde bulunduruşunun çifte gerçekliğinden meydana gelir. Maddi düzeyler üzerinde insan kendisini doğaya tabi konumda bulurken, ruhsal düzeyler üzerinde o, doğaya ilaveten geçici ve sınırlı olan her şey üzerinde üstün konumdadır. Bu türden bir çıkmaz; cazibeye kapılarak amaçtan sapmadan, potansiyel kötülükten, kararsal yanlışlardan ayrılamaz nitelikte olup, benlik gururlu ve kibirli hale geldiğinde günaha evirilebilir.
111:6.3 (1222.2) Günah sorunu, sınırlı dünya içerisinde içkin bir biçimde var olmamaktadır. Sınırlılığın gerçekliği, ne kötü ne de günahsı niteliktedir. Sınırlı dünya, kutsal Evlatları’nın el yapımı olan bir biçimde — bir sınırsız Yaratan tarafından yaratılmıştır; ve, bu nedenle, iyi olmak zorundadır. Sınırlı olanın yanlış kullanımı, çarpıtılması ve doğru yoldan saptırılması, kötülük ve günaha kaynaklık etmektedir.
111:6.4 (1222.3) Ruhaniyet akıl üstünde baskın hale gelebilir; böylelikle akıl, enerjiyi denetim altına alabilir. Ancak, akıl enerjiyi yalnızca; fiziksel nüfuz alanlarına ait nedenlerin ve sonuçların matematiksel düzeyi içinde içkin nitelikte bulunan dönüşümsel potansiyelleri, benliğin ussal bir biçimde değişikliğe uğratması vasıtasıyla denetim altına alabilir. Yaratılmış aklı içkin bir biçimde enerjiyi denetim altına alamamaktadır; bu bir İlahiyat ayrıcalığıdır. Ancak, yaratılmış aklı; sadece, fiziksel evrenin enerji sırları üzerinde üstün hale gelecek kadar, enerji üzerinde değişiklikle bulunabilmekte olup, bunu mevcut bir biçimde gerçekleştirmektedir.
111:6.5 (1222.4) İnsan, ister kendisi olsun ister çevresi olsun, fiziksel gerçeklik üzerinde değişiklikte bulunmayı arzu ettiği zaman, maddeyi denetim altına almanın ve enerjiyi yönlendirmenin yollarını ve araçlarını keşfettiği ölçüde bunu gerçekleştirmektedir. Desteklenmemiş akıl; kaçınılmaz bir biçimde ilişkili olan kendi fiziksel işleyiş düzeni dışında, maddi olan herhangi bir şey üzerinde etkide bulunmada bütünüyle güçsüzdür. Ancak, bedenin işleyiş düzeninin ussal bir biçimde kullanılışı vasıtasıyla akıl; kullanılım aracılığıyla bu aklın artan bir biçimde evren içinde sahip olduğu fiziksel düzeyi denetleyebileceği ve onun üzerinde dahi baskın konuma gelebileceği, diğer işleyiş düzenlerini, hata enerji ilişkilerini ve yaşam ilişkilerini yaratabilir.
111:6.6 (1222.5) Bilim gerçeklerin kaynağıdır, ve akıl gerçekler olmadan faaliyet gösteremez. Onlar, yaşam deneyiminin harcıyla tutturulmuş, bilgeliğin binası içindeki yapı kolanlarıdır. İnsan Tanrı’nın sevgisini gerçekler olmadan bulabilir; ve, insan, Tanrı’nın kanunlarını derin sevgi olmadan keşfedebilir; ancak, insan hiçbir zaman, kutsal kanunu ve kutsal derin sevgiyi bulana ve deneyimsel bir biçimde bunları kendisine ait evrimleşen konumdaki kâinatsal felsefesinde bir bütün haline getirmedikçe, İlk Kaynak ve Merkez’in her-şeyi-içine-alan doğasına ait seçkin doygunluk niteliğindeki göksel uyum olarak sonsuz simetriyi takdir etmeye başlayamayacaktır.
111:6.7 (1222.6) Maddi bilginin genişlemesi, değerlerin anlamlarının ve en yüksek amaçlara ait değerlerin daha yüksek bir ussal takdirine izin vermektedir. Bir insan varlığı gerçekliği kendi içsel deneyimi içinde bulabilir; ancak, o, gerçekliğe dair kişisel keşfini gündelik yaşamın acımasız nitelikteki maddi taleplerine uygulamak için gerçeklere dair net bir bilgiye ihtiyaç duymaktadır.
111:6.8 (1222.7) Geçici ve sınırlı olan her şeyin tümüyle ötesindeki ruhsal güçleri elinde bulundururken aynı zamanda kendisini koparılamaz bir biçimde doğaya tabi bir biçimde de gören fani insanın, güvende hissetmeme duyguları tarafından yorgun düşmesi tamamiyle doğaldır. Yalnızca — yaşayan inanç olarak — duyulan dini güven insanı, bu türden zor ve kafa karıştırıcı sorunların ortasında ayakta tutabilir.
111:6.9 (1223.1) İnsanın maddi doğasını üzerinde bekleyen ve onun ruhsal dürüstlüğünü tehdit eden tehlikelerin tümü içinde gurur en büyük olanıdır. Cesaret mertliktir, ancak bencillik aşırı bir biçimde mağrur ve intiharsıdır. Bu makul düzeydeki özgüvenin kınanması değildir. İnsanın kendisini aşma yetisi, onu hayvan krallığından ayıran bir şeydir.
111:6.10 (1223.2) İster bir insanda, ister bir toplulukta, ister ırkta veya millete bulunursa bulunsun, gurur aldatıcı, sarhoş edici ve günahı-besler niteliktedir. “Gurur, bir düşüşten sonra gerçekleşir” ifadesi tam, kelime anlamıyla gerçektir.
111:7.1 (1223.3) Her-şeye-gücü-yeten, her-şeyin-bilgeliğine sahip ve her-şeyin-derin-sevgisinde olan Yaratıcı’nın evren malikâneleri içinde bir yükseliş evladı olarak güvence; evrenin deneyimsiz bir vatandaşı olarak belirsizlik; Kâinatın Yaratıcısı’nın kutsal merhameti ve sınırsız sevgisine olan yaratılmış evladının koşulsuz güvenine dair güvence olarak ruhaniyette ve ebediyetteki güvence; kendisini açığa çıkarmakta olan Cennet yükselişine ait olaylara dair belirsizlik olarak zaman ve akıl içindeki belirsizlik niteliğindeki — güvencenin belirsizliği Cennet serüveninin özüdür.
111:7.2 (1223.4) Ben, Düzenleyici’nin ruhunuza olan sadık çağrısının uzak yankısını dikkatlice kulak vermeniz için sizi uyabilir miyim? İkamet eden Düzenleyici, zamana ait süreç mücadelenizi durduramaz veya onu maddi bir biçimde bile bile değiştiremez; Düzenleyici, bu zor emek dünyası boyunca serüveninize devam ederken, yaşamın zorluklarını azaltamaz. Kutsal sakin sadece sabırla, gezegeniniz üzerinde yaşanmakta olduğu gibi siz yaşam savaşını verirken müdahalede bulunmamak için kendisine hâkim olur; ancak, siz, eğer sadece bunu yapabilirseniz, savaşır ve yorgun düşer bir biçimde çalışırken ve endişe duyarken — gözü pek Düzenleyici’nin sizinle birlikte sizin için savaşmasına izin verebilirsiniz. Sizler; eğer sadece, Düzenleyici’nin, mevcut maddi dünyanızın ortak sorunlarıyla olan bu zorlu, aman vermeyen mücadelenizin gerçek güdüsüne, nihai hedefine ve ebedi amacına dair imgeleri sürelikli olarak önüne sermesine izin verebilseniz, oldukça rahatlamış ve ilginizi toparlamış biçimde oldukça huzura kavuşmuş ve ilham kazanmış hale gelirdiniz.
111:7.3 (1223.5) Tüm bu zorlu maddi çabaların ruhsal dengini sizlere gösterme görevinde neden Düzenleyici’ye yardım etmeyesiniz? Düzenleyici’nin, yaratılmış mevcudiyetinin geçici zorlukları ile boğuşurken kâinatsal gücün ruhsal gerçeklikleri ile sizleri güçlü hale getirmesine neden izin vermeyesiniz? Geçmekte olan anın sorunlarına kafası karışmış bir biçimde bakmaktan kendinizi alamazken kâinatsal yaşama dair bütüncül ebedi görünümün berrak görüntüsüyle sizleri neşelendirmesi için cennetsel yardımcınızı neden teşvik etmeyesiniz? Zamanın engelleri arasında yılgın düşerken ve fani yaşam serüveninizi çevreleyen belirsizliklerin labirenti içinde tökezlerken kâinat bakışı tarafından aydınlanmayı ve ilham verilmeyi neden reddetmektesiniz? Düzenleyici’nin, her ne kadar ayaklarınız dünyasal emeğin maddi doğrultusunu arşınlamak zorunda olsa da, düşüncenizi ruhsallaştırmasına neden izin vermeyesiniz?
111:7.4 (1223.6) Urantia’nın daha üstün ırkları tamamiyle birbirine karışmış konumdadır; onlar, farklı kökenden gelen birçok ırk ve ırk kolunun bir karışımıdır. Bu çok parçalı doğa; Görüntüleyiciler’in yaşam boyunca etkin bir biçimde çalışmalarını aşırı derecede zor kılmakta, ve, kesin bir biçimde, ölümden sonra hem Düzenleyici’nin hem de koruyucu yüksek meleğin sorunlarını arttırmaktadır. Çok daha uzun olmayan bir süre önce ben Salvington'daydım, ve, bir nihai son koruyucusunun, fani öznesine hizmet ederken yaşadığı zorlukların nedenselliğini açıklayan resmi bir sunumu dinledim. Bu yüksek melek şunları söyledi:
111:7.5 (1223.7) “Yaşadığım sorunun büyük bir kısmı, öznemin sahip olduğu iki doğa arasındaki sonu gelmez çatışmadan kaynaklanmaktaydı; geleceğe dair arzunun dürtüsüne hayvansal kökenli tembellik tarafından karşı konulmaktaydı; üstün bir insan topluluğunun idealleri, alt düzey bir ırkın içgüdüleri tarafından karşı gelinmekteydi; büyük bir aklın yüksek amaçlarıyla, ilkel bir kalıtımın dürtüsü düşmanca mücadele etmekteydi; uzağı gören bir Görüntüleyici’nin ileri görüşlü düşüncesi, zamanın bir yaratılmışının dar görüşüyle engellenmekteydi; bir yükseliş varlığının ilerleyici tasarımları, bir maddi doğanın arzuları ve derinden istedikleri şeyler tarafından değişikliğe uğramaktaydı; kâinat usunun parıltıları, evrimleşen ırkın kimyasal-enerji hükümleriyle ışımaz hale gelmişti; meleklerin dürtüsüne bir hayvanın sahip olduğu duygular karşı koymaktaydı; bir usun hazırlanışı, içgüdünün eğilimleri tarafından ortadan kaldırılmaktaydı; bireyin deneyimine, ırkın tarihsel olarak birikmiş eğilimleri karşı gelmekteydi; en iyinin sahip olduğu hedeflerini, en kötünün yönelişi gölgede bırakmaktaydı; dehanın yükseliş etkisi, vasatlığın çekimiyle dengelenmekteydi; iyi olanın ilerleyişi, kötü olanın eylemsizliği tarafından yavaşlatılmaktaydı; güzel olanın sanatı, kötülüğün mevcudiyeti tarafından lekelenmekteydi; sağlığın yaşam gücü, hastalığın yaşam yılgınlığı tarafından eşitlenmekteydi; inancın pınarı, korkunun zehirleriyle kirletilmekteydi; neşenin ırmağı, kederin sularıyla acılaşmaktaydı; gelecekten beklenen şeye dair duyulan mutluluk, şimdiki olana dair farkındalığın hoşnutsuzluğu tarafından yitirilmekteydi; yaşamdan alınan keyifler sürekli bir biçimde, ölümün kaderleri tarafından tehdit edilmekteydi. Bu türden bir gezegen üzerinde böyle bir yaşam! Ama yine de, Düşünce Düzenleyicisi’nin her daim mevcut yardımı ve dürtüsü sayesinde bu ruh; mutluluğun ve başarının makul bir düzeyine bu dünyada erişmiş olup, şimdi bile malikâne dünyalarının yargı binalarına yükselmiştir.”
111:7.6 (1224.1) [Orvonton’un bir Yalnız İleticisi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
112. Makale
112:0.1 (1225.1) EVRİMSEL gezegenler, yükseliş halindeki fani sürecin başlangıçsal dünyaları olarak insan kökeninin âlemleridir. Urantia, sizin başlangıç noktanızdır; burada, siz ve sizin Kutsal Düzenleyiciniz geçici birlikteliğe katılmaktadırlar. Sizler, kusursuz bir rehber ile donatılmış konumda bulunmaktasınız; bu nedenle, zamanın yarışını içten bir biçimde tamamlarsanız ve inancın nihai hedefine erişirseniz, çağların hediyesi sizlerin olacaktır; sizler sonsuza kadar, sahip olduğunuz ikamet eden Düzenleyici ile bir bütün haline geleceksiniz. Bunun sonrasında, kıyaslandığında mevcut fani düzeyinizin antreden başka bir şey olmadığı, yükselen yaşam olarak sizin gerçek yaşamınız başlayacaktır. Daha da sonra, önünüzde uzanan ebediyet içinde kesinlik unsurları olarak sizin yüceltilmiş ve ilerleyici göreviniz başlayacaktır. Ve, evrimsel büyümenin bu birbirini takip eden çağları ve aşamalarının tümü boyunca, orada; mutlak bir biçimde değişmez nitelikte varlığını korumaya devam eden ve — değişimin mevcudiyetindeki kalıcılık biçiminde kişilik olan sizlerin bir parçası bulunmaktadır.
112:0.2 (1225.2) Kişiliği tanımlamaya kalkışmak ukalalık olsa da, kişilik hakkında bilinen şeylerin bazılarının tekrar üzerinden geçmek yararlı olabilir:
112:0.3 (1225.3) 1. Kişilik; gerçekte, Kâinatın Yaratıcısı’nın bizzat kendisi tarafından veya Yaratıcı adına faaliyet gösteren Bütünleştirici Bünye tarafından bahşedilmiş niteliktir.
112:0.4 (1225.4) 2. Akıl veya ruhaniyeti içeren herhangi bir yaşayan enerji sistemine bahşedilebilir.
112:0.5 (1225.5) 3. Öncül neden-sonuçsallığın bağlayıcılıklarına tamamiyle tabi değildir. O, göreceli yaratıcı ve eş-yaratıcıdır.
112:0.6 (1225.6) 4. Evrimsel maddi yaratılmışları üzerine bahşedildiğinde, ruhaniyetin aklın aracılığıyla enerji-maddesinin üstünlüğünü amaçlamasına neden olmaktadır.
112:0.7 (1225.7) 5. Kimlikten yoksun olurken kişilik, herhangi bir yaşayan enerji sisteminin kimliğini bütünleştirebilir.
112:0.8 (1225.8) 6. Çekime hem niceliksel hem de niteliksel karşılığı sergileyen üç enerjiye kıyasla kişilik döngüsüne yalnızca niceliksel tepkiyi açığa çıkarmaktadır.
112:0.9 (1225.9) 7. Kişilik, değişimin mevcudiyetindeki değişmeyendir.
112:0.10 (1225.10) 8. Tanrı’nın iradesini yerine getirmeye özgür iradenin adanışı olarak — Tanrı’ya bir armağanda bulunabilir.
112:0.11 (1225.11) 9. Diğer kişilerle olan ilişki zorunluluğuna ait farkındalık olarak — kişilik tarafından nitelenmektedir. Davranış düzeylerini saptamakta olup, seçici bir biçimde onları birbirinden ayırır.
112:0.12 (1225.12) 10. Kişilik, mutlak bir biçimde benzersiz olarak benzersizdir: O, zaman ve mekân içinde benzersizdir; o, ebediyet içinde ve Cennet üzerinde benzersizdir; o, bahşedildiği anda benzersizdir — orada ona ait hiçbir eş bulunmamaktadır; o, mevcudiyetin her anı boyunca benzersizdir; o, Tanrı ile olan ilişkisinde benzersizdir — Tanrı, bir kişiyi diğerinden ayrı bir konumda tutmaz, ancak ne de Tanrı kişileri birbirine ekler, zira onlar eklenebilir nitelikte değildir — onlar ilişkilendirilebilir, ancak bütünleştirilemez.
112:0.13 (1226.1) 11. Kişilik doğrudan bir biçimde, diğer-kişilik mevcudiyetine karşılık göstermektedir.
112:0.14 (1226.2) 12. Ruhaniyete eklenebilen ve böylece Yaratıcı’nın Evlat ile olan ilişkisinin üstünlüğünü gösteren bir şeydir. (Akıl, ruhaniyete eklenme zorunluluğunda değildir.)
112:0.15 (1226.3) 13. Kişilik, kurtuluş halindeki ruh içindeki kimlik ile fani ölümden sağ çıkabilir. Düzenleyici ve kişilik değişmezdir; (ruh içerisindeki) onlar arasındaki ilişki, devam eden evrim biçiminde değişimden başka bir şey değildir; ve, eğer bu değişim (büyüme) sona erirse, ruh varlığını yitirecektir.
112:0.16 (1226.4) 14. Kişilik benzersiz bir biçimde, zamanın bilincindedir; ve, bu, aklın veya ruhaniyetin zaman algısından başka bir şeydir.
112:1.1 (1226.5) Kişilik, Kâinatın Yaratıcısı tarafından potansiyel bakımdan ebedi bir kazanım olarak yaratılmışlarına bahşedilmektedir. Bu türden kutsal bir armağan; alt düzeye ait sınırlı olandan en yüksek düzeydeki absonite, hatta mutlak olanın sınırlarına bile ulaşan kapsamdaki sayısız düzey üzerinde ve birbirini takip eden evren durumları içinde faaliyet göstermek için tasarlanmıştır. Kişilik böylece, üç kâinatsal düzlemde veya diğer bir değişle üç evren fazı içerisinde faaliyetini gerçekleştirmektedir.
112:1.2 (1226.6) 1. Konum düzeyi. Kişilik eşit düzeyde etkili bir biçimde yerel evren, aşkın-evren ve merkezi evrende faaliyet göstermektedir.
112:1.3 (1226.7) 2. Anlam düzeyi. Kişilik etkili bir biçimde, sınırlı ve absonit olanın düzeyleri üzerinde ve hatta mutlak olan ile ilişkili bir biçimde işlevini yerine getirmektedir.
112:1.4 (1226.8) 3. Değer düzeyi. Kişilik deneyimsel olarak; maddi, morontial ve ruhsal olanın ilerleyici âlemlerinde gerçekleştirilebilir.
112:1.5 (1226.9) Kişilik, kâinatsal düzeydeki boyutsal dışavurumun kusursuz bir kapsamına sahiptir. Sınırlı kişiliğin boyutları üç olup, onlar kabaca şu biçimde işlevseldir:
112:1.6 (1226.10) 1. Uzunluk, mekân boyunca ve zamana göre ilerleme olarak — evrim biçiminde ilerleyişin doğrultusunu ve doğasını temsil eder.
112:1.7 (1226.11) 2. Dikeysel derinlik, bireyin kendisini gerçekleştiriminin çeşitli düzeyleri ve çevreye olan tepkinin genel olgusu olarak organizmasal dürtülerden ve tutumlardan meydana gelir.
112:1.8 (1226.12) 3. Genişlik; eş güdüm, ilişkilenim ve benlik düzenleniminin alanından oluşur.
112:1.9 (1226.13) Urantia fanilerine bahşedilen kişiliğin türü, bireyin öz dışavurumunun veya diğer bir değişle kişilik gerçekleşiminin yedi boyutunun bir potansiyeline sahiptir. Bu boyutsal olgular bütünlüğünün üçü sınırlı düzey üzerinde, üçü absonit düzeyde ve geride kalan biri ise mutlak düzeyde gerçekleştirilebilir niteliktedir. Alt-mutlak düzeyler üzerinde bu yedinci veya diğer bir değişle bütünlük boyutu, kişiliğin gerçekliği olarak deneyimlenebilen niteliktedir. Bu en yüksek boyut; ilişkilenebilen bir mutlak olup, her ne kadar sonsuz olmasa da, mutlak olana gerçekleştirilebilecek alt-sonsuz nüfuzu için boyutsal bakımdan potansiyel niteliktedir.
112:1.10 (1226.14) Kişiliğin sınırlı boyutları kâinatsal uzunluk, derinlik ve genişlik ile ilişkilidir. Uzunluk anlama karşılık gelmekte; derinlik değeri simgelemekte; genişlik — kâinatsal gerçekliğin sarsılamaz bilincini deneyimleme yetisi olarak — kavrayıştan oluşmaktadır.
112:1.11 (1227.1) Morontia düzeyinde maddi düzeyin bu sınırlı boyutlarının tümü, fazlasıyla gelişmiş niteliktedir; ve, yeni boyutsal değerler gerçekleştirilebilir konumdadır. Morontia düzeyinin tüm bu genişlemiş boyutsal deneyimleri, motanın etkisi ve aynı zamanda morontia matematiğinin katkısıyla en yüksek veya diğer bir değişle kişilik boyutu ile muhteşem bir biçimde değerlendirilmektedir.
112:1.12 (1227.2) İnsan kişiliğin irdelenişinde faniler tarafından deneyimlenen sorunların büyük bir kısmından; eğer sınırlı yaratılmış, boyutsal düzeylerin ve ruhsal düzeylerin deneyimsel kişilik gerçekleşimi içinde eş güdümsel halde olmadıklarını hatırlarsa kaçınılabilir.
112:1.13 (1227.3) Yaşam gerçekten de, organizma (benlik) ve onun çevresi arasında gerçekleşen bir süreçtir. Kişilik bu organizmasal-çevresel ilişkileme, kimliğin değerlerini ve devamlılığın anlamlarını aktarır. Böylelikle, uyarı-tepkisine ait olgunun yalnızca bir mekanik süreç olmadığının farkına varılacaktır; zira, kişilik bütünsel durumda bir etken olarak faaliyet gösterir. Mekanizmaların doğalarından kaynaklanan bir biçimde edilgen olduğu; organizmaların içkin bir biçimde etkin olduğu her zaman doğrudur.
112:1.14 (1227.4) Fiziksel yaşam, organizmanın içindeliğine kıyasla organizma ile çevre arasında gerçekleşen bir süreçtir. Ve, bu tür her süreç, bu türden bir çevreye olan tepkinin organizmasal işleyiş biçimlerini yaratma ve onu oluşturma eğilimine sahiptir. Ve, tüm bu yönlendirici işleyiş biçimleri, hedef seçiminde oldukça etkilidir.
112:1.15 (1227.5) Aklın aracılığı vasıtasıyla birey ve çevre anlamlı iletişimi kurar. Organizmanın (bir güdüye olan tepkisi biçiminde) çevre ile bu türden anlamlı iletişimleri gerçekleştirmesine dair yetkinliği ve istekliliği, bütüncül kişiliğin tutumunu yansıtmaktadır.
112:1.16 (1227.6) Kişilik, soyutlanış içinde kendisini oldukça iyi bir biçimde sergileyemez. İnsan içkin bir biçimde toplumsal yaratılmıştır; o, derin aidiyet arzusunun egemenliği altındadır. “Hiçbir insan kendisi için yaşamaz” kelimenin tam anlamıyla doğrudur.
112:1.17 (1227.7) Ancak, yaşayan ve faaliyet gösteren yaratılmışın bütünlüğünün taşıdığı anlam olarak kişiliğin kavramsallaşması, ilişkilerin bir bütün hale gelişinden çok daha anlam ifade etmektedir; o, ilişkilerin eş güdümüne ek olarak gerçekliğin tüm etkenlerinin bütünleşimini simgelemektedir. İlişkiler iki nesne arasında mevcuttur; ancak, üç veya daha fazla nesne bir sistemi oluşturur, ve bu türden bir sitem, genişlemiş veya diğer bir değişle katmanlaşmış bir ilişkiden çok daha fazlasıdır. Bu ayrışma hayati derecede önemlidir; zira, bir kâinatsal sistem içerisinde bireysel üyeler, bütün ile olan ilişki ve bütünün bireyselliği vasıtası dışında birbirleriyle ilişkili değillerdir.
112:1.18 (1227.8) İnsan organizmasında, onun parçalarının toplamı — bireysellik olarak — benliği oluşturmaktadır; ancak, bu türden bir sürecin, kâinatsal gerçeklikler ile ilişkili haldeki tüm bu etkenlerin bütünleştiricisi olan kişilik ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
112:1.19 (1227.9) Bir araya getirişlerde parçalar eklenir; sistemlerde, parçalar bir düzen içine yerleştirilir. Sistemler, konumsal değerler olarak — düzenlenme nedeniyle önemlidir. İyi bir sistem içinde tüm etkenler, kâinatsal konum içindedir. Kötü bir sistemde bir şey ya kayıp ya da — yanlış yerleştirilmiş bir biçimde — olması gereken yerin dışındadır. İnsan sistemi içerisinde, tüm etkinlikleri bütünleştiren ve bunun sonucunda kimlik ve yaratıcılığın niteliklerini aktaran kişiliktir.
112:2.1 (1227.10) Benliğin irdelenişinde şunları hatırlamak yararlı olacaktır:
112:2.2 (1227.11) 1. Fiziksel sistemlerin tabi oldukları.
112:2.3 (1227.12) 2. Ussal sistemlerin eş güdüm halinde oldukları.
112:2.4 (1227.13) 3. Kişiliğin baş yönetici konumda bulunuşu.
112:2.5 (1227.14) 4. İkamet eden ruhsal kuvvetin potansiyel olarak yönlendirici oluşu.
112:2.6 (1228.1) Benliğin tüm kavramsallaşmalarında, yaşamın gerçekliğinin ilk başta, onun değerlendirilişinin veya diğer bir değişle onun yorumlanışının ise daha sonra geldiği tanınmalıdır. İnsan evladı ilk başta yaşar ve bunu takiben yaşamı hakkında düşünür. Kâinatsal ekonomi içerisinde kavrayış öngörüden önce gelir.
112:2.7 (1228.2) Tanrı’nın insan haline gelişine dair kâinatsal gerçeklik sonsuza kadar, tüm anlamları değiştirmiş, insan kişiliğinin tüm değerlerini yeniden tanımlamıştır. Kelimenin tam anlamında derin sevgi, ister insan ister kutsal isterse de insan ve kutsal olsun, bütüncül kişiliklerin karşılıklı düşünülüşüne karşılık gelmektedir. Benliğin kısımları düşünme, hissetme, arzu duyma olarak — sayısız biçimde faaliyet gösterebilir; ancak, yalnızca, bütüncül kişiliğin eş güdümsel hale getirilmiş nitelikleri ussal faaliyet içinde odaklanmış haldedir; ve, bu güçlerin tümü, bir insan varlığı içten ve bencil olmayan bir biçimde, ister insan ister kutsal olsun, bir başka varlığı sevdiğinde fani aklın sahip olduğu ruhsal bahşedilmişlikle ilişkili hale gelir.
112:2.8 (1228.3) Gerçekliğe ait tüm fani kavramsallaşmaları, insan kişiliğine ait mevcudiyetin varsayımına dayanmaktadır; insan-ötesi gerçekliklerin tüm kavramsallaşmaları insan kişiliğinin, ilişkili haldeki belirli ruhsal birimlerin ve kutsal kişiliklerin kâinatsal gerçeklikleriyle ve onların içindeki deneyimlerine dayanmaktadır. Kişilik dışında, insan deneyimi içerisinde ruhsal-olmayan her şey, bir amaç için araçtır. Fani insanın — ister insan ister kutsal olsun — diğer kişiler ile sahip olduğu her gerçek ilişki kendisi içinde bir amaçtır. Ve, İlahiyat’a ait kişilik ile bu türden ortak birliktelik, kâinatsal yükselişin ebedi hedefidir.
112:2.9 (1228.4) Kişiliğe olan iyelik insanı bir ruhsal varlık olarak tanımlar; çünkü, benliğin bütünlüğü ve kişiliğin sahip olduğu öz bilinç madde-ötesi dünyanın bahşedilmişlikleridir. Maddeciliği savunan bir faninin, kendi içinde ve tek başına, madde-ötesi gerçekliklerin mevcudiyetini reddedebilme yetisine ait gerçekliğin tam da kendisi; sahip olduğu insan aklında ruhaniyet bileşiminin ve kâinatsal bilincin mevcudiyetini, ve işler konumda bulunduğunu, sergilemektedir.
112:2.10 (1228.5) Madde ve düşünce arasında büyük bir kâinatsal uçurum bulunmaktadır; ve, bu uçurum, maddi akıl ve ruhsal sevgi arasında karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Bırakınız öz bilinci bilinç dahi, kendiliğinden gerçekleşen sebep-sonuçsal ilişki düzeni içindeki elektronik ilişkileme veya maddesel nitelikli enerji olgular bütününe dair herhangi bir teori tarafından açıklanamaz.
112:2.11 (1228.6) Akıl nihai anlayışına kadar gerçekliği sorgularken, madde maddi hislerde kaybolur; ancak, o hala, akıl için gerçek niteliğini sürdürebilir. Ruhsal kavrayış maddenin ortadan kayboluşu sonrasında varlığını sürdüren bu gerçekliğin arayışına düştüğü ve nihai bir anlayışa erişene kadar sorgusunu sürdürdüğü anda, bu anlayış akılda kaybolur; ancak, ruhaniyetin bu kavrayışı hala, ruhsal bir doğaya ait kâinatsal gerçeklikleri ve yüce değerleri algılamaya devam edebilir. Bunun doğrultusunda bilim yerini felsefeye bırakırken, felsefe, özgün ruhsal deneyim içinde içkin olan yargılara kendisini teslim etmek zorundadır. Düşünce bilgeliğe teslim olur, ve bilgelik aydınlanmış ve derin düşüncesel ibadet içinde kaybolur.
112:2.12 (1228.7) Bilim içinde insan benliği, maddi dünyayı gözlemler; felsefe, maddi dünyanın bu gözlemine ait gözlemdir; gerçek ruhsal deneyim olarak din, zaman ve mekânın enerji maddelerine ait tüm bu göreceli bileşime dair gözlemin gözlenişinin sahip olduğu kâinatsal gerçekliğinin deneyimsel gerçekleşimidir. Tamamiyle madde üzerine konumlanmış kâinatın bir felsefesini inşa etmek, madde olan her şeyin ilk başta insan bilincinin deneyiminde gerçek olarak düşünüldüğü gerçeğini görmezden gelmektir. Gözlemci, gözlenilen şey olamaz; değerlendirme, değerlendirilen şeyin belli bir derecede ötesine geçmeyi gerektirmektedir.
112:2.13 (1228.8) Zaman içerisinde düşünce bilgelikle, bilgelik ibadetle sonuçlanır; ebediyet içerisinde ibadet bilgeliğe yol açarken, bilgelik düşüncenin kesinliği ile sonuçlanır.
112:2.14 (1229.1) Evrimleşen benliğin bütünleşme olasılığı, onu meydana getiren etkenlerin nitelikleri içkin bir konumdadır: temel enerjiler, ana dokular, başat kimyasal üst-denetim, yüce düşünceler, yüce güdüler, yüce hedefler ve — insanın ruhsal doğasına ait benlik bilincinin taşıdığı sır olarak — Cennet bahşedilişinin kutsal ruhaniyeti.
112:2.15 (1229.2) Kâinatsal evrimin amacı, Düşünce Düzenleyicisi’nin öğretisine ve yönlendirişine iradesel karşılık olarak artış gösteren haldeki ruhaniyet egemenliği aracılığıyla kişiliğin bütünlüğüne erişmektir. Hem insan hem de insan-ötesi düzeydeki kişilik; hem benlik hem de onun içinde bulunduğu çevre üzerindeki denetimin artışı olarak “egemenliğin evrimi” isminde adlandırılabilecek içkin bir kâinat niteliği tarafından nitelenmektedir.
112:2.16 (1229.3) Bir zamanlar insan düzeyine ait olmuş bir yükseliş kişiliği, benlik üzerinde ve evren içinde artan iradesel egemenliğin iki büyük fazından geçmektedir:
112:2.17 (1229.4) 1. Kâinatsal sorun çözme ve bunun sonucunda gerçekleşen evren üstünlüğü ile beraber, kimlik büyümesi ve gerçekleşiminin bir yöntemi vasıtasıyla bireyin kendisini gerçekleştirişinin derinleşimini sağlayan kesinlik unsur-öncesi veya diğer bir değişle Tanrı’yı-arama deneyimi.
112:2.18 (1229.5) 2. Tanrı-gibi-olmanın kutsal düzeylerine henüz erişmemiş Tanrı-arayan uslar için Yüce Varlık’ın deneyimini açığa çıkarma vasıtasıyla bireyin kendisini gerçekleştirişinin yaratıcı derinleşimini sağlayan kesinlik unsur-sonrası veya diğer bir değişle Tanrı’yı-açığa-çıkarıcı deneyim.
112:2.19 (1229.6) Alçalış halindeki kişilikler; Yüce, Nihai ve Mutlak İlahiyatlar’ın kutsal iradelerini teminat altına almak ve onu uygulamak için genişlemiş yetkinliği elde etmeye çalışırlarken, çeşitli evren serüvenleri boyunca benzer deneyimlere erişirler.
112:2.20 (1229.7) İnsan kimliğinin ego-birimi olarak maddi benlik, fiziksel yaşam boyunca; Urantia üzerinde yaşam ismi verilmiş olan enerjilerin ve usun istikrarsız konumda bulunan dengesinin devam eden mevcudiyeti biçimindeki, maddi yaşam aracının sürekli işlevine bağlıdır. Ancak, ölüm deneyiminin ötesine geçebilen benlik olarak, kurtuluş değerindeki benlik; maddi beden olarak — geçici yaşam aracından morontia ruhunun daha kalıcı olan ve ölümsüz niteliktekteki doğasına ve üzerinde ruhun ruhaniyet gerçekliği ile dolduğu ve nihai olarak onun düzeyine eriştiği bu doğanın ötesindeki düzeylere, evrimleşen kişiliğe ait kimliğin gövdesinin potansiyel bir aktarımının gerçekleşimiyle evirilebilir. Maddi ilişkilemden morontia özdeşleşimine olan bu mevcut aktarım; insan yaratılmışına ait Tanrı-arayış kararlarının içtenliği, kararlılığı ve devamlılığıyla gerçekleşir.
112:3.1 (1229.8) Urantialılar, yaşam enerjilerinin fiziksel sonlanışı olarak, tek bir ölümü tanımaktadırlar; ancak, kişilik kurtuluşu mevzu bahis olduğunda gerçekte orada üç tür bulunmaktadır:
112:3.2 (1229.9) 1. Ruhsal (ruh) ölüm. Fani insan kesin bir biçimde kurtuluşu reddederse ve bu reddediş gerçekleştiği zaman, Düzenleyici ve kurtuluş halindeki yüce meleğin ortak görüşünde morontiyal bakımdan yetersiz bir biçimde ruhsal olarak aciz olduğuna karar verildiğinde, bu türden eş güdümsel tavsiye Uversa üzerinde kayıt altına alındığında, ve Denetimciler ile onların irdeleyici birliktelikleri bu bulguları onayladıktan sonra, bunun üzerine Orvonton’un yöneticileri ikamet eden Görüntüleyici’nin derhal salınımını emreder. Ancak, Düzenleyici’nin bu serbest bırakılışı hiçbir biçimde, bu Düzenleyici-tarafından-terk-edilmiş-birey ile ilgili konumdaki kişisel veya topluluk halinde bulunan yüksek meleklerin görevlerini etkilemez. Bu ölüm türü, fiziksel ve yaşam işleyiş biçimlerine ait yaşam enerjilerinin geçici devamlılığından bağımsız olarak kendi önemi içinde nihaidir. Kâinatsal açıdan, fani hali hazırda ölü konumdadır; devam eden yaşam yalnızca, kâinatsal enerjilerin maddi deviniminin devamlılığına işaret eder.
112:3.3 (1230.1) 2. Ussal (akıl) ölüm. Daha yüksek emir-yardımcı hizmetinin hayati döngüleri usun olması gereken doğrultudan ayrıldığı veya beynin işleyiş biçimlerinin kısmi bir biçimde zarar gördüğü durumlar nedeniyle engellendiği zaman, ve bu koşullar onarımın kritik olan belirli bir eşiğini geçerse, ikamet eden Düzenleyici derhal Divinington’a hareket etmek için serbest bırakılır. Evren kayıtlarında, bir fani kişiliği; insan irade-eyleminin temel akıl döngüleri ne zaman yok olursa, ölümü deneyimlemiş olarak görülür. Ve, tekrar edilecek olursa, bu ölüm, fiziksel bedenin yaşayan işleyiş biçimine ait devem eden işlevinden bağımsızdır. Özgür iradesel akıl olmadan beden artık insan değildir; ancak, insan iradesinin daha öncül tercihine göre, bu türden bir bireyin ruhu varlığını sürdürebilir.
112:3.4 (1230.2) 3. Fiziksel (beden ve akıl) ölüm. Ölüm bir insan varlığını teslim aldığında, Düzenleyici; yaklaşık olarak, ölçülebilen beyin enerjilerinin hayati nitelikli ritmik atışlarını sonlandırdığı zaman olarak, ussal bir işleyiş biçimi olarak faaliyetini sonlandırana kadar aklın yönetim merkezinde kalmaya devam eder. Bu dağılmayı takiben Düzenleyici; tıpkı yıllar önce törensel olmayan bir biçimde girişini gerçekleştirdiği gibi ortadan kaybolmakta olan akıldan ayrılar, ve Uversa aracılığıyla Divinington’a ilerler.
112:3.5 (1230.3) Ölümden sonra maddi beden, elde edildiği başlangıçsal dünyasına geri döner; ancak, kurtuluş halindeki kişiliğin maddesel-olmayan iki etkeni varlığını sürdürür: Mevcudiyet-öncesi Düşünce Düzenleyicisi, fani sürecin hafıza kayıtlarıyla birlikte, Divinington’a ilerler; ve, orada aynı zamanda, nihai son koruyucusunun gözetimi altında, hayatını yitirmiş olan insanın ölümsüz morontia ruhu varlığını sürdürmeye devam eder. Kimliğin bir zamanlar kinetik konumda bulunmuş olan ancak bu aşamada sabit konumdaki bu bütünlükleri olarak ruhun bahse konu fazları ve türleri, morontia dünyalarının yeniden-kişilikleşimi için hayati derecede önemlidir; ve, morontia uyanışı anında sizleri bilinçli hale getiren biçimde kurtuluş halindeki kişiliği yeniden bir araya getiren şey, Düzenleyici ve ruhun yeniden birlikteliğidir.
112:3.6 (1230.4) Kişisel yüksek melek koruyucularına sahip olmayanlar için, topluluk koruyucuları aslına en uygun ve etkin bir biçimde; kimliğin muhafazasının ve kişilik yeniden dirilişinin aynı hizmetini yerine getirir. Yüksek melekler, kişiliğin yeniden bir araya getirilişi için hayati derecede önemlidirler.
112:3.7 (1230.5) Ölüm üzerine Düşünce Düzenleyici geçici olarak kişiliğini kaybeder; ancak, kişiliğini kaybetmez; insan öznesi geçici olarak kimliğini kaybeder, ancak kişiliğini değil; malikâne dünyaları üzerinde onların her ikisi de, ebedi dışavurum içinde tekrar bir bütün haline gelir. Ayrılmış bir Düşünce Düzenleyicisi, hiçbir zaman, daha önceki ikameti olarak dünyaya geri dönmez; insan iradesi olmadan kişilik hiçbir zaman dışa vurulmaz; ve, ölümden sonra Düzenleyici’den ayrıştırılmış hiçbir insan varlığı, hiçbir zaman etkin kimliği sergilemez veya bir biçimde dünyanın yaşayan varlıkları ile iletişim kurar. Bu tür Düzenleyici’den ayrıştırılmış ruhlar, ölümün uzun veya kısa süreli uykusu boyunca tamamiyle ve mutlak bir biçimde bilinç dışı konumdadır. Kurtuluşun tamamlanışına kadar, kişiliğin herhangi bir biçiminin sergilenişi veya diğer kişilikler ile iletişime katılma yetisi mümkün değildir. Malikâne dünyalarına gitmiş olanların, sevdiklerine geri iletilerini göndermelerine izin verilmemektedir. Mevcut bir yazgı dönemi sürecinde bu türden iletişimin yasaklanışı evrenler boyunca bir siyasadır.
112:4.1 (1231.1) Maddi, ussal veya ruhsal bir doğanın ölümü ortaya çıktığında, Düzenleyici fani ev sahibine elvedada bulunup Divinington için ayrılır. Yerel evrenin ve aşkın-evrenin yönetim merkezlerinden, her iki yönetimin yüksek denetleyicileri ile yansımasal bir ilişki gerçekleştirilir; ve, Görüntüleyici’nin, zamanın âlemlerine girişinde kayıt edildiği numaranın aynısıyla çıkışı gerçekleştirilir.
112:4.2 (1231.2) Bütünüyle anlaşılmayan bir biçimde, Kâinatsal Denetimciler; ikamet eden aklın sahip olduğu ruhsal değerlerinin ve morontia anlamlarının Düzenleyici kopya kaydında barındığı haliyle, insan yaşamanın bir özlü özetine ulaşmaya yetkindir. Denetimciler, yaşamını yitirmiş olan insanın kurtuluş karakteri ve ruhsal niteliklerine dair Düzenleyici kaydını elde etmeye yetkindirler; ve, bu verilerin tümü, yüksek melek kayıtlarıyla birlikte, ilgili bireyin yazgı yargısı zamanında sunulmaya hazır konumdadır. Bu bilgi, aynı zamanda; fani ayrışmanın gerçekleşmesi üzerine bir gezegensel yazgı döneminin resmi tamamlanışının öncesinde malikâne dünyalarına ilerlemek amacıyla, morontia süreçlerine derhal başlamalarını belirli yükseliş unsurları için mümkün kılan aşkın-evren emirlerini onaylamak amacıyla kullanılır.
112:4.3 (1231.3) Yaşamdan aktarılan bireylerin durumu haricinde, fiziksel ölümü takiben serbest bırakılmış Düzenleyici derhal, Divinington’un ev âlemine gider. Kurtuluş halindeki faninin kesin bir biçimde gerçekleşecek olan yeniden ortaya çıkışını bekleyiş zamanı boyunca bu dünya üzerinde neyin gerçekleştiğine dair detaylar başlıca olarak, bu insan varlığının malikâne dünyalarına kendi başına mı yükseldiğine yoksa bir gezegensel çağın uyku halindeki kurtuluş unsurlarını çağıran bir yazgı dönemi çağrısını mı beklediğine bağlıdır.
112:4.4 (1231.4) Eğer fani birliktelik bir yazgı döneminin sonunda yeniden-kişilikleştirilecek olan bir topluluğuna ait ise, Düzenleyici doğrudan bir biçimde, hizmette bulunduğu eski sistemin malikânesine geri dönmez; ancak o, tercihi uyarınca, şu geçici görevlerden birine giriş yapacaktır:
112:4.5 (1231.5) 1. Açığa çıkarılmamış hizmet için ortadan kaybolmuş Görüntüleyiciler’in birliğine alınmak.
112:4.6 (1231.6) 2. Cennet düzeninin gözlenimi için bir süreliğine görevlendirilmek.
112:4.7 (1231.7) 3. Divinington’un çok sayıdaki hazırlık okullarının bir tanesine kaydedilmek.
112:4.8 (1231.8) 4. Yaratıcı’nın Cennet Dünyaları döngüsünü oluşturan diğer altı kutsal âlemin bir tanesi üzerinde bir öğrenci gözlemcisi olarak bir süreliğine konumlanmak.
112:4.9 (1231.9) 5. Kişiselleştirilmiş Düzenleyiciler’in iletim hizmetine görevlendirilmek.
112:4.10 (1231.10) 6. Bakir topluluğa ait olan Görüntüleyiciler’in hazırlığına ayrılmış Divinington okullarında bir yardımcı eğitici haline gelmek.
112:4.11 (1231.11) 7. İnsan eşinin kurtuluşu reddettiğine inanmak için yeterli sebebin bulunduğu durumda üzerinde hizmet vermek amacıyla olası dünyaların bir topluluğunu seçmek için görevlendirilmek.
112:4.12 (1231.12) Ölüm sizi yakalarsa, bu gerçekleştiğinde, üçüncü döngüye veya diğer bir değişle daha yüksek bir âleme ulaşmış ve böylece nihayetin kişisel bir koruyucusuyla atanmış bir konumda bulunursunuz; ve, Düzenleyici tarafından sunulan kurtuluş karakterinin özetine dair nihai kayıt koşulsuz bir biçimde — hem yüksek meleklerin hem de Düzenleyici’nin sahip oldukları kayıtlardaki ve tavsiyelerdeki her detay üzerinde temel olarak fikir birliğinde olduğu haliyle — onaylanırsa, Kâinat Denetimcileri ve onların Uversa üzerindeki yansıma birliktelikleri bu verileri doğrularsa ve bunu kesin bir biçimde ve itirazsız gerçekleştirirse, Zamanın Ataları Salvington’un iletişim döngüleri üzerinde bekleyen ilerleme ve böylece serbest bırakma emrini ışımayla gönderirse, Nebadon’un Hâkimine ait yüksek mahkemeler, kurtuluş halindeki ruhun malikâne dünyalarına ait yeniden doğuş yapılarına olan derhal gerçekleştirilecek geçişine hükmedecektir.
112:4.13 (1232.1) Eğer insan bireyi gecikme olmadan kurtuluşa erişirse, Düzenleyici, bilgilendirildiğim kadarıyla; Divinington’a giriş yapar, Kâinatın Yaratıcısı’nın Cennet mevcudiyetine ilerler, derhal geri döner ve görevlendirildiği aşkın ve yerel evrenin Kişiselleştirilmiş Düzenleyicileri tarafından karşılanır, Divinington’un baş Kişiselleştirilmiş Görüntüleyicisi’nin tanıyışını alır, ve bunun sonrasında, tek seferde, malikâne dünyası üzerinde ve üçüncü aşamada, nihai sonun koruyucusu tarafından tasarlandığı biçim olarak dünya fanisinin kurtuluş halindeki ruhunun alınışı için hazırlanmış mevcut kişilik türü içinde bir önceki düzeyinden çağrılan biçimde “kimlik geçişinin gerçekleşimi” fazına giriş yapar.
112:5.1 (1232.2) Benlik; ister maddi, ister morontiyal veya ruhsal olsun kâinatsal bir gerçekliktir. Kişiliğin mevcudiyeti, içkin bir biçimde kendisi tarafından veya onun sayısız evren unsurları vasıtasıyla gerçekleştirilmiş bahşedilişidir. Bir varlığın kişisel olduğunu söylemek, bu türden varlığın içinde bulunduğu kâinatsal organizma içindeki göreceli bireyselliğini tanımak demektir. Yaşayan kâinat, hepsinin göreceli bir biçimde bütünlüğün nihai sonuna tabi olduğu biçimde gerçek birimlerinin neredeyse sonsuz bir biçimde bir araya gelmiş bir bütünlüğüdür. Ancak, kişisel olanlar, nihayetin kabulünün veya reddinin mevcut tercihiyle donatılmışlardır.
112:5.2 (1232.3) Yaratıcı’dan gelen, ebedi olan Yaratıcı gibidir; ve, bu, Tanrı’nın mevcut bir nüvesi olan kutsal Düşünce Düzenleyicisi’ne ait olduğu haliyle, Tanrı’nın kendi özgür irade tercihi ile verdiği kişilik için aynı derecede doğrudur. İnsanın kişiliği ebedidir; ancak, mesele kimlik olduğunda, o koşullu bir ebedi gerçekliktir. Yaratıcı’nın iradesine karşılıksal biçimde ortaya çıkmış haliyle kişilik, İlahiyat nihai sonuna erişecektir; ancak, insan, bu türden nihai sona erişimde hazır bulunup bulunmamayı tercih etmek zorundadır. Bu türden tercihte bulunmadığı takdirde, Yüce Varlık’ın bir parçası haline gelerek kişilik deneyimsel İlahiyat’a doğrudan bir biçimde erişir. Bu döngüye öncül bir biçimde emredilmiştir; ancak, insanın ona katılışı tercihsel, kişisel ve deneyimseldir.
112:5.3 (1232.4) Ahlaki kimlik, evrende geçici bir yaşam-zaman koşuludur; o yalnızca, kişilik devam eden bir evren olgusu haline gelmeyi tercih ettiği müddetçe gerçektir. Bu, insan ve enerji sistem arasındaki temel farklılıktır: Enerji sistemi devam etmek zorundadır, o hiçbir tercihe sahip değildir; insan, kendi nihai sonunu belirlemede her şeye sahiptir. Düzenleyici gerçekten de, Cennet’e olan yoldur; ancak, insanın kendisi, özgür-irade tercihi olarak kendi kararıyla bu yolu izlemek zorundadır.
112:5.4 (1232.5) İnsan varlıkları, kimliği yalnızca maddi bakımdan ellerinde bulundurur. Benliğin bu türden nitelikleri, usun enerji sisteminde faaliyet gösterdiği halde, maddi akıl tarafından sergilenir. İnsanın kimliğe sahip olduğu ifade edildiğinde onun, insan kişiliğine ait iradenin eylemleri ve tercihine tabi kılınmış bir akıl döngüsüne sahip olduğu tanınmaktadır. Ancak, bu, tıpkı insan embriyosunun insan yaşamının geçici bir parazitsel aşaması olduğu gibi, maddi ve tamamiyle sınırlı süreli bir dışavurumdur. Kâinatsal bir bakış açısından insan varlıkları, zamanın göreceli bir anlık süresi içinde doğar, yaşar ve ölürler; onlar kalıcı değillerdir. Ancak, fani kişiliği, kendi tercihi aracılığıyla, kimlik bütünlüğünü; maddi-ussal sistemden, Düşünce Düzenleyicisi ile birliktelik içinde, kişilik dışavurumunun yeni bir aracı olarak yaratılmış daha yüksek düzeydeki morontia-ruh sistemine aktarma gücünü elinde bulundurmaktadır.
112:5.5 (1233.1) Ve, insanın en yüksek imkânı ve onun yüce kâinatsal sorumluluğunu oluşturan şey, özgür irade yaratılmışlığının bu kâinat nişanı olarak tam da bu tercih gücüdür. İnsanın özgür iradesinin dürüstlüğüne, gelecek kesinlik unsurunun ebedi nihai sonu ihtiyaç duymaktadır; fani tercihin sadakatine, Kâinatın Yaratıcısı, yeni bir yükseliş evladının gerçekleşimi için ihtiyaç duymaktadır; karar-eylemlerinin doğruluğuna ve bilgeliğine, Yüce Varlık, deneyimsel evrimin mevcudiyeti için ihtiyaç duymaktadır.
112:5.6 (1233.2) Her ne kadar kişiliğin kâinat döngüleri nihai olarak erişilecek olsa da; sizin hatanız tarafından gerçekleşmeyen bir biçimde, eğer zamanın kazaları ve maddi mevcudiyetin engelleri özgün gezegeniniz üzerinde bu düzeyler üzerinde üstünlük kurmanızı engellerse, eğer niyetleriniz ve arzularınız kurtuluş değerindeyse, orada gözetimin uzatımına dair hükümlerde bulunulur. Sizlere, içinde kendinizi kanıtlamanız için ilave zaman verilir.
112:5.7 (1233.3) Eğer herhangi bir şekilde bir insan kimliğinin malikâne dünyalarına olan ilerleyişinin onaylanabilirliliğinde bir kuşku olursa, evren hükümetleri her durumda bu bireyin kişisel çıkarları yönünde hükümde bulunur; onlar tereddütsüz bir biçimde bu türden bir ruhu, geçişsel bir varlığın düzeyine yükseltirlerken, ortaya çıkış halindeki morontia niyetine ve ruhsal amaca dair gözlemlerine devam ederler. Böylece kutsal adalet kazanımdan emin olur, ve kutsal bağışlamaya, hizmetinin genişlemesi için daha fazla olanak sağlanır.
112:5.8 (1233.4) Orvonton ve Nebadon hükümetleri, faninin yeniden-kişilikleşimine dair kâinatsal tasarımın detaylı işlerliğinin mutlak kusursuzluğunu şart koşmamaktadırlar; ancak, onlar, sabrı, hoşgörüyü, düşünceliliği ve bağışlayıcı anlayışı sergilemeyi şart koşmaktadırlar, ve bunları gerçekte yerine getirmektedirler. Bizler; mücadele halindeki bir faniyi yükseliş sürecini amaç edinmenin ebedi neşesinin öznesi olan herhangi bir evrimsel dünyadan mahrum bırakmanın yaratacağı yıkımına sebep olmaktansa, bir sistem isyanının tehlikesini üstlenmeyi tercih ederiz.
112:5.9 (1233.5) Bu, insan varlıklarının; birincisinin reddi karşısında ikinci bir şansı memnuniyetle deneyimlecekleri anlamına gelmemektedir; hiç de değil. Ancak, bu kesin bir biçimde; tüm irade sahibi yaratılmışlarının kuşkusuz, bilinçli ve nihai bir tercihi yapmak için bir gerçek olanağı deneyimleyecekleri anlamına gelmektedir. Evrenlerin egemen Hâkimleri, ebedi tercihi kesin ve bütüncül bir biçimde gerçekleştirmemiş herhangi varlığı kişilik düzeyinden mahrum bırakmayacaktır; insanın ruhuna, gerçek niyetini ve asıl amacını ortaya çıkarması için bütüncül ve yeterli olandan fazla imkân verilmek zorundadır, ve bu imkân kendisine sağlanacaktır.
112:5.10 (1233.6) Ruhsal ve kâinatsal olarak daha fazla gelişmiş olan faniler öldüklerinde, onlar doğrudan bir biçimde malikâne dünyalarına ilerlerler; genel olarak, bu yönerge, kendilerine kişisel yüksek melek koruyucuları verilmiş olanlarda gerçekleşmektedir. Diğer faniler, sonrasında malikâne dünyalarına ilerleyebilecekleri, durumlarının incelenişinin tamamlanması gibi bu türden bir zamana kadar alı konulabilir, veya, mevcut gezegensel yazgı döneminin sonunda topluluk olarak yeniden-kişilikleştirilecek olan uyku halindeki kurtuluş unsurlarının birliklerine verilebilirler.
112:5.11 (1233.7) Ayrılan Düzenleyici’den farklı nitelikteki kurtuluş halindeki siz olarak ölümde size ne olduğunu tam olarak açıklamaya dair çabalarımı engelleyen iki zorluk bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, fiziksel ve morontia nüfuz alanlarının sınırında gerçekleşen bir etkileşime dair yeterli bir tasviri içinizde bulunduğunuz kavrayış düzeyine taşımanın imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. Diğeri, Urantia’nın göksel yönetim makamlarına ait bir açığa çıkarıcı olarak benim görevlendirmem üzerine getirilmiş sınırlanmalar nedeniyledir. Orada, sunulabilecek birçok ilgi çekici detay bulunmaktadır; ancak, ben onları, doğrudan üstünüzde bulunan gezegensel yüksek denetimcilerinizin tavsiyesi üzerine saklamaktayım. Ancak, bana verilen izin sınırları içinde bu kadarını söyleyebilirim:
112:5.12 (1234.1) Orada; ölümden sonra varlığını sürdüren bir biçimde Gizem Görüntüleyicisi’ne ek, insan evrimine ait gerçek bir şey bulunmaktadır. Bu yeni olarak görünen bütünlük ruhudur; ve, o, hem fiziksel hem de maddi aklın ölümünden sonra varlığını sürdürmektedir. Bu bütünlük; Düzenleyici olarak kutsal olan siz ile irtibat içindeki insan olan sizin bütünleşmiş yaşam ve çabalarınızın ortak çocuğudur. İnsan ve kutsal ebeveynliğin bu çocuğu, dünyasal kökene ait kurtuluş içeriğini oluşturmaktadır; o, ölümsüz ruh olarak morontia benliğidir.
112:5.13 (1234.2) Varlığını sürdüren anlamın ve kurtuluş halindeki değerin bu çocuğu bütünüyle, ölümden yeninden-kişilikleşmeye kadarki süreç boyunca bilinçsiz konumda bulunmaktadır; ve, bu çocuk, bu bekleme dönemi boyunca yüksek melek nihai koruyucusunun muhafazası altındadır. Sizler, Satania’nın malikâne dünyalarında morontianın yeni bilincine erişene kadar, ölümü takiben bilinçli bir varlık olarak faaliyet göstermeyeceksiniz.
112:5.14 (1234.3) Ölümde, insan kişiliği ile ilişkilem halindeki işlevsel kimlik, hayati hareketin durması nedeniyle sekteye uğrar. Onu meydana getiren kısımların ötesine geçerken insan kişiliği, onlara işlevsel kimlik için bağımlıdır. Yaşamın durması, akıl donanımına ait fiziksel beyin işleyiş biçimlerini yok etmektedir; ve, aklın sekteye uğrayışı, fani bilinci sonlandırmaktadır. Bu yaratılmışın bilinci takip eden bir şekilde; aynı insan kişiliğinin yaşayan enerji ile birlikte ilişki içinde tekrar faaliyet göstermesine izin verecek biçimde düzenlenmiş bir kâinatsal duruma kadar yeniden ortaya çıkamamaktadır.
112:5.15 (1234.4) Kurtuluş halindeki fanilerin köken dünyalarından malikâne dünyalarına olan geçişleri boyunca, ister kişilik-yeniden-birleşimini üçüncü dönemde deneyimlemiş olsunlar isterse bir topluluk yeniden-dirilişi zamanında yükselmiş olsunlar, kişilik bütünlüğünün kaydı aslına uygun bir biçimde; özel etkinliklerinin dünyalarında baş melekler tarafından muhafaza edilmektedir. Bu varlıklar, (koruyucu yüksek meleklerin ruhun oldukları gibi) kişiliğin koruyucuları değillerdir; ancak, yine de, kişiliğin tespit edilebilen her etkeni, fani kurtuluşun bu güvenilir emanetçilerinin muhafazası altında tamamiyle korunmaktadır. Fani kişiliğin, ölüm ve kurtuluş arasındaki zaman boyunca tam olarak nerede olduğu hususunda bizler herhangi bir bilgiye sahip değiliz.
112:5.16 (1234.5) Yeniden-kişilikleşmeyi mümkün kılan durum, yerel bir evrenin morontia alış gezegenlerinin yeniden diriliş yapıları içinde gerçekleştirilir. Burada yaşam-birleştirim odalarında yüksek denetimde bulunan makamlar; uyku halindeki kurtuluş unsurunun yeniden-bilinçlendirilişini mümkün kılan — morontial, akılsal ve ruhsal olarak — evren enerjisinin bu ilişkisini sağlarlar. Bir zamanlar fani olmuş bir kişiliğin kendisini oluşturan parçalarının yeniden bir araya getirilişi şu süreçlerden meydana gelmektedir:
112:5.17 (1234.6) 1. İçinde yeni kurtuluş unsurunun ruhsal-olmayan gerçeklikle iletişimde bulabileceği ve bünyesinde kâinatsal aklın morontia türünün döngüsel hale getirilebileceği, bir morontia enerji işleyiş biçimi olarak bir uygun bütünlüğün oluşumu.
112:5.18 (1234.7) 2. Düzenleyici’nin bekler konumda bulunan morontia yaratılmışına olan dönüşü. Düzenleyici, yükseliş halindeki kimliğinizin ebedi koruyucusudur; sahip olduğunuz Görüntüleyiciniz, kişilik uyanışınız için yaratılmış morontia bütünlüğü sadece siz ve başka kimsenin dolduramayacağına dair mutlak güvencedir. Ve, Düzenleyici, kurtuluş halindeki benliğinize Cennet rehberliği görevini bir kez daha üstlenmek için kişilik bir-araya-getirilişinizde hazır bulunacaktır.
112:5.19 (1235.1) 3. Yeniden kişiliğin bu zorunlulukları yerine getirildiğinde, uyku halindeki ölümsüz ruha ait potansiyelliklerin yüksek melek koruyucusu, sayısız kâinatsal kişiliklerin yardımıyla birlikte; Yüce’nin bu evrimsel evladına bekleyen Düzenleyici’nin ebedi ilişkilemini sağlarken, bu morontia bütünlüğünü bekler konumdaki morontia akıl-beden biçimi üzerine ve onun içine bahşeder. Ve, bu, kimlik biçiminde — hafıza, kavrayış ve bilincin yeniden bir araya getirilişi olarak yeniden-kişilikleşmeyi tamamlar.
112:5.20 (1235.2) Yeniden-kişilikleşimin gerçeği, uyanan insan benliği tarafından yeni ayrıştırılmış kâinatsal aklın döngüsel hale getirilmiş morontia fazının yakalanmasından meydana gelir. Kişiliğin olgusu, evren çevresine olan benlik tepkisine ait kimliğin devamlılığına bağlıdır; ve, bu yalnızca, aklın aracılığı ile yerine getirilebilir. Bireyin bütünlüğü, benlik tüm etken unsurlarını içindeki devamlı bir değişime rağmen varlığını sürdürür; fiziksel yaşam içinde değişim kademelidir; ölümde ve yeniden-kişilikleşim üzerine değişiklik anidir. Bireyin bütünlüğünün (kişiliğin) tamamına ait asli gerçeklik, onu meydana getiren kısımların sonu gelmez değişimi desteğiyle evren koşullarına karşılık verir biçimde faaliyet göstermeye yetkindir; durağanlık, kaçınılmaz olan ölümle sonlanır. İnsan yaşamı, değişmez kişiliğin istikrarıyla bütünleşmiş yaşamın etkenlerine ait sonu gelmez bir değişimdir.
112:5.21 (1235.3) Ve, Jerusem’in malikâne dünyaları üzerinde bu şekilde uyandırıldığınızda, ruhsal dönüşümün çok fazlasıyla büyük olacağı biçimde o kadar değişmiş olacaksınız ki, ilk dünyanıza ait eski yaşamınız ile yeni dünyalar içindeki yeni yaşamınızı oldukça bütüncül bir biçimde birleştiren Düşünce Düzenleyicisi ve nihai son koruyucunuz olmasa, geçmiş kimliğinize ait gelmekte olan hafızanız ile bu yeni morontia bilincini birleştirmede ilk başta zorluk yaşardınız. Kişisel birey bütünlüğünün devamlılığına rağmen, fani yaşamın büyük bir kısmı ilk başta, muğlâk ve çok net hazırlanmayan bir rüya olarak görünmektedir. Ancak, zaman, birçok fani ilişkilemini netleştirecektir.
112:5.22 (1235.4) Düşünce Düzenleyicisi yalnızca; evren yükseliş sürecinizin bir parçası olan, ve ona temel teşkil eden, hafızaları ve deneyimleri sizler için geri getirecek ve tekrarlayacaktır. Eğer Düzenleyici insan aklı içinde en ufak şeyin bile evriminde bir eş ise, bunun sonucunda bu değerli deneyimler Düzenleyici’nin ebedi bilincinde varlığını sürdürecektir. Ancak, ne ruhsal anlama ne de morontia değerine sahip olmayan geçmiş yaşamınız ve onun hafızlarının çoğu, maddi beyin içinde yok olacaktır; maddi deneyimin çoğu, morontia aşamasına sizleri taşımış bir biçimde, evren içinde bir amaca artık hizmet etmeyen bir zamanlar iskelet görevi görmüş yapı gibi geçecektir. Ancak, kişilik ve kişilikler arasındaki ilişkiler hiçbir zaman iskelet görevi görmemişlerdir; kişilik ilişkilerini fani hafızası kâinatsal değere sahip olup, varlığını sürdürmeye devam edecektir. Malikâne dünyaları üzerinde sizler bilecek ve bilineceksinizdir; ve, buna ek olarak, sizler hatırlayacak ve, Urantia üzerindeki kısa ancak ilgi çekici yaşamanızda bir zamanlar ilişkilemde bulunduğunuz bireyler tarafından, hatırlanacaksınız.
112:6.1 (1235.5) Tıpkı bir kelebeğin tırtıl aşamasından doğuşu gibi, insan varlıklarının gerçek kişilikleri, maddi beden içinde bir zamanlar deneyimledikleri örtünmeden bağımsız olarak ilk kez açığa çıkan biçimde malikâne dünyalarında ortaya çıkacaklardır. Yerel evren içindeki morontia süreci; ruhun mevcudiyetine ait başlangıçsal morontia aşamasından ilerleyici ruhsallığın nihai morontia aşamasına kadar kişilik işleyiş biçiminin devam eden yükselişi ile ilgilidir.
112:6.2 (1235.6) Yerel evren süreci için sahip olduğunuz morontia kişilik biçimleriniz hakkında sizleri bilgilendirmek zordur. Sizler, kişilik dışavurumsallığına ait morontia işleyiş biçimleri ile bahşedileceksiniz; ve, bu yatırımlar, son kertede, sahip olduğunuz kavrayışın ötesindedir. Bu türler, her ne kadar bütünüyle gerçek olsa da, mevcut an içerisinde anladığınız maddi düzeye ait enerji işleyiş biçimleri değillerdir. Onlar yerel evren dünyalarında, buna rağmen, sahip olduğunuz maddi bedenlerin insan kökenine ait olduğu gezegenlerde gerçekleştirmiş olduğu aynı amacı yerine getirmektedir.
112:6.3 (1236.1) Belli bir ölçüye kadar, maddi beden-türünün görünüşü, kişilik kimliğinin karakterine karşılık göstermektedir; fiziksel beden, sınırlı bir düzeye kadar, kişiliğin içkin doğasına ait bir şeyi yansıtmaktadır. Bundan da fazla bir biçimde morontia türü bunu gerçekleştirmektedir. Fiziksel yaşam içerisinde faniler, içsel biçimde sevgi duyulamaz nitelikte olsalar da dışsal biçimde güzel olabilir; ve, onun daha yüksek düzeyleri içinde artan bir biçimde kişilik biçimi, içsel bireyin doğası uyarınca doğrudan bir biçimde çeşitlilik gösterecektir. Ruhsal düzeyde dışsal biçim ve içsel doğa; giderek artan ruhaniyet düzeylerinde daha kusursuz biçimde büyüyen bir biçimde, bütüncül özdeşleşmeye yaklaşmaya başlayacaktır.
112:6.4 (1236.2) Morontia mekânında, yükseliş fanisi, Orvonton’un Üstün Ruhaniyeti’ne ait kâinatsal-akıl bahşedilişinin Nebadon türü ile donatılmaktadır. Bu gibi fani us, Yaratıcı Ruhaniyet’in farklılaştırılmamış akıl döngülerinden bağımsız nitelikte, odaklanmış bir evren bütünlüğü olarak mevcudiyet olmayı sonlandırmış biçimde ortadan kaybolmuştur. Ancak, fani aklın anlamları ve değerleri, yok olmamıştır. Aklın belirli fazları, kurtuluş halindeki ruh içinde devam etmektedir; önceki insan aklının belirli deneyimsel değerleri Düzenleyici tarafından korunmaktadır; ve, yerel evren içinde insan yaşamının kayıtları, yüksek meleklerden Kâinatsal Denetimciler’e ve muhtemelen bunun da ötesinde Yüce’ye uzanan kapsamdaki varlıklar olarak yükseliş halindeki faninin nihai değerlendirilişi ile ilgili sayısız varlıklardaki belirli yaşam tutanakları ile birlikte, beden içinde yaşanıldığı haliyle var olmaya devam edecektir.
112:6.5 (1236.3) Yaratılmış özgür iradesi insan aklı olmadan var olamaz; ancak, o, maddi usun kaybına rağmen varlığını sürdürür. Kurtuluşun hemen ardındaki dönemler boyunca yükseliş kişiliği büyük ölçüde, insan yaşamından miras alınan kişilik işleyiş biçimleri ve morontia motasının yeni ortaya çıkan eylemi tarafından yönlendirilir. Ve, mansonia davranışına olan bu rehberler makul bir biçimde, morontia yaşamının öncül aşamalarında ve yükseliş kişiliğinin bütünüyle özgür iradesel olan bir dışavurumu olarak faaliyet gösterir.
112:6.6 (1236.4) Yerel evren süreci içinde, insan mevcudiyetine ait yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyeti ile karşılaştırabilir nitelikte hiçbir etki bulunmamaktadır. Morontia aklı — Kutsal Hizmetkâr olarak — yerel evren usunun yaratıcı kaynağı tarafından değişikliğe uğratılmış ve dönüştürülmüşken, bu akıl kâinatsal akıl ile olan doğrudan iletişim vasıtasıyla evirilmek zorundadır.
112:6.7 (1236.5) Ölümden önce fani akıl, Düzenleyici mevcudiyetinden öz bilince sahip bir biçimde bağımsızdır; emir-yardımcı akıl sadece, bu mevcudiyetin faaliyet gösterebilmesini yetkin kılmak için ilişkisel konumdaki maddi-enerji yöntemine ihtiyaç duymaktadır. Ancak, emir-yardımcı-ötesi olarak morontia ruhu, maddi-akıl işleyiş biçiminden mahrum kaldığında Düzenleyici olmadan birey bilincini elinde bulundurmaya devam edemez. Bu evrim halindeki ruh, buna rağmen, daha önceki ilişkilenimsel aklının kararlarından kökenini alan devam eden bir karakteri elinde bulundurur; ve, bu karakter, kendisine ait işleyiş biçimleri geri dönen Düzenleyici tarafından enerjileştirildiğinde etkin hafıza haline gelir.
112:6.8 (1236.6) Hafızanın devamlılığı, özgün birey bütünlüğüne ait kimliğin elde bulundurmaya devam edildiğinin kanıtıdır; o, kişilik devamlılığına ve gelişimine ait bütüncül öz bilinç temel niteliktedir. Düzenleyici olmadan yükselen bu faniler, insan hafızasının yeniden inşası için yüksek meleksel birlikteliklerinin yönergesine bağlıdırlar; bunun dışında, Ruhaniyet-tarafından bütünleştirilmiş fanilerin morontia ruhları sınırlı değildir. Hafızanın işleyiş biçimi ruh içinde varlığını sürdürmeye devam eder; ancak, bu işleyiş biçimi, devam eden hafıza olarak derhal kendiliğinden gerçekleştirilebilir hale gelmek için daha önceki Düzenleyici’nin mevcudiyetine ihtiyaç duymaktadır. Düzenleyici olmadan fani kurtuluş unsurunun, daha önceki bir mevcudiyetin anlamlarına ve değerlerine ait hafıza bilinci yeniden yakalaması biçiminde onu yeniden keşfetmesi ve yeniden öğrenmesi için dikkate değer bir süreye ihtiyaç duyulmaktadır.
112:6.9 (1237.1) Kurtuluş değerindeki ruh aslına uygun bir biçimde; bireye ait kimliğin daha önce bütünlüğü olarak, maddi usun hem niteliksel hem de niceliksel eylemlerini ve güdülerini yansıtmaktadır. Gerçekliği, güzelliği ve iyiliği tercih ederek fani akıl, bilgeliğin ruhaniyetinin yönetimi altında bütünleşmiş yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin koruyuculuğu altında morontia-öncesi evren sürecine giriş yapmaktadır. Bunun sonrasında, morontia-öncesi kazanımın yedi döngüsünün tamamlanması üzerine, morontia aklının bahşedilişinin emir-yardımcı aklına olan eklemlenişi; yerel evren ilerleyişinin ruhsal-öncesi veya diğer bir değişle morontia sürecini başlatmaktadır.
112:6.10 (1237.2) Bir yaratılmış özgün gezegeninden ayrıldığında, o, emir-yardımcı hizmetini ardında bırakmakta ve tamamiyle morontia usuna bağımlı hale gelmektedir. Bir yükseliş unsuru yerel bir evrenden ayrıldığında, morontia aşamasının ötesine geçen bir biçimde mevcudiyetin ruhsal aşamasına erişmiş konuma gelmektedir. Bu yeni ortaya çıkış halindeki ruhaniyet bütünlüğü, bunun sonrasında, Orvonton kâinatsal aklının doğrudan hizmetine eş zamanlı hale gelir.
112:7.1 (1237.3) Düşünce Düzenleyicisi kişiliğe, daha öncesinde yalnızca potansiyel nitelikte bulunan ebedi mevcudiyetlikleri aktarır. Bu yeni bahşedilmişlikler arasında şunlardan bahsedilebilir: kutsal niteliğin sabit konuma getirilişi, geçmiş-ebediyet deneyimi ve hafızası, ölümsüzlük, ve kısıtlı nitelikteki potansiyel mutlaklığın bir fazı.
112:7.2 (1237.4) Geçici biçim içindeki dünyasal gidişatınız tamamlandığında, daha iyi bir dünyanın kıyılarında uyanacak konumda bulunmaktasınız; ve, nihai olarak sizler, ebedi bir kucaklaşma içinde sadık Düzenleyiciniz ile bir bütün haline geleceksiniz. Ve, bu bütünleşme, sınırlı yaratılmış evriminin gizemi olarak Tanrı ve insanı bir haline getirmenin gizemini oluşturmaktadır; ancak, bu, ebedi olarak doğrudur. Bütünleşme, Ascendington’un kutsal âleminin sırrıdır; ve, İlahiyat’ın ruhaniyeti ile bütünleşmeyi deneyimlemiş olanlar dışında hiçbir yaratılmış, zamanın bir yaratılmışına ait kimliğin Cennet İlahiyatı’nın ruhaniyeti ile ebedi olarak bir tek haline geldiğinde bir araya gelen mevcut değerlerin gerçek anlamına kavrayamaz.
112:7.3 (1237.5) Düzenleyici ile olan bütünleşme genellikle, yükseliş unsuru kendi yerel sistemi içinde ikamet ettiğinde gerçekleşir. O, köken gezegeni üzerinde doğal ölümün bir aşkınlığı olarak meydana gelebilir; o, malikâne dünyalarının herhangi birinde veya sistemin yönetim merkezleri üzerinde ortaya çıkabilir; o, kısa süreli takımyıldız ikameti zamanına kadar bile gecikebilir; veya, özel durumlarda, yükseliş unsuru yerel evren başkenti üzerinde olana kadar birliktelik tamamlanmayabilir.
112:7.4 (1237.6) Düzenleyici ile olan bütünleşme gerçekleştiğinde, bu türden bir kişiliğin ebedi süreci için gelecek hiçbir tehlike söz konusu olamaz. Göksel varlıklar, uzun bir deneyim boyunca sınanırlar; ancak, faniler, evrimsel ve malikâne dünyalarının göreceli kısa ve yoğun bir sınavından geçerler.
112:7.5 (1237.7) Düzenleyici ile olan bütünleşme hiçbir şekilde; aşkın-evren emirleri, insan doğasının ebedi süreç için nihai ve geri dönülemez bir tercihte bulunduğunu duyurana kadar, ortaya çıkmaz. Bu, verildiğinde; bütünleşmiş kişiliğin nihai bir biçimde yerel evrenin sınırlarından aşkın-evrenin yönetim merkezilerine doğru belirli bir zaman zarfında ilerlemesi için izin emrini oluşturan tek seferlik onaydır; bu aşamadan itibaren, zamanın kutsal yolucusu, uzak gelecek içinde, Havona’nın merkezi evrenine ve İlahiyat serüvenine doğru uzun bir uçuş için yüksek melek taşımasını deneyimleyecektir.
112:7.6 (1238.1) Evrimsel dünyalar üzerinde, birey bütünlüğü maddidir; o, evrende maddi bir şey olup, bu bütünlükte maddi mevcudiyetin yasalarına tabidir. O, zaman içinde bir gerçeklik olup, onun inişli-çıkışlı deneyimlerine karşılık göstermektedir. Kurtuluş kararları burada tasarlanmak zorundadır. Morontia aşamasında benlik, yeni ve daha dayanıklı bir evren gerçekliği haline gelmiş konumdadır; ve, onun devam eden büyümesi, evrenlerin akıl ve ruhaniyet döngülerine olan artan eş zamanlı hale gelişine dayanmaktadır. Kurtuluş kararları burada onaylanmakta olan konumdadır. Benlik ruhsal düzeye eriştiğinde, evren içinde güvenli bir değer haline gelir; ve, bu yeni değer, Düşünce Düzenleyicisi ile olan ebedi bütünleşme tarafından şahit olunan gerçeklik biçiminde kurtuluş kararlarına varıldığı gerçekliğe dayanmaktadır. Ve, gerçek bir evren değerinin düzeyine erişmiş olarak yaratılmış, Tanrı olarak — en yüksek evren değerinin arayışı için potansiyel bakımdan özgür hale gelmektedir.
112:7.7 (1238.2) Bu türden bütünleşmiş varlıklar evren tepkileri bakımından iki katmanlı bütünlük içindedir: Onlar, yüksek meleklerden çok da farklı olmayan bir biçimde ayrı morontia bireyleridir; ve, onlar aynı zamanda, Cennet kesinlik unsurlarının düzeyinde potansiyel bakımdan varlıklardır.
112:7.8 (1238.3) Ancak, bütünleşmiş birey gerçekten de; sahip olduğu bütünlüğü, evrenlerin herhangi bir usu tarafından yapılabilecek irdelenme girişimini boşa çıkaran bir varlık olarak, tek kişiliktir. Ve böylece, en alt düzeyden en yüksek olana kadar yerel evrenin yüksek mahkemelerinden geçmiş bir biçimde, hiç kimsenin insan veya Düzenleyiciyi tanımlayamayacağı bir bütünlük içerisinde sizler nihai bir biçimde, yerel evren Yaratıcısınız olan Nebadon Egemeni huzuruna çıkarılırsınız. Ve orada, sahip olduğu yaratıcı babalığın zamanın bu evreni içinde yaşamanıza ait gerçekliği mümkün kıldığı tam da bu varlığın elinden; Kâinatın Yaratıcısı’nın arayışı içindeki aşkın-evren sürecinize nihai olarak ilerlemenizi yetkin kılan onayları alacaksınız.
112:7.9 (1238.4) Görevini başarıyla yerine getirmiş olan Düzenleyici kişiliği, insanlığa olan muhteşem hizmeti ile mi sahip olmuştur; yoksa, cesur insan, Düzenleyici-gibi-olmaya erişmek için içten çabalarıyla ölümsüzlüğü mü elde etmiştir? Cevap bunların ikisi de değildir; ancak, onlar beraberce, Havona’nın yedi döngüsü kat edilene ve dünyasal kökenin bir zamanlar ruhunu oluşturmuş olan bütünlük Cennet üzerindeki Yaratıcı’nın mevcut kişiliğinin ibadetsel tanınışında bulunana kadar sürekli bir biçimde yukarı doğru uzanarak ve ulvi yükselişine hiçbir zaman ara vermeyerek, daha ileri büyüme ve gelişim için bir aday halinde sürekli olarak hizmet veren, inançlı ve verimli bir bünye niteliğinde bulunarak, Yüce’nin yükseliş kişiliklerine ait benzersiz düzeylerden birine ait bir üyenin evrimine erişmiş konumdadırlar.
112:7.10 (1238.5) Tüm bu muhteşem yükseliş boyunca Düşünce Düzenleyicisi, geleceğin kutsal güvencesi ve yükseliş fanisinin ruhsal nitelikli bütüncül istikrar kaynağıdır. Bu arada, fani özgür iradenin mevcudiyeti Düzenleyici’ye, kutsal ve sınırsız doğanın özgürleşimi için ebedi bir yapı sağlamaktadır. Bu aşamada, bahse konu iki kimlik tek bir bütünlük haline gelir; zamanın veya ebediyetin hiçbir gelişimi hiçbir şekilde, insan ve Düzenleyici birbirinden ayıramaz; onlar, ebedi bir biçimde bütünleşmiş olarak ayrılmaz niteliktedirler.
112:7.11 (1238.6) Düzenleyici-bütünleşme dünyaları üzerinde Gizem Görüntüleyicisi’nin nihai sonu, Kesinliğin Cennet Birliği olarak yükseliş fanisininki ile özdeştir. Ve, ne Düzenleyici ne de fani, diğerinin bütüncül işbirliği ve sadık yardımı olmadan bu benzersiz hedefe erişemez. Bu olağanüstü ortak birliktelik, bu evren çağının kâinatsal olgular bütününün tümü içinde en ilgi çekici ve muhteşem olanından biridir.
112:7.12 (1239.1) Düzenleyici bütünleşimi anından itibaren, yükseliş unsurunun düzeyi, evrimsel yaratılmışınkidir. İnsan üyesi kişiliği memnuniyetle deneyenlerin ilkidir, ve, bu nedenle, kişiliğin tanınışı ile ilgili tüm hususlarda Düzenleyici’den üstün bir konumdadır. Bu bütünleşmiş varlığın Cennet yönetim merkezi Ascendington’dur, Divinington değil; ve, Tanrı ve insanın bu benzersiz bileşimi, bir yükseliş varlığı olarak onu Kesinliğin Birliği’ne kadar üst seviyeye çıkarır.
112:7.13 (1239.2) Bir Düzenleyici bir kez bir yükseliş fanisi ile bütünleştiğinde, Düzenleyici’nin numarası, aşkın-evrenin kayıtlarından kazınır. Divinington’un kayıtlarında neyin gerçekleştiği hususunda, bir şey bilmemekteyim; ancak, ben, bu Düzenleyici’ye ait kaydın, Kesinliğin Birliği’nin vekil başı olan Grandfanda’nın iç birlikteliklerine ait gizli birimlere alındığını düşünmekteyim.
112:7.14 (1239.3) Düzenleyici bütünleşimi ile birlikte Kâinatın Yaratıcısı, kendisini maddi yaratılmışlarına armağan edişine ait sözü yerine getirmiştir; o sözünü tutmuş, kutsallığın insanlığa olan ebedi bahşedilişine ait tasarımı yerine getirmiştir. Bu aşamada, bu şekilde gerçek hale getirilmiş Tanrı ile ulvi ortak eşliği içinde içkin nitelikteki bulunan sınırsız olasılıkların farkına varma ve onu yerini getirmeye dair insan girişimi başlamaktadır.
112:7.15 (1239.4) Kurtuluş fanilerinin mevcut andaki bilinen nihai sonu, Kesinliğin Cennet Birliğidir; bu aynı zamanda, fani eşleri ile olan ebedi birliğe katılmış hale gelen tüm Düşünce Düzenleyici için nihai son hedefidir. Mevcut an içerisinde Cennet kesinlik unsurları, birçok sorumluluk içinde asli evren boyunca görevlerini yerine getirmektedirler; ancak, bizlerin hepsi, onların, yedi aşkın-evren ışık ve yaşam altında istikrara kavuştuktan sonra ve sınırlı Tanrı nihai olarak mevcut an içerisinde bahse konu Yüce İlahiyatı çevreleyen gizemden kesin bir biçimde açığa çıktığında, gelecek zaman içinde yerine getirmek için başka ve hatta daha ulvi görevlere sahip olacağını düşünmekteyiz.
112:7.16 (1239.5) Sizler; merkezi evren, aşkın-evrenler ve yerel evrenlere ait düzenlenme ve bu düzenin çalışanları hakkında belirli ölçüde bilgilendirilmiş konumda bulunmaktasınız; sizlere, bu uçsuz bucaksız yaratılmışları mevcut an içerisinde yöneten çeşitli kişiliklerden bazılarına ait karakter ve köken hakkında bilgiler verilmiştir. Sizler aynı zamanda; ilk dışsal uzay düzeyinde olan konumda, asli evrene ait çevre hattının çok ötesinde olan bölgede evrenlerin çok geniş yıldızlar kümelerinin düzenlenme sürecinde olduğu hakkında bilgilendirilmiş halde bulunmaktasınız. Aynı zamanda, Yüce Varlık’ın; dışsal uzaya ait henüz bilinmeyen bu bölgelerinde açığa çıkarılmamış üçüncü düzey faaliyetini yakın bir zamanda sergileyecek oluşu bildirilmiştir; ve, sizlere aynı zamanda, Cennet birliğine ait kesinlik unsurlarının Yüce’nin deneyimsel çocukları olduğu söylenmiştir.
112:7.17 (1239.6) Bizler; kesinlik birliktelikleri ile birlikte, Düzenleyici bütünleşimi fanilerinin bir biçimde, ilk dışsal uzay düzeyine ait evrenlerin iradesinde faaliyet gösterme nihai sonuna sahip olduklarına inanmaktayız. Bizler; geçmesi gereken bir süreden sonra, bu devasa yıldız kümelerinin yerleşik evrenler haline geleceğine dair en ufak bir kuşkuya sahip değiliz. Ve, bizler eşit bir biçimde bu yerleşkelerin yöneticilerinin arasında, sahip oldukları doğanın yaratılmış ve Yaratan’ın bileşiminin kâinatsal sonucu olduğu Cennet kesinlik unsurların da bulunacağına hem fikiriz.
112:7.18 (1239.7) Bu nasıl da bir serüvendir! Nasıl da bir ilgi çekici hikâyesidir! İlk Kaynak ve Merkez’in özüne ait bilenen en yüksek dışavurumu ile Kâinatın Yaratıcısı’nı kavrayamaya ve ona erişmeye yetkin ussal yaşamın en alt türünün bu bahse konu bileşimleri ve ebedi ilişkilemleri olarak Düzenleştirilmiş ve ebedileştirilmiş bu faniler, kişiselleştirilmiş ve insanlaştırılmış bu Düzenleyiciler olarak, Yüce’nin çocukları tarafından yönetilecek devasa bir yaratım. Bizler; Yaratan ve yaratılmışın bu türden eş birlikteliği olarak, bu tür birleşmiş varlıkların, ilk dışsal uzay düzeyine ait bu gelecek evrenleri boyunca mevcudiyete bürünebilecek ussal yaşamın herhangi ve her türünün muhteşem yöneticileri, benzersiz idarecileri ve anlayışlı ve duygudaş yönlendiricileri olacaklarını düşünmekteyiz.
112:7.19 (1240.1) Siz fanilerin, hayvansal köken olarak dünyasal olana ait olduğunuz doğrudur; bedeniniz gerçektende tozdur. Ancak, siz, içtenlikle arzulayan bir biçimde gerçekten iradede bulunursanız, çağların mirası gerçekten de sizlerin olacaktır; ve, sizler bir gün, deneyimin Yüce Tanrısı’nın evlatları ve tüm kişiliklerin Cennet Yaratıcısı’na ait kutsal evlatlar olarak — gerçek kişilikleriniz içinde hizmet edeceksiniz.
112:7.20 (1240.2) [Orvonton’un bir Yalnız İleticisi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
113. Makale
113:0.1 (1241.1) ZAMAN’IN Hizmetkâr Ruhaniyetleri ve Mekân’ın İletici Ev Sahiplerine ait anlatıları sunmuş bir konumda olarak bizler; yükselişleri ve kusursuzlaşımları için ruhsal ilerleyişin bu büyük kurtuluş düzeninin tamamının sağlandığı, bireysel fanilerin hizmetine atanmış yüksek melekler olarak koruyucu meleklerin irdelenişine gelmiş bulunmaktayız. Urantia üzerinde geçmiş çağlarda, bu nihai son koruyucuları neredeyse, meleklerin tanınan tek topluluğuydu. Gezegensel yüksek melekler, gerçekten de, kurtuluşa erişecekler için hizmette bulunmak amacıyla gönderilmiş hizmetkâr ruhaniyetlerdir. Bu eş yüksek melekler, geçmiş ve mevcut anın tüm büyük gelişimlerinde fani insanın ruhsal yardımcıları olarak faaliyet göstermişlerdir. Birçok kez bir açığa çıkarılış, “melekler tarafından ifade edilmiş söz” olarak duyurulmuştur; cennete ait emirlerin çoğu, “meleklerin hizmeti tarafından alınmıştır.”
113:0.2 (1241.2) Yüksek melekler, cennetin geleneksel melekleridir; onlar, size oldukça yakın bir konumda yaşayan ve sizin için birçok şeyi gerçekleştiren hizmetkâr ruhaniyetleridir. Onlar, insan usunun en öncül dönemlerinden beri Urantia üzerinde hizmet vermiş konumda bulunmaktadırlar.
113:1.1 (1241.3) Yüksek melekler hakkındaki öğreti bir mit değildir; insan varlıklarının belirli toplulukları mevcut bir biçimde, kişisel meleklere sahiptirler. Cennetsel krallığın çocukları hakkında konuşurken İsa’nın şu sözleri bunun tanınışı içindeydi: “Bu küçük olanların bir tanesini bile küçük görmekten sakının, çünkü şunu bilmenizi isterim ki, onların melekleri her zaman benim Yaratıcım’ın sahip olduğu ruhaniyetin mevcudiyeti görmektedir.”
113:1.2 (1241.4) Kökensel olarak, yüksek melekler kesin bir biçimde, ayrı Urantia ırklarına görevlendirilmişlerdi. Ancak, Mikâil’in bahşedilişinden beri onlar; insan usu, ruhsallığı ve nihai sonu uyarınca görevlendirilmektedir. Ussal olarak inanlık, üç sınıfa ayrılmıştır:
113:1.3 (1241.5) 1. Alt-olağan akıldakiler — olağan irade gücünü uygulamayanlar; alışılmış kararlarda bulunmayanlar. Bu sınıf, Tanrı’yı kavrayamayan bireylerden meydana gelmektedir; onlar, İlahiyat’ın ussal ibadeti için yetiden yoksundur. Urantia’nın alt-olağan varlıkları; çocuksu meleklerin bir taburuyla birlikte, onlara hizmet etmek, ve, onlara, adalet ve bağışlamanın âlemin yaşam mücadeleleri içinde uzandığını gözlemlemek için görevlendirilmiş bir eş olarak yüksek meleklerin bir birliğine sahiplerdir.
113:1.4 (1241.6) 2. İnsan varlığın ortalama, olağan türü. Yüksek meleksel hizmet bakımından, erkek ve kadınların çoğu; insan ilerleyişi ve ruhsal gelişimin döngülerini tamamlamadaki düzeyleri uyarınca yedi sınıf içinde toplanır.
113:1.5 (1241.7) 3. Olağan-ötesi akıldakiler — büyük karara ve ruhsal kazanımın kuşkusuz potansiyeline sahip olanlar; ikamet eden Düzenleyicileri ile bir parça iletişimde bulunmayı deneyimlemekte olan erkek ve kadınlar; nihai sonun çeşitli yedek birliklerine ait üyeler. Bir insanın hangi döngüde olmasından bağımsız olarak, eğer bu türden bir birey nihai sonun çeşitli yedek birlik düzeylerinden herhangi birine alınan hale gelirse, tam da bu aşama içinde, kişisel yüksek melek görevlendirilir; ve, bu andan dünyasal sürecin bitişine kadar, bahse konu fani, bir koruyucu meleğin devamlı hizmetini ve aralıksız gözetimini memnuniyetle deneyimleyecektir. Aynı zamanda, herhangi bir varlık bilinen yüce kararı verdiğinde, orada düzenleyici ile gerçek bir kardeşlik bulunduğunda, bir kişisel koruyucu doğrudan bir biçimde bu ruha görevlendirilir.
113:1.6 (1242.1) Olağan olarak adlandırılmakta olan varlıkların hizmetinde, yüksek meleksel görevler, ussallık ve ruhsallığın döngülerine olan insan erişimi uyarınca gerçekleştirilir. Sizler sürecinize yedinci döngü içinde fani donanımız olan aklınızda başlayıp, benliğini anlamanın, onun ele geçirmenin ve benlik üzerinde üstünlük kurmanın içe doğru gerçekleşen serüveninde ilerlersiniz; ve, döngü döngü sizler, (eğer doğal ölüm sizlerin sürecinizi sonlandırmazsa ve mücadelelerinizi malikâne dünyalarına aktarmazsa) ikamet eden Düzenleyici ile göreceli iletişimin ve birlikteliğin ilk veya diğer bir değişle en içte bulunan döngüsüne ulaşırsınız.
113:1.7 (1242.2) Başlangıçsal veya diğer bir değişle yedinci döngü içinde insan varlıkları; bin faninin gözetimine ve koruyuculuğuna görevlendirilmiş yardımcı çocuksu meleklerin bir eşi ile birlikte, bir koruyucu meleğe sahiptir. Altıncı döngüde, çocuksu meleklerin bir eşi ile bir yüksek melek çifti, beş yüzlü topluluklardan oluşan bu yükseliş fanilerini yönlendirmek için görevlendirilmektedir. Beşinci döngüye erişildiğinde, insan toplulukları, yaklaşık olarak yüzerli eşlerden oluşan birimler halinde sınıflandırmakta olup, koruyucu yüksek meleklerin bir çifti çocuksu meleklerin bir topluluğu ile birlikte sorumlu kılınır. Dördüncü döngüye erişimle birlikte fani varlıklar, onarlı topluluklar içinde bir araya getirilir; ve, yine, baş sorumluluk, çocuksu meleklerden oluşan bir topluluk tarafından desteklenmekte olan yüksek meleklerine verilmektedir.
113:1.8 (1242.3) Bir fani varlık hayvansal emanetin eylemsizliğini kırdığında ve insan ussallığının üçüncü aşamasına eriştiğinde ve ruhsallığı elde ettiğinde, bir kişisel melek (gerçekte iki unsurdan oluşan bir biçimde) bunun sonucunda bu yükseliş fanisi bütünüyle ve ayrıcalıklı olarak atanacaktır. Ve, böylece, bu insan ruhları, en başından beri mevcut ve artan bir biçimde etkin hale gelen ikamet eden Düşünce Düzenleyicileri’ne ek olarak; üçüncü döngüyü tamamlama, ikinciye kat etme ve ilkine erişmedeki çabalarının tümünde nihai sonun bu kişisel koruyucularının tamamiyle odaklanmış yardımını alırlar.
113:2.1 (1242.4) Yüksek melekler; şu üç kazanımın bir veya daha fazlasını gerçekleştirmiş olan bir insan ruhun ilişkilenimine görevlendirilme gibi bu türden ana kadar, nihai sonun koruyucuları olarak bilinmezler: Tanrı-gibi-olmanın yüce bir kararında bulunma, üçüncü döngüye girme, veya, nihai sonun yedek birliklerinden bir tanesine alınma.
113:2.2 (1242.5) Irkların evrimi içinde nihai sonun bir koruyucusu, üstünlüğün gereken döngüsüne erişen ilk varlığa atanır. Urantia üzerinde, bir kişisel koruyucuyu elde eden ilk fani, çok uzun zaman öncesinin kırmızı ırkına ait bilge bir insan olan Rantowoc’du.
113:2.3 (1242.6) Tüm meleksel görevlendirmeler, gönüllü yüksek meleklerin bir topluluğu bünyesinden gerçekleştirilmişti; ve, bu atamalar her zaman, yüksek meleksel deneyim, yetenek ve bilgelik ışığında olmak üzere — insan ihtiyaçları uyarınca ve meleksel çiftin düzeyine göreydi. Daha deneyimli ve sınanmış türler olarak yalnızca uzun hizmetin yüksek melekleri, nihai son muhafızları olarak atanmaktadır. Birçok koruyucu, Düzenleyici-bütünleşme-türleri-olmayan dünyalar üzerinde çok fazla değerli deneyimi kazanmıştır. Düzenleyiciler gibi yüksek melekler bu varlıklara bir tek yaşam süreci boyunca katılır, ve bunun sonrasında yeni bir görev için özgürleştirilir. Urantia üzerindeki birçok koruyucu, diğer dünyalar üzerinde bu daha öncül işlevsel deneyime sahip olan konumdadır.
113:2.4 (1243.1) İnsan varlıkları kurtuluşa ermede başarısız olduklarında, onların kişisel veya topluluk koruyucuları tekrar eden bir biçimde aynı gezegen üzerinde benzer görevlerde hizmette bulunabilir. Yüksek melekler; bireysel dünyalar için duygusal bir bağı geliştirmeye ek olarak, oldukça yakın ve içten bir biçimde birliktelik haline geldiği fani yaratılmışların belirli ırkları ve türleri için özel bir şefkat besleyebilir.
113:2.5 (1243.2) Melekler, insan birliktelikleri için kalıcı bir şefkat geliştirebilirler; ve, sizler, yüksek melekleri gözünüzde canlandırabilseydiniz, onlar için sıcak bir şefkat geliştirebilirdiniz. Maddi bedenlerinizden ayrılsaydınız ve ruhaniyet biçimleri verilseydiniz, kişiliğin birçok niteliğe bakımından meleklere oldukça yakın bir konumda olurdunuz. Onlar, duygularınızın çoğunu paylaşır ve onlara ilaveten belirli başka duyguları deneyimler. Onlar için kavranılması bir biçimde zor olan nitelikteki sizleri derinden etkileyen tek duygu, Urantia’nın ortalama sakinine ait akılsal yaşamda çok büyük bir yer kaplayan hayvansal korkusunun mirasıdır. Melekler gerçekten de; daha yüksek konumdaki ussal güçlerinizin, hatta dini inancınızın, endişe ve dehşete ait düşüncesiz panik tarafından oldukça bütüncül bir biçimde umutsuz kılındığı bir şekilde, korkunun egemenliğe altına bu ölçüde tamamen girmesine neden bu kadar kararlı bir biçimde izin verdiğinizi anlamada zorluk çekmektedir.
113:2.6 (1243.3) Tüm yüksek melekler bireysel isimlere sahiplerdir; ancak, dünya hizmetine olan görevlendirme kayıtlarında onlar sıklıkla, gezegensel numaralarıyla adlandırılırlar. Evren yönetim merkezinde onlar isim ve numarayla kaydedilir. Bu iletişimsel haberleşmede kullanılan insan öznesine ait nihai son koruyucusu; Nebadon’un 182.314’üncü yüksek meleksel ordusunun, 37’nci tümeninin, 6’ncı tugayının, 384’üncü alayının, 4’üncü taburumun, 126’ıncı bölüğünün, 17’inci topluluğuna ait 3 numaralı unsurudur. Urantia üzerinde ve bu insan öznesine verilmiş olan bahse konu yüksek meleğin mevcut gezegensel görevlendirme numarası 3.641.852’dir.
113:2.7 (1243.4) Nihai koruyucular olarak meleklerin görevlendirilişi biçiminde kişisel koruyuculuğun hizmeti içerisinde yüksek melekler her zaman, görevlerini gönüllülükle yerine getirirler. Bu ziyaretin şehri içerisinde belirli bir fani, geçmiş zaman içerisinde, nihai sonun yedek birliklerine kabul edilmişti; ve, bu türden insanların tümü kişisel olarak koruyucu melekler tarafından eşlik edildikleri için, yüzden fazla ehil yüksek melek bu görevi arzulamıştı. Gezegensel yönetici; daha deneyimli bireyin on ikisini seçmiş olup, bunun sonrasında, bu on iyi meleğin, yaşam serüveni boyunca bu insan varlığına rehberlik etmek için seçtiği en uygun olan yüksek meleği görevlendirmiştir. Bu, yüksek meleklerin, eşit bir biçimde ehil olan belirli bir çifti seçtiği anlamına gelmektedir; bu yüksek meleksel çiften biri her zaman görev halinde olacaktır.
113:2.8 (1243.5) Yüksek meleksel görevler devamlı olmayabilir; ancak, meleksel çiftin hiçbiri, hizmetkâr sorumluluklarının hepsini bırakmaz. Çocuksu melekler gibi yüksek melekler genellikle, çiftler halinde hizmette bulunurlar; ancak, daha az gelişmiş birlikteliklerinin aksine, yüksek melekler zaman zaman tek başlarına görev yaparlar. İnsan varlıklarıyla olan neredeyse tüm ilişkileri içinde onlar, bireyler olarak faaliyet gösterebilir. Ancak, meleklere yalnızca, evrenlerin daha yüksek döngüleri üzerindeki iletişim ve hizmet için ihtiyaç duyulur.
113:2.9 (1243.6) Bir yüksek melek çifti koruyuculuk görevini kabul ettiği zaman, bu insan varlığına ait yaşamın geri kalanı boyunca hizmette bulunurlar. Varlığın tamamlayıcısı (iki melekten biri), sorumluluğun kaydedicisi haline gelir. Bu tamamlayıcı yüksek melekler, evrimsel dünyalara ait fanilerin kaydedici melekleridir. Kayıtlar, yüksek meleksel koruyucular ile her zaman birliktelik içerisinde bulunan çocuksu meleklerin (bir çocuksu melek ve sanobim olarak) çifti tarafından muhafaza edilir; ancak, bu kayıtlar her zaman, yüksek meleklerin bir tanesi tarafından sağlanır.
113:2.10 (1244.1) İstirahat amaçları ve evren döngülerine ait yaşam enerjisiyle yeniden dolmak için koruyucu, sahip olduğu eşi tarafından dönemsel olarak yalnız bırakılır; ve, onun yokluğu boyunca birliktelik halindeki çocuksu melek kaydedici olarak işlevde bulunur; aynı zamanda, ana yüksek meleğin benzer bir biçimde yok olduğu durumda aynı durum söz konusudur.
113:3.1 (1244.2) Sahip olduğu fani özne için bir nihai son koruyucusunun yaptığı en önemli şeylerden bir tanesi; evrimleşen maddi yaratılmışın akıl ve ruhu içinde ikamet eden, onları çevreleyen ve ona bağlı konumdaki sayısız kişilik-dışı ruhaniyet etkisinin kişisel bir eş güdümünü gerçekleştirmektir. İnsan varlıkları kişiliklerdir; ve, kişisel-olmayan ruhaniyetlerin ve kişilik-öncesi unsurların bu gibi yüksek düzeydeki maddi ve ayrık konumdaki kişisel akıllarıyla doğrudan ilişkide bulunması aşırı biçimde zordur. Koruyucu meleğin hizmetinde bu etkenlerin tümü; az veya çok, bütünleştirilmiş olup, evrimleşen insan kişiliğinin genişleyen ahlaki doğası tarafından daha yakından bir biçimde takdir edilebilen niteliğe getirilmiştir.
113:3.2 (1244.3) Daha özel bir biçimde, bu yüksek meleksel koruyucu; fiziksel düzenleyiciler ve emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerinin nüfuz alanlarından Kutsal Hizmetkâr’a ait Kutsal Ruhaniyete ve Cennet Üçüncü Kaynak ve Merkez’e ait Her-Yerde-Mevcut Ruhaniyete kadar uzanan kapsamda, Sınırsız Ruhaniyetin çok katmanlı birimlerini ve etkilerini ilişkilendirmeyi gerçekleştirmeye yetkin olup, bunu yerine getirmektedir. Sınırsız Ruhaniyet’in bahse konu bu çok geniş hizmet unsurlarını bu şekilde bütünleştirmiş ve daha kişisel hale getirmiş olarak, yüksek melekler bunun sonrasında, Yaratıcı ve Evlat’ın ruhaniyet mevcudiyetleri ile Bütünleştirici Bünye’nin bir araya gelmiş etkisini ilişkilendirme sorumluluğuna girişir.
113:3.3 (1244.4) Düzenleyici, Yaratıcı’nın mevcudiyetidir; Gerçekliğin Ruhaniyeti, Evlatlar’ın mevcudiyetidir. Bu kutsal bahşedilmişlikler, koruyucu yüksek meleklerin hizmeti vasıtasıyla insan ruhsal deneyiminin daha alt düzeyleri üzerinde bütünleştirilir ve eş güdümsel hale getirilir. Meleksel hizmetliler, fani yaratılmışlarına olan hizmetlerinde Yaratıcı’nın derin sevgisini Evlat’ın bağışlamasıyla birleştirmede içkin bir biçimde yeteneklilerdir.
113:3.4 (1244.5) Ve, bu noktada; neden yüksek meleksel koruyucunun nihai bir biçimde, fiziksel ölüm ve morontia yeniden dirilişi arasındaki ara süreç boyunca fani kurtuluş unsurunun akıl işleyiş biçimlerinin, hafıza oluşumlarının ve ruh gerçekliklerinin kişisel gözetimcisi haline gelme nedeni açığa çıkarılmaktadır. Sınırsız Ruhaniyet’in hizmetkâr çocukları dışında hiçbir unsur, evrenin bir aşamasından diğerine ve daha yüksek bir seviyesine olan bu geçiş fazı boyunca insan yaratılmışı adına bu şekilde faaliyet gösteremez. Dönem sonu geçiş uykusuna daldığınızda bile, zamandan ebediyete geçtiğinizde, bir yüksek hizmetkâr ruhaniyeti benzer bir biçimde; yaratılmış kimliğinin koruyucusu ve kişisel bütünlüğün teminatı olarak geçişi sizinle beraber geçirir.
113:3.5 (1244.6) Ruhsal düzey üzerinde, yüksek melekler, evrenin başka birçok kişisel-olmayan ve kişilik-öncesi hizmet unsurlarını kişisel hale getirirler; onlar, eş güdüm birimleridir. Ussal düzey üzerinde onlar, akıl ve morontianın ilişkisel hale getiricileridir; onlar mütercimlerdir. Ve, fiziksel düzey üzerinde onlar, Üstün Fiziksel Düzenleyiciler ile irtibatları vasıtasıyla ve yarı-ölümlü yaratılmışların eş güdümsel hizmeti aracılığıyla dünyasal çevre üzerinde değişiklikte bulunurlar.
113:3.6 (1244.7) Bu, bir katılımcı yüksek meleğin çok katmalı ve iç içe geçmiş işlevinin bir anlatımıdır; ancak, insanlığın evren düzeyinin biraz daha yüksek konumda yaratılmış olarak bu türden tabi bir meleksel kişilik nasıl olurda bu türden zor ve çok katmanlı şeyleri gerçekleştirebilir? Bizler bu gerçekte bilmemekteyiz; ancak, bu olağanüstü hizmetin, zaman ve mekânın evrimsel evrenlerine ait gerçekleşimsel konumda bulunan İlahiyat’ı olarak Yüce Varlık’ın tanınmayan ve açığa çıkarılmamış işleyişi tarafından ortaya çıkarılmamış bir biçimde kolaylaştırılmakta olduğunu düşünmekteyiz. İlerleyişsel kurtuluşun bu bütüncül âlemi boyunca ve Yüce Varlık vasıtasıyla, yüksek melekler, devam eden fani ilerleyişinin temel bir parçasıdır.
113:4.1 (1245.1) Her ne kadar Yaratıcı Ruhaniyet olarak aynı zamanda fani akla köken sağlayan aynı kaynaktan doğsa da, koruyucu yüksek melekler akıl değillerdir. Yüksek melekler akıl uyarıcılarıdır; onlar sürekli bir biçimde, insan aklı içinde döngü-eriştirici kararları desteklemeye çabalarlar. Onlar bunu, Düzenleyici’nin aksine, ruh içinden ve onun vasıtasıyla işlev göstererek gerçekleştirir; ancak, dıştan içe doğru yerine, insan varlıklarının toplumsal, etik ve ahlaki çevresi vasıtasıyla görevini gerçekleştirir. Yüksek melekler, Kâinatın Yaratıcısı’nın kutsal Düzenleyici çekimi değillerdir; ancak, onlar kesin bir biçimde, Sınırsız Ruhaniyet’in hizmetinin kişisel aracı olarak faaliyet göstermektedirler.
113:4.2 (1245.2) Düzenleyici yönlendirilişine tabi konumdaki fani insan, aynı zamanda, yüksek meleksel rehberliğe bağlıdır. Düzenleyici, insanın ebedi doğasının özüdür; yüksek melek, bu yaşam içerisinde fani akıl, diğerinde morontia ruhu olarak — insanın evrimleşen doğasının öğretmenidir. Malikâne dünyaları üzerinde sizler, yüksek meleksel eğitimlerin bilincinde ve onların farkında olacaksınız; ancak, ilk yaşam içerisinde insanlar genellikle, onların farkında değillerdir.
113:4.3 (1245.3) Yüksek melekler, yeni ve ilerleyici deneyimlerin doğrultusuna insan kişiliğinin adımlarını yönelterek insanların öğretmenleri olarak faaliyet gösterir. Bir yüksek meleğin rehberliğini kabul etmek nadiren, bir kolay yaşama ulaşmak anlamına gelir. Bu yönlendirmeyi takip ederek sizler, eğer cesarete sahip olursanız, ahlaki seçimin ve ruhsal ilerleyişin engebeli tepelerini kat etmekle karşılaşmadan emin olabilirsiniz.
113:4.4 (1245.4) İbadetin dürtüsü fazlasıyla, Düzenleyici’nin yönlendirişi tarafından desteklenmiş daha yüksek akıl emir-yardımcılarının ruhaniyet etkilerinden kökenini almaktadır. Ancak, Tanrı-bilincindeki faniler tarafından sıklıkla deneyimlenen dua etme dürtüsü, oldukça sıklıkla gerçekleşen bir biçimde yüksek meleksel etkinin sonucu olarak doğmaktadır. Koruyucu yüksek melek, sürekli bir biçimde; bu türden bir kurtuluş adayının ikamet eden Düzenleyici’ye ait mevcudiyetin gelişmiş gerçekleşimini elde edebilmesi ve böylece kutsal mevcudiyetin ruhsal görevi ile artan eş güdümü açığa çıkarmaya yetkin olabilmesi amacıyla, insan yükseliş unsurunun kâinatsal kavrayışını derinleştirme gayesi için fani çevre üzerinde değişiklikte bulunur.
113:4.5 (1245.5) İkamet eden Düzenleyiciler ile çevreleyen yüksek melekler arasında görünürde hiçbir iletişim bulunmasa da, onlar her zaman, kusursuz ahenk ve seçkin uyum içinde faaliyet gösterir görünümdedir. Koruyucular, Düzenleyiciler’in en az etkin olduğu zamanlarda en etkin konumdadırlar; ancak, onların hizmeti garip bir biçimde, bir şekilde ilişkilidir. Bu türden muhteşem eş güdüm neredeyse hiçbir biçimde, ne kaza eseri ne de tesadüfü olabilir.
113:4.6 (1245.6) Koruyucu yüksek meleğin hizmetkâr kişiliği, ikamet eden Düzenleyici’nin Tanrı mevcudiyeti, Kutsal Ruhaniyet’in döngüselleştirilmiş eylemi ve Gerçeğin Ruhaniyeti’nin Evlat-bilincinin tümü, kutsal bir biçimde; bir fani kişilik içinde ve onun için ruhsal hizmetin anlamlı bir bütünlüğüne doğru ilişkisel hale getirilmiştir. Farklı kaynaklardan ve farklı düzeylerden gelseler de bu göksel etkilerin tümü, Yüce Varlık’ın çevreleyen ve evirilen mevcudiyeti içinde bir araya gelmiş bütünlüktedir.
113:5.1 (1245.7) Melekler, insan aklının kutsallığını zorla girişte bulunmamaktadır; onlar, fanilerin iradesi üzerinde değişiklikte bulunmamaktadır; ne de onlar, ikamet eden Düzenleyiciler ile doğrudan ilişkide bulunmaktadır. Nihayetin koruyucusu, kişiliğinizin kutsallığı ile tutarlı olası her biçimde sizleri etkilemektedir; bu melekler hiçbir koşulda, insan iradesinin özgür eylemine karışmamaktadır. Ne melekler ne de evren kişiliğinin başka hiçbir düzeyi, insan tercihinin ayrıcalıklarını kısıtlamaya veya sınırlamaya dair hiçbir güce veya yetkiye sahip değildir.
113:5.2 (1246.1) Melekler; size o kadar yakın bulunur ve sizi o kadar içten bir biçimde önemserler ki, mecazi bir biçimde “iradesel hoşgörüsüzlüğünüz ve inatçılığınız nedeniyle ağlarlar.” Yüksek melekler, fiziksel gözyaşı dökmezler; onlar fiziksel bedenlere sahip değillerdir; ne de onlar kanatları ellerinde bulundururlar. Ancak, onlar kesin bir biçimde, ruhsal duygulara sahiptir olup, insan duygularına belirli açılardan benzer olan ruhsal bir doğanın duygularını ve hislerini deneyimlerler.
113:5.3 (1246.2) Yüksek melekler, doğrudan ricalarınızdan oldukça bağımsız bir biçimde sizin adınıza hareket ederler; onlar üstlerinin emirlerini yerine getirmekte olup, böylelikle, geçici hisleriniz ve değişen duygusal iniş çıkışlarınızdan bağımsız olarak faaliyet göstermektedir. Bu, onların görevlerini daha kolaylaştırabilir veya zorlaştırabilir olamamanız anlamına gelmemektedir; ancak, bunun yerine, meleklerin doğrudan bir biçimde, sizin ricalarınız veya dualarınız ile ilgili olmadıkları anlamına gelmektedir.
113:5.4 (1246.3) Beden yaşamı içinde meleklerin ussu doğrudan bir biçimde, fani insanlar için erişilebilir konumda değildir. Onlar, üstün-koruyucu veya yöneticiler değildir; onlar, yalın bir ifade ile, koruyuculardır. Yüksek melekler sizleri korur; onlar doğrudan bir biçimde, sizleri etkilemeyi amaçlamaz; sizler, kendi yolunuzu kendiniz çizmek zorundasınız; ancak, bu melekler, bunun sonrasında, seçtiğiniz yolu en iyi şekilde kullanmak için hareket ederler. Onlar (genellikle), insan yaşamının gündelik olaylarına keyfi bir biçimde müdahalede bulunmamaktadır. Ancak, üstlerinden olağanüstü bir görevi yerine getirmek için yönergeleri aldıklarında, bu emirleri yerine getirmek için belli araçları bulacaklarından emin olabilirsiniz. Onlar, bu nedenle; acil durumlar dışında insan tiyatrosunun sahnesine müdahalede bulunmaz, ancak bunu gerçekleştirdiklerinde ise genellikle, üstlerinin doğrudan emirleri üzerine eylemlerinde bulunurlar. Onlar, sizleri çoğu zaman bir çağ boyunca takip edecek varlıklardır; ve, onlar bu nedenle, gelecek görevleri ve kişilik ilişkilenimleri hakkında bir hazırlanma sürecinden geçmektedirler.
113:5.5 (1246.4) Yüksek melekler, belirli koşullar altında insan varlıkları için maddi hizmetkârlar olarak faaliyet göstermeye yetkindirler; ancak, bu yetkinlik içinde onların eylemleri oldukça nadirdir. Onlar, yarı ölümlü yaratılmışlar ve fiziksel düzenleyicilerin yardımı ile, insanlık ile mevcut iletişimde bile bulanacak biçimde, insan varlıkları adına geniş çaplı bir etkinlikler içinde faaliyet göstermeye yetkindirler; ancak, bu türden oluşumlar oldukça olağandışıdır. Her ne kadar, içinde yüksek meleksel koruyucuların kendi inisiyatiflerini, ve yerinde bir biçimde, kullandığı insan evriminin zincirinde hayati halkaları tehlikeye atacak durumlar ortaya çıkmışken, çoğu durumda, maddi âlemin koşulları yüksek meleksel eylem tarafından değiştirilmemiş konumda ilerlemektedir.
113:6.1 (1246.5) Doğal yaşam boyunca yüksek meleklerin hizmetine dair belli başlı şeyleri sizlere ifade etmiş bir konumda bulunarak, şimdi sizlere, sahip oldukları insan birlikteliklerine ait fani ayrışmanın zamanında nihai sonun koruyucularının davranışı hakkında bilgi vereceğim. Ölümünüz üzerine, kayıtlarınız, kimlik özellikleriniz ve insan ruhunun morontia bütünlüğü — fani aklın ve kutsal Düzenleyici’nin hizmeti tarafından ortak bir biçimde evrimleştirilmiş bir biçimde — aslına uygun olarak; ayrılan Düzenleyici ve kişiliğin mevcudiyeti tarafından temsil devam eden mevcudiyetin kimliği dışında, gerçek siz olarak sizi siz yapan her şey biçimindeki gelecek mevcudiyetiniz ile ilgili tüm diğer değerler ile birlikte, nihai son koruyucusu tarafından muhafaza edilmektedir.
113:6.2 (1246.6) Düzenleyici’nin mevcudiyeti ile yüksek meleklerin ilişkilendirdiği ruhsallık parlaklığı olarak insan aklı içindeki yaşam ışığının ortadan kaybolduğu an, refakatçi melek bizzat yönetici meleklere, daha sonra sırasıyla onların bulunduğu topluluğa, bölüğe, tabura, alaya, tugaya ve tümene bu durumu bildirir; ve, zaman ve mekânın nihai serüveni için yerinde bir biçimde kaydedildikten sonra bu türden bir melek, kâinat yükselişi için bu adayın ait olduğu yüksek meleksel ordunun komutasındaki Akşam Yıldızı’na (veya, Cebrail’in başka bir teğmenine) bu durumu iletmek için yüksek meleklerin gezegensel başı tarafından yeterlilik alır. Ve, bu en yüksek örgütsel birimin baş yönetici tarafından izin verilmesi üzerine, nihai sonun bu türden bir koruyucusu; ilk malikâne dünyasına ilerlerler, ve, burada, beden içindeki öncül vesayetinin bilinçlenişini bekler.
113:6.3 (1247.1) Kişisel bir meleğin görevlendirilişini aldıktan sonra insan ruhunun kurtuluşta başarısız olması durumunda, refakatçi yüksek melekler, daha öncesinde ifade edildiği gibi, eşine ait bütüncül kayıtları gözlemlerler. Bunun sonrasında o, sahip olduğu öznenin kurtuluş başarısızlığı hususunda aklanmak amacıyla baş meleklerin yüksek mahkemelerinin huzuruna çıkar; ve, bunun sonrasında o, yükseliş potansiyelliğinde bulunan başka bir faniye tekrar veya yüksek meleksel hizmetin başka bir birimine görevlendirilmek için, dünyalara geri döner.
113:6.4 (1247.2) Ancak, melekler; kişisel ve topluluk koruyuculuğunun hizmetlerinden başka birçok biçimde evrimsel yaratılmışlara hizmet etmektedirler. Malikâne dünyalarına doğrudan bir biçimde gitmeyen öznelere sahip olan kişisel koruyucular, yargının yazgı sonu çağrı listelerini bekleyen bir şekilde burada hiçbir şey yapmadan beklemez; onlar, kâinat boyunca sayısız hizmetkâr görevlere yeniden görevlendirilirler.
113:6.5 (1247.3) Yüksek meleksel koruyucular; artık orada bulunmayan Düzenleyici bu türden ölümsüz bir evren varlığına ait kimliğin tam da kendisi iken, fani insanın uyku halindeki ruhunun sahip olduğu kurtuluş değerlerinin koruyucu emanetçisidir. Bu yeni oluşturulmuş morontia türü ile ilgili olarak malikâne dünyasının yeniden diriliş binalarında bu ikisi iş birliğinde bulunduğunda, fani yükseliş unsurunun kişiliğine ait oluşturucu etkenlerin yeniden bir araya gelişi ortaya çıkar.
113:6.6 (1247.4) Düzenleyici sizleri tanıyacaktır; koruyucu yüksek melekler sizleri yeniden-kişilikleştirecek ve bunun sonrasında dünyasal günlerinizin sadık Görüntüleyicisi’ne sizleri yeniden-sunacaktır.
113:6.7 (1247.5) Ve, bir gezegensel çağ sona erdiğinde, fani kazanımın daha alt döngülerindekiler toplandıklarında bile, sahip olduğunuz kaydın bile şunları söylediği gibi malikâne âlemlerinin yeniden-diriliş yapılarında onları bir araya getiren sahip oldukları topluluk koruyucularıdır: “ve, o, meleklerini kudretli bir sesle gönderip, bir âlemin sonundan diğerine seçtiklerini bir araya getirecektir.”
113:6.8 (1247.6) Adaletin işleyiş biçimi, kişilik veya topluluk koruyucularının; kurtuluş-halinde-olmayan tüm kişiliklerin adına, yazgı sonu çağrısına cevap vermelerini talep etmektedir. Bu türden kurtuluş-dışı unsurlara ait Düzenleyiciler geri dönmemektedirler; ve, çağrılar gerçekleştirildiğinde, yüksek melekler cevap vermektedirler; ancak, Düzenleyiciler hiçbir karşılıkta bulunmamaktadırlar. Bu, “adil olmayanın yeniden dirilişini” oluşturmaktadır; gerçekte ise, yaratılmış mevcudiyetinin sonlanışına ait resmi tanınmadır. Adaletin bu çağrı listesini her zaman doğrudan bir biçimde, uyku halindeki kurtuluş unsurlarının yeniden dirilişi olarak bağışlamanın çağrı listesi takip etmektedir. Ancak, bu hususlar, yüce ve kurtuluş değerlerine dair her-şeyi-bilen Hakimler’den başka hiçbir kimseyi ilgilendirmemektedir.
113:6.9 (1247.7) Topluluk koruyucuları; bir gezegensel çağ içinde hizmet verebilir ve nihai bir biçimde uyku halindeki kurtuluş unsurlarının binlercesine ait kestirmekteki ruhların koruyucuları haline gelebilir. Onlar, belirli bir sitemde birçok farklı dünya üzerinde bu şekilde hizmet verebilir; çünkü, yeniden-diriliş karşılığı, malikâne dünyalarında ortaya çıkmaktadır.
113:6.10 (1247.8) Satania sisteminde Lucifer isyanı süresince doğru yoldan ayrılmış tüm kişisel ve topluluk koruyucuları, her ne kadar birçoğu budalalıklarından içten bir biçimde pişmanlık duymuş olsa da, isyanın nihai yargısına kadar Jerusem üzerinde gözaltında tutulacaklardır. Hâlihazırda Kâinatsal Denetimciler inisiyatiflerini kullanarak; ruhsal emanetlerinin tüm niteliklerinden bu itaatkâr ve sadık olmayan koruyucuları arındırmış, ve bu morontia gerçekliklerini, gönüllü ikinci düzey hizmetkâr meleklerin gözetimine muhafazaları için konumlandırmıştır.
113:7.1 (1248.1) Bir yükseliş fanisinin süreci içinde, malikâne dünyalarının kıyılarında bu ilk uyanış gerçekten de yeni bir çağdır; burada mevcut bir biçimde, ilk kez olmak üzere, dünya günlerinize ait sizleri uzun süreden beri derinden seven ve her zaman yanınızda bulunmuş meleksel dostlar görülecektir; orada aynı zamanda, dünyada aklınız içinde oldukça uzun bir süre ikamet etmiş olan kutsal Görüntüleyici’nin kimlik ve mevcudiyetinin gerçek anlamıyla bilincinde olur hale gelinecektir. Bu türden bir deneyim, gerçek bir yeniden-diriliş olarak ihtişamlı bir uyanışı oluşturmaktadır.
113:7.2 (1248.2) Morontia âlemleri üzerinde, refakatçi yüksek melekler (orada onların ikisi bulunur) sizlerin cömert dostlarınızdır. Bu melekler; morontia ve ruhaniyet düzeyine erişmede sizlere olası her şekilde yardım ederek, geçiş dünyalarının süreci boyunca ilerlerken sadece sizlere eşlik etmez, aynı zamanda, malikâne dünyaları üzerinde evrimsel yüksek melekler için sağlanan ileri eğitim okullarına katılarak gelişme olasılığına kendilerini hazır hale getirirler.
113:7.3 (1248.3) İnsan ırkı, meleksel düzeylerin daha basit düzeylerinden biraz daha alt konumda yaratılmıştı. Bu nedenle, morontia yaşamına ait ilk göreviniz; bedenin zincirlerinden özgürleşiminizin hemen sonrasında kişilik bilincine eriştiğiniz anda sizleri bekleyen, doğrudan görev içindeki yüksek meleklerin yardımcıları olmaktır.
113:7.4 (1248.4) Malikâne dünyalarından ayrılmadan önce tüm faniler, kalıcı yüksek melek birlikteliklerine veya koruyuculara sahip olacaktır. Ve, siz morontia âlemlerinde yükselirken, nihai olarak, Düşünce Düzenleyicisi ile olan ebedi bütünlüğünüze dair detayları gözlemleyen ve onları onaylayanlar yüksek meleksel koruyuculardır. Beraberce onlar, zamanın dünyalarından bedene ait çocuklar olarak sizlerin kişilik kimliklerinizi oluşturmuşlardır. Bunun sonrasında, olgun morontia yerleşkesine olan erişiminizle birlikte onlar, Jerusem’e ek olarak sistem ilerleyişi ve kültürünün ilgili dünyaları boyunca sizlere eşlik etmektedirler. Bundan sonra onlar; sizlerle birlikte Edentia’ya ve onun gelişmiş toplumlaşımının yetmiş âlemine gitmekte olup, hemen sonrasında sizleri Melçizedekler’e yönlendirip, evren yönetim merkez dünyalarının muhteşem süreci boyunca sizleri takip edecektir. Ve, Melçizedekler’in bilgelik ve kültürünü öğrendiğinizde, onlar sizi, tüm Nebadon’un Egemeni ile birlikte yüz yüze geleceğiniz yer olan Salvington’a götüreceklerdir. Ve, bunlara bile ek olarak, bu yüksek meleksel rehberler; uzun Havona uçuşu için nihai bir biçimde yüksek melek taşımacılığını deneyimleyene kadar sizler ile birlikte kalmaya devam eden bir biçimde, aşkın-evrenin alt ve üst birimleri boyunca ve Uversa’nın alış dünyaları üzerinde sizleri takip edecektir.
113:7.5 (1248.5) Fani süreç boyunca görevlendirilmenin bazı nihai son koruyucuları, Havona boyunca yükseliş kutsal yolcularının yaşam süreçlerini takip eder. Diğerleri, uzun zamandan beri fani birliktelikleri olan unsurlara geçici bir elvedada bulunur; ve, bunun sonrasında, bu faniler merkezi evrenin döngülerini kat ederken, nihai sonun bahse konu koruyucuları Seraphington’un döngülerine erişir. Ve, onlar; fani birliktelikleri, zamanın son geçiş uykusundan ebediyetin yeni deneyimlerine uyandıklarında, Cennet’in kıyılarında bekliyor olacaklardır. Bu türden yükseliş yüksek melekleri daha sonra, kesinlik birlikleri içindeki ve Tamamlanışın Yüksek Meleksel Birlikleri içinde farklı hizmetlere giriş yaparlar.
113:7.6 (1248.6) İnsan ve melek, ebedi hizmet içinde yeniden bütünleşebilir veya bütünleşmeyebilir; ancak, yüksek melek görevleri nereye onları götürürse götürsün yüksek melekler her zaman, zamanın yükseliş fanileri olarak evrimsel dünyalara ait öncül vesayetleri ile iletişim halindedir. İnsan kökeninin âlemlerine ait bu içten ilişkilenimler ve şefkatli bağlılıklar ne herhangi bir süre zarfında unutulmakta, ne de tamamiyle kaybolmaktadır. Ebedi çağlar içerisinde insanlar ve melekler, zamanın sürecinde gerçekleştirdikleri gibi kutsal hizmet içinde eş güdümde bulunacaklardır.
113:7.7 (1249.1) Yüksek melekler için, Cennet İlahiyatları’na ulaşmanın en kesin yolu, Cennet’in kapılarına evrimsel kökene ait bir ruhu başarılı bir biçimde yönlendirmektir. Bu nedenle, nihai sonun koruyucusunun görevi, en yüksek derecede ödüllendirilmekte olan yüksek meleksel görevdir.
113:7.8 (1249.2) Yalnızca nihai son koruyucuları, birincil veya diğer bir değişle fani Kesinlik Birlikleri’ne alınır; ve, bu tür çiftler, bütüncül kimlik uyumunun yüce serüvenine katılmışlardır; bu iki varlık, kesinlik birliklerine olan kabullerinden önce Seraphington üzerinde ruhsal çift-bütünleşimi elde etmişlerdir. Bu deneyim içinde, evren işlevlerinin tümünde oldukça tamamlayıcı olan bu iki meleksel doğa; Cennet Yaratıcısı’nın Düzenleyici-olmayan bir nüvesinin alınışı, ve onunla bütünleşimi, için yeni bir yetkinlikle sonuçlanan bir biçimde iki unsurun-bir-bütünlüğü içinde nihai ruhaniyete erişir. Ve, böylece, zaman içindeki sizin sevgi dolu yüksek meleksel birlikteliklerinizden bazıları aynı zamanda, Yüce’nin çocukları ve Cennet Yaratıcısı’nın kusursuzlaştırılmış evlatları olarak ebediyet içinde sizlerin kesinlik birliktelikleri haline gelir.
113:7.9 (1249.3) [Urantia üzerinde konumlanan bir Yüksek Melek Önderi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
114. Makale
114:0.1 (1250.1) EN Yüksek Unsurlar, birçok göksel kuvvetler ve birimler tarafından insanların krallıklarını yönetir; ancak, o bunu başlıca, yüksek meleklerin hizmeti aracılığı ile yerine getirir.
114:0.2 (1250.2) Bugünün öğle vaktinde; Urantia üzerindeki gezegensel meleklerin, koruyucuların, ve diğerlerinin çağrı listesi, yüksek meleklerden oluşan 501.234.619 çift idi. Orada benim emrime verilmiş, yüksek meleklerin 597.196.800 çifti veya diğer bir değişle 1.194.393.600 bireysel melek olarak — iki yüz yüksek meleksel bölüğü bulunmaktaydı. Kayıtlar, buna rağmen, 1.002.469.238 bireyi göstermektedir; o, 191.924.362 meleğin taşıma, iletim veya ölüm görevinde bu dünyada olmadıklarını göstermektedir (Urantia üzerinde yüksek melekler olarak çocuksu meleklerin yaklaşık aynı sayıdaki üyesi bulunmakta olup, onlar benzer bir biçimde örgütlenmişlerdir.)
114:0.3 (1250.3) Yüksek melekler ve onların birliktelik halindeki çocuksu melekleri fazlasıyla, özellikle isyan nedeniyle tecrit altına alınmış olan dünyalar olarak, bir gezegenin insan-ötesi hükümetine ait detaylarla ilgilidir. Yarı-ölümlüler tarafından yetkin bir biçimde desteklenen melekler; ikamet eden ana yöneticine ek olarak kendisine ait tüm yardımcıların ve altında görev yapanların emirlerini yerine getiren mevcut madde-ötesi hizmetkarlar halinde Urantia üzerinde faaliyet göstermektedir. Bir sınıf olarak yüksek meleklere, kişisel ve topluluk koruyuculuklarınkinden başka birçok görev verilmektedir.
114:0.4 (1250.4) Urantia; sistem, takımyıldız ve evren yöneticilerinden yerinde ve etkin yüksek denetim almayan bir konumda değildir. Ancak, gezegensel hükümet; Satania sistemi, hatta tüm Nebadon içinde bile, başka hiçbir dünyaya benzemeyen nitelikte bulunmaktadır. Sizin yüksek denetim tasarımınızın bu benzersizliği, belirli bir sayıdaki olağanüstü koşullar nedeniyle bu haldedir:
114:0.5 (1250.5) 1. Urantia’nın yaşam dönüşüm düzeyi.
114:0.6 (1250.6) 2. Lucifer isyanının yarattığı zorunlu gereklilikler.
114:0.7 (1250.7) 3. Ademsel görev başarısızlığının yarattığı bozukluklar.
114:0.8 (1250.8) 4. Urantia’nın Evren Egemeni’nin bahşedilme dünyalarından biri olması gerçeğinden doğan olağandışılıklar. Nebadon’un Mikail’i, Urantia’nın Gezegensel Prensi’ydi.
114:0.9 (1250.9) 5. Yirmi-dört gezegensel yöneticinin özel faaliyeti.
114:0.10 (1250.10) 6. Baş meleklere ait bir döngünün gezegen üzerinde konumlanışı.
114:0.11 (1250.11) 7. Vekil Gezegensel Prensi olarak bir zamanlar vücuda büründürülmüş olan Maçiventa Melçizedeği’nin daha yakın zamanda gerçekleşmiş tasarımı.
114:1.1 (1250.12) Urantia’nın özgün egemenliği, Satania sisteminin egemeni tarafından onun sorumluluğu altında muhafaza edilmekteydi. O ilk başta, Melçizedekler ve Yaşam Taşıyıcılar’ın ortak bir heyetine aktarılmıştı; ve, bu topluluk, olağan şekilde oluşturulmuş bir Gezegensel Prens’in varışına kadar Urantia üzerinde faaliyet göstermiştir. Prens Caligastia’nın çöküşünün hemen sonrasında, Lucifer isyanı zamanında, Urantia; onun Gezegensel Prens’i olan Zamanın Birlikteliği tarafından duyurulduğu zaman olan Mikail’in beden içindeki bahşedilişinin tamamlandığı ana kadar, yerel evren ve onun idari birimleri ile hiçbir kesin ve istikrarlı ilişkiye sahip değildi. Bu türden bir duyuru sonsuza kadar, kesin bir biçimde ve temel olarak, dünyanızın düzeyini belirlemiştir; ancak, uygulamada Egemen Yaratan Evlat, kendisini Urantia hükümetinde ve sistemdeki tüm diğer tecrit gezegenlerinde temsil etmesi yetkisiyle öncül yirmi-dört Urantia unsurundan oluşan Jerusem heyetini oluşturma dışında, gezegenin kişisel idaresi hususunda hiçbir yorumda bulunmamıştı. Bu heyetin bir üyesi şimdi her zaman Urantia üzerinde, ikamet eden baş yönetici olarak ikamet etmektedir.
114:1.2 (1251.1) Mikail için Gezegensel Prens olarak hareket etmenin vekil yetkisi yakın bir zaman içinde Maçiventa Melçizedeği’ne verilmiştir; ancak, yerel evrenin bu Evladı, ikamet eden baş yöneticilere ait takip eden idarelerin mevcut gezegensel işleyiş düzeni üzerinde değişiklikte bulunmaya yönelik en ufak bir harekette bulunmamıştır.
114:1.3 (1251.2) Vekil Gezegensel Prens simgesel sorumluluklarını üstlenmek için gelmezse, mevcut yazgı dönemi boyunca Urantia’nın hükümeti içinde dikkate değer herhangi bir değişikliğin gerçekleştirileceği çok az bir olasılıktır. Yakın gelecekteki bir zaman zarfında; Urantia’ya yirmi dört danışmandan bir üyeyi baş yönetici olarak faaliyet göstermesi için gönderme tasarımının, Urantia’nın egemenliğine ait vekil hükmü ile birlikte Maçiventa Melçizedeği’nin resmi varışı ile yer değiştirileceği, birlikteliklerimize göre kesin görünmektedir. Vekaleten görev yapan Gezegensel Prens kuşkusuz bir biçimde, Lucifer isyanının nihai yargısına ve muhtemel bir biçimde bunun da sonrası olmak üzere ışık ve yaşam altındaki gezegensel istikrarın uzak geleceğine kadar, gezegenden sorumlu olmaya devam edecektir.
114:1.4 (1251.3) Bazıları, mevcut yazgı döneminin sonuna kadar Urantia olayları üzerinde kişisel yönetimini ele almaya gelmeyeceğine inanmaktadır. Diğerleri, vekil Prensin, hali hazırda benden içinde bulunurken söz verdiği gibi Urantia’ya belirli bir zaman içinde dönene kadar, bu şekilde gelmeye bileceğini düşünmektedir. Bunun da ötesinde başkaları, bu anlatıcıyı da içine alan bir biçimde, ya bu saat veya yarın Melçizedek'in ortaya çıkışını gözlemlemek için beklemektedir.
114:2.1 (1251.4) Mikail’in dünyanız üzerindeki bahşediliş döneminden beri, Urantia’nın genel idaresi, bir zamanlar Urantialılar olmuş Jerusem’e ait yirmi-dört unsurdan oluşan özel bir topluluğa emanet edilmiştir. Bu heyete olan üyelik için yeterlilik, bizler tarafından bilinmemektedir; ancak, bizler, bu şekilde görevlendirilmiş olan bahse konu unsurların tümünün, Satania sistemi içinde Yüce’nin genişlemekte olan egemenliğinin katkıda bulunucuları olduğunu gözlemlemiş bulunmaktayız. İçkin bir biçimde onların tümü, Urantia üzerinde faaliyet gösterdikleri zaman gerçek önderlerdir; ve, (Maçiventa Melçizedeği) dışında, önderliğin bu yetileri, malikane dünya deneyimi tarafından daha ileri biçimde çoğalmış ve Jerusem vatandaşlığının eğitimi ile desteklenmiştir. Üyeler; yirmi dört unsurun Lanagorge’nin yönetim heyeti tarafından aday gösterildiği biçimiyle, Edentia’nın En Yüksek Unsurları tarafından desteklenir, Jerusem’in Görevlendirilmiş Koruyucusu tarafından onaylanır, ve, Mikail’in emri uyarınca Salvington’un Cebrail’i tarafından atanır. Geçici atamanlar, tıpkı özel yüksek denetimcilerin bu heyetine ait kalıcı üyeler tarafından gerçekleştirildiği gibi, bütüncül bir biçimde faaliyet gösterir.
114:2.2 (1251.5) Gezegensel yöneticilerin bu kurulu özellikle; Mikail’in burada geçici bahşedilmeyi deneyimleme gerçekliğinden doğan bu dünya üzerindeki etkinliklerin yüksek denetimi ile ilgilidir. Onlar; fani bahşedilme boyunca İsa’ya eşlik eden aynı unsur olarak, belirli bir Parlak Akşam Yıldızı’nın irtibat etkinlikleri vasıtasıyla, Mikail ile yakın ve doğrudan iletişim içinde tutulmaktadır.
114:2.3 (1252.1) Mevcut zaman içinde, sizler tarafından “Vaftizci” olarak bilinen, bir Yahya, Jerusem üzerinde toplandığında bu heyetin başkanıdır. Ancak, bu heyetin simgesel başkanı, Salvington üzerindeki Yardımcı Müfettiş’in ve Orvonton’un Yüce Yöneticisi’nin doğrudan ve kişisel temsilcisi olarak Satania’nın görevlendirilmiş Koruyucusu’dur.
114:2.4 (1252.2) Öncül Urantialılar’ın bahse konu bu heyetinin üyeleri aynı zamanda, sistemin yirmi altı sayıdaki isyan-nedeniyle-tecrit-edilmiş başka dünyasının danışmansal yüksek denetimcileri olarak faaliyet gösterir; onlar Lanaforge’yi, hala az veya çok Norlatiadek’in Takımyıldız Yaratıcıları’nın üst-denetimi altında bulunmaya devam eden bu gezegenin olaylarından yakın ve duygudaş bir biçimde haberdar tutmanın oldukça değerli bir hizmetini gerçekleştirmektedirler. Bu yirmi dört danışman, özellikle Urantia’ya olmak üzere, tecrit edilmiş gezegenlerden her birine bireyler olarak sıklıkla tekrarlanan ziyaretlerde bulunurlar.
114:2.5 (1252.3) Diğer tecrit edilmiş dünyaların her birine, bir zamanlar sakinleri olan benzer ve çeşitlilik gösteren büyüklükteki heyetler tarafından danışmanlıkta bulunulmaktadır; ancak, bu diğer heyetler, yirmi dört unsurdan oluşan Urantia topluluğuna tabidirler. Her ne kadar bu son topluluğun üyeleri bu şekilde etkin bir biçimde Satania içindeki her bir tecrit dünyası üzerindeki insan ilerleyişinin her fazıyla ilgilense de, özellikle ve detaylı bir biçimde Urantia’nın fani ırklarının refahı ve gelişimi ile ilgilenmektedirler; zira, onlar aracısız ve doğrudan bir biçimde, Urantia dışındaki herhangi bir gezegenin sahip olduğu olaylar hususunda yüksek denetimde bulunmamaktadır; ve, burada bile onların yönetim yetkisi, fani kurtuluşu ile ilgili belirli nüfuz alanları dışında bütüncül değildir.
114:2.6 (1252.4) Hiç kimse, bu yirmi dört Urantia danışmanının; evren etkinliklerinin tasarlanmış işleyiş gidişatından alınan bir biçimde, mevcut düzeyi içinde ne kadar uzun bir süre boyunca devam edeceklerini bilmemektedir. Onlar kuşkusuz olarak; bir yazı döneminin sonlanışı, Maçiventa Melçizedeği’nin bütüncül yetkisini ele alışı, Lucifer isyanının nihai yargısı veya nihai bahşedilişinin bu dünyası üzerinde Mikail’in yeniden ortaya çıkışı gibi, gezegensel düzey üzerinde bir değişiklik gerçekleşene kadar, mevcut yetkinliklerinde hizmet etmeye devam edeceklerdir. Urantia’nın mevcut ikamet haklindeki baş yöneticisi; yalnızca Maçiventa’nın, Satania sisteminin takımyıldız döngülerine geri alınışı anından itibaren Cennet yükselişi için salınabileceğine dair görüşü destekler görünümdedir. Ancak, başka görüşlerde aynı zamanda mevcuttur.
114:3.1 (1252.5) Urantia zamanının her yüz yıllık sürecinde, yirmi dört gezegensel yüksek denetimcisinden oluşan Jerusem birliği, ikamet eden baş yönetici olarak yönetici temsilcileri konumunda dünyanız üzerinde ikamet etmek için topluluklarından birini belirler. Bu anlatımların hazırlanışı döneminde, yirmincisinin ondokuzuncusunu hizmet vermek için takip ettiği biçimde, bu yönetici görevli değişmişti. Mevcut gezegensel yüksek denetimcisinin ismi yalnızca; fani insanın, sahip olduğu olağanüstü hem-gezegencilerine ve insan-üstü üstlerine haddinden fazla saygı göstermeye, hatta ilahlaştırmaya, oldukça eğilimli olması nedeniyle sizlerden alı konulmaktadır.
114:3.2 (1252.6) İkamet eden baş yönetici; yirmi dört Jerusem danışmanının temcililiği dışında, dünya olaylarının iradesinde hiçbir mevcut kişisel yönetim yetkisine sahip değildir. O; insan-ötesi idarenin eş güdüm sağlayıcısı olarak faaliyet göstermekte olup, Urantia üzerinde faaliyet gösteren göksel varlıkların saygı duyulan başı ve kainatsal bir biçimde tanınan önderidir. Meleksel bölüklerin tüm düzeyleri kendisini eş güdüm sağlayıcı yönetici olarak görürken, 1-2-3 numaraları üyelerinin yirmi dört danışmandan biri halinde gelmek için öncül ayrılışlarından beri, Bütünleşmiş Yarı-Ölümlüler gerçekten de, takip eden baş yöneticilerini gezegensel yaratıcıları olarak görmektedirler.
114:3.3 (1253.1) Her ne kadar baş yönetici gezegen üzerinde mevcut ve kişisel yönetim yetkisini elinde bulundurmasa da, o her gün, ilgili tüm kişilikler tarafından nihai olarak kabul edilen sayısız yönetim hükümlerinde ve kararlarında bulunur. O daha çok, işleyiş biçimsel bir yöneticiden ziyade babasal bir danışmandır. Belirli biçimde o, bir Gezegensel Prens’in gerçekleştireceği gibi faaliyet gösterir; ancak, onun idaresi çok daha yakın bir biçimde, Maddi Evlatlar’ınkine benzemektedir.
114:3.4 (1253.2) Urantia hükümeti; aracılığıyla geri dönen baş yöneticinin, Gezegensel Prensler’den oluşan Sistem Egemeni’nin yönetim heyetinin geçici bir üyesi olarak konumlandığı bir oluşum uyarınca, Jerusem’in heyetlerinde temsil edilmektedir. Maçiventa vekil Prens olarak atandığında, onun doğrudan bir biçimde Satania’ya ait Gezegensel Prensler’in heyetindeki görevini üsteleneceği beklenmişti; ancak, şu ana kadar o, bu yönde hiçbir adım atmamıştır.
114:3.5 (1253.3) Urantia’nın madde-ötesi hükümeti, yerel evrenin üstün birimleri ile oldukça yakın bir organik ilişkiye sahip olmamaktadır. Bir açıdan, ikamet eden baş yönetici, Salvington’a ek olarak Jerusem’i temsil etmektedir; çünkü o, Mikail ve Cebrail’in doğrudan temsilcisi olan yirmi dört danışmanın adına faaliyet göstermektedir. Ve, bir Jerusem vatandaşı olarak gezegensel baş yönetici, Sistem Egemeni için bir sözcü konumunda faaliyet gösterebilir. Takımyıldız yönetim makamları doğrudan bir biçimde, Edentia gözlemcisi olarak bir Vorondadek Evladı tarafından temsil edilir.
114:4.1 (1253.4) Urantia’nın egemenliği ileri bir biçimde; gezegensel isyandan kısa bir süre sonra, bir seferinde, Norlatiadek hükümeti tarafından gezegensel yönetimin keyfi bir biçimde alı konuluşu tarafından karmaşık hale gelmiştir. Urantia üzerinde hala ikamet etmekte olan, Edentia’nın En Yüksek unsurları için bir gözlemci ve Mikail’in doğrudan eyleminin olmadığı durumda gezegensel egemenliğin emanetçisi konumundaki, bir Vorondadek Evladı bulunmaktadır. Mevut En Yüksek Unsur gözlemcisi (ve zaman zaman idarecisi), Urantia üzerinde bu yetkinlikte hizmet eden yirmi üçüncü Vorondadek Evladı’dır.
114:4.2 (1253.5) Orada; Lucifer isyanı zamanında üzerindeki yönetim yetkisinin ellerinden alındığı, Edentia’nın En Yüksek unsurlarının hala denetimi altında bulunan gezegensel sorunların belirli topluluğu bulunmaktadır. Bu hususlardaki yönetim yetkisi; gezegensel yüksek denetimciler ile oldukça yakınsal danışman ilişkilerinde bulunan, Norlatiadek gözlemcisi olarak bir Vorondadek Evladı tarafından uygulanmaktadır. Irk heyet üyeleri, Urantia üzerinde oldukça etkindir; ve, onların çeşitli topluluk başları, resmi olmayan bir yetkinlik içerisinde, danışman yöneticisi olarak faaliyet gösteren ikamet halindeki Vorondadek gözlemcisine bağlanmıştır.
114:4.3 (1253.6) Bir buhran anında, tamamiyle ruhsal olan belirli durumlar dışında, hükümetin mevcut ve egemen başı; mevcut an içerisinde gözlem görevinde olan Edentia’nın bu Vorondadek Evladı olacaktır. (Bahse konu bu tamamiyle ruhsal sorunlarda ve belirli tamamiyle kişisel olan hususlarda, en yüksek yönetim yetkisinin; yakın bir dönem içerisinde Urantia’da oluşturulmuş olan baş meleksel düzeye ait birimsel yönetim merkezine atanan başa ait olduğu görünmektedir.)
114:4.4 (1253.7) Bir En Yüksek Unsur gözlemci, devasa gezegensel buhran dönemlerinde, karar yetkisine bırakılan bir biçimde, gezegensel hükümeti ele geçirme yetkisiyle donatılmıştır; ve, bunun Urantia’nın tarihi içinde otuz iki kere gerçekleşmiş olduğu kayıtlarda bulunmaktadır. Bu türden zamanlar içinde En Yüksek Unsur gözlemci En Yüksek İdareci olarak; yalnızca baş meleklerin birimsel örgütlenişi dışında, gezegen üzerinde ikamet eden tüm hizmetkar ve idareciler üzerinde sorgulanamaz yönetim yetkisini uygulayarak faaliyet göstermektedir.
114:4.5 (1253.8) Vorondadek yöneticileri, isyan-nedeniyle-tecrit-altına-alınmış gezegenlere özel bir durum değildir; zira, En Yüksek Unsurlar, insanların krallıklarına ait durumlarda takımyıldız idarecilerinin üstün bilgeliğine müdahil olan bir biçimde ikamet edilmiş dünyaların olaylarına herhangi bir zaman içerisinde müdahalede bulunabilir.
114:5.1 (1254.1) Urantia’nın mevcut idaresinin tarif edilmesi gerçekten de zordur. Orada; yasama, yürütme ve yargı birimleri gibi kainat örgütlenişinin olağan biçimleri doğrultusunda hiçbir resmi hükümet bulunmamaktadır. Yirmi dört danışman çok yakın bir biçimde, gezegensel hükümetin yasamasal koluna benzemektedir. Baş yönetici, En Yüksek Unsur gözlemcisinde barınan mutlak ret gücü ile birlikte, şartlı ve danışmasal baş idarecidir. Ve, gezegen üzerinde, yalnızca arabulucu heyetlerinin varlığının bulunduğu şekliyle — işler halde bulunan mutlak bir biçimde yönetimsel niteliğe sahip yargısal güçler bulunmamaktadır.
114:5.2 (1254.2) Yüksek melekler ve yarı-ölümlüler ile ilgili sorunları büyük çoğunluğu, ortak rızayla, baş yönetici tarafından karara varılır. Ancak, yirmi dört danışmanın emirlerini ifadesi dışında, onun yönetim kararlarının tümü; arabulucu heyetlerinin, gezegensel faaliyet için oluşturulmuş yerel yönetim makamlarının veya hatta Satania’nın Sistem Egemeni’nin temyizine tabidir.
114:5.3 (1254.3) Bir Gezegensel Prens’in bedensel yönetim görevlilerine ek olarak bir Ademsel Erkek ve Kız Evlat’ın maddi düzeninin yokluğu kısmi bir biçimde, yüksek meleklerin özel hizmeti ve yarı-ölümlü yaratılmışların olağan dışı hizmetleri tarafından telafi edilir. Gezegensel Prens’in yokluğu etkin bir biçimde; baş meleklerin, En Yüksek Unsur gözlemcisi ve baş yöneticinin üçlü-birlik mevcudiyeti tarafından telafi edilir.
114:5.4 (1254.4) Bu daha çok zayıf biçimde örgütlenmiş ve bir ölçüde kişisel olarak yönetilmekte olan gezegensel hükümet; gezegensel acil durumlarda ve idaresel zorluklarda oldukça sık bir biçimde kullanılmakta olan, baş meleklerin zaman-kazandırıcı yardımı ve onların her-zaman-hazır-konumda-bulunan döngüsü nedeniyle, beklenilenden daha etkindir. İşleyiş biçimsel olarak gezegensel hala ruhsal bakımdan, Norlatiadek döngüleri içinde tecrit edilmiş konumdadır; ancak, bir acil durumda bu sınırlılık şimdi, baş meleklere ait döngünün kullanılışı vasıtasıyla aşılabilir durumdadır. Gezegensel tecrit, kesin bir biçimde, bireysel faniler için çok az öneme sahiptir; çünkü, Gerçekliğin Ruhaniyeti, tüm bedenlere bin dokuz yıl önce serpilmiştir.
114:5.5 (1254.5) Urantia üzerinde her idaresel gün; baş yönetici, baş meleklerin gezegensel başı, En Yüksek Unsur gözlemcisi, yüksek denetimdeki birincil yüksek melekler, ikamet halindeki Yaşam Taşıyıcıları’nın başı ve evrenin yüksek Evlatları arasından veya gezegen üzerinde kısa süreli ikamet etme şansına sahip olan öğrenci ziyaretçilerinin bazı düzeylerinden çağrılmış misafirler tarafından katılmakta olan, bir danışmasal konferansla başlar.
114:5.6 (1254.6) Baş yöneticiye ait doğrudan idareci yönetim heyeti; gezegensel ilerleyiş ve istikrarının doğrudan insan-ötesi yöneticileri olarak faaliyet gösteren özel meleklerin on iki topluluğundan oluşan vekil başları biçiminde, on iki yüksek melekten meydana gelir.
114:6.1 (1254.7) Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin serpilişi ile eş zamanlı olarak, Urantia’ya ilk baş yönetici ulaştığında, ona; özel nitelikteki belirli gezegensel hizmetlerin doğrudan bir biçimde görevlendirildiği Seraphington mezunları olarak özel yüksek meleklerin on iki birliği eşlik etmişti. Bu yüceltilmiş melekler; gezegensel yüksek denetimin üstün yüksek melekleri olarak bilinmekte olup, gezegensel En Yüksek Unsur gözlemcisinin üst-denetimi dışında, ikamet eden baş yöneticinin doğrudan yönlendirişi altındadır.
114:6.2 (1255.1) İkamet eden baş yöneticinin genel yüksek denetimi altında faaliyet gösterirken, meleklerin bu on iki topluluğu doğrudan bir biçimde; her topluluğun vekil başları olarak on iki üyeden meydana gelen yüksek meleksel heyet tarafından yönetilmektedir. Bu heyet aynı zamanda, ikamet eden baş yöneticinin gönüllü yönetim heyeti olarak hizmet vermektedir.
114:6.3 (1255.2) Yüksek meleklerin gezegensel başı olarak ben, yüksek meleksel başların bu heyetinin başkanlığını yapmaktayım; ve, ben, Caligastia ayrılışı döneminde görevinde başarısız olmuş gezegenin meleksel bölüklerinin bir zamanlar başı olan unsurun varisi olarak, Urantia’da hizmet halinde bulunan birincil düzeyin gönüllü bir birinci derece yüksek meleğim.
114:6.4 (1255.3) Gezegensel yüksek denetimin üstün yüksek meleklerinden oluşan on iki birlik, Urantia üzerinde şu bütünlüklerde faaliyet göstermektedir:
114:6.5 (1255.4) 1. Çağsal melekler. Bu unsurlar, yazgı dönem toplulukları olarak mevcut çağın melekleridir. Bu göksel hizmetkarlara, içinde ortaya çıktıkları çağın oluşum bütünlüğüne uymak için tasarlanmış olarak, her nesil olaylarının gözetim ve yönlendirilme görevi verilmiştir. Urantia üzerinde hizmet eden çağsal meleklerin mevcut toplulukları, mevcut yazgı dönemi boyunca gezegene görevlendirilen üçüncü topluluktur.
114:6.6 (1255.5) 2. İlerleme melekleri. Bu yüksek meleklere, birbirini takip eden toplumsal çağların evrimsel ilerleyişini başlama görevi verilmiştir. Onlar, evrimsel yaratılmışların içkin ilerleme gidişatının gelişimini desteklemektedir; onlar aralıksız bir biçimde, olması gereken şeyleri yerine getirmeye çabalarlar. Mevcut an içerisinde görevde olan bu topluluk, gezegene görevlendirilenlerin ikincisidir.
114:6.7 (1255.6) 3. Dini koruyucular. Bu unsurlar; mevut an içinde var olan ve buna kadar var olmuş her şeyin en yüksek taşıyıcısı olarak, “dini kurumların melekleridir.” Onlar, bir çağdan diğerine ahlaki değerlerin güvenli bir biçimde geçişi için varlığını sürdürmüş olan en yüksek düşünceleri koruma çabası verirler. Onlar; tüm güçleriyle, bir nesilden diğerine eskinin ve geçerliliğini yetirmekte olan tutumların yok olmaz değerlerini, düşünce ve davranışın yeni ve bu nedenle daha az istikrarlı işleyiş biçimlerine aktarmaya çalışırken, ilerleyişin meleklerinin olmazsa olmaz yardımcılarıdır. Bu melekler kesin bir biçimde, ruhsal biçimleri korumaktadırlar; ancak, onlar, aşırı-mezhepçiliğin ve kendilerini açıkça ilan eden dindarların anlamsız nitelikte bulunan tartışmasal ayrılıklarının kaynağı değillerdir.
114:6.8 (1255.7) 4. Ülke yaşamının melekleri. Onlar; Urantia milli yaşamına ait siyasi dışavurumların yöneticileri olarak, “trampetlerin melekleridir.” Uluslararası ilişkilerin üst-denetiminde mevcut an içerisinde faaliyet gösteren topluluk, gezegen üzerinde hizmet verenlerin dördüncü birliğidir. “En Yüksek Unsurlar’ın insanların krallıklarını yönetmektedir” gerçekliği, özellikle, bu yüksek meleksel birimin hizmeti vasıtasıyla gerçekleşmektedir.
114:6.9 (1255.8) 5. Irkların melekleri. Siyasi konumları ve dini topluluklarından bağımsız olarak, zamanın evrimsel ırklarının muhafazası için çalışanlar unsurlardır. Urantia üzerinde, çağdaş dönemlerin insan topluluğu içinde karışmış ve bir araya gelmiş, dokuz insan ırkının arta kalanları bulunmaktadır. Bu yüksek melekler yakın bir biçimde, ırk heyet üyelerinin hizmeti ile ilişkilidirler; ve, Urantia üzerinde mevcut an içerisinde bulunan topluluk, Hamsin Yortusu gününden yakın bir süre sonra gezegene görevlendirilmiş özgün birliktir.
114:6.10 (1255.9) 6. Geleceğin melekleri. Bu unsurlar; bir gelecek çağın öngörüsünde bulunmaya ek olarak yeni ve gelişmekte olan bir yazgı dönemine ait daha iyi şeylerin gerçekleşimi için tasarımda bulunan, tasarlama melekleridir. Gezegen üzerinde mevcut anda var olan topluluk, mevcut yazgı döneminin başından beri bu yetkinlikte faaliyet göstermektedir.
114:6.11 (1256.1) 7. Aydınlanmanın melekleri. Urantia mevcut an içerisinde, gezegensel eğitim desteklenişine adanan yüksek meleklerin üçüncü birliğinin yardımını almaktadır. Bu melekler; bireyler, aileler, topluluklar, okullar, cemiyetler, ülkeler ve bütüncül ırklar ilgili akılsal ve ahlaki eğitimle ilgili kılınmışlardır.
114:6.12 (1256.2) 8. Sağlığın melekleri. Bu unsurlar, sağlığın desteklenmesine ve hastalığın önlenmesine adanan fani birimlerin yardımına görevlendirilmiştir. Mevcut birlik, bu yazgı dönemi boyunca hizmet eden altıncı topluluktur.
114:6.13 (1256.3) 9. Ev yüksek melekleri. Urantia mevcut an içerisinde, insan medeniyetinin temel kurumu olarak evin korunumu ve gelişimine adanmış meleksel hizmetkarların beşinci topluluğuna ait hizmetleri memnuniyetle deneyimlemektedir.
114:6.14 (1256.4) 10. Üretimin melekleri. Bu yüksek meleksel topluluk, üretimsel gelişimini desteklemekle ve Urantia insan toplulukları arasındaki ekonomik koşulları geliştirmekle ilgilidir. Bu birlik, Mikail’in bahşedilişinden beri yedi kez değişmiştir.
114:6.15 (1256.5) 11. İlgi dağılımının melekleri. Bunlar; oyun, mizah ve dinlenmenin değerlerini destekleyen yüksek meleklerdir. Onlar sürekli bir biçimde; insanın dinlenimsel ilgi dağılımlarını yükseltmek ve böylelikle insanın sahip olduğu boş zamanın daha yararlı bir biçimde kullanımını sağlamaktadır. Mevcut birlik, Urantia üzerinde hizmet eden bu düzeyin üçüncüsüdür.
114:6.16 (1256.6) 12. İnsan-ötesi hizmetin melekleri. Bu unsurlar; geçici veya kalıcı biçimde, gezegen üzerindeki başka tüm diğer insan-ötesi yaşamın hizmeti için görevlendirilmiş olan yüksek melekler biçiminde, meleklerin melekleridir. Bu birlik, mevcut yazgı döneminin başından beri hizmet vermişlerdir.
114:6.17 (1256.7) Üstün yüksek meleklerin bu toplulukları gezegensel siyasa veya yönerge hususlarında görüş ayrılığına düştüklerinde, onların farklılıkları genellikle, baş yönetici tarafından giderilir; ancak, onun yönetim kararlarının tümü, görüş ayrılığına ait hususların doğası ve ağırlığı uyarınca temyiz sürecine tabidir.
114:6.18 (1256.8) Bu meleksel toplulukların hiçbiri, görevlendirilmelerinin nüfuz alanları üzerinde doğrudan veya keyfi denetimi gerçekleştirmemektedir. Onlar bütünüyle, eylemin ilgili alemlerine ait olaylarda denetimde bulunamazlar; ancak, onlar gezegensel koşullar ve onlar ile ilişkili durumlar üzerinde, verildikleri insan etkinliğinin alanlarını elverişli biçimde etkileme doğrultusunda değişiklikte bulunabilmekte olup, bunu halihazırda gerçekleştirirler.
114:6.19 (1256.9) Gezegensel yüksek denetimin üstün yüksek melekleri, görevlerini yerine getirmek için birçok birimi kullanır. Onlar, düşünce netleştiricileri, akıl odaklaştırıcıları ve tasarım sağlayıcıları olarak faaliyet gösterirler. Her ne kadar insan akıllarına yeni ve daha yüksek kavramsallaşmaları aşılamada yetkin olmasalar da, onlar sıklıkla, bir insan usu içinde hali hazırda ortaya çıkmış belirli bir yüksek ideali yoğunlaştırmak için hareket ederler.
114:6.20 (1256.10) Ancak, olumlu eylemin bu birçok aracısı dışında üstün yüksek melekler; nihai sonun yedek birliklerinin konumlanışı, eğitimi ve idaresi boyunca hayati tehlikeye karşı gezegensel iradeyi teminat altına alır. Bu yedek unsurların başlıca faaliyeti, evrimsel ilerleyişin çöküşüne karşı onu teminat altına almaktır; onlar, beklenmedik gelişmeye karşı göksel kuvvetlerin yaratmış oldukları atamalardır; onlar, felakete karşı emanetlerdir.
114:7.1 (1257.1) Nihai sonun yedek birlikleri; dünya olaylarının insan-ötesi idaresinin özel hizmetine kabul edilmiş olan yaşayan erkek ve kadınlardan oluşmaktadır. Bu birlik; evrimsel dünyalar üzerinde zamanın çocuklarına bağışlama ve bilgeliğe ait hizmetin sergilenişi içinde yardım etmek için, alemin ruhaniyet yöneticileri tarafından seçilmiş olan her nesle ait erkek ve kadınlardan oluşturulmuştur. Bu türden sorumlukları üstlenmek için yetkin ve güvenilir olur olmaz, fani irade yaratılmışlarının doğrudan bir biçimde bu irtibat kullanımlarına başlanması, yükseliş tasarımlarına ait olayların yerine getirilişinde olağan bir uygulamadır. Bunun uyarınca, erkek ve kadınlar yeterli akılsal yetkinlikle, yerinde ahlaki düzeyde ve gerekli ruhsallıkla geçici eylemin sahnesinde ortaya çıkar çıkmaz, onlar çabuk bir biçimde; fani yardımcılar olarak insan irtibat unsurları biçiminde gezegensel kişiliklerin uygun göksel topluluklarına görevlendirilir.
114:7.2 (1257.2) İnsan varlıkları gezegensel nihai sonun koruyucuları olarak seçildiklerinde, dünya idarecilerinin uygulamakta olduğu tasarılarda başat bireyler haline geldiklerinde, bu anda yüksek meleklerin gezegensel başı; yüksek meleksel birliklerine olan geçici görevlendirilişlerini onaylar, ve bu fani yedek unsurlarıyla beraber hizmet vermesi için kişisel nihai son koruyucularını atar. Tüm yedek unsurlar; bağımsız Düzenleyiciler’e sahip olup, onların çoğu ussal kazanım ve ruhsal erişimin daha yüksek kainatsal döngülerinde faaliyet göstermektedirler.
114:7.3 (1257.3) Alemin fanileri, ikamet edilen dünyalar üzerinde nihai sonun yedek birliklerinde hizmet için şu nedenler sebebiyle seçilmişlerdir:
114:7.4 (1257.4) 1. Dünya olaylarının çeşitli etkinliklerinin yerine getirilişinde çeşitli olası acil durum görevleri amacıyla gizli bir biçimde hazırlanmak için özel yeti.
114:7.5 (1257.5) 2. İnsan tanınışı ve ödülleri olmadan hizmet verme gönüllülüğü ile birlikte, özel nitelikteki belli bir toplumsal, ekonomik, siyasi, ruhsal, veya başka bir sebebe, samimi bağlılık.
114:7.6 (1257.6) 3. Olağanüstü çok yönlülükte bulunmaya ek olarak gezegensel sorunlarla başa çıkmada ve bekleyen acil dünya durumları ile yüzleşmede olası Urantia-öncesi deneyime ait bir Düşünce Düzenleyicisi’ne sahip olma.
114:7.7 (1257.7) Gezegensel göksel hizmetin her birimine, nihai düzeye ait bu fanilerin bir irtibat birimi verilmiştir. Ortalama ikamet dünyası, dünya olaylarının mevcut insan-ötesi işleyişi ile çok yakın bir biçimde ilişkili nihayetin yetmiş ayrı birliğini kullanmaktadır. Urantia üzerinde, yüksek meleksel yüksek denetimine ait her bir gezegensel topluluğa biri düşecek şekilde, nihai sonun on iki yedek birliği bulunmaktadır.
114:7.8 (1257.8) Urantia nihayet yedek unsurlarının on iki topluluğu; dünya üzerinde sayısız önemli konum için hazırlanmış ve muhtemel gezegensel acil durumlarında faaliyet göstermek için hazır konumda tutulan, alemin fani sakinlerinden oluşmaktadır. En küçük birlik 41, en büyük 172 üyeden oluşmaktadır. İletişim kişiliklerinin yirmiden daha az bir topluluğu dışında, bu benzersiz topluluğun üyeleri; belirli gezegensel buhran durumlarında olası faaliyet için hazırlandıklarından tamamiyle bilinçsiz haldedirler. Bu fani yedek unsurları; atandıkları ilgili birlikler tarafından seçilmekte olup, benzer bir biçimde, Düşünce Düzenleyicisi ve yüksek meleksel koruyucu hizmetinin bileşik yöntemiyle derin akıl düzeyinde eğitilmekte ve hazırlanmaktadırlar. Birçok kez, sayısız derecede başka göksel kişilikler, bu bilinç-dışı gerçekleşen hazırlanmaya katılır; ve, bu özel hazırlanmanın tümünde yarı-ölümlüler, değerli ve hayati hizmetleri yerine getirirler.
114:7.9 (1258.1) Birçok dünya üzerinde, daha iyi uyum sağlamış olan yarı-ölümlü yaratılmışlar; Düşünce Düzenleyicileri’nin ikamet ettiği akıllara maharetli nüfuzla, elverişli bütünlük içerisindeki belirli fanilerin Düzenleyicileri ile çeşitli düzeylerdeki ilişkiye ulaşmaya yetkindirler. (Ve, bu açığa çıkarılışların Urantia üzerinde İngilizce dilinde maddileşimi, kainatsal düzenlemelerin sadece bu türden talihli bir düzenlenişi ile gerçekleşmişti.) Evrimsel dünyaların bu türden potansiyel iletişimi, sayısız yedek birlikler içinde harekete geçirilmiştir; ve, o, bir ölçüde, ileri görüşlü kişiliklerin bu küçük toplulukları vasıtasıyla, ruhsal medeniyetin geliştirilmiş olması ve En Yüksek Unsurlar’ın insanların krallıklarında yönetimde bulunmaya yetkin oluşu nedeniyledir. Nihai sona ait bu yedek birliklerin erkek ve kadın üyeleri böylelikle, yarı-ölümlü yaratılmışlarının aracısal hizmeti vasıtasıyla sahip oldukları Düzenleyicileri ile çeşitli düzeylerde iletişime sahiptir; ancak, bu aynı faniler, içinde bu yedek kişiliklerin evrimsel kültürün çöküşünün veya yaşayan gerçekliğin sahip olduğu ışığın sönüşünün engellenmesi için faaliyet gösterdiği nadir toplumsal acil durumlar ve ruhsal ivedilikler dışında, akranları tarafından çok az biçimde bilinmektedir. Urantia üzerinde nihai sonun bu yedek unsurları seyrek bir biçimde, insan tarihinin sayfalarında yüceltilir.
114:7.10 (1258.2) Yedek unsurlar bilinçsiz bir biçimde, temel gezegensel bilginin koruyucuları olarak hareket eder. Birçok sefer, bir yedek unsurun ölümü üzerine, ölmekte olan yedek unsurun aklından geniş bir varise olan hayati derecede önemli bir veri topluluğunun aktarımı, iki Düzenleyici’nin bir irtibatı tarafından gerçekleştirilmiştir. Düzenleyiciler kuşkusuz bir biçimde, bu yedek birlikler ile iletişim içinde bizler tarafından bilinmeyen birçok diğer biçimde faaliyet gösterir.
114:7.11 (1258.3) Urantia üzerinde nihai sonun bu yedek birliği, her ne kadar kalıcı bir başa sahip olmasa da, yönetim örgütlenişini oluşturan kendine ait kalıcı heyetlere sahiptir. Bunlar; yargısal heyet, tarihsel heyet, siyasi egemenlik hususundaki heyet ve fazla sayıdaki diğerlerini içine almaktadır. Zaman zaman birlik örgütlenişi uyarınca, yedek birliklerinin hepsinin simgesel (fani) başları, özel faaliyet için bu kalıcı heyetler tarafından görevlendirilmişlerdir. Bu türden yedek unsur başlarının görev süresi genellikle, eldeki belirli özel görevin tamamlanışıyla sınırlı olan bir biçimde birkaç saatlik bir süreçtir.
114:7.12 (1258.4) Urantia yedek birlikleri, eflatun kanının incelmesiyle gittikçe azalan ve yaklaşık Hamsin Yortusu’nun döneminde en alt düzeyine ulaşan biçimde Adem ve And unsurlarının zamanında en geniş üyelerine sahip olmuş bir konumda bulunmaktaydı; Hamsin Yortusu’ndan itibaren, yedek birlik üyeliği gittikçe artış göstermektedir.
114:7.13 (1258.5) (Urantia üzerinde evren-bilincindeki vatandaşların kainatsal yedek birlikleri mevcut an içerisinde, karasal yerleşke alemlerinin çok ötesine geçen kainatsal vatandaşlığın kavrayışına sahip binden fazla faniden oluşmaktadır; ancak, yaşayan insan varlıklarının bu benzersiz topluluğunun faaliyetine ait gerçek doğayı açığa çıkarmam yasaklanmıştır.)
114:7.14 (1258.6) Urantia fanileri; kainatsal terk edilmişliğe veya gezegensel öksüzlüğe dair bir hissi yaratmamak için, yerel evrenin döngülerine ait belirli olanlardan kendi dünyalarının göreceli ruhsal tecridine izin vermemelidir. Bu gezegen üzerinde işlev halinde, dünya olayları ve insan nihai sonlarına ait oldukça belirli ve etkin bir insan-üstü yüksek denetimi bulunmaktadır.
114:7.15 (1258.7) Ancak, en iyi şartlarda ideal bir gezegensel hükümete dair yalnızca sönük bir düşünceye sahip olabileceğiniz doğrudur. Gezegensel Prens’in öncül zamanlarından beri Urantia, dünya büyümesine ve ırksal gelişime ait kutsal tasarımının yanlış yönetiliminden ızdırap çekmiştir. Satania’nın ikamet edilen sadık dünyaları, Urantia gibi yönetilmemektedir. Yine de, diğer tecrit edilmiş dünyalara kıyasla, sizin gezegensel hükümetleriniz çok da alçak bir düzeyde bulunmamıştır; sadece bir veya iki dünyanın daha kötü olduğu söylenebilir, ve bir kaçı çok az daha iyi olabilir; ancak, çoğunluğu sizler ile bir eşitlik düzleminde bulunmaktadır.
114:7.16 (1259.1) Yerel evren içinde hiçbir kimsenin, gezegensel idarenin belirsiz durumunun ne zaman sona erişeceğini bilmemekte olduğu görünmektedir. Nebadon Melçizedekleri; Mikail’in Urantia’ya olan ikinci kişisel varışına kadar, gezegensel hükümet ve idare içinde çok az değişikliğin ortaya çıkağı görüşüne eğilim göstermektedirler. Kuşkusuz biçimde bu zaman zarfında, eğer daha önce gerçekleşmezse, gezegensel idare içinde köklü değişikler gerçekleşecektir. Ancak, dünya idaresinin bu türden değişikliklerin doğası hakkında, hiç kimsenin yorumda bulunmaya bile yetkin olmadığı görünmektedir. Nebadon evrenine ait yerleşik dünyaların tüm tarihi içinde bu türden bir döneme benzer yaşanmış hiçbir şey bulunmamaktadır. Urantia’nın gelecek hükümeti ile ilgili anlaşılması zor olan birçok şey arasında başat olanlarından bir tanesi, baş meleklere ait bir döngünün ve birimsel yönetim merkezinin nerede konumlanacağıdır.
114:7.17 (1259.2) Sizlerin tecrit edilmiş dünyanız, evrenin tavsiyelerinde unutulmamıştır. Urantia, günah tarafından damgalanmış ve isyan nedeniyle kutsal gözetimden dışlanmış kainatsal bir öksüz değildir. Uversa’dan Salvington’a ve aşağıya Jerusem’e kadar, Havona içinde ve Cennet üzerinde bile, onların hepsi, bizlerin burada olduğumuz bilmektedir; ve, mevcut an içerisinde Urantia üzerinde ikamet eden siz faniler, alem bir inançsız Gezegensel Prens tarafından sanki hiç ihanet edilmemiş gibi, her zaman olduğu sadakat içinde, hatta daha fazla bir biçimde, ilgilenilmektesiniz. “Yaratıcı’nın kendisi sizleri derinden sevmektedir” ifadesi ebedi bir biçimde doğrudur.
114:7.18 (1259.3) [Urantia üzerinde konumlanan bir Yüksek Melek Önderi tarafından sunulmuştur.]
Urantia’nın Kitabı
115. Makale
115:0.1 (1260.1) YARATICI olan Tanrı ile, evlatlık büyük bir ilişkidir. Yüce olan Tanrı ile, kazanım — kişinin bir şeyler yapmasına ek olarak bir bütünlüğe erişimi biçiminde — düzeye olan koşuldur.
115:1.1 (1260.2) Kısmi, tamamlanmamış ve evrim halindeki uslar; yüksek veya düşük, akılların tamamının sahip oldukları, içinde düşünme eylemlerini gerçekleştirdikleri bir evren çerçevesini oluşturmak için yetkinliğin yoksunluğu biçiminde, ilk nedensel düşünce işleyiş biçimini oluşturmada yetkin olmasalardı, üstün evrende aciz bir durumda olurlardı. Eğer akıl gerçek kökenlere ulaşamayan biçimde çıkarımları kavrayamazsa, bunun sonucunda o sürekli olarak; çıkarımlar üzerine fikir geliştirecek, ve bu akıl-tarafından-yaratılmış-fikirlerin çerçevesi içinde mantıksal düşünüşün bir aracına sahip olacağı kaynakları yaratacaktır. Ve, yaratılmış düşünüşünün bu türden evren çerçeveleri nedensel nitelikteki ussal faaliyetler için hayati derecede önemliyken, onlar, istisnasız bir biçimde, bir ölçüde hatalıdırlar.
115:1.2 (1260.3) Evrenin kavramsal çerçeveleri, yalnızca göreceli olarak doğrudur; onlar nihai olarak, büyümekte olan kâinatsal kavrayışın gelişimlerine yerlerini bırakmak zorunda olan yardımcı iskeledir. Gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe, ahlaka, etiksel kurallara, göreve, sevgiye, kutsallığa, kökene, mevcudiyete, nihai sona, zamana, mekâna, hatta İlahiyat’a, dair kavrayışlar yalnızca göreceli olarak doğrudur. Tanrı, bir Yaratıcı’dan çok, ama çok daha fazlasıdır; ancak Yaratıcı, insanın Tanrı’ya dair sahip olduğu en yüksek kavramsallaşmadır; yine de, Yaratan-yaratılmış ilişkisine ait Yaratılmış-Evlat tasviri, Orvonton’da, Havona’da ve Cennet üzerinde erişilecek olan İlahiyat’ın fani-ötesi kavramsallaşmaları tarafından derinleşecektir. İnsan, bir fani evren çerçevesi içinde düşünmek zorundadır; ancak, bu, düşünüşün içinde gerçekleşebileceği başka ve daha yüksek çerçeveleri tahayyül edemeyeceği anlamına gelmemektedir.
115:1.3 (1260.4) Kâinat âlemlerinin tümüne dair fani kavrayışı kolaylaştırmak için, kâinatsal gerçekliğin çeşitli düzeyleri sınırlı, absonit ve mutlak olarak adlandırılmıştır. Bunlar içerisinde yalnızca mutlak, gerçek anlamıyla varoluşsal nitelikte bulunarak koşulsuz olarak ebedidir. Absonitler ve sınırlılar; sonsuzluğa ait kökensel ve başat nitelikteki gerçekliğinin türevleri, dönüşümleri, sınırlanmışlıkları ve azalmışlıklarıdır.
115:1.4 (1260.5) Sınırlı olanın âlemleri, Tanrı’nın ebedi amacı nedeniyle mevcut bulunmaktadır. Yüksek veya alt düzey fark etmeksizin, sınırlı yaratılmışlar, kâinatsal ekonomi içerisinde sınırlı olanın gerekliliğine dair kuramları ortaya atabilmekte olup, bunu hali hazırda gerçekleştirmişlerdir; ancak, son kerte de sınırlı olan, Tanrı bu yönde iradede bulunduğu için mevcut bir haldedir. Evren, açıklanamaz; ne de bir sınırlı yaratılmış, Yaratanlar veya dünyaya getirenler olarak kökensel varlıkların öncül eylemleri ve önceki özgür iradelerine değinmeden kendi öz bireysel mevcudiyetine dair mantıklı bir neden ortaya koyabilir.
115:2.1 (1261.1) Varoluşsal bakış açısından bakıldığında, gök adalar boyunca yeni hiçbir şey gerçekleşemez; zira, BEN’de içkin bulunan sonsuzluğun tamamlanışı, ebedi olarak yedi Mutlaklık içinde mevcut, işlevsel olarak üçlü-birlikler içinde ilişkilenimsel ve geçişken olarak üçlü-ilahiyatlar içinde ilişkilenimsel haldedir. Ancak, sonsuzluğun bu halde bahse konu mutlak ilişkilenimler içinde mevcut bulunuşu hiçbir biçimde, yeni kâinatsal deneyimleri gerçekleştirmeyi imkânsız kılmamaktadır. Bir sınırlı yaratılmışın bakış açısından bakıldığında, sonsuzluk daha fazla; kıyasla daha fazla, hali hazırdaki bir mevcudiyetlikten ziyade bir gelecek olasılığının düzeyinde olan bir biçimde, potansiyel olanı taşır.
115:2.2 (1261.2) Evren gerçekliği içinde değer bir benzersiz etkendir. Bizler, sonsuz ve kutsal olana ait değerin nasıl olup da artış gösterebileceğini kavramamaktayız. Ancak, bizler anlamların; sonsuz İlahiyat’ın ilişkilerinde dahi derinleşemese bile, dönüşüme uğrayabileceğini keşfetmekteyiz. Deneyimsel evrenler için, kutsal değerler bile; gerçeklik anlamlarının genişleyen kavrayışı vasıtasıyla mevcudiyetlikler olarak çoğalmaktadır.
115:2.3 (1261.3) Tüm deneyimsel düzeyler üzerinde kâinatsal yaratımın ve evrimin bütüncül düzeni göründüğü kadarıyla, potansiyelliklerin mevcudiyetliklere olan bir dönüşüm olayıdır; ve, bu başkalaşım eşit bir biçimde mekân etkisi, akıl etkisi ve ruhaniyet etkisinin âlemleriyle ilişkilidir.
115:2.4 (1261.4) Kâinatın olasılıklarının aracılığı ile mevcut varoluş haline geldiği gözlenen yöntem; sınırlı olanda deneyimsel evrim, absonitte ise deneyimsel var kılınış olarak, aşamadan aşamaya çeşitlilik göstermektedir. Varoluşsal sonsuzluk gerçekten de, her-şeyi-kapsayan-bütünlüğü içinde koşulsuzdur; ve, tam da bahse konu bu her-şeyi-kapsayan-bütünlüğü, doğası gereği, evrimsel sınırlı deneyimin olasılığını bile içine almak zorundadır. Ve, bu türden deneyimsel büyümenin olasılığı, Yüce’ye bağımlı konumdaki ve onun içindeki üçlü-ilahiyat ilişkileri boyunca bir evren mevcudiyeti haline gelir.
115:3.1 (1261.5) Mutlak kâinat kavramsal olarak sınırsızdır; bu başat gerçekliğin kapsamını ve doğasını tanımlama, sınırsızlık üzerine sınırlandırmalar getirmek ve ebediyetin saf kavramsallaşmasını zayıflatmak anlamına gelecektir. Ebedi-sonsuzluk olarak sonsuz-ebediyete dair düşünce, kapsam bakımından koşulsuz ve gerçeklik bakımından mutlaktır. Sonsuzluğun gerçekliğini ve gerçekliğin sonsuzluğunu yeterli bir biçimde ifade edecek, Urantia’nın geçmişte ve mevcut anda sahip olduğu ve gelecekte sahip olacağı hiçbir dil bulunmamaktadır. Sonsuz bir kâinat içinde sınırlı bir yaratılmış olarak insan; gerçekten kendi yetisinin ötesine bulunan nitelikteki, bu sonu bulunmayan, başlangıcı olmayan ve engelsiz nitelikteki bu sınırsız mevcudiyetin kırılmış yansıtmaları ve zayıflamış kavramsallaşmalarını ile yetinmek zorundadır.
115:3.2 (1261.6) Akıl hiçbir zaman, bu türden bir gerçekliğin bütünlüğünü ilk başta kırmaya girişmeden bir Mutlak’ın kavramsallaşmasını kavramayı ümit dahi edemez. Akıl, tüm farklılıkların bütünleştiricisidir; ancak, bu türden farklılıkların tam da bu yokluğunda akıl, üzerinde anlamaya yönelik kavramsallaştırmaları inşa etmeye girişmek için hiçbir temel bulamamaktadır.
115:3.3 (1261.7) Sonsuzluğun başat dengesel konumu, kavrayış için insanın girişimde bulunuşundan önce ayrışmayı gerektirmektedir. Ancak, orada, yaratılmış aklın en üstün fikri niteliğindeki — BEN olarak bu makalelerde dışa vurulmuş, sonsuz içindeki bir bütünlük bulunmaktadır. Ancak, bir yaratılmış hiçbir zaman; bu birliğin nasıl olurda ikilik, üçlü birlik ve çeşitlilik haline gelirken aynı zamanda koşulsuz bir bütünlük konumunu koruya birliğini anlayamaz. İnsan, Tanrı’nın çoğul kişilikleşiminin yanında bölünmemiş Kutsal Üçleme’nin İlahiyatı hakkında bir durup düşündüğünde benzer bir sorunla karşılaşmaktadır.
115:3.4 (1262.1) Bu kavramsallaşmanın tek bir kelime olarak ifade edilmesine neden olan şey yalnızca insanın sonsuzluğa olan uzaklığıdır. Sonsuzluk bir yandan BÜTÜNLÜK iken, diğer yandan sonu ve sınırı olmayan ÇEŞİTLİLİK’dir. Sınırlı uslar tarafından gözlendiği haliyle, sonsuzluk, yaratılmış felsefesi ve sınırlı metafiziğin olası en yüksek çıkmazıdır. Her ne kadar insanın ruhsal doğası sonsuz olan Yaratıcı’ya yapılan ibadet deneyimi içinde yükselse de, insanın ussal kavrayış yetisi Yüce Varlık’ın olası en yüksek kavramsallaşması ile sınırlanmıştır. Yüce’nin ötesinde kavramsallaşmalar artan bir biçimde, isimsel nitelikte bulunmaktadır; onlar gittikçe azalan bir biçimde, gerçekliği bire bir tanımlamaya amacındaki isimlendirmeler olmaktan çıkarlar; onlar daha da fazla bir biçimde, sınırlı-olanın-ötesine yönelik yaratılmışın sahip olduğu sınırlı anlayışın öngörüsü haline gelirler.
115:3.5 (1262.2) Mutlak aşamaya ait bir temel kavramsallaşma üç fazdan oluşan bir düşünüşü içermektedir:
115:3.6 (1262.3) 1. Kökensel. Tüm gerçekliğin kökenini aldığı BEN’in kaynak dışavurumu olarak İlk Kaynak ve Merkez’in koşulsuz kavramsallaşması.
115:3.7 (1262.4) 2. Mevcut. İkinci, Üçüncü ve Cennet Kaynakları ve Merkezleri olarak mevcudiyetin üç Mutlağı’nın birliği. Ebedi Evlat, Sınırsız Ruhaniyet ve Cennet Adası’nın bu üçlü ilahiyat birliği, İlk Kaynak ve Merkez’in kökenliğinin mevcut açığa çıkarılımını oluşturur.
115:3.8 (1262.5) 3. Potansiyel. İlahiyat, Koşulsuz ve Kâinatsal Mutlaklıklar olarak potansiyelliğin üç Mutlağı’nın birliği. Varoluşsal potansiyelliğin bu ilahiyatsal birliği, İlk Kaynak ve Merkez’in kökenselliğinin potansiyel açığa çıkarılımını oluşturur.
115:3.9 (1262.6) Kökensel, Mevcut ve Potansiyel’in karşılıklı-ilişkilemi, evren büyümesinin tamamı için olasılıkla sonuçlanan nitelikteki sonsuz içindeki gerilimlere neden olur; ve, büyüme, Yedi Katmanlı, Yüce ve Nihayet’in doğasıdır.
115:3.10 (1262.7) İlahi, Kâinatsal ve Koşulsuz Mutlak’ın ilişkilemi içerisinde, potansiyellik mutlak iken, mevcudiyet süreçsel oluşumdur; İkinci, Üçüncü ve Cennet Kaynak ve Merkezleri’nin ilişkilemi içerisinde, mevcudiyet mutlak iken, potansiyellik süreçsel oluşumdur; İlk Kaynak ve Merkez’in kökenselliği içerisinde, ne mevcudiyetin ne de potansiyelliğin ne var olduğunu ne de süreçsel oluşum niteliğinde bulunduğunu söyleyebiliriz — tek kelime ile Yaratıcı kendisidir.
115:3.11 (1262.8) Zaman bakış açısından Mevcut, olmuş ve şimdi olandır; Potansiyel, oluş halindeki ve olacaktır; Kökensel, neyse o olandır. Ebediyet bakış açısından Özgün, Mevcut ve Potansiyel arasındaki farklılık bu kadar açık değildir. Üç katmanlı bu nitelikler, Cennet-ebediyet düzeyleri içerisinde bu kadar ayırt edilebilir nitelikte değildir. Ebediyet içinde her şey — sadece, zaman ve mekân içinde henüz açığa çıkarılmamış olanlar biçiminde — olduğu gibidir.
115:3.12 (1262.9) Bir yaratılmışın bakış açısından, mevcudiyetlik öz, potansiyellik olası sınırdır. Mevcudiyetlik en merkezde bulunup, buradan çevresel sonsuzluğa doğru genişler; potansiyellik, sonsuzluk çevresinden içeri doğru gelip, her şeyin merkezinde bütünleşir. Kökensellik; potansiyelliklerden mevcutlara olan gerçeklik başkalaşımı çevriminden ve var olan mevcutların potansiyelleşiminden oluşan çifte harekete ilk başta neden olup, daha sonra onu dengeler.
115:3.13 (1262.10) Potansiyelliğin üç Mutlak’ı; kâinatın tamamiyle ebedi olan aşamasında işlev göstermekte olup, bu nedenle hiçbir zaman, alt-mutlak düzeylerde bu şekilde faaliyet göstermemektedir. Gerçekliğin azalan düzeyleri üzerinde, potansiyelliğin üçlü ilahiyat birliği, Nihayet ile ve Yüce üzerinde dışa vurulmuş niteliktedir. Potansiyel olan, bir alt-mutlak düzey üzerinde kısmi olarak zaman-gerçekleşimde başarısız olabilir; ancak, o hiçbir zaman, bütünlükteki olan gerçekleşiminde başarısız olamaz. Tanrı’nın iradesi nihai biçimde üstün gelmektedir; her zaman bireysel ile ilgili olmasa da, kesin bir biçimde bütünsel bakımdan bu böyledir.
115:3.14 (1263.1) Kâinata ait var oluş halindekilerin merkezlerine sahip oldukları yer mevcudiyetin üçlü ilahiyat birliği bünyesidir; ister ruhaniyet, ister akıl veya ister enerji olsun, her şeyin merkezi, Evlat, Ruhaniyet ve Cennet’in bu ilişkilemi içerisindedir. Ruhaniyet Evladı’nın kişiliği, evrenlerin tamamı boyunca kişiliklerin tümü için üstün işleyiş biçimidir. Cennet Adası’nın özü; Havona’nın bir kusursuz, ve aşkın-evrenlerin bir kusursuzlaşma halinde olduğu, açığa çıkarılışın oluşturduğu üstün işleyiş biçimidir. Bütünleştirici Bünye, tek seferde ve aynı anda; kâinatsal enerjinin akıl etkinleşimi, ruhaniyet amacının kavramsallaşımı, ve, özgür iradesel amaçlara ek olarak ruhaniyet düzeyinin güdüleri ile birlikte maddi düzeylerin matematiksel neden ve sonuçlarının bir bütün hale getirilimidir. Bir sınırlı evren içinde ve onun için, Evlat, Ruhaniyet ve Cennet; Yüce içinde sınırlanmış ve kısıtlanmış halde bulunur haldeki Nihayet içinde ve onun üzerine faaliyet gösterir.
115:3.15 (1263.2) Mevcudiyetlik (İlahiyat’ın sahip olduğu) Cennet yükselişi içinde insanın aradığı şeydir. Potansiyellik (insan kutsallığının sahip olduğu) bu arayış içinde insanın evrimleştiği şeydir. Kökensel; mevcut olan insanın, potansiyel olan insanın ve ebedi olan insanın ortak-mevcudiyetini ve onun bir bütün haline gelişini mevcut kılan şeydir.
115:3.16 (1263.3) Kâinatın nihai işleyiş biçimleri, potansiyellikten mevcudiyetliğe olan gerçekliğin devamlı gerçekleşen çevrimi ile ilişkilidir. Kuramsal olarak, bu başkalaşımın bir sonu bulunabilir; ancak, gerçekte bu türden bir şey, Potansiyel ve Mevcut’un her ikisinin de Kökensel’de (BEN’de) döngüsel hale getirildiğinden dolayı imkânsızdır; ve, bu özdeşleşim, evrenin gelişimsel ilerleyişi üzerinde bir sınır koymayı sonsuza kadar imkânsız hale getirmektedir. BEN ile özdeşleşen her şey hiçbir zaman, ilerlemenin bir sonunu hiçbir zaman bulamaz; çünkü, BEN’in potansiyellerinin sahip olduğu mevcudiyet mutlak olup, aynı zamanda, BEN’in mevcudiyetlerinin potansiyelliği de mutlaktır. Mevcudiyetler her zaman, o zamana kadar imkânsız olan potansiyellerinin gerçekleşimine ait yeni yollar açacaklardır — her insan kararı yalnızca, insan deneyimi içinde yeni bir gerçekliği meydana getirmemekte, aynı zamanda, insan büyümesi için yeni bir yetkinliği açığa çıkarmaktadır. Erişkin birey her çocukta yaşamakta, ve, morontia ilerleyicisi, olgun Tanrı-bilen insan içinde ikamet halinde bulunmaktadır.
115:3.17 (1263.4) Büyümedeki istatistikler evrenin bütününde hiçbir zaman ortaya çıkmamaktadır, çünkü, mutlak mevcudiyetler olarak — büyümenin temeli koşulsuz olup, mutlak potansiyellikler olarak — büyümenin olasılıkları sınırsızdır. Olgusal bir bakış açısından, kâinat filozofları, bir son gibi bir şeyin olmadığına dair karara varmışlardır.
115:3.18 (1263.5) Sınırlandırılmış bir bakış açısından orada, gerçekten de, etkinliklerin birçok sonlanışı biçiminde, birçok son bulunmaktadır; ancak, daha yüksek bir evren düzeyi üzerinde daha geniş bir bakış açısından, orada, yalnızca gelişimin bir fazından diğerine olan geçişlerin bulunduğu biçimde, hiçbir son bulunmamaktadır. Üstün evrenin ana devamlılıklarından biri; birkaç evren çağı, Havona, aşkın-evren ve dış-evren çağları ile ilişkilidir. Ancak, sıralı ilişkilerin bu temel birimleşmeleri bile, ebediyetin sonu gelmez ana yolundaki görece yer tabelalarından daha fazlası olamaz.
115:3.19 (1263.6) Yüce Varlık’a ait gerçekliğe, güzelliğe ve iyiliğe gerçekleştirilen nihai nüfuz, yalnızca; ilerleyen yaratılmışa, gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin kavramsal düzeylerinin ötesinde bulunan nihai kutsallığın bu absonit niteliklerini açığa çıkarır.
115:4.1 (1263.7) Yüce olan Tanrı’nın kökenlerine dair herhangi bir irdeleyiş, Cennet Kutsal Üçlemesi ile başlamak zorundadır; zira, Kutsal Üçleme özgün İlahiyat iken, Yüce türemiş haldeki İlahiyat’dır. Yüce’nin büyümesine dair herhangi bir irdeleyiş, var oluşsal üçlü ilahiyat birliklerinin irdelenişini içine almak zorundadır; zira onlar, (İlk Kaynak ve Merkez ile ortak birliktelik içerisinde) tüm mutlak mevcudiyeti ve tüm sınırsız potansiyelliği içine almaktadırlar. Ve, evrimsel Yüce; mevcudiyetin sınırlı düzeyi içindeki ve onun üzerindeki mevcudiyetler için, potansiyellerin — dönüşümü niteliğindeki —başkalaşımına ait yükselen ve kişisel olarak iradesel odağıdır. Mevcut ve potansiyel olarak iki üçlü-ilahiyat-birliği, evrenler içindeki büyümenin karşılıklı-ilişkilerinin bütünlüğünü içine alır.
115:4.2 (1264.1) Yüce’nin kaynağı; ebedi, mevcut ve bölünmemiş İlahiyat olarak — Cennet Kutsal Üçlemesi içindedir. Yüce ilk başta, bir ruhaniyet kişisidir; ve, bu ruhaniyet kişisi, Kutsal Üçleme’den kaynaklanmaktadır. Ancak, Yüce ikincil olarak, evrimsel büyüme niteliğindeki — büyümenin bir İlahiyatı olup, bu büyüme mevcut ve potansiyel olarak iki üçlü-ilahiyat-birliğinden türemektedir.
115:4.3 (1264.2) Eğer, sınırsız üçlü-ilahiyat-birliklerinin sınırlı düzey üzerinde faaliyet gösterebileceklerini kavramak zor ise, onların tam da bu sonsuzluğunun kendi içinde sınırlılığın potansiyelliğini taşımak zorunda olduklarını bir durun düşünün; sonsuzluk, en alt düzeydeki ve en sınırlandırılmış sınırlı mevcudiyetten en yüksek ve koşulsuz biçimde mutlak gerçekliklere uzanan kapsamdaki her şeyi içine almaktadır.
115:4.4 (1264.3) Sınırsızın sınırlı olanı taşımasını anlamak, bu sınırsızın nasıl da mevcut bir biçimde sınırlı için gözlemlenebilen bir konumda bulunduğunu tam olarak anlamaya kıyasla, çok da zor değildir. Ancak, fani insan içinde ikamet eden Düşünce Düzenleyicileri; (mutlak olarak) mutlak Tanrı’nın bile, irade sahibi evren yaratılmışlarının tümü içindeki en alt düzeyde ve en sonra gelenle bile doğrudan iletişimde bulunabildiğine ve bunu hâlihazırda gerçekleştirdiğine dair ebedi kanıtlardan bir tanesidir.
115:4.5 (1264.4) Ortak bir biçimde mevcudiyeti ve potansiyeli kapsayan üçlü-ilahiyat-birlikleri, Yüce Varlık ile ortak birliktelik içerisinde sınırlı düzey üzerinde açığa çıkmış konumdadır. Bu türden dışavurumun işleyiş biçimi, hem doğrudan hem de dolaylıdır: üçlü-ilahiyat-birlikleri ilişkilerinin doğrudan bir biçimde Yüce içinde sonuçlanımı bakımından doğrudan, bu ilişkilerin absonitin var kılınmış düzeyi boyunca elde edilişi bakımından dolaylıdır.
115:4.6 (1264.5) Sınırlı gerçekliğin bütünü olarak Yüce gerçeklik; her şeyin merkezinde bulunan dışsal uzayın koşulsuz potansiyelleri ile koşulsuz mevcudiyetleri arasındaki devinimsel büyümesinin süreci içindedir. Sınırlı olanın nüfuz alanı böylelikle, zamana ait Cennet ve Yüce Yaratan Kişilikleri’nin sahip olduğu absonit birimlerin eş güdümü boyunca gerçek hale gelmektedir. Üç büyük potansiyel Mutlak’ın sahip olduğu koşullu olasılıklarının olgunlaşma eylemi, Üstün Evren Mimarları ve onlara ait aşkın birlikteliklerinin absonit faaliyetidir. Ve, bu nihayetlikler olgunlaşmanın belirli bir aşamasına eriştiğinde, Yüce Yaratan Kişilikleri Cennet’den gelerek, evrimleşen evrenleri gerçeksel varlığa dönüştürmeye dair çağlar süren görevlerine başlamak için ortaya çıkacaklardır.
115:4.7 (1264.6) Yüceliğin büyümesi, üçlü-ilahiyat-birliklerinden elde edilmektedir; Yüce’nin ruhaniyet bireyi, Kutsal Üçleme’den; ancak, Her-Şeye-Gücü-Yeten’in güç ayrıcalıkları Yedi Katmanlı Tanrı’nın kutsallık başarısına bağlı iken, Yüce’nin aklını bu evrimsel İlahiyat içinde bütünleştirici etken olarak bahşeden Bütünleştirici Bünye’nin hizmeti sayesinde, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin güç ayrıcalıklarının Yüce olan Tanrı’nın ruhaniyet bireyi ile olan bütünleşimi ortaya çıkar.
115:5.1 (1264.7) Yüce Varlık mutlak bir biçimde, sahip olduğu kişisel ve ruhani doğanın gerçekliği için Cennet Kutsal Üçlemesi’nin mevcudiyetine ve faaliyetine bağlıdır. Her ne kadar Yüce’nin büyümesi üçlü-ilahiyat-birliğine ait bir husus olsa da, çevresinde Yüce’nin evrimsel büyümesinin ilerleyen bir biçimde gerçekleştiği kusursuz ve sınırlı istikrarın mutlak merkez-kaynağı olarak sürekli varlığını koruyan, Cennet Kutsal Üçlemesi’ne bağlı olmakta, mevcudiyetini ondan almaktadır.
115:5.2 (1265.1) Kutsal Üçleme’nin faaliyeti, Yüce’nin faaliyeti ile ilişkilidir; zira, Kutsal Üçleme, Yücelik’in faaliyet düzeyine ek olarak her düzeyde (bütün düzeyler üzerinde) faaliyetsel niteliktedir. Ancak, Havona’nın çağının aşkın-evrenlerin çağına sebep oluşu gibi, doğrudan yaratan olarak Kutsal Üçleme’nin kavranabilen eylemi, Cennet İlahiyatları’nın çocuklarının sahip olduğu yaratıcı eylemlere kaynaklık etmektedir.
115:6.1 (1265.2) Mevcudiyetin üçlü-ilahiyat-birliği, Havona-sonrası çağlar boyunca doğrudan bir biçimde faaliyet göstermeye devam eder; Cennet çekimi, maddi mevcudiyetin temel birimlerini içine almakta, Ebedi Evlat’ın ruhaniyet çekimi doğrudan bir biçimde ruhaniyet mevcudiyetinin temel değerleri üzerinde faaliyetini gerçekleştirmekte, ve, Bütünleştirici Bünye’nin akıl çekimi hatasız bir biçimde, ussal mevcudiyete ait hayati anlamların tümünü tutmaktadır.
115:6.2 (1265.3) Ancak, yaratıcı etkinliğin her aşaması uzayın henüz yerleşilmemiş yeni bölgeleri boyunca dışa doğru ilerlerken, o; mutlak Cennet Adası ve bunun üzerinde ikamet eden sınırsız İlahiyatlar olarak — merkezi konumlanmanın yaratıcı kuvvetleri ve kutsal kişilikleri tarafından doğrudan faaliyetten giderek ayrılmış bir biçimde, faaliyet göstermekte ve mevcudiyet halinde bulunmaktadır. Kâinatsal mevcudiyetin bu ilerleyici aşamaları, bu nedenle, artan bir biçimde, sonsuzluğun üç Mutlak potansiyelliği içindeki gelişmelere bağlı hale gelmektedir.
115:6.3 (1265.4) Yüce Varlık, kâinatsal hizmet için; Ebedi Evlat, Sınırsız Ruhaniyet veya Cennet Adası’nın kişisel-olmayan gerçeklikleri içinde açık bir biçimde dışa vurulmamış haldeki olasılıkları bünyesinde barındırmaktadır. Bu ifadede, bu üç temel mevcudiyetin mutlaklığı hususunda bulunulmuştur; ancak, Yüce’nin büyümesi yalnızca, İlahiyat ve Cennet’in bu mevcudiyetliklerine bağlı olmamakta, aynı zamanda o, İlahiyat, Kâinatsal ve Koşulsuz Mutlak içindeki gelişmeler ile ilişkili halde bulunmaktadır.
115:6.4 (1265.5) Yüce sadece, evrimleşen evrenlerin Yaratanlar'ı ve yaratılmışları Tanrı-gibi-olma düzeyine erişirlerken büyümez; ancak, bu sınırlı İlahiyat aynı zamanda, asli evrenin sınırlı olasılıkları üzerindeki yaratılmış ve Yaratan üstünlüğünün bir sonucu olarak üstünlüğü deneyimler. Yüce’nin hareketi iki katmanlıdır: yoğunlaşan bir biçimde Cennet ve İlahiyat’a yönelik, kapsamı genişleyen bir biçimde potansiyelin Mutlaklıkları’nın sonsuzluğuna yönelik.
115:6.5 (1265.6) Mevcut evren çağı içerisinde bu çifte hareket, asli evrenin alçalan ve yükselen kişilikleri içinde açığa çıkarılmaktadır. Yüce Yaratan Kişilikleri ve onların tüm kutsal birliktelikleri, Yüce’nin ayrılan yayılımsal hareketi biçiminde dışa dönük doğrultuyu yansıtırken; yedi aşkın-evrenden gelen yükseliş kutsal yolcuları, Yücelik’in içe kapanan meyli biçiminde içe dönük doğrultuyu işaret eder.
115:6.6 (1265.7) Sınırlı İlahiyat her zaman; Cennet ve buradaki İlahiyatlar’a doğru içe dönük doğrultu ve sınırsızlığa ve buradaki Mutlaklıklar’a doğru dışa dönük doğrultu biçiminde, çifte ilişkilemi amaçlamaktadır. Yaratan Evlatlar’da kişiselleşen ve güç düzenleyicilerinde güç kazandırılan Cennet-yaratıcı kutsallığının kudretli ortaya çıkışı, potansiyelliğin nüfuz alanlarına doğru Yücelik’in engin taşışına işaret ederken; asli evrenin yükseliş halindeki yaratılmışlarının ilerleyişi, Cennet İlahiyatı ile olan bütünlüğe doğru Yücelik’in kudretli taşımını gözlemlemektedir.
115:6.7 (1265.8) İnsan varlıkları; görünebilen üzerindeki etkinlerini gözlemleyerek görünemeyenin hareketinin zaman zaman saptanabileceğini öğrenmiş konumda bulunmaktadırlar; ve, evrenler içinde bizler uzunca bir süreden beri, asli evrenin kişilikleri ve işleyiş biçimleri içinde bu türden evrimlerin yarattığı sonuçsal oluşumları gözlemleyerek Yücelik’in hareketlerini ve eğilimlerini tespit etmeyi öğrenmiş bulunmaktayız.
115:6.8 (1266.1) Her ne kadar bizler emin olmasak da, Cennet İlahiyatı’nın sınırlı bir yansıması olarak Yüce’nin dışsal uzaya doğru ebedi bir ilerleyişte bulunmakta olduğuna inanmaktayız; ancak, dışsal uzaya ait üç Mutlak potansiyelin bir yeterliliği olarak, bu Yüce Varlık sonsuza kadar Cennet bütünlüğünü amaçlamaktadır. Ve, bu çifte hareketler, mevcut anda düzenli konumdaki evrenler içindeki temel etkinliklerin çoğunu açıklar nitelikte görünmektedir.
115:7.1 (1266.2) Yüce’nin İlahiyatı içinde Yaratıcı-BEN; düzeyin sonsuzluğunda, varlığın ebediyetinde ve doğanın mutlaklığında içkin olan sınırlılıklardan göreceli olarak bütüncül özgürleşimi elde etmiştir. Ancak, Yüce olan Tanrı tüm var oluşsal sınırlılıklardan yalnızca, kâinatsal faaliyetin deneyimsel sınırlılıklarına tabi hale gelerek özgürleşmiştir. Deneyim için yetkinliği elde ederek, sınırlı Tanrı aynı zamanda, sonuçsal olarak gerekliliğe tabi hale gelmektedir; ebediyetten olan özgürleşmeyi elde ederek, Her-Şeye-Gücü-Yeten, zamanın sınırlarıyla karşılaşır; ve, Yüce, varlığın mutlaklık-dışı düzeyi olarak mevcudiyetin kısmiliğinin ve doğanın tamamlanmamışlığının bir sonucu olarak yalnızca büyümeyi ve gelişimi bilebilmektedir.
115:7.2 (1266.3) Tüm bunların hepsi; çabayla sınırlı ilerleyişine, korunumla yaratılmış kazanımına ve inançla kişilik gelişimine dayanan, Yaratıcı’nın tasarımı gerçekleşiyor olmalıdır. Yüce’nin deneyim-evrimine bu şekilde emrederek Yaratıcı, sınırlı yaratılmışların; evrenler içinde var olmalarını ve, deneyimsel ilerleme vasıtasıyla, Yücelik’in kutsallığına bir zaman zarfında erişmelerini mümkün kılmıştır.
115:7.3 (1266.4) Yüce’ye ilaveten, tüm gerçeklik olarak Nihai bile, yedi Mutlak’ın koşulsuz nitelikteki değerleri dışında, görecelidir. Yücelik’in gerçekliği; Cennet gücüne, Evlat kişiliğine ve Bütünleştirici faaliyete dayanmaktadır; ancak, Yüce’nin büyümesi İlahi Mutlak, Koşulsuz Mutlak ve Evrensel Mutlak’ı içine almaktadır. Ve, bu bileştiren ve bütünleştiren — Yüce olan Tanrı olarak — İlahiyat; İlk Kaynak ve Merkez olarak Cennet Yaratıcısı’nın aranılamaz doğasının sonsuz bütünlüğü tarafından, asli evrene tamamına uzanmış sınırlı gölgenin kişilikleşimidir.
115:7.4 (1266.5) Üçlü-ilahiyat-birliklerinin doğrudan bir biçimde sınırlı düzey üzerinde faaliyet halinde olması bakımından, onlar; Mutlak Mevcut ve Mutlak Potansiyel’in doğalarına ait sınırlı sınırlanmışlıkların İlahiyat odaklanışı ve kâinatsal bütünlüğü niteliğindeki, Yüce’ye bağlıdır.
115:7.5 (1266.6) Cennet Kutsal Üçlemesi, mutlak kaçınılmaz olarak değerlendirilmektedir; Yedi Üstün Ruhaniyet göründüğü biçimiyle, Kutsal Üçleme kaçınılmazlıklarıdır; Yüce’nin güç-akıl-ruhaniyet-kişilik gerçekleşimi muhtemel, evrimsel kaçınılmazlıktır.
115:7.6 (1266.7) Yüce olan Tanrı’nın, koşulsuz sonsuzluk içinde öncül bir biçimde kaçınılmaz bir nitelikte bulunduğu görünmemektedir; ancak, onun tüm görecelik düzeylerinde bu kaçınılmaz konumda olduğu görünmektedir. O; sahip olduğu İlahi doğa içinde gerçeklik algısının bu türünün sonuçlarını etkin bir biçimde bütünleştiren bir biçimde, evrimsel deneyimin hayati derecede önemli odaklayıcısı, bir bütün halinde sunucusu ve kapsayıcısıdır. Ve, tüm bunların hepsini onun; Nihai olan Tanrı’nın mevcudiyet-ötesi ve sınırlı-ötesi dışavurumu biçiminde, kaçınılmaz evrimin ortaya çıkışına katkıda bulunma amacıyla gerçekleştirdiği görünmektedir.
115:7.7 (1267.1) Yüce Varlık’ın değeri kaynak, işlev ve nihai sonu hesaba katmadan bütünüyle anlaşılamaz: bunlar, kökensel Kutsal Üçleme ile, etkinliğin evrimi ile, ve, doğrudan nihai son olan Kutsal Üçleme Nihayeti ile olan ilişkisidir.
115:7.8 (1267.2) Evrimsel deneyimi bir bütün haline getirme süreciyle Yüce; aynı zamanda Bütünleştirici Bünye’nin Cennet işleyiş biçimlerine ait değişmez enerjileri ile kişisel Evlat’ın kutsal ruhaniyetini bir araya getirdiği, ve, Kâinatsal Mutlak’ın mevcudiyetinin Koşulsuz tepki ile İlahiyat etkisini bir araya getirdiği etkileşimsel gelişim içinde, sınırlı olanı absonite bağlar. Ve, bu bütünlük; her şeyin ve her varlığın İlk Yaratıcı-Nedeni ve Kaynak-Yöntemi’ne ait kökensel bütünlüğün saptanmamış işleyişinin bir açığa çıkarılışı olmalıdır.
115:7.9 (1267.3) [Bu anlatım, Urantia üzerinde geçici olarak ikamet eden bir Kudretli İletici tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
116. Makale
116:0.1 (1268.1) EĞER İNSAN; doğrudan yüksek denetimcileri olarak — sahip olduğu Yaratıcılar’ın kutsal olmayı sürdürürken aynı zamanda sınırlı olduklarını, zaman ve mekânın Tanrısı’nın evrim halinde ve mutlak-olmayan bir İlahiyat olduğunu tanısaydı, bunun sonucunda, geçici eşitsizliklerin yarattığı tutarsızlıkların derin dini çıkmazlara sebebiyet vermesi sonlanırdı. Dini inanç artık; talihli olanlar için toplumsal üstünlük gururunu sağlamak için sömürülmez, yalnızca, toplumsal mahrumiyetin talihsiz kurbanlarının sabırlı kabullenişine hizmet etmek için kullanılırdı.
116:0.2 (1268.2) Havona’nın seçkin nitelikteki kusursuz âlemlerine bakıldığında, onların kusursuz, sınırsız ve mutlak bir Yaratan tarafından yapıldığına inanmak hem makul hem de mantıksaldır. Ancak, bu aynı neden ve mantık, Urantia’nın karmaşasına, kusursuzluğuna ve eşitsizliklerine baktığında herhangi bir dürüst varlığı; alt-mutlak, sonsuzluk-öncesi ve kusursuzdan-başka Yaratılmışlar tarafından yaratıldığı, ve onlar tarafından idare edildiği, çıkarımında bulunmaya sebep olacaktır.
116:0.3 (1268.3) Deneyimsel büyüme — Tanrı ve insanın ortak ilişkilemi olarak — yaratılmış-Yaratan ortak eşliliği anlamına gelmektedir. Büyüme, deneyimsel İlahiyat’ın ayırt edici niteliğidir; Havona büyümemişti; Havona şimdi ne ise odur, ve, o her zaman bu bütünlükte bulunmuştur; o, sahip olduğu kaynağı olan sonsuza kadar sürecek Tanrılar gibi var oluşsaldır. Ancak, büyüme, asli evreni simgelemektedir.
116:0.4 (1268.4) Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce, güç ve kişiliğin yaşayan ve evirilen bir İlahiyatı’dır. Asli evren olarak onun mevcut nüfuz alanı aynı zamanda, güç ve kişiliğin büyüyen bir âlemidir. Onun nihai sonu kusursuzluktur; ancak, onun mevcut deneyimi, büyümenin ve tamamlanmamış düzeyin niteliklerini içine almaktadır.
116:0.5 (1268.5) Yüce Varlık başat bir biçimde, bir ruhaniyet kişiliği olarak merkezi evren içinde faaliyet gösterir; ikincil bir biçimde, gücün bir kişiliği niteliğinde, Her-Şeye-Gücü-Yeten Tanrı olarak merkezi evren içinde görevinde bulunur. Yüce’nin üstün evren içindeki üçüncül faaliyeti mevcut an içerisinde; yalnızca bilinmez bir akıl potansiyeli olarak var olan bir konumda bulunarak, saklı niteliktedir. Bazıları; aşkın-evrenler ışık ve yaşam içinde istikrara kavuştuğunda Yüce’nin, dışsal evrenlerin her-şeye-gücü-yetenin-ötesindeki-unsuru olarak güç bakımından genişlerken, asli evrenin her-şeye-gücü-yeten ve deneyimsel egemeni olarak Uversa’dan etkin konuma geleceğine inanmaktadır. Diğerleri; Yücelik’in üçüncü aşamasının, İlahiyat dışavurumunun üçüncü seviyesini içine alacağını düşünmektedir. Ancak, hiçbirimiz kesin bir bilgiye gerçek anlamıyla sahip değiliz.
116:1.1 (1268.6) Her evrimleşen yaratılmış kişiliğinin deneyimi, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin deneyiminin bir fazıdır. Aşkın-evrenlerin her fiziksel birimine ait ussal taabiyet, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin büyüyen denetiminin bir parçasıdır. Güç ve kişiliğin yaratıcı bileşimi; Yüce Aklın yaratıcı dürtüsünün bir parçası olup, Yüce Varlık içindeki bütünlüğün evrimsel büyümesinin tam da özüdür.
116:1.2 (1269.1) Yücelik’in güç ve kişilik niteliklerinin birliği, Yüce Aklın işlevidir; ve, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin tamamlanmış evrimi, kutsal niteliklerin sıkı bir biçimde eş güdümsel hale getirilmemiş herhangi bir ilişkilemi olmayan nitelikte — tek bir bütünleşmiş ve İlahiyat ile sonuçlanacaktır. Daha geniş bir bakış açısından, orada; Her-Şeye-Gücü-Yeten’den bağımsız hiçbir Yüce’nin bulunmayacağı bir biçimde, Yüce’den bağımsız hiçbir Her-Şeye-Gücü-Yeten bulunmayacaktır.
116:1.3 (1269.2) Evrimsel çağlar boyunca, Yüce’nin fiziksel güç potansiyeli, Yedi Yüce Güç Yönetici’nin yetkisine verilmiştir; ve, akıl potansiyeli, Yedi Üstün Ruhaniyet’in iradesinde konumlandırılmıştır. Sınırsız Akıl, Sınırsız Ruhaniyet’in işlevidir; kâinatsal akıl, Yedi Üstün Ruhaniyet’in hizmetidir; Yüce Akıl, asli evrenin eş güdümü içinde ve Yedi Katmanlı Tanrı’nın açığa çıkarılışı ve ona olan erişim ile işlevsel ilişkilem içinde gerçekleşme sürecindedir.
116:1.4 (1269.3) Kâinatsal akıl olarak zaman-mekân aklı farklı bir biçimde, yedi aşkın-evren içinde faaliyet göstermektedir; ancak, o, Yüce Varlık içinde bilinmeyen bir ilişkilem yöntemi ile eş güdümsel hale getirilmektedir. Asli evrene ait Her-Şeye-Gücü-Yeten üst-denetimi, ayrıcalıklı bir biçimde fiziksel veya ruhsal değildir. Yedi aşkın-evren içerisinde o başat bir biçimde, maddi ve ruhsaldır; ancak, orada aynı zamanda, hem ussal hem de ruhsal olan Yüce’ye ait mevcut olgular bulunmaktadır.
116:1.5 (1269.4) Bizler gerçekten de, bu evrimleşen İlahiyat’ın başka herhangi bir niteliğine kıyasla Yücelik’in aklına dair çok daha az şey bilmekteyiz. O asli evren boyunca sorgulanamaz bir biçimde etkin olup, onun, çok geniş kapsamda bulunan üstün evren işlevine ait bir potansiyel nihai sona sahip olduğuna inanılmaktadır. Ancak, biz şunu kesin bir biçimde bilmekteyiz: Her ne kadar fiziksel bünye büyümenin tamamlanışına erişebilse de, ve, her ne kadar ruhaniyet gelişimin kusursuzluğunu elde edebilse de, akıl hiçbir zaman ilerlemeye ara vermez — o, sonsuz ilerleyişin deneyimsel işleyiş biçimidir. Yüce; deneyimsel bir İlahiyat olup, bu nedenle hiçbir zaman, akıl erişiminin tamamlanışına erişemez.
116:2.1 (1269.5) Her-Şeye-Gücü-Yeten’in evren güç mevcudiyetinin ortaya çıkışı, evrimsel aşkın-evrenlerin yüksek yaratanlarına ve denetleyicilerine ait kâinatsal eylemin sahnelenişinin ortaya çıkışıyla eş zamanlı olarak gerçekleşir.
116:2.2 (1269.6) Yüce olan Tanrı, ruhaniyet ve kişilik niteliklerini Cennet Kutsal Üçlemesi’nden elde etmektedir; ancak o, sahip oldukları ortak eylemleri her-şeye-gücü-yeten egemen olarak ve yedi aşkın-evren için ve onun içinde büyüyen gücünün kaynağı olan, Yaratan Evlatlar’ın, Zamanın Ataları’nın ve Üstün Ruhaniyetler’in eylemlerinde gücünü gerçekleştirmektedir.
116:2.3 (1269.7) Koşulsuz Cennet İlahiyatı, zaman ve mekânın evrim halindeki yaratılmışları için kavranılamaz niteliktedir. Ebediyet ve sonsuzluk, zaman-mekân yaratılmışlarının kavrayamayacağı ilahiyat gerçekliğinin bir düzeyine karşılık gelmektedir. İlahiyatın sonsuzluğu ve egemenliğin mutlaklığı, Cennet Kutsal Üçlemesi içinde içkindir; ve, Kutsal Üçleme, bir biçimde, fani insanın anlayışının ötesinde bulunan bir gerçekliktir. Zaman-mekân yaratılmışları, evren ilişkilerini kavramak ve kutsallığın anlam değerlerini anlamak için kökenlere, göreceliklere ve nihai sonlara sahip olmalıdır. Bu nedenle, Cennet İlahiyatı; kutsallığın Cennet-ötesi kişilikleşmelerini yalınlaştırmakta ve bir ölçüde onu kısıtlandırmakta olup, böylece, yaşamın ışığını sahip olduğu Cennet kaynağından, evrimsel dünyalar üzerinde bahşedilmiş Evlatlar’ın dünyasal yaşamları içinde en yakın ve güzel dışavurumunu bulana kadar sürekli olarak taşıyan Yüce Yaratanlar ve onların birlikteliklerini mevcut kılar.
116:2.4 (1270.1) Ve, bu, sahip olduğu takip eden aşamalarının şu sıra içinde fani insan tarafından karşılaşıldığı Yedi Katmanlı Tanrı’nın kökenidir:
116:2.5 (1270.2) 1. Yaratan Evlatlar (ve Yaratıcı Ruhaniyetler).
116:2.6 (1270.3) 2. Zamanın Ataları.
116:2.7 (1270.4) 3. Yedi Üstün Ruhaniyet.
116:2.8 (1270.5) 4. Yüce Varlık.
116:2.9 (1270.6) 5. Bütünleştirici Bünye.
116:2.10 (1270.7) 6. Ebedi Evlat.
116:2.11 (1270.8) 7. Kâinatın Yaratıcısı.
116:2.12 (1270.9) İlk üç aşama, Yüce Yaratanlar’dır; son üç aşama, Cennet İlahiyatları’dır. Yüce sürekli olarak, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin deneyimsel ruhaniyet kişileşimi olarak ve Cennet İlahiyatları’na ait yaratan evlatların evrimsel her-şeye-gücü-yeten gücünün deneyimsel odağı olarak arada bulunmaktadır. Yüce Varlık, yedi-aşkın-evrenlere ve mevcut evren çağı için İlahiyat’ın olası en yüksek dışavurumudur.
116:2.13 (1270.10) Fani mantığın işleyiş biçimini kullanarak, Yedi Katmanlı Tanrı’nın ilk üç düzeyine ait ortaklaşa eylemlerin deneyimsel yeniden-bütünleşiminin, Cennet İlahiyat düzeyine denk düştüğü çıkarımında bulunabilir; ancak, böyle bir durum söz konusu değildir. Cennet İlahiyatı, var oluşsal İlahiyat’dır. Sahip oldukları, güç ve kişiliğin kutsal bütünlüğü içerisinde Yüce Yaratanlar, deneyimsel İlahiyat’ın yeni bir güç potansiyelinin oluşturucusu ve dışa vurucusudur. Ve, deneyimsel kökenin bu güç potansiyeli kendisini; Yüce Varlık olarak — Kutsal Üçleme kökenindeki deneyimsel İlahiyat ile olan bütünleşimi kaçınılmaz ve zorunlu konumda bulmaktadır.
116:2.14 (1270.11) Yüce olan Tanrı, Kutsal Üçleme değildir; ne de o, sahip oldukları faaliyet etkinliklerinin mevcut bir biçimde evrimleşen her-şeye-gücü-yeten gücünü bir bütün haline getirdiği aşkın-evren Yaratılmışları’ndan herhangi biri veya onların bütünü değildir. Her ne kadar Kutsal Üçleme’nin kökenine ait olsa da, Yüce olan Tanrı, yalnızca, Yedi Katmanlı Tanrı’nın ilk üç düzeyinin eş güdümsel hale getirilmiş faaliyetleri boyunca gücün bir kişiliği olarak evrimsel yaratılmışlar için açığa çıkarılmış hale gelir. Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce, mevcut an içinde; eş zamanlı olarak, Kâinatın Yaratıcısı’nın ve Ebedi Evlat’ın iradesi tarafından ebediyet içinde Bütünleştirici Bünye’nin varlığı aydınladığı süreç içerisinde, Yüce Yaratan Kişilikleri’nin etkinlikleri aracılığıyla zaman ve mekân için gerçeklik haline gelmektedir. Yedi Katmanlı Tanrı’nın ilk üç düzeyine ait bu varlıklar, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin gücünün tam da doğası ve kaynağıdır; bu nedenle onlar her zaman, onun idari eylemlerine eşlik etmek ve onlara yardımcı olmak zorundadır.
116:3.1 (1270.12) Cennet İlahiyatları asli evren boyunca, çekim döngüleri içinde yalnızca doğrudan bir biçimde hareket etmezler; ancak, onlar aynı zamanda şu gibi çeşitli birimleri ve diğer dışavurumları vasıtasıyla faaliyet gösterirler:
116:3.2 (1270.13) 1. Üçüncü Kaynak ve Merkez’in akıl odaklamaları. Enerji ve ruhaniyetin sınırlı nüfuz alanları, kelimenin tam anlamıyla, Bütünleştirici Bünye’nin akıl mevcudiyetleri tarafından bir arada tutulur. Bu durum; yerel bir evren içindeki Yaratıcı Ruhaniyet’den, bir aşkın-evrenin Yansıtıcı Ruhaniyetleri boyunca asli evren içindeki Üstün Ruhaniyetlere kadar, doğrudur. Bu çeşitli us odaklarından kaynağını alan akıl döngüleri, yaratılmış tercihin kâinatsal düzlemini yansıtmaktadır. Akıl, yaratılmışların ve Yaratanlar’ın oldukça hazır bir biçimde üzerinde değişiklikte bulunabildiği esnek gerçekliktir. Üçüncü Kaynak ve Merkez’in akıl bahşedilişi, evrimsel Her-Şeye-Gücü-Yeten’in deneyimsel gücü ile Yüce olan Tanrı’nın ruhaniyet bireyini bütünleştirir.
116:3.3 (1271.1) 2. İkinci Kaynak ve Merkez’in kişilik açığa çıkarılışları. Bütünleştirici Bünye’nin akıl mevcudiyetleri, enerjinin işleyiş biçimi ile kutsallığın ruhaniyetini bütünleştirir. Ebedi Evlat ve onun Cennet Evlatları’nın bahşedimsel vücutlaştırılmaları, bir yaratılmışın evrimsel doğası ile birlikte bir Yaratan’ın kutsal doğasını bütünleştirme, gerçekte bir bütün haline getirmektedir. Yüce, hem yaratılmış hem de yaratandır; onun bu türden varlığının olasılığı, Ebedi Evlat ve kendisinin eş güdüm halindeki ve kendisine bağlı Evlatlar’ın bahşedilme eylemleri tarafından açığa çıkarılmıştır. Mikâiller ve Avonallar olarak, evlatlığın bahşedilme düzeyleri mevcut bir biçimde;, evrimsel dünyalar üzerinde mevcut yaratılmış yaşamın yaşanmasıyla kendilerinin hale gelen içten özgün yaratılmış doğalarıyla kutsal doğalarını derinleştirmektedir. Kutsallık insanlık haline geldiğinde, bu ilişki içinde içkin olan şey, insanlığın kutsallık haline gelebilme olasılığıdır.
116:3.4 (1271.2) 3. İlk Kaynak ve Merkez’in ikamet eden mevcudiyetleri. Akıl, enerji tepkileri ile birlikte ruhaniyetsel nitelikteki sebep olucuları birleştirmektedir; bahşedilme hizmeti, yaratılmış yükselişleri ile kutsallık alçalışlarını birleştirmektedir; ve, Kâinatın Yaratıcısı’nın ikamet eden nüveleri mevcut bir biçimde, Cennet üzerindeki Tanrı ile evrimsel yaratılmışları bütünleştirmektedir. Orada, kişililerin sayısız düzeylerinde ikamet eden Yaratıcı’nın benzer birçok mevcudiyeti bulunmaktadır; ve, fani insan içinde Tanrı’nın bu kutsal nüveleri, Düşünce Düzenleyicileri’dir. Cennet Kutsal Üçlemesi Yüce Varlık için ne ise, Gizem Görüntüleyicileri insan varlıkları için o anlama gelmektedir. Düzenleyiciler, mutlak temellerdir; ve, mutlak temeller üzerinde özgür irade tercihi, Yüce olan Tanrı içindeki İlahiyat doğası olarak, insanın durumunda kesinlik unsur doğası biçimindeki ebedi son doğasının kutsal gerçekliğinin evrimleşmesine sebebiyet verebilir.
116:3.5 (1271.3) Evlatlığın Cennet düzeylerine ait yaratılmış bahşedilişleri, evren yaratılmışlarının mevcut doğasını alarak kişiliklerini zenginleştirmek amacıyla bu kutsal Evlatlar’ı yetkin hale getirirken; bu türden bahşedilmişlikler hataya yer bırakmayan bir biçimde yaratılmışlara, kendileri içinde kutsallığa erişimin Cennet doğrultusunu açığa çıkarırlar. Kâinatın Yaratıcısı’nın Düzenleyici bahşedilmişlikleri kendisini, özgür tercihe sahip irade yaratılmışlarına ait kişilikleri kendisine çekmeye yetkin hale getirir. Ve, sınırlı evrenlerde tüm bu ilişkiler boyunca Bütünleştirici Bünye, vasıtasıyla bu etkinliklerin gerçekleştiği, akıl hizmetinin en başından beri mevcut kaynağıdır.
116:3.6 (1271.4) Bu ve diğer başka biçimlerde, Cennet İlahiyatları; mekânın çevreleyen gezegenleri üzerinde gerçekleşimlerinde bulunurken ve tüm evrimin Yüce kişiliği sonucunun ortaya çıkışıyla sonuçlanırken, zamanın evrimlerine katkıda bulunmaktadırlar.
116:4.1 (1271.5) Yüce Bütünlük’ün birliği, sınırlı kısımların ilerleyici bütünleşimine bağlıdır; Yüce’nin gerçeklişimi — evrenlerin yaratanları, yaratılmışları, usları ve enerjileri olarak — yüceliğin etkenlerinin tam da bu bütünleşimlerinin sonucu, ve onun ürünüdür.
116:4.2 (1272.1) İçinde Yücelik’in egemenliğinin zaman gelişimi sürecinden geçtiği bu çağlar boyunca, Yüce’nin her-şeye-gücü-yeten gücü Yedi Katmanlı Tanrı’nın kutsallık eylemlerine bağlı iken; Yedi Üstün Ruhaniyet olarak sahip oldukları başat kişilikleri ile birlikte Yüce Varlık ve Bütünleştirici Bünye arasında özellikle yakın bir ilişkinin mevcut olduğu görünmektedir. Bütünleştirici Bünye olarak Sınırsız Ruhaniyet, evrimsel İlahiyat’ın tamamlanmamışlığını telafi eden ve Yüce ile oldukça yakın ilişkileri sürekli olarak yerine getiren birçok biçimde faaliyet göstermektedir. İlişkinin bu yakınlığı belirli bir düzeyde, Üstün Ruhaniyetler’in tümü tarafından paylaşılır; ancak, Yüce için konuşan özellikle Yedinci Üstün Ruhaniyet’dir. Bu Üstün Ruhaniyet, kişisel ilişki içinde olan biçimde — Yüce’yi tanımaktadır.
116:4.3 (1272.2) Yaratımın aşkın-evren düzenin tasarlanışında öncül bir biçimde Üstün Ruhaniyetler, kırk dokuz Yansıtıcı Ruhaniyet’in ortak yaratımında kökensel Kutsal Üçleme’ye katılmışlardır; ve, Yüce Varlık eş zamanlı bir biçimde, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin ve Cennet İlahiyatı’nın yaratıcı çocuklarının bütünleşmiş eylemlerinin sonuçlandırıcısı olarak yaratıcı bir biçimde faaliyet göstermişti. Majeston ortaya çıkmış, ve, bu andan itibaren Yüce Varlık’ın kâinat mevcudiyetini odaklaştırmıştır; bunun karşısında, Üstün Ruhaniyetler, kâinatsal aklın uçsuz bucaksız hizmeti için kaynak-merkezleri olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
116:4.4 (1272.3) Ancak, Üstün Ruhaniyetler, Yansıtıcı Ruhaniyetler’in yüksek denetim görevlerine devam etmektedirler. Yedinci Üstün Ruhaniyet (merkezi evrenden gerçekleştirdiği bütüncül Orvonton yüksek denetimi bakımından), Uversa üzerinde konumlanmış yedi Yansıtıcı Ruhaniyet ile kişisel iletişim (ve onların üst-denetimi) içindedir. Aşkın-evren için ve onlar arası deneyimleri ve idareleri içinde o, her aşkın-evren başkenti üzerinde konumlanmış kendi türüne ait Yansıtıcı Ruhaniyetler ile yansıtıcı iletişim içindedir.
116:4.5 (1272.4) Bu Üstün Ruhaniyetler, Yücelik’in egemenliğinin yalnızca destekleyicileri ve derinleştiricileri değillerdir; onlar, aynı zamanda, Yüce’nin yaratıcı amaçları tarafından sonuçsal biçimde etkilenmekte olan konumda bulunmaktadırlar. Genellikle, Üstün Ruhaniyetler’in ortak yaratımları, (güç idarecileri ve benzerleri gibi) maddesel görünümlü ama gerçekte olmayan düzeye aitken; onların bireysel yaratılmışları, (birincil yüksek melekler ve benzerleri gibi) ruhsal düzeye aittirler. Ancak, Üstün Ruhaniyetler ortaklaşa bir biçimde, Yüce Varlık’ın iradesi ve amacına karşılık olarak Yedi Döngü Ruhaniyeti’ni ortaya çıkardıklarında, bu yaratıcı eylemin doğumunun ruhsal olduğu, maddi veya yalnızca görünüşte maddi olmadığı, belirtilmelidir.
116:4.6 (1272.5) Ve, aşkın-evrenlerin Üstün Ruhaniyetleri ile olduğu gibi, Zamanın Ataları olarak — bu yaratılmış-ötesi unsurların üçlü birlikleri aynı gerçeklik söz konusudur. Zaman ve mekân içindeki Kutsal Üçleme adalet-yargının bu kişilikleşmeleri; zaman ve mekânın nüfuz alanları içinde kutsal-üçlemesel egemenliğin evrimi için yedi katmanlı odak noktaları olarak hizmet veren bir biçimde, Yüce’nin her-şeye-gücü-yeten gücünü harekete geçirmek için ana dayanak noktalarıdır. Cennet ve evrimleşen dünyalar arasında bulunan ortadaki konumlarından bu Kutsal Üçleme-kökenli egemenler; iki yollu olup, iki yolu da bilmekte ve onları eş güdümsel hale getirmektedir.
116:4.7 (1272.6) Ancak, yerel evrenler; kâinatsal olarak toplandığında, Yüce’nin deneyim içinde ve onun vasıtasıyla ilahiyat evrimini üzerinde elde ettiği mevcut temeli oluşturan akıl deneyimlerinin, gök adasal serüvenlerin, kutsallık gerçekleşimlerinin ve kişilik ilerlemelerinin denendiği gerçek laboratuarlardır.
116:4.8 (1272.7) Yerel evrenler içinde, Yaratanlar bile evirilmektedir: Bütünleştirici Bünye’nin mevcudiyeti, bir yaşayan güç odağından, bir Evren Ana Ruhaniyeti’nin kutsal kişiliğinin düzeyine evrilir; Yaratan Evlat, var oluşsal Cennet kutsallığının doğasından, yüce egemenliğin deneyimsel doğasına evrilir. Yerel evrenler; gelecekte olacakları benliklerinin ortak yaratanları haline gelmek için özgür irade tercihi ile donatılmış özgün nitelikteki kusursuz olmayan kişiliklerin verimli toprakları biçiminde, gerçek evrimin başlangıç noktalarıdır.
116:4.9 (1273.1) Evrimsel dünyalara olan bahşedilişlerinde Hakimane Evlatlar nihai bir biçimde, maddi insan doğasının en yüksek ruhsal değerleri ile olan deneyimsel bütünleşme içinde Cennet kutsallığını yansıtan doğaları elde ederler. Ve, bu ve diğer bahşedilmeler vasıtasıyla, Mikâil Yaratıcıları benzer bir biçimde, mevcut yerel evren çocuklarına ait doğaları ve kâinatsal bakış açılarını elde ederler. Bu tür Üstün Yaratan Evlatları, alt-yüce deneyimin tamamlanışına yaklaşırlar; ve, onların yerel evren egemenliği, ilişkili Yaratıcı Ruhaniyetleri içine alacak bir biçimde genişlediğinde, onun, evrimsel asli evrenin mevcut potansiyelleri içinde yüceliğin sınırlarına yaklaşmakta olduğu söylenebilir.
116:4.10 (1273.2) Bahşedilme Evlatları, insanın Tanrı’yı bulması için yeni yolları açığa çıkardığında, kutsallık erişiminin bu doğrultularını yaratmamaktadırlar; bunun yerine onlar, Yüce’nin mevcudiyetinden geçerek Cennet Yaratıcısı’nın bireyine götüren ilerleyişin sonsuza kadar sürecek olan ana yollarını aydınlatmaktadırlar.
116:4.11 (1273.3) Yerel evren; Tanrı’dan en uzak olan ve böylece, kendilerinin ortak-yaratımında deneyimsel katılımın en yüksek düzeyini elde edebilecek yetkinlikteki, evren içindeki ruhsal yükselişin en büyük aşamasını deneyimleyebilecek kişilikler için başlangıç noktasıdır. Aynı yerel evrenler benzer bir biçimde; aracılığıyla, Cennet yükselişi evrimleşen bir yaratılmış için ne ise onlar için aynı derecede anlamlı olan bir şeyi elde eden alçalış kişilikleri için olası en derin deneyimi sağlamaktadır.
116:4.12 (1273.4) Fani insanın; bu süreç içinde bu kutsallık topluluğu Yüce içinde sonuçlanırken, Tanrı’nın bütüncül faaliyeti için gerekli olduğu görünmektedir. Yüce’nin her-şeye-gücü-yeten gücünün evrimi için eşit düzeyde gerekli olan evren kişiliklerinin diğer birçok düzeyi bulunmaktadır; ancak, bu tasvir insan varlıklarının eğitimi için sunulmuş olup, bu nedenle fazlasıyla, fani insan ile ilişkili konumda bulunan Yedi Katmanlı Tanrı’nın evrimi içinde etkin konumda bulunan bahse konu etkenlerle sınırlıdır.
116:5.1 (1273.5) Sizlere, Yedi Katmanlı Tanrı ile Yüce Varlık arasındaki ilişkinin eğitimi verilmiştir; ve, sizler mevcut aşamada, düzenleyicilere ek olarak asli evrenin yaratıcılarını içine alan Yedi Katmanlı’yı tanımalısınız. Bu asli evrenin bu yedi katmanlı düzenleyicileri şu unsurlardan meydana gelmektedir:
116:5.2 (1273.6) 1. Üstün Fiziksel Düzenleyiciler.
116:5.3 (1273.7) 2. Üstün Güç Merkezleri.
116:5.4 (1273.8) 3. Üstün Güç Yöneticileri.
116:5.5 (1273.9) 4. Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce.
116:5.6 (1273.10) 5. Sınırsız Ruhaniyet olarak — Eylem olarak Tanrı.
116:5.7 (1273.11) 6. Cennet Adası.
116:5.8 (1273.12) 7. Kâinatın Yaratıcısı olarak — Cennetin Kaynağı.
116:5.9 (1273.13) Bu yedi topluluk; işlevsel bir biçimde Yedi Katmanlı Tanrı’dan ayrılamaz nitelikte olup, bu İlahiyat ilişkileminin fiziksel-denetim düzeyini oluşturur.
116:5.10 (1273.14) Enerji ve ruhaniyetin (Ebedi Evlat ve Cennet Adası’nın ortak mevcudiyetinden kaynaklanan biçimde) farklı kollara olan ayrılışı; Yedi Üstün Ruhaniyet bütüncül bir biçimde ortak yaratımının ilk eylemlerine katıldıklarında, aşkın-evren düzleminde simgelenmişti. Bu gelişme, Yedi Üstün Güç Yöneticisi’nin ortaya çıkışına tanıklık etti. Bununla eş zamanlı olarak, Üstün Ruhaniyetler’in ruhsal döngüleri karşıt bir biçimde, güç yönetici yüksek denetimine ait fiziksel etkinliklerden farklılaştı; ve, doğrudan bir biçimde kâinatsal akıl, madde ve ruhaniyeti eş güdümsel hale getiren yeni bir etken olarak ortaya çıktı.
116:5.11 (1274.1) Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce, asli evrenin sahip olduğu fiziksel gücünün üst-denetimcisi olarak evirilmektedir. Mevcut evren çağı içerisinde, fiziksel gücün bu potansiyeli; güç merkezlerinin sabit yerleşkeleri boyunca ve fiziksel denetleyicilerin hareketli mevcudiyetleri aracılığıyla faaliyet gösteren Yedi Yüce Güç Yöneticisi içinde merkezi olarak konumlanan bir görünüme sahiptir.
116:5.12 (1274.2) Zaman evrenleri kusursuz değildir; kusursuzluk onların nihai sonudur. Kusursuzluğun mücadelesi, yalnızca ussal ve ruhsal düzeyler ile ilgili değil, aynı zamanda enerji ve kütlenin fiziksel düzeyini de içine alır. Yedi aşkın-evrenin ışık ve yaşam içinde istikrara kavuşması, onların fiziksel istikrara olan erişimi anlamına gelmektedir. Ve, maddi dengenin bu nihai erişiminin, Her-Şeye-Gücü-Yeten’in fiziksel denetiminin tamamlanmış evrimine işaret edeceğinin yorumunda bulunulmaktadır.
116:5.13 (1274.3) Evren inşasının öncül dönemlerinde Cennet Yaratıcıları bile, başat bir biçimde, maddi denge ile ilgilidir. Bir yerel evrenin işleyiş biçimi, yalnızca güç merkezlerinin etkinliklerinin bir sonucu olarak değil, aynı zamanda Yaratıcı Ruhaniyet’in mekân mevcudiyetiyle şekillenmektedir. Ve, yerel evren inşasının bu öncül çağları boyunca Yaratan Evlat, maddi denetimden çok küçük ölçekte anlayan niteliği sergilemektedir; ve, o, yerel evrenin bütüncül dengesi kurulana kadar baş merkez gezegeninden ayrılmamaktadır.
116:5.14 (1274.4) Son kertede, enerjinin tümü akla karşılık vermektedir; ve, fiziksel düzenleyiciler, Cennet işleyiş biçiminin etkinleştiricisi olan akıl Tanrısı’nın çocuklarıdır. Güç yöneticilerinin usu, aralıksız bir biçimde, maddi denetimi sağlama görevine adanmış konumdadır. Enerjinin ilişkileri ve kütlenin hareketleri üzerinde onların verdiği fiziksel üstünlük mücadelesi, hiçbir zaman; sahip oldukları eylemin nüfuz alanları haline gelen, enerjilerin ve kütlelerin üzerinde sınırlı zaferi elde edinceye kadar sonlanmaz.
116:5.15 (1274.5) Zaman ve mekânın ruhaniyet mücadeleleri, (kişisel nitelikteki) aklın aracılığıyla madde üzerindeki ruhaniyet üstünlüğünün eylemi ile ilgilidir; evrenlerin (kişisel-olmayan nitelikteki) fiziksel evrimi, ruhaniyet üst-denetimine tabi olan aklın denge kavramsallaşmaları ile kâinatsal enerjiyi uyumlu hale getirmeye ilgilidir. Bütün asli evrenin bütüncül evrimi, enerji-denetleyen akıl ile ruhaniyet-eş güdümündeki usun kişilik birleşiminin bir durumudur; ve, bu evrim, Yüce’nin her-şeye-gücü-yeten gücünün tamamiyle gerçekleşecek olan ortaya çıkışında açığa çıkarılacaktır.
116:5.16 (1274.6) Dinamik dengenin bir düzeyine ulaşmadaki zorluk, büyüyen kâinatın gerçekliği içerisinde içkindir. Fiziksel yaratımın oluşturulmuş döngüleri, yeni enerjinin ve yeni kütlenin ortaya çıkışı tarafından sürekli olarak tehlike altına girmektedir. Büyüyen bir evren, istikrarsız bir evrendir; bu nedenle, kâinatsal bütünlüğün onu oluşturan hiçbir parçası gerçek istikrarı, zamanın tamamı yedi üstün-evrenin maddi tamamlanışına tanık olmadan, bulamaz.
116:5.17 (1274.7) Yaşam ve ışık içinde istikrara kavuşturulmuş evrenlerde, büyük öneme sahip beklenmeyen nitelikte hiçbir fiziksel olay bulunmaz. Maddi yaratım üzerinde göreceli bütüncül denetim, elde edilmiştir; hala, istikrara kavuşturulmuş evrenler ile evrim halindeki evrenler arasındaki ilişkinin içerdiği sorunlar, Evren Güç Yöneticileri’nin yeteneğini zorlamaktadır. Ancak, bu sorunlar kademeli olarak, asli evren evrimsel dışavurumun sonuçlanışına yaklaştıkça yeni yaratıcı etkinliğin azalışıyla birlikte ortadan kaybolacaktır.
116:6.1 (1275.1) Evrimsel aşkın-evrenlerde, enerji-maddesi; aklın aracılığıyla ruhaniyetin üstünlük için mücadele verdiği yer olan kişilik dışında, baskın konumdadır. Evrimsel evrenlerin hedefi; akıl vasıtasıyla enerji-maddesinin bağlı kılınması, ruhaniyet ile aklın eş güdüm altına alınması, ve, tüm bunların kişiliğin yaratıcı ve bütünleştirici mevcudiyeti sayesinde gerçekleştirilişidir. Böylelikle, kişilik ile ilişkili bir biçimde, fiziksel sistemler bağımlı hale; akıl, eş güdümsel hale; ve, ruhaniyet yöntemleri yönlendirici hale gelir.
116:6.2 (1275.2) Güç ve kişiliğin bu birlikteliği, Yüce içinde ve onun bireyi olarak ilahiyat düzeylerinde dışa vurulan niteliktedir. Ancak, ruhaniyet baskınlığının mevcut evrimi, asli evrene ait Yaratan ve yaratılmışların özgür irade eylemlerine bağlı olan bir büyümedir.
116:6.3 (1275.3) Mutlak düzeylerde, enerji ve ruhaniyet bir tekdir. Ancak, bu tür mutlak seviyelerden ayrılık gerçekleştiği an, farklılık ortaya çıkmakta, ve, Cennet’den uzay yönünde gerçekleşen enerji ve ruhaniyet hareketiyle, onların arasındaki uçurum yerel evrenler oldukça ayrık konuma gelene kadar genişler. Onlar artık, özdeş değillerdir; ne de onlar, birbirlerine benzemektedirler; ve, akıl, onları karşılıklı olarak ilişkilendirmek için aracı olmak zorundadır.
116:6.4 (1275.4) Denetleyici kişiliklerinin eylemi tarafından enerjinin yönlendirebilmesi, enerjinin akıl eylemine olan karşılık verebilirliğini açığa çıkarmaktadır. Kütlenin bu aynı denetleyici unsurların eylemi vasıtasıyla kütlenin istikrara kavuşturulabilirliliği; maddenin, aklın sahip olduğu düzen-yaratan mevcudiyetine karşılık verebilirliğine işaret etmektedir. Ve, özgür iradesel kişilik içindeki bu ruhaniyetin kendisinin, akıl vasıtasıyla enerji-maddesi üzerindeki üstünlüğü amaçlayabilmesi; sınırlı yaratımın tümünün potansiyel bütünlüğünü göstermektedir.
116:6.5 (1275.5) Kâinat âlemlerinin tümü boyunca tüm kuvvet ve kişiliklerin, birbirlerine olan karşılıklı bir bağlılığı bulunmaktadır. Yaratan Evlatlar ve Yaratıcı Ruhaniyetler, evrenlerin düzenlenişinde güç merkezleri ve fiziksel denetleyicilerin eş güdümsel işlevine bağlıdırlar; Üstün Güç Yöneticileri, Üstün Ruhaniyetler’in üst-denetimi olmadan tamamlanmamış konumda bulunmaktadırlar. Bir insan varlığı içinde fiziksel yaşamın işleyiş biçimi kısmi olarak, (kişisel nitelikteki) aklın emirlerine karşılık veren konumdadır. Bahse konu tam da bu akıl, bunun karşılığında, amaçsal ruhaniyetin yönlendirişleri tarafından baskın hale gelebilir; ve, bu türden evrimsel gelişimin sonucu, kâinatsal gerçekliğin birkaç türünün yeni bir kişisel birleşimi olarak Yüce’nin yeni bir çocuğunun yaratımıdır.
116:6.6 (1275.6) Ve, parçalar ile nasıl gerçekleşiyorsa, aynı durum bütünlük içinde aynıdır; Yücelik’in ruhaniyet kişisi, İlahiyat’ın tamamlanışını elde etmek ve Kutsal Üçleme ilişkileminin nihai sonuna erişmek için Her-Şeye-Gücü-Yeten’in evrimsel gücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu çaba, zaman ve mekânın kişilikleri tarafından verilir, ancak, bu çabanın sonuçlanışı ve tamamlanışı Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin eylemidir. Ve, bütünün büyümesi bu şekilde, onu oluşturan parçaların ortak büyümesinin bir bütünleşimi iken; parçaların evriminin, bütünün amaçsal büyümesinin bölünmüş birimleşmiş bir yansıması olduğu çıkarımı eşit bir biçimde yapılmalıdır.
116:6.7 (1275.7) Cennet üzerinde, monota ve ruhaniyet — isimleri dışında ayrılamaz nitelikte bulunarak — bir tek haldedir. Havona içinde, madde ve ruhaniyet; her ne kadar ayrılabilen bir biçimde farklı olsa da, aynı zamanda içkin bir biçimde uyum halindedir. Yedi aşkın-evren içinde, buna rağmen, büyük ayrılık bulunmaktadır; kâinatsal enerji ve kutsal ruhaniyet arasında derin bir uçurum bulunmaktadır; bu nedenle, ruhsal amaçlar ile fiziksel işleyiş biçimini uyumlaştırmada ve nihai olarak bütünleştirmede akıl eylemi için büyük bir deneyimsel potansiyel bulunmaktadır. Mekânın zaman-evrimleşen evrenleri içinde; kutsallığın daha büyük bir sınırlanışı, çözülmesi daha zor sorunlar ve çözümleri içinde deneyimi elde etmenin daha geniş çaplı imkânı bulunmaktadır. Ve, bu bütüncül aşkın-evren durumu; içinde, kâinatsal deneyimin olasılığının — Yüce İlahiyat’a bile varan bir biçimde — yaratılmış ve Yaratan’a eşit bir biçimde mümkün kılındığı evrimsel mevcudiyetin daha büyük bir düzlemini hayata geçirmektedir.
116:6.8 (1276.1) Mutlak düzeyler üzerinde varoluşsal nitelikte bulunan ruhaniyetin baskınlığı, sınırlı düzeyler üzerinde ve yedi aşkın-evren içinde evrimsel bir deneyim haline gelmektedir. Ve, bu deneyim, fani insandan Yüce Varlık’a olarak herkes tarafından eşit bir biçimde paylaşılmaktadır. Herkes, kişisel bir biçimde, kazanım için uğraş vermektedir; herkes, kişisel bir biçimde, nihai sona katılmaktadır.
116:7.1 (1276.2) Asli evren yalnızca, fiziksel ihtişamın, ruhani ulviliğin ve ussal enginliğin bir maddi yaratımı değildir; o aynı zamanda, muazzam ve karşılık veren bir yaşayan organizmadır. Orada, capcanlı kâinatın engin yaratımının sahip olduğu işleyiş biçimi boyunca atan mevcut bir yaşam bulunmaktadır. Evrenlerin fiziksel gerçekliği, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin algılanabilen gerçekliğinin simgesidir; ve, aynı süreç içerisinde insan bedeni sinirsel duyu yollarının bir ağı tarafından kat edilirken, bu maddi ve yaşayan organizmaya ussal döngüler katılmaktadır. Aynı süreç içerisinde insan bedeni beslenmenin çözünebilen enerji ürünlerinin dolaşımsal dağıtımı tarafından beslenirken ve enerji kazandırılırken, bu fiziksel evren maddi yaratımı verimli bir biçimde etkinleştiren enerji hatları tarafından kaplanmaktadır. Uçsuz bucaksız evren, insan bedeninin hassas kimyasal-denetim sistemi ile karşılaştırılabilecek muazzam üst-denetimin eş güdümsel hale getiren bu merkezlerinden yoksun değildir. Ancak, eğer siz bir güç merkezinin bedensel yapısı hakkında herhangi bir şeyi biliyor olsaydınız, bizler sizlere, benzetme sanatını kullanarak, fiziksel evren hakkında çok daha fazla şeyi söyleyebilirdik.
116:7.2 (1276.3) Yaşamın idaresi için faniler ne kadar fazla güneş enerjisine ihtiyaç duyarlarsa, aynı şekilde asli evren, mekânın maddi etkinliklerini ve kâinatsal hareketlerini idare etmek için alt Cennet’den hatasız enerjilere bağlıdır.
116:7.3 (1276.4) Kimliğin ve kişiliğin öz bilincine aracılığıyla varacakları, akıl fanilere verilmiştir; ve, akıl, bir Yüce Akıl olarak bile — kâinatın bu ortaya çıkan kişiliğinin sahip olduğu ruhaniyet aracılığıyla sürekli olarak enerji-maddesi üzerinde gerçekleşecek üstünlüğü arzuladığı, sınırsızın bütünlüğü üzerine bahşedilmiştir.
116:7.4 (1276.5) Aynı süreçte asli evren, zaman ve mekânın sınırlı kâinatına ait tüm yaratılmışların ebedi ruhsal değerlerinin kâinatsal nitelikteki maddi-ötesi bütünleşimi olarak, Ebedi Evlat’ın uçsuz bucaksız çekim etkisine karşılık verirken, fani insan ruhani rehberliğe karşılık veren niteliktedir.
116:7.5 (1276.6) İnsan varlıkları; ikamet eden Düşünce Düzenleyicileri ile olan bütünleşme olarak — bütüncül ve yok olmaz evren gerçekliği ile sonsuza kadar sürebilecek benliksel özdeşleşimi gerçekleştirmeye yetkindir. Benzer bir biçimde Yüce sonsuza kadar sürecek bir biçimde, Cennet Kutsal Üçlemesi olarak Kökensel İlahiyat’ın mutlak istikrarına bağlıdır.
116:7.6 (1276.7) Tanrı-erişim arzusu olarak insanın Cennet kusursuzluğu için dürtüsü; yalnızca ölümsüz bir ruhun evrimi tarafından çözülebilecek yaşayan kâinat içinde gerçek bir kutsallık gerilimi yaratmaktadır; bu, tek bir fani yaratılmışın deneyimi içinde gerçekleşen şeydir. Ancak, asli evren içinde bütün yaratılmışlar ve bütün Yaratanlar benzer bir biçimde Tanrı-erişimini ve kutsal kusursuzluğu arzuladıklarında; yalnızca, Yüce Yaratan olarak tüm yaratılmışların evrim halindeki Tanrısı’nın ruhaniyet bireyi ile her-şeye-gücü-yeten gücün ulvi bileşimi içinde giderilebilecek derin bir kâinatsal gerilim birikimi bulunmaktadır.
116:7.7 (1277.1) [Bu anlatım, Urantia üzerinde geçici olarak ikamet eden bir Kudretli İletici tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
117. Makale
117:0.1 (1278.1) MEVCUDİYETİMİZ’e sahip olduğumuz her ne evren konumu içinde olursa olsun Tanrı’nın iradesini yerine getirmemiz ölçüsünde, Yüce’nin her-şeye-gücü-yeten potansiyeli o kadar bir adım daha mevcut hale gelmektedir. Tanrı’nın iradesi; Üç Mutlaklık içinde potansiyel hale geldiği, Ebedi Evlat içinde kişilikleştiği, Sınırsız Ruhaniyeti içinde evren eylemi için bir araya geldiği ve Cennet’in sonsuza kadar süren işleyiş biçimleri içinde ebedileştiği halde, İlk Kaynak ve Merkez’in amacıdır. Ve, Yüce olan Tanrı, Tanrı’nın bütüncül iradesinin en yüksek sınırlı dışavurumu haline gelmektedir.
117:0.2 (1278.2) Eğer tüm asli evren unsurları Tanrı’nın iradesini bütüncül bir biçimde gerçekleştirmeye göreceli olarak erişmiş olsalardı, bunun sonucunda, zaman-mekân yaratılmışları ışık ve yaşam altında istikrara kavuşmuş hale gelir, ve bunun sonrasında, Yücelik’in ilahiyat potansiyeli olan Her-Şeye-Gücü-Yeten, Yüce olan Tanrı’nın kutsal kişiliğinin ortaya çıkışında gerçeksel hale gelirdi.
117:0.3 (1278.3) Bir evrimleşen akıl kâinatsal aklın döngülerine uyumlu hale geldiğinde, bir evrimleşen evren merkezi evrenin işleyiş biçimine uygun olarak istikrara kavuştuğunda, bir ilerleyen ruhaniyet Üstün Ruhaniyetler’in bütünleşmiş hizmetiyle iletişim kurduğunda, bir yükseliş fani kişiliği nihai bir biçimde ikamet eden Düzenleyici’nin kutsal yönlendirişine uyumlu hale geldiğinde, bunun sonrasında Yücelik’in kutsallığı, kâinatsal gerçekleşime doğru bir adım daha ilerler.
117:0.4 (1278.4) Asli evrenin kısımları ve bireyleri Yüce’nin bütüncül evriminin bir yansıması olarak evrilirken, Yüce karşılığında, asli evren evriminin bütününün bileşimsel nitelikteki sonuçsal toplamıdır. Fani bakış açısından, her ikisi de evrimsel ve deneyimsel karşılık unsurlarıdır.
117:1.1 (1278.5) Yüce; fiziksel uyumun güzelliği, ussal anlamın gerçekliği ve ruhsal değerin iyiliğidir. O, gerçek başarının yarattığı hoşluk ve sonsuza kadar süren kazanımın yarattığı neşedir. O; asli evrenin ruh-ötesi, sınırlı kâinatın bilinci, sınırlı gerçekliğin tamamlanışı ve Yaratan-yaratıcı deneyimin kişilikleşimidir. Tüm gelecek ebediyet boyunca Yüce olan Tanrı, İlahiyat’ın kutsal üçleme ilişkileri içinde özgür iradesel deneyimin gerçekliğini sesi olacaktır.
117:1.2 (1278.6) Yüce Yaratanlar’ın kişilerinde Tanrılar Cennet’den; içinde, Yaratıcı’nın arayışında Cennet-erişim yetkinliğine yükselebilecek yaratılmışları yaratmak ve onları evriltmek için, zaman ve mekânın nüfuz alanlarına inmiş halde bulunmaktadırlar. Alçalan konumdaki Tanrı-açığa çıkaran Yaratanlar’a ek olarak yükselen konumdaki Tanrı-arayan yaratılmışların bu evren ilerleyişi; ebedi ve kâinatsal kardeşliğin keşfi olan, içinde hem alçalış hem de yükseliş unsurlarının karşılıklı anlayışa eriştiği Yüce’nin İlahi evrimini açığa çıkaran niteliktedir. Yüce Varlık böylelikle, kusursuz-Yaratan nedenselliğinin deneyimi ile kusursuzlaşmakta-olan yaratılmış karşılığının sınırlı bileşimi haline gelir.
117:1.3 (1279.1) Asli evren, bütüncül bütünleşmenin olasılığını taşımakta, ve sürekli olarak ona ulaşmaya arzulamaktadır; ve, bu, bahse konu kâinatsal mevcudiyetin kâinatsal bütünlük olan Cennet Kutsal Üçlemesi’nin yaratıcı eylemleri ve güç emirlerinin bir sonucu olması gerçekliğinden doğmaktadır. Bu aynı kutsal-üçlemesel birlik; evrenler Kutsal Üçleme özdeşleşiminin en yüksek seviyesine ulaşırken, sahip olduğu gerçekliğin artan bir biçimde belirgin hale geldiği Yüce içindeki sınırlı kâinatta dışa vurulmaktadır.
117:1.4 (1279.2) Yaratan’ın iradesi ve yaratılmışın iradesi, niteliksel olarak farklıdır; ancak, onlar aynı zamanda, deneyimsel olarak ortak kökenden gelmektedir, zira yaratılmış ve Yaratan evren kusursuzluğuna erişimde iş birliğinde bulunabilir. İnsan; Tanrı ile irtibat halinde görevde bulunabilir, böylece, ebedi bir kesinlik unsurunu beraberce yaratabilir. Tanrı; aracılığıyla yaratılmış deneyimin yüceliğine eriştiği, sahip olduğu Evlatlar’ın vücutlaştırılımlarında insanlık olarak bile görevde bulunabilir.
117:1.5 (1279.3) Yüce Varlık içinde, sahip olduğu irade tek bir kutsal kişiliğin dışavurumu olan tek bir İlahiyat içinde bütünleşmiş haldedir. Ve, bahse konu bu süreçte Nebadon’un Üstün Evladı’nın sahip olduğu irade artık kutsallık ve insanlığın iradesinin bir bütünlüğünden daha fazla bir şey iken, Yüce’nin bu iradesi, hem yaratılmış hem de Yaratan’ın iradesinden daha fazla olan bir şeydir. Cennet kusursuzluğu ve zaman-mekân deneyiminin bu birliği, gerçekliğin ilahiyat düzeyleri üzerinde yeni bir anlam değerini açığa çıkarmaktadır.
117:1.6 (1279.4) Yüce’nin evrimleşen kutsal doğası, asli evren içindeki tüm yaratılmışların ve tüm Yaratanlar’ın sahip olduğu benzersiz deneyimin aslına uygun bir temsili haline gelmektedir. Yüce’de, yaratıcılık ve yaratılmışlık bir bütündür; onlar, kusursuzluğunkine ek olarak ve tamamlanmamışlığın zincirlerinden özgürleşmenin arayışı içinde ebedi yolu amaç edinirken, tüm sınırlı yaratılmışın başına gelen çok katmanlı sorunların çözümünün beraberinde getirdiği iniş ve çıkışlardan doğmuş deneyimle, sonsuza kadar bütünleşmiş halde bulunmaktadır.
117:1.7 (1279.5) Gerçeklik, güzellik ve iyilik; Ruhaniyet’in hizmetinde, Cennet’in ihtişamında, Evlat’ın bağışlayışında ve Yüce’nin deneyimi içerisinde ortak ilişki halindedir. Yüce olan Tanrı gerçekliğin, güzelliğin ve iyiliğin tam da kendisidir; zira kutsallığın bu kavramsallaşmaları, ideal nitelikteki deneyimin sınırlı düzeydeki en yüksek değerlerini yansıtmaktadır. Kutsallığın bu üçlü-birlik niteliklerine ait ebedi kaynaklar, sınırlılık-ötesi düzeylerdedir; ancak, bir yaratılmış ancak, gerçeklik-ötesi, güzellik-ötesi ve iyilik-ötesi gibi bu tür kaynaklar üzerinde düşüncelere sahip olabilir.
117:1.8 (1279.6) Bir yaratan olarak Mikâil, dünyasal çocukları için Yaratan Yaratacısı’nın kutsal sevgisini dışa vurmuştu. Ve, bu kutsal şefkati keşfederek ve onu alarak insanlar, beden içindeki kardeşlerine bu derin sevgiyi açığa çıkarmayı amaç edinebilirler. Bu tür yaratılmış şefkati, Yüce’nin sevgisinin gerçek yansımasıdır.
117:1.9 (1279.7) Yüce, eş bir biçimde kapsayıcıdır. İlk Kaynak ve Merkez üç büyük Mutlak içinde potansiyel; Cennet, Evlat ve Ruhaniyet içinde mevcuttur; ancak, Yüce, yaratılmış çabasına ve Yaratan amacına eşit bir biçimde karşılık veren nitelikte, kişisel yüceliğin ve her-şeye-gücü-yeten gücün bir varlığı olarak, hem mevcut hem de potansiyeldir; o, evren üzerinde kendi başına hareket edip, onun bütünlüğüne kendi başına karşılık göstermektedir; ve, o, tek seferde ve aynı anda yüce yaratan ve yüce yaratılmıştır. Yüceliğin İlahiyatı böylelikle, sınırlılığın bütünlüğünün bütüncül toplamının dışavurumudur.
117:2.1 (1280.1) Yüce, zaman-içindeki-Tanrı’dır; onunki, zaman içindeki yaratılmış büyümesinin sırrıdır; o aynı zamanda, tamamlanmamış şimdi üzerindeki üstünlük ve kusursuzlaşmakta olan geleceğin tamamlanışıdır. Ve, tüm sınırlı büyümenin nihai meyveleri: kişiliğin bütünleştirici ve yaratıcı mevcudiyeti sayesinde, ruhaniyet tarafından ve akıl aracılığıyla gerçekleştirilen denetlenmiş güçtür. Tüm bu büyümenin bütünleşen sonucu, Yüce Varlık’dır.
117:2.2 (1280.2) Fanı insan için, mevcudiyet büyümeye denktir. Ve, benzer bir biçimde, bu durum gerçekten de daha büyük olan kâinatsal açıdan bile, doğru görümdedir; zira, ruhaniyet-tarafından-yönlendirilmiş-mevcudiyet kesin bir biçimde, düzeyin derinleşimi olarak — deneyimsel büyüme ile sonuçlanan görünüme sahiptir. Bizler uzunca bir süredir, buna rağmen; mevcut evren çağındaki yaratılmış deneyimini tanımlayan mevcut büyümenin Yüce’nin bir işlevi olduğu görüşünü beslemiş bulunmaktayız. Bizler eşit bir biçimde; bu türden büyümenin Yüce’nin büyüme çağına özel bir durum olduğu, ve bu büyümenin Yüce’nin büyümesi ile sonlanacağı görüşüne sahibiz.
117:2.3 (1280.3) Kutsal-üçlemesel-hale-getirilmiş yaratılmış evlatların düzeyine bir bakın: Onlar, mevcut evren çağında doğmakta ve yaşamaktadır; onlar, akıl ve ruhaniyet donanımlarına ek olarak kişiliklere sahiptirler. Bu unsurlar, deneyimlere ve onlara ait hafızaya sahiptirler; ancak, onlar, yükseliş unsurları olarak büyümemektedirler. Her ne kadar mevcut evren çağı içinde bulunuyor olsalar da kutsal-üçlemesel-hale-getirilmiş bu yaratılmış evlatların gerçekte; Yüce’nin büyümesinin tamamlanışını takip edecek çağ olarak — bir sonraki çağa ait oldukları bizlerin inanışı ve anlayışıdır. Bu nedenle onlar, tamamlanmamışlılıktaki ve onun beraberinde getirdiği büyümedeki Yüce’nin mevcut düzeyi bakımından o Yüce içinde değildir. Böylelikle onlar; bir sonraki evren çağı için yedekte bekletilen bir biçimde, mevcut evren çağının deneyimsel büyümesin katılmayan niteliktedirler.
117:2.4 (1280.4) Kutsal Üçleme tarafından bütünleştirilmiş olan Kudretli İleticiler olarak benim ait olduğum düzey, mevcut evren çağının büyümesine katılmayan niteliktedir. Bir açıdan, bizler, gerçekten de Kutsal Üçleme’nin Hareketsiz Evlatları gibi, önceki evren çağıyla aynı düzeyde bulunmaktayız. Tek bir şey kesindir: Bizlerin düzeyi Kutsal Üçleme bütünleşimi tarafından sabitleştirilmiş olup, deneyim büyüme ile sonuçlanmamaktadır.
117:2.5 (1280.5) Bu durum; kesinlik unsurları veya Yüce’nin büyümesi sürecinin katılımcıları olan evrimsel ve deneyimsel düzeylerin hiçbiri için gerçeklik taşımamaktadır. Cennet erişimini ve kesinlik unsur düzeyini amaç edinebilecek olan mevcut anda Urantia üzerinde yaşayan siz faniler; bu türden bir nihai sonun yalnızca, siz Yüce içinde ve ona ait olduğunuz için, ve böylelikle Yüce’nin büyüme döngüsünün katılımcıları olduğunuz için, gerçekleştirilebilir olduğunu anlamalısınız.
117:2.6 (1280.6) Bir zaman içerisinde Yüce’nin büyümesinin sonunun yaşanacağı vakit gelecektir; onun düzeyi, (enerji-ruhaniyet bakımından) tamamlanmaya erişecektir. Yüce’nin evriminin bu sonlanışı, aynı zamanda, Yüceliğin bir parçası olarak yaratılmış evriminin sonuna şahit olacaktır. Dış uzayın evrenlerini ne tür büyümenin tanımlayacağını bilmemekteyiz. Ancak bizler onun; yedi aşkın-evrenin evrimine ait mevcut evren çağı içinde bulunan her şeyden çok farklı bir şeyin olacağından oldukça eminiz. Kuşkusuz bir biçimde; Yüce’nin büyümesinin bu mahrumiyeti için dış uzay unsurlarını telafi etmek, asli evrenin evrimsel vatandaşlarının faaliyeti olacaktır.
117:2.7 (1280.7) Mevcut evren çağının tamamlanışı üzerine mevcut olan bir biçimde Yüce Varlık, asli evrende deneyimsel bir egemen olarak faaliyet gösterecektir. Dış uzay unsurları — bir sonraki evren çağının vatandaşları olarak; Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin egemenliğine olan varsayımsal nitelikteki evrimsel erişimin bir yetkinliği olarak, böylece mevcut evren çağının güç-kişilik bileşimine olan yaratılmış katılımını dışarıda bırakan bir biçimde, bir aşkın-evren-sonrası büyüme potansiyeline sahiptir.
117:2.8 (1281.1) Böylelikle, Yüce’nin tamamlanmamışlığı; mevcut evrenlerin yaratılmış-yaratımının evrimsel büyümesini mümkün kıldığı için bir erdem olarak değerlendirilebilir. Yokluğun erdemi bulunmaktadır; zira o deneyimsel olarak doldurulabilir.
117:2.9 (1281.2) Sınırlı felsefe içinde en ilgi çekici sorulardan bir tanesi şudur: Yüce Varlık asli evrenin evrimine karşılık olarak mı gerçekleşmekte, yoksa, bu sınırlı kâinat Yüce’nin kademeli gerçekleşimine karşılık olarak mı evirilmektedir? Ya da, gelişimleri için onlar karşılıklı olarak birbirlerine bağlılar mıdır? Her birinin diğerinin büyümesini başlattığı biçimde evrimsel nitelikteki karşılık-eşleri midir? Bunların arasında biz şundan eminiz: yüksek düzeyde ve alt düzeyde olsun, yaratılmışlar ve evrenler, Yüce içerisinde evirilmektedirler; ve, onlar evrilirlerken, bu evren çağının bütüncül sınırlı etkinliğinin bütünleşmiş toplamı ortaya çıkmaktadır. Ve, bu; tüm kişilikler için, Yüce olan Tanrı’nın her-şeye-gücü-yeten gücünün evriminin görünümü olarak, Yüce Varlık’ın görünümüdür.
117:3.1 (1281.3) Yüce Varlık, Yüce olan Tanrı ve Her-Şeye-Gücü-Yeten olarak çeşitli biçimlerde adlandırılmış olan kâinatsal gerçeklik; tüm sınırlı gerçekliklerin ortaya çıkan fazlarının çok katmanlı ve kâinatsal bileşimidir. Ebedi enerji, kutsal ruhaniyet ve kâinatsal aklın uçsuz bucaksız çeşitlenişi; en yüksek düzeydeki sınırlı tamamlanışın ilahiyat düzeyleri üzerinde birey gerçekleşimi olarak, tüm sınırlı büyümenin bütünlüksel toplamı niteliğindeki Yüce’ye ait evrimle olan sınırlı sonuçlanışına erişir.
117:3.2 (1281.4) Yüce, mekânın gök adasal panoramasına somut olarak dönüşen üçlü ilahiyat birliklerinin yaratıcı sonsuzluğunun boyunca aktığı kutsal kanaldır; bu akımın karşısında, zamanın şu muhteşem kişilik draması ortaya çıkar: aklın aracılığı vasıtasıyla, enerji-maddesi üzerindeki ruhaniyet egemenliği.
117:3.3 (1281.5) İsa “Ben yaşayan yolum” dedi; ve, o, benlik bilincinin maddi düzeyinden Tanrı-bilincinin ruhsal düzeyine olan yaşayan yoldur. Ve, her nasıl o bireyden Tanrı’ya olan yükselişin yaşayan yolu ise, Yüce aynı şekilde, sınırlı bilinçten bilincin aşkınlığına olan, hatta absonit düzeyin kavrayışına kadar bile, yaşayan yoldur.
117:3.4 (1281.6) Sizlerin Yaratan Evladınız, gerçekte; İnsanın Evladı olarak Yeşu bin Yusuf’un gerçek insanlığından, sınırsız Tanrı’nın Evladı olarak Nebadonlu Mikâil’in Cennet kutsallığına kadar ilerleyişin bu evren yolunun bütüncül kat edilişini kişisel biçimde deneyimlediği için, insanlıktan kutsallığa olan bu türden bir yaşayan kanal olabilir. Benzer bir biçimde, Yüce Varlık, sınırlı sınırlılıkların aşkınlığına olan evren yaklaşımı olarak faaliyet gösterebilir; zira, o, tüm yaratılmış evriminin, ilerleyişinin ve ruhsallaşımının mevcut bedensel hali ve kişisel nitelikli simgesel bütünlüğüdür. Cennet’den gelen alçalış kişiliklerinin sahip olduğu asli evren deneyimleri bile; zamanın kutsal yolcularının sahip oldukları yükseliş deneyimlerinden oluşan onun bütünlüğünü tamamlar nitelikteki kendi deneyiminin bir parçasıdır.
117:3.5 (1281.7) Fani insan, mecazi anlamının ötesinde bir biçimde, Tanrı’nın imgesinde yaratılmıştır. Fiziksel bir bakış açıdan bu ifade neredeyse hiçbir şekilde doğru değildir; ancak, belirli evren potansiyellikleri baz alındığında bu mevcut bir gerçekliktir. İnan ırkı içerisinde evrimsel erişimin aynı dramının benzeri, kâinat âlemlerinin tümü içerisinde, çok daha büyük bir ölçekte, gerçekleştiği gibi adım adım yaşanmaktadır. Bir özgür iradesel kişilik olarak insan, Yüce’nin sınırlı potansiyelliklerinin mevcudiyeti içinde kişilik-dışı bir birim niteliğinde bir Düzenleyici ile irtibat halinde yaratıcı hale gelmektedir; ve, sonuç, bir ölümsüz ruhun filizlenişidir. Evrenler içinde zaman ve mekânın Yaratan Kişilikleri; Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kişilik-dışı ruhaniyeti ile faaliyet göstermekte olup, böylelikle, İlahiyat gerçekliğinin yeni bir güç potansiyelinin yaratıcısı haline gelmektedir.
117:3.6 (1282.1) Bir yaratılmış olarak fani insan tamı tamına, ilahiyat olan Yüce Varlık’a benzememektedir; ancak, insanın evrimi, bazı açılardan, Yüce’nin büyümesine benzemektedir. İnsan bilinçli bir biçimde, kendi kararlarının kuvveti, gücü ve kararlılığıyla maddi olandan ruhsal olana doğru büyür; o aynı zamanda, sahip olduğu Düşünce Düzenleyicisi ruhsal olandan aşağı yöndeki morontia ruh düzeylerine olan erişim için yeni yöntemler geliştirdikçe büyür; ve, bir kez daha ruh, kendi içinde ve kendi içerisinden büyümeye başlayan bir biçimde, mevcudiyetini kazanır.
117:3.7 (1282.2) Bu bir şekilde, Yüce Varlık’ın genişlemesine benzemektedir. Onun egemenliği, Yüce Yaratan Kişilikleri’nin eylemleri ve kazanımlarından başat bir biçimde temelini alarak büyümektedir; bu, asli evrenin yöneticisi olarak kendi gücünün ihtişamının evrimidir. Onun ilahi doğası benzer bir biçimde, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin mevcudiyet-öncesi birliğine bağlıdır. Ancak, orada hâlihazırda, Yüce olan Tanrı’nın evriminin başka bir yönü bulunmaktadır: O yalnızca, evirilmiş-Yaratan ve kökenini-Kutsal Üçleme’den-almış unsur değildir; o, aynı zamanda, kendisi-tarafından-evirilmiş ve kökenini-kendisinden-almış unsurdur. Yüce olan Tanrı’nın kendisi, kendi ilahiyat gerçekleşiminin yaratıcı katılımcısı olarak, bir özgür iradesel unsurdur. İnsan düzeyindeki morontiasal ruh benzer bir biçimde, kendisinin ölümsüzleşiminde ortak yaratıcı eş olarak, bir özgür iradesel unsurdur.
117:3.8 (1282.3) Yaratıcı, Cennet enerjileri üzerinde yapılan değişiklikte ve Yüce’ye olan bu karşılıkları mevcut kılmada Bütünleyici Bünye ile birlikte iş birliğinde bulunmaktadır. Yaratıcı; bir zaman zarfında Yüce’nin egemenliği ile sonuçlanacak eylemlere sahip olan Yaratan kişiliklerin üretiminde, Ebedi Evlat ile iş birliğinde bulunmaktadır. Yaratıcı; Yüce’nin tamamlanmış evriminin bu egemenliği üstlenmek için kendisini yetkin hale getirdiği ana kadar, asli evrenin yöneticileri olarak faaliyet göstermesi için Kutsal Üçleme kişiliklerinin yaratımında hem Yaratan hem de Ruhaniyet ile iş birliğinde bulunmaktadır. Yaratıcı, Yücelik’in evriminin gelişimi için bu ve diğer birçok biçimde kendisine ait İlahiyat ve İlahiyat-dışı yardımcı unsurları ile eş güdümde bulunmaktadır; ancak, o aynı zamanda, bu hususlarda tek başına faaliyet göstermektedir. Ve, onun yalnız gerçekleştirdiği faaliyet muhtemelen en iyi, Düşünce Düzenleyicileri ve onların ilişkili birimlerinin hizmetinde açığa çıkarılmaktadır.
117:3.9 (1282.4) İlahiyat; Cennet Kutsal Üçlemesi’nde varoluşsal, Yüce’de deneyimsel, ve fanilerde, Düzenleyici bütünleşimi içinde yaratılmış-tarafından-gerçekleştirilen nitelikte, bütünlüktür. Fani insan içindeki Düşünce Düzenleyicileri’nin mevcudiyeti, evrenin temel birliğini açığa çıkarmaktadır; zira, kâinat kişiliğinin olası en alt düzeydeki türü olarak insan, kendi bünyesi içerisinde en yüksek ve ebedi gerçekliğin mevcut bir nüvesini, hatta tüm kişiliklerin kökensel Yaratıcısı’nı, taşımaktadır.
117:3.10 (1282.5) Yüce Varlık; Cennet Kutsal Üçlemesi ile olan irtibatı sayesinde ve bu Kutsal Üçleme’nin yaratan ve idareci çocuklarının kutsallık başarılarının sonucunda büyümektedir. İnsanın ölümsüz ruhu, kendisine ait ebedi nihai sonu; Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kutsal mevcudiyeti ile ilişkilem vasıtasıyla ve insan aklının kişilik kararları uyarınca evirmektedir. Yüce olan Tanrı için Kutsal Üçleme ne ise, evrimleşen insan için Düzenleyici odur.
117:3.11 (1282.6) Mevcut evren çağı boyunca Yüce Varlık’ın; eylemin sınırlı olasılıklarının, zaman ve mekânın yaratıcı birimleri tarafından tümüyle denendiği durumlar haricinde, bir yaratan olarak doğrudan bir şekilde faaliyet göstermeye yetkin olmadığı görünmektedir. Bu kadar uzun evren tarihi boyunca bu tür bir istisna sadece bir kez gerçekleşmiştir; evren yansıması hususunda sınırlı eylemin olasılıkları tümüyle denendiğinde, bunun sonucunda Yüce, tüm öncül yaratan eylemlerinin yaratıcı sonuçlayıcısı olarak faaliyette bulunmuştu. Ve, bizler, onun; öncül yaratıcılık, yaratıcı etkinliğin yerinde bir döngüsünü tamamladığında, gelecek çağlarda bir sonuçlayıcı olarak tekrar faaliyet göstereceğine inanmaktayız.
117:3.12 (1283.1) Yüce Varlık insanı yaratmamıştı; ancak, insan, kelimenin tam anlamıyla, bahse konu tam da bu hayatının kökenini aldığı biçimde, Yüce’nin potansiyelliğinden yaratılmıştı. Ne de Yüce, insanı evrimleştirmektedir; buna rağmen, Yüce’nin kendisi, evrim tam da özüdür. Sınırlı olanın bakış açısından bizler gerçekte; Yüce’nin enginliğinde yaşamakta, hareket etmekte ve varlığımıza sahip olmaktayız.
117:3.13 (1283.2) Yüce görünüşte, kökensel nedenselliği başlatamamaktadır; ancak, göründüğü kadarıyla o, tüm evren büyümesinin hızlandırıcısı olup, tüm deneyimsel-evrimsel varlıkların nihai sonu ile ilgili bütünlük sonuçlamasını sağlama nihai sonuna sahiptir. Yaratıcı, sınırlı bir kâinatın kavramsallığının kökenidir; Yaratan Evlat, Yaratıcı Ruhaniyetler’in rızası ve eş güdümüyle zaman ve mekân içerisinde bu düşünceyi gerçeksel hale getirmektedir; Yüce, bütüncül sınırlılığı sonuçlandırmakta ve absonit düzeyin nihai sonu ile birlikte onun ilişkisini kurmaktadır.
117:4.1 (1283.3) Varlığın düzeyinin ve kutsallığının kusursuzlaştırılımı için yaratılmış yaratımının sonu gelmez mücadelelerini gördüğümüzde, bu sonu gelmez çabaların, kutsal öz gerçekleşimi için Yüce’nin sonu gelmez çabasının simgesi olduğuna inanmamaktan başka bir şeyi yapamıyoruz. Yüce olan Tanrı, sınırlı İlahiyat’dır; ve, o, tam anlamıyla, sınırlı olanın sorunlarıyla baş etmek zorundadır. Bizlerin mekânın evrimsel gelişmeleri içindeki zamanın iniş-çıkışları ile olan mücadeleleri; benliğin gerçekliğininkine ek olarak, sahip olduğu evrimleşen doğasının olasılığın en uç sınırlarına genişlettiği eylemin nüfuz alanı içerisinde egemenliğin tamamlanışına dair çabalarının yansımasıdır.
117:4.2 (1283.4) Asli evren boyunca Yüce, dışavurum için çabalamaktadır. Onun kutsal evrimi orantısal biçimde, mevcudiyet içindeki her kişiliğin bilge-eylemine bağlıdır. Bir insan varlığı ebedi kurtuluşu seçtiğinde, o nihai sonu ortak bir biçimde yaratmaktadır; ve, bu yükseliş fanisinin yaşamı içinde sınırlı Tanrı, kişilik öz gerçekleşiminin artış göstermiş bir oranınkine ek olarak deneyimsel egemenliğin bir genişlemesini bulmaktadır. Ancak, eğer bir yaratılmış ebedi süreci reddederse, bu yaratılmışın tercihine bağlı olmuş olan Yüce’nin bu kısmı, yerine getirilecek veya ortaklaşa sahip olunacak nitelikteki deneyim tarafından telafi edilmesi zorunlu bir mahrumiyet biçiminde, kaçınılmaz gecikmeyi deneyimlemektedir; kurtuluş-dışı unsurun kişiliği ise, Yüce’nin İlahiyatı’nın bir parçası haline gelerek, yaratımın ruh-ötesi bünyesine katılır.
117:4.3 (1283.5) Tanrı, o kadar derinden seven biçimde, o kadar güven duymaktadır ki, koruması ve öz gerçekleşimini sağlaması için kutsal doğasının bir parçasını insan varlıklarının bile ellerine vermektedir. Düzenleyici mevcudiyeti olarak Yaratıcı’nın doğası, fani varlığın tercihinden bağımsız olarak yok edilemez niteliktedir. Evrimleşen benlik olarak Yüce’nin evladı, her ne kadar yanlış yönlendirilmiş türden bir benliğin potansiyel olarak bütünleşen kişiliği Yüceliğin İlahiyatı’nın bir etkeni olarak varlığını sürdürecek olsa da, yok edilebilir.
117:4.4 (1283.6) İnsan kişiliği gerçekten anlamda, yaratılmışlığın bireyselliğini yok edebilir; ve, her ne kadar bu türden kâinatsal bir intiharın yaşamında her şey değerli olmuş olsa da, bu nitelikler bir bireysel yaratılmış olarak varlığını sürdürmemektedir. Yüce tekrar olarak, evrenlerin yaratılmışları içerisinde dışavurumunu bulacaktır; ancak hiçbir biçimde o özel birey olarak değil; yükseliş-dışı bir unsurun benzersiz kişiliği Yüce’ye, bir su damlasının denize geri döndüğü gibi geri dönmektedir.
117:4.5 (1284.1) Sınırlı olanın kişisel birimlerinin herhangi bir tekil eylemi, Yüce Bütünlük’ün nihai dışavurumu karşısında göreceli olarak önemsizdir; ancak, bütün yine de, çok katmanlı birimlerin bütüncül eylemlerine bağlıdır. Bireysel faninin kişiliği, Yücelik’in bütünü karşısında önemsizdir; ancak, her insan varlığının kişiliği, sınırlı olan içinde yeri doldurulamaz bir anlam-değeri temsil etmektedir; bir kez dışa vurulmuş halde kişilik, bu yaşayan kişiliğin devem eden mevcudiyeti dışında özdeş dışavurumunu bir kez daha bulamamaktadır.
117:4.6 (1284.2) Ve, böylece, bizler birey dışavurumumuzu arzularken, Yüce bizler içinde, ve bizlerle birlikte, ilahiyat dışavurumunu arzulamaktadır. Biz Yaratıcı’yı bulurken, Yüce tekrar, her şeyin Cennet Yaratanı’nı bulmuş olur. Birey gerçekleşiminin sorunlarının üstesinden geldiğimizde, deneyimin Tanrısı, zaman ve mekânın evrenleri içinde her-şeye-gücü-yeten yüceliği elde etmektedir.
117:4.7 (1284.3) İnsanlık, kâinat içinde çabasız yükselmemektedir; ne de Yüce, amaçsız ve ussal eylem olmadan evrimleşmemektedir. Yaratılmışlar, sadece eylemsizlikle kusursuzluğa erişmemektedir; ne de Yücelik’in ruhaniyeti, sınırlı yaratımın sonu gelmez yardım hizmeti olmadan Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin gücünü gerçek hale getirebilmektedir.
117:4.8 (1284.4) İnsanın Yüce ile olan zamansal ilişkisi; göreve olan kâinatsal hassasiyet, ve onun kabulü olarak, kâinatsal ahlakın temelidir. Bu, göreceli doğru ve yanlışın zamansal anlayışının ötesine geçen bir ahlaktır; o, doğrudan bir biçimde, öz bilince sahip yaratılmışın deneyimsel İlahiyat’a karşı olan deneyimsel sorumluluğuna dayanan bir ahlaktır. Fani insan ve tüm diğer sınırlı yaratılmışlar; Yüce içinde mevcut olan enerji, akıl ve ruhaniyetin yaşayan potansiyelinden yaratılmışlardır. Bir kesinlik unsurunun ölümsüz ve kutsal karakterinin yaratımı için Düzenleyici-fani yükseliş unsuru Yüce’den faydalanmaktadır. Yüce’nin tam da bahse konu bu gerçekliğinden Düzenleyici, insan iradesinin rızası ile birlikte, Tanrı’nın bir yükseliş evladının ebedi doğasına ait işleyiş biçimlerini dokumaktadır.
117:4.9 (1284.5) Bir insan kişiliğinin ruhsallaşımı ve ebedileşimi sürecinde Düzenleyici ilerleyişinin evrimi, doğrudan bir biçimde, Yüce’nin sahip olduğu egemenliğin deneyimlediği bir genişlemenin sonucudur. İnsan evriminde bu türden kazanımlar aynı zamanda, Yüce’nin evrimsel gerçekleşimi içindeki kazanımlardır. Yaratılmışların Yüce olmadan evirilemeyecek nitelikte bulunmuş olacakları gerçekken, aynı zamanda muhtemel bir biçimde, tüm yaratılmışların tamamlanmış evriminden bağımsız olarak Yüce’nin evrimine bütüncül bir biçimde erişilemeyeceği de gerçektir. Bu hususta, öz bilince sahip kişiliklerin şu büyük kâinatsal sorumluluğu yatmaktadır: Yüce İlahiyat kesin bir biçimde, fani iradesinin tercihine bağlıdır. Ve, yaratılmış evriminin ve Yüce’nin ortak ilerleyişi, evren yansımasının incelenemeyecek işleyiş biçimleri üzerinden Zamanın Ataları’na aslına uygun bir biçimde ve bütünüyle işaret edilir.
117:4.10 (1284.6) Fani insana verilen büyük zorluk şudur: Kâinatın deneyimlenebilen değer anlamlarını evrimleşen benliğinize eklemleyen bir biçimde kişilikleştirmeye karar verecek misiniz? Veya kurtuluşu reddederek; Yücelik’in bu sırlarının, sınırlı Tanrı’nın evrimine olan bir yaratılmış katkısına kendine has biçimle girişecek olan başka bir zamandaki bir diğer yaratılmışın eylemini bekleyen bir şekilde, hareketsiz beklemesine izin mi vereceksiniz? Ancak, bu, onun Yüce’ye olan katılımı olacaktır, sizin değil.
117:4.11 (1284.7) Bu evren çağının büyük mücadelesi, henüz dışa vurulmamış olan her şeyin gerçekleşimini arzulama biçiminde — potansiyel ve mevcut olan arasındadır. Eğer fani insan, Cennet serüveni sürecine girişirse, o, ebediyetin nehri içindeki ırmaklar gibi hareket eden bir biçimde, zamanın hareketlerini takip etmektedir; eğer fani insan ebedi süreci reddederse, sınırlı evrenler içindeki olayların akışına karşı hareket etmektedir. Kendiliğinden bir işleyiş biçimiyle gerçekleşen yaratım, alt edilemez bir biçimde, Cennet Yaratıcısı’nın amacının gerçekleşimi doğrultusunda ilerlemektedir; ancak, özgür iradesel yaratım, ebediyetin serüvenine olan kişisel katılım rolünü kabul etme veya reddetme tercihine sahiptir. Fani insan, insan mevcudiyetinin yüce değerleri yok edemez; ancak, o, kendi kişisel deneyimi içinde bu değerlerin evrimini oldukça kesin bir biçimde engelleyebilir. İnsan benliğinin Cennet yükselişine katılmayı bu şekilde reddedişinin ölçüsünde, Yüce’nin asli evren içindeki kutsallık dışavurumuna elde etmesi aynı ölçüde gecikir.
117:4.12 (1285.1) Fani insanı kollamak için, yalnızca Cennet Yaratıcısı’nın Düzenleyici mevcudiyeti değil, aynı zamanda, Yüce’nin geleceğine ait çok küçük bir payın nihai sonu üzerindeki denetim de verilmiştir. Zira, insan insanlık nihai sonuna eriştikçe, Yüce ilahiyat düzeyleri üzerinde nihai sonu elde etmektedir.
117:4.13 (1285.2) Ve, böylece, bir zamanlar her birimizi beklemiş olan karar, her birinizi beklemektedir: Fani aklın kararlarına bu kadar bağımlı olan Zamanın Tanrısı’nı başarısız mı kılacaksınız? Evrenlerin Yüce kişililiğini hayvansal gerilemeye ait olan tembellikle başarısız mı kılacaksınız? Her bir yaratıma bu kadar bağımlı olan her yaratılmışın büyük kardeşini başarısız mı kılacaksınız? Sizler; Cennet Yaratıcısı’nın keşfine ek olarak Yüceliğin Tanrı’nın arayışına, ve onun evrimine, olan kutsal katılım biçiminde — evren sürecinin büyüleyici ufku gözünüzün önünde serilmişken, gerçekleşimi-yaşanmamış âleme geçmenize izin mi vereceksiniz?
117:4.14 (1285.3) Tanrı’nın hediyeleri — kendisinin gerçeklik bahşedilişi olarak — ondan gerçekleşmiş ayrılıklar değillerdir; o, yaratımı kendisinden tecrit etmemektedir; ancak o, Cennet’i çevreleyen yaratımlar içinde gerilimler yaratmıştır. Tanrı ilk olarak insanı derinden sevmekte, ve ona — ebedi gerçeklik olarak — ölümsüzlüğün potansiyelini bahşetmektedir. Ve, insan Tanrı’yı derinden severken, benzer bir biçimde mevcudiyet içinde ebedi hale gelmektedir. Ve burada gizem söz konusudur; insan derin sevgi vasıtasıyla Tanrı’ya daha yakınlaştığında, bu insanın — mevcudiyeti olarak — daha büyük gerçekliği ortaya çıkmaktadır. İnsan Tanrı’dan daha fazla geri çekilirse, daha yakın bir biçimde — mevcudiyetin sonlanışı olarak — gerçek-dışılığa yaklaşmaktadır. İnsan Yaratıcı’nın iradesini gerçekleştirmek için kendi iradesini kutsal biçimde adadığında, insan Tanrı’ya sahip olduğu her şeyi verdiğinde, bunun sonucunda Tanrı, insanı olduğundan daha fazlası yapmaktadır.
117:5.1 (1285.4) Büyük Yüce, asli evrenin kâinatsal ruh-ötesi bütünlüğüdür. Onun içinde, kâinatın nitelikleri ve nicelikleri kendilerine ait ilahiyat yansımasını bulur; onun ilahi doğası, evrimleşen evrenler boyunca tüm yaratılmış-Yaratan doğasının bütüncül enginliğinin mozaiksel bileşimidir. Ve, Yüce aynı zamanda, evrimleşen bir evren amacını içine alır konumdaki bir yaratıcı iradesini bünyesinde barındıran gerçekleşim halindeki bir İlahiyat’dır.
117:5.2 (1285.5) Sınırlı olana ait ussal, potansiyel olarak kişisel benlikler; Üçüncü Kaynak ve Merkez’den doğmakta olup, Yüce içinde sınırlı nitelikteki zaman-mekân İlahiyat bileşimine erişmektedir. Yaratılmış Yaratan’ın iradesine kendisini verdiği zaman, kişiliğini üstün olanın altında yol olacak şekilde vermemekte veya teslim etmemektedir; sınırlı Tanrı’nın gerçekleşiminin bireysel kişilik katılımcıları, bu şekilde faaliyet göstererek özgür iradesel benliklerini yitirmemektedirler. Bunun yerine, bu tür kişilikler ilerleyen bir biçimde, bu büyük İlahiyat serüvenine katılarak derinleşmektedirler; kutsallık ile olan bu türden birliktelik vasıtasıyla insan, yüceliğin tam da eşiğine, sahip olduğu evrimsel benliği yüceltmekte, zenginleştirmekte, ruhsallaştırmakta ve bütünleştirmektedir.
117:5.3 (1286.1) Maddi aklın ve Düzenleyici’nin ortak yaratımı olarak insanın evrimleşen ölümsüz ruhu; Cennet’e bu şekilde yükselir, ve onu takiben, Kesinliğin Birlikleri’ne alındıklarında, kesinlik unsur aşkınlaşımı olarak bilinen deneyimin bir yöntemi vasıtasıyla Ebedi Evlat’ın ruhaniyet-çekim döngüsüyle yeni bir biçimde bütünleşir hale gelir. Bu türden kesinlik unsurları böylelikle, Yüce olan Tanrı’nın kişilikleri tarafından deneyimsel tanınma için kabul edilir adaylar haline gelir. Ve, Kesinliğin Birlikleri’nin açığa çıkarılmamış gelecek görevlendirmeleri içinde bu fani usları ruhaniyet mevcudiyetin yedinci aşamasına eriştiğinde, bu türden çifte akıllar üç katmanlı birlik haline gelir. İnsan ve mutlak olarak bu iki uyumlaşmış akıl, bu aşamada gerçekleşimini tamamlamış Yüce Varlık’ın deneyimsel aklı ile bütünlük içinde yüceltilmiş hale gelir.
117:5.4 (1286.2) Kâinatın Yaratıcısı geçmişte İsa’nın yaşamında benzer bir biçimde açığa çıkarılmışken, Ebedi gelecek içerisinde Yüce olan Tanrı; yükseliş insanına ait olan ölümsüz ruh biçimindeki ruhsallaştırılmış akılda — yaratıcı olarak dışa vurulmuş ve ruhsal olarak sergilenmiş biçimde — gerçekleşimini tamamlayacaktır.
117:5.5 (1286.3) İnsan Yüce ile bütünleşmemekte, ve kendi kişisel kimliğini onun başat kimliği altında yitirmemektedir; ancak, insanların tümünün deneyiminin sonucu olan evren etkileri böylece, Yüce’nin kutsal deneyimleyiminin bir parçasını oluşturmaktadır. “Eylem bizlerin, sonuçlar Tanrı’nındır.”
117:5.6 (1286.4) İlerleyen kişilik, evrenlerin yükselen aşamaları boyunca ilerlerken gerçekleşmiş gerçekliğin bir izini bırakır. İster onlar akıl olsun, ister ruhaniyet veya enerji olsun, zaman ve mekânın büyüyen yaratılmışları, nüfuz alanları boyunca kişiliğin ilerleyişi tarafından değişikliğe uğramaktadır. İnsan etkilerde bulunduğu zaman, Yüce tepkide bulunmaktadır; ve, bu etkileşim, ilerlemenin gerçekliğini oluşturmaktadır.
117:5.7 (1286.5) Enerji, akıl ve ruhaniyetin büyük döngüleri, hiçbir zaman, yükseliş kişiliğinin kalıcı iyelikleri değildir; bu hizmetler sonsuza kadar, Yücelik’in bir parçası olarak kalmaya devam eder. Fani deneyim içinde insan usu; emir-yardımcı akıl-ruhaniyetlerinin ritmik atışları içinde ikamet etmekte olup, bu hizmet içindeki döngüleştirme tarafından yaratılmış alan içinde kararlarını gerçekleştirir. Fani ölüm üzerine insan benliği, sonsuza kadar, emir-yardımcı döngüden ayrılır. Bu emir-yardımcılar hiçbir zaman, deneyimi bir kişilikten diğerine aktaran görünüşte bulunmamaktadırlar; onlar, Yedi Katmanlı Tanrı aracılığıyla Yüce olan Tanrı’ya karar-eyleminin kişilik-dışı etkinlerini aktarabilmekte olup, bunu hali hazırda yerine getirmektedirler. (En azından bu, ibadet ve bilgeliğin emir-yardımcıları için gerçeklik taşımaktadır.)
117:5.8 (1286.6) Ve, ruhaniyet döngüleri ile olan durum şöyledir: İnsan bunları, evrenler boyunca olan yükselişi içinde kullanır; ancak, o hiçbir zaman, kendi ebedi kişiliğin bir parçası olarak onlara sahip değildir. Ancak, ister Gerçekliğin Ruhaniyeti, ister Kutsal Ruhaniyet veya aşkın-evren ruhaniyet mevcudiyetlikleri olsun, ruhsal hizmetin bu döngüleri, yükseliş kişiliği içinde ortaya çıkan değerleri algılar ve onlara karşılık verir niteliktedir; ve, bu değerler, Yedi Katmanlı aracılığıyla Yüce’ye aslına uygun bir biçimde aktarılır.
117:5.9 (1286.7) Her ne kadar Kutsal Ruhaniyet ve Gerçekliğin Ruhaniyeti olarak bu türden ruhsal etkiler yerel evren hizmetleri olsa da, onların yönlendirişi bütünüyle; belirli bir yerel yaratımın coğrafi sınırlarıyla sınırlanmış nitelikte değildir. Yükseliş halindeki fani kendi kökensel yerel evreninin sınırları ötesine geçerken; kendisine hiç durmadan öğretimde bulunan, ve, yükselişin her buhranında hatasız bir biçimde Cennet kurtuluş yolcusuna sürekli olarak “Bu yoldan” diyerek yol gösteren bir biçimde, morontial dünyaların felsefi labirentleri boyunca kendisine rehberlik eden Gerçekliğin Ruhaniyeti’nin hizmetinden bütünüyle mahrum değildir. Yerel evrenin nüfuz alanlarından ayrıldığınızda, ortaya çıkan Yüce Varlık’ın ruhaniyetinin hizmeti aracılığıyla ve aşkın-evren yansımasının emirleri aracılığıyla sizler hala, Tanrı’nın Cennet bahşedilme Evlatları’nın huzur verici yaratıcı ruhaniyeti tarafından Cennet yükselişiniz içinde yönlendirileceksiniz.
117:5.10 (1287.1) Kâinatsal hizmetin bu çok katmanlı döngüleri nasıl olur da, Yüce içinde anlamlar ve değerlere ek olarak evrimsel deneyimin gerçeklerini kaydetmektedir? Bizler kesin bir biçimde emin değiliz; ancak, bizler bu kaydedişin, zaman ve mekânın bu döngülerinin doğrudan bahşedicileri olan Cennet kökenine ait Yüce Yaratanlar’ın kişileri vasıtasıyla gerçekleştiğine inanmaktayız. Usun fiziksel düzeyine olan hizmetleri içinde yedi emir-yardımcı akıl-ruhaniyetinin akıl-deneyim derlemeleri, Kutsal Hizmetkâr’ın yerel evren deneyiminin bir parçasıdır; ve, bu Yaratıcı Ruhaniyet aracılığıyla onlar muhtemel bir biçimde, Yücelik’in aklı içinde kayıt olanağını bulmaktadır. Benzer bir biçimde Gerçekliğin Ruhaniyeti ve Kutsal Ruhaniyet ile olan fani deneyimleri muhtemelen Yücelik’in kişisi içinde, benzer işleyiş biçimleri aracılığıyla kaydedilir.
117:5.11 (1287.2) İnsan ve Düzenleyici’nin deneyimi bile, Yüce olan Tanrı’nın kutsallığı içinde yankısını bulmak zorundadır; zira, Düzenleyiciler deneyimlerken, onlar Yüce gibi olup, fani insanın evrimleşen ruhu Yüce içindeki bu deneyim için mevcudiyet-öncesi olasılıktan yaratılmıştır.
117:5.12 (1287.3) Bu şekilde, yaratımın tümünün çok katmanlı deneyimleri, Yüce’nin evriminin bir parçası haline gelir. Yaratılmışlar yalnızca, Yaratıcı’ya yükselirlerken, sınırlı olanın niteliklerini ve niceliklerini kullanırlar; bu türden kullanımın kişilik-dışı sonuçları sonsuza kadar, Yüce kişisi olan yaşayan kâinatın bir parçası olarak kalmaya devam eder.
117:5.13 (1287.4) İnsanın bir kişilik iyeliği olarak kendisiyle birlikte götürdüğü şeyler, kendi Cennet yükselişi içinde asli evrenin akıl ve ruhaniyet döngülerini kullanımının karakter sonuçlarıdır. İnsan karar verdiğinde, ve bu kararını eylemle sonuçlandırdığında, o deneyimlemekte, ve, bu deneyimin anlamları ve değerleri, sınırlı olandan nihai olana uzanan biçimde düzeylerin tümünde kendi ebedi karakterinin bir parçası olmaktadır. Kâinatsal olarak ahlaki ve kutsal olarak ruhsal karakter; içten ibadet tarafından aydınlatılmış, us sahibi derin sevgi tarafından yüceltilmiş ve kardeşsel hizmetle tamamlanmış kişisel kararlardan oluşan yaratılmışın sermaye birikimini temsil etmektedir.
117:5.14 (1287.5) Evrimleşen Yüce, nihai olarak sınırlı yaratılmışları; kâinatın âlemleri ile olan sınırlı deneyimden fazlasına hiçbir zaman erişemeyecekleri yetkinsizlikleri için telafi edecektir. Yaratılmışlar, Cennet Yaratıcısı’na erişebilir; Ancak, sınırlı nitelikte bulunan onların evrimsel akılları, sınırsız ve mutlak Yaratıcıyı gerçek anlamda anlamaya yetkin değillerdir. Ancak, tüm yaratılmış deneyimleyişi Yüce içinde kaydolduğu, ve onun bir parçası olduğu, için; yaratılmışların tümü sınırlı mevcudiyetin nihai seviyesine eriştiğinde, ve, bütüncül evren gelişimi onların Tanrı’ya olan erişimini mümkün kıldıktan sonra, mevcut bir kutsallık mevcudiyeti olarak Yüce, bunun sonrasında, bu tür iletişim gerçekliğinde içkin olan bir şekilde, bütüncül deneyim ile iletişim halinde bulunur. Zamana ait sınırlı olan, kendisi içinde ebediyetin tohumlarını taşımaktadır; ve, bizlere, evrimin bütünlüğü, kâinatsal büyüme için yetkinliğin tamamiyle kullanımına şahit olduğunda, bütün sınırlılığın, Nihai olan Yaratıcı’nın arayışı içinde ebedi sürecin absonit fazlarına olan serüvenine başlayacağı öğretilmiştir.
117:6.1 (1287.6) Bizler Yüce’yi evrenler içinde aramaktayız, ancak onu bulamamaktayız. “O bizler içinde, ve, hareketli ve hareketsiz her nesneden ve varlıktan yoksun olarak bütünlüğüne sahiptir. Gizemi içinde tanınamaz, uzak olsa da, o yine de yakındır.” Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce “henüz biçim verilmemiş olanın biçimi, yaratılmamış olanın şablonudur.” Yüce sizlerin evren evidir; ve, siz onu bulduğunuzda, o, eve geri dönmek gibi olacaktır. O, sizin deneyimsel ebeveyninizdir; ve, tıpkı insan varlıklarının deneyimde olduğu gibi, o aynı şekilde, kutsal ebeveynliğin deneyiminde büyümektedir. O sizi, hem yaratılmış-gibi hem de yaratan-gibi olduğu için bilmektedir.
117:6.2 (1288.1) Eğer siz gerçekten Tanrı’yı bulma arzusu duyarsanız, Yüce’nin bilincinin akıllarınız içinde doğumuna engel olamazsınız. Tanrı sizin kutsal Yaratıcınız iken, benzer biçimde Yüce sizlerin; kendisinde evren yaratılmışları olarak yaşamlarınız boyunca beslendiğiniz, kutsal Anneniz’dir. “Yüce ne de evrenseldir — o her taraftadır. Yaratımın sonsuz şeyleri, yaşam için onun mevcudiyetine bağlı olup, hiç kimse reddedilmemektedir.”
117:6.3 (1288.2) Mikâil Nebadon için ne ise, sınırlı kâinat için Yüce odur; onun İlahiyatı, Yaratıcı’nın derin sevgisinin aracılılığıyla tüm yaratıma doğru dışa doğru aktığı muazzam kanaldır, ve, o, sınırlı yaratılmışların, derin sevgi olan Yaratıcı’ya dair arayışları içinde içe doğru ilerlediği muazzam kanaldır. Düşünce Düzenleyicileri bile onunla ilişkilidir; kökensel doğası ve kutsallığı bakımından onlar Yaratıcı gibidir; ancak, mekânın evrenleri içinde zamanın etkileşimlerini deneyimlediklerinde onlar Yüce gibi olurlar.
117:6.4 (1288.3) Yaratılmışın Yaratan’ın iradesini gerçekleştirmeyi tercih ediş eylemi; bir kâinat değeri olup, muhtemelen, Yüce Varlık’ın sürekli genişleyen eyleminin faaliyeti olarak, eş güdümün açığa çıkarılmamış ancak sürekli karşılaşılan bir kuvveti tarafından doğrudan bir biçimde karşılık verilir nitelikte bir evren anlamına sahiptir.
117:6.5 (1288.4) Evrimleşen bir faninin morontia ruhu gerçekten de; Kâinatın Yaratıcısı’nın Düzenleyici eyleminin evladı ve Kâinatsal Anne olarak Yüce Varlık’ın kâinatsal tepkisinin çocuğudur. Anne etkisi, büyüyen ruhun yerel evren çocukluğu boyunca insan kişiliği üzerinde baskın konumdadır. İlahiyat etkisi, Düzenleyici bütünleşiminden sonra ve aşkın-evren süreci boyunca daha eşit hale gelmektedir; ancak, zamanın yaratılmışları ebediyetin merkezi evrenine doğru hareketine başladıklarında, Yaratıcı doğası, Kâinatın Yaratıcısı’nın tanınması ve Kesinliğin Birlikleri’ne olan katılım üzerine sınırlı dışavurumun doruk noktasına erişen bir biçimde, artan bir biçimde dışa vurulan hale gelir.
117:6.6 (1288.5) Kesinlik unsur düzeyine erişimin deneyiminde ve onun vasıtasıyla, yükselen benliğin deneyimsel anne nitelikleri, çok büyük bir biçimde; Ebedi Evlat’ın ruhaniyet mevcudiyeti ve Sınırsız Ruhaniyet’in akıl mevcudiyetinin iletişimi ve katılımı tarafından etkilenir. Bunun sonrasında, asli evren içinde kesinlik unsur etkinliği boyunca; deneyimsel anlamların yeni bir gerçekleşimi ve yükseliş sürecinin bütünlüğüne ait deneyimsel değerlerin yeni bir bileşimi olarak, Yüce’nin gizli anne potansiyelinin bir uyanışı ortaya çıkmaktadır. Benliğin bu gerçekleşiminin; Yücelik’in anne kalıtımı, Yaratıcı’nın Düzenleyici kalıtımı ile sınırlı nitelikteki eş zamanlılığa erişene kadar, altıncı-düzey kesinlik unsurlarının evren süreçlerinde devam etmeyi sürdürecek oluşu gözlenmektedir. Asli evren faaliyetinin bu ilgi çekici dönemi, yükseliş nitelikli ve kusursuzlaştırılmış faninin devam eden ergenlik sürecini temsil etmektedir.
117:6.7 (1288.6) Mevcudiyetin altıncı aşamasının tamamlanışı ve ruhaniyet düzeyinin yedinci ve son düzeyine giriliş üzerine, muhtemelen; zenginleşen deneyimin, olgunlaşan bilgeliğin ve kutsallık gerçekleşimin gelişen çağları ortaya çıkacaktır. Kesinlik unsurunun doğası içinde bu, muhtemelen; sınırlı olasılıklarının sınırları içinde, yükseliş insan-doğasının kutsal Düzenleyici-doğası ile olan eş-güdümünün tamamlanışı olarak, ruhaniyet öz gerçekleşimi için akıl mücadelesini tamamlanmış erişimine denk düşecektir. Bu türden muazzam bir evren benliği böylece; Cennet Yaratıcısı’nın ebedi kesinlik unsur evladına ek olarak, evrenlerin hem Babası hem de Annesi’ni, ve, onlara ilaveten, yaratılmış, yaratılmakta olan veya evrimleşen nesnelerin ve varlıkların sınırlı idaresi ile ilgili herhangi eylem veya sorumluluk içinde bulunan kişilikleri temsil etmek için yetkin olan bir evren benliği niteliğindeki, Anne Yüce’nin ebedi evren evladı haline gelir.
117:6.8 (1289.1) Tüm ruh-evrilir nitelikteki insanlar, kelimenin tam anlamıyla, Baba olan Tanrı ile Yüce Varlık olarak Anne olan Tanrı’nın evrimsel evlatlarıdır. Ancak, bu türden bir ana kadar; fani insan kutsal mirasının ruh-bilincine varırken, İlahiyat kan bağının bu teminatı inançla gerçekleştirilmelidir. İnsan yaşam deneyimi; içinde, Yüce Varlık’ın evren bahşedilmişlikleri ve Kâinatın Yaratıcısı’nın evren mevcudiyetinin (ki onların hiçbiri kişilikler değillerdir), zamanın morontia ruhununkine ek olarak evren nihai sonuna ve ebedi hizmete ait insan-kutsal kesinlik unsur karakterini evrimleştirdiği, kâinatsal kozadır.
117:6.9 (1289.2) İnsanlar çoğu zaman, Tanrı’nın insan mevcudiyeti içindeki en büyük deneyim olduğunu unutmaktadırlar. Diğer deneyimler sahip oldukları doğaları ve içerikleri bakımından sınırlıdırlar; ancak, Tanrı’nın deneyimi, yaratılmışın kavrama yetisi dışındakiler haricinde hiçbir sınıra sahip değildir, ve, bahse konu tam da bu deneyim, kendi içinde yeti genişleten niteliktedir. Onlar Tanrı’yı bulduklarında, onlar her şeyi bulmuş olurlar. Tanrı’yı arama; bahşedilecek olan yeni ve daha büyük derin sevginin muazzam keşiflerinin beraberinde gerçekleştiği, derin sevginin sınırsız bahşedilişidir.
117:6.10 (1289.3) Gerçek sevginin tümü Tanrı’dan gelmektedir; ve, insan kutsal şefkati, kendisi bizzat bu derin sevgiyi akranlarına bahşederken almaktadır. Derin sevgi devinimseldir. O, hiçbir zaman teslim alınamaz; o canlı, özgür, heyecan verici ve her zaman hareket eder niteliktedir. İnsan hiçbir zaman; Yaratıcı’nın derin sevgisini alıp, kalbi içinde hapsedemez. Yaratıcı’nın sevgisi ancak, insan kişiliğinin karşılıksal olarak bu derin sevgiyi akranlarına bahşettiği deneyimle fani insanlar için gerçek hale gelir. Derin sevginin büyük döngüsü; Yaratıcıdan gelmekte, evlatları aracılığıyla onların kardeşlerine, ve böylece Yüce’ye ulaşmaktadır. Yaratıcı’nın derin sevgisi, ikamet eden Düzenleyici’nin hizmeti vasıtasıyla insan kişiliği içinde ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir Tanrı-bilen evlat, bu sevgiyi, kendi evren kardeşleri için açığa çıkarmaktadır; ve, bu birliktelikçi kardeşsel şefkat, Yüce’nin derin sevgisinin özüdür.
117:6.11 (1289.4) Deneyim dışında Yüce’ye hiçbir yaklaşım bulunmamaktadır; ve, yaratımın mevcut çağlarında, yaratılmışın Yücelik’e olan yalnızca üç yolu bulunmaktadır:
117:6.12 (1289.5) 1. Cennet Vatandaşları; Cennet-Havona gerçeklik farklılaşmasının gözlemlenişi aracılığıyla ve Üstün Ruhaniyetler’den Yaratan Evlatlar’a uzanan biçimde Yüce Yaratan Kişilikleri’nin çok katmanlı etkinliklerinin arama sonucu gerçekleşen keşfi vasıtasıyla Yücelik için yetkinliği elde ettikleri yer olan Havona boyunca, ebedi Ada’dan alçalmaktadırlar.
117:6.13 (1289.6) 2. Yüce Yaratanlar’ın evrimsel evrenlerinden gelen zaman-mekân yükseliş unsurları; Cennet Kutsal Üçlemesi’nin birliğinin artan takdiri için bir hazırlık niteliğinde olarak, Havona’nın kat edilişinde Yüce’ye olan yakınlaşmayı gerçekleştirirler.
117:6.14 (1289.7) 3. Havona yerlileri, Cennet’den gelmekte olan alçalış kutsal yolcuları ve yedi aşkın-evrenden gelen yükseliş yolcuları ile olan iletişimler vasıtasıyla Yüce’nin bir kavrayışını elde eder. Havona yerlileri içkin bir biçimde, ebedi Ada’nın vatandaşları ve evrimsel evrenlerin vatandaşlarının kökeni itibariyle farklı olan bakış açılarını uyumlaştırma konumunda bulunmaktadır.
117:6.15 (1290.1) Evrimsel yaratılmışlar için, Kâinatın Yaratıcısı’na olan yedi büyük yaklaşım bulunmaktadır; ve, bu Cennet yükselişlerinden her biri, Yedi Üstün Ruhaniyet’den her birinin kutsallığından geçmektedir; ve, bu türden her bir yaklaşım, Üstün Ruhaniyet’in doğasının aşkın-evren yansıması içinde yaratılmışın hizmet vermiş oluşu üzerine deneyim algısının bir genişlemesi ile mümkün kılınmaktadır. Bu yedi deneyimin toplam bütünlüğü, Yüce olan Tanrı’nın gerçekliğine ve mevcudiyetine dair bir yaratılmışın bilincinin mevcut-an-içerisindeki-bilenen sınırlarını oluşturmaktadır.
117:6.16 (1290.2) Sınırlı Tanrı’yı bulmada kendisine engel olan yalnızca insanın sınırlılıkları değildir; o aynı zamanda, evrenin tamamlanmamış olan konumudur; tüm yaratılmışların — geçmiş, şimdiki zaman ve gelecekteki biçiminde — tamamlanmamışlığı bile, Yüce’yi ulaşılamayan konumda kılmaktadır. Yaratıcı olan Tanrı, Tanrı-gibi-olmanın kutsal aşamasına erişmiş olan herhangi bir yaratılmış tarafından bulunabilir; ancak, Yüce olan Tanrı hiçbir zaman, kusursuzluğun kâinatsal erişimi aracılığıyla, tüm yaratılmışların eş zamanlı olarak kendisini bulacağı zaman olan çok uzak bir ana kadar bir tek yaratılmış tarafından bile kişisel olarak keşfedilemeyecektir.
117:6.17 (1290.3) Yaratıcı’yı, Evladı ve Ruhaniyet’i bulabilme yetisine sahipken ve bunu hâlihazırda gelecekte yerine getirecekken, bu evren çağı içerisinde kişisel olarak Yüce’yi bulamayacak olmanız gerçekliğine rağmen, yine de, Cennet yükselişi ve onu takip eden evren süreci kademeli olarak bilinciniz içerisinde, deneyimin tümünün Tanrısı’na ait evren mevcudiyetinin ve kâinatsal eylemin tanınışını yaratacaktır.
117:6.18 (1290.4) İnsanın Yüce’ye olan gelecek bir zaman zarfındaki erişimi, Cennet İlahiyatı’nın ruhaniyeti ile olan bütünleşmesi üzerine gerçekleşmektedir. Urantia unsurlarında bu, Kâinatın Yaratıcısı’nın Düzenleyici mevcudiyetidir; ve, her ne kadar Gizem Görüntüleyicisi Yaratıcı’dan gelmekte olup Yaratıcı gibi ise de, bizler, bu gibi kutsal bir armağanın bile, sınırlı bir yaratılmış için sınırsız Tanrı’nın doğasını açığa çıkarma gibi imkânsız göreve erişebileceğinden kuşku duymaktayız. Bizler, Düzenleyici’nin geleceğin yedinci aşama kesinlik unsurları için açığa çıkaracağı şeyin Yüce olan Tanrı’nın kutsallığı ve doğası olacağını düşünmekteyiz. Ve, bu açığa çıkarılış sınırlı bir yaratılmış için, Sınırsız’ın mutlak bir varlık için açığa çıkarılışı gibi olacaktır.
117:6.19 (1290.5) Yüce, sınırsız değildir; ancak, o muhtemelen, sınırlı bir yaratılmışın gerçek anlamıyla kavrayabileceği her şey olan sonsuzluğun tümünü bünyesinde barındırmaktadır. Yüce’den daha fazlasını anlamak için, sınırlıdan daha fazlası olmak gerekir.
117:6.20 (1290.6) Tüm deneyimsel yaratımlar, nihai sonsal gerçekleşimleri içinde birbirlerine bağımlılardır. Yalnızca varoluşsal gerçeklik, bağımsız ve kendi başına mevcuttur. Havona ve yedi aşkın-evren, sınırlı erişimin en yüksek düzeyine ulaşmak için birbirlerine ihtiyaç duymaktadır; benzer biçimde onlar ileride herhangi bir zaman zarfı içinde, sınırlı olanın aşkınlaşımı için dış uzaydaki gelecek evrenlere bağımlı olacaklardır.
117:6.21 (1290.7) Bir insan yükseliş unsuru, Yaratıcı’yı bulabilir; Tanrı varoluşsal olup, bu nedenle, evrenin bütününün deneyim düzeyinden bağımsız olarak gerçektir. Ancak, hiçbir tekil yükseliş unsuru; yükseliş unsurlarının tümü, keşfe katılmaları için kendilerini eş zamanlı olarak yetkin kılacak en yüksek evren olgunluğuna ulaşıncaya kadar, Yüce’yi hiçbir zaman bulamayacaktır.
117:6.22 (1290.8) Yaratıcı, kişilileri ayıran nitelikte değildir; o, kendisine ait yükseliş evlatlarının her birini kâinatsal bireyler olarak değerlendirmektedir. Yüce benzer bir biçimde, kişileri ayıran nitelikte değildir; o, kendisine ait deneyimsel çocukları, tekil bir kâinatsal bütünlük olarak değerlendirmektedir.
117:6.23 (1290.9) İnsan, Yaratıcı’yı kalbinde keşfedebilir; ancak, o, tüm diğer insanların kalplerinde Yüce’yi aramak zorunda olacaktır; ve, tüm yaratılmışlar kusursuz bir biçimde, Yüce’nin sevgisini açığa çıkardıklarında, bunun sonucunda o, tüm yaratılmışlar için bir evren mevcudiyeti haline gelecektir. Ve, bu yalnızca, evrenlerin ışık ve yaşam altında kusursuz hale geleceklerinin başka bir şekildeki ifadesidir.
117:6.24 (1291.1) Tüm kişilikler tarafından evrenler boyunca kusursuzlaştırılmış dengeye erişeme ek olarak kusursuzlaştırılmış öz gelişime olan erişim; Yüce’nin erişimine denk düşmekte olup, tamamlanmamış mevcudiyetin sınırlarından tüm sınırlı gerçekliğin özgürleşimine şahit olacaktır. Tüm sınırlı potansiyelliklerin bu türden bir bütüncül yerine getirilişi; Yüce’nin tamamlanmış erişimini açığa çıkaracak olup, başka şekilde, Yüce Varlık’ın kendisi olarak tamamlanmış evrimsel gerçekleşimi biçiminde tanımlanabilir.
117:6.25 (1291.2) İnsanlar Yüce’yi aniden ve görülmemiş bir biçimde, bir depremin fayları kayalara ayırması gibi bulmamaktadır; ancak, onlar Yüce’yi yavaşça ve sabırla, bir nehrin sessizce altındaki toprağı ayırması gibi bulmaktadır.
117:6.26 (1291.3) Sizler Yaratıcı’yı bulduğunuzda, evrenlerdeki ruhsal yükselişin muazzam nedenini bulacaksınız; Yüce’yi bulduğunuzda, Cennet ilerleyişi içindeki sürecinizin muhteşem sonucunu keşfedeceksiniz.
117:6.27 (1291.4) Ancak, hiçbir Tanrı-bilen fani hiçbir zaman, kâinat boyunca gerçekleştirdiği serüven içinde yalnız kalamaz; zira o, ilerlediği yoldaki attığı her adımında Yaratıcı’nın yanı başında yürüdüğünü, ve bunun karşısında, tam da bu yolun kendisinin, Yüce’nin mevcudiyetinin doğrultusunun kat edilişi olduğunu bilmektedir.
117:7.1 (1291.5) Tüm sınırlı potansiyelliklerin tamamlanmış gerçekleşiminin, tüm evrimsel deneyimin gerçekleşiminin tamamlanışına denk düşmektedir. Bu Yüce’nin, her-şeye-gücü-yeten bir İlahiyat mevcudiyeti niteliğinde evrenler içindeki nihai olarak ortaya çıkışı anlamına gelmektedir. Bizler, Yüce’nin, gelişimin bu aşamasında; Ebedi Evlat’ın olduğu gibi farklı bir biçimde kişilikleşeceğine, Cennet Adası’nın olduğu gibi somut bir biçimde güç kazandırılacağına ve Bütünleştirici Bünye’nin olduğu gibi tamamiyle bir bütün haline getirileceğine, ve, bunların hepsinin mevcut evren çağının sonuçlanışında Yüce’nin sınırlı olasılıklarına ait sınırlılıkların içinde gerçekleşeceğine inanmaktayız.
117:7.2 (1291.6) Her ne kadar bu, Yüce’nin geleceğine dair tamamiyle yerinde bir kavramsallaşma olsa da, bu kavramsallaşma içerisindeki içkin belirli sorunlara dikkat çekmek isteriz:
117:7.3 (1291.7) 1. Yüce’nin Koşulsuz Yüksek Denetimcileri, onun tamamlanmış evriminden önceki hiçbir aşamada ilahlaştırılamazlar; ama yine de, bu aynı yüksek denetimciler mevcut an içerisinde bile sınırlı biçimde, ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmuş evrenler ile ilgili yüceliğin egemenliğini uygulamaktadırlar.
117:7.4 (1291.8) 2. Yüce, evren düzeyinin bütüncül mevcudiyetine erişmeden neredeyse hiçbir biçimde Nihai Kutsal Üçleme içinde faaliyette bulunamaz; ama yine de, Nihai Kutsal Üçleme bu aşama da bile sınırlı bir gerçekliktir, ve, sizler, Nihainin Sınırlı Vekilleri’nin mevcudiyetleri hakkında bilgilendirilmiş konumda bulunmaktasınız.
117:7.5 (1291.9) 3. Yüce, evren yaratılmışları için tamamiyle gerçek değildir; ancak orada, Cennet üzerindeki Kâinatın Yaratıcısı’ndan yerel evrenlerin Yaratan Evlaları’na ve Yaratıcı Ruhaniyetleri’ne kadar uzanan biçimde, Yedi Katmanlı İlahiyat için onun oldukça gerçek olduğunun çıkarımında bulunmaya sebep birçok neden mevcuttur.
117:7.6 (1291.10) Belki de, zamanın aşkın zaman ile bütünleştiği yer olan sınırlı olanın üst sınırları üzerinde, zamansal gelişimin net olmayan ve bileşik nitelikteki bir çeşit gerçekliğinin mevcut oluşu söz konusudur. Belki de, Yüce’nin; bu zaman-ötesi düzeyler üzerinde kendi evren mevcudiyetini öngörmeye yetkin olabildiği, bunun sonrasında, sınırlı bir düzeye kadar, bu geleceksel öngörüyü Tasarlanmış Tamamlanmamışlığın Enginliği olarak yaratılmış düzeylerle beraber düşünerek gelecek evrimi tahmin edebildiği söz konusudur. Bu türden olgular, sınırlı olan; insanın tüm ebediyet boyunca sahip olacağı gelecek evren erişimlerine dair dikkate değer tahminleri olan Düşünce Düzenleyicileri’nin ikamet ettiği insan varlıklarının deneyimlerinde olduğu gibi, ne zaman sınırlı-ötesiyle ilişki kurarsa gözlemlenebilir.
117:7.7 (1292.1) Fani yükseliş unsurları Cennet’in kesinlik unsur birliklerine kabul edildiklerinde, Cennet Kutsal Üçlemesi için bir ant içerler; ve, bağlılığın bu yemini ederlerken onlar bunun aracılığıyla, tüm sınırlı yaratılmışlar tarafından kavranıldığı biçimiyle Kutsal Üçleme’nin tam da kendisi olan Yüce olan Tanrı’ya gerçekleştirilen ebedi sadakatin vaadinde bulunurlar. Bunun sonrasında, eşlik eden kesinlik unsurları evrimleşen evrenler boyunca faaliyette bulunurlarken onlar yalnızca, yerel evrenlerin ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulacağı çok önemli dönemlere gelene kadar, Cennet kökenden gelen unsurların emirlerine tabidirler. Ve, bu kusursuzlaştırılmış yaratımların yeni hükümetsel örgütleri Yüce’nin ortaya çıkan egemenliğinin yansıması olmaya başlarken, bizler, eşlik edenlerin dışında kalan kesinlik unsurların bu türden yeni hükümetlerin yönetim yetkisini tanıdıklarını gözlemlemekteyiz. Yüce olan Tanrı’nın evrimsel Kesinlik Birlikleri’nin bütünleştiricisi olarak evrimleştiği görünmektedir; ancak, bu yedi birliğin nihai sonunun, Nihai Kutsal Üçleme’nin bir üyesi olarak Yüce tarafından yönetileceği kuvvetle muhtemeldir.
117:7.8 (1292.2) Yüce Varlık, evren dışavurumu için üç sınırlı-ötesi olasılığı bünyesinde barındırmaktadır:
117:7.9 (1292.3) 1. İlk deneyimsel Kutsal Üçleme ile absonit işbirliği.
117:7.10 (1292.4) 2. İkinci deneyimsel Kutsal Üçleme ile ortak-mutlak ilişkisi.
117:7.11 (1292.5) 3. Kutsal Üçlemelerin Kutsal Üçlemesi’ne olan katılım; ancak, bizler, bunun gerçekte ne olduğuna dair yeterli bir kavramsallaşmaya sahip değiliz.
117:7.12 (1292.6) Bu, Yüce’nin geleceğine dair genel olarak kabul edilmiş varsayımlarından bir tanesidir; ancak, orada aynı zamanda, ışık ve yaşam düzeyine olan erişimi sonrasında mevcut asli evreniyle sahip olduğu ilişki ile ilgili birçok tahmin ortaya atılmaktadır.
117:7.13 (1292.7) Aşkın-evrenlerin mevcut amacı; nitelikleri olduğu ve potansiyelliklerinde mevcut olduğu biçimiyle, Havona’nın gibi kusursuz hale gelmektir. Bu kusursuzluk; fiziksel ve ruhsal erişimle, hatta idari, hükümetsel ve kardeşsel gelişime kadar uzanan bir biçimde, ilgilidir. Gelecek çağlar içerisinde uyumsuzluğa, kötü uyuma ve yanlış uyuma dair olasılıkların hepsinin denenmiş olacağına inanılmaktadır. Enerji döngüleri, kusursuz denge içerisinde ve akla bütüncül taabiyette olacak iken; kişiliğin mevcudiyeti içerisinde ruhaniyet, akıl üzerindeki baskınlığı elde edecektir.
117:7.14 (1292.8) Bu çok uzak gelecekte Yüce’nin ruhaniyet bireyinin ve Her-Şeye-Gücü-Yeten’in erişilmiş gücünün; eş güdümsel gelişime erişmiş olacağınınkine ek olarak, Yüce Akıl içinde ve onun tarafından bütünleşmiş bir bütünlükte her ikisinin de, tüm yaratılmış enerjilere karşılık veren, tüm ruhsal unsurlar içinde eş güdümsel hale gelmiş ve tüm evren kişilikleri tarafından deneyimlenmiş nitelikteki tüm yaratılmış usları tarafından gözlenebilen bir mevcudiyet olarak — evrenler içindeki tamamlanmış bir mevcudiyet halinde Yüce Varlık olarak gerçekleşeceği düşünülmektedir.
117:7.15 (1292.9) Bu kavramsallaşma, asli evren içindeki Yüce’nin mevcut egemenliği anlamına gelmektedir. Mevcut Kutsal Üçleme yöneticilerin kendisine ait vekiller olarak görevlerine devam edeceği bütünüyle olasıdır; ancak, bizler, yedi aşkın-evren arasındaki mevcut ayrımların kademeli olarak ortadan kalkacağına ve asli evrenin bütününün kusursuzlaştırılmış bir bütünlük olarak faaliyet göstereceğine inanmaktayız.
117:7.16 (1292.10) Yüce’nin bunun sonrasında, zaman yaratılmışlarının idaresini yöneteceği konum olan Orvonton’un yönetim merkezi halindeki Uversa’da kişisel olarak ikamet edebileceği mümkündür; ancak, bu yalnızca, bir varsayımsal düşüncedir. Buna rağmen mutlak olarak, Yüce Varlık’ın kişiliği; her ne kadar kendi İlahiyi mevcudiyetinin her yerde eş zamanlı olarak mevcut oluşu kâinat âlemlerin tümünü kaplamaya muhtemel bir biçimde devam edecek olsa da, belirli özel bir konumdan kesin bir biçimde ulaşılacaktır. Bu çağın aşkın-evren vatandaşlarının Yüce ile olan ilişkisinin ne olacağını bilmemekteyiz; ancak, o, Havona yerlileri ve Cennet Kutsal Üçlemesi arasındaki mevcut ilişkiye benzer bir şey olabilir.
117:7.17 (1293.1) Bu gelecek günlerin kusursuzlaştırılmış asli evreni, mevcut andakinden çok daha farklı olacaktır. Mekânın gökadalarının örgütlenişi içindeki heyecan verici serüvenlere ve zamanın kimliksiz dünyaları üzerinde yaşam tohumlarının atılışına ek olarak, potansiyellerden doğan güzellik, anlamlardan doğan gerçeklik ve değerlerden doğan iyilik biçiminde, kargaşadan doğan uyumun evrimleşimi yok olacaktır. Zaman evrenleri, sınırlı nihai sonun tamamlanışını elde edecektir! Ve, muhtemelen bir mekân için, evrimsel kusursuzluğun çağlar süren mücadelesinden dinleme biçiminde rahatlama dönemi ortaya çıkacaktır. Ancak, çok daha uzun bir süreliğine değil! Kesin bir biçimde, mutlak olarak, ortaya çıkmaktaki Nihai olan Mutlak’ın İlahiyatı’nın gizemli bilmecesi; tıpkı, mücadele vermiş evrimsel atalarının bir zamanlar yüce olan Tanrı’nın arayışında zorlandıkları gibi, istikrara kavuşturulmuş evrenlerin bu kusursuzlaştırılmış vatandaşlarını zorlayacaktır. Kâinatsal nihai sonun perdesi, yaratılmış deneyiminin nihayeti içinde yeni ve daha yüksek seviyeler üzerinde Kâinatın Yaratıcısı’nın erişimi için çekici absonit arayışının aşkın ihtişamını açığa çıkarmak için tekrar aralanacaktır.
117:7.18 (1293.2) [Bu anlatım, Urantia üzerinde geçici olarak ikamet eden bir Kudretli İletici tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
118. Makale
118:0.1 (1294.1) İLAHİYAT’ın farklı doğaları ile ilgili, şunlar söylenebilir:
118:0.2 (1294.2) 1. Yaratıcı, varlığını kendinden olan benliktir.
118:0.3 (1294.3) 2. Evlat, ortak-mevcudiyet halindeki benliktir.
118:0.4 (1294.4) 3. Ruhaniyet, bütünleştirici-mevcudiyet halindeki benliktir.
118:0.5 (1294.5) 4. Yüce, evrimsel-deneyimsel benliktir.
118:0.6 (1294.6) 5. Yedi Katmanlı, benlik dağıtıcı benliktir.
118:0.7 (1294.7) 6. Nihai, aşkın-deneyimsel benliktir.
118:0.8 (1294.8) 7. Mutlak, varoluşsal-deneyimsel benliktir.
118:0.9 (1294.9) Her ne kadar Yedi Katmanlı Tanrı Yüce’ye olan evrimsel erişim için hayati derecede önemli olsa da, Yüce aynı zamanda; Nihai’nin en son gerçekleşecek ortaya çıkışı için hayati derecede önemlidir. Ve, Yüce ve Nihai’nin çifte mevcudiyeti, alt-mutlak ve elde edilmiş İlahiyat’ın temel ilişkilemini oluşturmaktadır; zira, onlar, nihai sona erişimde bağımsız bir biçimde birbirlerini tamamlar niteliktedirler. Beraberce onlar, üstün evren içindeki tüm yaratıcı büyümenin başlangıçlarını ve sonlarını bağlayan deneyimsel köprüyü oluşturur.
118:0.10 (1294.10) Yaratıcı büyümenin sonu bulunmamaktadır, ancak o her zaman tatmin edici niteliktedir; bu büyüme bir ölçüde sonsuzdur, ancak o her zaman, kâinatsal büyümede, evren keşfinde ve İlahiyat erişiminde yeni serüvenlerin harekete geçirici başlangıçları olarak oldukça etkin bir biçimde hizmet veren, geçici amaç erişiminin bu kişilik-tatmini-sağlayan anları tarafından aralara bölünmektedir.
118:0.11 (1294.11) Her ne kadar matematiğin nüfuz alanları niceliksel sınırlılıklar tarafından çevrelenmişse de, o sınırlı akla, sonsuzluk hakkında düşünmenin kavramsal bir temelini sağlamaktadır. Sınırlı aklın kavranışında bile, sayılar için hiçbir niceliksel sınırlılık bulunmamaktadır. Ne kadar büyük sayıyı düşünürseniz düşünün, sizler her zaman ona bir fazlasının eklenişini hayal edebilirsiniz. Ve, aynı zamanda sizler, bunun sonsuzluğa erişemeyeceğini kavrayabilirsiniz; zira, bahse konu sayıya olan bu eklenişi ne kadar çok gerçekleştirirseniz gerçekleştirin, her zaman hala ona bir tane daha eklenebilir.
118:0.12 (1294.12) Aynı zamanda, takip eden sonuz diziler herhangi bir noktada toplanabilir, ve bu toplam (daha yerinde bir ifadeyle, bir alt-toplam olarak) belirli bir zaman ve düzeydeki belirli bir insan için amaç erişiminin bütüncül alımlılığını sağlar. Ancak, er yâda geç, bu aynı kişi, yeni ve daha büyük hedeflerin açlığını ve arzusunu duymaya başlamaktadır; ve, büyüme içindeki bu türden serüvenler, zamanın bütünlüğü ve ebediyetin çevrimleri içinde sonsuza kadar gerçekleşir nitelikte bulunacaktır.
118:0.13 (1294.13) Her ilerleyici evren çağı, kâinatsal büyümenin takip eden döneminin bekleme odasıdır; ve, her evren çağı bütünlüğünde, önceki aşamaların tümünün doğrudan bir biçimde nihai sonunu oluşturmaktadır. Havona, kendisi içinde, kusursuz, fakat sınırlı-kusursuz halinde, bir yaratımdır; evrimsel aşkın-evrenlere doğru dışarı yönlü genişleyen bir biçimde Havona kusursuzluğu, yalnızca kâinatsal nihai sonu değil, aynı zamanda, evrimsel-öncesi mevcudiyetin sınırlılıklarından olan özgürleşimi de bulmaktadır.
118:1.1 (1295.1) İlahiyat’ın kâinat ile olan ilişkisine dair olası her kavrayışa erişmek, insanın kâinatsal yönelimine yardımcı olan niteliktedir. Doğası bakımından İlahiyat mutlak olsa da, Tanrılar; ebediyet içinde bir deneyim olarak zaman ile ilişkili konumdadırlar. Evrimsel evrenler içinde ebediyet, sonsuza kadar süren şimdi olarak — geçici sonsuzluktur.
118:1.2 (1295.2) Fani yaratılmışın kişiliği; Yaratıcı’nın iradesini yerine getirmeyi tercih etmenin işleyiş biçimi aracılığıyla, ikamet eden ruhaniyet ile gerçekleştirilen benlik özdeşleşimi tarafından ebedi hale gelebilir. İradenin bu türden bir kutsal adanışı, amacın ebediyet-gerçekliğinin gerçekleşimine ait doruk noktasıdır. Bu, anların ilerleyişi karşısında yaratılmışın amacının sabit hale gelişi anlamına gelmektedir; aksi belirtilmedikçe, anların ilerleyişi yaratılmış amacında hiçbir değişikliğe şahit olmayacaktır. Bir milyon yâda bir milyar an hiçbir fark yaratmamaktadır. Yaratılmışın amacı karşısında sayı, anlamını yitirmiş bir konumdadır. Böylelikle, yaratılmış tercihine ek olarak Tanrı’nın tercihi; Tanrı’nın çocuklarına ve onların Cennet Yaratıcısı’na olan sonsuz hizmet içerisinde, Tanrı’nın ruhaniyeti ile insanın doğasının sonu gelmez bütünlüğüne ait ebedi gerçeklikleri mevcut kılmaktadır.
118:1.3 (1295.3) Her bir us için söz konusu olan bir biçimde, olgunluk ve zaman bilincinin birimi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Zaman birimi bir gün, bir yıl veya daha uzun bir dönem olabilir; ancak, kaçınılmaz olarak, bilinçli benliğin, aracılığıyla yaşamın durumlarını değerlendirdiği şey bu kıstastır; ve, onun aracılığıyla düşünen us, zamansal mevcudiyetin gerçeklilerini ölçmekte ve onları değerlendirmektedir.
118:1.4 (1295.4) Deneyim, bilgelik ve yargı fani deneyim içinde zamanın genişlemesinin beraberinde getirdiği niteliklerdir. İnsan aklı geçmişe doğru geri dönük değerlendirmede bulunduğunda, o, mevcut bir durumla ilişkilendirmek için geçmiş deneyimi irdelemektedir. Akıl geleceğe doğru uzandığında, olası eylemin gelecek önemini değerlendirmeye girişmektedir. Ve, hem deneyimi hem de bilgeliği böylece hesaba katmış olarak, insan iradesi, mevcut an içerisinde yargı-kararını uygular; geçmiş ve gelecekten bu şekilde doğan eylemin tasarısı mevcut hale gelir.
118:1.5 (1295.5) Gelişen benliğin olgunluğunda, geçmiş ve gelecek mevcut anın gerçek anlamını aydınlatmak için bir araya getirilir. Benlik olgunlaştığında, deneyim için geçmişte çok daha fazla uzağa gitmeye başlar; bunun yanında, benliğin bilgelik öngörüleri, bilinmez gelecekte gittikçe derinlere inmeyi amaçlar. Ve, düşünme sürecindeki benlik bu uzanımını hem geçmişin hem de geleceğin ileri uçlarına gerçekleştirirken, bunun uyarınca onun yargısı, anlık şimdiki zamana gittikçe azalan bir biçimde bağımlı hale gelir. Böylelikle, karar-eylemi; hareket eden şimdi zamanın zincirlerinden kaçmaya başlarken, geçmiş-gelecek öneminin niteliklerini edinmeye başlar.
118:1.6 (1295.6) Sabır, zaman birimleri kısa olan faniler tarafından uygulanır; asıl olgunluk, gerçek anlayıştan doğan bir tahammülle sabrın ötesine geçer.
118:1.7 (1295.7) Olgun olmak; an içerisinde daha yoğun bir biçimde yaşamak, aynı zamanda, mevcut anın sınırlılıklarından kaçmaktır. Geçmiş deneyim üzerine inşa edilmiş olarak, olgunluğun tasarımları; geleceğin değerlerini derinleştiren biçimde mevcut an içerisinde mevcut hale gelmektedir.
118:1.8 (1295.8) Olgunsuzluğun zaman birimi, geçmiş-gelecek olarak – şimdi ile şimdi-olmayanın asıl ilişkisini ayıracak bir biçimde mevcut ana anlam-değeri yüklemektedir. Olgunluğun zaman birimi; benliğin, zaman olarak adlandırılmakta olan kesitler halindeki, sonu gelmez ebedi devamlılık olarak, başlangıcı bulunmayanın farkındalığına muhtemel bir biçimde varmaya başlayan bir biçimde, genişlemiş ufukların bir uçtan diğerine uzanan bakış açısından zamanın görünümünü görmeye başlayan bir biçimde, gerçekleşmişliklerin bütünlüğüne dair kavrayışı elde etmeye başlayacağı düzeyde geçmiş-şimdi-geleceğin eş güdümsel ilişkisini ortaya çıkarmasıyla orantılıdır.
118:1.9 (1296.1) Sınırsız ve mutlak olanın düzeyleri üzerinde, şimdi’nin anı; geçmişe dair her şeyi ve geleceğe dair her şeyi içinde taşımaktadır. BEN aynı zamanda, Eskiden BEN ve Gelecekteki BEN anlamına gelmektedir. Ve, bu, ebediyete ve ebedi olana dair en iyi kavramsallaşmamızı yansıtmaktadır.
118:1.10 (1296.2) Mutlak ve ebedi düzey üzerinde, potansiyel gerçeklik; mevcut gerçeklik kadar anlamlıdır. Sınırlı düzey üzerinde ve zamana tabi yaratılmışlar için, orada çok büyük bir farklılığın var olduğu görünmektedir. Mutlak niteliğinde bulunan Tanrı için, ebedi kararı vermiş olan bir yükseliş fanisi hâlihazırda bir Cennet Kesinlik Unsuru’dur. Ancak, Kâinatın Yaratıcısı, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi aracılığıyla; farkındalık bakımından sınırlı olmayıp, gerçekte, mevcudiyetin Tanrı-gibi-olma düzeylerine hayvan-gibi-olmadan gerçekleşen yaratılmış yükselişine ait sorunlarla verilen her zamansal mücadeleden haberdar olabilmekte, ve ona katılabilmektedir.
118:2.1 (1296.3) İlahiyat’ın eş-zamanlı-mevcudiyeti, kutsal her-yerde-varoluşun nihailiği ile karıştırılmamalıdır. Yüce’nin, Nihai’nin ve Mutlak’ın; Kâinatın Yaratıcısı’nın zaman-mekân eş-zamanlı mevcudiyeti ile zaman-mekânın ötesindeki her-yerde-varoluşunu zamansız ve mekânsız kâinatsal ve mutlak mevcudiyeti ile uyumlaştırması, eş güdümsel hale getirmesi ve onları birleştirmesi Kâinatın Yaratıcısı’nın özgür iradesine bağlıdır. Ve, sizler; İlahiyat’ın eş-zamanlı-mevcudiyeti oldukça sık bir biçimde mekânla ilişkili olabilse de, onun zaman ile de ilişkili olmak zorunluluğu bulunmadığını hatırlamalısınız.
118:2.2 (1296.4) Fani ve morontia yükseliş unsurları olarak sizler, ilerleyen biçimde Tanrı’yı; Yedi Katmanlı Tanrı’nın hizmeti aracılığıyla algılarsınız. Havona boyunca sizler, Yüce olan Tanrı’yı keşfedersiniz. Cennet üzerinde sizler; onu bir kişilik olarak bulur, ve bunu takiben yakın bir zaman içerisinde kesinlik unsurları olarak sizler, onu Nihai olarak tanımaya çalışırsınız. Kesinlik unsurları olarak, Nihai’ye eriştikten sonra izlenmek için geriye kalan tek bir yolun var olduğu görünmektedir; ve, bu ise, Mutlak’ın arayışına başlamaktır. Hiçbir kesinlik unsuru, İlahi Mutlak’a olan erişimin belirsizlikleri tarafından rahatsız edilmeyecektir; çünkü, yüce ve nihai yükselişlerinin sonunda, Yaratıcı olan Tanrı ile karşılaşılacaktır. Bu tür kesinlik unsurları, kuşkusuz; Mutlak olan Tanrı’yı bulmada başarılı olabilseler bile, yalnızca, daha yakın sınırsız ve kâinatsal düzeyler üzerinde kendisini dışa vuran Cennet Yaratıcısı olarak aynı Tanrı’yı keşfetmekte olduklarına inanacaklardır. Kuşkusuz olarak, mutlak düzeyde Tanrı’ya erişmek, evrenlerin Başat Atası’na ek olarak kişiliklerin Nihai Yaratıcısı’nı açığa çıkaracaktır.
118:2.3 (1296.5) Yüce olan Tanrı, İlahiyat’ın zaman-mekânsal her-yerde varoluşunun bir göstergesi olmayabilir; ancak, o kelimenin tam anlamıyla, kutsal eş-zamanlı-mevcudiyetin bir dışa vurumudur. Yaratan’ın ruhsal mevcudiyeti ve yaratımın maddi dışavurumları arasında; evrimsel İlahiyat’ın kâinat açığa çıkışı olarak — eş-zamanlı mevcudiyet içindeki oluşun çok geniş bir alanı bulunmaktadır.
118:2.4 (1296.6) Eğer, Yüce olan Tanrı; bir kez olsun zaman ve mekâna ait evrenlerin doğrudan denetimini üstlenirse, bizler, bu türden bir İlahiyat yönetiminin Nihai’nin üst-denetimi altında faaliyet göstereceğinden eminiz. Böyle bir gelişimde, Nihai olan Tanrı; Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin idari faaliyetleri ile ilgili zaman-ötesinin ve mekân-ötesinin üst-denetimini uygulayan aşkın Her-Şeye-Gücü-Yeten (Her-Şeye-Muktedir) olarak, mekânın âlemleri tarafından görünebilen bir şekilde açığa çıkmış hale gelir.
118:2.5 (1297.1) Fani akıl şunu sorabilir, kaldı ki bunu biz bile sormaktayız: Eğer Yüce olan Tanrı’nın asli evren içindeki idari yetkisine olan evrimine Nihai olan Tanrı’nın artan dışavurumları eşlik etmekteyse, dış uzayın varsayılan evrenlerinde Nihai olan Tanrı’nın ilgili bir açığa çıkışına, Mutlak olan Tanrı’nın benzer ve gelişmiş açığa çıkarılışları eşlik edecek mi? Ancak, biz, bunu gerçekten bilmiyoruz.
118:3.1 (1297.2) Yalnızca eş-zamanlı mevcudiyet, İlahiyat’ın zaman-mekân dışavurumlarını sınırlı kavramsallaşma için bütünleştirebilir; zira, zaman, anların bir dizisi iken, mekân ilişkili konumların bir işleyiş düzenidir. Sizler zamanı, sonuçta; zamanı irdelemeyle ve mekânı birleştirmeyle algılamaktasınız. Hayvan dünyasının tümü içinde yalnızca insan, bu zaman-mekân algısına sahiptir. Bir hayvan için, hareket bir anlama sahiptir; ancak, hareket yalnızca, kişilik düzeyindeki bir yaratılmış için değer sergilemektedir.
118:3.2 (1297.3) Nesneler zaman tarafından belirlenmektedir; ancak, gerçeklik, zamansızdır. Ne kadar fazla gerçeklik bilirseniz, geçmişi daha fazla anlayabileceğiniz ve geleceği daha fazla kavrayabileceğiniz biçimde, daha fazla gerçek niteliğinde bulursunuz.
118:3.3 (1297.4) Gerçeklik, tamamlanamaz — her ne kadar tüm geçici iniş-çıkışlardan sonsuza kadar muaf olsa da, hiçbir zaman ölü veya resmi olmayan, her zaman canlı ve uyum sağlayıcı nitelikte, yaşam ışığı saçan bir biçimde canlı haldedir. Ancak, gerçeklik gerçek ile ilişkili hale geldiğinde, bunun sonucunda, hem zaman hem de mekân, gerçeğin anlamlarını belirlemekte ve onun değerlerini uyumlaştırmaktadır. Gerçekle eşleştirilmiş gerçekliğin bu türden mevcudiyetleri, kavramlar haline gelmekte, ve, bunun uyarınca, göreceli kâinatsal gerçekliklerin alanına düşmektedir.
118:3.4 (1297.5) Yaratan’ın mutlak ve ebedi gerçekliğini sınırlının gerçeksel deneyimi ile ilişkilendirmek, Yüce’nin sahip olduğu yeni ve ortaya çıkmaktaki bir değerini mevcut kılmaktadır. Yüce’nin kavramsallaşması; kutsal ve değişmez nitelikteki üst-dünyanın sınırlı ve sürekli-değişen nitelikteki alt-dünya ile olan eş güdümü için hayati derecede önemlidir.
118:3.5 (1297.6) Mekân, mutlak-olmayan her şeyin mutlak olana en fazla yaklaştığı bütünlüktür. Mekân, mutlak olarak nihai nitelikte görünmektedir. Maddi düzeyde mekânı anlamada deneyimlediğimiz gerçek zorluk; maddi bedenler mekân içinde mevcut iken, bahse konu aynı maddi bedenler içinde mekânın aynı zamanda mevcut olduğu gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Mekânın bütünlüğü ile ilgili çok fazla şey mutlak olsa da, bu, mekânın mutlak olduğu anlamına gelmemektedir.
118:3.6 (1297.7) Göreceli ifadeyle, mekânın sonuçta tüm maddi bedenlerin bir uzantısı olduğunu düşünmeniz, mekân ilişkilerine dair bir anlayışa sahip olmanıza yardımcı olabilir. Böylelikle, bir beden mekân boyunca hareket ettiğinde, mekânın bile bu türden bir hareket eden bedenin içinde bulunduğu ve onun sonucu olduğu biçimde, kendisine ait tüm uzantılarını beraberinde götürmektedir.
118:3.7 (1297.8) Gerçekliğin tüm şablonları, maddi düzeyler üzerinde mekânda yer etmektedir; ancak, ruhaniyet şablonları yalnızca, mekân ile ilişkili bir biçimde var olmaktadır; onlar mekânda yer kaplamaz veya onun yerine geçmez; o, ne de onları içinde barındır. Ancak, bizler için, mekânın büyük bilmecesi, bir düşüncenin şablonu ile ilgilidir. Akıl alanına girdiğimizde, birçok kez bir bulmaca ile karşılaşmaktayız. Bir düşüncenin — gerçeklik olarak — şablonu, mekânda yer kaplamakta mıdır? Her ne kadar bir düşünce şablonunun mekânı içinde barındırmadığından emin olsak da, bahse konu sorunun yanıtını gerçekten bilmemekteyiz. Ancak, maddi olmayanın her zaman için mekânsal nitelikte bulunmadığını düşünmek, neredeyse hiçbir zaman güvenli değildir.
118:4.1 (1298.1) Fani insanın sahip olduğu din-kuramsal zorlukların ve metafiziksel çıkmazların çoğunun; insanın İlahiyat kişiliğini yanlış konumlayışından, ve bundan doğan, sınırsız ve mutlak nitelikleri ast Kutsallık’a ve evrimsel İlahiyat’a atfetmesinden kaynaklanmaktadır. Sizler; gerçek bir İlk Neden var olsa da, hem ilişkili hem de ikincil sebepler olarak, orada aynı zamanda eş güdüm halindeki ve tabi nedenlerin mevcut olduğunu unutmamalısınız.
118:4.2 (1298.2) İlk nedenler ve ikinci nedenler arasındaki temel ayrım; ilk kaynakların, herhangi bir öncül nedensellikten elde edilmiş herhangi bir etkenin kalıtımına hiçbir biçimde sahip olmayan özgün etkileri yaratmasıdır. İkincil nedenler; her zaman, diğer ve öncül nedensellikten olan kalıtımı sergiler nitelikteki etkileri ortaya çıkarmaktadır.
118:4.3 (1298.3) Koşulsuz Mutlak’da içkin olan tamamiyle durağan konumdaki potansiyeller, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin eylemlerinin yarattığı İlahi Mutlak’ın bu nedenselliklerine karşılık verir niteliktedir. Kâinatsal Mutlak’ın mevcudiyetinde, bu nedensellik yetisiyle yüklenmiş durağan potansiyeller; derhal etkin hale gelmekte, ve, eylemlerinin, bahse konu bu etkinleştirilmiş potansiyelleri, büyüme için mevcut hale getirilmiş yetkinlikler olarak gelişim için gerçek evren olasılıkları düzeyine aktarmasıyla sonuçlandığı belirli aşkın unsurların etkisine karşılık verir niteliğe gelmektedir. Bu türden olgunlaşmış potansiyelliklerin temeli üzerine, asli evrenin yaratanları ve denetimcileri, kâinatsal evrimin sonu gelmez piyesini sahnelerler.
118:4.4 (1298.4) Varoluşsallıklar dışında, nedensellik, temel oluşumu içinde üç katmanlıdır. Bu evren çağı içinde ve yedi aşkın-evrenin sınırlı düzeyi ile ilgili faaliyet gösterdiği için, şu biçimlerde düşünülebilir:
118:4.5 (1298.5) 1. Durağan potansiyelliklerin etkinleşimi: Koşulsuz Mutlak içinde ve onun üzerinde faaliyet gösteren bir biçimde ve Cennet Kutsal Üçlemesi’nin özgür iradesel emirlerinin sonucu olarak, İlahi Mutlak’ın eylemleri tarafından Koşulsuz Mutlak’da nihai sonun oluşturulması.
118:4.6 (1298.6) 2. Evren yetkinliklerinin mevcut kılınışı. Bu, farklılaşmamış potansiyellerden ayrıştırılmış ve tanımlanmış tasarımlarına doğru dönüşümü içine almaktadır. Bu, İlahiyat’ın Nihayetliği’nin ve aşkın düzeyin çok katmanlı birimlerinin eylemidir. Bu türden eylemler, üstün evrenin bütününün gelecek ihtiyaçlarının kusursuz öngörüşünde gerçekleştirilmektedir. Üstün Evrenin Mimarları’nın, evrenlere ait İlahiyat kavramsallaşmasının dikkate değer bünyeleri olarak ortaya çıkışı; potansiyellerin bu ayrışımları ile ilişkili olarak gerçekleşmektedir. Onların tasarımları nihai olarak, asli evrenin sahip olduğu kavramsal çevre sınırları tarafından bir ölçüde mekânsal anlamda kısıtlandırılmış görünüme sahiptir; ancak, tasarımlar olarak onlar başka bir biçimde, zaman veya mekân tarafından sınırlandırılmış nitelikte bulunmamaktadırlar.
118:4.7 (1298.7) 3. Evren mevcudiyetlerinin yaratımı ve evrimi. Yüce Yaratanlar’ın, olgunlaşmış potansiyellerin deneyimsel mevcudiyetlere olan zamansı aktarımlarını gerçekleştirmek için faaliyet göstermeleri; İlahiyatın Nihayeti’ne ait yetkinlik-yaratan mevcudiyeti ile yüklenen bir kâinat üzerine gerçekleşmektedir. Asli evren içerisindeki potansiyel gerçekliğin tüm gerçekleşimi; gelişimi bakımından nihai ölçekle kısıtlı olup, ortaya çıkışın nihai aşamalarında zaman-mekân tarafından belirlenmektedir. Cennet’den dışa doğru giden Yaratan Evlatlar, gerçekte, kâinatsal açıdan dönüştürücü yaratanlardır. Ancak, bu hiçbir şekilde, insanın, yaratanlar olarak onlara dair kavramsallaşmasını boşa çıkarmamaktadır; sınırlı olanın bakış açısından, onlar kesinlikle, yaratabilme yetisine sahip olup, bunu hâlihazırda yerine getirmektedir.
118:5.1 (1299.1) İlahiyat’ın her-şeye-muktedir-oluşu, yapılabilir-olmayan şeyi yapma gücü anlamına gelmemektedir. Zaman-mekân çerçevesi içinde ve fani kavrayışın ussal dayanak noktasından, sınırsız Tanrı bile; kare daireler yaratamaz, veya, içkin bir biçimde iyi olan nitelikteki kötülüğü mevcut kılamaz. Tanrı, tanrısal-olmayan şeyi yapamaz. Felsefi kavramların bu türden bir çelişkisi; hayali varsayıma denk düşmekte olup, böyle hiçbir şeyin yaratılmadığı anlamına gelmektedir. Bir kişilik özelliği aynı zamanda, Tanrı-gibi-olan ve tanrı-gibi-olmayan bütünlükte bulunamaz. Ve, tüm bunların hepsi; her-şeye-muktedir-olmanın, yalnızca şeyleri bir doğayla yaratmadığı, aynı zamanda, şeylerin ve varlıkların tümünün doğasına köken sağladığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
118:5.2 (1299.2) En başta, Yaratıcı, her şeyi yapmaktadır; ancak, ebediyetin her şeyi kapsayan bütünlüğü Sınırsız’ın iradesi ve emirlerine karşılık verir biçimde gerçekleşirken, yaratılmışların, hatta insanların, nihai sona ait kesinliğin gerçekleşiminde Tanrı’nın ortak eşleri haline gelecek nitelikte bulundukları artan bir biçimde açığa çıkmaktadır. Ve, bu, beden içindeki yaşamda bile gerçektir; insan ve Tanrı ortak eşliğe girdiklerinde, bu türden bir ortaklığın gelecek olasılıkları üzerinde hiçbir sınır konulamaz. İnsan; ikamet eden Yaratıcı mevcudiyeti ile bütünleştiği an olarak, ebedi ilerleyiş içerisinde Kâinatın Yaratıcısı’nın kendisinin ortağı olduğunun farkına vardığı zaman, ruhaniyet bakımından zamanın zincirlerini kırmış, ve hâlihazırda, Kâinatın Yaratıcısı’nın arayışında ebediyetin ilerleyişine girmiş bulunmaktadır.
118:5.3 (1299.3) Fani bilinç; gerçeklikten anlama, oradan da değere ilerlemektedir. Yaratan bilinci; düşünce-değerinden, kelime-anlamı boyunca, eylemin gerçekliğine ilerlemektedir. Tanrı her zaman, varoluşsal sonsuzluk içinde içkin nitelikte bulunan koşulsuz bütünlüğün dengesel kilidini kırmak için eylemde bulunmak zorundadır. İlahiyat her zaman; tüm alt-mutlak yaratanların arzu duyacağı, şablon evren, kusursuz kişilikler, kökensel gerçeklik, güzellik ve iyiliği sağlamak zorundadır. Her zaman Tanrı; insanın daha sonra Tanrı’yı bulması için, ilk olarak insanı bulmak zorundadır. Kâinatsal evlatlığın ve onun sonucu olan kâinatsal kardeşliğin herhangi bir biçimde oluşabilmesinden önce, orada her zaman bir Kâinatsal Yaratıcı’nın bulunması gerekmektedir.
118:6.1 (1299.4) Tanrı gerçekten de her şeye muktedirdir; ancak, o, yapılmış olan her şeyi kişisel olarak gerçekleştirmediği biçimde — mevcut-olan-her-şeyi-yaratan nitelikte değildir. Her-şeye-muktedir-olma, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce ve Yüce Varlık’ın güç-potansiyelini içine almaktadır; ancak, Yüce olan Tanrı’nın özgür iradesel eylemleri, Sınırsız olan Tanrı’nın kişisel olarak yaptıkları şeyler değildir.
118:6.2 (1299.5) Başat İlahiyat’ın mevcut-olan-her-şeyi-yaratıcılığını desteklemek demek, neredeyse bir milyon Cennet Yaratan Evladı’nın yaratım sürecindeki yokluğu anlamına gelecektir; kaldı ki buna daha, aynı sürece katılan yaratım yardımcılarına ait diğer çeşitli düzey unsurlarının sayısız destek birlikleri dâhil değildir. Tüm evrende yalnızca tek bir nedenin sebep olmadığı Neden bulunmaktadır. Tüm diğer nedenler, bu tek İlk Ana Kaynak ve Merkez’in türemişlikleridir. Ve, bu felsefenin hiçbiri, engin bir kâinata yayılmış İlahiyat’ın çok çeşitli çocuklarının özgür iradesel niteliklerini töhmet altında bırakmamaktadır.
118:6.3 (1299.6) Yerel bir çerçeve içerisinde, özgür iradenin, sebep olunmamış bir neden olarak faaliyet göstermekte olduğu görünebilir; ancak, o hatasız bir biçimde, benzersiz, özgün ve mutlak İlk Nedenler ile ilişkiyi kuracak kalıtım etkenlerini sergileyebilir.
118:6.4 (1299.7) Özgür iradenin tümü görecelidir. Kökensel olarak, yalnızca Yaratıcı-BEN, özgür iradenin kesinliğini elinde bulundurmaktadır; mutlak olarak, yalnızca Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet, zaman tarafından belirlenmemiş ve mekân tarafından sınırlanmamış özgür iradenin ayrıcalıklarını sergilemektedir. Fani insan, tercih özgürlüğü olarak özgür irade ile donatılmıştır; ve, bu türden tercihte bulunma mutlak değildir, ama yine de, sınırlı olanın düzeyinde ve kişiliği tercih etmenin nihai sonu bakımından göreceli olarak nihaidir.
118:6.5 (1300.1) Mutlak olanın dışındaki her düzeyde özgür irade, tercih gücünü uygulayan tam da bu kişilik içerisinde yapıcı nitelikte bulunan sınırlılıklarla karşılaşır. İnsan, tercih edilebilenin kapsamı ötesindeki bir şeyi seçemez. O, örneğin, bir insandan daha fazlası haline gelmeyi seçebilmesi dışında, bir insan varlığından başkası olmayı tercih edemez; o, evren yükselişinin seyahatine girişmeyi tercih edebilir, ancak, bu, insan tercihi ve kutsal iradenin böyle bir seferde bu noktada kesişir olması nedeniyledir. Ve, bir evlat ne isterse, Yaratıcı’nın iradeleri onu kesinlikle açığa çıkaracaktır.
118:6.6 (1300.2) Fani yaşam içerisinde, farklı davranışın yolları sürekli açılmakta ve kapanmaktadır; ve, bu zamanlar boyunca tercih mümkün olduğunda, insan kişiliği sürekli bir biçimde, eylemin bu birçok doğrultusu arasında karar vermektedir. Geçici özgür irade, zaman ile ilişkilidir; ve, dışa vurulmak amacıyla fırsat bulunması için zamanın geçmesini beklemek zorundadır. Ruhsal özgür irade, zamanın sıralı dizisinden kısmi kaçışı elde etmiş olarak zamanın zincirlerinden gerçekleştirdiği özgürlüğü tatmaya başlamıştır; ve, bu, ruhsal özgür iradenin, Tanrı’nın iradesiyle benliği özdeşleştirmiş olması sayesinde yaşanabilmektedir.
118:6.7 (1300.3) Tercih etmenin eylemi olarak iradede bulunma, daha yüksek ve başat tercihe karşılık içinde gerçekleşmiş kâinat çerçevesi içinde faaliyet göstermek zorundadır. İnsan iradesinin bütüncül kapsamı katı bir biçimde, belirli tek bir şey dışında sınırlı düzeyle sınırlıdır: İnsan; Tanrı’yı bulmayı ve onun gibi olmayı tercih ettiğinde, bu türden bir tercih sınırlı-düzey-ötesi niteliktedir; yalnızca ebediyet, bu tercihin aynı zamanda absonit-düzey-ötesi olup olamayacağını açığa çıkaracaktır.
118:6.8 (1300.4) İlahiyat’ın her-şeye-muktedirliğini tanımak; Cennet’e olan uzun yolculuğunuzda güvenliğin teminatını elinde bulundurmak olarak, kâinatsal vatandaşlığınıza dair deneyiminizde güvenceyi memnuniyetle deneyimlemektir. Ancak, mevcut-olan-her-şeyin-yaratımına dair yanlış düşünceyi kabul etme, var olan her şeyin Tanrı’dan kökenini aldığına dair inanışın büyük hatasına karışmaktır.
118:7.1 (1300.5) Asli evren içinde Yaratan iradesinin ve yaratılmış iradesinin işlevi, sınırlar içerisinde ve Üstün Mimarlar tarafından oluşturulmuş olasılıklar uyarınca faaliyet göstermektedir. Bu en yüksek sınırların önceden kararlaştırılışı, buna rağmen, bahse konu çizilmiş hudutlar içerisinde yaratılmış iradesinin egemenliğini en küçük derecede bile azaltmamaktadır. Ne de, tüm sınırlı tercihin bütüncül izin verilişi olarak — nihai önceden bilme, sınırlı düzeyin iradede bulunuşunun bir ortadan kaldırışını oluşturmamaktadır. Olgun ve ileri görüşlü bir insan varlığı, birliktelik içinde bulunduğu belirli bir gencin kararını olası en doğru biçimde öngörebilir; ancak bu öncül bilgi, verilen kararın kendisinin sahip olduğu özgürlük ve özgünlükten hiçbir şey götürmemektedir. Tanrılar bilge bir biçimde, olgun olmayan iradenin sahip olduğu eylemin kapmasını kısıtlamışlardır; ancak, gerçek irade, yine de, bu sınırlar içinde bulunmaktadır.
118:7.2 (1300.6) Geçmişin, şimdinin ve geleceğin tümünün en yüksek derecedeki ilişkilemi bile, bu tür seçimlerin özgünlüğüne gölge düşürmemektedir. O, bunun yerine; kâinatın öncül bir biçimde emredilmiş gidişatını işaret etmekte, ve, gerçekliğin tümünün deneyimsel gerçekleşimine ait katılımsal parçalar haline gelmeyi, veya gelmemeyi, tercih edebilecek irade sahibi bu varlıklara dair öncül bilgi anlamına gelmektedir.
118:7.3 (1300.7) Sınırlı düzeye ait tercihteki hata, zaman tarafından belirlenmiş ve onun tarafından kısıtlanmış niteliktedir. Bu hata; yalnızca zaman içinde, ve, Yüce Varlık’ın evrimleşen mevcudiyeti bünyesinde var olabilmektedir. Bu türden yanılmada bulunulmuş tercih; zaman içinde mümkün olup, olgun olmayan yaratılmışların, gerçeklikle özgür irade ilişkisinde bulunarak evren ilerleyişini memnuniyetle deneyimlemek amacıyla tercihin belirli bir kapsamıyla donatılmış olmaları gerektiğine (Yüce’nin tamamlanmamışlığına ek olarak) işaret etmektedir.
118:7.4 (1301.1) Zaman-tarafından-belirlenmiş uzay içinde günah, açık bir biçimde, sınırlı düzey iradesinin dünyasal özgürlüğünü — hatta ona verilmiş olan izni bile — kanıtlanmaktadır. Günah; kâinatsal vatandaşlığın yüce sorumluluklarını ve görevlerini algılamada başarısız olurken, kişiliğin göreceli egemen olan iradesinin sahip olduğu özgürlük tarafından gözleri kamaşmış hamlığı temsil etmektedir.
118:7.5 (1301.2) Sınırlı olanın nüfuz alanlarında yanlış olan davranış, Tanrı-ile-özdeşleşmemiş benliklerin tümünün geçici gerçekliğini açığa çıkarmaktadır. Yalnızca, bir yaratılmış Tanrı ile özdeşleşmiş hale gelirken evrenler içinde aslen gerçek hale gelmektedir. Sınırlı kişilik, benlik tarafından kendi başına yaratılmış bütünlük değildir; ancak, tercihin aşkın-evren konumunda, o kesin bir biçimde, nihai sonunu tek başına belirlemektedir.
118:7.6 (1301.3) Yaşamın bahşedilişi; bireyin kendi başına yaşamını idame etmeye, bireyin kendi başına çoğalımına ve bireyin kendi başına uyum sağlayışına yetkin maddi-enerji sistemlerini mevcut kılmaktadır. Kişiliğin bahşedilişi, yaşayan organizmalara; bireyin kendi yaşamını belirleyişinin, kendi evrimini gerçekleştirişinin ve İlahiyat’ın bir bütünleşme ruhaniyeti ile olan birey özdeşleşiminin ek ayrıcalıklarını aktarmaktadır.
118:7.7 (1301.4) Alt-kişisel nitelikteki yaşayan şeyler; ilk olarak fiziksel-denetleyiciler olarak, ve daha sonra, emir-yardımcı akıl-ruhaniyetleri olarak, akıl etkinleştiren enerji-maddesine işaret etmektedir. Kişilik bahşedilişi; Tanrı’dan gelmekte olup, yaşayan sisteme tercihin benzersiz ayrıcalıklarını aktarmaktadır. Ancak, eğer kişilik, gerçeklik özdeşleşiminin iradesel tercihini uygulama ayrıcalığına sahipse, ve, bu gerçek ve özgür bir tercihse, bunun sonucunda, evrimleşen kişilik aynı zamanda, kendisini tüketir, kendisine engel olur ve kendisine zarar verir hale gelmenin olası tercihine de sahip olmaktadır. Bireyin kendisine kâinatsal ölçekte zarar verebilmesinin olasılığı, eğer evrim halindeki kişilik sınırlı iradenin uygulamasında gerçekten özgür ise, kaçınılmaz niteliktedir.
118:7.8 (1301.5) Bu nedenle, mevcudiyetin daha alt düzeyleri boyunca kişilik tercihinin sınırlarını daraltmada fazlalaşan güvenlilik söz konusudur. Tercih, evrenler yükseldikçe, artan bir biçimde bağımsızlaşmış hale gelmektedir; tercih nihai olarak, yükseliş kişiliği düzeyin kutsallığını, evren amaçlarına olan adanmışlığın yüceliğini, kâinatsal-bilgelik erişiminin tamamlanmışlığını ve Tanrı’nın iradesi ve doğrultusuyla yaratılmış özdeşleşiminin kesinliğini elde ettiğinde, kutsal özgürlüğe yaklaşmaktadır.
118:8.1 (1301.6) Zaman-mekân yaratımlarında, özgür irade, sınırlılıklar olarak kısıtlanmışlar ile çevrelenmiştir. Maddi-yaşam evrimi ilk olarak mekanik, daha sonra akıl tarafından etkinleştirilmiş nitelikte olup, (kişiliğin bahşedilişi sonrasında)ruhaniyet tarafından yönlendirilmiş hale gelebilir. Yerleşik dünyalar üzerinde organik evrim, fiziksel olarak; Yaşam Taşıyıcıları’nın özgün fiziksel-yaşam aktarımlarının sahip olduğu potansiyel tarafından sınırlıdır.
118:8.2 (1301.7) Fani insan, bir yaşayan mekanizma olarak bir makinadır; onun kökenleri gerçekten de, enerjinin fiziksel dünyası içindedir. Birçok insan tepkisi, doğası bakımından mekaniktir; yaşamın çoğu, makina-gibidir. Ancak, bir mekanizma olarak insan, bir makinadan çok daha fazlasıdır; o, akılla donatılmakta ve ruhaniyet tarafından ikamet edilmektedir; ve, her ne kadar o, sahip olduğu mevcudiyetin kimyasal ve elektriksel olan mekanik-işleyiş-düzenlerinden kaçamasa da, o artan bir biçimde, insan aklının, ikamet eden Düşünce Düzenleyicisi’nin ruhsal dürtülerinin yerine getirilmesine adanışı süreciyle deneyimin yönlendirici bilgeliğine bu fiziksel-yaşam makinasını nasıl tabi kılacağını öğrenir.
118:8.3 (1301.8) İradenin faaliyetini; ruhaniyet özgürleştirmekte, mekanizma sınırlamaktadır. Ruhaniyet tarafından özdeşleştirilmemiş olan, mekanizmanın denetlemediği, kusursuz olmayan tercih, tehlikeli ve istikrarsızdır. Mekanik baskınlık, ilerleyişe rağmen istikrarı güvence altına almaktadır; ruhaniyet ile olan bağlılık, tercihi fiziksel düzeyden özgürleştirmekte, ve aynı zamanda, derinleşmiş evrensel kavrayış ve kapsamı genişlemiş kâinatsal algının yarattığı kutsal istikrarı güvence altına almaktadır.
118:8.4 (1302.1) Yaşam mekanizmasının zincirlerinden olan kurtuluşa erişmede, yaratılmışı bekleyen en büyük tehlike, onun; ruhaniyet ile uyumlu bir çalışma birlikteliğiyle bu istikrar kaybını telafi etmedeki başarısızlıktır. Yaratılmış tercihi, mekanik istikrardan göreceli olarak özgürleştiğinde, daha yüksek düzeydeki ruhaniyet özdeşleşimi olmadan daha fazla benlik özgürleşimine girişebilir.
118:8.5 (1302.2) Biyolojik evrimin bütüncül ilkesi; ilkel insanın, bireyin kendi kendisini sınırlayışının herhangi bir büyük çaplı donanımı olmadan, ikamet edilmiş dünyalar üzerinde ortaya çıkışını imkânsız kılmaktadır. Bu nedenle, evrimi amaçlamış olan bu aynı yaratıcı tasarım, benzer bir biçimde; bu türden kültürsüz yaratılmışların alt-mutlak tercih aralığını etkin bir biçimde sınırlayan, açlık ve korku olarak zaman ve mekânın bu dışsal kısıtlılıklarını sağlamaktadır. İnsanın aklı başarılı bir biçimde sürekli zorlaşan sınırları aşarken, bahse konu bu yaratıcı tasarım aynı zamanda; bir diğer değişle, azalan dış kısıtlılıklar ile artan iç kısıtlılıklar arasındaki bir dengenin idaresi olarak — sıkıntıyla elde edilmiş deneyimsel bilgeliğin ırksal mirasının yavaş birikimini sağlamıştır.
118:8.6 (1302.3) İnsanın kültürel gelişimi temelinde, evrimin ağır ilerleyişi; ilerlemenin tehlikeli hızlarını yavaşlatmak için oldukça etkin bir biçimde işlev gösteren — maddi eylemsizlik olarak — bu frenin verimliliğine kanıt oluşturmaktadır. Böylelikle, zamanın kendisi; insan eylemine olan bir sonraki çevreleyici sınırlardan gerçekleşecek vaktinden önceki kaçışın ölümcül olabilecek sonuçlarını azaltmakta ve onları dağıtmaktadır. Maddi kazanımın ibadet-bilgeliğinin önüne geçtiği an olarak, kültür haddinden daha fazla biçimde ilerlediği zaman, bunun sonucunda, medeniyet kendi bünyesinde gerilemenin tohumlarını taşımaktadır; ve, deneyimsel bilgeliğin çabuk gerçekleşen birikimi ile desteklenmezse, bu tür insan toplumları, kazanımın yüksek ancak vaktinden önce gerçekleşmiş düzeylerinden iniş gösterecek, ve, bilgeliğin askıya alındığı döneme ait “karanlık çağlar”, bireyin temelini kendinden alan özgürlüğü ve bireyin kendi üzerinde kendi kendine uyguladığı denetimi arasındaki dengesizliğin karşı konulamaz geri dönüşüne şahitlik edecektir.
118:8.7 (1302.4) Caligastia’nın doğrudan ayrılışı; bahse konu dönemlerin fani akıllarının deneyimsel olarak aşmamış oldukları sınırlar olarak, kısıtlayıcı sınırların cömertçe yok edilişi biçimindeki — ilerleyici insan özgürleşimine ait zaman yönetiminin aradan çıkarılmasıydı.
118:8.8 (1302.5) Zaman ve mekânın kısmi bir yokluğunu yerine getirebilen bu akıl, tam da bu eylem vasıtasıyla, kısıtlılığın öte sınırları yerine etkin bir biçimde hizmet verebilecek olan bilgeliğin tohumlarını taşımakta olduğunu göstermektedir.
118:8.9 (1302.6) Lucifer benzer bir biçimde, yerel sistem içinde belirli özgürlüklere vaktinden önce erişimin kısıtlanması için faaliyet gösteren zaman yönetimini sekteye uğratmayı amaçladı. Işık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmuş yerel bir sistem, deneyimsel olarak; bu aynı âlemin istikrar-öncesi dönemlerinde engelleyici ve yıkıcı nitelikte bulunabilecek birçok işleyiş biçiminin faaliyetini mümkün kılan bakış açılarını ve kavrayışlarını elde etmiştir.
118:8.10 (1302.7) İnsan korkunun zincirlerini kırarken, kıtaları ve okyanusları makinaları ile birbirlerine bağlarken, nesilleri ve çağları kayıtlarında bir araya getirirken, genişleyen insan bilgeliğinin ahlaki salıkları uyarınca her ileri kısıtlılığı, yeni ve gönüllülükle üstlendiği bir kısıtlılıkla değiştirmek zorundadır. Bu bireyin kendisi tarafından kendi kendisine uyguladığı kısıtlılıklar; adaletin kavramsallaşmaları ve kardeşliğin idealleri olarak — insan medeniyetinin tüm etkenleri içinde aynı zamanda hem en güçlü hem de en kırılgan olandır. İnsan, kendi akran insanları derinden sevme cesaretini gösterdiğinde, bağışlamanın kısıtlayıcı elbiselerini bile kendisine zorunlu kılmaktadır; bunun karşısında, ruhsal kardeşliğin başlangıçlarını erişirken, kendisi için uygun gördüğü, hatta Tanrı’nın kendisine uygun gördüğünü düşündüğü, davranışı onlara biçmeyi tercih eder.
118:8.11 (1303.1) Kendiliğinden gerçekleşen bir evren tepkisi istikrarlı, ve, bir biçimde, kâinat içinde devamlı haldedir. Ruhaniyet kavrayışına sahip olarak Tanrı’yı bilen ve onun iradesini gerçekleştirmeyi arzulayan bir kişilik, kutsal bir biçimde istikrarlı ve ebedi biçimde varoluş içindedir. İnsanın büyük evren serüveni, sahip olduğu fani aklının mekanik istatistiklerin istikrarından ruhsal dinamiklerin kutsallığına gerçekleştirdiği geçişinden oluşmaktadır; ve, o bu dönüşüme, yaşam durumlarının her birinde “Senin iradeni gerçekleştirmek benim irademdir” şeklinde haykırarak, kendi kişilik kararlarının gücü ve devamlılığı ile erişecektir.
118:9.1 (1303.2) Zaman ve mekân, üstün evrenin bütünleşmiş bir işleyiş düzenidir. Onlar; aracılığıyla sınırlı yaratılmışların, kâinat içinde Sınırsız ile olan ortak-mevcudiyetlerine yetkin kılındıkları düzeneklerdir. Sınırlı yaratılmışlar etkin bir biçimde, zaman ve mekânın mutlak düzeylerinden yalıtılmış konumda bulunmaktadırlar. Yokluğu halinde hiçbir faninin mevcut olamayacağı nitelikteki bu soyutlayıcı araçlar, sınırlı eylemin kapsamını doğrudan bir biçimde kısıtlamak için faaliyet göstermektedirler. Onlar olmadan hiçbir yaratılmış eylemde bulunamaz; ancak, onlar tarafından, her bir yaratılmışın sahip olduğu eylemler kesin bir biçimde sınırlandırılmıştır.
118:9.2 (1303.3) İşleyiş düzenleri; sahip oldukları yaratım kaynaklarını özgürleştirmek, ancak, kendilerine tabi olan tüm usların eylemini kesin bir biçimde bir dereceye kadar sınırlandırmak için faaliyet gösteren daha yüksek akıllar tarafından üretilmiştir. Evrenlerin yaratılmışları için bu sınırlandırma, evrenlerin işleyiş düzeni olarak gözle görülür hale gelmektedir. İnsan, engelsiz özgür iradeye sahip değildir; ancak, bu tercihin kapsadığı alan içinde, onun iradesi göreceli olarak egemen konumdadır.
118:9.3 (1303.4) İnsan bedeni olarak fani kişiliğin yaşam işleyiş düzeni, fani-ötesi yaratıcı tasarımın ürünüdür; bu nedenle hiçbir zaman, insanın kendisi tarafından kusursuz bir biçimde denetlenebilen nitelikte değildir. Sadece, bütünleşmiş Düzenleyici ile birliktelik içindeki yükseliş insanı, kişilik dışavurumu için işleyiş düzenini kendi kendisine yarattığı zaman, onun kusursuzlaştırılmış denetimini elde edecektir.
118:9.4 (1303.5) Asli evren; bir Yüce Akıl tarafından etkinleştirilmiş, bir Yüce Ruhaniyet tarafından eş güdümsel hale getirilmekteki, ve, Yüce Varlık olarak güç ve kişilik bütünleşiminin olası en yüksek düzeylerinde dışavurumuna sahip bir yaşayan işleyiş düzeni halinde — işleyiş düzenine ek olarak organizmadır.
118:9.5 (1303.6) Mekanizmalar; yaratıcı aklın kâinatsal potansiyeller üzerinde ve onlar içinde hareket ettiği biçimde, aklın ürünleridir. Mekanizmalar; Yaratan Düşüncesi’nin sabit hale getirilmiş somutsal oluşumları olup, kendilerine köken sağlamış olan iradesel kavramsallaşmanın aslına uygun olarak faaliyet gösterir. Ancak, herhangi bir işleyiş düzeninin amaçsal niteliği onun kökenindedir, faaliyetinde değil.
118:9.6 (1303.7) Bu işleyiş düzenleri, İlahiyat’ın eylemini sınırlandıran biçimde düşünülmemelidir; tam tersine, bahse konu tam da bu işleyiş düzenleriyle İlahiyat’ın ebedi dışavurumunun bir fazına ulaşmış olduğu gerçektir. Temel evren işleyiş düzenleri, İlk Kaynak ve Merkez’in mutlak iradesine karşılık içinde mevcut hale gelmiştir; ve, onlar bu nedenle, Sınırsız’ın tasarımıyla kusursuz uyum içinde ebedi olarak faaliyet gösterecektir; onlar, gerçekten de, bahse konu bu tasarımın irade-dışı şablonlarıdır.
118:9.7 (1303.8) Bizler, Ebedi Evlat’ın kişiliği ile Cennet’in işleyiş biçiminin nasıl ilişkilendirilmiş olduğuna dair belirli şeyleri anlamaktayız; bu, Bütünleştirici Bünye’nin işlevidir. Ve, bizler; Koşulsuz’a ve İlahi Mutlak’ın potansiyel kişisine ait kuramsal işleyiş biçimlerine ile ilgili Kâinatsal Mutlak’ın faaliyetlerine dair kuramlara sahip bulunmaktayız. Ancak, Yüce ve Nihai’nin sahip oldukları evrimleşen İlahiyatlar içerisinde, bizler, belirli kişilik-dışı fazların, sahip oldukları iradesel eşleri ile mevcut bir biçimde bütünleşmekte olduklarını gözlemlemekteyiz; ve böylece, orada, şablon ve kişi arasında yeni bir ilişki evirilmektedir.
118:9.8 (1304.1) Geçmişin ebediyetinde Yaratıcı ve Evlat, Sınırsız Ruhaniyet’in sahip olduğu dışavurumun bütünlüğü içinde birlikteliği bulmuştur. Eğer, geleceğin ebediyetinde, zaman ve mekânın yerel evrenlerine ait Yaratan Evlatlar ve Yaratıcı Ruhaniyetler, dış uzayın âlemleri içinde yaratıcı bütünlüğe erişecekse, sahip oldukları kutsal doğaların birleşmiş dışavurumu olarak bütünlükleri neyi açığa çıkaracaktır? Bizlerin, üstün-idarecinin yeni bir türü olarak Nihai İlahiyat’ın şu ana kadar açığa çıkarılmamış bir dışavurumunu gözlemleyecek olması mümkündür. Bu türden varlıklar, eğer gerçekleşirlerse; kişisel Yaratan’ın, kişilik-dışı Yaratıcı Ruhaniyet’in, fani-yaratılmış deneyimin, ve Kutsal Hizmetkâr’ın ilerleyici kişilikleşiminin bir araya gelmiş bütünlüğü olarak kişiliğin benzersiz ayrıcalıklarına sahip olacaktır. Bu tür varlıklar, kişisel ve kişilik-dışı gerçekliğe sahip olurken aynı zamanda Yaratan ve yaratılmışın deneyimlerini bir araya getirmesi bakımından nihai olabilir. Dış uzayın yaratımlarına ait faaliyet gösterir biçimde üzerinde fikir yürütülen bu kutsal üçlemelerin sahip oldukları bu türden üçüncü kişilerin nitelikleri ne olursa olsun, onlar; Sınırsız Ruhaniyet’in Kâinatın Yaratıcısı ve Ebedi Evlat ile gerçekleştirdiği aynı ilişkinin benzerini, kendilerinin Yaratan Yaratıcıları ve Yaratıcı Anneleri sürdüreceklerdir.
118:9.9 (1304.2) Yüce olan Tanrı; tüm evren deneyiminin kişilikleşimi, tüm sınırlı evrimin odaklanışı, tüm yaratılmış gerçekliğinin en yüksek hali, kâinatsal bilgeliğin tamamlanışı, zamanın gökadalarının sahip olduğu uyumlu güzelliklerin bütünlüksel temsili, kâinatsal akıl anlamlarının gerçekliği ve yüce ruhaniyet değerlerinin iyiliğidir. Ve, Yüce olan Tanrı, ebedi gelecek içerisinde; tıpkı onların şu an içerisinde Cennet Kutsal Üçlemesi’ndeki mutlak düzeylerde varoluşsal olarak bütünlük halinde bulunduğu gibi, bu çok katmanlı olan sınırlı çeşitlilikleri deneyimsel olarak anlamlı bütünlüğü doğru birleştirecektir.
118:10.1 (1304.3) Yazgı, Tanrı’nın her şeyi bizler için ve önceden karar verdiği anlamına gelmemektedir. Tanrı bunu yapmayacak kadar bizleri çok sevmektedir; zira, bu, kâinatsal zorbalıktan başka bir şey olmazdı. İnsan, tercihin göreceli güçlerine sahiptir. Ne de kutsal nitelikli derin sevgi, insanların çocuklarının her istediklerini yerine getirecek ve onları şımartacak dar görüşlü şefkattir.
118:10.2 (1304.4) Kutsal Üçleme olarak — Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce değildir; ancak, Her-Şeye-Gücü-Yeten’in yüceliği, hiçbir zaman onlar olmadan dışa vurulamaz. Her-Şeye-Gücü-Yeten’in büyümesi; mevcudiyetin Mutlakları’nda odaklanmış olup, potansiyellik Mutlakları’na bağlıdır. Ancak, Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce’nin işlevleri, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin işlevleri ile ilişkilidir.
118:10.3 (1304.5) Yüce Varlık içerisinde, evren etkinliğinin tüm fazlarının, kısmi bir biçimde; bu deneyimsel İlahiyat’ın kişiliği tarafından yeniden bütünleşmekte olduğu görünecektir. Bu nedenle, bizler; Kutsal Üçleme’yi tek bir Tanrı olarak görmeyi arzuladığımızda, ve, bu kavramsallaşmayı mevcut olarak bilinen ve düzenlenmiş asli evreninle kısıtlarsak, evrimleşen Yüce Varlık’ın Cennet Kutsal Üçlemesi’nin kısmi bir tasviri olduğunu keşfederiz. Ve, bizler, buna ek olarak; bu Yüce İlahiyat’ın, asli evren içindeki sınırlı madde, akıl ve ruhaniyetin kişilik bileşimi olarak evrimleşmekte olduğunu fark ederiz.
118:10.4 (1304.6) Tanrılar, niteliklere sahiptir; ancak, Kutsal Üçleme işlevleri elinde bulundurmaktadır; ve, Kutsal Üçleme gibi yazgı, Yedi Katmanlı’nın evrimsel düzeylerinden Her-Şeye-Gücü-Yeten’in gücü içinde bileşen bir biçimde İlahiyatın Nihayeti’nin aşkın âlemlerin boyuncaya kadar uzanır halde, kâinat âlemlerinin tümünün kişilik-dışı üst-denetiminin bütünlüğü olarak, bir işlev niteliğindedir.
118:10.5 (1304.7) Tanrı her yaratılmışı bir çocuğu gibi derinden sevmektedir; ve, bu derin sevgi, zaman ve ebediyetin tümü boyunca her yaratılmışı kapsamaktadır. Yazgı; bütünlükle ilgili faaliyet göstermekte olup, böyle türden işlev bütünlükle ilişkili olduğu için, her yaratılmışın işlevi ile ilgilenmektedir. Herhangi varlığa bulunulan yazgısal müdahale, belirli bir bütünlüğün evrimsel büyümesi ile ilgili olarak bu varlığın işlevinin önemini gösterir; bu türden bütünlük bütün bir ırk, bütün bir millet, bütün bir gezegen ve hatta daha yüksek bir bütünlük olabilir. Yazgısal müdahaleye neden olan, ilgili yaratılmışın sahip olduğu eylemin önemidir; bir birey olarak yaratılmışın önemi değildir.
118:10.6 (1305.1) Yine de bir birey olarak Yaratıcı herhangi bir zaman zarfında; tamamiyle, Tanrı’nın iradesi uyarınca ve Tanrı’nın bilgeliğinin uyumu içerisinde ve Tanrı’nın sevgisi tarafından güdülenen bir biçimde, kâinatsal gelişmelerin akışına bir yaratıcısal elin dokunuşunda bulunabilir.
118:10.7 (1305.2) Ancak, insanın yazgı olarak ifade ettiği şey, çoğu zaman; şansın yarattığı koşulların kaza eseri bir araya gelişi biçiminde, kendi hayalinin ürünüdür. Orada, buna rağmen; evren mevcudiyetinin sınırlı âleminde, mekânın enerjilerinin asli ve gerçekleşimsel bir ilişkileminde, zamanın hareketlerinde, usun düşüncelerinde, karakterin ideallerinde, ruhsal doğaların arzularında ve evrimleşen kişiliklerin amaçsal nitelikli iradesel eylemlerinde gerçek ve ortaya çıkmakta olan bir yazgı bulunmaktadır. Maddi âlemlerin koşulları; Yüce ve Nihai’nin sıkıca iç içe geçmekte olan mevcudiyetlerinde, nihai nitelikli sınırlı bileşimi bulmaktadır.
118:10.8 (1305.3) Asli evrenin işleyiş düzenleri aklın üst-denetimi vasıtasıyla nihai son dokunuşların bir noktasına gelen bir biçimde kusursuzlaştırıldıklarında, ve, yaratılmış akıl, ruhaniyet ile olan kusursuzlaşmış bileşimi vasıtasıyla kutsallık erişiminin kusursuzluğuna yükseldiğinde, ve, Yüce bunu takiben tüm evren olgularının mevcut bir bütünleştiricisi olarak ortaya çıktığında, yazgı bunun sonucunda artan bir biçimde algılanabilir hale gelir.
118:10.9 (1305.4) Evrimsel dünyalarda zaman zaman sıklıkla yaşanır halde bulunan, hayretler içinde bırakan derecedeki şans eseri gerçekleşmiş durumlardan bazıları; gelecek evren etkinliklerinin habercisi olarak, Yüce’nin kademeli olarak ortaya çıkan mevcudiyeti sebebiyle gerçekleşiyor olabilir. Bir faninin yazgı olarak adlandırabileceği şeylerin çoğu, aslında bu nitelikte değildir; bu türden hususlar üzerindeki onun yargısı, yaşamın koşullarının sahip olduğu gerçek anlamlara dair uzak görüşünün yokluğu tarafından oldukça kısıtlanmış niteliktedir. Bir faninin iyi şans olarak değerlendirebileceği şeylerin çoğu, gerçekten de kötü şans olabilir; kazanılmamış boş zamanı ve hak edilmemiş serveti bahşeden talihin gülüşü, insanın başına gelen en büyük felaketlerden bir tanesi olabilir; ızdırap çeken bir faninin üzerine yeni bir büyük derdi getiren kötü kaderin görünen gaddarlığı, gerçekte, olgun olmayan kişiliğin sahip olduğu yumuşak demiri gerçek karakterin olabilecek en katı çeliğine dönüştüren dövücü ateş olabilir.
118:10.10 (1305.5) Evrimleşen evrenler içinde bir yazgı bulunmaktadır; ve, o, evrimleşen evrenlerin amacını algılamak için yetkinliğe erişmiş olduklarının ölçüsünde bile yaratılmışlar tarafından keşfedilebilir. Kâinat amaçlarını algılamak için bütüncül yetkinlik; yaratılmışın evrimsel tamamlanışına denk düşmekte olup, başka bir biçimde, tamamlanmamış evrenlerin mevcut düzeyinin sınırları içinde Yüce’nin erişimi olarak ifade edilebilir.
118:10.11 (1305.6) Yaratıcı’nın derin sevgisi doğrudan bir biçimde, tüm diğer bireylerin eylemlerinden ve tepkilerinden bağımsız olarak bireyin kalbinde faaliyet göstermektedir; ilişki, insan ve Tanrı olarak — kişisel niteliktedir. İlahiyat’ın kişilik-dışı mevcudiyeti (Her-Şeye-Gücü-Yeten Yüce ve Cennet Kutsal Üçlemesi olarak), bütünlüğü dışa vurmaktadır, onu oluşturan kısımları değil. Yücelik’in üst-denetimine ait yazgı artan bir biçimde, sınırlı nihai sonlarının erişiminde evren ilerleyişinin takip eden kısımları olarak görülür hale gelmektedir. Sistem, takımyıldızları, evrenler ve aşkın-evrenler ışık ve yaşam altında istikrara kavuşturulmuş hale geldiğinde, Yüce artan bir biçimde, gerçekleşmekte olan her şeyin anlamlı ilişkilendiricisi olarak ortaya çıkarken, Nihai kademeli olarak, her şeyin aşkın bütünleştiricisi olarak ortaya çıkar.
118:10.12 (1306.1) Evrimsel bir dünya üzerinde başlarda, maddi düzene ait doğal olaylar ve insan varlıkların kişisel arzuları, çoğu zaman düşmansı olarak görünmektedir. Evrimleşen bir dünya üzerinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bunun yerine; doğa kanununun oldukça sık bir şekilde, insan kavrayışında gerçek, güzel ve iyi olan her şeye karşı kaba, kalpsiz ve ilgisiz nitelikte bulunduğu biçimde — insanın anlamakta zorlandığı haldedir. Ancak, insanlık, gezegensel gelişimde ilerledikçe, bu bakış açısının şu etkenler tarafından dönüşüme uğradığını gözlemlemekteyiz:
118:10.13 (1306.2) 1. İnsanın derinleşen öngörüşü — içinde yaşadığı dünyaya dair artan anlayışı; zamanın maddi gerçeklerinin, düşünmenin anlamlı düşüncelerinin ve ruhsal kavrayışın değerli ideallerinin kavrayışı için genişlemekte olan yetkinliği. İnsanlar, bir fiziksel doğaya ait olan şeyleri yalnızca önceden tanımlanmış bir ölçüm aracıyla değerlendirmeye kalkıştıkça, zaman ve mekân içindeki bütünlüğü bulmayı hayal dahi edemez.
118:10.14 (1306.3) 2. İnsanın artan denetimi — maddi dünyanın yasalarına ve ruhsal mevcudiyetin amaçlarına dair bilginin kademeli olarak birikimine ek olarak bu iki gerçekliğin felsefi eş-güdümünün olasılıkları. Medeniyetsiz olan nitelikteki insan; sahip olduğu içsel korkuların zorba üstünlüğü karşısında kölesel halde bulunan biçimde, doğa kuvvetlerin acımasız saldırıları karşısında güçsüzdü. Yarı-medeni insan, doğal âlemlerin sahip olduğu sırların yığınağını açmaya başlar aşamadadır; ve, onun bilimi yavaşça, ama etkin bir biçimde, inandığı hurafeleri yok ederken, aynı zamanda felsefenin anlamlarının ve gerçek ruhsal mevcudiyetin değerlerinin kavrayışı için yeni ve genişlemiş bir gerçeksel temeli sağlamaktadır. Medeni nitelikteki insan, bir gün, kendi gezegenine ait fiziksel kuvvetler üzerinde göreceli üstünlüğü elde edecektir; kalbindeki Tanrı’nın derin sevgisi, etkin bir biçimde, akranlarına olan derin sevgi biçiminde taşacak olup, insan mevcudiyetinin değerleri, fani yetkinliğinin sınırlarına yaklaşacaktır.
118:10.15 (1306.4) 3. İnsanın evren bütünleşimi — insan kavrayışının artışına ek olarak insanın deneyimsel kazanımının artışı; kendisini, Cennet Kutsal Üçlemesi ve Yüce Varlık olarak — Yücelik’in bütünleştirici mevcudiyetleri ile daha yakın uyuma getirecektir. Ve, bu, ışık ve yaşam altında istikrara uzun süredir kavuşturulmuş olan dünyalar üzerinde Yüce’nin egemenliğini sağlayan şeydir. Bu türden gelişmiş gezegenler, gerçekten de, kâinatsal gerçekliğin arayışı boyunca elde edilmiş olan başarıyla ulaşılmış iyiliğin güzelliğine ait resimler biçiminde uyumun şiirleridir. Ve, eğer bu türden şeyler bir gezegene olabiliyorsa, bunun uyarınca, daha büyük şeyler bile; sınırlı büyüme için potansiyellerin tamamlandığını işaret eden bir istikrara onlar da erişebildikleri için, bir sistemin ve asli evrenin daha büyük birimlerinin de başına gelebilir.
118:10.16 (1306.5) Bu gelişmiş düzeye ait bir gezegen üzerinde, yazgı, yaşam koşullarının ortak ilişkilem haline geldiği biçimde bir mevcudiyet haline gelmiştir; ancak, bu yalnızca, insan kendi dünyasının maddi sorunları üzerinde nihai olarak üstünlük sağladığı için değildir; o aynı zamanda, evrenlerin ilerleyişine uygun bir biçimde yaşamaya başladığı içindir; o, Kâinatın Yaratıcısı’na olan erişimdeki Yücelik’in doğrultusunu takip etmektedir.
118:10.17 (1306.6) Tanrı’nın krallığı, insanların kalplerindedir; ve, bu krallık, bir dünya üzerindeki her bireyin kalbinde mevcut olduğu zaman, bunun sonucunda, Tanrı’nın hükümranlığı o gezegende mevcut hale gelmektedir; ve, bu, Yüce Varlık’ın elde ettiği egemenliktir.
118:10.18 (1306.7) Yazgıyı zaman içinde gerçekleştirmek için, insan, kusursuzluğa erişimin görevini yerine getirmek zorundadır. Ancak, insan, şimdi bile; ister iyi ister kötü olan, her şeyin, var olan her şeyin Yaratıcısı’nın arayışı içinde Tanrı-bilen fanilerin gelişimi için beraberce hizmet verdiklerine dair kâinatsal gerçeklik üzerinde derince düşündüğünde, sahip olduğu ebediyet anlamları bakımından bu yazgıyı önceden tadacaktır.
118:10.19 (1306.8) Yazgı, artan bir biçimde; maddi düzeyden ruhsal olana doğru insanlar yukarı doğru çıktıkça, algılanabilir hale gelmektedir. Tamamlanmış ruhsal kavrayışa olan erişim, yükseliş kişini; bu ana kadar bütüncül kargaşa olan şeyde uyumu tespit etmesine yetkin kılmaktadır. Morontia motası bile, bu yönde gerçek bir gelişmeyi temsil etmektedir.
118:10.20 (1307.1) Yazgı, belli bir düzeye kadar, tamamlanmamış evrenlerde dışa vurulmakta olan tamamlanmamış Yüce’nin üst-denetimidir; ve, o bu yüzden, her zaman şu niteliklerde bulunmalıdır:
118:10.21 (1307.2) 1. Kısmi — Yüce Varlık’ın gerçekleşiminin tamamlanmayışı nedeniyle, ve buna ek olarak
118:10.22 (1307.3) 2. Tahmin edilemez — düzeyden düzeye sürekli olarak değişen, böylece Yüce içinde çeşitli karşılıksal tepkiye görünür biçimde neden olan nitelikteki, yaratılmış tutumu içindeki dalgalanmalar nedeniyle.
118:10.23 (1307.4) İnsanlar yaşamın koşulları içerisinde yazgısal müdahale için dua ettiklerinde, çoğu zaman dualarına verilen cevap, yaşama dair değişmiş tutumlarıdır. Ancak, yazgı, ne yapacağı kestirilemez, huysuz nitelikte değildir; ne de o, nedenselliğin ötesinde veya büyüseldir. O; sahip olduğu ihtişamlı mevcudiyeti evrimleşen yaratılmışların kendi evren ilerleyişleri içinde zaman zaman tespit ettikleri, sınırlı evrenlerin kudretli egemeninin yavaş, fakat kesin bir biçimde, ortaya çıkışıdır. Yazgı; ilk olarak Yüce içinde, daha sonra Nihai içinde gerçekleşen ve muhtemelen Mutlak içinde de gerçekleşecek bir biçimde, ebediyetin hedeflerine doğru mekânın gökadalarının ve zamanın kişiliklerinin kesin ve değişmez ilerleyişidir. Ve, sonsuz içinde, bizler, aynı yazgının bulunduğuna inanmaktayız; ve, bu, evren üzerine evrenden oluşan kâinatsal bütünlüğü bu şekilde harekete geçiren, Cennet Kutsal Üçlemesi’nin amacı niteliğindeki eylemleri olarak, onun iradesidir.
118:10.24 (1307.5) [Bu anlatım, Urantia üzerinde geçici olarak ikamet eden bir Kudretli İletici tarafından sağlanmıştır.]
Urantia’nın Kitabı
119. Makale
119:0.1 (1308.1) NEBADON’un Akşam Yıldızları’nın başı olarak ben, Cebrail tarafından Nebadon’un Mikâil’i olan Kâinat Egemeni’nin yedi bahşedilişine ait hikâyeyi açığa çıkarma görevi için Urantia’ya atandım; benim ismim Gavalia’dır. Bu sunumda bulunurken, görevlendirilmem tarafından konulmuş sınırlandırılmışlıklara katı bir biçimde bağlı kalacağım.
119:0.2 (1308.2) Bahşedilmenin niteliği, Kâinatın Yaratıcısı’nın Cennet Evlatları’nda içkin konumdadır. Kendilerinin alt düzeylerindeki yaşayan varlıkların yaşam deneyimlerine yaklaşma arzusu içinde, Cennet Evlatları’nın çeşitli düzeyleri; sahip oldukları Cennet ebeveynlerinin kutsal doğasını yansıtmaktadır. Cennet Kutsal Üçlemesi’nin Ebedi Evladı Grandfanda’nınkine ek olarak zaman ve mekândan gelen kutsal yolcularının yükselişi dönemleri boyunca, kendilerini Havona’nın yedi döngüsü üzerinde kendisini yedi defa bahşetmiş olarak, bu uygulamaya öncü olmuştur. Ve, Ebedi Evlat; Mikâil ve Avonal Evlatları olarak kendi temsilcilerinin bireylerinde mekânın yerel evrenlerine kendisini bahşetmeye devam etmektedir.
119:0.3 (1308.3) Ebedi Evlat, önceden kararlanmış bir yerel evrene bir Yaratan Evladı’nı bahşettiği zaman, bu Yaratan Evlat; kendi yedi yaratılmış bahşedilişi başarılı bir biçimde tamamlana ve aşkın-evrenin yönetim yetkisinde bulunan Zamanın Ataları tarafından onaylanana kadar, yeni yaratımın bütüncül egemenliğini üstlenmeyeceğine dair ebedi Kutsal Üçleme’nin çok önemli törensel andını da içine alan bir biçimde, bu yeni evrenin tamamlanışına, denetimine ve bütünlüğüne dair bütüncül sorumluluğu üstlenir. Bu sorumluluk, evren örgütlenişi ve yaratımına katılmak için Cennet’den ayrılmaya gönüllü olan her Mikâil Evladı tarafından üstlenilir.
119:0.4 (1308.4) Bu yaratılmış vücutlaştırılışlarının amacı bu türden Yaratanlar’ın bilge, duygudaş ve anlayışlı egemenler haline gelmelerini sağlamaktır. Bu kutsal Evlatlar, içkin bir biçimde adillerdir; ancak, onlar, bu takip eden bahşedilme deneyimlerinin bir sonucu olarak anlayışlı biçimde bağışlayıcı hale gelir; onlar, doğalarından gelen bir biçimde bağışlayıcıdır; ancak, bu deneyimler kendilerini yeni ve ilave biçimlerde bağışlayıcı hale getirir. Bu bahşedilmeler, kutsal doğruluk içinde ve adil yargıyla yerel evrenleri yönetmenin ulvi görevleri için gördükleri eğitimleri ve hazırlanmalarının son adımlardır.
119:0.5 (1308.5) Her ne kadar önceden hesaba katılmamış sayısız fayda çeşitli dünyalarınkine, sistemlerinkine ve takımyıldızlarınınkine ek olarak bu bahşedilmelerden etkilenmiş ve yararlanmış evren uslarının farklı düzeyleri için açığa çıksa da, onlar hâlihazırda başat olarak; bir Yaratan Evlat’ın kişisel hazırlanışı ve evren eğitimini tamamlamak için tasarlanmıştır. Bu bahşedilmeler, bir yerel evrenin bilge, adil ve etkin idaresi için olmazsa olmaz derecede önemli değildir; ancak, onlar, çeşitli yaşam türleriyle ve usun binlercesiyle, ancak kusursuz olmayan yaratılmışlarıyla, dolu olan bir yaratımın adil, bağışlayıcı ve anlayışlı bir idaresi için mutlak bir biçimde gereklidir.
119:0.6 (1308.6) Mikâil Evlatları yaratmış oldukları varlıkların çeşitli düzeyleri için bütüncül ve adil bir duygudaşlıkla, evren düzenlenişi olan görevlerine başlamaktadırlar. Onlar; tüm bu farklılık gösteren yaratılmışlar için bağışlamanın engin sınırına, hatta, kendi yarattıkları bencillik bataklığı içinde doğru yoldan sapmış bir biçimde nereye gittiğini bilmeyenler ve çırpınanlar için bile acımaya sahiptir. Ancak, adaletin ve doğruluğun bu türden donatılmışlıkları, Zamanın Ataları’nın kabulünden geçmekte yeterli olmayacaktır. Aşkın-evrenlerin bu üçlü-birlik yöneticileri; bir Yaratan Evlat’ı, kendi yaratılmışlarının içinde bulunduğu çevre içinde tam da bu yaratılmışların kendileri olarak mevcut deneyimde bulunan bir biçimde gerçek anlamda onların bakış açısını elde edinceye kadar, Evren Egemeni olarak onaylamayacaktır. Bu şekilde bu tür Evlatlar, us sahibi ve anlayışlı yöneticiler haline gelmektedirler; onlar, üzerinde idarede bulundukları ve evren yönetim gücünü uyguladıkları çeşitli toplulukları bilir hale gelmektedirler. Yaşam deneyimi vasıtasıyla onlar kendilerinde, deneyimsel yaratılmış mevcudiyetinden doğan uygulamasal bağışlamaya, adil yargıya ve sabra sahip olurlar.
119:0.7 (1309.1) Nebadon yerel evreni, şimdi, bahşedilme hizmetini tamamlamış olan bir Yaratan Evlat tarafından yönetilmektedir; o, evrimleşen ve kusursuzlaşan evreninin engin âlemleri üzerinde adil ve bağışlayıcı yücelik içerisinde egemenliğine sahiptir. Nebadon’un Mikâili; Ebedi Evlat’ın zaman ve mekânın evrenleri üzerindeki 611.121’inci bahşedilişi olup, dört milyar yıl önce yerel evreninin düzenlenişine başlamıştır. Mikâil, bir milyar yıl önce gerçekleşen biçimde, yaklaşık olarak Urantia’nın bugünkü şeklini almakta olduğu zaman zarfında ilk bahşedilme serüveni için hazırlandı. Onun bahşedilişleri; yüz elli milyon yıl aralıklarla, sonuncusu bin dokuz yüz yıl önce Urantia üzerinde gerçekleşen biçimde, ortaya çıktı. Ben, şimdi, görevlendirilmemin izin verdiği bütünlüğüyle bu bahşedilmelerin doğası ve karakterini açıklayacağım.
119:1.1 (1309.2) Nebadon evreninin bir araya getirilmiş yöneticilerinin ve baş idarecilerinin; Mikâil’in, büyük kardeşi Emanuel’in yakın bir zaman içinde Nebadon’da yönetimi eline alacağını, ve, bu arada kendisinin, açıklanmamış bir görev nedeniyle görevinden ayrı konumda bulunacağını duyurusunu duyduklarında, bu, bir milyar yıl önce Salvington üzerinde çok dikkate değer bir gelişmeydi. Takımyıldız Yaratıcıları’na yapılan bir elveda yayını dışında bu etkileşim ile ilgili hiçbir başka duyuruda bulunulmamıştı diğer yönergelere ek olarak, bu yayın şunu söylemekteydi: “Ve, bu süreçte sizleri Emanuel’in koruması ve kollamasına emanet ederken, ben, Cennet Yaratıcım’ın emrini gerçekleştirmeye gidiyorum.”
119:1.2 (1309.3) Bu elveda yayınını gönderdikten sonra Mikâil; bu sefer kendisinin tek başına olan gelişi dışında, tıpkı Uversa’ya veya Cennet’e olan ayrılığı için hazırlandığındaki öncül birçok durumda olduğu gibi, Salvington’un gönderim alanı üzerinde ortaya çıktı. O, ayrılığına dair ifadesini şu sözlerle tamamladı: “Ben sizlerden ayrılıyorum, ancak kısa bir dönem için. Birçoğunuz, biliyorum, benimle gelmek isterdiniz; ancak, gittiğim yere sizler gelemezsiniz. Yapmaya hazırlandığım şeyi, sizler yapamazsınız. Ben, Cennet İlahiyatları’nın iradesini gerçekleştirmek için gidiyorum, ve, sahip olduğum görevi tamamladığımda ve bu deneyimi elde ettiğimde, sizler arasındaki yerime geri döneceğim.” Ve, bu şekilde konuşarak, Nebadon’un Mikâili; bu toplananların görüşünden kaybolmuş olup, ortak zamanın yirmi yılı boyunca tekrar ortaya çıkmamıştır. Tüm Salvington içinde; yalnızca Kutsal Hizmetkâr ve Emanuel neyin gerçekleşmekte olduğunu bilir konumda bulunup, Zamanın Ataları onun sırrını yalnızca Parlak ve Sabah Yıldızı, Cebrail olan evrenin baş uygulayıcısı ile paylaşmıştı.
119:1.3 (1309.4) Salvington’un tüm sakinlerine ek olarak takımyıldız ve sistem yönetim merkez dünyalarında ikamet etmekte olanlar; Yaratan Evlat’ın görevine ve nerede bulunduğuna dair bir kaç bilgi alabilme umuduyla, evren usu için ilgili ana alış merkezleri etrafında toplanmışlardı. Mikâil’in ayrılığından sonraki üçüncü güne kadar, muhtemel öneme sahip hiçbir ileti alınmamıştı. Bu günde, yalın bir ifadeyle şu olağanüstü ve daha-önce-hiç-duyulmamış-nitelikteki etkileşimi kaydeden, Nebadon içindeki bu düzeyin ana merkezi olan Melçizedek âleminden gelen bir iletişim Salvington üzerinde kaydedilmişti: “Bugün öğlen, bizlerin nüfusuna ait olmayan ancak tamamiyle bizim düzenimize benzeyen nitelikteki, garip bir Melçizedek Evladı bu dünyanın alış alanında ortaya çıktı. O; bu yeni Melçizedek Evladı’nın bizlerin düzeyine kabul edilmesini ve Nebadon Melçizedekleri’nin acil durum hizmetine verilmesini emreden biçimde, Zamanın Ataları’ndan alınmış ve Salvington’un Emanuel’i tarafından uygun görülmüş hükümleri Uversa’dan taşıyan ve bizlerin baş yöneticisine sunan yalnız bir dördüncül-hizmetkâr-ruhaniyeti tarafından eşlik edilmekteydi. Ve, bu hüküm uyarınca, emir verildi; bu hüküm, yerine getirildi.”
119:1.4 (1310.1) Ve, bu, ilk Mikâil bahşedilişi ile ilgili Salvington kayıtlarında neredeyse ortaya çıkan her şeydir. Mikâil’in dönüşünün ve, harfi harfine ifade edilmesi gerekli görülmemiş nitelikte bulunan, evren olaylarının idaresini tekrar eline alacağının gerçekliğinin kaydedildiği yüz yıllık Urantia zamanına kadar başka hiçbir şey görünmemektedir. Ancak, bahse konu çağın acil durum birliklerine ait bu benzersiz Melçizedek Evladı’nın hizmetine dair bir anlatım olarak, Melçizedek dünyası üzerinde tuhaf bir kayıt bulunmaktadır. Bu kayıt, Yaratıcı Melçizedek’in evinin önünü kaplayan basit bir mabet içinde korunmaktadır; ve, o, evren acil durumuna ait yirmi dört göreve olan onun görevlendirilişi ile ilgili, bu geçici Melçizedek Evladı’nın hizmetine dair anlatımdan oluşmaktadır. Ve, oldukça yakın bir zaman içinde gözden geçirmiş olduğum, bu kayıt, şu cümleler ile tamamlanmaktadır:
119:1.5 (1310.2) “Ve, bu gün öğlen vakti, duyurulmadan ve yalnızca kardeşliğimizin üçü tarafından gözlenen bir biçimde, düzeyimize ait bu ziyaret eden Evlat, sadece yalnız bir dördüncül-hizmetkâr-ruhaniyeti eşliğinde, geldiği gibi dünyamızdan ayrıldı ve, bu kayıt şimdi, bu ziyaretçinin bir Melçizedek olarak yaşadığına, bir Melçizedek’in suretinde bir Melçizedek olarak görevde bulunduğuna, ve, düzeyimize ait bir acil durum Evladı olarak görevlerinin tümünü aslına uygun olarak yerine getirdiğine dair onayla sonlanmaktadır. Herkesin rızasıyla o; benzersiz bilgeliği, yüce derin sevgisi ve görevine olan muhteşem bağlılığıyla sevgimizi ve hayranlığımızı kazanmış bir biçimde, Melçizedekler’in başı haline gelmiştir. O, bizleri derinden sevdi, bizleri anladı ve bizlerle birlikte hizmet verdi; ve, sonsuza kadar bizler, kendisinin sadık ve adanmış akran Melçizedek unsurlarıyız; zira, dünyamız üzerindeki bu yabancı şimdi ebedi olarak, Melçizedek doğasının bir evren hizmetkârı haline gelmiştir.
119:1.6 (1310.3) Ve, bu, Mikâil’in ilk bahşedilişi hakkında sizlere söylemeye izin verilen her şeydir. Bizler, tabi ki; Melçizedekler ile birlikte bir milyar yıl önce oldukça gizemli bir biçimde hizmet vermiş olan bu tuhaf Melçizedek’in, ilk bahşedilişi görevindeki vücutlaştırılmış Mikâil’den başkası olmadığını tamamiyle anlamaktayız. Kayıtlar, özel bir biçimde, bu benzersiz ve verimli Melçizedek’in Mikâil olduğunu ifade etmemektedir; ancak, bu Melçizedek’in zamanında kendisi olduğuna herkes tarafından inanılmaktadır. Muhtemelen, bu gerçekliğe dair mevcut ifade, Sonarington’ın kayıtlarının dışına bulunabilen nitelikte değildir; ve, bu gizli dünyanın kayıtları, bizlere açık değildir. Kutsal Evlatlar’ın yalnızca bu kutsal dünyası üzerinde, vücutlaştırılışın ve bahşedilişin gizemleri tamamiyle bilinmektedir. Bizlerin hepsi, Mikâil bahşedilmelerine ait gerçeklikleri bilmekteyiz; ancak, bizler, onların nasıl gerçekleştirildiklerini anlamamaktayız. Bizler; Melçizedekler’in yaratanı olarak bir evrenin yöneticisinin nasıl, bu kadar aniden ve gizemli bir biçimde onların nüfuslarından bir tanesi haline gelebileceğini, ve, onlardan biri olarak, aralarında yaşayıp, yüz yıl boyunca bir Melçizedek Evladı olarak görev yapabileceğini anlamamaktayız. Ancak, o, tam da bu şekilde gerçekleşmişti.
119:2.1 (1310.4) Mikâil’in Melçizedek bahşedilişinden sonraki yaklaşık yüz elli milyon yıl boyunca, 37 numaralı takımyıldıza ait 11 numaralı sistemde kargaşa baş göstermeye başlayana kadar, Nebadon evreni içinde her şey yolunda gitmişti. Bu kargaşa, bir Sistem Egemeni olarak bir Lanonandek Evladı’nın merkezinde bulunduğu, Takımyıldız Yaratıcıları tarafından karara varılmış ve bu takımyıldıza Cennet danışmanı olarak görev yapan Zamanın İnançlıları tarafından onaylanmış bir yanlış anlamadan oluşmaktaydı ancak, itiraz eden Sistem Egemeni, karardan bütünüyle hoşnut değildi. Yüz yıllık süren hoşnutsuzluğundan sonra, o; Uversa üzerinde Zamanın Ataları’nın eylemi tarafından uzun zamandan beri kararına varılmış ve sonlandırılmış nitelikteki bir isyan olarak, Yaratan Evlat’ın egemenliğine karşı Nebadon evreninde çıkarılmış en geniş kapsamlı ve yıkıcı isyanlardan birine birliktelik unsurlarını sürüklemişti.
119:2.2 (1311.1) Lutentia ismindeki bu isyankâr Sistem Egemeni, ortak Nebadon zamanına göre yirmi yıldan daha fazla bir süre boyunca kendi yönetim-merkez gezegeninde en yüksek konumda idaresinde bulunmuştu; bunun üzerine, Uversa’dan gelen onayla birlikte, En Yüksek Unsurlar, Lutentia’nin görevden alınmasını emredip, ikamet edilen dünyaların çatışmayla parçalanmış ve kafası karışmış sisteminin yönetimini üstlenmek amacıyla yeni bir Sistem Egemeni’nin atanması için Salvington yöneticilerini görevlendirdi.
119:2.3 (1311.2) Salvington üzerinde bu talebin alınmasıyla eş zamanlı olarak, Mikâil; “zamanı gelince geri dönmenin” sözünü vererek ve yönetim yetkisinin tamamını Zamanın Birliktelikleri, Emanuel olan kendi Cennet kardeşinin elinde toplayarak, “Cennet Yaratıcım’ın emrini yerine getirme” amacıyla evren yönetim merkezinde bulunmama arzusuna dair bu olağanüstü nitelikteki duyurularının ikincisini başlattı.
119:2.4 (1311.3) Ve, bunun sonrasında, Melçizedek bahşedilişi ile ilişkili olarak onun ayrılışı zamanında gözlenmiş olan aynı yöntemle, Mikâil tekrar, kendi yönetim-merkez âleminden ayrıldı. Bu açıklanmamış elvedadan üç gün sonra, orada, yeni ve bilinmez bir üye olarak Nebadon’un birinci-derece Lanonandek Evlatları’nın yedek birlikleri arasında bir şey gelişti. Bu yeni Evlat; kendisinin, 37 numaralı takımyıldızın 11 numaralı sistemine, görevden alınmış Lutentia’nın varisi konumunda, ve, yeni bir egemenin atanışına kadar vekâleten bu görevi gerçekleştirecek Sistem Egemeni olarak bütüncül yetkiyle görevlendirilmesini emreden, Salvington’un Emanuel’i tarafından uygun görülmüş nitelikte bulunan Uversa Zamanın Ataları’ndan hükümleri taşıyan yalnız bir üçüncül-hizmetkâr-ruhaniyeti tarafından eşliğinde, önceden duyurulmadan öğlen vakti ortaya çıktı.
119:2.5 (1311.4) Evren zamanının on yedi yılından fazla bir süre boyunca, bu tuhaf ve bilinmeyen geçici yönetici; bahse konu kafası karışmış ve istikrarını yitirmiş yerel sistemin olaylarını idare edip, onun zorlukları üzerinde yargıda bulundu. Hiçbir Sistem Egemeni daha öncesinde hiç bu kadar derinden sevilmemiş veya herkes tarafından bu düzeyde onurlandırılmamış ve saygı duyulmamıştı. Adalet ve bağışlama içinde, bu yeni yönetici; kargaşa içindeki sistemi istikrara kavuştururken, sadece yanlış kararları için Emanuel’den özür dilemesi karşılığında yönetim yetkisinin sistem koltuğunu paylaşma ayrıcalığını bile kendi isyankâr selefine önererek, tüm özneleri üzerinde zorlayıcı hizmetinde bulunmuştur. Ancak, Lutentia; oldukça yakın bir süre önce karşı geldiği evren yöneticisinin tam da kendisi olarak, bu yeni ve tuhaf Sistem Egemeni’nin Mikâil’den başkası olmadığını oldukça iyi bilen bir biçimde, bağışlamanın bu tekliflerini elinin tersiyle geri çevirmişti. Ancak, onun yanlış yönlendirilmiş ve gerçeklikten saptırılmış takipçilerinin milyonlarcası, bu dönemdeki bilinen adıyla Palonia sisteminin Kurtarıcı Egemeni olarak, bu yeni yöneticinin bağışlamasını kabul etmişti.
119:2.6 (1311.5) Ve, bunun sonrasında, görevden alınmış Lutentia’nın kalıcı varisi olarak evren yönetim makamları tarafından belirlenmiş, yeni atanan Sistem Egemeni’nin ortaya çıktığı o dikkate değer gün gelmişti; ve, tüm Palonia, Nebadon’un o zamana kadar tanıdığı en soylu ve en iyi niyetli sistem yöneticisinin ayrılışı için yas tuttu. O; tüm sistem tarafından derinden sevilmiş olup, Lanonandek Evlatları’nın tüm topluluklarına ait akranları tarafından kendisine hayranlık beslenmekteydi. Onun ayrılışı, törensel nitelikte değildi; sistem yönetim-merkezinden ayrıldığında, büyük bir kutlama düzenlenmişti. Ve, onun yanlış yapmakta olan selefi bile şu iletiyi yollamıştı: “Sen, her biçimde adil ve doğrusun. Her ne kadar Cennet yönetimini reddetmeye devam etsem de, senin adil ve bağışlayıcı bir idareci olduğunu itiraf etmek zorundayım.”
119:2.7 (1312.1) Ve, bunun sonrasında, bir isyankâr sistemin bu geçici yöneticisi geçici nitelikteki kısa idari ikametine ait gezegene elveda ederken, ondan sonraki üçüncü günde Mikâil, Salvington’da ortaya çıkmış olup, Nebadon evreninin yönetimine devam etmişti. Orada yakın bir zaman içerisinde, Mikâil’in egemenliğinin ve yönetim yetkisinin artan karar gücüne dair üçüncü Uversa duyuruşu izledi. İlk duyuru Nebadon’a onun varışı zamanında gerçekleştirilmiş olup, ikincisi Melçizedek bahşedilişinin tamamlanışından yakın bir süre sonra yürürlüğe konulmuş bulunup, bu aşamada üçüncüsü, ikinci veya diğer bir değişle Lanonandek görevinin sonlanmasını takip etmektedir.
119:3.1 (1312.2) Salvington üzerindeki yüce heyet; bir Maddi Evlat’a gerçekleştirecekleri yardımları için gönderilmek üzere, 61 numaralı takımyıldız içindeki 87 numaralı sistemin 217 numaralı gezegeni üzerinde Yaşam Taşıyıcıları’nın çağrısının değerlendirilişini tam da yeni bitirmiş konumda bulunmaktaydı. Bu aşamada gezegen; bu ana kadar tüm Nebadon içindeki bu türden ikinci isyan olarak, başka bir Sistem Egemeni’nin içinde doğru yoldan ayrıldığı yer olan yerleşik dünyalarının bir sistemi içinde konumlanmıştı.
119:3.2 (1312.3) Mikâil’in isteği üzerine, bu gezegenin Yaşam Taşıyıcıları’nın talebine karşılık veren eylem, Emanuel tarafından incelene ve bunun üzerine durum değerlendirilişinde bulunana kadar ertelenmişti. Bu, olağanın dışında bir işleyişti; ve, ben, hepimizin nasıl da görülmemiş bir şeyin gerçekleşeceğini öngörmüş olduğumuzu, ve, bu belirsizlikte fazla bırakılmadığımız, çok iyi hatırlamaktayım. Mikâil, Emanuel’in ellerine kâinat yönetimini aktarırken, göksel kuvvetleri Cebrail’in emrine emanet etmişti; ve, idari sorumluluklarından bu şekilde kurtulan biçimde, o, Evren Ana Ruhaniyeti’ne elveda deyip, bundan önceki iki seferde gerçekleştirdiğinin tamamiyle aynısını yaparak, Salvington’un ayrılış alanı konumunda gözden kayboldu.
119:3.3 (1312.4) Ve, beklenilebileceği gibi; tuhaf bir Hizmetkâr Evladı, 61 numaralı takımyıldızının 87 numaralı sistemine ait yönetim-merkez dünyası üzerinde, Uversa Zamanın Ataları tarafından görevlendirilmiş, ve Salvington’un Emanuel’i tarafından onaylanmış, bir yalnız birincil-hizmetkâr-ruhaniyeti eşliğinde, duyurulmamış bir biçimde üçüncü gün sonrasındaki öğlen vaktinde ortaya çıktı. Vekâlet etmekteki Sistem Egemeni bu yeni ve gizemli Maddi Evladı derhal 217 numaralı dünyanın vekâlet edecek olan Gezegensel Prensi olarak atadı ve, bu atama, 61 numaralı takımyıldızın En Yüksek Unsurları tarafından anında onaylandı.
119:3.4 (1312.5) Böylece, bu benzersiz Maddi Evlat; gezegensel zamana göre bir tam nesil boyunca yalnız başına görev yaparak, dış evren ile hiçbir doğrudan iletişimi bulunmadan kuşatılmış bir sistemde konumlanmış olarak ayrılığın ve isyanın tecrit altına alınmış bir dünyası üzerinde zorlu sürecine başlamıştı. Bu acil durum Maddi Evladı görevini yerine getirmemekte olan Gezegensel Prens ve onun bütün çalışanlarının pişmanlığını ve geri dönüşünü gerçekleştirmiş, ve, yerel evrenler içinde kurulu konumda bulunan Cennet yönetiminin sadık hizmetine olan gezegenin geri kazanımına şahit olmuştur. Olması gereken bir süreç içinde bir Maddi Erkek ve Kız Evlat, onun yeniden canlandırdığı ve kurtardığı bu dünya üzerine varmıştır; ve, onlar, görünen gezegensel yöneticiler olarak yerinde bir biçimde göreve getirildiklerinde, geçişsel veya diğer bir değişle acil durum Gezegen Prensi, bir gün öğle vakti ortadan kaybolan bir biçimde resmi olarak elvedasında bulundu. Ondan sonraki üçüncü gün, Mikâil, Salvington üzerindeki olağan konumunda tekrar ortaya çıktı ve, yakın bir zaman içinde, aşkın-evren yayınları, Nebadon içinde Mikâil’in egemenliğinin ilave bir biçimde gelişimini açıklayan Zamanın Ataları’nın resmi dördüncü duyurusunu taşıdı.
119:3.5 (1312.6) Bu kafası karışmış gezegen üzerinde bahse konu Maddi Evlat’ın; sabırla, soğukkanlılıkla ve beceriyle zorlayıcı durumlarının hangileriyle yüzleştiğini anlatma iznine sahip olmadığımdan dolayı pişmanım. Bu tecrit edilmiş dünyanın eski haline dönüşü, Nebadon boyunca kurtuluşun yıllıkları içinde en güzel biçimde etkileyici bölümlerden bir tanesidir. Bu görevin sonlanışı sürecinde, sevgili yöneticilerinin, ussal varlığa ait bir alt unsur düzeyinin suretinde bu tekrar eden bahşedilmişliklere katılmayı tercih etme nedeni tüm Nebadon için oldukça anlaşılır hale gelmiş konumdaydı.
119:3.6 (1313.1) Bir Melçizedek Evladı, sonra bir Lanonandek Evladı ve onun da sonrasında bir Maddi Evlat olarak Mikâil’in bahşedilmişliklerinin tümü, eşit düzeyde gizemli ve açıklanabilirliliğin ötesindedir. Her birinde o, ansızın ortaya çıkmış olup, bahşedilme topluluğunun tamamiyle gelişmiş bireyi olarak ortaya çıkmıştır. Bu tür vücutlaşmalarının gizemi, Sonarington’un gizli âlemi üzerindeki kayıtların az sayıdaki denetimcisine ulaşabilenlerin haricinde, hiçbir zaman bilinemeyecektir.
119:3.7 (1313.2) Tecrit ve isyan içindeki bir dünyanın Gezegensel Prensi olarak bu muhteşem bahşedilişten beri, hiçbir zaman, Maddi Erkek veya Kız Evlatları’nın herhangi biri, görevlendirilmelerinden şikâyetçi olma veya gezegensel görevlerinin zorluklarında kusur bulma çekiciliğine kapılmamıştır. Her zaman için Maddi Evlatlar; tıpkı kendilerinin denenmek ve sınanmak zorunda oluşları gibi “her açıdan denenmiş ve sınanmış olan” bir unsur olarak, evrenin sahip olduğu bir Yaratan Evlat düzeyi içinde, anlayışlı bir egemen ve duygudaş bir arkadaşa sahip olduklarını bilmektedir.
119:3.8 (1313.3) Bu görevlerin her birini, evren kökenindeki tüm göksel usları arasında gerçekleştirilmiş artan hizmet ve sadakatin bir çağı izlemişken, her takip eden bahşedilme çağı evren idaresindeki tüm yöntemlerde ve hükümetin tüm işleyiş biçimlerinde ilerleme ve gelişim tarafından nitelenmişti. Bu bahşedilmeden beri, hiçbir Maddi Erkek veya Kız Evlat, hiçbir zaman, Mikâil’e karşı isyana kasıtlı olarak katılmamıştır; onlar kendisine çok sadık bir biçimde, herhangi bir şekilde bilinçli olarak onu reddetmeyecek kadar çok sadık biçimde, kendisini derinden sevmekte ve onu onurlandırmaktadırlar. Yalnızca aldanma ve temelsiz inanışlar sebebiyle, yakın dönemlerin Âdemleri, isyankâr kişiliklerin daha yüksek türleri tarafından doğru yoldan saptırıldılar.
119:4.1 (1313.4) Uversa’nın dördüncü bin-yıllık çağrı listesinin sonunda, Mikâil, Nebadon hükümetinin yönetimini Emanuel ve Cebrail’in ellerine teslim edişini gerçekleştirdi; ve, tabi ki, bu türden eylemi takiben geçmişte neyin gerçekleşmiş olduğunu hatırlayan biçimde, hepimiz, bahşedilmenin dördüncü görevi içinde Mikâil’in ortadan kayboluşuna şahit olmaya hazırlandık; ve, bizler, uzun bir boyunca bekler konumda bırakılmadık, zira, o yakın bir süre içinde, Salvington ayrılış alanına hareket edip, görüşümüzden kayboldu.
119:4.2 (1313.5) Bu bahşedilme ortadan-kayboluşundan sonraki üçüncü günde, bizler, Uversa’ya olan evren yayınlarında, Nebadon’un yüksek melek yönetim-merkezinden yapılmış olan şu önemli haber girişini gözlemledik: “Yalnız bir birincil-hizmetkâr-ruhaniyeti ve Salvington’un Cebrail’i tarafından eşlik edilmiş, bilinmeyen bir yüksek meleğin duyurulmamış varışını bildirmekteyiz. Bu kaydedilmemiş yüksek melek; Nebadon’un düzeyine ait konumda olup, Salvington’un Emanuel’i tarafından uygun görülmüş olan, Uversa Zamanın Ataları’nın hükümlerini taşımaktadır. Bu yüksek melek; yerel bir evrenin sahip olduğu meleklerin en yüksek düzeye ait olarak deneyimine başlamış olup, çoktan, eğitmen danışmanların birliğine atanmış konumda bulunmaktadır.”
119:4.3 (1313.6) Mikâil, ortak evren zamanının kırk yıllından fazla bir dönem boyunca, yüksek melek bahşedilişi olarak, bu süreç boyunca Salvington’dan uzak kalmıştı. Bu zaman zarfın süresince, o; yirmi iki farklı dünya üzerinde faaliyet gösteren bir biçimde, yirmi altı farklı üstün eğitmene, özel bir üst düzey rehberi olarak adlandırabileceğiniz, yüksek meleksel bir eğitmen danışmanı olarak görevlendirilmişti. Onun son veya diğer bir değişle tamamlayıcı görevi, Nebadon evreninin 3 numaralı takımyıldızının 84 numaralı sistemi içindeki 462 numaralı dünya üzerinde, bir Kutsal Üçleme Evladı’nın bir bahşedilme görevine danışman ve yardımcı olarak görevlendirilişiydi.
119:4.4 (1314.1) Yedi yıllık bu görevlendirme boyunca, bu Kutsal Üçleme Eğitmen Evladı, hiçbir zaman, yüksek meleksel birlikteliğine kimliğini açıklamaya bütünüyle ikna olmadı. Tüm yüksek meleklerin bu çağ boyunca özel bir ilgi ve incelemeyle değerlendirildikleri doğrudur. Hepimiz, bir yüksek melek kimliği altında, sevgili Egemenimiz’in dışarıda evren içinde bir yerde olduğunu çok iyi bilmekteydik; ancak, hiçbir zaman bizler, onun kimliğinden de emin olamadık. Hiçbir zaman, onun kimliği; bu Kutsal Üçleme Eğitmen Evladı’nın bahşedilme görevine verilişi zamanına kadar, kesin bir biçimde tespit edilemedi. Ancak, bu dönem boyunca, yüce yüksek melekler her zaman; yaratılmış bahşedilişinin bir görevinde evren Egemeni’nin aniden misafiri olmamızın sonradan farkındalığını önlemek için, özel ilgiyle değerlendirilmişlerdi. Ve, böylece, melekler ile ilgili olarak; onların Yaratan ve Yöneticisi’nin, yüksek meleksel kişiliğin sureti içinde her açıdan denendiği ve sınandığı” sonsuza kadar doğru hale gelmişti.
119:4.5 (1314.2) Bu takip eden bahşedilmeler artan bir biçimde evren yaşamının daha alt türlerine ait doğayı almaya başlayınca, Cebrail, gittikçe daha çok; bahşedilmiş Mikâil ve Emanuel olan vekâlet halindeki evren yöneticisi arasında evren irtibatı olarak faaliyet gösteren bir biçimde, bu vücutlaşma serüvenlerinin bir birlikteliği haline geldi.
119:4.6 (1314.3) Bu aşamaya kadar Mikâil, kendi yarattığı evren Evlatları’nın şu üç düzeyine ait bahşedilme deneyiminden geçmiş bulunmaktaydı: Melçizedekler, Lanonandekler ve Maddi Evlatlar. Bunu takiben, o; zaman ve mekânın evrimsel fanileri olarak, sahip olduğu en alt düzeydeki irade sahibi yaratılmışlarının yükseliş süreçlerinin çeşitli fazlarına ilgisini yöneltmeden önce, bir yüce yüksek melek olarak meleksel yaşamın suretinde kişilikleşmek için alçalmaktadır.
119:5.1 (1314.4) Urantia üzerinde zamanın takip edildiği biçimiyle, üç yüz milyon yıldan biraz daha fazla süre önce, bizler; Emanuel’e yapılan evren yönetiminin aktarımlarının bir başkasına daha şahit olup, ayrılık için Mikâil’in hazırlıklarını gözlemledik. Bu durum; Orvonton aşkın-evreninin yönetim-merkezi olan, doğrultusunun Uversa olduğunu duyurmasın bakımından öncekilerinden farklıydı. Zaman içinde, bizlerin Egemeni ayrıldı ancak, aşkın-evren yayınları hiçbir zaman, Zamanın Ataları’nın mahkemelerine olan Mikâil’in varışından bahsetmedi. Salvington’dan olan ayrılışından kısa bir süre sonra, Uversa yayınlarında üzerinde şu önemli ifade ortaya çıktı: “Oraya bugün; Salvington’un Emanuel’i tarafından onay alan ve Nebadon’un Cebrail’i tarafından eşlik edilen bir biçimde, Nebadon evreninden gelmekte olan fani kökendeki duyulmamış ve nüfusa kayıtlı olmayan bir yükseliş kutsal yolcusu ulaştı. Bu tanımlanamamış varlık; gerçek bir ruhaniyetin düzeyini temsil etmekte olup, birlikteliğimize kabul edilmiştir.”
119:5.2 (1314.5) Eğer siz bugün Uversa’ya gidecek olursanız, Uversa üzerinde bu isimle bilinen zaman ve mekânın bahse konu özel ve bilinmeyen kutsal yolcusu olarak, Eventod’un orada kısa süreli ikameti dönemine ait anlatımları duyarsınız. Ve, en aşağı, yükseliş fanilerinin ruhani düzeyinin tıpatıp suretindeki yüce bir kişilik olarak, bu yükseliş fanisi, Orvonton ortak zamanına göre on bir yıllık bir süreç boyunca Uversa’da yaşayıp, faaliyette bulundu. Bu varlık; görevlendirmeler alıp, Orvonton’un çeşitli yerel evrenlerinden gelen akranlarıyla ortak bir biçimde, bir ruhaniyet fanisinin sorumluluklarını yerine getirdi. “Tıpkı akranları gibi, her açıdan denenmiş ve sınanmış”, her durumda üstlerinin güvenine ve emanetine layık olduğunu kanıtlamıştı bunu gerçekleştirirken, o, hatasız bir biçimde, akran ruhaniyetlerinin saygısını ve sadık hayranlığını hak etmişti.
119:5.3 (1315.1) Salvington üzerinde, bizler; bu dikkat çekmeyen ve nüfusa ait olmayan kutsal yolcu ruhunun, yerel evrenimizin bahşedilmiş yöneticisinden başkası olmadığını, Cebrail’in mevcudiyetine bakarak oldukça iyi bilen bir biçimde, bütün ilgimizle bu ruhaniyet yolcusunun sürecini takip ettik. Fani evrime ait bir aşamanın rolünde vücutlaştırılmış olarak Mikâil’in bu ilk ortaya çıkışı, tüm Nebadon’u büyük heyecana iten ve onları büyüleyen bir olaydı. Bizler; böyle şeyleri duymuştuk, ama bu aşamada onları gözlerimizle görüyorduk. O, Uversa üzerinde tamamiyle gelişmiş ve kusursuz bir biçimde eğitilmiş bir ruhani fani olarak ortaya çıktı ve, bu bütünlük içerisinde, Havona’ya olan yükseliş fanilerinin bir topluluğunun ilerleyişine kadar sürecine devam etti; bu noktada, Zamanın Ataları ile görüşmede bulunup, doğrudan bir biçimde, Cebrail’in eşliğinde, Salvington üzerindeki her zamanki yerinde yakın bir süre sonra ortaya çıkan bir biçimde, Uversa’dan ansızın ve törensiz gerçekleşen elvedasında bulundu.
119:5.4 (1315.2) Bu bahşedilişin tamamlanışına kadar, Mikâil’in; en yüksek Melçizedek unsurlarından en aşağı zaman ve mekânın evrimsel dünyaları üzerindeki beden ve kan fanilerine kadar, sahip olduğu evren kişiliklerine ait çeşitli düzeylerin sureti içinde muhtemel bir biçimde vücutlaşımı, bizler tarafından kesin bir biçimde düşünülmemekteydi. Yaklaşık olarak bu zaman zarfında Melçizedek üniversiteleri, Mikâil’in ileride bir dönemde bedenin bir fanisi olarak vücutlaşabilme olasılığını öğretmeye başladılar; ve, bu türden açıklanamaz bahşedilişin olası yöntemi hakkında fazlasıyla düşünce ortaya atıldı. Mikâil’in bizzat, bir yükseliş fanisi rolünde bulunmuş olması yaratılmış ilerleyişinin hem yerel evren hem de aşkın-evren boyunca gerçekleşen en uç noktasına kadar uzanan bütüncül düzenine yeni ve ilave ilgi getirdi.
119:5.5 (1315.3) Hâlihazırda, bu takip eden bahşedilişlerinin yöntemi bir gizem olarak kaldı. Cebrail bile; aracılığıyla, bu Cennet Evladı ve evren Yaratanı’nın, istediğinde, kendisine ait alt düzey yaratılmışlarından birinin kişiliğini üstlenip, onun yaşamını yaşadığı yöntemi kavrayamadığını itiraf etmektedir.
119:6.1 (1315.4) Bu aşamada, Salvington’un tümü; Mikâil’in, beşinci takımyıldızın yönetim-merkez gezegeni üzerinde En Yüksek Yaratıcılar’ın mahkemelerinde bir morontia fanisinin sürecini üstlenme amacıyla Salvington’dan yakın zamanda ayrılacağını açıklayarak, yönetim-merkez gezegeni üzerindeki geçici sakinleri bir araya topladığı ve, ilk kez, vücutlaşma tasarımının geri kalanını açıkladığı biçimde, gerçekleşmeyi beklemekte olan bir bahşedilişin hazırlıklarından haberdardı. Ve, bunun sonrasında, bizler; kendisinin yedinci ve son bahşedilişinin, fani bedenin suretinde bir evrimsel dünya üzerinde gerçekleşecek oluşuna dair açıklamayı ilk kez duymuş olduk.
119:6.2 (1315.5) Altıncı bahşediliş için Salvington’dan ayrılmadan önce, Mikâil; âlemin tüm bir araya toplanmış sakinlerine seslenip, bir yalnız yüksek meleğe ek olarak Nebadon’un Berrak ve Sabah Yıldızı eşliğinde, herkesin tüm görüş alanından ayrıldı. Evrenin idaresi tekrar Emanuel’e emanet edilmişken, orada, idari sorumluluklarının daha geniş bir dağılımı söz konusuydu.
119:6.3 (1315.6) Mikâil, yükseliş düzeyine ait tamamiyle gelişmiş bir morontia fanisi olarak beş numaralı takımyıldızın yönetim-merkezinde ortaya çıktı. Çok üzülerek ifade etmek isterim ki, bu kayıt-dışı morontia fanisinin yükselişine ait detayları açığa çıkarmam yasaklanmıştır; zira, o, Urantia üzerindeki çarpıcı ve trajik konukluğunu bile içine alan bir biçimde, Mikâil’in bahşedilme deneyiminde en olağanüstü ve derinden etkileyici aşamalardan bir tanesiydi. Ancak, bu görevi kabul etmemle birlikte bana getirilmiş sınırlılıkların birçoğu arasında, Endantum’un morontia fanisi olarak Mikâil’in bu muhteşem sürecinin detaylarını açığa çıkarmaya kalkışmamı yasaklayan bir maddenin bulunmaktadır.
119:6.4 (1316.1) Hepimiz için, Mikâil, bu morontia bahşedilişinden geri döndüğünde, bizlerin Yaratanı’nın; Evren Egemeni’nin aynı zamanda, âlemleri içindeki yaratılmış usun en alt düzeydeki türünün bile arkadaşı ve duygudaş yardımcısı olduğu biçiminde, bir akran yaratılmışı haline geldiği, bariz hale geldi. Bizler, bu bahşedilmeden önce, evren iradesi içinde yaratılmış bakış açısının bu ilerleyici erişiminin farkına varmış halde bulunmaktaydık; zira, o, kademeli bir biçimde ortaya çıkan haldeydi; ancak, morontia fani bahşedilişinin tamamlanışından sonra daha, hatta Urantia üzerinde marangozun evladının sürecinden geri dönüşünden sonra daha da bile fazla olan bir biçimde, bariz hale geldi.
119:6.5 (1316.2) Bizler; morontia bahşedilmesinden Mikâil’in salıverilme vaktinin geldiği hususunda Cebrail tarafından önceden bilgilendirilmiş olup, Salvington üzerinde yakışır bir karşılama töreni düzenledik. Milyonlarca varlık, Nebadon’un takımyıldız yönetim-merkez dünyalarından bir araya geldi; ve, Salvington’a komşu dünyalardaki konukların büyük çoğunluğu, evrenin idaresine olan geri dönüşünde onu karşılamak için toplandı. Birçok hoş-geldin dileklerimize, ve, yaratılmışları ile ilgili bu kadar şevkle ilgili olan bir Egemene hayranlığımızın ifadelerine karşılık olarak, o, sadece şunları söyledi: “Ben, sadece benim Yaratıcım’ın görevini yerine getirmekteydim. Ben, yalnızca, kendi yaratılmışlarını derinden seven ve onları anlamaya can atan Cennet Evlatları’nın zevkini yerine getirmekteyim.
119:6.6 (1316.3) Ancak, bu günden, Mikâil’in İnsan’ın Evladı olarak kendi Urantia serüvenine çıktığı ana kadar, tüm Nebadon; konukluğunun tüm takımyıldızına ait maddi dünyalardan bir araya gelmiş akranları gibi her açıdan sınanmış bir varlık olarak, evrimsel yükselişin bir morontia fanisinin bahşedilme vücutlaşımı halinde Endantum üzerinde faaliyet gösterirken Egemen Yöneticileri’nin yaptığı birçok şey üzerinde konuşmaya devam etti.
119:7.1 (1316.4) Binlerce yıl boyunca, hepimiz, Mikâil’in yedinci ve son bahşedilişini dört gözle bekledik. Cebrail bizlere, bu sonuçlayıcı bahşedilişin fani bedenin suretinde gerçekleşeceğini bilgilendirmiş konumdaydı ancak, bizler, bu tamamlayıcı serüvenin zamanı, mekânı ve biçimi hakkında tamamiyle bilgisizdik.
119:7.2 (1316.5) Mikâil’in Urantia’yı nihai bahşedilişinin sahnesi olarak seçmiş olduğuna dair herkese gerçekleştirilen duyurusu; bizlerin, Âdem ve Havva’nın görevlerindeki başarısızlıklarını öğrenmesinden yakın bir süre sonra yapıldı. Ve, böylece, otuz beş bin yıldan daha fazla bir süre boyunca, dünyanız, evrenin bütününün sahip olduğu heyetlerde oldukça bariz bir yer işgal etti. Orada, Urantia bahşedilişindeki herhangi bir aşama ile ilgili (vücutlaştırma gizemi dışında) hiçbir sır bulunmamaktaydı. İlkinden, Mikâil’in Salvington’a en yüksek Evren Egemeni olarak nihai ve utkulu dönüşünü olan, sonuncusuna kadar, küçük ancak oldukça onurlandırılmış dünyanız üzerinde gerçekleşmiş her şey ile ilgili bütüncül evren ilgisi bulunmaktaydı.
119:7.3 (1316.6) Her ne kadar bizler bu yönteme benzer bir biçimde gerçekleşeceğine inanmış olsak da, bu olayın bizzat gerçekleştiği ana kadar, Mikâil’in; âlemin korumasız bir bebeği olarak dünya üzerinde ortaya çıkacağını hiçbir şekilde bilmemekteydik. Bu zamana kadar o her seferinde, kendi bahşediliş tercihinin kişilik topluluğuna ait tümüyle gelişmiş bir birey olarak ortaya çıkmış konumdaydı ve, Beytüllahim bebeğinin Urantia üzerinde doğmuş olduğunu söyleyen Salvington yayını, çok heyecan verici bir duyuruydu.
119:7.4 (1316.7) Bizler, bunun sonrasında; yalnızca, Yaratanımızın ve arkadaşımızın, korumasız bir bebek olarak bu bahşedilişte konumunu ve yönetimini görünüşte tehlikeye attığı bir biçimde, tüm süreci içindeki sonu en belirsiz olanını üstlenmekte olduğunun farkına varmamıştık, aynı zamanda, bu nihai ve fani bahşedilişteki deneyiminin, ebedi bir biçimde onu, Nebadon evreninin tartışmasız ve yüce egemeni tahtına oturtturacağını anlamıştık. Dünya zamanına göre bir çağın üçte biri boyunca, bu yerel evrenin tüm kısımları içindeki tüm gözler, Urantia’da odaklanmıştı. Tüm uslar, son bahşedilişin gerçekleşmekte olduğunun farkına varmıştı ve, Satania içindeki Lucifer isyanı ve Urantia üzerindeki Caligastia sadakatsizliği hakkında uzun bir süredir bilgisi sahibi olan konumda bulunduğumuz için, yöneticimiz, maddi bedenin alçak gönüllü bütünlüğü ve sureti içinde Urantia’da vücutlaşmak için alçaldığında ortaya çıkabilecek mücadelenin yoğunluğunu çok iyi anlamıştık.
119:7.5 (1317.1) Musevi bebek olarak Yeşu bin Yusuf; tıpkı daha önceki ve o zamana kadar ki tüm diğer bebekler gibi, ancak bu bahse konu bebeğin Cennet’in bir kutsal Evladı’na ilaveten nesnelerden ve varlıklardan oluşan bu yerel evrenin tamamının yaratıcısı olarak Nebadon’un Mikâili’nin vücutlaşımı oluşu dışında, gebe kalınıp, dünyaya gelmişti. Ve, dünya üzerindeki doğal kökenden başka yapıya ait olarak, İsa’nın insan bütünlüğü içerisindeki İlahiyat’ın vücutlaşımına ait bu gizem, sonsuza kadar çözülemez nitelikte kalacaktır. Ebediyet içinde bile sizler hiçbir zaman, sahip olduğu yaratılmışların bütünlüğünde ve suretinde Yaratan’ın vücutlaşımına ait işleyiş biçimi ve yöntemi bilmeyeceksiniz. Bu, Sonarington’un sırrıdır; ve, bu türden gizemler, bahşedilme deneyiminden geçmiş bu kutsal Evlatlar’ın ayrıcalıklı iyeliğidir.
119:7.6 (1317.2) Mikâil’in ortaya çıkacak olan varışını, dünyanın belirli bilge kişilileri bilmekteydi. Bir dünyanın diğeriyle olan iletişimleri vasıtasıyla, ruhsal kavrayışa sahip bu bilge insanlar; Urantia üzerinde Mikâil’in bahşedilişinin yaklaşmakta olduğunu öğrendiler. Ve, yüksek melekler, yarı-ölümlü yaratılmışlar vasıtasıyla, önderi Ardnon olan Keldani dinadamlarının bir topluluğuna duyuruda bulundu. Tanrı’nın bu insanları, yeni doğmuş çocuğu, bulunduğu ahır yemliği içinde ziyaret etti. İsa’nın doğumu ile ilgili tek doğa-ötesi olay, Ardnon’a ve onun birlikteliklerine, ilk bahçede Âdem ve Havva’ya atanmış öncül yüksek melek tarafından bu duyurunun yapılışıydı.
119:7.7 (1317.3) İsa’nın insan ebeveynleri, dönemlerinin ve nesillerinin ortalama insanlarıydı ve, bu vücutlaştırılmış Tanrı’nın Evladı böylece kadından dünyaya gelmiş nitelikte bulunup, bu ırka ve çağa ait çocukların olağan biçiminde yetiştirilmişti.
119:7.8 (1317.4) Dünyanız üzerindeki Yaratan Evlat’ın fani bahşedilişine dair anlatı olarak Mikâil’in Urantia üzerindeki konukluğuna ait hikâye, bu makalenin amacı ve kapsamının ötesindeki bir konudur.
119:8.1 (1317.5) Mikâil’in Urantia üzerindeki son ve başarılı bahşedilişinin ardından, o; sadece Nebadon’un egemen yöneticisi olarak Zamanın Ataları tarafından kabul edilmedi, aynı zamanda, kendi yaratımı olan yerel evrenine kendisini ispatlamış yöneticisi olarak Kâinatın Yaratıcısı tarafından tanındı. Salvington’a dönüşü üzerine, İnsanın Evladı ve Tanrının Evladı olarak bu Mikâil, Nebadon’un asaletini almış yöneticisi olarak duyuruldu. Uversa’dan Mikâil’in egemenliğine dair sekizinci duyuru gelirken, Cennet’den; Tanrı ve insanın bu birlikteliğini evrenin tek başı haline getiren ve Salvington üzerinde konumlanmış olan Zamanın Birliği’nden Cennet’e olan çekişilişini belirtmesini isteyen, Kâinatın Yaratıcısı ve Ebedi Evlat’ın ortak emir duyurusu geldi. Takımyıldız yönetim-merkezi üzerinde Zamanın İnançlıları’na, aynı zamanda, En Yüksek Unsurlar’ın heyetlerindeki görevlerini tamamlamalarını isteyen emir verildi. Ancak, Mikâil, danışma ve eşgüdümün Kutsal Üçleme Evlatları’nın çekilmesine razı olmazdı. O; Salvington üzerinde onları bir araya toplayıp, kişisel olarak, Nebadon içinde sonsuza kadar görevlerinde kalmalarını onlardan kişisel olarak talep etti. Onlar, Cennet üzerindeki kendi yöneticilerine, taraflarına yapılmış bu talebe uymayı arzuladıklarını işaret ettiler; ve, yakın bir zaman içerisinde, Nebadon’un Mikâili’nin sahip olduğu yönetime, merkezi evrenin bu Evlatları’nı sonsuza kadar bağlayan Cennet ayrılışının bu emirlerine hüküm veridi.
119:8.2 (1318.1) Mikâil’in bahşedilme sürecini tamamlamak ve sahip olduğu yaratıma ait evren içinde yüce yönetiminin nihai oluşumunu yerine getirmek, Urantia zamanının neredeyse bir milyar yılını gerektirdi. Mikâil bir yaratan olarak doğmuş, bir idareci olarak eğitilmiş ve bir yönetici olarak hazırlanmıştı ancak, o egemenliğini, deneyimle kazanmak zorundaydı. Ve, böylece, sizin küçük dünyanız; içinde Mikâil’in, kendi yaratımı olan evrenin sınırsız denetimi ve yönetimi kendisine verilmeden önce her Cennet Yaratan Evladı için zorunlu nitelikte bulunan deneyimi tamamlamış olduğu mekân olarak, tüm Nebadon boyunca bilinir hale geldi. Sizler yerel evrene yükseldiğinizde, Mikâil’in daha önceki bahşedilişleri ile ilgili kişiliklerin ideallerine dair daha çok şey öğreneceksiniz.
119:8.3 (1318.2) Yaratılmış bahşedilişini tamamlarken, Mikâil; yalnızca kendi egemenliğini oluşturmuş olmuyordu, aynı zamanda, Yüce olan Tanrı’nın evrim halindeki egemenliğini arttırıyordu. Bu bahşedilişlerin gidişatı boyunca Yaratan Evlat; sadece, yaratılmış kişiliğin çeşitli doğalarına yönelik bir alçalış keşfine katılmış olmamıştı, fakat o aynı zamanda, Yüce Yaratanlar tarafından açığa çıkarıldığı biçimiyle, bileşimsel bütünlüğü Yüce Varlık’ın iradesinin açığa çıkarıcısı olan Cennet İlahiyatları’nın farklı şekillerde çeşitlenmiş iradelerinin açığa çıkarılışına da erişmiş olmuştu.
119:8.4 (1318.3) İlahiyatlar’ın bu çeşitli irade nitelikleri, ebedi bir biçimde, Yedi Üstün Ruhaniyet’in farklılık gösteren doğaları içinde kişileşmiş niteliktedir; ve, Mikâil’in bahşedilmelerinin her biri, bu kutsallık dışavurumlarının birinin özel bir biçimde açığa çıkarıcısı olmuştur. Kendi Melçizedek bahşedilişinde, o, Yaratıcı, Evlat ve Ruhaniyet’in bütünleşmiş iradesini dışa vururken, Lanonandek bahşedilişinde Yaratıcı ve Evlat’ın iradesini dışa vurmuştur; Âdemsel bahşedilişte Yaratıcı ve Ruhaniyet’in iradesini açığa çıkarmışken, yüksek melek bahşedilişinde Evlat ve Ruhaniyet’in iradesini açığa çıkarmıştır; Uversa fani bahşedilişinde Bütünleştirici Bünye’nin iradesini sergilerken, morontia fani bahşedilişinde Ebedi Evlat’ın iradesini sergilemiştir; ve, Urantia maddi bahşedişinde, o, beden ve kanın bir fanisiyken, Kâinatın Yaratıcısı’nın iradesini yerine getirmiştir.
119:8.5 (1318.4) Bu yedi bahşedilişin tamamlanışı Mikâil’in yüce egemenliğinin özgürleşimiyle, ve aynı zamanda, Nebadon içindeki Yüce’nin egemenliği için olasılığın yaratımıyla sonuçlandı. Mikâil’in bahşedilmelerinin hiçbirinde o, Yüce olan Tanrı’yı açığa çıkarmamıştır; ancak, yedi bahşedilişin tamamının toplam bütünlüğü, Yüce Varlık’a dair yeni bir Nebadon açığa çıkarılışıdır.
119:8.6 (1318.5) Tanrı’nın insana olan alçalışının deneyiminde, Mikâil; yüceliğin dışa vurulabilirliliğin sahip olduğu kısıtlılıktan, sınırlı eylemin yüceliğine ve absonit faaliyeti için sahip olduğu potansiyelinin özgürleştirilişine olan kesinliğe yükselmeyi eş zamanlı olarak deneyimlemekteydi. Bir Yaratan Evlat olarak Mikâil, bir zaman-mekân yaratanıdır; ancak, yedi-katmanlı bir Üstün Evlat olarak Mikâil, Kutsal Üçleme Nihayeti’ni oluşturan kutsal birliklerin birinin üyesidir.
119:8.7 (1318.6) Kutsal Üçleme’ye ait Yedi Üstün Ruhaniyet iradesini açığa çıkarmanın deneyiminden geçerek, Yaratan Evlat; Yüce’nin iradesini açığa çıkarmanın deneyiminden geçmiştir. Yüceliğin iradesinin bir açığa çıkaranı olarak faaliyet göstererek, Mikâil, tüm diğer Üstün Evlatlar ile birlikte; kendisini ebedi bir biçimde Yüce ile özdeşleştirmiştir. Bu evren çağında, o; Yüce’yi açığa çıkarmakta olup, Yücelik’in egemenliğinin gerçekleşimine katılmaktadır. Ancak, bir sonraki evren çağında, bizler; onun, dış uzayın evrenleri için ve onlar içinde, ilk deneyimsel Kutsal Üçleme içerisinde Yüce Varlık ile işbirliğinde bulunacağına inanmaktayız.
119:8.8 (1319.1) Urantia; Urantia’nın Gezegensel Prensi, fani bedenin suretinde bir İnsan Evladı, bir morontia ilerleyicisi, yükseliş ruhaniyetlerin bir birlikteliği, bir yüksek melek akran, bir Âdemsel özgürleştiricisi, bir sistem kurtarıcısı, âlemlerin bir Melçizedek hizmetkârı ve tüm Nebadon’un egemeni olarak Mesih Mikâil’in fani evi halindeki on milyon yerleşik dünyanın başında gelen bir biçimde, bütün Nebadon’un duygusal mabedidir. Ve, sizlerin kayıtları bu aynı İsa’nın, Çarmıhın Dünyası olarak onun sonlandırıcı bahşediliş dünyasına belirli bir süre içinde tekrar geri döneceğine söz vermiş olduğunu ifade ettiğinde, gerçeği dile getirmektedirler.
119:8.9 (1319.2) [Mesih Mikâil’in yedi bahşedilişini tasvir eden bu makale; Urantia’nın tarihini, Mikâil’in fani beden sureti içinde yeryüzü üzerinde ortaya çıktığı zamana kadar gelen bir biçimde anlatan, sayısız kişilik tarafından sağlanmış, sunumların bir dizisinin altmış üçüncüsüdür. Bu makaleler; Mantutia Melçizedeği’nin yönetimi altında faaliyet gösteren on iki unsurun oluşturduğu bir Nebadon heyeti tarafından onaylanmıştır. Bizler; Urantia zamanının M.S. 1935 yılında, üstlerimiz tarafından onaylanmış bir yöntem vasıtasıyla, bu anlatımları kaleme alıp, İngilizce dilinde yazıya geçirdik.]